Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:28:20
SECDE-Ý TÝLÂVET BÂBI
METÝN
Secde-i tilavet terkibi hükmü sebebine izafet kabilindendir. Bu secde ondört secde ayetinden bir ayeti yani ayetin ekserini secdenin harfleriyle birlikte okumak sebebiyle vacip olur. Bunlarýn dördü mushafýn ilk yarýsýnda, on tanesi ikinci yarýsýndadýr. Secde-i tilâvetlerden biri hac süresinin ilk secde ayetinde yapýlýr. Ayný surenin ikinci secdesi rüku´la birlikte yapýldýðý için namaz secdesidir. Diðer bir secde ayeti de sâd suresindedir. Þâfiî ile imam Ahmed buna muhaliftirler. Ýmam Malik mufassal surelerin secdelerini lüzumlu görmemiþtir.
ÝZAH
Secde-i tilavetin neden secde-i sehivden sonraya býrakýldýðý bundan önceki bâbda anlatýlmýþtý. Burada hüküm secde deðil, secdenin vacip oluþudur. Þârih «hükmü sebebine izafet» diyeceðine «fiili sebebine izafet kabilindendir» dese daha iyi olurdu. Yahut hüküm mahkûm bih (yani kendisiyle hüküm verilen þey) mânâsýnadýr. T.
«Vacip olur» ifadesinden murad, namazdan baþka yerlerde her zaman yapýlmasý caiz olmak üzere vacip olur demektir. Nitekim gelecektir. Ölmek üzere bulunan kimsenin bu secdeyi vasiyet etmesi vacip deðildir. Bazýlarý vacip olduðunu söylemiþlerdir. Kýnye. Vacip olur demek kaidelere daha lâyýktýr. Nehir. Vasiyetle zâhire göre o kimse bir farz namazý ve bir günün orucu gibi bu secdeden kurtulur. Çünkü bellidir. Rahmeti. Sonra Tatarhaniye´de, vacip olmadýðý sahih bulunarak böylece açýklandýðýný gördüm. «Okumak sebebiyle» ifadesi kaydý ihtirazidir. Bununla secde ayetini yazmaktan veya heceleyerek harf harf okumaktan ihtiraz olunmuþtur. Çünkü yazana ve heceleyene secde vacip deðildir. Nitekim gelecektir.
«Yani ayetin ekserisini ilh...» ifadesi, Nuru´l-Ýzah sahibinin kesinlikle kail olduðu sahih kavle muhaliftir. Sirac´da þöyle denilmektedir; «Acaba secde, ayetin bütününü okumak þartýyle mi yoksa bir kýsmýný okumakla mý vacip olur? Bu hususta ihtilâf vardýr. Sahih olan kavle göre secde kelimesini ve ondan önce yahut sonra bir kelime daha okursa secde etmek vacip olur Aksi halde vacip deðildir.» Bazýlarý, «Secde kelimesîyle birlikte ayetin ekserisini okumadýkça vacip olmaz» demiþlerdir. Bir kimse bütün secde ayetini okur da son kelimesini býrakýrsa kendisine secde vacip olmaz.
T E N B Ý H : Neml suresinde secde «hüve rabbül arþil azîm» ayetinde yapýlýr bu, umumiyetle kýraat imamlarý bundan önceki ayeti, «ella yescüdû» þeklinde þedde ile okuduklarý içindir. Kýsasý mezkûr ayeti «ela yescüdû» okuduðundan onun kýraatýna göre bu ayette secde yapýlýr. «sâd» suresinde «ve hüsne meâb» de secde edilir. Bu kavil Zeyleî´nin «ve enâbün» de secde edilir sözünde daha güzeldir. Sebebini sonra söyleyeceðiz. «hâ mîm» de secde «vehüm la yesemûn» de yapýlýr. Ýbn Abbas ile Vali bin Hücr (v.a.)´dan rivayet edilen bu dur. Ýmam Þafiî´ye göre ise «inküntüm iyyahü ta´budûn» de secde edilir. Hazreti Ali´nin mezhebi budur. Ýbn Mes´ud ile ibn Ömer (v.a.)´dan da bu rivayet olunmuþtur. Eshabýn mezhebleri muhtelif olunca biz ihtiyaten birinciyi tercih etmiþizdir. Çünkü secde «ta´budûn» kelimesinde vacip olursa «la yesemûn»a kadar geciktirmek zarar etmez.
Aksi böyle deðildir. Zira secde, vücubun sebebi yokken yapýlmýþ olur. Ve namaz secdesi ise namazýn noksan kalmasýný icabeder. Bizim söylediðimizde ise asla eksiklik yoktur. Bu cümleler kýsaltýlmak suretiyle Ýmdâd´dan alýnmýþ; Bedayi´den naklen «Bahýr´da da böyledir» denilmiþtir. Ýmdâd sahibi geri kalan ayetlerde de secde yerlerini beyan etmiþtir. Oraya müracaat edebilirsin!
Zâhire bakýlýrsa bu ihtilaf, secdenin vucubuna sebep, ayetin tamamý olduðuna göredir. Nitekim metinlerdeki mutlak ifadelerden de bu anlaþýlmaktadýr. Ayetten murad da bir ve iki ayete þâmildir. Þu þartla ki ikinci ayet, secde ayetine baðlý olacaktýr. Bu söz yukarýda Sirac´dan naklettiðimize aykýrýdýr. Sirac´ýn sözünde secde kelimesiyle ondan bir kelime önce veya sonra okunursa secdenin vacip olduðu sahih kabul ediliyordu. «Sirac´da beyan edilen asýl vücubun yeridir. imdâd´dan nakledilen ise eda vacip olan yerdir. Yahut bu husustaki sünnetin yerini beyandýr» denilemez. Çünkü biz ayet okunur okunmaz hemen eda vacip deðildir diyoruz. Nitekim gelecektir. Bizim mezhebimizi tercih hususunda ulemanýn söyledikleri gösteriyor ki bizimle Ýmam Þâfii arasýndaki hilâf asýl vücubun yeri hakkýndadadýr. «hâ mîm» suresinde secde ihtiyaten ancak ikinci ayet bittiði vakit vacip olur.. Nitekim bu cihet Hidaye ve diðer kitaplarda açýklanmýþtýr. Çünkü vücup ancak sebebi bulunduktan sonra sabit olur. Bir kimse burada secdeyi ilk ayeti okuduktan sonra yapsa kafi gelmez. Zira sebebi yokken yapýlmýþtýr. Bu izahattan anlaþýlýr ki, Sirac´ýn ifadesi þarihlerle metin sahiplerinin tercih ettikleri mezhebin hilafýnadýr.
«Ayný surenin ikinci secdesi rükula beraber yapýldýðý için namaz secdesidir.» Bedayi´de beyan olunduðuna göre secde-i tilâvet ne zaman rükû ile birlikte yapýlýrsa namaz secdesi sayýlýr. Nitekim Tealâ hazretlerinin «vescudi verkeî» ayeti kerimesinde hal böyledir.
Ýmam Þâfii ile imam Ahmed (rahimehümüllah) hac suresinin her iki secdesini muteber saymýþ; Sad suresinin secdesini muteber saymamýþlardýr. Nitekim Gureru´l Efkâr´da beyan edilmiþtir. Ýmam Malik rahimellah ise mufassal surelerin secdelerini lüzumlu görmemiþtir. Mufassal sureler hucurat´tan sona kadar olanlardýr. Bunlardan necm, inkiþâ ve alâk surelerinde secde vardýr. (Ýmam Malik bunlarý kabul etmeyince) ona göre secde onbir surede yapýlýr.
METÝN
Secde, ayeti iþitmek þartýyle vacip olur. Binaenaleyh sebep, ayeti okumaktýr. Velev ki saðýrýn okumasýnda olduðu gibi iþitme bulunmasýn. Ýþitmek okuyandan baþkasý hakkýnda þarttýr. Farsça tercümesini bile iþitseler secde ayeti olduðu haber verilince secde etmesi vacip olur. Yahut secde ayetini okuyana uymak þartýyla vacip olur. Çünkü secdenin vacip olmasýna bu da sebeptir. Velev ki ayeti iþitmemiþ ve okunurken bulunmamýþ olsun. Ýmama tabi olduðu için kendisine bu secde vacip olur.
ÝZAH
Ayeti iþitme þart olduðu için iþitmeyen kimse okunan meclisde bulunsa bile kendisine secde vacip olmaz. «Binaenaleyh sebep ayeti okumaktýr» yani sahih tilâvettir. Bundan maksat temyiz ehliyetini hâiz kimsenin oku.masýdýr. Nitekim bunu birçok ulema söylemiþlerdir. Hýlye. Bununla neden ihtirazolunduðu musannýfýn «Kâfire secde vacip olmaz ilh...» sözünde gelecektir.
Ben derim ki: Bir kayýt daha ziyade etmek gerekir o da «secde hakkýnda mâni bulunmamalý» kaydýdýr. Bu kayýt. imama uyan kimsenin ve rükuunda sücudunda teþehhüdünde secde ayetini okuyan kimsenin tilavetinden ihtiraz içindir. Bunlara.secde-i tilâvet vacip deðildir. Çünkü secdelerine mani vardýr. Nitekim gelecektir. Sonra bilmiþ ol ki, ayeti okumak, okuyanýn da dinleyenin de secdesine sebeptir. Ýþitme hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Bazýlarý «bu iþiten hakkýnda sebep deðil, þarttýr» demiþ; Kâfi, Muhit ve Zahirîye sahipleri bu kavli sahih bulmuþlardýr. Bir takýmlarý da «iþitmek iþiten hakkýnda ikinci sebeptir» demiþlerdir. Hidaye ve Bedayî sahibleri de bunu tercih etmiþlerdir. Þârih bu kavli tercih ettiðine tenbihte bulunacaktýr. Müctebâ´da beyan olunduðuna göre secde üç þeyden biri ile vacip olur. Bunlar okumak. iþitmek ve imama uymaktýr. Zâhirine bakýlýrsa bunlar üç sebeptir. Hýlye sahibi bunu açýkça ifade etmiþtir. Musannýf Kâfi´nin sözünün benimsemiþ ve ona bir sebep daha ilâve etmiþtir. O da imama uymaktýr. Þu halde ona göre sebep iki þey olup bunlar da okumak ve imama uymaktýr. Nasýl ki bunu Mineh sahibi açýklamýþtýr. Mineh sahibi iþitmenin okuyandan baþkasý hakkýnda þart olduðunu da açýklamýþ; þarihimiz metnin sözünü izah ederken ona tâbi olmuþtur. Lâkin þarihin sözü iþitmek gibi imama uymanýn da þart olduðunu ifade etmektedir. Nitekim az sonra anlaþýlacaktýr.
«Velev ki saðýrýn okumasýnda olduðu gibi iþitme bulunmasýn» yani fiilen iþitmesin. Yoksa bir arýza bulunmadýðý zaman kendi iþiteceði yahut kulaðýný aðzýna yaklaþtýran kimsenin iþiteceði kadar okumasý þarttýr. Nitekim Hinduvahî´nin mezhebi budur. Sahih olan da budur. Kerhî buna muhalefet ederek harfleri doðru okumakla yetinmiþtir. H.
Ben derim ki : Hâniye sahibi de bunu söylemiþtir.
«Ýþitmek okuyandan baþkasý hakkýnda þarttýr.» Yani imama uymak yoksa iþitmek þarttýr. Ýmama uyarsa iþitmesi þart deðildir. Hattâ biraz ileri de geleceði vecihle imam secde ayetini okurken orada bulunmasý da þart deðildir. Þârihin bu kaydý terketmesi, arkasýndan musannýfýn onu zikretmesine güvendiði içindir.
«Secde ayeti okunduðu haber verilince» onu anlasýn anlamasýn secde etmesi vacip olur. Bu Ýmam-ý A´zam´a göredir. Ýmameyne göre ise iþiten kimse okuyanýn Kur´ân okuduðunu bilirse secde etmesi lâzým. bilmezse lazým deðildir. Bahýr. Feyz´de «bununla fetvâ verilir» denilmiþtir. Nehir´de Sirac´dan naklen Ýmam-ý A´zam´ýn bu kavli býrakýp imameynin kavline döndüðü ve buna itimat edildiði bildirilmiþtir.
«Ýþiten kimse okuyanýn Kur´ân okuduðunu bilirse» ifadesinden murad; ayetin mânâsýný anlamasýdýr. Nitekim Mecma´ þerhinde beyan edilmiþ ve þöyle denilmiþtir: «Ýmam-ý A´zam´a göre ayetin mânâsýný anlasýn anlamasýn secde etmesi vacip olur. Ýmameyn, "mânâsýný anlarsa vaciptir. anlamazsa vacip deðildir çünkü mânâsýný anlarsa bir vecihten Kur´ân´ý iþitmiþ: bir vecihten iþitmemiþ olur" demiþlerdir» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Fakat ayet arapça okunursa anlasýnanlamasýn bilittifak secde vacip olur. Ancak arap olmayan kimse Kur´ân olduðunu bilmedikçe üzerine secde vacip olmaz. Nitekim Fetih´te söyle denilmiþtir. Yani mânâsýný anlamazsa da Kur´ân olduðunu bilmesi yeterlidir.
«Yahut secde ayetini okuyana uymak þartýyle vacip olur.» Yani imam secde ederse o da eder. Ýmam secde etmezse okuduðunu iþitse bile secde etmesi lâzým gelmez. Münye þerhi.
«Çünkü secdenin vacip olmasýna bu da sebeptir.» cümlesinin doðrusu «bu da vacip olmasýnýn þartýdýr» þeklinde olacaktýr. Tâ ki «okuyana uymak þartiyle vacip olur» ifadesine uygun düþsün.
«Ýmama tabi olduðu için kendisine bu secde vacip olur.» Bahýr´da Tecnis´den naklen þöyle denilmiþtir: «Okuyanla dinleyenin herbiri kendi itikadýna bakar. Ýmdi hac suresinin ikinci secde ayeti bize göre secde deðildir. Þâfiî buna muhaliftir. Çünkü hakikatte iþiten okuyana tabi deðildir ki, onun reyiyle amel etmesi lâzým gelsin. Aralarýnda ortaklýk yoktur. «Bu sözün zâhirine bakýlýrsa namazda olduðu taktirde hakikaten imama tabi bulunduðundan secde hususunda imama tabi olur.» Bunu Tahtavî söylemiþtir. Namazýn vacipleri bâbýnda görmüþtük ki, içtihat götüren yerde imama tabi olmak vaciptir. Kati olarak neshedildiði veya cenazede beþinci tekbirin, sabah namazýnda kunutun ziyade edilmesi gibi sünnet olmadýðý bilinen yerde imama tabi olmak vacip deðildir. Orada bunun üzerine söz etmiþtik. Zâhire bakýlýrsa bu secde içtihat götüren yerlerdendir.
METÝN
Secde ayetini imama uyan kimse okursa namazda olan kimse namaz içinde ve namazdan çýktýktan sonra asla secde etmez. Namaz dýþýnda olanýn okumasý bunun hilâfýnadýr. Çünkü secdeden men, iki mânâ için sabît olmuþtur. Binaenaleyh onlarý geçemez. Hattâ o kimse bu cemaatýn namazýna iþtirak etse secde kendisinden sakýt olur. Rükuunda, sücudunda veya teþehhüdünde secde ayetini okuyan kimseye secde vacip deðildir. Çünkü bu yerlerde o kimse kýraattan men edilmiþtir.
ÝZAH
Secde ayetini imama uyan kimse okursa ayný namazda müþterek olan kimseye secde lâzým gelmez. Secde ayetini ister imama uyan okusun ister imam veya o imama uyan baþka bir cemaat okusun farketmez. Buna delil ileride metinde gelecek olan «secde ayetini iþiten ayný namazda müþterek ise imama uyanýn okumasý da secdeyi gerektirmez» sözüdür. Þârih «namazda olan kimse» ifadesini hiç kullanmasa daha iyi olurdu. Tâ ki zamir doðrudan imama uyan okuyucuya raci olsun. Bir de «namazda olan kimse» tabiri baþka namaz kýlana, ona uyana ve yalnýz kýlana da þâmildir. Halbuki bunlar hiç namaz kýlmayan gibi namaz dýþýnda olan hükmündedirler. Nitekim bunu Halebî beyan etmiþtir. Yani namazdan çýktýktan sonra secde-i tilaveti yaparlar. Nitekim metinde de gelecek «namaz kýlan kimse secde ayetini baþkasýndan iþitirse namazda secde etmez; namazdan sonra secde eder» denilecektir. Bu hususta sözün tamamý da orada görülecektir.
«Çünkü secdeden men, iki mânâ için sabit olmuþtu.» Onlar da imam ve beraberindekilerdir. Burada þöyle bir itiraz varit olabilir: imam bu namazda kýraattan men edilmemiþtir. Men edilen yalnýz imama uyanlardýr. Binaenaleyh en iyisi Münye þerhiyle diðer kitaplarda yapýldýðý gibi ta´lil yapýlmalý ve «Ýmam secde ederse matbuun tabie inkýlâb etmesi lâzým geldiði gibi, secde etmezse cemaatýnimama muhalefeti lâzým gelir» demelidir. O namazda kendileriyle müþterek olmayanlar bunun hilâfýnadýr. Çünkü okuyan kimse onlara nazaran men edilmiþ deðildir. Onlar hakkýnda okuyan þahýs namazda deðilmiþ gibidir. Hattâ namaz dýþýndaki kimse o cemaatla birlikte ayný namaza iþtirak etse onlara teb´an kendisinden secde-i tilâvet sakýt olur. Zâhirine bakýlýrsa secde ayetinin okunduðu rekattan baþka bir rekatta bile iþtirak etse secde sakýttýr.
«Rüku, sücud ve teþehhüdünde secde ayetini okuyana secde vacip deðildir. Çünkü bu yerlerde o kimse kýraattan men edilmiþtir.» Merginani «Bence secde vaciptir ve o yerde eda edilir» diyor. Bunu Bahýr sahibi Zeyleî´den nakletmiþtir.
Ben derim ki: Makdisi, «teþehhüt söz götürür» demiþtir. Yani «secde-i tilâvetin rüku veya sücud zýmnýnda yapýlmasý mümkündür. Teþehhüt bunun hilâfýnadýr» demek istiyor. Merginanî´nin «o yerde eda edilir» sözünden murad; secdeyi okuduðû yerde eda eder; sonraya býrakmaz manâsý olabilir. Lâkin Ýmdâd´da þöyle denilmektedir. "Merginanî; o kimseye secde lâzým gelir. Bu secde içinde bulunduðu rükû ve sücudla eda edilmiþ olur" diyor. Dîrî þerhinde böyle denilmiþtir. Bu izaha göre secde ayetini teþehhüdde okursa secde eder.»
Ben derim ki: Bu söz birinciyi te´yid eder. Sonra âþikârdýr ki, ona secde vaciptir demek daha münasiptir. Çünkü o kimse cünüb gibi orada secde ayetini okumaktan nehyedilmiþtir. Ýmama uyan gibi mahcur (yani men edilmiþ) deðildir. Ulema cünüb ile imama uyan kimse arasýnda fark görmüþ. «cünüb olana kýraat nehyedilmiþtir. Binaenaleyh ona secde-i tilâvet vaciptir. Zira nehi vücuba aykýrý deðildir. Ýmama uyan ise mahcurdur. Çünkü imamýn tasarrufu onun hakkýnda geçerlidir. Mahcur kimsenin tasarrufu hükümsüzdür» demiþlerdir.
Hayýzlýya gelince: Secde ayetini okumakla kendisine secde vacip olmaz. Çünkü namaza ehil deðildir. Cünüb böyle deðildir. Aþikârdýr ki meselâ rükuunda secde ayetini okuyan bir kimse vücuba ehildir onu secdeden meneden imam da yoktur. Binaenaleyh o kimseye secde vacip olduðunu tercih gerekir. Ýhtimal imam Merginanî´nin tercihinin vechi budur. Sonra Medeni hâþiyesinde gördüm ki, þeyhi Merginanî´nin Zeyleî hâþiyesinden Merginanî´nin sözünü bizim dediðimiz gibi tercih ettiðini nakletmiþ. Allah´a hamdolsun. Zâhire göre Feyz´in naklettiði þu söz de bu kabildendir: «Bu kimse secde-i tilâvet yapar da secdesinde ikinci bir secde ayeti okursa kendisine secde vacip olmaz.»
METÝN
Secde-i tilâvet evvelce geçen namaz þartlarýyle vacip olur. Bundan yalnýz tahrime ile niyetin tayini müstesnadýr. Namazý bozan þeyler secde-i tilâveti de bozar. Rüknü sücud veya onun bedelidir. Meselâ namaz kýlanýn rükuu, hasta ve hayvan üzerinde kýlanýn imasý sücudun bedelidirler. Secde-i tilâvet âþikâre alýnan iki sünnet tekbir ile, müstehap iki kýyam arasýnda yapýlan bir secdedir. Onda el kaldýrmak teþehhüt ve selâm yoktur. Ama esah kavle göre sücud tesbihi vardýr.
ÝZAH
Secde-i tilavet namaz þartlarýyle vacip olur. Çünkü namaz cüzlerinden bir cüzüdür. Binaenaleyhnamaz secdelerine kýyas edilir. Onun için teyemmümle eda edilmesi caiz deðildir. Meðer ki su bulunmaya. Zira su varken teyemmümün abdest sayýlmasýnýn þartý, namazý kaçýrma korkusudur. Bunda böyle bir þey, yoktur. O terahi ile (yani geniþ zaman içinde) vacip olmuþtur. Keza secde-i tilâvet için vakit de þarttýr. Hattâ bir kimse secde ayetini mekruh olmayan bir vakitte okur veya iþitirse mekruh vakitte eda etmesi caiz olmaz. Çünkü kâmil olarak vacip olmuþtur. (Kâmil vakitte edasý gerekir.) Ancak mekruh vakitte okur diyene, o vakitte yahut baþka bir mekruh vakitte eda ederse caizdir. Zira vacip olduðu þekilde eda etmiþtir. Niyet de öyledir. Çünkü bu secde, bir ibadettir. Ýbadet niyetsiz sahih olmaz. Bedayi.
Hýlye´de þöyle denilmiþtir «Ancak namazda okur da hemen secde ederse niyete hacet kalmaz. Nitekim ulema bunu açýklamýþlardýr. Bu herhalde namazdan bir cüz olduðu ve namazýn niyeti ona da þâmil bulunduðu içindir. Secde-i tilâvette tahrime þart deðildir. Çünkü tahrime muhtelif fiilleri birleþtirmek içindir. Burada muhtelif fiiller yoktur Bedayi, Hýlye ve Bahýr. Yani namaz kýyam, kýraat, rüku ve sücuddan mürekkep muhtelif fiillerdir. Tahrime ile bu fiiller bir fiil haline getir. Secde-i tilâvetin mahiyeti ise bir fiilden ibarettir. Binaenaleyh tahrimeye hacet yoktur.
Niyetin tayininden murad; filân ayetin secdesi olduðunu tayindir. (Bu tayin þart deðildir.) Bunu Kýnye´den Nehir sahibi nakletmiþtir. Fakat tilavetten dolayý yapýldýðýný tayin þarttýr. Nitekim namazýn þartlarýndan niyet bahsinde geçmiþti. Ancak biliyorsun ki; namazda okur da derhal secde ederse tayine hacet yoktur. Kasten abdesti bozmak, konuþmak ve kahkaha ile gülmek gibi þeyler namazý bozduðu gibi secde-i tilâveti de bozarlar. Bu taktirde tekrarlanmasý gerekir. Bazýlarý bunun Ýmam Muhammed´in kavli olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü ona göre rükû´nün tamamýna itibar olunur ki o da secdeden baþýný kaldýrmaktýr. Ebû Yusuf´a göre baþýný yere koymaya itibar olunur. Þu halde bozmamasý gerekir. Haniye´de bildirildiðine göre cevabýn zahirine bakýlýrsa bilittifak bozar. Þu kadar varki, kahkaha ile gülmekte abdest tazelemesi icabetmez. Keza, kadýnla bir hizaya durmak ta; cenaze namazýnda olduðu gibi secde-i tilâveti bozmaz. Bir kimse secde-i tilâvet esnasýnda uyusa; sahih kavle göre namaz secdesinde olduðu gibi burada da abdesti bozulmaz. Bahýr.
Þârihin «namaz kýlanýn rükûu» diye kayýtlamasý namaz dýþýnda okur da rükû ederse, secde namýna kýyasen ve istihsanen kâfi gelmediði içindir. Nitekim Bedayi´de beyan edilmiþtir. Zâhir´de rivayet edilen de budur. Bunu Bezzaziye sahibi kaydetmiþtir. Þârihin ileride Bezzaziye´den nakledeceði kavl tahriften ibarettir. Bu hususta O, Nehir sahibine tâbi olmuþtur. Nitekim göreceksin,
Hastanýn îmâ´sý, ayeti saðlamken okumuþ olsa bile secdenin bedelidir. Nitekim, Münye þerhinde beyan olunmuþtur. Hayvan üzerinde kýlanýn îmâsý da öyledir. Yani þehir dýþýnda secde ayetini hayvan üzerinde okur veya iþitirse, ondan sonra inerek tekrar binse bile yine îmâ ile secde eder. Ama, secde yerde iken vacip olursa hayvan üzerinde caiz olmaz. Çünkü tam olarak vacip olmuþtur (nâkýs olarak eda edilemez). Aksi bunun hilâfýnadýr (yaný nâkýs olarak vacip olursa tam olarak eda edilebilir.) Bahýr´da böyle denilmiþtir.
«Secde-i tilâvet, âþikare alýnan iki sünnet tekbir ile iki müstehap kýyam arasýnda yapýlýr.» Bu ikitekbirin biri secdeye giderken. diðeri de kalkarken getirilir. Bahýr. Zâhir rivayet budur. Bedayi sahibi bunu sahih bulmuþtur. Ýmam-ý A´zam´dan bir rivayete göre hiç tekbir alýnmaz. Ýmam-ý A´zam´la imam Ebû Yusuf´tan bir baþka rivayete göre secdeye giderken tekbir alýnmaz; kalkarken alýnýr. Ebû Yusuf´tan diðer bir rivayete göre bunun aksine olarak secdeye giderken tekbir alýnýr; kalkarken alýnmaz. Hýlye. Tatarhaniye sahibi diyor ki: «Huccet´de þöyle denilmiþtir: Bazý ulema hiç tekbir almadan secde eden kimsenin bu mesuliyetten kurtulduðunu söylemiþlerdir ama bu, bilinir de yapýlmaz. Çünkü bunda selefe muhalefet vardýr.»
Tekbirin âþikâre alýnmasýndan murad; yalnýz kýlarsa kendisine, cemaatla kýlarsa baþkalarýna iþittirmesidir. T.
Ýki kýyamdan murad da; biri secdeye kapanmak, tahakkuk edebilmek için secdeden önce, diðeri de secdeden sonra ayaða kalkmaktýr. Bu kavli Bahýr sahibi Muzmerat´a nisbet etmiþ ve «Ýkinci kýyam gariptir» demiþtir. Hayreddin Remli´nin musannýfýn el yazýsýndan naklettiðine göre Muzmirat sahibi bu kavli Zahiriye´ye nisbet etmiþtir. Fakat kendisi Zahiriye nüshasýna müracaat etmiþse de orada ikinci kýyamý bulamamýþtýr.
Ben derim ki: Ben kendi nüshamda bu kavli buldum. «Secdeden baþýný kaldýrýnca ayaða kalkar; sonra oturur» diyor. Tatarhaniye ile Münye þerhinde dahi bu kavl Zahîriye´ye nisbet edilmiþtir. Zahire bakýlýrsa musannýfýn nüshasýndan bu cümle düþmüþ olacak.
Bu sözün garip olmasýna gelince: «Secdeden sonra kalkar» diyen yalnýz Zahîriye sahibi olmuþtur. Onun için de sonraki ulema bu kavli yalnýz ona nisbet etmiþlerdir.
T E T Ý M M E: Secde ayetini iþiten kimsenin okuyandan önce baþýný secdeden kaldýrmamasý menduptur. Ama bu hakikatta ona uymak deðildir. Onun için de okuyanýn secde yapmak üzere öne geçmesi, dinleyenlerin saf olmalarý emir edilemez; ve okuyanýn secdesi bozulursa dinleyenlerin secdeleri bozulmaz. Nevâdir´de, okuyanýn secde için öne geçeceði, iþitenlerin arkasýna saf olacaklarý kaydedilmiþtir. Meselenin tamamý Ýmdâd´dadýr.
«Esah kavle göre secde-i tilavette sücûd tesbihi vardýr.» Fethu´l - Kadir sahibi þöyle demektedir: «Þârihin sahihlediði kavil umumî olmamak gerektir. Çünkü eðer secde namazda yapýlýrsa farz namazda «subhane rabbiyel a´lâ» denilir. Nafile namazda ise menkûl tesbihlerden birini okur. Meselâ:............... der. Yahût: duasýný okur. Namaz dýþýnda ise bu hususta vârid olanlarýn hepsini okur. Hýlye, Bahýr ve Nehir sahipleri ile diðer ulema Fethu´l-Kadîr sahibini tasdik etmiþlerdir.
METÝN
Secde-i tilâvet namazýn farz olmasýna eda veya kaza cihetinden ehil olan kimseye vaciptir. Çünkü namazýn cüzlerindendir. Eda cihetinden ehil olmak secde ayetini okumakla saðýrýn secde etmesi; kaza cihetinden ehil olmak ta cünüb, sarhoþ ve uyuyan kimseye secde lazým gelmesidir. Binaenaleyh kâfir, sabi, deli, hayz ve nifaslýlar ayeti okur veya iþitirlerse kendilerine secde vacip olmaz. Çünkü namaza ehil deðillerdir. Bunlarýn daimî deliden gayrisinin okumasiyle iþitenlere secde vacip olur. Delinin okumasiyle vacip olmaz. Çünkü ehliyeti yoktur. Deliliði kýsa sürerse -birgün bir gece yahut daha az devam ettiði taktirde- gerek ayeti okumuþ gerekse iþitmiþ olsun secde etmesi lâzým gelir, Bir gün bir geceden daha fazla devam ederse kendisine deðil; Molla Hüsrev´in beyanýna göre iþitene secde lâzým getir. Lâkin Þurunbulâli rivayetin muhtelif olduðunu kesin söylemiþ; secde ayetini deliden iþitmekle secdenin vacip olduðunu Feteva-i Suðra ile Cevhere´den nakletmiþtir. Ben derim ki, Kuhistani de kesinlikle bunu kail olmuþtur.
ÝZAH
«Çünkü namazýn cüzlerindendir» ifadesinden murad; namazýn cüzleri cinsindendir, yahut bazý yerlerde namazýn cüzlerindendir demektir. Nitekim ayet namazda okunursa, secde namazýn cüz´ü olur.
Bahýr ve diðer kitaplarda «Secde-i tilâvetin vacip olmasý için, islâm, büluð, hayz ve nifastan temiz olmak gibi namazýn vücubuna ehil olmak þarttýr» denilmiþtir.
Þârih «Saðýrýn secde etmesi» demekle en hatýra gelmeyene tenbihte bulunmuþtur. Tâ ki baþkalarý evleviyetle bilinsin. H. Saðýr secde ayetini okursa secde eder. Fakat secde eden bir cemaat görürse onun da secde etmesi tâzým gelmez. Bunu Tatarhaniye´den naklen Ýmdâd sahibi nakletmiþtir. Zârihin cünübü, sarhoþ ve uyuyanla beraber zikretmesinden, zâhiren onun vücubu edaya ehil olmadýðý anlaþýlýrsa da Rahmetlî böyle olmadýðýný söylemiþtir. Evet sarhoþla uyuyanýn bu halleri bütün bir namaz vakti devam ederse edaya ehil deðildirler.
Sarhoþu bu halden vazgeçirmek için aklýnýn hükmen yerinde olduðuna itibar edilmiþtir. Onun için ibadetler kendisine lâzým gelir. Nitekim Muhit´de böyle denilmiþtir. Bundan þu anlaþýlýyor ki, mubah bir þeyden sarhoþ olur da mesela içki ile boðazýnda kalan lokmayý geçirir yahut zorla içirilirse o halde iken secde ayetini okuduðu veya iþittiði taktirde. söylediðini ve iþittiðini anlamayacak derecede olursa; hattâ ayýldýktan sonra da hatýrlayamazsa secde etmesi vacip deðildir. Hýlye. Uyuyan kimse uyandýktan sonra, uyurken secde ayetini okuduðu kendisine haber verilirse secde etmesi vacip deðildir. Esah olan kavil budur. Tatarhâniye.
Dirâyede «Secde etmesi lâzým deðildir. Sahih olan budur» denilmiþtir, Ýmdâd. Demek ki bu hususta sahihlemeler muhteliftir. Secde ayetini uyuyandan yahut bayýlandan iþitene secde lâzým gelmesi hakkýnda ise Þurunbulaliye´de nakledildiðine göre hem rivayet hem de sahihlemeler muhteliftir. Deliden iþitmek de böyledir. Yakýnda gelecektir. Kâfir, sabi, deli hayz ve nifaslýya okusalar da iþitseler de secde vacip deðildir. Çünkü bunlar namazýn vücubuna ehil deðillerdir. Bazý nüshalarda «eda ve kazaya ehil deðillerdir» denilmiþtir. Daimi deli hakkýnda bu meydandadýr. Ama deliliði bir gün bir geceden fazla sürmeyen.kimse hakkýnda bunun muktezasý vücubtur. Nitekim gelecektir. «Bunlarýn daimi deliden baþkasýnýn okumasýyle, iþitenlere secde vacip olur» Bedayi´den naklen Bahýr sahibinin tercih ettiði kavil budur.
Fethu´l-Kadîr´de þöyle deniliyor: «Lâkin Þeyhu´l-Ýslâm´ýn beyanýna göre secde ayetini deliden, uyuyandan veya kuþtan iþitmekle secde vacip olmaz. Çünkü secdeye sebep sahih olan tilâveti iþitmektir. Tilâvetin sahih olmasý ise temyizledir. Burada temyiz (ayýrma) yoktur. Bu ta´lil sabihakkýnda tafsilat ifade ediyor. Öyle ise sabi kârý zararý ayýrýrsa ondan iþitmekle secde muteber oluversin. Sabi mümeyyiz deðilse muteber deðildir.» Hýlye sahibi bunu beðenmiþtir.
Daimi delilik hakkýnda Kemâl bin Hümam Et´Tahrir ve Fethu´l-Kadîr adlý eserlerinde þunlarý yazmýþtýr: «Ýmam Muhammed´e göre namazlarý ýskat eden uzun sure kalan namazlarýn altý olmasýdýr. Oruçta gecesiyle gündüzü ile bütün bir ayý doldurmak; zekâtta ise bütün bir seneyi kaplamaktýr.» Bahýr sahibi de Kemâl bin Hümâm´a tâbi olmuþtur. Gerek Kemâl´in ifadesinden gerekse musannýfýn «namazýn vücubuna ehil olan» sözlerinden anlaþýlýyor ki, bu hususta tilavet namaz gibidir.
Lâkin Dürer´in ve ona tâbi olarak Þârihin sözlerinden anlaþýldýðýna göre burada ondan murad; bir gün bir geceden fazla devam eden ve iyileþmeyendir. Çünkü Dürer sahibi deliliði üç dereceye ayýrmýþtýr.
Birincisi: Kâsýr deliliktir. Ve bir gün bir geceden fazla devam etmez.
Ýkincisi: Kâmil fakat daimi deðildir. Bu bir gün bir geceden fazla devam eder. Lâkin bazen iyileþir.
Üçüncüsü: Kâmil ve daimidir. Bu bir gün bir geceden fazla devam eder ve iyileþmez.
Dürer sahibini bu taksime sevk eden þey, ulemanýn sözlerinin arasýný bulmaktýr. Zira kendisi Telhisû´l-Cami´den naklettiðine göre deliden secde ayeti iþitene secde-i tilâvet vacip deðildir. Haniye´den naklettiði rivayete göre vaciptir. Nevâdir´den naklettiðine göre müddet kýsa olur da bir gün bir gece yahut daha az devam ederse ayetini okusun veya iþitsin secde etmesi lâzým gelir. Yani kendisine secde vacip olunca ondan iþitene evleviyetle vacip olur. Sonra Dürer sahibinin bildirdiðine göre kâsýrda delinin ayeti okumasýyla hem kendine hem iþitene secde-i tilavet vacip olur. Nevâdir´de bahsedilen budur. Daimi olmayan kâmil delilikte delinin okumasýyla kendine birþey lâzým gelmez. Ýþitene, secde vacip olur. Hâniye´de bahsedilen budur. Kâmil ve daimi delilikte ne deliye ne de ondan iþitene secde vacip deðildir. Telhis´de bahsedilen de budur. Þârih bu taksým ve birleþtirmeye göre hareket etmiþtir.
«Delinin okumasýyla vacip olmaz» cümlesinden murad; "kendisine vacip olmadýðý gibi ondan iþitene de vacip olmaz" demektir.
«Gerek ayeti okumuþ gerekse iþitmiþ olsun secde etmesi lâzým gelir.» Çünkü o kimse namazýn kazasý vacip olmasýna ehildir. Secde kendisine lâzým gelince ondan iþitene evleviyetle lâzým gelir. Nasýl ki yukarýda geçmiþti. Þeyh Ýsmâil´in þerhinde þöyle denilmektedir: «Kime baþkasýndan iþitmekle secde-i tilâvet lâzým gelirse baþkasýnýn da ondan iþitmesiyle üzerine secde vacip olur. Aksi yoktur.»
«Bir gün bir geceden fazla devam ederse kendisine deðil. Molla Hüsrev´in beyanýna göre iþitene secde lâzým gelir.» Yani mukabele karinesi ile bir gün bir geceden fazla devam eder de delilik daimi olmazsa demektir. Bu üçüncü kýsýmdýr. Þurunbulâli burada Molla Hüsrev´in yukarda geçen sözüne istidrakte bulunmuþtur. Þurunbulâli Dürer üzerine yazdýðý haþiyede þunlarý söylemiþtir: «Molla Hüsrev´in, deliliði üçe taksim etmesi usul-u fýkýh ulemasýnýn sözlerine aykýrýdýr. Onlar deliliðibiri daimi diðeri daimi olmayan namiyle iki kýsma ayýrmýþlardýr. Molla Hüsrev´in daimi deliliði "iyileþmeyen" diye tefsir etmesini teslim edemeyiz. Çünkü hiçbir saat geçmez ki deliliðin iyileþmesi ümit edilmesin. Deliden secde ayeti iþitme hususunda, sahihlenmiþ iki rivayet vardýr ki bunlarý Cevher´e sahibi nakletmiþtir. Þu halde arabulmak için yapýlacak iþ, Hâniye´nin sözünü bir rivayete, Telhis´in sözünü de baþka bir rivayete hamletmektir.»
Ben derim ki: Zâhire göre bu iki rivayet daimi delilik ile diðerleri hakkýndadýr. Nuh efendinin haþiyesi ile Þeyh Ýsmail´in þerhinde daimi delilik ile kayýtlanmasý buna muhaliftir. Delilimiz Fetih´ten naklen yukarýda arzettiklerimizdir. Cevhere´deki de böyledir. Orada þöyle denilmiþtir: «Bir kimse secde ayetini uyuyandan veya baygýndan yahut deliden iþitirse bu hususta iki rivayet vardýr. Bunlarýn esah olanýna göre secde vacip deðildir.» Zira daimi deli olmayan kimsenin hali uyuyan ile bayýlandan aþaðý deðildir. Binaenaleyh bunlarda cereyan eden hilâh onda da cereyan eder. Zira hepsi vücuba ehildirler. Þu halde Zâhire göre söz mutlak býrakýlmalý, daimi olup olmamakla kayýtlanmamalýdýr
METÝN
Ayet-i sadânýn aksetmesinden veya kuþtan iþitmek ile harf harf okumak ve hecelemek ile secde vacip olmadýðý gibi; iþiten kimse ayný namazda olmak þartýyle cemaat olanýn okumasýný iþitmekle de vacip olmaz. Namaz dýþýnda olanýn okumasýný iþitmek bunun hilâfýnadýr. Nitekim geçmiþti. Namaz içinde deðilse muhtar kavle göre secde-i tilâvet mühletli olarak vacip olur. Ama geciktirilmesi tenzihen mekruhtur. Tayin etmeksizin üzerindeki tilâvet sayýsýnca secde etmek kâfidir. Bununla borcunu eda etmiþ olur. Secde-i tilâvet hayz ve riddetle (dinden dönmekle) sâkýt olur.
ÝZAH
Sadânýn aksetmesi; sesin geri tepmesidir, Bundan murad; baðlara, ormanlara ve benzerlerine seslenildiði zaman ayný sesin dönüp kulaða gelmesidir. Nitekim Sýhah´ta böyle denilmiþtir. Kuþtan iþitmekle dahi secde vacip olmaz. Esah kavil budur. Bunu Zeyleî ve baþkalarý beyan etmiþlerdir. Bazýlarý ayeti kuþtan iþitmekle secde lâzým geleceðini söylemiþlerdir. Huccet nâm kitapta «sahih olan budur» denilmiþtir. Tatarhaniye.
Ben derim ki: Ekser ulema birinci kavli sahih bulmuþlardýr. Nuru´l-izah sahibi de kesinlikle buna kail olmuþtur.
Harf harf okumak veya hecelemekle de secde icabetmez. Çünkü heceleyen kimse için bu adam Kur´an okuyor denilemez; hece okuyor denilir. Bir kimse bunu namazda yapsa namazý bozulmuþ olmaz. Zira bunlar Kur´andaki harflerdir; kýraat yerini tutmazlar; o kimse Kur´an okumamýþtýr. Bunu Tecnis ve Hâniye´den naklen Ýmdâd sahibi söylemiþtir. Secde ayetini yazmakla secde vacip olmaz. Bahýr.
«Muhtar kavle göre secde-i tilâvet mühletli olarak vacip olur.» Nehir ve imdâd´da dahi böyle denilmiþtir. Ama bu, imam Muhammed´e göredir. Ebû Yusuf´a göre mühletsiz olarak derhal vacip olur. Bu iki kavil Ýmam-ý A´zam´dan da rivayet olunmuþlardýr. Ýnâye´de böyle denilmiþtir. Nehir sahibidiyor ki: «Hilâfýn yeri günah olup olmamasý hakkýnda olmalýdýr. Hattâ bir kimse secde-i tilâveti bir müddet sonra eda etse kaza deðil, bilittifak eda etmiþ sayýlýr.» Þeyh Ýsmail «Bu söz götürür» demiþtir. Yani "mühlet siz" sözünden anlaþýlan mânâ, geciktirmemenin kaza sayýlmasýdýr; demek istiyor.
Ben derim ki: Lâkin þârih hac bahsinde, geciktirirse eda sayýlacaðýna icma-i ümmet olduðunu söyleyecektir. Bununla beraber fevrî (yani mühletsiz) olmasý tercih edilmiþtir; geciktirmekle günaha girmiþ olur. Bu izahat buradakinin benzeridir. Secdeyi geciktirmek tenzihen mekruhtur. Çünkü uzun zaman geçmekle unutulabilir. Geciktirmek kerahet-i tahrimiye ile mekruh olsa idi secde mühletsiz vacip olurdu. Halbuki mühletli vacip olmuþtur. Onun içindir ki namazdaki secde-i tilâveti kýraat vaktinde geciktirmek kerahet-i tahrimiye ile mekruh olmuþtur. Ýmdâd. Gecikmenin mekruh olmasýndan, yalnýz güneþin doðmasý gibi mekruh vakitler istisna edilmiþtir.
FERÝ BÝR MESELE: Tatarhaniye´de bildirildiðine göre ayeti okuyanýn veya iþitenin secde etmesi mümkün deðilse: «semi´nâ ve eta´nâ ðufraneke rabbenâ ve ileykel masîr» demesi müstehap olur.
«Hayzla secde-i tilavet sâkýt olur.» Þarih burada Nehir sahibine tâbi olmuþtur. Nehir sahibi þöyle demiþtir: «Ulemanýn açýkladýklarýna göre kadýn secdeyi geciktirir de hayz görürse secde sâkýt olur. Keza secde ayetini okuduktan sonra irtidat ederse secde sâkýt olur. Hâniye´de böyle denilmiþtir.» Hâniye´nin ibaresi þudur: «Kadýn namazda secde ayetini okur da secde etmez ve sonra hayz görürse kendisinden secde sâkýt olur.» Bu ibarenin bir mislini de þarih Hülâsa´dan nakledecektir. Bu suretle anlaþýlýyor ki bu secdeden murad, namazdaki secde-i tilâvettir ki, metinde «Ancak hayz görmeksizin bozarsa ilh...» ibaresinin zýmnýnda gelecektir. Binaenaleyh burada onu beyana lüzum yoktur. Evet, Tecnis´te bu secdenin mutlak surette hayzla sâkýt olduðunu gösteren sözler vardýr. Orada þöyle denilmiþtir: «Kadýn secde ayetini okur da secde etmez ve sonra hayz görürse secde sâkýt olur. Çünkü hayz iptidaen secdenin vücubuna aykýrýdýr. Devamý itibariyle de öyledir. Bu mesele þunun nazîridir: Bir müslüman secde ayetini okur da sonra dinden dönerse kendisinden secde sâkýt olur. Sonra tekrar müslüman olursa secde etmesi vacip olmaz. Zira küfür iptidaen secdeye aykýrýdýr. Devam itibariyle de öyledir.»
«Riddet yani dinden dönmek ile de secde-i tilâvet sâkýt olur.ý» Burada þöyle bir itiraz varit olur: Secde-i tilâvetin vakti bütün ömürdür. Vakti bâki olan bir ibadet, müslüman olan mürtedden sâkýt olmaz. Nasýl ki haccetse veya namaz kýlsa da sonra irtidat etse ve arkasýndan vakit içinde tekrar müslüman olsa hüküm budur.
Bazý kâmil zevat buna þöyle cevap vermiþlerdir: Namazda sebep, müslüman olduktan sonra tahakkuk etmiþtir. Fakat secde-i tilâvet böyle deðildir. Keza müslüman olduktan sonra hacda zad ve rahleye kudreti olmak itibara alýnýr. T. Yine burada þöyle bir itiraz varit olabilir: Sözümüz secdeyi yapmayandan secdenin sükutu hakkýndadýr. Secdeyi yapana tekrarý vacip olmadýðý hususunda deðildir. Bilâkis bahsettiðimiz hususun nazîri terk edip, dinden dönendir. Secde-i sehiv babýndan az önce arzetmiþtik ki mürtede de müslüman olduktan sonra irtidat etmezden önce terkettiðiibadetle vaciptir. Bunun muktezasý burada da secde-i tilâvetin lâzým gelmesidir.
METÝN
Secde-i tilâvet namaza ait ise fevran (derhal) vacip olur. Çünkü namazýn bir cüzü olmuþtur. Namaz kýlan onu geciktirmekle günahkâr olur. Ve namazýn hürmeti içinde bulunduðu müddetçe onu kaza eder. Velev ki selâm verdikten sonra olsun. Fetih. Sonra bu nisbet doðru olan nisbettir. Bazýlarýnýn salâtiye diye yaptýklarý nisbet hatadýr. Bunu musannýf söylemiþtir. Lâkin Gaye nâm kitapta beyan olunduðuna göre bu söz kullanýlan bir hatadýr. Fukahaya göre kullanýlan hata nâdir olan sevaptan daha hayýrlýdýr. Bir kimse secde ayetini bir imamdan iþitir de imam onun için secde etmeden kendisine uyarsa -velev ki okuyan kimse o þahsýn kendisine uymasý sebebiyle imam olsun- imamla birlikte secde eder. Ýmam secde ettikten sonra uyarsa asla secde etmez. Kenz sahibi asla tâbi olarak böyle mutlak ifade etmiþtir. O kimse bu imama hiç uymazsa secdeyi yapar. Keza Pezdevî ve diðerlerinin tercih ettiklerine göre o imama baþka bir rekatta uysa hüküm yine budur. Hidaye´den anlaþýlan budur. Ayeti namazda okursa secdeyi de namazda yapar. Namaz haricinde yapmaz. Sebebi yukarýda geçti. Bedayi´de bildirildiðine göre secde etmezse günahkâr olur. Tevbe etmesi tâzým gelir.
ÝZAH
Fevr´in tefsiri ileride görüleceði vecihle okunan secde ayeti ile secdenin arasýnda iki veya üç ayetten fazla okuyacak kadar uzun müddet geçmemektir. Hýlye.
Secde-i tilâvet namaz içinde derhal yapýlmak icabeder. Çünkü namaz fiillerinden olan kýraat sebebiyle vacip olmuþtur. Ve namazýn bir cüzü sayýlýr. Onun için hemen edasý vaciptir. Nitekim Bedayi´de beyan olunmuþtur. Bundan dolayýdýr ki, muhtar olan kavle göre bir kimse üzerinde secde-i sehiv olduðunu, yeri geçtikten sonra hatýrlarsa kendisine secde-i sehiv vacip olur. Nitekim bunu secde-i sehiv bâbýnda arzetmiþtik. Þu halde bu secdeyi tehir etmek, namaz secdesini yerinden geciktirmek gibi olur. Namaz secdesi kaza olunur. Bunun bir.misli de "kýraat ilk iki rekatlarda vaciptir" diyenlere göre -ki mutemet kavil budur- kýraatý son iki rekata tehir etmektir. "Ýlk rekatlarda vacip deðildir" diyenlere göre ise, son rekatlarda okunmasý da edadýr. Bunu namazýn vacipleri babýnda tahkik etmiþtik.
«Velev ki selâm verdikten sonra olsun.» Yani mescit içinde bulunduðu müddetçe velev unutarak selâm vermiþ olsun. Unutarak selâm verdikten sonra secde etmeyeceði de rivayet olunmuþtur. Tatarhaniye. «Sonra bu nisbet doðru olan nisbettir.» Yani musannýfýn namaza ait olan mânâsýna gelen «saleyyeh» diye yaptýðý nisbet doðru olan nisbettir.
«Bir kimse secde ayetini bir imamdan iþitir de onun için secde etmeden kendisine uyarsa imamla birlikte secde eder.» Ýmama uymaya nazaran iþitmek þart deðildir. Þart olan uymaktýr. Velev ki iþitmesin ve orada bulunmasýn. Nitekim þârih bunu anlatmýþtý. Lâkin ondan aþaðýdaki tafsilâta imkân bulmak için bunu iþitmekle kayýtlamýþtýr. «Velev ki okuyan kimse o iþiten þahsýn kendisine uymasý sebebiyle imam olsun.» Meselâ yalnýz kýlarken ayeti okumuþtur, sonra imama uymuþtur. «Böylesi imamla birlikte secde eder.» Ýmamla birlikte diye kayýtlamasý imam secde etmezse ona uyan da secde etmeyeceði içindir. Velev ki ayeti iþitmiþ olsun. Çünkü namazda yalnýz baþýna secde ederse imamýna muhalefet etmiþ olur. Namazdan sonra secde ederse caiz deðildir. Zira namaza ait secdedir; namaz dýþýnda kaza edilemez. Bahýr.
«Kenz sahibi asla tâbi olarak böyle mutlak ifade etmiþtir.» Yani «imam secde ettikten sonra uyarsa asla secde etmez» demiþtir. Bu söz, ayeti okuduðu rekatta yahut ondan sonrakinde uymuþ olmasýna þâmildir. Nehir sahibi diyor ki: «Birincisi bütün rivayetlerin ittifakiyledir. Ýkinciye gelince; aslýn mutlak sözüne bakýlýrsa o da öyledir. Çünkü o secde imama uymakla namaza ait olmuþtur. Binaenaleyh namaz dýþýnda kaza edilemez. Pezdevî, hükmü birinciye tahsisi tercih etmiþ; ýtlaký da ona hamleylemiþtir. Hidâye´nin Zâhirinden anlaþýlan da budur. Orada «çünkü o kimse rekata yetiþmekle secdeye yetiþmiþ olur» denilmiþtir. «Keza Pezdevî ve diðerlerinin tercihlerine göre o imama baþka bir rekatta uysa hüküm yine budur» Yani secde eder. Lâkin namazdan çýktýktan sonra eder. Bu cümle «Kenz sahibî böyle mutlak ifade etmiþtir» cümlesinin mukabilidir. Nihâye sahibi buna cezmen kail olmuþtur. Fetih sahibi ile Münye þârihi ve keza Mevâhib sahibi de bunu kat´î olarak kabul etmiþlerdir.
Mevâhib´te «bu kavil en zahir olan kavildir» denilmiþ, Nuru´l-Ýzah sahibi de ona tâbi olmuþtur. Biliyorsun ki Kenz ve Asýl sahiplerinin mutlak ifadeleri de buna hamledilmiþtir. Kenz sahibi mutlak ifadenin buna hamledileceðini Kâfi namýndaki eserinde açýklamýþtýr. Atalar sözü: «Ev sahibi evinde olaný herkesten daha iyi bilir.»
«Ayeti namazda okursa secdeyi de namazda yapar.» Maksat imama uymadan namaz kýlan kimsedir. Çünkü bundan önce «imama uyan kimse secde ayetini okursa asla secde etmez» demiþti. «Sebebi yukarda geçti.» Yani namazýn bir cüzü olduðu için derhal yapýlmasý vacip olur.
«Secde etmezse günahkâr olur» cümlesi, bu secdeyi kaza etmeyeceðini gösterir. Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Namazda vacip olup da eda edilmeyen her secde sâkýttýr. Yani yeri geçtiði için o secde artýk meþru deðildir.»
Ben derim ki: Bu derhal rükûa gitmediðine göredir. Aksi taktirde niyet etmese bile secdede dahildir. Nitekim gelecektir. Bir de bu selâm verinceye kadar secdeyi kasten terketmekle kayýtlýdýr. Ama yanýlýrda selâmdan sonra olsun hatýrlarsa namaza aykýrý bir fiilde bulunmadýkça hem bu secdeyi hem de sehiv secdesi yapar. Nitekim evvelce arzetmiþtik.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:29:00
METÝN
Meðer ki namaz, hayzýndan baþka bir sebeple bozulmuþ olsun. Bu taktirde secdeyi namaz dýþýnda yapar. Çünkü namaz bozulunca sadece tilâvetten baþka bir þey kalmaz. Ve bu secde namaza ait olmaz. Namaz hayýzla bozulursa secde sâkýt olur. Bunu Hülâsa sahibi söylemiþtir. þayet namaz secde-i tilâveti yaptýktan sonra bozulursa o secdeyi tekrarlamaz. Bunu Kýnye sahibi bildirmiþtir. Haniye´nin ibaresi buna muhaliftir. Bir kimse secde ayetini nâfile namazda okur da namazýný bozarsa.yalnýz namazý kaza eder; secdeyi kaza etmez. Meðer ki secdeyi yaptýktan sonrabozduðuna hamledile. Secde-i tilavet namaz içinde namazýn rükû ve secdesinden baþka bir rükû veya secde ile eda edilir. Rivayetin zahirine göre namaz dýþýnda dahi rükû, bu secdenin yerini tutar. Bezzaziye. Esah kavle göre secde-i tilâvete niyet etmek þartiyle namazýn rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapýlýrsa bu secde namazýn rükûu ile de eda olunur. Zâhire göre üç ayet okuduktan sonra rükûu giderse hüküm yine böyledir. Nitekim Bahýr´ da beyan olunmuþtur.
ÝZAH
Meðer ki namaz, hayzýndan baþka bir sebeple bu secdeyi yapmadan bozulmuþ olsun, Kasten bozmak da bozulmak gibidir. Bu taktirde secde-i tilaveti namaz dýþýnda yapar.
«Namaz secde-i tilaveti yaptýktan sonra bozulursa o secdeyi tekrar yapmaz» zira bozan þey bütün namaz cüzlerini deðil, sadece yetiþtiði cüzleri bozar ve o namazýn üzerine bina etmek imkâný kalmaz. Bunu Kýnye´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. «Hâniye´nin ibaresi buna muhaliftir.» Yani metindeki ifadeye muhaliftir. Buradaki bahis ve cevap Nehir sahibine aittir.
«Meðer ki secdeyi yaptýktan sonra bozduðuna hamledile.» Burada Hâniye´nin ibaresi açýktýr. Ýbare þudur: «Nâfile namaz kýlan bir kimse secde ayetini okur da secde eder ve sonra namazý bozulursa namazýný kaza etmesi vacip olur. O secdeyi tekrarlamasý lâzým deðildir.» Bu ibarenin bir misli de Feyz ile Bezzaziye´dedir.
«Secde-i tilâvet, namaz bahsinde, namazýn rükû ve secdesinden baþka bir rükû veya secde ile eda edilir.» Hýlye sahibi diyor ki: «Bu secdenin edasý esasen sücudla olur. Bu efdaldir. Ama ayeti okuduðu gibi hemen rükû ederse rükûla da caiz olur. Aksi taktirde caiz olmaz.» Yaný derhal yapmazsa rükûla eda edilmiþ olmaz. Velev ki namazýn hürmeti içinde olsun. Bedayi. Bu taktirde hassaten onun için secde yapmak icabeder. Nitekim metinde naziri gelecektir.
Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Sonra hassaten tilâvet için hemen secde veya rükû yaparsa tekrar ayaða kalkar. Müstehap olan arkasýndan hemen rükûa gitmeyip iki üç ayet okumak, sonra rükûa gitmektir.» Þayet secde surenin sonunda ise baþka sureden okur; sonra rükûa gider. Meselenin tamamý Ýmdâd ve Bahýr´dadýr.
«Namaz dýþýnda dahi rükû bu secdenin yerini tutar.» Bu kavil zaiftir. Çünkü Bedayi´den naklen evvelce bu ne kýyasen caizdir; ne de istihsanen» demiþtik. Þârih. Bezzâziye´ye nisbet ettiði bu sözde Nehir sahibine tâbi olmuþtur. Burada nakilde hata vardýr. Çünkü benim Bezzaziye´nin iki nüshasýnda gördüðüm þöyledir: «Zâhir olmayan rivayete göre namaz dýþýnda da rükûun secde-i tilâvet yerini tutacaðý bildirilmiþtir Þu halde Bezzaziye´nin ibaresinden «olmayan» kelimesi düþmüþtür (yani zâhir olmayan denileceði yerde zâhir olan rivayete göre denilmiþtir). Bahýr´da Kâdýhan´ýn. «bu rükû secde-i tilâvetin yerini tutar" kavlini tercih ettiði bildirilmiþ ise de buna þöyle cevap verilir Hâniye´nin ibaresi þudur «Bunun caiz olduðu rivayet edilmiþtir.» þüphesiz ki bu söz onun tercih ettiðini deðil, bu kavli zaif bulduðunu göstermektedir. Buna dîkkat et.
«Namazýn rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapýlýrsa bu secde namazýn rükûu ile de eda olunur.» Ama acele rükû etmezse namaz içinde iken mutlaka ona mahsus olmak üzere bir secdeyapmasý lâzým gelir. Bedayi sahibi bunun illetini þöyle beyan etmiþtir: «Secde-i tilâvet borç olmuþtur. Borç aleyhine deðil, lehine olan þeyle ödenir. Rükû, sücud o kimsenin aleyhinedir. Binaenaleyh onlarla borç ödenmez.»
«Zâhire göre üç ayet okuduktan sonra rükûa giderse hüküm yine böyledir.» Bahýr´da Bedayi´den naklen böyle denilmiþtir. îbareden anlaþýlan, bunun zâhir rivayet deðil Bedayi sahibinin zâhir görmesidir. Ýmdâd nâm kitapda «Ýhtiyat olan Þeyhu´l - Ýslâm Hâherzâde´nin sözüdür. Ona göre fevr (yaný mühletsiz acele) üç ayetle inkýtaa uðrar. Þemsü´l - Eimme Hulvani üç ayetten fazla okumadýkça fevrin kesilmeyeceðini söylemiþtir. Kemâl bin Hümân, "Hulvanî´nin sözü rivayetin kendisidir demiþtir" þeklinde izahat vardýr.»
Ben derim ki: Münye þerhinde bu kavlin rivayet yönünden en sahih olduðu açýklanmýþtýr. Zira Ýmam Muhammed nassan bildirmiþtir ki: Secde-i tilavet yapýldýktan sonra inþikak ve benî Ýsrail surelerinde olduðu gibi surenîn sonunda bir kaç ayet kalýrsa o kimse muhayyerdir. Ýsterse sureyý bitirip secde-ý tilâvet için rükûa gider. Dilerse evvelâ secde-i tilâveti yapar; sonra kalkarak sureyi tamamlar ve rükûa gider. Bu ifadenin bir misli de Fethu´l-Kadîr´dedir. Lâkin Bahýr´da Mücteba´dan þöyle denilmiþtir: «Rükû, niyet ve üç ayetle ayýrmamak þartýyle secde-i tilâvetin yerini tutar. Meðer ki üç ayet surenin sonunda ola.» Bu sözün muktezasý hilâfýn sure ortasý hakkýnda olmasýdýr, ve bu ittifakidir. Hýlye´de Asýl´dan ve baþkalarýndan naklen bu þekilde açýklanmýþtýr. Evet, bundan sonra Hýlye sahibi farkýn vechl anlaþýlamadýðýný söylemiþtir.
Ben derim ki: Þöyle izah edilebilir: Surenin sonunda üç ayet okumak. ayýrmamak deðildir. Zira bu, o sureyi tamamlamamaktýr. Geri kalanýný býrakmak deðildir. Binaenaleyh okumasýnda ziyadeyi talep vardýr. Bu ayýrmaz. Surenin ortasýndan üç ayet okumak böyle deðildir. Çünkü bunda ziyadeyi talep yoktur ve fasýla (ayýrýcý) sayýlýr.
«Râcih kavle göre secde-i tilâvete niyet etmek þartýyla namazýn rükûu bir veya iki ayet okur okumaz hemen yapýlýrsa bu secde namazýn rükûu ile de eda olunur.» Bazýlarý rükû hemen yapýlýrsa niyete hacet olmadýðýný söylemiþlerdir. Kuhistani bu kavlin Ýmam Muhammed´den rivayet olduðunu söylemiþtir. Sonra niyetin yeri rükûa gidileceði zamandýr. Tilâvet secdesi yerine geçmesini, rükûda niyet ederse bazýlarý caiz, bazýlarý caiz olmadýðýný söylemiþlerdir. Rükûdan doðrulduktan sonra niyet ederse bilittifak caiz olmaz. Bedayi.
METÝN
Keza derhal yaparsa niyet etmese bile namazýn secdesi ile dahi bilittifak eda edilir. Ýmam secde-i tilâvete rükûunda niyet ederde cemaat niyet etmezse imamýn niyeti ona kâfi deðildir. Ýmam selâm verdikten sonra secde eder. Ve ka´deyi tekrarlar. Ka´deyi terkederse namazý bozulur. Kýnye´de böyle denilmiþtir. Ama bunu âþikâre okunan namaza hamletmek gerekir. Evet, namaz için anýnda hemen rükû ve secde yaparsa niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar. Ýmam tilavet için secde eder de cemaat rükûa gitti zannýna varýrsa rükûa varan onu terkedip tilâvet için secde eder hemrükû ve hem de secde yapan için secde-i tilâvet namýna bu yaptýðý kâfidir. Rükû ve iki secde yapanýn namazý bozulur. Çünkü tam bir rekatý yalnýz baþýna kýlmýþtýr. Zira secdelerin biri tilâvet içindir. Diðerleriyle de rekat tamam olur. T.
ÝZAH
Þârih derhal yapmak þartýyla niyet etmese bile secde-i tilavetin namaz secdesiyle dahi bilittifak eda edileceðini söylüyor. Bedayi´de de böyle denilmiþse de Fethu´l-Kadîr sahibi bunu reddederek hilâfýn burada da sabit olduðunu söylemiþtir.
«Ýmam secde-i tilâvete rükûunda» yani ayeti okur okumaz. niyet ederse -bunu Halebi Bahýr´dan nakletmiþtir- cemaat olan niyet etmediði taktirde imamýn niyeti olan kâfi gelmez. Secdesinde cemaat niyet etse bile artýk imamla beraber sayýlmaz. Çünkü imam rükûunda secde-i tilâvete niyet edince rükû onun için taayyün etmiþtir. Bunu Halebi söylemiþtir.
Kuhistani´de ise þöyle denilmektedir: «Ulema, imamýn niyetinin kâfi gelip gelmeyeceði hususunda ihtilaf etmiþlerdir. Nitekim Kâfi´de beyan edilmiþtir. Ýmama uyan kimse secde-i tilâvete niyet etmezse bir kavle göre secde-i tilavet yerine geçmez. Ýmam selâm verdikten sonra secde-i tilâveti yapar ve son oturuþu tekrarlar. Nitekim Münye´de böyle denilmiþtir.»
«Ka´deyi terk ederse namazý bozulur.» Çünkü secde-i tilâvet, namaz secdesi gibi ka´denin hükmünü kaldýrýr. Secde-i sehiv böyle deðildir. Nitekim secde-i sehiv bâbýnda geçmiþti.
«Bunu âþikâre okunan namaza hamletmek gerekir.» Bu tetkik Nehir sahibine aittir. Vechi þu olsa gerektir: Tatarhaniye´de zikredildiðine göre imam secde ayetini gizli okunan namazda okursa evlâ olan cemaatý þaþýrmamak için rükû yapmamasýdýr. Âþikâre okunan namazda okursa secde etmesi evlâdýr. Bu gösteriyor ki, cemaat imamýn gizli olarak ne okuduðunu bilmediði için imamýn niyeti kâfidir. Secde-i tilâvet namýna rükû kâfi gelmese cemaatýn þaþýrmasý daha çok olur. Ve bu secde için rükûyu tercih etmenin bir faydasý kalmaz. Binaenaleyh burada Kýnye´nin sözü âþikâre okunan namaza hamledilir. Tâ ki cemaat olan tilâveti yapsýn. Þâyet imamý anýnda rükûa giderse ihtiyaten bu secdeye rükûda niyet etmesi lâzým gelir. Çünkü imamýn da rükûda niyet etmiþ olmasý ihtimali vardýr. Rükûda niyet etmezse imamý selâm verdikten sonra secde eder. Gizli okunan namazda ise imama uyan mazurdur. Ýmamýnýn niyeti ona kâfidir. Zira imamýnýn secde ayetini okuduðunu bilmez ki; kendisine imam selâm verdikten sonra secde emredilsin.
Halebi buna þöyle cevap vermiþtir: Ýmam selâm verdikten sonra cemaat olan konuþmadan ve mescidden çýkmadan secde ayetini okuduðunu ve rükûda bu secdeye niyet ettiðini kendisine haber vermesi mümkündür.; En iyisi, "imamýn niyeti cemaatýn niyeti yerini tutar" diyen kavle hamletmektir, Kuhistani´nin yukarýda gecen sözünden anlaþýlan, esahýn hilâfý olmasýdýr. Çünkü «bir reye göre» demiþtir.
«Evet, namaz için anýnda hemen rükû ve secde yaparsa niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar.» Yani cemaat olan kimsenin secdesi imamýna tâbi olarak niyet etmeksizin secde-i tilâvet yerini tutar. Zira az yukarýda gördün ki, bu secde anýnda yapýlan namaz secdesiyle -niyet etmese bile- eda edilmiþ olur. Zâhire göre bu istidraktan maksat, imamýn secde-i tilâvete rükûda niyetetmesi tâzým geldiðini tenbihtir. Çünkü rükûda niyet etmez de secdede niyet eder; yahut hiç niyet etmezse cemaat olana birþey lâzým gelmez. Zira burada asýl olan secdedir. Rükû böyle deðildir. Ýmam secde-i tilâvete rükûda niyet eder de cemaat etmezse caiz olmaz. «Ýmam tilâvet için secde eder ve cemaat rükûa gitti zannýna varýrsa ilh...» ifadesi ekseri nüshalarda, «Ýmam tilâvet için rükû eder de...» þeklindedir. Doðrusu ve Bahýr´ýn ifadesine uygu olaný buradakidir. Bunu Halebî söylemiþtir.
METÝN
Namaz kýlan kimse secde ayetini baþkasýndan iþitirse namazda secde etmez. Çünkü bu secde namaza ait deðildir.. Belki onun için namazdan sonra secde eder. Zira onu mahcur olmayan birinden iþitmiþtir. Namazda iken secde caiz olmaz. Çünkü nakýstýr, sebebi nehiydir. Binaenaleyh bu nakýsla kâmil eda edilemez. Ve secdeyi tekrarlar. Sebebi yukarýda geçti. Ancak ayeti imama uyandan baþka biri namazýnda okursa tekrarlamaz, Velev ki ayeti iþittikten sonra olsun. Sirâc. Namazý tekrarlamaz. Çünkü bir rekattan az olan ziyade namazý bozmaz. Meðer ki namaz kýlan ayeti okuyana tâbi olsun. Bu taktirde imamýndan baþkasýna tâbi olduðu için namazý bozulur. Ýþittiði secde ayeti için bu tâbi olma kâfi deðildir. Bunu Tecnis ve diðer kitaplar kaydetmiþtir. Bir kimse secde ayetini namaz dýþýnda okur da secde ederse sonra namazda onu tekrar okuduðu taktirde bir secde daha yapar. Evvelâ secde etmezse bir secde kâfidir. Zira namaza ait olan secde baþkalarýndan daha kuvvetlidir. Ve onlarý kendine tâbi kýlar. Velev ki meclis muhtelif olsun.
ÝZAH
Namaz kýlan kimse imam olsun cemaat olsun yahut yalnýz kýlsýn secde ayetini baþkasýndan yani ayný namazda müþterek olmayan birinden iþitirse namazda secde etmez. Ýþittiði kimsenin baþka bir imam veya o imama cemaat olmasý; yahut yalnýz kýlmasý veya hiç kýlmamasý hükümde müsavidir. Bu izahatýn bir misli de Kuhistâni´dedir. Bu açýk olarak gösteriyor ki secde-i tilâvet namazda olan kimseye kendi imamýndan baþkasýna uyandan iþitmekle de vacip olur. Kendi imamýna uyandan iþitmek böyle deðildir.
Lâkin Ýmdâd´da «Secde ayetini ayný namazý kýldýran imamdan veya baþka bir imama uyandan iþiten kimseye secde vacip deðildir» denilmiþtir. Evet, Nihâye ile Münye þerhinde «Secde ayetini baþka bir imamla kýlandan iþitirse bilittifak secde vacip olur» ibaresi vardýr. Bu kavil birinciye muvafýktýr. Bedayi´de hülâsa olarak þöyle denilmektedir: «Secde ayetini imama uyan kimse okursa namaz içinde secde etmesi bilittifak vacip deðildir. Keza ayeti imamla cemaat ondan iþitirlerse hüküm yine budur. Namazdan çýktýktan sonra ise Þeyhayna göre hüküm yine aynýdýr. Ýmam Muhammed´e göre secde etmeleri lâzýmdýr. Çünkü sebep tahakkuk etmiþtir. Bu sebep, imama uyan hakkýnda sahîh okuyuþ, imamla cemaat hakkýnda ise iþitmektir. Onun içindir ki, bu ayeti o namazda olmayan biri iþitirse secde etmesi lâzým gelir. Þu kadar var ki namaz içinde eda etmeleri mümkün deðildir. Binaenaleyh namaz dýþýnda vacip olur. Nasýl ki hariçten birinden iþitseler vacip olurdu.
Þeyhaynýn delili þudur: Bu secde namaz fiillerindendir. Çünkü imama uyanýn okumasý namazýndansayýlýr. Velev ki onun yerine imamýn okumasý kâfi gelsin. Þu halde namazdan sonra eda edilemez. Ulemamýzdan bazýlarý «Bu kýraat yasak edilmiþtir. Binaenaleyh hükmü yoktur; yahut o kimse namazda kýraattan mahcurdur» þeklinde ta´lilde bulunmuþtur. Birinci ta´lili yapanlara göre baþka bir imama uyan kimseden iþitene secde vaciptir. Zira onun hakkýnda bu secde namaz fiillerinden deðildir. Son iki ta´lili yapanlara göre ise secde vacip deðildir, Görülüyor ki tarikler muhtelif olduðundan ulema bu hususta ihtilaf etmiþlerdir. Zâhire bakýlýrsa ikinci kavil zaiftir. Onun için Nihâye sahibi ona itimat etmemiþ; hattâ bildiðin gibi bu hususta icma nakletmiþtir. Ýhtimal Ýmdâd´ýn ibaresi buna istinat etmektedir.
«Çünkü bu secde namaza ait deðildir.» Burada «iþiden hakkýnda sebep iþitmektir; okumak deðildir. O kimse namazda iken ayeti iþitmiþtir. Binaenaleyh sebep ecnebi olmadýðý için ayette ecnebi deðildir» þeklinde bir sual varit olursa þöyle cevap veririz: «Ýþitmek namaz fiillerinden deðildir. Binaenaleyh ecnebi bir fiildir okumak öyle deðildir.» Münye þerhi.
«Sebebi nehiydir» sözü «çünkü nakýstýr» ifadesinin illetidir. Bu þöyle izah olunur: O kimsenin içinde bulunduðu rüknü tamamlamakla memur olup baþka rükne geçmesi, namaz haricinden gelen bir sebeple vacip olan þeyin edasiyle meþgul olmanýn yasaklanmasýný iktiza eder. Þu halde yasaklama zýmnen sabittir. Nitekim Gurerü´l - Efkâr´da beyan edilmiþtir. .
«Sebebi yukarýda geçti.» Bununla «çünkü nakýstýr» sözünü kastediyor. «Velev ki ayeti iþittikten sonra olsun.» Yani namaz kýlan kimse secde ayetini okur do secdesini yaparsa baþkasýndan iþitmeden yaptýðý taktirde secdeyi tekrarlamasý lâzým gelmez. Zâhir rivayet budur iki rivayetten birine göre ayeti iþittikten sonra yaparsa yine secdeyi tekrarlamaz. Sirac sahibi buna kesinlikle kail olmuþtur. Bahýr.
«Namazý tekrarlamaz.» Zahir rivayet budur. Sahih olan da budur. Nevadir´in rivayetinde ise bununla. namaz bozulur, Fakat bu kavil doðru deðildir. Bazýlarý «bu kavil imam Muhammed´indir. Þeyhayna göre namazý tekrar kýlmaz» demiþlerdir. Ýmdâd. Zâhire göre kerahet-i tahrimiye ile mekruh olduðundan namazýn tekrarý vaciptir. Nitekim mezkûr nehyin muktezasý da budur.
«Bu taktirde imamýndan baþkasýna tabi olduðu için namazý bozulur.» Çünkü namaz kýlan kimsenin -imamý olsun olmasýn- imamýndan baþka birine tâbi olmasý namazýný bozar. Tâbi olma buradadýr. Velev ki hakikatta imama uyma sayýlmasýn. Onun için namazda kadýnýn tâbi olmasý ve ayeti iþiten kimsenin okuyanýn önüne geçmesi sahihtir. Lâkin mutebaat her þeyde yerine göredir. Yerinde muteber sayýlan mutebaat tahakkuk edince hakiki imama uyma þüphesi hasýl olur. Ve namazý bozar. Zira namaz kýlan kimsenin imamdan baþkasýna tâbi olmasý namazýný bozar. Bundan dolayýdýr ki. Bahýr sahibi bu meseleyi Tecnis, Müctebâ ve Valvalciye´ye nisbet ettikten sonra «evvelce söylemiþtik ki, imamýndan baþkasýna tâbi olmak niyetiyle ziyade edilen bir secde, namazýný bozar» demiþtir. «Evvelâ secde etmezse bir secde kâfidir.» Zâhir rivayet budur. Nevâdir´in rivayetine göre bir secde kâfi deðildir. Bu hilâfýn menþei namazla meclisin deðiþip deðiþmemesidir. Nehir.
«Velev ki meclis muhtelif olsun.» Bedayi´den naklen Nehir´de böyle denilmiþtir. Bu ibarenin birmisli de Dürer´dedir. Bahýr sahibi meclisin bir olmasýný þart koþmuþtur. Remlî haþiyesinde «bunun bir misli de Gayetü´i -Beyan. Nihâye ve Zeyleî´dedir. Zâhire bakýlýrsa burada ihtilâf vardýr. Ve Bahýr´ýn kavlini tercih gerekir» diyor.
Ben derim ki: Þuurunbulaliye´de hilâf olmadýðýný bildiren sözler vardýr. Orada þarihin «Velev ki meclis muhtelif olsun» sözü, "bilfarz Nevâdir´in rivayeti teslim edilmiþ olsa" mânâsýna alýnmýþtýr. Nevâdir´in rivayeti þöyle izah olunur: Meclis namaz kýlmakla hükmen deðiþir. Zira ayetin okunduðu yer, namazýn kýlýndýðý yer deðildir. Binaenaleyh biri diðerini kendine tâbi kýlamaz. Zâhire göre ise meclis hem hakikaten hem hükmen birdir. Namaza ait olmayan bir fiil ile hükmen olsun bir sayýlmasa ondan önceki namaz fiili kâfi gelmez. Nitekim Gayetü´l-Beyan ve Zeyleî´de açýklanmýþtýr.
METÎN
Namazda secde etmezse esah kavle göre ikisi de sâkýt olur. Ve evvelce geçtiði vecihle o kimse günahkâr olur. Ayeti iki mecliste tekrarlarsa secde de tekrarlanýr. Bir mecliste tekrarlarsa secde tekerrür etmez; bir secde kâfi gelir. Secdeyi ilk okuyuþtan sonra yapmak evladýr. Kýnye.
Bahýr´da ise; «Tehir etmek daha ihtiyattýr» denilmiþtir. Esas þudur: Secdenin temeli. güçlüðü gidermek, ayetle meclis bir olmak þartiyle tedahüle (iç içe girmeðe) dayanýr.
ÝZAH
Namaz içinde secde etmezse esah kavle göre her iki secde sâkýt olur. Çünkü namaz dýþýndaki secde de namaz secdesi hükmüne geçmiþ ve ona tâbi olarak sükut etmiþ olur. H. Esah kavle göre diyoruz; çünkü nevâdir´in rivayetine göre namaz dýþýndaki secde sâkýt olmaz. Bu rivayete göre namaz secdesi onu kendine tâbi kýlamaz. Bunu Þurunbulaliye´den Halebî söylemiþtir.
«Evvelce geçtiði vecihle» ifadesinden murad; bunu iki yerde söylediðine tenbihtir.
Birincisi; «secdeyi geciktirmekle günahkâr olur.»
Ýkincisi; «günahkâr olur ve tevbe etmesi lâzým gelir» cümleleridir evvelce geçmiþlerdi. H.
T E T Ý M M E : Þarih metindeki meselenin aksini söylememiþtir. Yani secde ayetini namazda okur da secde eder ve selâm verdikten sonra secde ayetini tekrarlarsa ne hüküm verileceðini bildirmemiþtir. Bazýlarý burada ikinci bir secdenin vacip olduðunu söylemiþlerdir. Zeyleî «Bu, Nevâdir´in rivayetini teyit eder» diyor. Bir takýmlarý ikinci bir secdenin vacip olmadýðýný bildirmiþlerdir. Fakih Ebûl - Leys iki kavlin arasýný bulmak için, birinciyi konuþma haline hamletmiþtir. Zira konuþmak meclisin hükmünü bozar. Ýkinciyi de konuþmadýðý hale yormuþtur ki, sahih olan da budur. Binaenaleyh te´yit yoktur. Nehir. Secde ayetini okur da selâm verinceye kadar secde etmez; sonra tekrar okursa bir secde yapar. Birinci secde kendisinden sâkýt olur. Bu, Hâniye´den naklen Münye þerhinde beyan olunmuþtur.
«Ayeti iki mecliste tekrarlarsa secde de tekrarlanýr.» Esasen vücub ancak üç þeyden biri ile tekrar eder. Bu üç þey: baþka baþka ayetleri okumak, baþka baþka zamanlarda iþitmek ve bir ayeti baþka baþka meclislerde okumaktýr. Bunlarýn ilk ikisinden murad; okunan ayetlerle iþitme zamanlarýnýn baþka baþka olmalarýdýr. Hattâ bir kimse bütün secde ayetlerini bir veya birkaç mecliste okusaveya iþitse hepsi için ayrý secde vacip olur. Sonuncuya yani bir ayeti baþka baþka meclislerde okumaya gelince; bu iki kýsýmdýr. Biri hakikidir. Diðeri de hükmîdir.
Hakikî olan, bir yerden baþka yere iki adýmdan fazla intikal etmekle olur. Nitekim birçok kitaplarda böyle denilmiþtir. Yahut üç adýmdan fazla intikal ile olur. Muhit´de böyle denilmiþtir. Þu þartla ki, mescid. ev, gemi -velev ki hareket halinde olsun- ve namazda hayvan üzerinde okuyana nisbetle o ova gibi iki yer bir yer hükmünde olmamalýdýr.
Hükmî olan; bu da, örf ve adette evvelkini bozacak sayýlan bir amelde bulunmaktýr. Meselâ secde ayetini okur da sonra bir hayli yemek yer veya yaslanarak uyur; yahut kadýn çocuðunu emzirir; veya alýþveriþ, nikâh gibi bir muameleye giriþirse hükmen meclis deðiþmiþ sayýlýr. Fakat bir yerde uzun zaman oturmasý, Kur´ân okumasý, tesbih ve tehlilde bulunmasý, bir lokma ekmek veya bir yudum su içmesi, oturarak uyumasý, ihtilâflý olmakla beraber otururken kalkmasý, dururken iki üç adým yürümesi yahut ayakta iken oturmasý veya yerde iken o yerde bulunan hayvana binmesi böyle deðildir. Bunlarla meclis deðiþmiþ sayýlmaz. Bu satýrlar kýsaltýlarak Hýlye´den alýnmýþtýr.
«Ayeti bir mecliste tekrarlarsa secde tekerrür etmez; bir secde kâfidir.» Tekrarý mendup da deðildir. Peygamber efendimize salâvat getirmek bunun gibi deðildir. Nitekim gelecektir. Bahýr´da «Secdeyi tehir etmek daha ihtiyattýr» denilmiþtir. Zira ulemadan bazýlarý «secdede tedahül, sebebte deðil, hükümdedir. Hattâ ilk secde ayetinden dolayý secde eder de ayeti tekrar okursa tekrar secde etmesi lâzým gelir. Bu içki ve zina haddi gibidir demiþlerdir. Bunu Müctebâ sahibi nakletmiþtir. Bahýr.
Remli buna þöyle cevap vermiþtir: «Ýbadete acele etmek evlâdýr, Bazýlarýnýn kavli buna mani olamaz. Çünkü zaiftir.» Þeyh Ýsmail´in þerhinde de bunun misli sözler vardýr. O, «Bahusus oradakilerin bazýlarýnýn gitme ihtimali varsa acele etmek evlâdýr. Nitekim derslerde bu olur» demiþtir. Secdenin temelinin tedahüle istinat etmesi istihsanendir. Kýyasa göre tekerrür etmeli idi çünkü vücubuna sebep, ayeti okumaktýr. Þurunbulaliye.
Tedahül, güçlüðü gidermek içindir. Çünkü bir secde ayetini her okudukça secde vacip olursa bundan bilhassa öðretenlerle öðrenenler için güçlük doðar. Güçlük ise nasla kaldýrýlmýþtýr. Bahýr.
Tedahül için ayet ve meclisin bir olmasý þarttýr. Yani bir mecliste ayný ayet tekrar edilmiþ olmalýdýr. Bir mecliste iki ayrý secde ayeti yahut iki mecliste bir secde ayeti okursa tedahül yoktur (her iki surette ikiþer secde vacip olur. Burada þârih þuna iþaret ediyor. Ayet ve meclis bir olursa vücup tekrar etmez. Hem tilâvet hem de iþitmek -velev ki bir cemaatten olsun-bir araya gelirse Bedayi´nin beyanýna göre secde tekerrür etmez. Velev ki iki sebep vücup yani tilâvetle iþitme bir arada bulunsun. Meselâ evvelâ okur; sonra iþitirse yahut evvelâ Ýþitir; sonra okursa; yahut sebep vücubun biri tekrar ederse secde tekrarlanmaz. Bezzâziye´de þöyle denilmiþtir:
«Bir kimse secde ayetini ayrý ayrý iki kiþiden iþitir; kendisi de okursa esah kavle göre bir secdekâfidir. Çünkü ayet ve meclis birdir.» Haniye´de dahi bunun benzeri izahat vardýr. Þu hale göre secde ayetini bir cemaat okur da birbirlerinden iþitirlerse bir secde yapmalarý kâfidir.
METÝN
Bu, sebebte tedahüldür. Ayetler bir ayet okumuþ gibi tutulur, ve biri sebep olur. Diðerleri ona tâbi sayýlýr. Bu ibadete daha lâyýktýr. Çünkü sebebi mevcut iken ibadetin terkedilmesi çirkindir, Hükümde tedahül deðildir. Bu her tilâveti bir secde için sebep yapmakla olur. Ve secdeler birbirinin içine girerek bir tanesiyle iktifa olunur. Çünkü bu ceza için daha layýktýr. Zira ceza, menetmek içindir. O kimse bir tanesiyle vazgeçer: maksat da hasýl olur.
Kerim olan ALLAH, cezanýn sebebi meydanda iken de afveder. Musannýf iki tedahül arasýndaki bu farký, þu sözü ile ifade etmiþtir. «Binaenaleyh sebebin tedahülünde bir tanesi hem kendinden öncekilerin hem de kendinden sonrakilerin yerini tutar. Hükmün tedahülünde ise yalnýz kendinden öncekilerin yerini tutar. Hattâ zina eder de kendisine dayak vurulur; sonra o mecliste tekrar zina ederse ikinci defa had vurulur. Gidip - gelerek elbisenin eriþini çözmek bir daldan baþka dala atlamak ve bir nehir veya havuzda yüzmek, meclis veya ayeti deðiþtirmek sayýlýr. Binaenaleyh baþka bir veya birkaç secde vacip olur. Bir mescit ve evin köþeleri ile yürüyen geminin içi bunun gibi deðildir.
ÝZAH
Biz ibadetlerde hükümde tedahüle kail deðiliz. Çünkü bundan ibadeti terketmek lâzým gelir. Bu ise çirkin bir þeydir. Ýbadetin sebebi mevcut olunca çoðaltýlmasý matlubtur. Ýþte bu çirkinliði def için, okunan bütün secde ayetlerini bir sebep saymýþýzdýr. Zira ibadete bu daha lâyýktýr.
Cezalara gelince: Bunlar afv ve safha müstenid þeylerdir. Onlarý sebepleri mevcut olduðu halde terketmekten çirkin iþ lâzým gelmez. Bilakis dünyada onlardan maksut olan vazgeçirme iþi bir ceza ile hasýl olur. Bununla beraber teâlâ hazretlerinin âhirette afvetmesi de caizdir. Velev ki sebep bir kaç tane olsun.
