Hanefi Fýkhý
Pages: 123456
Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 16:59:34
Reddü´l Muhtar / Namaz

NAMAZ BAHSÝ

EZAN BÂBI

NAMAZIN ÞARTLARI BABI

NAMAZIN SIFATI

NAMAZIN VACÝPLERÝ

NAMAZIN SÜNNETLERÝ

NAMAZIN MEKRUHLARI

NAMAZIN ÂDABI

ÝMAMLIK BÂBI

ÝSTÝHLAF BABI

NAMAZI BOZAN VE NAMAZDA MEKRUH OLAN ÞEYLER.

VÝTÝR VE NAFÝLELER BABI

TERAVÝH NAMAZI

FARZA YETÝÞME BABI

GEÇMÝÞ NAMAZLARIN KAZÂSI BÂBI

SECDE-Ý SEHÝV BÂBI

HASTANIN NAMAZI

SECDE-Ý TÝLÂVET BÂBI

ÞÜKÜR SECDESÝ

MÝSAFÝRÝN NAMAZI BABI

CUMA BABI

BAYRAMLAR BABI

KÜSUF BABI

ÝSTÝSKA BÂBI

KORKU NAMAZI

CENAZE NAMAZI BABI

ÞEHÝD BÂBI

KA´BEDE NAMAZ BÂBI



NAMAZ BAHSÝ



METÝN

Vesileyi beyân ettikten sonra bu bahis artýk maksada giriþtir. Hiç bir peygamberin þeriatý namazdan hâli kalmamýþtýr. Namaz Kâ´be vasýtasiyle Ýbâdet olduðu için mertebesi imandan aþaðýdadýr. O imandan deðil, imanýn furuundan sayýlýr. (namazýn Arabçasý salattýr.) Salat lügatta : Dua mânâsýna gelir.

Sonra þer´an: Malum fiiller mânâsýna nakl edilmiþtir. Zahir olan bu (nakil) dir. Çünkü namaz, okumak bilmeyen kimsede, dilsizde, duasýz da mevcuttur. Namaz her mükellefe bil´icma farzý ayýndýr. Hicretten bir buçuk sene evvel ramazanýn on yedinci cumartesi akþamý Ýsrâ gecesinde farz kýlýnmýþtýr. Daha evvel biri güneþ doðmazdan önce, diðeri batmazdan önce olmak üzere iki vakit namaz vardý. Þumunnî.

ÝZAH


Namazýn aslý her peygamberin þeriatýnda vardýr. Sabah namazýnýn Adem aleyhisselama, öðlenin Davud aleyhisselâma, ikindinin Süleyman aleyhisselâma, akþamýn Yakup aleyhisselama. yatsýnýn Yunus aleyhisselâma farz kýlýndýðý, bu ümmete hepsinin toptan meþru olduðu söylenir. Baþka söyleyenler de vardýr.

Namazýn Kâbe vasitasiyle ibâdet olmasý, kulun cismi ile kâbeye dönmesi vasýtasiyle demektir. Namaz ancak bütün þartlarý bir arada bulunduðu zaman ibâdet olduðu halde Þârih, neden hassaten Kâbe vasýtasýný zikretti? Bir düþün! T.

Þöyle denilebilir: Namaz Kâbe´yi ta´zim vasýtasiyle ibâdet olmuþtur. ALLAH Taâlâ Kâbe´ye dönmeyi ona ta´zim için emir etmiþtir. Kâbe´yi tazim vasýtasiyle de ALLAH´ý ta´zim hâsýl olur. Bunu üstadýmýz ifâde etmiþtir. Namazýn mertebesi imandan aþaðýdýr. Çünkü iman vasýtasýz ibadettir. Namaz imandan deðil, onun furûlarýndandýr. Bu sözden maksat namazýn fiil itibariyle imanýn fer´î olmasýdýr. Yoksa hükmü itibariyle yaný farz olmasýna bakarak imandandýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.)´in getirdiklerini tasdik cümlesindendir. T.

Þârih, Buharî ve baþkalarý gibi «ameller imandandýr.» diyenlerin hilâfýna iþâret etmiþtir.

Salât lügatta dua mânâsýna gelir. Yani hakikî lügat mânâsý budur. Cumhurun kavli de budur. Cevherî ve diðer lügat ulemasý bu mânâya cezm etmiþlerdir. Çünkü þeriat gelmezden önce Arablarýn dilinde þâyî olan mânâ bu idi. Sonra þeriat, erkân-ý mahsusa mânâsýna nakletti. Bazýlarý, «Salât kelimesi çantýlarý sallamak mânâsýnda hakikat, erkân-ý mahsusa mânâsýnda lügavî mecâzdýr. Zira namaz kýlan kimse rukû ve secdelerinde çantýlarýný sallar. Dua mânâsýnda ikinci bir mertebede istiarey-i tasrihiyedir ve dua eden kimseyi gösterdiði huþû hususunda rukû ve secde edene benzeterek yapýlmýþtýr.» demiþlerdir. Tamamý «Nehir»dedir.

Usul-i fýkýh ulemasý (namaz ve oruç mânâlarýna gelen) salât ve savm gibi þer´î mânâlara delâlet eden sözler hakkýnda ihtilâf etmiþlerdir. Bu kelimeler lügat mânâlarýndan alýnýp þer´î hakikatlara nakledilmiþler midir? Yani aslî mânâlarýna itibar kalmamýþ mýdýr? Yoksa aslî mânalarý itibarda kalmak þartiyle bu mânâlara birtakým þer´î kayýtlar mý ziyâde edilmiþtir? Bazýlarý birinci kavli, yani þer´î hakikatlara nakledildiklerini tercih etmiþlerdir. «Gâye» sahibi bu kavli daha yerinde bulmuþ ve ta´lil ederek, «Çünkü namaz okumak bilmeyen kimsede duasýz da mevcuttur.» demiþtir. Birtakýmlarý ikinciyi, yani aslî mânâlarýnýn itibarda kaldýðýný namaz da dua mânâsýna yalnýz erkân-ý mahsusa mânâsý ziyade edildiðini söylemiþlerdir. Bu takdirde mecâzen cüz´ü zikirle kül kasdedilmiþ demektir. Nitekim «Nehir»de böyle denilmiþtir.

NAMAZDAN murad, beþ vaktin farzlarýdýr. Bunlar her mükellefe farz-ý ayýn, yani bizzat kendisine farzdýr. Farz-ý ayýn denilmesi bundandýr. Farz-ý kifâye böyle deðildir. Çünkü o toptan mükelleflere kifâyet yolu ile farz olur. Þu mânâya ki: Ýçlerinden biri veya birkaçý yaparsa ötekilerden borç sâkýt olur. Hiç biri yapmazsa hepsi günahkâr olurlar.

Mükelleften murad, akil bâlið olan müslümandýr. Velev ki kadýn veya köle olsun. Bilicmâ tâbirinden maksat, kitab ve sünnetle sabit olmuþtur demektir.

Namaz, Ýsrâ gecesinde (yani peygamber (s.a.v.)´in göklere çýktýðý gecede) farz olmuþtur. Bunu Ýsmail Nablusî dahi «Ahkâm» nâmýndaki kitapta nakletmiþ; sonra þunlarý söylemiþtir:

«Þeyh Muhammed Bekrî´nin - ALLAH bereketlerinden bizi müstefid kýlsýn - «Er-Ravzatü´z-Zehra» adlý eserinde anlattýklarýnýn hulâsasý þudur:

Ulema Ýsrâ hâdisesinin Peygamber (s.a.v)´in gönderilmesinden sonra olduðuna ittifak etmiþ; hangi sene olduðunda ihtilâfa düþmüþlerdir. Bazýlarý hicretten bir sene evvel olduðunu söylemiþlerdir. Ýbni Hazm buna ittifak ve icmâ vuku bulduðunu nakletmiþtir. Birtakýmlarý hicretten beþ sene önce olduðunu bildirmiþlerdir. Sonra hangi ayda vuku bulduðunda dahi ihtilaf etmiþlerdir. Ýbni Esîr ve «Fetevâ» adlý eserinde Nevevî, Rabi-ulevvel´de olduðuna kat´iyetle hüküm etmiþlerdir. Nevevî, Rabiulevvel´in yirmi yedinci gecesi vâki olduðunu söyler. Bazýlarý, Rabiulâhir, bazýlarý da Recep ayýnda vuku bulduðunu söylemiþlerdir.

Nevevî, «Ravza» adlý eserinde Râfiî´ye uyarak buna cezm etmiþtir. Þevvalde olduðunu söyleyenler de vardýr. Hafýz Abdülganî «El-makdis-i Sîret» nâmýndaki eserinde Receb´in yirmiyedinci gecesinde olduðuna kat´i olarak hükmetmiþtir. Þehirler ulemasý bunu tercih etmiþlerdir».

METÝN

(Namaz, mükellef olanlara farzdýr). Velev ki namaz için sopa ile deðil de el ile çocuðu dövmek vacip olsun. Çünkü Peygamber (s.a.v.). «Çocuklarýnýz yedi yaþýna vardýklarýnda onlara namazý emir edin. On yaþýna vardýklarýnda namaz için onlarý dövün!» buyurmuþtur.

Ben derim ki: Sahih kavle göre oruç da namaz gibidir. Nitekim Kuhistânî´nin Oruç Bahsinde «Zâhidî»ye nisbet edilerek böyle denilmiþtir:

«Ýhtiyar»ýn Haram Bahsinde, «Çocuða oruç ve namaz emir edilir. Ýçki içmek yasaklanýr. Tâ kî hayra alýþsýn, kötülüðü terk etsin.» denilmiþtir.

Namazý inkâr eden kâfir olur. Çünkü kat´î delil ile sabittir. Umursamayarak, yani tenbelliðinden dolayý kasten terk eden fâsýk olur. Ve namaz kýlýncaya kadar hapis edilir. Çünkü bir insan kul hakký için bile hapis edilir. O halde ALLAH Taâlâ´nýn hakký için hapis edilmesi. Evleviyette kalýr. Bazýlarý kan akýncaya kadar dövüleceðini söylemiþlerdir. Ýmam Þâfiî´ye göre bir tek namazdan dolayý haddý þer´î (ceza) olmak üzere öldürülür. Bazýlarý kâfir olduðu için öldürüleceðini söylemiþlerdir.

ÝZAH

«Velev ki namaz için çocuðu dövmek vacip olsun.» sözü «Namaz her mükellefe farz-ý ayýndýr.» ifadesinden anlaþýlan mefhum muhalif üzerine yapýlmýþ bir mübâlaðadýr. Ve sanki þöyle demiþtir: Mükellef olmayana namaz farz deðildir. Velev ki on yaþýndaki çocuðu dövmek velisine farz olsun. Bu da namaz kýlmayý ahlâk edinsin ve ona alýþsýn diyedir. Yoksa çocuða farz olduðu için deðildir. Bunu Tahtâvî söylemiþtir. Hadîsten anlaþýlan mânâ yedi yaþýndaki çocuðu dövmek vacip olduðu gibi, namazý emir etmenin de vacip olmasýdýr. Yine hadîsten anlaþýldýðýna göre buradaki vacip sözü farz mânâsýna deðil, ýstýlahî vacip manâsýnadýr. Çünkü hadîs (kat´î deðil) zannî hüküm ifâde eder.

Çocuk el ile dövülecek ve üç tokattan fazla vurulmayacaktýr. Hocanýn da talebesine üç tokattan fazla vurmaya hakký yoktur. Peygamber (s.a.v.) muallimlik yapan Mirdâs´e, «Sakýn üç tokattan fazla vurma! zira üçten fazla vurursan ALLAH senden kýsas alýr.» buyurmuþtur. Bundan anlaþýlan namazdan baþka bir þeyi için dahi sopa ile dövmemektir.

Þârih´in zikrettiði hadîs, mutlak dövmenin delilidir.

Sopa ile dövmemeye gelince: Sopa ile dövmek mükellefin cinayeti hakkýnda varid olmuþtur. H.

Metindeki hadîsin tamamý þöyledir: «Ve yataklarda onlarý ayýrýn!». Bu Hadîs-i þerifi Ebu Davud ile Tirmizi rivâyet etmiþlerdir. Onlardaki lâfzý þudur: «Çocuða yedi yaþýnda namazý öðretin! On yaþýnda namaz için onu dövün!». Tirmizi. Bu hadîs hasen sahihtir.» demiþtir. Onu Ýbni Hüzeyme, Hâkim ve Beyhakî sahih bulmuþlardýr. «Ýsmail».

Anlaþýlan dövmenin vacip olmasý yedi ve on yaþýný bitirip sekize ve onbire bastýðý zamandýr. Nitekim ulema çocuðun terbiye müddeti hakkýnda da ayný þeyi söylemiþlerdir. Þârih´in «Oruç da namaz gibidir.» sözünden muradý çocuða bütün emir edilen þeyleri emir, yasak edilenleri yasak edilmesi lâzým geldiðini anlatmaktýr. H.

Ben derim ki: «Ahkâm-ý Saffârda açýklandýðýna göre çocuða cimâ ettiði zaman yýkanmasý, abdestsiz kýldýðý namazý tekrar kýlmasý emir olunur. Orucunu bozarsa kaza etmesi emir edilmez. Çünkü bunda ona meþekkat vardýr.

«ALLAH Taâlâ´nýn hakký için hapis edilmesi evleviyette kalýr» sözüne karþý. «ALLAH´ýn hakký müsamahaya ibtina eder.» denilemez. Çünkü Ýslâmýn rükünlerinin hiç birinde müsamaha yoktur.

Kan akýncaya kadar dövülür diyen Mahbubî´dir. Bunu Halebî «Mineh»ten nakletmiþtir. «Hilye»nin ifâdesinden anlaþýlan mezhebin bu olduðudur. Zira þöyle demiþtir: «Aralarýnda Zührî de bulunan birtakým ulema öldürülmeyeceðini, fakat ta´zir (te´dip) edileceðini ve ölünceye yahut tövbe edinceye kadar hapis edileceðini söylemiþlerdir». Ýmam Þâfiî´ye göre tenbellikten dolayý kasten bir tek namaz býrakan kimse hadd-ý þer´i olmak üzere öldürülür. Ýmam Malik ile Ýmam Ahmed´in mezhepleri de budur. Ýmam Ahmed´den bir rivâyete göre kâfir olduðu için öldürülür. Hanbelîlerin cumhuruna göre muhtar olan kavil budur. «Hilye» de bu mesele uzun uzadýya izah olunmuþtur.

METÝN

Namaz kýlan bir kimsenin Müslüman olduðuna dört þartla hüküm edilir. Bunlar:

Vakit içinde imama uymak, Cemaatla namaz kýlmak, Ve o namazý tamamlamaktýr. Vakit içinde ezan okumak, Tilâvet secdesi yapmak veya kýrda otlayan hayvanlarýnýn zekâtýný vermekle dahi MüSlüman olur. Vakit çýktýktan sonra namaz kýlar veya namazý yalnýz baþýna kýlarsa yahut imam olur veya namazý bozar yahud baþka ibadetleri yaparsa müslüman olmaz. Çünkü bunlar bizim þeriatýmýza mahsus deðillerdir.

ÝZAH


Bir kâfir cemaatle namaz kýlarsa bize göre Müslüman olduðuna hükm edilir. Þâfiî buna muhaliftir. Çünkü cemâatle namaz kýlmak bu ümmete mahsustur. Yalnýz baþýna namaz kýlmak baþka ümmetlerde de vardý. Rasûlüllah Sallallahu aleyhi ve sellem, «Her kim bizim kýldýðýmýz namazý kýlar ve kýblemize dönerse o bizdendir.» buyurmuþtur. Ulema bundan murad. bizim hususî þekilde kýldýðýmýz cemaatle namaz olduðunu söylemiþlerdir. «Dürer».

Bu cümle Buhari ve diðer hadîs imamlarýnýn rivâyet ettikleri uzun bir hadîsin bir kýsmýdýr. Yalnýz Buharî «o bizdendir.» yerine «Müslüman odur.» demiþtir. «Ýsmail».

Ýmam Tarsusî «Enfeu´l-Vasâil» nâmýndaki eserinde namazýn mescitte olmasýný kaydetmiþtir. Buna göre þartlar beþ olursa da «Dürerü´l-Buhar» þerhinde «mescitte veya baþka bir yerde» denilmiþtir.

Birinci þart: namazýn vakit içinde kýlýnmasýdýr. Çünkü bu namaz müminlerin kâmil namazýdýr. Zâhirine bakýlýrsa namazýn bir rekâtýna yetiþmiþ olsa kâfi deðildir. Çünkü bu namaz edâ dahi olsa kâmil deðildir. Binaenaleyh «vakit içinde» kaydýndan murad sâdece eda deðil, ondan daha hususî olan kâmil edâdýr.

Ýkinci þart: Cemâattýr.

Üçüncü þart: Ýmama uymasýdýr. Tahtavî diyor ki: «Çünkü tamamlamak müminlerin yoluna tâbi olduðuna delâlet eder. Ýmam olursa iþ deðiþir. Çünkü yalnýz kýlmaya niyet etmiþ olmasý ihtimali vardýr. Bu takdirde cemaat yoktur.

Ben de derim ki: Mezkûr ihtimal imama uyduðu zaman dahi mevcuttur. En iyisi matbu´dur. Tâbi´ deðildir. Ýmama uyan ise ona tâbi´dir;

onun hükümlerini iltizam etmiþtir: demelidir.

Dördüncü þart: Kýldýðý namazý tamamlamasýdýr. Ýmama uyarak tekbir alýr da sonra namazýný bozarsa Müslüman olmuþ sayýlmaz. Bunu «Vehbâniye» þârihi «Mültekâ»dan naklen söylemiþtir.

«Vakit içinde ezan okumak ilh...» cümlesiyle Þârih namaz meselesini anlatýnca kâfiri Müslüman saydýran fiilleri tamamlamak istemiþ ve bunlarý þöyle sýralamýþtýr: Bunlardan biri vakit içinde ezan okumaktýr. Çünkü ezan dinimizin hasâisinden ve þeriatýmýzýn þiârlarýndandýr. Onun içindir ki «Müneh» sahibi «Bahýr»a uyarak ezanýn mescitte okunmasýný þart koþmuþtur. O kimseye Müslüman hükmü verilmesi iki þehadeti ezanýn içinde getirdiði için deðildir, ki kavlen Müslüman olmuþ sayýlsýn. Zira bu takdirde ezanýn vakit içinde okunmasiyle vakit dýþýnda okunmasý arasýnda fark yoktur. Ona Müslüman hükmü verilmesi fiilen müslüman olduðu içindir. Bundan dolayý Ýbni Þýhne þunlarý söylemiþtir:

«Vakit içinde ezan okumakla müslüman olduðuna hüküm verilir. Velev ki Peygamberimizin yalnýz Arablara gönderildiðine inanan Ýsevîlerden olsun Çünkü kâfiri Müslüman yapan þeyler, biri fiil diðeri kavil olmak üzere iki kýsýmdýr.

Ýsfehanlý yahudi Îseviye mensup olanlar mânâsýnadýr..

Kavil: Ýki þehâdeti getirmektir. Ulemamýz bu hususta tafsilât vermiþlerdir. Çünkü þüphe yeridir. Ýsevî olup olmamasý ihtimali de vardýr. Onun için þöyle demiþlerdir: Ýseviye ise iki þehâdetle birlikte mutlaka dininden ayrýldýðýný bildirmesi lazýmdýr. Çünkü îsevî Peygamber (s.a.v.)´in yalnýz Arablara Peygamber gönderildiðine itikad eder. Ýhtimal bu sözle onu kasdetmiþtir. îseviyeden baþkasý öyle deðildir. O, dininden ayrýldýðýný ´bildirmeye muhtaç deðildir.

Fiile gelince: Ulemamýzýn sözleri bu hususta îsevi ile baþkasý arasýnda fark olmadýðýný gösteriyor. Nitekim bunu Ýmam Tarsusî de tahkik etmiþtir. «Ýbni Vehbâ´nýn anladýðý bunun hilâfýnadýr.» Bundan sonra yine Ýbni Þýhne þöyle demiþtir: «Vakit dýþýnda ezan okuyana gelince: îsevî okursa Müslüman olmuþ sayýlmaz. Zira ezan kavil cinsindendir. Binaenaleyh dininden ayrýldýðýný mutlaka söylemesi lazýmdýr.»

Ben derim ki: Ýsevî olmayan birinin ezan okumasý dahi kendisini Müslüman yapmaz. Zira Ýbni Þýhne´nin bu sözden önce «Gâye» ve diðer kitaplardan naklettiðine göre bu kâfir vakit dýþýnda ezan okursa bununla Müslüman olmaz. Çünkü müslümanlýkla alay etmiþ olur. Bundan þu neticeye varýlýr: Vakit içinde ezan okumak fiilen Müslüman olmaktýr. Bu hususta bir kâfirle baþka kâfir arasýnda fark yoktur. Vakit dýþýnda ezan okumak kavlen Müslüman olmaktýr. Lâkýn alay etmiþ olmak ihtimali bulunduðundan, bununla kâfir müslüman olmaz. Bununla birlikte okuyan Ýsevî ise þartýnýn bulunmamasý da ilâve edilir. Þart, dininden ayrýldýðýný bildirmesidir. Bu izahý ganimet bil! Þimdi vakit içinde okuduðu ezana devam þart mýdýr, yoksa bir defa okumasý yeter mi meselesi kalýr ki, onun hakkýnda ileride söz edeceðiz.

Secde âyetini dinledikten sonra tilâvet secdesi yapmakla kâfir Müslüman olur. «Bezzâziyye». Çünkü bu secde bizim þeriatýmýzýn hasaisýndandýr. Taâlâ Hazretleri, kâfirlerin Kur´an okunduðu zaman secde etmediklerini haber vermiþlerdir

Zekât vermekle Müslüman olmayý Tarsusi, «Nazmü´l-Fevâid» adlý eserinde «Develerin zekâtýný verirse» diye kayýtlamýþtýr. Fakat Ýbni Vehban kendisine þöyle itiraz etmiþtir: «Bunun bir hususiyeti yoktur. «Hýlye»de, Kâfir oruç tutsa yahud hac etse veya zekât verse zâhir rivâyete göre Müslüman olduðuna hüküm verilmez denilmiþtir». Ýbni Þýhne iie «Nehir» sahibi de bunu kabul etmiþlerdir. Bundan anlaþýlýr ki, Þârih´in söylediði zahir rivâyete dahi muhaliftir.

Yalnýz baþýna namaz kýlmakla kâfir Müslüman olmaz. Çünkü bu bizim þeriatýmýza mahsus deðildir. Bunu Ýbni Þýhne «Mültekâ»dan nakletmiþtir. «Zâhîre»de bildirildiðine göre bu kavil Ýmam A´zam´ýndýr. Ulemamýzdan bazýlarý Ýmam A´zam´ýn kavlini ezan ve ikametsiz olarak yalnýz kýlarsa mânâsýna hamletmiþlerdir. Bu takdirde bilittifak Müslüman olduðuna hüküm edilmez. Ýmameyn´in kavlini, ezan ve ikametle yalnýz kýlarsa mânâsýna hamletmiþlerdir. Bu takdirde bilittifak Müslüman olduðuna hükmedilir. Zira bu bizim þeriatýmýza mahsustur. Bu suretle meselede hilâf olmadýðýný göstermiþlerdir.

Ben derim ki: Lâkin bu birleþtirme söz götürür. Çünkü Ýbni Þýhne´nin «Kâfi» sahibinden naklettiðine göre ibâdetin en mükemmel surette yapýlmasý mutlaka lâzýmdýr ki, þeriatýmýza mahsus olduðu anlaþýlsýn. Malûm olduðu vecihle yalnýz kýlmak noksanlýktýr. «Bahýr»ýn Teyemmüm Babýnda bildirildiðine göre esas þudur: Kâfir, bir ibâdet yaparsa bakýlýr. Bu ibadet diðer dinlerde varsa onunla Müslüman olmaz. Yalnýz baþýna namaz kýlmak, oruç tutmak, kâmil olmayan hac yapmak ve sadaka vermek böyledir. Bizim þeriatýmýza mahsus olan bir ibâdet yaparsa yine bakýlýr. Teyemmüm gibi vasýta ibadetlerden ise, onunla Müslüman olmaz. Maksat olan ibadetlerden yahud cemaatle namaz, kâmil hac, mescidde ezan okumak ve Kur´an okumak gibi dinin þiarlarýndan ise onunla Müslüman olur. «Muhit» ve diðer kitaplarda buna iþaret edilmiþtir.

Ben derim ki: «Hâniye»de beyan olunduðuna göre hac etmekle zâhir rivâyete göre Müslüman olduðuna hüküm verilmez. Nitekim yukarýda geçti. Sonra «Hâniye» sahibi þöyle demiþtir: «Rivâyet olunmuþtur ki, Müslümanlarýn yaptýðý þekilde hac ederse Müslüman olur. Telbiyeyi getirirde ibâdet yerlerine gitmez, yahud ibâdet yerlerine gider de telbiye getirmezse Müslüman olmaz». Anlaþýlýyor ki, bu rivâyet zâhir rivâyetten baþkadýr. «Vahbâniye» sâhibi onun zaif olduðuna iþaret etmiþtir. Aþaðýdaki manzumenin mutlak ifadesi dahi buna iþaret etmektedir. Bunun vechi þu olsa gerektir: Hac baþka þeriatlarda mevcuttur. Hatta cahiliyet devri halký hac ederlerdi. Lâkin þöyle denilebilir: Bu, hususî þekildeki hac bizim þeriatýmýzdan baþkasýnda yoktur. Binaenaleyh hac da kendisinde yukarýda geçen dört þart bulunan namaz gibi olur. Zira kâmil þekilde namaz bizim þeriatýmýza mahsustur. Kâmil hac da öyledir. Aksi takdirde aralarýnda ne fark olabilir? öyle anlaþýlýyor ki ikinci rivâyet zâhir rivâyetin tefsiri olarak kabul edilir de ondan murad kâmil olmayan hacdýr denilirse iki rivâyet arasýnda hiç bir zýddýyet yoktur. Teemmül et!

Þeyh Kâsým´ýn «Fetevâ»sýnda Ebu´l-Leys´in «Hulâsatü´n-Nevâzil» adlý eserinden naklen, «Kezâ bir kimse kâfiri Kur´an öðrenirken veya okurken görse bununla o kâfir Müslüman olmaz.» deniliyor.

Ben derim ki: Bu söz «Bahýr»daki, «Çünkü ulema, kâfir Kur´an okumaktan men edilmez. Olur ki, hidâyete erer.» ibâresinden daha açýktýr. Anla!

METÝN

Bunlarý «Nehir» sahibi nazma çekerek þöyle demiþtir: «Kâfir vakit içinde imama uyarak ve namazýný tamamlayarak kýlarsa Müslüman olur. Namazýný bozarsa Müslüman olmaz. Keza aþikâr olarak ezan okur yahud kýrda gezen hayvanlarýnýn zekâtýný verirse secde etmesi gibi temizlenir. Müslüman olur. Yalnýz baþýna namaz kýlmakla Müslüman olmadýðý gibi zekât, oruç ve hac ile dahi Müslüman olmayacaðýný ilâve et!».

ÝZAH

«Nehir» sahibi bunlarý Kaza Namazlarý Babýndan az önce söylemiþtir. Sonra benim «Nehir»de gördüðüm, bu beytten baþkadýr. Orada «Aþikâr olarak ezan okur; yahud kýrda gezen hayvanlarýnýn zekâtýný verirse» beytinin yerine, «Yahud onun içinde geleni ilân ederek ezan okur; veya küllünü dinleyerek secde ederse...» denilmiþtir. (Bu beyitteki «küllünü» tâbirlerinden birincisi ile vakit, ikinci «küllünü» ile ALLAH´tan gelen Kur´an kast edilmiþtir). Bu beyt daha güzeldir. Çünkü ezanýn vakit içinde okunmasýný þart koþuyor. «Onun içinde» ifâdesindeki «o» zamiri vakte aittir. Secdeden muradýn tilâvet secdesi olduðu açýklanýyor: zekât meselesi bahis mevzuu edilmiyor. Zira biliyorsun ki, bu mesele zâhir rivâyete aykýrýdýr. Tarsusî onu zikrettiði için «Nehir» sahibi kendisine itiraz etmiþ ve, «Bu meseleyi ondan baþka kimsenin andýðýný görmedim.» Bilâkis «Hâniye»de, «Zâhir rivâyete göre zekât vermekle Müslüman olduðuna hüküm verilmez.» «ibâresi vardýr.» demiþtir.

«Ýlan ederek» sözünden murad, Müslüman olduðuna þahidliði kabul edilecek kimselerin iþitmesidir. Minarede yahud yüksek bir yerde okuyup da birçok kimselerin iþitmesi deðildir. Onun için ezaný seferde bile okusa sahih olur. Nitekim «Bezzâziyye»nin siyerinde þöyle denilmiþtir. «Seferde olsun, evinde, yerinde olsun zimmînin ezan okuyup müezzinlik yaptýðýna þahidlik ederlerse Müslüman olur. Onu mescidde müezzinlik yaparken iþittik derlerse Müslüman sayýlmaz. O, müezzindir, demeleri gerekir. Çünkü bu onun âdeti olur ve bununla Müslüman olmuþ sayýlýr. Bu sözü «Vehbâniye» þârihi Ýmam Muhammed´e nisbet etmiþtir. Sonra bunun zâhirinden anlaþýlan mânâ, müezzinliðin mutlaka o kimsenin âdeti olmasýdýr. Lâkin «Bahýr» sahibi Ezan bahsinde. «Bunun Hýristiyanlar hakkýnda olmasý gerekir. Baþkalarýnýn bizzat ezaný okumakla Müslüman olmasý icap eder.» diyor.

Ben derim ki: Ama biliyorsun, fiil ile Müslüman olmakta bir kâfirle diðeri arasýnda fark yoktur. Ýbni Vehbân´ýn anladýðý buna aykýrýdýr. Þu halde ya vakit içinde ezan okumanýn Müslümanlýðý kabul mânâsýna gelmesi için, onun sözünün kayýt sayýlmasý, yahud bunun yalnýz Ýmam Muhammed´den bir rivâyet olduðunu kabul etmek lazým gelir. Teemmül et ve araþtýr!

«Secde etmesi gibidir.» ifâdesinden murad, tilavet secdesidir. H. Þârih´in, «Zekâtla dahi Müslüman olmayacaðýný ilâve et» sözünden maksatlarý kýrda gezen hayvanlardan baþka mallarýn zekâtýdýr. «Nehir»den bizim naklettiðimiz beyte göre ise maksût bütün nevileriyle zekâttýr. Nitekim «Hâniye»nin zâhir rivâyeden mutlak olarak rivâyet etmesi de bunu gerektirir.

METÝN

Namaz sýrf bedeni bir ibâdettir. Onda asla niyabet (bedel) yoktur. Yani onda hacda sahih olduðu gibi bedenle niyâbet, ve oruçda pîr-ý fâniye fidye ile sahih olduðu gibi mal ile niyâbet sahih olmaz. Çünkü fidye, ancak þeriat sahibinin izniyle câiz olur. Burada böyle bir izin yoktur.