«Sonra o mecliste tekrar zina ederse ikinci defa had vurulur.» Çünkü sebebi mevcuttur. Hem maksadýn hasýl olmadýðý anlaþýlmýþtýr. Maksat ilk haddýn vurulmasýyle zindan vazgeçmesi idi. Kazf haddi bunun hilâfýna dýr. Bir kimse bir defa kazf eder (zina iftirasýnda bulunur de kendisine had vurulursa sonra defalarca kazf etse bir daha had vurulmaz. Çünkü yalaný meydana çýktýðý için birinci haddýn vurulmasýyle ar ortadan kalkar. Bahýr.
«Gidip gelerek elbisenin eriþini çözmek.» (ki buna bez çözmek derler) Bez çözmek gidip gelmek suretiyle deðil de oturduðu yerden daire þeklinde döndürmek suretiyle yapýlýrsa tekerrür etmez. Bunu Bahýr sahibi inceleyerek Fetih´ten nakletmiþtir. Ama söz götürür. Az aþaðýda gelecektir. Daldan dala atlamak da sahih kavle göre meclisi deðiþtirir. Dallarýn birbirine uzak veya yakýn olmasý hükmü deðiþtirmez. Vâkýat-ý Hüsâmiye´de «yere inmeden daldan dala geçmesi mümkün ise bir secde kâfidir. Çünkü meclis birdir. Aksi taktirde meclis deðiþeceðinden bir secde kâfi gelmez» denilmiþtir. Tahtavî´nin Celebî´ye ait Zeyleî haþiyesinden nakline göre Þemsü´l - Eimme ve diðer imamlarýn verdikleri fetva budur. Ýmam Muhammed´in «Havzýn uzunluðu geniþliðî mescidin uzunluðu ve geniþliði kadar olursa vücup tekerrür etmez» dediði rivayet edilmiþse de sahih kavlegöre tekerrür eder. Hâniye.
«Meclis veya ayeti deðiþtirmek sayýlýr.» Yani okuyan hakkýnda meclis, iþiten hakkýnda ayet deðiþmiþ sayýlýr. Þârihin Mültekâ þerhinde böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Zâhire göre ayet yerine tilâvet denilmelidir. Çünkü iþiten hakkýnda sebep tilâvettir. Nasýl ki yukarýda geçmiþti. Bir de bu tabir musannýfýn aþaðýda gelecek olan «aksi mekruh deðildir» sözüne aykýrýdýr. Çünkü musannýfýn sözü iþitmenin secdeye sebep olmasýna göredir. Binaenaleyh ayet yerine iþitmek tâbirini kullanmasý münasip olurdu. Ama buna þöyle cevap verilebilir: Bu söz dahi iþitmenin sebep olmasýna göredir. Ýþitmek iþitilen þeye göre deðiþtiði için þarih «yahut iþitmenin deðiþmesi» diyeceði yerde «veya ayeti deðiþtirmek» demiþtir.
«Baþka bir veya birkaç secde vacip olur.» Yani okunan ayetlerin sayýsýnca secde lâzým gelir. En muteber kavle göre mescit büyük bile olsa köþeleri biryer hükmündedir. Ev de öyledir. Hâniye ile Hülâsa´da «Meðer ki hane, sultanýn sarayý gibi büyük ola!» denilmiþtir. Hýlye.
Bu sözün zâhirinden anlaþýlýyor ki, ondan daha küçük olan haneye ev hükmü verilir. Velev ki o hanede evler dahi bulunsun. Sonra Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Hâniye ve Hülâsa´da beyan olunduðuna göre bir tarafýnda namaz kýlan kimseye uymak sahih olan her yere biryer hükmü verilir, Orada vücup tekerrür etmez. Böyle olmazsa biryer hükmünde deðildir. Bu izaha göre aðaç üstü veya iplik çözümü yahut harmanda veya deðirmen taþýnýn etrafýnda dönmek gibi biryer hükmünde olan yerler mescid gibidirler. Oralarda okunan ayetin tekrariyle vücup tekerrür etmemek gerekir.»
Ben derim ki: Bu güzel bir incelemedir. Lâkin ulemanýn mutlak olan sözlerinin zahiri bunun hilâfýnadýr. Ýhtimal ki bunun vechi þudur: Bir daldan baþka dala geçmek, iplik çözmek ve benzeri þeyler daha çok ecnebi fiillerdir. Bunlarla, konuþmak ve çok yemekte olduðu gibi hükmen meclis deðiþir. Zira yukarýda geçmiþti ki, örf ve adette kendinden öncekini bozmak sayýlan bir amele baþlamakla hükmen meclis deðiþir. Þüphesiz bu fiiller de öyledir. Velev ki mescidde veya evde olsunlar. Hattâ bunlarla meclis hakikatta da deðiþir. Zira mescit hükmen biryerdir. Bir yerden bir yere deðiþmeye þâmil olan bu fiillerle ise meclis hakikaten deðiþir. Yemek yemek bunun hilâfýnadýr. Onda deðiþme, hükmendir. Bunlarýn herbirinde vücup tekerrür eder. Onun için Vâkýât sahibi daldan baþka dala geçmeyi «yere inmeðe muhtaç olursa» diye kayýtlamýþtýr. Nitekim arzetmiþtik. Yani bunu ameli kesir olmak için söylemiþtir.
Hâsýlý: Mescit ve ev gibi biryer hükmü verilen yerde örf ve adette harman döðmek, iplik çözmek gibi kendinden öncekini bozmak sayýlan ecnebi bir fiil ile birlikte olmadýkça üç adýmdan fazla yer deðiþtirmek zarar etmez. Hiçbir amel olmaksýzýn mücerret yürümek bunun hilâfýnadýr. Bilâkis fukahanýn bu babtaki mutlak sözleri çok yemek yemek ve alýþ veriþ yapmak gibi ecnebi olan bu amelin burada zarar verdiðini göstermektedir. Velev ki yürümeden baþka yere deðiþmeden olsun. Zira bunu mescit ve evden baþka bir þeyle kayýtlamamýþlardýr. Bunun muktezasý ise iki tilâvetin arasýný mescidde veya evde bir yerde bile olsa dikicilik ve dokumacýlýk gibi dünyevî bir iþle ayýrýrsavücubun tekrarýdýr. Bundan dolayý Bedayi sahibi meclisin alýþ veriþ ve emsaliyle hükmen deðiþtiðini tahkik ederken «Görmezmisin ki, cemaat ilim öðrenmek için oturuyorlar; bu bir ders meclis» oluyor. Sonra nikâhla meþgul oluyorsa; nikâh meclisi oluyor; sonra satýþla meþgul oluyorsa; satýþ meclisi oluyor. Sonra yemekle meþgul oluyorlar; yemek meclisi oluyor. Binaenaleyh meclisin bu fiillerle deðiþmesi gidip gelmekle deðiþmesi gibi olur» demektedir.
Þu halde Fetih´ten yukarýda naklettiðimiz «iplik çözmeyi oturduðu yerden daire þeklinde bir yerde döndürürse orada vücup tekerrür etmez» ibaresi söz götürür. Meðerki iki tilâvetin arasýný bu söylenenlerden bir amel-i kesir ile ayýrmadýðýna hamledile. Aksi taktirde dönen ,bir þeyi çok döndürmekle çok yemek ve çocuðu emzirmek gibi þeylerin orasýnda ne fark olabilir? Burada þöyle denilebilir: O kimse bez çözmeðe oturduðu zaman defalarca secde ayetini okursa bez çözmek bir fasýla olmaz. Çünkü meclis onun içindir. Bu izaha göre ayný þey yemek ve benzerlerinde de söylenebilir. Burada yazmak için benim hatýrýma gelen budur. ALLAH´u âlem.
METÝN
Ýki lokma yemek gibi az fiil; ayaða kalkmak ve selâm almak da bunun hilâfýnadýr. Keza üzerinde namaz kýldýðý yürüyen hayvan da öyledir. Çünkü namaz yerleri bir araya toplar. Namaz kýlmazsa secde tekerrür eder. Nitekim içitenin meclisi deðiþir de okuyanýn deðiþmezse iþitene secde tekerrür eder. Hattâ ayeti hayvan üzerinde namaz kýlarken tekrarlar da hizmetçisi yürürse secde hizmetçiye tekerrür eder. Hayvan üzerindekine tekerrür etmez. Bunun aksi suretinde fetva verilen kavle göre tekerrür yoktur. Bundan murad; okuyanýn meclisinin deðiþmesi, iþitenin deðiþmemesidir. Bu da iþitme sebebinin tercih edilmesini gösterir.
Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirmek meselesine gelince: Mutekaddimine göre o da ayný hükümdedir. Müteehhirin, tekerrür edeceðini söylemiþlerdir. Çünkü kul haklarýnda tedahül yoktur. Aksýrmak ise esah kavle göre üçten fazla olduðu takdirde teþmiti gerektirmez. Hülâsa. Secde ayetini býrakýp surenin geri kalan yerlerini okumak mekruhtur. Çünkü bunda Kurân´ýn nazmýný kesmek, te´lifini bozmak vardýr. Kurân´ýn hem nazmýna hem te´lifine tâbi olmak emredilmiþtir. Bedayi. Bundan anlaþýlan, kerahetin. tahrimiye olmasýdýr.
ÝZAH
Ýki lokma yemek, durduðu yerde ayaða kalkmak, iki veya üç adým yürümek, selâm almak, aksýrana teþmit etmek (yani yerhamükellah demek) gibi az fiiller meclisi deðiþtirmezler. Fakat çok konuþmak. çok su içmek, nikâh veya satýþ akdi yapmak böyle deðildir. Onlar meclisi deðiþtirir. Ve o kimseye bir secde kâfi gelmez. Münye Þerhi. «Namaz, yerleri bir araya toplar.» Bu zaruridir. Çünkü yerlerin deðiþik olmasý namazýn sýhhatýna mânidir. Bu þunu gösterir: Tekrar bir rekatta olsun fazlasýnda olsun müsavidir. Bu kavil Ýmam Ebû Yusuf´undur. Esah olan da budur. imam Muhammed buna muhaliftir. Ona göre iki rekatta ayetin tekrariyle vücup da tekerrür eder. Münye Þerhi.
«Namaz kýlmazsa secdeyi tekrarlar» Çünkü hayvanýn yürüyüþü sahibine muzaftýr. Hattâ hayvan birþey itlâf ederse sahibinin ödemesi vacip olur. Geminin yürümesi böyle deðildir. Bunu halebî Dürer´den nakletmiþtir.
«Nitekim iþitenin meclisi deðiþir de okuyanýn deðiþmezse iþitene secde tekerrür eder.» Aksi de böyledir (yani okuyanýn meclisi deðiþir de iþitenin deðiþmezse secdeyi tekrarlamak yalnýz okuyana düþer.
Hâsýlý: Okuyanla iþitenden hangisinîn meclisi deðiþirse secdenin tekrarý o´na vacip olur.
«Hizmetçisi yürürse» ifadesi hakkýnda ben derim ki: Onunla beraber hayvan üzerinde olsa da hüküm birdir. Çünkü Telhisu´l-Cami þerhinde þöyle denilmiþtir: «Namaz kýlan kimse hayvan üzerinde bir mahmelde olup secde ayetini birkaç defa okusa onun hakkýnda bir secde vacip olur. Mahmelin öteki tarafýnda bulunan hakkýnda ise müteaddit secde lâzýmdýr. Zira içiten hakkýnda yer deðiþmiþtir.» Meðer ki ona uymuþ ola!.
Hâniye´de þöyle deniliyor: «Hayvan üzerinde bulunan iki kiþi yalnýz baçlarýna namaz kýlsalar ve biri bir secde ayetini iki defa diðeri baþka bir secde ayetini bir defa okusa da birbirlerinin okuduklarýný iþitseler birinciye iki secde vacip olur. Biri secde ayetini okuduðu için namazda diðeri arkadaþýndan iþittiði için namazdan çýktýktan sonra lâzým gelir. Zira bu secde namaza ait deðildir. Ýkinci þahsa secde ayetini okuduðu için bir secde namazda, Nevâdir´in rivayetine göre iki secde de namazdan çýktýktan sonra vacip olur. Çünkü arkadaþýnýn iki defa okuduðunu iþitmiþtir. Zâhir rivayet göre ise namazdan sonra bir secde vacip olur. Ýtimat bu rivayetedir. Zira iþitenin yeri birdir. Okuyana da bir secde vaciptir»
«Bunun aksi suretinde fetva verilen kavle göre tekarrür yoktur.» Yani iþitene tekrar secde lâzým gelmez. "Fetva verilen kavil" sözü yalnýz aksi surete aittir. Mukabili, Kâfi´de açýklanandýr ki iþitene de tekrar lâzým gelmesidir. Çünkü tilâvet onun hakkýnda da sebeptir. Lâkin iþitmek þartiyledir. Hidâye ve Haniye sahipleri birinci kavli sahih bulmuþlardýr. Yenâbi´de «Fetva buna göredir» denilmiþtir. Münye þârihi «Biz bununla amel ederiz» diyor.
Mütekaddimin ulemaya göre Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirmek de secde gibidir. Ýki meclisde ismi zikredilir ve zikiri iþitilirse tekerrür eder. Bir mecliste ise tekerrür etmez. Münye þerhinde þöyle deniliyor: «Bilmiþ ol ki, "Peygamber (s.a.v.)´in ismi zikredilince salavat getirmek vaciptir" diyenlere göre bir mecliste vücubun tekerrür etmemesi hususunda salavatýn hükmü secde gibidir. Lâkin salavatýn tekrarý mendup, secdenin tekrarý mendup deðildir. Fark þudur: Rasûlüllah (s.a.v.)´e ayrýca salavat getirmekle ALLAH´a ibadet yapýlýr. Velevki ismi zikredilmemiþ olsun. Secde böyle deðildir. Ayeti okunmadan onunla doðrudan doðruya ibadet yapýlmaz. Müteehhirin ulema tekerrür edeceðini söylemiþlerdir.»
Bahýr sahibi «biz bunun tercih edildiðini söylemiþtik» diyor. Bu bahis evvelce geçmiþti. Biz orada birinci kavlin tercih edildiðini söylemiþtik. Kâfi´de burada o kavl sahihlenmiþ; Kemâl b. Hümâm da Zâde´l-Fakir adlý» eserinde kesinlikle buna kail olmuþtur.
Aksýrýk hakkýnda ise bazýlarý bir defa olursa, bazýlarý ona kadar, diðerleri de her aksýrýþta teþmitlâzýmdýr demiþlerdir. H. Teþmit «yani yerhamükellah» (demek) ancak aksýran kimse ALLAH Teâlâya hamdettiði zaman vacip olur. Nitekim bu, Telhisü´l-Cami þerhinde kaydedilmiþtir.
«Secde ayetini býrakýp surenin geri kalan yerlerini okumak mekruhtur.» Ýmam Muhammed bu hususta Camiu´s-Saðîr adlý kitabýnda þöyle demiþtir: «Zira bunda Kur´ân´dan bir þeyi terketmek vardýr. Bu ise müslümanlarýn iþi deðildir. Bir de bu. secdeden kaçmaktýr. Bu da müslüman ahlâkýndan deðildir.» Nehir.
«Kur´ân´nýn hem nazmýna hem te´lifine tâbi olmak emredilmiþtir.» Teâlâ Hazretleri «Biz melek vasýtasiyle Kur´ân´ý okuduðumuz vakit sen de onun Kur´an´ýna (yani te´lifine) tâbi ol» buyurmuþtur. Bunu Bedayi´den Fethu´l-Kadîr sahibi nakletmiþtir.
METÎN
Aksi mekruh deðildir. Lâkin secde ayetinden önce veya sonra bir veya iki ayet daha katmak mendup olur. Tâ ki üstün tutma vehmi defedilmiþ olsun. Çünkü ALLAH´ýn kelâmý olmasý yönünden bütün ayetler bir mertebededir. Velev ki ALLAH´ýn sýfatlarýna þâmil olmakla bazýlarýnýn fazîleti ziyade olsun. Secde için hazýr olmayan kimselerden secde ayetini gizlemek müstahsen görülmüþtür. Bir iþle meþgul olduðu için secde ayetini iþitmeyen kimseye secdenin vacip olup olmadýðý hususunda sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. O kimseyi ALLAH´ýn kelâmýný dinlemeyip boþ vermekten menetmek için vacip olmasý tercih edilmiþ ve iþitmiþ sayýlmýþtýr. Zira iþitebilecek yerdedir.
Bir kimse secde ayetini herbirinden bir harf iþitmek suretiyle bir cemaattan dinlerse secde etmez. Çünkü onu okuyandan iþitmemiþtir. Hâniye Bu ta´lil ile Hâniye sahibi okuyanýn bir olmasýnýn þart kýlýndýðýný ifade etmiþtir.
ÝZAH
Bedayi´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse surenin içinden yalnýz secde ayetini okusa zarar etmez. Çünkü bu ayet Kur´ân´dandýr. Kur´ân´dan olan bir þeyi okumak, sureler arasýndan bir sure okumak gibi tâattýr.» Bu sözün zâhirine bakýlýrsa yalnýz secde ayetini okumak tahrimen veya tenzihen mekruh deðildir. Zira Bedayi sahibi secde ayetini okumayý bir sure okumaya benzetmiþtir. Bir sureyi okumakta ise asla kerahet yoktur. O halde bir ayeti okumakta da kerahet yoktur.
Musannýfýn «lâkin secde ayetinden önce veya sonra ona bir veya iki ayet katmak mendup olur» ifadesine gelince: Defalarca söyledik ki, mendubu terk etmekten, tenzihen mekruh olmak tâzým gelmez. Meðer ki bir delil buluna!. Þu da var ki, Bahýr´da beyan edildiðine göre Hâniye´de, kerahet bulunmamasý namazda olmamakla kayýtlanmýþtýr. Namazda ise mekruhtur. Kuhistanî.
Ben derim ki: Zahîre´de bunun vechi þöyle beyan edilmiþtir: «Ulema "namaz halinde mekruh olmasý icabeder" demiþlerdir. Çünkü namazda Yalnýz bir ayetle yetinmek mekruhtur.» Bu sözün muktezasý bumdaki kerahetin kerahet-i tahrimiye olmasýdýr. Zira vacibi yani üç ayet okumayý terketmiþtir. Yoksa þerhde zikredilen üstün tutma illetinden dolayý deðildir. Þârih önce veya sonra» diyerek tamimde bulunmuþ ve bunu Hâniye´nin þu sözünden almýþtýr «Secde ayeti ile birlikte bir veya iki ayet okursa iyi olur.» Bedayi´de de böyle denilmiþtir. Halbuki Ýmam Muhammed«bence secde ayetinden önce bir veya iki ayet okumasý iyidir» demiþtir. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Galiba fukaha bu tamimi umumi ta´lilden almýþ olacaklardýr. Zira vehmi defetmek üst tarafýndakini okumaya mahsus deðildir. Zâhire bakýlýrsa secde ayetinden bir ayet evvel bir ayet sonra okumak da böyledir. Hâniye´nin ibaresi buna þâmildir.
Ayetler arasýnda fazîlet farký ALLAH´ýn sýfatlarýna þâmil olup olmamak itibariyledir. Kur´ân´dan olmasý itibariyle deðildir. Bahýr. O halde ayetlerin birbirinden fazîletli olduðunu bildiren rivayetlerde deðiþiklik kalmaz. Nitekim ihlâs suresinin Kur´an´ýn üçte birine denk olduðunu bildiren rivayet ve benzerleri varit olmuþtur.
«Secde için hazýr olmayan kimselerden secde ayetini gizlemek müstahsen görülmüþtür.» Çünkü âþikâre okursa onlara ihtimal tembellik edecekleri bir þeyi vacip yapmýþ olacak; o kimseler de günaha gireceklerdir. Fakat secde için hazýr iseler onu âþikâre okur. Bunu Bedayi´den naklen Bahýr sahibi söyleniþtir. Muhit´de «Bu, kalbine secdeyi eda etmenin, cemaata meþakkat vermeyeceði kanaatý gelmek þartýyledir. Meþekkat vereceðine kanaat getirirse gizli okur» denilmiþtir. Cemaatýn hallerini bilmezse gizli okumasý münasip olur. Nehir.
«Secdenin vacip olup olmadýðý hususunda sahih kabul edilen kaviller muhteliftir.» Zahîre, Tatarhâniye ve keza Muhit´den naklen Kuhistani´de vacip olmadýðý sahihlenmiþ; Hýlye sahibi de bunu tercih etmiþtir. Evet, musannýf «el´Mineh» nâm eserinde þöyle demiþtir: «Ulema secdenin vacip olmasý hususunda ihtilâf etmiþlerdir. Sahih kavl; vacip olmasýdýr. Bazý zevat bunun müþkil olduðunu söylemiþ ve «çünkü iþiten kimse hakkýnda iþitmek þart yahut vücubuna sebeptir; bu yoktur; Binaenaleyh meþrut veya müsebbep olan vücup da yoktur» demiþlerdir. Onlarýn verdiði cevap þudur: «Esah olan vacip olmamaktýr. Nitekim Mecmau - Fetevâ´da bildirilmiþtir, öyle ise mutemet kavil bir oluversin!» Buna þöyle cevap verilmiþtir: Baþka iþle meþgul olan kimse iþitmiþ mesabesindedir. Çünkü iþitebilecek yerdedir. Böylesine lâyýk olan, kendisini ALLAH´ýn kelâmýna boþ vermekten menetmek için, secdenin vacip olmasýdýr.» Minah´ýn ibaresi kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
«Bir kimse secde ayetini herbirinden bir harf iþitmek suretiyle bir cemaatten dinlese secde etmez.» Çünkü evvelce görüldüðü vecihle secdeyi icap eden miktar secde kelimesiyle birlikte ayetin ekserisini okumaktýr.
Zâhire bakýlýrsa harfden murad; kelimedir. Hakiki harf evleviyetle anlaþýlýr. Biz bu husustaki sözümüzün tamamýný orada arzetmiþtik,
METÝN
Her mühimmeye yarayýþlý bir mühimme: Kâfi´de beyan olunduðuna göre «bir kimse bir mecliste bütün secde ayetlerini okur da hepsi için secde ederse baþýndaki sýkýntý için Allah ona kâfi gelir» denilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa ayetleri peþi peþine okur; sonra secdeleri yapar. Her ayet için ayeti okuduktan sonra secde etmesi de bir ihtimaldir ve mekruh deðildir. Nitekim geçmiþti.
ÝZAH
«Her mühimmeye yarayýþlý bir mühimme» ifadesinden murad: "bu mühim bir faidedir. öðrenmekiçin himmet sarfetmeye deðer ve baþa gelen her sýkýntý ve hüznü gidermeðe yarar" demektir. Bu iþi için ondört secde ayeti sýrasýyle okunacak; sonra ondört secde yapýlacaktýr.
«Her ayet için ayeti okuduktan sonra secde etmesi de bir ihtimaldir» sözü, Kemâl b. Hümam´ýn itirazýna cevaptýr. Ýtiraz þudur: «Bütün ayetleri bir mecliste okursa Kur´ân´ýn nazmýný deðiþtirmiþ olmasý lâzým gelir. Yukarýda gördük ki, Kur´ân´ýn nazmýna tâbi olmak emir buyurulmuþtur!».
Bahýr sahibi buna þöyle cevap vermiþtir: «Bir sureden bir ayet okumak mekruh deðildir. Nitekim Bedayi´den naklen ta´lili yukarýda geçti.» Ama bu cevap söz götürür. Çünkü yukarýda geçen sözümüz ayeti okumak hususunda idi. Bütün secde ayetlerini okur da bunlarý birbirine ilâve ederse bundan nazmý deðiþtirmek ve yeni bir te´lif meydana getirmek lâzým gelir. Nasýl ki bunu Remlî Makdisî´den nakletmiþtir. Onun için þârih, Nehir sahibine uyarak Kafî´nin sözünü her ayeti okudukça arkasýndan secde etmeye yormak suretiyle cevap vermiþtir. Zira bu mekruh deðildir. Her iki ayetin arasýný bir secde ile ayýrdýðý için bundan nazmýn deðiþtirilmesi lâzým gelmez. Hepsini birden okuyup sonra hepsi için secde etmek bunun gibi deðildir o mekruhtur.
Ben derim ki: Kýraat faslýndan az önce geçtiði vecihle namazýn akabinde ayet´el-kürsî´yi ve muavezat´ý okumak müstehaptýr. Eðer bir ayet baþka yerdeki bir ayete katmak mekruh ise ayet´el-kürsî´yi muavezat´ý katmak da mekruh olmalý; çünkü bu nazmý deðiþtirir. Halbuki mekruh deðildir. Buna delil, her namaz kýlanýn fatiha´yý veya baþka bir sureyi yahut baþka ayetleri okumasýdýr. Bu nazmý deðiþtirmek olsa mekruh sayýlýrdý. En iyisi Münye þerhindeki ibare ile cevap vermektir. Orada þöyle denilmiþtir. «Nazmý deðiþtirmek ancak bazý kelime veya ayetleri sureden Iskat etmekle olur. Bir kelime veya bir ayet zikretmekle olmaz. Nasýl ki Kur´ân´ýn içinden ayrý ayrý sureleri okumak nazým ve te´lifi deðiþtirmek sayýlmýyorsa her sureden bir ayet okumak da deðiþtirmek sayýlmaz.»
Bunun hülâsasý þudur: Mekruh olan, secde ayetini sureden atýp ondan sonra geleni ondan öncekine katmaktýr. Çünkü bu nazmý deðiþtirmektir. Fakat ayrý ayrý ayetleri birbirine katmak mekruh deðildir, Nasýl ki ayrý ayrý sureleri birbirine ilâve etmek de mekruh deðildir. Buna delil namazdaki kýraattýr. Nitekim arzettik. þu halde secde ayetlerini peþpeþe okumakta kerahet yoktur. Binaenaleyh Kafi´nîn sözü zâhirine hamledilir. Allah´u âlem.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:30:20
ÞÜKÜR SECDESÝ
METÝN
Þükür secdesi müstehaptýr. Bununla fetva verilir. Lâkin namazdan sonra yapýlmasý mekruhtur. Çünkü cahiller onun sünnet veya vacip olduðuna itikat ederler. Buna müeddi olan her mubah mekruhtur. Ýmamýn secde ayetini gizli namazlarla, cuma ve bayram namazlarý gibi cemaatý kalabalýk namazlarda okumasý mekruhtur. Meðer ki namazýn rükûu veya secdesiyle eda edilecek þekilde olsun. Ayeti minberde okursa secde eder. Ýþitenler de secde ederler.
ÝZAH
Þârih secde-i þükürü bahsin sonuna alsa daha iyi olurdu. T. þükür secdesi yeni bir nimete nail olan veya Allah Teâlâ kendisine mal, evlât ihsan eden, yahut bir musibetten kurtulan kimselere müstehaptýr. Bu secde için kýbleye dönülür ve Allah Teâlâya þükür için secde edilir. Secdede Allah´a hamd ile tesbih ve tekbir getirilir. Ondan sonra secde-l tilâvette olduðu gibi secdeden baþ kaldýrýlýr. Sirâc. Þârihin «bununla fetva verilir» sözü imameynindir.
Ýmam-ý A´zam´a gelince: Muhit´de onun «Ben bu secdeyi vacip görmüyorum. Çünkü vacip olsa her an vacip olurdu. Zira Allah Teâlân´ýn kuluna verdiði nimetler birbiri ardýnca devam eder. Bunda güç yetmeyecek þeyî teklif vardýr:» dediði rivayet olunmuþtur. Zâhîre´de imam Muhammed´ den rivayet olunduðuna göre ise Ýmam-ý A´zam secde-i þükürü bir þey saymazmýþ. Mütekaddimin ulema bunun mânâsý hakkýnda söz etmiþ; bazýlarý «Onu sünnet saymazdý» demek olduðunu; bir takýmlarý da «tam þükür olmazdý» demek istediðini söylemiþler ve «çünkü þükürün tamamý Mekke´nin fethi gününde Peygamber (s.a.v.)´in yaptýðý gibi iki rekat namazla olur» demiþlerdir. «Ýmam-ý A´zam bu sözü ile secde-i þükür vacip deðildir demek istemiþtir» diyenler olduðu gibi «Meþru deðildir. Yapýlmasý mekruhtur. Ondan dolayý sevap verilmez; bilâkis terki evlâdýr» mânâsýna geldiðini söyleyenler de olmuþtur. Musaffa sahibi bu kavli ekser ulemaya nisbet etmiþtir. Ekser ulemanýn bu kavli Ýmam-ý A´zam´dan sübut bulmuþ bir rivayete dayanýyorsa mesele yoktur. Aksi taktirde yukarýdaki iki ibaresinden her bir ihtimallidir. En zâhir mânâ müstehap olmasýdýr. Nitekim bunu Ýmam Muhammed hassan bildirmiþtir. Çünkü bu babta birçok hadisler varit olmuþ; bu iþi Ebû Bekir Ömer ve Ali (r.a.) hazeratý yapmýþlardýr. Peygamber (s.a.v.)´in fiilinden, "mensuhtur" diye bahsetmek doðru olamaz. «Hýlye´de böyle denilmiþtir» ibaresi kýsaltýlmýþtýr. Sözün tamamý Hýlye ile Ýmdât´dadýr. Onlara müracaat edebilirsin!.
Münye þerhinin sonunda þöyle denilmektedir: «Bu hususta Peygamber (s.a.v.)´den bir çok rivayetler varit olmuþtur. Binaenaleyh ondan men edilmez. Çünkü onda tevazu vardýr. Fetva buna göredir.»
Eþbah´ýn çeþitli meseleler bahsinde þu satýrlar vardýr: «Secde-i þükür Ýmam-ý A´zam´a göre vacip deðil, caizdir. Ondan rivayet edilen "Secde-i þükür vacip olarak meþru deðildir" sözünün mânâsý da budur. Ýtimad edilen kavle göre hilâf onun caiz olup olmadýðýnda deðil, sünnet olmasýndadýr.»
«Lâkin namazdan sonra yapýlmasý mekruhtur.» Zâhidî´nin Kudurî þerhinden son kitabý olan Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Sebepsiz olursa ibadet deðildir. Ama mekruh da sayýlmaz. Namazýnardýndan yapýlan secde mekruhtur. Çünkü cahiller onun sünnet veya vacip olduðuna itikat ederler. Buna müeddi olan her mubah mekruhtur.»
Hülâsa þudur: Sebepsiz yapýlan secde cahillerin sünnet olduðuna itikadýna müeddi olmazsa mekruh deðildir. Ben vitir namazýndan sonra bu secdeye devam eden birini gördüm. Bunun aslýnýn ve senedinin olduðunu söylüyordu. Kendisine biradakini söyledim. Hemen secdeyi terketti. Bundan sonra Münye þerhinde þöyle denilmiþtin «Müzmerât´ta Peygamber (s.a.v.)´in Fatýma (r. a.)´ya, "Hiç bir erkek veya kadýn mü´min yoktur ki iki secde yapýn da... ilh..." buyurduðu rivayet olunmuþsa da bu hadis uydurma ve batýldýr; aslý yoktur.»
«Namazdan sonra yapýlmasý mekruhtur» ibaresinin zahirinden bu kerahetin, kerahet-i tahrimiye olduðu anlaþýlýyor. Çünkü o kimse dinden olmayan bir þeyi dine alýyor demektir. T.
Cemaatý kalabalýk olan namazlarda imamýn secde ayetini okumasý mekruhtur. Çünkü secde-i tilâveti terketse bir vacibi terketmiþ olur. Secdesini yapsa cemaatý þaþýrtýr, Münye þerhi. Þarih «cuma ve bayram» sözleriyle, cemaatý kalabalýk olduðu zaman öðle namazý ve emsalinin de ayný hükümde dahil olduðuna iþaret etmiþtir. Halebi´de böyle demiþtir.
«Meðer ki namazýn rükûu veya secdesiyle eda edilecek þekilde olsun.» Meselâ secde ayeti surenin sonunda veya sonuna yakýn olursa namazýn rükû veya sücudu ile eda edilir. Yahut surenin ortasýnda olur da onun için hemen rükû eder. Nitekim evvelce izahý geçmiþti.
Halebî diyor ki: «Lâkin secde-i tilâvete rükûuda niyet etmemek gerekir. Çünkü bunda yukarýda Kýnye´den naklettiðimiz mahzur vardýr.» Yani imama uyan kimse de rükûda secde-i tilâvete niyet etmezse imam selâm verdikten sonra secde edip oturuþu tekrarlamasý lâzým gelir. Secde ayetini hatip mimberde okursa mimberin üzerinde veya altýnda secde eder. Tatarhaniye. Hatipten bu ayeti iþitenler de secde ederler. Ýþitmeyenlere secde lâzým deðildir. Namaz bunun hilâfýnadýr. Tatarhaniye.
Bedayi´de bu hususta þöyle denilmiþtir: «Cuma günü secde ayetini hatip mimberde okursa secde-i tilâveti yapar. Onunla birlikte iþitenler de secde ederler. Çünkü rivayete göre Peygamber (s.a.v.) mimberde secde ayetini okumuþ ve inerek secde etmiþ; cemaat da onunla birlikte secde etmiþlerdir. Allah´u âlem.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:31:00
MÝSAFÝRÝN NAMAZI BABI
METÝN
"Misafirin namazý" terkibi, bir þeyi þartýna veya mahalline izafet kabilindendir. Âþikârdýr ki tilâvet ârýzidir. Ve ibadettir. Yolculuk da ârýzidir; fakat mübahtýr. Meðer ki bir ârýza sebebiyle deðiþe! Onun için musannýf yolcu namazýný secde-i tilâvetten sonraya býrakmýþtýr. Bu baba misafir namazý adýnýn verilmesi erkeklerin ahlâkýný ýslâh ettiði içindir.
Bir kimse -kâfir bile olsa- senenin en kýsa günlerinden üç gün üç gecelik bir mesafeyi kastederek yaþadýðý yerin mâmurelerinden çýkarsa þehrin öbür tarafýndan hizasýna gelen evleri geçmese bile çýktýðý taraftan yolcu hükmüne girer.
Hâniye´de «þehrin kenarý ile þehir arasýnda bir ok atýmýndan az mesafe bulunur da aralarýnda ekinlik olmazsa o veri geçmesi þarttýr. Böyle olmazsa þart deðildir» denilmiþtir; Kast olmaksýzýn bir kimse dünyayý dolaþsa namazýný kýsaltmaz.
ÝZAH
Misafir, yolcu demektir. Sefer lügatta; miktar tayin etmeksizin mesafe katetmek manâsýna gelir. Burada maksat hususi seferdir ki onunla hükümler. Namaz kýsaltýlýr: oruç tutmamak mubah olur. Mestler üzerine mesh müddeti bir gün bir geceden üç gün üç geceye uzar. Cuma ve bayramlarla kurbanýn vücubu sâkýt olur. Hür kadýnýn mahremsiz yola çýkmasý haram olur. Bunu Tahtavî Ýnâye´den nakletmiþtir.
«Bir þeyi þartýna izafet» ten murad; namazý, misafir´e izafettir. Zira misafir namazýn þartýdýr. Halebî. Burada «þart olan misafir deðil, seferdir» diye bir itiraz varit olabilir. Bunu Hamâvî´den naklen Tahtavî söylemiþtir. «Veya mahalline izafet» ten murad da misafirdir. Çünkü misafir, namazýn mahallidir. Yahut buradaki izafet fiili failine izafet kabilindendir. Hastanýn namazý babýnýn baþýnda arzetmiþti ki, her fail mahaldir. Aksi yoktur. H. (yani her mahal fail deðildir.
Þârih «âþikârdýr ki tilâvet arýzidir» sözü ile yolcu namazýnýn neden secde-i tilâvetten gen" býrakýldýðýný anlatmaða boþlamýþtýr. Münasebet bundan anlaþýlýr. Bu münasebet her ikisinde kul tarafýndan gelen arýzadýr. Secde-i sehiv ve hastalýk böyle deðildir; Onlarýn ikisi de semavi (Allah tarafýndan gelme) arýzadýr.
«Meðer ki bir arýza sebebiyle deðiþe» bu istisna ibadetten ve «mubahtýr» sözünden yapýlmýþtýr. Yani secde-i tilâvette asýl ibadet olmaktýr. Meðer ki riya ve þöhret yahut cünüblük gibi bir arýza ola. Bu taktirde ma´siyet olur. Yolculukta asýl mubah olmaktýr. Meðer ki hac ve cihad gibi bir arýz ola. Bu taktirde yolculuk tâat olur, Yahut yol kesmek gibi bir arýza bulunursa masiyet olur.
«Onun için musannýf yolcu namazýný secde-i tilâvetten sonraya býrakmýþtýr.» Yani.seferde asýl mubah olmasýdýr. Bundan dolayý bu bahsi geriye býrakmýþtýr. Zira aslen mubah olan bir þey aslen ibadet olandan aþaðýdýr. «Bu baba misafir namazý adýnýn verilmesi, erkeklerin ahlâkýný ýslah ettiði içindir. (Çünkü misafir kelimesi sefire fiilinden alýnmadýr.) Sefire; ýslah etti demektir. Ayný fiil "açtý" mânâsýna da gelir. Bu taktirde misafir namazý denilmesi sefer yer yüzünü açtýðý içindir. «Bir kimse kafir bile olsa» sözüne þöyle itiraz edilebîlir: Bu söz sebiye de þamildir. Halbuki fer´î meselelerdegeleceði vecihle onun seferi niyet etmesi muteber deðildir. Nitekim bunu orada izah edeceðiz.
«Senenin en kýsa günlerinden uç gün üç gecelik bir mesafeyi...» ifadesi Bahýr ve Nehir´de de buradaki gibidir. Mirâc sahibi onu Attabî, Kâdýhân ve Muhit sahibine nisbet etmiþtir. Hýlye sahibi bu hususta inceleme yapmýþ ve «Zâhire göre günleri mutlak býrakmalýdýr. Onlarýn uzunluðu kýsalýðý orta derece diye tahdit edilmediði taktirde uzun veya kýsa günlerin hangisine tesadüf ederse ona göre hüküm vermelidir» demiþtir.
Ben derim ki: Orta uzunluktaki günler güneþin kuzu veya mizan burçlarýna girdiði zamandýr. (Kuzu burcu mart ayýna, mizan burcu ise sonbaharýn baþlarýna tesadüf eder.) Kuhistânî bunu tercih etmiþ; sonra «Tahavî þerhinde bildirildiðine göre bazý ulema yolculuðu senenin en kýsa günlerine takdir etmiþlerdir» demiþtir. Evlâ olan bu ibareden «üç gece» tabirini hazfetmektir, Nitekim Kenz ve Cami-i Saðîr´de hazfedilmiþtir. Çünkü günlerle birlikte geceleri de yürümek þart deðildir. Onun için Yenâbi sahibi «günlerden murad gündüzlerdir. Çünkü gece istirahat içindir. O muteber deðildir» demiþtir. Evet «üç gün yahut üç gecelik» dese daha iyi olurdu. Bununla geceleyin seferi kastetmenin sahih olacaðýna ve günlerin bir kayýt olmadýðýna iþaret etmiþ sayýlýrdý.
Musannýf «kastederek çýkarsa» tabirleriyle kastetmeksizin çýkan yahut kastedip çýkmayan kimsenin misafir (yolcu) olmayacaðýna iþaret etmiþtir. H.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bir de niyetin mutlaka namazdan önce yapýlacaðýna iþaret etmiþtir. Onun için Tecnis sahibi þunu söylemiþtir: Bir kimse gemi deniz sahilinde dururken namaza niyetlenir de rüzgâr gemiyi naklettiði zaman sefere niyet ederse Ýmam Ebû Yusuf´a göre namazýný mukim olarak tamamlar. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Çünkü bu namazda dört kýlmayý icab ettiren sebeple bunu meneden sebep bir araya gelmiþtir. Þu halde ihtiyaten dört kýlmayý icabedeni tercih ederiz.» Ancak kastýn þart olmasý sefer edecek kimse reyinde serbest olduðuna göredir. Þayet baþkasýna tâbi olursa itibar matbuunun niyetinedir. Nitekim gelecektir. Tecnis´in ifadesini Bahýr sahibi buna hamletmiþtir. Tecnisin ifadesi þudur: «Bir kimseyi baþkasý alýp gitse de o kimse nereye götürüldüðünü bilmese üç gün gitmedikçe namazýný tamam kýlar. Üç gün olunca kýsaltýr. Çünkü namazý kýsa kýlmak o kimseye götürüldüðü andan itibaren tâzým gelmiþtir. Götürüldüðü günden itibaren namazlarýný kýsa kýlsa sahih olur. Yalnýz üç günden az mesafeye götürürse sahih olmaz. Zira mukim olduðu anlaþýlýr. Birincide o kimse misafirdir.» Bununla sefer kasdýyle çýkmanýn kâfi olduðuna iþaret etmiþtir. Velev ki sefer tamam olmadan dönmüþ olsun. Nitekim gelecektir. Hattâ bir gün özürden dolayý namaz kýlmadan yürür de sonra geri dönerse namazlarýný kýsa olarak kaza eder. Nitekim Allâme Kâsým bununla fetva vermiþtir.
Musannýf «yaþadýðý yerin mamurelerinden çýkarsa» ifadesi ile çadýrlara da þamil olan bir mânâ kastetmiþtir. Zira onlar yerleri itibariyle mamurdurlar. imdâd sahibi þöyle diyor: «Binaenaleyh o çadýrlardan ayrýlmak þarttýr. Velev ki daðýnýk olsunlar. Çadýr halký bir su baþýna veya ormana konmuþ olsalar ondan ayrýlmak muteberdir. Mecma´ar-Rivayat´ta böyle denilmiþtir. Herhalde bu orman pek büyük olmamalýdýr.» Keza su kaynaðý uzaklarda bulunan bir nehir olmamalýdýr. Musannýfþehrin mülhakatý (banliyö) gibi oturduðu yere tâbi olan kýsýmlardan ayrýlmanýn þart olduðuna da iþaret etmiþtir. Zira bunlar da þehir hükmündedir. Mülhakata bitiþik köylerin hükmü dahi sahih kavle göre böyledir. Bahçeler böyle deðildir. Velev ki binalara bitiþik olsunlar, Çünkü onlarda þehir halký bütün sene veya birkaç zaman otursalar bile þehirden sayýlmazlar. Bekçi ve koruyucularýn oturduklarý yerler bilittifak itibara alýnmazlar. Ýmdâd.
Sahaya gelince: Bundan murad at gezdirmek, cenaze gömmek ve toprak atmak gibi o beldenin faydalanmasý için hazýrlanan yerdir. Þehre bitiþik olursa onu geçmek nazar-ý itibara alýnýr. Bir ok atýmý uzak veya bir tarla ile þehirden ayrýlmýþ ise itibar edilmez. Nitekim gelecektir. Cuma bunun hilâfýnadýr. Tarlalar þehirden ayrýlmýþ bile olsa sahada cuma namazý kýlýnabilir. Çünkü cuma beldenin iþlerindedir. Sefer öyle deðildir. Nasýl ki bunu ÞurunbulalÝ, risalesinde incelemiþtir; Babýnda da gelecektir. Mülhakata deðil de þehrin sahasýna bitiþik köyün geçilmesine sahih kavle göre itibar edilmez. Nitekim Münye þerhinde böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Bunu bilince Dýmeþk´teki Meydanü´l - Hasan´ýn þehrin mulhakatýndan olduðunu; Babu´l - Allah´ýn dýþ tarafý Karye el´Kadem´e varýncaya kadar sahasý sayýlacaðýný anlarsýn. Çünkü bu saha evlere bitiþen namazgâhý içine almaktadýr. Ve hacýlarýn konaklamasý için hazýrlanmýþtýr. Zira hacýlar namazgâhtan mezkur köyün hizasýna kadar olan yeri kaplarlar. Þu halde orada namazý kýsaltmalarý sahih olamaz. Sadrü´l - Baz´ý geçmemek þartýyle el´Mercetü´l - Hadra da öyledir. Zira o da elbise yýkamak, hayvan gezindirmek ve askerin inmesi için hazýrlanmýþtýr. Çünkü Þurunbulali´nin risalesinde yaptýðý incelemeye göre saha, þehrin büyüklüðüne küçüklüðüne göre deðiþir. Binaenaleyh bir ok atýmý diye takdire lüzum yoktur. Bir ok atýmý imam Muhammed´den rivayet olunmuþtur. Bir mil veya iki mil diye taktire de lüzum yoktur Bu da Ýmam Ebû Yusuf tan rivayet .olunmuþtur.
«Çýktýðý tarattýn yolcu hükmüne girer.» Münye þerhinde þöyle deniliyor: «Binaenaleyh çýktýðý taraftan evleri geçmedikçe yolcu olmaz. Hattâ orada evvelce þehre bitiþik, fakat þimdi ayrýlmýþ olan bir mahalle bulunsa onu geçmedikçe yolcu olamaz. Þehirden çýktýðý taraftan evleri geçer de þehrin öbür tarafýnda hizasýnda bir mahalle bulunursa yolcu olur. Çünkü muteber olan çýktýðý taraftýr.» Buradaki iki meselede mahalleden murad, mamur yerdir. Harap olup üzerinde ev kalmamýþsa birincide onu geçmek þart deðildir. Velev ki þehre bitiþik olsun Nitekim bu açýktýr. Sonra ikinci meselede mahallenin mutlaka bir taraftan olmasý lâzýmdýr. Her iki tarafta evler bulunursa mutlaka onlarý geçmek lâzýmdýr. Çünkü Ýmdâd´da «iki taraftan yalnýz biri o kimsenin hizasýna gelirse zarar etmez. Nitekim Kâdýhan ve baþkalarýnda beyan edilmiþtir» denilmektedir. Zâhire göre bitiþik sahanýn hizasýnda olmak evlerin hizasýnda olmak gibidir. (Bir ok atýmý diye terceme ettiðimiz) galve üçyüzden dört yüz arþýna kadar olan mesafedir. Esah kavil budur. Bunu Müçtebâ´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþtir
METÝN
Her gün akþama kadar Yürümek þart deðildir. Bilâkis yürümek zeval vaktine kadar devam eder. Mezhebe göre fersahlara itibar yoktur. Sefer mutad istirahatlar dahil olmak üzere orta yürüyüþ ile yapýlýr. Hattâ bir kimse koþarak üç günlük yolu iki günde alsa namazlarýný kýsa kýlar. Bir yerin iki yolup olup biri sefer müddetini doldurur: diðeri daha az olursa birincîde namazlarýný kýsa kýlar; ikincide kýsaltmazlar.
ÝZAH
«Her gün akþama kadar yürümek þart deðildir.» Çünkü yolcunun yiyip içmek ve namaz kýlmak için mutlaka bir yere inmesi lâzýmdýr. Günün ekserisi için bütün hükmü vardýr. Yolcu birinci gün erken davranýr da zeval vaktine kadar yürür; konak yerine vararak istirahat için oraya iner ve orada geceleyip ertesi gün yine erken davranýr da zeval geçinceye kadar yürür; ve konaklarsa; üçüncü gün yine erkenden yola çýkarak zeval vaktine kadar yürüyerek varacaðý yere varýrsa Þemsü´l-Eimme serahsî «bu adam sahih kavle göre niyet ettiði an yolcu olur» demiþtir. Nitekim Cevher´e, Burhan ve Ýmdâd´da böyle denilmiþtir. Bu sözün bir misli de Bahýr, Fethu´l-Kadîr ve Münye þerhindedir.
Ben derim ki: «Konak yerine varýrsa» sözünde þuna iþaret vardýr: Evvelinde istirahatý terkettiði gün mutlaka sair istirahatla yürüdüðü günlerdeki mutad yolu yürüyecektir. Bundan anlarsýn ki. senenin en kýsa günleri ile taktirden murad; ancak mutedil memleketlerdir. O memleketlerde zikredilen konak en kýsa günlerinde günün ekserisinde alýnýr. Binaenaleyh «Kutup bölgelerinde senenin en kýsa günü bazen bir saat veya fazla yahut eksik olur. O halde oralarda sefer mesafesi üç saat yahut daha az olmak lâzým gelir» þeklinde bir itiraz varit olamaz. Çünkü pek uzun gibi pek kýsa da nazar-ý itibara alýnamaz. Ýbareler mutlak býrakýlýrsa þayi ve galip olan mânâya hamledilir. Nadir ve gizli mânâya hamledilmezler. Bu söylediklerimize Hidaye´nin þu sözü delâlet eder: «Ebû Hanîfe´den bir rivayete göre takdir konaklarla olur. Bu da birinciye yakýndýr.» Nihaye sahibi diyor ki: «Yani üç konakla takdir üç günle takdire yakýndýr. Zira her gün mutad olan Yürüyüþ bir konaktýr. Bâhusus senenin en kýsa günlerinde bu böyledir. Mebsut´da böyle denilmiþtir. Fethu´l-Kadîr´deki ifade dalý böyledir. Orada þöyle denilmiþtir: «Bazýlarýna göre bu mesafe yirmidir fersah bazýlarýna göre onsekiz Fersah olarak takdir edilir. Onbeþ fersah, diyenler de vardýr. Bu miktarlarý takdir edenlerin herbiri mesafenin üç günlük olduðuna itikat ederler.» Yani bu sözler memleketlerin muhtelif olmasýna göredir. Takdiri yapanlarýn herbiri kendi memleketindeki en kýsa günleri nazar-ý itibara almýþtýr. Yahut en kýsa veya en uzun yahut orta günlere itibar etmiþlerdir. Herhalde bu söz, günlerden, mutad olan yol yürüme kasdedildiði hususunda açýktýr.
«Yürümek zeval vaktine kadar devam eder.» Çünkü zeval vakti þer´an muteber olan gündüzün ekserisidir.
Þer´î gün; fecirden güneþ kavuþuncaya kadardýr. Zeval felekî günün yarýsýdýr. Felekî gün güneþin doðmasýndan batmasýna kadar devam eder. Sonra fecirden zevale kadar senenin en kýsa günlerinde mýsýr ve onun arzýndaki memleketlerde yedi saattan bir çeyrek noksan zaman vardýr. Üç günün mecmuu ise yirmi saat bir çeyrek eder. Bu hesap muhtelif arzlardaki memleketlerdedeðiþiktir. H.
Ben derim ki: Dýmeþk´de üç günün mecmuu aþaðý yukarý yirmi saatten yirmi dakika noksandýr. Zira fecirden zevale kadar en kýsa günlerde bizde altý saat kýrk dakikadan bir çok derece noksan zaman vardýr. Bunu orta günlerle hesap edersek takriben mecmuu yirmiikibuçuk saat olur. Çünkü fecirden zevale kadar takriben yedibuçuk saat vardýr.
«Mezhebe göre fersahlara itibar yoktur.» Bir fersah üç mil, bir mil de teyemmüm babýnda geçtiði vecihle dörtbin arþýndýr. Mezhebe göre diyoruz. Çünkü zâhir rivayette zikredilen üç günün nazar-ý itibara alýnmasýdýr. Nitekim Hýlye´de beyan edilmiþtir .Hidaye sahýbi umumiyetle fukahanýn kavillerinden ihtiraz için «sahih olan budur» demiþtir. Fukahanýn bazýsý mesafeyi fersahlarla takdir etmiþ; sonra ihtilafa düþmüþlerdir. Bazýsý yirmibir fersah. diðerleri onsekiz, daha baþkalarý onbeþ fersah olduðunu söylemiþlerdir. Fetva ikinci kavle (yani 18 fersah diyenlerin kavline göredir. Zira ortadadýr.
Mücteba´da «Fetva Harizm ulemasýnca üçüncü kavle göredir. Sahih kavlin vechi þudur: Fersahlar düz yerde, daðda, karada ve denizde yollara göre deðiþir. Konaklar böyle deðildir. Mirâc.» denilmiþtir.
«Orta yürüyüþ» den maksat. deve yürüyüþü ile yaya yürüyüþüdür. Daðda ona münasip bir yürüyüþe itibar edilir. Çünkü dað iniþli yokuþlu. dar geçitli ve sert olur. Orada deve ve insanýn yürüyüþü düz yerdekinden daha aðýr olur. Denizde ise fetvaya göre rüzgârýn orta kuvvette esmesine (þimdi-orta hýzla seyreden gemilere) itibar edilir. Ýmdâd. Böylece her yerde mutad olan yürüyüþ muteber olur. Bu hususî insanlarca malûmdur. Þaþýrma halinde onlara müracaat olunur. Bedayi.
Araba çeken öküzün ve benzerinin yürüyüþü bundan hariçtir. Çünkü en aðýr yürüyüþtür. Nitekim en hýzlý yürüyüþ de at ve posta yürüyüþüdür. Bahýr.
«Bir kimse koþarak üç günlük mutad yolu iki günde alsa namazlarýný kýsa kýlar.» Zâhirine bakýlýrsa keramet göstererek o yere az zamanda varsa hüküm yine ayný olmalýdýr. Lâkin Fethu´l-Kadîr sahibi bunu ihmalden uzak görmüþtür. Çünkü bunda meþekkat yeri yoktur. Namazý kýsaltmakta illet ise budur.
«Bir yerin iki yolu olup biri sefer müddetini doldurursa o yoldan giden namazýný kýsa kýlar.» Yani velev ki o yolu sahih bir maksatla tutmuþ olmasýn. Ýmam Þafiî buna muhaliftir. Nitekim Bedayi´de beyan edilmiþtir.
METÝN
Yolcu dört rekatlý farzý iki rekat kýlar. Böyle kýlmasý vaciptir. Çünkü Ýbn Abbas «Þüphesiz Allah, Peygamberinizin dilinden mukimin namazýný dört, yolcunun namazýný iki rekat olarak farz kýlmýþtýr» demiþtir. Onun için musannýf da ulemanýn «kýsaltýr» tabirini býrakarak dört rekatlý farzý iki rekat kýlar demiþtir. Çünkü iki rekat bize göre hakikatta kýsaltma deðil. onun farzýnýn tamamýdýr. Namazý dört rekat olarak ikmal o kimse hakkýnda ruhsat deðil bilâkis isaettir.
Ben derim ki: Buhari þerhlerinde þöyle denilmektedir: «Bütün namazlar seferde olsun hazarda olsun isrâ gecesinden ikiþer rekat farz kýlýnmýþtýr. Yalnýz akþam namazý müstesnadýr. Peygamber (s.a.v.) hicret edip Medine´ye yerleþince rekat sayýsý arttýrýlmýþtýr. Ancak kýraatý uzun olduðu için sabah namazý bir de gündüzün vitiri olduðu için akþam namazý arttýrýlmamýþtýr. Dört rekatlý namazlarýn farzýyeti karar kýlýnca Teâlâ hazretlerinin «Namazý kýsaltmanýzda size bir beis yoktur» ayeti kerimesi inerek yolculukta dörtlü farzlar hafifletilmiþtir. Namazýn kýsaltýlmasý hicretin dördüncü senesinde olmuþtur. Bununla delillerin arasý bulunmuþ olur.» Buharî þarihlerinin sözü burada sona erer.
ÝZAH
Musannýf «farz» tabiri ile sünnetlerden ve vitir namazýndan; «dört rekatlý» tabiri ile de sabah ve akþam namazlarýndan ihtiraz etmiþtir. Yolcunun dört rekatlý farzý iki kýlmasý vacip olduðu için dört kýlmasý bize göre mekruh olur. Hattâ rivayete göre Ýmam-ý A´zam «Kim yolda namazýný dört rekat kýlarsa isaette bulunmuþ ve sünnete muhalefet etmiþtir» demiþtir. Münhe Þerhi. Bu hususta ileride tafsilât gelecektir.
Ýbn Abbas hadisinin lâfzý sahih-i Müslim´den naklen Fethu´l-Kadîr´de þöyledir: «Allah namazý Peygamberiniz (s.a.v.)´in dilinden hazarda dört. seferde iki. korku anýnda da bir rekat olarak farz kýlmýþtýr.» Yine Fethu´l-Kadîr´de beyan olunduðuna göre Buhari ile Müslim´in rivayet ettikleri hazreti Âiþe hadisinde Âiþe (r.a.), «Namaz ikiþer rekat olarak farz kýlýnmýþtýr. Sonra seferde olduðu gibi býrakýlmýþ; hazar namazýna ziyade edilmiþtir» demiþtir. Buhari´nin bir rivayetinde ise «Namaz ikiþer rekat olarak farz kýlýndý. Sonra Peygamber (s.a.v.) hicret etti. Ve namaz dört rekat olarak farz oldu. Sefer namazý ise ilk þekliyle býrakýldý» demiþtir.
«Çünkü iki rekat bize göre hakikatta kýsaltýlma deðildir.» Bahýr sahibi diyor ki: «Ulemamýzdan bazýlarý bu meseleyi (kýsaltmak bize göre azîmet, ikmâl ise ruhsattýr) diye lakâblandýrmýþlarsa da Bedayi sahibi "bu lakâblandýrma bizim kaidemize göre hatadýr" demiþtir. Çünkü iki rekat yolcu hakkýnda bize göre hakiki kýsaltma deðildir. Bilâkis yolcunun farzýnýn tamamýdýr. Ýkmal (dört kýlmak) dahi onun hakkýnda ruhsat deðil, isaet ve sünnete muhalefettir. Bir de ruhsat bir arýzadan dolayý asli hükmü deðiþip hafifletilen ve kolaylaþtýrýlan þeydir. Yolcu hakkýnda doðrudan doðruya deðiþtirme mânâsý yoktur. Çünkü namaz aslýnda iki rekat olarak farz kýlýnmýþ; sonra mukim hakkýnda hazreti Âiþe (r.a.)´nin rivayet ettiði þekilde ziyade edilmiþtir. Mukim hakkýnda deðiþtirme olmuþ; fakat kolaylýk deðil. þiddet ve sertlik getirilmiþtir. Binaenaleyh bu onun hakkýnda da ruhsat deðildir. Ruhsat denilse bile bu kelime mecazdýr. Çünkü hakikat mânâlarýndan biri olan deðiþtirme mevcuttur.»
Akþam namazýna «gündüzün vitiri» denilmesi gündüze yakýn olduðundandýr. Yoksa o gündüz deðil, gece namazýdýr.
«Bununla delillerin arasý bulunmuþ olur.» Yani delillerin bazýsý yolculukta dört rekatlý farzlarý iki kýlmanýn asýl olduðuna, bazýlarý da bunun ârýzi olduðuna delâlet etmektedir. Bu deliller zamanlarýn deðiþmesine hamledilince çeliþki ortadan kalkar. Lâkin âþikârdýr ki Buhari þarihlerinden naklettiðibu ara bulma Þâfiî mezhebine göredir. Þâfiî´ye göre iki rekat olarak kýlmak ikmal deðil kýsaltmadýr. Çünkü bu iþ nasýl karar kýlýndý ise ona göre amel edilegelmiþtir. Karar kýlmasý ise namazýn seferde olsun hazarda olsun evvelâ dört rekat olarak farz kýlýnmasý, sonra seferde kýsaltýlmýþ olmasýdýr. Þâfiî´nin mezhebi bu yoruma göredir. Bu bizim mezhebimize muhaliftir. Hem bu yorum yukarýda hazreti Âiþe´den rivayet ettiðimiz muttefekunaleyh hadise de aykýrýdýr. Zira o hadis sefer namazýnda kesinlikle ziyade yapýlmadýðýna delâlet etmektedir. Ayete gelince: Bu ayetteki kýsaltmadan murad; namazýn þeklini ve fiilini korku zamanýnda kýsaltmaktýr. Nitekim bunu Münye þârihi ve baþkalarý izah etmiþlerdir.
METÝN
Yolcu, seferi sebebiyle âsi bile olsa yine namazýný kasreder. Çünkü mücâvir kubh meþruluðu ortadan kaldýrmaz. O kimse sefer müddetini yürüdü ise yolculuðun hükmü yaþadýðý yere dönünceye kadar devam eder. Yürümedi ise mücerret dönmek niyetiyle namazýný tamam kýlar. Zira sefer muhkemleþmemiþtir. Yahut namazda bile olsa hakikaten veya hükmen yarým ay oturmaya niyet edinceye kadar seferîdir. Bu namazýn henüz vakti çýkmamýþ ve kendisi de lâhik olmamýþ bulunmak þartýyledir. Hükmen ikamete niyet hakkýnda Bezzâziye ve diðer kitaplarda þöyle deniliyor: «Bir hacý Þam´a girer de oradan ancak kafile ile birlikte þevvalin ilk yansýnda çýkacaðýný bilirse namazýný tamam kýlar çünkü ikamete niyet eden gibidir.»
ÝZAH
Sefer sebebiyle âsi olmak. sefere isyan için çýkmakla olur. Meselâ yol kesmek niyetiyle yola çýkar. Burada Þâfiî rahimellah muhaliftir. Bu mesele seferde âsi olanýn hilâfýnadýr. Ma´siyet sefer esnasýnda ârýz olursa mesele ittifakidir.
«Çünkü mücavir kubh meþruluðu ortadan kaldýrmaz» hasen; güzel. kabih: çirkin fiil demektir. Güzel ve çirkin fiiller nevilere ayrýlýrlar. Çirkin fiil kabih liaynihi ve kabih ligayrihi olmak üzere iki kýsýmdýr. Kabih liaynihi: çirkinliði kendinden olan fiildir. Kabih ligayrihini ise çirkinliði baþkasýndandýr. Bu çirkinlik fiilin yanýnda ise ona mücâvir kubh derler. Mücâvir kubh fiilinden.ayrýlabilir. Meselâ cuma ezaný okunurken alýþ veriþ yapmak, cumaya gitmeyi terk olduðundan çirkindir. Ama saîden yani cumaya gitmekten ayrýlabilir. Zira cumaya gitmek bulunur da alýþ veriþ bulunmayabilir. Aksi de öyledir. Ýþte burada da kubh mücavirdir. Çünkü yol kesmek ve hýrsýzlýk bulunur da sefer bulunmayabilir. Bunun aksi de olabilir. Kabih liaynihi böyle deðildir. O gerek küfür gibi vazan kabih, gerekse hür insaný satmak gibi þer´an kabih olsun meþruiyeti tamamen ortadan kaldýrýr. Meselenin tam izahý usul-ü fýkýh kitaplarýndadýr.
«Yaþadýðý yere dönünceye kadar» ifadesinden murad; evlerinden ayrýldýðý þehirdir. Oraya gelip geçmek niyetiyle veya bir iþ görmek için girsin farketmez. Çünkü yaþadýðý þehir oturmak için taayyün etmiþtir. Ona niyet etmeðe hacet yoktur. Cevhere «yaþadýðý yer» tabirinde yanýlýyor gibi ona mulhak olan yerde dahildir. Nitekim bunu Kuhistânî ifade etmiþtir.
«Yürümedi ise mücerret dönmek niyetiyle namazýný tamam kýlar.» Velev ki sahrada olsun. Bunakýyasen ramazanda orucunu yemesi helâl olmamak gerekir. Velev ki bulunduðu yerle þehri arasýnda iki günlük mesafe bulunsun. Çünkü bu, muhkemleþmeden bozulmayý kabul eder. Henüz illet olmasý muhkemleþmemiþtir. Binaenaleyh mukim olmak arýzi olan seferi bozar. Namazý tam kýlmanýn iptidaen illeti deðildir. Bunu Fethu´l-Kadîr sahibi belirtmiþ, sonra inceleyerek þunlarý söylemiþtir: «Þayet; "illet, üç günlük yolu kastederek þehrin evlerinden ayrýlmaktýr. Üç günlük seferi tamamlamak deðildir. Buna delil; Mücerret bu maksatla sefer hükmünün sübut bulmasýdýr. Sefer hükmünün illeti tamam olmuþtur. Binaenaleyh mukim olmak hükmü sabit olmadan bunun hükmü sabit olur". denilirse cevaba muhtaç olur.» Bahýr sahibi bu tetkiki kuvvetli bulduðu ve cevabý bilemediði için «öyle anlaþýlýyor ki. þehre girmesi mutlaka lâzýmdýr» demiþtir. Nehir sahibi buna itirazla «Muayyen bir delili iptal etmek medlülü ibtal etmeyi gerektirmez» demiþtir.
Ben derim ki: Bana, þöyle cevap verilecek gibi geliyor: Hakikatta illet meþakkattýr. Sefer onun yerine geçirilmiþtir. Lâkin meþakkatýn illet oluþu ancak iptidaen ve bekaen illet olmasý þartýyledir. Ýptidaen illet olmasý üç günlük yola gitmeyi kastederek þehrin evlerinden ayrýlmasýdýr. Bakaen (yani devam itibarýyle) illet olmasý üç günlük yolu tamamlamasýdýr. Birinci þart bulunduðu vakit illetin hükmü iptidaen sabit olur. Onun için yolcu þehrin evlerinden mücerret niyetiyle ayrýlmakla namazýný kýsaltýr. Ama hükmü ancak ikinci þartla devam eder. Ýlletin muhkemleþmesi için bu þarttýr. Yolcu sefer müddetini tamamlamadan dönmeye niyet ederse illetin illet olarak kalmasý bâtýl olur. Zira muhkemleþmeden bozulmayý kabul eder. Ýptidadaki fiili ise sahih olmakta devam eder. Çünkü onun þartý mevcuttur. Bundan dolayýdýr ki, bir özür sebebiyle üç günlük mesafeye ulaþamayýp geri dönerse namazý kýsa olarak kaza eder. Nitekim evvelce arzetmiþtik.
«Namazda bile olsa» ifadesi, namazýn baþýnda. ortasýnda, sonunda bulunma hallerine ve keza yalnýz baþýna veya imama uyarak kýldýðý müdrik ve mesbuk hallerine þâmil olduðu gibi üzerinde secde-i sehiv bulunup selâm ve secdeden önce veya sonra mukim olmaða niyet ettiði hallere de þâmildir. Ama selâmla secde arasýnda niyet ederse bu namaza nisbetle izah yeti sahih olmaz. Farzý dört rekata deðiþmez. Nitekim bunu. babýnda izah etmiþtik.
«Bu, namazýn henüz vakti çýkmamýþ» yani mukim olmaða niyet etmeden önce vakti çýkmamýþ olmak þartýyledir. Çünkü bir rekat kýldýktan sonra mukim olmaða niyet eder de sonra vakit çýkarsa farzý dört rekata döner. Ama namazda iken vakit çýkar da sonra mukim olmaða niyet ederse o namaz hakkýnda hüküm deðiþmez. Nitekim Hülâsa´dan naklen Bahýr´da böyle denilmiþtir,
«Kendisi de lâhik olmamak þartýyledir.» Misafir imama uyan lâhik, namazýn baþýna yetiþir de abdesti bozulur veya uyur da imam namazýný bitirdikten sonra uyanýr ve mukim olmaða niyet ederse namazýný dört rekat üzerinden tamamlamaz. Çünkü hüküm itibariyle lâhik imamýn arkasýnda gibidir. Ýmam namazdan çýkýnca farz muhkemleþmiþtir. Artýk imam hakkýnda deðiþmez, lâhik hakkýnda da öyledir. Bunu Hülâsa´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. O lâhikin hükmünü «imam namazdan çýktýktan sonra» diye kayýtlamýþ. þârih ise bunu terketmiþtir.
«Bir hacý Þam´a girer de oradan ancak kafile ile birlikte þevvalin yarýsýnda çýkacaðýný bilirse namazýnýtamam kýlar.» Yani þevvalin baþýnda veya daha önce Þam´a girer de hac kafilesinin oradan ancak onbeþ gün sonra çýkacaðýný bilir ve onlarla birlikte çýkmaya niyet ederse namazýný dört rekat üzerinden tamam kýlar. Bunu Muhit´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Bu hakikaten deðil, mukim olmaða niyet sayýlýr. Çünkü onbeþ günden sonra yola çýkmaða niyet etmiþtir. Bu, o müddet zarfýnda orada mukim olmaða niyeti tazammun eder.
METÝN
Yarým ay oturmaða niyet ettiði yer bir olup oturmaða elveriþli kasaba, köy veya islâm diyarýnýn sahrasý, kendisi de çadýr halkýndan olmalýdýr. Buna yani yarým aydan daha az oturmaða niyet ederse namazlarýný kýsa kýlar. Yahut yarým ay oturmaða niyet eder; fakat o yer deniz veya ada gibi oturmaða elveriþli olmazsa veya elveriþli yerde oturmaða niyet eder; ancak Mekke ve Mine gibi iki müstakil yer olursa misafir namazý kýlar. Bir hacý Zilhicce´nin on gününde Mekke´ye girerse mukim olmaða niyeti sahih olmaz. Çünkü Mina´ya ve Arafat´a çýkacaktýr. Binaenaleyh mukim olmaða yerinde niyet etmemiþ gibi olur. Mina´dan döndükten sonra niyeti sahih olur. Nitekim birinde gecelemeye niyet etse yahut hükmen bir olduklarý için sakinlerine cuma farz olacak þekilde biri diðerine tâbi olsa hüküm yine budur.
ÝZAH
Yarým ay oturmaða niyet ettiði yer bir olup oturmaða elveriþli olacaktýr. Bu hüküm üç gün yürüdüðüne göredir. Üç gün yürümezse sahrada bile olsa ikamet niyeti sahihtir. Burada evvelce bahsettiðimiz inceleme vardýr. Bahýr.
Biz bunun cevabýný da vermiþtik. Hâsýlý müddet tamam olmadan mukim olmaða niyet etmek seferi bozar. Meselâ memleketine dönmeye niyet etmek böyledir. Sefer muhkemleþmeden bozulmayý kabul eder.
«Ýslâm diyarýnýn sahrasý» tabiri dar-ý harbin sahrasýndan ihtiraz içindir. Dar-ý harbin sahrasýna girenin hükmü onlarýn topraðýna giren askerin hükmü gibidir. T.
«Kendisi de çadýr halkýndan olmalýdýr» ifadesi «islâm diyarýnýn sahrasý» nin kaydýdýr. Esah olan budur. Nitekim metinde kendisinden ihtiraz ettiði þeyle beraber gelecektir.
«Yarým aydan daha az oturmaða niyet ederse namazlarýný kýsa kýlar.» Zâhirine bakýlýrsa velev bir saat az olsun. Bu ifade ile yukarýda geçen ihtirazý kayýtlarýn nelerden ihtiraz olduðunu beyana baþlamaktadýr. T.
Deniz oturmaða elveriþli bir yer deðildir. Müçtebâ sahibi þöyle diyor: «Denizci misafirdir. Ancak imam Hasan´a göre misafir deðildir. Onun gemisi de vatan deðildir.» Bahýr. Bu ibarenin zâhirine bakýlýrsa velev ki denizcinin ailesi ve malý kendisiyle beraber gemide olsun gemi vataný deðildir. Sonra bunu Mirac´ta açýk olarak gördüm. Adadan maksat; insan yaþamayan adadýr.
«Ancak Mekke ve Mina gibi iki müstakil yer olursa misafir namazý kýlar.» Bu hususta iki þehirle iki köy ve bir þehirle bir köy arasýnda fark yoktur. Bahýr.
«Bir hacý Zilhiccenin on gününde Mekke´ye girerse...» bu mesele hacýnýn Þam´a girmesimeselesinin aksinedir. Çünkü Þam´a giren mukim olmaða niyet etmese bile hükmen mukim olur. Bu ise ikamete niyet etse bile hükmen misafirdir. Zira onbeþ gün geçmeden çýkmak niyetinde olunca onun*seferi sona ermemiþtir. Bunu Rahmetî söylemiþtir.
Derler ki: Ýsa. b. Ebâ´nýn fakih olmasýna sebep bu meseledir. Ýsa daha evvel hadis okumakla meþgulmüþ. Hikâyeyi kendisi þöyle anlatmýþ: «Zilhiccenin ilk on gününde bir arkadaþýmla Mekke´ye girdim. Ve orada bir ay kalmaða niyet ettim. Namazlarýný da dört rekat üzerinden tamamlamaða baþladým. Derken Ebû Hanife´nin ashabýndan biri bana rastlayarak, "Sen hata ediyorsun; çünkü Mina´ya ve Arafat´a çýkacaksýn" dedi. Mina´dan döndüðümde arkadaþým çýkmaða niyet etti. Ben de ona arkadaþlýk etmek istedim ve namazlarý kýsa kýlmaða baþladým. Ebû Hanîfe´nin talebesi bana yine. "Hata ettin; çünkü sen Mekke´de mukimsin. Oradan çýkmadýkça misafir olamazsýn." dedi. Kendi kendime, "Ben meselede iki yerde hata ettim" dedim. Ve imam Muhammed´in ilim meclisine dönerek fýkýhla meþgul oldum.» Bedayi sahibi diyor ki: «Biz bu hikâyeyi ancak ilmin kýymeti bilinsin de talebenin raðbetine sebep olsun diye naklettik» Bahýr.
Ben derim ki: Bu hikâyeden þu anlaþýlýyor. Ýsa´nýn ikamete niyet etmesi ancak Mekke´ye döndükten sonra yürürlüðe girmiþtir. Çünkü o esnada çýkma niyeti olmaksýzýn onbeþ gün bulunmuþtur. Arafat´a çýkmazdan öncesi böyle deðildir. Zira onbeþ gün tamam olmadan çýkmaða niyetli olunca mukim sayýlamaz. Ýhtimal ki, döndükten sonra ikamet niyeti yenilenmiþtir. Bu izahatla Allâme Aliyyülkâri´nin lübab þerhinde yaptýðý itiraz sâkýt olur. itiraz þudur: «Ebû Hanîfe´nin talebesinin sözünde çeliþki vardýr. Zira evvelâ Ýsa´nýn misafir olduðuna, sonra mukim olduðuna hükmetmiþtir. Halbuki mesele hali ile birdir. Metinlerden anlaþýldýðýna göre birinde yarým aya niyet etmiþ olsa sahihtir. O zaman Arafat´a çýkmasý zarar etmez. Çünkü hiç çýkmayacak þekilde peþi peþine yarým ay olmasý þart deðildir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ýtirazýn sâkýt olmasý þöyledir: Peþi peþine olmasý, niyeti baþka yere çýkmak olmadýðýna göredir. Zira iki yerde oturmaða niyet etmiþ olur. evet, Mina´dan döndükten sonra niyeti sahihtir. Çünkü bir yerde yarým ay kalmaða niyet etmiþtir. Allah´u âlem.
«Nitekim birinde gecelemeye niyet etse hüküm budur.» Evvelâ gündüz oturmaya niyet ettiði yere girerse mukim olmaz. Gecelemeye niyet ettiði yere girerse mukim olur. Sonra oradan baþka yere çýkmakla misafir olmaz. Çünkü kiþinin ikamet yeri gecelediði yerdir. Hýlye.
«Biri diðerine tâbi olsa hüküm yine budur.» Þehre yakýn olup ezaný iþitilen köy böyledir. Nitekim cuma bahsinde gelecektir.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Ýki yer bir þehirden yahut bir köyden madud olursa niyet sahihtir. Zira bu iki yer hükmen birdir. Görmez misin ki o yere misafirliðe gitse namazlarýný kýsaltmaz.» T.
METÝN
Yahut köle ve kadýn gibi reyinde müstakil olmazsa veya bir beldeye girip de ikamet müddetini orada geçirmeðe niyet etmez bilâkis yarýn öbürgün yolculuðu bekler durursa bu minval üzere senelerce orada kalsa misafir hükmündedir. Meðer ki yukarýda geçtiði gibi kafilenin yarým aygecikeceðini bilmiþ olsun. Keza dar-ý harbe giren veya orada bir kaleyi muhasara altýna alan asker de (dört rekatlý namazlarý) iki rekat kýlar. Dâr-ý harbe pasaportla giren kimse bunun gibi deðildir. O namazýný tam kýlar. Yahut asker islâm memleketinde bâðileri þehirden baþka bir yerde muhasara edip sefer müddetine niyet etmiþ bulunursa yine namazýný iki rekat olarak kýlar. Çünkü kararla firar arasýnda tereddüt halindedir. Bedevîlerle Türkmenler gibi çadýrlarda yaþayanlar bunun hilafýnadýr. Bunlar çölde ikamete niyet ederlerse esah kavle göre caiz olur. Yanlarýnda ikamet müddetince kendilerine yetecek kadar su ve o yerde çimen bulunursa fetva bununla verilir. Çünkü mukim olmak asýldýr. Meðer ki aralarýnda sefer müddeti olan bir yere gitmeye kastetsinler. Bu taktirde sefere niyet ederlerse namazlarý kýsa kýlarlar. Aksi taktirde tam kýlarlar. Onlarla birlikte baþkalarý ikamete niyet ederse esah kavle göre sahih olmaz.
ÝZAH
Köle ve kadýn gibi reyinde müstakil olmayanýn sureti: Tâbi olanýn ikamete niyet edip matbuun niyet etmemesi, yahut halini bilmemesidir. Böylesi, namazlarýný kýsaltarak kýlar. H. Bu mesele þartlarý ve hilâfý beyan edilmek suretiyle ileride gelecektir.
Musannýf «veya orada bir kaleyi muhasara altýna alan asker» sözü ile muhasarada þehre girdikten sonra þehirle kale arasýnda bir fark olmadýðýna iþaret etmiþtir. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Bunun bir misli de, þehri muhasara deniz sathýndan yapýlmasýdýr. Çünkü deniz sathýna da dâr-ý harb hükmü verilir. Bunu nazmý Hâmilî þerhinden Hamevî nakletmiþtir. T.
Dâr-ý harbe pasaportla giren namazýný tamam kýlar. Çünkü verdikleri eman ve serbesti sebebiyle küffar ona taarruz etmezler. Bunu Bahýr sahibi Nihaye´den nakletmiþtir. T.
«Þehirden baþka bir yerde» kaydý burada olduðu gibi el´Camiu´s-Saðîr, Hidâye, Kenz ve diðer kitaplarda da vardýr. Bu kayýt þehre inerek orada bir kaleyi muhasara ederlerse mukim olmaða niyet edebilirler zannýný vermektedir.
Mirâc sahibi diyor ki: «Lâkin Mebsut´un mutlak ifadesi böyle olmadýðýný gösteriyor.» Mirâc sahibi bunun izahý hususunda sözü hayli uzatmýþtýr. Ýnâye´de dahi bunun bir kayýt olmadýðý bildirilmiþtir. Nitekim aþaðýdaki ta´lil de bunu iktiza eder. Þurunbulâlî Mebsut´un ibaresini zikretmiþ; metninde dahi bu yoldan yürümüþtür.
«Çünkü kararla firar arasýnda tereddüt halindedir.» Yani kaçýp kaçmamak arasýnda mütereddit olduklarýndan halleri azîmet haline aykýrýdýr. Bu mutlak ibare zafer islâm askerinin olmasý haline de þâmildir. Zira küffar üzerine. yardým yetiþmesi veya pusu kurmuþ olmalarý ihtimal dahilindedir. Nitekim Fethu´l-Kadîr´de böyle denilmiþtir.
Bahýr´da Tecnis´den naklen þöyle denilmektedir: «Müslümanlar harbettikleri þehri alýrlar da yurt edinirlerse namazlarýný (dört rekat olarak) tamam kýlarlar. Böyle olmaz da orada bir ay yahut daha fazla kalmak isterlerse namazlarýný kýsaltýrlar. Zira orasý hala dâr-ý harbtir. Kendileri orada harbetmektedirler. Birinci böyle deðildir.»
T E N B Ý H : Kâfirlerden bir esir kaçarak bir maðaraya yerleþir ve orada yarým ay kalmaya niyetederse mukim olmaz. Nitekim kâfirler onun müslüman olduðunu anlar da onlardan kaçarak sefer mesafesi bir yere gitmek islerse niyeti muteber ´olmaz. Hülâsa ve Hâniye´de böyle denilmiþtir. Birincinin vechi Fethu´l - Kadîr´in ifadesinden anlaþýldýðý gibi halinin mütereddit olmasýdýr. Çünkü müddet tam olmadan fýrsat bulursa çýkar. ikincisi müþkildir. Münye þerhinde «niyeti muteber olmaz» sözü sefere deðil, «ikamete niyeti muteber olmaz» mânâsýna hamledilmiþtir. Yoksa Tatarhaniye´de Muhit´den naklen açýklandýðýna göre o kimse namazýný seferi olarak kýlar. Keza Zahîre´de ikinci meselenin hükmühükmü gibi verilmiþtir. Böylece her iki surette namazý kýsaltmak lâzým geldiði anlatýlmýþtýr. Çadýrlarda yaþayanlar çölde ikamete niyet ederlerse esah kavle göre caiz olur. Bazýlarý namazlarýný seferi olarak kýlacaklarýný söylemiþ «çünkü çöl o anda ikamet yeri deðildir» demiþlerdir.
«Çünkü mukim olmak asýldýr» cümlesi, «esah kavle göre caizdir» ifadesinin illetidir. Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bedayi sahibinin sözünden anlaþýlýyor ki, çadýrlarda yaþayanlar mukim olmak için niyete muhtaç deðildirler. Çünkü ovalarý onlar için þehir ve köyler hükmünde tutmuþtur. Bir de insan için mukim olmak asýldýr. Sefer ârýzidir. Çadýrlar halký sefere niyet etmezler. Onlar ancak bir su baþýndan diðerine, bir meradan baþka meraya intikal ederler.» «Onlarla birlikte baþkalarý ikamete niyet ederse esah kavle göre sahih olmaz.» Ýmam Ebû Yusuf´dan bir rivayete göre mukim olur. Bunu Halebî Bahýr´dan nakletmiþtir.
METÝN
Hasýlý: Namazý tam kýlmanýn þartlarý altýdýr. Bunlar: Niyet, müddet, reyinde müstakil olmak, yürümeyi terketmek, yerin bir olmasý ve yerin ikamete elveriþli bulunmasýdýr. Kuhistanî.
Yolcu. namazýný dört rekat üzerinden tamamlarsa ilk oturuþta oturduðu taktirde farzý tamam olur. Lâkin bunu kasten yaparsa selâmý te´hir, vacip olan kýsaltmayý ve vacip olan nâfile iftitah tekbirini terkettiði ve nâfileyi farza karýþtýrdýðý için isaet etmiþ olur. Bu zikredilenler helâl deðildir. Nitekim Kuhistânî isaeti günaha girmek ve cehenneme müstehak olmak diye tefsir ettikten sonra bunu izah etmiþtir.
ÝZAH
Hasýlý musannýfýn sözünden mukim olmanýn þartlarý anlaþýlmýþtýr. Ancak yürüyüþü terketmenin þart olduðu anlaþýlmamýþtýr. Hýlye´de bu þartlara bir þart daha ilâve edilmiþtir ki, o da halinin. niyetine zýt olmamasýdýr. Nitekim ulema bunu birçok meselelerde açýklamýþlardýr. Meselâ bir beldeye hacet için giren meselesiyle asker meselesi böyledir. Sonra bu þartlar sefer müddeti tahakkuk ettikten sonra namazý tam olarak kýlmanýn þartlarýdýr. Yoksa üç günlük yolu yürümeden seferi yarýda býrakmak niyetiyle memleketine dönmek isterse evvelce görüldüðü vecihle namazlarýný tamam kýlar. Keza unuttuðu bir haceti almak için memleketine dönerse hüküm yine budur. Nitekim ileride bundan bahsedeceðiz.
«Yürümeyi terk etmek» ten murad; ovada olup gireceði þehir veya köyde ikamete niyet etmektir. Ama konacak yer aramak için giderken bir þehire veya köye girer de bu þeyler bulunursa niyetininsahih olmasý gerekir. Hýlye.
«Ýlk oturuþta oturduðu taktirde farzý tamam olur.» Çünkü yolcunun iki rekatta oturmasý farzdýr. Bu onun namazýnýn sonudur. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Musannýf bununla kýraatýn mutlaka ilk iki rekatta okumasý lâzým geldiðine iþaret etmiþtir. Ýlk iki rekatta yahut bunlarýn birinde terk eder de son rekatlarda okursa farzý sahih olmaz.» Bahýr sahibi sözünü mutlak olarak söylemiþtir, Binaenaleyh dört veya iki rekat kýlmaya niyet ettiði hallere þâmildir.
Dürer´in ifadesi buna muhaliftir. Dürer´de «iki rekata niyet etmek þarttýr» denilmiþtir. Bahýr sahibinin sözünü mutlak býrakmasý. Þurunbulâliye´de «Rekat sayýsýna niyet etmek þart deðildir» denildiði içindir. Bir de Zeyleî´nin secde-i sehiv babýnda açýklandýðýna göre yanýlan kimse namazdan çýkmak için selâm verse secde-i sehiv yapar. Çünkü meþru olan bir þeyi deðiþtirmek istemiþtir. Binaenaleyh niyeti hükümsüz kalýr. Nasýl ki öðle namazýna altý rekat diye niyetlense yahut misafir öðleye dört rekat olarak niyetlense niyeti hükümsüz kalýr. Bunu. Ebû´s - Suud þeyhinden nakletmiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Cevhere´de bunun Ebû Yusuf´a göre sahih olduðu Ýmam Muhammed´e göre sahih olmadýðý kaydedilmektedir. «Vacip olan kýsaltmayý» ifadesinden açýkça anlaþýlýyor ki, misafirin dört rekatlý farz iki rekat kýlmasý tarz deðil, vaciptir. Nitekim Münye þerhinden bu manâda sözler nakletmiþtik. Buradaki vacip tabiri farz mânâsýna olsa idi otursa bile sahih olmazdý. Sonra vacip olan kýsaltmayý terketmek, selâmý, nâfile tekbirini terketmeyi ve nâfileyi farza karýþtýrmayý istilzam eder. Þârihin sözünden anlaþýlan. bunlardan fazla olarak kýsaltmayý terkettiði için ayrýca günaha girmesidir. «Ve vacip olan nâfile iftitah tekbirini terkettiði için isaet etmiþ olur.» Çünkü nâfileyi farz üzerine bina etmek (eklemek) mekruhtur. Nâfileyi farza karýþtýrmak da budur. Rahmeti.
Lâkin þârihin «Nâfileyi farza karýþtýrdýðý için» demesi bunun öncekinden baþka olmasýný iktiza eder. Ve þöyle olmasý lâzým gelir: Nâfile namaza yeni bir tekbirle boþlamak vaciptir. Halbuki nâfileyi nâfileye eklemek mekruh deðildir. Bunu Tahtavi söylemiþtir.