N A M A Z I N sebebi: Peþ peþe gelen nimetler, sonra hitab, sonra vakittir. Yani edâ ilk cüz´ü bitiþirse namazýn sebebi vaktin ilk cüz´ü, bitiþmezse edanýn bitiþtiði herhangi bir cüz´üdür. Edâ hiçbir cüz´e yetiþmezse sebep vaktin son cüz´üdür. Velev ki vakit nâkýs olsun. Hatta vaktin sonunda ayýlan deli ile baygýna, temizlenen hayýzlý ile nifaslýya, bâlið olan sabiye ve Müslüman olan mürtede o namaz farz olur. Velev ki sabi ile mürted vaktin baþýnda o namazý kýlmýþ olsunlar.

ÝZAH

Namaz sýrf bedenî bir ibâdettir. Zekât bunun hilâfýna olarak sýrf malî hac ise mürekkep, yani hem bedenî hem malîdir. Çünkü onda bedenle amel ve mal sarfý vardýr. Namazda niyâbet yoktur. (birinin yerine baþkasý namaz kýlamaz). Çünkü bedenî ibâdetten maksad, bedeni yormak, kötülüðü emir eden nefsi kahr etmektir. Bu, baþkasýnýn yapmasýyla olmaz. Mali ibâdet böyle deðildir. Onda mutlak sûrette niyâbet geçerlidir. Yani ihtiyarî halde olsun iztýrarî ve mecburî halde olsun câizdir. Zira nâibin yapmasiyle zekâttan maksat olan fakiri kayýrma ve malý azaltma fiili hâsýl olmaktadýr. Hacda da meþakkat mânâsýna bakarak âciz halinde malý azaltmak suretiyle niyâbet câizdir. Bedeni yormaya bakarak ihtiyarî halde câiz deðildir. Nitekim Baþkasý Nâmýna Hac Babýnda izah edilmiþtir.

Malûmun olsun ki oruçta þeyh-i fanînin (çok ihtiyar kimsenin) fidye vermesinin sahih olabilmesi için aczin ölünceye kadar devam etmesi þarttýr. Ölmeden kazaya imkân bulursa kaza etmesi lâzým gelir. Nitekim Oruç Bahsinde gelecektir. H.

«Çünkü fidye ancak þeriat sahibinin izniyle caizdir.» cümlesi, namazda malý ile niyâbet geçmediðini ta´lildir. Bu sözde namazla oruç arasýnda fark bulunduðuna iþâret vardýr. Zira ikisi de sýrf bedeni birer ibadettir. Ama oruçta çok ihtiyar kimsenin fidye vermesi sahih, namazda sahih deðildir. Farkýn vechi þudur: Oruçta fidyeyi biz kýyasa muhalif olduðu halde âyetin nassýna tâbi olarak isbat ettik. Onun için usul-û fýkýh ulemasý buna «akýl ermeyen misl ile kaza» demiþlerdir. Çünkü akla yatan kaza, bir þeyi kendi misli ile ödemektir. Bunu namazda isbat edemedik. Zira nass yoktur. Eðer, «Namazý kazadan âciz kalan bir kimse fidye ile ödenmesini vasiyet ederse siz de fidye vermenin vacip olduðunu söylüyorsunuz. iþte nass olmadýðý halde mal ile niyâbeti kabul ediyorsunuz demektir. Bu, oruca kýyasla olamaz. Çünkü kýyasa muhalif bir þeye baþkasý kýyas edilemez» dersen ben þöyle cevap veririm: Orucda fidyenin sabit olmasý iki ihtimalden hâli deðildir. Ya aczle illetlendirilmiþ; ya illetlendirilmemiþtir. Ýlletlendirilmiþse namazý ona kýyas etmek sahihtir. Çünkü illet her ikisinde mevcuttur. Ýlletlendirilmemiþse kýyas doðru deðildir. Ýllet hakkýnda þüphe hâsýl olunca bizde ihtiyaten «Namazda fidye vaciptir. Ancak bu fidye namazý ödemezse en azýndan bir hayýr olur ve bir kötülüðü siler.» demiþizdir.

Binaenaleyh vacibtir demek daha ihtiyatlýdýr. Onun için Ýmam Muhammed, «Ona yeter inþallah» demiþtir. Bunu kýyas yolu ile söylemiþ olsa inþallah deyip Allah´ýn dilemesine havale etmezdi. Nitekim kýyasla sabit olan hükümlerde usûl budur. Bu söylediklerim, Þârih´in «Menâr» þerhi üzerine yazdýðým derkenarda anlattýklarýmýn hulâsasýdýr.

Namazýn hakiki sebebi: Kula peþi peþine verilen nimetlerdir. Çünkü nimeti verene teþekkür etmek hem þer´an, hem aklen vacibtir. Nimetlerin verilmesi vakit içinde olduðundan vakit Allah tarafýndan ve onun emriyle sebep yapýlmýþtýr.

Taâlâ hazretleri, «Namazý güneþin zeval vaktinde kýl!» buyurarak vakti. namazýn vücubuna sebep anlaþýlmaktadýr.

Vaktin sonunda Müslüman olan mürted hakkýnda dahi tahrime sýðacak kadar zaman bulunmasý lâzýmdýr. Aslî kâfirin hükmü de mürted gibidir. Þârih´in hassaten mürtedi zikretmesi «Velev ki vaktin baþýnda o namazý kýlmýþ olsunlar.» diyebilmek içindir. Mürted hakkýnda bu namazýn sureti þöyledir: Vaktin evvelinde Müslümandýr. Farzý kýlar; sonra mürted olur. (Dinden döner) daha sonra vaktin sonunda tekrar Müslüman olur. H.

Mürtedle sabînin o halleriyle vaktin evvelinde kýldýklarý namaz kendilerinden farzý ýskat etmez. Zira sabinin kýldýðý namaz nâfile olur. Mürtedin namazý ise dininden dönmekle hükümsüz kalýr. H.

«Bahýr» nam kitapta «Hulâsa»dan naklen þöyle denilmektedir: «Bir çocuk yatsý namazýný kýlar da sonra ihtilâm olur ve sabah namazýna kadar uyanamazsa yatsýyý tekrar kýlmasý icap eder. Muhtar olan kavil budur. Sabah namazýndan önce uyanýrsa yatsýyý bilittifak kaza eder. Bu bir vakýadýr. Ýmam Muhammed, bunu Ebu Hanîfe´ye sormuþ; o da söylediðimiz þekilde cevap vermiþtir».

METÝN

Vakit çýktýktan sonra sebep bütün vakte izâfe olunur. Tâ ki vacip kemal sýfatiyle sâbit olsun. Asýl olan zaten budur. Ve deli ile sairlerine namazlarýný kâmil vakitte kaza etmeleri lâzým gelir. Sahih olan kavil budur. Sabah namazýnýn vakti tan yerinin baþýndan baþlayarak güneþin doðmasýndan az önceye kadardýr. Tan yeri ufukta yayýlan beyazlýktýr. Uzunluðuna görünen beyazlýk deðildir. Musannýf´ýn evvelâ sabah namazýnýn vaktini bildirmesi, baþýnda ve sonunda hilâf olmadýðý içindir. Sabah namazýný ilk kýlan Adem Aleyhisselâm´dýr. Beþ vakit namazdan ilk farz oton da sabah namazýdýr. Ýmam Muhammed öðle namazýný baþa almýþtýr. Çünkü öðle namazý ilk ortaya çýkan ve ilk beyan edilen namazdýr. Vücup edanýn keyfiyeti bilmeye baðlý olduðu aþikârdýr. Bundan dolayýdýr ki, Peygamberimiz (s.a.v.) Esrâ gecesinin sabahýnda sabah namazýný kaza etmemiþtir. Sonra acaba peygamber gönderilmezden evvel bir peygamberin þeriatiyle ibâdet eder mi idi? Bize göre muhtar kavil, etmediðidir. O sahih keþifle Ýbrahim aleyhisselâmýn ve diðer peygamberlerin þeriatlarýndan kendine zahir olan hükümle amel ederdi. Hirâ daðýnda ibâdet ettiði doðrudur. «Bahýr».

ÝZAH

Namaz kýlmadan vakit çýkarsa kazasýna sebep bütün vakit olur. Çünkü sebebi bütün vakte izâfe etmez de vaktin son cüz´ü alettayin sebeptir, dersen ikindide olduðu gibi bazý suretler de farzýn noksan sýfatiyle sabit olmasý lâzým gelir.

«Asýl olan zaten budur.» cümlesinden murad, asýl olan, farzýn kemal sýfatiyle sübutudur ki, o da sebebin bütün vakit olmasýna ibtina eder demektir. T.

þârih´in. «Sahih olan budur.» dediði kavlin mukabili þudur: Bazýlarý, «Deli ve benzeri nâkýs vakitte ayýlýr; kadýn nâkýs vakitte hayýzdan temizlenir. mürted nâkýs vakitte Müslüman olursa onlar hakkýnda bu nâkýs vakit sebep olur. Çünkü sebebi bütün vakte izâfe etmek imkânsýzdýr. Bütün vakitte bunlar da ehliyet yoktu. Binaenaleyh böylelerin namazlarýný baþka bir nâkýs vakitte kaza etmeleri câizdir. Onlarýn namazlarý nâkýs olarak farz olmuþtur. Nâkýs olarak da kaza edilebilir.» demiþlerse de sahih kavle göre bu câiz deðildir. Çünkü haddi zatýnda vakitte bir noksanlýk yoktur. Noksanlýk o vakitte edâ etmekten doðar. Zira güneþe tapanlara benzer. Nitekim «Tahrir» sahibi bunu tahkik etmiþtir. Tamamý ileride gelecektir.

Sabah namazýný ilk defa Adem aleyhisselâm cennetten çýktýktan sonra kýlmýþtýr. Yeryüzüne inince gece olmuþ; Hazreti Adem daha önce böyle bir þey görmediði için korkmuþ. Sabah aydýnlanýnca Allah´a þükür için iki rekât namaz kýlmýþ. Musannýf buna ehemmiyet vererek iþe sabah namazýndan baþlamýþtýr.

Rahmetî, «Zâhire göre ilk farz kýlýnan namaz yatsýdýr. Çünkü farz olmak vaktin sonu ile tahakkuk eder. Halbuki Esrâ hadisesi geceleyin olmuþtu.» diyor.

Öðle namazýnýn ilk ortaya çýkan ve ilk beyan edilen namaz olmasý, Cebrail aleyhisselam ertesi gün öðle namazýnda gelerek Peygamber (s.a.v.)e imam olduðu içindir. Sabah namazýnda imam olmasý baþka bir günde idi. Bu meselede iki rivayet vardýr. Bunlarýn daha meþhur olanýna göre imam olmaya öðle namazýnda baþlamýþtýr. Nitekim «Ebu´s-Suûd»da da böyledir.

«Vücup, edânýn keyfiyeti bilmeye baðlý olduðu âþikardýr». Yani edânýn farz olmasý onu nasýl yapacaðýný bilmeye baðlýdýr. Bu cümle mukadder bir sualin cevabýdýr.

Sual þudur:

Sabah namazý beþ vaktin içinde ilk farz kýlýnan namaz ise Peygamber (s.a.v.) Esrâ gecesi kendisine farz kýlýnan bu namazý ertesi sabah neden terk etti?

Cevap: Bu namaz farz da olsa nasýl edâ edeceðini bilmeden kýlmasý farz deðildir. Çünkü mücmel bir söz beyan edilmeden önce derhal onun hak olduðuna itikad etmesi hususunda imtihan mânâsý ifâde eder. O sözle amel, mânâ beyan edildikten sonra farz olur. Nitekim bunu usul-i fýkýh ulemasý izah etmiþlerdir. Binaenaleyh farz olmakla hemen edâsý lâzým gelmez. Bunun benzeri özürlü kimsenin orucudur. Özürlüye oruç farzdýr; fakat edâsý farz deðildir. Bazýlarý bu suale, «Peygamber (s.a.v.) uyuyordu. Uyuyan kimseye farz olan bir þey yoktur.» diye cevap vermiþlerse de «Nehir» sahibi, «Bu cevap reddedilmiþtir. Çünkü uyku gibi bir þeyle özürlü bulunan kimseye kaza lâzým geldiðine icmâ´ vardýr.» demiþtir.

FER´i BÝR MESELE: Uyuyan kimsenin vaktin evvelinde uyanmasý icap etmez. Vakit daralýnca uyanmasý vacibtir. Bunu «Eþbah» þerhinde Bîrî, «Bedâyî»den, o da usul kitaplarýndan nakletmiþtir. Bîrî, «Biz bunu furû kitaplarýnda görmedik. Bunu ganimet bil!» demiþtir.

Ben derim ki: Bu ifâde söz götürür. Çünkü ulema uyuyan kimseye edâ varz olmadýðýný ittifakla açýklamýþlardýr. Þu halde uyanmasý nasýl farz olabilir? Müslim «Mola» kýssasýnda Ebu Katâde´den þu hadîsi rivâyet etmiþtir: «Peygamber (s.a.v.), uykuda tefrit yoktur. Tefrit ancak namazý diðerinin vakti girinceye kadar geciktirmendir, buyurdular».

Kitabýmýzýn asýl nüshasýnda uyanmak yerine «uyandýrmak» denilmiþtir. (Yani uyanmasý icap etmez deðil, uyandýrmak icap etmek ilh... þeklindedir.) Yeminler Bahsinde göreceðiz ki, bir kimse, hiçbir namazý vaktinden geçirmeyeceðine yemin eder de uyur ve sonra kaza ederse yemininin bozulmadýðý söylenmiþtir. Bunu Bâkânî beðenmiþtir. Lâkin «Bezzâziyye»de þöyle deniliyor: «Sahih olan þudur: Bu adam vakit girmeden uyumuþ da vakit çýktýktan sonra uyanmýþsa yemini bozulmaz. Vakit girdikten sonra uyumuþsa bozulur». Bu ibâre o kimsenin vakit girmeden uyumakla namazý geciktirmemiþ olmasýný iktiza eder. Buna göre günahkâr olmaz. Günahkâr olmayýnca uyanmasý da vacip deðildir. Çünkü vacip olsa namazý geciktirmiþ sayýlýr ve günahkâr olurdu. Vakit girdikten sonra uyumasý böyle deðildir. Bîri´nin söylediklerini buna hamletmek mümkündür.

Hanefîlerce muhtar olan kavle göre Peygamber (s.a.v.), peygamber olarak gönderilmezden önce hiçbir peygamberin þeriatiyle amel etmemiþtir.

Ekmelî´nin «Tahrir»inde bu söz ulemamýzýn muhakkiklerine nisbet edilmiþtir. Ekmelî þöyle diyor: «Çünkü Rasulullah (s.a.v.) peygamber olmazdan evvel nübüvvet makamýnda olup hiç bir peygamberin ümmetinden deðildi...» Bu sözü «Nehir» sahibi dahi cumhur-u ulemaya nisbet etmiþtir. Muhakkik Ýbni Hümâm «Tahrir» nâmýndaki eserinde Peygamberimizin þeriat olduðu sabit þeylerle ibâdet ettiðini söylemiþ. yani hassaten bir þeriatý iltizam etmiþ deðildi. Kendisi de onlarýn kavminden deðildi, demek istemiþtir. Meselenin tamamýný Taharet Bahsinin baþlarýnda anlatmýþtýk.

HÝRÂ: Mekke´ye üç mil mesafede bulunan bir daðdýr. «Mevahib-i. Ledüniyye» de þöyle deniliyor: «Ýbni Ýshak ve baþkalarýnýn rivâyetine göre Peygamber (s.a.v.) her sene Hira daðýna çýkar; bir ay orada ibadet ederdi. Bence bu ibâdet insanlardan uzaklaþma, sýrf ALLAH´a yönelme ve tefekkür nevilere þâmildi. Bazen ulemadan rivâyet olunduðuna göre ise Hirâda onun ibâdeti tefekkürden ibâretti». Kýsaltarak alýnmýþtýr.

Tanyeri, ufukta yayýlan beyazlýktýr. Buna delil Müslim ile Tirmizî´nin rivâyet ettikleri ve lâfzý Tirmizi´ye ait olan þu hadîstir: «Sakýn Bilâl´ýn ezaný ve uzunluðuna görünen fecir sizi sahur yemeðinden men etmesin. Lâkin ufukta yayýlan fecir manidir». Þu halde muteber olan fecr-i sâdýktýr. Fecr sâdýk: Ufukta yayýlan, yani ziyasý gökyüzüne daðýlan fecrdir. Fecr-i kâzib, muteber deðildir. Fecri kâzib, gökyüzünde kurd kuyruðu gibi uzayan fecirdir. Ondan sonra yine karanlýk basar.

FAÝDE: Allâme þeyh Halil el-Kâmilî, Daðýstânî Ali Efendi´nin «Usturlap» risâlesi üzerine yazdýðý derkenarda iki fecir ve kezâ iki þafak arasýnda sadece üç derece fark olduðunu söylemiþtir.

Ýki þafaktan murad, kýzýllýk ile beyazlýktýr.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 17:10:08
METÝN

Öðlenin vakti güneþin zevalinden yani gökyüzünün ortasýndan batýya meylettiði zamanda gölgenin iki misli olduðu ana kadardýr. Ýmam A´zam´dan bir rivâyete göre´ bir misli oluncaya kadardýr ki, Ýmameyn ile Züfer´in ve eimme-i selâsenin kavilleri de budur. Ýmam Tahavî, «Biz bununla amel ederiz.» demiþtir. Gurerü´l-Ezkâr da, «Amel edilen kavil budur.» denilmiþ; «Burhan» sahibi dahi, «En makbul kavil budur. Çünkü Cibril beyan etmiþtir. Bu babta nass odur.» demiþtir. «Feyz» nam kitapta, «Bugün bununla amel olunmaktadýr. Ve bununla fetva verilir.» deniliyor.

Zeval anýndaki gölge bunda dahil deðildir. Bundan murad, eþyanýn zevâlden az önceki gölgeleridir. Bu gölge zaman ve mekâna göre deðiþir. Bir kimse yere dikecek bir þey bulamazsa kendi boyu ile ölçer. Bir boy kendi ayaðý ile altý buçuk ayaktýr. Ayak, baþ parmaðýnýn ucundan baþlayarak ölçülür.

ÝZAH

Öðlenin vakti güneþin zevalinden gölgenin iki misli olduðu ana kadardýr. Ýmam A´zam´dan gelen zahir rivâyet budur. «Bedâyi», «Muhit» ve «Yenâbî» sahipleri, «Sâhih olan budur.» demiþlerdir. «Gýyaniye»de, «Muhtar olan budur». Ýmam Mahbûbî de bu kavli tercih etmiþtir. Kâsým´ýn «sahihtir» sözünü Nesefî ile Sadrý´þ-Þeria buna yormuþlardýr. Metin sahipleri ve þârihler bunu tercih ve kabul etmiþlerdir. Tahâvî´nin «Biz. Ýmameyn´in kavli ile amel ederiz.» sözü mezhebin bu olduðuna delâlet etmez. «Feyz» sahibinin, «Ýkindi ile yatsýda Ýmameyn´in kavli ile fetva verilir.» sözü yalnýz yatsýda kabul edilir. Ve itirazdan hâli deðildir. Meselenin tamamý «Bahýr»dadýr. Ýmam A´zam´dan bir rivayete göre de eþyanýn gölgesi bir misli olunca öðlenin vakti çýkar; fakat iki misli olmadýkça ikindinin vakti girmez. Bunu Zeyleî ve baþkalarý söylemiþlerdir. Þu halde bir misli ile iki misli arasýnda muhmel vakit var demektir. «Burhan» sahibinin, «Bu babta nass odur.» Yani Cibril´in beyanýdýr, sözüne karþý þöyle denilir: Deliller müsavidir. Ýmam A´zam´ýn delilinin zaif olduðu meydana çýkmýþ deðildir. Bilakis onun delilleri de kuvvetlidir. Nitekim mufassal kitaplara ve «Münye» þerhine müracaat edilirse anlaþýlýr. Her «Bahýr» da þöyle denilmiþtir:

«Ýmam A´zam´ýn kavlinden Ýmameyn´in yahud onlardan birinin kavline geçilemez. Ancak delilinin zaifliði, yahud «Muzaraa»da olduðu gibi teamülün onun aksine olmasý hallerinde zaruretten dolayý geçilebilir. Velev ki ulema fetvânýn Ýmameyn kavline göre olduðunu açýklasýnlar. Nitekim burada da öyledir». «Bugün bununla amel olunmaktadýr.» ifadesiyle birçok memleketlerde denilmek istenmiþtir. En iyisi «Sirâc»ýn Þeyhu´l -Ýslâm´dan naklettiði þu sözdür: «Ýhtiyat, öðleyi gölge bir misli oluncaya kadar geciktirmemek, ikindiyi de iki misli olmadan kýlmamaktýr. Tâ ki bu iki namazý bilittifak vakitlerinde edâ etmiþ olsun. Düþün!

Ýkindiyi gölgenin iki misli olduðu zamana geciktirmekten cemaate yetiþememek lâzým gelirse geciktirmek mi evlâ olur geciktirmemek mi? Zâhire göre geciktirmek evlâdýr. Hatta Ýmam A´zam´ýn kavlini tercih gerektiðine inanan kimse için bu lâzýmdýr. Teemmül et!

Bilâhare «Münye» þerhinin sonunda bazý fetva kitaplarýndan naklen þöyle denildiðini gördüm: «Bir kimse mahallesinin imamý ise yatsýyý beyaz þafak kayýp olmadan kýlar. Efdal olan yalnýz baþýna kýlarsa onu beyazlýktan sonra kýlmaktýr.»

Zeval anýndaki gölge uzunluk kýsalmak veya tamamen bulunmamak hususlarýnda zaman ve mekâna göre deðiþir. Nitekim bunu Halebî izah etmiþtir.

Þârih, «Yere dikecek bir þey bulamazsa» sözüyle dikecek deðnek bulunduðu takdirde zevalden önce onu yere dikmesi gerektiðine iþâret etmiþtir. Deðneði diktiðinde gölgenin ona doðru dönmesini bekler. Gölge artmaya baþlayýnca artmazdan önceki miktarýný beller. Ýþte zevâl gölgesi budur. H.

Ýmam Muhammed´den bir rivâyete göre kýbleye karþý ayakta durur. Güneþ sol kaþýnýn üzerinde ise henüz zeval yoktur. Sað kaþýnýn üzerine gelince zeval olmuþtur. «Miftah» sahibi bu kavli «Ýzah» nam kitaba nisbet ederek þöyle demiþtir: «Bu kavil ile amel «Mebsut»tan naklettiðimiz deðnek dikmek iþinden daha kolaydýr». «Ýsmail».

Gölgeyi kendi boyu ile ölçmek þöyle olur: Düz bir yerde baþý açýk ve yalýn ayak güneþe yahud kendi gölgesine karþý ayakta durur; ve yukarýda geçtiði þekilde zeval gölgesini tesbit eder. Vaktin sonunda tekrar ayakta durarak oradakilerden birine gölgesinin bittiði yere bir niþan dikmesini söyler. Gölgenin uzunluðu zeval gölgesinden ayrý olarak bu yönün iki veya bir misli olmuþsa öðlenin vakti çýkmýþ; ikindinin vakti girmiþtir. Niþan dikilmezse onun yerine kendi ayaðý ile altý buçuk ayak yer ölçer. Yedi ayak yer ölçer diyenler de vardýr.

«Ayak, baþ parmaðýnýn ucundan baþlayarak ölçülür.» sözü ile Þârih, iki kavlin arasý bulunduðuna iþaret etmiþtir. Çünkü ulemadan bazýlarý, «Her insanýn boyu kendi ayaðý ile altý buçuk ayak uzunluðundadýr.» demiþlerdir. Tahtavî umumiyetle ulemanýn yedi ayak dediklerini söylemiþtir. Zâhidî, «Bunlarýn orasýný bulmak mümkündür. Yedi ayak, bacak tarafýndan, altý bucuk ayak ise baþ parmaðýn ucundan baþlanarak ölçülür. Taâlâ da buna iþaret etmiþtir.» diyor. «Hilye».

Ben derim ki: Bunun izahý þöyledir: Ayakta duran bir kimse sol ayaðýnýn üzerine basar. Sonra sað ayaðýný ileri atarak onun topuðunu sol ayaðýnýn baþ parmaðýnýn ucuna koyar. Sonra ayný þekilde sol ayaðýný ileri atar ve altý defa tekrarlar. Eðer bacak tarafýndan yani ilk defa üzerine bastýðý sol ayaðýnýn ökçe tarafýndan saymaya baþlarsa yedi ayak olur. Baþparmaðýnýn ucundan baþlarsa altýbuçuk ayak olur. Vechi þudur: Maksat boyun uzunluðunu ölçmektir. Buna yüz tarafýndan baþlanýrsa baþlangýç noktasý ayaðýn yarýsý, baþýn arkasýndan baþlanýrsa baþlangýç noktasý ökçenin kenarý olur. Birinci þekli itibara alan kimse üzerinde durduðu ayaðýn yarýsýný, ikinciyi itibara alan mezkûr ayaðýn tamamýný gözönüne alýr. Bu ayak yedi olarak takdir edilmiþtir. Hangisini itibara alýrsa alsýn maksat birdir. Bizim bu söylediklerimiz «Mikât» kitaplarýndan birinde gördüklerime uygundur. Gördüklerimin hulâsasý þudur:

O kimse üzerinde durduðu ayaðýn bütününü hesap ederse yedi ayak; yarýsýný hesap ederse altý buçuk ayak olur. Anla!

METÝN

Ýkindinin vakti gölgenin iki misli olmasýndan güneþin batmasýna az kalýncaya kadardýr. Güneþ batar da sonra tekrar görünürse vakit avdet eder mi? Zâhire göre evet avdet eder. Mezhebimize göre orta namaz ikindidir. Akþam namazýnýn vakti güneþin batmasýndan þafak kayýp oluncaya kadardýr. Ýmameyn´e göre þafak kýzýllýktýr. Eimme-i selâse´nin kavilleri de budur. Ýmam A´zam dahi bu kavle dönmüþtür. Nitekim «Mecmâ» þerhlerinde ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir.

Yatsý ile vitir namazýnýn vakti þafakýn kayýp olmasýndan sabaha kadardýr. Lâkin vitir namazýný yatsýdan önce kýlmak sahih olmaz. Meðer ki unutarak kýlmýþ ola. Zira tertip vacibtir. Ýmam A´zam´a göre yatsý ile vitirin ikiside farzdýr.

ÝZAH

Þârih´in, «Zâhire göre evet avdet eder.» sözü «Nehir» sahibinin yaptýðý bir incelemedir ve þöyle demiþtir: «Þâfiîlerin bildirdiklerine göre vakit geri döner. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Hazret-i Ali´nin dizinde uyumuþ ve güneþ batmýþtý. Uyandýðýnda AIi ikindinin vaktini geçirdiðini söyleyince, Ya Rabbî! O senin ve Rasulünün taatýnda idi. Güneþi ona iade et! diye dua etmiþ. Bunun üzerine güneþ geriye dönerek Hazret-i Ali ikindiyi kýlmýþtý. Vak´a Hayber´de geçmiþti. Bu hadîsi Tahavî ve Kaadî lyâz sahihlemiþ; içlerinde Taberânî de bulunan bir cemaat onu güzel bir isnatla tahriç etmiþlerdir. Ýbni Cevzî gibi onu uydurma sayanlar hata etmiþlerdir. Bizim kaidelerimiz bunu reddetmez».

Halebî diyor ki: «Bu iþ, Allah´ýn dirilttiði ölüye benzer gibidir. Dirilen ölü vârislerinin eline geçen malýndan kalaný alýr. Ve kendisine diri hükmü verilir. Acaba bu. kýyametin büyük alâmetlerinden biri olan güneþin batýdan doðmasýna da þâmil midir? Bir düþün!

Tahtavî diyor ki: «Anlaþýldýðýna göre ona bu hüküm verilemez. Çünkü güneþ .battýðý anda tekrar doðarsa bu hüküm ancak o zaman sabit olur. Nitekim hadîsteki vak´a da böyle olmuþtur. Güneþin batýdan doðmasý ise tamamen bir gece geçtikten sonra olacaktýr».

Ben derim ki: Þu da var: Þeyh Ýsmail Nablusî, «Nehir» sahibinin Þâfiilere uyarak yaptýðý incelemeyi reddetmiþ ve þunlarý söylemiþtir: «Þafaðýn kaybolmasiyle ikindi namazý kazaya kalýr. Güneþin geriye dönmesi onu edâya çeviremez. Hadîste bildirilen Vak´a Hazret-i Ali´ye mahsustur. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.)´in, o senin ve Rasulunün taatýnda idi, buyurmasý da*bunu ifâde eder».

Ben derim ki: Birinci kavli, yani güneþ tekrar geri dönerse vakit de avdet eder diyenlerin sözüne göre güneþ geri dönmeden iftar edenlerin orucu bozulmak lâzým geldiði gibi vaktin dönmesini kabul edersek güneþin geri dönmesiyle herkesin kýldýðý akþam namazýnýn da bâtýl olmasý icap eder, Allahü â´lem.

Üç imamýmýzdan nakledildiðine göre orta namaz ikindidir. Tirmizî ve baþkalarý eshab-ý kiramýn umumu ile sair ulemadan ekseriyetin kavlý bu olduðunu söylemiþlerdir. Ýkindiye orta namaz denilmesi iki gündüz namazý ile iki gece namazýnýn ortasýnda bulunduðu içindir. Bu kavli sahih hadîslerle istidlâlin tamamý «Hýlye»nin baþ tarafýndadýr. Halebî, «Bu kavil «Vahbaniye» ve þerhinde zikredilen yirmi üç kavilden biridir.» diyor.

Þafak meselesinde Ýmam A´zam, Ýmameyn´in kavline dönmüþtür. Ýmameyn´in kavli Ýmam Azam´dan da rivâyet olunmuþtur. «Mecmâ» sahibi fetvânýn bu rivâyete göre olduðunu açýklamýþ; fakat «Fetih»te bu söz reddedilerek, «Buna ne rivayet müsaittir ne dirayet! ilh...» denilmiþtir.

«Fetih» sahibinin tilmîzi allâme Kâsým «Tashihü´l-Kudûrî»de «Ýmam A´zam´ýn döndüðü sabit olmamýþtýr; çünkü üç imamýmýzdan bu güne gelinceye kadar bütün ulema bu iki kavli rivayet edegelmiþlerdir. Eshâb-ý kiramýn umumu bunun hilâfiyle amel etmiþlerdir. Ýddiasý rivayetin aksinedir.» diyor. «ihtiyar»da, «þafak beyazlýktýr, deniliyor» ve bu kavil Hazret-i Ebu Bekir´le Muaz b. Cebel ve Aiþe (r.a.) hazeratýnýn mezhebi olduðu bildiriliyor.

Ben derim ki: Bunu Abdürrezzak, Ebu Hureyre ve Ömer b. Abdül´-aziz´ den de rivâyet etmiþtir.

Beyhakî kýzýl þafaký Ýbni Ömer´den baþka kimseden rivayet etmemiþtir. Tamamý «Ýhtiyar»dadýr. Haberler ve eserler birbirine zýd düþünce akþam namazýnýn vakti þüphe ile çýkmaz. Nitekim «Hidâye» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Böylece Ýmam A´zam´ýn kavli esah olduðu sübût bulur...