Kuhistâni isaeti günaha girmek diye tefsir ettiði gibi Bahýr sahibi de günaha girmek olduðunu açýklamýþtýr. Bundan anlaþýlýr ki, burada isaetten murad, kerahet-i tahrimiyedir. Rahmetî. Cehenneme müstahak olmasý tevbe etmediðine yahut Teâlâ Hazretleri afvetmediðine göredir. T.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:31:34
METÝN
Ýki rekattan fazlasý nâfiledir. Ve sabah namazýný dört rekat kýlan gibi olur. Ýlk oturuþta oturmazsa farzý bâtýl olur. Ve kýldýðý rekatlarýn hepsi nâfile olur. Çünkü farz olan oturuþu terketmiþtir. Ancak üçüncü rekatýn secdesine varmadan mukim olmaða niyet ederse iþ deðiþir. Lâkin kýyam ve rükûu tekrarlar. Zira nâfile olarak yapýlmýþlardýr. Farzýn yerini tutamazlar. Secdede mukim olmaya niyet ederse namazý nâfile olur.
Vakit içinde ve dýþýnda mukimin misafire uymasý sahihtir. Esah kavle göre mukim namazýný tamamlamaya kalktýðýnda kýraatý okumaz; secde-i sehiv de yapmaz. Çünkü o lâhik gibidir. Her iki oturuþ ona farzdýr. Bazýlarý deðildir, demiþlerdir Kýnye.
ÝZAH
«Ve kýldýðý rekatlarýn hepsi nâfile olur.» Yani üçüncü rekatýn secdesine gitmekle nâfile olur. Çünkü secdeden evvel geri dönebilirdi. Bu hüküm Þeyhayna göredir. Þuna binaen ki vasýf bâtýl olunca asýl bâtýl olmaz. Ýmam Muhammed buna muhaliftir.
«Çünkü farz olan oturuþu terketmiþtir.» Bu söz farzýn bâtýl olmasýnýn illetidir. Sonra oturuþ nâfilede dahi farz ise de, namaz kýlan kimse onu çift rekatýn sonunda yapmayýnca farz son oturuþ olur. Nitekim bunu nâfileler babýnda beyan etmiþtik.
«Ancak üçüncü rekatýn secdesine varmadan mukim olmaya niyet ederse iþ deðiþir.» Yani mukim olmaya üçüncü rekatýn secdesinde niyet ederse niyeti sahih olur. Ve farzý dört rekata döner. Sonra ilk iki rekatta kýraatý okuduysa son rekatlarda okuyup okumamakta muhayyerdir. Okumadýysa ilk rekatlarýn kýraatýný kaza olmak üzere okur. Bütün bu hususlarda ilk oturuþta oturup oturmamasý müsavidir. Þu halde istisna iki meseleye racidir. Ama üçüncü rekatýn secdesine vardýktan sonra niyet ederse bakýlýr: Þayet ilk oturuþta oturduysa biliyorsun ki iki rekatla onun farzý tamam olmuþtur artýk deðiþmez; o rekata bir rekat daha ilâve eder. Bozarsa da bir þey lâzým gelmez. Ýlk oturuþta oturmadýysa farzý bâtýl olur. Kýldýðý rekata bir rekat daha ilâve ederek dört rekat nâfile olur. Yukarýda geçtiði vecihle Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Tahtavi´nin Bahýr´den naklettiði ibarenin hülâsasý budur. Þârih bu istisna ile þunu anlatmýþ oluyor ki, musannýfýn «Farzý bâtýl olur» sözü, "katî olarak deðil, mevkuf olarak bâtýl olur"; mânâsýnadýr. Aksi taktirde niyeti sahih olmaz.
«Secdede mukim olmaya niyet ederse namaz nâfile olur.» Yani üçüncü rekatýn secdesinde niyet ederse namaz nâfile olur. Bu hüküm Ýmam Ebû Yusuf´un mezhebine göredir. Ona göre secde, alnýný yere koymakla tamamlanýr. Sahih olan Ýmam Muhammed´in mezhebidir ki, secde ancak alnýný yerden kaldýrmakla tamam olur. Bu surette farzý esah kavle göre dört rekata inkýlabeder. H. Yani ister ilk oturuþta otursun ister oturmasýn farketmez. Ebû Yusuf´un kavline göre ise oturduðu taktirde farzý iki rekatla tamam.olur. Aksi taktirde bütün namaz nâfileye inkýlabeder. Binaenaleyh «nâfile olur» sözü, oturmadýðý zamana mahsustur.
«Esah kavle göre mukim namazýný tamamlamaða kalktýðýnda kýraatý okumaz.» Yani misafir imam selâm verdikten sonra kalktýðýnda okumaz. Daha evvel kalkar da üçüncü rekatýn secdesine gitmeden imam ikamete niyet ederse kýldýðý rekat hükümsüz kalýr; ve imama tâbi olur. Bunu yapmazsa namazý fâsit olur. Üçüncü rekatýn secdesini yaptýktan sonra imam ikamete niyet ederse ona tâbi olmaz. Olursa namazý bozulur. Nitekim Fethu´l-Kadîr´de beyan olunmuþtur. Esah kavil kýraatý okumamasýdýr. Hidaye´de de böyle denilmiþtir. Secde-i sehiv gibi kýraat da vaciptir» diyenler olmuþsa da bu kavil zaiftir. Buna secde-i sehivin vacip olmasýný þahit getirmek zaif ile istiþhad olur ve meselenin muttefekunaleyha olduðu zannýný verir. Þurunbulâliye.
«Bazýlarý "deðildir" demiþlerdir.» Yani bazýlarý «ilk oturuþ ona farz deðildir» demiþlerdir. H.
METÝN
Esah kavle göre iki tarafa selâm verdikten sonra imamýn «siz namazýnýzý tamamlayýn! Çünkü benmisafirim» demesi menduptur. Bu söz.Hâniye ve diðer kitaplardakine muhaliftir. Onlarda imamýn halini bilmek þarttýr denilmiþtir. Lâkin Hindî´nin Hidâye haþiyesinde «þart olan imamýn halini kýsmen bilmektir. Ýptida halinde bilmek þart deðildir» deniliyor. Ýrþâd þerhinde; «Ýmam namaza baþlamadan cemaata haber vermesi gerekir. Aksi taktirde selâm verdikten sonra haber verir» denilmektedir. imamýn bunu demesi yanýldý zannýný defetmek içindir. Ýmam -hakikatta deðil de- mukim olan cemaatýn namazýný tamamlamak için ikamete niyet ederse mukim olmaz. Misafirin mukime uymasý ise vakit içinde sahih olur; ve o namazý tamam kýlar. Deðiþen namazlarda vakit çýktýktan sonra uyamaz. Çünkü ilk iki rekatta oturuþ hakkýnda farz kýlan nâfile kýlana uymuþ sayýlacaðý gibi son rekatlarda ise kýraat hakkýnda farz kýlan nâfile kýlana uymuþ olur.
ÝZAH
Musannýfýn buradaki sözünün Haniye ve diðer kitaplardakine muhalif olmasýnýn vechi þudur: Ýmama uymanýn sahih olmasý için onun. misafir mi mukim mi olduðunu bilmek þart olursa, imamýn «siz namazýnýzý tamamlayýn!» demesinin bir faydasý kalmaz. Çünkü akla hemen gelen, þartýn namaza boþlarken bulunmasýdýr. Yanýldý zannýný def için imamýn bu sözü söylemesinin müstehap olduðuna bütün ulemanýn ittifak etmesi, iptidada halini bilmenin þart olmasýna aykýrýdýr.
Þârihin «Lâkin Hindî´nin Hidaye þerhinde þöyle denilmiþtir ilh...» ifadesini Nihâye, Sirâc ve Tatarhâniye sahipleri sual þeklinde iradetmiþ; sonra buradaki cevap mânâsýnda sözler söylemiþlerdir. Bunun hülâsasý; imamýn halini bilmenin þart olduðunu kabuldur. Yalnýz bunun namaza baþlarken olmasý lâzým deðildir. Namaza baþlarken cemaat imamýn halini bilmediklerine göre imamýn haber vermesi mendup olmuþtur. O zaman muhalefet yoktur.
Cemaatýn namazlarýný ýslah, bu bildirme ile hasýl olur. Böyle olunca. bildirmek imama vacip olmak lâzým gelirken burada vacip olmamasý taayyün etmediði içindir. Zira cemaatýn namazlarýný tamamlayýp sonra sormalarý gerekir. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Yahut imam iki rekatta selâm verince onun bu hali misafir olduðunu gösterir. Çünkü müslümanýn halini salâha hamletmek icabeder. Onun için haber vermek vacip deðil, mendup olmuþtur. Zira Ýnâye´de denildiði gibi. bu fazladan bir bildirmedir.
Ben derim ki: Lâkin imamýn halini salâha hamletmek, bilmenin þart olmasýna aykýrýdýr. Evet. Bahýr´da Mebsut ve Kýnye´den naklen kýsaca þöyle denilmiþtir: «Ýmam bir þehir veya köyde namazý iki rekat kýlar da cemaat onun halini bilmezlerse namazlarý fasit olur Velev ki yolcu olsunlar. Çünkü zâhire göre mukim yerinde olan bir kimsenin hali mukim olmaktýr. Hükmü zâhire göre vermek aksi zuhur edinceye kadar vaciptir. Fakat þehir haricinde kýlarsa namazlarý fasit olmaz. Böyle yerde sefer zâhir olduðundan onunla amel etmek caizdir. Hâsýlý: Ýmam, mukim yerinde cemaata namazý iki rekat kýldýrýrsa cemaatýn onun halini bilmeleri þarttýr. Aksi taktirde þort deðildir.
«Ýmamýn, namaza baþlamadan cemaata haber vermesi gerekir.» Çünkü cemaat arasýnda onun halini bilmeyenler bulunabilir. Þayet imam selâm verdikten sonra haber verirse o haber vermeden bunlar namazý bozuldu zannýyle konuþabilirler.
Bazýlarý «Ýmam bir tarafýna selâm verdikten sonra halini cemaata haber verir» demiþlerdir. Makdisî «Bizim namazýmýzda bu kavli tercih gerekir» diyor, T.
«Ýmam hakikatta deðilde mukim olan cemaatýn namazýný tamamlamak için ikamete niyet ederse mukim olmaz. Bu taktirde mukim olan cemaat onunla birlikte namazlarýný tamamlarlarsa namaz bozulur. Çünkü bu, farz kýlanýn nâfile kýlana uymasý sayýlýr. Zahiriye. Yani cemaat imama tâbi olmak maksadýyla namazlarýný tamamlarsa namaz bozulur. Fakat ondan ayrýlmaya niyet eder de þeklen muvafakatta bulunurlarsa bozulmaz. Bunu Hayreddin Remlî söylemiþtir.
Misafirin mukime uymasý meselesi metindekinin aksidir. Bu meseleyi Kenz ve diðer kitaplar zikretmiþlerdir. (Þârihimiz de onlardan almýþtýr. Musannýf ise onu imamlýk bâbýnda beyan ettiði için burada bahse lüzum görmemiþtir.
«Misafirin mukime uymasý vakit içinde sahih olur.» Vakit ister o namaza kâfi gelsin isterse tamamlanmadan çýksýn farketmez. Çünkü imama tâbi olmakla o kimsenin namazý deðiþmiþtir. Þayet o namazý bozarsa deðiþtirici kalmadýðý için iki rekat kýlar. Ama mukime nâfile niyetiyle uyarsa iþ deðiþir. O zaman namazý bozduðu taktirde dört rekat olarak kýlar. Zira imamýn kýldýðý namazý iltizam etmiþtir. Ve ilk oturuþ cemaat olan misafir hakkýnda da vacip olur. Hattâ onu imam kasten bile olsa terkederse misafir kendisine tâbi olduðu taktirde fetvaya göre namazý bozulmaz. Bozulur diyenler de olmuþtur. Sirac´da böyle denilmiþtir. Ama bunun bir vechi yoktur. Nehir.
Vakit çýktýktan sonra ise mukime uymasý sahih olamaz. Çünkü sebep yani vakit geçtiði için artýk deðiþme yoktur, Fakat bu hüküm namaz hem imam hem cemaat hakkýnda kazaya kaldýðýna göredir. Yalnýz imam hakkýnda kazaya kalýrsa ona uyabilir. Bu, bir Hanefî´nin öðle namazýnda Þâfi´ ye uymasý yahut eþyanýn gölgesi zevalden sonra bir misli olup iki misli olmazdan önce imameynin kavli ile amel etmesi gibi olur. Nitekim Sirâc´da beyan olunmuþtur.
Bahýr sahibi diyor ki; «Bu güzel bir kayýttýr. Lâkin evlâ olan, namazýn yalnýz cemaat olan hakkýnda kazaya kalmasýný þart koþmaktýr. îmamýn namazý kalsýn kalmasýn farketmez. Meselâ bir kimse öðle namazýnýn bir rekatýný kýldýktan sonra vakit çýkar da misafir ona uyarsa bu namazýn yalnýz misafir hakkýnda vakti geçmiþtir. Mukim hakkýnda geçmemiþtir.» Yani imama uymak sahih olmaz. Lâkin namazýn yalnýz cemaat hakkýnda kazaya kalmasý þart deðildir. Her ikisi hakkýnda kazaya kalmasý da evleviyetle öyledir.
«Çünkü ilk iki rekatta oturuþ hakkýnda farz kýlan nafile kýlana uymuþ sayýlýr.» Ýlk oturuþ cemaat olan hakkýnda farz. imam hakkýnda farz deðildir. Nâfileden murad da budur. Zira nâfile farzýn mukabili olan þeydir. Binaenaleyh vacip olan oturuþ da onda dahildir. Bahýr.
«Yahut son rekatlarda ise kýraat hakkýnda farz kýlan nâfile kýlana uymuþ olur.» Çünkü son rekatlarda kýraat imam hakkýnda nafile; cemaat olan hakkýnda farzdýr. Ýmam ilk iki rekatta kýraat terk eder de misafir kendisine son iki rekatta uyarsa bu hususta iki rivayet vardýr. Metinlerin muktezasý mutlak surette sahih olmamaktýr. Muhit´de þöyle denilmiþtir: «Zira son rekatlarda kýraat ilk rekatlardakinin kazasýdýr. Kaza, mahalline iltihak eder. Ve son rekatlar için kýraat kalmaz.» Bahýr.
TENBÝH: Zeyleî burada «yahut tahrime hakkýnda» ifadesini ziyade etmîþtir. Bu sözü Sirâc sahiib haþiyelere nisbet etmiþtir. Þu halde son oturuþta imama uymasý buna dahildir. Bu da sahih deðildir. Çünkü tahrimesi ilk oturuþun ve kýraatýn nâfile oluþuna þâmildir. Ýmam bunun hilâfýnadýr Sirâc sahibinin «Zira cemaat olanýn tahrimesi yalnýz farza þâmildir; baþkasýna þâmil deðildir.» sözünün mânâsý budur. Bahýr sahibinin «bu söz zahir deðildir» demesi, zâhir deðildir. Tamamý Nehir´dedir.
Ben derim ki: O halde tahrimeyi zikretmek, oturuþu ve kýraatý söylemeye hacet býrakmaz. Ta´lil ona da þâmildir. Zira imama uymak namazýn bütün cüzlerine þâmildir. Yalnýz son oturuþa mahsus deðildir.
METÝN
Emniyet ve karar halinde olursa misafir sünnet namazlarý kýlar. Aksi taktirde yani korku ve firar halinde onlarý kýlmaz. Muhtar kavil budur. Çünkü bu, özürden dolayý terketir. Tecnis.
Bazýlarý «bundan yalnýz sabah namazýnýn sünneti müstesnadýr.» demiþlerdir.
Farzý deðiþtirmede muteber olan vaktin sonudur. ki o da tahrime sýðacak kadar zamandýr. Eðer mükellef bir kimse vaktin sonunda misafir ise iki rekat. misafir deðilse dört rekat kýlmasý vacip olur. Zira daha evvel eda edilmediði taktirde sebep olmak hususunda muteber olan vaktin sonudur.
Vatan-ý aslî: Kiþinin doðduðu veya evlendiði yahut yerleþtiði yerdir. ilk vatanýnda kimsesi kalmadýðý zaman bu vatan yalnýz misli bir bâtýl olur. Ýlk vatanýnda ailesinden kolanlar varsa bâtýl olmaz. Her iki vatanda namazlarýný tamam kýlar.
ÝZAH
Sünnet namazlarýndan murad; beþ vaktin sünnet-i müekkedeleridir. Bu namazlarda neleri okuyacaðýndan bahsetmemiþtir. Çünkü kýraat faslýnda bunlardan bahsetmiþti. Musannýf metinde «sefer halinde mutlak olarak fatihayý ve herhangi bir sureyi okumak sünnettir» demiþti. Hidaye´de karar hali ile firar hali arasýnda fark yapýldýðýný evvelce görmüþ; bu hususta söz etmiþtik.
Buna þöyle cevap verilebilir: Kadýn için, mehri muaccelini almak üzere bulunduðu beldeden çýkmak hakký sabit olunca bir þehir veya köye vardýðýnda dahi bu hak sabit olur. Binaenaleyh orada oturmak için niyeti sahih olur. Zira bu taktirde kadýn kocasýna tâbi deðildir. Velev ki sahrada iken ona tâbi olsun.
Mükateb olmayan köle sahibi ile beraber tâbidir,» Bahýr sahibi diyor ki: «Musannýf köleyi mutlak zikretmiþtir. Binaenaleyh halis köleye, müdebber ve ümm-ü velede þâmildir. Mükatebin ise sahibine tâbi olmamasý gerekir. Zira onun sahibinden izin almadan sefere çýkmaya hakký vardýr. Sahibine itaatý lâzým deðildir.»
«Rýzký, kumandan veya beytu´l - Mal tarafýndan verilen asker kumandaný yanýnda tâbidir.» Kýnye ve diðer kitaplarda sadece «rýzký kumandan tarafýndan verilen asker» denilmiþtir. Münye þerhinde ise «keza rýzký beytu´l - Maldan verilir de sutlan, ordu kumandaný ile çýkmasýný emrederse asker kumandana tâbi olur. Evet, Zâhire´de bildirildiðine göre cihanda gönüllü iþtirak eden asker valiyetâbi deðildir. Bu açýktýr» denilmektedir. Asker mefhumunda halîfe ile beraber kumandan da dahildir. Bunu Hülâsa´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþtir.
Çýrak aylýk veya yýllýk tutulmuþsa patronuna tâbidir. Nitekim Tatarhâniye´de beyan edilmiþtir. Fakat yevmiyeci ise. günün sonunda akdi feshedebilir. Binaenaleyh itibar niyetedir. Bahýr sahibi þöyle demiþtir: «Yedekcisi ile beraber âmâya gelince :
Tatarhâniye sahibi þöyle demektedir: «Seferde bütün namazlarda kýraatý hafif tutar. Sahih rivayete göre Peygamber (s.a.v.) sefer halinde sabah namazýnda kâfirun ve ihlâs surelerini okumuþtur. Halbuki kýraatý en uzun olan namaz sabah namazýdýr. Tesbihlere gelince: Onlarý üçten az býrakmaz.»
«Muhtar kavil budur.» Bazýlarý ruhsata bakarak sünnetleri terketmenin efdal olduðunu; bir takýmlarý da Allah´a takarrub için kýlýnmasýnýn daha münasip olduðunu söylemiþlerdir.
Hindvâni; «bir yerde konaklanýrsa kýlmak, seyir halinde ise býrakmak evlâdýr» demiþtir. «Yalnýz sabah namazýnýn sünnetini kýlar» diyenler olduðu gibi «Sabah namazý ile akþam namazýnýn sünnetlerini kýlar» diyenler de vardýr. Bahýr. Münye þerhinde «en doðrusu Hindvânî´nin sözüdür» denilmiþtir.
Ben derim ki: Zâhire göre metindeki de budur.
«Emniyet ve karar» dan murad konaklamak, «korku ve firar» dan maksat ta yürüyüþtür. Lâkin. evvelce kýraat faslýnda görmüþtük ki. musannýf «firar» kelimesiyle aceleyi ifade etmiþtir. Zira sefer halinde yürüyüþ ekseriyetle korkudan olur.
«Farzý deðiþtirmede, yani iki rekattan dörde, dörtten ikiye geçmekte muteber olan, vaktin sonudur. Bundan murad: Tahrime sýðacak kadar zamandýr. Þurunbulaliye, Bahýr ve Nehir´de böyle denilmiþtir. Münye þerhinde, «Tahrime sýðacak kadar vakit kalmamaktýr. Ýmam Züfere´e göre namazýn edasý sýðmayacak kadar vakit kalmaktýr» þeklinde tefsir edilmiþtir. Mükellef olan bir kimse vaktin sonunda misafir bulunursa iki rekat, misafir deðilse dört rekat üzerinden kýlar. Velev ki vaktin evvelinde ve âhirinde mukim olsun. Nehir sahibi þöyle diyor: «Buna göre ulema þunu söylemiþlerdir: Bir kimse öðle namazýný dört rekat olarak kýlar da sonra vakit içinde sefere çýkar ve ikindiyi iki rekat olarak kýldýktan sonra bir hacetten dolayý evine döner; ve bu iki namazý abdestsiz kýldýðýný hatýrlarsa öðleyi iki rekat, ikindiyi ise dört rekat üzerinden kýlar. Çünkü o kimse öðle vaktinin sonunda misafir. ikindi vaktinde mukim idi.»
«Daha evvel eda edilmediði taktirde sebep olmak hususunda muteber olan vaktin sonundur.» Hâsýlý sebep edanýn yetiþtiði vakit cüzüdür; yahut daha önce eda edilmedi ise vaktin son cüzüdür. Vakit çýkýncaya kadar namaz eda edilmezse sebep vaktin bütünü olur. Bahýr sahibi diyor ki: «Bunun son cüze izafe edilmesinin faydasý, o anda mükellefin halini itibara almaktýr. Þayet vaktin sonunda bir çocuk bülûða erer veya kâfir müslüman olur; yahut deli ayýlýr, hayz ve nifaslý temizlenirse bu namaz kendilerine lâzým olur. Velev ki çocuk vaktin evvelinde o namazý kýlmýþ olsun. Vakit içinde delirir veya hayz görürse bunun aksinedir. Zira sebep bulunduðunda ehliyet yoktur. Vakit çýkýncaya kadar namaz eda edilmezse bütün vaktin sebep olmasýnýn faydasý. güneþin rengi kýzardýðý zamandünkü ikindinin kazasý caiz olmamaktýr. Tahkikin tamamý usulü fýkýh kitaplarýndadýr.
Vatan-ý aslî´ye, vatan-ý ehlî, vatan-ý fýtrat ve vatan-ý karar odlarý da verilir. Bunu Halebî Kuhistanî´den nakletmiþtir. Bir kimsenin evlendiði veya yerleþtiði yer de vatan-ý aslîsidir. Münye þerhinde þöyle denilmektedir: «Misafir kimse bir beldeden evlenirde orada kalmaya niyet etmezse bazý ulemaya göre mukim olmaz. Bazýlarýna göre olur ki, bu kavil daha güzeldir. Her iki beldede ailesi bulunursa hangisine girse mukim olur. Ýki beldenin birindeki karýsý ölür de kendisinin orada haneleri ve akarý kalýrsa bazýlarýna göre o yer artýk vataný deðildir. Çünkü muteber olan hane deðil, ailedir. Nasýl ki bir beldeden evlenip oraya yerleþse orada evi olmadýðý halde vataný olur. Bazýlarý o yerin vataný olarak kalacaðýný söylemiþlerdir.»
«Birleþtiði yer» den murad; oradan evlenmese bile oturmaya niyet ederek kaldýðý yerdir. Akýl balið bir kimsenin doðduðu yerden baþka bir beldede anne ve babasý olur da orada evlenmezse vataný sayýlmaz. Meðer ki orada yerleþmeye azmederek evvelki vatanýný terk ede. Münye Þerhi.
«Ýlk vatanýnda kimsesi kalmadýðý zaman vatan-ý aslî yalnýz misli ile baâtýl olur.» Nehir sahibi diyor ki: «Bir kimse ailesini ve eþyasýný naklederse o yerde evleri olsa bile artýk vataný sayýlmaz. Bazýlarý sayýlacaðýný söylemiþlerdir. Muhit ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Ýki vatan arasýnda sefer müddeti bulunsun bulunmasýn vatan-ý aslî misli ile bâtýl olur. Bu hususta hilâf yoktur. Nitekim Muhit ve Kuhistânî´de beyan olunmuþtur.»
Misli ile» diye kayýtlamasý þundandýr Bir kimse asli vatanýndan, baþka yere göçmek maksadiyle ayrýlýrda sonra baþka bir beldeye yerleþmeye karar verir ve ilk vatanýna uðrarsa namazlarýný tamam kýlar (misafir sayýlmaz). Çünkü baþka yerde vatan tutmamýþtýr. Nehir.
«Her iki vatanýnda namazlarýný tamam kýlar» yani orada oturmaya niyet etmese bile mücerret o yere girmekle namazlarýný mukim olarak kýlar. T.
METÝN
Vatan-ý ikamet ya misli ile ya vatan-ý aslî ile veya oradan sefere çýkmakla bâtýl olur. Esasen bir þey ya misli ile ya kendinden üstün olanla bâtýl olur. Kendinden aþaðý olanla bâtýl olmaz. Musannýf, faydasý olmadýðý için vatan-ý süknayý zikretmemiþtir. Vatan-ý süknâ, yarým aydan az oturmaya niyet etliði yerdir. Zeyleî´nin tasvir ettiði meseleyi Bahýr sahibi reddetmiþtir.
ÝZAH
Vatan-ý ikamete, vatan-ý müstear ve vatan-ý hâdis dahi derler. Aslî vatan ile aralarýnda sefer mesafesi bulunsun bulunmasýn vatan-ý ikamet. kiþinin yarým ay oturmak için gittiði yerdir. Bunu ibn-i Semâa imam Muhammed´den rivayet etmiþtir. Ýmam Muhammed´den. diðer bir rivayete göre mesafe þarttýr. Ekser fukahaya göre muhtar olan kavil birincisidir. Kuhistânî.
Vatan-ý ikamet misli ile bâtýl olduðu gibi vatan-ý aslî ile ve oradan sefer etmekle de bâtýl olur. Nitekim bir kimse yarým ay Mekke´de oturur da sonra Minâ´da evlenirse Mekke´deki vataný bâtýl olur. Bunu Kuhistânî söylemiþtir. Vatan-ý ikametten sefere çýkmak da, bu vataný iptal eder. Kezâ baþka bir yerden çýkýp sefer müddetini yürüyüp bitirmeden oraya uðramazsa vatan-ý îkamet yinebâtýl olur. Fethu´l - Kadîr´de þöyle denilmiþtir: «Vatan-ý ikametî bozan sefer, yolculuk esnasýnda vatan-ý ikamete uðranmayan seferdir. Yahut sefer müddeti tamamlandýktan sonra uðranan seferdir.»
Ben derim ki: Bunu, Kâfi ve Tatarhâniye´deki þu ibare izah eder: «Bir Horasan´lý yarým ay oturmak için Baðdat´da, bir Mekkeli de ayný maksatla Kûfe´ye gelir de sonra her ikisi Ýbn Hübeyre kasrýna giderlerse kasrýn yolunda namazlarýný tamam kýlarlar. Çünkü Baðdat´dan Kûfe´ye kadar dört günlük yol vardýr. Ýbn Hübeyre kasrý ikisinin ortasýndadýr. Eðer kasýrda yarým ay otururlarsa Baðdad ve Kûfe´deki vatanlarý bâtýl olur. Çünkü kasýr bunlarýn mislidir. Sonra kasýrdan Kûfe´ye giderlerse yine namazlarýný tamam kýlarlar. Orada meselâ bir gün kalýrlar da sonra Baðdad´a müteveccihen yola çýkar ve kasra uðramak isterlerse kasra kadar yolda namazlarýný tamam kýlarla. Kasýrda ve kasýrdan Baðdad´a kadar da tamam kýlarlar. Çünkü kasr onlarýn vatan-ý ikameti olmuþtur. Baðdad´a girmek isterlerse sefer mesafesini kastetmedikleri taktirde seferleri sahih deðildir. Hattâ Baðdad´a girmek Ýstemezlerse namazlarýný seferi olarak kýlarlar. Nasýl ki -sefer mesafesini kastettikleri için- Kûfe´den çýksalardý namazý seferi kýlarlardý.
Þayet Mekke´li Kûfe´den çýktýðýnda Baðdad´a yahut Horasan´lý Kûfe´ye gitmek ister de kasýrda karþýlaþýrlarsa ve bir gün kalmak için Kûfe´ye çýkarlar; sonra Baðdad´a dönerlerse Kûfe´ye kadar namazlarýný seferi kýlarlar. Baðdad´a kadar dahi seferi kýlarlar. Çünkü her biri sefer müddetini kastetmiþtir. Horasan´lý yoluna devam ettiði için, Mekke´li de yola çýkmakla Kûfe´deki vataný bozulduðu için sefer müddetini kastetmiþ sayýlýrlar. Kasr bunlarýn vataný olmayýnca oraya uðramayý kastetmek, seferin sýhhatýna mâni deðildir.»
«Mekke´li de yola çýkmakla Kûfe´deki vataný bozulduðu için ilh...» ifadesi gösteriyor ki, vatan-ý ikametten sefere çýkmak bu vataný iptal eder. Velev ki tekrar oraya dönsün. Onun için Bedayi´de þöyle denilmiþtir: «Bir Horasan´lý Kûfe´de yarým ay otursa da sonra oradan Mekke´ye gîtse ve üç günlük yol yürümeden bir hacet için Kûfe´ye dönse namazlarýný seferi kýlar. Çünkü onun vataný seferle bâtýl olmuþtur.»
El hasýl: Sefere çýkmak vatan-ý ikametten olursa o vataný bozar. Baþka yerden olursa sefer esnasýnda vatan-ý ikamete uðramaz; yahut üç günlük yol yürüdükten sonra uðrarsa hüküm yine böyledir. Üç günlük yol yürümeden uðrarsa vatan bâtýl olmaz. Sadece sefer bâtýl olur. Zira vatanýn mevcut olmasý seferin sýhhatýna mânidir. Allah´u âlem.
«Esasen bir þey, ya misli ile bâtýl olur.» Nitekim vatan-ý aslî vatan-ý aslî ile; vatan-ý ikamet vatan-ý ikametle; ve vatan-ý süknâ vatan-ý süknâ ile bozulur. «Yahut kendinden üstün olanla bâtýl olur.» Nasýl ki, vatan-ý ikamet vatan-ý aslî ile bozulduðu gibi vatan-ý süknâ da vatan-ý aslî ve vatan-ý ikametle bozulur. Burada «zýddý ile de bozulur» ifadesini ziyade etmek lâzýmdýr. Meselâ vatan-ý ikamet veya vatan-ý süknâ seferle bozulur. Çünkü Bahýr sahibi bunu «zira onun zýddýdýr» diye illetlendirmiþtir.
«Kendinden aþaðý olanla bâtýl olmaz.» Nitekim vatan-ý aslî vatan-ý ikametle bâtýl olmadýðý gibi vatan-ý süknâ ve sefere çýkmakla da bâtýl olmaz. Keza vatan-ý ikamet vatan-ý süknâ ile bozulmaz. H.
Zeyleî´nin tasvir ettiði mesele þudur: «Bir adam hâcet için kendi kasabasýndan bir köye gider de seferi kastetmez ve orada onbeþ günden az oturmaya niyet ederse namazlarýný tamam kýlar. Çünkü mukimdir. Sonra o köyden sefere niyet etmeksizin çýkar da kasabasýna girmeden ve baþka bir yerde bir gece kalmadan sefere niyet ederek yola çýkarsa namazlarýný seferi kýlar. þayet o köye uðrar da içine girerse namazlarýný tamam kýlar. Çünkü ikameti bozacak üstün veya dengi bir þey bulunmamýþtýr.» H.
Bahýr sahibi bunu þöyle reddetmiþtir: «Sefer bâkidir. Onu bozacak bir þey bulunmamýþtýr. Vatan-ý süknâ itibara alýnýr farz etsek. sefer onu bozar. Çünkü seter vatan-ý ikameti bile bozar. Vatan-ý süknâyý nasýl bozmasýn! Binaenaleyh Zeyleî´nin; "çünkü ikameti bozacak bir þey bulunmamýþtýr" sözü kabul edilemez.»
Halebi diyor ki: «Buna üstadýmýz itiraz etmiþtir. Vatan-ý süknâ ile vatan-ý ikameti bozan þey her iki vatandan yapýlan yeni seferdir. Bu vatanlardan, sefer müddetinden daha az bir yolculuða çýkar da sonra sefere niyet ederse her iki vatan bâtýl olmaz. Onlara uðrarsa namazlarýný tamam kýlar.» Hayreddin-i Remlî de bunun mislini bir zatýn yazmasýndan nakil ile kabul etmiþtir.
Halebî þöyle demiþtir: «Bu söz güzeldir. Çünkü bir kimse bir yerde yarým ay oturmaya niyet eder de sonra sefer murad etmeyerek oradan çýkar; bilâhare sefer murad ederek döner ve o yere uðrarsa namazlarýný tamam kýlar. Halbuki o kimse bu yeri vatan-ý ikamet yaptýktan sonra yeni bir sefer ortaya çýkarmýþtýr. Bu suretle yeni seferin vatan-ý ikameti iptal etmediði sabit olur meðer ki yeni seferi o vatandan yapmýþ olsun. Varsýn vatan-ý süknâ da öyle oluversin Binaenaleyh Zeyleî´nin tasviri sahihtir. Onun tasvirinden anlarsýn ki, vatan-ý aslî ile vatan-ý süknâ arasýnda mutlaka sefer müddetinden az mesafe bulunmasý lâzýmdýr. Vatan-ý ikametle vatan-ý süknâ arasýndaki mesafe dahi böyle olmalýdýr. »
Ben derim ki: Vataný bozan seferin o vatandan baþlamasý þart olmadýðýný gördün. O vatandan da baþka yerden de baþlayabilir. Elverir ki üç günlük yol yürümeden o vatana uðramasýn. Lâkýn burada sefer müddetini yürümeden vatana uðramýþ oluyor. Zahiriye sahibi vatan-ý süknâyý muteber tutan ekser fukahanýn kavlini teyit etmiþ; imam Serahsî´nin buna delâlet eden bir mesele zikrettiðini söylemiþtir.
Mesele þudur: «Bir Kûfe´li bir hâcet için Kadisiye´ye gitse ve aralarýnda sefer mesafesi bulunmasa, sonra oradan Þam´a gitmek isteyerek Hîre´ye varsa ve oraya yaklaþýnca Kadisiye.ye dönerek oradan eþyasýný alýp Þam´a gitmek; Küfe´ye uðramamak aklýna gelse namazlarýný Kadisiye´den yola çýkýncaya kadar istihsanen tamam kýlar. Çünkü Kadisiye onun vatan-ý süknâsý idi. Hireye girmedikçe oraya gitmeyi istemekle kendisine baþka bir vatan-ý süknâ zuhur etmiþ deðildir. Binaenaleyh Kadisiye´deki vataný bâkidir. Bu çýkýþla o vatan bozulmaz. Nitekim cenaze teþyi etmek gibi bir iþle oradan çýksa yine bozulmaz.» Mesele kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Ýki kavlin arasý þöyle bulunabilir; O kimse vatan-ý süknâyý sefer tahakkuk ettikten sonra edinmiþse bilittifak itibara alýnmaz. Aksi olmuþsa bilittifak itibara alýnýr. Bir yolcu bir beldeyegirerek orada meselâ bir gün kalmaya niyet etse, sonra oradan çýkarak tekrar oraya dönse orada namazlarýný seferi olarak kýlar. Nasýl ki çýkmazdan önce de seferi kýlardý. Muhakkýklarýn kavli buna hamledilir. Zira Bahýr sahibi «Muhakkýklar bunda bir faide olmadýðýný söylemiþlerdir. Çünkü o kimse orada hâli üzere misafir kalýr. Böylece varlýðý ile yokluðu müsavi olur» demiþtir. Ulemanýn; «çünkü o kimse orada hâli üzere misafir kalýr» sözleri, o yeri vatan edinmezden evvel misafir olduðu hususunda zahirdir. Umumiyetle fukahanýn sözleri ise sefere çýkmazdan önce o yeri vatan ittihaz ettiðine hamlolunur. Nitekim Zeyleî ile Ýmam Serahsî böyle tasvir etmiþlerdir. Benim anladýðým budur. Allah´u âlem.
METÝN
Muteber olan matbuun niyetidir. Çünkü asýl odur. Tabiin niyetine itibar yoktur, Meselâ mehr-i muaccelini verdiði kadýn kocasýyla, mükâteb olmayan köle sahibi ile, rýzký kumandan veya beytu´l - Mal tarafýndan veri!en asker kumandaný, ile; çýrak, esir, borçlu ve talebe patronu ile beraber olursa tabidirler. (Musannýf burada laffü neþri müretteb yapmýþsa da daha iyi anlaþýlmasý için biz yapmadýk).
Ben derim ki: Ýmdi beraberlik kaydý tâbi olma iþi tahakkuk edebilmek için dikkate alýndýðý gibi bunu tahakkuk ettiren diðer þort daha dikkate alýnýr. O da asker meselesinde rýzýklanmak, kadýn meselesinde mehrin verilmesi ve kölenin mükateb olmamasýdýr. Binseksen senesindeki, "Girit adasý hadisesi"nýn cevabý bununla açýða kavuþur.
ÝZAH
(Matbuð: kendisine tâbi olunan Kimse demektir). Matbu´ asýldýr. Mukim olmak veya sefere çýkmak onun elindedir. Mehr-i muaccelini (peþin olan mehrini) alan kadýn kocasýna tabidir, Fakat bu mehri almadýðý ise tâbi deðildir. Çünkü kocasý mehr-i muaccelini verinceye kadar ona nefsini teslim etmeyebilir. Mehr-i müeccelde (yari veresiye mehirde) buna hakký yoktur.
Bahýr´da «Mehr-i muaccelini almadan kadýn kocasýnýn iskân ettiði yerde oturmayabilir» deniliyor.
Ben derim ki: Ayný eserde þu da vardýr: «Bu þart iki kavilden birine göre kadýný evinden çýkarmak ve sefere götürmek hakký sabit olmak içindir. Bizim sözümüz bundan sonradýr. Onun için Münye þerhinde "En iyisi kadýn mutlak surette kocasýna tâbidir demektir. Zira kadýn kocasýyle sefere çýkýnca artýk ona muhalefet hakký kalmaz" deniliyor.» Eðer yedekçi ücretli ise itibar âmânýn niyetindedir. Ücretsiz ise yedekçinin niyetine itibar olunur.»
Esir meselesinde Münteka´da þöyle denilmiþtir: «Bir müslümaný düþman esir aldýðý zaman þayet üç günlük yola gitmek niyetinde bulunursa namazlarýný seferi olarak kýlar. Niyeti bilinmezse kendisine sorar. Söylemezse düþman mukim olduðu taktirde namazlarýný o da tamam kýlar. Düþman misafir ise o da seferi olarak kýlar. Ama bu hükmün, o kimsenin misafir olduðu tahakkuk ettiðine göre verilmesi gerekir. Aksi taktirde zalim eline düþen gibi olur ve üç günlük yol yürümeden seferi olamaz. Matbuu tarafýndan kendisine sorulan her tabiin hükmü böyle olmak icabeder. Tabi bir þey söylerse matbuu onunla amel eder. Söylemezse kendisinin bulunduðuikamet veya sefer haline göre amel eder. Aksi zuhur edinceye kadar hüküm budur. Sormak imkâný bulunmamak, sorup da cevap alamamak gibidir. Münye Þerhi.
Borçludan murad: Zengin borçludur. Bahýr´da Muhit´den naklen þöyle denilmiþtir: «Borçlu misafir olarak bir þehre gider de alacaklýsý kendisini ele geçirerek hapis ederse, fakir olduðu taktirde namazlarýný seferi olarak kýlar. Çünkü ikamete niyet etmemiþtir. Alacaklýnýn onu hapis etmesi helâl deðildir Zengin ise borcunu ödemeye azmettiði veya hiç bir þeye niyet etmediði taktirde seferi olarak kýlar. Borcunu ödememeye azim ve itikat ederse tamam kýlar» Borcunu ödemeye azmettiði cümlesinden murad; onbeþ gün geçmeden ödemektir. Nitekim Fetih´de böyle denilmiþtir.
Talebenin hocasýna tabi olmasý, rýzkýný hocasý temin ettiðine göredir. Rahmetî.
Talebeden murad; mutlak surette öðrenci ile öðreticidir yoksa hassaten bir ilimin öðrencisi ile üstâdý deðildir.
Ben derim ki: Akýl balið olan terbiyeli çocukla babasý dahi evleviyetle bunun gibidir.
Þârih «çýrak, esir, borçlu ve talebe patronu ile» diyeceðine «çýrak patronuyle, esir kendisini esir alanla, borçlu alacaklýsý ile ve talebe hocasýyle» demeli idi. H.
Girit adasý hadisesi þudur: Ordu hezimete uðramýþ ve asker her tarafa daðýlmýþtý. Bu suretle beraberlik ve rýzýklanma ortadan Kalkmýþ; herkes baþýna buyuruk olmuþ; tabilik kalmamýþtý. Rahmeti.
METÎN
Tâbi olan kimse mutlaka matbuun niyetini bilmelidir. Matbu mukim olmaya niyet eder de tâbi bunu bilmezse öðreninceye kadar seferidir. Esah kavil budur. Feyz´de, «Fetva bununla verilir» denilmiþtir. Nitekim Muhit ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Bu ondan zararý def içindir. Gerçi Hülâsa´da, «bir köle sahibine imam olur da sahibi mukim olmaya niyet ederse namazýný tamam kýldýðý taktirde ikisinin namazlarý da sahihtir. Tamam (yani dört rekat üzerinden) kýlmazsa sahih olmaz» denilmiþse de bu söz esah kavlin hilâfýnadýr. Kaza seferde olsun hazarda olsun edaya benzer. Çünkü bir defa karar kýldýktan sonra artýk deðiþmez. þu kadar varki hasta, saðlamken kalan namazlarýný hastalýðý anýnda gücü yettiði nisbetinde kýlar.
ÝZAH
Esah kavle göre, tâbi olan kimse matbu´unun niyetini öðreninceye kadar misafir sayýlýr Bazýlarý «namazlarýný mukim olarak kýlmasý lâzýmdýr. Bu müvekkilin ölümü ile vekilin hükmen azledilmiþ sayýlmasý gibidir» demiþlerdir ki bu kavil daha ihtiyattýr. Nitekim Fetih´te beyan edilmiþtir. Hülâsa´da Bahýr´dan nakledildiðine göre zahir rivayet de budur.
«Bu o kimseden zararý def etmek içindir.» Çünkü kendisi namazlarýný seferi olarak kýlmakla me´murdur. Tam olarak kýlmaktan menedilmiþtir. Binaenaleyh muztar ve mecburdur. Þayet o bilmeden matbuunun mukim olmasýyle farzlarý dört rekat olsa kendisine her cihetle baþkasý tarafýndan büyük bir zarar gelmiþ olurdu. Bu ise þer´an defedilmiþtir. Satýþa vekil böyle deðildir. Zira o satmayabilir. Ve böylece zararý defetmek imkânýný bulur. Müvekkilin zahirî emrine bakaraksatarsa zarar bir cihetten onun tarafýndan, bir cihetten de müvekkil tarafýndan gelmiþ olur. Ve kasten deðil de hükmen azl sahih olur. Bunu, Bahýr sahibi kýsaltarak Muhit ve Tahavî þerhinden nakletmiþtir.
«Bu söz esah kavlin hilâfýnadýr.» Bahýr sahibi diyor ki: «Keza (seferde köle, sahibi ile beraber bulunur da köle namazda iken sahibi onu mukim birine satarsa namazý dört rekata inkýlab eder. (Hattâ iki rekatta selâm verse o namazý tekrar kýlmasý icabeder). Demek kölenin bilmediði farzedilirse sahih olmayan kavle ibtina eder. Yahut bildiði farzedilirse bütün ulemanýn kavillerine ibtina eder.»
«Kaza, seferde olsun hazarda olsun edaya benzer.» Yani bir namaz seferde kazaya kalýrsa hazarda (yani mukim olduðunda) onu iki rekat üzerinden kýlar. Nitekim eda etmiþ olsa böyle kýlacaktý. Mukim iken kazaya kalan namazlar da öyledir. Onlarý da seferde dört rekat üzerinden kaza eder, Çünkü bir defa karar kýldýktan sonra artýk deðiþmez. Karar kýlmasý vaktin çýkmasýyle olur. Zira vakit çýktýktan sonra farz bir daha deðiþmez. Vakit çýkmadan ise mukim olmak niyetiyle yahut sefere çýkmakla veya misafirin mukime uymasýyle deðiþebilir.
«Þu kadar var ki ilh...» Fethu´l - Kadîr´de þöyle denilmiþtir: «Buna göre hastanýn ayaða kalkamadýðý hastalýðýnda kalan bir namazý müþkil sayýlamaz. Çünkü onu iyileþtikten sonra ayakta koza etmesi gerekir. Zira vücub ayakta durmak kaydýyle mukayyettir. Ancak hastaya özrü halinde bunu gücünün yettiði nisbetinde yapmasýna ruhsat verilmiþtir. Hasta bu namazý özür halinde eda etmeyince ruhsatýn sebebi ortadan kalkar. Ve, asýl taayyün eder. Onun için hasta bunu saðlamken býrakýrsa hasta iken oturarak kýlar. Yolcunun namazýna gelince: O iptidadan yalnýz iki rekattýr. Hatanýn menþei ruhsat kelimesinin müþterek oluþudur.
METÝN
FER´Ý MESELELER: Sultan sefere çýkarsa namazlarýný seferi olarak kýlar. Yolcu. bir beldeden evlenirse en münasip kavle göre mukim olur. Hayzlý bir kadýn temizlenir de varacaðý yere iki günlük mesafe kalýrsa sahih kavle göre bülûða eren çocuk gibi namazlarýný tamam kýlar. Müslüman olan kâfir bunun hilâfýnadýr. Mukim ile misafirin, aralarýnda müþterek olan bir köle için sahipleri nöbetleþtikleri taktirde, misafir nöbeti sýrasýnda namazýný seferi olarak kýlar. Nöbetleþmezlerse namazýn ilk oturuþu kendisine farz olur. Ve ihtiyaten namazý dört rekat üzerinden kýlar. Mukim imama asla uyamaz. Bu, hakkýnda lugaz yapýlan meselelerden biridir.
Bir kimse kadýnlarýna; "sizden hanginiz günle gecede kaç rekat farz olduðunu bilmese boþ olsun" der de biri, "yirmi rekattýr"; diðeri "onyedidir"; üçüncüsü "onbeþtir"; dördüncüsü "onbirdir" diye cevap verirse hiç biri boþ düþmez. Çünkü birincisi vitir namazýný katmýþ; ikincisi onu terketmiþtir. Üçüncüsü cuma gününün farzlarýný; dördüncüsü de misafirin farzlarýný söylemiþtir. Allah´u âlem.
ÝZAH
Sultan sefere niyet ederse misafir olur ve namazlarýný seferi olarak kýlar. Münye þerhinde þöyle deniliyor: «Bazýlarý kendinin vilâyeti dahilinde olmadýðý zaman seferî olacaðýný söylemiþlerdir. Vilâyeti dahilinde dolaþýrsa onlara göre seferi olmaz. Fakat esah olan fark gözetmemektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ile hulefa-i Râþidin Medine´den Mekke´ye sefer ettikleri zaman namazlarýný seferi olarak kýlmýþlardý.
«Seferî olmaz» diyenin muradý Bezzaziye´de açýklandýðý vecihle halkýn hallerini soruþturmak ve maksadý hasýl olunca geri dönmek maksadýyle çýkmýþ olmasý; sefer müddetini kastetmemesidir. Hattâ sefer mesafesi giderek, dönerse dönüþte namazlarýný seferi olarak kýlar. Bazýlarý sultanýn bütün vilâyetlerini kendi þehri hükmünde olmakla illetlendirmiþlerse de buna itibar yoktur. Çünkü bu ta´lil nas mukabilindedir. Bununla beraber üç imamýmýzdan bu hususta bir rivayet de yoktur. Binaenaleyh nazar-ý itibara alýnmaz.
«Yolcu bir beldeden evlenirse en münasip kavle göre mukim olur.» Yani orasýný vatan ittihaz etmese bile yahut onbeþ gün oturmaða niyetlenmese bile mücerret evlenmekle mukim olur. Yolcu kadýn ise mücerret evlenmekle bilittifak mukim olur. Nitekim Kuhistani´de beyan olunmuþtur. H.
Zeyleî bu «en münasip kavli», "denilmiþtir" sözüyle hikâye etmiþtir. Öyle görünüyor ki kendisi mukabil kavli tercih etmiþtir. Þu halde tercih muhtelif demektir. T.
Ben derim ki: Þöyle denilebilir: Muradý yarým aydan önce çýkmak deðilse mukim olmaz. Hayýzlý bir kadýn temizlenir de varacaðý yere iki günlük mesafe kalýrsa sahih kavle göre namazlarýný tamam kýlar. Zahîriye´de böyle denilmiþtir.
Tahtavî, «herhalde geçen müddet zarfýnda namaz kendisinden sâkýt olduðu için o müddette sefer hükmü muteber sayýlmamýþtýr, edaya ehliyet kazanýnca o andan itibaren sefer hükmü itibara alýnmýþtýr» diyor.
Sabi de öyledir. Sabi yolda bulûða erer de varacaðý yere üç günden az mesafe kalýrsa mukim namazý kýlar. Geçen müddete itibar edilmez. Çünkü o müddette mükellef deðildir. T.
«Müslüman olan kâfir bunun hilâfýnadýr.» Yani o namazlarýný seferi olarak kýlar. Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Zira onun niyeti muteberdir. Binaenaleyh baþtan misafir sayýlýr. Çocuk öyle deðildir. O bülûða erdiði vakitten itibaren misafir olur. Bazýlarý her ikisinin mukim olarak. bazýlarý ikisinin de misafir olarak namaz kýlacaklarýný söylemiþlerdir.» Muhtar olan kavil birincisidir. Nitekim Hülâsa´dan naklen Bahýr´da ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir.
Þurunbulaliye´de þu satýrlar vardýr: «Âþikârdýr ki, hayzlý kadýn müslüman olan kâfirin derecesinden daha aþaðý düþmez. Binaenaleyh onun hakký da müslüman olan gibi seferi kýlmaktýr.»
«Nehecü´n - Necât sahibi buna. «Kadýnýn manii semavidir (Allah´tan dýr). Öteki öyle deðildir» diye cevap vermiþtir. Yani "velev ki ikisi de niyet ehli olsunlar" demek istemiþtir. Çocuk böyle deðildir. Lâkin kadýný namazdan kendi fiili olmayan birþey menetmiþtir. Bu sebeple niyeti evvelden hükümsüz kalmýþtýr. Kâfir böyle deðildir. O ibtida da manii gidermeðe kadirdir. Onun için niyeti sahih olur. Kölenin sahipleri onun hizmetini nöbete sokmazlarsa iki rekatta oturmasý farz olur. Ama ihtiyaten yine mukim namazý kýlar. Çünkü kendisi bir vecihten misafir bir vacihten mukimdir. Münye Þerhi.
«Mukim imama asla uyamaz.» Münye þerhinde bu hususta þöyle deniliyor: «Þu hale göre bu kölenin mukim imama uymasý mutlak surette caiz deðildir. Bu bilinmelidir.» Yani ne vakit içinde, ne vakit dýþýnda, ne ilk iki rekata ne de son iki rekatta uyamaz. Herhalde bunun vechi üstadýmýzýn ifade buyurduklarý gibi kölenin ihtiyaten mukim namazý kýlmasýnýn muktezasý, onun hakkýnda ikinci oturuþun farz olmasýdýr. Bu onu mukime ilhak etmek içindir.
Biz de demiþtik ki: Ona ilk oturuþ dahi farzdýr. Bu da onu Misafire ilhak içindir. Mukim imama uyarsa farz kýlanýn ilk oturuþ hakkýnda nâfile kýlana uymasý lâzým gelecektir.
Ben derim kî: Lâkin Münye þarihinin «þu hale göre ilh...» demesinden anlaþýlýyor ki, bu tefri incelemeye göre kendi tarafýndan yapýlmýþtýr. Aksi taktirde benim Hüccet´ten naklen Tatarhaniye´de gördüðüm þudur: Ýki sahibi o köleyi nöbetleþerek istihdam etmezler ve köle ellerinde bulunursa kölenin yalnýz baþýna kýldýðý her namaz dört rekat üzerinden olur. Ýki rekata oturur. Son iki rekatta kýraatý okur ve keza misafire uyarsa onunla iki rekat kýlar. Ýki rekatta okuyup okumayacaðý ihtilâflýdýr. Ama, mukime uyarsa bilittifak dört rekat kýlar.
«Bu, hakkýnda lügaz yapýlan meselelerden biridir.» Yani bunun hakkýnda birkaç cihetten lügaz yapýlýr. Ve «hangi þahýstýr o ki, farzýný dört rekat olarak kýlar da ikinci oturuþ gibi ilk oturuþ da kendisine farz olur?» «Hangi þahýstýr o ki, vakit içinde mukim imama uymasý sahih deðildir?» «Hangi þahýstýr o ki, ne mukimdir; ne misafir?» denilir. Nöbetleþme halinde dahi «hangi þahýstýr o ki, bir gün mukim bir gün misafir namazý kýlar?» denilir. T.
«Çünkü birincisi vitir namazýný katmýþtýr.» Ve doðru söylemiþtir, Zira vitir namazý farz-ý amelidir. Kocanýn sözündeki tarz, amelîye de þâmil olmak için «fiili lâzým olan» mânâsýna hamledilir. T.
Üçüncüsü cuma gününün farzlarýný söylemiþtir.» Yani o günün kat´î olan farz namazlarýný söylemiþ, vitiri nazar-ý itibara almamýþtýr. Dördüncüsü de öyledir. Allah´u âlem.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:32:15
CUMA BABI
METÝN
Bu kelime cumu´a ve cum´a þekillerinde okunabilir. Cuma namazý farz-ý ayýn olup inkâr eden kâfir olur. Çünkü kat´i delil ile sabit olmuþtur. Nitekim bunu Kemâl tahkik etmiþtir. Bu namaz müstakil bir farz olup öðle namazýndan daha kuvvetlidir. Onun bedeli deðildir. Nitekim bunu Bâkanî Seriyyüddîn ibn Þýhne´ye nisbet ederek yazmýþtýr.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Cuma namazýnýn farz olmadýðýna itikat edilir korkusuyla, cumadan sonra zuhr-u âhir niyetiyle kýlýnan bir namaz olmadýðýna ben defalarca fetva vermiþimdir.» Zamanýmýzda ihtiyat olan da budur Ama böyle mefsedetten korkusu olmayan için onu evinde gizlice kýlmak evlâdýr.
Cumanýn sahih olmasý için yedi þart vardýr:
Birincisi: Þehir olmaktýr. Þehir, en büyük mescidi, cuma ile mükellef olan halkýný almayacak kadar büyük yerdir. Ekser fukahanýn fetvalarý buna göredir. Mücteba: Çünkü Ahkâm hususunda gevþeklik zuhur etmiþtir.
ÝZAH
Cuma namazýnýn yolculukla münasebeti. her ikisinde bir arýzadan dolayý namazýn iptidaen yarýya indirilmiþ olmasýdýr. Ancak burada indirme yalnýz öðleye mahsus olarak yapýlmýþtýr. Yolculukta ise her dört rekatlý namaza âmm ve þâmildir. Onun için yolculuðu evvel zikretmiþtir.
Cuma namazý kat´i delil ile sabittir. Bu delil Teâlâ hazretlerinin: «Ey iman edenler Cuma günü namaz için ezan okununca hemen Allah´ýn zikrine koþun!» ayeti kerimesidir. Bu namaz sünnet ve icma-i ümmetle de sabittir.
«Nitekim bunu Kemâl tahkik etmiþtir.» Kemâl tahkikini bitirince þunlarý söylemiþtir: «Bu hususta bir nevi sözü uzatmamýzýn sebebi þudur: Ýþitiyoruz ki, bazý cahiller cuma namazýnýn farz olmadýðýný Hanefî mezhebine nisbet etmektedirler. Bunlarýn yanýlmasý. Kudurî´nin, «bir kimse cuma günü öðleyi özürsüz olarak evinde kýlarsa mekruh olur. Ama namazý caizdir» sözünden neþet etmiþtir. Halbuki Kudurî "özürsüz evinde kýlarsa haram olur. Ama namazý câizdir" demek istemiþtir.» Sebebi ileride gelecektir.
Cuma namazý öðleden daha kuvvetlidir. Çünkü cuma hakkýnda varit olan tehdit öðle hakkýnda varit olmamýþtýr. Cuma hakkýnda varit olan tehdit, Peygamber (s.a.v.)´in þu hadisidir: «Bir kimse zaruret yokken üç defa cuma namazýný terk ederse Allah o kimsenin kalbini mühürler.» Bu hadisi imam Ahmed ve Hâkim rivayet etmiþlerdir. Hâkim onu sahihlemiþtir. Binaenaleyh cuma namazýný terkeden, öðleyi terkeden daha þiddetli azap göreceði gibi sevabý da öðlenin sevabýndan fazladýr. Bir de cumanýn bir takým þartlarý vardýr ki bunlar öðle namazýnda yoktur.
«Cuma namazý öðlenin bedeli deðildir.» Ancak bu söz musannýfýn niyet bahsinde söylediðine aykýrýdýr. Oradaki ibaresi þerhi ile birlikte þöyle idi: «Vakit devam ederken þu vaktin farzýna diye niyet etse caizdir. Yalnýz cuma namazýnda caiz deðildir. Çünkü o bedeldir. Meðerki onun do vaktin farzý olduðuna itikad eder. Nitekim bazý ulemanýn reyi budur. Bu taktirde sahih olur.» Biz oradaMünye þerhinden naklen vaktin farzý bize göre cuma deðil, öðle namazý olduðunu, ancak öðleyi ýskat için cuma namazý emir olunduðunu yazmýþtýk. Onun içindir ki. bir kimse cuma namazýnýn vakti geçmeden öðleyi kýlsa bize, göre caiz olur. Ýmam Züfer´le eimme-i selâse buna muhaliftirler. Velev ki yalnýz onunla iktifa etmek haram olsun.
Hasýlý vaktin farzý bize göre öðle; imam Züfere göre cumadýr. Nitekim bunu Fethu´l - Kadîr sahibi ile baþkalarý ileride göreceðimiz þekilde açýklamýþlardýr. Hattâ Bâkânî de Mültekâ þerhinde izah etmiþtir. Þarihin Bâkânî´den naklettiði ihtimal, Bâkânî þerhinde Nikâye´den naklen söylemiþtir. Su söylediklerimizle o sözün zaif olduðu anlaþýlýr.
«Cuma namazýnýn sahih olmasý için yedi þart vardýr.» Bu hususta Nehir´de þöyle denilmiþtir: "Cumanýn vücup ve edasý için birtakým þartlar vardýr. Bunlarýn bazýsý namaz kýlanda. bazýsý baþkasýnda aranýr. Fark þudur: Þartlarý bulunmazsa eda sahih olmaz. Fakat vücubunun þartlarý bulunmazsa eda sahih olur.
Bu þartlarý bir zat nazma çekerek þöyle demiþtir:
«Cumanýn vacip olmasý içindir; hür, saðlam, bâlið, erkek, mukim ve akýl sahibi olmak.»
«Edasý için de: Þehir, sultan, vakit, hutbe. izn-i âm ve cemaat þarttýr.»
Bunu Tahtavî Ebu´s - Suud´dan nakletmiþtir. Þarihin þehir hakkýndaki tarifi birçok köylere de uymaktadýr. T.
«Cuma ile mükellef olan» kaydý ile musannýf, kadýn, çocuk ve yolculardan ihtiraz etmiþtir. Bunu Kuhustanî´den naklen Tahtavî söylemiþtir.
«Ekser fukahanýn fetvalarý bunu göredir.» Ebû Þucâ «bu söz bu babta söylenenlerin en güzelidir» demiþ. Valvalciye´de «bu sahihtir» denilmiþtir. Bahýr. Vikâye´de, muhtar metinde ve þerhinde bu kavil tercih edildiði gibi Dürer metninde dahi diðer kavilden önce zikredilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa Dürer sahibi onu tercih etmiþtir. Sadrý´þ - Þeria dahi «çünkü þer´î ahkâm hususundaki gevþeklik zuhur etmiþtir. Bâhusus þehirlerde hudud-u þer´iyeyi tatbik hususunda bu kendini göstermektedir» diyerek bu kavli teyit etmiþtir.
METÝN
Zâhiri mezhebe göre þehir: Âmiri ve hudud-u þer´iyeyi tatbike kadir hakimi bulunan her yerdir. Nitekim Mültekâ üzerine yazdýðýmýz derkenarda biz bunu kaydetmiþizdir.
Kuhistanî´de: «Hâkimin köylerde cami yapýlmasýna izin vermesi Serahsî´nin söylediðine göre bilittifak cuma için izindir» denilmiþtir... Buna hüküm de eklenince muttefekun aleyh olur.
ÝZAH
Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Sahih tarif Hidâye sahibinin yaptýðýdýr ki, o da âmiri, ahkâmý infaz ve hudud-u þer´iyeyi tatbik eden hâkimi bulunan yerin þehir olmasýdýr. Sadrý´þ - Þeria þer´î hükümlerde gevþeklik zuhur ettiði için yukarýdaki tarifi tercih eden Vikâye sahibi namýna itizarda bulunurken bu sözü çürütmüþse de asýl çürütülen Sadrý´þ - þeria´nin sözü olmuþ ve, «Murad; cumayý kýlmaða muktedir olmaktýr» denilmiþtir. Zira Tuhfe´de Ebû Hanife´den naklen beyanolunduðuna göre þehir; büyük belde olup içerisinde çarþý ve sokaklarý vardýr. Þehirin köyleri de olur. Ýçinde heybet ve ilmi ile mazlumun hakkýný zalimden alabilecek valisi bulunur ki halk günlük hadiselerde ona müracaat eder. Esah olan budur. Yalnýz Hidaye sahibi sokak ve köyleri zikretmemiþtir. Çünkü amir ile hükümleri infaz ve hadleri tatbike kudret olan hakim ekseriyetle böyle beldelerde olur.
Âmir ve hakimden murad; o yerde oturandýr. Nahiye hakimi adý verilen ve bazan þehire gelen hakime itibar yoktur. þârih hakimle iktifa ederek müftüyü söylememiþtir. Zira ilk asýrlarda hakimlik müctehitlerin vazifesi idi. Hattâ vali ve hakim müftü deðilse. müftü bulundurmak þart idi. Nitekim Hülâsa´da beyan olunmuþtur.
Kudurî´nin tashihinde «Âmir namýna hakim ile iktifa edilir» denilmiþtir. Mülteka þehri.
Þeyh Ýsmail diyor ki: «sonra âmirden murad; insanlarý koruyan, müfsitlere mâni olan ve þeriatýn hükümlerini takviye eden kimsedir.» Rekaik nâm eserde de böyledir. Bunun hasýlý; Ýnâye´de tefsir edildiði gibi mazlumun hakkýný zalimden almaða kadir olmaktýr.
Þeyh Ýsmail´in þerhinde Dehlevî´den naklen þöyle denilmektedir: «Murad, bilfiil bütün hükümleri tenfiz deðildir. Çünkü cuma namazý insanlarýn en zâlimi olan haccac devrinde kýlýnmýþtýr. Haccac bütün hükümleri tenfiz etmezdi. Belki murad; Allah´u âlem buna muktedir olmasýdýr.» Bu sözün bir mislini Ebu´s-Suûd efendi haþiyesinde allâme Nuh efendinin risalesinden nakletmiþtir.
Ben derim ki: Bunu þu da teyit eder: Zâhir rivayet olan bu kavle göre bazý hükümlerin tenfizinin ihlâl edilmesi beldenin þehir olmasý hükmünü bozarsa, þu zamanda hattâ daha önceki zamanlarda hiçbir islâm beldesinde cuma namazýnýn sahih olmamasý lâzým gelir. Binaenaleyh muradýn hükümleri tenfize iktidarý olmasý taayyün eder. Lâkin hükümler deyince onlarýn ekserisi kastedilmelidir. Aksi taktirde bazan hakim onlarýn bir kýsmýný da tenfiz edemez. Çünkü Hâkimi tayin eden hükümdar bunlarý menedebilir. Nitekim fitne günlerinde bu olur. Beldenin þaþkýnlarý birbirlerine yahut hakime karþý taassup gösterirler de aralarýnda ahkâmýn tenfizine imkân bulamaz. Baþkalarý arasýnda ve askeri içinde ahkâmý tenfize kadirdir. Þu var ki bu arýzidir; nazar-ý itibara alýnmaz. Onun için vali ölür veya bir fitneden dolayý hazýr bulunmaz da cumayý kýldýrmaða hakký olan bir kimse de bulunamazsa zaruretten dolayý halk kendilerine bir hatip tayin eder. Nitekim gelecektir. Halbuki burada ne âmir vardýr ne de hâkim!. «Fitne günlerinde cuma kýlmak sahih deðildir» diyenlerin cehli bundan anlaþýlýr. Halbuki ileride beyan edeceðimiz vecihle cuma namazý kâfirlerin istilâ ettikleri beldelerde bile kýlýnabilir. Þarih Kuhistanî´nin sözü ile metnin ibaresini teyit etmiþtir. Kuhistanî´nin ibaresi þöyledir: «Kasabalarla çarþýlarý olan büyük köylerde kýlýnan cuma farz yerine geçer. Ebû´l - Kasým "Vali yahut hâkim büyük cami yapýlýp içinde cuma kýlýnmasýna izin verirse bunda hilâf yoktur" demiþtir. Çünkü bu içtihat götüren bir yerdir. Buna hüküm de eklenince müttefekunaleyh olur. Bizim söylediðimizde hâkimi, minberi ve hatibi bulunmayan küçük köylerde cuma kýlmanýn caiz olmayacaðýna iþaret vardýr. Nitekim Muzmeratta beyan olunmuþtur. Zâhire bakýlýrsa bununla kerahet kastedilmiþtir. Çünkü cemaatla nâfile kýlmak mekruhtur. Görmüyormusun Cevahir nâm kitapta "Köylerde kýlarlarsa öðleyi eda etmeleri tâzým gelir" deniliyor. Bu, izne hüküm eklenmediðine göredir. Çünkü Fetevâ´d dinarý nâm eserde beyan edildiðine göre bir kimse hükümdarýn emriyle köyde bir mescit inþa etse Serahsî´nin söylediði vecihle bu bilittifak cuma için emir sayýlýr.»
Kuhistanî´den naklettiðimiz ibareden anlaþýlýyor ki, sultan veya hakimin mücerret «mescid yapýlsýn ve içinde cuma kýlýnsýn» emri. hilâfý davasý; ve hadisesiz ortadan kaldýran bir hükümdür. El´eþbah nâm kitabýn kaza bahsinde þöyle denilmektedir: »Hâkimin emri hükümdür. Meselâ "Had vurulaný davacýya teslim et!" demesi ve borcunu vermesini keza hapsin emir etmesi bu kabildendir.»
(Eþbah sahibi) Ýbn Nüceym «Hâkimin küçük bir kýzý evlendirmesi hilâfý ortadan kaldýran bir hükümdür. Baþkasýnýn bu hükmü bozmaya hakký yoktur» demiþtir.
«Buna hüküm de eklenince müttefekunaleyh ölür» (bu ibareye hacet yoktur) biliyorsun ki, mücerret emrine, hilâfý ortadan kaldýrdýðý hususunda Kuhistanî´nin ibaresi açýktýr. Bu, mücerret emri hüküm demek olduðuna binaendir.
METÝN
Yahut þehrin sahasýdýr. Bundan maksat, þehre bitiþsin veya -Ýbn-i Kemâl ile baþkalarýnýn kaydettikleri gibi- bitiþmesin cenaze gömmek ve at koþturmak gibi þehrin yararýna kullanýlan. yerdir. Fetva için tercih edilen kavil bir fersahla takdir edilmesidir. Bunu Valvalci söylemiþtir.
Ýkincisi Sultandýr. Velev ki mütegallib (kahran baþa geçen) veya kadýn olsun. Kadýnýn cuma kýldýrmasý caiz deðil fakat kýldýrmak için emir vermesi caizdir. Veyahut cuma kýldýrmak için sultanýn memuru olsun. Bu þahýs bir nahiyenin iþlerine bakan bir köle de olabilir. Velev ki kýydýðý nikâhlarý ile verdiði hükümleri caiz olmasýn.
ÝZAH
Ýbn-i Kemâl þöyle demiþtir: «Bazýlarý yetiþme kaydýný muteber tutmuþlardýr. Zâhire sahibi bunu hatalý görmüþ ve þunlarý söylemiþtir: bu zatýn sözüne göre Buhara´daki bayram namazgâhýnda cuma namazý caiz deðildir. Çünkü namazgâhla þehir arasýnda ekinlikler vardýr. Bu mesele bir defa vaki olmuþ ve zamanýmýzýn bazý ulemasý caiz olmadýðýna fetva vermiþlerdir. Lâkin doðru deðildir. Zira Buhara´daki bayram namazgâhýnda bayram namazýnýn caiz olduðunu ne gelmiþlerden ne de geçmiþlerden hiçbir kimse inkâr etmemiþtir. Ve nasýl ki þehir veya sahasý cuma namazý caiz olmak için þart ise, bayram namazýnýn caiz olmasý içinde þarttýr.»
«Fetva için muhtar olan kavil, bir fersahla takdir edilmesidir.» Bilmiþ ol ki, ehli tercihten bazý muhakkýklar mesafe ile takdire< muhaliftir. tarfie edilen ittifak olduðuna uygun denilmeðe hazýrlanmýþ için yararlarý þehrin tahdit, ile mesafe Binaenaleyh mümkündür. yerlerde gibi Bulak Evet, uzaktýr. fersahlarca taraftan her Turp ve Karafe gelen sonra Nasýr´dan - Bâbý´n Zira deðildir. sahih yerde Mýsýr takdir mil veya atýmý Ok ki: Þöyle göredir. küçüklüðüne büyüklüðüne O bulunmaz. þehirde tahdit Çünkü güzeldir. daha tahdiden etmek tarif Ama sýralanýr. olarak iþitimi ezan bir iþitimi, ses üç fersah, iki mil, atýmý, ok Bir Bunlar: dokuzdur. sekiz mecmuu kavillerin hususundakiBunu etmiþlerdir. ise Bazýlarý yapmýþtýr. öyle de Muhammed imam yazýcýsý Mezhebimizin vermiþlerdir. adýný
Ýmamlarýmýz sahanýn, cenaze gömmek, at ve hayvan gezdirmek asker toplamak, atýþa çýkmak ve emsali þehir ihtiyaçlarý için hazýrlanmýþ yer olduðunu hassan bildirmiþlerdir. Mýsýr´ýn askerlerini içine alacak, atlarýna ve süvarilerine meydan olacak ok ve ateþli silah ile toplarý denemeye elverecek hangi yer mesafe ile tahdit edilebilir, bu fersahlarýn ötesine geçer. Binaenaleyh tahdidin þehirlere göre yapýlacaðý meydana çýkar. Bu satýrlar allâme Þurunbulalî´nin Tuhfe adlý eserinden kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Þurunbulâlî bu eserinde Sebil allan mescidinde cuma kýlmanýn sahih olduðuna kesin olarak hüküm vermiþtir. Bu mescidi zamanýnýn emirlerinden biri yaptýrmýþ olup þehrin sahasýnda bulunmaktadýr. Þehirle mescid arasýnda bir fersahýn dörtte üçünden biraz fazla mesafe vardýr.
Ben derim ki: Bununla Dýmeþk´ýn mecrasýndaki Sultan Selim Tekkesinde cuma kýlmanýn sahih olacaðý anlaþýlýr. Dýmeþk´ýn Salhiyesindeki Sultan Selim mescidinde dahi hüküm budur. Zira Salhiye dað eteðindeki kabristaný ile birlikte Dýmeþk´ýn sahasýndan maduttur. Velev ki Dýmeþk´ten ekinliklerle ayrýlmýþ olsun. Ona yakýndýr. Çünkü þehre üçtebir fersâh uzaklýktadýr. Burasý müstakil bir köy sayýlsa da musannýfýn tarifine göre þehirdir. Þu da var ki, mescid sultanýn emri ile yapýlmýþtýr. Melik El Eþref´in yaptýrdýðý Mescidi´l - Hanabile adý ile meþhur eski mescidi de öyledir. Yukarýda geçtiði vecihle cumanýn sahih olmasý için sultanýn emri kâfidir.
Bilmiþ ol ki, kadýndan sultan olma, Meðer ki kahran (zorla baþa geçmiþ ola. Çünkü imamlýk bâbýnda imamýn erkek olmasýnýn þart olduðunu görmüþtük. Þârihin «Velev ki bu mütegallib kadýn olsun» demesi icabederdi. H.
Mütegallibten murad, halk razý olsa bile kendisinde imamlýk þartlarý bulunmayan kimsedir.
Hülâsa´da «Mütegallib, ahdý yani fermaný olmayan kimsedir. Halk arasýnda emirler gibi hareket eder; vâliler gibi hüküm verirse onun huzuruyla cuma kýlmak caizdir» denilmektedir. Bahýr.
«Yahut cuma kýldýrmak için sultanýn memuru olsun.» Bu memuriyet delâleten emre de þâmildir. Bahýr´da þöyle demliyor: «Kimseye gizli deðildir ki, bir þehirde Ammenin iþleri kendisine havale edilen kimse cumayý kýldýrabilir. Velev ki bunu sultan kendisine açýk olarak havale etmesin. Nitekim Hülâsa´da da böyle denilmiþtir. Nazarý itibara alýnacak cihet, nâibin namaz vaktinde ehil bulunmasýdýr. Naip tayin edilirken ehil bulunmasý deðildir, hattâ çocuk e zýmmiye emir eder de cuma namazýný kendilerine havale kýlarsa çocuk bulûða erdiði, zýmmi de müslüman olduðu taktirde cuma namazýný kýldýrabilirler. Çünkü kendilerine cumayý sarahaten havale etmiþtir. Sarahaten havale etmezse iþ deðiþir. Ancak Hâniye´nin ifadesinden anlaþýldýðýna göre bu hüküm bazý ulemanýn kavlidir. Tercih edilen kavle göre fark yoktur. Zira havale batýldýr. Buna göre muteber olan, naip tayin edildiði vakitte ehil olmasýdýr.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Lâkin Þurunbulâlî´nin risalesinde Hülâsa´dan naklen þöyle denilmektedir: «Muteber olan, izin verirken cumayý kýlarken ehil bulunmasýdýr. Velev ki bazý ibarelerde bunun aksini iktizaeden sözler bulunsun»
«Velev ki nikahlarý ile verdiði hükümleri caiz olmasýn.» Çünkü bunlar velâyete istinat ederler. Kölenin ise baþkasýna þöyle dursun kendine velâyeti yoktur. Bir de hüküm vermenin þartý hür olmaktýr. T.
METÝN
En büyük imam (Þeyhu´l Ýslâm) veya onun nâibi tarafýndan tayin edilen hatibin, hutbede yerine baþkasýný geçirmeye hakký olup olmadýðý hususunda ihtilâf edilmiþ; bazýlarý mutlak surette yani zaruret bulunsun bulunmasýn hakký olmadýðýný, yalnýz kendisine bu havale edilmiþse caiz olduðunu, bir takýmlarý zaruret varsa caiz, yoksa caiz olmayacaðýný; diðerleri zaruretsiz mutlak surette caiz olacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü cumanýn eda zamaný muvakkat olduðundan çabuk geçer. Binaenaleyh memura cuma kýldýrmak için emir vermek, yerine baþkasýný geçirmek için delâleten izin sayýlýr. Kaza böyle deðildir. Ulemanýn ibarelerinden anlaþýlan da budur.
Bedayi´de «cuma kýldýrmaya hakký olan her þahsýn, kendi yerine baþkasýný geçirmeye de hakký vardýr» denilmiþ; Ýbn-i Cürübaþ´ýn «en Nüc´a fi tâ´dâdi´l cum´a» adlý eserinde de «cuma kýldýrmak için izin ancak mescid yapýlýrken þarttýr. Ondan sonra izin þart deðildir. Belki her hatiple birlikte izin vardýr» þeklinde izahatta bulunulmuþtur. Tamamý Bahýr´dadýr.
ÝZAH
Buradaki ihtilâf ehli tahric veya ehli tercih mezheb ulemasý arasýnda deðil, müteehhirin ulemanýn bu zevatýn ibarelerini anlamak hususundaki ihtilâflarýdýr. Hatibin hutbede yerine baþkasýný geçirmesi sultanýn izni olmadýðý zaman ihtilâflýdýr. Sultanýn izni varsa caiz olacaðýnda hilâf yoktur.
«Bazýlarý mutlak surette caiz olmadýðýný söylemiþlerdir.» Bunu söyleyen Dürer sahibidir ve þöyle demiþtir: «Hatip için yerine baþkasýný geçirmek asla caiz olmadýðý gibi iptidaen namaz için de caiz deðildir. Belki imamýn abdesti bozulduðu zaman caiz olur. Meðer ki baþkasýný yerine geçirmek için sultan tarafýndan kendisine izin verilmiþ ola»
«Bir takýmlarý zaruret varsa caizdir demiþlerdir». Bunu söyleyen de ibn-i Kemâl paþadýr. Ve þöyle demiþtir: «Bu, cuma namazýný vaktinde kýldýrmaktan aciz kalmak için bir zaruretten dolayý olursa baþkasýna havale caizdir. Aksi taktirde caiz olmaz.» Yani hiç zaruret yoksa yahut bir özürden dolayý fakat özür giderilebilecek gibi olup ondan sonra vakit çýkmadan cuma kýlýnabilecekse cumayý baþka bir hatibe havale etmek caiz deðildir. Ýbn-i Kemâl bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «Cumayý kýlmak iki þeyden yani hutbe ve namazdan ibarettir. Ýzne baðlý olan birincisidir. Ýkincisi izne baðlý deðildir. Binaenaleyh cuma kýlmak için yerine baþkasýný geçirmekten murad bazýlarýnýn tevehhüm ettiði gibi namaz için deðil hutbe içindir.» Bu satýrlarý kýsaltarak Müneh sahibi nakletmiþtir.
«Diðerleri zaruretsiz mutlak surette caiz olacaðýný söylemiþlerdir.» Bunu söyleyen Kâdý´l - Kudât Muhyiddin ibn-i Cürübaþ´týr. Müneh. Münye þârihi Burhan Ýbrahim Halebî ve keza Bahýr ve Nehir sahipleri ile Þurunbulâlî, musannýf ve þârih de buna kaildirler. Mutlak mânâ daha iyi anlaþýlmak için þârihin burada «zaruretsiz bile olsa» demesi gerekirdi. T.
Ýmdâd sahibi biraz söz ettikten sonra þöyle demiþtir: «Hutbe ve namaz için mutlak surette istihlâfýn yani özürlü veya özürsüz kendi orada olsun olmasýn yerine baþkasýný geçirmenin caiz olduðunu ve keza yalnýz namaz veya yalnýz hutbe için istihlâf yapýlabileceðini öðrendikten sonra þunu da bil ki, hastalýk ve benzeri bir sebepten dolayý yerine baþkasýný geçirirse geçen kimse cemaata hutbe okuyarak namazý kýldýrýr. Bu mesele açýktýr. Fakat abdesti bozularak yalnýz namaz kýldýrmak için geçirirse bu, ya namaza baþladýktan sonra veyahut önce ölür. Namaza baþladýktan sonra olursa kendisine uymasý sahih olan her þahsý yerine geçirebilir. Fakat namazdan önce hutbeden sonra olursa kendisi.ne uyma ehliyeti ile beraber halîfenin hutbenin tamamýnda veya bir kýsmýnda bulunmasý þarttýr»
«Çünkü cumanýn eda zamaný muvakkat olduðundan çabuk geçer.» Bu ibare Hidâye´nin edebül-Kadî bahsinden alýnmýþtýr. Yani cuma namazý bir vakitle sýnýrlandýrýldýðý için vakit geçmekle kaçýrýlmak tehlikesine maruzdur. Bu açýklamayý Dürer sahibi Hidâye´ þerhinden nakletmiþtir. Demek oluyor ki, bu hal istihlâfa delâleten izin sayýlýr. Çünkü memura hastalýk ve abdestinin bozulmasý gibi namaza mani haller ârýz olabileceðini bilir. Nitekim Bedayi´de böyle denilmiþtir. Kaza böyle deðildir. Zira o her zaman yapýlabilir. Binaenaleyh kaza için verilen emir delâleten istihlâfa izin sayýlamaz. Kâdý´l-Kudât Muhibbiddin ibni Cürübaþ Bahýr sahibinin üstadlarýnýn üstadlarýndan biridir. H.
«Ýzin ancak mescid yapýlýrken þarttýr.» Bu sözün neticesi þudur: Sultanýn izni ancak iþin baþýnda bir defa þarttýr. O, cumayý kýldýrmak için bir þahsa izin verdi mi o þahýs da baþkasýna o da baþkasýna ilh... izin verebilir. Maksat, sultan bir camide cuma kýlýnmasýna izin verdi mi artýk orada her þahýs veya her hatip cuma kýldýrmaða mezundur. "Sultanýn yahut sultan tarafýndan mezun olan kimsenin iznine hacet yoktur" demek deðildir. Ama Ýbn-i Cürübaþ´ýn ibaresi bu vehmi vermektedir. Bizim bu söylediklerimize Ýbn-i Cürübaþ´ýn Bahýr´da nakledilen þu ibaresi de delâlet etmektedir: «Bunu öðrendikten sonra anlarsýn ki zamanýmýzda yapýlanlar bununla baðdaþýr. Yeni yapýlan bir camide cuma kýlýnmak için sultandan izin, alýnýr. Ve sultanýn cami sahibine orada cuma kýldýrmak için izin vermesi, cami sahibinin de tayin edeceði hatibe izin vermesini sahih kýlar. Artýk bu hatip de icabýnda yerine baþkasýný geçirmeye mezundur.
Bunun hülâsasý þudur: Cuma kýldýrmak ancak vasýtalý veya vasýtasýz olarak sultan tarafýndan mezun kimseye caizdir. Ýzin yoksa caiz deðildir. Nitekim þârihin Sirâciye´den naklen beyan ettiði sözlerde bu açýktýr. Evet, Ýbn-i Þilbî´nin fetevasýnda þârihin iham ettiðini îham eden sözler vardýr. Çünkü kendisine þöyle bir sual sorulmuþtur: «Bir hududda hatipleri olan camiler bulunsa fakat hiçbir hatibin açýk olarak sultandan izni olmasa yalnýz sultan bu hududu ve oradaki camilerde cuma ve bayram namazlarý kýlýndýðýný bilse bu delâleten izin sayýlýr mý?» Ýbn-i Þilbî bu suale þu cevabý vermiþtir: «Müslümanlarýn iþleri doðruya yorumlanýr, âdet öyle cereyan etmiþtir ki, bir kimse bir cami yaptýrýr da orada cuma kýldýrmak isterse hükümdardan izin ister. Ýlk defa izin çýkdý mý artýk bununla maksat hâsýl olmuþtur. Ondan sonraki izin de verilmiþ sayýlýr.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Lâkin bu sözü yukarýda geçene hamletmek mümkündür. Yani ikinci defa sultanýn izniþart deðildir. Belki her hatip ilk alýnan izinle iktifa ederek yerine baþkasýný geçirebilir. Allah´u âlem.
METÝN
Zeyleî´nin kaydettiði sözün delili yoktur. Molla Hüsrev ve diðerlerinin söylediklerini ise ibn-i Kemâl hususi bir risale ile reddetmiþ; o risalede izin þartý olmaksýzýn cuma kýlmanýn caiz olduðuna delil getirmiþ; fakat çok iyi yapmýþ; birçok faydalardan bahsetmiþtir.
Mecmua´l Enhur´da, «Ýstihlâf bizim zamanýmýzda mutlak surette caizdir. Çünkü dokuzyüzkýrkbeþ tarihinde umumi izin çýkmýþtýr. Fetva buna göredir» denilmektedir.
ÝZAH
Zeyleî´nin kaydettiði «istihlâf yapmasý caiz deðildir» sözünün delili yoktur. Meðer ki hatibin abdesti bozulsun. Bahýr´da, «bu sözün delili yoktur. Ulemanýn ibarelerinden anlaþýlan mutlak caiz olmasýdýr» deniliyor.
Ben derim ki: Bu hususta Zeyleî´ye Dürer sahibi molla Hüsrev de tâbi olmuþtur. Nitekim yukarýda arzetmiþtik. Lâkin Molla Hüsrev daha sonra kendi sözünü nakzederek «Hatipden baþkasý cuma kýldýrmamalý; çünkü hutbe ile cuma birþey gibidir. Onlarý iki kimse icra etmemelidir. Ama yapýlýrsa caizdir» demiþtir. Bu ise hatibin istihlâf yapmasýyle (yerine baþkasýný geçirmesiyle) olur. Molla Hüsrev bundan sonra þunu da söylemiþtir: «Sultanýn izniyle bir çocuk hutbe okur da bülûða ermiþ biri namazý kýldýrýrsa caiz olur. Hülâsa´da böyle denilmiþtir. Risalesinde Þurunbulâlî diyor ki: "Ýþte bu söz, abdesti bozmaksýzýn ve namaza baþlamadan namaz için istihlâfýn caiz olduðuna onun tarafýndan nastýr. Nitekim bu gibi naslarý evvelce beyan etmiþtik.» Bu ifade söz götürür ki ondan bâbýn sonunda bahsedeceðiz.
T E N B Ý H : Bazýlarý Zeyleî namýna cevap vererek «Onun sözü, "zarurette yerine birini geçirmek caizdir" kavline göredir» demiþlerse de bu cevap doðrusu þaþýrtýcýdýr. Zira zarurette birini kendi yerine geçirmek caizdir sözü, bildiðin gibi ibn-i Kemâl paþaya aittir. Metinde zikredilen üç kavil ise mezhebin nakledilmiþ kavilleri olmayýp Zeyleîden sonraki müteehhirin ulemanýn ihtilâfýdýr. Bunlardan birine Zeyleî´nin sözü nasýl binâ edilebilir! Kaldýki zaruretten dolayý yerine birini geçirmenin þart kýlýnmasý yalnýz hutbe içindir. Namaz için deðildir. Nitekim Ýbn-i Kemâl´in ibaresinde arzetmiþtik, Burada sözümüz namaz hakkýndadýr. Zira abdest bozulmasý hutbe için birini yerine geçirmeyi icab etmez. Hutbe abdestsiz de sahih olur.
«Molla hüsrev ve diðerlerinin» söylediklerinden murad; «Hatip yerine baþkasýný geçiremez. Meðer ki bu hak kendisine havale edilmiþ olsun» ifadesidir. H.
Ben derim ki: Metindeki ilk kavil budur. Bunu ibn-i Kemal reddettiði gibi Münye þârihi, Bahýr, Nehir, Mineh ve Ýmdâd sahipleri ile daha baþkalarý da reddetmiþlerdir. Ýbn-i Kemâl risalesinde sultandan izin olmaksýzýn cuma kýldýrmanýn caiz olduðuna delil getirmiþ; bu hususta bazý kavillere istinad etmiþtir ki onlardan biri de Hülâsa´nýn þu ibaresidir: «Ýmamlýk fermanýnda istihlâf kaydý olmasa bile imam yerine birini geçirebilir.»
Münye þerhinde «hiçbir inkar eden bulunmaksýzýn ümmetin ameli buna göre olmuþtur» deniliyor. Evet, Ýbn-i Kemâl bu risalesinde istihlâf caiz olabilmek için zarureti þart koþmuþtur. Arzettiðimiz gibi metindeki ikinci kavil budur. Zamanýmýzda yapýlanlarýn fasit olduðunu buna binaen söylemiþtir. Zamanýmýzda yapýlanlar; sultanlarýn camiye geldiklerinde hiç özürleri yokken cumayý kýldýrmak için yerlerine baþkalarýný geçirmeleridir. Þurunbulâlî bir risale ile Ýbn-i Kemâl´e reddiye yazmýþ; bu risalede Tatarhâniye´nin Muhit´den naklettiði þu meseleyi öne sürmüþtür: «Ýmam hutbe okumak için baþkasýný yerine geçirir de kendisi dahi hutbede bulunur ve onu azletmeden baþka bir adama cumayý kýldýrmasýný emreder; o da kýldýrýrsa caiz olur. Çünkü kendisi hutbe okunurken orada bulununca hutbeyi bizzat okumuþ gibi olur. Namazý kýldýran kiþi birinci naibin hutbesinde bulunarak susar do cemaata namazý kýldýrýr; o da bunun geldiðini bilirse kýldýrdýðý namaz caizdir. Çünkü azlettiði anlaþýlmadýkça o kimsenin üzerine aldýðý vazife de bâkidir.»
Þurunbulâlî «bu, naibin huzurunda asilin namazý sahih olduðuna nâsdýr. Zira azledildiðini bilir» diyor.
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Çünkü birincisi onun naibi deðildir. O vazifesinde bâkidir. Zira «azlettiði anlaþýlmadýkça» sözünün mânâs» «onu bilfiil azletmedikçe» demektir. Yoksa azlettiðini bilmesi deðildir. Aksi taktirde yukarýdaki «geldiðini bilirse» ifadesi karþýsýnda çeliþkiye düþmüþ olur. Reddiye hususunda en açýk söz Bedayi´de Nevâdir´den nakledilen þu ifadedir: «O kimse ikinci naib geldiðini öðrenince azledilmiþ olur. Ve ikinci naip birinciye hutbeyi tamamlamasýný emrederse caiz olur. Böyle yapmayýp tamamlayýncaya kadar susar; yahut birincisi hutbeyi bitirdikten sonra gelirse cuma caiz olmaz. Çünkü bu hutbe, azledilen sultanýn hutbesidir. ikincisinin geldiðini bilmezse iþ deðiþir. Bu taktirde hutbeyi okur ve namazý kýldýrýr; birincisi de susarsa cuma caizdir. Çünkü kendisi vekilde olduðu gibi ancak bilmekle azledilmiþ olur» Bu ifade. asil mevcut iken vekilin hutbesiyle namazýnýn sahih olduðunu açýk olarak gösterir.
«Münyetü´l-Müftü» de beyan olunduðuna göre bir kimse hatibin izni olmadan namazý kýldýrýrsa caiz olmaz. Meðer ki kendisine cuma hakkýnda söz sahibi biri uymuþ olsun. Þârihin Sirâciye´den naklen söyleyecekleri de bunun gibidir.
«Umumi izin» den murad, her hatibin yerine baþkasýný geçirebileceðine dair izindir. Yoksa herkesin istediði mescidde hutbe okumasý için izin deðildir. H.
Ben derim ki: Buna izin veren sultanýn vefatýndan sonra o izin bugüne kadar devam etmez. Meðer ki zamanýmýzýn sultaný dahi kendisine izin vermiþ ola. Nitekim ben bu ciheti «Tenkihu´l - Hâmidiye» adlý eserimde beyan ettim. Bayram bâbýnda Münye þerhinden naklen buna delâlet eden þeyler söyleyeceðiz.
Mecmaa´l-Enhur sahibinin «fetva buna göredir» sözünden murad, herhalde zamanýnýn ulemasý tarafýndan verilen fetva olsa gerektir. Bu muteber bir sahihleme deðildir. Çünkü onun zamaný alimleri tashih ehlinden deðillerdir.
METÝN
Sirâciye´de þu ibare vardýr: «Bir kimse hatibin izni olmaksýzýn cuma kýldýrýrsa caiz olmaz. Meðer ki kendisine cuma hakkýnda söz sahibi uymuþ olsun. Nâfileyi cemaatla eda lâzým gelmesi de bunute´yit eder.» Þeyhu´l-islâm bunu kabul etmiþtir.
Bir þehrin vâlisi ölür de cumayý onun halifesi veya emniyet âmiri yani siyasî hâkim yahut kendisine bu hususta izin verilmiþ olan kadý kýldýrýrsa caiz olur. Çünkü bu gibi kimselere âmme iþlerini havale etmek cuma kýldýrmak hususunda delâleten izin sayýlýr.
ÝZAH
Sirâciye´nin ibaresinden anlaþýlýyor ki, hatip hutbeyi kendisi okur da diðeri onun izni olmadan namazý kýldýrýrsa caiz olmaz. Hatibin izni olmaksýzýn hutbe okumasý da böyledir. Çünkü Hâniye ve diðer kitaplarda þöyle denilmektedir: «Bir kimse imamýn izni olmaksýzýn hutbe okur; imam da orada bulunursa caiz olmaz.» Yukarýda Tatarhaniye´den naklettiðimiz «Hutbede orada bulununca onu kendisi okumuþ gibi olur» sözü buna aykýrý deðildir. Çünkü orada hutbeyi okuyan bu babta söz sahiplerinden idi. Nitekim arzetmiþtik.
«Cuma hakkýnda söz sahibi biri» ifadesi izinli hatibe de þâmildir. Çünkü ona uymak delâleten izindir. Ama camiye gelir de ona uymazsa mezun sayýlmaz. Yukarýda geçen Hâniye´nin ibaresi buna hamledilir. Sonra imama uymadan camide bulunuþu izin sayýlmayýnca bundan baþkasýnýn izinsiz hutbe okumasýnýn caiz olmayacaðý evleviyetle anlaþýlýr. Bazýlarýnýn bundan cevaz anlamasý buna muhaliftir. Bunu Tahtavî söylemiþtir.
«Nâfileyi cemaatla eda lâzým gelmesi de bunu te´yit eder.» Yani ona uyduðu zaman caiz olacaðýný te´yit eder. Þuna binaen ki, ona uymasý, izin verdiðine delildir. Çünkü o cemaat cumaya diye niyet etseler de þartý bulunmayýnca namaz nâfile olarak mün´akit olur. Söz sahibi zatýn o imama uymasý izin sayýlmasa bundan o cemaatla birlikte kendisinin de nâfileyi cemaat olarak eda etmesi lâzým gelir. Halbuki bu caiz deðildir. Müslümanýn iþi ancak kemâle hamlolunur. Binaenaleyh imama uymasý onun filine cevaz vermek sayýlýr. Zira icazet lâhika izn-i sâbýk gibidir (yani sonradan müsaade etmek baþtan izin vermek gibidir). Bunun benzeri Fuzûlî´nin nikâhýdýr. Bir kimse fuzuli birinin kýydýðý nikâhý fiilen caiz kabul ederse nikâh sahihtir. Ama mücerret orada bulunup da akit esnasýnda susarsa bu onun razý olduðuna delalet etmez.
Valinin fitne sebebiyle camiye gelememesi de Ölümü gibidir. Bedayi. Cuma hususunda emniyet amiri veya siyasî hakimden murad, o beldenin amiridir. Buharâ amiri gibi. Fakat bunun o zaman insanlarýnýn adetine göre olduðu söylenir. Çünkü o zaman din ve dünya iþleri polise aitti. Bugün öyle deðildir.
Musannýfýn «kendisine izin verilmiþ olan kadý» diye kayýtlamasý Hülâsa´da izinsiz kadýnýn cuma kýldýramayacaðý beyan edildiði içindir. Orada þöyle denilmiþtir: «Kadýya cuma kýldýrmak emir olunmamýþsa kýldýramaz. Ama siyasî hâkim emir olunmasa da kýldýrabilir. Bu o zamanýn örfüne göredir.
Zahiriye sahibi diyor ki: «Günümüze gelince: Kadý cumayý kýldýrabilir. Çünkü halifeler bunu emrederler. Bazýlarý bununla þark ve garbýn kadýsý denilen Kadý´l-Kudât´ý kasdettiðini söylemiþlerdir. Bizim zamanýmýzda ise kadý ile siyasi hâkim bu iþe kimseyi tayin edemezler.»
Bahýr sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu izaha göre Mýsýr´daki Kadý´l-kudât, hatipleri tayin edebilir. Ve hiç bir izne de baðlý olmaz. Nitekim kendisine izin verilmese bile kadýlýk için yerine birini halîfe tayin edebilir. Halbuki sultanýn izni olmaksýzýn kadýnýn, yerine halife tayinine hakký yoktur. Zira kadý´l-kudât mevkiine tayin etmek delâleten buna izin vermektir. Nitekim Fethu´l-Kadîr´de açýklanmýþtýr. Bu iþ paþa adý verilen Hâkimin tasdikine baðlý deðildir. Lâkin Tecnis´de bildirildiðine göre kadýnýn tayini hakkýnda iki rivayet vardýr. Bizim memleketimizde þayet kadýya emir olunmamýþ ve fermana yazýlmamýþsa «caiz deðildir» rivayeti ile fetva verilir. Ama Tecnis´in sözünü «kadý´l-kudât tayin etmemiþse» diye yorumlamak mümkündür. O tayin ederse bunu söylemeye hacet kalmaz. Nehir.
METÝN
Þu halde Þam´daki kadý´l-kudât´ýn cuma kýldýrmaya; sarahaten izin ve paþadan tasdik olmadan hatip tayin etmeye hakký var demektir. Ulema cumayý evvelâ beldenin amiri, sonra siyasi hâkim, sonra kadý. sonra kadý´l-kudât´ýn tayin ettiði hatip kýldýrýr demiþlerdir. Bu zikredilenler varken avam kýsmýnýn hatip tayini muteber deðildir. Fakat bunlar yoksa zaruretten dolayý onlarýn tayini de caiz olur.
ÝZAH
Þârihimiz Þam´daki kadý´l-kudât meselesini bildiðin gibi Bahýr´ýn sözünden almýþtýr. Lâkin buna þöyle itiraz edilebilir: Buna hakký olan kadý´l-kudât. Zahîriye´den naklen yukarýda gördüðümüz gibi þark ve garp kadýsýdýr. Þam ve Mýsýr kadýlarýnýn haklarý ise bu umumi kadýdan alýnmýþtýr. Bunlarýn istihlâfa (yani kendi beldelerinde yerlerine naip tayinine) haklarý olmalarý, cuma kýldýrmak için izin vermelerini icabetmez. O umumi kadý bunun hilâfýnadýr. Ona sultan, din iþlerini yoluna koymak ve diðer beldelerde kadýlar tayin etmek için izin vermiþtir. Onun için de kendisine kadý´l-kudât (kadýlar kadýsý) denilmiþtir. Buna þu da delâlet eder ki, Osmanlý devletinde hatiplik vazifesi alan kimsenin evraký tasdik için mutlaka sultan tarafýna gönderilmesi adet olmuþtur. Eðer kadýnýn veya paþanýn tayine hakký olsa idi hatip tayin etmesi sahih olurdu. Hasýlý burada esas izindir. Bu da mezun tarafýndan bilinir. Þayet "Ben bu hususta me´zunun" derse tasdik edilir. Çünkü mücerret kadýlýk veya amirlik vazifesinin verilmesi müftabih kavle göre hatip tayini için izin deðildir. Nitekim Tecnis´den naklen yukarýda geçti. Meðer ki sultan o zamanlarda olduðu gibi kendisine dünya ve ahiret iþlerini havale etmiþ olsun. Nitekim Mugrib ve Zahîriye´den naklen görmüþtük. Sonra Nehecü´n-Necat musannýfýn risalesine nisbet edilmiþ olarak gördüm ki: «Þüphesiz bu ancak kendisine umumi iþler havale edilen kadý hakkýnda doðrudur. Ama mezhep imamýnýn sahih olan kavliyle hüküm vermek üzere sultanýn bir beldenin kadýlýðýný havale ettiði kimse hakkýnda doðru deðildir. Çünkü onun hakkýnda sarahaten veya delâleten bir izin yoktur» deniliyor. Bu bizim söylediðimiz hususta açýktýr. Allah´u âlem.
Þarih ulemanýn sözleriyle metnin ibaresini kayýtlamýþtýr. Zira metinde musannýf cuma kýldýracaklarýn tertibini beyan etmemiþtir. Mânâ þudur: Cuma kýldýracak kimseler bir kýzýevlendirmek hususunda asabe olanlarýn tertibi gibi sýralanýr. Ve evvelâ en yakýn olan, o yoksa daha uzak ilh... geçirilir. Benim anladýðým budur. Bahýr´ýn Nüc´a´dan naklettiðinin ifadesi de budur. Lâkin siyasi hâkimi kadýya tercih etmek.ulemanýn cenaze namazýnda açýkladýklarýna aykýrýdýr. Orada "kadý siyasi hâkime tercih edilir" demiþlerdir.
«Bu zikredilenler varken avamýn hatip tayini muteber deðildir.» Yani "bu zikredilenler mezun olduklarý taktirde" demek istiyor. Nitekim yukarýda gördük ki bunlar umumi izinle cuma kýldýrmaya mezundular. Zamanýmýzda ise mezun deðillerdir. Avamýn hatip tayini zaruret dolayýsýyle caiz olur. Zarurete bir misal de sultanýn bir þehir halkýný kendilerine zarar vermek için inat üzerine cuma kýlmaktan menetmesidir. Böyle bir zamanda halk kendilerine cuma kýldýracak birini tayin edebilirler. Ama herhangi bir sebeple o þehri þehir olmaktan çýkarmak isterse hatip tayýn edemezler. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Bu satýrlar kýsaltýlarak Hülâsa´dan alýnmýþtýr.
T E T Ý M M E : Mirâcü´d Dirâye´de Mebsut´dan naklen þöyle deniliyor: «Kâfirlerin elindeki beldeler islâm beldeleridir. Harp beldeleri deðildir. Çünkü kâfirler orada küfrün hükmünü ortaya atmamýþlardýr. Belki oradaki kadýlar, valiler müslümandýrlar; kâfirler onlara zaruret dolayýsýyle yahut zaruretsiz itaat ederler. Müslümanlar tarafýndan valisi olan her þehirde cuma namazý ile bayramlarý kýlmak ve had vurmak, kadý tayin etmek caizdir. Çünkü müslümanlar kâfirleri istilâ etmiþlerdir. Þayet valiler kâfir olurlarsa müslümanlarýn cuma namazý kýlmalarý caizdir. Kadý, müslümanlarýn seçimi ile kadý olur. Ve müslümanlara kendilerine müslüman bir vali aramak vacip olur»
METÝN
Mina´da cuma namazý yalnýz hac mevsiminde caizdir. Çünkü halife yahut Hicaz veya Irak yahut Mekke emiri oradadýr. Mina´nýn çarþý ve sokaklarý vardýr. Halifenin misafir olduðu binalarýn hepsi öyledir. Mina´da bayram kýlýnmamasý tahfif içindir. Mevsim emirinin cuma kýldýrmasý caiz deðildir. Zira hac iþlerinde onun velâyeti tam deðildir. Ama kendisine izin verilmiþse caiz olur.
Arafat´ta da cuma kýlýnmaz; çünkü çöldür. Mezhebe göre bir þehirin birçok yerlerinde cuma kýlmak mutlak surette caizdir. Fetva buna göredir. Aynî´nin Mecma þerhi ile Fethu´l - Kadîr´in imamlýk bahsinde böyle denilmiþtir. Sebebi güçlüðü defetmektir. Buradaki terkedilen kavle göre cuma tahrimeyi önce yapanýndýr. Tahrime beraber yapýlýr veya þüpheli kalýrsa cuma fasit olur,
ÝZAH
Mina hacýlarýn toplantý yeri ve çarþýlarýdýr, Burada hac mevsiminden baþka zamanlarda cuma sahih olmaz. Çünkü bazý þartlarý yoktur. Halife en büyük sultandýr. Kâmus. Hicâz emiri ise Mekke´nin sultanýdýr. Dürer´de´ böyle denilmiþtir. Yani Mekke þerifi, Mekke Medîne. Tâif ve diðer Hicâz topraklarýnýn hakimidir. Mezun olduðuna göre hac mevsiminde Irak ve Baðdat emîri gibilerin bulunmasýyle de Minâ´da cuma kýlýnýr.
«Halîfe´nin misafir olduðu binalarýn hepsi öyledir.» Ýnâye sahibi diyor ki: «Hýdâye´nin sözünde halîfe ve sultan, velâyeti dahilinde dolaþýrsa cuma günü uðradýðý her þehirde cuma kýldýrmasý icabettiðine iþaret vardýr. Çünkü baþkalarýnýn imamlýðý ancak onun emri ile caiz olur. Kendisinin imam olmasýyolcu bile olsa evleviyette kalýr.»
Ben derim ki: Bu sözün muktezasý þudur: Musannýfýn ibaresindeki «Mina´da caizdir» sözü. "vaciptir" mânâsýnadýr. Halbuki cumanýn vacip olmasýnýn þartlarýndan biri mukim olmaktýr. Halîfenin orada imam olmasýnýn caiz görülmesinden yolculuðunda dahi cuma kýldýrmanýn kendisine vacip olmasý lâzým gelmediði gibi cumayý kýldýrmak için mukim olan birine emir etmesi de lâzým gelmez. Keza uðradýðý þehrin kendi velayeti þehirlerinden olmasý o þehire varmakla mukim sayýlmasýný gerektirmez. Mukim sayýlmasý ancak zaif bir kavle göredir ki, biz onu geçen bâbta söylemiþtik.
Sonra gördüm ki, el´Havaþi´s - Sa´diye sahibi buna itirazla þöyle demiþ: «Hidâye sahibinin "Halife velâyeti dahilinde dolaþýrsa uðradýðý her þehirde cuma kýldýrmasý icabeder" sözünün, iddiasýna delâleti zâhir deðildir.» Bundan anlaþýlýr ki musannýfýn ibaresindeki «caizdir» sözü kendi mânâsýndadýr (vaciptir mânâsýnda deðildir). Fethu´l - Kadîr´in þu sözü de buna delildir: «Halîfe hac seferinde niyet etse bile sefer ancak terketmesi hususunda ruhsattýr. Cumanýn sahih olmasýna mani deðildir».
«Mina´da bayram kýlýnmamasý tahfif içindir» yani orada bayram kýlýnmamasý þehir olmadýðý için deðil, hacýlara kolaylýk içindir. Çünkü o gün onlar taþ atmak, týraþ olmak ve kurban kesmek gibi hac iþleriyle meþgul olurlar. Cuma böyle deðildir. O her sene taþ atma günlerine tesadüf etmez. Bayram her sene bu þekilde olur. Sirâc. Keza cuma öðle vaktinin sonuna kadar devam eder. O vakte kadar ekseriyetle hacýlar hac iþlerini bitirmiþ olurlar. Bayramýn vakti böyle deðildir. Bu sözün muktezasý þudur: Mina´da cuma kýlýnýrsa mukim olan Mekke´liler hacca çýktýklarýnda onlara da vacip olur. Münye þerhinde bahsedilen buna muhaliftir. Belki zâhire göre cumayý kýlmalarý onlara vaciptir.
TENBÝH: Ta´lilin zâhirinden Mekke´de bayram kýlmanýn vacip olduðu anlaþýlýyor. Bîrî, kurban bahsinde kendisinin ve yetiþdiði ulemanýn Mekke´de bayram namazý kýlmadýklarýný söylemiþ; «AIIah´u âlem acaba bunun sebebi nedir?» demiþtir. Ben derim ki: Ýhtimal sebep, kýldýrmak vazifesiyle mükellef olan zatýn hac için Mina´da bulunmasýdýr.
«Mevsim emirinin cuma kýldýrmasý caiz deðildir.» Mevsim emirine «Emir-i hâc» derler. Nitekim Mecma´al - Enhur´da beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Osmanlý padiþahlarýnýn adeti Þam emirinden ayrý olarak yalnýz hac iþlerinin tedvir için bir emir göndermek idi. Þimdi Þam emiri ile hac emirini birleþtirdiler. Buna göre mevsim emiri ile Irak emiri arasýnda fark yoktur. Çünkü ikisinin de umumi velâyetleri vardýr. Umumi velâyetine göre kendi memleketinde cuma kýldýrmaya salâhiyeti varsa Mina´da kýldýrmaya da vardýr. Sadece hac emiri olan böyle deðildir. Bu söylediklerimizi þarihin baþkalarýna teb´an «zira hac iþlerinde onun velâyeti tam deðildir» sözü izah etmektedir.
«Mezhebe göre bir þehrin birçok yerlerinde cuma kýlmak mutlak surette caizdir.» Yaný þehir büyük olsun küçük olsun, ortasýndan Baðdad´da olduðu gibi büyük nehir geçsin geçmesin; köprüsü kaldýrýlsýn kaldýrýlmasýn; cuma iki veya fazla mescidde kýlýnsýn farketmez. Fethu´l-Kadîr´den bu anlaþýlýr. Bunun muktezasý; çokluðun, ihtiyaç miktarý olmasý lâzým gelmemektir. NitekimSerahsî´nin aþaðýdaki sözü buna delâlet etmektedir.
Ýmam Serahsi þöyle demiþtir; «Ebû Hanîfe´nin mezhebinden sahih rivayete göre bir þehrin bir veya fazla mescidinde cuma kýlmak caizdir. Biz bununla amel ederiz. Zira «cuma ancak þehirde kýlýnýr» hadisi mutlaktýr. Yalnýz þehiri þart koþmuþtur.
Bu söylediklerimizle Bedayi´nin sözü hükümsüz kalýr. Bedayi´de; «Zahir rivayete göre cuma bir þehirde iki yerde caiz olur. Fazlasýnda caiz deðildir. Ýtimat bunadýr» denilmiþtir. Zira mezhebimize göre mutlak surette caizdir. Bahýr.
«Sebebi, güçlüðü defetmektir.» Çünkü "bir yerde kýlýnmasý lazýmdýr" denilirse bunda açýk açýk güçlük vardýr. Cumaya gelenlerin ekserisinin uzun mesafe yol yürümesini gerektirir. Halbuki müteaddit yerlerde kýlýnmasýnýn caiz olmadýðýna delil yoktur. Bilâkis zaruret meselesi böyle bir þart bulunmamasýný gerektirir. Bâhusus þehir bizimki gibi büyük olursa böyle bir þart bahis mevzuu olamaz. Nitekim Kemâl de böyle demiþtir. T.
«Buradaki terkedilen kavil» yukarýda Bedayi´den naklettiðimiz «Ýki yerden fazlasýnda caiz deðildir» sözüdür. Mezkur kavle göre cuma tahrimeyi önce yapanýndýr. Bazýlarý «namazý önce bitirenindir» demiþ; bir takýmlarý önce tahrime yapýp önce bitirenin olduðunu söylemiþlerdir. Birinci kavil daha sahihtir. Bunu Kýnye´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Yani bu kavil terkedilen kavil sahibince daha sahihtir. Hýlye sahibi þöyle diyor: «Ben þeyhimize (yani Kemâl´e) bu bâbta yazý ile müracaat etmiþtim. Bana þu cevabý yazdý: Önceliðin, çýkmakla itibara alýnacaðýnda bence þüphe yoktur. Onunla birlikte namaza giriþ de itibara alýnacak mýdýr. Hatýrýmda tereddüt hasýl etmektedir. Çünkü "þöyle geçti" sözü, "tamamý önce vücut buldu" mânâsýna da, "bitmesi önce oldu" mânâsýna da kullanýlabilir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:33:08
METÝN
Binaenaleyh cuma namazýndan sonra âhir zuhru kýlar. Bunlarýn hepsi mezhebin hilâfýnadýr. Ýtimada þayan deðildir. Nitekim Bahýr´da yazýlmýþtýr. Mecma´al-Enhur´da ise matluba nisbet edilerek: «En ihtiyatý "vaktine eriþtiðim son öðlene" diye niyet etmelidir» denilmiþtir.
ÝZAH
Þârihin, âhir zuhur meselesini terkedilen kavil üzerine tefri etmesi, tercih edilen «bir þehirde müteaddit yerlerde cuma kýlýnabilir» kavline göre âhir zuhur kýlýnmayacaðýný gösterir. Þuna binaen ki, yukarýda Bahýr sahibinin «cuma farz deðildir zannedilir korkusuyla ben defalarca bununla fetva verdim» sözünü nakletmiþti. Bahýr sahibi «Ahir zuhuru kýlmakta ihtiyat yoktur, Çünkü iki delilin kuvvetli olanýyle amelden ibarettir» demiþtir.
Ben derim ki: Bu ifade söz götürür. Belki ihtiyat olan onu kýlmaktýr. Bu, mesuliyetten yüzdeyüz çýkmak mânâsýna gelir. Zira müteaddit yerlerde kýlmanýn caiz olmasý delil itibariyle daha kuvvetli olsa da bunda kuvvetli bir þüphe vardýr. Çünkü Ebû Hanife´den hilâfý da rivayet edilmiþ; bu rivayeti Tahavî, Timurtâþî ve Muhtar sahibi tercih etmiþlerdir; Attâbi ise onu daha zâhir bulmuþtur. Ýmam Þâfiî´nin mezhebi bu olduðu gibi Ýmam Malik´in meþhur olan kavli ve imam Ahmed´den rivayetedilen iki kavilden biri de budur. Nitekim Makdisî bunu «Nuru´þ-Þem´a fî Zuhuru´l - Cum´a» adlý eserinde zikretmiþtir. Hattâ Þâfiîlerden Subkî, ekser ulemanýn kavli bu olduðunu müteaddit yerlerde cuma kýlmanýn caiz olduðu hiçbir sahibi veya tabiîn´den nakledilmediðini söylemiþtir. Biliyorsun ki Bedayi´de «zahir rivayet budur» denilmiþtir. Münye þerhinde Cevâmiu´l - Fýkýh´tan naklen «bu kavil Ýmam-ý A´zam´dan gelen iki rivayetin en zahir olanýdýr» denilmiþtir, Nehir ile el´Hâvi´l-Kudsi´de «fetva bunun üzerinedir» denilmektedir.
Râzî´nin tekmilesinde de : «Biz bununla amel ederiz» ibaresi vardýr. Þu halde bu kavil mezhepde itimat edilen bir kavildir. Zaif bir kavil deðildir. Onun içindir ki, Münye þerhinde «Ýhtiyat olan birinci rivayettir. Çünkü müteaddit yerlerde caiz olup olmadýðý hilâfý kuvvetlidir. Cevazýn sahih oluþu fetva zaruretinden dolayýdýr ki takva için ihtiyatýn meþruluðuna mâni deðildir» denilmiþtir.
Ben derim ki: Bu kavlin zaif olduðu teslim edilse bile onun hilâfýndan kurtulmak evlâdýr. Bunca imamlarýn hilâfýndan nasýl kurtulunmaz! Müttefekunaleyh bir hadiste «Her kim þüphelerden korunursa dinini ve ýrzýný kurtarmýþtýr» buyurulmuþtur. Onun için ulemadan biri hiç namazýný býrakmayan birinin ömrü boyunca bütün namazlarýný kaza etmesi hakkýnda «Mekruh deðildir. Çünkü bu ihtiyatla ameldir» demiþtir. Kýnye´de ise «namazlarýnda müctehitlerin hilâfý varsa bu daha iyidir» denilmektedir. Bize yukarýda naklettiðimiz hilâf kâfidir. Makdisi´nin Muhit´den nakline göre Þehir hükmünde olduðunda þüphe edilen her yerde cumadan sonra cemaatýn ihtiyaten âhir zuhur niyetiyle dört rekat namaz kýlmalarý gerekir. Tâki cuma namazý yerini bulmamýþsa son öðleyi kýlmakla vaktin farzýný eda etmiþ olsunlar. Kâfi´de de bunun benzeri sözler vardýr.
Kýnye´de beyan olunduðuna göre Merv denilen þehirde iki yerde cuma kýlýnýp kýlýnmayacaðý hususunda ulema ihtilâf ettikleri vakit imamlarý cumadan sonra dört rekat âhir zuhur kýlmalarýný halka ihtiyaten vacip olmak üzere emretmiþlerdir. Bu hadiseyi Hidâye þarihlerinden birçoklarýyla diðerleri nakletmiþ ve ele almýþlardýr. Zahîriye´de namaz borcundan yüzdeyüz kurtulmak için Buhâra ulemasýnýn bunu tercih ettikleri bildirilmiþtir. Sonra Makdisî Fetih´den naklen, «bir kimse bulunduðu yerin þehir olduðunda tereddüt eder veya o yerin bir kaç mescidinde cuma kýlýnýrsa cumadan sonra "vaktine eriþip edasý müyesser olmayan son farza niyet ettim" diyerek dört rekat namaz kýlmalýdýr» demiþtir. Muhakkýklardan ibn-i Cürübaþ da bunun benzerini söylemiþ sonra þöyle demiþtir: «Bunun faydasý mevhum veya muhakkak olan hilâftan çýkmaktýr. Þayet, müteaddit yerde kýlýnan cuma sahih ise bu kýlýnan namaz zaruri olmayan bir faydadýr.» Bundan sonra yapýlmamasý vehmini veren sözleri sýralamýþ bunlarý en güzel þekilde defetmiþtir. Nehir´de beyan edildiðine göre Âhir zuhurun mendup olduðunda tereddüt etmemek gerekir. Bu, «cuma müteaddit mescidlerde kýlýnabilir» diyen kavle göre hilâftan kurtulmak içindir. Bâkânî þerhinde, «sahih olan kavil budur» denilmiþtir.
Hasýlý: cumadan sonra bu dört rekatýn kýlýnmasý gerektiði sabit olmuþtur. Þimdi bu dört rekatýn vacip mi yoksa mendup mu olduðunu tahkik kýlmýþtýr.
Makdisi þöyle diyor: «Ýbn-i Þýhne dedesinden naklen mendup olduðunu söylemiþ ve bundan þöylebahsetmiþtir: Âhir zuhuru mücerret tevehhüm edildiði zaman kýlmalýdýr. Þayet þek edilir veya cumanýn sahih olup olmadýðýnda da þüpheye düþülürse zâhire göre onu kýlmak vacip olur. Ýbn-i Þýhne Üstadý Kemâl bin Hümâm´dan da bu mânâda sözler nakletmiþtir. Bu namazýn sünnet yerini tutup tutmadýðý bununla anlaþýlýr. Ve þek edilirse sünnet yerini tutmaz; þek edilmezse tutar denilir. Bu tafsilâtý Timurtaþî´nin «mutlaka lâzýmdýr» demesi ile Kýnye´nin mezkur sözü de te´yit eder.» Bu makamýn tahkiki Makdisî´nin risalesindedir. Ýmdâda´l - Fetah´da bundan bir nebze bahsedilmiþtir. Bizim bu hususta sözü uzatmamýzýn sebebi, þarihin Bahýr sahibine uyarak âhir zuhur mutlaka kýlýnmamalý vehmini veren sözlerini defetmektir. Evet âhir zuhuru kýlmak bir mefsedete müncer olacaksa âþikâr olarak kýlýnmaz. Ama sözümüz mefsedet olmadýðýna göredir. Onun için Makdisî. «Biz bu namazý bu avam gibi emir etmiyoruz. Belki onu havasa gösteriyoruz. Velev ki onlara nisbetle olsun!» demiþtir. Allah´u âlem.
METÝN
Çünkü öðlenin ona vacip olmasý vaktin sonundadýr. Dikkatli ol!
Üçüncüsü; öðlenin vaktinde kýlýnmaktýr. Öðle vaktinin çýkmasýyle cuma mutlak surette bâtýl olur. Velev ki uyku veya kalabalýk özrü ile lâhik olsun. Mezhep budur. Çünkü vakit edanýn þartýdýr. Ýftetahýn þartý deðildir.
ÝZAH
Öðlenin vaktinin sonunda vacip olmasý hususunda Hýlye sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu ta´lil söz götürür. Çünkü mezhebe göre öðle namazý güneþin zevale ermesiyle ikindiye kadar devam eden geniþ bir zamaný kaplamak üzere vacip olur. Þu kadar var ki sebep, edanýn bitiþtiði vakit cüz´üdür.
Bir kimse öðleyi vaktin sonuna kadar eda etmezse vaktin son cüzü sebep olarak taayyün eder.»
Ben derim ki: Buna þöyle cevap vermek mümkündür: Mecmaa´l-Enhur sahibinin, «En ihtiyat» demesi âhir zuhura niyet ederken «Vaktine eriþtiðim âhir zuhura niyet ettim» ifadesini kullanmasý «edasý üzerime vacip olan» yahut «zimmetimde sabit olan âhir zuhura» diye niyetlenmekten daha ihtiyatlýdýr. Çünkü cuma namazýnýn sahih olmadýðý anlaþýlýrsa bu tabir âhir zuhuru ifade etmez. Zira öðlenin edasýnýn vacip olmasý yahut zimmetinde sübûtu ancak vaktin sonunda veya vakit çýktýktan sonra olacaktýr. Evet, «Bana vacip olan» derse ahir zuhuru ifade eder:
Çünkü namazýn vacip olmasý vaktin girmesi iledir. Edasýnýn vacip olmasý öyle deðildir. Tavzih nâm usul-ü fýkýh kitabýnda vücup ile vücup eda arasýndaki farkýn tahkiki yapýlmýþtýr. Lâkin evla olan bu niyete «Kýlamadýðým» yahut «eda edemediðim» sözünü ilâve etmektir. Nitekim Fetih´den nakli yukarýda geçmiþti (yani "niyet ettim Allah rýzasý için vaktine eriþip hâtâ edasý müyesser olmayan âhir zuhura" diye niyetlenmelidir). Çünkü üzerinde kalmýþ son öðle varsa kýldýðý bu cuma sahih olduðu taktirde âhir zuhur o öðlenin yerine geçer. Bu ziyadeyi yapamazsa son öðle yerine geçmeyip nâfile namaz olur. Zira eriþtiði son öðle, cuma gününün öðlesidir. Yukarýda gördük ki asýl itibariyle cuma günü vakit bize göre öðlenindir. Buna imam Züfer muhaliftir. Keza "o kimseden cuma gününün öðlesi cuma namazý ile sâkýt olmuþtur" dersen, perþembe günü yetiþtiði öðledensonra bu öðle en son öðle namazý olur. Binaenaleyh daha önce kazaya kalan öðleye þâmil olmaz. Meðer ki «kýlmadýðým» tabirini ziyade etmiþ ola! Ýhtimal þârih «dikkatli ol» sözü ile buna iþaret etmiþtir.
T E T Ý M M E : EI´Münyetü´s - Saðîr þerhinde þöyle denilmiþtir: «Evla olan, cumadan sonra sünnetini bu niyetle yani "vaktine eriþip edasý müyesser olmayan âhir zuhura" diye niyetlenerek kýlmaktýr. Ondan sonra iki rekat vakit sünneti kýlýnýr. Þayet cuma namazý sahih olmuþsa sünneti de lâzým geldiði gibi kýlýnmýþ olur. Cuma sahih deðilse öðleyi sünnetiyle kýlmýþ olur. Üzerinde kaza namazý yoksa bu dört rekatta fatihadan sonra sure okumalýdýr, Namaz farz yerine bile geçse sure okumak zarar etmez. Namaz nafile ise zaten her rekatýnda sure vaciptir». Demek istiyor ki, üzerinde kaza borcu varsa son rekatlarda sure ilâve etmez. Çünkü bu dört rekat herhalde farzdýr.
Ben derim ki: Bunun hülâsasý þudur: Cuma namazýndan sonra on rekat namaz kýlýnýr. Bunun dört rekatý sünnet, dört rekatý âhir zuhur. iki rekatý da vaktin sünnetidir. Yani farz öðle namazý olmak ihtimaline göre iki rekat vakit sünneti kýlýnýr ve bu iki rekat son sünnet yerine geçer. Zâhire göre cuma namazý sahih olursa kýlýnan âhir zuhura niyet etmek cumanýn dört rekat sünneti yerine geçer. Zira itimat edilen kavle göre sünnetlerde tayin þart deðildir. Cuma sahih deðilse farz öðledir. Ve cumadan evvel kýlýnan dört rekat öðlenin ilk sünneti yerine geçer. Lâkin araya giren cuma namazý ve hutbe uzun zaman aldýðý için dört rekat daha kýlýnýr. Binaenaleyh evlâ olan on rekat kýlmaktýr.
«Dikkatli ol!» bazý nüshalarda bu sözün yerine «Kýnye» denilmiþtir. Bu da doðrudur. Çünkü zikredilen söz nassan Kýnye´nin ibaresidir.
Cumanýn üçüncü þartý, öðle vaktinde kýlýnmasýdýr. Burada þöyle bir sual varit olabilir: Vakit sebeptir, þart deðildir. Ve diðer namazlarda da mutlaka lâzým mýdýr? Cevap : Vakit vücubunun sebebi, eda edilen namazýn sahih olmasýnýn þartýdýr. Vaktin cuma için þart olmasý, baþka namazlara þart olmasý gibi deðildir. Çünkü vaktin çýkmasýyle cuma namazýnýn ne eda ne de kaza olmak üzere sahih olmasý mümkün deðildir. Sair namazlar böyle deðildir. Sa´diye.
«Öðle vaktinin çýkmasýyle cuma namazý mutlak surette bâtýl olur.» Yani velev ki teþehhüt miktarý oturduktan sonra çýksýn. Nitekim sabah namazý kýlarken güneþ doðarsa hüküm budur. Bunu oniki meselelerde beyan etmiþtik.
«Mezhep budur» sözü, Nevâdir´in ifadesine reddiyedir. Nevâdir´de þöyle denilmiþtir: «Ýmama uyan kimseyi cemaat sýkýþtýrýr da imam namazdan çýkýncaya kadar rükû ve secdeye imkân bulamaz; ikindinin vakti de girerse o kimse cumayý kýraatsýz olarak tamamlar.» Bunu Halebî Bahýr´dan nakletmiþtir.
METÝN
Dördüncüsü; vakit içinde hutbe okumaktýr. Vakitten önce hutbe okur da vakit içinde namazý kýlarsa sahih olmaz.
Beþincisi; hutbenin namazdan önce okunmasýdýr. Zira bir þeyin þartý o þeyden öncedir. Hutbekendileriyle cuma kýlýnabilecek cemaat huzurunda okunur. Velev ki saðîr uykuda olsunlar, Hatip yalnýz baþýna hutbe okursa esah kavle göre caiz olmaz. Nitekim Zahîriye´den naklen Bahýr´da böyle denilmiþtir. Çünkü zikre koþmak emri, ancak onu dinlemek için verilmiþtir. Emir olunanlar ise cemaattýr. Hülâsa sahibi bir kiþinin kâfi geleceðine kesinlikle kail olmuþtur. Farz olan hutbe için hutbe niyetiyle bir tahmid, bir tehlil veya bir tesbih kâfidir. Yalnýz mekruhtur. Ýmâmeyn. «Mutlaka uzun bir konuþma lâzýmdýr. Bunun en azý vacip olan teþehhüt miktarýdýr" demiþlerdir.
ÝZAH
Vakit içinde hutbe okumak tabiri Kenz´in «cumadan önce hutbe okumak» demesinden daha güzeldir. Çünkü onun sözünde hutbenin vakit içinde okunmasý þart olduðuna iþaret yoktur.
T E N B Ý H : Bahýr´da Mücteba´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Hatibin cumada imamlýk yapmaya ehil olmasý þarttýr.» Lâkin bu sözden önce buna aykýrý konuþmak ve, «ulemanýn tefri ettikleri meselelerden anlaþýlýyor ki imamýn ayný zamanda hatip olmasý þart deðildir. Hülâsa´da açýklandýðýna göre sultanýn izniyle bir çocuk hutbe okuyup bâlið bir adam da cuma namazýný kýldýrsa caiz olur» demiþti. Þârih ileride bu kavlin muhtar olduðunu söyleyecektir,
T E T Ý M M E : Musannýf namazýn sýfatý bâbýnda hutbenin arapça olmasýnýn þart koþulmadýðýný söylediði için burada bu kayda lüzum görmemiþtir. Ýmam-ý A´zam´a göre arapçaya kudreti olsa bile hutbeyi arapça okumak þart deðildir. Ýmameyn buna muhaliftir. Onlara göre arapça okumak þarttýr. Meðerki arapça okumaktan aciz ola. Buradaki hilâf namaza boþlamak hususundaki hilâf gibidir.
«Beþincisi hutbenin namazdan önce okunmasýdýr.» Bu sözden maksat; fazla ara vermemek þartýyle önce okunmasýdýr. Nitekim gelecektir. Bu her cuma kýlan deðil tahrimesini cuma için yapan hakkýnda namazýn mün´akit olmasýnýn þartýdýr. Onun için ulema «Ýmamýn abdesti bozulur da hutbeye yetiþemeyen birini ileri geçirirse caizdir. Çünkü o adam tahrimesini, yapýlan bu tahrime üzerine binâ etmiþtir. Yerine geçen namazýný bozsa kýyasa göre cemaata yeniden cuma kýldýrmasý gerekmez» demiþlerdir. Lâkin ulema cevazý istihsanen kabul etmiþlerdir. Zira halîfe imam ilk imamýn yerine geçince hükmen ona katýlmýþtýr. Þayet ilk imam namaza baþlamadan abdestini bozar da hutbede bulunmayan birini yerine geçirirse caiz olmaz. Bunu kýsaca Fethu´l - Kadîr kaydetmiþtir.
«Hutbe kendileriyle cuma kýlýnabilecek cemaat huzurunda okunur.» Bunlardan murad; akýl bâlið erkeklerdir. Velev ki sefer veya hastalýk sebebiyle mazur olsunlar. Yahut saðýr veya uykuda bulunsunlar. Bu son kayýtla musannýf cemaatýn hutbeyi iþitmelerinin þart olmadýðýna iþaret etmiþlerdir. Orada bulunmalarý kâfidir. Hattâ hatipten uzak bir yerde bulunsalar veya uyusalar okunan hutbe kâfidir. Zâhire bakýlýrsa hutbenin yakýnda olanlarca iþitilecek kadar âþikâr okunmasý þarttýr. Elverir ki mâni bulunmasýn. Münye þerhi.
«Hatip yalnýz baþýna hutbe okursa esah kavle göre caiz olmaz.» Hýlye sahibi dahi Mirac ve Mübtega sahiplerinin bunu sahihlediklerini söylemiþtir. Bedayi ve Tebyin sahipleriyle Münye þârihi kesinlikle buna kail olmuþlardýr.
Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Lâkin bu kavil üç imamýmýzdan nakledilen iki rivayetin biridir. Diðerrivayete göre cemaat þart deðildir. Hattâ hatip yalnýz baþýna hutbe okursa caizdir. Þeyhimiz (yani Kemâl) bu rivayete itimat ettiðini söylemiþtir.
«Çünkü zikre koþmak emri, ancak onu dinlemek için verilmiþtir.» Nehir´de de böyle denilmiþtir. Ama buna þöyle itiraz edilebilir: Þart olan, dinlemek deðil, orada bulunmaktýr. Nitekim yukarý da geçti. þu halde münasip olan; «çünkü cumaya gitmekle memur olan cemaattýr» demektir.
«Hülâsa sahibi bir kiþinin kâfi geleceðine kesinlikle kail olmuþtur.» Nuru´l - izah sahibi de bu yolu takibetmiþ; þerhinde «Bizim bunu tercihimize sebep mantuk olmasýdýr. Mantuk mefhuma tercih edilir» denilmiþtir. Yani fukahanýn «cemaat huzurunda okunmasý þarttýr» demelerinden, bir kiþinin huzurunda okunmasýnýn sahih olmadýðý anlaþýlýr. Hülâsa sahibinin, «bir veya iki kiþi gelir de hatip hutbe okuyarak üç kiþiye namaz kýldýrýrsa caiz olur» sözü mantuktur demek istiyor. Fakat bu söz götürür. Çünkü cemaatýn huzurunda okunmasýnýn þart kýlýnmasý da mantuktur. Zira cemaat içtimadan alýnmadýr. Binaenaleyh birliðe aykýrýdýr. Cemaat þart kýlýnmýþtýr. Þart; kendisi bulunmazsa hüküm de bulunmayan þeydir.
«Hutbe niyetiyle bir tahmid... Kâfidir» cümlesi ile musannýf hutbenin þartlarýný beyan ettikten sonra rüknünü beyana baþlýyor. Çünkü «Allah´ýn zikrine koþun!» ayetinde emredilen zikir mutlak olup aza da çoða da þâmildir. Peygamber (s.a.v.)´den rivayet olunan hadis bu bâbta beyan olamaz. Zira zikir sözünde mücmellik (anlaþýlmazlýk) yoktur. Yalnýz bir tahmid veya tesbihle iktifa etmek mekruhtur. Kuhistanî´nin ifadesinden anlaþýldýðýna göre buradaki kerahet, kerahet-i tenzihiyedir.
«Hutbenin en azý, vacip olan teþehhüt miktarýdýr.» inâye´de «bu, Kerhî´ye göre üç ayet miktarýdýr. Ama teþehhüt miktarýdýr yani "Et´tehýyyat´tan... abdühü verasuluhu´ya kadar okuyacak miktarýdýr" diyenler de vardýr» denilmiþtir.
METÝN
Hatip aksýrdýðý için veya þaþarak hamdederse mezhebe göre hutbe yerini tutmaz. Nitekim hayvan keserken besmele meselesinde de öyledir, Lâkin kesilen hayvanlar bahsinde musannýf bu hamdin hutbe yerini tutacaðýný söylemiþtir.
Mezhebe göre aralarýnda üç ayet okuyacak kadar oturarak hafif iki hutbe okumak sünnettir. Bunlarý uzun surelerden birinden fazla uzatmak mekruhtur. Bu oturuþu terkeden esah kavle göre isaet etmiþ olur. Nasýl ki hutbede üç ayet miktarý okumayý terketmek de böyledir. Ýkinci hutbeyi de âþikâr okursa da birinci kadar deðildir. Hatip hutbeye gizlice Eûzü çekerek baþlar. Hulefâ-i Râþidîn-´i ve Rasûlüllah (s.a.v.)´in iki amcasýný anmak menduptur. Sultana dua etmek mendup deðildir.
ÝZAH
«Yahut þaþarak hamdederse» yerine «yahut þaþarak tesbih ederse» dese daha iyi olurdu. T.
Aksýrdýðý veya þaþtýðý için hamdetmesi mezhebe göre hutbe yerini tutmaz. Ama Ýmam-ý A´zam´dan bir rivayete göre hutbe yerini tutar. H.
Kesilen hayvanlar bâhsinde musannýf þöyle demiþtir: «Bir kimse hayvan keserken aksýrýr da elhamdülillah derse esah kavle göre bununla o hayvan helâl olmaz. Hutbe bunun hilâfýnadýr.» Gerçekten bu ifadeden aksýrýk için yapýlan hamdin; hutbe namýna kafi geleceði anlaþýlmaktadýr.
Halebî diyor ki: «Buna þöyle cevap vermek mümkündür: Bu söz yukarýda naklettiðimiz rivayete göredir.» Ýki hutbenin sünnet olmasý yukarýda geçen «hutbe þarttýr» sözüne aykýrý deðildir. Zira sünnet olan cihet iki defa tekrarlanmasýdýr. Þart ise bunlardan biridir.
«Nasýl ki hutbede üç ayet miktarý okumayý terketmek de böyledir.» Yani hutbede yalnýz bir tesbih veya tehlil ile iktifa etmek mekruhtur. Çünkü bunlar üç ayet miktarý uzun zikir olmadýklarý gibi vacip olan teþehhüt miktarý da deðillerdir. Maksat, "üç ayet okumayý terketmek mekruhtur" demek deðildir. Çünkü Mültekâ, Mevâhib Nuru´l - Ýzâh ve diðer kitaplarda açýklandýðýna göre ayet okumak hutbenin sünnetlerindendir. Ýmdâd sahibi þöyle diyor: «Muhit´de bildirildiðine göre hatip hutbede Kur´ân´dan bir sure veya âyet okur. Peygamber (s.a.v.)´in, hutbesinde Kur´an okuduðuna dair haberler mütevatirdir. O´nun hutbesi bir sûre veya ayetten hali kalmazdý.» Bundan sonra Ýmdâd sahibi sözüne þöyle devam etmiþtir: «Hatip. tam bir sûre okuyacaðý zaman eûzü besmele çeker. Bir ayet okursa bazýlarýna göre yine eûzü besmele çeker; Ekser ulema «Eûzü çeker; besmele çekmez» demiþlerdir, Hutbeden baþka yerlerde Kur´an okumak hususundaki ihtilaf da böyledir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Bundan anlaþýlýr ki, bir ayetle iktifa etmek mekruh deðildir.
T E N B Ý H : Hatibin, ayeti okuyacaðý zaman eûzü çekmezden önce «Allah þöyle buyurdu» demesi adet olmuþtur. Ondan sonra eûzü çekerek ayeti okur. Bu hareketi ile eûzünün de okuduðu ayetten olduðunu îham eder. Bazý hatipler ise bundan çekinerek «kalâllahû tealâ kelâmen etlühü ba´de kavli eûzübillâhi» derler. Mânâsý: «Allahü Teâlâ bir ayet buyurdu ki onu eûzü çektikten sonra okuyacaðým» demektir. Lâkin, sünnet olan eûzü çekmenin bununla yerine gelmesi söz götürür. Çünkü hatipten istenen eûzü çekmektir. Onun yaptýðý ise eûzü çekmek deðil, lafzýný murad ederek onu hikayeden Ýbarettir.
Bittabiî bu, eûzü çekmeye aykýrýdýr. Binaenaleyh evlâ olan «Kalellahü Teâlâ» dememektir. Üstadlarýmýzýn üstadý Buharî þârihi Allâme Ýsmâil Cerrahî´nin bu mesele hakkýnda bir risalesi vardýr fakat o risalede ne dediði þu anda hatýrýma gelmiyor. Ona müracaat et.
Hatip birinci hutbeye gizli olarak eûzü ile baþlar. Sonra Allah´ü Teâlâya Hamdü sena eder. Ýki þahadeti getirir ve Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirir. Vaaz eder. Hatýrlatma yapar ve Kur´an okur. Tecnis´de «ikinci hutbe de birinci gibidir. Þu kadar varki onda vaaz yerine müslümanlara dua eder» deniliyor.
Bahýr sahibi; «Zâhirine bakýlýrsa ikinci hutbede de birincide olduðu gibi ayet okumak sünnettir» demiþtir.
T E N B Ý H : Bazý hatipler ikinci hutbede Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirirken yüzlerini saða sola çevirirler. Ben ulemadan böyle bir þey söyleyen görmedim. Öyle görünüyor ki bu bir bid´attýr. Terki lâzýmdýr. Tâ ki sünnet olduðu zannedilmesin. Sonra Nevevî´nin Minhac´ýnda gördüm; þöyle diyor: «Hutbenin hiçbir yerinde saða sola bakýlmaz. Ýbn-i Hacer, þerhinde bunun bid´at olduðunu söylemiþtir.» Bu bizde Bedayi´nin þu sözünden alýnýr: «Hatibin yüzünü cemaata; arkasýný kýbleyedönmesi sünnettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bu þekilde hutbe okurlardý.»
Rasûlüllah (s.a.v.)´in iki amcasýndan murad; Hamza ile Abbas radýyellahu anhumâdýr.
METÝN
Kuhistanî bunu caiz görmüþtür. Ama Sultaný, ondan olmayan vasýfla anmasý kerahet-i tahrimiye ile mekruh olur. Hatibin hutbe esnasýnda konuþmasý mekruhtur. Meðer ki iyiliði emir babýnda konuþmuþ olsun. Çünkü bu hutbeden sayýlýr.
Sünnetlerden bazýlarý da hatibin minberin saðýndaki maksuresinde oturmasýdýr. Siyah giyinmesi ve minbere çýktýktan namaza gidinceye kadar selâm vermeyi terketmesidir. Ýmam Þâfiî «Minber üzerinde doðrulduðu vakit selâm verir» demiþtir. Müçtebâ.
ÝZAH
Kuhistanî´nin ibaresi þudur: «Sonra zamanýn sultanýna adalet ve ihsan duasýnda bulunur. Onu methederken, ulemanýn küfür ve hüsran saydýklarý þeylerden sakýnýr. Nitekim "Tergib ve diðer kitaplarda da böyledir" denilmiþtir.»
Þârih Kuhistanî caiz görmüþtür» sözüyle onun «sonra zamanýn sultanýna duada bulunur» ifadesini mendup deðil, caiz mânâsýna almak lâzým, geleceðine iþaret etmiþtir. Çünkü mendup, þer´î bir hükümdür. þer´î hüküm mutlaka bir delil ister. Gerçekten Bahýr´da da; «Bu müstehap deðildir. Zira rivayete göre bu mesele Atâ´e sorulmuþ da; "Bu yeni çýkma bir þeydir. Eskiden Hutbe ancak hatýrlatmadan ibaretti" cevabýný vermiþtir» deniliyor.
Þârihin buradaki söylediði imamlýk bâbýnda söylediklerine aykýrý deðildir. Orada «sultana salah duasýnda bulunmak vaciptir» demiþti. Çünkü sözümüz hassatan hutbede duanýn müstehap olmamasý hakkýndadýr. Hattâ hutbede dahi müstehap olmasýna bir mâni yoktur. Nasýl ki umum müslümanlara dua edilir, Zira Sultanýn salâhý âlemin salâhý demektir.
Bahýr´daki «bu yeni çýkmadýr» sözü buna aykýrý deðildir. Çünkü bu zamanýn sultaný kendisine ve ümerasýna salâh ve düþmanlarýna zafer duasýna daha muhtaçtýr. Bazen bid´at vacip veya mendup olur. Sabit olmuþtur ki Ebû Musa El´aþ´ari hazretleri Küfe emiri iken hazret-i Ömer´e, Ebû Bekir (r.a.)´dan önce dua edermiþ. bundan hazret-i Ömer´e þikayet vâki olmuþ. þikayetçiyi çaðýrmýþlar Ömer (r. a) ona sormuþ: «Ben ancak senin Ebû Bekir´den önce zikredilmene karþý çýktým» demiþ. Bunun üzerine hazret-i Ömer aðlamýþ ve ondan afv dilemiþ, Eshab-ý kiram o zaman çokmuþ. Onlar bid´ata karþý susmazlar. Meðer ki o bid´ata þeriatýn kaideleri þahit ola.
Eshaptan hiçbiri duaya karþý çýkmamýþtýr. Onlar yalnýz hazret-i Ömer´ in önce zikredilmesine itiraz etmiþlerdir. Bir de minberlerde sultana dua etmek þu zamanda saltanatýn þiarý olmuþtur. Onu terkeden hatibin mes´ul tutulacaðýndan korkulur. Onun içindir ki ulemadan biri þöyle demiþtir: «Bunun terkinde ekseriyetle fitne olduðu için "sultana dua etmek vaciptir" denilse fena olmaz. Nitekim insanlarýn birbirine ayaða kalkmasý hakkýnda bu denilmiþtir.»
Zâhire bakýlýrsa mutekaddimîn ulemanýn bunu menetmeleri onlarýn zamanýnda sultanýn tavsifinde ölçüsüz davranýldýðý içindir. Meselâ sultana, Adil, Ekrem, Þehinþahu´l-Âzam, Malik-i rikâb-ý ümemgibi tabirler kullanýrlardý. Tatarhaniye´nin riddet bahsinde beyan olunduðuna göre Saffar´a; «Bu caizmidir?» diye sormuþlar da; «Hayýr! Çünkü kelimelerinin bazýsý küfür, bazýsý yalandýr» cevabýný vermiþtir. Ebû Mansur da þunlarý söylemiþtir: «Bazý icraatý zulüm olan padiþaha bir kimse "âdil" derse kâfir olur. Þehinþah kelimesi e´zamsýz bile Allah Teâlânýn hasâisýndandýr. Kullarý onunla vasýflamak caiz deðildir. Malik-i rikab-ý ümem´e gelince, bu bir yalandýr».
Bezzâziye sahibi «bu sebeptendir ki, Harzem imamlarý bayram ve cuma günleri mihraptan uzaklaþýrlardý» demiþtir. Zamanýmýzda Osmanlý padiþahlarýna yapýlan «Sultanu´l - Berreyn ve´l - Bahreyn ve Hadimü´l - Haremeyn eþ´Þerefeyn» gibi dualara gelince; buna bir mani yoktur. Allah´u âlem.
Hatibin namazdan evvel minberin saðýndaki hücresinde oturmasý sünnetdir. Bahýr´da beyan edildiðine göre orada hücre yoksa o tarafta bir yerde oturur, Hutbeden önce mihrapta namaz kýlmasý mekruhtur. Hulefâ-i Raþidine ve asýrlar boyunca þehirlerde devam edegelen âdete uyarak siyah elbise giymesi de sünnettir. Bunu EI´Havi´l - Kudsi´den naklen Bahir sahibi söylemiþtir.
Ben derim ki: Zâhire göre, bu hatibe mahsustur. Yoksa nassan bildirilen, cuma ve bayramlarda herkesin en güzel elbisesini giymesidir. Mülteka þerhinin libas faslýnda beyaz giymenin müstehap olduðu bildirilmekte, «Siyah da böyledir. Çünkü Abbasoðullarýnýn alâmetidir. Peygamber (s.a.v.) Mekke´ye, baþýnda siyah bir sarýk olduðu halde girmiþtir» denilmektedir.
Ýbn-i Adiyy´in bir rivayetinde, «Rasûlüllah (s.a.v.)´in siyah bir sarýðý vardý. Onu bayramlarda giyer; ve arkaya doðru sarkýtýrdý» deniliyor.
Hatibin, minbere çýktýktan namaza baþlayýncaya kadar selâmý terk etmesi dahi sünnettir. Gariptir ki Sirâc´da Ýmam minbere çýkýp cemaata karþý döndüðü vakit onlara selâm vermesi müstehaptýr. Çünkü minbere çýkarken cemaata arkasýný dönmüþtür» denilmiþtir. Bahýr.
Ben derim ki: Cevhere´de onun ibaresi þöyledir: «Selâm vermesinde bir beis olmadýðý rivayet edilir. Çünkü minbere çýkarken cemaata arkasýný dönmüþtür.»
METÝN
Hutbe esnasýnda abdestli bulunmak. avret yerini örtmek, ayakta durmak da sünnettir. Acaba hutbe iki rekat namaz yerine geçer mi? Esah kavle göre geçmez. Bunu Zeyleî söylemiþtir. Belki sevap hususunda namazýn yansý gibidir.
Hatip cünüp olarak hutbe okusa da sonra yýkanýp namazý kýldýrsa caiz olur. Eðer aralarýný ecnebi bir fiil ile ayýrýrsa bakýlýr; eðer evine dönerek yemek yer veya cimâ ederek yýkanýr da böylece ayýrma iþi uzarsa hutbeye yeniden baþlar. Hülâsa.
Yani hutbe bâtýl olduðu için yeniden okumasý lâzýmdýr. Sirâc. Lâkin ileride görüleceði vecihle imam ya hatibin ayný kimse olmasý þart deðildir.
Altýncýsý; cemaattýr. Cemaatýn en azý, imamdan baþka üç erkek bulunmaktýr. Velev ki hutbede bulunan üç kiþiden baþkalarý olsun. Bu nasla sabittir. Çünkü «AIIah´ýn zikrine þýtab edin!» nassý ile, bir zikir eden -ki hatiptir- üç de ondan baþkasý mutlaka lâzýmdýr. Bu üç kiþi imam secde etmedennamazdan ayrýlýrlarsa namaz bâtýl olur.
Ýmameyn «Tahrimeden önce ayrýlýrlarsa» demiþlerdir. Üç erkek kalýrsa yahut cemaat, imam secde ettikten sonra giderler de tekrar dönerek imama rükûda iken yetiþirler; veya hutbeden sonra giderler de imam namazý diðerlerine kýldýrýrsa namaz bâtýl olmaz. Ýmam o namazý cuma olarak tamamlar.
ÝZAH
Bu üç þeyi (yani abdestli olmayý, avret yerini örtmeyi ve ayakta durmayý) Münye þârihi Halebî, vaciplerden saymýþtýr. Bununla beraber yine kendisi Mültekâ metninde abdestli olmanýn ve ayakta durmanýn sünnet olduðunu söylemiþtir. Nitekim birçok muteber kitaplarda da böyle denilmiþtir. Avret yerini örtmenin sünnet olduðunu Nuru´l - Ýzah ve Müvâhib sahipleri de söylemiþlerdir. Mecma´ ve diðer kitaplarda ise bu üç þeyi terketmenin mekruh olduðu açýklanmýþtýr.
Sahih kavle göre kimsenin görmediði tenha bir yerde namaz haricinde bile avret yerini örtmek farz olduðu halde burada sünnet olmasýnýn mânâsý herhalde rüzgâr ve saire ile açýldýðý takdirde örtülü sayýlarak namazý yeniden kýlmanýn lâzým gelmemesi olsa gerektir. Mescide girmek için cünüplükten temizlenmek de öyledir. O kimsenin hutbe okumasý caizdir. Velev ki bunu kasten yaptýðý takdirde günahkâr olsun. Bu söylediklerimize Bedayi´in þu ifadesi delildir: «Abdestli bulunmak bize göre sünnettir; þart deðildir. Hattâ imam cünüp veya abdestsiz olarak hutbe okusa bu, cumanýn cevazýna þart olmak üzere muteber sayýlýr.» Yani cuma sahih olmak için muteber bir þart sayýlýr. Velev ki özürsüz olursa bir haramý irtikâb etmiþ olsun.
Feyzu´l - Kadîr´de þöyle denilmiþtir: «Ýmam abdestsiz veya cünüp olarak hutbe okusa caiz; fakat, hatibin mescidde ikameti gibi günah olur.» .Böylelikle anlaþýlýr ki, sünnet oluþun mânâsý, þartýn mukabilidir. Þu cihetten ki, abdestsiz hutbe okumak sahihtir. Velev ki söylediðimiz gibi hadd-i zatýnda abdest farz olsun. Bunun benzeri, terkinden dolayý kurban icabettiði için abdesti, tavafýn vaciplerinden saymasýdýr. Halbuki abdest bütün hac yerlerinde vaciptir. Lâkin terkinden dolayý yalnýz tavafta kurban lâzým gelir. Benim anladýðým budur.
Münye þerhinde þöyle deniliyor: «Yüzdeyüz malumdur ki Peygamber (s.a.v.) örtünmeden, abdest almadan hiçbir zaman hutbe okumamýþtýr denilirse biz de deriz ki; evet, ama bunu âdeti, nezaketi ve terbiyesi icabý yapardý. Bunu hassaten hutbe için yaptýðýna bir delil yoktur.» Esah kavle göre hutbe iki rekat namaz yerine geçmez. Onun için istikbal-i kýble, temizlik ve sair namaz þartlarý hutbe için þart kýlýnmamýþlardýr.
«Belki hutbe, sevabý hususunda namazýn yarsý gibidir.» Bu söz, «hutbe namazýn yarýsý gibidir» hadisinin te´vilidir. Zira hadse göre hutbe öðlen iki rekat namaz yerini tutmalý idi. Nasýl ki cuma namazý onun iki rekatýnýn yerini tutar. Bu takdirde namazýn þartlarý hutbe için de þart olmalý idi. Nitekim imam Þâfiî´nin kavli budur. Hatip hutbeyi cünüp olarak okusa da sonra yýkanýp namazý kýldýrsa caiz olur. Yýkanmak fâsýla sayýlmaz. Çünkü namaz amellerindendir. Lâkin evlâ olan hutbeyi yeniden okumaktýr. Nitekim hutbeden sonra nâfile kýlsa yahut cuma fasit olsa hutbeyi tekrarlar. Bahýr´da böyle denilmiþtir. Zâhire bakýlýrsa araya giren fasýlanýn uzunluðu. baþýna gelenin kanaatýna göredir. T.
«Lâkin imam ve hatibin ayný kimse olmasý þart deðildir.» Bu cümle, hutbeyi tekrarlamanýn lüzumuna istidraktýr. Yani bazen tekrar lâzým gelmeyebilir. Meselâ hatip evine dönmeden, baþka birini yerine geçiriverir (bu takdirde tekrar lâzým deðildir).
«Cuma kýlmak için cemaatýn en azý, imamdan baþka üç erkek bulunmaktadýr.» Bu söz mutlaktýr; ve cumada imam olmak için kölelere, yolculara, hastalara, okumak bilmeyenlere ve dilsizlere þâmildir. Bu saydýklarýmýz ya herkese imam olabilirler yahut okumak bilmeyenle dilsiz yalnýz kendi gibilere imam olabilirler. Ama kendilerinden üstün olanlara uyabilirler. Musannýf "erkek" kaydýyle kadýn ve çocuklardan ihtiraz etmiþtir. Çünkü yalnýz onlarla cuma kýlmak sahih deðildir. Onlar.hiçbir vecihle cumada imam olmaya salâhiyettar deðillerdir. Bunu Muhit´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir,
«Velev ki hutbede bulunan üç kiþiden baþkalarý olsun.» Bu, hutbede üç kiþinin bulunmasýný þart koþan rivayete göredir. Hiç þart koþmayan yahut bir kiþinin bulunmasýný kâfi gören rivayete göre ise mesele açýktýr. Ýmamdan baþka üç kiþinin bulunmasý Ýmam-ý A´zam´a göre þarttýr. Þarihler onun delilini tercih etmiþ; Mahbubî ile Nesefî onu seçmiþlerdir. þeyh Kâsým´ýn tashihinde böyle denilmiþtir.
«Bu üç kiþi imam secde etmeden namazdan ayrýlýrlarsa namaz bâtýl olur.» Yani imamla birlikte namaza baþladýktan sonra ayrýlýrlarsa cuma bâtýl olur. Nehir.
Bu tefri´den maksad; bu þaftýn yani cemaatýn namaz sonuna kadar devam etmesi lâzým gelmediðini anlatmaktýr. Ýmam Züfer buna muhaliftir. Çünkü cemaat in´ikadýn þartýdýr. Hutbe gibi devamýn þartý deðildir. Yani imameyne göre tahrimenin mün´akit olmasý için, Ýmam-ý A´zam´a göre ise edanýn mün´akit olmasý için þarttýr. Eda ancak bütün erkânla yani kýyam, kýraat, rüku ve sücud bulunmakla tahakkuk eder. Cemaat tahrimeden sonra ve secdeden evvel daðýlýrlarsa cuma fasit olur. Ýmam-ý A´zam´a göre yeni baþtan öðleyi kýlar. imameyne göre ise cumayý tamamlar. Meselenin tamamý Bahýr ve diðer kitaplardadýr.
«Üç erkek kalýrsa» ifadesinden anlaþýlýyor ki, üç kadýn veya üç çocuk kalmýþ olsa onlarla birlikte bir veya iki erkek bulunsa bile nazar-ý itibara alýnmaz (namaz fâsit olur). Musannýf «üç erkekden biri giderse» dese daha iyi olurdu. Bunu Bahýr sahibi söylemiþtir. En iyisi ve en kýsasý sadece «Kalýrsa» demektir. Tâ ki zamir «namazdan ayrýlýrlarsa« cümlesindeki zamirin raci olduðu üç erkeðe raci olsun.
«Ýmam o namazý cuma olarak tamamlar.» Yani cemaat dönmezler, baþkalarý da gelmezse imam yalnýz baþýna tamamlar.
METÝN
Yedincisi; hükümdardan izn-i âmmdýr, Ýzn-i Âmm (umumi izin), gelenlere camiin kapýlarýný açmakla hasýl olur. Kafi. Binaenaleyh düþman korkusu ile veya eski bir adet sebebiyle kale kapýlarýný kapamak zarar etmez. Çünkü kalede oturanlar için umumi izin kararlaþmýþtýr. Kaleyi kapamaknamaz kýlaný deðil, düþmaný menetmek içindir. Evet, kapanmasa daha iyi olur. Nitekim Mecmaa´l Enhur´da Uyuni´l - Mezâhib´e nisbet edilerek bildirilmiþ ve «bu Bahýr ile Müneh´tekinden daha iyidir» denilmiþtir.
Bir kumandan kaleye veya kalenin kasrýna girer de kapýsýný kapayarak maiyetindekilerle cuma kýlarsa cuma mün´akit olmaz. Ama açarda cemaatýn girmesine izin verirse caiz fakat mekruh olur. Ýmdi imam din ve dünyasýnda ammeye muhtaçtýr. Ýhtiyaçtan münezzeh olan Allah´ü Zülcelal´i tenzih ederim.
ÝZAH
Ýzn-i Âmm, cuma kýlmasý sahih olan kimselerden hiçbirini menetmemek þartýyle namaz kýlýnan yere herkesin girmesine umumi olarak izin vermektir. izn-i Âmm; "þöhret bulmaktýr" diye tefsir edenlerin muradý da budur. Bercendî´de dahi böyledir. Ýsmail. Ýzn-i âmmýn þart kýlýnmasý þundandýr: Allah-ü Teâlâ cuma namazý için ezaný «Allah´ýn zikrine þitab edin!» buyurarak meþru kýlmýþtýr. Ezan, iþtihar (yani bilinmek) içindir. Keza o güne cuma isminin verilmesi cemaatlar bir araya geldiði içindir. Bu ise ismin hakikî mânâsýný göstermek için bütün cemaatlarýn girmesine izin vermeyi iktiza eder. Bedâyi.
Bilmiþ ol ki, bu þart zahir riayette bildirilmemiþtir, Onun için Hidâye" de ondan bahsedilmemiþtir. O sadece Nevadir´de zikredilmiþtir. Kenz, Vikâye, Nikâye. Mültekâ ve diðer birçok muteber kitaplarda hep bu yoldan yürünmüþtür. ,
«Hükümdardan izn-i âmm» diye kaydetmesi, ondan sonra gelen misale bakaraktýr. Yoksa murad, orada oturanlarýn izin vermesidir. Çünkü Bercendî´de «bir cemaat camiin kapýsýný kapayarak içinde cuma kýlsalar caiz olmaz» denilmiþtir. Ýsmail.
Þârihin «izn-i âmm, gelenlere camiin kapýlarýný açmakla hasýl olur» sözü, izn-i âmmýn husulü için sarahaten izin vermenin þart olmadýðýna iþarettir. T.
«Gelenler» den murad; mükelleflerdir. Binaenaleyh fitne korkusu ile kadýnlarý menetmek ve benzerleri zarar etmez. T.
«Çünkü kalede oturanlar için umumi izin kararlaþmýþtýr.» En iyisi çünkü þehirde oturanlar için» demektir. Zira yalnýz kalede oturanlara izin vermek kâfi deðildir. Belki þart Bedai´den naklen yukarýda geçtiði gibi bütün cemaatlara izin vermektir.
«Evet, kapanmasa daha iyi olur.» Çünkü kapamamak þüpheden daha uzak kalmaktýr. Zâhire göre izin, namaz vakti þarttýr. Daha önce þart deðildir. Zira ezan yukarýda geçtiði gibi bildirmek içindir. Halbuki kalede yaþayanlar onun kapýsýný ya ezan okunurken yahut biraz önce kaparlar. Ezaný iþitip de oraya gitmek isteyen olursa içeriye giremez. Þu halde namaz vaktinde menetme tahakkuk. etmiþtir. Onun için þeyh Ýsmail sahih olmamasýný daha zâhir görmüþtür. Bilahare Nehecü´n Necat´tan Allaâme Abdi´l Ber ibn-i Þýhne´nin risalesine atfen bu sözün mislini gördüm. Allah´u âlem.
Bahýr ile Mineh´deki beyanat, kitabýmýzýn metnindeki «bir kumandan kaleye veya kalenin kasrýna girerse ilh...» meselesidir.Yani «kapanmasa daha iyi olur» demek kesinlikle «mun´akit olmazdemekten daha iyidir. Zeyleî, Dürer ve diðer bazý kitaplarda burada olduðu gibi« veya kalenin kasrýna girerse...» denilmiþtir. Vân´ý ise Dürer hâþiyesinde þuhu söylemiþtir: «Sözün geliþine münasip olan, "kasrýna" deðil "mýsrýna (þehirine)" demektir.»
Ben derim ki: Bu sözün siyaktan uzaklýðý kimseye gizli deðildir. Kâfi´ de bunun yerine «Hane» tabiri kullanýlmýþtýr. Ýbaresi þudur: «Ýzn-i âmm, caminin kapýlarý açýlýp halka izin vermektir. Hattâ bir cemaat cami içinde toplanýp kapýlarý kapar ve cuma kýlarlarsa caiz olmaz. Sultan da maiyetindekilerle kendi hanesinde cuma kýlmak isterse hüküm yine budur. Kapýsýný açar da halka umumi olarak izin verirse namazý caiz olur. Amme gelsin gelmesin farketmez. Hanesinin kapýlarýný açmaz da bilâkis kapayarak gelenleri içeri girmekten menedecek kapýcýlar tutarsa cumasý caiz deðildir. Çünkü cuma için sultanýn þart koþulmasý halka cumayý kaçýrtmamak içindir. Bu ise ancak izn-i âmm ile olur.»
Ben derim ki: Münakaþa konusunun cuma yalnýz bir yerde kýlýndýðý zaman ortaya çýkmasý gerekir. Birçok yerlerde kýlýnýrsa böyle bir þey olmamalýdýr. Çünkü ta´lilin de ifade ettiði gibi bu taktirde cumayý kaçýrtmak yoktur.
«Bir kumandan kaleye gider de kapýsýný kapayarak maiyetindekilerle cuma kýlarsa cuma Mun´akit olmaz» ifadesi, halký oraya girmekten menettiði surete hamlolunur. Binaenaleyh düþman korkusu ile veya adete binaen kapamasý zarar etmez. Nitekim yukarýda geçmiþti. T.
Ben derim ki: Bunu Kâfî´nin «kapýcýlar tutarsa ilh...» sözü de te´yit etmektedir.
«Ama açar da cemaatýn girmesine izin verirse caiz fakat mekruh olur.» Bu ifade cemaatýn bilmelerinin þart olduðunu gösteriyor. Minahü´l - Gaffar nâm kitapta þöyle deniliyor: «Keza sarayýnda maiyetindekilere cuma namazý kýldýrýr da kapýsýný kapamaz, kimseyi menetmez; ancak bunu halk bilmezlerse cuma sahih olmaz.» Ýzin verdiði takdirde caiz fakat mekruh olmasý, büyük camiin hakkýný vermediðindendir. Zeyleî ve Dürer.
METÝN
Cuma namazýnýn farz olmasý için ona mahsus olmak üzere dokuz þey þart kýlýnmýþtýr.
Birincisi; þehirde oturmaktýr. Þehirden ayrý yerde oturursa imam Muhammed´e göre ezaný iþittiði takdirde üzerine cuma farz olur. Bununla fetva verilir. Multekâ´da dahi böyle denilmiþtir. Bunun bir fersahla takdir edileceðini evvelce Valvalciye´den nakletmiþtik. Bahýr´da ise evine zahmetsizce dönebilmenin itibar edileceði tercih olunmuþtur.
Ýkincisi; sýhhattýr. Hastabakýcý ile þeyh-i fâni (fazla ihtiyar) de hasta hükmünde tutulmuþlardýr.
Üçüncüsü; hürriyettir. Esah kavle göre mükâteb ile bir kýsmý köle olana ve ücretle çalýþana cuma farzdýr. Cami uzak ise hesap edilerek ücretinden düþülür. Uzak deðilse düþülmez. Köleye sahibi izin verirse cuma farz olur. Bazýlarý muhayyer kalacaðýný söylemiþlerdir. Cevhere. Bahýr sahibi muhayyerliði tercih etmiþtir.
ÝZAH
Þârihin, dokuz þeyi cumaya mahsus diye tavsif etmesi, metinde bunlar onbir gösterildiði içindir. Lâkin bu onbirden akýl ile bülûð cumaya mahsus deðildir. Nitekim þârih buna tenbihte bulunmuþtur. H.
Þehirde oturmak kaydýyle yolcu ve þehirde oturmayan hariç kalmýþtýr. Yalnýz «ezaný iþittiði taktirde» diyerek istisna ettikleri hükümde dahildir. H. Ezaný iþitmekten murad; minarelerde en yüksek sesle okunaný duymaktýr. Nitekim Kuhistanî´de beyan olunmuþtur. Valvalciye´nin sözüne þöyle itiraz edilebilir: Onun sözü, içinde cuma namazýný kýlmak sahih olan cami sahasý hakkýnda idi. Burada ise cuma kýlmak için þehre gelmek icabeden yerin tahdidi hakkýndadýr. Evet, Tatarhaniye´de Zâhire´den naklen bildirildiðine göre bir kimsenin bulunduðu yerle þehir arasýnda bir fersah mesafe varsa cumaya gitmesi lâzým gelir. Fetva için muhtar olan kavil budur.
«Bahýr´da evine zahmetsizce dönebilmenin itibar edileceði tercih olunmuþtur.» Bedayi sahibinin beðendiði kavil de budur. Mevahibü´r - Rahman sahibi ise imam Ebû Yusuf´un kavlini sahih bulmuþtur. Ebû Yusuf´a göre ikamet hududu içinde bulunanlara cuma farzdýr. Bundan maksat o yerdir ki bir kimse oradan ayrýlýnca misafir, yine o yere gelince mukim olur. Burhan nâmýndaki þerhinde bunun ta´lilini yaparak «Cumanýn farz olmasý þehirlilere mahsustur. Bu hududun dýþýnda olanlar þehir halký sayýlmazlar» demiþtir.
Ben derim ki: Metinlerin zâhiri de. bunu göstermektedir. Mirâc´da «Söylenenlerin en sahihi budur» denilmiþ; Hâniye´de þu satýrlar vardýr: «þehir kenarlarýndan bir yerde oturan kimse ile þehirin binalarý arasýnda ekinlik gibi bir aralýk bulunursa ona cuma farz deðildir. Velev ki ezaný duysun. Uzaklýðý bir ok atýmý veya bir mil ile takdir etmek bir þey ifade etmez. Bunu ebû Cafer imameyn´den böylece rivayet etmiþtir. Hulvani de bunu ihtiyar etmiþtir. Tatarhaniye´de de þöyle denilmiþtir: Sonra imamlarýmýzdan nakledilen zâhir rivayete göre cuma ancak þehirde yahut þehre bitiþik bir yerde oturana farzdýr. Þehre yakýn bile olsa köyde oturanlara cuma farz deðildir. Bu bâbta söylenenlerin en doðrusu budur.» Tecnis´de bu kavil kesin olarak kabul edilmiþtir.
Ýmdâd´da þöyle denilmiþtir: «TENBÝH; Hadis ve eserin nassý ile, üç imamýzdan nakledilen rivayetlerle ve ehli tercihin muhakkýklarýnýn ihtiyariyle gördün ki, ezanýn iþitilmesine, ok atýmýna ve millere itibar yoktur. Binaenaleyh baþkasýnýn muhalefetinden sana bir þey lâzým gelmez. Velev ki sahihtir desin.»
Ben derim ki: Hâniye ile Tatarhaniye´nin sözlerini «þehrin sahasýnda deðilse» diye kayýtlamak gerekir. Zira evvelce görüldüðü vecihle saha þehirden ekinliklerle ayrýlmýþ bile olsa orada cuma kýlmak sahihtir. Sahada -þehire mülhaktýr diye- cuma sahih olunca orada oturanlara da cuma farz olur. Çünkü onlar þehirlidir. Nitekim Burhan´ýn ta´lilinden de bu anlaþýlýr.
Muvaffakiyet Allah´tandýr.
Cumanýn vacip olmasýnýn þartlarýndan ikincisi sýhhattýr. Nehir sahibi þöyle diyor: «Binaenaleyh mizacý bozuk fakat tedavisi daha mümkün görülen hastaya cuma farz deðildir. Bununla kötürüm ve âmâ hariç kalmýþtýr. Onun için musannýf onlarý hasta üzerine atfetmiþtir. Þu halde Bahýr sahibinin tevehhüm ettiði gibi onun sözünde tekrar yoktur.» Hasta kendisini vasýtaya bindirecek birinibulursa; Kýnye´de «yedekçi bulan âmâ gibi ihtilâflýdýr» denilmiþti; bazýlarý, kötürüm gibi ona da bilittifak cumanýn farz olmayacaðýný söylemiþlerdir. "Yürümeðe kâdir olan gibidir" diyenler de olmuþtur. Onlarýn kavline göre kendisine cuma farz olur. Fakat Surûcî bunu tenkit etmiþ «cumanýn farz olmadýðýný sahih kabul etmek gerekir. Çünkü hastanýn vasýtaya binmesiyle ve cumaya gelmesiyle hastalýðý artar» demiþtir.
Ben derim ki: Hasta hakkýnda mesele böyle olursa farz olmamasýnýn sahih kabul edilmesi icabeder. Hýlye. Hastabakýcýnýn hasta hükmünde olmasý cumaya gittiði taktirde hasta periþan olduðuna göredir. Esah kavil budur. Bunu Hýlye ve Cevhere sahipleri söylemiþlerdir.
«Esah kavle göre mükâtebe ile bir kýsmý köle olana cuma farzdýr» Bunu Sýrâc sahibi söylemiþtir. Fakat Bahýr´da, «bunun söz götürdüðü meydandadýr» denilmiþtir. Yani bunlarda kölelik vardýr denilmek istenmiþtir. Bir kýsmý köle olandan maksat; bir kýsmý âzad olup. kalan kýsmýný ödemek için çalýþan köledir. Nitekim Hâniye´de beyan edilmiþtir. Þârih «Ücretle çalýþana da cuma farzdýr» dediðine göre iþ sahibi onu cumadan menedemez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Metinlerin zahiri de buna þahittir. Nitekim Bahýr´da beyan olunmuþtur. Cami uzak ise hesap edilerek ücretinden düþülür. Yani, gidip gelinceye kadar, günün dörtte biri geçerse ücretinin dörtte biri kesilir. Tatarhaniye´de bildirildiðine göre ücretli, namazla meþgul olduðu vaktinin bu dörtte birden çýkarýlmasýný isteyemez.
«Köleye sahibi namaz için izin verirse cuma kendisine farz olur.» Bu köleden murad; ticarete me´zun olan köle deðildir. Ona bilittifak cuma tarz deðildir. Nitekim Bahýr´ýn ibaresinden anlaþýlmaktadýr. H.
«Bahýr sahibi muhayyerliði tercih etmiþtir.» Buna sebep Zahîriye´de muhayyerliðin kesinlikle kabul edilmesi ve bunun kaidelere daha uygun olmasýdýr.
METÝN
Dördüncüsü, tahakkuk etmek þartýyle erkeklik, bülûð ve akýldýr. Bülûð ile aklý, Zeyleî ve diðer ulema zikretmiþlerse de bunlar cumaya mahsus deðillerdir.
Beþincisi; gözün bulunmasýdýr. Binaenaleyh tek gözlü kimseye de cuma farzdýr.
Altýncýsý; yürümeye kudreti olmaktýr. Bahýr´da kesinlikle ifade edildiði. ne göre cuma vacip olmak için bir ayaðýn saðlam olmasý kafidir. Lâkýn Þu. munnî ve baþkalarý «bir ayaðý felçli veya kesilmiþ olan kimseye cuma farz deðildir» demiþlerdir.
Yedincisi; hapis edilmiþ olmamak;
Sekizincisi; korku bulunmamak;
Dokuzuncusu; þiddetli yaðmur, çamur, kar ve benzerleri bulunmamaktýr.Bu þartlar yahut bunlarýn bazýlarý kendinde bulunmayan kimse azimeti tercih eder de mükellef yani akýl bâlið olarak cumayý kýlarsa vaktinin farzý yerine geçer. Tâ ki mevzuuna nakzile avdet etmesin (kaide kendi kendini bozmasýn). Bahýr´da «Cumayý kýlmak efdaldir. Bundan yalnýz kadýn müstesnâdýr» denilmiþtir.
Baþka namazlarda imamlýðý caiz olan kimse cuma namazýnda da imam olabilir. Þu halde yolcu, köleve.hasta cuma kýldýrabilirler. Bunlarýn bulunmasýyle ise cuma namazý evleviyetle mün´akit olur.
ÝZAH
«Tahakkuk etmek þartýyle» kaydýr» Nehir sahibi inceleme yaparak ilâve etmiþ çünkü hunsây-ý müþkili tariften çýkarmak istemiþtir. Bunu þeyh Ýsmail, Bercendî´den nakletmiþtir. Bazýlarý, «Hunsay-ý Müþkile daha meþakkatli olan þekille muamele etmek cumanýn ona farz olmasýný iktiza eder» demiþlerdir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Bilâkis erkeklerin toplandýðý yerlere çýkmamasýný iktiza eder. Onun için de kadýna cuma, farz deðildir.
Bülûð ile akýl cumaya mahsus þartlar deðildir. Bunlar islâm gibi bütün ibadetlerle mükellef olmanýn þartlarýdýr. Kaldý ki delilik sýhhat kaydýyle tariften hariç kalmaktadýr. Çünkü delilik hastalýktýr. Hattâ þâir «Ruh hastalýklarýnýn en aðýrý deliliktir» demiþtir.
Tek gözü bulunan kimseye cuma farz olduðu gibi görmesi zaif olana da farz olduðu anlaþýlýyor. Tamamýyle âmâ olana ise cuma farz deðildir. Velev ki gönüllü bir yedekçi bulsun yahut ücretle tutsun. Ýmameyne göre ise bu þekilde cumaya kâdir olursa cuma kýlmasý farz olur. Âmâ camide iken cuma olursa kýlmanýn farz olup olmayacaðý hususunda Bahýr sahibi çekimser kalmýþtýr. Ulemadan biri buna þöyle cevap vermiþtir: «Abdestli bulunursa zâhire göre cuma kýlmasý farzdýr. Çünkü burada illet güçlüktür. O da yoktur.»