«Bahýr» sahibi de bu yoldan yürümüþ ve bu kavli evvelce kendisinden naklettiðimiz þu sözüyle te´yit etmiþtir: «Ýmam A´zam´ýn kavlinden ya delilinin zayýflýðý yahud hilâfýna teamül bulunmak gibi bir zaruretten baþka hiç bir suretle vazgeçilemez. Lâkin bugün bilumum memleketlerde teâmül Ýmameyn´in kavline göredir». «Nehir» sahibi dahi «Nikâye», «Vikâye», «Dürer», «Islah», Durerü´l-Bihar», «Ýmdâd», «Mevahip», «Þerh-i Burhan» ve diðer kitaplarýn sahiplerine uyarak onu te´yit etmiþtir. Bu zevat fetvanýn Ýmam A´zam kavline göre olduðunu açýklamýþlardýr. «Sirac»ta, «Ýmameyn´ in kavli daha kolaylýk, Ýmam A´zam´ýn kavli ise daha ihtiyattýr». deniliyor. Allahu ´lem.

T E N B Ý H: Az yukarýda arzettik ki, iki þafak arasýnda uç derecelik fark vardýr. Nitekim iki fecir arasýndaki fark da budur. Bellenmelidir.

Þârih´in «Lâkin vitir namazýný yatsýdan önce kýlmak sahih olmaz.» sözü mukadder bir suale cevabtýr. Sual þudur:

Vakit girdikten sonra vitiri evvel kýlmak neden câiz olmasýn? O da bu cevabý vermiþtir. Çünkü vitirin evvel kýlýnmasý vakit girmedi diye deðil, tertip lâzým olduðu için câiz deðildir. Bu cevap Ýmam A´zam´ýn kavline göredir. Ýmameyn´in kavline göre vitir yatsýya tâbi olduðu için evvel kýlýnamaz. Bu hilâfýn eseri þurada kendini gösterir: Bir kimse unutarak vitiri yatsýdan önce kýlar da sonra onu abdestsiz kýldýðýný hatýrlarsa Ýmam A´zam´a göre tekrar kýlmaz. Ýmameyn´e göre kýlar. «Nehir», Þarih üçüncü ýskat eden þekli söylememiþtir. O da kaza namazlarýnýn altý olmasýdýr. Araþtýrmalýdýr.

Ýmam A´zam´a göre yatsý ile vitirin ikisi de farzdýr, ancak yatsý kat´î farz, vitir amelî farzdýr. Bu cümle metindeki iki hükmün ta´lilidir. Birinci hüküm vitir ve yatsýnýn þafakla sabah namazý arasýnda kýlýnmasý ve bu vaktin her ikisi için vakit olmasý, ikinci hüküm, vitiri yatsýdan evvel kýllarsa, unutarak kýldýðý takdirde tertibin sâkýt olmasý, kasden kýlarsa mevkuf bâtýl olmasýdýr. Tafsilâtý Kaza Namazlarý Bahsinde gelecektir, H.

METÝN

Kutublarda olduðu gibi yatsý ile vitirin vakti bulunmayan yerlerde yaþayan kimse bunlarýn her ikisi ile mükelleftir. Meselâ, Bulgar´da böyledir. Çünkü orada þafak kayýp olmadan fecir doðar. Bu, kýþýn kýrk gününde olur. Þu halde yatsý ile vitir için vakit takdir eder. (Ayýrýr) ama vakit bulunmadýðý için kazaya diye niyetlenmez. «Burhan-ý Kebîr» sahibi bununla fetva vermiþtir. Kemâl, bunu tercih etmiþ; Ýbni Þýhne de «EIgâz» adlý eserinde ona tâbi olmuþ ve bu kavli sahih bulmuþtur. Musannýf da mezhebin bu olduðunu zannetmiþtir.

ÝZAH

Bulgar: Þimâlde Ruslarýn karanlýk ve pek soðuk bir þehridir. «Çünkü orada þafak kayýp olmadan fecir doðar.» ifadesi orada yalnýz yatsý ile vitirin vakti bulunmamasýný iktiza eder. Halbuki öyle deðildir. Orada sabah namazýnýn da vakti yoktur. Zira sabah namazýnýn vakti fecrin doðmasiyle baþlar. Fecrin doðmasý ise daha evvel karanlýk bulunmasýný gerektirir. Halbuki þafak mevcud oldukça karanlýk yoktur. Bunu Halebî söylemiþtir.

Ben derim ki: Mezhep ulemasýnýn aralarýnda hilâf yalnýz yatsý ile vitrin farz olup olmamasý hususunda nakledilmiþtir. Bu surette hiç birinin sabah namazý kaza edilir, dediðini görmedik. Onlarýn ibârelerinde göze çarpan buna fecir adýný vermeleridir. Çünkü onlara göre fecir, yukarýda geçen sahih hadîse muvafýk olarak ufukta yayýlan beyazlýðýn ismidir. Ondan önce karanlýk bulunmasý þart deðildir. Þu da var ki biz burada karanlýk bulunmadýðýný teslim etmiyoruz. Sonra Tahtavî´nin de bunun gibi þeyler söylediðini gördüm.

«Bu, kýþýn kýrk gününde olur.» ifâdesi yanlýþtýr. Doðrusu «yazýn kýrk gününde olur.» þeklindedir. Nitekim «Bakanî»de de böyle denilmiþtir. «Bahýr» ve diðer kitaplarýn ibâreleri, «Senenin en kýsa gecelerindedir.» tarzýndadýr. Meselenin tamamý «Hýlye»dedir. Nehir sahibinin «Senenin en kýsa günlerindedir.» demesi bir kalem hatasýdýr. Þârihi yanýltan da odur.

«Þu halde yatsý ile vitir için vakit takdir eder.» ifadesi sýrf metinden ibaret olan nüshalarda mevcud, «Mineh»de mevcud deðildir. Ondan önce «Feyz» sahibinden baþkasýnýn bir ifâdeyi zikretmediðini görmedim. «Feyz» sahibi þöyle demiþtir:

«Þafak kayýp olmadan fecir doðan bir yerde bulunurlarsa kendilerine yatsý namazý farz olmaz. Çünkü sebep yoktur. Bazýlarý, farz olur ve vakti takdir eder, demiþlerdir». Þimdi söz takdirin mânâsýndadýr.

«Feyz»in ibâresinden öyle anlaþýlýyor ki, murad yatsýnýn kazasý, vücubuna sebep olan vakit mevcud takdir edilmekle olur, demektir. Nitekim aþaðýda geleceði vecihle deccalin günlerinde de vaktin mevcudiyeti takdir edilecektir. Çünkü sebepsiz farz olmaz. Þu halde «vakit takdir edilir.» demesi birinci kavildeki «sebep bulunmadýðý için» ifâdesine cevap olur. Hulâsasý þudur:

Biz hakikî sebebin bulunmasý lüzumunu kabul etmiyoruz. Sebebin takdiri kâfidir. Nitekim deccalin günlerinde de takdir edilecektir. Buradaki takdirden murad Þâfiilerin söylediði de olabilir. Onlara göre kutublarda yaþayanlarýn hakkýnda yatsýnýn vakti, bulunduklarý yere en yakýn memlekette þafak kayýp olacak kadar takdir edilir. Birinci mânâ daha açýktýr. Nitekim «Fetih» sahibinin aþaðýdaki sözlerinden de anlayacaksýn. O bu meseleyi deccal günleri meselesine ilhak etmiþtir. Bir de bu mesele hakkýnda ulemamýzdan üç zat arasýnda ihtilâf nakletmiþlerdir. Bunlar Bakâli, Hulvanî ve Burhan-ý Kebîr´dir. Bakâlî farz olmadýðýna fetva vermiþtir. Hulvanî vaktiyle kaza lâzým geldiðine fetva verirmiþ, sonra Bakâlî´ye birini göndererek beþ namazdan birini icra etmeyen kâfir olur mu? diye sormuþ. Bakâlî soran zata, elleri ayaklarý kesik olan bir kimse için abdestin farzlarý kaçtýr? demiþ. Üçtür; çünkü diðerlerine mahal yoktur; cevabýný verince Bakâlî, «Ýþte namaz da öyledir» demiþ. Hulvânî bu sözü duyunca beðenmiþ ve Bakâlî´nin sözüne dönerek kaza lâzým deðildir, demekle baþlamýþ. Burhan-ý Kebîr´e gelince: O, farz olduðuna kâildir. Lâkin Zahiriyye ve diðer kitaplarda sahih kavle kazaya niyet edilmeyeceði bildirilmiþtir. Zira edânýn vakti yoktur. Zeyleî buna itiraz ederek þunlarý söylemiþtir: «Sebep bulunmadan farz olmak düþünülemez. Bir de o kimse kazaya niyet etmezse bizzarure edâ olur. Edâ ise vaktin farzýdýr. Buna hiçbir kimse kail olmamýþtýr. Çünkü fecir doðduktan sonra yatsýnýn vakti bilittifak kalmaz». Þu da var ki, kutup memleketlerinin bazýlarýnda güneþ batar batmaz fecir doðar. Nitekim «Zeyleî» ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Binaenaleyh fecirden önce edâya elveriþli bir vakit yoktur. Bunu öðrendikten sonra anlarsýn ki. farzdýr diyenler, kaza suretiyle farz olduðunu söylemiþlerdir. Eda suretiyle farzdýr dememiþlerdir.

Yaþadýklarý yere en yakýn olanýna itibar edilse, kendilerine yatsý için itibar ettiðimiz vaktin hakikat olmasý, bu vakitte kýlýnan yatsýnýn edâ sayýlmasý lâzým gelir. Halbuki ulemamýzdan vücûba kâil olanlar bunun kaza olacaðýný açýklamýþlardýr. Edânýn vakti yoktur. Kezâ orada yaþayanlarýn fecrini, kendilerine en yakýn yerde þafak kayýp olacak kadar farzedersek onlar hakkýnda yatsý ve sabah namazlarýnýn vakitlerinin birleþmesi yahud vakit yalnýz yatsýnýndýr dersek fecir doðmakla sabah namazýnýn girmemesi ve yatsýnýn gündüz namazý olmasý, vaktinin ancak fecir doðduktan sonra girmesi lâzým gelir. Bu, sabah namazýnýn vaktinin ancak onlarýn güneþi doðduktan sonra girmesine de müeddî olur. Bunlarýn hiçbirini akýl kabul etmez. Binaenaleyh aksini isbat edecek bir naklî delil bulunmadýkça takdirin mânâsý hususunda bizim söylediklerimiz aynen kabul edilir. Þâfiîlerin mezhebi bizim mezhebimiz aleyhine hüküm veremez´. Sonra «Hýlye»de gördüm ki Þâfiîlerin kavlini zikretmiþ ve ona itirazda bulunarak, «Deccal hadîsinin zâhiri hassatan o belde hakkýnda takdir yapýlacaðýný ifâde ediyor. Çünkü vakit birçok memleketlere göre deðiþir.» demiþtir. Bu da bizim söylediklerimizi te´yit eder. Hamd Allah´a mahsustur. Anla!

Þârih´in «kazaya diye niyetlenmez.» sözüne «Zeyleî»nin itiraz ettiðini az yukarýda gördük. Binaenaleyh «Burhân-ý Kebîr´in sözünü kaza vacibtir mânâsýna hamletmek tayin eder. Nitekim Hulvanî de buna kâildi. Þöyle de denilebilir: Edâ ve kazâ olmasýna mâni yoktur. Zaten ulemadan bazýlarý. «Vaktin bir kýsmýnda kýlýnan eda bir kýsmýndaki kaza olur.» demiþlerdir. Lâkin «Muhit» ve diðer kitaplarda bildirildiðine göre namazýn bir kýsmý vaktin içinde. bir kýsmý dýþýnda kýlýnýrsa vakit içindeki edâ, dýþýndakine kaza denilir. Bu, her cüz´ün yapýldýðý zamana göre olur. Anla!

METÝN

Bazýlarý kutuplarda yaþayanlarýn yatsý ve vitirle mükellef olmadýklarýný söylemiþlerdir. Çünkü sebepleri yoktur. «Kenz». «Dürer» ve «Mültekâ sahipleri buna cezmen kâil olmuþlardýr. Bakâlî bununla fetva vermiþ; Hulvanî ile Merginânî de ona uymuþlardýr. Þurunbulâlî ile Halebî dahi bunu tercih ederek sözü uzatmýþ ve Kemâl´in sözlerini reddetmiþlerdir.

Ben derim ki: Kemâl´in söylediklerine deccal hadîsi müsaid deðildir. Çünkü meselâ, üç yüz öðleden fazlasý bile zevalden önce farz olsa bizim meselemiz gibi deðildir. Zira deccal hadîsinde mevcud olmayan zaman deðil, alâmettir. Meselemizde ise her ikisi (yani hem alâmet hem zaman) yoktur.

ÝZAH

Kemâl´in söyledikleri þunlardýr: «Yatsý için vakit olmayan yerlerde yaþayanlar için Bakâlî yatsýnýn farz olmadýðýna fetva vermiþtir. Çünkü sebep yoktur. Nitekim elleri dirseklerinden kesilmiþ olan kimseye abdestte ellerini yýkamak farz deðildir.

Düþünen bir kimse farz yerinin bulunmamasý ile uydurma sebep bulunmamasý arasýnda fark olduðunda þüphe etmez. Uydurma sebep haddi zatýnda sabit olan gizli vücube alâmet yapýlmýþtýr. Kezâ düþünen bir kimse bir þeyi bildiren birçok deliller olabileceðinde de þüphe etmez. Bir þeye delil bulunmamasý o þeyin yokluðuna delâlet etmez. Çünkü baþka bir delil bulunmasý câizdir. Burada baþka delil bulunmuþtur. O da Ýsrâ hadislerinin ittifak ettiði beþ namazdýr.

Allah Taâlâ evvelâ elli namaz emir etmiþ; sonra bu iþ bütün beldeler halký için umumî bir þeriat olmak üzere beþte karar kýlmýþtýr. Bu hususta hiçbir belde ile diðeri arasýnda fark yoktur. Bir deli! de deccal hadîsidir.

Deccal hadîsi þudur: Peygamber (s.a.v.) deccali andý. Biz onun yeryüzünde ne kadar kalacaðýný sorduk. Kýrk gün kalacak. Bir gün bir sene kadar, bir gün bir ay kadar, bir gün bir hafta kadar, sâir günleri de sizin günleriniz kadar olacak, buyurdular. Biz, ya Rasulallah! Bir sene kadar olacak o günde bize bir günün namazý yetecek mi? diye sorduk, Hayýr, o gün için miktar ayýrýn! buyurdular. Bu hadîsi Müslim rivâyet etmiþtir. Hadîsi þerif gölge bir misli veya iki misli olmazdan önce üçyüzden fazla ikindi namazýnýn farz olduðunu bildirmiþtir. Diðerlerini de ona kýyas et! Bundan anlýyoruz ki, haddi zatýnda farz olan umumi þekilde beþ namazdýr. Ancak onlarý bu vakitlere tevzî þekli vaktin bulunmasýna baðlýdýr. Vakit yok diye vücub da ortadan kalkmaz. Keza Peygamber (s.a.v.). «Beþ namaz ki ALLAH onlarý kullara forz kýlmýþtýr» buyurmuþtur.

Burhan-ý Halebî´nin «Münye» þerhinde söyledikleri de þunlardýr: «Cevaben þöyle demelidir: Namaz iþi beþ vakit olacaðýnda karar kýldýðý gibi vücub iþi de onun birtakým sebep ve þartlarý olacaðýnda karar kýlmýþtýr. Bunlar bulunmadýkça vücub yoktur. Eðer sen, «Umumî bir þeriat olmak üzere ilh...» sözünden her kimde sebep ve þartlarý bulunursa ona þâmildir mânâsýný kasdettin ise kabul ederiz. Ama bunun sana bir faydasý yoktur. Çünkü bahsettiðimiz kimseler hakkýnda bu sebep ve þartlarýn bazýsý yoktur. Mutlak surette her Allah´ýn gününde her mükellefe teker teker âmm ve þâmildir mânâsýný kasdettin ise bâtýl olduðu meydandadýr. Zira hayýzlý bir kadýn güneþ doðduktan sonra temizlenirse o gün kendisine ancak dört vakit namaz farz olur. Öðlenin vakti çýktýktan sonra temizlenirse o gün kendisine yalnýz üç vakit namaz farz olur. Diðer vaktiler de böyle hesap edilir. Günün azýnda veya çoðunda temizlenirse bir gün bir gecenin bütün namazlarýný kaza etmesi lâzým gelir. Çünkü namazlar her mükellefe beþ olarak farz kýlýnmýþtýr diyen tek kimse yoktur.

Þâyed, hayýzlý hakkýnda vücub ertelenmiþtir. Çünkü þartý yoktur. Vücubun þartý hayýzdan temiz bulunmasýdýr, dersen biz de deriz ki: Bu kimseler hakkýnda da vücub ertelenmiþtir. Çünkü þart ve sebebi yoktur. Bundan murad vakittir. Bundan daha açýk olmak üzere kâfirin Müslüman olmasýný söyleyebiliriz. Kâfir, günün az veya çok kýsmý geçtikten sonra Müslüman olursa o günün bütün namazlarýný kýlmasý icap eder. Çünkü namazlar her mükellefe beþ olarak farz kýlýnmýþtýr; diyen tek bir kimse yoktur. Halbuki þartýn. yani Ýslâmiyetin bulunmamasý kendi taksiri neticesidir. Ötekilerde böyle bir taksir yoktur.

Bu meseleyi deccal hadîsindekine kýyas etmek doðru deðildir. Çünkü sebep vâz etmek hususunda kýyasýn te´siri yoktur. Teslim etsek bile bu ancak kýyasa muhalif olmayan yerlerde câizdir. Hadîs-i þerif kýyasa muhaliftir.

Þeyh Ekmele´d-Din´in «Muþârik» þerhinde naklettiðine göre Kaadî lyâz, «Bu hüküm o zamana mahsustur. Þeriat sahibi onu bize beyan buyurmuþtur. Bu hususta kendi içtihadýmýza býrakýlsa idik o günde namaz, maruf vakitlerinde kýlýnýr ve beþ namazla iktifa ederdik» demiþtir. Kýyas teslim edilse bile mutlaka iki hükmün birbirine müsavî olmalarý lâzýmdýr. Burada müsavilik yoktur. Çünkü bahsettiðimiz meselede yatsý için ayrýlacak hususi zaman yoktur. Hadîsten anlaþýlan ise her namaz için hususî vakit takdir edilmesidir. Öyle ki o vakit baþka namaz için vakit sayýlmayacaktýr. Hatta o namaz için ayrýlan vakit geçmedikçe sonraki namazýn vakti girmeyecektir. Þayet ayrýlan vakit geçer de namazýný kýlmazsa sair günlerde olduðu gibi namaz kazaya kalacaktýr. Sanki zevâl, gölgenin bir veya iki misli oluþu, güneþin batmasý, þafaðýn kayýp olmasý ve fecrin doðmasý bu zamanýn cüzleri içinde þeriatýn hükmiyle takdiren mevcuttur. Burada ise öyle deðildir. Zira kutuplarda yaþayanlar hakkýnda zaman ya akþam namazýnýn vaktidir. Yahud bilittifak sabah namazýnýn vaktidir. Þu halde kýyas nasýl sahih olabilir? Bu söylediklerimizden anlaþýlýr ki, elleri dirseklerinden ve ayaklarý topuklarýndan kesilmiþ bulunan kimse ile bu meselenin arasýnda farz yoktur. Nitekim Bakâlî de bunu söylemiþtir. Onun için Ýmam Hulvanî kendisini tasdik etmiþ ve onun sözüne dönmüþtür. Halbuki bu hususta onun muhalifi idi. Doðrusu insaf göstermiþtir. Çünkü el ve ayaklarda yýkamanýn hükmü, þartý bulunmadýðý için kalkmýþtýr. Mahaller, þartlar demektir. Burada dahi namaz þartý hatta sebebi de bulunmadýðý için farz deðildir. Yýkamak farz olmak için dirseklerden koltuklara kadar ve ayaklarda topuklardan yukarý ayak miktarý bir kýsmýn halef olduðunu gösteren bir delil nasýl yoksa, bu meselede de akþam namazýnýn veya sabahýn yahud her ikisinin vakitlerinden bir cüz´ün yatsý vaktine halef olduðunu gösteren delil yoktur.

Namaz mükelleflere nasýl bil´icmâ´ beþ vakit farz ise abdestin farzlarý da mükelleflere bil´icmâ dörtten az deðildir. Lâkin bütün bunlarda vücubun þart ve sebeplerinin hepsi bulunmak mutlaka lâzýmdýr. Ýnsaflý olan düþünmelidir. Muvaffakiyet ALLAH´dandýr». Burhan-ý Halebî´nin sözü burada biter.

Hâþiye sahibi Halebî´nin sözlerini bozarak kendisine hücum etmiþ ve uzun bir müdafaa ile Kemâl b. Hümâm´a yardým etmiþtir. Bu cümleden olmak üzere þunlarý söylemiþtir: «Bizim yaptýðýmýz kýyas kabilinden deðil, delâlet yoluyla ilhak kabilindendir. Burhan-ý Halebî´nin. «Bahis mevzuumuz meselede yatsý namazý için takdir edilecek hususî bir vakit yoktur.» sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü vakit takdir eden kimse her namaz için ona mahsus bir vakit ayýrýr. O vakte baþka namaz iþtirak etmez».

Ben derim ki: Þüphesiz ulemamýzdan farzdýr diyenler bu namaz için, içinde kýlarsa edâ, dýþýnda kýlarsa kaza sayýlacak þekilde hususî bir vakit tayin etmemiþlerdir. Nitekim deccâl günlerinde böyle vakit vardýr. Hulvanî bu namazýn kaza suretiyle farz olduðunu, Burhan-ý Kebîr ise edâya vakit olmadýðý için kazaya niyet edilemeyeceðini söylemiþtir. «Fetih» sahibi de bunu söylemiþtir. Þu halde ortada müsavilik yokken delâlet yoluyla ilhak nereden çýkýyor. Eðer ilhak yoluyla veya kýyasla olsa idi namaz için ona has bir vakit ayýrýrlar; o vakitte kýlýnan namaz edâ olurdu. Onlar vakti ancak fecirden sonra kýlýnmasý farz olsun diye mevcut takdir etmiþlerdir. Takdirin mânâsý, bildiðin gibi Þâfiilerin söyledikleri de deðildir, Aksi takdirde o vakitte kýlmasý edâ olmak icâp eder. Biliyorsun ki Zeylei, «Edâ olduðunu söyleyen yoktur. Çünkü fecirden sonra yatsý için vakit kalmaz.» demiþti. Kemâl b. Hümâm namýna verilecek en iyi cevap, «O deccal hadîsini meselemizi kýyas etmek yahut delâlet yoluyla ona ilhak için deðil, beþ vakit namazýn farz olduðuna delil olmak üzere zikretmiþtir. Velev ki umumî þekilde farz olmasýna sebep bulunmasýn!» demektir.

Þunu da söyleyelim ki, Kemâl b. Hümâm´ýn söylediklerini iki tilmîzi Ýbni Emîr Hâcc ile Þeyh Kâsým ikrar ve tasdik etmiþlerdir. Hâsýlý bu meselede iki sahih kavil vardýr. Farzdýr sözü müctehid bir zatýn kavliyle de teyit edilmektedir. Bu zat Ýmam Þâfiî Hazretleri´dir. Nitekim «Hilye»de nakledilmiþtir.

Esnevî «Hadîsdeki birinci gün (bir sene kadar olan gün) namaz vakitleri babýnda söylenenlerden istisna edilir. Ondan sonraki iki güne kýyas yapýlýr.» demiþtir. Remlî «Minhâc» þerhinde bunun bir müddet güneþ batmayan yerlerde de tatbik edileceðini söylemiþtir. «Ýmdâdü´l-Fetah» sahibi de þunlarý söylüyor:

« Ben derim ki: Kezâ oruç, zekât, hac. iddet ve alýþveriþ, selem, icâre gibi bütün vakitle sýnýrlý þeyler de vakit takdir edilir. Ýlk güne dikkat edilir ve dört mevsimin her biri günlerinin uzunluðuna kýsalýðýna göre takdir edilir. Þâfiî kitaplarýnda böyle denilmektedir. Biz de buna kailiz. Çünkü takdirin aslý namazlar hakkýnda bilittifak kabul edilmiþtir».

T E N B Ý H:
Merfû bir hadîste beyan edildiðine göre (kýyâmete yakýn) güneþ battýðý yerden doðunca gökyüzünün ortasýna kadar yükselip sonra geri dönecek ve tekrar doðu tarafýndan doðacaktýr. Þâfiîlerden Remlî, «Minhâc» þerhinde þöyle diyor «Bundan anlaþýlýr ki, geri dönmesiyle öðlenin vakti girer. Çünkü bu dönüþ zeval mesabesindedir. Her þeyin gölgesi bir misli oldu mu ikindinin, batmakla da akþamýn vakti girer. Bu hadîsde beyan buyurulduðuna göre güneþin batýdan doðacaðý gece üç gece uzunluðunda olacak ancak insanlar bunun farkýna varamayacaðý için geçtikten sonra anlaþýlacak. Ýþte o zaman yukarýda geçenlere kýyas yapýlacak, yani beþ vakit namazýn kazasý lâzým gelecektir. Çünkü fazlalýk iki gecedir. Bu iki gece bir günle bir gece yerine tutulacaktýr, bir günle bir gecede ise beþ vakit namaz vardýr».

«Çünkü üç yüz öðleden fazlasý bile zevalden önce farz olsa bizim meselemiz gibi deðildir.» cümlesi, «Kemâl´in söylediklerine deccal hadîsi müsaid deðildir.» sözünün illetidir. Ama buna þöyle itiraz edilir: Hadîsde bildirilen bir günün bir sene kadar olmasýdýr. O günün zevalden öncesi yarým sene kadar olur ki bu müddette öðle namazý üç yüz kere tekerrür etmez. Münasip olan Kemâl´in yaptýðý gibi üç yüz ikindiden fazlasý gölge bir misli veya iki misli olmazdan önce farz olsa bile, demektir. Lâkin bu söz gölge iki misli olduðu takdirde açýktýr. Çünkü günün altýda birinin beþine yakýndýr. Fakat bir misli olursa açýk deðildir. En açýk ifâde «Þurunbulâliyye» de ki þu ibâredir: Velev ki fecir doðmadan üç yüzden fazla yatsý vâcip olsun. Þârih´in meselâ tâbirini kullanmasý, sabah, ikindi. akþam ve yatsý ile vitirin de öyle olduðunu anlatmak içindir. H.

Deccal hadisinde yalnýz alâmet yoktur. Kutuplar meselesinde ise hem alâmet hem zaman yoktur. Alâmet, fecirden önce þafaðýn kayýp olmasýdýr. Zaman da içersine namazýn edâsý sýðacak alâmetli zamandýr. Bu zaman þu zaruretten dolayý yoktur: Fecirden önceki zaman akþam namazýnýn vaktidir. Fecirden sonraki ise sabah namazýna mahsustur. Binaenaleyh yatsýya has zaman yoktur. Bittabi´ maksat zaman aslýndan yoktur, demek deðildir. Evet, burada vakit takdir edilir, dersen zaman takdiren mevcud olur. Nitekim deccalin gününde de böyledir. Bu takdirde Kemal b. Hümâm´a itiraz varit olmaz. Allahu a´lem.

T E T Ý M M E: Ulemamýzdan kutuplarda yaþayanlarýn orucundan bahseden görmedim. Orada fecir güneþ batar batmaz doðarsa yahud güneþ battýktan biraz sonra doðar, fakat oruçlunun sahur yemeði için vakit kalmazsa hüküm ne olacaktýr? Orada yaþayanlar aralýksýz oruç tutacaktýr, denilemez. Zira bu, onlarýn helâkine sebep olur. Oruç onlara farzdýr dersek. vakit takdirini kabul etmek lâzým gelir. Acaba onlarýn geceleri Þâfiîlerin bu meselede de dedikleri gibi oraya en yakýn beldenin gecesine göre mi takdir edilir. Yoksa yiyip içecek kadar bir zaman mý ayrýlýr; yahut onlara edâ deðil de yalnýz kaza mý lâzým gelir? Bunlarýn her biri birer ihtimaldir. Burada oruç onlara aslýndan farz deðildir demek mümkün deðildir. Gerçi bazýlarý onlara yatsý namazý farz deðildir. demiþlerdir. Fakat buna kail olanlarca yatsýnýn farz olmamasýnýn illeti, sebebinin bulunmamasýdýr. Oruçta sebep mevcuttur. O da ramazan ayýnýn bir cüz´üne eriþmek ve her gün fecrin doðmasýdýr. Benim hatýrýma gelen budur. Allahu a´Iem.

METÝN

Erkek için müstehap olan, sabah namazýna ortalýk aðardýktan sonra baþlamak, aydýnlýkta bitirmektir. Muhtar olan kavil budur. Aydýnlýðýn sýnýrý kýrktan almýþa kadar, âyet okuyarak namazý kýlmaya ve bozulursa abdest alarak ayný þekilde tekrarlamaya yetecek kadar olmaktýr. Bazýlarý, «Namazý çok aydýnlýða geciktirir. Çünkü bozulmasý mevhum bir þeydir.» demiþlerdir, Bundan yalnýz Müzdelife´de ki hacýlar müstesnâdýr. Onlar için alaca karanlýkta kýlmak efdaldir. Nitekim kadýnýn mutlak surette alacakaranlýkta kýlmasý daha faziletlidir. Sabah namazýndan baþkalarý için kadýna efdal olan, cemaatýn daðýlmasýný beklemektir.

Yaz mevsiminde öðleyi gölgede yürüyecek derecede geciktirmek mutlak surette müstehabtýr. «Mecmâ» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Yani sýcaðýn þiddeti, beldenin sýcaklýðý ve cemaata yetiþmek istemek gibi þeyler þart koþulmamýþtýr. «Cevhere» ve diðer bazý kitaplarda bunlar þart koþulmuþsa da itirazdan hâli deðildir.

ÝZAH

Sabah namazýnýn sünneti erken veya geç kýlýnacaðý hususunda iki kavil vardýr. Nitekim Þârih de beyan edecektir. T. Ortalýðýn aydýnlamasýna Arabcada isfar denir. Eimme-i Selâse, isfâra muhaliftir (Onlara göre sabah namazýný alacakaranlýkta kýlmak müstehabtýr). Bizim delilimiz þu hadîs-i þeriftir: «Sabah namazýný aydýnlýk zamanýna býrakmak; çünkü bunun sevabý daha büyüktür». Bu hadîsi Tirmizi rivâyet etmiþ ve hasen olduðunu söylemiþtir. Tahavî dahi sahih bir isnadla þu hadîsi rivâyet etmiþtir: «Rasûlüllah (s.a.v.)ýn eshabý sabah namazýný aydýnlýk zamanýda kýlmaya ittifak ettikleri kadar hiçbir þeyde ittifak etmemiþlerdir». Tamamý «Münye» þerhi ile diðer kitaplardadýr. Bazýlarý ortalýk cidden aydýnlayýncaya kadar geciktirmenin müstehap olduðunu söylemiþlerdir. «Bahýr» nam kitapta, «Kenz´in mutlak sözünden anlaþýlan budur. Lâkýn güneþin doðup doðmadýðýnda þüphe edilecek derecede geciktirmemelidir.» deniliyor. Fakat Kuhistânî´de, «Esah olan birinci kavildir.» denilmiþtir. H.