Ben derim ki: Bence sokaklarda gezen ve yedecek kimsesi olmadýðý halde zahmetsizce yollarý tanýyan, kimseye sormadan istediði mescidi bulan bazý âmâlara cumanýn farz olduðu anlaþýlýr. Çünkü bu takdirde âmâ kendi kendine camiye gidebilen hasta gibidir. Hattâ hastaya çok defa bundan da çok meþekkat ârýz olur.
Yürümeye kudreti olmak þart kýlýndýðýna göre kötürümün götürecek kimsesi bulunsa bile kendisine bilittifak cuma namazý farz deðildir. Hâniye. Zira o asla yürümeðe kâdir deðildir. Binaenaleyh Âmâ hakkýndaki hilâf onun hakkýnda cari deðildir. Nitekim Kuhistânî buna tenbihte bulunmuþtur.
Bahýr sahibi bir ayaðýn saðlam olmasýnýn cuma için kâfi geleceðini kesin bir ifade ile beyan etmiþ; Þumunnî ise «bir ayaðý felçli veya kesilmiþ olan kimseye cuma farz deðildir» demiþtir. Ebû´s Suûd, Bahýr´da bahsedileni, yürümeðe mâni olmayan topallýða; buradakini mâni olan topallýða hamletmek suretiyle iki kavlin aralarýný bulmuþtur.
Hapis edilmiþ olmamak da cumanýn þartlarýndandýr. Bunu «fakir borçlu gibi mazlum ise» diye kayýtlamak icabeder. Halen eda edebilecek kadar zengin ise cuma farz olur.
Korku bulunmamaktan maksat; sultan veya hýrsýz korkusudur. Müneh. Ýmdâd´da «Müflis hapis edileceðinden korkarsa kendisine korkan hükmü verilir. Nitekim korku sebebiyle teyemmüm etmesi caizdir.» denilmiþtir.
Cumanýn farz olmasý için dokuzuncu þart; þiddetli yaðmur, þiddetli çamur ve kar, þiddetti soðuk bulunmamaktýr. Nitekim imamlýk bâbýnda bunlardan söz etmiþtik.
«Azimeti tercih ederse» cümlesinden murad; "cuma namazýný kýlarsa" demektir. Çünkü o kimseye cumayý býrakýp öðleyi kýlmak için ruhsat verilmiþtir. Þu halde onun hakkýnda öðle namazýný kýlmak ruhsat. cuma namazý azimettir. Nasýl ki yolcunun oruç tutmamasý da öyledir. Yani orucu terketmesi ruhsat, tutmasý azimettir. Zira daha güçtür.
«Akýl bâlið» tabirleri mükellefin tefsir ve izahýdýr. Bu kayýtlarla çocuk ve deli hariç kalýrlar. Çünkü çocuðun kýldýðý cuma nafiledir. Delinin esasen namazý yoktur. Bunu Bedayi´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir.
«Tâ ki mevzuuna nakzile avdet etmesin.» Yani "bu namaz farz yerine geçmiþtir" demeyip öðleyi kýlmasý lâzýmdýr dersek mevzuuna nakzile avdet eder. Þöyle ki: O kimse hakkýnda öðle namazý ruhsattýr. Azimeti yaparak meþekkate tahammül ederse sahih olur. Ondan sonra kendisine bir de öðleyi kýlmak lâzýmdýr dersek ona bir meþekkat yüklemiþ oluruz. Ve onun hakkýndaki mevzuu - yani kolaylýðý - bozmuþ oluruz. H.
Ben derim ki: Þu halde mevzudan murad; burada üzerine cumanýn sükûtu bina edilen temeldir ki oda özrün gerektirdiði kolaylýk ve terhistir.
«Bahýr´da cumayý kýlmak efdaldir; yalnýz kadýn müstesnadýr.» denilmiþtir. Bahýr sahibi bunu fukahanýn «Bu gibiler hakkýnda öðleyi kýlmak ruhsattýr.» sözünden almýþtýr. Bu söz cumanýn azimet olduðunu gösterir; Cumayý kýlmak efdaldir. Bundan yalnýz kadýn müstesnadýr. Zira onun namazýný evinde kýlmasý daha fazîletlidir. Nehir sahibi de bunu kabul etmiþtir. Ta´lilin muktezasý þudur ki, kadýnýn evi mescidin duvarýna bitiþik olur da imama uymaya bir mâni bulunmazsa yine evinde kýlmasý efdal olur. Baþka namazlarda imamlýðý caiz olmaktan murad; erkeklere imam olmaktýr. Çocuk bundan hariçtir. Çünkü ehliyeti yoktur. Kadýn da hariçtir. Çünkü erkeklere imam olamaz.
«Bunlarýn bulunmasiyle ise cuma namazý evleviyetle mün´akit olur.» Musannýf bu sözle imam-ý Þâfiî Rahimehullah´ýn hilâfýna iþaret etmiþtir. Þâfiî bunlarýn imamlýklarýnýn sahih olduðuna fakat cuma mün´akit olmak için hesaba katýlmayacaklarýna kaildir. Zira bunlar imam olmaya yarayýnca imama uymaya evleviyetle yararlar. Ýnâye.
METÝN
Cuma günü þehirde özrü olmayan kimsenin öðle namazýný cumadan önce kýlmasý haramdýr. Cumadan sonra kýlmasý ise mekruh deðildir. Gaye. Haram olmasý, cumayý kaçýrmaya sebebiyet verdiðindendir. Cumayý kaçýrmak haramdýr.
ÝZAH
Burada Kudurî ve Kenz sahibi «mekruhtur» tabirini kullanmýþlardýr. Musannýfýn bunu býrakýp «haramdýr» demesi Kemâl bin Hümâm "haramdýr" dediði içindir. Ýbaresi þudur: «Murad mutlaka haramdýr demektir. Çünkü bu ittifakla kat´î bir farzý terketmektir. Öyle bir farzý ki öðleden de kuvvetlidir. Þu kadar varki terki emir edilmekle beraber öðle namazý yine de sahih olur.»
Bahýr sahibi buna þöyle cevap vermiþtir: «Haram olan, cumayý kaçýrtan sa´yi terk etmektir. Ondan önceki öðle namazý cumayý kaçýrtmamýþtýr ki, haram olsun. Zira bu namazdan sonra cuma için sa´yi(cumaya gitmesi) farzdýr. Nitekim fukaha bunu açýklamýþlardýr. Ancak cumadan önce öðle namazý kýlmak mekruhtur. Çünkü ona güvenilerek bazan cumanýn kaçýrýlmasýna sebep olabilir. Fukaha yalnýz öðle namazý kýlmanýn mekruh olduðuna hükmetmiþlerdir. Cumayý terk etmenin mekruh olduðuna hüküm vermemiþlerdir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Nehir sahibi bu cevabý beðenmiþtir.
Özrü olan kimse için ise imam cumayý kýldýrýncaya kadar öðleyi geciktirmek müstehap olur. Nitekim gelecektir. «Cumadan sonra kýlmasý ise mekruh deðildir.» Bilâkis farzdýr. Çünkü cumayý kaçýrmýþtýr.
Bahýr sahibi diyor ki: «Namazýn kendisi mekruh deðildir. Cumayý kaçýrmak haramdýr. Bu da bizim söylediðimizi te´yit eder.» Yani kerahet namazýn kendinden deðil. hariçten gelmektedir ki. o da cuma namazýný kaçýrmaya sebep olmasýdýr. Buna delil; cumayý kaçýrdýktan sonra öðleyi kýlmýþ olsa mekruh sayýlmamasý bilâkis vacip olmasýdýr. Þöyle denilebilir: Gâye´nin maksadý, cumanýn sahih olup olmadýðýnda þüphe edildiði zaman kerahet bulunmamaktýr. Þu halde murad; öðleyi, cuma namazýný kýldýktan sonra kýlmasýdýr. Cumayý kaçýrdýktan sonra kýlmasý deðildir.
Þehir hükmünde olmayan bir köyde ise öðleyi cumadan önce kýlmak mekruh deðildir. Çünkü orada cuma kýlmak sahih deðildir, «Haram olmasý cumayý kaçýrmaya sebebiyet verdiðindendir.» Bunun söz götürdüðünü Bahýr sahibinin incelemesinden anlamýþsýndýr. H.
METÝN
Öðle namazýný cumadan önce kýlar da sonra piþman olarak cumaya koþarsa; meselâ evinin kapýsýndan ayrýlýr; imam da namazda bulunursa cumaya yetiþsin yetiþmesin o kimsenin öðle namazý bâtýl olur. Mezhebe göre özürlü ile özürsüz arasýnda fark yoktur. Namazýn aslý ve cumaya koþmadan önce ona uyanýn namazý batýl olmaz. «Koþarsa» tabirini musannýf ayete itbaen kullanmýþtýr. Çünkü mescidde olursa ancak namaza baþlamakla öðlesi bâtýl olur.
«Cumaya koþarsa» diye kayýtlamasý bir hacet için veya imam namazýný bitirirken çýkar, yahut onu hiç kýlmazsa esah kavle göre bâtýl olmadýðý içindir. Binaenaleyh cumaya koþmakla bâtýl olmak ona eriþmek imkânýyle kayýtlýdýr. Cumaya mesafe uzaklýðýndan dolayý yetiþemezse esah kavle göre namazý bâtýl olmaz. Sirâc.
ÝZAH
Bir hâcet için çýkar da o hacetle cumaya gitmeyi ortak tutarsa itibar hangisi fazla ise onadýr. Nasýl ki Bahýr´dan da bu anlaþýlýr. T.
Burada þöyle denilebilir: Bahýr´da anlaþýlan sevaba bakaraktýr. Burada bu uygun olur mu olmaz mý teemmül ister. Zâhire bakýlýrsa bu ortaklýkla iktifa etmelidir. Velev ki hâcet tarafý daha çok olsun. Zira sevabý olmasa da cumaya koþmak tahakkuk etmiþtir.
«Veya imam namazýný bitirirken çýkarsa...» Fethu´l - Kadîr´in þu ibaresi de bunun gibidir. Hattâ evleviyette kalýr. «Ýmam namazýný bitirdikten sonra çýkarsa kýldýðý öðle bâtýl olmaz. Çünkü her iki surette cuma için koþmuþ olmaz.» Lâkin bu söz bunu bilirse makbuldur, bilmezse teslim etmez. Binaenaleyh münasip olan «imam da namazda bulunursa...» diyerek bu meseleleri metinden çýkarmak idi.
«Yahud onu hiç kýlmazsa» sözü, özürlü ve özürsüz bulunduðu hallere þâmildir. Keza cumaya gitmek için yola çýkarda imam ve cemaat namazda bulunurlar ancak bir hâdise sebebiyle tamamlamadan namazý bozarlarsa sahih kavle göre öðle namazý bâtýl olmaz. Bunu Sirâc´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir.
«Binaenaleyh cumaya koþmakla bâtýl olmak ona yetiþmek imkâniyle kayýtlýdýr.» Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Nehir sahibi bu sözü aþaðýda Sirâc´dan nakledilen ifadesiyle te´yit etmiþse de doðru deðildir. Nitekim göreceksin.
«Esah kavle göre namazý bâtýl olmaz.» Sirâc. Sirâc sahibi bu ibarede Nehir´e tâbi olmuþtur. Ýbare yanlýþtýr. Doðrusu «namazý bâtýl olur» þeklindedir. Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Bozulma hususunda sözü mutlak býrakmýþtýr. Binaenaleyh evinden çýkarken imam namazda olduðu halde mesafe uzaklýðýndan dolayý yetiþemediði ve namaza hiç baþlamadýðý hallere þâmildir ki, Belh ulemasýnýn kavli de budur. Sirâc´da beyan edildiðine göre sahih olan kavil budur. Çünkü o kimse cumaya teveccüh etmiþtir. Henüz vakti geçmiþ de deðildir. Hattâ evi mescide yakýn olur da cemaatýn ikinci .rekatta olduðunu iþitir ve öðleyi evinde kýldýktan sonra cumaya giderse esah kavle göre yine öðle namazý bâtýl olur.»
Ben derim ki: Bunun bir misli de Nihâye, Kifâye, Mi´râc ve Fetih gibi Hidâye þerhlerindedir.
Öðle namazýnýn bâtýl olmasýndan murad; farz vasfýnýn bâtýl olmasýdýr. O namaz nâfile olur. Çünkü Þeyhayn´a göre vasfýn bâtýl olmasý aslýn bâtýl olmasýný icabetmez. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Namazýn aslý bâtýl olmadýðý gibi o kimseye uyanýn namazý da bâtýl olmaz. Zira imamýn namazý namazdan çýktýktan sonra bâtýl olmuþtur. Bunun cemaat olana zararý yoktur. Yani þöyle bir itiraz yapýlamaz: «Asýl olan, imama uyanýn namazýnýn. imamýn namazýyle birlikte bozulmasýdýr.» Bunu Muhit´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Çünkü imam namazdan çýktýktan sonra o kimsenin cemaatlýðý kalmamýþtýr/Bu meselenin birçok benzerleri vardýr. Biz bunlarý imamlýk bâbýnda beyan etmiþtik. Bunlardan biri þudur: Ýmam -Maazallah- dinden döner de sonra vakit içinde tekrar müslüman olursa yalnýz kendi sinin o namazý tekrarlamasý lâzým gelir. Cemaata bir þey lâzým gelmez.
«Cumaya yetiþsin yetiþmesin o kimsenin öðle namazý bâtýl olur.» Yani velev ki yetiþememesi mesafe uzaklýðýndan ileri gelsin. Zirâ biliyorsun ki, yetiþme imkâný ile kayýtlamak sahih deðildir. Sonra cumaya yetiþemez veya geri dönmek aklýna gelir de dönerse öðleyi tekrar kýlmasý lâzým gelir. Nitekim Münye þerhinde beyan edilmiþtir.
«Mezhebe göre özürlü ile özürsüz arasýnda fark yoktur.» Cevhere´de þöyle deniliyor: «Köle, hasta, yolcu ve baþkalarý cumaya koþmakla öðlenin bozulmasý hususunda müsavidirler.» Bahýr sahibi bu sözü Gayetü´l - Beyan´la Sirâc´a nisbet etmiþ; bunu müþkil görerek þunlarý söylemiþtir: «Özürlü kimse mutlak surette cumaya seî (koþmak) ile memur deðildir. Binaenaleyh ona gitmekle öðlenamazý bâtýl olmamak gerektiði gibi cumaya baþlamakla dahi bâtýl olmamak icabeder. Çünkü ondan farz sâkýt olmuþtur. Onu bozmakla memur deðildir. Þu halde cuma namazý nâfile olur. Nasýl ki imam Züfer´le Þâfiî buna kaildirler. Muhit´in ibaresinden anlaþýlýyor ki o kimsenin öðlesi ancak cuma namazýnda bulunmakla bâtýl olur. Mücerret ona koþmakla bâtýl olmaz. Nitekim mazur olamayan hakkýnda hüküm budur. Bunun iþgâli daha hafiftir.»
Ben derim ki: Buna Zeyleî´nin ve Fethü´l - Kadîr´in þu sözleriyle cevap verilir: «Özür sahibine cumayý terketmek için ancak özründen dolayý ruhsat verilmiþtir. O cumayý kýlmayý iltizam etmekle saðlam hükmüne girmiþtir.»
«Mezhebe göre» ifadesinin yerine Münye þerhinde «Mezhebin sahih kavli budur» denilmiþ sonra þöyle devam edilmiþtir: «Züfer buna muhaliftir. Ona göre o kimsenin farzý öðledir. Onu da vaktinde eda etmiþtir. Binaenaleyh baþkasýyle bâtýl olmaz. Bizim delilimiz þudur: Özürlü kimse, baþkasýndan ancak "cumaya koþmayý terk" ruhsatýyle ayrýlmýþtýr. Bu ruhsatý kullanmazsa o da "baþkalarý" hükmüne girer.»
METÝN
Özürlü, mahpus ve yolcularýn cumadan önce ve sonra þehirde öðle namazýný cemaatla eda etmeleri kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü bunda cemaatý azaltmak ve þeklen bir aykýrýlýk vardýr. Bu ibare, cuma günü camiden maada bütün mescitlerin kapanacaðýný ifade eder. Cumayý kaçýran þehir halkýnýn dahi öðleyi cemaatla kýlmalarý mekruhtur. Onlar öðleyi ezansýz, ikametsiz ve cemaatsýz olarak kýlarlar. Hastanýn, öðleyi imam namazdan çýkýncaya kadar geciktirmesi müstehaptýr. Geciktirmezse mekruh olur. Sahih kavil budur.
Bir kimse cumaya teþehhüde veya -cumada secde-i sehiv yapýlýr diyenlere göre- secde-i sehiv halinde yetiþtirse onu cuma olarak tamamlar. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Nasýl ki bayramda bilittifak bayram olarak tamamlar. Fethu´l - Kadîr´in bayram namazý bahsinde böyle denilmiþtir. Lâkin Sirâc´da Ýmam Muhammed´e göre o kimsenin imama yetiþmiþ sayýlmadýðý bildirilmiþtir. Namaza bilittifak öðleye diye deðil, cumaya diye niyet eder. Öðleye diye niyet ederse imama uymasý sahih olmaz. Sonra zâhire göre bu hususta yolcu ile baþkasý arasýnda fark yoktur. Bunu inceleyerek Nehir sahibi söylemiþtir.
ÝZAH
Özürlü kimselerin cuma günü öðleyi cemaatla kýlmalarý mekruh olunca özürsüzlerin bunu yapmasý evleviyetle mekruh olur. Nehir. Mahpus kimse özürlüler de dahil olmakla beraber Kenz ve diðer kitaplarda yapýldýðý gibi musannýfýn da onu ayrýca zikretmesi bazýlarýnýn sözünü reddetmek içindir. Bu zevat «Mahpusun cuma kýlmasý lâzýmdýr. Çünkü zâlim ise hasmýný kandýrmaya muktedirdir. Deðilse imdâd istemesi mümkündür» demiþlerdir. Hayreddin-i Remlî «Bizim zamanýmýzda mazluma imdada koþacak kimse yoktur. Galebe zâlimlerdedir. Bir hak için kim kendilerine çatarsa onu helâk ederler» diyor.
«Öðle namazýný cemaatla eda etmeleri» ifadesinin mefhumundan anlaþýlýyor ki, cemaatla kazaetmeleri mekruh deðildir. Bahýr´da þöyle deniliyor: «Öðle namazýný diye kayýtlamasý, baþka namazlarýn cemaatla kýlýnmasýnda beis olmadýðý içindir.» Sonra öðle namazýný cuma günü cemaatla kýlmak þehirde mekruhtur. Þehir hükmünde olmayan köy bunun hilâfýnadýr. Zira o köy halkýna cuma namazý farz deðildir. Binaenaleyh onlar için cuma günü sair günler gibidir. Münye þerhi.
Mi´rac´da Mücteba´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Mesafe uzaklýðýndan dolayý kendilerine cuma farz olmayanlar, öðleyi cemaatla kýlabilirler.» Cemaatýn azalmasý þöyle olur: Özürlüye bir baþkasý uyabilir. Bu ise cumanýn terkine müeddi olur. Bahýr. Kezâ cumadan sonra öðlenin cemaatla kýlýnacaðýný bilen bir adam çok defa onlarla birlikte kýlmak için cumayý terkeder.
Þeklen aykýrýlýða gelince: O gün müslümanlarýn þiarý cuma namazý kýlmaktýr. Onlara zýt harekette bulunmak istemek büyük bir meseleye müncer olur. Onun için de þeklen aykýrý davranmakta kerahet-i tahrimiye vardýr. Rahmeti.
Cuma günü büyük camiden maada þehirdeki bütün küçük mescidler kapanýr. Tâ ki onlara cemaat toplanmasýn. Bunu sirâc´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Büyük camiin açýlmasý ise zaruridir. Zâhire bakýlýrsa cemaat toplanmasýn diye cumadan sonra büyük cami bile kapanýr. Meðer ki þöyle denile: «Âdet cemaatýn vaktin evvelinde toplanmasýdýr. Binaenaleyh cuma kýlýnmayan sair mescidlerin kapanmasý cemaat bu camiye gelmeye mecbur olsunlar diyedir.» Bu izaha göre sair mescidler cuma namazý kýlýnýncaya kadar kapanýrlar. Lâkin cumadan sonra onlarý açmaya bir sebep kalmadýðý için ikindiye kadar kapalý kalýrlar. Sonra bütün bu söylenenler cumadan baþka bir namaza gitmekten mübalaðalý bir þekilde menetmek ve onun kuvvetli bir namaz olduðunu göstermek içindir.
«Cumayý kaçýran þehir halkýnýn dahi öðleyi cemaatla kýlmalarý mekruhtur.» Zâhire göre bu kerahet kerahet-i tenzihiyedir. Çünkü cemaatý azaltmak ve þeklen aykýrýlýk yoktur. Bunu Kuhistanî´nin Muzmirat´ýndan naklettiði «yalnýz baþlarýna kýlmalarý müstehaptýr» sözü de te´yit eder.
«Onlar öðleyi ezansýz, ikametsiz ve cemaatsýz kýlarlar.» Valvalciye´de þöyle denilmiþtir: «Cuma günü þehirde cemaatla öðle namazý kýlýnmadýðý gibi ezan ve ikamet de yoktur. Bu hapishane ve diðer yerler de de böyledir.»
«Hastanýn, öðleyi imam namazdan çýkýncaya kadar geciktirmesi müstehaptýr» denildiðine göre geciktirmediði takdirde mekruh olmasý kerahet-i tenzihiye iledir. Nehir. Þu halde Þeyh Ýsmail´in Dürer þerhinde Muhit´den naklen «Bilittifak kerahet yoktur» demesi kerahet-i tahrimiye yoktur mânâsýna hamledilir.
«Cumada secde-i sehiv yapýlýr» diyenlere göre bir kimse cumaya secde-i sehiv halinde hattâ onun teþehhüdünde yetiþse namazýný cuma olarak tamamlar. Müteehhirin ulema ise cuma ve bayram namazlarýnda secde-sehiv yapýlmamasýný tercih etmiþlerdir. Çünkü cahiller namaza ziyade edildiðini tevehhüm edebilirler. Sirâc ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Bahýr.
Maksat, caiz deðil demek deðildir. Evla olan terk edilmesidir. Tâ ki cemaat fitneye düþmesinler. Bunu Azmiye´den naklen Ebu´s - Suûd söylemiþtir. Bunun bir misli de Ýbn-i Kemâl´in izah namýndakieserindedir. Namazýný cuma olarak tamamlarken kýraat hususunda muhayyerdir. Ýsterse âþikâre isterse gizli okur. Bahýr.
«Ýmam Muhammed buna muhaliftir.» ;O þöyle demiþtir: «Þayet imamla birlikte ikinci rekatýn rükûuna yetiþirse cumayý onun üzerine binâ eder; daha sonra yetiþirse o namazýn üzerine öðleyi binâ eder. Çünkü bu namaz bir cihetten cuma bir cihetten öðledir. Zira bazý þartlarý kaçýrmýþtýr. Binaenaleyh öðleye itibar ederek dört rekat üzerinden kýlar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur. Nâfile olmak ihtimalinden dolayý son iki rekatta kýraatý okur.» Þeyhayn´a göre o kimse bu halde cumaya yetiþmiþtir. Hattâ kendisine cumaya niyet etmek þarttýr ki. o da iki rekattýr. Ýmam Muhammed´in söylediklerinin vechi yoktur. Zira bunlar muhtelif iki namazdýr. Biri diðerinin tahrimesi üzerine binâ edilemez. Hidâye´de böyle denilmiþtir. «Lâkin Sirâc´da imam Muhammed´e göre o kimsenin imama yetiþmiþ sayýlmadýðý bildirilmiþtir.»
Ben derim ki: Sirâc´ýn ibaresi Zahîriye´nin bayram bahsinde bazý ulemadan naklen zikredilen; sonra bazý ulemadan naklen hilâfsýz yetiþmiþ sayýldýðý bildirilmiþ «sahih olan budur» denilmiþtir.
«Sonra zâhire göre bu hususta yolcu ile baþkasý arasýnda fark yoktur.» Zahîriye´de Münteka´ya nisbet edilerek þöyle denilmiþtir: «Cuma günü imama teþehhüdde yetiþen yolcu namaza girdiði tekbirle dört rekat olarak kýlar.» Bahýr sahibi bunun, metinlerdeki ibareyi tahfiz ettiðini ve o ibareyi mesbûka cuma vacip olduðu surete hamletmeyi gerektirdiðini söylemiþ «Cuma vacip olmazsa mesbuk o namazý öðle olarak tamamlar» demiþtir.
Nehir sahibi buna cevap vererek «Zâhire bakýlýrsa bu söz imam Muhammed´in kavline göre söylenmiþtir. Þu kadar var ki Muntekâ sahibi onu tercih ettiði için kesin ifade etmiþtir. Yolcu kayýt deðil, misaldir» demiþtir.
Ben derim ki: Hidâye´den naklettiðimiz ibare de bunu teyit eder. Orada «Þeyhayn´a göre öðleyi cumanýn üzerine binâ etmenin bir vechi yoktur. Çünkü her kiþi baþka baþka namazlardýr» denilmiþtir. Kaldý ki yolcu, cuma namazý kýlmayý iltizam edince bu namaz ona vacip olur. Onun için ayný namazda imam olmasý sahihtir. Bir de yolcu cumadan evvel öðleyi kýlarsa sonra cumaya gittiði takdirde yetiþemese bile öðle namazý bâtýl olur. Yetiþtiði zaman nasýl kýlmaz. Bilâkis onu öðle olarak kýlar. Ve öðle öðleyi iptal etmez. Akla yatan Nehir´in ibaresidir. Yolcuyu hassatan zikretmesi o namazý yalnýz imam Muhammed´in kavline göre öðle olarak kýlacaðý tevehhüm edilmesin diyedir. Zira imamýnýn farzý iki rekattýr. Bundan dolayý ona göre namazý dört rekat olarak tamamlayacaðýna tenbihte bulunmuþtur. Çünkü imamýnýn cumasý öðle yerine geçer. Allah´u âlem.
METÝN
Ýmam -Hücre varsa hücreden, yoksa bulunduðu yerden-
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:35:22
METÝN
Ýmam -Hücre varsa hücreden, yoksa bulunduðu yerden- minbere çýkmak için kalktýðý zaman hutbe tamam oluncaya kadar namaz kýlmak ve konuþmak caiz deðildir. Mecma þerhi.
Esah kavle göre velev ki hutbede zâlimlerden bahsedilsin. Yalnýz vakit namazý ile aralarýnda tertip sâkýt olmayan kaza namazý müstesnadýr. Onu kýlmak mekruh deðildir. Bunu sirâc sahibi ve baþkalarý söylemiþlerdir ki. cumanýn sahih olmasý için bu zaruridir. Aksý takdirde olmaz. Sünnetikýlarken yahut nâfilenin üçüncü rekatýna kalktýðýnda hatip minbere çýkarsa esah kavle göre namazýný tamamlar. Ama kýraatý hafif tutar.
Namazda haram olan her þey hutbede de haramdýr. Bunu Hülâsa ve diðer kitaplar kaydetmiþlerdir. Binaenaleyh yemek, içmek ve konuþmak haramdýr. Velev ki tesbih veya selâm almak yahut iyiliði emir kabilinden olsun. Bilâkis dinleyip susmasý icabeder. Esah kavle göre bu hususta uzakla yakýn arasýnda fark yoktur. Muhit.
ÝZAH
«Ýmam minbere çýktýðý zaman hutbe tamam oluncaya kadar namaz kýlmak ve konuþmak caiz deðildir» sözü hadistir. Hidâye sahibi onu merfu olarak nakletmiþse de Fethu´l - Kadîr´de merfu þekli garip görülmüþtür. Malum olan bunu Zührî´nin söylemiþ olmasýdýr. Ama ibn-i Ebi Þeybe´nin musannýfýnda Hazreti Ali, Ýbn-i Abbas ve Ýbn-i Ömer (r. anh.) dan rivayet ettiði bir habere göre mezkur zevat imam minbere çýktýktan sonra namaz kýlmayý ve konuþmayý kerih görürlermiþ. Hâsýlý sahibinin sözü huccettir. Bize göre baþka bir sünnete aykýrý düþmemek þartiyle taklidi vaciptir.
«Hutbe tamam oluncaya kadar namaz kýlmak caiz deðildir» sözü, sünnetlere ve tahiyye-i mescide de þâmildir. Bunu Bahýr sahibi söylemiþtir. Bahýr haþiyesini yazan Remlî «yani caiz olan hiç bir namaz yoktur» diye tefsirde bulunmuþtur. «Kerahet vaktinde namaz kýlmak, secde-i tilâvet yapmak memnu´dur ilh...» cümlesini izah ederken þu da geçmiþti: «Nâfile kýlmak sahih fakat mekruhtur. Hattâ onu bozarsa kazasý icabeder. Bu namazý bozup mekruh olmayan bir vakitte kaza etmek zâhir rivayete göre vaciptir. Ama tamamlarsa niyetlenmekle üzerine aldýðý borçdan kurtulmuþ olur. Binaenaleyh maksat mun´akit olmamak deðil, haram olduðunu anlatmaktýr.»
«Konuþmak caiz deðildir...» ifadesinden murad; insan sözü cinsinden olan þeylerdir. Tesbih ve benzeri zikirler mekruh deðildir. Esah olan kavil budur. Nitekim Nihâye ve inâye´de beyan olunmuþtur. Zeyleî´nin bildirdiðine göre ihtiyat susmaktadýr. Hilâfýn yeri, hutbeye baþlamazdan öncesidir. Baþladýktan sonra ise her nevi konuþmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Nitekim Bedayi´de de böyle denilmiþtir. Bahýr ve Nehir.
Bakalî muhtasarýnda þunlarý söylemiþtir: «Hatip duaya baþlarsa cemaatýn el kaldýrmalarý ve âþikare dil ile âmin demeleri caiz olmaz. Bunu yaparlarsa günahkâr olurlar. Bazýlarý günahkâr deðil isâet etmiþ olacaklarýný söylemiþlerdir. Sahih olan kavil birincisidir. Fetva da ona göredir.
Keza Peygamber (s.a.v.) zikredilince cemaatýn aþikâre olarak salavât getirmeleri caiz deðildir. Bunu kalbleri ile yaparlar. Fetvâ buna göredir. Remli.
«Hutbe tamam oluncaya kadar namaz kýlmak ve konuþmak caiz deðildir» ifadesinin yerine Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Musannýf Hidâye´de denildiði gibi "hutbe tamam oluncaya kadar" dememiþtir. Çünkü Muhit ve Gayetu´l - Beyan´da açýklandýðýna göre namaz kýlmak ve konuþmak imamýn minbere çýkmasýndan namazý bitirinceye kadar mekruhturlar.»
«Esah kavle göre velev ki hutbe de zâlimlerden bahsedilsin.» Bazýlarý «zâlimler zikredilirken konuþmak caizdir» demiþlerdir. T.
«Tertibi ýskât etmeyen kaza namazýný kýlmak mekruh deðildir.» Bilâkis onu kýlmak vaciptir. «Aksi taktirde olmaz.» Yani tertip sâkýt olursa namazý o anda kaza mekruh olur. «Esah kavle göre namazýný tamamlar. Ama kýraatý hafif tutar.» Bu sözü Bahýr sahibi Velvalciye ile Mübtega´ya nisbet etmiþ fakat nâfile meselesini zikretmemiþtir. Þurunbulâliye´de Suðra´dan naklen «fetva buna göredir» denilmiþtir.
Bahýr sahibi «Fethu´l - Kadîr´de, "Sünneti kýlarken hatip minbere çýkarsa iki rekatta selâm verir" denilmiþ se de bu kavil zaiftir. Kâdýhân onu Nevadir´e nisbet etmiþtir» diyor.
Ben derim ki: Biz farza yetiþmek bâbýnda Fethu´l-Kadîr´deki sözün tercih edildiðini de söylemiþ ve «Bütün bunlar üçüncü rekata kalkmadýðýna göredir. Üçüncüye kalkar da onun secdesine varýrsa namazýný tamamlar. Üçüncü rekatýn secdesine varmazsa bazýlarýna göre namazýný tamamlar; bazýlarýna göre oturup selâm verir» demiþtik. Hâniyede «bu daha münasip tir» denilmiþ lâ´kin Münye þerhinde birinci kavlin tercih edildiði bildirilmiþtir. Meselenin tamamý oradadýr. Oraya müracaat edebilirsin.
«Kýraatý hafit tutar.» Yani yalnýz vacip olan miktarda yetinir. T. «Velev ki tesbih olsun» ifadesinden murad; velev ki konuþmak tesbihten ibaret olsun demektir. Ama bunu metindeki «Namazda haram olan her þey hutbede de haramdýr» sözü üzerine getirdiði fer´î meseleler arasýnda zikretmesi söz götürür. Zira namazda tesbih haram deðildir. Ýyiliði emir, hatipten olursa haram deðildir. Nitekim þârih evvelce söylemiþti.
«Bilâkis dinleyip susmasý icabeder.» Bu sözün zâhirine bakýlýrsa hutbeyi dinlemeye engel olan þeyi konuþmak olmasa bile onunla meþgul olmak yine mekruhtur. Kuhistanî bunu açýklayarak þöyle demiþtir: «Çünkü hutbeyi dinlemek farzdýr. Nitekim Muhit´de böyle denilmiþtir. Yahut Mes´udiye´nin namaz bahsinde bildirildiði vecihle vaciptir veya sünnettir. .Bu söz hutbe okunurken uyumanýn mekruh olduðunu gösterir. Meðer ki uyku galebe çala. Nitekim Zâhidi beyan etmiþtir». T.
Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Ben derim ki: Peygamber (s.a.v.)´in "Biriniz cuma günü uyuklarsa yerini deðiþtirsin" buyurduðu rivayet olunmuþtur. Bu hadisi Tirmizi tahric etmiþ ve "Hasen sahihtir" demiþtir.» Esah kavle göre minbere yakýn olanlarla uzak olanlar arasýnda fark yoktur. Bazýlarý uzak olursa konuþmakta beis olmadýðýný söylemiþlerdir. Bunu Halebî Kuhistanî´den nakletmiþtir.
METÝN
Buna, helâkinden korkulan kimseyi uyarmak .meselesiyle itiraz olunamaz. Çünkü bu uyarma insan hakký için vaciptir. O kimse buna muhtaçtýr. Susmak ise Allah Teâlâ´nýn hakký içindir. Bunun esasý müsamahaya dayanýr. Ýmam Ebû Yusuf hutbe okunurken kitabýna bakar; onu tashih edermiþ. Esah kavle göre kötü bir þey görünce baþýyle yahut eliyle iþaret etmekte bir beis yoktur. Doðru olan hareket. Peygamber (s.a.v.) in ismini iþitince içinden salâvat getirmektir. Aksýrana teþmitte bulunmak ve selâm almak vacip deðildir. Bununla fetva verilir. Keza nikâh, bayram ve hatim-i Kur´an hutbeleri gibi hutbeler dinlemek de mutemet kavle göre vaciptir.
Ýmameyn «Hutbeden önce ve sonra konuþmakta beis yoktur» demiþlerdir. Ebû Yusuf´a göreoturduðu zaman dahi konuþmakta beis yoktur. Hilâf âhirete dair konuþmaktadýr. Baþka konuþmalar bilittifak mekruhtur. Bu izaha göre zamanýmýzdaki mutad terakkýye Ýmam-ý A´zam´a göre mekruh, imameyne göre mekruh deðildir. Hutbe okunurken müezzinlerin yaptýðý teraddi ve benzeri þeyler bilittifak mekruhtur. Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
ÝZAH
Bahýr nâm kitapta þöyle deniliyor: «Kuyu kenarýnda bir adam görür de içine düþeceðinden korkarsa; yahut bir insana yaklaþan bir akrep görürse hutbe okunurken o insaný uyarmak caizdir.»
Ben derim ki: Bu. konuþmaktan baþka çare kalmadýðýna göredir. Zira dürtmek ve çimdirmek gibi bir þeyle uyarmak mümkünse konuþmak caiz deðildir.
«Ýmam Ebu Yusuf´un kitabýna bakmasýyle istidlâl, esah kavlin hilâfýnadýr. Feyzü´l-Kadir´de þöyle denilmektedir: «Þayet hutbeyi iþitmeyecek kadar uzakta olursa konuþmanýn haram olup olmadýðýna hilâf vardýr. Kur´ an okumakta ve kitaplara bakmakta dahi hilâf vardýr. Ýmam ebu Yusuf´tan rivayet olunduðuna göre kendisi hutbe okunurken kitabýna bakar ve onu kalemle tashih edermiþ. Ama en ihtiyatlý hareket susmaktýr. Bununla fetva verilir.»
«Ýçinden salâvat getirmek» kendi iþitecek kadar yahut harfleri doðru dürüstü çýkaracak kadar okumakla olur. Ulema bunu böyle tefsir etmiþlerdir. Ýmam ebu Yusuf´tan bir rivayete göre hem susmak emrine hem de Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirme emrine uymuþ olmak için kalben salavat getirilir. Nitekim Kirmâni´de beyan edilmiþtir. Kuhistanî bunu imamlýk bahsinden az evvel nakletmiþtir. Cevhere sahibi yalnýz salavat meselesini söylemekle yetinmiþ «salavatý söylemez. Çünkü salavat bu halden baþka bir yerde tekrar edilebilir. Dinlemek ise bir daha ele geçmez.» demiþtir.
Aksýrana teþmitte bulunmak (yani yerhamukellah demek) ve selam almak vacip deðildir. Ýmam ebu Yusuf´tan bir rivayete göre selam almak mekruh deðildir. Çünkü farzdýr.
Biz deriz ki: Bu þer´an selam almaya izin verilen yerdedir. Hutbe hali böyle deðildir. Bilakis selam almakla günaha girer. Zira hutbe dinleyenin kalbini, farzý dinlemekten alýkor. Bir de selam almak her zaman mümkündür. Hutbe dinlemek böyle deðildir. Fetih.
Hatm-i Kur´an hutbesi. "Elhamdülillâhi rabbil´âlemin" "Hamde-s Sâbirin" «Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah´a mahsustur. O´na, sabýrlý kullarýn hamdý gibi hamdederim...» gibi sözlerle olur.
Kur´an okuyanýn «Yarabbi okuduðumuz Kur´anýn sevabýný filana baðýþladým.» gibi sevap hediye etmesini zâhire göre dinlemek vacip deðildir, Zira duadan maduddur. T.
«Ýmameyn hutbeden önce ve sonra konuþmakta beis yoktur, demiþlerdir.» Bu mesele Cevhere´de þöyle hulasa edilmiþtir: Ýmam-ý A´zam´a göre imamýn minbere çýkmasý namaza ve konuþmaya son verir. Ýmameyn´e göre ise minbere çýkmasý namaza son verir. Konuþmasý da cemaatýn konuþmasýný keser.
«Mutad terakkýye» den murad; «innallâhe vemelâiketehü» ayeti ile muttefekun aleyh olan «cuma günü imam hutbe okurken arkadaþýna sus dersen muhakak gevezelik etmiþ olursun.» hadisiniokumaktýr.
Ben derim ki: Allaâme Ýbn-i Hacer Tuhfe namýndaki eserinde bunun bid´at olduðunu söylemiþtir. Çünkü ilk devirden sonra ortaya çýkmýþtýr. Bazýlarý «Lâkin bu bid´at-ý´ hasenedir (güzel bid´attýr.) Zira ayeti kerime her kese mendup olan salat ve selâmý çok yapmaya teþvik etmektedir. Bâhusus bugün bir çok lâzýmdýr. Hadiste, terki cumanýn fazîletini kaçýran susmanýn kuvvetle lâzým olduðunu göstermektedir. Hattâ susmayý terketmek ekser ulemaya göre insaný günaha sokar» demiþlerdir.
Ben derim ki: Buna þununla da istidlal edilir: Peygamber (s.a.v.) veda haccýnda Minâ´da hutbe okumak istediði zan^an birine cemaatý susturmasýný emretmiþtir. Buna kýyasan hatibin cemaatý susturmak için birine emir vermesi mendup olur. Terkýye yapanýn iþi de budur. Binaenaleyh onun, hadisi zikretmesi asla bid´at sahasýna girmez. Hayreddin-i Remli de Þâfiî´den bunun benzerini nakil ile tasdikte bulunmuþ ve «Mutad vecihle hadis okumanýn horam olduðunu söylememek gerekir. Zira ümmet bunu bütün çoðunluðu ile yapýlagelmiþtir» demiþtir.
Ben derim ki: Bunun mutad olmasý «konuþmak haramdýr; velev ki iyiliði emir veya selâm almak olsun» diyen imama göre caiz olmasýný iktiza etmez. Sonradan ortaya çýkan örf ve adet nassa muhalif olursa ona itibar yoktur. Çünkü örf ancak sahabe ve müctehidler devrinden beri umumi olursa helâl delili olur. Nitekim fukaha bunu açýklamýþlardýr. Cuma hutbesini Mina hutbesine kýyas etmek ise kýyas-ý mea´l fârýktýr (yani birbirine uymayan iki þeyi kýyastýr). Zira halk cuma günü mescidde oturur ve hutbeyi dinlemeye hazýr olarak hatibin çýkmasýný beklerler. Mina hutbesi böyle deðildir. Teemmül buyurula!.
Öyle anlaþýlýyor ki, böyle sözler terkýyecinin, müezzine. ezaný telkin ettiði zaman da söylenir. Fakat zâhire göre kerahet, terkýye yapan hatibe deðil. müezzinedir. Çünkü hatibin huzurunda okunan iç ezanýn sünneti terkýyecinin ezaný ile hâsýl olur. Müezzin ona icabet etmiþ sayýlýr. O anda ezana icabet ise mekruhtur. Meðer ki «ilk ezan cemaat iþitecek kadar sesle okunmazsa sünnete muhalif olur. Binaenaleyh ikinci ezan muteber olur» denile.
«Teraddî ve benzeri þeyler» den murad; ashab-ý kiramýn adlarý zikredildiði vakit "radýyellahu anhum" demektir. Benzeri de sultanýn adý geçince ona dua etmektir. Rum ili gibi bazý beldelerde mutad olduðu vecihle bunu müezzinler yüksek sesle yaparlar. Bizim memleketimizde de hatip minbere çýkarken mutad olduðu vecihle harfleri uzata uzata naðmeler yaparak Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirmek bu kabildendir.
Þârih «meselenin tamamý Bahýr´dadýr» demiþse de Bahýr´da bundan sonra sadece «þaþýlacak þeydir ki» diye anlattýklarý zikredilmiþtir.
METÝN
Þaþýlacak þeydir ki terkýyeci hatip hadisinin muktezasý ile emri bilma´ruf yasak eder; sonra da: «Susun! Allah size merhamed eylesin! der.»
Ben derim ki: Ancak imameynin kavline hamledilirse o baþka. Dikkatli ol!.
Esah kavle göre ilk ezanla alýþ veriþi býrakarak cumaya koþmak vacip olur. Velev ki alýþ veriþcumaya koþmakla beraber olsun. Mescidde olursa günahý daha büyüktür, Ýlk ezan Rasûlüllah (s.a.v.) zamanýnda olmayýp Hazret-i Osman zamanýnda ortaya çýkmýþtýr. Bahýr´da kerahet-i tahrimiye ile mekruh olan bir þeye ´haram´ demenin sahih olduðu beyan edilmiþtir. Ýkinci defa ezaný hatibin huzurunda hatip minbere oturduðu vakit okur. Musannýf burada fiili müfred kullanmakla þunu anlatmak istemiþtir. Müezzinler birden fazla iseler birer birer ezan okurlar. Hepsi birden okumazlar. Nitekim Cellâbî ile Timurtâþî´de böyle denilmiþtir. Bunu Kuhistani söylemiþtir.
ÝZAH
«Ancak imameynin kavline hamledilirse o baþka!» Çünkü hatip bu sözü hutbeden önce söyler. Ýmameyn Peygamber (s.a.v.)´in «imam hutbe okurken ilh...» hadisini hakikaten hutbeye baþlamýþ olmaya hamlederler. O zaman terkýyeci "susun" diyerek okuduðu hadise muhalefet etmiþ olmaz. Ýmam-ý A´zam´ýn kavline göre ise «imam hutbe okurken» sözünü «hutbe için minbere çýkarken» mânâsýna hamledenlere göre imam okuduðu hadise muhalefet etmiþ olur ve bu mekruhtur. Cumaya koþmak (yani gitmek) farz olduðu halde musannýfýn «vacip olur» demesi vaktinin ilk ezan mý yoksa ikinci ezan mý olduðunda ihtilaf edildiði içindir. Yahut itibar vaktin girmesinedir. Bahýr. Bunun hulâsasý þudur: Cumaya gitmenin (Sa´yin) kendisi farzdýr. Vacip olan, ilk ezan vaktinde yapýlmasýdýr. Bu suretle Nehir´in þu ibaresi defedilmiþ olur «Sa´yin vaktinde ihtilaf edilmesi, "o farzdýr" demeye mâni deðildir. Nasýl ki ikindi namazý bilittifak farzdýr: Halbuki vaktinde ihtilaf edilmiþtir.»
Musannýf «alýþ-veriþi býrakarak» demekle sa´ye aykýrý olan her ameli kasdetmiþtir. Alýþ-veriþ tabirini kullanmasý ayeti kerimede bu tabir kullanýldýðý içindir. Nehir.
Þârih «velev ki alýþ-veriþ (sa´yi ile) cumaya koþmakla beraber olsun» diyorsa da Sirâc´da alýþ-veriþ cumaya gitmekten alýkoymazsa giderken yapýlmasýnýn mekruh olmadýðý açýklanmýþtýr. Bahýr.
Nehir´de «birinci kavle itimat gerekir» denilmiþtir.
Ben derim ki: Þârihin "bey´i fâsit bâbý" nýn sonunda anlatacaðý vecihle bunda bir beis yoktur. Çünkü yasaklama cumaya gitmeyi ihlâl etmekle ta´lil edilmiþtir. Cumaya gitmeye engel yoksa yasaklamakda yoktur. Alýþ-veriþ mescidde yapýlýrsa günahý daha büyüktür. Bu hususta mescidin kapýsý da ayný hükme dahildir. Bahýr.
Esah kavle göre alýþ-veriþ ilk ezanla terk edilir. Bu hususta Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Ulema ilk ezandan murad ne olduðunda ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý «Meþru olmasý itibariyle ilk okunan ezandýr» demiþlerdir. Ýlk meþru olan ezan minberin önünde okunandýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.) zamanýyle Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) zamanlarýnda okunan ezan bu idi. Sonra cemaat çoðalýnca ikinci ezaný hazreti Osman ihdas etmiþ ve Zevrâ denilen yerde okunmuþtur. Bu yer Medine´dedir. Esah kavle göre ilk ezan vakit itibariyle okunandýr ki, zevalden sonra minarede okunur. «Bâhýr´da kerahet-i tahrimiye ile mekruh olan bir þeye haram demenin sahih olduðu beyan edilmiþtir.»
Ben derim ki : Musannýfýn "haram - helal bahsi" nin baþýnda anlatacaðý vecihle imam Muhammed´e göre her mekruh haramdýr. Þeyhayn´a göre ise harama yakýndýr. Evet, imam Muhammed´in kavlionlardan da rivayet olunmuþtur. Nitekim bunu inþallah o bahisde söyleyeceðiz. Bahýr sahibi bu sözü ile Hidâye sahibi namýna özür dilemeye iþaret etmiþtir. Çünkü Hidâye sahibi ezan vaktinde alýþ - veriþ yapmanýn haram olduðunu söylemiþtir. Halbuki haram deðil kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Bu suretle Gayetü´l - Beyan sahibinin Hidâye´ye yaptýðý itiraz defedilmiþ olur. Onun itirazý þöyledir: «Alýþ - veriþ caizdir; lâkin mekruhtur. Nitekim Tahâvî þerhinde açýklanmýþtýr. Zira baþka þeydeki bir mânâdan dolayý yapýlan yasaklama meþruiyeti yok etmez.»
Kuhistani, müezzinlerin ezaný hep birden okumamalarý hususunda þunu da söylemiþtir: «Hidâye ve diðer kitaplarda müezzinler ezaný okurlar denilerek buna iþaret edilmiþtir. Hidâye þârihlerinin sözü de buna delâlet eder.» Kuhistani´nin bu sözü itiraz götürür. Hidâye þârihlerinin sözü bunun hilafýna delalet etmektedir. Ýnâye´de þöyle denilmiþtir: «Müezzinlerin cemi sîgasiyle zikir edilmesi âdete binaendir. Çünkü cuma ezanýnda öteden beri âdet, müezzinlerin sesleri büyük camiin etrafýna ulaþsýn diye bir yere toplanmalarýdýr.» Nihâye, Kifâye ve Miracü´d - Dirâye´de dahi böyle denilmiþtir,
Ben derim ki: Mezkur illet ancak ilk ezanda meydana çýkar. Halbuki Hidâye´de her iki yerde müezzinler cami sîgasiyle zikredilmiþtir.
Minber kelimesi yükseklik mânâsýna gelen «Nebr»den alýnmýþtýr. Peygamber (s.a.v.)´e uymuþ olmak için minber üzerinde hutbe okumak sünnettir. Bahýr. Minber mihrabýn solunda olmalýdýr. Kuhistani.
Peygamber (s.a.v.)´in minberi, istirahat yeri denilenden baþka ÜÇ basamaktan ibarettir. Ýbn-i Hacer Tühfe namýndaki eserinde þöyle diyor: Ulemadan bazýlarý þimdi âdet olan ikinci hutbede bir basamak aþaðý inerek sonra tekrar yukarý çýkmanýn çirkin bir bid´at olduðunu incelemiþlerdir.»
METÝN
Hatip hutbeyi tamamlayýnca ikamet getirilir. Hutbe ile ikameti dünya iþi ile birbirinden ayýrmak mekruhtur. Bunu Aynî söylemiþtir. Cumayý hatipten baþkasý kýldýrmamalýdýr. Çünkü hutbe ile namazýn ikisi birþey gibidirler. Ama bu yapýlýrsa; meselâ sultanýn izniyle hutbeyi bir çocuk okur; namazý âkýl bâlið biri kýldýrýrsa caiz olur. Muhtar kavil budur.
Öðlenin vakti çýkmadan þehrin binalarýndan ayrýlmak þartýyle cuma günü sefere çýkmakta beis yoktur. Hâniye´de de böyle denilmiþtir. Lâkin Zahîriye ve diðer kitaplarýn ibarelerinde "çýkmak" yerine "girmek" tabiri kullanýlmýþtýr. Münye þerhinde ise þöyle denilmiþtir: «Sahih kavle göre zevalden sonra cumayý kýlmadan sefere çýkmak mekruhtur. Zevalden önce sefere çýkmak mekruh deðildir.»
Köylü bir kimse cuma günü þehre gelirse o gün orada kalmaya niyet ettiði takdirde cuma namazýný kýlmasý lâzým gelir. O gün cumadan önce veya sonra þehirden çýkmaya niyet ederse cuma kýlmasý lâzým gelmez. Lâkin Nehir´de «cumadan sonra çýkmaya niyet ederse cuma namazýný kýlmasý lâzýmdýr. Aksi takdirde lâzým deðildir» denilmiþtir. Münye þerhinde ise «cuma vaktine kadar durmaya niyet ederse namazýný kýlmasý lâzýmdýr. Ama "lazým deðildir" diyenler de vardýr» denilmektedir. Nasýl ki bir yolcu cuma günü þehre gelir de o gün çýkmaya niyet etmediði gibi yarýmay orada kalmaya da niyet etmezse cuma namazýný kýlmasý lâzým gelmez.
ÝZAH
Hatip hutbeyi tamamlayýnca ikamet getirilir. Öyle ki ikametin evveli hutbenin sonuna bitiþik olmalý ve hatibin namaz yerinde durmasýyle ikamet bitmelidir. Ýmam namazýn iki rekatýnda cuma ile münâfikun sûrelerini okur. Ama baþka sûreleri okumak da mekruh deðildir. Nitekim Tahavî þerhinde beyan olunmuþtur. Zâhidî Cuma namazýnda e´lâ ve gâþiye sûrelerinin okunacaðýný söylemiþtir. Kuhistani.
Bahýr´da þöyle deniliyor: «Lâkin buna devam etmemelidir. Tâ ki bâkî sûrelerin terk edilmesine yol açmasýn; bir de avam takýmý bunu farz sanmasýn.» Bu hususta sözün tamamý kýraat faslýnda geçmiþti.
«Hutbe ile ikameti dünya iþiyle birbirinden ayýrmak mekruhtur.» Fakat iyiliði emir ve kötülükten nehy ile ayýrmak mekruh deðildir. Keza abdestsiz veya cünüp olduðu anlaþýlýrsa abdest almak veya gusül etmekle ayýrmak da mekruh deðildir. Nitekim evvelce geçmiþti. Yiyip içmek bunun hilafýnadýr. Hattâ aralarýnýn ayrýlmasý uzun sürerse hutbe yeniden okur. Nitekim bu da geçmiþti.
Hutbe ile namazýn ikisi bir þey gibidirler. Çünkü biri þart diðeri meþruttur. Þort olmadan meþrut tahakkuk etmez. þu halde münasip olan. her ikisini bir kimsenin yapmasýdýr. T.
Bâlið kimsenin cuma namazý kýldýrmasý da sultanýn izniyle olur. Öyle anlaþýlýyor ki, çocuðun izin vermesi kâfidir. Çünkü çocuk cuma kýldýrmaya me´zundur. Fethu´l - Kadîr ve diðer kitaplarda bildirildiðine göre hutbe için izin vermek namaz için de izindir. Bunun aksi de böyledir. Demek ki cumanýn kýldýrýlmasý kendisine havale edilmiþtir.
Bir de hutbe hakkýnda onu kabul etmek, delalet yoluyla yerine baþkasýný geçirmek için izindir. Zira sultan çocuðun imamlýðýnýn sahih olmadýðýný bilir. Evet, "yerine baþkasýný geçirdiði vakit ehliyet þarttýr" diyenlere göre çocuðun izin vermesi sahih deðildir. Kendisine bülûðdan sonra mutlaka yeni bir izin verilmesi gerekir. Allah´u âlem.
«Muhtar kavil budur.» Huccet nâm eserde caiz olmadýðý bildirilmektedir. Çünkü hatibin imamlýða elveriþli olmasý þarttýr. Zahîriye´de «çocuk hutbe okursa ulema Ýhtilaf etmiþlerdir. Hilâf akýl eden çocuk hakkýndadýr» denilmiþtir. Ekseriyet caiz olduðuna kaildir. Ýsmail.
«Sefere çýkmakta beis yoktur» cümlesindeki sefer sözü bir kayýt deðildir. Ýçinde cuma namazý kýlmak farz olmayan bir köye gitmeyi istemek de öyledir. Nitekim Tatarhaniye´de de böyle denilmiþtir. Tecnis´de de Hâniye´deki gibi izahat verilmiþtir. Tecnis´in beyanýna göre bunu Þemsü´l - Eimme Hulvâni müþkil görerek «vaktin sonunu itibara almak ancak yalnýz baþýna eda ettiði namazlar hakkýndadýr. Cuma ise imam ve cemaatla eda edilir. Binaenaleyh cemaatýn eda ettikleri vaktin itibara alýnmasý gerekir. Hattâ þehirden, cemaat cumayý kýlmadan çýkmazsa cumaya gitmesi lâzým gelmelidir» demiþtir.
Ben derim ki: Tatarhaniye´de tehzib´den naklen ezanýn itibara alýnacaðý bildirilmiþtir. Bazýlarý birinci ezanýn, bazýlarý da. ikincinin itibara alýnacaðýný söylemiþlerdir ki, Þurunbulâlî´ye sahibi bu ikinci kavleitimat etmiþlerdir. Þârih Münye þerhinin sözü ile Zahîriye´nin ifadesini te´yit ediyor ve bununla Hâniye´nin sözünün zaif olduðunu anlatmak istiyor. T. Münye þerhinde zevalden sonra cumayý kýlmadan sefere çýkmanýn mekruh olmasý, daha önce vacip olmamakla ve huttabýn cumaya gitmekle tevcih etmesiyle ta´lil edilmiþtir.
Ben derim ki: Cumaya gitmiþ olsa arkadaþlarý kendisini býrakacak ve yalnýz baþýna da gidemeyecekse bu durumun istisna edilmesi gerekir.
«"Köylü" tabiri ile musannýf mukim olan kimseyi kasdetmiþtir. Yolcuyu ondan sonra zikretmiþtir. Nehir´in ifadesinin bir misli de Feyzu´l-Kadîr´dedir. Ondan sonra Feyzu´l - Kadîr´de metnin ibaresi söylenmiþtir» ifadesiyle (zaif olduðuna iþaret edilerek) nakledilmiþtir. Münye þerhinin tam ibaresi þöyledir: «Bir köylü cuma günü þehre girerse cuma vaktine kadar kalmaya niyet ettiði takdirde cumayý kýlmasý lâzým gelir. Cuma vakti girmeden oradan çýkmaya niyet ederse cuma kýlmasý lâzým gelmez. Ama vakti girdikten sonra çýkmaya niyet ederse cumayý kýlmasý lâzým gelir. Fâkih Ebu´l - Leys, lâzým gelmediðini söylemiþtir. Kâdýhan bu kavli tercih etmiþtir.»
METÝN
Mekke gibi kýlýçla fethedilen yerde imam hutbeyi kýlýçla okur. Medine gibi kýlýçla fethedilmeyen yerde ise kýlýca lüzum yoktur. El Hâvi´l - Kudsî adlý eserde beyan olunduðuna göre müezzinler ezaný bitirince imam kýlýcý sol eline alarak ayaða kalkar ve kýlýca dayanýr. Hülâsa´da ise «yay veya sopa üzerine dayanmasý mekruhtur» denilmektedir.
F E R Ý M E S E L E : Bir kimse yemek yerken ezaný iþitse cumayý veya bir farz namazý kaçýracaðýndan korkarsa yemeði býrakýr; cemaatý kaçýracaðýndan korkarsa yemeði býrakmaz.
Bir köylü hem cumayý hem kendi ihtiyaçlarýný kastederek seî yaparsa, (yola çýkarsa) daha ziyade cuma kýlmak maksadýyle çýktýðý takdirde cumaya seî sevabý kazanýr. Bundan anlarsýn ki, bir kimse ibadetine baþka þeyi ortak ederse itibar fazla olanadýr. Efdal olan, cumadan sonra saçýný týraþ etmek ve týrnak kesmektir. Ýmam hutbeye baþlamadýkça ve kimseye eziyet vermemek þartýyla saflarýn üzerinden adýmlamakta beis yoktur. Meðer ki önündeki aralýktan baþka bir yer bulamaya. Bu takdirde zaruretten dolayý orayâ geçer. Dilenmek için geçmek herhalde mekruhtur.
ÝZAH
Kýlýçla hutbe okumaktan maksat kýlýcý çekerek okumaktýr. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Havi´den aþaðýda nakledilen ibarenin zâhiri buna muhalif ise de Nehir sahibi «maksat kýlýcý çekerek tutmaktýr» diyerek iki kavlin arasýný bulmuþtur. Kýlýçla hutbe okumanýn hikmeti; o beldenin kýlýçla fethedildiðini cemaata göstermek ve «islâmdan dönerseniz bu alet müslümanlarýn elinde bâkîdir. Tekrar islâma dönünceye kadar sizinle çarpýþýrlar» demektir. Dürer.
Mekke kýlýçla fethedilmiþtir. Nitekim Ebû Hanîfe, Malik ve Evzâi buna kaildirler. Ýmam Þafiî, Ahmed ve bir taife sulh yolu ile fethedildiðini söylemiþlerdir. Bunu Kutbî´nin Mekke tarihinden þeyh Ýsmail nakletmiþtir. Medine ise Kur´an´la fethedilmiþtir. Ýmdâd.
Hülâsa´da «yay veya sopa üzerine dayanmasý mekruhtur» denilmiþtir. Hýlye sahibi bu sözü müþkilsaymýþ; Ebû Davud´un rivayetinde Peygamber (s.a.v.)´in bir deyneðe veya yay üzerine dayanarak hutbe okumaya kalktýðýný söylemiþtir. Kuhistanî´nin Muhit´den naklettiðine göre ayaða kalkmak gibi eline sopa almak da sünnettir.
Yemek yerken ezaný iþiten kimse cumayý veya bir farzý kaçýracaðýndan korkarsa yemeði terkeder. Bunu Tatarhâhiye sahibi Fetevâ-i Ebü´l -Leys´e nisbet etmiþtir. Sonra cumanýn kaçýrýlmasý imamýn selâm vermesiyledir. Farz namazýn kaçýrýlmasý ise cemaatý kaçýrmakla deðil, vaktinin çýkmasýyledir. Çünkü o namazý yalnýz baþýna kýlmasý mümkündür. Canýnýn çektiði yemeðin lezzetinin kaçacaðýndan korkmak evvelce bâbýnda geçtiði vecihle cemaatý terk için özürdür. Lâkin bu yukarýda geçen «Ýlk ezanla cumaya gitmek ve alýþ - veriþi terketmek vaciptir» sözünün karþýsýnda müþkil kalýr. Cuma için alýþ - veriþi terketmekten maksat, sa´ye aykýrý düþen her ameldir.
Cumaya seî sevabýný kazanan kimse herhalde namazýn sevabýna da nail olur. T.
Ýbadete baþka bir þeyi ortak koþmak hem ticaret hem hac için sefer etmek, hem farzý ýskat hem de halkýn dilinden kurtulmak için namaz kýlmak gibi þeylerle olur ki. bunlar sýrf Allah rýzasý için yapýlmýþ sayýlmazlar. itibar fazla olanadýr. Zâhire bakýlýrsa bundan murad; ibadet kasdiyle yapýlan fazla ameldir. Çünkü «daha ziyade cuma kýlmak maksadýyle çýktýðý takdirde cumaya seî sevabý kazanýr» demesinden anlaþýlýyor ki. daha ziyade hâcetini görmek maksadýyle çýkar veya her iki maksat müsavi olursa sevap yoktur. Bu tafsilatý imam Gazâlî ve Þâfiîlerin diðer ulemasý benimsemiþlerdir. Þâfiîlerden Ýzzettin bin Abdü´s - Selâm ise mutlak surette sevap olmayacaðýný tercih etmiþtir. Bunun beyaný inþallah haram - helâl bahsinde gelecektir.
«Efdal olan, cumadan sonra saçýný týraþ etmek ve týrnak kesmektir» Tatarhaniye´de þöyle denilmiþtir: «Cuma günü namazdan evvel týrnak kesmek ve býyýk týraþ etmek mekruhtur. Çünkü bunda hac mânâsý vardýr. Hac bitmeden bunlar meþru deðildir.» Bu hususta sözün tamamý, týrnaklarýn nasýl kesileceði ve gerek manzum gerekse mensur olarak söylenen sözler inþallah haram-helâl bahsinde gelecektir.
«Kimseye eziyet vermemek» baþkasýnýn elbisesine veya bedenine basmamakla olur. Zira hutbe okunurken saflarýn üzerinden adýmlamak haram bir iþtir. Eziyet vermek de öyledir. Hatibe yaklaþmak ise müstehaptýr. Haramý terketmek, müstehabý iþlemekten önce gelir. Onun içindir ki Peygamber (s.a.v.) birinin cemaatýn üzerinden adýmladýðýný ve «yer açýn» dediðini görünce "otur! sen eziyet verdin!" buyurmuþtur. Tirmizi´nin Muaz bin Enesü´l-Cühenî´den rivayet ettiði hadisin yorumu da budur. Muaz (r.a) þöyle demiþtir: «Rasûlüllah (s.a.v.) "Her kim cuma günü cemaatýn üzerinden adýmlarsa cehenneme bir köprü kurmuþ olur." buyurdular.» Münye þerhi.
«Dilenmek için geçmek herhalde mekruhtur.» Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Muhtar olan kavil þudur ki, dilenci namaz kýlanýn önünde dilenmez; cemaatýn üzerinden adýmlamaz ve ýsrarla istemez de yalnýz zaruri bir þeyde ýsrar ederse dilenmekte ve vermekte bir beis yoktur.» Bazzâziye´de de bunun misli sözler vardýr. Orada þöyle denilmektedir: «Þayet bu zikredilen sýfatta olmazlarsa vermek caiz deðildir. Ýmam ebu´n Nasru´l - lyâzi "Bunlarý mescidden çýkaraný Allah´ýn afvedeceðiniumarým"demiþtir. Ýmam Halef bin Eyub´un "Ben kadý olsam bunlara sadaka verenlerin þehadetini kabul etmezdim." dediði rivayet ´olunur.» Zekat verilecek yerler bâbýnda geleceði vecihle fiilen veya kazanan saðlam kimse gibi kuvvetli ve bir günlük yiyeceðini çýkaran kimsenin dilenmesi helal deðildir. Onun halini bilip de kendisine sadaka veren de günahkar olur. Çünkü harama yardým etmiþtir.
METÝN
Peygamber (s.a.v.)´e "cuma günü icabet saatýnýn ne olduðu" sorutmuþtur da; «imamýn oturmasýyle namazýn tamam olmasý arasýdýr,» buyurmuþtur. Sahih olan da budur. Bazýlarý ikindi vakti olduðunu söylemiþlerdir. Ulema bunu tercih etmiþlerdir. Nitekim Tatarhâniye´de beyan olunmuþtur. Ayný eserde þu da vardýr: Ulemadan birine "Cuma akþamý mý daha fazîletlidir; yoksa cuma günü mü?" diye sorulmuþ da "cuma günüdür" diye cevap vermiþtir. Eþbah´ýn ahkâmat bahsinde beyan edildiðine göre cuma gününe mahsus olan þeylerden biri de o günde sure-i kehfin okunmasýdýr. Bunun. «sýrf o günde oruç tutmak ve sýrf o gecede namaz kýlmak mekruhtur.» cümlesi üzerine atýf edildiðini anlayan vehim etmiþtir. Ruhlar cuma gününde toplanýr; kabirler o gün ziyaret edilir ve meyyit kabir azabýndan emniyette olur. Cuma günü veya gecesi ölen kimse de kabir azabýndan emin olur. Cuma günü cehennem kýzdýrýlmaz; cennetlikler Rab´larýný o gün ziyaret ederler.
ÝZAH
Sahihayn´da ve diðer hadis kitaplarýnda sabit olduðuna göre Peygamber (s.a.v.); «Cuma gününde bir saat vardýr ki, kalkýp namaz kýlan bir müslüman o saata rastlayarak Allah Teâlâ´dan bir þey isterse mutlaka verir» buyurmuþlardýr. Bu saat hakkýnda birkaç kavil vardýr ki en sahihi veya en sahihlerinden biri imamýn minber üzerinde oturmasýndan namaz bitinceye kadar olduðunu bildirendir. Nitekim bu kavil Müslim´in sahihinde Peygamber (s.a.v.) den hadis olarak da sabittir. Hýlye.
Mi´rac´da «Binaenaleyh dili ile deðil, kalbi ile dua etmesi sünnettir. Çünkü susmakla memurdur.» deniliyor. Baþka bir hadiste icabet saatýnýn cuma gününün son aný olduðu bildirilmiþtir. Bu hadisi Hâkim ve diðer hadis ulemasý sahihlemiþlerdir. Hâkim «Bu hadis Þeyhayn´ýn þartý üzeredir.» demiþtir. Ýhtimal ulemanýn muradý da budur. Tahtavî´nin Zerkâni´den nakline göre bu iki kavil bu husustaki kýrkiki kavlin içinden sahih kabul edilmiþlerdir. Ve icabet saatý bu iki vakit arasýnda devretmektedir. Binaenaleyh bu vakitlerde dua etmek gerekir. Sonra anlaþýlýyor ki icabet saati az bir zaman olup vakti her beldeye ve her hatibe göre deðiþir. Çünkü bir yerde gündüz iken baþka yerde gece olur. Keza bir yerde öðle iken baþka yerde ikindi olur. Allah´u âlem.
Sure-i Kehf hem cuma gecesi hem de cuma günü okunmalýdýr. Efdal olan, hayra acele etmek ve ihmalden kaçýnmak için onu o gece ile o günün evvellerinde defalarca okumaktýr. Zira sahih olan bir hadisde: «Ýlk okuduðu sure-i kehf o kimse için iki Cuma arasýnda nur saçar.» buyurulmuþtur. Dârimi´nin rivayetinde «ikinci okuduðu ise o kimse ile Kâbe arasýnda nur saçar.» denilmiþtir. Ýbn-i Hacer. Sýrf cuma gününde oruç tutmak mekruhtur. Mutemet kavil budur. Vaktiyle bu emirolunmuþtur. Sonra yasaklandý. T.
Sure-i kehf okumayý bu oruç meselesi üzerine ma´tuf zanneden vehim etmiþtir. Nasýl ki Hamavî´ye Hâþiye yazan zât böyle yapmýþtýr, Bu vehmin yeri bilinsin ve ibarenin faydalarý tamamýyle anlaþýlsýn diye biz onun ibaresîni olduðu gibi naklediyoruz. Velev ki söylediklerinin bazýlarý evvelce anlattýklarýmýzdan anlaþýlmýþ olsun. Ýbare þudur: «Cuma gününün kendine mahsus hükümleri: Cuma namazý kýlmak, bu namaz için cemaatýn þart olmasý, cemaatýn imamdan maada üç kiþi olmasý, cumaya mahsus olan sureyi okumak. cumadan evvel þartý varken yola çýkmanýn haram kýlýnmasý, cuma için yýkanmanýn, koku sürünmenin güzel elbise giymenin, týrnak kesmenin ve saç týraþ etmenin sünnet olmasý - ancak týrnak ve saç meselesinin cumadan sonraya býrakýlmasýnýn efdal olmasý - mescidin buhurlanmasý, mescide erken gidilmesi ve hatip minbere çýkýncaya kadar orada ibadetle meþgul olunmasý gibi þeylerdir. Cumayý serinlik vaktine geciktirmek sünnet deðildir. Sýrf cuma gününde oruç tutmak ve sýrf cuma gecesinde nafile namaz kýlmak mekruhtur. Cuma gününde sure-i kehf okumak da ona mahsus hükümlerden olduðu gibi imam ebu Yusuf´un sahih kabul edilen mutemet kavline göre güneþin tam gökyüzünün ortasýnda bulunduðu istiva zamanýnda nafile kýlmanýn mekruh olmamasý da ona mahsus hükümlerdendir. Cuma günü haftanýn en hayýrlý günü ve bayramýdýr. Ýcabet saatý ondadýr. Ruhlar o gün toplanýrlar; kabirler o gün ziyaret olunurlar. Meyyit cuma günü azab olunmaktan emniyettedir. Cuma günü veya gecesi ölen kimse kabrin fitnesinden ve azabýndan emin olur. Cuma günü cehennem kýzdýrýlmaz. Adem aleyhisselâm cuma günü yaradýlmýþ, cuma günü cennetten çýkarýlmýþtýr. Cennetlikler Rab´larý Teâlâ hazretlerim cuma günü ziyaret ederler,» H.
Ben derim ki: Cuma namazýný serinlik vaktine geciktirmenin sünnet olmadýðý cumhur ulemanýn kavli olduðunu biz namaz vakitleri bâbýnda izah etmiþ, o gün istiva zamanýnda nafile kýlmak mekruhtur diyen Ýmam-ý A´zam kavlinin tercih edildiðini de bildirmiþtik.
Meyyit cuma günü kabir azabýndan vareste olur. Ehl-i Sünnet ve´l-cemaat´a göre kabir azabý hak, münker - nekir adlý meleklerin suali ve kabrin sýkýþtýrýlmasý haktýr. Lâkin ölen kimse kâfir ise onun azabý kýyamet gününe kadar devam eder. Ondan cuma günü ve ramazan ayý kaldýrýlýr. Ve eti ruhuna, ruhu cismine bitiþik olarak azab edilir, Cesedi ile birlikte ruhu da elem duyar, velev ki cesedin dýþýnda olsun, Ýtaatkar mümin ise azap görmez. Onu kabir yalnýz bir defa sýkýþtýrýr. Onun dehþet ve korkusunu duyar. Asi mümin azap görür. Onu kabir de sýkar. Ancak azabý cuma günü ve cuma gecesi kesilir; bir daha tekerrür etmez. Þayet cuma günü veya gecesi ölürse azabý bir saat ve bir kabir sýkmasýndan ibaret olur. Sonra kesilir. Hanefî Ebu´l Muîn Nesefî´nin «el Mutekadât» adlý eserinde böyle denilmiþtir, Bu satýrlar kýsaltýlarak Hamavî´nin hâþiyesinden alýnmýþtýr.
Cennetliklerin Allah Teâlâ´yý ziyaretlerinden murad; Allah´ý görmeleridir. Bu ifade bazý þahýslara bakaraktýr. Bazýlarý Cenab-ý Hak´ký bir haftadan daha az bazýlarý daha çok zamanda göreceklerdir. Hatta ulemadan bir takýmlarý «Kadýnlar Cenab-ý Hak´ký ancak bayram günleri ile umumi tecelli zamanlarýnda görürler.» demiþlerdir. Meselenin tamamý Tahtavi´dedir. Allah Teâlâ´dan bizi decemalini görenler zümresine katmasýný niyaz eyleriz. Âmin.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:36:03
BAYRAMLAR BABI
METÝN
(Bayramýn Arapçasý «lyd» dýr ve dönüp gelen mânâsýnadýr.) Bayrama bu ismin verilmesi o gün Allah´ýn kullarýna dönüp gelen bir çok ihsanlarýndan dolayýdýr. Bir de ekseriyetle sevinç getirerek döndüðü yahut tefaül için ona lyd denilmiþtir. lyd kelimesi her sevinçli gün hakkýnda kullanýlabilir. Onun için bir beyitte;
«Üç bayram bir araya gelmiþ baksana
Sevgilinin yüzü, bayram günü, cuma!» denilmiþtir.
Ýkisi biraraya gelirse yalnýz birini kýlmak lazým gelir. Bazýlarý cuma namazýný kýlmanýn evlâ olduðunu söylemiþ: bir takýmlarý «Bayramý kýlmak evlâdýr.» demiþlerdir. Timurtaþî´den naklen Kuhistanî´de böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Ben Timurtaþi´ye müracaat ettim ve bunu baþka mezhepten naklettiðini gördüm. Hem de zaif olduðunu belirterek nakletmiþ.
Bayram namazý hicretin ilk senesinde meþru olmuþtur. Esah kavle göre evvelce geçen þarttarýyle cuma kime farz olursa bayram namazlarý da ona vacip olur. Bu þartlardan yalnýz hutbe müstesnadýr. Çünkü bayram namazýndan sonra hutbe okumak sünnettir.
ÝZAH
Cevhere´de þöyle denilmiþtir: «Bayramla cumanýn münasebeti meydanda olup þudur: Bunlarýn ikisi de büyük bir cemaatla kýlýnýr. Ýkisinde de kýraat âþikâre okunur. Hutbeden maada, birinin þartý ne ise diðerinin de odur. Cuma kime farz ise bayram da ona vaciptir. Cuma namazýnýn evvel zikredilmesi, farz olduðu ve çok tekerrür ettiði içindir,»
Her sene bayram günlerinde Allah´ýn kullarýna dönüp gelen ihsanlarýndan bazýlarý; ramazanda yemek içmek memnu iken bayram günü iftar edilmesi; fýtýr sadakasý, ziyaret tavafý ile haccýn tamamlanmasý, kurban etleri vesairedir. Bir de ekseriyetle bu sebepten bayram gününde sevinmek, þen ve þatýr görünmek âdet olmuþtur.
T E F Â Ü L: Kuvvetli veya zaif her sebepten dolayý Allah´tan hayýr ummaktýr. Tetayyur bunun hilafýnadýr. Burada tefaül; bayram gelmekle ona eriþene hayýr ummaktýr. Nasýl ki kâfileye kâfile denilmesi, dönüp gelmesi hayra yorulduðu içindir (kâfile, dönüp gelen demektir). Bahýr. Meselâ hasta bir kimsenin birine «ey saðlam» denildiðini iþidip düzeleceðini ummasý bir tefâüldür. Bir hadisde; «Peygamber (s.a.v.) tefâül yapar; tetayyur yapmazdý.» denilmiþtir. (tetayyur; bir þeyi kötüye yormaktýr.)
«Ýki bayram bir araya gelirse yalnýz birini kýlmak lazým gelir.» sözü bizim mezhebimizin deðildir. Mezhebimize göre ikisini de kýlmak lazýmdýr. Hidâye´de Câmi-i Saðîr´den naklen þöyle denilmiþtir: «iki bayram bir güne tesadüf ederlerse birincisi sünnet, ikincisi farz olur. Hiçbiri terk edilmez.» Mirâc-ý Diraye sahibi diyor ki «bununla Âtâ´nýn Cuma namazý yerine bayramý kýlmak kâfidir. sözünden ihtiraz etmiþtir. Böyle söz hazret-i Ali ile ibn-i Zübeyr´den de rivayet olunmuþtur. Ýbn-i Abdil Ber bayramla cumanýn sükut etmesi meselesinin terk edildiðini söylemiþtir. Hazret-i Ali´denbir rivayete göre bu hüküm bedevîlere ve kendilerine cuma farz olmayanlara mahsustur.»
Esah kavile göre bayram namazý vacipdir. Bu kavlin mukabili sünnet olmasýdýr. Nesefi el´Manafî´ nâm eserinde sünnet olduðunu sahihlemiþ ise de birinci kavil ekser ulemanýn kavlidir. Nitekim Mücteba´da beyan edilmiþtir. Mezkur kavlin sahih olduðu Hâniye, Bedâyi, Hidâye, Muhit, Muhtar ve Kâfi´de açýklanmýþtýr. Hulasa´da «Muhtar olan kavil budur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bayram kýlmaya devam buyurmuþtur. Cami-i Saðîr´de ´sünnettir´ denilmesi, sünnetle sabit olduðu içindir. Hýlye» denilmiþtir.
Bahýr sahibi de þunlarý söylemiþtir: «Öyle görünüyor ki, hakikatta hilaf yoktur. Çünkü sünnetten murad sünnet-i müekkededir. Buna delil; ´hiç biri terk edilmez´ sözüdür. Nitekim bu cihet Mebsut´ta da açýklanmýþtýr. Defalarca söylemiþizdir ki. sünnet-ý müekkede bize göre vacip mesabesindedir. Onun içindir ki, esah kavle göre vacipte olduðu gibi sünnet-i müekkedeyi terkeden günahkar olur.» Teþrik tekbiri bahsinde bunun benzeri gelecektir. Ama göreceksin ki söz götürür.
Tahtavi, musannýfýn cuma þartlarý hususundaki sözüne itiraz ederek þunlarý söylemiþtir: «Cumanýn þartlarýndan biri de cemaattýr ki, üç kiþiden teþekkül eder. Halbuki burada bir kiþi imamla birlikte cemaat olur. Nitekim Nehir´de de böyle denilmiþtir.»
«Çünkü bayram namazýndan sonra hutbe okumak sünnettir.» sözü farkýn beyanýdýr. Þöyle ki: Bayram namazýnda hutbe okumak þart deðil sünnettir. Namazdan önce deðil sonra okunur. Cumada böyle deðildir. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Bayramda okumaksa caiz fakat isaet etmiþ olur. Çünkü sünneti terk etmiþtir. Hutbeyi namazdan önce okusa yine caiz fakat isaet etmiþ olur. Ama namazý tekrarlamaz.»
METÝN
Kýnye´de «Köylerde bayram namazý kýlmak tahrimen mekruhtur.» denilmiþtir. Yani ´caiz olmayan bir þeyle iþtigal olduðu için mekruhtur´ denilmek istenmiþtir, Çünkü sahih olmanýn þartý þehirdir. Bayramla cenaze bir araya gelirse evvela bayram namazý kýlýnýr. Zira bayram namazý aynen vaciptir, Cenaze namazý ise farz-ý kifayedir. Ama cenaze namaz» hutbeden. akþam namazýnýn sünnetinden ve diðer sünnetlerden önce kýlýnýr. Bayram namazý da küsuf namazýndan önce kýlýnýr. Lâkin Bahýr´da ezandan az önce Halebî´den naklen «Fetva cenazenin sünnetten sonra kýlýnacaðýna göredir.» denilmiþ; musannýf da bunu kabul etmiþtir. Herhalde bunu, sünneti farz namaz hükmüne katmak için yapmýþ olsa gerektir. Lâkin Eþbah´ýn Ahkâmud´dýn bâbýnýn sonunda «Cenaze ve kusufu, vakti daralmamak þartýyle farzdan bile evvel kýlmak gerekir.» denilmiþtir.
ÝZAH
Köylerde cuma namazý kýlmak da bayram namazý gibidir. H. «Caiz olmayan bir þey»den murad, bayram namazýdýr. Yoksa kýlýnan namaz nafile olur. Yalnýz cemaatla kýlýndýðý için mekruhtur. H.
«Cenaze namazý ise farz-ý kifayedir.» sözüne þöyle itiraz edilebilir: Bayram namazý aynen vacip olduðu için tercih edilirse cenaze namazý da farz olmasý itibariyle tercih edilir. En iyisi þöyle ta´liletmektir; bayram namazý büyük bir cemaatla eda edilir. Ýmam cenaze ile meþgul olursa bu cemaatýn daðýlacaðýndan korkulur. H.
Ben derim ki: Hatta evla olan, cemaatý þaþýrtmak korkusuyla ta´lil etmektir. Zira cemaat onu bayram namazý zannederler. Sonra Bahýr´ýn cenazeler bahsinde Kýnye´den naklen benim dediðim gibi denildiðini gördüm.
Cenaze namazý bayram hutbesinden, akþam namazýnýn sünneti ile öðle, cuma ve yatsýnýn sünnetleri gibi sünnetlerden Önce kýlýnýr. Çünkü cenaze namazý farz, bayram hutbesi sünnettir. Akþamýn sünneti hakkýnda da ayný þey söylenebilir. T.
Bayram namazý da küsuf namazýndan önce kýlýnýr, Çünkü bunlarýn ikisi de büyük bir cemaatla eda edilirse de bayram vacip, küsuf sünnettir. H.
Þu da var ki, Sirâc´da «bayramýn vakti geniþ ise evvela küsuf namazýndan baþlanýr. Çünkü onun kaçýrýlacaðýndan korkulur. Vakit dar ise evvela bayramý sonra güneþin tutulmasý devam ederse küsuf namazýný kýlar.» denilmektedir.
Burada þöyle bir sual hatýra gelebilir. Bayram namazýyle küsuf nasýl bir yere gelebilir? Küsuf (gün tutulmasý) âdete göre ancak ayýn sonunda olur. Bayram ise ya ilk gününde yahut ayýn onunda gelir? Cevaben deriz ki: Bu imkansýz deðildir. Rivayete nazaran Rasûlüllah (s.a.v.) in oðlu Ýbrahim vefat ettiði gün güneþ tutulmuþtur. Onun vefatý rabîulevvel ayýnýn onuncu gününe tesadüf etmiþtir. Kaldý ki fukaha bazan âdete göre mevcut olmayan þeyleri söylerler.
Feraiz âlimlerinin «Bir adam ölürde geride yüz tane nene býrakýrsa.» demeleri bu kabildendir.
Ben derim ki: «Kâfirler bir peygamberi kalkan yerine kullansalar..» demeleri de böyledir. Hatta bu hükümde bile tasavvur olunabilir. Meselâ «þâhitler Receb ve Þaban aylarýnýn eksik çektiklerine þahadet etseler bayram Ramazanýn son gününe tesadüf eder» derler. Nitekim Bezzâziye´ de izah edilmiþtir.
«Fetva cenazenin sünnetten sonra kýlýnacaðýna göredir.» Sünnetten maksat, cumanýn sünnetidir. Nitekim orada bu açýklanmýþ ve «Þu halde cenaze akþam namazýnýn sünnetinden de sonra kýlýnýr. Çünkü o daha kuvvetlidir.» denilmiþtir.
Eþbah´ýn ibaresi þöyledir: «Cenaze ile sünnet namaz bir araya gelse cenaze namazý önce kýlýnýr. Ama güneþ tutulmasý ile cuma namazý yahut vaktin farzý bir araya gelirse ne hüküm verileceðini bir yerde görmedim. Vakit dar ise farzý evvel kýlmak gerekir Vakit dar deðilse küsuf namazýný kýlmalýdýr. Çünkü güneþ açýlarak bu namazýn kaçýrýlmasýndan korkulur, Bayram, kusuf ve cenaze bir araya gelseler cenaze namazýný önce kýlmak gerekir. Keza cenaze farz ve cuma namazý ile bir araya gelir de vaktin çýkacaðýndan korkmazsa evvela cenaze namazýný kýlar. Husuf (ay tutulmasý) namazýný dahi vitir ve teravih namazlarýndan önce kýlmak gerekir.» Bu sözde evvelce söylediklerine muhalefet vardýr. Evvelce, cenazenin sünnet namazdan evvel kýlýnacaðýný söylemiþti ki, bu bildiðin gibi muftabih kavlin hilafýnadýr «Cenazeyi bayramdan önce kýlar.» demiþti. Bu söz musannýfýn Dürer sahibine uyarak söylediklerine muhalif bir incelemedir. Küsuf namazýnýn farzdan önce kýlýnacaðýnýsöylemesi de þârihin söylediklerine muhalif bir incelemedir.
Þârih; «Bayram namazý küsuf namazýndan önce kýlýnýr.» demiþtir. Halbuki bayram namazý vaciptir. Binaenaleyh bayram namazý önce kýlýnýnca vaktin farzýný önce kýlmak evleviyetle lazým olur.