Kadýnýn mutlak surette yani Müzdelife´de olmasa bile sabah namazýný alacakaranlýkta kýlmasý efdaldir. Çünkü kadýnýn hâli tesettür üzerine bina edilmiþtir. Tesettür karanlýkta daha mükemmel olur. Þârih öðleyi geciktirme meselesinde güz mevsiminin de yaz hükmünde olduðunu ileride söyleyecek; biz de ona muhalif söyleyenleri bildireceðiz. «Gölgede yürüyecek derecede» geciktirmenin hududu hakkýnda «Bahýr», «Nehir» ve diðer kitaplarda þöyle denilmiþtir: «Bunun hududu gölge bir misli olmadan kýlmaktýr. Evlâ olan budur. Çünkü þehir duvarlarý yüksek olduklarý için gölge onlar da çabuk zuhur eder». H.

Þöyle de denilebilir: Gölgede yürümeyi itibara almak bu müstehap vaktin evvelini beyan içindir. «Bahýr» ve diðer kitaplarda ise sonunu beyan için olduðu bildirilmiþtir. Tahtavî´nin Hamavî´den onun da Hýzâne´den naklen bildirdiðine göre öðlede mekruh vakit ihtilâf haddine girendir. Bir kimse öðleyi her þeyin gölgesi bir misli oluncaya kadar geciktirirse ihtilâf haddine girmiþ olur.

Sýcaðýn þiddeti vesairenin þart koþulmamasý «mutlak» sözünün tefsiridir. Ýbni Meleð´in «Mecmâ» þerhindeki ibâresi. «Yani ister öðleyi yalnýz kýlsýn ister cemaatla edâ etsin» þeklindedir. Demek istiyorki, bu hususta Buharî þu hadîsi rivâyet etmiþtir: «Soðuk þiddetli oldu mu Peygamber (s.a.v.) namazý erken kýlar; sýcak þiddetli olursa serinlik zamanýna geciktirirdi». Bu namazdan murad öðledir. Bir de Rasülullah (s.a.v). «Muhakkak ki sýcaðýn þiddeti cehennemin kükremesindendir. Binaenaleyh sýcak þiddetlendi ml namazý serinliðe býrakýn!» buyurmuþtur. Hadîs muttefekun aleyhdir. Bu hadîste tafsilât yoktur. Meselenin tamamý Zeyleî ve diðer kitaplardadýr. «Cevhere» ve «Sirâc» gibi bazý kitaplarda þöyle denilmiþtir: Namazý serinlik zamanýna geciktirmek ancak üç þartla müstehap olur. Bunlar mescidde cemaatla kýlmak, sýcak memlekette bulunmak ve sýcaðýn þiddetli zamanýnda olmaktýr. Ýmam Þâfiî, «Evinde kýlarsa erken davranýr; mescidde cemaatla kýlarsa geciktirir, demiþtir». Fakat «Hâþiye» sahibi buna itiraz etmiþ ve þunlarý söylemiþtir:

«Bir kimse namazý daima vaktinin evvelinde kýlan bir cemâatýn içinde bulunsa o kimseye namazý te´hir müstehabtýr dersek cemâatý terk etmesi lâzým gelir. Halbuki meþhur kavle göre cemâatý terk eden kimse muâheze olunur. Kaideler de buna aykýrýdýr. Delili, ulemanýn yatsýyý gece yarýsýndan sonraya býrakmayý mekruh saymalarýdýr. Bunun illeti cemaatý azaltmak olduðunu söylemiþlerdir. O halde meselemizde geciktirmenin haram olmasý icap eder. Çünkü cemaatý kaçýracaðý muhakkaktýr».

Bazýlarý bu sözü Mûsa Trablusî´nin «Kenz» þerhinden de nakletmiþlerdir. Þeyh Mûsa þöyle demiþtir: «Þunu da ilâve edelim ki, «Bahýr» sahibi evvelce; bir kimse elbisesinde dirhem miktarý necaset varken namaza baþlasa da cemaata yetiþemeyeceðinden korksa o namaza devam eder; demiþti.» Yani o necâseti gidermek sünnet veya vacip iken temizlemeye çalýþmayýp cemaata yetiþmek için caba gösterecektir; demek istemiþtir.

Ben derim ki: Þöyle cevap verilebilir: «Bahýr» sahibinin, «Cemaatle yahud yalnýz kýlmasý fark etmez.» sözünün mânâsý, o kimseye geciktirmek mendup olur. Ýster cemaatle kýlmak istesin, ister yalnýz, demektir. Yoksa bu sözde cemaatý kaçýracaðýndan korksa bile namazý te´hir eder mânâsýný gerektiren bir þey yoktur. Nitekim bu âþikardýr. Þu halde «Cevhere» ve «Sirac»daki itiraz yerindedir. Zira saydýklarý üç þart Þâfiîlerin mezhebidir. Bunu onlar kitaplarýnda açýklamýþlardýr. Evet, «Hidâye» þârihleri ile baþkalarý teyemmüm babýnda þunu söylemiþlerdir:

«Namazý vaktinin evvelinde kýlmak efdaldir. Meðer ki geciktirme, cemaatý çoðaltmak gibi ancak te´hirle elde edilebilecek bir fazilet tazammun etsin! Bu sebeptendir ki, kadýnlara namazý vaktinin evvelinde kýlmak evlâdýr. Çünkü onlar cemaate çýkmazlar. Þemsü´l-Eimme ile Fahru´l-Ýslâm´ýn «Mebsut»larýnda da böyle denilmiþtir».

METÝN

Cuma namazý gerek aslen, gerekse yaz ve kýþ müstehap zamaný itibariyle öðle gibidir. Çünkü o öðlenin halefidir. Nâfilelere vakit býrakmak için ikindiyi yaz ve kýþ güneþin ziyasý deðiþmezden önceye kadar geciktirmek müstehabtýr. Esah kavle göre bu deðiþme sýcaðýn göze dokunmamasiyle anlaþýlýr.

Yatsýyý da gecenin üçte birine geciktirmek müstehaptýr. Bunu «Hâniye» ve diðer kitaplar «kýþýn» diye kayýtlamýþlardýr. Yazýn ise vaktin evvelinde kýlmak evlâdýr. Bir kimse yatsýyý gece yarýsýndan sonraya býrakýrsa mekruh olur. Çünkü bu cemâatý azaltýr. Gece yarýsýna te´hir etmek ise mubahtýr. Ýkindiyi güneþ sararýncaya kadar geciktirmek, akþam namazýný yýldýzlarýn göründüðü. yani çoðaldýðý zamana býrakmak kerâhet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Meðer ki yolculuk ve yemekte bulunmak gibi bir özrü olsun. Mekruh olan fiil deðil, gecikmedir. Zira fiil emir olunmuþtur. Ýkindiye güneþ deðiþmeden baþlar da deðiþinceye kadar uzatýrsa mekruh olmaz. Zira hem namaza yönelmek hem de ayný zamanda kerahetten kaçýnmak imkânsýzdýr. Binaenaleyh bu gecikme affolunmuþtur.

ÝZAH

«El-Eþbah» adlý kitapta cuma namazýný serinlik vaktine geciktirmenin sünnet olmadýðý bildirilmiþtir. «Camiu´l-Fetâvâ»da ise þöyle denilmektedir: «Bazýlarý cuma namazýný serinlik zamanýna kadar geciktirmenin meþrû olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü cuma namazý öðlenin vaktinde kýlýnýr ve onun yerini tutar. Fakat cumhur-u ulema bunun meþrû olmadýðýna kaildirler. Zira cuma namazý büyük cemaatla kýlýnýr. Geciktirme güçlüðe sebep olur. Öðle namazý böyle deðildir. Halkýn her yönden aslýna uymasý þart deðildir».

Yalnýz burada ikinci bir kavil daha vardýr ki, meþhur olan odur. Mezkûr kavil cuma namazýnýn öðleden daha kuvvetli ve müstakil bir farz olmasýdýr. Nâfile namazlara vakit býrakmak için ikindiyi yaz ve kýþ te´hir müstehaptýr. Çünkü ikindinin farzýndan sonra nâfile kýlmak mekruhtur. Ýmam Tahavî, te´hir edilip edilmeyeceðine dair rivâyetleri sýraladýktan sonra þunlarý söylemiþtir:

Biz bu eserlerin sahih kabul edilenlerinde ikindinin te´hirine delâletten baþka bir þey görmedik. Vaktin evvelinde kýlýnacaðýný gösteren bir delil de bulamadýk; bulsak bile hemen baþka bir delil ona karþý çýkýyor. Bu sebeple te´hiri müstehap gördük. Delilden sarf-ý nazar etmiþ olsa idik, bütün namazlarý vakitlerinin evvelinde kýlmak daha faziletli olurdu. Lâkin Rasûlüllah (s.a.v.) den rivâyet olunan ve tevatür derecesini bulan haberlere tâbi olmak evlâdýr. Gerçekten onun eshabýndan buna delâlet eden haberler rivâyet olunmuþtur...», Tamamý «Hýlye»dedir.

Esah kavle göre güneþin deðiþtiði, sýcaðýn göze dokunmamasiyle bilinir. «Hidâye» ve diðer kitaplarda bu kavil sahih kabul edilmiþtir. «Zahînyye»de ise þöyle denilmiþtir: «Güneþe uzun zaman bakabilirse ziyâsý deðiþmiþ demektir. Fetvâ buna göredir. «Nisâb» ve diðer kitaplarda. «biz bununla amel ederiz», denilmiþtir. Üç imamýmýzýn, Belh ulemasýnýn ve diðerlerinin kavilleri de budur. «Fetevây-ý Sofiye´de de böyle denilmiþtir. Ayný eserde þu da vardýr: Ama mesbuk yetiþemediði rekâtlarý kaza edemeyecek kadar geciktirmemek icab eder». Bazýlarý deðiþme haddinin güneþ kavuþmasýna bir mýzraktan az kalmasý olduðunu, birtakýmlarý da duvarlara vuran ziyânýn deðiþmesi olduðunu söylemiþlerdir. Nitekim «Cevhere»de de böyle denilmiþtir.

Musannýf burada yatsýnýn gecenin üçte birine te´hir edileceðini mutlak olarak söylemiþtir. «Hýdâye»den anlaþýldýðýna göre bu mesele cemaatý kaçýracaðýndan korkmamakla kayýtlýdýr. Bulutlu gün meselesinde Musannýf´ýn sözünden de anlaþýlacaktýr.

«Kenz», «Muhtar», «Hulâsa» ve diðer kitaplarda da Musannýf´ýn yaptýðý gibi «yatsýyý gecenin üçte birine geciktirmek müstehabtýr.» denilmiþtir.

Kudurî ise, «Üçte birinden önceye geciktirmek» ibâresini kullanmýþtýr. Bunlar iki rivâyettir. Nitekim «Þurunbulâlîyye»de de «Burhan»dan naklen ayný þey söylenmiþtir. Binaenaleyh «Bahýr»ýn veya «Dürer»in sözleriyle ara bulmaya hâcet yoktur.

Yatsýyý gece yarýsýndan sonraya býrakmak Musannýfa göre kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. «Hýlye»den nakledeceðimize göre ise kerahet-i tenzihiyye ile mekruhtur. Daha makul olaný da budur. «Çünkü bu cemâatý azaltýr.» ifâdesinden anlaþýlýyor ki, yatsýyý evinde kýlan gece yarýsýndan sonraya býrakabilir. Zira onun hakkýnda cemaat yoktur. Düþün!

Remlî, yani sonraya býrakýrsa mekruh olmaz. Gece yansýna býrakmak ise mubahtýr. Çünkü mendup olduðunu bildiren delil ile yasak ve kerahet delili çeliþki halindedir. Mendup delili gece muhabbetini kesmektir. Kerahet delili ise cemaatý azaltmaktýr. Bu deliller birbirine zýd olunca te´hir mubah kalýr. Nitekim bunu «Hidâye» ve diðer kitaplar da kaydetmiþlerdir.

Ben derim ki: Lâkin «Hilye»de «Hýzâne»den naklen gece yarýsýna kadar te´hirin müstehap olduðu bildirilmiþtir. «Hýlye» sahibi bu kavlin daha yerinde olduðunu söylemiþ ve, «Çünkü sahih hadîsler buna delâlet etmektedir.» diyerek onlarý sýralamýþtýr. Ayný zamanda bu kavli eshab ve tâbiînden ve diðer ulemadan birçok zevatýn tercih ettiklerini Tirmizî´nin de ayný þeyi söylediðini bildirmiþtir.

TENBÝH: Yukarýda iþaret ettik ki, yatsýyý geciktirmenin müstehap olmasýna illet yasak edilen gece sohbetini kesmektir. Bundan murad, yatsýyý kýldýktan sonra oturup muhabbet etmektir. «Burhan»da þöyle deniliyor: «Yatsýdan önce uyumak ve kýldýktan sonra konuþmak mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bunlarýn ikisini de yasak etmiþtir. Meðer ki, hayýrlý bir Iþ hakkýnda söz edile. Rasulullah (s.a.v.), «Namazdan sonra - yani yatsýdan sonra - gece sohbeti yalnýz iki kiþiden birine câizdir. Ya namaz kýlana yahud yolcuya, «bir rivâyette» yahud gerdeðe girene» buyurmuþtur. Tahâvî, «Yatsýdan önce uyumak, vaktini kaçýrmaktan yahud cemaatý kaçýrmaktan korkana mekruhtur. Kendisini uyandýracak birini tâyin ederse uyumasý mubah olur.» diyor.

Zeyleî de þunlarý söylemiþtir: «Yatsýdan sonra konuþmak ancak faydasýz lâf etmeye veya sabah namazýný yahud âdet edinen kimsenin gece namazýný kaçýrmasýna sebep olacaðý için mekruhtur. Mühim bir hâcetten dolayý olursa mekruh deðildir. Kur´an okumak, zikirde bulunmak, sulehanýn hikâyelerini anlatmak, fýkýh okumak ve misafirle konuþmak da öyledir». Bundaki mânâ, o günün amel defterine ibâdetle baþladýðý gibi ibâdetle bitirmektir. Tâ ki aradaki hatalar affolunsun. Onun için sabah namazýndan önce konuþmak mekruhtur. Tamamý «Ýmdâd» nam eserdedir. Zeyleî´nýn sözünden anlaþýlýr ki, ihtiyaçtan dolayý olursa konuþmak mekruh deðildir. Velev ki sabah namazýný kaçýracaðýndan korksun. Zira uykuda tefrit yoktur. Tefrit ancak namazý vaktinden çýkarmaktadýr. Nite" kim Müslim´in hadisinde beyan buyurulmuþtur. Evet, sabah namazýný kaçýracaðýný aklý keserse konuþmak helâl olmaz. Zira tefrittir.

Akþam namazýný yýldýzlarýn çoðaldýðý zamana býrakmak mekruhtur. Esah kavil budur. Bir rivayette þafak kayýp olmadýkça mekruh deðildir. «Bahýr».

Þafaktan murad kýzýllýktýr. Çünkü ihtilâflý vakit kýzýl þafaktýr. O zamanda kýlmak þübheli namaz olur. «Hýlye»de bu hususta söz edildikten sonra þöyle anlaþýlmýþtýr: «Anlaþýlan sünnet vecih, akþam namazýný derhal kýlmaktýr. Ondan sonra yýldýzlar çoðalýncaya kadar mubahtýr. Ama özürsüz mekruhtur».

Ben derim ki: Mekruhtan murad kerahet-i tahrimiyyedir. Anlaþýlýyor ki. «Hilye» sahibi mubah kelimesinden memnu´ olmayan mânâsýný kasdetmiþtir. Bu, kerahet-i tenzihiyyeye aykýrý deðildir. Tamamý az sonra gelecektir. Yine Hýlye´de, «Yýldýzlarýn çoðalmasýndan murad, büyük küçük hepsinin görünmesi, görünmeyen yýldýz kalmamasýdýr.» deniliyor.

Musannýf´ýn «kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur.» sözü ikindi, akþam ve yatsýya þâmildir. «Bahýr» sahibi dahi «Kýnye»den naklen böyle demiþtir. Lâkin «Hýlye»de, «Tahavî´nin sözü yatsýyý geciktirmekteki kerahetin tenzihî olduðuna iþâret ediyor en mâkulü de budur.» denilmektedir. «Meðer ki yolculuk ve yemekte bulunmak gibi bir özrü olsun.» cümlesindeki özür de zâhire göre yukarýdaki üç vakte þâmil ise de «Ýmdâd» sahibi. «Mi´rac»tan naklen ikindinin güneþ sararýncaya kadar gecikdirilmesinin hastalýk ve yolculuk sebebiyle mubah olmadýðýný söylemiþtir. «Hýlye»de de buna benzer sözler vardýr. «Ýmdâd» ve diðer kitaplarda istisna yalnýz akþam namazý hakkýnda yapýlmýþtýr Ýbâresi, «Ancak yolculuk, hastalýk, sofranýn hazýr olmasý ve bulutlu hava gibi bir özür bulunursa o baþka.» þeklindedir.

Ben derim ki: Hac kafilesinde olan kimsenin yatsýyý geciktirmesinde dahi kerahet olmamak gerekir. Sonra yolcu ile hastanýn akþamla yatsýyý fiilen beraber kýlmak için akþam namazýný geciktirmeye hakký vardýr. Nitekim «Hýlye»de ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Yani akþam namazýný vaktinin sonunda, yatsýyý vaktinin evvelinde kýlmak suretiyle cemi yapabilir. Rasulullah (s.a.v.)in seferde bu iki namazý bir arada kýldýðýný bildiren rivayet bu mânâya hamledilmiþtir. Nitekim ileride gelecektir. Namaz vaktinde yemekte bulunmak bir özürdür. Zira nefsin arzu ettiði bir yemek hazýr iken namaz kýlmak mekruhtur.

Bir de Buharî ile Müslim´in rivayet ettikleri þu hadîs vardýr: «Namaz vakti gelir; akþam yemeði de hazýr bulunursa iþe yemekten baþlayýn!».

METÝN

Uyanacaðýna güvenen kimsenin vitir namazýný gecenin sonuna te´hir etmesi müstehaptýr. Aksi takdirde uyumazdan önce kýlar. Vitiri gecenin evvelinde kýldýðý halde sonra uyanýr da nafileleri kýlarsa efdal olaný kaçýrmýþ olur. Kýþýn öðleyi vaktinin evvelinde kýlmak müstehaptýr. Ýlkyaz kýþa, güz de yaza ilhak edilir. Bulutlu günde ikindi ile yatsýyý vaktin evvelinde kýlmak müstehaptýr. Ýlkyaz kýþa, güz de yaza ilhak edilir. Bulutlu günde ikindi ile yatsýyý vaktin evvelinde, kýlmak, akþam namazýný ise mutlak surette vaktinin evvelinde kýlmak müstehaptýr. Onu iki rekât kýlacak kadar geciktirmek tenzihen mekruhtur. Ýkindi ile yatsýdan baþka namazlarý ise bulutlu günde te´hir etmek müstehap olur. Bu hüküm kýþý çok ve namaz vakitlerine riâyet az olan yerlere göredir. Bizim memleketimizde ise birinci hüküm dikkate alýnýr. Gerek ta´cil gerekse te´hir yönünden ezanýn hükmü de namaz gibidir.

ÝZAH

Vitir namazýný te´hirin müstehap olduðuna delil Peygamber (s.a.v.)´in þu hadîsidir: «Her kîm vitir namazýný gecenin sonunda kýlamayacaðýndan korkarsa baþýnda kýlsýn! Ama her kim gecenin sonunda kalkacaðýný umarsa vitiri geceni sonunda kýlsýn! Çünkü gecenin sonunda kýlýnan namaz þahidlidir. Bu daha faziletlidir». Hadîs-i þerifi Müslim, Tirmizî ve baþkalarý rivâyet etmiþlerdir. Tamamý «Hýlye»dedir. Buharî ile Müslim´in rivayet ettikleri bir hadîste, «Son namazýnýzý vitir yapýn!» buyurulmuþtur. Bu emir üst tarafýnýn delaletiyle nedip (yani mendup olduðunu bildirmek) içindir. «Bahýr».

Bir kimse uyumazdan önce vitiri kýlar da biraz uyuduktan sonra kalkarak nafile namazlarý kýlarsa bu yaptýðýnda kerahet yoktur. Bilâkis menduptur. Vitiri kaza etmez. Ancak sahihayn hadîsinin ifade ettiði efdâl þekli elden kaçýrmýþtýr. «Ýmdâd». Burada, «Uyanacaðýna güvenemeyen bir kimse hakkýnda vaktin evvelinde kýlmak efdaldir. Nitekim «Hâniye»de de böyle denilmiþtir. Uyandýktan sonra nafile namazlarýný kýlar. Efdal þekli de kaçýrmýþ olmaz?» þeklinde bir itiraz varid olamaz. Çünkü yukarýdaki hadîsdeki efdalden murad, vitirle bitirilen namaza terettüp eden efdaliyettir. Bu, elden gitmiþtir. O kimsenin elde ettiði efdaliyet ise te´hir sebebiyle vaktini geçireceðinden korktuðu için vaktin evvelinde kýlmasý efdaliyetidir.

«Ýlkyaz kýþa, yaz da güze katýlýr.» cümlesini «Bahýr» sahibi söylemiþ ve inceleme yaparak, «Ben bunu bir yerde görmedim.» demiþse de «Ýmdâd» sahibi kendisine itiraz etmiþ ve «Mecmaa´r-Rivâyat»ta, «Ýlkyazla güzde de öyledir. Güneþ zevâle erdiðinde hemen kýlýnýr.» denilmiþtir. Binaenaleyh «Bahr»ýn sözü menkule muhaliftir.» demiþtir. Bulutlu günde ikindinin vakit evvelinde kýlýnmasý kerâhet zamanýna kalmamasý için yatsýnýn acele edilmesi ise yaðmur ve çamur ihtimaliyle cemaat azalmasýn diyedir. Ýmam Hasan´ýn Ebu Hanîfe´den rivayetine göre bütün vakitlerde bir parça te´hir menduptur. Etkânî bu kavli tercih etmiþ; «Mecmâ» þerhiyle, «Dürerü´l-Bihar» ve «Ziyâ»da bunun daha ihtiyat olduðu bildirmiþtir. Çünkü vakit çýktýktan sonra namazýn kýlýnmasý câiz, fakat vakit girmeden kýlýnmasý câiz deðildir. Yani vaktin evvelinde kýlarsa vakit girmeden kýlmýþ olmak ihtimali vardýr. Buna þöyle cevap verilebilir:

Acele etmekten murad, vaktin girdiðini anladýktan sonra biraz geciktirmektir. Onun için «Hýlye»de, «Müstehap olan, ikindi ile yatsýyý yaðmurlu günde müstehap vakitlerinden önce kýlmaktýr.» denilmiþtir.

«Akþam namazýný iki rekât namaz kýlacak kadar geciktirmek tenzihen mekruhtur.» cümlesi acele kýlmaktan murad ezanla ikametin arasýný oturmadan yahud duraklama yapmadan ayýrmak olduðunu ifâde eder. Ve «Kýnye»deki «Azýcýk te´hir ederse bu müstesnâdýr» sözünün iki rekâttan az´a hamledildiðini, fazlasýnýn yani yýldýzlar görününceye kadar geciktirmenin tenzihen mekruh, daha sonraya te´hirin tahrimen mekruh olduðunu, bundan yalnýz özürlünün müstesnâ tutulacaðýný bildirir. Nitekim yukarýda geçmiþti. «Münye» þerhinde þöyle denilmiþtir:

«Haberler akþam namazýný yýldýzlar çýkýncaya kadar geciktirmenin mekruh olmasýný iktiza ediyor. Daha öncesi için bir þey denilmemiþtir. Binaenaleyh acele kýlmak müstehap olsada bu (bir parça gecikme) mubahtýr». «Hýlye»den naklettiðimiz de bunun gibidir. Gerçi «Nehir»de, «Hýlye»nin söyledikleri esahýn hilâfýnadýr. Esah kavli «Mübtegâ» sahibi þöyle beyan etmiþtir: Bir rivayette akþam namazýný geciktirmek mekruhtur. Baþka bir rivayette þafak kayýp olmazdan önceye kadar geciktirmek mekruh deðildir. Esah kavil birincisidir. Meðer ki bir özürden dolayý geciktirmiþ olsun.» denilmiþse de söz götürür. Çünkü anlaþýldýðýna göre esah tabirinden murad, yýldýzlar görününceye yahud þafak kayýp oluncaya kadar geciktirmektir. Bu, daha önceki geciktirmenin tenzihen mekruh olmasýna aykýrý deðildir. O kimse müstehap olan aceleyi terk etmiþtir.

Bulutlu günde ikindi ile yatsýdan baþka namazlarý te´hir etmek müstehabtýr. Sabah namazý sair günlerdeki kadar geciktirilir. Öðle ile akþam mekruh vakte varmayacaðýný bilmek þartiyle biraz geciktirilir. Nitekim «Ýmdâd» nam kitapta da böyle denilmiþtir. «Nehir»de þöyle denilmiþtir: «Sabah namazýnýn geciktirilmesi cemaatý çoðaltmak içindir. Diðerleri ise vakit girmeden kýlmýþ olmak korkusuyla geciktirilirler». Namaz vakitlerine riayet az» olmaktan murad, güneþin görünmemesi ve namaz vakitlerini fülkî saatlerle tesbit etmek gibi þeylerdir. T.

Birinci hükümden murad da, ikindiyi mutlak surette te´hir, yatsýyý gecenin üçte birine kadar geciktirmek, kýþýn öðleyi vakti girince hemen kýlmak vesairedir.

Ebu´s-Suûd, «Bu bahis Aynî´nindir.» demiþ; «Nehir» sahibi de onu tasdik etmiþtir. T.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 17:26:27
T E T Ý M M E: Namazýn sahih olmasý için vaktin girmesi ve girdiðine itimad etmek þarttýr. Nitekim «Nuru´l-Ýzah» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Bir kimse ibâdet vaktinin girdiðinde þüphe ederek o ibâdeti yapar da sonra vakit içinde yaptýðý anlaþýlýrsa câiz olmaz. «El-Eþbah»ýn Niyet Bahsinde de böyle denilmektedir. Bu hususta âdil olmak þartiyle bir kiþinin ezaný kâfidir. Aksi takdirde araþtýrýr ve kalbinin kanaatýna göre hareket eder. Çünkü imamlarýmýz diyanet hususunda âdil bir kimsenin sözü kabul edileceðini söylemiþlerdir.

Kýblenin hangi tarafta olduðunu, bir þeyin temizliðini, pisliðini, helâl veya haram olduðunu haber vermek bu kabildendir. Hatta güvenilir bir kimse köle, câriye veya kâzif cezasýna çarpmýþ bile olsa da suyun pis, yahud yemeðin helâl veya haram olduðunu haber verse. kabul edilir. Fâsýk yahud hali bilinmeyen biri haber verirse doðru söyleyip söylemediði hususunda kendi reyini hakem yapar ve onunla amel eder. Zira kalbin kanaat getirmesi yüzde yüz bilmek gibidir. Zimmî´nin haberi böyle deðildir. O kabul edilmez. Esah kavle göre aklý eren çocukla bunak da zýmmî gibidir. Þüphesiz ki vaktin girdiðini haber vermek ibâdetlerdendir. Þu halde tafsilât onda da geçerlidir. Allahu a´lem.

Sonra «El-Kavlü Limen» adlý kitapta «Muînü´l-Hükkâm»dan naklen þöyle denildiðini gördüm: «Müezzin âkil bâlið, vakitleri bilir. Müslüman ve erkek ise vaktin girdiðini haber vermesi kâfidir. Onun sözüne itimad olunur».

Kuhistanî´nin Oruç Bahsinde ise, «Ýftara gelince: O bir kiþinin sözü ile deðil, iki kiþinin sözü ile câiz olur. Cevabýn zâhiri þudur ki, bir kiþi âdil olur ve onu tasdik ederse sözünü kabul de bir beis yoktur ilah...» denilmiþtir.

Ezanýn hükmü namaz gibidir. Çünkü ezan namaz için sünnettir. Binaenaleyh ona tâbidir.

METÝN

Güneþ doðarken namaz kýlmak velev kaza, vacip, nâfile veya cenaze namazý yahud tilavet ve sehiv secdesi olsun mutlak surette kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Zaten câiz olmayan her þey mekruhtur. Þükür secdesi mekruh deðildir. «Kýnye».

Bundan yalnýz avam takýmý müstesnâdýr. Onlar güneþ doðarken namaz kýlmaktan men edilmezler. Çünkü (men edilirlerse) namazý býrakýrlar. Bazý müctehidlere göre câiz olan edâ terkten evlâdýr. Nitekim «Kýnye» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Bunlar güneþ istiva halinde (yani gökyüzünün tam ortasýnda) iken de mekruhtur. Yalnýz Ebu Yûsuf´un sahih kabul edilen ve mutemed olan kavline göre cuma günü müstesnâdýr. «Eþbâh»da da böyle denilmiþtir. Halebî. Hâviden fetevânýn buna göre olduðunu nakletmiþtir.

ÝZAH

Buradaki kerahet tâbirine itiraz edilmiþ ve, «Bu vakitlerde bazý namazlar sahih olmaz. Binaenaleyh kerâhet tâbirini kullanmak münâsip deðildir.» denilmiþtir. Bu itiraza «Münye» þerhinde «Fetih» sahibine uyularak iki cevap verilmiþtir.

«Münye» þârihi þöyle demiþtir: «Burada kerahet, lügat mânâsiyle kullanýlmýþtýr. O halde câiz olmayan, yapýlmamasý istenilen þeylere þâmildir. Yahud örfü mânâsiyle kullanýlmýþtýr. Ve maksat kerâhet-i tahrimiyyedir. Çünkü bilindiði gibi sübutu zannî olan ve gerektirdiði mânâdan deðiþtirilmeyen nehiy (yasak) kerahet-i tahrimiyye ifâde eder. Nehyin sübûtu kat´î olursa haram mânâsý ifâde eder. Derece itibariyle bu nehiy farzýn mukabilidir. Kerahet-i tahrimiyye vacibin, kerâhet-i tenzihiyye de mendubun mukabilidirler. Buradaki nehiy sübûtu zannî olan kýsýmdandýr. Binaenaleyh onunla kerahet-i tahrimiyye sabit olur. Bu nehy vaktin noksanlýðýndan ileri gelirse sebebi kâmil olan ibâdetin sahih olmasýna mânidir. Vaktin noksanlýðýndan ileri gelmezse isâet (nankörlük) ile birlikte sahih olmayý ifâde eder. Þârih her iki cevaba iþârette bulunmuþ; ikinci cevabý birinciye tercih etmiþtir.

Cenâze namazý, cenaze o vakitte hazýr olursa, tilâvet secdesi de secde âyeti o vakitte okunursa mekruhtur. Aksi takdirde kerahet yoktur. Nitekim Þârih bunu söyleyecektir.

Bir kimse sabah namazýnda yanýlýr da güneþ doðar yahud ikindiden sonra kaza namazý kýlarken selâm verir vermez güneþ kýzarýrsa secde-i sehiv sâkýt olur. Çünkü secde-i sehiv namazda meydana gelen eksikliði tamamlamak için meþru olmuþtur. Ve kaza mesabesindedir. Namaz kâmil olarak vacip olmuþtur, nâkýs olarak ödenemez. «Hýlye».

Þükür secdesi mekruh deðildir. Bu cümle yerinde zikredilmemiþtir. Münasip olan onu Musannýf´ýn biraz sonraki «Tilâvet secdesi» sözünden sonraya býrakmaktý. Zira «Kýnye»nin ibâresi þöyledir: «Nafile namaz kýlmak mekruh olan vakitte kýlýnan namazdan sonra þükür secdesi yapmak mekruhtur. Baþka vakitlerde mekruh deðildir». «Nehir»de de þöyle deniliyor: «Geçen bir nimete þükür secdesi yapmak ulemanýn, çünkü namaz kâmil olarak vacip olmuþtur, sözünden alýnarak sahih olmak gerekir. Bu secde ise vacip olmamýþtýr». «Kýnye» ile «Nehir» sahibinin sözlerinden þu netice hâsýl olur:

Þükür secdesi kerahetle sahihdir. Yani bu secde nâfile namaz hükmündedir. «Nehir» sahibi sonra þunlarý söylemiþtir: «Namazdan sonra yaptýðý secde ise bilittifak mekruhtur. Çünkü avam takýmý onun vacip veya sünnet olduðunu sanýrlar. «Yani böyle bir inanca sebep olan her þey mekruhtur», demek istiyor.

Güneþ doðduktan sonra göz kamaþmadan yüzüne bakýlabildiði müddetçe aynýdýr. Nitekim batmasý hakkýnda do esah kavlin bu olduðunu söylemiþtik. «Halebî» bunun «Bahýr»da da böyle kaydedildiðini söyler.

Ben derim ki: Ulemanýn Ýmam Muhammed´in «Asýl» namýndaki kitabýndan nakl ettiklerini sahihi kabul etmek gerekir. Ýmam Muhammed, «Güneþ bir mýzrak boyu yükselmedikçe doðma hükmündedir.» demiþtir. Zira metin sahipleri bayram namazý hakkýnda bu kavle göre amel etmiþ; bir mýzrak boyu yükselmeyi bayram namazý vaktinin evveli saymýþlardýr. Onun için burada «Feyz» ve «Nuru´l-izah» sahipleri bunu kat´î lisanla söylemiþlerdir. «Bundan yalnýz avam takýmý müstesnadýr.» Cümlesindeki müstesnâ munkatý´dýr. Yani avam takýmý bunu yapmaktan men edilmezler. Yoksa bize göre hüküm yine namazýn sahih olmamasýdýr; demektir. Bittabi namazdan murad sabah namazýdýr. Bazý müctehidlerden maksat imam Þâfiî´dir. «Bazý müctehidlere göre câiz olan edâ terkden evlâdýr.» sözünü «Musaffâ» sahibi Ýmam Hamid ed-Dîne nisbet etmiþtir. O da þeyhi Ýmam Mahbûbî´den nakletmiþtir. Þemsü´l-Eimme Hulvânî´ye dahi nisbet etmiþtir.

«Kýnye» sahibi ise Hulvânî ile Nesefîye nisbet etmektedir. Bu suretle «Kýnye» sahibi hakkýndaki söylenti ortadan kalkmýþtýr. Söylenti þudur: «Kýnye sahibi bu sözü Mütezile´nin mezhebine istinaden söylemiþtir. Mutezile taifesine göre avamdan biri her mezhepten dilediðini alabilir». Bizce sahih olan kavil þudur ki, hak birdir. Ruhsat aramak fâsýklýktýr.

Musannýf´ýn istiva tâbirini kullanmasý «zevâl vakti» demekten daha güzeldir. Çünkü zevâl vaktinde namaz kýlmak bilittifak mekruh deðildir. Bunu «Hýlye»den naklen «Bahýr» sahibi söylemiþtir. Yani zevâl ile öðlenin vakti girer. Nitekim evvelce geçmiþti. Bercendi´nin «Nikâye» þerhinde þöyle denilmiþtir: «Fukahanýn ibârelerinde, mekruh vakit, günün yarýsýndan güneþin zevâline kadardýr» cümlesi vardýr. Þüphesiz güneþin zevâli günün yarýsýndan sonra fasýlasýz olarak baþlar.

Bu kadarcýk bir zamanda namazýn edâsý mümkün deðildir. Ýhtimâl maksat namazýn bir cüz´ü bu vakte rastlarsa câiz olmaz demektir. Yahud günden murad þer´an muteber olan gündür ki, sabahýn doðmasýndan güneþin batmasýna kadar devam eder. Buna göre günün yarýsý zevalden hesaba katýlýr bir zaman önce olur. «Ýsmâil», «Nuh» ve «Hamavî».

«Kýnye» de þöyle deniliyor: «Zevâl vaktindeki kerahet zamaný hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Birtakýmlarý günün yarýsýndan zeval vaktine kadar olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü Hazreti Ebu Said, «Peygamber (s.a.v.) günün yarýsýndan güneþin zevaline kadar namaz kýlmayý yasak etti» demiþtir.

Rükneddin Sabbaði, «Bu ne güzel þey! Çünkü bu vakitte namazý yasak etmek için de kýlýnmasý tasavvura dayanýr» diyor. Kuhistânî de, kerâhet vaktinden murad örfî günün yarýlandýðý zamandýr sözü Mâverâ (Batý Türkistan) ulemâsýna, þer´î günün yarýlanmasýdýr. Bundan murad, kuþluk zamanýndan zevâle kadardýr sözü de Harezm ulemasýna nisbet olunmuþtur».

Cuma gününün kerahet vaktinden müstesna olduðunu bildiren hadîsi, Ýmam Þâfiî Müsned´inde rivayet etmiþtir. Hadîs þudur: «Rasulullah (s.a.v.) günün yarýsýndan güneþ zevâle erinceye kadar namaz kýlmayý yasak etti. Yalnýz cuma günü müstesnâ!».

Hafýz ibn-i Hacer bu hadîsin isnâdýnda inkýtâ (kesiklik) olduðunu söylemiþ; fakat Beyhakî onun birtakým zaif þahidleri bulunduðunu, bunlar katýlýnca hadîs kuvvetlendiðini bildirmiþtir. Hanefîlerden cuma gününün müstesnâ olduðunu söyleyen Ýmam Ebu Yûsuf´tur. Þârih bu kavlin sahih ve mutemed kabul edildiðini söylemiþse de kendisine itiraz edilmiþ ve, «Bütün metinler ve þerhler bunun hilâfýnadýr.» denilmiþtir. Halebî ibn-i Emîr Hâc, Hâvî Kutsi´den naklen Fetvânýn buna göre olduðunu söylemiþtir. Nitekim bunu ben de gördüm.

Lâkin «Hidâye» þârihleri Ýmam A´zam´ýn kavlini daha makbul görmüþlerdir. Onlar mezkûr hadîse, istiva zamanýnda namazý yasak eden hadîslerle cevap vermiþlerdir. Zira o zaman namaz kýlmak haramdýr. «Fetih» sahibi mutlakî mukîde hamletmek suretiyle cevap vermiþtir. Anlaþýlan o, Ýmam Ebu Yûsuf´un kavlini tercih etmiþtir. «Bahr»da bildirildiðine göre «Hýlye» sahibi Halebî de ona uymuþtur. Lâkin «Münye» þerhi ile «Ýmdâd»da buna itimad edilmemiþtir. Þu da var ki usul-i fýkýh kitaplarýndan bilindiði vecihle bu mesele mutlakýn mukayyed üzerine hamledildiði yerlerden deðildir. Bir de Nehî (yasaklama) hadîsini Müslim ve baþkalarý rivayet etmiþlerdir. Sahih olmasý, imamlarýn onunla amel´e ittifak etmesi ve yasaklamasý dolayýsiyle o tercih olunur. Onun için ulemamýz kerahet vaktinde abdestin sünnetini, tahiyye-i mescid namazýný, iki rekât tavaf namazýný ve benzerlerini menetmiþlerdir. Zira bir þeyin haram olduðunu gösteren delil, mubah olduðunu bildiren delile tercih edilir.

TENBÝH: Bu söylediklerimizden anlaþýlýr ki, bize göre kerâhet vakitlerinde namaz kýlmak memnudur. Þâfiî´lerin sahih olan «Ey Abdimenâf oðullarý! Bu beytte gece ile gündüzün hangi saatýnda dilerse namaz kýlan ve tavaf eden bir kimseyi men etmeyin!» hadîs-i þerifi ile istidlâl ederek, Mekke´nin hareminde mekruh vakitlerde namaz kýlmak mubahtýr, dediklerini gerçi ben görmedim ama bu hadîs bize göre kerâhet vakitlerinde olmamakla kayýtlýdýr. Biliyorsun ki, ulemamýz kerahet vakitlerinde Kâbe´de iki rekât tavaf namazýný bile câiz görmemiþlerdir. Velev ki bu vakitlerde nefis tarafý câiz görmüþ olsunlar. Ýmam Malik buna muhaliftir. Nitekim «Lübâb» þerhinde bu açýklanmýþtýr.

Sonra meselenin bize göre hükmünü gördüm. «Ziyâ»da þöyle deniliyor: Ulemamýz bu kerâhet vakitlerinde Mekke´de ve baþka yerlerde namaz kýlmanýn memnû´ olduðunu söylemiþlerdir». «Bedâyi»de de þunu gördüm: «Nehyin Mekke´den baþka yerler hakkýnda olduðunu bildiren rivayet þâzdýr. Meþhurun karþýsýnda kabul edilemez. Kezâ cuma gününü istisnâ eden rivayet de garibdir. Onunla meþhuru tahsis câiz deðildir».

METÝN

Güneþ batarken dahi namaz ve emsâli mekruhtur. Yalnýz o günün ikindisi müstesnadýr. Onu kýlmak mekruh deðildir. Çünkü vacip olduðu þekilde edâ edilmiþ olur. Sabah namazý öyle deðildir. Hadîsler birbirleriyle çeliþmiþ ve sukût etmiþlerdir. Nitekim bunu Sadrý´þ-Þeria izah etmiþtir. Kerâhet vaktinde baþlanan namaz kerâhet-i tahrimiyye ile mün´akit olur.

ÝZAH

«Güneþ batarken» ifâdesiyle Musannýf güneþin kýzarmasýný kasdetmiþtir. Nitekim «Hâniye» nam kitapta bu açýklanmýþ ve, «güneþ kýzarýp batýncaya kadar.» denilmiþtir. «Bahýr» ve «Kuhistânî».

«Yalnýz o günün ikindisi müstesnâ» diye kayýtlamasý güneþin ziyâsý deðiþtiði zaman dünkü ikindiyi kýlmak câiz olmadýðýndandýr. Zira dünkü ikindi zimmette kâmil olarak sübût bulmuþtur. Onun hakkýnda sebep yukarýda geçtiði vecihle bütün vakittir. O günün ikindisini güneþ kavuþurken kýlmak mekruh deðildir. Çünkü bir þeyin yapýlmasý emir edildiði halde mekruh olmasý doðru deðildir. Ama bazýlarý bu edânýn da mekruh olduðunu söylemiþlerdir. «Kâfi», «Nesefî».

Hâsýlý ulema kerâhetin yalnýz geciktirmede mi yoksa hem geciktirmede hem de edâ´da mý olduðu hususunda ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý yalnýz geciktirmede olduðunu söylemiþlerdir. «Muhit» ve «Ýzah» sahipleri bu kavli ulemamýza nisbet etmiþlerdir. Birtakýmlarý hem geciktirmede hem de eda da olduðuna kâildirler. «Tahavî Þerhi», «Tuhfe», «Bedayî» ve «Hâvî» sahipleri ve baþkalarý bu yoldan yürüyerek hilâf zikretmeksizin mezhebin bu olduðunu söylemiþlerdir. En akla yataný da budur. Çünkü Müslim ve baþkalarý Enes radýyellahuanhdan þu hadîsi rivayet etmiþlerdir:

«Ben Rasulullah (s.a.v.)´i, münâfýkýn namazý þudur ki, oturur güneþi gözetir. Güneþ, þeytanýn iki boynuzu arasýna girdi mi kalkar dört defa yeri gagalar. Bu dört rekâtta ALLAH´ý pek az anar buyururken iþittim».

Bunu «Hýlye» sahibi bildirmiþ; «Bahýr» sahibi de ona tâbi olmuþtur.

Görülüyor ki, Þârih´in söyledikleri birinci kavle göre geçerlidir. Ýkinciye göre geçerli deðildir. Anla! «Kýnye» sahibi, «Namazý kýlan kýraatýn sünnetini de yerine getirir. Çünkü kerâhet vaktinde deðil, geciktirmededir.» diyor. «Çünkü vacib olduðu þekilde edâ edilmiþ olur.» cümlesinin izahý þudur: Namazýn sebebi ondan önceki vakit cüz´üdür. Burada o cüz´ü nâkýstýr (eksiktir). Þu halde namaz nâkýs vacip olmuþtur; nâkýs olarak da edâ edilir. Dünkü ikindi ise kâmil olarak vacip olmuþtur. Vaktin hiç bir cüz´üne yetiþmediði için onun hakkýnda bütün vakit sebep olmuþtur. Lâkin ehl-i tahkik ulemanýn kabul ettikleri kavil, haddi zatýnda o cüz´ü de noksanlýk olmamasýdýr. Noksanlýk o cüz´ü edâ edilen namazdadýr.

Çünkü güneþe tapanlarýn yaptýklarýna benzer. Ama edâ o cüz´ü de vacip olduðu için bu noksanlýðý da yüklenir. Namazý o nâkýs cüz´ü de edâ etmeyince, vakitte esasen noksanlýk olmadýðýndan namazýn kâmil olarak kazasý vacip olur. Onun için sahih kavle göre nâkýs vakitte bülûða eren veya Müslüman olan bir kimse namazýný o vakitte kýlmazsa kâmil vakitte kaza etmesi vacip olur. Nitekim evvelce de geçmiþti.

Hâsýlý «Fetih»te de beyan olunduðu vecihle vaktin nâkýs olmasýnýn mânâsý, o vakte yetiþen namaz rükünlerinin nâkýs olmasýdýr. Bunlar küffara benzemeyi istilzam ederler. Þu halde vakitte noksanlýk yoktur. O da sâir vakitler gibidir. Noksanlýk ancak namaz rükünlerindedir. Binaenaleyh kâmil olarak vacip olan bir namaz böyle bir vakitte edâ edilemez. Bu söylediklerimiz dahi «kerâhet hem geciktirmede hem edâdadýr.» diyenlerin kavlini te´yid eder. Þârih´in söyledikleri bunun hilâfýna bir yoldur.

Sabah namazý böyle deðildir. Çünkü güneþ doðarken o günün sabah namazý kýlýnamaz. Sabah namazýnýn bütün vakti kâmildir. O kâmil olarak vacip olur. Ve fesat vakti olan güneþ doðmasiyle bozulur. «Bahýr»da þöyle deniliyor:

«Hadîs ulemasýndan bir cemaat Ebu Hüreyre´den þu hadîsi rivayet etmiþlerdir: Rasulüllah (s.a.v.), «Bir kimse güneþ batmazdan önce ikindinin bir rekâtýna yetiþirse ikindiye yetiþmiþ demektir. Ve her kim güneþ doðmazdan önce sabah namazýnýn bir rekâtýna yetiþirse sabah namazýna yetiþmiþ demektir», buyurdular. Siz bu hadîse ne dersiniz? þeklinde bir sual vârid olursa þöyle cevap verilir: Bu hadîsle üç kerâhet vaktinde namaz kýlmayý yasaklayan hadîs taaruz edince biz kýyasa müracaat ettik. Nitekim taaruz halinde hüküm budur. Neticede bu hadîsin hükmünü ikindi namazý hakkýnda, yasak hükmünü de sabah namazý hakkýnda tercih ettik. «Nihâye» þerhinde de böyle denilmiþtir».

Þu da var ki Ýmam Tahavî, «Bu hadîs. yasak eden naslarla nesh edilmiþtir.» demiþ; ikindinin de sabah namazý gibi bâtýl olduðunu iddia etmiþ ve, «Aksi takdirde hadîsin bir kýsmiyle amel edip bir kýsmýna sýrf sabah namazýnda nâkýs kâmilin üzerine gelmiþtir. O günün ikindisi öyle deðildir, sözüyle terk etmiþ olmamýz lâzým gelir. Halbuki noksanlýk ikindiye baþýnda. sabah namazýna sonunda ârýz olmuþtur. Binaenaleyh her iki vakitte namaz bâtýl olur.» demiþtir. «Burhan» sahibi buna þöyle cevap vermiþtir: «Bu vakit ikindinin farz olmasýna sebeptir. Hatta o vakitte Müslüman olan veya bülûða eren kimseye namaz farz olur. Namazýn vücûbuna sebep olsun da o vakitte edâ sahih olmasýn mümkün deðildir». Tamamý «Nuh» hâþiyesindedir.

«Kerâhet vaktinde baþlanan namaz kerâhet-i tahrimiyye ile mün´akit, yani kýlýnmýþ olur». Mekruhtur sözü hakikaten mekruh ile memnû fiillere þâmil olduðu için Musannýf mücmel býraktýðý yeri izah maksadiyle bu cümleyi getirmiþtir. T.

Malumun olsun ki, namaz ismi verilen ibâdet velev ki mecazen namaz denilsin; ya farz ya vacip yahud nâfile olur.

Farz ya amelî ya kat´îdir. Amelî farz vitir namazýdýr. Kat´î olan farz ya farz-ý kifâye ya farz-ý ayýndýr: Farz-ý kifâye cenâze namazý, farz-ý ayýn ise beþ vaktin farzlarý ile cuma namazý ve namaz secdeleridir.

Vacip; ya vacip liaynihî yahud vacip ligayrihîdir. Vacip liaynihî (yani zatî için vacip olan ibâdet) vücûbî kavlin fiiline baðlý olmayan vaciptir. Vacip ligayrihî (baþkasý için vacip) vücubu kavlin fiiline baðlý olandýr. Vacip liaynihî vitir namazýdýr. Buna vacip denildiði gibi farz-ý amelî de denilir. Bayram namazlarý ile tilâvet secdesi de böyledir. Vacip ligayrihî sehiv secdesi, iki rekât tavaf namazý bozulan nâfileyi kaza ve nazir edilen þeylerdir.

Nâfile, sünnet-i müekkede ve sünnet-i gayrimüekkede olmak üzere iki kýsýmdýr.

Mekruh vakitler de iki kýsýmdýr. Birincisi: güneþ doðarken. istivâ halinde iken ve batarkendir. Ýkincisi: Sabah namazýndan güneþ doðuncaya ve ikindi namazýndan güneþ batýncaya kadardýr. Birinci nevi mekruh vakitlerde söylediðimiz namazlardan hiçbiri mün´akit olmaz. Mekruh vakit namazda iken gelirse namaz bâtýl olur. Bundan yalnýz o vakitte hazýr olan cenazenin namazý, o vakitte okunan secde âyetinin secdesi, o günün ikindi namazý, o vakitte yapýlacaðý þart koþulmuþ nâfile ve nezirle o vakitte baþlanýp bozulan namazýn kazâsý müstesnâdýr. Bu altý þeyden birincisi kerâhet vakitlerinde hiç bir kerâhetsiz câiz, ikincisi kerâhet-i tenzihiyye ile üçüncüsü kerahet-i tahrimiyye ile câizdir. Geri kalanlarý da öyledir. Yalnýz namazý bozup kerâhetsiz vakitte kazasý vacip olur.

Ýkinci nevi kerâhet vaktinde bütün namazlar kerâhetsiz olarak câizdir. Ancak nafile ile vacip ligayrihî olan namaz kerâhetle mün´akit olur. Ve bozarak kerâhetsiz vakitte kazasý tâzým gelir. Bu cümleler az deðiþtirme ile «Halebî»den alýnmýþtýr.

METÝN

Farz ve farza mülhak olan liaynihî vacip vitir gibi namazlarla kâmil vakitte okunan secde âyetinin secdesi ve önceden hazýrlanmýþ cenazenin namazý kerâhet vaktinde mün´akit olmaz. Çünkü kâmil þekilde farz olmuþtur. Nâkýs olarak edâ edilemez. Secde ile cenaze namazý kerâhet vaktinde farz olursa bunlarý edâ tahrimen mekruh olmaz.

«Tuhfe»de, «Efdal olan cenazeyi geciktirmemektir.» denilmiþtir. Kerâhet vaktinde baþlanan nafile namazý ve kerâhet^vaktinde ifâsý þart kýlýnan nezri kerâhet vaktinde edâ etmek, kezâ kerâhet vaktinde baþlanýp da bozulan namazý-nâkýs vacip olduðu için-kerâhet zamanýnda kýlmak kerâhetle sahihdir. Sonra zahir rivayete göre bu namazý bozarak kâmil vakitte kaza etmek vaciptir. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Yine «Bahýr»da Buðye´den naklen, «Kerâhet vaktinde Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirmek Kur´an okumaktan efdaldir.» denilmiþtir. Bu herhalde kýraat, namazýn rükünlerinden olduðu içindir. Binaenaleyh evlâ olan, namazýn rüknünü terk etmektir.

ÝZAH

«Mun´akit olmaz» sözü ile Musannýf «Hâniye»nin ibâresine iþaret etmiþtir. «Hâniye»nin Abdesti Bozan Þeyler Bahsinde þöyle denilmiþtir: «Güneþ doðarken veya batarken o günün ikindisinden baþka farz bir namaza baþlarsa namaza girmiþ olmaz. Kahkaha ile gülmekle abdesti de bozulmaz. Nâfile namaza baþlamasý böyle deðildir». Liaynihî kaydý doðru deðildir. Çünkü ligayrihî vacip olan namazýn bu vakitlerde mün´akit olacaðýný iktiza eder. Halbuki böyle deðildir. Zira böyle olmadýðý «Bahýr», «Kuhistânî» ve «Nehir»de açýklanmýþtýr. Nuru´l-Ýzah»ýn ifâdesi buna muhâliftir. Bunu Halebî söylemiþtir.

Cenâze namazý hakkýnda, «Bu namaz kerâhetle beraber sahih olur. Nitekim Üsbücâî´den naklen «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. «Nehir» sahibi dahi bunu tasdik etmiþtir.» denilebilir.

Ben derim ki: Lâkin muvâfýk olaný Musannýf´ýn söylediðidir. Nitekim aþaðýdaki ta´lilden anlaþýlacaktýr. «Kenz», «Mültekâ» ve «Zeyleî»nin ibâreleri bunu gösterdiði gibi «Vafî», «Þerhu´l-Mucî», «Nikâye» ve diðer kitaplarda açýkça bildirmiþtir. «Bunlarý edâ tahrimen mekruh olmaz.» sözü kerâhet-i tenzihiyye ile mekruh olduðunu bildirir.

Tuhfe´nin ifadesi bu sözü mefhum muhâlifini düzeltmek kabilindendir. Zira cenâzede efdal olan geciktirmemek olunca asla kerâhet yoktur. Tuhfe´nin bu sözünü «Bahýr», «Nehir», «Fetih» ve «Mi´rac» sahipleri tasdik etmiþlerdir. Delilleri. «Üç þey geciktirilmez. Onlardan biri de hazýr olan cenazedir.» hadîsidir. «Münye» þerhinde þöyle deniliyor: «Cenaze namazý ile tilâvet secdesi arasýnda fark meydandadýr. Zira cenazede acele mutlak surette matlubtur. Meðer ki bir mâni buluna. Cenazenin mubah vakitte hazýr olmasý mekruh vakitte namazýný kýlmaya mânidir. Ama mekruh vakitte hazýr olmasý böyle deðildir. Tilâvet secdesi de bunun hilâfýnadýr. Çünkü tilâvet secdesinde mutlak surette acele müstehap deðildir». Yani yalnýz mubah vakitte müstehabtýr. Binaenaleyh tilâvet secdesine kerâhet-i tenzihiyye sabit olur; cenaze namazýnda sabit olmaz.

Halebî´nin beyânýna göre «Kerâhet vaktinde baþlanan nafile namazý» cümlesi sýrf tekrardan ibarettir. Çünkü Musannýf az yukarýda «Kerâhet vaktinde baþlanan namaz kerâhet-i tahrimiyye ile mün´akit olur.» demiþti. Buna þöyle cevap verilebilir: Burada maksad nâfilenin kerâhet vaktinde edâsýnýn kerâhetle sahih olduðunu ve bununla borçdan kurtulduðunu anlatmaktýr. Yukarýda ise aslen mün´akit ve namaz baþlamanýn sahih olduðunu, hatta o namazda kahkaha ile gülse abdesti bozulacaðýný bildirmiþtir. Farz böyle deðildir. Nitekim Hâniye´den naklen yukarýda arz ettik.

Kerâhet vakitlerinden birinde izah etmeyi adayan bir kimse nezrini o vakitte edâ ederse kerâhetle sahih olur. Fakat mutlak olarak nezir yaparsa kerâhet vaktinde edâsý sahih deðildir. Üç kerâhet vaktinden birinde dua ve tesbihde bulunmak da salâvat getirmek gibidir. Bagiye´den naklen «Bahýr»da da böyle denilmiþtir.

METÝN

Tahiyyetü´l mescid bile olsa kasten nâfile namaz kýlmak ligayrihi vacip olan adak ve iki rekât tavaf namazý gibi þeylerin hepsi ve sehiv secdeleri dahi mekruhtur.

Vacip ligayrihi (Baþkasý sebebiyle vacip olan demektir ki) vücubu kulun fiiline baðlý olan ibâdettir (diye tarif edilir). Müstehap veya mekruh vakitte baþlayýp da sonra bozduðu nafile bir namazý - velev ki sabah namazýnýn sünneti olsun - sabah namazýnýn ve ikindinin farzýndan sonra kýlmak Arafat´ta toptan kýlýndýðý halde bile mekruhtur.

ÝZAH


Musannýf burada kerâhet vakitlerinin ikinci nevine ve bu nevide mekruh olan ibâdetleri beyâna baþlamaktadýr. Buradaki kerâhetten murad da kerâhet-i tahrimiyyedir. Nitekim «Hýlye»de açýklanmýþtýr. Onun için «Hâniye» ve «Hulâsa»da «câiz deðildir.» ifâdesi kullanýlmýþtýr. Tabiî maksat bunlarýn sahih olmamasý deðil, helâl olmamasýdýr. «Kasten» tâbiri ihtirazî bir kayýttýr. Þârih bu kayýtla þundan ihtiraz etmiþtir: Bir kimse gecenin sonunda nâfile namaz kýlar da bir rekât kýldýktan sonra fecir doðarsa efdal olan o namazý tamamlamasýdýr. Çünkü ikinci rekâtýn fecir doðduktan sonra kýlmasý kasdi deðildir. Ama bu iki rekat esah kavle göre sabah namazýnýn sünneti yerine geçmez. «Tahiyyetü´l-mescid bile olsa» sözüyle de sebepli ve sebepsiz namazlar arasýnda fark olmadýðýna iþâret etmiþtir. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Beþ vaktin müekked sünnetleri ile tahiyyetü´l-mescid gibi sebepli namazlarda Ýmam Þâfiî buna muhaliftir. T.

Tahtâvî diyor ki: «Vacip ligayrihiyi tarif ederken kulun fiiline nasýl baðlý olduðunu göstermek daha iyi olurdu. Meselâ, adak adamaya, iki rekât tavaf namazý tavafa, sehiv secdeleri kuldan gelen vacibi terk iþine baðlýdýr». Fakat Tahtâvîye tilâvet secdesiyle itiraz olunur. Çünkü bu secdenin vâcip olmasý âyetin okunmasýna baðlýdýr. Bu itiraza «Fetih» sahibi þöyle cevap vermiþtir: «Tahkika göre tilâvet secdesinin vacip olmasý, iþitmeye baðlýdýr. Dinlemeye ve okumaya baðlý deðildir. Ýþitmek ise mükellefin fiîli deðil, o kimsede yaradýlýþýndan mevcud bir vasýftýr. Adamak, tavaf ve namaza baþlamak böyle deðildir. Zira bunlar kulun fiilidir». «Münye» þerhinde þöyle denilmiþtir: «Lâkin sahih kavle göre okuyan hakkýnda secdenin vacip olmasýna sebep iþitmek deðil, okumaktýr. Aksi takdirde saðýr kimseye okumakla secde vacip olmamasý gerekirdi». «Bahýr» da da buna benzer sözler vardýr. Þöyle de cevap verilebilir:

Sücûd kulun fiili i!e olsa da bunun aslý nâfile ibâdet deðildir. Çünkü secde ile nâfile ibâdet yapmak meþru olmamýþtýr. Binaenaleyh secde, kulun iltizamý ile deðil, Allah Taâlâ´nýn vâcip kýlmasiyle vâcip olmuþtur. Meselenin tamamý «Münye» þerhindedir.

Zâhire göre iki rekât tavaf namazý bu mekruh vakitte de olsa mekruhtur mânâsý anlaþýlýyorsa da ben bunu açýk olarak bir yerde görmedim. Ama Tâhâvî´nin «Âsâr» þerhinde Muâz b. Afrâ´dan rivayet ettiði þu hadîs buna delâlet etmektedir: «Muâz ikîndiden yahud sabah namazýndan sonra tavaf etti; fakat namaz kýlmadý. Kendisine bunun sebebi sorulunca: Rasulullah (s.a.v.) sabah namazýndan sonra güneþ doðuncaya kadar ve ikindiden sonra güneþ batýncaya kadar namaz kýlmayý yasak etti; dedi». Sonra «Hýlye»de ve «Lübab» þerhinde açýkça beyan edildiðini gördüm.

Sehiv secdelerinin mekruh olmasý meselesinde Þârih «Müctebâ» sahibine tâbi olmuþtur. Ben bunun mânâsýný anlayamadým. Acaba mutlak surette mekruh mudur; yoksa kerâhet bazý namazlara mý mahsustur? Çünkü sabah namazýný veya ikindiyi kýlýp da yanýlan bir kimsenin secde-i sehiv yapmasýnýn, keza bu iki namazdan sonra kaza nam.azý kýlarak yanýlanýn secde-i sehiv yapmasýnýn mekruh olmasýna bir sebep yoktur. öyle ya, bu namazý kýlmak helâl olur da ayný namazda vacip olan secde-i sehiv nasýl helâl olmaz! ihtimal Þârih, ikinci nevi kerâhet vakitlerini birincileriyle karýþtýrmýþtýr. Çünkü secde-i sehvi birinci nevide zikretmek doðrudur. Bu yukarýda geçti. Fakat burada zikredilmesi doðru deðildir, meðer ki bazý namazlara mahsus olduðu söylene. Bu nevide mekruh olan onlardýr. Meselâ, nâfile namazla vacip ligayrihi böyledir. Bu namazlarý kýlmak mekruh olduðu gibi, onlarda yapýlan secde-i sehivler de mekruhtur. Sonra Rahmetî´nin buna yanlýþtýr diye cezm ettiðini gördüm. Teemmül et ve araþtýr!

Sabah namazýnýn farzýndan sonra güneþin doðmasýna az kalýncaya kadar ve ikindinin farzýndan sonra güneþin rengi deðiþmesine az bir zaman kalýncaya kadar nâfile namaz kýlmak mekruhtur. «Zeyleî» þöyle diyor: «Ýkindiden sonra demekten murad güneþin rengi deðiþmezden önceki zamandýr. Deðiþtikten sonra ise kaza namazý dahi kýlýnmaz. Velev ki ikindinin farzýný kýlmazdan önce olsun».