Cevhere´nin küsuf bâbýnda: Küsuf ile cenaze bir oraya gelirse cenazeden baþlanýr. Çünkü o farzdýr. Meyyitin bozulacaðýndan da korkulur denilmiþtir.» Þöyle de denilebilir: Bayram namazýnýn önce kýlýnmasý þaþýrma olmasýn diyedir. Zira bayram büyük bir cemaatla kýlýnýr. Bu izaha göre cuma dahi küsuf namazýndan önce kýlýnýr. Onun içindir ki. Eþbah sahibi cumayý deðil de yalnýz vaktin farzýný öne almalýdýr, demiþtir. Onun «vakit dar olursa» demesinden, akþam namazýnýn farzýnýn da önce kýlýnacaðý hükmü çýkarýlýr. Çünkü Halebî´nin bahsettiði vecihle akþamýn vakti dardýr. Bu açýktýr. Sonra bundan Tatarhâniye´nin cenazeler bahsinde sarahaten beyan edildiðini gördüm. Ondan sonra «Hasen imamýn muhayyer olduðunu rivayet etmiþtir.» deniliyor
METÝN
Ramazan bayramýnda köylü bile olsa namaza çýkmazdan önce tek sayýlý tatlý bir þey yemek, misvak tutunmak, yýkanmak, kokusu olup rengi olmayan þeylerle kokulanmak beyaz olmasa bile en güzel elbiselerini giymek ve fitresini vermek menduptur. Fitreyi yiyecek üzerine atýf etmesi sahihtir. Çünkü sözümüz tamamen namaza çýkmazdan önceye aittir. Onun için musannýf «sonra» kelimesiyle baþlayarak «sonra namazgaha yürüyerek çýkmasý gelir.» demiþtir. Tâ ki çýkmanýn bu söylenenlerden sonra olacaðýný anlatmýþ olsun. Namazgah, umumun namaz kýldýklarý yerdir. Vacip olan mutlak surette teveccühtür. Bayram namazý kýlmak için oraya çýkmak ise sünnettir, Velev ki büyük cami cemaatý alacak þekilde olsun. Sahih kavil budur,
ÝZAH
«Menduptur» sözü bazý ulemanýn kavlidir. Yukarýda musannýf yýkanmayý sünnetlerden saymýþtý. Sahih olan kavle göre erkekler hakkýnda hepsi sünnettir. Bunu Zâhîdi´den naklen Kuhistânî söylemiþtir. T.
Bahýr´da Mücteba´dan naklen «Buna müstehap adýný vermesi sünnet müstehaba da þâmil! olduðu içindir.» cümlesi ziyade edilmiþtir. Nuh efendi diyor ki: «Bunun hâsýlý þudur: Sünnete müstehap, müstehapa sünnet denilebilir. Onun için Hidâye sahibi yýkanmaya müstehap adýný vermiþ; sonra ´O gün yýkanmak sünnettir´ demiþtir.» Kuhistânî´de dahi «Bu söylenenler namazdan önce menduptur ve o günün deðil, bayramýn adâbýndandýr. Nitekim Cellâbî´de beyan edilmiþtir. Lâkin Tühfe´de bayram günü yýkanmak ta cumadaki gibi ihtilaf olduðu bildirilmiþtir.» deniliyor.
Tatlý bir þey yemek hususunda Fethü´l-Kadir´de þöyle denilmektedir: «Yenilen þeyin tatlý olmasý müstehaptýr, çünkü Buharideki bir hadiste «Peygamber (s.a.v.) Ramazan Bayramý günü birkaç hurma yemeden namaza çýkmazdý. Hurmalarý tek olarak yerdi.» denilmiþtir.
Ben derim ki; Zâhire bakýlýrsa bu hadisin iktizasýnca efdal olan hurma yemektir. Hurma bulamayan tatlý bir þey yer sonra bunu Münya þerhinde gördüm. Þârihin dediði gibi Þurunbulâliye´de de «köylü bile olsa» denilmiþtir. Herhalde bunun namazýn sünnetlerinden deðil, o günün sünnetlerindenolduðuna iþaret olacaktýr. Çünkü yemekte Hak Teâlâ´nýn ziyafetini kabule ve oruç emrine imtisalden sonra þimdi de iftar emrine imtisale iþaret vardýr.
«Misvak tutunmak ta menduptur.» Zira misvak sair namazlarda da menduptur. Ýhtiyar. Bu sözün mânâsý þudur: Misvak tutunmaktan murad; namaza kalkmak istediði vakit misvaklanmaktýr. Abdestin sünnetleri bahsinde anlattýðýmýz gibi müstehaptýr. Ýnsan arasýna çýkýlacaðý vakit misvak tutunmak dahi müstehaptýr. Bu izaha göre namaza yollanmazdan önce de misvak tutunmak müstehaptýr. Abdestte misvak tutunmak ise sünnet-i müekkededir. Bu babta bayramýn bir hususiyeti yoktur.
«Beyaz olmasa bile en güzel elbiselerini giymelidir.» Bahýr sahibi diyor ki: «Ulemanýn sözlerinden anlaþýldýðýna göre cuma ve bayramlarda en güzel elbiselerini -beyaz olmasalar bile- giymek tercih edilir. Buna delalet eden delil vardýr. Beyhâkî´nin rivayetine göre Peygamber (s.a. v.) bayram günü kýrmýzý bir hýrka giyermiþ. Fethü´l-Kadir´de «kýrmýzý hulle Yemen kumaþýndan yapýlan iki elbisedir. Kýrmýzý ve yeþil çizgileri vardýr. Hâlis kýrmýzý deðildir. Hýrka bunlardan birine yoruluversin.» denilmektedir. Yani bu hadis kýrmýzý elbise giymeyi yasak eden hadise aykýrý deðildir. Çeliþme halinde söz fiile, haram delili mubah deliline tercih edilir. Mezkur yorumla çeliþki giderilince neden tercih edilmesin! Kýrmýzý elbise giymek hususunda sözün tamamý inþallah haram - helâl bahsinde gelecektir.
«Fitreyi yiyecek üzerine atýf etmesi sahihtir.» cümlesi mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: Fitre vermek vacip olduðu halde musannýf onu menduplar üzerine nasýl atýf edebilmiþtir?
Cevap: Burada sözümüz onu bayram namazýna çýkmadan eda hakkýndadýr. Vacip olan, mutlak surette edâdýr. H.
«Vacip olan, mutlak surette teveccühtür.» Yani bu söylenenlere terettüp eden veya yürümekle mukayyet olan teveccüh deðildir. Hassatan namazgaha teveccüh de deðildir. Bu cümle mukadder sualin tekmilesidir.
Bayram namazý kýlmak için namazgaha çýkmak sünnettir. Sahih kavil budur. Zahîriye´de beyan olunduðuna göre bazýlarý sünnet olmadýðýný söylemiþlerdir. Halkýn bunu ödet edinmesi mescid dar geldiði ve fazla kalabalýk olduðu içindir. Fakat sahih olan kavil birincisidir. Hulâsa ve Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Sünnet, imamýn namazgaha çýkmasý ve yerine þehirde birini býrakýp zaiflere namaz kýldýrmasýdýr. Bu söz iki yerde bayram namazý kýldýrmak bilittifak caiz olduðuna göredir. Yerine birini býrakmazsa buna da hakký vardýr» Nuh.
METÝN
Namazgaha minber çýkarmakta beis yoktur. Lâkin Hulâsa´da «çýkarmak deðil, oraya minber yapmakta beis yoktur.» denilmiþtir. Bayram namazýndan vasýtaya binerek dönmekte de beis yoktur. Baþka yoldan dönmek, güler yüz göstermek. çok sadaka vermek ve yüzük takýnmak menduptur. «Tegabbelallahü minnâ ve minküm» (Allah, bizden ve sizden kabul buyursun!) diyerek tebrikte bulunmak yadýrganmaz. Ramazan bayramýna giderken yolda tekbir alýnmaz. Ondan öncemutlak surette nafile kýlýnmaz. Bu cümle tekbir ve nafileye taalluk eder. Musannýf onu Bahýr´a uyarak böyle kabul etmiþtir.
ÝZAH
Namazgaha minber çýkarmayý Dürer sahibi «el Ýhtiyar» a nisbet etmiþtir. Lâkin Hulâsa´da «çýkarmak deðil oraya minber yapmakta beis yoktur.» denilmiþtir. Hâniye´de de böyle denilmiþtir. Ýbareleri þudur: «Bayram günü namazgaha minber çýkarýlmaz. Ulema namazgahta minber yapýlmasý hususunda ihtilaf etmiþlerdir. Bazýlarý mekruh olduðunu, bazýlarý da olmadýðýný söylemiþlerdir.» Böylece Hulâsa ile Hâniye´nin sözleri namazgaha minber çýkarmanýn mekruh olduðunda hilaf bulunmadýðýný göstermiþtir. Hilaf yalnýz orada minber yapýlmasý hususundadýr. Ama kerahetin tenzihiye mânâsýna hamledilmesi mümkündür. Bu ekseriyetle «beis yoktur.» kelimesinden çýkan ilk hilafýn merciidir. Binaenaleyh muhalefet yoktur. Hulâsa´da Hâherzâde´den naklen «minber yapmak bizim zamanýmýzda iyidir.» denilmiþtir.
Eve baþka yoldan dönmek menduptur, Çünkü Buhârî´nin rivayet ettiði bir hadisde; «Bayram günü peygamber (s.a.v.) yolunu deðiþtirirdi.» denilmiþtir. Bir de bunda þahitleri çoðaltmak vardýr. Zira o beldenin yerleri sahibine þahid olurlar. Münye þerhi.
Zâhire bakýlýrsa bayram .günü yüzük takýnmak âmir, hâkim ve müftü olmayanlara da menduptur. Gerçi haram - helâl bahsinde yüzük takmak bu gibi zevata tahsis edilmiþse de bu devam üzere takmaya hamledilmiþtir. Nehir´de Dirâye´den nakledilen þu ibare de buna delalet eder: «Sahabeden yüzük takýnmayanlar bayram günü takýnýrlardý.» Bu Kuhistânî´nin yaptýðýndan daha iyidir. O, yüzük takýnmayý sulta sahibine tahsis etmiþtir. Menduplardan biri de sabah namazýný mahallesinin mescidinde kýlmaktýr. T.
Þârihin «Tebrikte bulunmak yadýrganmaz.» demesinin sebebi bu hususta Ýmam-ý A´zam´la arkadaþlarýndan bir nakil bulunmamasýdýr.
Kýnye´de «bizim imamlarýmýzdan kerahet nakil edilmediði bildirilmiþtir» deniliyor. Ýmam Malik´ten bunun mekruh olduðu. Evzaî´den ise bid´at olduðu rivayet edilmiþtir. Ehl-i tahkikten ibn-i Emir Hâcc «Bilâkis en münasibi caiz ve kýsmen müstehap olmasýdýr.» demiþ; sonra sehabenin bu"u yaptýklarýný gösteren sahih eserleri isnadlarýyle nakletmiþ; sonra þunlarý söylemiþtir: «Þam ve Mýsýr memleketlerinde âdet; (Bayramýn mübarek olsun!) gibi sözler söylemektir. (Allah bizden ve sizden kabul buyursun) demek te meþru ve müstehap olmakta buna katýlabilir. Çünkü ikisinin arasýnda telazým vardýr. Bir kimsenin bir zamanda itaatý kabul edilirse onun için o zaman mübarek olur. Kaldý ki birçok þeylerde bereket duasýnda bulunmanýn meþru olduðu rivayet edilmiþtir. O rivayetten burada da dua etmenin meþruiyeti çýkarýlabilir.
«Yolda tekbir alýnmaz sözü evden veya namazgahtan ihtiraz için getirilmiþ ihtirazî bir kayýt deðildir. Bu iki bayram arasýnda bu hususta muhalefet olduðunu göstermek içindir. Çünkü kurban bayramýnda yolda tekbir getirmek sünnettir. Nitekim gelecektir.
«Bu cümle tekbir ve nafileye taalluk eder,» Maksat manevi taalluktur. Yani her ikisinin kaydýdýr. Mutlak surette tekbir alýnmamasýnýn mânâsý, gizli olsun âþikâr olsun tekbir getirilmez demektir. Mutlak surette nafile kýlýnmamasý namazgahta bilittifak, evde ise esah kavle göre caiz olmamasý, bu hususta bayram namazý kýlanla kýlmayan arasýnda fark bulunmamasýdýr. Hatta bir kadýn bayram günü kuþluk namazý kýlmak isterse imam bayram namazýný namazgahta kýldýrdýktan sonra kýlar. Bunu Bahýr sahibi söylemiþtir.
«Musannýf onu Bahýr´a uyarak böyle kabul etmiþtir.» Burada söylenen sözlerin hâsýlý þudur: Hulâsa´da «Fitre bayramýnda tekbir alýnmaz. Ýmameyne göre gizli olarak alýnýr. Ýmam-ý A´zam´dan rivayet edilen iki kavlin biri budur. Esah kavil, bizim söylediðimizdir ki. o da fitre bayramýnda tekbir alýnmamasýdýr.» denilmiþtir. Bu þunu ifade eder: Hilâf tekbirin aslýndadýr. sýfatýnda deðildir. Tekbirin âþikâre getirilmeyeceðinde ittifak vardýr. Fethü´l - Kadir sahibi bunu reddetmiþ ve þunlarý söylemiþtir: Bu bir þey deðildir. Çünkü Allah Teâlâ´yý zikretmekten hiçbir zaman men edilemez. Sadece bid´at vecihle zikirden men edilir ki, o da âþikâre yapmaktýr. Zira âþikâre zikir AIIah Teâlâ´nýn (Rab´býný içinden zikir et!) emrine muhaliftir. Ve þeriatta varit olduðu yere - ki kurban bayramýdýr- münhasýr kalýr. Çünkü Allah Teâlâ (sayýlý günlerde Allah´ý zikredin!» buyurmuþtur»
Bahýr sahibi Fethü´l-Kadir´e reddiye vererek «Hulâsa sahibi hilâfý ondan daha iyi bilir. Bir de zikiri þeriatýn vârit olmadýðý bir vakte tahsis etmek meþru deðildir.» demiþtir.
Ben derim ki: Hülâsa´nýn beyan ettiðini Hâniye de bildirmektedir. Zira Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Kurban bayramýnda âþikâre tekbir alýr. Fitre bayramýnda ise ebû Hanife´nin kavline göre tekbir alýnmaz. Lâkin þüphe yok ki mukakkýklardan ibn-i Hümâm da hilâfý tam olarak bilir. Nasýl bilmesin ki, Gayetü´l-Beyan´da tekbir yoktur demekten murad; âþikâre alýnan tekbirdir. Gizli olarak alýnmasýnýn caiz olduðunda hilaf yoktur.» denilmiþtir. Bu gösteriyor ki, Ýmam-ý A´zam´la imameyn arasýndaki hilaf tekbirin aslýnda deðil, gizli ve âþikâre alýnmasýndadýr. Hilâfýn bu hususta olduðu Bedâyi´, Sirâc, Mecma´ Dürerü´l-Bihar, Mültekâ. Dürer, ihtiyar, Mevâhib, Ýmdâd, Ýzâh, Tatarhaniye, Tecnis, Tebyin, Muhtaratü´n - Nevâzil, Kifâye ve Mi´rac´da nakledilmiþtir. Nihâye sahibi bunu Mebsut, Tühfetü´l - Fukaha ve Zâde´l - Fukaha´ya nisbet etmiþtir. Ýþte mezhebimizin meþhur kitaplarý hulasa´dakinin aksini açýklamaktadýrlar, Hatta Kuhistani Ýmam-ý A´zam´dan iki rivayet nakletmiþtir. Bunlarýn birine göre tekbiri âþikâre; diðerine göre imameynin kavli gibi gizli alýr.
Kuhistânî þunlarý söylemiþtir: «Sahih olan vazî´nin söylediði gibi ikinci rivayettir, Nehir´de de böyle denilmiþtir.» Hýlye´de þu satýrlar vardýr: «Fitre bayramý hususunda ihtilâf edilmiþtir. Ebu Hanife´den bir rivayete göre âþikare tekbir alýr. Ýmameynin kavli de budur. Tahavî bunu tercih etmiþtir. Diðer bir rivayete göre gizli tekbir alýr. Nisab sahibi garâbet göstererek her iki bayramda gizli tekbir alýnacaðýný söylemiþtir, Nitekim (Fitre bayramýnda hiç tekbir alýnmaz.) sözünü ebu Hanife´ye nisbet edip bunun esah olduðunu söyleyen de garâbet göstermiþtir. Nasýl ki Hülâsa´nýn zâhiri de budur.»
Böylece sabit olmuþtur ki, Hülâsa´nýn sözü garip ve mezhebin meþhur kavline muhaliftir.
Minyetü´s-Saðîr þerhinde þöyle deniliyor «Fitre bayramýnda Ýmam-ý A´zam´a göre tekbir âþikâre alýnmaz. Ýmameyne göre âþikâre alýnýr. Bu Ýmam-ý A´zam´dan da bir rivayettir. Hilâf efdaliyetmeselesindedir. Kerahet ise her iki tarafca yoktur.»
Minyetü´l-Kebîr´de de böyle denilmiþtir. Fethü´l-Kadir´in «Çünkü Allah Teâlâ´yý zikir etmekten hiçbir zaman men edilemez.» sözüne gelince: Bunu Bedâyi ve diðer kitaplar teþrik tekbiri bahsinde Ýmam-ý A´zam´dan nakletmiþlerdir. Þu da var ki þeyh Kâsým tashihinde mutemet kavlin, Ýmam-ý A´zam´ýn kavli olduðunu söylemiþtir.
METÝN
Lâkin Nehir sahibi kendisini eleþtirmiþ ve âþikâre kaydý ile kayýtlamasýný tercih etmiþtir. Burhan´da þu da ziyade edilmiþtir: «Ýmameyn tekbiri âþikâre almanýn kurbanda olduðu gibi burada da sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Bu kavil Ýmam-ý A´zam´dan da rivayet olunmuþtur. Bunun vechi, Teâlâ hazretlerinin: «Sa´yi tamamlamalý ve size hidayet verdiði için Allah´a tekbir almalýsýnýz!» ayeti kerimesinin zâhiridir. Birinci rivayetin vechi yüksek sesle zikir etmenin bid´at olmasýdýr. Binaenaleyh þer´an nerede emir olundu ise oraya münhasýr kalýr.»
Keza bayram namazýndan sonra namazgahda nâfile namaz kýlýnmaz. Çünkü umumiyetle fukahaya göre bu mekruhtur. Ama bayram namazýndan sonra evde nafile kýlmak caizdir. Hatta dört rekat nafile kýlmak menduptur. Ama bu havas içindir.
Avama gelince: Onlar tekbirden ve nafile kýlmaktan asla men edilmezler. Çünkü onlarýn hayrata raðbetleri azdýr. Bu Bahýr´dan alýnmýþtýr. Ayný kitabýn kenarýnda mutemet bir zatýn el yazýsý ile þu kayýt vardýr: Regâib, berâat ve kadir namazlarý da öyledir. Zira hazreti Ali radýyellahu anh bayram namazýndan sonra namaz kýlan bir adam görmüþ. Kendisine, «bunu men etmiyor musun yâ emirel mü´minin?» demiþler de; «Tehdit altýna girmekten korkuyorum. Allah Teâlâ (Namaz kýlan bir kulu men edene ne dersin!) buyurmuþtur.» cevabýný vermiþtir.
ÝZAH
Ben derim ki: Nehir sahibi onu açýk olarak eleþtirmemiþtir. Çünkü o Bahýr´ýn sözünü nakil ile kabul etmiþtir. Evet, ondan önce âþikâre tekbir alýnýp alýnmayacaðý hususundaki hilafý bildirmiþ ve onu Mi´racü´d- Dirâye ile Tecnis, Gayetü´l-Beyan ve Zeyleî´ye nisbet etmiþtir. Burhan´da Nehir´deki beyanatýn üzerine, tekbirin imameyne göre müstehap deðil, sünnet olduðu açýklamasý yapýlmýþtýr. Yoksa biliyorsun ki Nehir´de Ýmam-ý A´zam ile imameyn arasýndaki hilaf açýklanmýþtýr. Yalnýz sünnet mi müstehap mý olduðu bildirilmemiþtir.
«Binaenaleyh þer´an nerede emir olundu ise oraya münhasýr kalýr.» Emrolunduðu yer, Bahýr´da Kýnye´den naklen bildirildiðine göre þudur: Teþrik günlerinin dýþýnda âþikâre tekbir yalnýz düþman veya hýrsýz karþýsýnda sünnettir. Bazýlarý buna yangýný ve diðer bütün korku veren þeyleri de kýyas etmiþlerdir. Kuhistani «yahut yüksek bir yere çýkarsa» cümlesini ilave etmiþtir.
«Bayram namazýndan sonra namazgahta nafile kýlýnmaz.» Çünkü Kütüb-ü Sitte denilen altý hadis kitabýnda ibn-i Abbas (r.a.) dan rivayet olunduðuna göre Peygamber (s.a.v.) namazgaha çýkarak cemaata bayram namazýný kýldýrmýþ; namazdan evvel ve sonra nafile kýlmamýþtýr. Namazdan sonra kýlmamasý, namazgahta kýlmadýðýna hamledilmiþtir. Zira ibn-i Mâce´de ebi Said-i Hudrî (r.a.) denrivayet olunduðuna göre Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazýndan önce hiç namaz kýlmazmýþ. Evine döndüðü vakit iki rekat namaz kýlarmýþ. Fethü´l - Kadir´de böyle denilmiþtir. Minâhü´l - Gaffar adlý eserde þöyle denilmiþtir: «Ben derim ki: þârihler böylece kerahete bununla istidlâl etmiþlerdir. Bence bunun müddeâyý ifade etmesi söz götürür. Zira bunda olsa olsa ibn-i Abbas´ýn Peygamber (s.a.v.) in namaza çýkarak bayramý kýldýrdýðýný ve baþka namaz kýlmadýðýný hikaye etmesi vardýr. Bu ise kýlmayý terk etmeyi âdet haline getirmiþ olmayý iktiza etmez. Böyle delil ile kerahet sabit olmaz. Çünkü Bahýr sahibinin dediði gibi kerahet için mutlaka hususi delil lazýmdýr.»
Ben derim kî: Lâkin Allame Nuh Efendi´nin beyanýna göre istidlâlin vechi þudur Fecir doðduktan sonra sabah namazýnýn iki rekatýndan fazla nafile kýlmanýn mekruh olduðunu anlatýrken ulema, Peygamber (s.a.v.) in namaza çok hýrslý olduðunu söylemiþlerdir. Binaenaleyh kýlmamasý kerahete delalet eder. Zira mekruh olmasa caiz olduðunu göstermek için bir defa olsun kýlardý.
Ben derim ki: Bu kýlmamak tekerrür etti ise mesele yoktur. Fakat bir defa kýlmadý ise bunu delil olarak kabul edemeyiz. Yukarýda geçen ibn-i Abbas hadisinde tekrar tekrar býraktýðýný gösteren bir þey yoktur.
Bayram namazýndan sonra evde dört yahut iki rekat nafile namaz kýlmak menduptur. Dört kýlmak efdaldir. Nitekim Kuhistani´de beyan edilmiþtir. «Ama bu havas içindir.» Yani tekbirden ve nafile kýlmaktan havas men edilir. Zâhire bakýlýrsa havasdan murad o kimselerdir ki. kendilerini menetmek hýyanet ve tembelliklerine tesir ederek tamamen terk etmelerine müeddi olmaz. T.
«Ayný kitabýn kenarýnda» ki, kayýtda bildirilen namaz hakkýnda nafileler bâbýnda söz etmiþtik. Demiþtik ki: Berâetten murad; þaban ayýnýn yarýlandýðý gecedir. Kadir gecesi ramazanýn yirmi yedinci gecesidir. Sonra þârihin naklettiði kenar kaydý hakkýnda Rahmetî þunlarý söylemiþtir: «Bu kayýt terkedilen hâþiyelerdendir. Bu yazýya itimat etmek ulemanýn uydurma hadisle amelin haram olduðuna ittifak etmelerine mani olur. Ulema bu namazlarý bildiren hadisin uydurma olduðunu söylemiþlerdir. Fýkýh meçhul derkenarlardan nakledilemez. Bâhusus fesadý meydandâ ise kabul edilemez. Hazret-i Ali´den naklettiði eserin zâhiri onlarca namazgahda kerahet bulunduðunu ve bu kerahetin tenzihi olduðunu tak´´irdir. Aksi halde onu kabul etmezdi. Çünkü kötülüðü kabul caiz deðildir. Burada avamýn güneþ doðarken sabah namazý kýlmaktan men edilmemeleri ile itiraz olunamaz. Zira bu, namazý tamamiyle terk edeceklerinden korkulduðu içindir.Böylelikle o kimse daha bir haramýn içine düþmüþ olur, Allah´u âlem.
METÝN
Bayram namazýnýn vakti güneþin bir mýzrak boyu yükselmesinden itibaren zeval vaktine kadardýr. Zeval dahil deðildir. Daha önce sahih olmaz. Kýlýnýrsa haram ve nafile olur. Bayram namazý kýlarken güneþ zevale ererse namaz fâsit olur. Nitekim cumada da öyledir. Sirac´da da böyle denilmiþtir. Biz bunu oniki meselelerde beyan etmiþtik. Ýmam zâid tekbirlerden önce sübhanekeyi okuyarak cemaata iki rekat bayram namazý kýldýrýr. Zâid tekbirler her rekatta alýnan üçer tekbirdir. Ýmam tekbirleri fazla alýrsa onaltý tekbire kadar cemaat da ona tâbî olur. Çünkü bu rivayet olunmuþtur. Meðer ki imamýn tekbirlerini cemaata duyuranlardan iþitmiþ ola. Bu takdirde hepsini alýr.
ÝZAH
Güneþin yükselmesinden murad; renginin aðarmasýdýr. Zeylei. Bir mýzrak oniki karýþtýr. Bundan maksat, nafile kýlmanýn helâl olduðu vaktin girmesidir. Binaenaleyh aralarýnda aykýrýlýk yoktur. Kuhistânî´nin ifadesi buna muhaliftir. T.
T E N B Ý H : Kurbanlarý acele kesebilmek için kurban bayramýný acele tutmak, fitreyi verebilmek için de ramazan bayramýný geciktirmek menduptur. Netekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir.
«Kýlýnýrsa haram ve nafile olur.» çünkü vakti girmeden vacip olmamýþtýr. Nasýl ki o günün öðle namazýný güneþ doðarken kýlsa hüküm budur.
«Zeval vakti dahil deðildir.» Yani «sonra orucu geceye kadar tamamlayýn!» emrinde gece dahil olmadýðý gibi burada da zeval vakti olan gaye mukayyede dahil deðildir. Kuhistânî þöyle demiþtir: «Zeval bayram namazýnýn vakti deðildir. Çünkü vacip namaz zevalde mün´akit olmaz.»
Tahtavî diyor ki: «Bu söz, zevalden muradýn, istiva (yani güneþin tam gökyüzünün ortasýnda bulunmasý) olduðunu gösterir. Mücâveret (yaný yan yana bulunmalarý) sebebiyle istivaya zeval denilmiþtir.»
«Bayram namazý kýlarken güneþ zevale ererse namaz fâsit olur.» Yani vasfý bozulur. Namaz bilittifak nafileye inkýlab eder. Bu hüküm, zeval teþehhüd miktarý oturmadan olduðuna göredir. Ýmam-ý A´zam´ýn kavline göre bu miktar oturduktan sonra zeval vakti girerse namaz fâsit olur. T.
Ben derim ki: Bunu þârih oniki meselelerde inceleme yaparak anlatmýþ ve «Ben bunu görmedim.» demiþtir.
«Nitekim cumada da öyledir.» Yani cuma kýlarken ikindinin vakti girerse cuma fâsit olur. T.
Bayram namazýnda bir kiþinin cemaat olmasý kâfidir. Nehir´de de böyle denilmiþtir. T. Zâhir rivayete göre bayram namazýnda zaid tekbirlerden önce imam ve cemaat sübhanekeyi okurlar. Çünkü sübhaneke okumak namazýn baþýnda meþru olmuþtur. Ýmdâd. Zâid tekbirlere bu ismin verilmesi, iftetah ve rüku tekbirlerinin üzerine ziyade edildikleri içindir. Musannýf eûzü besmeleyi bu tekbirlerden sonra imamýn çekeceðine iþaret etmiþtir. Çünkü bunlar kýraatýn sünnetidir.
«Zâid tekbirler her rekatta alýnan üçer tekbirdir.» Bu ibn-i Mes´ud ile sahabeden birçoklarýnýn mezhebidir. Ýbn-i Abbas´dan da bir rivayettir. Bizim üç imamýmýz bununla amel etmiþlerdir. Ýbn-i Abbas´dan diðer bir rivayete göre ilk rekatta yedi, ikincide altý -bir rivayette beþ- tekbir getirilir. Bu tekbirlerin üçü aslîdir. Bunlar iftetah tekbiri ile iki rüku tekbiridir. Geri kalanlar zâid tekbirlerdir ki birinci rekatta beþ, ikincide beþ veya dörttür. Her rekata tekbirle baþlanýr
Hidâye sahibi «Bu gün bilumum müslümanlarýn ameli böyledir. Çünkü Abbâsîler´den gelen halifeler böyle emir etmiþlerdir. Ama mezhep birincisidir.» demiþtir.
Zahîriye sahibi diyor ki: «Bu söz ebu Yusuf´la imam Muhammed´den rivayet olunan fiilin te´vilidir. Çünkü Harunu´r-Reþid onlara dedesinin tekbiri gibi tekbir almalarýný emir edince onun emrine imtisalen bunu yapmýþlardýr. Böyle itikat ettikleri ve mezhepleri bu olduðu için yapmamýþlardýr. Mi´rac´da «Çünkü ma´siyet sayýlmayan hususta hükümdara itaat vaciptir.» denilmiþtir.
Ulemadan bazýlarý, bu kavlin imameynden bir rivayet olduðuna kesinlikle kail olmuþlardýr. Hatta Mücteba´da «Ebu Yusuf´un bu kavle döndüðü rivayet olunur.» denilmiþtir. Sonra fukahadan birçoklarý muhtar kavle göre ziyade rivayetle fitre bayramýnda amel edileceðini yani bir tekbir ziyade edileceðini; noksan rivayetle de kurban bayramýnda amel edileceðini söylemiþlerdir. Bu, her iki rivayetle amel etmiþ olmak ve Kurban bayramýnda halk kurbanlarla meþgul olacaðý için onda iþi hafif tutmak içindir. Bazýlarý, kurban bayramýnda fakirlerin hakký bir tekbir miktarý acele vermiþ olmak için tekbirin noksan alýnacaðýný söylemiþlerdir. Meselenin tamamý Hýlye´dedir. Ýmam Þâfiî. Ýbn-i Abbas´tan rivayet olunan bütün tekbirleri zaid tekbir mânâsýna yorumlamýþtýr. Bu bizim yorumumuza muhaliftir. Bizim mezhebimiz ibn-i Mes´ud´un kavlidir. Ulemanýn zikrettikleri «Bilumum müslümanlarýn ameli ibn-i Abbas kavline göredir. Çünkü onun sülalesinden gelen halifeler böyle emretmiþlerdir.» sözü, onlarýn zamanýnda geçerli imiþtir. Bizim zamanýmýzda ise bu ortadan kalkmýþtýr. Bu gün amel bizim mezhebimize göredir. Münye þerhinde böyle denilmiþtir. Bahýr´da hilafýn. evleviyet meselesinde olduðu bildirilmiþtir. Hýlye´de de bunun gibi beyânat vardýr
T E N B Ý H: Münye þerhinin «onlarýn zamanýnda geçerli imiþtir.» sözünden þu mânâ çýkarýlýr: Halife öldükten veya azledildikten sonra emrinin hükmü kalmaz. Nitekim bu cihet Fetevây´ý Hayriye´de açýklanmýþtýr, Fetevay´ý Hayriye sahibi bunun üzerine þu meseleyi bina etmiþtir: Halife bir davanýn onbeþ sene sonra bakýlmasýný yasak etse ölümünden sonra bu yasaklanmanýn hükmü kalmaz. Allah´u âlem.
«Ýmam tekbirleri fazla alýrsa onaltý tekbire kadar cemaat ona tabi olur.» Çünkü cemaat imamýna baðlýdýr. Binaenaleyh ona tabi olmasý ve onun reyi mukabilinde kendi reyini terketmesi icabeder. Zira Peygamber (s.a.v.) «imam ancak kendisine uyulmak için imam yapýlmýþtýr. Onun hilafýna harekette bulunmayýn» buyurmuþtur. Ýmamýn hata ettiði yüzdeyüz anlaþýlmadýkça ona tabi olmak vaciptir. Ýçtihat götüren yerlerde ise hatasý zâhir deðildir. Ama sahabenin kavillerinden dýþarý çýkarsa hata ettiði yüzdeyüz anlaþýlýr. Artýk kendisine tabi olmak gerekmez. Onun içindir ki, bir kimse rükua giderken ellerini kaldýran yahut sabah namazýnda kunut okuyan veya cenaze namazýnýn tekbirlerini beþ itikad eden birine uymuþ olsa ona tabi olmaz. Çünkü hatasý kesinlikle zâhirdir. Çünkü bunlarýn hepsi neshedilmiþtir. Bedâyi.
Ben derim ki: Bundan þu hüküm çýkarýlýr: Bir hanefî cenaze namazýnda þâfiîye uyarsa ellerini kaldýrýr. Zira içtihat götüren bir yerdir. Bu neshedilmemiþtir. Hanefîlerden Belh ulemasý buna kaildirler. Tamamý cenazeler bahsinde gelecektir. Biz bunu namazýn vacipleri bahsinin sonunda izah etmiþtik.
Bahýr´da Muhit´den naklen «Onaltý tekbire kadar tabi olur.» denilmiþtir. Fethü´l-Kadir´de ise; «Bazýlarý onüç, bazýlarý onaltý tekbire kadar tabi olacaðýný söylemiþlerdir.» denilmektedir.
Ben derim ki: Herhalde ikinci kavlin vechi ibn-i Abbas´tan rivayet edilen onüç rivayeti ziyade tekbirlere hamledilmek olsa gerektir. Nitekim yukarýda Þâfiî´den nakledildi. Bunlar üç aslî tekbirlebirlikte onaltý olurlar. Aksi takdirde ben ziyade tekbirlerin onaltý olduðunu söyleyen görmedim. Araþtýrýlmalýdýr. Ben imam Tahâvi´nin Mecma´al-Âsâr´ýna müracaat ettim. Ama onun zikrettiði hadislerle sahabe ve tâbiî´nin eserleri arasýnda ibn-i Abbas´tan rivayet edilenden fazlasýný görmedim. Bu da birinci kavli te´yit eder. Onun için bu kavli Fethu´l-Kadir sahibi öne almýþ; Bedâyi sahibi de onu bilumum fukahaya nisbet etmiþtir. Kaldý ki üç aslî tekbiri zaid tekbirlere katmak ihtimalden çok uzaktýr. Zira kýraat bunlarýn oralarýný ayýrmaktadýr.
«Bu takdirde hepsini, alýr.» Bu hususta Muhit´den naklen Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Ýmam fazla tekbir alýrsa ona tabi olmak lazým gelmez. Çünkü kesinlikle hata etmiþtir. Ama tekbirleri ulaþtýrýcýlardan (müezzinlerden) iþitirse ihtiyaten hepsini alýr. Velev ki çok olsunlar. Zira ulaþtýranlarýn hata etmiþ olmalarý ihtimali vardýr. Onun için her tekbirle iftetaha niyet eder; zira her tekbirde imamýn önüne geçmiþ olmasý ihtimali vardýr) denilmiþtir.»
Ben derim ki: Zâhire bakýlýrsa bu kavil zaif olduðu için «denilmiþtir.» tabiri ile ifade etmiþtir. Bu sebepten þârih onu zikretmemiþtir. Zira bu kavil imamýn tekbirini iþitmeyen kimsenin üç tekbirle dahi niyet etmesini gerektirir. Velev ki üçten fazla olmasýn. Çünkü hata ve öne geçmek ihtimali hepsinde mevcuttur. Yalnýz ilk rekatta rivayet edilen ziyade tekbirlere mahsus deðildir, Cenaze bahsinde görüleceði vecihle cenazede de her tekbirle iftetaha niyet eder. Konunun tamamý orada gelecektir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:37:49
METÝN
Ýmamýn iki kýraatý peþi peþine getirip cumada olduðu gibi okumasý menduptur. Ýmama uyan kimse imam tekbir aldýktan sonra ayakta iken yetiþirse kendi reyi ile o anda tekbir alýr. Çünkü mesbûktur. Þayet bir rekata yetiþememiþse evvela kýraatý okur; tekbirler birbiri ardýna gelmesin diye sonra tekbir alýr. Tekbir almaz da imam onun tekbirinden evvel rükua giderse ayakta tekbir almaz. Lâkin rüku eder: rüku halinde tekbir alýr. Sahih kavil budur. Zira rüku için kýyam hükmü vardýr, Vacibi ifa, sünneti ifadan daha evladýr.
ÝZAH
Ýki kýraatý peþi peþine getirmek, ikinci rekatta kýraattan sonra tekbir almakla olur. Tâ ki ikinci rekatýn kýraatý birinci rekatýn kýraatýnýn peþinden yapýlmýþ olsun. Ama Ýbn-i Abbas hazretlerinin dediði gibi ikinci rekatta da kýraattan önce tekbir alýrsa bu tekbir iki kýraatýnýn arasýný ayýrmýþ olur. Musannýf «menduptur» sözü ile her rekatýn baþýnda tekbir alsa caiz olacaðýna iþaret etmiþtir. Çünkü hilâf, Bahýr´dan naklen yukarýda geçtiði vecihle evleviyet meselesindedir. Gerçi Muhit´de peþi peþine gelmenin ta´lili yapýlarak «Tekbirler þeairdendir (islâmýn alâmetlerindendir). Onun için onlarý âþikâre almak vaciptir. Binaenaleyh ilk rekatta zâid tekbirleri iftetah tekbirine katmak vacip olur. Çünkü iftetah tekbiri rüku tekbirinden öncedir. Ýkinci rekatta ise rüku tekbirine katmak icabeder. Zira asýl olan odur.» denilmiþse de Bahýr sahibi buna cevaben þunlarý söylemiþtir: «Zâhire göre vacip olmaktan murad, subût bulmaktýr. Istýlahtaký vacip deðildir. Zira peþ peþe okumak müstehaptýr.
«Keza onlarý âþikâra almak vaciptir.» sözü, (ezanda olduðu gibi bazý yerlerde sabittir) mânâsýnadýr ki, namazgaha giderken ve teþrik günlerinde bu sabittir. Zaid tekbirlerin aþikâre alýnmasýna gelince: Zâhire bakýlýrsa bu yalnýz imama müstehaptýr. O da cemaata bildirmek içindir.
Lâkin Bahýr´da Muhit´den naklen þöyle denilmiþtir: «Ýmam yanlýþlýkla kýraata baþlar da fatiha ve sureyi okuduktan sonra hatýrlarsa namazýna devam eder. Yalnýz fatihayý okumuþsa tekbir alýr ve fatihayý lazým olarak tekrarlar. Zira kýraat tamam olmayýnca farzý terk etmek deðil tamamlamaktan imtina olur.» Bunun benzeri Fethü´l-Kadir´de ve diðer kitaplarda mevcuttur.
Bundan anlaþýlan þudur: Tekbiri kýraattan önce almak vaciptir. Vacip olmasa onun için fatiha terk edilmezdi. Namazýn sýfatý bâbýnda söylediklerimiz de bunu te´yit eder. Orada demiþtik ki «Tekbir alýr da kýraata baþlar ve sübhaneke ile eûzü besmeleyi unutursa yeri geçtiði için bunlarý tekrar okumaz.» Þöyle cevap verilebilir: «Kýraatý tamamlamadan tekbire dönmek müstehap olan peþ peþe girme meselesi için deðil, vacibi düzeltmek içindir. Bu vacip tekbirdir. Çünkü tekbir ilk rekatta kýraatan sonra meþru olmamýþtýr. Delili þu ki, tekbiri unuttuðunu sureyi okuduktan sonra hatýrlarsa onu terk eder. Ve fatihayý unutarak sureye baþlamaya benzer. Bundan sonra hatýrlarsa sureyi býrakýp fatihayý okur. Çünkü o vaciptir. Sübhaneke ve eûzü besmele böyle deðildir. Allah´u âlem.
«Cumada olduðu gibi okumasý menduptur.» Yani cuma namazýndaki kýraat gibi okur Zira imamý A´zam´ýn rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) bayram namazlarýyle cuma namazýnda e´lâ suresi ile gâþiye´yi okurmuþ. Fetih´te de böyle denilmiþtir. Bedayi sahibi diyor ki: «Ekseri zamanlarda bunlarý okumakla Peygamber (s.a.v.)´e uymak ve bununla teberrük etmek isterse güzeldir. Lâkin bu sureleri okumayý vacip bilip baþkalarýný terk etmek mekruhtur. Sebebini cuma bahsinde söyledik.» Kýraat faslýnda beyan ettiði vecihle bayram namazlarýnda imam kýraatý âþikâr okur. Bahýr´da bu mesele burada açýklanmýþtýr.
Ýmama ayakta iken yetiþmekten murad: rüku´dan önceki kýyam halidir. Ýmama rüku halinde yetiþirse, rükuda yetiþeceðini aklý yattýðý takdirde kendi reyi ile ayakta tekbir alarak rükua gider. Yetiþeceðine kanaat getirmezse rüku eder ve tekbiri rüku halinde alýr. Ýmam ebû Yusuf buna muhaliftir. Ellerini kaldýrmaz. Çünkü elerini dizlerine koymak, yerinde yapýlan bir sünnettir; el kaldýrmak ise yerinde deðildir. Ýmam baþýný rükudan kaldýrýrsa o kimseden kalan tekbirler sâkýt olur. Tâ ki imama tabi olmasý elden gitmesin. Ýmama rükudan doðrulduktan sonra yetiþirse tekbirleri orada kaza etmez. Zira tekbirleri ile birlikte rekatý kaza eder. Fetih ve Bedâyi.
«Kendi reyi ile o anda tekbir alýr.» yaný velev ki imam kýraata baþlamýþ olsun. Nasýl ki Hýlye´de de böyle denilmiþtir. Kendi reyi ile tabirinden murad; Ýmam-ý Þâfiî olup yedi defa tekbir alsa da o üç tekbir alýr demektir. Yukarýda geçen «rivayet bulunan yerde imama tabi olur.» sözü bunun hilâfýnadýr. Çünkü o müdrik hakkýndadýr.
«Çünkü mesbuktur.» Yani kaza ettiði kýsýmlarda o yalnýz kýlan hükmündedir. Yetiþilemeyen zikir, imam namazdan çýkmadan kaza edilir. Fetih.
Ben derim ki : Bu izaha göre imamla birlikte kýlmaya kendi reyini az olmayan miktarda yetiþirseondan sonra bir þey kaza etmemesi gerekir. Buna dikkat et! Hýlye.
«Þâyet bir rekata yetiþememiþse evvela kýraatý okur.» Yani o rekatý kaza etmeye kalktýðýnda iþe kýraattan baþlar. Ýmama yetiþtiði rekatta ise Yukarýda geçen tafsilata riayet gerekir. Yani tekbirlerin hepsine mi bir kýsmýna mý yetiþtiði yoksa hiç mi yetiþemediði nazar-ý itibara alýnýr. Hýlye sahibinin dediði gibi yapmaz.
«Tekbirler birbiri ardýna gelmesin diye sonra tekbir alýr.» Çünkü kýraattan evvel tekbir alýrsa imamla beraber de tedbir aldýðý için iki rekatta tekbirler birbirinin ardýndan gelir. Bahýr sahibi diyor ki: «Buna sahabeden hiç kimse kail olmamýþtýr. Ama kýraattan baþlarsa fiili hazret-i Ali´nin kavline uymuþ olur. Ve daha evladýr. Muhit´de de böyle denilmiþtir. Bu söz fukuhanýn Mesbuk zikirler hakkýnda namazýnýn evveline kaza eder.´ diyerek ifade ettikleri hükmü tahsis eder.»
T E N B i H : Biliyorsun ki mesbuk kendi reyi ile tekbir alýr. Lâhýk ise imamýnýn reyine göre tekbir alýr. Çünkü o hükmen imamýn arkasýndadýr. Bunu Sirac´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþtir.
«Rüku halinde tekbir alýr. Sahih kavil budur.» Musannýf, Mineh adlý eserinde de böyle demîþtir. Fakat Bahýr sahibinin sözü buna muhaliftir. O «Ýmama ayakta yetiþir de tekbir almadan imam rükua giderse sahih kavle göre rükuda tekbir almaz.» demiþtir. Nehir´de de böyle denilmiþtir. Hýlye´de bundan bahs edilirken «Bazýlarý rükuda tekbir alýr, bazýlarý almaz demiþlerdir. Muhit sahibi bu ikinci kavli kuvvetli bulmuþtur.» deniliyor. Tahtavi «Galiba bu, kusur kendinden geldiði içindir.» demiþtir.
«Vâcibi îfa sünneti îfadan daha evlâdýr.» Vacip, tekbirdir; sünnet ise tesbihtir. Ama bunun söz götürdüðünü biliyorsun. T. Rahmetî vacibi imama tabi olmak. sünneti de sýrf kýyam halinde tekbir almakla tefsir etmiþtir. Yani tekbiri rükuda almak do kâfi ise de iyice kýyam halinde almak sünnettir.
METÝN
Nitekim imam da tekbir olmadan rükua gitse rükuda tekbir alýr; zâhir rivayete göre tekbir almak için kýyama dönmez. Dönerse namazýnýn bozulmasý gerekir.
Cemaat olan kimse zâid tekbirlerde ellerini kaldýrýr. Velev ki imamý bunu meþru saymasýn. Ancak rükuda tekbir alýrsa yukarýda geçtiði vecihle muhtar kavle göre ellerini kaldýrmaz. Çünkü dizlerini tutmak. yerinde yapýlan bir sünnettir. Bayram tekbirleri arasýnda sünnet bir zikir yoktur. Onun için ellerini salar. Ve her iki tekbir arasýnda üç tesbih miktarý susar. Bu cemaatýn çokluðuna azlýðýna göre deðiþir. Namazdan sonra imam iki hutbe okur. Bunlar sünnettir. Namazdan önce okusa da sahih olur, fakat sünneti terk ettiði için isaette bulunmuþ olur.
Cumada sünnet ve mekruh olan þeyler bayramda da sünnet ve mekruhtur. Sekiz hatta on yerde hutbe okunur. Bunlarýn üçünde söze hamd ve senâ ile baþlanýr. Mezkûr hutbeler Cuma, istiskâ ve nikah hutbeleridir. Küsuf ve Kur´an hatmi hutbeleri de öyle olmak gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Beþ hutbede de söze tekbirle baþlanýr. Bunlar; bayramlarýn hutbeleriyle haccýn üç hutbesidir. Þu kadar ki Mekke ve Arafattaki hutbelere hatip evvela tekbirle baþlar; sonra telbiye getirir; sonra hutbeyi okur. Ebu´l-Leys´in Hýzâne namýndaki kitabýnda da böyle denilmiþtir.
Ýlk hutbeyi birbiri ardýnca dokuz tekbirle baþlamak müstehabtýr. Ýkinci hutbeye ise yedi tekbirle baþlamak sünnettir. Minberden inmeden ondört tekbir almak da müstehaptýr. Hatip minbere çýktýðý vakit bize göre oturmaz. Mirâc.
Hatibin, hutbesinde fitre sadakasýnýn hükümleri cemaata öðretmesi dahi menduptur. Tâ ki vermemiþ olanlar versinler. Bunu, cemaat vaktiyle hazýrlasýn diye fitre hükümlerini bir cuma evvel öðretmek gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Bilinmesine ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir. Zira hutbe, öðretmek için meþru kýlýnmýþtýr.
ÝZAH
«Zâhir rivayete göre tekbir almak için kýyama dönmez.» Þârih burada musannýfýn Mineh´teki sözüne tabi olmuþtur.Bahýr ile Hýlye´de ise þöyle denilmiþtir: «Zâhir rivayete göre rükuda tekbir almaz. Kýyama dönmez.» Hýlye´de þu da ziyade edilmiþtir: «Kerhi´nin söylediði, ve Bedâyi sahibinin benimsediði Nevâdir rivayetine göre ise kýyama ,döner ve tekbir alýr. Sonra rükuu tekrarlar, kýraatý tekrarlamaz.» Bu rivayet dahi metindekine muhaliftir. Evet, böyle bir rivayeti Bahýr, Hýlye ve Fethü´l-Kadir sahipleri ile vitir ve nafileler bâbýnda Zâhire sahibi açýklamýþlar ve tekbirle -ki onun için rüku terk edilir- kunut arasýndaki farký göstererek «Bayram tekbiri Bilittifak meþrudur. Vitirin kunutu öyle deðildir.» demiþlerdir. Bedayi´de vitir ve nafileler bâbýnda bunun gibi; bu babta ise buna muhalif beyanatta bulunulmuþtur. Lâkin zâhir rivayet sabit olunca ondan dönmek olmaz. Metindeki ifadeye göre tekbir ile kunut arasýndaki fark; rükuda kunut yapýlmadýðýna göre kunutun ancak kýyam halinde meþru olmasýdýr. Tekbir öyle deðildir.
«Dönerse namazýnýn bozulmasý gerekir.» Þârih burada Nehir sahibine tabi olmuþtur. Biliyorsun ki dönmek, Nevadir´in rivayetidir. Kaldý ki buna Kemâl bin Hümâm´ýn dediði gibi; «bunda vacibi ifa için tarzý terk vardýr. Bu helâl deðilse de sahih olmasýna dokunmaz.» denilebilir. (Kemâl ibn-i Hümâm bu sözü, ´ayakta iken rekatý tamamladýktan sonra ilk oturuþta dönse namaz bozulmaz´ diyenlerin kavlini tercihi için söylemiþtir.) Zâid tekbirlerde eller. baþ parmaklarý kulak yumuþaklarýna dokunacak derecede kaldýrýlýr. T.
Musannýfýn zâid tekbiri diye kayýtlamasý, ikinci rekatýn rüku tekbirinden ihtiraz içindir. Bu tekbir zâid tekbirlere ilhak edilmiþtir. Hatta biz onun da vacip olduðuna kailiz. Halbuki onda el kaldýrmak yoktur. Nehir.
«Çünkü dizlerini tutmak, yerinde yapýlan bir sünnettir.» Ellerini kaldýrmak ise yerinde yapýlmayan bir sünnettir. Yerinde yapýlan evlâdýr. T.
Bayram tekbirleri arasýnda eller yanlara salýnýr. Üçüncü tekbirden sonra baðlanýr. Nitekim Münye þerhinde beyan olunmuþtur. Zira el baðlamak, içinde sünnet vecihle zikir bulunan uzun kýyamýn sünnetidir. Bayram namazýnda hatip hutbeyi namazdan önce okusa veya Bahýr´dan naklettiðimiz gibi hiç okumasa sahih olursa da isaettir.
«Cumada sünnet ve mekruh olan þeyler bayramda sünnet ve mekruhtur.» Bundan, yalnýz tekbirle, hutbeden evvel oturmamak müstesnadýr. Bu iki þey bayram hutbesinde sünnet. cuma hutbesindesünnet deðildir. On yerde hutbe okunmasý, bize göre küsuf´ta hutbe olduðundan ve imameynin kavline göre istiska´da dahi hutbe olduðundandýr. Nitekim gelecektir. Mekke ve Arafat´taki hutbelerde telbiye vardýr. Zilhiccenin onbirinci günü Minâ´da okunan hutbede ise telbiye yoktur. Çünkü ilk taþý atmakla telbiye kesilir. T.
«Ýlk hutbeye birbiri ardýnca dokuz tekbirle baþlamak müstehaptýr.» Bunu Mecma´al-Nevâzil´den naklen Mirâc sahibi söylemiþtir. Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Zâhir rivayette tekbir için muayyen sayý yoktur. Lâkin hutbenin ekserisini tekbir teþkil etmemek gerekir. Kurban bayramýnda fitire bayramýndan fazla tekbir getirilir.»
Ben derim ki: Zâhir rivayette sa´yinin mutlak býrakýlmasý, sünnete beyan edilen sayý ile kayýtlamaya aykýrý deðildir. Þâfiî rahimellah buna kaildir. Bize göre hatip minbere çýktýðý vakit oturmaz. Çünkü oturmak müezzin ezaný bitirsin diyedir. Bayram namazýnda ise ezan meþru olmamýþtýr. Binaenaleyh oturmaya hacet yoktur. Mirâc.
«Ama ben bunu bir yerde görmedim.» sözü Bahýr sahibine aittir. Bundan sonra «Ýlim, ulemanýn boynunda emanettir.» demiþtir. Þârih sadaka-i fýtýr bâbýnda baþýnda semennî´den naklen; «Peygamber (s.a.v.) fitre bayramýndan iki gün evvel fitrenin çýkarýlmasýný emir buyurmuþ.» diyecektir ki, bu da Bahýr sahibinin sözünü te´yit eder.
«Bilinmesine ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir.» Bu cümle Bahýr sahibinin sözünün tetimmesidir. Ve þöyle demiþtir: «Ulemanýn sözlerinden þu mânâ çýkarýlýr ki, hatip bazý hükümlerin bilinmesine hacet görürse onlarý cemaata cuma hutbesinde öðretir. Bilhassa bizim zamanýmýzda bu lazýmdýr. Çünkü cehalet çoðalmýþ, ilim azalmýþtýr. Onun için hutbede cemaata, namaz hükümlerini öðretmesi gerekir. Nitekim bu açýktýr.»
METÝN
Bir kimse bayram namazýný imamla kýlmaya yetiþemezse yalnýz baþýna kýlamaz. Velev ki bozmak suretiyle cemaatý kaçýrmýþ olsun. Esah kavle göre bu bilittifak böyledir. Nitekim Bahýr nâm kitabýn teyemmüm bahsinde beyan olunmuþtur.
Bozmak hakkýnda þöyle lügaz yapýlmýþtýr: «Hangi adamdýr o ki üzerine vacip olan bir namazý bozar do kaza lazým gelmez?» O kimsenin baþka bir imama gitmesine imkan varsa gider. Çünkü bayram namazý bir þehrin birçok yerinde bilittifak kýlýnýr. Gitmekten âciz kalýrsa kuþluk namazý gibi dört rekat kýlar. Fitre bayramý namazý yaðmur gibi bir özürden dolayý, yalnýz ertesi günün zeval vaktine kadar geciktirilebilir. Ýkinci günkü vakti dahi birinci günde olduðu gibidir. Ve bu namaz eda deðil kaza olur. Nitekim kurban bahsinde gelecektir. Kuhistânî iki kavil nakletmiþtir. Fitre bayramýnýn hükümleri kurban bayramýnýn hükümleri gibidir. Lâkin kurbanda namazý özürsüz kurban günlerinin üçüncüsünün sonuna geciktirmek kerahetle, özürle geciktirmek ise kerahetsiz caiz olur. Binaenaleyh burada özür keraheti kalksýn diye, fitre bayramýnda sahih olmak içindir. Kurban bayramýna giderken yolda bilittifak âþikâre tekbir alýnýr. Bazýlarý namazgahta da âþikâre alýnacaðýný söylemiþlerdir. Bugün müslümanlar bununla amel etmemektedirler. Evde tekbir almak sünnetdeðildir. Esah kavle göre kurban kesmese bile yemeði namazdan sonraya geciktirmek menduptur. Ama yerse tahrimen mekruh olmaz.
ÝZAH
Bayram namazýna yetiþemeyen onu yalnýz baþýna kýlamaz. Fakat imam kýlmamýþsa kaza edilir. Nitekim gelecektir. Bunu Miracü´d-Dirâye sahibi söylemiþtir. Buradaki esah kavlin mukabili Bahýr sahibinin imam ebû Yusuf´tan naklettiði kavildir ki, bu kavle göre bayram namazýna niyetlendikten sonra bozulursa kaza edilir. Zira vacip olmak hususunda niyetlenmek adamak gibidir.
«Bayram namazý bir þehrin bir çok yerlerinde bilittifak kýlýnýr.» Hilaf yalnýz Cuma hakkýndadýr. Bahýr.
«Gitmekten âciz kalýrsa kuþluk namazý gibi dört rekat kýlmasý» mendup olur. Nasýl ki Kuhistânî´de beyan edilmiþtir, Bu kaza deðildir. Çünkü onun gibi deðildir. T.
Ben derim ki: Hýlye´de Hâniye´den naklen bildirildiðine göre bu namaz kuþluk namazýdýr. Þârihin Bedâyi sahibine uyarak «kuþluk namazý gibi» demesinin mânâsý, bayramda olduðu gibi bunda zâid tekbirleri olmaz demektir.
«Bayram namazý yaðmur gibi bir özürden dolayý yalnýz ertesi günün zeval vaktine kadar geciktirilebilir.» Ýmamýn namazgaha çýkmamasý, hava bulutlu olup hilalý zevalden sonra veya önce görmeleri ve cemaatýn toplanmasýna imkan bulunmasý yahut bulutlu bir günde kýlýnýp sonradan zevalden sonra kýlýndýðýnýn anlaþýlmasý da özre dahildir. Nitekim Dürer´de ve þeyh Ýsmail´in Dürer þerhinde beyan edilmiþtir. Ayný eserde Hüccet´ten naklen þu da vardýr; «Bir imam bayram namazýný abdestsiz kýldýrýr da sonra cemaat daðýlmadan bunu onlarsa abdest alýr; ve hep beraber namazý tekrar kýlarlar. cemaat daðýlmýþ olursa onlara tekrar ettirmez. Müslümanlarý ve amellerini korumak için namazlarý caiz sayýlýr.
«Kuhistâni iki kavil nakletmiþ» sonra þöyle demiþtir: «Ýhtimal bu, iki rivayetin muhtelif olmasýna binaendir, Nazm´ýn zekat bahsinde söyledikleri de bunu te´yit eder. Orada ´Bayram namazý için temel kitaplarda bir gün, Kerhî´nin muhtasarýnda iki gün vardýr.´ denilmiþtir.»
T E N B Ý H : Müctebâ sahibinin Tahtavî´den naklettiðine göre musannýfýn söylediði, ebû Yusuf´un kavlidir. Ebû Hanîfe «Bayram îlk gün kýlýnmazsa kaza edilmez.» demiþtir. Lâkin muteber kitaplarda bunda ihtilaf zikredilmiþtir. Nitekim Bahýr´da beyan olunmuþtur. Bir özürden dolayý kurban bayramý namazýný üçüncü günün sonuna kadar geciktirmek kerahetsiz caizdir. Birinci günden sonra kýlýnan bayram namazý yine kaza olur. Nitekim Bedâyi ve Zeyleî´nin kurban bahsinde beyan olunmuþtur. Özürsüz geciktirmek ise mekruhtur. Müctebâ, Cevhere, Bezzâziye ve diðer kitaplarda özürsüz geciktirmenin isaet olduðu bildirilmiþtir. Bundan anlaþýlýr ki, bu kerahet-i tahrimidir. Remli.
Ben derim ki: Bahýr ve Dürer´e uyarak keraheti mutlak zikretmesi, tahrim ifade eder. Ýsaete gelince; biz namazýn sünnetleri bahsinde onun kerahetten daha aþaðý mý yoksa çirkin mi olduðu hususundaki hilâfý arzetmiþ ve isaetin kerahet-i tahrimiyeden aþaðý, kerahet-i tenzihiyeden daha çirkin olduðunu söyleyerek iki kavlin arasýný bulmuþtur.
«Bazýlarý namazgahta da âþikare tekbir alýnacaðýný söylemiþlerdir.» Muhit´de þöyle denilmiþtir: «Birrivayette imam namaza baþlamadýkça tekbiri kesmez. Çünkü vakit tekbir vaktidir. Müteakiben namazdan sonra âþikâre olarak tekbir alýr.» Bedayi sahibi birinci kavli kesinlikle kabul etmiþtir. Ama mescidlerde cemaat ikinci rivayet ile amel etmektedirler. Bahýr.
«Esah kavle göre kurban kesmese bite yemeði namazdan sonraya geciktirmek menduptur.» Yani sabahtan itibaren namaz kýlýncaya kadar orucu bozan þeylerden sakýnmak menduptur. Çünkü kurban bayramý sabahý çocuklara yemek yedirmemek, bebekleri emzirmemek lazým geldiði hususunda, sahabeden rivayet edilen haberler mütevatirdir. Bunu Zâhidî´den naklen Kuhistani söylemiþtir. T.
«Kurban kesmese bile» sözü þehirli ve köylüye þâmildir. Gayetü´l-Beyan´da bu þehirli diye kayýtlanmýþ; köylünün sabahtan kurban eti yiyebileceði ifade edilmiþtir. Çünkü cuma kýlýnamayan köylerde kurbanlar sabahtan kesilir. Bazýlarý «Kurban kesmeyen kimsenin yemeði geciktirmesi müstehab deðildir.» demiþlerdir. Bahýr.
«Ama yerse tahrimen mekruh olmaz.» Bahýr sahibi diyor ki: «Kurban etinden yemek müstehaptýr. Müstehabý terk etmekten kerahetin sabit olmasý lazým gelmez. Zira kerahet için hususi delil lazýmdýr.» Þârih «tahrimen» sözünde Nehir sahibine uymuþtur ve bununla kerahet-i tenzihiye sabit olduðuna iþaret etmiþtir. Ama bu söz götürür; Çünkü Bahýr sahibinin söylediklerini gördün! Bir de Bedayi´de «isterse kurban etinden tadar isterse tatmaz. Edep ve terbiye namazdan çýkýncaya kadar bir þey tatmamaktýr. Tâ ki yediði kurbanlar olsun.» denilmiþtir
METÝN
Hatip hutbede kurbaný ve teþrik tekbirlerini öðretir. Halkýn, Arafat´da baþka yerlerde vakfe yapanlara benzemek için vakfe yapmalarý bir þey deðildir. Bu söz siyak-ý nefide gelmiþ bir nekredir. Binaenaleyh farz. vacip ve müstehap bütün ibadet nevilerine þâmil olur. Ve mübah olduðunu ifade eder. Bazýlarý bunun müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Miskin´de böyle denilmiþtir. Bakânî «O günün þerefi ve vaaz dinlemek için toplanýrlar: vakfe yapamaz ve baþlarýný açmazlarsa bilittifak kerahetsiz caiz olur.» demiþtir. Esah kavle göre teþrik tekbiri bir defa vacip olur. Zira emir buyurulmuþtur. Birden fazla yaparsa fazilet olur.
Aynî diyor ki: «Tekbirin sýfatý: «Allah´ü Ekber Allah´ü Ekber Lâ ilâhe illallah vallâhü Ekber Allah´ü Ekber ve Lillâhi´l hamd» demektir.
Halilullah Ýbrahim aleyhisselâmdan rivayet olunan budur.
ÝZAH
Teþrik tekbirini cemaata kurban bayramýndan bir cuma evvel öðretmek gerekir. Çünkü bayram arefe gününden baþlar. Nitekim Bahýr sahibi bunu incelemiþtir.
«Halkýn Arafat´da baþka yerlerde vakfe yapmasý»dan murad; Arafat´taki hacýlara benzemek için arefe gününün akþamý camilere veya þehir dýþýnda bir yere toplanmalarýdýr. Bu bir þey deðildir. Ama bazýlarý müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Galiba Nihaye sahibinin muradý bu olacaktýr. Çünkü o, «usulün gayri kitaplarda Ebû Yusuf´la imam Muhammed´den bunun mekruh olmadýðýrivayet edilmiþtir. Rivayete göre ibn-i Abbas Basra´da bunu yapmýþtýr.» demektedir. Fethü´l-kadir´de; «Bu gösteriyor ki, bunun mukabili, usul kitaplarýnýn rivayeti mekruh olmasýdýr.» denilmiþ; sonra þöyle devam edilmiþtir: «Avamdan beklenen bir itikat bozukluðunun önünü almak için evla olan budur. Kastetmese bile bizzat vakfe ve baþý açmak benzemeyi istilzam eder. Hak þudur ki, o gün mesela istiskâ gibi vakfeyi gerektiren bir sebep meydana gelirse vakfe mekruh olmaz. Ama o günde çýkmayý kastetmek yok mu; düþünürsek ´benzemenin mânâsý iþte budur. Timurtâþî´nin camiinde þöyle denilmektedir: Cemaat o günün þerefi için toplanýrlarsa caizdir. Vakfesiz ve baþ açmamak þartýyle buna hamlolunur.»
Hâsýlý Dürer´de beyan edildiði vecihle sahih kavil, mekruh olmasýdýr. Hatta Bahýr´da «Gayetü´l-Beyan´ýn zâhiri kerahetin tahrimiye olduðunu göstermektedir.» deniliyor. Nehir´de de: «Ulemanýn ifadeleri kerahetin tercih edildiðini baþka kavlin þâz olduðunu gösteriyor» denilmiþtir. Bâkânî´nin sözü Fethü´l-Kadir´in yukarýda geçen ibaresinin sonundan alýnmýþtýr. Elhâsýl; mekruh olan istiskâ gibi bir sebep yokken çýkarmak vakfe yapmak ve baþ açmaktýr. Bunlar olmaksýzýn sýrf tâat için toplanmakta bir kerahet yoktur. Sýhah ve diðer lügat kitaplarýnda nakledildiðine göre teþrik; eti kurutmak mânâsýna gelir. Kurban gününü takip eden üç güne bu ad verilmiþtir.
Halil bin Ahmed´le Nasýr bin Þumeyl´in lügat ulemasýndan rivayetlerine göre ise teþrik; tekbir demektir. Þu halde iki mânâ arasýnda müþterek demektir. Burada ondan murad, tekbirdir. (Tekbir teþrik) diyerek yapýlan izafet izafet-i beyâniyedir. Yani (teþrik denilen tekbir) demektir. Bu surette izafet, imameynin kavline göredir. Zira «Ýmam-ý A´zam´a göre teþrik günlerinde tekbir yoktur.» diyenlerin sözü defedilmiþ olur. Sözün tamamý Þeyh Ýsmail´in Ahkâm´ýnda ve Bahýr´dadýr.
«Esah kavle göre teþrik tekbiri bir defa vacip olur.» Bazýlarý sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Bu kavil de sahihlenmiþtir. Lâkin Fethü´l-Kadir´de ekser ulemaya göre vacip olduðu bildirilmiþ; Bahýr´da ise ortada hilâf diye bir þey olmadýðý, zira sünnet-i müekkede ile vacibin derece ve terkinden dolayý günah istihkakýnda müsavi olduklarý beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü namazýn sünnetleri bahsinde arzettiðimiz vecihle sünneti terk etmenin günahý, vacibi terk etmenin günahýndan daha hafiftir. Yine orada beyan etmiþtir ki. sünneti terk etmekten murad; özür yokken devam üzere býrakmaktýr. Nitekim Tahrir þerhinde beyan olunmuþtur. Onu bir defa býrakmakta günah yoktur. Bu, vacibe muhaliftir. En iyisi Bedayi´nin sözüdür. Orada þöyle denilmiþtir: «Sahih olan onun vacip olmasýdýr. Ona Kerhî dahi (sünnet) adýný vermiþ; sonra (vaciptir) diye tefsir etmiþtir. Kerhî´nin sözü þudur: «Teþrik tekbiri devam edegelmiþ bir sünnettir. Onu ilim ehli nakletmiþ ve onunla amel hususunda ittifak etmiþlerdir. Vacibe sünnet adýný vermek caizdir. Çünkü sünnet makbul tarikattan ve güzel tutumdan ibarettir. Sýfatý bu olan her vacip de sünnettir.»
Ben derim ki: Birçok fukahanýn namazda ilk oturuþa (sünnettir) demeleri de bu kabildendir. Teþrik tekbiri Teâlâ hazretlerinin «Sayýlý günlerde Allah´ý zikredin!» ve «malum günlerde Allah´ýn adýný ansýnlar!» ayet-i kerimeleriyle emir buyurulmuþtur. Bû her iki ayetteki, zikirden murad, teþriktekbiri olduðuna göredir. Bazýlarý sayýlý günlerin teþrik günleri, malum günlerin ise zilhiccenin on günü olduðunu söylemiþlerdir. Sözün tamamý Bahýr´dadýr.
demenin vacip olduðunu gösterir. Lâkin Ebu-s-Suûd´un beyanýna göre Hamavî Kara Hisâri´den iki defa tekbir olmanýn sünnete muhalif olduðunu nakletmiþtir,
Ben derim ki: «Bercendî´nin eserinden naklen Ahkâm adlý kitapta sonra ulemamýzýn meþhur olan kavline göre bir defa tekbir alýr. Ama (üç defa alýr) diyenler de olmuþtur.» denilmiþtir. Burada beyan edilen tekbir Ýbrahim Aleyhisselâmdan kalmýþtýr. Aslý þudur: Cebrail aleyhisselâm hazret-i Ýsmail´in yerine kurbanlýk koç getirince Ýbrahim aleyhisselamýn telaþa düþeceðinden endiþe ederek «Allah´ü Ekber Allah´ü Ekber» demiþ Ýbrahim Aleyhisselam onu görünce «Lâ ilâhe illallah vallâhü Ekber» diye mukabele etmiþ. Ýsmail Aleyhisselam da kendi yerine kurbanlýk geldiðini görünce; «Allah´ü Ekber ve Lillâhi´l hamd» demiþ.Fukaha bunu böyle anlatmýþlardýr. Fakat hadis ulemasýna göre subût bulmamýþtýr. Nitekim Fetih´te Bahýr´dan naklen böyle denilmiþtir. Yani bu kýssa sabit olmamýþtýr. Bu þekildeki tekbire ise Ýbn-i Ebi Þeybe güzel bir senedle Ýbn-i Mes´ud´dan rivayet etmiþtir. Ýbn-i Mes´ud hazretleri böyle dermiþ. Sonra bilumum sahabenin böyle tekbir aldýklarýný rivayet etmiþtir. Sözün tamamý Fetih´tedir. Bundan sonra Fetih´te þöyle denilmiþtir! «Bu suretle anlaþýlýyor ki; Þâfiî´nin dediði gibi birinde üç defa tekbir almak sabit olmamýþtýr.»
METÝN
Muhtar kavle göre kesilecek olan Hazreti Ýsmail´di. Kamus´da; Bu kavlin esah olduðu bildirilmiþ; Ýsmail´in mânâsý, (Allah´a itaat eden) demektir.» denilmiþtir. Müstehap bir cemaatla edâ edilen veya kurban gibi vakti mevcut olduðu için o sene bayram günlerinde kaza edilen her farz-ý aynýn arkasýndan, üzerine binaya; mâni bir fasýla bulunmamak þartýyla teþrik tekbiri getirmek vaciptir. Kadýnlarla çýplaklarýn cemaatý bundan hariçtir. Esah kavle göre kölelerin cemaatý hariç deðildir. Cevhere.
Teþrik tekbirinin evveli arefe gününün sabah namazý, sonu da gaye dahil olmak üzere Bayram gününün ikindisidir. Tekbir getirilecek namazlar sekizdir. Bu tekbir þehirde oturan (mukim) imama, imama uyan yolcuya, köylüye ve kadýna -tabi olmalarý sebebiyle- vaciptir. Lâkin kadýn gizli tekbir alýr. Misafire uyan mukime de vaciptir.
ÝZAH
Ýbrahim Aleyhisselam´ýn kesilecek olan oðlu hazreti Ýsmail Aleyhisselam idi. Hýlye´nin baþýnda iki kavilden en zâhir olaný bu olduðu bildirilmiþtir.
Ben derim ki: Ýmam Ahmed de buna kâildir. Ekseriyetle hadis ulemasý da bu kavli tercih etmiþlerdir. Ebu Hâtým «sahih kâvil budur» demiþ; Beyzâvî en zâhir kavlin bu olduðunu söylemiþtir. Hedyi adlý eserde; «Sahabe tâbiin ve onlardan sonra gelen ulemaya göre doðrusu budur.» denilmiþtir. Hazreti Ýshak olduðunu bildiren kavil, yirmiden fazla vecihle reddedilmiþtir. Evet, sahabe ve tâbiinden bir cemaat Ýshak Aleyhisselam olduðunu kabul etmiþ; Kurtubî bu kavli ekserulemaya nisbette bulunmuþ; Taberî bunu ihtiyar etmiþ; Þifâ´ sahibi de kesinlikle buna kail olmuþtur. Sözün tamamý Alkâmî´nin Gami-i Saðîr þerhinde «kesilen Ýshak» hadisindedir.
Bahýr sahibi diyor ki: «Mâlikîler.birinci kavle meyletmiþlerdir. Ebu´l- Leys Semerkandî Bustan adlý eserinde «bu, kitap ve sünnete daha uygundur.» diyerek bu kavli tercih etmiþtir. Bu bâbta kitap; «Biz onun yerine büyük bir kurbanlýk gönderdik» ayeti kerimesidir. Bundan sonra kesme iþi hikaye edilmiþ; sonra «biz ona Ýshak´ý da müjdeledik.» buyurulmuþtur.
Habere gelince: O da rivayet olunan «Ben iki kurbanlýðýn oðluyum!» hadisidir. Bunlardan murad; pederleri Abdullah ile hazreti Ýsmail Aleyhisselamdýr. Ümmetin ulemasý hazreti Peygamber (s.a.v.) in hazreti Ýsmail neslinden geldiðine ittifak etmiþlerdir. Ehl-i Tevrat «bunun Ýshak olduðu Tevrat´ta yazýlýdýr.» derler. Doðru ise biz de inanýrýz. Halebî Þifâ þerhinde Hafacî´nin «En iyisi Teâlâ hazretlerinin (Ýshak´ýn ardýndan da Yakup ile müjdeledik) ayeti kerimesiyle istidlâl etmektir. Zira Teâlâ hazretleri, babasýna Yakub´un Ýshak sulbünden geldiðini haber verirken, onu kesmekle imtihan etmesi tamam deðildir. Çünkü bu takdirde bir faidesi olmaz.» dediðini nakletmiþtir. Yani Allah Teâlâ ona oðlunu küçükken kesmesini emretmiþtir. Bu emrin Yakup oðlunun sulbünden çýktýktan sonra verilmesi mümkün deðildir.
«Her farz-ý aynýn arkasýndan» ifadesi cumaya da þâmildir. Bununla vitir ve bayramlar gibi vaciplerle nafileler hariç kalýr. Belh ulemasýna göre bayram namazýnýn akabinde tekbir alýnýr. Çünkü o da cuma gibi cemaatla kýlýnýr. öteden beri müslümanlar bunu yapagelmiþlerdir. Binaenaleyh buna tabi olmak vaciptir. Nitekim gelecektir.
«Farz-ý ayn» kaydýyla cenaze hariç kalmýþtýr. Cenaze namazýndan sonra tekbir alýnmaz. Bunu Bahýr sahibi ifade etmiþtir. Her forz-ý aynýn arkasýndan o farzýn üzerine bina etmeye mâni bir fâsýla bulunmamak þartýyle teþrik tekbiri getirmek vacip olur. Mescidden çýkar veya kasten yahut unutarak konuþur; yahut kasten abdest bozarsa tekbir sâkýt olur. Kýbleye arkasýný dönmekte iki rivayet vardýr. Selam verdikten sonra unutarak abdestini bozarsa esah kavle göre tekbir alýr. Abdest almak için dýþarý çýkmaz. Fetih.
Bayram günlerinde kaza edilen namazýn dört þýkký vardýr:
Birincisi; bayram günlerinden baþka günlerde kazaya kalan bir namazýn bayram günlerinde kaza edilmesi.
Ýkincisi; bayram günlerinde kazaya kalan bir namazýn bayram günlerinden baþka zamanlarda kaza edilmesi.
Üçüncüsü; bayram günlerinde kazaya kalan bir namaz»n baþka senenin bayram günlerinde kaza edilmesi.
Dördüncüsü; bayram günlerinde kazaya kolan bir namazýn o senenin bayram günlerinde kaza edilmesidir ki bunlarýn yalnýz dördüncüsünde tekbir alýnýr. Bahýr´da da böyle denilmiþtir.
«Kurban gibi vakti mevcut olduðu için» ifadesinden murad; kurbanýn birinci gün kesilemezse ikinci ve üçüncü günlerde kesilebileceðine iþarettir.
«Esah kavle göre kölelerin cemaatý hariç deðildir» Onlar cemaat olabilirler. Zira esah kavle göre hürolmak þart deðildir. Hatta bir köle. cemaata imam olursa kendisine ve cemaata tekbir,vacip olur. Bahýr.
Teþrik tekbirinin evveli zâhir rivayete göre arefe gününün sabah namazýdýr. Hazretî Ömer´le Ali radýyallahu anhanýn kavilleri budur. imam Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre kurban gününün öðle namazýdýr. Ýbn-i Ömer´le Zeyd Bin Sâbit radýyallahu Anhumanýn kavilleri de budur. Nitekim Muhit´de beyan edilmiþtir. Kuhistânî.
Köylüye ve yolcuya teþrik tekbiri vacip deðildir. Esah kavle göre velev ki yolcular þehirde namazlarýný cemaatla kýlsýnlar. Bunu Bedâyi´den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Yani Ýmam-ý A´zam´ýn kavline göre esah olan budur. Zâhire bakýlýrsa þehirde köylülerin cemaatla kýlmalarý da böyledir. Kuhistanî diyor ki: «Bundan anlaþýlan, mezkur mukimin saðlam olmasýdýr. Hastalar cemaatla kýlarlarsa tekbir almazlar. Nitekim Cellâbî´de böyle denilmiþtir.
«Tabi olmalarý sebebiyle» ifadesinden murad; yolcu, köylü ve kadýndýr.» T.
Kadýnýn gizli tekbir olmasý, sesi avret olduðu içindir. Nitekim Kâfi ve Tebyin´de beyan olunmuþtur.
Öyle anlaþýlýyor ki, «misafire uyan mukime de vaciptir.» sözü Þurunbulâli´nindir. Zira Dürer´in «Yolcu olan imama da vacip deðildir.» sözünü izah ederken þöyle demiþtir: «Ben derim ki bu izaha göre o kimseye uyan mukimlere vaciptir. Zira onlar hakkýnda þart mevcuttur.»
Ben derim ki: Þurunbulâliye´ye ulemanýn «tâbi olmalarý sebebiyle» ifadeleri muarýz olamaz. Çünkü tâbi olmak, imam vücûp ehlinden olduðu zamana mahsustur. O surette imama uyan kimse vücûp ehlinden deðildir.
Lâkin Ebû´s-Suûd haþiyesinde Hamavî´den naklen þöyle denilmiþtir: «Natýfî´nin Hidâyesinde beyan olunmuþtur ki imam þehirlerden birinde bulunur da cemaata namaz kýldýrýrsa, arkasýnda o þehrin halkýndan kimseler bulunduðu taktirde Ýmam-ý A´zam´a göre hiçbirine tekbir vacip olmaz. Ýmameyne göre hepsinin tekbir almalarý vacip olur.» Burada maksat yolcu olan imamdýr. Sözün geliþi bunu göstermektedir.
METÝN
Ýmameyn «teþrik günlerinin sonu olan beþinci günün ikindisine kadar her farzýn sonunda mutlak surette tekbir vaciptir.» demiþlerdir. Velev ki yalnýz kýlsýn; yahut yolcu veya kadýn olsun. Çünkü tekbir farz namaza tâbidir. itimat bu kavledir. Bilumum þehirlerde ve bütün asýrlarlarda amel ve fetva da buna göredir. Bayram namazýndan sonra tekbir getirmekte bir beis yoktur. Çünkü müslümanlar bunu birbirlerinden nakletmiþlerdir. Binaenaleyh onlara uymak vaciptir. Belh ulemasý bununla amel etmiþlerdir. Zilhiccenin on gününde avam sokaklarda tekbir almaktan menedilmezler. Biz bununla amel ederiz. Bu sözü Bahýr ve Müctebâ sahipleri ile baþkalarý söylemiþlerdir. Ýmam terketse bile cemaat olanýn tekbir almasý vaciptir. Çünkü onu namazdan sonra eda eder. Ýmam ebû Yusuf þöyle demiþtir: «Arefe günü cemaata akþam namazýný kýldýrdým. Ve tekbir almayý unuttum. Cemaata tekbiri ebû Hanife aldýrdý.»
Mesbûk da lahik gibi vücûben tekbir alýr. Lâkin yetiþemediðini kaza ettikten sonra alýr. Ama Ýmamlabirlikte alýrsa namazý bozulmaz. Telbiye ederse bozulur. Ýmam evvela iþe secde-i sehivden baþlar. Çünkü o, namazýn tahrimesinde (giriþinde) vacip olmuþtur. Sonra tekbir alýr. Zira tekbir namazýn hürmetinde vacip olmuþtur. Ýhramlý ise bundan sonra telbiye getirir. Çünkü telbiye, namazýn ne tahrimesinde ne de hürmetinde mevcut deðildir. Hulâsa.
Valvalciye´de «Telbiyeden baþlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkýt olur.» denilmiþtir.
ÝZAH
«Çünkü tekbir farz namaza tâbidir.» Binaenaleyh üzerine namaz farz olan kimseye tekbir de vaciptir. Bahýr.
«Ýtimat bu kavledir.» ifadesi þuna binaendir: Ýmam-ý A´zam´la imameyn ihtilâf ettikleri vakit itibar delilin kuvvetinedir. Esah olan budur. Nitekim EI´hâvil-Kudsî´nin sonunda açýklanmýþtýr. Yahut þuna binaendir: Her meselede imameynin kavli Ýmam-ý A´zam´dan da rivayet olunmuþtur. Öyle olmasa mezhep sahibinden baþkasýnýn sözü ile nasýl fetva verilebilir!
«Beis yoktur.» Tabiri bazan ´mensud´ mânâsýnda kullanýlýr. Nitekim Bahýr´da cenaze ve cihad bahislerinde bu mânâya kullanýlmýþtýr. Burada da ´mensud´ mânâsýnadýr. Zira bundan sonra «Onlara uymak vaciptir» denilmiþtir. öyle anlaþýlýyor ki burada ki «vaciptir» tabirinden de ´sabittir´ mânâsý kastedilmiþtir. Istýlâhî vacip kastedilmemiþtir. Bahýr´da Mücteba´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Belh´liler bayram namazýndan sonra tekbir alýrlar. Çünkü bayram namazý cemaatla kýlýnýr ve cumaya benzer.» Bu söz ýstýlâhî vacibi ifade eder. T.
«Zilhiccenin on gününde avam takýmý sokaklarda tekbir almaktan men edilmezler.» Mücteba´da þöyle deniliyor: «Ebu Hanife´ye ´Kûfe´lilerin ve baþkalarýnýn zilhiccenin on gününde sokaklarda ve mescidlerde tekbir almalarý uygun mudur?» diye sorulmuþ da; ´Evet´ cevabýný vermiþtir. Fâkih ebu´l-Leys´in beyanýna göre Ýbrahim bin Yusuf bu yerlerde tekbir alýnmasýna fetva verirmiþ. Fâkih ebû Cafer ´bence Amme bundan men edilmemelidir. Çünkü onlarýn hayra raðbeti azdýr. Biz bununla amel ederiz.´ demiþtir.» Böylece Müctebâ sahibi tekbir almanýn evlâ olduðunu ifade etmiþtir.
«Ýmam teþrik tekbirini terketse bile cemaatýn olmasý vaciptir.» Zahirine bakýlýrsa Ýmam-A´zam´ýn kavline göre yolcu, köylü ve kadýn da olsa alýr. Halbuki yukarýda tekbirin bunlara tâbiyet suretiyle vacip olduðu geçmiþti. Lâkýn murad þudur: Bu gibilere tekbirin vacip olmasý imama vacip olmasýna baðlýdýr. Bir defa üzerlerine vacip olduktan sonra artýk kendilerinden sâkýt olmaz. Velevki imam terketmiþ olsun. Yoksa onlar bunu imam yapýyor diye yaparlar demek deðildir.
«Çünkü onu namazdan sonra eda eder.» Yani bununla imama muhalefet etmiþ olmaz. Secde-i sehiv böyle deðildir. Onu imam terk ederse cemaat da terk eder. Zira o namazýn hürmetinde edâ edilir. T. Ýmam ebû Yusuf kýssasý hikmete ve örfe aid faydalar tazammun eder. Hikmete ait faydasý, imam tekbir olmazsa tekbirin cemaattan sâkýt olmamasý; örfe ait faydasý da, Ýmam-ý A´zam indinde ebû Yusuf´un kýymetinin büyüklüðü, ebû Yusufun kalbinde de Ýmam-ý A´zam´ýn derecesinin azametidir. Öyle ki arkasýnda onun namaz kýldýðýný görünce âdeten unutulmayan bir þeyi unutmuþtur. Zira âdet, sabah namazýnda ilk teþrik tekbirini unutmaktýr. Üzerinden üç vakit geçtikten sonra artýkunutulmaz. Fetih.
«Ama imamla birlikte tekbir alýrsa namazý bozulmaz. » Çünkü tekbir zikirdir. Ýmam Hasan´dan rivayet olunduðuna göre imama tâbi olur, Namazdan sonra tekbiri tekrar da etmez. Nitekim Müctebâ´da ve Ýsmail´in Hizanetü´l-Feteva adlý eserinde böyle denilmiþtir.
«Telbiye ederse bozulur.» Zira telbiye Ýbrahim Aleyhisselamýn sözüdür. Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre namazý bozulmaz. Çünkü bununla o Allah Teâlâya hitab etmektedir. Binaenaleyh o da zikirdir. Nitekim Müctebâ´da beyan olunmuþtur. Ýsmail.
Ben derim ki: Evla olan aþaðýda geleceði vecihle «bu insan sözüne benzer» diye ta´lil etmektir. Zira «Lebbeyk Allahümme lebbeyk...» demenin Allah Teâlâ´ya hitap olduðunda þüphe yoktur.
«Çünkü o namazýn tahrimesinde vacip olmuþtur.» Yani namaza baþlarken yaptýðý tahrime devam ederken vacip olmuþtur. Onun için de kendisine o halde iken uymak sahih olur. «Tekbir namazýn hürmetinde vacip olmuþtur.» cümlesinden murad; «fasýlasýz, namazýn hemen arkasýndan vacip olmuþtur» demektir. Hatta fasýla verirse sâkýt olur. Nitekim yukarýda geçti.
Valvalciye´de «Telbiyeden baþlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkýt olur.» denilmiþtir. Çünkü telbiye insan sözüne benzer. Ýnsan sözü namazý bozar. Binaenaleyh telbiye de bozar. Secde-i sehiv ise ancak tahrimede meþru olmuþtur. Halbuki burada tahrime yoktur. Tekbir ancak bitiþik olarak meþru´ olmuþtur. Bitiþiklik ortadan kalkmýþtýr. Bedâyi. Herhalde insan sözüne benzemesi, bir adama seslendiði zaman «lebbeyk» diye cevap vermesinden olacaktýr. Bedayi sahibi diyor ki: «Bir kimse (yarabbi bana bir dirhem ver!) yahut (beni bir kadýnla evlendir!) derse namazý bozulur. Çünkü kelime yapýsý insan sözüdür. Velev ki onunla Allah´a hitabetsin. Binaenaleyh kelimenin sîgasiyle namazý bozmuþ olur.» Allah´u âlem.