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 17:31:08
METÝN

Bu vakitlerde vitir bile olsa kaza namazý kýlmak, tilâvet secdesi yapmak ve cenaze namazý kýlmak mekruh deðildir. Farz veya vacip liaynihi deðil de nâfile veya vacip ligayrihinin kerâhet yönünden hükmü, fecir doðduktan sonra sabah namazýnýn sünnetinden baþka namazla, akþam namazýndan önce kýlýnan namaz hakkýnda da böyledir. Zira sabahleyin vakit takdiren namazla doludur. Hatta bir kimse nafile namaza diye niyetlense hiç tayin etmeksizin sabah namazýnýn sünneti olur.

Akþam namazýný ise pek az zaman müstesna olmak üzere geciktirmek mekruhtur. Ýmam herhangi bir hutbe okumak için ve odasýndan çýkarken yahud odasý yoksa minbere çýkmak için ayaða kalkarken (hutbe okurken ve namaz kýlarken) namazý tamam oluncaya kadar nâfile namaz kýlmanýn hükmü de budur. Hutbenin on yerde okunacaðý az sonra gelecektir.

ÝZAH

Þârih´in kaza namazlarýna vitiri de katmasý imam A´zam´a göre vacip olduðu içindir. Onun bulunmamasiyle cevaz da ortadan kalkar ki amelî farzýn mânâsý budur. Ýmameyn´in kavline göre vitir namazý diðer sünnetlere uymayan bir sünnettir. Onun için oturarak kýlýnmaz.

«Kýnye» sahibi, «Vitir namazý fecirden sonra bilittifak kaza olur. Diðer sünnetler böyle deðildir.» demiþtir.

Tilâvet secdesi Allah´ýn vacip kýlmasiyle vacip olduðundan nâfile mânâsýnda deðildir. «Zira sabahleyin vakit takdiren namazla doludur.» cümlesiyle bir itiraza cevap verilmiþtir. Ýtiraz þudur:

Rasûlüllah (s.a.v.); «Ýkindiden sonra güneþ kovuþuncaya kadar; sabah namazýndan sonra güneþ doðuncaya kadar namaz kýlýnmaz.» buyurmuþtur. Bu hadîsi Buhari ile Müslim rivayet etmiþlerdir. Hadîs-i þerif nâfileye ve diðer namazlara þâmil midir? Cevap: Buradaki yasaklama vakitte noksanlýk bulunduðu için deðil. vakit farzla dolu imiþ gibi olsun diyedir, Binaenaleyh nâfile ile evvelce nâfile iken ârýzî bir sebeple vücûbu sâbit olan nâfileye mülhak ibâdetler câiz deðildir. Farzlarla farz mânâsýnda olanlar câizdir. Üç kerâhet vaktindeki yasaklama böyle deðildir. O, vakitte bulunan bir mânâdan dolayýdýr. Bu mânâ onun þeytana mensup olmasýdýr. O hem farzlara hem nâfilelere te´sir eder. Meselenin tamamý «Hidâye» þerhlerindedir.

Maksat vaktin takdiren farzla dolu imiþ gibi sayýlmasý olunca sabah namazýnýn sünneti de farzýna tâbi olduðundan tayin edilmeden kýlýnan nâfile sabah namazýnýn sünneti olur. Tâ ki o kimse yasak edilen bir namaz kýlmýþ olmasýn. Teemmül eyle!

Çünkü sahih ve mutemed kavle göre beþ vaktin revatip adý verilen sünnetlerinde tayin þart deðildir. Onlara nâfile diye niyetlenmek câiz olduðu gibi, mutlak olarak namaza diye niyetlenmek de sahih olur. Bir kimse gece zanniyle iki rekât teheccüt namazý kýlar da fecirden sonra kýldýðý anlaþýlýrsa sahih kavle göre bu iki rekât sabah namazýnýn sünneti yerine geçer. Baþka sünnet kýlmaz; çünkü mekruhtur. «Eþbah».

Ulemanýn ekserisine göre akþam namazýndan önce nâfile namaz kýlmak mekruhtur. Bizim ulemamýzla Ýmam Mâlik ve bir kavlinde Ýmam Þâfiî bunlardandýr. Çünkü sahihaynda ve diðer hadîs kitaplarýnda Peygamber (s.a.v.)´in eshabiyle birlikte akþam namazýný güneþ batar batmaz kýlmaya devam buyurduðu sabit olmuþtur.

Ýbn-i Ömer (r.a.) da, «Ben Rasûlüllah (s.a.v.) devrinde bu iki rekâtý kýlan kimse görmedim.» demiþtir. Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiþ, fakat onun hakkýnda bir þey söylememiþtir. Münzirî´de «Muhtasar»ýnda rivâyet etmiþtir. Ýsnâdý güzeldir. Ýmam Muhammed, Ebu Hanîfe´den o da Hammâd´dan naklen rivâyet etmiþtir ki, Hammad, Ýbrahim Nehâî´ye akþam namazýnýn farzýndan önce nâfile namaz kýlýnýp kýlýnmayacaðýný sormuþ; Ýbrahim Nehai kendisini bundan men etmiþ ve, «Rasûlüllah (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer bunu kýlmazlardý.» demiþtir.

Kaadý Ebu Bekir b. Arabî, «Bu namaz hakkýnda eshab ihtilâf etmiþler; onlardan sonra bunu kimse kýlmamýþtýr.» demiþtir. Bu söz sahabenin kýldýklarýný ve Peygamber (s.a.v.)´in emir buyurduðunu bildiren rivâyete aykýrýdýr. Zira ulema merfu bir hadîsle amel etmekten vazgeçerse o hadîsle amel câiz olmaz. Çünkü bu, onun zaif olduðuna delildir. Mesele eshab arasýnda þöhret bulsa Ýbni Ömer Hazretleri´ne de gizli kalmazdý. Yahud bu emir akþam namazýnýn acele kýlýnmasý emrinden önce idi mânâsýna hamledilir. Meselenin tamamý «Münye» þerhleri ile diðer kitaplardadýr. «Akþam namazýný ise pek az zaman müstesna olmak üzere geciktirmek mekruhtur.» cümlesi bu az zamanýn iki rekât namaz sýðmayacak bir oturuþ kadar olacaðýný ifâde etmektedir. Bundan fazlasýnýn yýldýzlar görününceye kadara vardýrmamak þartiyle tenzihen mekruh olduðunu söylemiþtik. «Fetih»te beyân olunduðuna göre akþam namazýndan önce iki rekât nâfileye cevaz verilse az zamaný geçmemek þartiyle kýlýnmasý mubah olur. «Hýlye» ve «Bahýr» sahipleri de bu sözü tasdik etmiþlerdir. «Fetih» sahibi Vitir ve Nâfileler Bâbýnda bu meseleyi uzun uzadýya tahkik etmiþtir.

T E N B Ý H: Bu vakitte kaza namazý, cenâze namazý ve tilâvet secdesi kerâhetsiz câizdir. Evvelâ akþam namazýndan baþlanýr; sonra cenâze namazý, daha sonra akþamýn sünneti kýlýnýr. Ýhtimal bu efdal olan þekli beyan içindir. «Hýlye»de, «Fetva, cenâze namazýnýn cumanýn sünnetinden sonraya býrakýlacaðýna dairdir.» deniliyor. Þu halde cenaze namazý akþamýn sünnetinden sonraya býrakýlacak demektir. Çünkü akþamýn sünneti cumanýn sünnetinden daha kuvvetlidir. «Bahýr». «Elhâv´il-Kudsî» nam kitapta açýklandýðýna göre bu vakitte nezir namazý, bozulan namazýn kozasý ve tertip sahibi olmayan kimsenin kaza namazý kýlmasý mekruhtur. Bu kayýt güzeldir. Geriye iki rekât tavaf namazý kalýr ki, o da mekruhtur. Nitekim «Hýlye»de açýklanmýþtýr. Musannýf´ýn sözünden de anlaþýlmaktadýr. Zira «Akþam namazýndan önce ilh...» cümlesini sabah namazý üzerine atfetmiþtir. Binaenaleyh sabah namazýnda mekruh olan þeylerin hepsi akþam namazýnda da mekruhtur. Evet, «Lübâb» þerhinde açýklandýðýna göre bir kimse ikindi namazýndan sonra tavaf ederse, iki rekât tavaf namazýný akþamýn sünnetinden evvel kýlar. Nitekim cenaze namazýný da akþamýn sünnetinden evvel kýlardý.

Ýmam, minbere çýkarken nâfile kýlmak Buhârî ile Müslim´in ve diðer hadîs imamlarýnýn rivayet ettikleri þu hadîsten dolayý mekruhtur: «Ýmam hutbe okurken arkadaþýna sus dersen bâtýl konuþmuþ olursun!». Rasûlüllah (s.a.v.) farz olduðu halde iyiliði emir etmeyi bile yasak etti ise nâfileye ne kalýr!

Ýbni Battal´ýn dediði gibi Cumhur´un kavli budur.

Bizim imamlarýmýzla Ýmam Malik de bunlar meyanýndadýr. Ýbni Ebî Þeybe bu kavli Ömer, Osman, Ali ve Ýbni Abbas hazeratý ile tâbiînden rivayet etmiþtir. Gerçi cevaz bildiren rivayet de varsa da haram kýlýnmazdan öncesine hamledilmiþtir. Binaenaleyh memnu deliline muaraza edemez. Bu babtaki delillerin tamamý «Münye» þerhleriyle diðer kitaplardadýr. Kitabýmýzda bu cümlede yukarýya âtýf edildiði için orada mekruh olanlar burada da mekruhtur. Nitekim az evvel arz etmiþtik.

Þârih, hutbe hakkýnda «herhangi bir» tâbirini kullanarak sözü umumileþtirmiþtir. Þu halde hutbeden önce ve sonraya þâmildir. Bu hususta hatibin hutbeyi bitirmiþ veya bitirmemiþ olmasýnýn bir farký yoktur. «Bahýr»

Hutbenin on yerde okunacaðý Bayramlar Bahsinde gelecektir. Bunlar cuma hutbesiyle, iki bayram hutbesi, üç hac hutbesi, hatim, nikâh, yaðmur duasý ve güneþ tutulmasý hutbeleridir. Maksat, meþrû olan hutbeleri bir arada saymaktýr. Aksi halde güneþ tutulmasý hutbesi Þâfiî´nin mezhebidir. Zâhire bakýlýrsa Ýmam A´zam´a göre bu hutbe esnasýnda nâfile kýlmak mekruh deðildir. Çünkü ona göre güneþ tutulduðunda hutbe okumak meþru deðildir. «Hýlye»de. bu açýklanmýþtýr. Kezâ yaðmur duasý hutbesi Ýmameyn´e göre meþrudur. Onun hakkýnda da ayný þey söylenebilir. Mamafih Kuhýstânî´nin rivayetiyle cevap da verilebilir. Kuhistânî güneþ tutulma hutbesinin meþru olduðuna dair Ýmam A´zam´dan bir rivayet nakletmiþtir. Ýhtimal «Hâniye» sahibi gibiler bu rivayete meylederek onu da anmýþlardýr. Bu suretle hutbe sayýsý bize göre de on olur. Þüphesiz ki Þârih´in «odasýndan çýkarken; ayaða kalkarken» sözleri yerine göre kullanýlacak kayýtlardýr. Bu nikâhla Kur´an hatmi hutbelerinden baþkalarýnda olur. Bütün hutbelerde nâfile kýlmanýn mekruh olmasý, vacip olan hutbe dinleme iþi elden gittiði içindir. Nitekim bu cihet «Müctebâ»da açýklanmýþtýr.

METÝN

Kaza namazý böyle deðildir. Onu bu vakitlerde kýlmak mekruh deðildir. Musannýf cumada hutbe halinde mekruh olmayan kaza namazýný tertibi vacip olan namaz diye kayýtlamýþtýr. Böyle deðilse mekruh olur. Bu sûretle «Nihâye» ve «Sadrý´þ-Þeria»nýn sözleri birleþtirilmiþ olur. Kezâ farz namaza ikamet getirilen yerde yani mezhebinin imamýnýn kýldýrdýðý yerde nâfile namaz kýlmak mekruhtur.

Delil, «Cemaatla namaza ikamet getîrildiði vakit farz namazýndan baþka namaz yoktur» hadîsidir Bundan yalnýz cemaate teþehhüdünde olsun yetiþemeyeceðinden korkmayan kimsenin sabah namazýnýn sünnetini kýlmasý müstesnadýr. Yetiþemeyeceðinden korkarsa sünneti aslýndan terk eder. Bu hususta söylenen çareler makbul deðildir. Vakit daraldýðý zaman dahi vaktin farzý olmayan bir namazý kýlmak mekruhtur. Bayram namazlarýndan önce nâfile namaz kýlmak mutlak surette mekruhtur. Bayram namazlarýndan sonra ise mescidde mekruh. evde esah kavle göre mekruh deðildir. Arafat´ta ve Müzdelife´de cem edilen (toptan kýlýnan) namazlarýn arasýnda ve kezâ bu iki namazdan sonra nâfile kýlmak mekruhtur. Nitekim evvelce geçmiþti.

ÝZAH

Nihâye» ve «Sadrý´s-Þeria»nýn sözleri birbirine zýddýr. «Sadrý´þ-Þeria» kaza namazý bu vakitlerde mekruhtur, demiþ; «Nihâye» sahibi ise mekruh olmadýðýný söylemiþtir. Musannýf merhum, farz namazý mutlak zikretmiþtir. Halbuki «Hâniye» ve «Hulâsa» sahipleri onu cuma günü diye kayýtlamýþlardýr. «Fetih» sahibi ve diðer þârihler de bunu tasdik etmiþlerdir.

«Münye» þârihi dahi bu zevâta tâbi olarak þöyle demiþtir:

«Cumadan baþka günlerde ise imam namaza baþlamadýkça mücerred ikamet getirmekle mekruh olmaz. imama birinci rekâtta yetiþeceðini bilmesi ve perde bulunmadýðý halde safdakilere karýþmamasý da þarttýr. Cuma ile diðer namazlar arasýnda fark, cumada cemaatýn kalabalýk olmasý ve ekseriya safdakilere karýþmadan kýlmasý mümkün olmamasýdýr». Kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Farza Yetiþme Babýnda da gelecektir.

«Yani mezhebinin imamýnýn kýldýrdýðý yerde ilh...» sözü bir mescidde cemaatýn tekrarý mekruh olmadýðýna göredir. Þârih, Ezan ve Ýmamlýk Bahsinde bunun aksini söyleyecektir.

Ulemadan bir cemaat Mekke ve Medine´de ve diðer yerlerde görülen ayrý imamlar arkasýnda ayrý cemaatlar teþkil edilmesini kerih görerek risâleler yazmýþ; ilk imamla kýlmanýn daha faziletli olduðunu açýklamýþlardýr. Onlardan biri de «Mensih» müellifi meþhur allâme Rahmetullah Sindidir ki ehl-i tahkikten Kemâl b. Humâm´ýn tilmîzidir. Allâme Hayreddîn Remlî´nin Ýmamlýk Babýnda bu zattan rivayet ettiðine göre ulemamýzdan bazýlarý (551) tarihinde bunu red ve inkâr etmiþlerdir. Þerif Gaznevî bunlardandýr. Malikîlerden bir zat do (550) tarihinde bunun dört mezhebe göre câiz olmadýðýna fetvâ vermiþtir.

Rahmetullah Sindî, mezhebimiz ulemasýndan bir cemâatýn dahi bunu reddettiklerini nakletmiþtir. Lâkin «Eþbah» þârihi allâme Ýbrahim Bîri «El-AkvaIü´l-Merdiyye» adlý bir risâle te´lif ederek namazýn câiz, fakat muhalif mezhebin imamýna uymanýn mekruh olduðunu açýklamýþtýr. Çünkü muhâlif mezhebin imamý hilâf yerlerine riâyet etse bile kendisine uyanýn mezhebince mekruh olan þeyleri terk etmez.

Besmele ve âmini aþikâr söylemesi. eðilip doðrulurken ellerini kaldýrmasý, istirahat celsesi yapmasý (secdelerden sonra hafifçe oturmasý) ilk oturuþta salâvat dualarýný okumasý, sol tarafa selâm vermeyi sünnet saymasý vesaire bunlardandýr ki, bize göre namazýn yeniden kýlýnmasýný icap eder; yahud iâdesi müstehap olur. Kezâ allâme Aliyyü´l-Kaarî de «El-Ýhtîdâ fil-Ýktidâ» namýnda bir risâle te´lif ederek namazýn câiz olduðunu isbat eylemiþ; lâkin imam namazýn yalnýz rükün ve þartlarýna riâyet etmek þartiyle muhalif mezhebin imamýna uymakta bir kerâhet olmadýðýný bildirmiþtir. Meselenin tamamý inþallah Ýmamlýk Babýnda gelecektir. Þârih´in delil olarak zikrettiði hadîsi Müslim ve diðer hadîs imamlarý rivâyet etmiþlerdir. Tahtâvî. «Bunun umumundan yalnýz tertip vacip olan koza namazý müstesnâdýr. Bu namaz ikamet getirilirken de kýlýnýr.» demiþtîr.

Sabah namazýnýn sünneti kýlýnabileceðine delil, Tahavi ve baþkalarýnýn Ýbni Mes´ud´dan rivayet ettikleri eserdir.

Ýbni Mes´ud (r.a.), mescide girmiþ. Namaza ikamet getirilmiþ imiþ. kendisi mescidde bir direðe karþý durarak iki rekat sünneti kýlmýþ. Bu hâdise Huzeyfe ile Ebu Musâ´nýn huzurunda olmuþ, Ömer. Ebud-Derdâ, Ýbni Abbâs ve Ýbni Ömer (r.a.) hazerâtýndan do bunun gibi vak´alar rivâyet olunmuþtur. Hâfýz Tahâvî «Âsâr» þerhinde bunu sened olarak rivayet etmiþtir. «Münye» þerhinde bunun misli Hasan-ý Basri, Mesruk ve Þâ´bîden rivâyet olunmuþtur.

Cemâate sabah namazýnýn teþehhüdünde yetiþeceðini aklý kesen sünneti kýlar. Þârih burada Musannýfýn ve «Bahýr»a uyarak Þurunbulâlî´nin itimad ettiði kavlý tercih etmiþtir. Lâkin «Nehir» sahibi bu kavli zaif bulmuþ; «Zâhir» mezhebi tercih etmiþtir. «Zâhir» mezhep, bir rekâtýna yetiþeceðini bilmedikçe sünneti kýlamamasýdýr. Bu mesele Farza Yetiþme Babýnda gelecektir. H.

Ben derim ki: Biz orada Musannýf´ýn itimad ettiði kavli Kemâl b. Humâm´ýn ve baþkalarýnýn kuvvetli bulduklarýný bildireceðiz. Cemaate yetiþemeyeceðinden korkan kimse sünneti aslýndan terk eder. Yani güneþ doðmadan veya doðduktan sonra onu kaza etmez. Zira sabah namazýnýn sünneti ancak farzý ile beraber kazaya kalýr da o gün zevalden önce kýlýnýrsa kaza edilir. H.

Bu hususta söylenen çareler makbul deðildir (Çareye hile-i þer´iyye derler). Çâre yâ sünnete niyet ederek güneþ doðmadan bozmaktýr, yahud sünnete niyet edip onu bozmadan farza baþlamaktýr. Sonra güneþ doðmadan sünneti kaza eder. Bu iki vecihle reddedilir.

Birincisi: Namazý bozmak için baþlamayý emir etmek þer´an çirkindir. Burada her iki þekilde bozmak vardýr.

Ýkincisi: Bunda vacip ligayrihiyi sabah namazý vaktinde icra vardýr ki, evvelce geçtiði vecihle bu mekruhtur. H.

Vakit daraldýðý zaman dahi vaktin farzý olmayan bir namazý kýlmak mekruhtur. Bu kerâhet nafile, vacip ve kaza namazlarýna þâmildir. Velev ki aralarýnda tertip olsun. Vakitten murad da kâmil olan müstehap vakittir. Zira Kaza Namazlarý Babýnda görüleceði vecihle tertip, müstehap vaktin daralmasiyle sâkýt olur. Þârih, «Kezâ müstehap vakit daralýnca vakit namazýndan baþkasý mekruh olur.» dese daha iyi olurdu. Bunu Halebî söylemiþtir.

TENBÝH: Þârihin el yazýsý ile «Hazâin»in derkenarýnda þunu gördüm: «Bir kimse vaktin çokluðunu zannederek nâfile namaza niyetlenir de sonradan iki rekâtý tamamladýðý takdirde farzý kaçýracaðý anlaþýlýrsa o namazý bozmaz. Nitekim nâfileye niyetlenir de hatip minbere çýkarsa bozmazdý. «Münye» þerhinin sonunda böyle denilmiþtir.» Teemmül eyle!

Bayram namazlarýndan önce nâfile namaz kýlmak mutlak surette yani evde olsun mescidde olsun mekruhtur. H.

Bayram namazlarýndan sonra ise mescidde mekruh, evde esah kavle göre mekruh deðildir. «Esah» tâbiri ile Þârih, «Evde mutlak surette yani bayram namazýndan önce olsun sonra olsun câizdir.» diyenlerle, «Bayram namazýndan sonra mutlak surette yani mescidde olsun evde olsun mekruh deðildir.» diyenlere red cevabý vermiþtir. H.

Arafat´ta ikindi ile öðle bir arada öðle zamanýnda kýlýnýr. Buna cemi takdim derler. Müzdelife´de ise akþamla yatsý beraberce yatsý zamanýnda kýlýnýr. Buna do cemi te´hir denir. «Ve keza bu iki namazdan sonra» ifâdesi cemi takdimle cemi te´hiri iham ediyorsa da maksat yalnýz Arafat´taki cemidir. Müzdelife´deki cumadan sonra nâfile kýlmak mekruh deðildir. Rahmetî´nin beyânýndan anlaþýldýðýna göre Müzdelife´de akþamla yatsý namazlarý birlikte kýlýndýktan sonra nâfile kýlmanýn mekruh olup olmamasý hususunda ulemamýz arasýnda hilâf bulunduðu sabit olmuþtur. Lâkin «Lübâb» þerhinde kat´î dille ifâde edildiðine göre akþamla yatsý birlikte kýlýndýktan sonra bu namazlarýn sünnetleri ile vitir namazý da kýlýnýr. «Lübâb» Þârihi, «Nitekim bunu Mevlânâ Abdurrahman Câmý´ «Mensik» adlý eserinde açýkça beyan etmiþtir. Teemmül eyle!» demiþtir.

METÝN

Büyük ve küçük abdesti yahud bunlardan biri veya yellenme sýkýþtýrýrken ve canýnýn çektiði yemek hazýr olmuþken namaz kýlmak mekruh olduðu gibi namaz fiillerinden zihnini meþgul edecek ve namazýn huþuðunu bozacak her ne olursa olsun mekruhtur. Bunlar otuz küsûr vakittir.

Kâbenin üzeri, yol, çöplük, salhane, kabristan, evinde yýkandýðý yer, hamam, yirim içi, deve, koyun ve sýðýr aðýlý gibi yerlerde de namaz kýlmak mekruhtur.

ÝZAH

Canýnýn çektiði yemek ifâdesinden anlaþýlýyor ki caný çekmezse yemeðin hazýr olmasý i!e namaz kýlmak mekruh deðildir. Tahtavî, «Zâhir olan da budur.» demiþtir. Musannýf´ýn burada hassaten yemekle zihni meþgul eden þeyden bahsetmesi ikisi de hassaten hadîslerde beyan buyurulduðu içindir. Bunu Halebî söylemiþtir. Anla!

Burada otuz küsûrdan murad otuz üç vakittir ki þunlardýr:

Güneþ doðarken, üstüva halinde iken, batarken, sabah namazýndan veya ikindiden sonra, sabah namazýndan veya akþam namazýndan evvel, on hutbenin okunduðu zamanlar, farz namaz kýlýnýrken, farzýn vakti daraldýðý zaman, bayram namazýndan evvel, bayram namazýndan sonra mescidde namaz kýlmak, kurban bayramý namazýndan evvel ve sonra mescidde kýlmak, Arafat´ta cemi takdim esnâsýnda, Müzdelife´de cemi te´hir yapýldýktan sonra, büyük ve küçük abdest sýkýþtýrdýðý vakit, bunlardan biri sýkýþtýrdýðýnda, yellenme sýkýþtýrdýðýnda, canýnýn çektiði yemek hazýr olduðunda, zihnini meþgul edecek bir þey bulunduðunda, yalnýz yatsýyý edâ için gece yarýsýndan sonrasý ve yalnýz akþam namazýný edâ için yýldýzlarýn göründüðü zamandýr.

Bilmelisin ki ilk üç vakitte namaz kýlmaktan nehi buyurulmasý vakitteki bir mânâdan ileri geldiðini evvelce arz etmiþtik. Bunun farz ve nâfilede tesiri vardýr. Diðerlerinde baþka bir mânâdan dolayý yasak edilmiþtir. Bunun nâfilelerde tesiri vardýr. Farzlarla, farz mânâsýna gelenlerde tesiri yoktur. «inâye» ve diðer kitaplarda bu açýklanmýþtýr. Lâkin diðerlerinde yasaklamanýn nâfilelerde tesiri olduðu ancak hassaten vakit namazýna müteallik etmediði zaman anlaþýlýr. Nitekim son iki vakitte böyledir. Bu iki vakitte mekruh olan sâdece vakit namazýdýr. Baþkalarý cemaatý azaltýr. Akþam namazýný yýldýzlarýn göründüðü zamana geciktirmek ise Yahudilere benzemektir. Nitekim ulema bunu açýklamýþtýr. Bu hüküm bu iki vakte mahsustur.

Yukarýda arz etmiþtik ki, sahih kavle göre haddi zatýnda vakitte kerahet yoktur. En makulu «Bahýr» sahibinin «Hýlye»ye te´ban tahkik ettiði gibi kerahetin geciktirme ile edâda olmasý yalnýz geciktirmede olmasýdýr. Anla!

Þârih, zaman itibariyle keraheti anlattýktan sonra mekân itibariyle keraheti münâsebet düþtüðü için getirmiþtir. Yoksa mekân itibariyle kerahetin yeri namazýn mekruhlarýdýr.

Kâbe´nin üzerinde namaz kýlmak, emir olunan tazime aykýrý düþtüðü için, yolda namaz kýlmak, gelip geçenlere mâni olduðu ve yolu hedefinden baþka hususta meþgul ettiði içindir. Zira yol yürümek için ammenin hakkýdýr. Bir de Ýbni Mâce ile Tirmizî´nin ibni Ömer´den rivayet ettikleri bir hadiste. «Rasûlüllah (s.a.v.) yedi yerde namaz kýlmayý yasak etti. Bunlar: çöplük, salhane, kabristan, yol çatýrýðý, hamam, deve ve aðýllarý ve Beytullah´ýn (Kâbe´nin) üzeridir.» denilmiþtir.

Kabristanda namaz kýlmanýn neden mekruh olduðu ihtilaflýdýr. Bazýlarý, «Çünkü orada ölülerin kemikleri ve bedenlerinden akan sarý su vardýr. Bu ise pistir.» demiþlerdir. Ama söz götürür. Zira bize göre istihâle (yani hakikatýn deðiþmesi) temizleyicidir. Birtakýmlarý, puta tapmanýn aslý sülehâ´nýn kabirlerini mescid yapmaktýr» demiþ; daha baþkalarý bunun Yahudilere benzemek olduðunu söylemiþlerdir. «Haniye» sahibi bu kavli tercih etmiþtir. Namaz kýlmak için hazýrlanmýþ yen bulunursa kabristanda namaz kýlmak mekruh olmaz. Yalnýz «Hâniye» de beyan edildiði vecihle hazýrlanan yerde kabir ve pislik bulunmamak ve kýblesi kabre karþý gelmemek lazýmdýr. «Hýlye».

Hamamda namaz kýlmak iki mânâya mekruhtur. Birincisi kir sularýnýn döküldüðü yer olduðu için, ikincisi de þeytanlarýn evi olduðundandýr. Birinci mânâya göre hamamýn bir tarafý yýkanýrsa orada namaz kýlmak mekruh olmaz. Ýkinciye göre mekruh olur. Evlâ olan do budur. Çünkü hadîs mutlaktýr. Meðer ki vaktin çýkacaðýndan korkmak gibi bir özür ola. «Ýmdâd»

Lâkin «Feyiz»de bildirildiðine göre Müftabih olan kavil kerahet. bulunmamasýdýr. Hamamýn dýþýnda yani hamamcýnýn oturduðu yerde namaz kýlmak hususunda ise «Hâniye»de, «Bunda bir beis yoktur.» denilmiþ; «Hýlye»de, «Dýþýndaki kerahet dahi ikinci mânânýn teferruatýndandýr.» deniliyor. Yine «Hýlye»de beyan olunduðuna göre hamam terk edilmiþ olsa söylendiðine göre eski hâli gözönünde bulundurularak kerahetin kalmasý muhtemel olduðu gibi kalmamasý ihtimali de vardýr. Zira þeytanýn hamama dadanmasý, orada avret yerleri açýldýðý ve benzeri haller görüldüðü içindir. Birinci ihtimal daha makûldür.

Hamama su verilmeyerek kullanýlmaz hâle gelse kerahetin kalmamasý daha münasip o!ur. Çünkü hammam hamimden alýnma bir kelimedir. Hamim, sýcak su demektir. Orada böyle bir su kalmamýþtýr. Þu hale göre bir kimse evini hamam þeklinde yapmýþ olsa orada namaz kýlmak mekruh olmaz.

TENBÝH: Hamamýn þeytanlarýn yeri olmakla ta´lil edilmesinden kâfirlerin ibâdethanelerinde namaz kýlmanýn mekruh olduðu hükmü çýkarýlýr. Zira onlar da þeytanlarýn sýðýndýðý yerlerdir. Nitekim bunu Þâfiî´ler açýklamýþlardýr. Onlarýn söylediklerinden bizim için de hüküm alýnýr.

Tatarhâniye´de, «Müslümanýn havraya ve kiliseye girmesi mekruhtur. Ama girmeye hakký olmamasý yönünden deðil, orasý þeytanlarýn toplandýðý yer olduðu için mekruhtur.» denilmiþtir. «Bahýr» sahibi, «Zâhire göre bu kerahet, tahrimiyyedir. Zira mutlak olarak kerahet denince kerahet-i tahrimiyye kastedilir. Ben Yahudilerle birlikte havraya devam eden bir Müslüman ta´zir olunacaðýna fetvâ verdim.» diyor. Girmek mekruh olunca içinde namaz kýlmanýn keraheti evleviyette kalýr. Oraya namaz kýlmak için girenin cehli bununla meydana çýkar.

Yirim içinde yani dere gibi çukur yerde namaz kýlmak mekruhtur. Zira ekseriyetle sellerin getirdiði veya insanlar tarafýndan atýlan pisliklerden hâli kalmaz.

Deve ve koyun aðýlý olan yerlerde namaz kýlmak mekruhtur. Ýsmâil Nablusî´nin «Ahkâm» adlý eserinde dahi «Hazâne»den naklen böyle denilmiþtir. Nablusî bundan sonra «Mültekat»tan þunu nakletmiþtir: «Koyun aðýllarý pislikten uzak olursa, içlerinde namaz kýlmak mekruh olmaz».

Hýlye´de deniliyor ki: Peygamber (s.a.v.), «koyun aðýllarýnda namaz kýlýn ama deve iðreklerinde namaz kýlmayýn»! buyurmuþtur: Bu hadisi Tirmizî rivayet etmiþ ve hasen sahih olduðunu söylemiþtir. Ebu Davud da þu hadîsi rivayet etmiþtir: Rasûlüllah (s.a.v.)´e develerin çöktüðü yerlerde namaz kýlýnýp kýlýnmayacaðý soruldu da. «Develerin çöktüðü yerlerde namaz kýlmayýn! Çünkü develer þeytanlardandýr» buyurdu. Koyun aðýllarýnda namaz soruldu: «Oralarda namaz kýlýn! Zira onlar bereketten yaratýlmýþlardýr» buyurdular. Bu hadîsi Müslim kýsaca rivayet etmiþtir». Anlaþýlýyor ki develerin þeytanlardan olmasýnýn mânâsý onlara benzer sýfatta ürkek ve eziyetçi yaratýlmalarýdýr. Þâfiî´lerden birinin dediði gibi namaz kýlan kimse onlarýn ürkerek namazýný bozduracaðýndan emin olamaz. Yani aklý meþgul kalýr. Bilhassa secde halinde bu daha da çok olur. Bununla develer koyunlardan ayrýlýr. Ta´lilden anlaþýldýðýna göre develer yokken temiz olan aðýllarýnda namaz kýlmak mekruh deðildir.

TENBÝH: Bazýlarý, «Çünkü develer þeytanlardan yaratýlmýþtýr.» tâ´lilini Peygamber (s.a.v.)´in nâfile namazýný devesinin üzerinde kýlmasý karþýsýnda müþkil saymýþlardýr. Birtakýmlarý bir deve ile sürü halindeki develerin arasýnda fark görmüþlerdir. Zira sürü halindeki develer tabiatlarý icabý ürkerek kalbi heyecanlandýrabilirler. Üzerine binilen deve böyle deðildir.

Ben ulemamýzdan sýðýrý zikreden görmedim. Evet. Þafiî´lerden biri sýðýrýn da koyun gibi olduðunu söylemiþ fakat bazýlarý buna muhalefet etmiþtir.

METÝN

«Kâfi» sahibi þunlarý da ziyade etmiþtir: Hayvan baðlanan yerlerde âhýrda, deðirmende, helâda ve helâ üzerinde. sel çukurunda, gasb edilmiþ yahud baþkasýna aid ekilmiþ veya sürülmüþ yerde ve geçenlere mâni olacak sütre olmaksýzýn ovada namaz kýlmak mekruhtur. Yatsýdan evvel uyumak, yatsýdan sonra mubah sözlerle konuþmak. fecir doðduktan sabah namazýný kýlýncaya kadar konuþmak da mekruhtur. Ondan sonra iþine gitmekte beis yoktur. Bazýlarý güneþ doðuncaya kadar, birtakýmlarý bir mýzrak boyu yükselinceye kadar konuþmanýn mekruh olduðunu söylemiþlerdir. «Feyz».

ÝZAH

Deðirmende namaz kýlmanýn mekruh olmasý herhalde gürültüsü zihni meþgul ettiði için olacaktýr.

Gasb edilmiþ dedikten sonra «baþkasýna aid» demeye hacet yoktur. Çünkü gasb baþkasýnýn olmayý gerektirir. Meðer ki izinsiz namaz kastedilmiþ olsun. Velev ki gasb etmiþ olmasýn. Bunu Ebu´s-Suud söylemiþtir.

Hâvi Kudsî´sin ibâresi þöyledir: «Gasb edilen yerde de mekruhtur. Bir kimse Müslümanla kâfirin yerlerinden birinde namaz kýlmaya mecbur kalsa ekilmemiþ olmak þartiyle Müslümanýn yerinde kýlar. Yer ekilmiþ. yahud kâfirin mülkü ise yolda kýlar». Yani yolda onun da hakký vardýr. Nitekim Muhtaratü´n-Nevazil nam eserde de böyle denilmiþtir. Ayný eserde þu da vardýr: «Baþkasýnýn yeri ekilmiþ veya sürülmüþse orada namaz kýlmak mekruhtur. Ancak aralarýnda dostluk varsa yahud sahibinin darýlmayacaðýný tahmin ederse bir beis yoktur».

T E N B Ý H: Seyyîdî Ahdülganî babasý Þeyh Ýsmâil eseri «Ahkâm» dan þunu naklediyor: «Baþkasýnýn yeri duvar veya avlu ile çevrilmiþse oraya inmek memnudur. Çevrilmemiþse bu hususta muteber olan örftür». Seyyidî Ahdülganî sözüne þöyle devam etmektedir: «Yani rahatý olup olmamak hususunda halkýn âdeti muteberdir demek istiyor. Binaenaleyh bahar günlerinde Dýmaþk´taki vâdî bahçelerine sahiplerinin izni olmaksýzýn girmek câiz deðildir. Avamýn yaptýklarý duvar yýðma, tel koparma gibi iþler çirkin ve haramdýr. Halebî´nin Münye» þerhinde þöyle denilmiþtir: Bir kimse gasp edilen yere mescid yapsa içinde namaz kýlmakta bir beis yoktur. «Vâkýat»ta ise. bir kimse þehrin surlarý üzerine mescid yaparsa orada namaz kýlmamak gerekir; çünkü âmmenin hakkýdýr. Gasp yerine yapýlan mescid gibi oda sýrf ALLAH rýzasý için deðildir, denilmiþtir».

Ahdülgani sonra þunlarý ilâve etmiþtir: Dýmaþktaki Süleymaniye Medresesi Sultan Nureddin Þehîd´in Dýmaþk halkýnýn þehâdetleri ile yolculara vakýf ettiði çayýra kurulmuþtur. Vakýf þöhret bulmakla sabit olur. Bu medresenin kuruluþunda yeri vakýf eden zatýn þartýna muhalif edilmiþtir. Halbuki vakfýn þartý þâfiin nassý gibidir. Binaenaleyh orada namaz kýlmak bir kavle göre kerahet-i tahrimiyye ile mekruh, baþka bir kavle göre hiç sahih deðildir. Nitekim bunu «Camiu´l-Fetâvâ» sahibi nakletmiþtir. Medresenin suyu da sahibi bir dereden alýnmýþtýr. Emevî Camîindeki Yemenliler hücresi de bu kabildendir. Bunlar þaþýlacak þeylerdir!».

METÝN

Yolculuk ve yaðmur gibi bir özürden dolayý iki farzý bir vakitte beraber kýlmak caiz deðildir. Þâfiî buna muhâliftir. Ama onun rivayet ettiði hadîsler vakit itibariyle deðil, fiilen beraber kýlýnacaðýna hamledilmiþlerdir. Ýki farzý beraber kýlarsa farzý vaktinden evvel kýldýðý takdirde fâsid olur. Aksini yaparsa yani farzý vaktinden sonraya býrakýrsa kaza suretiyle sahih olsa bile haramdýr. Ýki farzý bir vakitte beraber kýlmak yalnýz Arafat´ta ve Müzdelife´de hacýlara câizdir. Nitekim gelecektir. Zaruret zamanýnda taklitte (muhalif mezhebin imamýna uymakta) beis yoktur. Ancak o imamýn icap ettirdiði her þeyi benimseyip ifâ etmesi þarttýr. Zira görmüþtük ki, karma hüküm bilittifak bâtýldýr.

ÝZAH

Ýmam Þâfiî´nin rivayet ettiði hadîsler geciktirmeye ve vaktinden önce niyetlenmeye delâlet ederler. Meselâ Enes hadîsinde, «Peygamber (s.a.v.) acele yola çýkmak isterse öðle namazýný ikindi vaktine geciktirir; ikisini beraber kýlardý. Akþam namazýný geciktirir ve yatsý ile beraber kýlardý.» denilmiþtir.

Ýbni Mes´ud´dan da böyle bir rivayet vardýr. Vaktinden önce kýlýnacaðýna delâlet eden Hazret-i Muaz´dan naklen Ebu´t-Tufeyl´in rivayet ettiði hadîsten baþka açýk hadîs yoktur. Mezkûr hadîste þöyle denilmektedir: «Peygamber (s.a.v.) Tebük gazâsýnda güneþ zevâle ermeden yola çýkarsa öðleyi ikindi vaktine geciktirir; ikisini beraber kýlardý. Güneþ zevâle erdikten sonra yola çýkarsa öðle ile ikindiyi kýlar; sonra yola çýkardý. Güneþ batmadan yola çýkarsa akþam namazýný geciktirerek yatsý ile beraber kýlardý. Güneþ battýktan sonra çýkarsa yatsýyý öne alýr ve onu akþamla birlikte kýlardý», Þâfii´nin rivayet ettiði hadîslerden geciktirme bildirenler, iki namazý fiilen bir arada kýldýðýna hamledilmiþlerdir.

Yani Rasûlüllah (s.a.v.), birinci namazý vakîinin sonunda, ikinci namazý vaktinin evvelinde kýlmýþtýr. Ravinin birinci namazýn vakti çýktýðýný bildiren sözü de mecaza hamledilir. Yahud vakit çýktý sanmýþtýr. ibn-i Ömer´den sahih olarak rivayet edilen þu hadîs de bu te´vile delâlet eder: «Ýbni Ömer (r.a.), þafaðýn sonunda yoldan geldi de evvelâ akþam namazýný kýldý sonra þafak kayýp olduðunda yatsýyý edâ etti ve, Rasûlüllah (s.a.v.) yola acele ettiði zaman böyle yapardý. dedi». Hadisin bir rivayetinde, «Sonra bekledi þafak kayýp olunca yatsýyý kýldý.» denilmiþtir. Rasûlüllah (s.a.v.), «Uykuda tefrit yoktur; tefrit uyanýkkendir. Namazý baþka namazýn vaktine geciktirirsin.» buyurmuþken bunu kendisi nasýl yapar! Bu hadîsi Müslim rivayet etmiþtir. Ve bunu seferde söylemiþtir. Yine Müslim´in ibni Abbas´tan rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Medine´de öðle ile ikindiyi ve akþamla yatsýyý korku ve yaðmur olmadýðý halde ümmetine güçlük çýkarmamak için beraber kýlmýþtýr. Bir rivayette, «Yolculuk olmadýðý halde» denilmiþtir.

Ýmam Þâfiî özürsüz iki namazý beraber kýlmayý câiz görmemektedir. Bu hadise kendisi ne cevap verirse bizim cevabýmýz da o olacaktýr. Namazý vaktinden önce kýldýðýný gösteren Ebu´t-Tufeyl hadîsine gelince: Tirmizî onun garip olduðunu söylemiþ; Hâkim ise, «Bu hadîs uydurmadýr.» demiþtir. Ebu Dâvud namazýn vaktinden evvel kýlýnacaðýný bildiren sâbit hadîs olmadýðýný söylemiþtir. iki namazýn bir vakitte kýlýnacaðýný söyleyen kimseyi Hazret-i Âiþe reddetmiþtir. Buharî ile Müslim´de Ýbni Mes´ud´dan þu hadîs rivayet olunmuþtur: «Kendinden baþka ilâh olmayan Allah´a yemin ederim ki, Rasûlüllah (s.a.v.) hiç bir namazý vaktinin dýþýnda kýlmamýþtýr. Ancak iki namaz müstesnâ! Arafat´ta öðle ile ikindiyi birlikte, Müzdelife´de de akþamla yatsýyý birlikte kýldý». Vakitleri tâyin hususunda vârid olan âyetlerle hadîsler bu babta kâfidir. Bahsin tamamý «Zeyleî» ve «Münye» þerhi gibi mufassal kitaplardadýr.

(Arafat´taki toptan namaza cemi takdim, Müzdelife´dekine cemi te´hir denildiðini evvelce arz etmiþtik), Arafat´taki cemide ihram, hac emîri ve her iki namazýn cemaatle kýlýnmasý þarttýr. Bunlar Müzdelife´deki cemide þart deðildir. T.

Ben derim ki: Bu babtaki iki kavlin birine göre ihram þarttýr. «Zarûret zamanýnda muhalif mezhebin imamýna uymakta beis yoktur.» sözü zaruret yoksa câiz deðildir, mânâsýný ifâde ediyor. Buradaki iki kavlin biri budur. Fakat muhtar olan kavil mutlak surette câiz olmasýdýr. þu da var ki zarûret zamanýnda taklide hacet de yoktur. Nitekim bazýlarý Mýzmirat´ýn beyânýna istinâd ederek, «Yolcu, hýrsýzlardan veya yol kesenlerden korkar da arkadaþlarý kendisini beklemezse namazý geciktirebilir. Çünkü mazurdur. Bu özürle yürürken ima ederek kýlsa câiz olur.» demiþlerdir. Lâkin anlaþýlýyor ki Þârih, zaruretten bir nevi meþekkatli olan manasýný kasdetmiþtir. Teemmül et!

Ýmam Þâfiî cemi takdim için üç þeyi þart koþmuþtur.

1- Birinci vaktin namazýný evvela kýlmak,

2- O namazdan çýkmadan cemi niyet etmiþ olmak,

3- Ve örfen fasýla sayýlacak bir þeyle iki namazý birbirinden ayýrmamak. Cemi te´hir için ise birincinin vakti çýkmadan cem´e niyet etmekten baþka þart koþmamýþtýr. «Nehir». Keza namazda cemaat bile olsa fâtihayý okumayý, tenâsül uzvuna yahud yabancý bir kadýna dokunmakla abdest tazelemeyi de þart koþmuþ, bu iþe baðlý bütün þart ve rükünleri ilâve etmiþtir. Allah´u âlem.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 17:49:55
EZAN BÂBI



METÝN


Ezan lügatta bildirmek mânâsýna gelir. þeriatta ise: Hususî þekilde böyle yani hususî sözlerle hususî bir bildirmedir. Tarif geçmiþ namazlarla, hatibin huzurunda okunan ezanlara da þâmil olsun diye musannýf «vaktin girdiðini bildirmektir.» dememiþtir. Ezanýn ilk sebebi Esrâ gecesinde Cebrâil aleyhisselamýn ezan okumasý ve peygamber (s.a.v.)´e imam olduðunda ikâmet getirmesidir. Sonra Abdullah b. Zeyd´in hicretin ilk yýlýnda rüyâsýnda gökten inen meleðin ezan okuduðunu görmesidir. Acaba bu melek Cebrail mi idi? Cibril olduðunu söyleyenler olduðu gibi olmadýðýný söyleyenler de vardýr. Ezanýn devam itibariyle sebebi vaktin girmesidir.

ÝZAH

Evvelce geçtiði vecihle vakit namazýn sebebi olduðundan musannýf evvela onu anlatmýþ; arkasýndan ezaný getirmiþtir. Çünkü ezan vaktin girdiðini ilândan ibarettir. Hususî þekilde ki ezandan murad: Sesini uzatarak okumak, Minârede dönmek, saða sola bakmak, tercî ve lahn yapmamak gibi þeylerdir ki bunlar ezanýn aþaðýda görülecek hükümleridir. «Hususî sözler» kaydý ile musannýf Farsça ezan okumanýn sahih olmadýðýna iþaret etmiþtir. Velev ki bu sözlerin ezan olduðu bilinsin. En makul ve esah olan budur. Nitekim «Sirac»da da böyle denilmiþtir. Ezan hususî bir ilândýr. Yani namaz vaktini bildirir. «Dürer»de, «Ezan, hususî sözlere verilen isimdir.» denilmiþtir. Yani müsebbibe sebep adýný vermek kabilinden kendileriyle ilân yapýlan sözlerdir. «Ýsmail».

Musannýf´ýn ezaný «hususî sözlerdir.» diye tarif etmemesi namaz ezanýný murad ettiði içindir. «Hususî sözlerdir.» diye tarif etse idi yeni doðan çocuða okunan ezanla benzerleri de tarife dahil olurdu. Ezanýn ilk sebebi Cebrail aleyhisselamýn okumasýdýr.

Þubramilsî´nin «Minhâc» hâþiyesinde Ýbni Hâcer´in «Buharî» þerhinden naklen þöyle deniliyor: «Ezanýn hicretten evvel Mekke´de meþru olduðunu bildiren hadîsler vârid olmuþtur. Onlardan biri Teberânînin rivayet ettiði þu hadistir: «Peygamber (s.a.v.), göklere çýkarýldýðý gece Allah ona ezaný vahiy buyurdu. Onu indirdiðinde Bilâl´e öðretti». Darekutnî de Enes´den þu hadîsi rivayet etmiþtir: Namaz farz olunca Cebrail, Peygamber (s.a.v.)´e ezan okumasýný emir etti». Bezzâr ve diðerleri Hazret-i Ali´den þu hadîsi tahriç etmiþlerdir: «ALLAH Rasûlüne ezaný öðretmeyi dileyince Cebrâil, Burak denilen hayvanla ona geldi. O bu hayvana bindi. Cebrail, Allahu ekber Allahu ekber dedi...». Hadisin sonunda, «Sonra melek elinden tuttu. Ve gök ehline imam oldu.» cümlesi vardýr. Doðrusu bu hadîslerden hiç biri sahih deðildir».

«Fethü´l-Kadîr» sâhibi «Bezâr» hadîsini ele almýþ sonra, «Bu hadîs garibtir ve sahih habere aykýrýdýr. Sahih haber Müslim´de bildirildiðine göre ezanýn Medine´de baþlamasýdýr. Müslümanlar Medine´ye geldiklerinde toplanýp namaz için vakit tayin ederlerdi. Namaz için kimse ezan okumazdý. Bu hususta konuþtular. Bazýlarý bayrak dikelim; dediler ilh...» demiþtir.

«Fethü´l-Kadîr» sâhibi Abdullah b. Zeyd, kýssasýný «Sirac»dan naklen tamamen ve isnadlariyle nakletmiþtir. Bu kýssada ayný rüyayý o gece Hazreti Ömer´in de gördüðü bildirilmektedir. Ezanýn rüya ile isbatý müþkil görülmüþ ve «Peygamberlerden baþkasýnýn rüyasý üzerine þer´î hüküm kurulamaz.» denilmiþse de buna þöyle cevap verilmiþtir: «Ýhtimal bu rüya ile birlikte vahiy de gelmiþtir». «Minhac» hâþiyesinde Hâfýz Ýbni Hâcer´den naklen þöyle deniliyor: «Bunu Abdurrezzâk ile Ebu Davud´un «Murasil»inde rivayet ettiði þu haber te´yid eyler: Hazret-i Ömer ezan rüyasýný görünce haber vermek için Peygamber (s.a.v.)´e geldi. Fakat bu hususta vahîyi gelmiþ buldu. Onu Bilâl´in ezanýndan baþka þaþýrtan þey olmadý. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), «Bu hususta vahîy seni geçti.» buyurdu. Bundan sonra hâþiye sahibi þunlarý söylemiþtir: «Cibril´in Peygamber (s.a.v.)´e ezaný öðretmek istediði zaman burakla gelmesi sahih takdir edilse bile câiz ki o yerde okumasý için öðretmiþtir. Bundan onun yerde yaþayanlar için meþru olmasý lazým gelmez».

Ezanýn devam ve bekâ itibariyle sebebi vaktin girmesidir. Yani vakit yenilendikçe ezan da yeniden okunur.

METÝN

Erkekler için yüksek bir yerde ezan okumak sünneti müekkededir. Ve günaha girme hususunda vacip gibidir. Beþ vaktin farzlarý için vaktinde okunur; velev ki kazasý için olsun. Çünkü ezan namazýn sünnetidir. Hatta okunmasý serinlik vaktine býrakýlýr. Vaktin sünneti deðildir. Beþ vakitten baþka bayram namazý gibi namazlar için ezan sünnet deðildir.

ÝZAH

Kadýnlar için ezan ve ikamet mekruhtur. Çünkü Enes ve Ýbni Ömer hazeratýndan bunlarýn kadýnlara mekruh olduðu rivayet edilmiþtir. Bir de onlarýn halleri tesettür üzerine kurulmuþtur. Seslerini yükseltmeleri haramdýr. «Ýmdâd».

Anlaþýldýðýna göre çocuk namaz kýlmak isterse bâlið kimseler gibi onun da ezan okumasý sünnettir. Velev ki baþkasý için okuduðu ezanýn mekruh olduðu hususunda söz edilmiþ olsun. Nitekim gelecektir. Anla!

Ezanýn yüksek yerde okunmasý hususunda «Kýnye»de þöyle deniliyor: «Ezaný yüksek yerde okumak ikameti ise yerde getirmek sünnettir. Akþam ezaný hususunda ulema ihtilâf etmiþlerdir. Zahire bakýlýrsa akþam ezanýný dahi yüksek yerde okumak sünnettir. Nitekim gelecektir. «Sirac» ta þu cümleler vardýr: Müezzine gereken, komþulara daha güzel iþittirecek bir yerde ezan okumak ve sesini yükseltmektir. Ama nefsini zorlamamalýdýr. Çünkü bu ona zarar verir». «Bahýr».

Ben derim ki: Anlaþýlan bu mahle müezzin hakkýndadýr. Ama ezaný kendine yahud hazýr cemaate okursa makul olaný yüksek yerde okumanýn sünnet olmamasýdýr. Zira buna hâcet yoktur. Teemmül et!

Günah hususunda ezan vacip gibidir. Hatta bazýlarý ona vacip demiþlerdir. Çünkü Ýmam Muhammed, «Bir belde halký ezaný okumamak için ittifak etse ezan için onlarla harp ederim. Onu bir kiþi terk etse kendisini döver ve hapis ederim». demiþtir. Ekser ulema ezanýn sünnet olduðunu tercih etmiþlerdir. Ezan için harp edilmesi, dinin alâmetlerin den olduðu içindir. Dinin niþaný sayýlan bir þeyi terk etmek açýk açýk dinle alay olur «Mi´rac» ve diðer kitaplarda þöyle deniliyor: «Ezan hakkýndaki her iki kavil birbirlerine yakýndýrlar. Çünkü terkinden dolayý günaha girmek hususunda sünnet-i müekkede de vâcip gibidir. «Nehir»de, «Velev ki þüphe veren ibâre ile ifâde edilmiþ olsun.» deniliyor. «Fetih»te ezanýn vacip olduðuna, «Bir defa olsun býrakýlmamýþ olmasý vacip olduðuna delildir.» denilerek istidlâl edilmiþtir. «Fetih» sahibi sözüne devamla þöyle demiþtir: «Vacip kifâye olduðu da açýk deðildir. Öyle olsa bir belde halký ezaný okumamak için ittifak edince baþka belde halkýnýn okumalariyle günahkâr olmamalarý lâzým gelirdi».

«Bahýr» sahibi ezanýn her belde halkýna nisbetle sünnet-i kifaye olmasýný daha uygun görmüþtür. Þu mânâya ki, bir beldede ezan okundu mu o belde halký ile harp etmek sâkýt olur.

«Bahýr» sahibi, «Ezan bu mânâya sünnet-i kifaye olmasa idi herkes hakkýnda sünnet olurdu. Halbuki öyle deðildir. Çünkü mahalle ezaný bize kâfidir. Nitekim gelecektir.» diyor. Nehir sahibi de þunlarý söylemiþtir: «Bir beldenin Mýsýr gibi etrafý geniþ olursa hükmünün ne olacaðým görmedim. Anlaþýlan þudur ki, her mahalle halký -velev baþka mahalledeki- ezaný iþitirlerse günah kendilerinden sâkýt olur. Ýþitmezlerse sâkýt olmaz».

Ezan beþ vaktin farzlarý için sünnettir. Bunda cuma da dahildir. «Bahýr». Sefer ve hazar halleriyle yalnýz ve cemaat hallerinede þâmildir. «Mevahibü´r-Rahman, ile «Nuru´l-Ýzah»da, «Velev ki yalnýz kýlsýn. Ve kýldýðý edâ veya kaza olsun. Kendisi ister evinde ister sefer de bulunsun.» denilmiþtir. Lâkin þehirde evinde kýlan kimsenin ezaný terk etmesi mekruh deðildir. Zira mahallenin ezaný ona kâfidir. Nitekim gelecektir.

«Ýmdâd, nam eserde, «Onu mendup olarak okur.» deniliyor. Meselenin tamamý gelecektir. Anla! Bundan özür sahibi için þehirde cuma günü öðle ezanýný okumakla mescidde kaza namazlarý kýlan kimsenin ezaný müstesnâdýr. Nitekim Musannýf bunu söyleyecektir. «Hatta okunmasý serinlik vaktine býrakýlýr.» ifâdesinden daha þümûllüsü namaz vakitlerinde geçen» ezanýn gerek acele gerekse gecikme ile okunmasý hususunda hükmü namaz gibidir.» sözüdür. Nuh Efendi diyor ki: «Mücteba» da «Mücerret»ten naklen þöyle denilmiþtir: «Ebu Hanîfe, sabah namazý için fecir doðduktan sonra, öðle de kýþ günü güneþ zevale erdiði zaman, yaz günü serinlik zamanýnda ezan okunur. Ýkindi de güneþin deðiþeceðinden korkmadýkça geciktirebilir. Yatsýda beyazlýk kayýp olduktan biraz sonraya geciktirir; demiþtir».

Kuhistânî bundan sonra þunu söylemiþtir: «Ýhtimal murad müstehap vakti beyan etmektir. Yoksa cevaz vakti bütün vakittir».

Hulâsasý þudur: Ezanla namaz arasýnda peþ peþe devam lâzým deðil, sadece efdaldir. Vaktin evvelinde ezan okuyup sonunda namaz kýlsa, sünneti icra etmiþ olur. Teemmül eyle!

Beþ vakit namazdan baþka namaz için ezan okumak sünnet deðildir. Yoksa yeni doðan çocuða ezan okumak menduptur.

Hayreddin Remlî «Bahýr» hâþiyesinde þunlarý söylüyor: «Þâfiî kitaplarýnda gördüm ki, ezan namazdan baþka þeyler için de sünnettir. Doðan çocuða, kuruntuluya, sar´alýya, efkârlýya. kötü huylu insan veya hayvana, asker kalabalýðýna ve yangýn ânýnda ezan okumak böyledir. Bazýlarý ölüyü kabre indirirken de dünyaya geliþe kýyasen ezan okunacaðýný söylemiþlerse de bunu ibni Hâcer «Ubâb þerhinde reddetmiþtir. Cinler azgýnlaþýp musallat olduðu zaman dahi ezan okunur denilmiþtir. Çünkü bu babta sahih haber vardýr.

Ben derim ki: Bu bize göre de ihtimalden uzak sayýlmaz.» Yani bir þey hakkýnda çeliþkisiz sahih haber varid olursa o haber müctehidin mezhebidir. Velev ki nassan bildirilmiþ olmasýn. Zira Hâfýz Ýbni Abdü´I-Berr ile Ýmam Þâ´rânî dört mezhep imamýnýn her birinden «hadîs sahih ise benim mezhebimdir», dediðini rivayet etmiþlerdir. Þuda var ki, amellerin faziletleri hususunda zaif hadîsle amel dahi câizdir. Nitekim Taharet Bahsinin baþýnda geçmiþti. Ýbni Hacer «Tuhfe» adlý eserinde yolcunun ardýndan ezan ve ikamet getirilmesini ilâve etmiþtir. Medenî de þunu söylemiþtir:

«Ben derim ki: Þýr´atü´I-Ýslâm insandan hâli bir çölde yolunu þaþýran için ezaný da ziyâde etmiþtir. Molla Aliyyü´l-Kârî «Müþkât» þerhinde þunu kaydetmiþtir: «Derler ki, kuruntulu bir kimsenin birine emir ederek kulaðýna ezan okutturmasý sünnettir. Çünkü bu, kuruntuyu giderir. Hazret-i AIi´den de böyle nakledilmiþtir (r.a.)». Aliyyü´l-Kârî bu babta varid olan hadîsleri de rivayet etmiþtir. Ona müracaat eyle!

Bayram namazý için ezan sünnet olmadýðý gibi vitir, cenâze, küsûf, istiska ve teravih namazlariyle beþ vaktin sünnetleri için de sünnet deðildir. Çünkü sünnet namazlar farzlara baðlýdýr.

Vitir namazý Ýmam A´zam´a göre vacip ise de yatsýnýn vaktinde eda edilir. Ve yatsýnýn ezaný ile yetinilir. Ama sahih kavle göre bu ezan ikisi içinde sayýldýðýndan deðildir. Nitekim bunu «Zeyleî» de söylemiþtir. AnIa! Lâkin bu tâ´lilde kusur vardýr. Çünkü bayram ve emsâli gibi farzlara tâbi olmayan namazlar için ezanýn sünnet olmasýný iktiza eder. Münasip olaný sünnette vârid olmamýþtýr diye ta´lil etmektir. Teemmül et!

METÝN

Bir kýsmý vakit girmeden okunan ezan tekrarlanýr. Ýkamette öyledir. Ýmam Ebu Yûsuf sabah ezanýnda buna muhaliftir. Ezana dört tekbirle baþlanýr. Ýmam Ebu Yûsuf´tan bir rivayete göre iki tekbirle baþlanýr. Allâhu ekberin [râ] sý üstün okunur. Avam takýmý onu zamme ile okurlar. «Ravda».

Lâkin «Týlbe»de bildirildiðine göre RasûlüIIah (s.a.v.) in, «Ezan cezmdir.» hadîsinden mânâsý meddi kesilmiþtir. Binaenaleyh (uzatarak) Allah Âkber deme! Çünkü bu sualdir. Ve þer´î bir hatadýr. Yahud sonunun harekesi durmak için kesilmiþtir. Refi´ ile durulmaz. Çünkü lügat itibariyle hatadýr, demektir. Bu cümle «Fetevâyý Sayrafiye»nin otuz altýncý babýndan alýnmýþtýr.

ÝZAH

Bir kýsmý vakit girmeden okunan ezan tekrarlanýnca tamamý vakit girmeden okunan ezan evleviyetle tekrarlanýr. Musannýf bir kýsmýný söylememiþ olsa bunun bahsimizden hariç kaldýðý ve hem edilirdi. Bunu zikretmekle Musannýf tahsisi deðil, tamimi kasdetmiþtir.

Ýkamet de vakit girmeden yapýlýrsa ezan gibi tekrarlanýr. Fakat vakit girdikten sonra ikametle namazýn arasý uzamamasý yahud yemek gibi ikisinin arasýný kesen bir þey bulunmamak þartiyle tekrarlanmaz. þârih bunu fer´î meselelerde söyleyecektir.

Ýmam Ebu Yûsuf sabah ezanýnýn gece yarýsýndan sonra okunmasýný câiz görmüþtür. H.

Yine Ebu Yûsuf´tan rivayet olunduðuna göre ezanýn baþýnda da diðer kelimelerinde olduðu gibi tekbir alýnýr. Ve ona göre ezan onüç cümleden ibâret olur. Bu kavil Ýmam Muhammed´le Ýmam Hasan´dan ve Ýmam Malik´ten dahi rivayet olunmuþtur.