H A T Ý M E : Münye þerhi ile Muzmerat´ta ibn-i Mübarek´ten naklen týrnak kesmek ve zilhiccenin on gününde týraþ olmak hususunda þöyle denilmiþtir: «Sünnet geciktirilemez. Bu varid olmuþtur. Geciktirmek vacip deðildir.» Bu babta Müslim´in Sahih´inde þu hadis-i þerif rivayet olunmuþtur: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem; ´Zilhiccenin on günü girer de biriniz kurban kesmek isterse sakýn saçý almasýn; týrnak kesmesin!´ buyurdular.» Bu hadis vacip deðil bilittifak mendup mânâsýna yorumlanmýþtýr. Binaenaleyh «geciktirmek vacip deðildir.» sözünün mânâsý anlaþýlmýþtýr. Ancak ´vacip deðildir´ demek, müstehab olmasýna aykýrý deðildir. Þu halde müstehap olur. Meðer ki mübah olan geciktirme vaktinden fazlasýný istilzam etsin. Mübah olan geciktirmenin sonu kýrk gündür. Ondan fazlasý mübah deðildir.
Kýnye´de þöyle denilmiþtir: «Efdal olan her hafta týrnaklarýný kesmek, býyýklarýný almak, kasýklarýný týraþ etmek ve yýkanarak bedenini temizlemektir. Bunu yapamazsa her onbeþ günde bir yapmalýdýr. Kýrk günden sonraya býrakmakta bir özür yoktur. Tehdide müstehak olur. Birincisi efdal, ikincisi orta, kýrk gün ise en uzak mühlettir.»
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:38:54
KÜSUF BABI
METÝN
Bu babla öncekinin münasebeti ya birlik yahut tezat cihetindendir. Sonra cumhura göre güneþ tutulmasýna küsuf, ay tutulmasýna hüsuf denir. Cuma kýldýrmaya hakký olan kimse güneþ tutulduðunda cemaata iki rekat namaz kýldýrýr. Küsuf namazýný, cuma kýldýran hatibin kýldýrmasý müstehabtýr. Gerçi Sirâc adlý eserde «Hutbeden baþka bütün cuma þartlarýnýn bulunmasý mutlaka lazýmdýr.» denilmiþse de Bahýr sahibi bunu reddetmiþtir.
«Ýki rekat» tabiri en azýnýn beyanýdýr. Ýsterse dört ve daha ziyade kýldýrýr ve her iki rekatta veya dörtte bir selam verir. Müctebâ. Bu namazýn sýfatý nafile gibidir. Yani mekruh vaktin dýþýnda olmak þartiyle ve bir rukû ile ezansýz ikametsiz kýlýnýr. Kýraat âþikâre okunmaz. Hutbe de yoktur. Halk toplansýn diye «Essalatü câmiaten» «haydi toplayýcý namaza» diye seslenilir.
ÝZAH
Bu bab küsuf namazý hakkýndadýr. Küsuf namazý aþaðýda görüleceði vecihle sünnettir. Küsuf namazýnýn bayramla münasebeti ya birlik cihetindendir. Yani her ikisi de gündüzleyin cemaata fakat ezan ve ikametsiz kýlýnýr. Yahut tezat (yani birbirine aykýrýlýk) cihetindendir. Yani bayramda cemaat þart, kýraatý âþikâre okumak vaciptir. Küsuf namazýnda böyle deðildir. H. Yahut münasebet þudur: Ýnsanýn, biri ferah ve sürur, diðeri gam ve keder olmak üzere iki hali vardýr. Musannýf sürur (sevinç) halini keder halinden önce zikretmiþtir. Mirac.
Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Fukahanýn dilinde daha meþhur olan, küsufu güneþe, hüsufu da ay tutulmasýna tahsis etmektir. Cevherî bunun daha fasih olduðunu iddia etmiþtir. Bazýlarý «bu iki kelime ay ve güneþ tutul. masý mânâsýnda müsavidirler.» demiþtir. Kuhistânî´de beyan olunduðuna göre ibn-i Esîr «birinci kavil daha çok kullanýlýr; lügatta meþhur olan da odur. Gerçi hadiste, «ayla güneþin küsuf ve hüsuflarý» denilmiþ ise de bu taglip (birini galip saymak) içindir.» demiþtir.
Küsuf namazýný Cuma kýldýrmaya hakký olan hatip kýldýrýr. Ýmam-ý A´zam´dan temel kitaplarýn dýþýnda rivayet edilen bir kavle göre her mescidin imamý mescidinde cemaata küsuf namazý kýldýrabilir. Sahih kavil zâhri rivayettir ki, o da, bu iþi yalnýz cuma kýldýran hatibin yapmasýdýr. Bedayi´de böyle denilmiþtir. Nehir. Cuma kýldýran hatip bulunmazsa cemaatla kýlmak müstehap deðildir. Herkes ayrý ayrý kýlar. Zira gördük ki onu hatipten baþkasý kýldýramaz.
Bahýr sahibi Sirac´ýn sözünü reddetmiþtir. O, küsuf namazýnda üç þeyin müstehap olduðunu açýklamýþtýr. Bunlar imam, içinde nafile kýlmak mübah olan vakit ve yerdir. Yerden murad; bayram namazgahý yahut büyük camidir. Ýmamdan maksat, ona uymaktýr. Hâsýlý küsuf namazý cemaatla ve cemaatsýz kýlýnabilir. Müstehap olan cemaatla kýlmaktýr. Lâkin cemaatla kýlýnýrsa onu ancak sultan veya onun izin verdiði kimse kýldýrýr. Nitekim bunun zâhir rivayet olduðu yukarýda geçti. Bu namazda cemaatýn müstehap olmasý. Sirâc sahibinin onu cumada olduðu gibi þart saymasýný reddeder.
Güneþ açýldýktan sonra artýk küsuf namazý kýlýnmaz. Bir kýsmý açýlýrsa o halde namaza baþlamak caizdir. Güneþi bulut veya benzeri bir þey örterse namaz kýlýnýr. Zira asýl olan tutulmanýn devamýdýr. Güneþin soluk rengi kavuþursa duadan vazgeçer ve akþam namazýný kýlar. Cevhere.
«Ýsterse dört veya daha ziyade kýldýrýr.» Ýfadesi zâhir rivayet deðildir. Zâhir rivayet, iki rekat kýlýp sonra güneþ açýlýncaya kadar dua etmektir. Münye þerhi.
Ben derim ki: Evet, Mirâc ve diðer kitaplarda beyan edildiðine göre bu namazý imam kýldýrmazsa cemaat yalnýz baþlarýna ikiþer veya dörder rekat olarak kýlarlar. Dört kýlmalarý daha efdaldir.
«Küsuf namazý bize göre bir rüku ile kýlýnýr. Eimmei selâseye göre her rekatta iki rüku yapýlýr. Delilleri Fethü´l-Kadir ve diðer kitaplardadýr. Bir de küsuf namazý mekruh vaktin dýþýnda kýlýnýr. Çünkü nafile namazlar mekruh vakitlerde kýlýnamazlar. Bu da bir nafiledir. Cevhere.
Yukarýda zikrettiðimiz, Sirac´ýn «vakit müstehaptýr.» sözü hakkýnda Bahýr sahibi «doðru deðildir.» demiþtir.
Tahtavî diyor ki: «Hamavî´de Bercendî´den naklen ´Güneþ ikindiden yahut günün yarýsýndan sonra tutulursa cemaat dua ederler; namaz kýlmazlar.´ denilmektedir.» Küsuf namazýnda kýraat âþikare okunmaz. Ýmam Ebu Yusuf aþikare okunacaðýný söylemiþtir. Ýmam Muhammed´den iki rivayet vardýr. Cevhere «hutbe de yoktur.»
Kuhistâni þöyle demiþtir: «Bize göre küsuf namazýnda hutbe olmadýðýnda hilâf yoktur. Nitekim Tühfe, Muhit, Kâfi, Hidâye ve þerhlerinde böyle denilmiþtir. Lâkin Nazým´da namazdan sonra bilittifak hutbe okunacaðý bildirilmiþtir. Bu sözün bir misli de Hulâsa ile Kâdýhan´dadýr.» Bayram bahsinde hutbelerin on yerde olmasý meselesi, bu ikinci havle ibtina eder. Lâkin meþhur olan birincisidir. Kitaplarýn metin ve þerhlerinde zikredilen de odur. Münye þerhinde Ýmam Mâlik ile Ýmam Ahmed´in dahi buna kail olduklarý bildirilmiþtir.
Bahýr sahibi diyor ki: «Gerçi Peygamber (s.a.v.) in oðlu Ýbrahim´in vefat ettiði gün hutbe okuduðu ve güneþ tutulduðu rivayet olunmuþsa da bu hutbe küsuf için deðil «Ýbrahim vefat ettiði için güneþ tutuldu.» diyenlerin sözünü red içindir. Onun için de güne açýldýktan sonra okumuþtu. Küsuf için hutbe okumak sünnet olsa namaz ve dua gibi onu da güneþ açýlmadan okurdu.»
METÝN
Namazda rüku, sücud ve kýraatý, nafilenin hususiyetlerinden olan dua ve zikirleri uzatýr. Bundan sonra kýbleye karþý oturarak yahut cemaata karþý ayakta durarak dua eder; cemaat da «âmin» derler. Bu hal güneþ tamamen açýlýncaya kadar devam eder. Hatip gelmezse halk fitneden korunmak için yalnýz baþlarýna evlerinde kýlarlar. Nasýl ki ay tutulduðu, þiddetli rüzgar estiði, gündüzün þiddetli karanlýk, geceleyin þiddetli aydýnlýk olduðu, korku galebe çaldýðý ve buna benzer korkunç alâmetlerden yer sarsýntýsý, yýldýrým, kesilmeyen kar yaðmur ve umumi hastalýklar zuhurunda da yalnýz baþlarýna kýlarlar. Taûnun kaldýrýlmasý için duada bulunmak bundandýr. Ýbn-i Hacer´in «bu bid´attýr» sözü, «bid´at hasenedir» manâsýnadýr. Her taûn vebâdýr. Bunun aksi yoktur. Sözün tamamý Eþbah´tadýr. Aynî´de «küsuf namazý sünnettir.» denilmiþtir. Esrarda ise küsuf namazýnýn vacip, hüsuf namazýnýn hasene olduðu diðerlerinin de bu hükümde dahil bulunduðu tercih edilmiþtir. Fetih´te «Ýstiskâ namazýnýn sünnet olup olmadýðýnda ihtilâf edilmiþtir. Musannýf bubahsi bundan dolayý geriye býrakmýþtýr.» denilmektedir.
ÝZAH
Bu namazda rüku, sücud vesairenin uzun tutulacaðý Þurunbulâliye´de Burhan´dan nakledilmiþtir. Çünkü Fetih´te ve diðer kitaplarda zikredilen hadisler bu hususta varid olmuþlardýr. Kuhistâni þöyle demiþtir: «Ýki rekatta bakara ve âl-i imran sureleri miktarý Kur´an okur. Nitekim Tühfe´de beyan edilmiþtir. Sözün mutlak býrakýlmasý, sair namazlarda okuduklarýný okuyabileceðine delâlet eder. Muhit´de de böyle denilmiþtir.» Kýraatý uzun tutup duayý kýsa kesmek ve bunun aksi caizdir. Birini uzun tutarsa ötekini kýsa keser. Çünkü müstehap olan, güneþ açýlýncaya kadar huþû ve korku içinde devam etmektir. Kemâl þöyle demiþtir: «Bu, imamýn namazý uzatmasýnýn mekruh olmasýndan istisna edilmiþtir. Ama hafif tutmasý da caizdir; sünnete muhalif olmaz. Hak, uzatmanýn sünnet olmasýdýr. Mendup olan, mücerret vaktin namaz ve dua ile kaplanmasýdýr.» Nitekim Þurunbulâliye´de de böyledir.
«Nafilenin hususiyetlerinden olan dua ve zikirleri uzatýr.» Öyle anlaþýlýyor ki, bu dua ve zikirleri namazýn içinde okur. Bunlar namazdan sonra okuduðu dualardan baþkadýr. Zira rüku ve secde´de kýraat meþru deðildir. O halde bunlarý uzatmakta tesbih gibi dua ve zikirlerin ziyadesinden baþka bir þey kalmaz.
«Bundan sonra kýbleye karþý oturarak... dua eder.» Çünkü dualar do sünnet budur. Bahýr. Ýhtimal bu söz, namazdan önce dua etmekten ihtirazdýr. Zira orada bildiðin gibi dua eder.
«Yahut cemaata karþý ayakta dua eder.» Hulvânî, «Bu daha güzeldir. Yay veya baston üzerine dayanýrsa, iyi olur. Dua için minbere çýkmaz.» demiþtir. Muhit´de de böyledir. Nehir.
«Hatip gelmezse halk fitneden korunmak için yalnýz baþlarýna evlerinde kýlarlar.» Yani iki veya dört rekat olarak kýlarlar. Yukarýda beyan ettiðimiz vecihle dört kýlmalarý efdaldir. Bu namazý kadýnlar da yalnýz baþlarýna kýlarlar. Nitekim Bercendi´den naklen Ahkâm´da beyan edilmiþtir.
«Evlerinde kýlarlar» sözü Tahâvî þerhine aittir. Zahîriye´de «Mescidlerinde kýlarlar» denilmiþtir. Bunu Muhit sahibi. Þemsü´l-Eimme´ye nisbet etmiþtir. Ýsmail.
Fitneden murad; imamlýða geçirmek ve geçmek; bu hususta münakaþa etmektir. Nitekim Nihâye´de böyle denilmiþtir. Cemaat isterlerse sadece dua eder; namaz kýlmazlar. Gýyâsiyye. Ama namaz kýlmak efdaldir. Sirâciye. Þeyh Ýsmail´in Ahkâm´ýnda da böyledir. Ay tutulmasý ve benzeri korkulu zamanlarda imam gelsin gelmesin cemaat yalnýz baþlarýna namaz kýlarlar. Nitekim Bercendî´de izah edilmiþtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in ay tutulduðunda namaz kýldýðý rivayet olunmuþsa da cemaatla kýldýðý açýklanmamýþtýr. Asýl olan yalnýz kýlmaktýr. Nitekim Fetih´de beyan olunmuþtur. Bahýr´da Müctebâ´dan naklen «Bize göre cemaat caizdir, diyenler olmuþtur. Fakat bu sünnet deðildir» denilmiþtir.
«Taûnun kaldýrýlmasý için duada bulunmak bundandýr.» Yani umumi hastalýklardandýr. Burada duadan murad; dua için namaz kýlmaktýr. Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Cemaat toplanýnca taûnun kaldýrýlmasýný niyet ederek herkes ikiþer rekat namaz kýlar. Bu mesele yeni fetvalardandýr.»
«Ýbn-i Hacer´in «bu bid´attýr.» sözü, «bid´at-ý hasenedir» mânâsýnadýr.» Nehir´de de böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Bid´ata beþ hüküm sabit olur. Nitekim bunu imamlýk babýnda izah etmiþtik. Nehir sahibi «Bu þehid olmak kaldýrýlsýn diye dua deðildir. Çünkü þehidlik taûnun eseridir.» diyor.
Ben derim ki: Çok olup devamlý yaðmur gibi zarar verdiði zaman buna bir mâni yoktur. Yaðmur da rahmettir; ama çok olunca zarar verir. Seyyid Ebu´s-Suûd. þeyhinden naklen þunlarý söylemiþtir: «Bu duanýn meþru olduðuna bir delil de düþmanla karþýlaþmaya benzemesidir. Rasûlüllah (s.a.v.) in bundan kurtulmak istediði sabit olmuþtur. Þu halde bu dua menþein kaldýrýlmasýný istemek olur.»
«Her taûn vebadýr.» Zira veba her umumi hastalýðýn adýdýr. Nehir. Taûn ise cin çarpmasý sebebiyle meydana gelen umumi hastalýktýr. H. Bu, taûnun bize göre beyan edilen umumi hastalýklara dahil olduðunun beyanýdýr. Velevki hassaten taûnu söylememiþ olsunlar.
Esrar adlý kitapta küsuf namazýnýn vacip; hüsuf namazýnýn hasene olduðu ihtiyar edilmiþtir.
Ben derim ki: Bedayi´de de küsuf namazýnýn vacip olduðu tercih olunmuþtur. Çünkü hadisde emir buyurulmuþtur. Lâkin Ýnâye´de umumiyetle fukahanýn sünnettir´ dedikleri bildirilmiþtir. Zira islâmýn þeairinden deðildir. O Ârýzi bir sebeple kýlýnýr. Ancak Peygamber (s.a.v.) onu kýlmýþtýr. Bundan dolayý sünnet olmuþtur. Buradaki emir nedib içindir. Fetih sahibi bu sözü kuvvetli bulmuþtur. Anlaþýlýyor ki, haseneden murad mendup olmasýdýr. Onun için Bedayi´de «Bu namaz hasenedir. Zira Peygamber (s.a.v.) ´bu korkunç hallerden birini görürseniz hemen namaza sýðýnýn!´ buyurmuþtur.» denilmektedir.
«Diðerlerinin de bu hükümde dahil, bulunmasýndan murad, þiddetli rüzgar, karanlýk vesairedir. Böyle dehþetli zamanlarda namaz kýlmak hasenedir. H.
Ýstiskâ namazýnýn sünnet olmasýnda yani esasen meþru olup olmadýðýnda mý yoksa cemaatla kýlýnmasýnda mý ihtilaf edilmiþtir. Nitekim gelecektir. "Musannýf bundan dolayý bu bahsi geriye býrakmýþtýr." Yani kûsuf ile istiskânýn herbiri toplanma sýfatýnda müþterek olmakla beraber sünnet olduðunda ittifakla edilen küsuf namazýný evvel zikretmiþtir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:39:58
ÝSTÝSKA BÂBI
METÝN
Ýstiskâ, mesnun cemaat olmaksýzýn dua ve istiðfardan ibarettir. Zira istiðfar, yaðmur gönderilmesine sebeptir. Hatta cemaat sadece caizdir. Ýstiskâda hutbe yoktur. Ýmameyn «Bayramda olduðu gibi yapýlýr.» demiþlerdir. Zâid tekbirlerin alýnýp alýnmayacaðýnda hilaf vardýr. Ýstiskâda elbise çevirmek de yoktur. Ýmam Muhammed buna muhaliftir.
ÝZAH
Ýstiskâ lügatta ´su istemek ve içecek þey vermek´ mânâlarýna gelir. Þeriatta ise, þiddetli ihtiyaç anýnda hususi bir þekilde yaðmur istemektir. Þiddetli ihtiyaç, yaðmur kesilmek, dere. nehir ve kuyu gibi, halkýn su içeceði, hayvan ve ekinlerini sulayacaðý þeyler bulunmamaktan yahut bulunup da yetmemekten doðar. Su kâfi gelirse yaðmur duasý yapýlmaz. Nitekim Muhit´de beyan edilmiþtir. Kuhistânî.
«Ýstiskâ duadýr» Þöyle ki: Ýmam kýbleye karþý ayakta durarak ellerini kaldýrýr ve dua eder. Cemaat da kýbleye karþý oturarak onun duasýna ´âmin´ derler. Ýmam; «Allahümmeskýnâ gayþen mugîþen henîþen merîen garekan mücellilen sehhan tabekan dâimen» duasýný veya benzerini gizli ve âþikâr olarak okur.
Mânâsý "Yârabbi bize umumi, âfiyetli, bol, þümullü ve devamlý yaðmur ver." demektir.
Nitekim Burhan´da beyan olunmuþtur. Þurunbulâliye. Ýmdâd´da bu duanýn lafýzlarý tefsir ve izah edilmiþ; daha baþka dualar da ilave olunmuþtur.
Ýstiðfarý duanýn üzerine atýf etmesi has bir kelimeyi âmm üzerine atýf kabilindendir ve hâssa ayrýca kýymet ve ehemmiyet verildiðini gösterir). çünkü istiðfar hassaten maðfiret duasýnda bulunmaktýr. Yahut burada duadan hassaten yaðmur istemek kastedilir. Bu taktirde mugâyiri atýf kabillinden olur. T.
«Zira istiðfar yaðmurun gönderilmesine sebeptir.» Buna delil; Tealâ hazretlerinin «Rabbinize istiðfar edin!» âyeti kerimesinde yaðmurun gönderilmesi buna baðlanmýþ olmasýdýr.
Musannýfýn «mesnun cemaat olmaksýzýn» yerine «cemaatsýz olarak namaz kýlmak» demesi gerekirdi. Nitekim Kenz ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. H. Bu kavil Ýmam-ý A´zam´ýndýr. Ýmam Muhammed, «Ýmam yahut vekili cumada olduðu gibi iki rekat namaz kýldýrýr. Sonra hutbe okur.» demiþtir. Yani ´hutbe okumasý sünnettir´ demek istemiþtir. Esah kavle göre Ýmam Ebû Yusuf imam Muhammed´le beraberdir. Nehir.
«Hatta cemaat sadece caizdir.» mekruh deðildir. Bu söz Þeyhu´l-Ýslâm´ýn «Hilâf esasen meþru olup olmamasýnda deðil. sünnet olmasýndadýr.» ifadesine uygundur. Gayetü´l-Beyan sahibi bunu Tahavî þerhine nisbet ederek kesinlikle kabul etmiþtir. Musannýfýn sözü ise Kenz gibi meþru olmadýðýný ifade etmektedir. Nitekim Bahýr´da da öyledir. Sözün tamamý Nehir´dedir. Fetih sahibinin sözüne bakýlýrsa o da bu kavli tercih etmiþ görünüyor. Hýlye´de beyan olunduðuna göre Þeyhü´l-Ýslâm´ýn sözü delil yönünden yerindedir. Ýtimat ona olmalýdýr. EI´münyetü´l-Kebîr þerhinde bu babtaki hadis ve eserler sýralandýktan sonra þöyle denilmiþtir: «Hâsýlý, namazýn cemaatla kýlýnýp kýlýnmayacaðýhususunda hadisler sünnet olduðun isbat edemeyecek derecede muhtelif olduðundan ebû Hanîfe bu namazýn sünnet olduðuna kail olamamýþtýr. Ama bundan ´namaz bid´attýr´ demiþ olmasý lazým gelmez. Nasýl ki bazý mutaassýplar ondan böyle nakilde bulunmuþlardýr. Bilakis o caiz olduðuna kaildir.»
Ben derim ki: Zâhire göre bundan murad; mendup ve müstehap olmasýdýr. Çünkü Hidâye´de þöyle denilmiþtir: «Biz deriz ki: Bunu Peygamber (s.av.) bir defa yapmýþ; baþka zaman terk etmiþtir. Binaenaleyh sünnet olamaz.» Yani sünnet, Peygamber (s.a.v.) in devam üzere yaptýðý iþtir. Bir defa yapýp baþka zaman terk etmesi mendup olduðunu ifade eder.
«Ýmameyn bayramda olduðu gibi yapýlýr demiþlerdir.» Yani imam cemaata iki rekat namaz kýldýrýr. Namazda âþikâre okur. Ezan ve ikamet yoktur. Namazdan sonra yerde ayaða kalkarak bir yay veya kýlýca yahut bastona dayanýr. Ve imam Muhammed´e göre iki, ebû Yusuf´a göre bir hutbe okur. Hýlye.
«Zâid tekbirlerin alýnýp alýnmayacaðýnda hilâf vardýr.» Ýbn Kâs´ýn Ýmam Muhammed´den rivayetine göre bayramda olduðu gibi zaid tekbirleri alýr. Ýmameynden meþhur olan rivayete göre tekbir almaz. Nitekim Hýlye´de beyan olunmuþtur.
«Ýmam Muhammed buna muhâliftir.» Ona göre imam hutbesine biraz devam ettikten sonra elbisesini çevirir. Elbisesi dört Köþe ise üstünü altýna, altýný da üstüne çevirir. Yuvarlak ise saðýný soluna, solunu saðýna, palto ise astarýný dýþýna. yüz tarafýný içine çevirir. Hýlye. Ebu Yusuf´tan bu hususta iki rivayet vardýr. Kudurî imam Muhammed´in kavlini seçmiþtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle yapmýþtýr. Nehir. Fetva da buna göredir. Nitekim Dürerü´l-Bihâr þerhinde de böyle denilmiþtir. Nehir´de «Cemaat paltolarýný bütün ulemaya göre çevirmezler. Buna imam Malik muhaliftîr.» deniliyor.
METÝN
Yaðmur duasýnda zýmmi bulundurulmaz. Velev ki tercih edilen kavle göre bazen istidraç (yani azabýn çokluðuna alamet) olmak üzere kâfirin duasý kabul edilsin. Teâlâ hazretlerinin; «Kâfirlerin duasý helâk hakkýnda olmaktan baþka bir þey deðildir.» ayeti kerimesi ise âhiret hakkýndadýr. Mecma´ þerhleri.
Teker teker namaz kýlarlarsa caizdir. Yalnýz kýlan için bu meþrudur. Tuhfe ve diðer kitaplarýn kavli zâhir rivayettir. Onlar, «Cemaatla namaz yoktur.» demiþlerdir.
Cemaat arka arkaya üç gün yaðmur duasýna çýkarlar. Zira daha fazlasý rivayet olunmamýþtýr. Ýmamýn duaya çýkmazdan evvel üç gün oruç tutmalarýný, tevbe etmelerini cemaata emir etmesi, sonra dördüncü gün duaya çýkarmasý müstehaptýr. Duaya yaya olarak yýkanmýþ veya eski elbise içinde tevazû göstererek Allah´dan korkarak. bükük boyunlarla çýkmalý, her gün duaya çýkmadan sadaka vermeli, tevbeyi yenilemeli ve müslümanlar için Allah´dan af dilemelidir. Zaiflerle, ihtiyarlar, âcizler ve çocuklarda yaðmur duasýnda bulunmalýdýr. Çocuklar annelerinden uzaklaþtýrýlmalýdýr. Hayvanlarý dua yerine götürmek müstehaptýr. Evlâ olan, imamýn cemaatla beraber çýkmasýdýr. Ama cemaatonun izniyle yahut izinsiz olarak çýkarlarsa yine caizdir.
Mekke´de ve Beyti Makdis´de halk mescidde toplanýrlar. Musannýf Medine´den söz etmemiþtir. Galiba darlýðýndan dolayý bir þey dememiþtir. Yaðmur devam eder de zarar verirse kesilmesi ve faydalý olacak baþka bir yere sevk edilmesi için dua etmekte beis yoktur. Yaðmur duasýna çýk. madan yaðmur yaðarsa Allah Teâlâya þükür için duaya çýkmalarý mendup olur.
ÝZAH
Yaðmur duasýnda cemaatla birlikte zimmi (gayri müslim) bulundurulmaz. Nitekim Ýbn-i Melek Mecmâ þerhinde bunu söylemiþtir. Zâhire göre zýmmiler yalnýz baþlarýna duaya çýkarlarsa men edilmezler. Mirac´da bu açýklanmýþtýr. Lâkin Fetih sahibi bunu men etmiþ, «Ýhtimal onlarýn duasiyle yaðmur yaðar da ovam takýmýnýn zaif imanlý olanlarý fitneye düþerler» demiþtir,
«Kâfirin duasý kabul edilir.» denilip denilmeyeceði hususunda ulema ihtilaf etmiþlerdir. Cumhur ulema. zikredilen âyetle istidlâl ederek ´denilmeyeceðini´ söylemiþlerdir. Bir de kâfir Allah´a dua etmez. Çünkü onu bilmez. O Allah´ý ikrar etse bile lâyýk olmadýðý sýfatla tavsif edince ikrarýný bozar. Gerçi bir hadisde «Mazlumun duasý kâfir bile olsa kabul edilir.» buyurulmuþsa da bu hadis küfraný nimete (nankörlüðe) hamledilmiþtir. Yani ´nankör bile olsa kabul edilir´ demektir.) Bazýlarý kabul edilir denileceðini caiz görmüþlerdir. Çünkü Teâlâ hazretleri iblis´den hikaye ederek, «Yârabbi bana mühlet ver!» dedi. Allah Teâlâ da «Gerçekten sen mühlet verilenlerdensin.» buyurmuþtu. Bu ona icabettir. Ebu´l-Kasým Hakim ile Ebu´n-Nasr Debbusî bunu tercih etmiþlerdir. Sadrý´þ-Þehid «Bununla fetva verilir.» demiþtir. Sa´d´ýn Akaid Þerhi´nde de böyledir. Bahýr´da Valvalciye´den naklen «Fetva, "kâfirin duasý kabul edilir´ demenin caiz olduðuna verilmiþtir.» denilmektedir. Kâfirlerin ahiretteki dualarýndan maksad, cehennemde azaplarýnýn hafifletilmesi hususundaki dualardýr. Buna delil, âyet-i kerimenin baþ tarafýdýr. Orada «Cehennemdekiler cehennemin bekçilerine "Rabbinize dua edin de bizden bir gün azabý hafifletsin´ diyecekler. Onlar da ´Size peygamberleriniz beyyine ile gelmezler mi idi?´ diye soracaklar. "Hay hay gelirlerdi.´ cevabýný verince, ´Öyle ise dua edin! Ama kâfirlerin duasý ancak helâktedir.´ diyeceklerdir.» buyurulmuþtur. Þârihin «mecma´ þerhleri»nde gösterdiði meseleyi ben musannýfýn kendi yazdýðý þerhde ve ibn-i Melek þerhinde göremedim. Ýhtimal bunlardan baþka þerhlerdedir.
Yaðmur duasý için oraya çýkýlýr: Nitekim Yenâbi´de beyan edilmiþtir. Ama bu aþaðýda geleceði vecihle üç mescidden baþka yerler halký içindir. Ýmamýn cemaata üç gün oruç tutmalarýný ve tevbekar olmalarýný emretmesi Tatarhaniye´de Nihâye´den naklolunmuþtur. Halbuki Nihâye´de bu söz imam Gazâlî´nin Hulâsa adlý eserine nisbet edilmiþtir. Nihâye sahibi bundan sonra; «Bizim mezhebimizde Hulvani´nin söyledikleri de buna yakýndýr.» diyerek kitabýmýzýn metnindeki ibareyi zikretmiþtir. Mirac´da da Nihâye sahibinin Gazâli´den naklettikleri gibi söz edilmiþtir. Onun için Dürerü´l-Bihar þerhi ile diðer kitaplarda bundan bahsedilirken (zaifliðine iþaret edilerek) «Ýmamýn cemaata emir etmesi gerekir denilmiþtir.» þeklinde bir ifade kullanýlmýþtýr. Lâkin bu ifade bu sözün mezhebimizin bir kavli olduðu vehmini verir.
T E N B Ý H : Ýmam oruç tutmanýn yasak olmadýðý günlerde orucu emrederse oruç tutmak vacip olur. Çünkü bayram bâbýnda arzetmiþtik ki imamýn ma´siyet hususunda olmayan emrine itaat vaciptir. Tevbeyi yenilemenin þartlarýndan biri de hak sahipleriyle helallaþmaktýr.
«Zaiflerle, ihtiyarlar ve âcizlerle» yaðmur istemekten murad; onlarý dua için öne geçirmektir. Nitekim Nehir´de beyan edilmiþtir. Cemaat onlarýn dualarýna ´âmin´ derler. Çünkü onlarýn dualarýnýn kabulü daha ziyade ümit edilir. Buhari´nin bir hadisinde «Size ancak zaiflerinizin yüzü suyuna rýzk ve yardým verilir» buyurulmuþtur. Zaif bir hadiste «Mütevazi gençler, otlayan hayvanlar, namaz kýlan ihtiyarlar ve süt emen bebekler olmasa idi sizin üzerinize mutlaka azap inerdi.» denilmiþtir. Sahih bir hadiste beyan olunduðuna göre «Peygamberlerden biri -ki ulemadan bir cemaata göre Süleyman Aleyhisselamdýr- yaðmur duasýna çýkmýþ, bir de bakmýþ ki bir karýnca, ayaklarýndan bazýlarýný gök yüzüne doðru kaldýrmýþ dua ediyor! Bunun üzerine yanýndakilere ´Dönün! duanýz þu karýnca sebebiyle kabul olundu.´ demiþ.» Çocuklarýn annelerinden uzaklaþtýrýlmasý, çok gürültü edip aðlasýn da bu hal rikkat ve tevazuu arttýrsýn diyedir.
«Musannýf Medine´den bahsetmemiþtir. Galiba darlýðýndan dolayý bir þey söylememiþtir.» Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Ýmdad sahibi buna itirazda bulunarak þunlarý söylemiþtir: «Bu söz zâhir deðildir. Çünkü Medine-i Münevvere´de oturanlar hacýlar kadar çok deðildir. Mescid-i Þerif´e hepsi toplansa yine de yer kaldýðý görülür. Binaenaleyh yaðmur duasý için oraya toplanmak icabeder. Zira Medine-i Münevvere´de her hadisede yaðmur ve rahmet ancak Peygamber (s.a.v.) in huzurunda istenir. Ve Mescid-i Haram´la Mescid-i Aksâ´da olduðu gibi hayvanlar mescid kapýsýnda býrakýlýrdý.» Ýbare kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Yaðmur kelimesi için yapýlan duada Peygamber (s.a.v.) in okuduðu þu dua okunur: «Allahümme havâleyna velâ aleynâ. Allahümme alâ´l âkâmi vaz-Zirabi ve bütûni´l evdiyeti ve menâbiti´þ Þecere»
«Yârabbi! üzerimize deðil etrafýmýza! Yârabbi! daðlara tepelere, vadi içlerine ve aðaç biten yerlere gönder.»
Duaya çýkmadan yaðmur yaðarsa Allah´a þükür için ovaya çýkmalarý mendup olur.» Yani daha´fazla yaðmur vermesini isterler. Nitekim Sýrâc´da beyan olunmuþtur. Yine Sirâc´da þu satýrlar da vardýr: «Yaðmur yaðarken dua etmek. vücudu ýslansýn diye yaðmur altýnda durmak, gök gürültüsünü iþitince; «Subhane men yüsebbihu´r Ra´dü bihamdihi vel´melâiketü min hîfetihi» (dipnotgoster10163) diye dua etmek, ve «Allahümme lâ tektülnâ bigadabike velâ tühliknâ biazâbike ve âfinâ min kablý zâlik» demek müstehaptýr. Verimli yerler halkýnýn çorak yerler halký için dua etmeleri de müstehaptýr. Sözün tamamý Tahtâvî´dedir.
Kendisine gök gürültüsü ile meleklerin korkudan tesbihde bulunduklarý Allah´ý tenzih ederim. Yârabbi bizi gazabýnla öldürme, gazabýnla helâk etme.»
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:40:42
KORKU NAMAZI
METÝN
Korku namazý terkibi, bir þeyi þartýna izafet kabilindendir. Tarafeyne (yani Ebû Hanife ile Ýmam Muhammed rahimellaha göre Peygamber (s.a.v.) devrinden sonra da korku namazý caizdir. Ebu Yusuf buna muhaliftir. Bu namazýn þartý, düþmanýn veya yýrtýcý bir hayvanýn yahut büyük yýlan ve benzerinin yüzdeyüz gelmiþ bulunmasý ve vaktin çýkmaya yaklaþmýþ olmasýdýr. Düþman geldi zannýyle namazlarýný kýlarlar da sonra gelmediði anlaþýlýrsa namazlarýný tekrar kýlarlar. Vaktin çýkmaya yaklaþmýþ olmasý Mecmâal-Enhur´da zikredilmiþse de baþkasýnýn bunu zikrettiðini görmedim. Bu bellenmelidir.
Ben derim ki: Sonra Aynî´nin Buhâri þerhinde gördüm. Bu ancak bazý ulemaya göre harp kýzýþtýðý zaman þart imiþ.
ÝZAH
Ýstiskâ bâbý ile korku namazý bâbýnýn münasebeti her ikisinin korku ârýzasiyle meþru olmalarýdýr. Þu kadar var ki istiskâda korku semâvîdir (Allah´dandýr ki o da yaðmur kesilmesidir. Onun için musannýf o bâbý evvel zikretmiþtir. Burada ise ihtiyaridir. Bu korku küfürden ileri gelen cihaddýr. Nitekim Nehir ve Bahýr´da da böyle denilmiþtir.
«Korku namazý terkibi, bir þeyi þartýna izafet kabilindendir.» Cevhere´de böyle denilmiþtir. Lâkin Dürer´de ve keza Tuhfe´den naklen Bahýr´da «bu namazýn sebebi korkudur.» denilmiþtir. Þurunbulâlî bu iki kavlin arasýný bulmuþ «Korku þarttýr diyen hususi þekline bakmýþtýr. Çünkü bu hakkýnda namazýn þartý düþmandýr. Korku sebeptir diyen, namazýn aslýna bakmýþtýr. Zira bu namazýn sebebi korkudur.» demiþtir. Bana öyle geliyor ki bu namazýn sebebi korkudur. Düþmanýn gelmesi þarttýr. Nitekim yolcunun namazýnda sebep meþakkattýr, þer´î yolculuk ise þarttýr. Þu halde korkudan düþmaný kasteden ona þart adýný vermiþ; hakikatýný kasteden ise sebep demiþtir. Lâkin her vakit korkunun tahakkuku þart deðildir. Çünkü o meþru olmasýnýn sebebidir. Ve sefer nasýl meþakkat yerine tutuldu ise burada da düþman korkunun yerine tutulmuþtur.
Mirâc sahibi diyor ki: «Þeyhu´l-Ýslâm´ýn Mebsut´unda bildirildiðine göre korkudan murad; düþmanýn gelmesidir. Korkunun hakikatý deðildir. Zira düþmanýn geliþi korku yerine geçirilmiþtir. Bilindiði vecihle bizim kaidemize göre ruhsatlar bizzat yolculuða taalluk eder.» Ýmam Ebu Yusuf korku namazýna muhaliftir. Ona göre bu namaza, Peygamber (s.a.v.) in arkasýnda namaz kýlmak fazîletine nail olmak için kýyasa muhalif, meþru olmuþtur. Rasûlüllah (s.a.v.) den sonra bu mânâ kalmamýþtýr. Tarafeynin delilleri; sahabe (r.a. hüm) hazeratýnýn ondan sonra bu namazý kýlmýþ olmalarýdýr. Dürer.
Musannýf düþmanýn gelmiþ olmasýný þart koþmakla, onun yakýnda bulunmasýnýn þart olduðuna iþaret etmiþtir. Uzakta bulunursa korku namazý caiz olmaz. Dürer.
Düþman geldi zannetmek, karaltý veya toz duman görmekle olur. Bu takdirde korku namazýný kýlar da sonra düþmanýn gelmediði anlaþýlýrsa o namazý yalnýz cemaat olanlar tekrarlarlar. Ýmamýn namazý caizdir. Nitekim Hüccet´te beyan olunmuþtur. Mineh´te yalnýz bir hal istisna edilmiþtir ki o da düþmanýn karþýsýna giden takýmýný saflarý geçmeden halin anlaþýlmasýdýr. Bunlar istihsanennamazlarýn üzerine bina edebilirler. Nasýl ki bir kimse abdestim bozuldu zanniyle namazdan çýkarsa namazýnýn bozulmasý saflarý geçmesine baðlýdýr. Ýsmail.
Þârihin «Ben derim ki» diyerek Buhari þerhinde gördüklerini anlatmaktan maksadý, Mecmaa´l-Enhur´daki kavl ile amel edilemeyeceðini bildirmektir. Çünkü o kavil bazý ulemaya aittir. Hem sair metinlerin mutlak olan beyanlarýna aykýrýdýr. H.
METÝN
Ýmam düþmaný korkutmak için onun karþýsýna bir taife gönderir. Diðerlerini iki rekatlý namazlarda -ki cuma ile bayramlar da bunlarda dahildir- bir rekat sair namazlarda iki rekat kýldýrýr. Bu lazýmdýr; ve bunlar düþman karþýsýna giderek ilk taife gelir. Bu menduptur. Bunlar namazlarýný kýraatsýz olarak tamamlarlar. Çünkü lâhiktirler. Selam verdikten sonra öteki taife gelerek namazlarýný kýraatla tamamlarlar. Zira bunlar mesbukturlar. Bu þekilde namaz, bir imamýn arkasýnda kýlmak için münazaa ettiklerine göredir. Münaza etmezlerse efdal olan, her taifeye ayrý bir imamýn namaz kýldýrmasýdýr.
Bilmelisin ki, korku namazý hakkýnda pek çok rivayet vardýr. Bunlarýn içinde en sahih olanlarý onaltý rivayettir. Ulema bu namazýn nasýl kýlýnacaðýnda ihtilaf etmiþlerdir. Müstesfâ´da hepsinin caiz; yalnýz hangisinin evlâ olduðu hususunda ihtilaf edildiði bildirilmemiþtir. Kur´an´ýn zâhirine en yakýn olaný, burada bildirilen þekildir. Ýmdad. Mücteba´dan naklen Tahtâvi´de beyan olunduðuna göre, düþmanýn kýble tarafýnda bulunup bulunmamasý fark eder. Mutemet kavil budur. Yolcunun namazý da cuma ve bayramlar gibidir. Þârih «bayramlar» kaydýyla bu namazýn yalnýz farzlara mahsus olmadýðýna iþaret etmiþtir. T.
«Sair namazlarda iki rekat kýldýrýr.» Yaný velev ki akþam namazý gibi üç rekatlý olsun. Hatta bunun aksini yaparsa namaz bozulur. Nitekim Bahýr´da izah olunmuþtur. Þârih «bu lazýmdýr.» sözüyle buna iþaret etmiþtir. Ýzahý, Ýmdad ve diðer kitaplardadýr.
«Ve bunlar düþman karþýsýna giderek ilk taife gelir. «Yani bu taife iki rekatlý namazda ikinci secdeden sonra; sair namazlarda teþehhütten sonra düþman tarafýna giderek onun karþýsýna dururlar. Velev ki kýbleye arka dönmüþ olsunlar. Kuhistâni. Vacip olan, yürüyerek gitmeleridir. Binerek giderlerse namaz bozulur, Çünkü bu, amel-i kesir olur. Cevhere. Ýleride gelecektir ki bunlarýn düþman karþýsýna gitmeleri menduptur. Hatta namazlarýný yerlerinde tamamlasalar sahih olur. T. Ýlk taifenin gelmesi þart deðildir. Giden taife düþman karþýsýnda durup onlar da yerlerinde tamamlasalar caiz ve sahih olur. Acaba efdal olan namaz yerinde tamamlamalarý mý yoksa yürümeyi azaltmak için durduklarý yerde tamamlamalarý mýdýr? Abdesti bozulan kimse hakkýnda bu hususta hilaf olmasý gerekir, Kâfi´de dönmenin efdal olduðu tercih edilmiþtir. Bunu Ebu´s-Suûd söylemiþtir.
«Çünkü lâhiktirler.» Onun içindir ki, beraberlerinde kadýn bulunursa hizasýna durduðu erkeðin namazý bozulur. Mesbuk taife böyle deðildir. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Þârihin sözü yolcunun arkasýnda kýlan mukime de þâmildir. Hatta birinci tafieden ise kýraatsýz üç rekat. ikinciden ise kýraatla kaza eder. Mesbuk, ilk iki rekatýn birine yetiþirse birinci taifeden, yetiþemezse ikincitaifeden olur. Nehir. «Bu þekilde namaz» ancak hepsi bir imamýn arkasýnda kýlmak istedikleri vakit kýlýnýr. Keza vakit iki imamýn kýldýrmasýna yetmeyecek kadar daralýrsa yine bu þekilde kýlýnýr. Nitekim Cevhere´de beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Yukarýda geçen Mecmaa´l-Enhur sahibinin muradý da bu olabilir.
«Münazaa ederlerse efdal olan, her taifeye ayrý bir imamýn namaz kýldýrmasýdýr.» Yani imam bir taifeye namaz kýldýrýp selam verdikten sonra onlar düþman karþýsýna gider. Sonra öteki taife gelir. Ve imam birine emir ederek onlara namazý kýldýrmasýný temin eder.
T E T i M M E : Korku namazýnda silah taþýmak bize göre vacip deðil, müstehaptýr. Þâfiî ile Malik buna muhaliftirler. Ayetteki silah taþýma emri, ´menduptur´ mânâsýnadýr. Çünkü silah taþýmak namaz amellerinden deðildir. Binaenaleyh vacip de deðildir. Nitekim Burhan´dan naklen Þurunbulâliye´de beyan edilmiþtir.
METÝN
Þayet korkularý artar ve yere inmekten âciz kalýrlarsa vasýta üzerinde teker teker kýlarlar. Ancak imamýn terkisinde olursa imama uymasý caizdir. Bunlar zaruret dolayýsýyle imkan bulduklarý tarafa doðru îmâ ile namaz kýlarlar. Saf olmanýn ve abdest bozulmanýn dýþýnda, yürümek ve hayvana binmek mutlak surette namazý bozduðu gibi çok harbetmek de bozar. Az harbetmek; meselâ bir ok atmak bozmaz. Denizde yüzen, bir müddet âzâsýný salmak imkâný bulursa îmâ ile namazýný kýlar. Bulamazsa yürüyen ve kýlýçla vuran gibi onun namazý da sahih olmaz.
F E R ´ Ý M E S E L E L E R : Vasýta üzerinde bulunan kimse düþman tarafýndan takip edilirse namazý sahihtir. Kendisi düþmaný takip ederse, korkusu olmadýðýndan namazý sahih olmaz. Harbe tutuþurlar da sonra düþman çekilir giderse müslümanlarýn yerlerinden dönmeleri caiz deðildir. Aksi surette caizdir. Seferinde âsi olan kimse için korku namazý meþru deðildir. Nitekim Zahîriye´de beyan edilmiþtir. Þu halde bâðilerin (âsilerin) korku namazý kýlmalarý caiz deðildir: Peygamber (s.a.v.) in dört yerde; yani Zatü´r-Rikâ´, Batn-ý-Nahl, Usfân ve Zu´karad´da korku namazý kýldýðý sabit olmuþtur.
ÝZAH
Vasýta üzerinde bulunanlar düþman tarafýndan takip olunursa yürürken bile namazlarýný îmâ ile kýlarlar. Kendileri düþmaný takip ederlerse namazlarý caiz olmaz. Çünkü onlar hakkýnda korku zarureti yoktur. Meselenin tamamý Ýmdâd´dadýr. imâ rüku ve secdede yapýlýr.
Yürümekle namaz bozulur. Zira yürümek o kimsenin hakikaten fiilidir ve namaza aykýrýdýr. Ama hayvan üzerinde bulunur da takip olunursa iþ deðiþir. Çünkü bu sefer, yürümek hakikatta hayvanýn iþidir. Sahibine ancak yürütme mânâsý izafe edilir. Özür bulundu mu bu izafe de bozulur. Bu satýrlar Ýmdâd´dan alýnmýþtýr. O da Mecmaa´r-Rivâyat´dan nakletmiþtir. Bunun bir misli de Bedayi´dedir. Bununla anlaþýlýr ki takip etsin veya edilsin yürümekle namaz bozulur.
Hayvana binmekten murad; iþin baþýnda yerden binmektir (üzerinde bulunmak mânâsýna deðildir). Kuhistânî. Hayvana binmek, mutlak surette (yani saf olmak için veya baþka bir sebeple olsunnamazý bozar. Çünkü binmek, amel-i kesirdir. Ve muhtaç olmadýðý þeylerdendir. Yürümek böyle deðildir. Düþmanýn karþýsýna saf olmak için o mutlaka lazýmdýr. Bunu Bedayi´den naklen ibn-i Kemâl söylemiþtir.
«Meselâ bir ok atmak bozmaz.» Bunu Zeylei ve Bahýr sahibi zikretmiþlerdir. Çünkü amel-i kalil az iþtir. Amel-i kalil namazý bozmaz. Ama amel-i kalil olmasý söz götürür. Zira onun yayla ok attýðýný gören kimse muhakkak namaz dýþýnda zanneder. T.
«Müslümanlarýn yerlerinden dönmeleri caiz deðildir.» Çünkü ruhsatýn sebebi kalmamýþtýr, Bunu Ebu´s-Suud´dan naklen Tahtavî söylemiþtir. Yani her taife bulunduðu yerde namazýný kýlar. Daha evvel yerlerinden ayrýldýlarsa namazlarýna devam ederler. Nitekim Tatarhaniye´de beyan olunmuþtur.
«Aksi surette caizdir.» Yani harp anýnda yerlerinden ayrýlmalarý caizdir. Çünkü zaruret vardýr. Bunu da Ebu´s-Suud´dan naklen Tahtavî söylemiþtir.
Seferinde âsi olan kimse için korku namazý meþru deðildir.» Zira korku namazý ancak Allah düþmanlarýyle harbedenler ve bunlar hükmünde olanlar için meþru olmuþ deðildir. Bunu, þeyhinden naklen Ebu´s-Suud söylemiþtir.
Ben derim ki: Bu, seferde namazý kýsaltmanýn hilafýnadýr. Çünkü onun sebebi sefer meþakkatidir. Ayette bu, mutlak zikredilmiþtir. Binaenaleyh ýtlaký üzere býrakýlýr .ve korku namazýna kýyas edilmesi mümkün deðildir. Zira korku namazý kýyasýn hilafýna sabit olmuþtur.
«Peygamber (s.a.v.) dört yerde korku namazý kýlmýþtýr.» Bu ifade Ýmdâd´ýn Makdisî þerhinden naklen «yirmi dört defa kýlmýþtýr.» demesine aykýrý deðildir. (Dört yerde kýldýklarýnýn toplamý yirmi dört olabilir.)
Zatü´r-Rika´dan murad; orada yapýlan harptir. (Zatü´r-Rika; ´yamalý´ mânâsýnadýr. Bu yere bu ismin verilmesi hususunda en sahih kavil Buharî´nin Ebû Musa´l-Eþ´ârî´den rivayet ettiði þu hadistir: «Ebu Musa þöyle demiþtir; Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber yola çýktýk. AItý kiþi idik. Aramýzda bir deve vardý. Ona nöbetleþe biniyorduk. Nihayet ayaklarýmýz delindi. Benim ayaklarým da delindi. Ve týrnaklarým düþtü. Týrnaklarýmýza bez parçalarý sarýyorduk. Bu sebeple o gazaya zatü´r-rikâ gazasý denildi.» Bunu Tahtavî, Mevahibü´l-Ledüniyye´den nakletmiþtir. Doðrusu bu gaza Hendek vakasýndan sonra olmuþtur. Kâfi ve Ýhtiyar sahipleri buna muhalif olarak beyanda bulunmuþlardýr. Onlar Fetih sahibinin tahkiki vechile siyer ulamasýndan bir cemaata tabi olmuþlardýr. Zu karad; Medine´ye bir konak mesafede bir suyun ismidir. Burada vuku bulan gaza «Gazvetü´l-Gâbe» namýyle meþhurdur. Hudeybiye´den önce altýncý yýlýn rabî´ul-evvelinde olmuþtur. Bunu Tahtavî Mevahip´ten nakletmiþtir. Allah´u âlem.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:41:33
CENAZE NAMAZI BABI
METÝN
Cenaze namazý terkibi, bir þeyi sebebine izafet kabilindendir. Cenaze kelimesi ´fetha´ ile okunursa ´ölü´; ´esre´ ile (cenaze þeklinde) okunursa tabut mânâsýna gelir. Bunlarýn ikisinin de lügat olduðunu söyleyenler vardýr. Ölüm, vücut sýfatlarýndandýr. Hayatýn zýddý olarak yaratýlmýþtýr. Bazýlarý ´adem´ (yokluk) sýfatlarýndan olduðunu söylemiþlerdir.
Caný boðazýna gelen bir kimse kýbleye karþý sað tarafýna çevrilir. Sünnet olan budur. Ölmek üzere bulunmanýn alâmeti, ayaklarýnýn gevþeyip sarkmasý, burnunun yumulmasý ve yanaklarýnýn solmasýdýr. Ayaklarýný kýbleye vererek sýrtüstü yatýrmak da caizdir. Zamanýmýzda âdet budur. Lâkin kýbleye dönmüþ olmak için baþý biraz kaldýrýlýr. Bazýlarý "esah kavle göre nasýl kolay gelirse öyle konur." demiþlerdir. Mübtega sahibi bu kavli sahih bulmuþtur. Meþakkat verirse, bulunduðu durum muhafaza edilir. Recm edilen kimse çevrilmez. Mirâc.
Gargaradan önce yanýnda iki þahadeti getirmek suretiyle telkinde bulunmak menduptur. Bunun vacip olduðunu söyleyenler de vardýr. Ýki þahadetin getirilmesi ikinci þehadet olmaksýzýn birinci kabul edilmediðindendir.
ÝZAH
Musannýf bu bölüme cenaze namazý unvaný vermiþ fakat namazdan fazla olarak birçok þeylerden bahsetmiþtir. Bunlarýn bazýlarý yýkamak gibi þart, bazýlarý kefenlemek, kýbleye çevirmek ve telkin gibi mukaddime, bazýlarý da defin gibi mütemmim þeylerdir. Cenaze namazýný geriye býrakmasý her yönden namaz sayýlmadýðý içindir. Bir de bu namaz diri bir insana son olarak ârýz olan þeye taalluk eder ki o da ölümdür. Bu namazýn öncekilerle hususi bir münasebeti de vardýr. Mezkûr münasebet, korku ile harbin bazen ölüme müncer olmalarýdýr.
«Cenaze namazý» terkibi, bir þeyi sebebine izafet kabilindendir. Sebep cenazedir. T. (yani ´cenazenin sebep olduðu namaz´ mânâsýnadýr)
«Bunlarýn ikisinin de lügat olduðunu söyleyenler. vardýr.» Yani gerek cenaze gerekse cenaze okunsun ikisi de ölü mânâsýnda kullanýlýr. Nitekim Kamus´da da bu mânâya gelen sözler söylenmiþ «Cenaze kesre ile okunursa ölü mânâsýna gelir; fetha ile de okunabilir. Yahut kesre ile ölü, fetha ile tabut mânâlarýna gelir. Yahut bunun aksine kullanýlýr, Yahut kesre ile okunursa ölü ile birlikte tabut mânâsýna gelir.» denilmiþtir.
«Bazýlarý adem sýfatlarýndan olduðunu söylemiþlerdir.» Çünkü ölüm, diriden hayat maddelerini kesmekten ibarettir. Bu izaha göre ölümle hayat arasýndaki mukabele, yoklukla melekenin mukabelesidir. Ölüm vücut sýfatlarýndan olursa, mukabele tezat mukabelesidir. Bunu Tahtavî söylemiþtir. Vakýa Teâlâ hazretleri «O Allah ki ölümü ve hayatý yaratmýþtýr.» buyurmuþtur. Fakat bu ayeti kerime, ölümün vücut sýfatlarýndan olmasý hususunda açýk deðildir. Çünkü yaratmak, icat, takdir ve tekdir ile idam mânâlarýnda kullanýlýr. Onun için muhakkýkin ulemanýn ekserisi ikinci mânâya (yani adem sýfatlarýndan olduðuna) kaildirler, Nitekim Akaid Þerhi´nde nakledilmiþtir.
Canýn gýrtlaða geldiðinin alameti, Fethu´l-Kadir´de de burada olduðu gibi izah edilmiþ; fazla olarak«Hayalarýnýn derisi uzar. Çünkü ölümle hayalar sarkar,» denilmiþtir.
«Sýrtüstü yatýrmak da caizdir.» Maverâü´n-Nehir´deki ulemamýz bu kavli benimsemiþlerdir. Çünkü ruhun çýkmasý için bu daha kolaylýktýr. Fetih´te ve diðer kitaplarda bu söz tenkit edilmiþ ve «Bu ancak naklen bilinir. Hangi þekilde ruhun daha kolay çýkacaðýný Allah bilir.» denilmiþtir. Lâkin arka üstü yatýrmak, gözlerini yumdurmak. ve çenesini kapamak için daha kolay gelir. Ve âzâsýnýn bozulmasýný daha çok önler. Bahýr.
Kýbleye çevirmek güç gelirse, cenaze olduðu durumda býrakýlýr. Yani sýrtüstü olmasa ve kýbleye dönmese bile zarar etmez. Recm edilen kimse yüzü görünsün diye kýbleye çevrilmez. Þer´î bir hadden dolayý veya kýsas için öldürülmek istenen kimse hakkýnda da ayný þey söylenebilir mi söylenemez mi, bir yerde görmedim.
Ölen kimseye telkinde bulunmak menduptur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) «ölülerinize lâilaha illallah demeyi telkin edin! Çünkü ölürken bunu söyleyen hiçbir müslüman yoktur ki, bu söz onu cehennemden kurtarmasýn.» buyurmuþtur. Baþka bir hadiste; "Her kimin son sözü Lâilâhe illallah olursa cennete girer.» buyurulmuþtur. Burhan´da böyle zikredilmiþtir. Hadisten murad; cehennem yüzü görmeyenlerle beraber cennete gireceðini tebþirdir. Yoksa Her müslüman velev ki fâsýk olsun, uzun zaman azap gördükten sonra bile olsa cennete girecektir. Ýmdâd. Telkinin vacip olduðunu söyleyenler de vardýr. Kýnye´de ve keza Nihâye´de Tahavî þerhinden naklen «Eþine dostuna vacip olan, ona telkinde bulunmaktýr.» denilmektedir. Nehir sahibi «lâkin bu söz mecazdýr, çünkü Dirâye´de telkinin bilittifak müstehap olduðu bildirilmiþtir.» diyor. Âgâh ol!
Telkin, hastanýn yanýnda iki þehadeti getirmekle yapýlýr. Ýmdâd sahibi diyor ki: «Sadece þehadeti söylemekle yetinmesi sahih hadise teb´andýr. Müstesfa ve diðer kitaplarda «Ýki þehadet; lâilâhe illallah Muhammedün Rasûlüllah telkin edilir» denilmiþtir.
Dürer´de bunun ta´lili yapýlýrken «Ýkinci þehadet olmadan birincisi kabul edilmez.» denilmiþse de bu mutlak deðildir. Zira mü´min olmayan hakkýndadýr. Onun için Þâfiîlerden Ýbn-i Hacer «Umumiyetle fukahanýn Muhammedün Rasûlüllah» demesi de telkin edilmelidir.
Zira maksat o kimsenin müslüman olarak ölmesidir demeleri bu adam müslümandýr diyerek red edilir. Maksat o kimsenin son sözünün Lailâhe illallah olmasýdýr. Tâ ki bu sevaba nail olabilsin.
Kâfire gelince: Ona kat´i surette iki þehadet «Eþhedü» lafzýyle telkin edilir Zira bu vaciptir. Kâfir iki þehadeti getirtmedikçe müslüman olamaz.»
Ben derim ki: Hidâye, Vikâye, Nikâye ve Kenz´de «þehadet telkin edilir.» tabirinin kullanýlmýþ olmasý buna iþaret eder. Tatarhâniye´de beyan olunduðuna göre Ebû Hafs Haddâd, hastaya, «Estaðfirullâhe´llezi lâilâhe illâ hüve´l hayyü´l kayyûm ve etübü ileyhi» (yani kendinden baþka ilâh olmayan Allah´tan af dilerim. Diri ve herkesin hallerini bilen odur. Ona tevbe ederim.) diyerek telkin eder; bundan da üç mânâ olduðunu söylermiþ, Bu mânâlarýn birincisi tevbe, ikincisi tevhit (Allah´ý birleme) üçüncüsü de çok defa hastanýn korkmasýdýr. Çünkü telkîn eden kimse onda ölüm alâmeti görmüþtür. Ýhtimal ölenin yakýnlarý bundan rahatsýz olurlar.
Gargara, can gýrtlaða geldiði zaman olur. O zaman artýk iki þehâdeti söylemeye imkan kalmaz. T. Kâmus´da «Gargara; ölürken can vermektir.» denilmiþtir.
Ben derim ki: Galiba bu kelime, suyun boðazda çalkalandýðý zaman çýkardýðý sesten alýnmýþ olacaktýr. Ölen kimse sanki ruhunu boðazýnda çalkalýyor gibi olur.
METÝN
Yeis halindeki tevbenin kabulü hususunda ihtilaf edilmiþtir. Muhtar kavle göre o kimsenin tevbesi makbul. imaný makbul deðildir. Aralarýndaki fark, Bezaziye ve diðer kitaplardadýr. Sýkýlýp reddetmesin diye hastaya þehadet getirmesi emir edilmez. Þehâdeti bir defa getirmesi kâfidir. Konuþmadýkça yanýnda tekrar tekrar þehadet getirilmez. Ta´ki son sözü Lâilâhe illallah olsun. Yanýnda yâsin ve ra´d surelerini okumak menduptur
ÝZAH
Yeis hali hayattan ümit kesme halidir. Bu kelime beis þeklinde de okunabilir. Bu taktirde þiddet ve ölümün dehþetleri mânâsýna gelir.
Ben derim ki: Bezzâziye´nin sonlarýnda þöyle denilmiþtir: «Bazýlarý yeis halindeki tevbenin makbul. imanýn ise makbul olmadýðýný söylemiþ; bir takýmlarý imaný gibi tevbesinin de kabul edilmeyeceðini bildirmiþlerdir. Çünkü Teâlâ hazretleri tevbeyi ölüme kadar geciktiren, fâsik ve kâfirlerle küfür üzerine ölenleri, «Kötülükleri iþleyip de öleceði vakit ben þimdi tevbe ettim diyenlerle, kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur.» Ayeti kerimesinde müsavi tutmuþtur. Nitekim Keþþâf, Beyzâvi ve Kurtubî´de beyan olunmuþtur. Râzî´nin Tefsiri Kebîrinden þu satýrlar vardýr. Muhakkak ulemaya göre ölümün yaklaþmasý tevbenin kabûlüne mâni deðildir. Kabule mâni olan, dehþetleri görmesidir. Zira onlarý görünce hasta da ýztýrârî bir ilim hasýl olur. Hanefîlerle Malikilerin. Þâfiîlerin. Mûtezilerin, Sünnîlerin ve Eþ´arilerin sözü þudur ki, Yeis halindeki iman gibi yeis halindeki tevbe de kabul edilmez. Çünkü ikisinde de ihtiyar (benimseme) yoktur. Tevbenin rüknü bulunmadýðý halde ruh bedenden ayrýlýr.
Tevbenin rüknü; o zamana kadar irtikâp ettiklerini ileride bir daha yapmamak için samimi olarak niyet etmektir. Yeis tevbesinden, ölümün sebeplerini görüp yüzde yüz öleceðini anlamak kastedilirse, bu rükün onda tahakkuk etmez. Nitekim Teâlâ hazretleri bunu. «Azabýmýzý gözleriyle gördükten sonra iman etmeleri kendilerine bir fayda verecek deðildir.» ayeti kerimesiyle haber vermiþtir. Bazý fetva kitaplarýnda beis tevbesinin makbul olduðu bildirilmiþtir. Eðer beisten bizim söylediðimiz kastedilirse, yine söylediklerimizle buna itiraz olunur, Ölümün yaklaþmasý mânâsý kastedilirse, buna diyeceðimiz yoktur. Lâkin zâhire bakýlýrsa beis zamaný, dehþetleri görme zamanýdýr. Fetevâ kitaplarýnda yazýlan yeis tevbesinin makbul olmasý, yeis halindeki imanýn kabul edilmemesidir. Çünkü kâfir ecnebidir; Allah Teâlâ´yý bilmez. O iman ve irfana yeni baþlayacaktýr. Fâsýk ise bilir. Onun hali bekâ halidir. Bekâ hali daha kolaydýr. Onun tevbesinin mutlak olarak kabulüne delil, Teâlâ hazretlerinin «kullarýndan tevbeyi kabul eden odur!» ayeti kerimesinin mutlak olan ifadesidir. (Bu ayet kýsaltýlarak alýnmýþtýr.)
Anlaþýlýyor ki, son sözü tafsilatý tercih etmesidir. Bunu Þeyh Abdü´s-Selâm Pederi Lâkkânî´nin manzumesi þerhinde Maturidiye mezhebine nisbet etmiþ ve «Eþ´ariler gargara halinde ne tevbe kabul ederler ne de baþka bir þey! Nitekim Nevevî de bunu söylemiþtir.» demiþtir. Bedeü´l-Emâlî þerhinde meselâ Alýyyü´1 Kâri ikinci kavli müdafaa etmiþ; buna Rasûlüllah (s.a.v.) in Allah bir kulun tevbesini gargara haline gelmedikçe kabul eder.» hadisinin mutlak olan ibaresiyle istidlâl etmiþtir. Hadisi, ebû Davud rivayet etmiþtir. Bu hadis mü´min ve kâfirin tevbelerine þâmildir. Aliyyü´l-Kâri, bazý þarihlerin, «Tafsilâtý. Hanefilerden Buhara ulemasý ile Þafiîlerden Sübkî ve Bulkînî gibi bir cemaat tercih etmiþlerdir.» sözüne itiraz etmiþ, «Bu söz doðru farzedilirse delilinin meydana çýkmasýna muhtaçtýr.» demiþtir. Hâsýlý mesele zannîdir. Ama yeis halindeki iman bilittifak makbul deðildir. Bu hususta sözün tamamý inþallah riddet bâbýnda gelecektir.
«Yanýnda yasin okumak menduptur.» Çünkü Peygamber (s.a.v.) «ölülerinizin üzerine yâsin´i okuyun!» buyurmuþtur. Ýbn-i Hibbân bu hadisin sahih olduðunu söylemiþ ve «Bundan murad, ölmek üzere bulunan kimsedir.» demiþtir. Ebû Davud Mücalid´den, O da Þa´bî´den naklen þu hadisi rivayet etmiþtir: Þa´bi, «Ensar hasta ziyaretine geldikleri vakit ölürken bakara suresini okurlardý.» demiþ ancak hadisin ravisi Mücâlid zaif kabul edilmiþtir. Hýlye. Ra´d suresinin okunmasýný bazý müteehhirin hoþ görmüþlerdir. Çünkü Cabir (r.a.) «Bu sure ruhunun çýkmasýný kolaylaþtýrýr.» demiþtir. Ýmdâd.
Cenaze defnedildikten sonra telkin yapýlmaz. Ama yapýlýrsa mâni de olunmaz. Cevhere´de, bunun ehli sünnete göre meþru olduðu kaydedilmiþtir. Þu kadar demek kâfidir: «Ey fulan oðlu fulan! Hangi dinde olduðunu hatýrla! ve ´Rab olarak Allah´a, din olarak Ýslâma, peygamber olarak da Muhammed´e razý oldum.´ de! » ´Yarasulallah, babasýnýn adýný bilmezse ne yapacak?´ diyenler oldu. «Adem ile Havva´ya nisbet eder.» buyurdular. Kabirde soru sual edilmeyene telkin yapýlmamalýdýr. Esah kavle göre peygamberlerle mü´minlerin çocuklarýna kabirde sual yoktur.
ÝZAH
«Cenaze defnedildikten sonra telkin yapýlmaz.» Mîrâc´da bunun zâhir rivayet olduðu bildirilmiþ; sonra þöyle denilmiþtir: «Habbâziye´de ve Þeyh Zâhid Saffar´dan naklen Kâfi´de beyan edildiðine göre bu hüküm mûtezile taifesinin kavline göredir. Çünkü onlara göre öldükten sonra diriltmek imkansýzdýr. Ehli sünnete göre ise; ´ölülerinize Lâilâhe illallahý telkin edin!´ hakikatýna haml edilmiþtir. Zira hadislerin delaleti vechile A L L A H teâlâ ölen kimseyi diriltir.
Rivayete göre Peygamber (s.a.v.) definden sonra telkini emir buyurmuþtur. Bu hadise göre kabrin baþýnda: «Ey fulan oðlu fulan! üzerinde bulunduðun dinini hatýrla! Allah´tan baþka Allah yoktur; Muhammed Allah´ýn Rasulüdür; cennet haktýr; cehennem haktýr; öldükten sonra dirilmek haktýr; kýyamet kopacaktýr bunda þüphe yoktur; Allah kabirdekileri diriltecektir. Hatýrla ki sen Rab olarak Allah´a, din olarak Ýslâma, peygamber olarak Muhammed (s.a.v.) e, imam olarak Kur´an´a, kýble olarak Kâbe´ye ve kardeþ olarak mü´minlere razý olmuþtun!» denilir. Fetih sahibi, ölünün iþitip iþitmediðini bildiren delillerin arasýný bulmakla beraber hadisdeki «ölüleriniz» ifadesinden, busözün hakikatý kastedildiðini teyit hususunda uzun uzadýya söz etmiþtir. Nitekim eymân bahsinin katl bâbýnda gelecektir. Lâkin Münye þerhinde beyan edildiðine göre cumhur ulema buna, mecaz murad olunduðunu söylemiþlerdir. Mezkur þârih bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «Definden sonra telkinden men edilmemesi bunda bir zarar olmadýðý içindir. Bilakis fayda vardýr. Çünkü meyyit zikir sayesinde yalnýzlýk hissetmez. Nitekim hadislerde vârid olmuþtur...»
Ben derim ki : Tahtavî´nin Zeyleî´den naklettiklerini ben Zeyleî´de görmedim. Orada gördüklerim þunlardýr: «Bazýlarý telkin yapýlýr, demiþlerdir. Delilleri rivayet ettiðimiz hadisin zâhiridir, Bir takýmlarý telkin yapýlmayacaðýný; bazýlarý da emir edilmediði gibi yasak da edilmeyeceðini söylemiþlerdir.» Birinci kavlin delilini gösterdiðine bakýlýrsa onu tercih ettiði anlaþýlýyor:
Þârih «kabirde soru sual edilmeyene telkin yapýlmamalýdýr.» sözü ile kabirde herkesin suale çekilmeyeceðini iþaret etmiþtir. Sirâc´ýn ifadesi buna muhaliftir. Orada þöyle denilmiþtir: «Benî Adem´den her ruh sahibine kabirde ehli sünnetin icmaý ile sual sorulacaktýr. Lâkin süt çocuðuna melek telkinde bulunacaktýr. Bazýlarý ona melek deðil, hazreti Ýsa´ya beþikte ilham buyurduðu gibi bizzat Allah Teâlâ ilham edecektir. demiþlerdir.» Lâkin icma hikayesi söz götürür. Hafýz Ýbn-i Abdi´l-Berr´in beyanýna göre hadisler bu sualin yalnýz mü´minlere ve ehli kýbleye mensup münafýklara mahsus olduðunu göstermiþlerdir. Allah´ý inkar eden kâfirlere sual yoktur. Ýbni´l-Kayyîm ibn-i Abdi´l-Berr´i tenkit etmiþtir. Fakat Hâfýz Suyutî kendisine reddiye yazmýþ ve þöyle demiþtir: «Ýbni Abdi´l-Berr´in söylediði daha tercihe þayandýr. Ben ondan baþkasýna kail olamam.»
Âlkamî, cami-i-Saðîr üzerine yazdýðý þerhde ibn-i Kayyim´e muhalif olarak nakletmiþtir ki. yine tercihe þayan kavle göre kabir suali bu ümmete mahsustur. Hafýz bin Hacer´den naklettiðine göre zâhir olan, bu sualin mükelleflere mahsus kalmasýdýr. Hafýz Suyûtî kendisini tenkit etmiþ; sonra kabirde sekiz nevi müslümanlarýn sual görmeyeceklerini bildirmiþtir. Bunlar: þehit, hudut bekçisi asker, tâundan ölen, sabýrlý olmak ve sevap saymak þartýyle tâun zamanýnda baþka bir sebeple ölen, sýddîk, çocuk, cuma günü veya gecesi ölen ve her gece mülk sûresini okuyanlardýr. Bazýlarý bunlara sure-i secdeyi okuyanla ölüm döþeðinde ihlas suresini okuyaný da katmýþlardýr. Þârih peygamberlerin de ilave edileceðine iþarette bulunmuþtur. Çünkü onlar sýddýklardan evladýrlar.
«Esah kavle göre peygamberlerle mü´minlerin çocuklarýna kabirde sual yoktur.» Diyen Kemal Ýbni Hümâm´dýr. Bunu el´Müsâyire adýndaki eserinde söylemiþtir.
METÝN
Ýmam-ý A´zam müþriklerin çocuklarý hakkýnda bir þey diyemeyip tevekkuf etmiþtir. Bazýlarý onlarýn cennetliklere hizmetçi olacaðýný söylemiþlerdir. Ölümü temenni etmek mekruhtur. Meselenin tamamý Nehir´dedir. Haram bahsinde de gelecektir. ölmek üzere bulunan kimseden duyulan küfre ait kelimeler onun hakkýnda af edilerek kendisine müslüman mevtalarýna yapýlan muamele yapýlýr. Bu söyledikleri, aklý baþýndan gittiði hâle hamledilir. Onun için bazýlarý, ölmeden önce aklýnýn baþýndan gittiðini kabul etmiþlerdir. Bunu Kemâl söylemiþtir. Öldüðü zaman çeneleri baðlanýr ve güzelleþtirmek için gözleri yumdurulur. Gözlerini yumduran kimse; «Bismillah ve alâ milletiRasulullah. Allahümme yessir aleyhi emrahu ve sehhel aleyhi ma ba´dehu ve üs´ýd´hü bilikâike, Vec´al mâ harece ileyhi hayran mimma harece anh» (Mânâsý; ´Allah´ýn adý ile, ve Rasulullah´ýn dini üzere Ya Rabbi bunun iþini kolaylaþtýr! Sonunu âsan eyle! Ve sana kavuþmakla kendisini bahtiyar kýl! Varacaðý yeri çýktýðý yerden daha hayýrlý eyle!´ dýr). Sonra âzasý düzeltilir. Ve karnýna þiþmemesi için bir kýlýç veya demir konulur. Yanýna güzel koku getirilir. Hayýzlý, nifaslý ve cünüp olanlar, yanýndan çýkarýlýr. Öldüðü, komþularýna ve yakýnlarýna bildirilir. Cenazeyi hazýrlamakta sür´ at gösterilir.
ÝZAH
Ýmam-ý A´zam, müþriklerin çocuklarý hakkýnda (yani bunlara kabirde sual sorulup sorulmayacaðý, cennetlik veya cehennemlik olacaklarý hususunda) bir þey diyememiþtir. Kemal bin Hümâm Müsâyire adýndaki kitabýnda þunlarý söylemiþtir: «Müþriklerin çocuklarýnýn cennete mi cehenneme mi girecekleri hususunda ihtilaf edilmiþtir, Onlar hakkýnda Ebû Hanîfe ve baþkalarý tereddüt etmiþlerdir. Gerçekten onlar hakkýnda bir birine zýt haberler varid olmuþtur. Çýkar yol, onlarýn halini Allah Teâlâya havale etmektir.
Ýmam Muhamed Bin Hasan, «Bilirim ki Allah, kabahatsýz kimseye azap etmez.» demiþtir. Ýmam Muhammed´in Tilmizi Ýbn-i ebi Þerif þerhinde þöyle demiþtir: «Onlarýn ahiretteki hükümleri hakkýnda mutlak surette konuþmaktan kaçýnmak emir edildiði, Kâsým bin Muhammed´le tâbiînin büyüklerinden Urve bin Zübeyr´den ve baþkalarýndan nakledilmiþtir. Ebûl Berakât Nesefî, Ýmam-ý A´zam´ýn tevekkuf ettiði rivayetini zaif bulmuþ, «Ondan nakledilen sahih rivayet, bunlarýn Allah´ýn meþietine (dilemesine) kalmýþ olmalarýdýr. Zira sahih hadisin zâhiri bunu gösterir. Allah onlarýn ne ile amel ettiklerini en iyi bilendir. Bunlar hakkýnda imam Nevevi üç mezhep rivayet etmiþtir. Ekseriyet cehenneme gideceklerini söylemiþ; ikinciler tevekkuf etmiþ; üçüncüler -ki Nevevi bunu sahih bulmuþtur- cennette olacaklarýný söylemiþlerdir. Zira hadiste; ´Her doðan çocuk fýtrat üzere doðar.´ buyurulmuþtur. Yukarýda imam Muhammed bin Hasan´dan rivayet edilen kavil de buna meyyaldir. Bunlar hakkýnda daha bir takým zaif kaviler vardýr.» demiþtir.
«Ölümü temenni etmek mekruhtur.» Bu sözün Nehir´deki tamamý þöyledir: «Baþýna gelen bir zarardan dolayý ölümü temenni etmek mekruhtur. Çünkü bu yasak edilmiþtir. Mutlaka söylemeden olmayacaksa bari þöyle demelidir: ´Yarabbi hayat benim için hayýrlý olduðu müddetçe beni yaþat! Ölüm benim için daha hayýrlý ise canýmý al!´ Sirâc´da böyle denilmiþtir.»
«Onun için bazýlarý, ölmeden önce aklýnýn baþýndan gittiðini kabul etmiþlerdir.» Yani aklý baþýndan gidince söyledikleri afvedildiði için bazýlar o anda aklýnýn baþýndan gittiðini tercih etmiþlerdir. Bunu, ölüm acýsý ile kasten söylemiþ olmasýndan; ve þeytan ona musallat olûp söyletmesinden nâçiz kul hâlimi ganî ve kerîm olan Rabbime havale eyler; ona tavakittir. Bunu Kemal bin Hümâm söylemiþ þunlarý da îlave etmiþtir: «Bazýlarý ölürken aklýnýn baþýnda olacaðýný tercih etmiþlerdir. Bu kitabý telif eden nâçiz kul hâlimi ganî ve kerîm olan Rabbime havale eyler; ona tevekkül eder; onun yüce azametinden ölüm anýndaki büyük hâcetime rahmet eyleyerek imanla iz´anla çene kapamak nasibetmesini dilerim. Her .kim Allah´a tevekkül ederse Allah ona kâfidir. Kuvvet ve kudret ancak Allah azimü´þ-þân´a mahsustur.» Ben âciz dahi, Allah´ýn kuvvet ce kudretinden yardým dileyerek, onun dediklerini derim.
Fakir de yaþlý gözlerimle bu mübareklerin dediðini tekrarlarým.
«Güzelleþtirmek için gözleri yumdurulur.» Çünkü açýk býrakýlýrsa manzarasý çirkinleþir. Birde bu, aðzýna sinekler ve yýkarken su girmesin diye yapýlýr. Ýmdâd.
«Karnýna þiþmemesi için bir kýlýç veya demir konur.» Çünkü demirde þiþmeye mâni olan bir sýr vardýr. Demir bulunmazsa aðýr bir þey konur. Ýmdâd. Nehir´de «hayýzlýyý çýkarmalýdýr.» denilmiþ; Nur´ul-Ýzah´da ise hayýzlýnýn çýkarýlýp çýkarýlmayacaðýnýn ihtilaflý olduðu bildirilmiþtir.
«Öldüðü, komþularýna ve yakýnlarýna bildirilir.» Nihâye´de þöyle denilmiþtir: «ölen kimse âlim veya zâhit yahut kendisiyle teberrük olunan bir zat ise bazý müteehhirin, cenazesi için sokaklarda ilan yapýlmasýný iyi görmüþlerdir.» Lâkin bu iþ onu büyüterek yapýlmamalýdýr. Sözün tamamý Ýmdâd´dadýr.
«Cenazeyi hazýrlamakta sür´at gösterilir.» Çünkü ebû Davud´un rivayet ettiði bir hadise göre Peygamber (s.a.v.) Talha bin Berâ´yi dolaþýp döndükten sonra; Talha´da ölüm belirtisinden baþka bir þey görmedim. Öldüðü vakit bana haber verin de cenaze namazýný kýlayým. Hem onu acele hazýrlayýn! Zira müslüman nâaþýnýn, ailesi arasýnda hapis edilmesi lâyýk deðildir.» buyurmuþlardýr. Acele etmenin vacip olmamasý, ruh için ihtiyattýr. Çünkü bayýlmýþ olmasý ihtimali vardýr. Doktorlarýn beyanýna göre zâhirde kalp sektesinden ölenlerin çoðu diri olarak defnedilirlermiþ. Çünkü kalp sektesinden hakiki ölümü ayýrmak güçmüþ. Bunu ancak kâmil doktorlar anlarmýþ. Þu halde kesinlikle anlaþýlýncaya kadar geciktirmek lazýmdýr. Ýmdâd. Cevhere´de, «Bir kimse ansýzýn vefat ederse öldüðü yüzdeyüz anlaþýlýncaya kadar beklenir.» denilmiþtir.
METÝN
ÖIen kimsenin yanýnda, yýkanmaya kaldýrýlýncaya kadar Kur´an okunur. Nitekim Kuhistânî´de Netfe nisbet edilerek böyle denilmiþtir. Ben derim ki : Netif´de «yýkanmaya» kaydý yoktur. Orada yalnýz «kaldýrýlýncaya kadar» denilmiþtir. Bahýr sahibi bunu, ruhun kaldýrýlmasý ile tefsir etmiþtir. Zeyleî ve diðerlerinin ibareleri þöyledir: «Yýkanýncaya kadar cenazenin yanýnda Kur´an okumak mekruhtur.» Þurunbulâli bunu, imdâde´l-Fettah adlý eserinde; «Kur´an´ý ölünün pisliðinden uzaklaþtýrmak için böyle yapýlýr. Çünkü ölen kimse pislenmiþtir.» diye ta´Iil etmiþtir. Ölünün pisliði bazýlarýna göre necaset pisliði, bazýlarýna göre hades (abdestsizlik pisliðidir. Bu izaha göre caiz olmasý gerekir. Ve abdestsizin okumasý gibi olur.
ÝZAH
Bazý nüshalarda «Kur´an okunmaz» denilmiþtir. Doðrusu ´okunur´ demektir. Çünkü ben okunmaz sözünü Kuhistânî´nin iki nüshasýnda. Netif de ve Bahýr´da görmedim. Evet okunmaz denilirse Netif ile Zeyleî arasýnda muhalefet kalmaz. Bahýr sahibinin «ruh kaldýrýlýncaya kadar» diye tefsirine de hacet kalmaz. Þârihin bu bahsi, musannýfýn az sonra gelecek olan «ölünün yanýnda Kur´an okumakmekruhtur sözünün yanýnda zikretmesi daha münasip olurdu.
Þârih «Netif´de yýkanma kaydý yoktur.» diyorsa da ben Netf´e müracaat ettim. Ve orada ibarenin, Kuhistânî´ninin naklettiði gibi olduðunu gördüm. Öyle görünüyor ki, «yýkanmaya kaldýrýlýncaya kadar.» ifadesi Bahýr sahibinin nüshasýndan düþmüþ; þârih ise Netf´in ibaresine müracaat etmeden ona tâbi olmuþtur. Evet, Dürerü´l-Bihar þerhinde «Ölenin yanýnda kaldýrýlýncaya kadar Kur´an okunur.» denilmiþtir. Mirâc´da da Münteka´dan naklen böyle denilmiþtir. Ancak bu sözün akabinde; «Ama bizim ulemamýz öldükten sonra yýkanýncaya kadar yanýnda Kur´an okumayý mekruh saymýþlardýr.» denilerek Münteka´nýn sözü ölmezden önceye hamledilmiþtir; kaldýrýlmaktan muradýn da ruhun kaldýrýlmasý olduðuna iþarette bulunulmuþtur. Allah´u âlem.
«Ölünün pisliði bazýlarýna göre necaset pisliðidir.» Çünkü insan kanlý hayvanlardandýr. Binaenaleyh sair hayvanlar gibi o da ölmekle pis olur. Umumiyetle fukahanýn kavilleri budur. Bu daha zâhirdir. Bedayi. Kâfi sahibi de bu kavli sahih bulmuþtur.
Ben derim ki: Ýmam Muhammed´in mutlak olan «cenaze yýkamakta kullanýlmýþ su pistir.» sözü bunu te´yid ettiði gibi, fukahanýn «Ölü yýkanmadan bir kuyuya düþerse onu pisler.» sözleri de bunu te´yid eder.
«Bazýlarýna göre ölünün pisliði hades pisliðidir.» Bahýr´ýn taharet bahsinde söyledikleri de bunu te´yid eder. Orada þöyle denilmiþtir: «Esah kavle göre cenaze yýkamakta kullanýlmýþ su müsta´meldir. Ýmam Muhammed mutlak olarak bu suya pis demiþtir. Çünkü ekseriyetle pislikten hâli kalmaz.»
Ben derim ki: Lâkin yukarýdaki Fer´î meselelerde geçen beyanat buna aykýrýdýr. Meðer ki oradaki sözler âmmenin kavline binâ edilmiþtir denile. Fethü´l-Kadir´de þöyle denilmiþtir: «Ebu Hüreyre hadisinde; ´Süphanellah, þüphesiz mü´min diri iken de ölü iken de pis olmaz.´ buyurulmuþtur. Eðer bu hadis sahih ise hadesten dolayý pis sayýlmasýný tercih icabeder.» Hýlye sahibi de þunlarý söylemiþtir: «Hâkim´in Ýbn-i Abbas (r.a) dan rivayetine göre Ýbn-i Abbas þöyle demiþtir: Rasulullah (s.a.v.) ´Ölülerinize pis demeyin! zira müslüman diri iken de ölü iken de pis olmaz.´ buyurdular. Hâkim ´Bu hadis Buhari ve Müslim´in þartlarý üzere sahihtir´ demiþtir, Binaenaleyh hades pisliðidir. diyen kavil tercih olunur.
Ben derim ki: Bana, þöyle cevap vermek mümkün olacak gibi geliyor: Hadiste müslümanýn pis olmamasýndan murad, daimî pisliktir. Ve bu söz kâfirden ihtiraz olur. Çünkü kâfirin pisliði daimidir. O yýkamakla da gitmez, Bunu þu da te´yid eder ki; maksat mutlak olarak pisliði kabul etmemesi olsa idi, dýþarýdan bir pislik bulaþmakla da pislenmemesi icabederdi. Halbuki vakýa bunun hilafýnadýr. Þu halde bizim söylediðimiz taayyün eder. Bu taktirde hadiste, ölenin pisliðinden hades pisliði murad edildiðine dair bir delil yoktur. Bunu insafla teemmül et!
«Ve abdestsizin okumasý gibi olur.» Zira abdestsiz bir kimsenin Kur´an okumasý caiz olunca abdestsiz olan ölünün yanýnda okunmasý evleviyetle caiz olur. Lâkin «cünübün yanýnda Kur´an okumak gibi olur.» demesi daha münasip olurdu. Çünkü ölüm hadesi, yýkanmayý icab eder; ve dahaziyade cünübe benzer. Velev ki cünüplük sayýlmasýn. Bunun cünüplük sayýlmadýðýna deðil, fukahanýn þu sözleridir: «Ölünün hadesi mafsallarýnýn gevþemesi ve ölmeden aklýnýn baþýndan gitmesi sebebiyledir.» þu halde bu hadesin abdest uzuvlarýna mahsus kalmasý gerekirdi. Lâkin kýyas, dirinin hadesinde bütün bedeni yýkamaktýr. Abdest uzuvlarýyle iktifa edilmesi her gün tekerrür edeceði için güçlük meydana gelmesindendir. Cünüplük böyle deðildir. Ölüm, tekerrür etmemek hususunda cünüplüðe benzer. Onun için ölümde fukaha kýyasla amel etmiþlerdir. Çünkü o tekerrür etmez; binaenaleyh bütün bedeni yýkamakta güçlük yoktur.
T E N B Ý H: Hâsýlý, ölüm hades ise ölenin yanýnda Kur´an okumakta kerahet yoktur. Ölüm pislik ise Kur´an okumak mekruhtur. Netif´in beyaný birinci kavle, Zeyleî ve diðerlerinin sözleri ikinciye hamlolunur. Tahtavî´nin açýkladýðýna göre kerahet, ölüye yakýn bulunduðu zaman bahis mevzuudur. Uzak olursa Kur´an okumakta kerahat yoktur.
Ben derim ki: Zâhire göre bir de bu, ölünün üzeri tamamýyle örtülmediði zamandýr. Çünkü bir kimse bir pisliðin üzerinde bulunan elbise veya hasýr üstünde namaz kýlsa zâhire göre mekruh olmaz. Örtülü pislik yanýnda Kur´an okumasý da, böyledir. Keza keraheti, «âþikare okursa» diye kayýtlamak gerekir. Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Gasilhâne, helâ ve salhâne gibi pislik yerlerinde Kur´an okumak mekruhtur. Hamama gelince: içinde avret yeri açýk kimse bulunmaz; hamam da temiz olursa sesli Kur´an okumakta bir beis yoktur. Böyle deðilse sessiz okuduðu taktirde beis yoktur. Tesbih ve tehlilde ise sesli bile yapsa beis yoktur.» Kýnye´de, «Bulunduðu yer pislik yeri olmamak þartýyle hayvan üzerinde veya yürüyerek giderken Kur´an okumakta beis yoktur. Pislik yerinde olursa okumasý mekruhtur.» denildikten sonra; «yakýnýnda olmamak þartýyle pislik kanalýnýn hizasýnda namaz kýlmakta beis yoktur.» denilmiþtir.
Bu sözlerin hulâsasý þudur: Bulunduðu yer helâ ve salhâne gibi pislik için yapýlmýþsa orada Kur´an okumak mutlak surette mekruhtur. Böyle deðilse o yerde pislik ve avret yeri açýk kimse yoksa mutlak surette herahet yoktur. Bunlar varsa; pislik yakýn bulunduðu taktirde sadece sesli okumak mekruhtur.
METÝN
Hâli ihtisarda bulunan kimse öldüðü gibi esah kavle göre nasýl mümkünse o þekilde bir sedire konur. Sedir sadece yediye kadar tek sayýlarla buhurlanýr. Fetih. Nitekim kefeni de tek olarak buhurlanýr. Bir de ölürken buhurlanýr. Ýmdi buhur üç yerde yakýlýr. Cenazenin arkasýndan buhur yakýlmadýðý gibi kabirde de yakýlmaz. Yýkanmasý tamam olmadan cenazenin yanýnda okumak mekruhtur. Zeyleî´nin ibaresi; «Yýkanýncaya kadar» Nehir´in ibaresi ise; «yýkanmadan önce» þeklindedir. Zâhir rivayete göre yalnýz avret galîzasý örtülür. Bazýlarý; «Galiz olsun hafif olsun mutlak surette avret yerleri örtülür.» demiþlerdir. Bu kavli sahih kabul edilmiþtir. Onu Zeyleî ve diðer ulema sahihlemiþlerdir. Avret yerini, örtünün altýnda o örtü gibi bir bezi ellerine doladýktan sonra yýkar. Çünkü bakmak gibi dokunmakta haramdýr. Cenaze öldüðü gibi elbiseleri çýkarýlýr. Peygamber (s.a.v.) in gömleði içinde yýkanmasý ona mahsus hallerdendir.
ÝZAH
Esah kavle göre ölen kimse öldüðü anlaþýlýr anlaþýlmaz mümkün olduðu þekilde buhurlu bir sedir üzerine konur. Bazýlarý kýbleye karþý uzunluðuna; bir takýmlarý kabirde olduðu gibi geniþliðine yatýrýlacaðýný söylemiþlerdir. Bunu Bahir sahibi ifade etmiþtir. «Buhurlu sedir» ifadesinde fena kokuyu gidermek ve ta´zim için sedirin cenaze konmadan buhurlanacaðýna iþaret vardýr. Nehir. Buhurlamak, buhurdanlýðý sedirin etrafýnda üç veya beþ, yahut yedi defa dolandýrmakla olur. Yediden fazla buhurlanmaz. Nitekim Fetif, Kâfi ve Nihâye´de böyle denilmiþtir. Tebyin´de beþden fazla buhurlanmayacaðý bildirilmiþtir.
Þimdi buhur üç yerde yakýlýr» Fetih sahibi diyor ki: «Ölünün buhurlandýðý yerler üçtür.
Birincisi; ruhu çýktýðý vakit fena kokuyu gidermek için yapýlýr.
Ýkincisi; yýkanýrken.
Üçüncüsü de, kefenlenirkendir. Cenazenin arkasýndan buhur yakýlmadýðý gibi kabirde de yakýlmaz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)in ´Cenazeyi sesle ve ateþle takip etmeyin!´ buyurduðu rivayet olunmuþtur.»
Þârihin burada Zeyleî ile Nehir´in ibarelerini nakletmesi, musannýfýn «yýkanmasý tamam olmadan» sözünün bir kayýt olmadýðýna iþaret içindir. Çünkü cenaze bir defa yýkamakla temizlenir; yanýnda Kur´an okumak için yýkamanýn tamama ermesi þart deðildir.
«Zâhir rivayete göre yalnýz avret galizasý örtülür.» Avret galîze, ön ve arddýr. Ulema bunu ta´lil ederken «Çünkü avret galîzasýný örtmek daha kolaydýr. Bir de ölenden þehvet olunmaz.» demiþlerdir. Zâhire bakýlýrsa bu, yalnýz ön ve ardýnýn örtülmesini istemek deðil, bu kadarcýðý ile iktifa edilirse günah olmaz mânâsýna vacibi beyandýr.
«Avret galîzasýný örtmek kâfidir.» kavlini Hidâye sahibi ve diðer ulema sahihlemiþlerdir. Lâkin Münye þerhinde beyan olunduðuna göre tercih edilen kavil Zeyleî ve baþkalarýnýn sahihlediði ikinci kavildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) hazreti Ali´ye, «Ölü veya diri hiç bir insanýn uyluðuna bakma buyurmuþlardýr. Zira avret yeri ölümle sâkýt olmaz. Onun için dokunulmasý caiz deðildir. Hatta bir kadýn yabancý erkekler arasýnda ölse ona bir erkek ellerine bir bez dolayarak teyemmüm ettirir; dokunmaz... Þurunbulâliye´de, «Bu söz hem kadýna hem erkeðe þâmildir. Çünkü kadýnýn kadýna karþý avreti. erkeðin erkeðe karþý avreti gibidir.» denilmiþtir.
«Çünkü bakmak gibi dokunmak da haramdýr.» Bu ta´lilden anlaþýlýyor ki, henüz avreti itibara alýnmayan küçük çocuðun örtülmemesi zarar etmez. T.
«Ölen kimsenin derhal elbiseleri çýkarýlýr.» Çünkü elbisesi ýsýttýðý için çabucak bozulur. Bahýr. Birde elbisesi temizlik için çýkarýlýr. Zira yýkamaktan maksat, temizlemektir. Elbise ile temizlik olmaz. Bedenden akan su ile elbise pislenince ölünün bedeni tekrar pislenir. Binaenaleyh yýkanmýþ olmaz. Onun için elbisenin çýkarýlmasý icabeder. Ýnâye´de böyle denilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa ´icab eder´ sözü ´vaciptir´ mânâsýnadýr.
«Peygamber (s.a.v.) in, gömleði içinde yýkanmasý ona mahsus hallerdendir.» Çünkü Ebû Davud´unrivayet ettiði bir hadise göre Eshab, ´acaba Rasulullah (s.a.v.) ý kendi cenazelerimiz gibi soysak mý yoksa elbisesinin içinde mi yýkasak?´ demiþler; bunun üzerine beyt tarafýndan; «Rasulullah (s.a.v.) i elbisesi üzerinde olduðu halde yýkayýn!» diye bir ses iþitmiþler. Ýbn-i Abdi´l-Berr, «Bu hadis Hazret-i Aiþe´den sahih bir vecihle rivayet olunmuþtur.» diyor. Bu gösterir ki, eshabýn Rasulü Ekrem zamanýnda âdetleri, ölülerini soyarak yýkamak imiþ. Münye þerhi. Mirâc´da þu cümlede ziyade edilmiþtir: «Peygamber (s.a.v.) in yýkanmasý temizlik için deðildi. Çünkü o hayatta da vefatda da temizdir.»
METÝN
Namazla memur olan kimseye mazmaza ve istinþaksýz olarak abdest aldýrýlýr. Zira bunlarda güçlük vardýr. Bazýlarý, bir bez parçasýyla mazmaza ve istinþak yaptýrýlacaðýný söylemiþlerdir ki, bugün amel buna göredir. Ölen kimseye fiilen cünüp, hayýzlý veya nifaslý bile olsa temizliði tamamlamak için bilittifak mazmaza ve istinþaksýz abdest aldýrýlýr. Nitekim Ýmdâd ef´Fettah adlý eserde Makdisî´nin þerhinden naklen böyle denilmiþtir.
Cenazeyi yýkayan evvela yüzünden baþlar, baþýna mesheder. Nebak aðacýnýn yapraðý olan sedirle ýsýtýlmýþ suyu üzerine döker. Yahut mümkünse hordla (yani üþnânla ýsýtýlmýþ su ile yýkar. Mümkün deðilse halis sýcak su ile yýkar. Bulabilirse baþýný ve sakalýný, Irak´ta yetiþen bir nebat olan hatmi ile yýkar; bulamazsa sabun ve benzeri þeylerle yýkar. Bu, baþýnda ve sakalýnda saç olduðuna göredir. Sacsýz veya kýsa saçlý olursa hatmi ile yýkamaz.
ÝZAH
«Namazla memur olan kimse» kaydýyla akýl etmeyen küçük çocuk hariç kalmýþtýr. Çünkü henüz namaz kýlacak çaða ulaþmamýþtýr. Bunu Hulvâni söylemiþtir. Ama bu tevcih kuvvetli deðildir. Zira þöyle itiraz edilebilir: «Bu abdest cenaze için farz olan yýkanmanýn sünnetidir, Delide olduðu gibi ölenin namaz kýlacak çaðda olup olmamasýyle bunun bir alakasý yoktur. Münye þerhi.» Bu sözün muktezasý þudur: Deliye abdest aldýrýlacaðýnda söz yoktur. Akýl etmeyen küçük çocuða dahi abdest aldýrýlýr. Hulvanî´nin tevcihi ise ikisine de abdest aldýrýlmayacaðýný gerektirir.
Namazla ile istinþakta güçlük olmasý, suyu dýþarý çýkarmak mümkün olmadýðý veya güç olduðu içindir. Bu sebeple mazmaza ve istinþak terk edilir. Zeylei. Bez parçasý ile yapýlan mazmaza ve istinþakta, yýkayýcý bezi parmaða dolayarak onunla meyyitin diþlerini, diþ etlerini ve dilini yýkar. Burnuna da sokar. Bahýr.
«Bu gün amel buna göredir.» diyen Þemsü´l Eimme Hulvani´dir. Nitekim Tatarhâniye´den naklen Ýmdad´ta beyan edilmiþtir. Ölen kimsenin fiilen cünüp olmasý meselesine gelince: Ebu´s-Suud´un Þilbî´ye ait Kenz þerhinden nakline göre Halhâlî´nin Kudûrî þerhinde söylediði «cünüp kimseye þâmildir. Ama ben bunu açýkça söyleyen görmedim. Ancak mutlak býrakýlmasý onu da dahil eder. illet de bunu uktiza eder.» demiþtir. Ebu´s-Suud´un Zeyleî´den naklettiði «Mazmaza ve istinþaksýz yýkanýr. Velev ki cünüp olsun.» sözü bu bâbta açýktýr. Lâkin ben bunu Zeyleî´de görmedim. «Bilittifak» sözünü dahi ne îmdâd da ne de Makdisî þerhinde bulamadým.
«Cenazeyi yýkayan yüzünden» baþlar. Yaný cünübün yaptýðý gibi evvela ellerini bileklerine kadar yýkamaz. Çünkü cünüp olan kimse elleriyle kendini yýkar. Binaenaleyh evvela ellerini temizlemeye muhtaçtýr. Cenaze ise baþkasý tarafýndan yýkanýr. Abdest aldýrýrken baþýna mesheder. Zâhir rivayet budur. Bahýr.
T E N B Ý H: Ýstinca´da ihtilaf edildiði için musannýf ondan bahsetmemiþtir. Ýmam-ý A´zam´la Ýmam-ý Muhammed´e göre istinca yaptýrýr. Ebû Yusuf´a göre yaptýrmaz. Ýstincanýn þekli; cenazeyi yýkayan kimsenin eline bez parçasý dolayarak meyyitin avret yerini yýkamasýdýr. Zira avret yerine dokunmak, bakmak gibi haramdýr. Cevhere.
Tezkere´de beyan olunduðuna göre sidr; malum bir aðaçtýr. Meyvesine nebak derler. Yapraðý dövülerek yaralara sarýlýr; kirleri çýkarýr. Cildi temizleyip yumuþatýr. Saçý saðlamlaþtýrýr. Hassalarýndan bazýlarý da sinekleri uzaklaþtýrmasý, sinirleri kuvvetlendirmesi ve cenazeyi çürümekten menetmesidir.
«Sýcak su»dan murad; sýcaklýðý orta derecede olandýr. Zira ölü de dirinin eziyet gördüðü þeyden eziyet duyar. T. Þârihin sözü sýcak su ile yýkamanýn efdal olduðunu göstermektedir. Cenazenin üzerinde kir bulunup bulunmamasý fark etmez. Nehir.
METÝN
Yýkamaya saðdan baþlamak için cenaze sol tarafýna çevrilir ve su teneþir tarafýndaki kýsmýna ulaþýncaya kadar yýkanýr. Sonra sað tarafýna çevrilerek ayný þekilde yýkanýr sonra dayanarak oturtulur ve yavaþça karný silinir. Bir þey çýkarsa onu yýkar. Oturttuktan sonra onu sol tarafýna yatýrýr; ve yýkar. Bu üçüncü defa yýkamadýr. Tâ ki sünnet vecihle yýkanmýþ olsun. Her yatýrmada cenazenin üzerine üç defa su döker ki sünnet yerini bulsun. Ama bundan ziyade veya noksan yapmasý da caizdir. Zira vacip olan bir defa yýkamaktýr. Cenazeden çýkan pislik sebebiyle cenaze tekrar yýkanmadýðý gibi abdesti de yenilenmez. Çünkü onu yýkamak hadesi gidermek için vacip olmuþ deðildir. Hades ölümle mevcuttur. Yýkamak, sair kanlý hayvanlarda olduðu gibi ölümle pislendiði için vaciptir. Þu kadar var ki, müslüman, þerefinden dolayý yýkamakla temiz olur. Bu da hâsýl olmuþtur. Bahýr ile Mecma´ þerhinde böyle denilmiþtir.
Cenaze bir peþgir içinde kurulanarak hanut denilen ve güzel kokulu þeylerden -Zeðferanla versden maadasýndan- yapýlan koku baþýna ve sakalýna sürülür. Bu menduptur. Zeðferanla vers erkeklere mekruhtur. Bunlarý kefenin içine koymak cehalettir. Secde yerlerine bir ikram olmak üzere kâfur konur.
ÝZAH
Cenaze sol tarafýna çevrilir. Cenaze tertip üzere üç defa yýkanacaktýr ki bu birincisidir. Musannýfýn buraya kadar beyan ettiði sidrle kaynatýlmýþ su dökülmesi, böyle su bulunmazsa halis sýcak su vurulmasý ve baþýyle sakalýnýn hatmi ile yýkanmasý aþaðýda beyan edilecek olan tertipden önce yapýlýr. Þurunbulâliye´nin ibaresi þöyledir: «Bu, aþaðýdaki tertipden önce, üzerinde bulunan kir ýslansýn diye yapýlýr.» T.
Ben derim ki: Lâkin Bahýr, Nehir ve diðer kitaplarda açýkça beyan olunduðuna göre, «üzerine ýsýtýlmýþ su dökülür.» sözü, aþaðýda gelecek üç yýkamanýn dýþýnda deðildir. Bu söz kýsaca, yýkanacak suyun nasýl olacaðýný beyandan ibarettir. Yani cenaze yýkanacak su sidrle kaynatýlmýþ olacaktýr. Soðuk ve sade su olmayacaktýr. Fetih´te de «abdesti bitirdikten sonra cenazenin baþýný ve sakalýný hatmi ile yýkar. Sonra onu yatýrýr ilh...» denilmiþtir. Cevhere´de dahi böyledir. Evet, ulema bir þeyde ihtilaf etmiþlerdir. O da þudur: Hidâye´de üç defa yýkamanýn halis su ile mi yoksa karýþýk su ile mý yýkanacaðý belirtilmemiþtir. Hâkim´in sözünden anlaþýlan budur. Þeyhu´l-Ýslâm´ýn beyanýna göre ilk yýkama halis su ile, ikincisi sidrle kaynatýlmýþ su ile, üçüncüsü de içinde kâfur bulunan su ile olacaktýr.
Fethü´l-Kadir´de þöyle denilmiþtir: «Evla olan Hidâye´den anlaþýldýðý vecihle ilk ikisini sidrle yýkamaktýr. Zira Ebû Davud´da sahih bir senetle rivayet olunduðuna göre Ümmü Atiyye, ´iki defa sidrle, üçüncüde su ve kâfurla yýkanýr´ demiþtir.»
«Sonra sað tarafýna çevrilerek ayni þekilde yýkanýr.» Bu ikinci yýkamadýr. Nitekim Fetih´te ve Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Bu þunu ifade eder ki, sýrtýný yýkamak için suyu yüzüne dökmez.
«Bir þey çýkarsa onu yýkar.» yani bunu temizlik için yapar. Remlî. «Yani þart olduðu için yapmaz. Hatta çýkan þeyi yýkamadan cenazesi kýlýnsa caizdir. Bu, birþey denilmeyip çekimser kalýnacak þeylerden deðildir.» demiþtir. El-Ahkâm adlý eserde ´Akan þey silinir ve cenaze kefenlenir.» denilmiþtir. Ýmam Hasan´ýn Kitabü´s-Salatý´nda da «Kefenlenmeden akarsa yýkanýr; kefenlendikten sonra akarsa yýkanmaz.» ibaresi vardýr.
Ben derim ki: Bahsin tamamý cenaze namazýnda gelecektir. «Tâ ki sünnet vecihle yýkanmýþ olsun.» Sünnet vecihle yýkamak bütün cesedi kaplamak þartýyle üç defa yýkamakla olur. Ýmdâd. «Ama bundan ziyade veya noksan yapmasý da caizdir.» Yani ihtiyaç duyulursa yapýlabilir. Lâkin tek sayý ile yýkamak gerekir. Bu, Kerhî´nýn Muhtasar þerhinde beyan olunmuþtur. Münye þerhi. «Caizdir.» tabirinden murad; "Sahih olur" demektir Ama hacet yoksa mekruhtur. Çünkü ziyade israf, noksan da taklil (eksik býrakmak) olur.
«Hades ölümle mevcuttur.» Yani ölüm cenazenin içinden çýkan pislik gibi hadestir. Ölüm mevcut olduðu halde abdeste tesir etmeyince içinden çýkan þey de tesir etmez. Bahýr. Bir de ölen kimse mükellef olmaktan çýkmýþtýr. Münye þerhi.
«Yýkamak da hâsýl olmuþtur» Ondan sonra pisliðin ârýz: olmasý ile cenazeyi yýkamak tekrarlanmaz. Sadece pisliðin çýktýðý yer yýkanýr.
«Secde yerlerine, bir ikram olmak üzere kâfur konur.» Secde yerleri alýn, burun, eller, dizler ve ayaklardýr. Fetih. Bu hususta ihramlý olanla olmayan müsavidir. Kokulanýp ve baþý örtülür. Bunu Tatarhaniye´den naklen Ýmdâd sahibi söylemiþtir. Bu suretle bu uzuvlara ikramda bulunulmasý bunlara secde ettiðindendir. Bu sebeple hâssaten bunlara ziyade ikram yapýlýr. Bir de çabuk bozulmasýnlar diye onlarý korumak için bu meþru olmuþtur Dürer.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 01 Mayýs 2010, 11:42:19
METÝN
Ölenin saçý taranmaz. Yani taramak tahrimen mekruhtur. Saçý ve týrnaðý kesilmez. Bundan yalnýz kýrýk týrnak müstesnadýr. Sünnet de edilmez. Yüzüne. ön, arka, kulak ve aðýz gibi menfezlerine pamuk koymakta bir beis yoktur. Elleri yanlarýna býrakýlýr; göðsüne konmaz. Çünkü bu kâfirlerin iþidir. Ýbn-i Melek, "Koca, karýsýný yýkamaktan ve ona dokunmaktan men edilir. Esah kavle göre bakmaktan men edilmez." Münye. Üç mezhebin imamlarý yýkamasýnýn caiz olduðunu söylemiþ ve «Çünkü hazreti Ali Fatýma (r.a. ma)yý yýkamýþtýr.» demiþlerdir.
Biz deriz ki: Bu, evliliðin devamýna hamledilmiþtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) «Her sebep ve nesep ölümle sona erer. Yalnýz benim sebep ve nesebim müstesna!» buyurmuþtur. Bununla beraber sahabeden buna itiraz eden olmuþtur. Aynî´nin Mecma´ þerhinde böyle denilmiþtir. Kadýn zýmmî bile olsa kocasýný yýkamaktan men edilmez. Yalnýz evliliðin o ana kadar devamý þarttýr.
Ümmü veled, müdebbere ve mükâtebe (oðlan cariyeler) bunun hilafýnadýr. Meþhur kavle göre onlar sahiplerini, sahipleri de onlarý yýkayamaz. Müctebâ.
«Taramak tahrimen mekruhtur.» Çünkü Kýnye´de bildirildiðine göre kadýný öldükten sonra ziynetlemek, taramak ve saç kesmek caiz deðildir. Nehr. Týrnaðý veya saçý kesilirse cenaze ile birlikte kefene sarýlýr. Bunu Attabî´den naklen Kuhistânî söylemiþtir.
«Pamuk koymakta bir beis yoktur.» Zeyleî´de de böyle denilmiþtir. Þârih bu sözle terkinin daha yerinde bir iþ olduðuna iþaret etmiþtir.
Fethü´l-Kadir sahibi þunlarý söylemiþtir: «Zâhir rivayetlerde, yýkarken pamuk kullanmak yoktur. Ebû Hanife´den bir rivayete göre aðzýna ve burnuna pamuk konur. Bazýlarý kulaðýna, bir takýmlarý dübürüne de konulacaðýný söylemiþlerdir. Zahîriye´de «Bunu umumiyetle ulema çirkin görmüþlerdir.» deniliyor. Lâkin Hýlye sahibi bunun Ýmam Þâfiî ile Ebû Hânife´den nakledildiðini, binaenaleyh ´mutlak olan çirkindir´ demenin doðru olmadýðýný söylemiþlerdir.
«Koca karýsýný yýkamaktan men edilir...» Musannýf bu sözle Bahýr´ýn ibaresine iþaret etmiþtir. Orada þöyle denilmiþtir: «Cenaze yýkayan kimsenin yýkanan cenazeye bakmasýnýn helâl olmasý þarttýr. Þu halde erkek kadýný ve kadýn erkeði yýkayamaz.» Kadýnýn erkekler arasýnda veya erkeðin kadýnlar arasýnda ölmesi meselesi ileride gelecektir. Öyle anlaþýlýyor ki, bu, yýkamanýn vücûbu veya cevazý için þarttýr. Sahih olmasý için þart deðildir.
«Esah kavle göre bakmaktan men edilmez.» Mineh adlý kitapta bu söz Kýnye´ye nisbet edilmiþ; Hâniye´den de þu ibare alýnmýþtýr: «Kadýnýn mahremi bulunursa eli ile ona teyemmüm ettirir. Ecnebi ise eline bez sararak teyemmüm ettirir. Kollarýna bakmaz. Erkeðin kansýný yýkamasý da böyledir. Yalnýz bakmasý müstesnadýr.» Bunun vechi herhalde bakmanýn dokunmaktan hafif olmasýdýr. Binaenaleyh ihtilaf edilmesi, þüphe doðurduðundan caiz görülmüþtür. Allah´u Âlem.
«Biz deriz ki: Bu, evliliðin devamýna hamledilmiþtir.» Mecma´ þerhinde þöyle deniliyor: «Fatýma (r.a.ha)yý Rasûlüllah (s.a.v.)in ve kendisinin bakýcýsý Ümmü Eymen yýkamýþtýr. Onu hazreti Ali´nin yýkadýðýný bildiren rivayet hazýrladýðýna ve hizmetini gördüðüne hamledilir. Bu rivayet sabit olsa bile ona mahsustur, Görmüyormusun, bu hususta ibn-i Mes´ud (r.a.)a itiraz edildiði vakit, ´Bilmezmisinki, Rasûlüllah (s.a.v.) Fatýma dünyada ve ahirette senin hanýmýndýr. buyurdu.´ diye cevap vermiþtir. Onun hususiyet iddia etmesi Ashab-ý Kiram´ýn mezheplerince bunun caiz olmadýðýna delildir.»
Ben derim ki: Þârihin zikirettiði hadis dahi hususiyete delalet etmektedir. Bazýlarý bu hadisdeki sebebi islâm ve takva ile, nesebi de intâbile tefsir etmiþlerdir. Velev ki evlilik ve süt dolayýsýyle olsun. Bana öyle geliyor ki en iyisi sebepten murad, evlilik ve damatlýk gibi sebebî akrabalýktýr. Nesepten murad da nesep karabetidir. Çünkü Ýslâm ve takva sebebiyeti hiçbir kimseden kesilmez. Þu halde hususiyet Peygamber (s.a.v.)in sebep ve nesebinde kalýr. Onun için Hazreti Ömer (r.a.) «Ben de bundan dolayý Ali´nin kýzý Ümmü Gülsüm´le evlendim.» demiþtir. Teâlâ hazretlerinin; «Onlarýn aralarýnda nesepler yoktur.» ayeti kerimesi, Peygamber (s.a.v.)in dünya ve ahirette faydalý olan nesebinden baþkalarýna mahsustur.
«Size Allah´tan gelecek bir þeyi önleyeyim» hadisine gelince: Bunun mânâsý: «Ben buna malik deðilim; meðer ki Allah malik kýla! Bu taktirde âl akrabam olsun ecnebi olsun herkese þefaatýmla faydalý olurum. demektir. Bu hususta sözün tamamý bizim «EI´Ýlmü Zahir Fî Nef´in-Nesebi´t Tâhir» adlý risalemizdedir.
«Kadýn kocasýný yýkamaktan men edilmez.» Gerdeðe girsin girmesin farketmez. Nitekim Mi´rac´da beyan edilmiþtir. Mücteba´dan naklen Mirâc´da da böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Yani gerdeðe girmese bile kadýna vefat iddeki lazým gelir. Bedâyi´de þu satýrlar vardýr: «kadýn kocasýný yýkayabilir. Zira yýkama mübahlýðý nikahtan gelir. Ve nikahý bâki oldukça bu da bâkidir. Öldükten sonra nikah iddet bitinceye kadar bâkidir. Kadýnýn ölmesi bunun hilafýnadýr. Onu kocasý yýkayamaz. Çünkü nikah mülki sona ermiþtir. Mahal kalmamýþtýr. Binaenaleyh erkek ecnebi olmuþtur. Bu izahat, koca hayatta iken aralarýnda ayrýlma olmadýðýna göredir. Kadýný bir talak-ý bainle yahut üç talakla boþayýp sonra ölmek suretiyle ayrýldýklarý sübut bulursa karýsý onu yýkayamaz. Zira boþamakla milk ortadan kalkmýþtýr.»
«Kadýn zýmmî bile olsa» yerine «kadýn kitabiye bile olsa» demek daha iyi olurdu. Bu, mahbus olan kadýndan ihtirastýr. Mecusi bir kadýnýn kocasý müslüman olur da ölürse karýsý onu yýkayamaz. Bahýr´da «Meðer ki kadýn da müslüman olsun.» denilmiþtir. Nitekim gelecektir.
«Meþhur kavle göre onlar sahiplerini, sahipleri de onlarý yýkayamaz.» Bunun vechi þudur: Ümmü veled olan cariyede iddet devam ederken milk de devam etmez. Çünkü ondaki milk, milk-i yemindir. Sahibi ölünce o âzâd olur. Hürriyet ise milk-i yemine aykýrýdýr. Ýddet bekleyen nikahlý kadýn böyle deðildir. Onun hürriyeti, hayatta iken milk nikaha aykýrý deðildir.
Müdebbereye gelince: O âzâd olur. Ýddet de beklemez. Binaenaleyh sahibini evleviyetle yýkayamaz. Cariye de öyledir. Zira sahibi ölmekle onun milkinden çýkmýþ; mirasçýlarýna intikal etmiþtir. Baþkasýnýn cariyesi bir kimsenin iddet yerine dokunamaz. Bu satýrlar kýsaltýlarak Bedayi´den alýnmýþtýr. Mükâtebe ise akdi ile hâlen yeden ve gelecekte rekabeten hür olur (yani o anda kýsmen ileride borcu ödediði zaman tamamen hür olur). Onun için saðlýðýnda onunla cima etmesi haram olur. Ve ukr denilen mehrini, vermesi gerekir. Nitekim inþallah bâbýnda görülecektir.
METÝN
Evlilikte muteber olan, ölüm halinde deðil yýkarken kadýnýn kocasýný yýkamaya selahiyetli olmasýdýr. Binaenaleyh kocasýnýn ölümünden önce talak-ý bâinle boþanmýþ veya ölümünden sonra dinden dönüpte tekrar müslüman olmuþsa kocasýný yýkamaktan men edildiði gibi; kocasýnýn oðluna þehvetle dokunursa yine yýkamaktan menedilir. Çünkü nikah kalmamýþtýr. Mecûsi kadýnýn kocasý müslüman olur da ölür; ondan sonra karýsý da müslüman olursa kocasýný yýkamasý caiz olur. Zira bu taktirde hayat haline kýyasen ona dokunmasý helal olur.
Bir insanýn baþý veya iki parçasýndan biri bulunursa yýkanmaz; namazý da kýlýnmaz. öylece defnedilir. Meðer ki yarýdan fazlasý bulunmuþ ola. Bu taktirde baþý olmasa bile yýkanýr. Efdal olan, cenazeyi meccanen yýkamaktýr. Yýkayan kimse ücret isterse orada baþka yýkayacak bulunduðu taktirde ücret vermek caizdir. Baþkasý yoksa caiz deðildir. Çünkü yýkamak ona taayyün etmiþtir. Taþýyanýn ve mezar kazanýn hükmü de böyle olmak gerekir. Sirâc.
Cenaze niyetsiz yýkansa kafidir. Yani temizliði için yeter. Ama mükelleflerin zimmetinden farzý ýskat için kafi deðildir. Onun için musannýf «Bir ölü suda bulunursa mutlaka üç defa yýkanmasý icab eder.» demiþtir. Çünkü biz yýkamakla memuruz. Yýkayan kimse onu yýkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirir. Fetif. Fetih sahibinin ta´lili gösteriyor ki tekrar yýkanmadan namazýný kýlsalar sahih olur. Velev ki vücub zimmetlerinden sâkýt olmasýn.
ÝZAH
Þarihin burada niçin «evlilikte muteber olan» dediði anlaþýlamamýþtýr.
Tahtavî, «Doðrusu ´zevcede muteber olan´ demektir. Çünkü salâhiyet evliliðin deðil kadýnýndýr.» demiþtir. En iyisi Mirâc, Bahýr ve diðer kitaplarda olduðu gibi «Cenazeyi yýkarken evlilik þarttýr.» demektir.
«Talak-ý bâinle boþanmýþ ise» sözü, ric´i talaktan ihtirazdýr. Çünkü kocasý talak-ý ric´i ile boþar da iddeti içinde ölürse o kadýn kocasýný yýkayabilir. Zira talak-ý ric´i milk nikahý ortadan kaldýrmaz. Bedayi.
«Çünkü nikah kalmamýþtýr.» Ölümden sonra nikah mevcut idi. Dinden dönmekle ve þehvetle dokunmakla ortadan kalkmýþ olur. Þehvetle dokunmak, dokunulan kadýnýn, dokunan kimsenin usul ve füruuna haram olmasýný icabeder. Ýmam Züfer´in dediði gibi ölüm halinde evliliðin bâki olmasý itibara alýnsa idi kocasýný yýkamasý caiz olurdu.
«Zira bu taktirde hayat haline kýyasen ona dokunmasý helal olur.» Yani müslüman olan mecüsiden sonra onun saðlýðýnda karýsý da müslüman olursa nikah bâkidir. Dokunmasý helaldir. Öldükten sonra karýsýnýn müslüman olmasý da böyledir. «Bu taktirde baþý olmasa bile yýkanýr.» K6za yarýsý baþýyle birlikte bulunursa yine yýkanýr. Bahýr.
«Çünkü yýkamak ona taayyün etmiþtir.» Yaný yýkamak ona farz-ý ayýn olmuþtur. Tâat için ücret almak caiz deðildir. Burada þöyle denilebilir: Mutekaddimin ulemaya göre tâat için ücret almak mutlak surette caiz deðildir. Müteenhirin, zaruretten dolayý Kur´an öðretmek, ezan okumak ve imamlýkyapmak için ücret almayý caiz görmüþlerdir. Nitekim yerinde beyan edilmiþtir. Bunun muktezasý, burada baþkasý bulunsa bile caiz olmamaktý. Çünkü bu evvela taayyün etmiþ bir tâattýr. Caiz olmamak vacibe mahsus deðildir. Evet, vacip için ücretle tutmak bilittifak caiz deðildir. Nasýl ki bunu Kuhistânî icâreler bahsinde açýklamýþtýr. Fetih´in ibaresi þöyledir: «Cenaze yýkamak için ücretle insan tutmak caiz deðildir. Ama taþýmak ve defn etmek için caizdir. Bazýlarý yýkamak için de caiz görmüþlerdir.»
«Bir ölü suda bulunursa mutlaka üç defa yýkanmasý icab eder.» Yani sünnet vecihle yýkanmýþ olmak için üç defa yýkanýr. Yoksa þart olan bir defa yýkamaktýr. Galiba musannýf «mutlaka» sözü ile, ölünün suda bulunmasý ile þart þöyle dursun, sünnet vecihle yýkamak bile sâkýt olmadýðýna iþaret etmiþtir.
T E N B Ý H: Malumun olsun ki. bu makamda sözün hulasasý sudur: Tecnis´de «Zâhire göre cenazeyi yýkarken niyet mutlaka lazýmdýr.» denilmiþtir. Hâniye´de bildirildiðine göre cenazenin üzerine su akýtýlýr yahut yaðmur isabet ederse Ýmam Ebu Yusuf´tan bir rivayette yýkamanýn yerini tutmaz. Zira bize yýkamak emrolunmuþtur. Bu, yýkamak deðildir. Nihâye, Kifâye ve diðer kitaplarda, «Yýkamak behemehal lazýmdýr. Meðer ki yýkamak niyetiyle hareket ettirsin.» denilmiþtir. Ýnâye sahibi ise þunlarý söylemiþtir: «Bu söz götürür. Çünkü su tabiatý icabý pisliði giderir. Diriyi yýkarken niyet vacip olmadýðý gibi ölüyü yýkarken de vacip deðildir. Onun için Hâniye´de; ´Bir cenazeyi ailesi gasle niyet etmeden yýkasalar kafidir.´ denilmiþtir.» Tecrid, Ýsbicâbi ve Miftah´da dahi niyetin þart olmadýðý açýklanmýþtýr. Fethü´l-Kadir sahibi iki kavlin arasýný bularak «Zâhire göre burada niyet, mükelleften vücubu ýskat için þarttýr. Temizliðini tahsil için þart deðildir. Bu onun namazý kýlýnmak için þarttýr.» demiþtir. Bu hususta Münye þârihi inceleme yapmýþ ve þunlarý söylemiþtir: «Ýmam Ebû Yusuf tan nakledilen rivayet farzýn bizim tarafýmýzdan yýkama fiili olduðunu gösteriyor, Hatta baþkasýna öðretmek için yýkasa kafidir. Bu sözde, terkinden dolayý azaba müstehak olunan vacibi ýskat için niyetin þart olduðunu ifade eden bir þey yoktur. Usul-ü fýkýh ilminde takarrur etmiþtir ki, baþkasý için vacip olan hissi fiillerde vücud þarttýr. Ýcad þart deðildir. Cumaya seî ve abdest bu kabildendir, Evet, niyetsiz ibadetin sevabý yoktur.» Bâkani bunu kabul etmiþ ve Muhitin þu ifadesiyle te´yidde bulunmuþtur:
«Ölü bir insan suda bulunsa mutlaka yýkanmasý icabeder. Çünkü hitap (Allah´ýn emri) insanlara teveccüh eder. Onlardan ise fiil yoktur.»
Kýsacasý farzý ýskat için mutlaka fiil lazýmdýr. Niyet ise sevap kazanmak için þarttýr. Onun için de müslüman olmayan (zýmmiye kadýnýn müslüman kocasýný yýkamasý caiz olmuþtur. Halbuki niyette müslümanlýk þarttýr. Binaenaleyh mücerret fiil ile niyetsiz olarak farz bizden sâkýt olur. Hâniye´nin «Bu onlara kafidir.» sözünden anlaþýlan da budur.
Þimdi Muhit´in «çünkü hitap insanlara teveccüh eder.» sözü kalýr ki zâhirine bakýlýrsa melek bile yýkasa borç insanlardan sâkýt olmaz. Buna Hanzala kýssasýyle itiraz olunur. Hazreti Hanzala´yý melekler yýkamýþtý. "Onlar bu iþi niyabeten yapmýþlardý´ denilebilir. Bu meselenin tahkiki þehit bâbýnda gelecektir. Þu da var ki küçüklerin hükümleri bahsinde açýklandýðýna göre çocuðun cenazeyýkamasý caizdir. Bunun bir misli de Bedâ´yiden nakledeceðimiz þu sözdür: «Bir kadýn erkeklerin arasýnda ölür de içlerinde þehvet çaðýna ermemiþ bir çocuk bulunursa kadýný yýkamak için çocuða yýkamayý öðretirler.» Bundan bülûðun þart olmadýðý anlaþýlýr.
METÝN
«El´ihtiyar, adlý eserde þöyle denilmiþtir: «Bu hususta esas, meleklerin Adem aleyhisselâmý yýkamalarýdýr. Çocuklarýna da ´ölüleriniz hakkýnda tutacaðýnýz yol budur!´ demiþlerdir.»
F E R ´ Ý M E S E L E L E R : ölen kimsenin müslüman mý kâfir mi olduðu bilinmez; bir alâmet de bulunmazsa müslüman memleketinde bulunduðu takdirde yýkanarak cenazesi kýlýnýr. Aksi taktirde bunlar yapýlmaz. Müslümanlarla kâfirlerin ölüleri birbirine karýþýr da bir alâmet bulunmazsa ekseriyete göre hüküm verilir. Ýki taraf müsavi olurlarsa yýkanýrlar. Namazlarýnýn kýlýnmasý ve defnedilecekleri yer hakkýnda ihtilaf olunmuþtur. Nasýl ki müslümandan gebe kalan zýmmî bir kadýnýn nereye defnedileceði de ihtilaflýdýr. Ulema bu kadýnýn yalnýz baþýna bir yere defnedilmesinin ve sýrtýný kýbleye çevirmenin daha ihtiyatlý bir hareket olacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü karnýndaki çocuðun yüzü, kadýnýn sýrtýna bakar. Bir kadýn erkekler arasýnda, yahut bir erkek kadýnlar arasýnda ölürse ona mahremi teyemmüm ettirir. Mahremi yoksa ecnebi biri bez parçasýyle teyemmüm ettirir. Hunsay-ý müþkil mürahik (yani bülûða yaklaþmýþ) ise teyemmüm ettirilir. Deðilse sair çocuklar gibidir. Onu erkekler de kadýnlar da yýkayabilir.
Bir cenazeye su bulunmadýðý için teyemmüm ettirilerek namazý kýlýnýr da sonra su bulunursa yýkanarak tekrar cenaze namazý kýlýnýr. «Yýkanmaz; namazý da kýlýnmaz» diyenler de olmuþtur.
ÝZAH
EI´Ýhtiyar´ýn sözünden, bunun eski bir þeriat olduðu; yýkayan mükellef olmasa bile borcun sâkýt olduðu anlaþýlýyor. Onun için Adem aleyhisselâm´ýn oðullarý kendisini tekrar yýkamamýþlardýr. T.
«Müslüman memleketinde bulunduðu taktirde yýkanarak cenaze namazý kýlýnýr.» Âlâmet bulunmazsa bulunduðu yerin nazarý itibara alýnacaðýný bildirmesi, alâmetin evvela itibara alýnacaðýný gösterir. Alâmet bulunmazsa sahih kavle göre bulunduðu yere itibar edilir. Çünkü onunla galebe-i zan (kanaat) hâsýl olur. Nitekim Bedâyi´den naklen Nehir´de de böyle denilmiþtir. Bedâyi´de. müslüman alâmetinin dört þey olduðu bildiriliyor. Bunlar; sünnetli olmak. kýnalý olmak, siyah giyinmek ve kasýklarý týraþlý olmaktýr.
Ben derim ki: Bizim zamanýmýzda siyah giyinmek müslüman alâmeti olmaktan çýkmýþtýr.
«Ekseriyete göre hüküm verilir.» Bu hüküm namaz hakkýndadýr. Karinesi, «iki taraf müsavi olurlarsa namazlarýnýn kýlýnýp kýlýnmayacaðý hususunda ihtilaf olunmuþtur.» sözüdür. Hýlye´de þöyle denilmiþtir: «Müslümanlarda alâmet varsa kendilerine müslüman hükmü icra edilmesi hususunda söz yoktur. Alâmet yoksa, müslümanlar daha çok olduðu taktirde hepsinin üzerlerine cenaze namazý, kýlýnýr. Ve dua ile müslümanlar kastedilir. Kâfirler daha çok ise Ýsbicabî´nin muhtasar Tahavî þerhinde namazlarýnýn kýlýnmayacaðý, lâkin yýkanýp kefenlenecekleri ve müþriklerin kabristanýna defnedilecekleri bildirilmiþtir.» Tahtavî diyor ki: «Hangi tarafýn çok olduðunu bilmenin yolu, müslümanlarý saymak ve onlardan kaç kiþi öldüðünü bilmek; sonra ölenleri saymaktýr. Bu suretle hakikat hali meydana çýkar.»
Namazlarýnýn kýlýnmasý ve defnedilecekleri yer hakkýnda ihtilaf olunmuþtur.» Bazýlarý «Namazlarý kýlýnmaz. Çünkü bazan müslümanýn cenaze namazýný kýlmamak meþrudur. Nitekim bâðilerle yol kesenlerin namazlarý kýlýnmaz. Binaenaleyh müslümanýn namazýný terketmek, kâfir üzerine cenaze namazý kýlmaktan evladýr. Zira kâfire cenaze namazý meþru olmamýþtýr. Teâlâ Hazretleri, «Onlardan ölen biri üzerine ebediyyen cenaze namazý kýlma! buyurmuþtur.» demiþ; bir takýmlarý kýlýnacaðýný ve müslümanlar kastedileceðini söylemiþlerdir. Çünkü kýlan kimse tayinden âciz ise kasýttan âciz deðildir. Nitekim Bedâyi´de böyle denilmiþtir. Hilye sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu izaha göre ikinci halde yani kâfirlerin daha çok olduklarý halde de namazlarýnýn kýlýnmasý icabeder. Zira kýlan kimse yalnýz müslümanlarý kastettiðine göre, kâfirler üzerine kýlmýþ olmaz. Aksi taktirde birinci halde de namazlarýný kýlmak caiz olmamalý. Halbuki caiz olduðuna ittifak edilmiþtir. Binaenaleyh Eimme-i Selâse´nin dedikleri gibi üç halde de namazlarýnýn kýlýnmasý gerekir. Bir haramý irtikâb etmeksizin müslümanlarýn hakkýný ödemek için bu daha güzeldir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
«Nasýl ki müslümandan gebe kalan zýmmî bir kadýnýn nereye defnedileceði de ihtilaflýdýr.» Þârih´in burada birinci hükmü buna benzetmesi. birinci hüküm hakkýnda Ýmam-ý A´zam´dan rivayet bulunmadýðý içindir. Bilakis bu meseleye kýyasen onun hakkýnda ulema ihtilaf etmiþlerdir. Bu kadýn meselesinde Ashab-ý Kiram (r. anhüm) üç kavil üzerine Ýhtilaf etmiþlerdir. Bazýlarý çocuðunu nazarý itibara alarak müslüman kabristanýna defnedileceðini söylemiþ: bir takýmlarý «müþriklerin kabristanýna defnedilir çünkü çocuk karnýnda olduðu müddetçe. onun bir cüzü hükmündedir.» demiþlerdir. Vâsýla b. Eska" ise o kadýna ayrý bir yerde kabir kazýlacaðýný söylemiþtir. Hýlye sahibi «Bu daha ihtiyattýr.» demiþtir. Zâhire bakýlýrsa bazýlarýnýn da dediði gibi mesele, çocuða ruh verildiðine göre tasvir edilmiþtir. Aksi taktirde kadýn müþriklerin kabristanýna defnedilir.
«Çünkü çocuðun yüzü kadýnýn sýrtýna bakar.» Yani çocuk babasýna tabi olarak müslümandýr. Binaenaleyh bu þekilde kýbleye çevrilir. T.
«Ölen kimseye mahremi teyemmüm ettirir.» sözü, erkek ve kadýna þâmildir. Ecnebi sözü de öyledir, bunun ifade ettiði mânâ þudur: Mahremin bez parçasý sarmasýna hacet yoktur. Çünkü ölenin teyemmüm uzuvlarýna dokunmasý caizdir. Ecnebi böyle deðildir. Meðer ki ölen kimse câriye olsun. Zira câriye erkek gibidir. Sonra bilmiþ ol ki, bu hüküm kadýnlarla birlikte müslüman veya kâfir bir adam yahut küçük bir kýz bulunmadýðýna göredir. Þayet yanlarýnda bir kâfir bulunursa ona yýkamayý öðretirler. Çünkü cinsin cinsine bakmasý daha hafiftir. Velev ki dinleri bir olmasýn. Kadýnlarýn yanýnda þehvet çaðýna eriþmemiþ bir kýz çocuðu bulunur da o, erkeði yýkayabilecek iktidarda olursa erkeði nasýl yýkayacaðýný ona öðretirler. Zira o kýz hakkýnda avret hükmü sabit olmamýþtýr. Erkekler arasýnda bir kadýn ölür de yanlarýnda kâfir bir kadýn veya þehvet derecesine varmamýþ bir oðlan bulunursa hüküm yine böyledir. Nitekim Bedayi´de izah olunmuþtur.
«Hünsâ-i müþkil mürâhik ise teyemmüm ettirilir.» Burada mürâhiktan murad, þehvet caðýnaeriþendir. Böyle deðilse sair çocuklar gibidir. Fethü´l-Kadir´de þöyle denilmiþtir: «Küçük oðlanla kýz þehvet çaðýna eriþmedikçe onlarý erkekler ve kadýnlar yýkayabilir. Asýl adlý kitapta ´küçüklük´, konuþmazdan önce olmakla sýnýrlandýrýlmýþtýr.»
Cenazeye teyemmüm ettirilmesi hususunda Fethü´l-Kadir´de þöyle denilmiþtir: «Su bulunmaz da cenazeye teyemmüm ettirilerek namazý kýlýnýr; sonra su bulunursa Ýmam Ebû Yusuf´a göre yýkanarak tekrar namazý kýlýnýr. Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre yýkanýr fakat namazý tekrarlanmaz. Cenaze kefenlenir de yýkanmadýk bir uzvu kalýrsa o uzuv yýkanýr. Parmak kadar yýkanmadýk yer kalýrsa yýkanmaz.»
«Yýkanmaz; namazý da kýlýnmaz, diyenler de olmuþtur.»
Ben derim ki: Bununla diri arasýndaki fark açýk deðildir. Çünkü su bulunmadýðý için diri, teyemmüm ederek namaz kýlar da sonra su bulursa namazý tekrarlamaz. Sonra Suruci´den naklen Münye þerhinde «Bu rivayet esaslara uygundur.» denildiðini gördüm. Ayný þerhde söylediðimiz sebepten dolayý bunun tercih edildiði bildirilmiþtir.
H A T Ý M E: Cenaze yýkayan kimsenin yýkanmasý menduptur. Cenazeyi cünüp veya hayýzlýnýn yýkamasý mekruhtur. Ýmdâd. Evlâ olan cenazeyi en yakýn akrabasýnýn yýkamasýdýr. Böylesi güzel yýkayamazsa verâ´ ve takva sahibi biri yýkamalýdýr. Gerek yýkayanýn gerekse orada bulunan kimselerin, ölenin saðlýðýnda gizlenmesini istediði bir þeyi gizlemeleri, kimseye ifþa etmemeleri gerekir. Çünkü söylemek gýybet olur. Ölümle meydana gelen bir kusuru; mesela yüzünün kararmasý gibi þeyleri söylemek de böyledir. Ancak ölen kimse bid´atla meþhur olursa bit´atýndan sakýndýrmak için söylemekte bir beis yoktur. Yüzünün parlamasý ve tebessüm gibi hayýr alametlerinden bir þey görülürse söylemek müstehap olur. Çünkü bu ona fazla rahmet dilenmesine ve onun yaptýðýný yapmaya teþviktir. Münye þerhi.
METÝN
Erkeðin kefeni için sünnet vecih, izâr, gömlek ve sargýdýr. Esah kavle göre ölüye sarýk sarmak mekruhtur. Müstebâ. Müteehhirin ulema eþraf ile âlimlere sarýk sarýlmasýný iyi görmüþlerdir. Bu üç parçadan ziyade yapmakta bir beis yoktur. Kefen güzel þeyden yapýlýr. çünkü hadisi þerifte,
«Ölülerin kefenlerini güzel yapýn! Zira onlar kendi aralarýnda birbirlerini ziyaret ederler ve kefenlerinin güzelliði ile iftihar ederler.» buyurulmuþtur. Zâhîriye. Kadýnýn kefeni için sünnet vecih ´dir´ (yani gömlek), îzâr, baþörtüsü, sargý bir de memeleriyle karnýný baðlamak için kullanýlan bez parçasýdýr.
ÝZAH
Esasen cenazeyi kefenlemek farz-ý kifayedir. Burada beyan edildiði þekilde olmasý ise sünnettir. Þurunbulâliye.
Îzâr, tepeden týrnaða cesedi saran parçadýr.
Gömlek, boðazdan ayaklara kadar yakasýz ve kolsuz giydirilen elbisedir.
Sargý, cenazeyi sarmak için kullanýlan îzârdan daha uzun parçadýr. Üst ve alt kýsýmlarýndan baðlanýr. Ýmdâd.
Sarýk, baþa sarýlan parçadýr. Tahtavî bunun hilaf mevzuu olduðunu söylemiþtir. Habeþlilerin yaptýðý gibi sarýk ve bazý ziynetlerle süslemek hilafsýz mekruhtur. Zira yukarýda görüldüðü vecihle ziynet için kullanýlan her þey mekruhtur.
«Esah kavle göre ölüye sarýk sarmak mekruhtur.» Bu ifade sahih kabul edilen iki kavilden biridir. Kuhistânî diyor ki: «Sahih kavle göre sarýk sarmak iyi görülmüþtür. Saðýndan baþlayarak sarýlýr ve ucu sað tarafýndan bir kata iliþtirilir. Bazýlarý yüzüne sarkýtýlacaðýný söylemiþlerdir. Nitekim Timurtaþî´de böyle denilmiþtir. Bazýlarý bunun eþrâfa mahsus olduðunu söylemiþlerdir. Bir takýmlarý ´bu, veresenin içinde küçükler bulunmazsa yapýlýr.´ demiþ; hiçbir surette sarýk sarýlmayacaðýný söyleyenler de olmuþtur. Mesele Muhit´de beyan edilmiþtir. Esah kavle göre sarýk bütün hallerde mekruhtur. Bunu da Zâhidî söylemiþtir.»
«Kefeni üç parçadan ziyade yapmakta bir beis yoktur.» Nehir´de de Gâyetü´l-Beyan´dan naklen böyle denilmiþtir. Ondan önce Nehir sahibi Müctebâ´dan mekruh olduðunu nakletmiþtir. Lâkin Hýlye sahibinin Zahire´den, onun da Isam´dan naklen beyan ettiðine göre beþ parçaya kadar mekruh deðildir. Beþ parçada beis yoktur. Hýlye sahibi bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «Bu þöyle izah edilmiþtir: Ýbn-i Ömer oðlu Vakýdi beþ elbise ile kefenlenmiþtir. Bunlar; bir gömlek, üç sargý ve bir sarýktan ibaretti. Sarýðý çenesinin altýndan dolamýþtý. Bunu Said b. Mansur rivayet etmiþtir.» Bahýr sahibi Müstebâ´dan mekruh olduðunu rivayet ettikten sonra, «Zendustî´nin Ravza adlý eserinde þu istisna edilmiþtir: Bir kimse dört veya beþ parça içinde kefenlenmesini vasiyet ederse caizdir. Ama iki parça içinde kefenlenmeyi vasiyet ederse caiz olmaz. Üç parça ile kefenlenir. Bin dirhemle kefenlenmeyi vasiyet ederse orta kefene sarýlýr.» demiþtir.
Ben derim ki : Ravza´daki istisna munkatý´dýr. Çünkü mekruh olsa vasiyeti tenfiz edilmezdi. Nasýl ki az da tenfiz edilmez. «Kefen güzel þeyden yapýlýr.» Ve o kimse kefeni misli ile kefenlenir. Bu da hayatýnda cuma ve bayramlara giderken giydiði elbiselere, kadýn ise anne ve babasýný ziyarete giderken giydiklerine bakýlarak yapýlýr. Mi´rac´da böyle denilmiþtir, Binaenaleyh Haddâdî´nin «kefende pahalýya kaçmak mekruhtur» sözü ´kefeni misli´den ziyadeye kaçmak mekruhtur´ diye te´vil olunur. Nehir.
Ölülerin birbirlerini ziyaret ettiklerini bildiren hadisden baþka Müslim´in sahihinde Peygamber (s.a.v.) den; «Biriniz kardeþini kefenlediðî vakit kefenini güzel yapsýn!» hadisi rivayet olunmuþtur. Ebu Dâvud dahi «kefende pahalýya kaçmayýn; çünkü o çabucak soyulup gider.» buyurduðunu rivayet etmiþ ve iki hadisin, arasýný bularak, «Güzel yapmaktan murad, kefenin beyazlýðý ve temizliðidir. Pahalý olmasý deðildir» demiþtir. Hýlye. Nehir´den nakledilenin mânâsý da budur.
Ölülerin kefenleriyle iftihar etmelerinden maksat, sünnete uygun olduðu için sevinmeleridir, Bu ziyaret ruhen de olsa ruhun cesede bir nevi taalluku (iliþkisi) vardýr. Þârih «diri yani gömlek» diyerek diri´le gömleðin ayný mânâya gelen müteradif kelimeler olduðuna iþaret etmiþtir. Ama aralarýnda fark görerek, «Diri´ göðüse kadar; gömlek ise omuza kadar yarýlýr» diyenler de olmuþtur. Kuhistânî.
Þeyh Ýsmâil´in beyanýna göre ölüm halinde baþörtüsünün miktarý, bez arþýný ile üç arþýndýr. Bu örtü kadýnýn baþýna dolanmayýp yüzüne örtülür, Ýzah ve Attâbî adlý eserlerde de böyle denilmiþtir. Baðlamak için kullanýlan bezin memelerinden uyluklarýna kadar olmasý evladýr. Bunu Hâniye´ den naklen Nehir sahib söylemiþtir.
METÝN
Erkeðin kefen-i kifâyeti esah kavle göre bir izale bir lifâfe sargýdýr. Kadýnýn kefeh-i kifâyeti ise iki elbise ile bir baþ örtüsüdür. Bundan azý mekruhtur, Her ikisinin kefen-i zarureti ne bulunursa odur. Bunun en azý bütün bedeni örtecek kadar olmaktýr. Þâfiî´ye göre ise diride olduðu gibi avret yerini örtecek kadar olmaktýr.
ÝZAH
«Erkeðin kefen-i kifâyeti» yani kefen için yetecek en az miktarý iki parçadýr. Çünkü saðlýðýnda giydiði en az elbise budur. Kefeni de vefatýndan sonraki elbisesidir. Binaenaleyh hayattaki elbisesine kýyas olunur. Onun için iki parça elbise içinde namazý kerahetsiz caiz olur. Mi´rac. Hâsýlý kefen-i kifâyet, kerahetsiz olarak kâfi gelen en az miktardýr ve kefen sünnetten azdýr, Bu da sünnet mi yoksa vacip midir? Bana vacip gibi geliyor. Onun için bundan azý mekruhtur. Nitekim þârih anlatacaktýr.
Bahýr sahibi diyor ki: «Ulema ihtiyari olarak cenazenin bir keten içinde defnedilmesini mekruh görmüþlerdir. Çünkü hayatýnda bir elbise içinde namaz kýlmasý mekruhtur. Malý az, mirasçýlarý çok olursa kefen-i kifâyet evlâdýr, demiþlerdir. Bunun aksi halde ise kefen-i sünnet evlâdýr. Bunun muktezâsý þudur: Ölen kimsenin üzerinde üç elbise bulunur da baþka elbisesi olmazsa borçlu olduðu takdirde borç için biri satýlýr. Zira üçüncü elbise vacip deðildir. Hatta verese kalabalýk olurlarsa onlara býrakýlýr. Borç için satýlmasý evlâdýr. Halbuki Hulâsa´da da beyan edildiði vecihle ulema. hayatýnda olduðu gibi iflas ederse borç için bunlardan bir þey satýlmayacaðýný söylemiþler ve üç elbisesi olup bunlarý giymiþ bulunursa satmak için hiçbiri çýkarýlmaz, demiþlerdir.» Bahýr´ýn bu ifadesi Fetih´ten alýnmýþtýr. Fetih´te, «Bu cevap ihtimalden uzak deðildir.» denilmiþtir. Bazýlarý cevaben, «Ölü ile diri arasýnda fark vardýr. Diriden elbisesinin alýnmamasý ihtiyacýndan dolayýdýr. Ölü böyle deðildir.» demiþlerdir.
Ben derim ki: Sen iþkâlýn, diri ile ölü arasýnda fark olmadýðýný açýklamalarýndan ileri geldiðini biliyorsun. Þu halde bu cevap nasýl sahih olabilir! Evet, Seyid´in Sirâciye þerhinde söylediðine göre sahihtir. Seyid þöyle demiþtir: «Borç bütün malýný kaplarsa, alacaklýlar kefen-i kifayetten fazlasýyle kefenlenmesine mâni olabilirler.» Þârih Dürr-ü Müntekânýn feraiz bahsinde, alacaklýlarýn kefen mislinden men edip edemeyecekleri hususunda iki kavlin kavi olduðunu söylemiþtir. Sahih kavile göre men edebilirler. Sekbü´l-Enhur adlý eserde de buna benzer sözler vardýr. Lâkin yine ayný eserde þu satýrlar da vardýr: «Görmezmisin ki, borçlunun hayatýnda güzel elbiseleri bulunur da onlardan daha aþaðý olanlarla iktifa edebilirse, hâkim o elbiseleri satarak borcu ödettirir; kalaný ilebir elbise alarak ona giydirir. Borçlu ölen hakkýnda da böyledir. Bunu Hasaf dahi Edebü´l-Kâdý bahsinde tercih etmiþtir.» Sonra bunun bir mislini Dav´ü Sirâc adlý Sirâciye þerhinden naklen Remlî hâþiyesinde gördüm. Þu halde ne iþkâl vardýr; ne cevap! Bundan anlaþýlýr ki yukarýda Hulâsa´dan nakledilen söz, sahihin hilâfýdýr. Bu iki kavlin arasý þöyle bulunabilir: Hulâsa´nýn diri hakkýndaki sözü, üçten aþaðý kefenlikle iktifa etmediðine; ölü hakkýndaki sözü de alacaklýlar mâni olmadýðýna hamledilir. Kalaidü´l-Manzum þerhinde þöyle deniliyor: «Allâme Hayder Miþkât adlý Sirâciye þerhinde, alacaklýlar mâni olmadýkça veresenin kefen-i misl kullanabileceðini sahihlemiþtir.»
Ben derim ki: Zâhire göre mâni olmamaktan murad, buna razý olmaktýr. Yoksa veresenin sünnet olan bir þeyi vacip olan borca tercih etmeleri nasýl caiz olabilir! Sonra bu bizim bahsettiðimiz «Kefen-i kifâye, ihtiyari olarak daha azý caiz deðildir mânâsýna vâcibtir.» sözünü te´yid etmektedir. Sonra Makdisî þerhinde gördüm ki þöyle denilmiþ: «Ýhtiyârî olarak kefenlemekte caiz olanýn en azý budur.» Allah´u âlem.
Bazýlarý «Erkeðin kefen-i kifâyeti bir gömlek ve bir sargýdýr.» demiþlerdir. Zeyleî. Bahýr sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bunu izârla sargýya tahsis etmemek gerekir. Çünkü kefen-i kifâyet, kiþinin hayatýnda kerahetsiz olarak giyebileceði en aþaðý elbise ile itibar edilir. Nitekim Bedayi´de de bununla ta´lil edilmiþtir.» Musannýf kadýnýn kefen-i kifayeti hakkýnda «iki elbise» tabirini kullanmýþ; Hidâye sahibinin yaptýðý gibi bunlarý tayin etmemiþtir. Fetih sahibi bunlarý gömlek ve sargý diye tefsir etmiþtir. Kenz´de ise bunlar îzâr ve sargý diye tayin edilmiþtir. Bahýr´da deniliyor ki: «Zâhir olan, yukarýda arzettiðimiz gibi tayin etmemektedir. Bunlar ya bir gömlek ile bir îzâr, yahut iki îzâr olabilir. Ýki îzâr olmasý evlâdýr. Çünkü bunda, baþ ve boynunu daha fazla örtmek vardýr.»
«Bunun en azý bütün bedeni örtecek kadar olmaktýr.» Bu sözün zâhirine bakýlýrsa, bütün bedenini örtecek kefen bulunmazsa böyle bir elbise baþkalarýndan istenir. Zira bundan aþaðýsý, yok hükmündedir. Ve onunla mükelleflerden farz sâkýt olmaz. Velev ki avret yerlerini örtsün. Lâkin kimseye gizli deðildir. Kefen-i zarurete ancak zarurette baþ vurulur, Binaenaleyh onu bir þeyle kayýtlamak münasip deðildir. Onun için de musannýf «ne bulunursa odur.» tabirini kullanmýþtýr. Evet, bütün bedeni örten kefen farz olan kefendir. Nitekim Münye þerhinde açýklanmýþtýr. Onunla mükelleflerden farz sâkýt olur. Ama «zaruret halinde» diye bir kayýt yoktur. Çünkü zaruretler kendi miktarlarýnca takdir olunurlar.
Mus´ab b. Umeyr Uhud harbinde þehit edilince üzerinde çizgili bir kumaþ parçasýndan baþka bir þey bulunmamýþ. Bu kumaþla baþý örtülürse ayaklarý açýkta kalýr, ayaklarý örtülürse baþý açýlýrmýþ. Onun için Peygamber (s.a.v.) kumaþla baþýnýn örtülmesini, ayaklarýnýn üzerine de izhir örtü atýlmasýný emir buyurmuþtur. Meðer ki þöyle denile: Bedeni örtmeyen örtü zaruret zamanýnda da kâfi deðildir. Kalan yerleri izhir gibi otlarla örtmek icabeder. Bundan dolayýdýr ki, Zeyleî Mus´ab hadisini naklettikten sonra. «Bu gösterir ki yalnýz avret yerini örtmek kâfi deðildir. Þâfiî buna muhaliftir.» demiþtir.
METÝN
Evvela sargý, sonra onun üzerine îzâr yapýlýr. Ve gömleði giydirilir sonra îzârýn üzerine konularak evvela sol tarafý, sonra sað tarafý sarýlýr. Sonra yine böylece sargý da sarýlýr. Tâ ki sað taraf solun üzerine gelsin. Kadýna gömleði giydirilir. Ve saçlarý iki pelik halinde gömleðin üzerinde göðsüne konur. Baþ örtüsü saçýn üzerine, sargýnýn altýna konur. Sonra yukarýdaki gibi yapýlýr. Kefenin açýlmamasýndan korkarsa düðümlenir.
Kefen hususunda hunsayý müþkil kadýn gibi, ihramlýihramsýz gibi, mürahik bâli´ gibidir. Bulûða yaklaþmayan çocuk bir parça içine kefenlenirse caizdir. Düþük cenîn, ölünün bir uzvu gibi kefenlenmez, beze sarýlýr. Kabrinden taze çýkarýlmýþ ve daðýlmamýþ insan defnedilmemiþ gibi defalarca kefenlenir. Daðýlmýþsa bir parça içine kefenlenir. Buraya kadar kefenlenen kimselerin sayýsý onbir oldu. Onikinci þehittir. Bunu Müctebâ sahibi söylemiþtir.
ÝZAH
Gömleði, cenaze bir peþkirle kurulandýktan sonra giydirilir, Nitekim yukarýda geçmiþti. Musannýf, «Evvela sol tarafý sonra sað tarafý sarýlýr.» diyerek îzârla sargýnýn ayrý ayrý sarýlacaðýna iþaret etmiþtir. Çünkü bu þekilde cenaze daha güzel örtülmüþ olur. T.
«Sonra yukarýdaki gibi yapýlýr.» Yani gömlek giydirilip baþ örtüsü konulduktan sonra îzârýn üzerine býrakýlýr. Ve evvel sol tarafý sarýlýr ilh... Fetih sahibi diyor ki: ...«bez parçasýný zikretmemiþtir. Kenz þerhinde bunun açýlmasýnlar diye kefenlerin üzerine baðlanacaðý bildirilmektedir. Geniþliði kadýnýn memeleriyle göbeðinin arasý kadar olacaktýr. Bazýlarý, yürürken kefen uyluklardan açýlmasýn diye bu parçanýn memelerle dizler arasý olacaðýný söylemiþlerdir. Tühfe´de; bez parçasý kefenlerin üzerine göðüste memelerin üzerinden baðlanýr denilmiþtir.» Cevhere sahibi de þunlarý söylemiþtir: «Hucendî´nin "bez parçasý kefenlerin üzerinden memelerin üstüne baðlanýr.´ sözünden murad, ihtimal, sargýnýn altý, îzâr ve gömleðin üstüdür. Anlaþýlan budur. «El´Ýhtiyar adlý kitapta. «Evvela gömlek giydirilir Sonra. gömleðin üzerinden bez parçasý baðlanýr.» deniliyor. Bu ibarelerin ifade ettiði mânâ, bez parçasýnýn geniþliðinde, nereye ve ne zaman baðlanacaðýnda ihtilaf edildiðini anlatmaktadýr.
«Kefen hususunda hunsayý müþkil kadýn gibidir.» Yani ihtiyaten beþ parça içine kefenlenir. Zira erkek olmasý ihtimali karþýsýnda fazlanýn bir zararý yoktur. Nehir´de, «Þu kadar varki ipek, usfurlu ve ze´feranlý kumaþlardan ihtiyaten kaçýnmalýdýr.» denilmiþtir.
«Ýhramlý ihramsýz gibidir.» Yani baþý örtülür. Kefenleri kokulanýr. Þâfiî Rahimallah buna muhaliftir.
«Mürâhik de bâl)ð gibidir...» (mürâhik bulûða yaklaþan çocuktur) Erkek çocuk erkek hükmünde, kýz çocuðu da kadýn hükmündedir. H. Bedâyi´de þöyle denilmiþtir: «Zira mürâhik hayatýnda âdet vecihle bâlið kimselerin giydiði elbise ile dolaþýr. Kefen hususunda da onlar gibi kefenlenir.»
«Bülûða yaklaþmayan çocuk» erkekse bir parça kefene sarýlmasý caizdir. Zeyleî þöyle demiþtir: «Erkek çocuðu en azýndan bir parça kefene sarýlýr. Kýz çocuðuna ise iki parça gerekir.» Bedâyi´de de þöyle denilmiþtir: «Ölen bulûða yaklaþmamýþ erkek çocuðu ise izâr ve gömlekten müteþekkil iki parça ile kefenlenmesi iyi olur. Ama bir izârla kefenlenmesi do caizdir. Kýz çocuðunun ise iki parçaile kefenlenmesinde beis yoktur.»
Ben derim ki: Bedâyi sahibinin «iyi olur.» demesinde bâlið gibi kefenlenmesinin daha iyi olacaðýna iþaret vardýr. Çünkü Hýlye´de Hâniye ve Hulâsa´dan naklen bildirildiðine göre þehvet çaðýna gelmeyen bir çocuk hakkýnda yapýlacak en iyi iþ onu bâlið gibi kefenlemektir. Ama bir parça ile kefenlenmesi de caizdir. Bu sözde bülûða yaklaþmamýþ olmaktan murad, þehvet çaðýna eriþmeyen olduðuna iþaret vardýr.
«Düþük cenin beze sarýlýr.» zira onun için kâmil hürmet yoktur. Ölü olarak doðanýn hükmü de budur. Bedâyi.
«Düþük, ölünün bir uzvu gibidir.» Yani insanýn kol ve bacaklarýndan biri, yahut bedeninin yarýsý, uzunluðuna veya geniþliðine yarýlmýþ olarak bulunsa bir bez parçasýna sarýldýðý gibi bu da bez parçasýna sarýlýr. Ancak bulunan parça ile birlikte baþýda varsa o zaman kefenlenîr. Nitekim Bedâyi´de beyan edilmiþ ve þöyle denilmiþtir: «Kâfir de öyledir. Kâfirin müslüman bir zirahim mahremi bulunursa onu yýkar. Bir beze sararak kefenler. Çünkü sünnet vecihle kefenlenmesi kerahet kabilindedir.»
«Kabrinden taze çýkarýlmýþ» cenaze, kefeni soyulmuþ olarak bulunursa, daðýlmamýþ olmak þartiyle hiç defnedilmemiþ gibi ikinci defa üç parça kefenle kefenlenir. «Daðýlmamýþ olmak» kayýttýr. Zira daðýlmýþsa bir parça kefene sarýlýr.
«Defalarca kefenlenir.» ifadesinden murad; ikinci, üçüncü ve daha fazla defalar kabrinden çýkarýlýp soyulursa taze olmak þartýyle bize göre malýnýn aslýndan her defasýnda kefenlenir. Velev ki borçlu olsun. Ancak alacaklýlar terekeden haklarýný alýrlarsa geri alýnmaz. Malý, mirasçýlarý arasýnda taksim olunmuþsa her mirasçý nasibine göre kefene iþtirak eder. Buna alacaklýlarla vasiyet edilen kimseler iþtirak etmezler. Zira onlar ecnebidirler. Sekebü´l-Enhur.
«Buraya kadar kefenlenen kimselerin sayýsý onbir oldu.» Bunlarýn beþi metinde zikredilmiþlerdir ki onlar da erkek, kadýn, hunsa, mezarýndan taze çýkarýlan ve çürüyüp daðýlan kimselerdir. Þerhde de altýsý zikredilmiþtir. Onlar da; ihramlý, mürâhik, mürâhik erkek, mürâhik kýz, mürâhik olmayan çocuk ve düþürülen cenindir. Lâkin gördük ki mürâhik kýzýn hükmünü ayrýca zikretmemiþtir. Biz Bedâyi´den iki kiþi daha naklettik onlar da ölü doðan çocukla kâfirdi.
METÝN
Kefenin Yemen kumaþýndan ve ketenden yapýlmasýnda beis olmadýðý gibi, kadýn kefeninin ipekten, ze´feranlý ve usfurlu kumaþtan yapýlmasýnda da bir beis yoktur. Çünkü hayatta iken giyilmesi caiz olan her þeyden kefen yapýlabilir. En makbulü beyaz, renklisi yahut içinde namaz kýldýðý elbisedir. Malý bulunmayan kimsenin kefeni, nafakasý kime vacipse ona düþer. Böyleleri birkaç kiþi iseler, miraslarý miktarýnca kefene iþtirak ederler. Zevce hakkýnda ihtilaf edilmiþtir. Ebu Yusuf´a göre fetva, onun kefeninin, kocasýna ait olduðuna göredir. Velev ki mal býrakmýþ olsun. Hâniye. Bahýr sahibi «zâhir olan budur» diyerek bu kavli tercih etmiþtir. Çünkü kefen kadýnýn elbisesi gibidir.
ÝZAH
«Musannýf, «Beis yoktur.» demekle, hilâfetin daha evla olduðuna iþaret etmiþtir. Hilafý beyaz pamukludur. Câmiu´l-Fetva adlý eserde, «Erkeðe keten ve yün kumaþtan kefen yapmak caizdir. Lâkin evla olan pamuktur.» denilmiþtir. Tâciye´de dahi, «yün, kýl ve deri kullanmak mekruhtur.» denilmiþ; Muhit ve diðer kitaplarda, beyaz kefenliðin müstehap olduðu bildirilmiþtir. Ýsmail.
«Kadýn kefeni» demekle musannýf erkeklerden ihtiraz etmiþtir. Çünkü erkekler için za´feranlý ve usfurlu (kokulu) kefen mekruhtur. En makbul kefen beyaz renkli olandýr. Bunun yenisi eskisi, yýkanmýþý yýkanmamýþý müsavidir. Nehir.
«Yahut içinde namaz kýldýðý elbisedir.» Bu kavil Abdullah b. Mübarek´ten rivayet olunmuþtur. T.
Malý olmayan kimsenin kefeni. akrabasýna düþer. Malý varsa kefeni kendi malýndan alýnýr. Ve rehin, teslim alýnmamýþ mal ve cinayet iþlemiþ köle gibi baþkasýnýn hakký taalluk etmemek þartýyle sünnet miktarý kefenlik borcundan vasiyet ve mirasýndan önce gelir. Bahýr ve Zeyleî´de böyle denilmiþtir. Yukarýda beyan etmiþtik ki alacaklýlar mirasçýlarý kefen-i kifâyeden fazla kefen almaktan men edebilirler.
«Malý bulunmayan kimsenin kefeni, nafakasý kime vacipse ona düþer.» Kölenin kefeni sahibine, rehin kölenin kefeni râhine, satanýn elindeki satýlmýþ kölenin kefeni satana aittir. Bahýr.
«Birkaç kiþi iseler miraslarý miktarýnca kefene iþtirak ederler.» Nasýl ki nafakasý da üzerlerine vacipti. Fetih. Yani nafaka da mirasa göredir. Meselâ ölenin anne bir kardeþi, bir de anne baba bir kardeþi bulunursa birincisi kefenin altýda birini verir. Kalanýný ikincisi tedarik eder.
Ben derim ki: Kefeni nafaka ile itibara almanýn muktezasý þudur: Ölenin bir oðlu bir kýzý varsa kefeni yarý yarýya tedarik ederler. Nafaka da öyledir. Çünkü asla karþý fer´a vacip olan nafakada, miras nazar-ý itibara alýnmaz. Onun içindir ki o kimsenin biri müslüman diðeri kâfir iki´ oðlu bulunursa nafakasý ikisine pay edilir, Yine bunun muktezasý, ölenin babasý ile oðlu bulunursa, nafaka gibi kefeni de oðluna düþer; babasýna düþmez. Bu husustaki tafsilat inþallah bâbýnda verilecektir.
T E N B Ý H: Mevcut olan mirasçý, kefeni kendi yalýndan verip hissesi miktarýnca gaipten almaya niyet etse, hâkimin izniyle vermediði taktirde ondan bir þey alamaz. Hâvi´z-Zâhidi. Bundan Hayreddin Remlî þu hükmü çýkarmýþtýr: Bir kimsenin karýsýna, o kimsenin veya hâkimin izni olmaksýzýn baþka biri kefen alsa bu yaptýðý teberrudur. (ondan bir þey alamaz).
«Ebû Yusuf´a göre fetva, kefenin kocaya ait olmasýnadýr.» Ýmam Muhammed´e göre kocasýna bir þey lâzým gelmez. Çünkü ölümle evlilik sona ermiþtir. Bahýr´da Müctebâ´dan naklen bildirildiðine göre bu meselede Ýmam-ý A´zam´dan rivayet yoktur. Lâkin Münye þerhinde Sirâciye þerhinden naklen, «Ýmam-ý A´zam´ýn kavli Ebû Yusuf´un kavli gibidir.» denilmektedir.
«Velev ki mal býrakmýþ olsun.» bilmiþ ol ki, Ebû Yusuf´un kavlini izah hususunda ulemanýn ifadeleri muhteliftir. Meselâ Hâniye, Hulâsa ve Zahiriyye´de; «Mal býrakmýþ olsa bile kefeni kocasýna aittir. Fetvâ buna göredir.» denilmiþ; Muhit, Tecnis, Vâkýât ve musannýfýna ait olan Mecma´ þerhinde, «Kadýnýn malý yoksa kocasýna aittir. Fetva buna göredir.» ifadesi kullanýlmýþ; musannýfýna ait Mecma´ þerhinde ise: «Kadýn ölür de malý bulunmazsa kefeni zengin olan kocasýna düþer.» denilmiþtir. EI´Ahkâm adlý eserde Mübtega´dan naklen böyle denilmiþtir. «Fetva buna göredir» cümlesi ziyade edilmiþtir. Bunun muktezasý, kocasý fakir ise bilittifak kefenlenmesi lazým gelmemektir. Yine Ahkâm´da Uyun´dan naklen; «kadýnýn kefeni malý varsa kendi malýndan, yoksa kocasýnýn malýndan tedarik edilir. Kocasý fakir ise beytü´l-malden verilir.» denilmektedir. Bahýr sahibinin tercihi þudur: Kocasý zengin olsun olmasýn kadýnýn malý bulunsun bulunmasýn kefeni kocasýna aittir. Çünkü kefen elbise gibidir. Kadýnýn elbisesi mutlak olarak kocasýna aittir. Bahýr sahibi bu kavli Valvalciye´nin de nafakalar bahsinde sahihlediðini söylemiþtir.
Ben derim ki: Valvalciye´nin ibaresi þudur «Kadýn ölür: de malý bulunmazsa Ebu Yusuf kefen için kocasýnýn mecbur edileceðini söylemiþtir. Burada esas þudur: Bir kimse hayatýnda birisinin nafakasýný vermeye mecbur edilirse ölümünden sonra da mecbur edilir. Ýmam Muhammed ´koca mecbur edilmez.´ demiþtir. Sahih olan birinci kavildir.
T E N B Ý H: Hýlye sahibi diyor ki: «Hilâfýn yeri, ölüm halinde kefenin vacip olmasýna mâni, kadýnýn geçimsizliði veya küçüklüðü gibi bir hal bulunmadýðý suret olmak gerekir.» Bu mütalaa güzeldir. Çünkü nafakanýn lazým gelmesiyle kefenin lazým gelmesi itibara alýnýrsa nafakayý ýskat eden þeyle kefen sâkýt olur. Sonra bilinmeli ki kocasýna vacip olan, þer´an techiz ve tekfindir ki bunlar da kefen-i sünnet veya kefen-i kifâyet. buhur, yýkama ücreti, taþýma ve defin ücreti gibi þeylerdir. Zamanýmýzda icat edilen tehlilciler, þarký okuyan hâfýzlar ve üç gün yemek vermek gibi þeyler deðildir. Bunu akýl balið veresenin geri kalanlarýnýn rýzasý olmaksýzýn yapan kimse kendi malýndan öder.
METÝN
Orada nafakasý üzerine vacip olacak kimse yoksa, kefen beytü´l-maldan vacip olur. Beytü´l-mal ma´mur veya muntazam deðilse o cenazeyi kefenlemek müslümanlara düþer. Onlar da buna kâdir olamazlarsa cenaze için baþkalarýndan bir elbise isterler. Bir þey artarsa, tasadduk eden bilindiði taktirde kendisine iade edilir. Bilinmezse o parça ile böyle bir cenaze kefenlenir. O da yoksa tasadduk edilir. Müctebâ. Bu sözün zâhirine bakýlýrsa baþkalarýndan yalnýz kefen-i zaruret istenir. Kefen-i kifâyet istemez. Cenaze yalnýz bir kiþinin bulunduðu bir yerde olur da o bir kiþinin birden baþka elbisesi olmazsa o elbise ile kefenlenmesi lâzým gelmez. Kefen teberru edenin mülkünden çýkmaz.
Cenaze namazýnýn sýfatý bilittifak farz-ý kifâyedir. Binaenaleyh onu inkâr eden kâfir olur. Zira icmâý inkâr etmiþtir. Kýnye. Defni. yýkanmasý ve techizi de öyledir. B´unlar da farz-ý kifâyedir.
ÝZAH
Beytü´l-mâlýn ma´mur olmamasý. içinde bir þey bulunmamasýyle; muntazam olmamasý da, ma´mur fakat yerlerine, harcanmasýyle olur. T.
«Müslümanlara düþer.» ifadesinden murad, onu tanýyanlardýr. Kefen farz-ý kifâyedir. Terk edilirse ölen kimseyi tanýyanlarýn hepsi günahkar olurlar. T.
«Bilinmezse o parça ile böyle bir cenaze kefenlenir.» Bu ibare Müctebâ´da yoktur. Onu Bahýr sahibiVâkýât ve Tecnis´den naklen ziyade etmiþtir.
Ben derim ki: Hidâye sahibinin eseri´ olan Muhtaratü´n-Nevâzil´de. «Bir fakir ölür de halktan para toplanarak kefenlenir ve bir þey artarsa, sahibi bilindiði taktirde ona iade edilir. Sahibi bilinmezse baþka bir fakirin kefenine harcanýr yahut tasadduk edilir.» denilmektedir.
«Bu sözün zâhirine bakýlýrsa baþkalarýndan yalnýz kefen-i zaruret istenir.» Bu incelemeyi Nehir sahibi yapmýþtýr. Lâkin Muhtaratü´n Nevâzil´de naklettiðimiz ibareden sonra. «Halktan bir parça elbiseden baþka bir þey toplanmaz.» denilmiþtir. Sonra El´Ahkâm´da Umdetü´l-Müftî´den naklen gördüm ki; «Halktan bir elbiseden fazla bir þey toplamazlar.» deniliyor.
«O elbise ile kefenlenmesi lazým gelmez.» Zira kendisi ona muhtaçtýr. Elbise ölenin olur da diri onun vârisi bulunursa onunla ölen kefenlenir. Çünkü kefenlenmek mirastan önce gelir. Bahýr. Ancak diri, soðuk veya telef edeceðinden korkulan bir sebeple buna mecbur kalýrsa o zaman dirinin hakký tercih edilir. Meselâ ölenin suyu bulunur da orada susuzluktan muztar kalmýþ biri ölürse, ölüyü yýkamaya tercih edilir. Münye þerhi.
«Kefen teberru edenin mülkünden çýkmaz.» Hatta öleni yýrtýcý bir hayvan parçalasa, kefeni teberru edene verilir. vârislere verilmez. Nehir. Yani vârislere hibe etmemiþse demek istiyor. Nitekim Muhit´den naklen Ahkam´da böyle denilmiþtir.
Musannýf burada cenaze namazýnýn sýfatýndan baþlayarak þartýný, rüknünü, sünnetlerini, keyfiyetini ve kýldýrmaya kimin daha haklý olduðunu beyan etmiþtir. Kuhistani diyor ki: «Cenaze namazýnýn vücübuna sebep, müslüman olan cenazedir.» Nitekim Hulâsa´da da böyle denilmiþtir. Vakti. cenazenin getirildiði zamandýr. Onun için de akþam namazýnýn sünnetinden önce kýlýnýr. Hýzâne´de dahi böyle denilmiþtir.
Bahýr´da, «Namazý bozan þeyler cenaze namazýný da bozar. Yalnýz kadýnla bir hizaya durmak müstesnadýr. O bozmaz. Nasýl ki Bedâyi´de beyan olunmuþtur. Mekruh zamanlarda cenaze namazý da mekruhtur. Cenaze namazýnda imamýn abdesti bozulur da yerine baþka birini geçirirse caizdir. Sahih kavil budur. Zahiriyye´de de böyledir.» denilmektedir.
Cenaze namazý bilittifak farz-ý kifâyedir Bazý ibarelerde vaciptir denilmiþse de bundan maksat farzdýr. Bahýr. Lâkin Kuhistâni´de Nazým´dan naklen, «Cenaze namazýnýn sünnet olduðunu söyleyenler de vardýr.» denilmiþtir.
Ben derim ki: Bu sözün «sünnetle sâbit olmuþtur.» mânâsýna te´vili mümkündür. Nasýl ki bu gibi yerlerde te´vil budur. Lâkin «bil´icmâ» diye tasrih edilmesi buna aykýrýdýr. Meðer ki «Ýcmâýn senedi sünnettir.» denile. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.)in, «Ýyi kötü herkesin cenaze namazým kýlýn! » hadisi böyledir.
Allah Teâlâ hazretlerinin, «Onlarýn cenaze namazlarýný kýl!» emri, bazýlarýna göre farz olduðunun delilidir. Lâkin bu kavil Nehir´de de beyan edildiðine göre reddedilmiþtir. Zira Bu ayetle emir edilen þeyin tasadduk edene dua ve istiðfar olduðuna müfessirlerin icmâý vardýr. Þu da var ki muhakkýk ulemadan Kemâl b. Hümâm Tahrir adlý eserinde cenaze namazýnýn farz.olmasýný. küçük çocuðunkýldýrmasýyla sâkýt olmasý karþýsýnda müþkil saymýþtýr. O þöyle demektedir: «Maksat fiildir demek, vücüb lafzýyle vârid olan itirazý def edemez.» Yani cenaze namazý. mükelleflere farzdýr. Binaenaleyh fiilin mutlaka onlar tarafýndan icrasý gerekir. Tahrir þârihi Ýbn-i Emir Hâcc «Cenaze namazýnýn mümeyyiz küçük çocuðun kýldýrmasýyle sâkýt olmasý Þâfiîlere göre esah olan kavildir.» demiþ; sonra þunlarý söylemiþtir: «Benim gördüðüm, mezhebimiz kitaplarýnda bunun nakledildiðini hatýrlamýyorum. Mezhebimizin esasý sâkýt olmamasýdýr,» Sözün tamamý yakýnda gelecektir.
radyobeyan