Þârih´in, «AIIahu ekber´in [râ] sý üstün okunur.» cümlesinden «Ezanda tercih yoktur.» sözüne kadar devam eden ifâdesinin kendi yazýsý ile ilk nüshasýnýn derkenarýna katýldýðý nakledilmiþtir. Hafîd Heravî´nin «Mecmua»sýnda þu izahat vardýr:

«Fâide: «Ravzatü´l-Ulemâ»da bildirildiðine göre Ýbni Enbarî þunlarý söylemiþtir: «Avam takýmý ekberin [râ] sý zamme ile okurlar». Müberred, «Ezanýn kesinti yerlerinde durularak okunageldiði iþitilmiþtir», demiþtir, Ekber kelimesinde asýl olan [râ] nýn sakin okunmasýdýr. Ama ismillâhýn elifinin harekesi [râ] ya çevrilmiþtir. Nitekim «Eliflâm mim» terkibinde de öyledir. «Müftî» nâm eserde beyan edildiðine göre [râ] nýn harekesi üstündür. Velev ki durmak niyetiyle vasýl edilsin. Sonra bazýlarý bu harekenin iki sakinin bir araya gelmesinden doðduðunu, ismüllâhýn kalýn okunmasýný saðlamak için esere hareke verilmediðini söylemiþ; bir takýmlarý hemzenin harekesi nakil edildiðini iddia etmiþlerdir. Bütün bunlar hakikat dairesinin dýþýna çýkmaktýr. Doðrusu [râ] nýn harekesi irap zammesidir. Cümle ortasýnda vasýl hemzesi sabit deðildir ki, harekesi nakledilsin! Hâsýlý ezanla «Eliflâm mim» arasýndaki fark açýktýr. Çünkü «Eliflâm mim» nýn aslen irap harekesi yoktur.

Ezan kelimelerinin ise irâblarý vardýr. Þu kadar var ki bu kelimeler durarak okunagelmiþtir».

«Ýmdâd» nam eserde þöyle denilmiþtir: Tekbirde [râ] cezimle okunur. «Zeyleî» «Yani durarak okunur. Lâkin ezanda hakikaten durulur; ikamette ise durmak niyet edilir; demiþtir». Yani aceleyi kasdetmiþtir. Bu, Ýbrahim Nekâî´den hem kendisine mevkuf, hem peygamber (s.a.v.),e merfu olarak rivayet olunmuþtur. Rasul-i Ekrem (s.a.v.), «Ezan cezimdir; ikamet cezimdir; tekbir de cezimdir.» buyurmuþtur.

Ben derim ki: Hâsýlý ezanda ikinci tekbirin [râ] sý sâkindir. Çünkü hakikatte durulur. Ötre ile okunmasý hatadýr. Her iki tekbirin birincisi ile ikametin bütün tekbirlerinde bazýlarýna göre [râ] durmak niyetiyle üstün okunur. Bazýlarý îrap verilerek zamme ile okunacaðýný, birtakýmlarý da hareketsiz olarak sâkin okunacaðýný söylemiþlerdir.

Ýmdâd, Zeyleî, Bedâî ve Þâfiî´lerden bir cemâatýn sözlerinden anlaþýlan budur ama makul olan îrabtýr. Sebebi Þârih´in «Týlbe»den naklettiði mânâ ile bizim arz ettiklerimizdir. Bir de Cerrahînin «Meþhur Hadîsler»,nam eserinde þöyle deniliyor: «Bu hadîs, Suyûtî´ye soruldu da hafýz ibni Hacer´in dediði gibi o da sabit deðildir; o ancak Ýbrahim Nehaî´nin sözüdür dedi. Bu sözün manâsý, aralarýnda Râfî´i ile ibni Esîr´in de bulunduðu bir cemaatýn dedikleri gibi uzatýlmaz demektir.

Muhibb-ý Taberî garâbet göstererek, «Bu sözün mânâsý uzatýlmaz ve sonu îrap edilmez demektir.» þeklinde mutalâa yürütmüþtür. Bu îrap edilmez sözü birkaç vecihle reddedilmiþtir.

Birincisi: Nehaî´den rivayet eden ravînin tefsirine aykýrýdýr. Onun tefsirine dönmek daha evlâdýr. Nitekim usul-i fýkýhda karar kýlmýþ bir kâidedir.

Ýkincisi: Hadîs ve fýkýh ulemasýnýn tefsirlerine aykýrýdýr.

Üçüncüsü: Ýrap harekesinin atýlmasýna cezm denilmesidir. Halbuki ilk asýrda bu malûm ve meþhur deðildi. O sonradan çýkma bir ýstýlahtýr. Binaenaleyh ona hamletmek doðru olamaz». Bu hususta ki sözün tamamý ayný eserdedir. Ona müracaat edebilirsin.

Þu da var ki nahiv ulemasýnýn sonradan kabul ettikleri istýlaha göre cezim yalnýz îrap harekesini atmaktan ibarettir. Mutlak surette harekeyi atmak deðildir. Sonra Seyyidî Abdülgânî´nýn bu mesele hakkýnda bir risâle yazdýðýný ve bu risâlede birçok nakiller yaptýðýný gördüm. Hülâsasý þudur:

Ezanda sünnet birinci Allahu Ekberin [râ] sýný sâkin okumak, yahud onu ikinci Allahu ekbere eklemektir. Sâkin okunursa kâfidir. Eklenirse sakin okumayý niyet ederek [râ] ya üstün hareke verilir. Zamme hareke verilirse sünnete aykýrý hareket edilmiþ olur. Çünkü birinci ekberin üzerinde durmak istenmesi onu asaleten sâkinmiþ gibi yapmýþtýr. Bu sebeple üstün hareke verilir.

METÝN

Ezanda tercî´ ve fahn yoktur, tercî mekruhtur. Mültekâ, lahn yani kelimelerini bozarak tegannî yapmak ve bunu dinlemek týpký Kur´an´da teganni yapmak gibi helâl deðildir. Ama kelimelerini bozmadan teganni yapmak güzeldir. Bazýlarý Hay´alelerde teganni yapmakta beis yoktur, demiþlerdir. Ezanda her iki cümle arasýnda susularak mühlet verilir. Bunu terk etmek mekruhtur. Tekrarlanmasý mendup olur. Kýbleye sýrt çevirmiþ olmamak için yalnýz hayyale´ssalah ile hayyale´l-felâhda saða ve sola dönülür. Velev ki okuyan kimse yalnýz olsun veya doðan çocuða okusun. Çünkü bu mutlak surette ezanýn sünnetidir. Ýkamette dahi mutlak olarak saða sola döner. Bazýlarý, «Yer geniþse döner» demiþlerdir. Minare geniþse ezaný dönerek okur. Ve baþýný dýþarý çýkarýr. Sabah ezanýnda Hayyale´l-felah´dan sonra mendup olarak iki defa Essalât-ü hayrun mine´n-nevm der. Çünkü uyku zamanýdýr. Müezzin iki parmaðýný mendup olarak kulaklarýnýn deliklerine koyar. Böyle yapmadan ezan okumasý iyidir. Fakat böyle yaparak okumasý daha iyidir.

ÝZAH

Tercî´ - iki þehâdeti evvelâ alçak sesle, sonra dönerek yüksek sesle okumaktýr. Bu mekruhtur. Çünkü bütün rivayetler Hazret-i Bilâl´in tercî´ yapmadýðýnda ittifâk etmiþlerdir. Tercî´ yapmýþtýr rivayeti sahih deðildir. Bir de gökten inen meleðin ezanýný bildiren rivayetlerin hiç birinde tercî´ yoktur.

Ebu Davud´un «Sünen´inde ibni Ömer´den þu hadîs rivayet olunmuþtur: «Rasûlüllah (s.a.v.) zamanýnda ezan ancak ikiþer ikiþer, ikamet ise birer birer okunurdu ilh...». Bu hadîsi ibni Hüzeyme ile ibni Hibban da rivayet etmiþlerdir. ibni Cevzî istinadýnýn sahih olduðunu söylemiþtir. Gerçi Ebu Mahzûre´nin ezanýnda tercih bulunduðu rivâyet olunmuþsa da Taberanî´nin Ebu Mahzûre´den rivayet ettiði þu hadîs ona muhaliftir: «Bana Rasûlüllah (s.a.v.) ezaný kelime kelime öðretti. Allahu Ekber Allahu Ekber ilh...». Bu hadîsde Hazreti Ebu Mahzûre terci´den bahsetmemiþtir. Þu halde yukarýda söylediklerimiz muaruhsuz kalýr. Meselenin tamamý «Fetih» ve diðer kitaplardadýr. Tercî´ için «Mültekâ»da mekruhtur denildiði gibi «Kuhistânî»de de mekruh denilmiþtir.

«Bahýr»ýn sözü buna muhaliftir. Orada, «Ulemanýn sözlerinden anlaþýlýyor ki, tercî´ sünnet veya mekruh deðil, mubahtýr.» denilmektedir. «Nehir» sahibi diyor ki: «Anlaþýlan tercî´ yapmak evlânýn hilâfýdýr. Teganni mânâsýna terci´ ise ezanda helâl deðildir». Þu halde mezkûr kerahet, kerahet-i tenzihiyyedir. (Teganni þarký söylemektir). Ezanýn kelimelerini bozmaktan murad, kelimelerin baþýna veya sonuna hareke veya harf ziyade etmek ve uzatmak gibi þeylerdir.

Kuhistânî, kelimeleri bozmadan teganni yapmak güzeldir. Zira sesi güzelleþtirmek matlup ve makbuldür. Teganni ile ses güzelliði arasýnda telazüm yoktur (Yani sesi güzel olanýn teganni yapmasý lâzým gelmez).

«Bahýr» ve Fetih». (Hay´ala kelimesi Hayya alas-salât ve hayya ala´l-Felah´ýn kýsaltmasýdýr). Hay´alelerde tegannî yapmakta bir beis yoktur. Çünkü bunlar zikir deðildir, diyen Hulvanîdir. Hulvanî´nin «beis yoktur» tâbirini kullanmasý, yapýlmamasý evlâ olduðunu gösterir.

Ezanda ikiþer cümle okunarak biraz susmak suretiyle mühlet verilir. Bu mühlet icabet sýðacak kadardýr (îcâbet: Ezaný dinleyen kimsenin müezzin okuduklarýný tekrarlamasýdýr). Birer cümle okuyarak susmak doðru deðildir. Nitekim bunu «Ýmdâd» sahibi hadîsden alarak beyan etmiþ; «Tatarhâniyye» sahibi de ayný þeyi söylemiþtir. Ýkiþer cümle okuyup susmazsa, ezaný yeniden okumasý mendup olur.

Saða sola dönmekten murad, yalnýz yüzünü çevirmektir. Göðsünü ve ayaklarýný çevirmek deðildir. «Kuhistânî» ve «Nehîr». Burada Musannýf lef ve neþiri mürettep yapmýþtýr. Maksadý, hayya ale´s-salah da saða, hayya ale´l-felahda sola dönülür, demektir. «Kuhistânî»de «Münye»den naklen «esah olan budur.» denilmiþ; «Bahýr» ve «Tebyin»de ise «sahih olan budur.» ibâresi kullanýlmýþtýr. Merv ulemasý her çift cümlede saða ve sola bakýlacaðýný söylemiþlerdir. Bu, Kuhistânî´de de bildirilmiþtir. H.

«Fetih» sahibi, «Ýkinci kavil daha güzel.» demiþse de Remlî, «Bu, seleften nakledilen sahih rivayete aykýrýdýr.» diyerek bunu reddetmiþtir. Þârih «velev ki okuyan kimse yalnýz olsun.» ifâdesiyle Hulvânî´nin sözünü reddetmiþtir. Hulvânî, «yalnýz olan kimse saða sola dönmez; çünkü buna hâcet yoktur.» demiþti. H.

«Bahýr»da ise «Sirac»tan» naklen bunun ezanýn sünnetlerinden olduðu, binaenaleyh yalnýz olan kimsenin de bu sünnetlerden birini hâleldar etmemesi gerektiði kaydedilmiþtir. Hatta ulema yeni doðan çocuða ezan okuyan kimsenin de saða sola dönmesi gerektiðini söylemiþlerdir. Çünkü dönmek mutlak surette ezanýn sünnetidir. Bu hususta yalnýz olsun olmasýn, doðan çocuk için veya baþka bir maksatla okunsun fark etmez. T.

Minâre geniþse ezaný dönerek okur. Yani ayaklarýný yerden kaldýrmadan yüzünü çevirmekle ilân tam olmuyorsa minârenin içinde dönerek okur. Peygamber (s.a.v.) zamanýnda minâre yoktu. «Bahýr».

Ben derim ki: Þeyh Ýsmail´in þerhinde Suyûtî´nin «Evâil» adlý eserinden naklen þöyle deniliyor: «Ezan için Mýsýr´ýn minâresine ilk çýkan Þurahbil b. Âmir el-Muradî´dir. Seleme, Muâviye´nin emri ile ezan için minâreler yapmýþtýr. Ondan önce minâreler yoktu. Ýbni Said, Zeyd b. Sabit´in annesine isnadla þunlarý söylemiþtir: «Mescidin etrafýnda en yüksek ev benim evim idi. Bilâl onun üzerinde ezan okuyordu. Bunu ilk ezandan baþlayarak Rasulüllah (s.a.v.), mescidini bina edinceye kadar devam ettirdi. Ondan sonra artýk ezaný mescidin üzerinde okumaya baþladý. Mescidin üzerinde kendisine yüksekçe bir yer yapýlmýþtý». «Baþýný dýþarý çýkarýr.» cümlesinden maksad, minâre pencereli ise Hayyale´s salat´a geldiðinde baþýný minarenin sað penceresinden, HayyaIe´I-felâh´a geldiðinde de sol penceresinden çýkarýr demektir. «Dürer». Ama Rum ili minâreleri gibilerde yan taraf pencere hükmündedir. «Ýsmail».

Sabah ezanýnda hayyale´l-Falah´dan sonra iki defa essalat-ü Hayrun mine´n-nevm demek mendubtur. Musannýf bununla, «Essalat-ü hayrun mine´n-nevm» in yeri tamamen ezan bittikten sonradýr.» diyenlerin sözünü reddetmiþtir.

«Bahýr» sahibinin Müstesfâdan naklen bildirildiðine göre Fazlý´nýn tercih ettiði kavil budur (Essalat-ü hayrun mine´n-nevm: Namaz uykudan daha hayýrlýdýr demektir).

Uyku namaza hayrýn aslýnda ortaktýr. Çünkü bazen uyku ibâdet olur. Mesela, bir taatý ifâya yahud bir musîbeti terk etmeye vesile olduðu zaman böyledir. Yahud uyku dünyada, namaz ise âhirette rahat olduðu için namaz efdal olmuþtur. «Bahýr».

Müezzinin parmaklarýný kulak deliklerine koymasý menduptur. Zira Peygamber (s.a.v.) Bilâl (r.a.),a, «Parmaklarýný kulaklarýna koy; çünkü bu sesini daha yükseltir.» buyurmuþtur. Ellerini kulaklarýna koyarsa daha iyi eder. Zira Ebu Mahzûre (r.a.) dört parmaðýný bir araya toplayarak kulaklarýna koymuþtur.

Ýmam A´zam´dan rivayet olunduðuna göre bunu yalnýz bir eli ile yapmasý da ayný hükümdedir. Bunu «Ýmdâd» ile «Kuhistânî» Tühfe»den nakletmiþlerdir. Mezkûr hadîsteki emir nedip mânâsýnadýr. Bunu ta´lil karinesi ile anlýyoruz. Onun için ellerini kulaklarýna koymasa iyidir. Ama koyarak daha iyi olur. Sünneti terk etmek nasýl iyi olur? denilirse þöyle cevap veririz:

Ellerini kulaklarýna koyarak okumak daha iyidir. Daha iyiyi terk ederse ezan iyi olarak kalýr. «Kâfiye»de de böyle denilmiþtir. Anla!

METÝN

Yukarýda geçen hususatta ikamet de ezan gibidir. Lâkin ikamet ve keza imamlýk ezandan efdaldir. «Fetih».

Ýkamet getiren kimse iki parmaðýný kulaklarýna koymaz. Çünkü ikamet daha alçak sesle yapýlýr. Îkamet sür´atli yapýlýr. Onu da (ezan gibi) aðýr aðýr okuyarak yapsa esah kavle göre tekrarlamaz. Ýkametin Hayyale´l-felahdan sonra iki defa kad-kâmeti´ssalât denir. Eimme-i selâsey´e göre ikamet tek cümleler halinde yapýlýr. Vasýta üzerinde olmayan kimse ezan ve ikameti kýbleye karþý okur. Kýbleye dönmemek tenzihen mekruh olur. Gerek ezanda gerekse ikamette bir sonraki cümleyi evvel okusa yalnýz evvel okuduðunu tekrarlar. Ezan ve ikamet esnasýnda asla konuþmaz. Velev ki selâm almak olsun. Konuþursa yeniden baþlayarak okur.

ÝZAH

Þârih´in «yukarýda gecen hususatta» diye kayýtlamasý kendisine itiraz edilerek, «Yolcunun ikameti terk etmesi mekruhtur; ama ezaný terk etmesi mekruh deðildir. Kadýn ikamet getirir fakat ezan okumaz. Ezan ikametten daha kuvvetli sünnettir.» denilmemesi içindir. Nitekim gelecektir. Yukarýda geçen hususattan maksadý ezanýn metinde geçen on hükmüdür ki þunlardýr:

1 - Ezan, farzlar için sünnettir.

2 - Vaktinden önce okunursa tekrarlanýr.

3 - Ezana dört tekbirle baþlanýr,

4 - Ezanda tercî´ yoktur.

5 - Lahn yoktur,

6 - Ezan aðýr aðýr okunur,

7 - Hay´alelerde saða sola dönülür.

8 - Minârede dönerek okunur.

9 - Sabah ezanýnda essalat-ü Hayrun mine´n-nevm ziyade edilir,

10 - Ezanda parmaklar kulaklara konur. Sonra bu on hükümden üçünü istisna etmiþtir. Bu üç þey ikamette yoktur. Ezandaki aðýr okumanýn yerine ikamette sür´atle okumayý, es-SaIat-ü hayrun mine´nnevm yerine ikamette kaddkâmeti´s-salatý´yý koymuþ bir de ikamette parmaklarýný kulaklarýna koymak olmadýðýný söylemiþtir. Geri kalan yedi hüküm oralarýnda müþterektir. Bir de minârede dönerek okumakla itiraz edilebilir. Çünkü ikamet dönerek yapýlmaz.

Hâsýlý ikamet geçen dört yerde ezana uymaz. Diðer bazý yerlerde dahi uymaz. Bunlar ayrý yerlerde gelecektir. Lâkin ikamet ezandan efdaldir. Bunu «Bahýr» sahibi «Hulâsa»dan nakletmiþ; hilâf zikretmemiþtir. «Fetih»te dahi Zahîrü´d-Din´in hâþiyeler de «Mebsut»tan naklen ikametin ezandan daha kuvvetli olduðunu açýkladýðý bildirilmektedir. Yani çünkü bazý yerlerde ezan sâkýt olur; fakat ikamet sâkýt olmaz demek istemiþtir. Nitekim yolcu hakkýnda, kaza namazlarýnýn birinciden sonrakileri ile Arafat´ta birlikte kýlýnan iki namazýn ikincisi hakkýnda ezan sâkýttýr. Þârih´in «ve kezâ imamlýk ezandan efdaldir», sözünü «Fetih» sahibi Peygamber (s.a.v.)´in buna devam buyurmasiyle ta´lil etmiþtir. Hulefa-i Râþidîn dahi imamla devam etmiþlerdir.

Hazreti Ömer´in «Halifelik olmasa müezzinlik yapardým», sözü müezzinliðin imamlýktan efdal olmasýný gerektirmez. Onun muradý, Ýmamlýkla birlikte müezzinlik de yapardým, demektir. Yoksa imamlýðý býrakarak müezzin olurdum demek istememiþtir. Þu halde bu söz, efdal olan, imamýn ayný zamanda müezzin de olmasýdýr; mânâsýný ifâde eder. Bizim mezhebimiz budur. Ebu Hanîfe´nin kavli bu idi.

Ben derim ki: Þâfiîlerce sahih kabul edilen iki kavilden biri budur. Ýkinci kavle göre ezan daha faziletlidir. Þimdi ezanla ikamet faziletçe müsavidirler, diyenlerin kavli kalmýþtýr. «Sirac»ta üç kiþi birden þunu nakletmiþlerdir: «Ýmamlýðýn ezan okumaktan efdal olduðuna delalet eden deðil, imamlýðýn ikametten de faziletli olduðunu gösterir. Zira âdet müezzinin ikamet getirmesidir. Anla!»

T E N B Ý H:
Ýkametin ezandan efdal olmasý ona vacip diyenlerin kavline göre ikametin vacip olmasýný gerektirir. Ama ben buna açýkça vacibtir diyen görmedim. Meðer ki þöyle denilsin: Ezana vacibtir denilmesi onun dinin þeâirinden olmasýna bakaraktýr. Ýkamet öyle deðildir. Þu da var ki, bazen sünnet vacibten daha faziletli olur. Nitekim Taharet Bahsinin baþýnda geçmiþti. Teemmül eyle! Sonra gördüm ki, «Bedâî» sahibi ezanla ikameti namazýn vâciblerinden saymýþ.

Bir kimse ikameti de ezan gibi aðýr aðýr okuyarak getirse esah kavle göre yeniden ikamet getirmez. Ama ezan bunun hilâfýnadýr. Yani ezaný sür´atle okursa tekrarlamasý mendup olur. Nitekim yukarýda geçmiþti. Çünkü ezanýn tekrarý meþrudur. Meselâ, cuma gününde tekrar edilir. Fakat ikamet öyle deðildir. Bu izaha göre «Hâniye»deki «ikameti tekrarlar.» sözü esahýn hilâfýnadýr. Meselenin tamamý «Nehir»de dir.

Üç mezhebin imamlarýna göre ikamet tek cümleler halinde yapýlýr. Delilleri Buharî´nin rivayet ettiði, «Bilâl´e ezaný çift, ikameti tek okumasý emir olundu.» hadîsidir. Bize göre bu hadîs ikamette sür´at göstererek sesini iki cümlede bir salma mânâsýna hamledilmiþ; ihtimal götürmeyen naslarla hadîsin arasý bu þekilde bulunmuþtur. Tahavî diyor ki: «Eserler tevatür derecesini bulmuþtur ki, Bilâl ölünceye kadar ikameti her cümleyi ikiþer okuyarak getirmiþtir». Meselenin tamamý «Bahýr»la diðer kitaplardadýr.

Vasýta üzerinde olmayan kimse ezan ve ikameti kýbleye karþý dönerek okur, ancak hayyale´s-salatta saða, hayyaale´l-felahta sola bakar. «Ýmdâd»ýn ibâresi þöyledir: «Meðer ki vasýta üzerindeki kimse yolcu ola. Çünkü yürüme zarureti vardýr. Zira Bilâl vasýta üzerinde ezan okumuþ; sonra inerek yerde ikamet getirmiþtir. Zâhir rivayete göre evinde olan kimsenin vasýta üzerinde ezan okumasý mekruhtur. Ebu Yûsuf´tan bir rivayete göre bunda bir beis yoktur. Nitekim «Bedâyi»de böyle denilmiþtir».

Kýbleye dönmemek tenzihen mekruhtur. Çünkü «Muhit» sahibi, «En iyisi kýbleye dönmektir.» demiþtir. «Bahýr» ve «Nehir».

Ezan ve ikamette bir sonraki cümleyi evvel okusa meselâ, hayyaale´l-felahý, hayyaale´s-salat´tan önce söylerse yalnýz o cümleyi tekrarlar. Ezaný yeniden okumaya hâcet yoktur.

Ezan ve ikamet esnasýnda konuþulmaz. Velev ki selâm almak, aksýrana yerhamükellah demek gibi sözlerle olsun. Bunu içinden de söyleyemez; sahih kavle göre bitirdikten sonra da söyleyemez. «Sirac» ve diðer kitaplarda böyle denilmektedir.

«Nehir» sahibi, «Öksürmek de konuþmaktan ma´duttur. Meðer ki sesini düzeltmek için öksürmüþ ola!» demiþtir. Konuþursa yeniden okur, bundan ancak konuþtuðu sözün az olmasý müstesnâdýr. «Hâniye».

METÝN

Bütün namazlarda ezanla ikamet arasýnda herkes için âdetine göre tesvip yapar. Ve ezanla ikamet arasýnda mendup vakte riâyet ederek cemaate devam edenler gelecek kadar oturur. Yalnýz akþam namazýnda oturmayýp üç kýsa âyet okuyacak kadar ayakta susar. (Beklemeden) namazý eðlemek bilittifak mekruhtur.

FAÝDE: Ezandan sonra salât ve selâm getirmek evvela 781 senesi Rabiulâhýr ayýnýn pazartesi gecesi yatsý namazýnda; sonra cuma günü çýkmýþ. On sene sonra akþamdan maada bütün namazlarda, daha sonra akþam namazýnda iki defa olmak üzere zuhur etmiþtir. Bu güzel bir bid´attýr. Ezan ve ikamet kaza namazlarý için de sünnettir. Cemaatla kýlýnýr veya sahrada olursa sesini yükselterek okur. Evinde yalnýz baþýna kýlarsa yüksek sesle okumaz.

ÝZAH

Tesvip: Bir defa ilândan sonra tekrar dönüp ilân etmektir. «Dürer». Tesvibi müezzin yapar, diye kayýtlanmasý «Kýnye»de «Mültekat»tan naklen, «Müezzinden baþka hiçbir kimsenin ilim ve mertebece kendinden büyüðüne namaz vakti geldi demesi yakýþmaz. Çünkü bu kendini beðenmek olur.» denildiði içindir. «Bahýr».

Ben derim ki: Bu, Ýmam Ebu Yûsuf´un kavline göre hükümdar ve emsaline yapýlan tesvibe mahsustur. Anla!

Ezanla ikamet arasýnda oturmayý Ýmam Hasan´ýn rivayeti þöyle tefsir edilmiþti: «Ezandan sonra yirmi âyet okunacak kadar durur; sonra tesvip yapar. Sonra yine o kadar durur ve ikamet getirir». «Bahýr».

Tesvip bütün namazlarda yapýlýr. Çünkü din iþlerinde gevþeklik zuhur etmiþtir. «Ýnâye» sahibi diyor ki: «Sonra gelen ulema âdetlerine göre bütün namazlarda ezanla ikamet arasýnda tesvibini icad etmiþlerdir. Bundan yalnýz birinciyi yani aslý-ki sabah namazýnýn tesvibidir-býrakmak þartiyle akþam namazýný istisna etmiþlerdir. Müslümanlarýn iyi gördüðü þey Allah indinde daha iyidir». Tesvip herkese yapýlýr. Ýmam Ebu Yûsuf onu yalnýz hâkim, müftü ve öðretmen gibi âmme iþleriyle uðraþanlara tahsis etmiþtir. Kâdýhan ve baþkalarý bu kavli tercih etmiþlerdir. «Nehir». Ve herkese âdetlerine göre kimi öksürmekle, kimi kamet veya es-Salat es-Salat demekle yapýlýr. «Nehir»in «Müçtebâ»dan nakline göre bir yer halký buna muhalif ilân icad etseler câiz olur. Tesvibten yalnýz akþam namazý müstesnâdýr. «Dürer»de þöyle denilmiþtir: «Bu istisna oturup tesvip yapar sözündendir. Çünkü tesvip cemaate ilân içindir. Akþam namazýnda vakit dar olduðu için cemaat hazýrdýr». «Nehir» sahibi buna itiraz ile, «Bu söz tesvib bütün namazlarda herkes için yapýlýr dâvâsýna aykýrýdýr.» demiþtir.

Ýsmail Nablusî ise, «Halbuki öyle deðildir. Çünkü «Ýnâye»den naklen yukarýda geçtiði vecihle akþam namazýnda tesvip istisna edilmiþtir. «Gürerü´l-Ezkâr», «Nihâye», «Bercendî», «Ýbni Melek» ve diðer kitaplarda bu, kat´î dille ifâde edilmiþtir.» diyor.

Ben derim ki: Þöyle denilebilir: «Dürer»deki ifâde Ýmam Hasan´ýn yukarýda zikrettiðimiz rivayetine göredir. Yani müezzin yirmi âyet okuyacak kadar durup sonra tesvib yapacaktýr. Ama akþam namazýnda fâsýla vermeden tesvip yaparsa zâhire göre bir mâni yoktur. «Nehir»in ibâresi buna hamlolunur. Tedebbür eyle!

Akþam namazýnda üç kýsa âyet okuyacak kadar ayakta susmak Ýmam A´zam´a göredir. Ýmameyn´e göre hatibin minberde oturmasý gibi bir oturuþla fâsýla verir. Hilâf, efdaliyettedir. Otursa Ýmam A´zam´a göre mekruh olmaz. Ýkamet için ezan okuduðu yerden çekilmek müstehaptýr. Bu cihet ittifâkîdir. Tamamý «Bahýr»dadýr.

Ezandan sonra salât getirmenin evvelâ (781) yýlýnda icad edildiðini «Nehir» sahibi de Suyûtî´nin «Hüsnü´l-Muhadara» adlý eserinden naklen bildirmiþ; sonra Sahavî´nin «el-Kavlü-Bedî»inden bunun (791) tarihinde Sultan Nâsýr Salahaddîn´in emriyle baþladýðýný nakletmiþtir.

«Daha sonra akþam namazýnda iki defa olmak üzere zuhur etmiþtir.» ifâdesi «Hazâin»de de açýklanmýþtýr. Lâkin «Nehir» sahibi onu nakletmemiþtir. Baþka yerde de görmedim. Galiba bu âdet Þârih zamanýnda mevcud imiþ. Yahud bundan murad, cuma ve pazartesi geceleri akþam ezanýnýn akabinde yapýlan ve sonra akþamla yatsý arasýnda tekrarlanan salât olacaktýr. Dýmaþk´ta buna tezkir derler ki, cuma günü öðle ezanýndan önce okunan salât gibidir. Ulemadan bunu zikir eden dahi görmedim.

Bu güzel bir bid´attýr. «Nehir» sahibi «el-Kavlü´l-Bedî»den naklen bu babtaki kavillerin doðrusu onun güzel bir bid´at olmasýdýr. Malikîlerden biri müezzinlerin gecenin son üçte birinde yaptýklarý tesbih hakkýnda da hilâf olduðunu, fakat bazýlarýnýn bunu reddettiðini söylemiþtir. Ama söz götürür.» demiþtir. Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.

Diðer FAÝDE: Suyûtî´nin beyanýna göre ilk defâ iki ezaný birden icad eden Ümeyye oðullarýdýr. Remliî «Bahýr» hâþiyesinde þöyle diyor: «Bizim memlekette cemaat ezanî adý verilen ezan hakkýnda açýk bir söz göremedim. Güzel bid´at mýdýr; çirkin bid´at mý bilemiyorum». Þâfiî´ler onu hatibin huzurundaki ezan saymýþ; müstehap veya mekruh olduðunda ihtilâf etmiþlerdir.

ÝLK ezana gelince: «Nihâye»de açýklandýðýna göre o öteden beri nakledilegelen ezandýr «Nihâye» sâhibi «Müezzinler ilk ezaný okuduklarý zaman halk alýþveriþi býrakýr.» cümlesini izah ederken þunlarý söylemiþtir: «Sözü âdet mevkiine koymak için müezzinleri cemi sigasý ile zikretmiþtir. Zira öteden beri söylenegelen rivayet, seslerini büyük camiin etrafýndakilere duyurabilmek için toplu halde ezan okumalarýdýr. Bu ifâdede bunun mekruh olmadýðýna delil vardýr. Çünkü nesilden nesile söylenegelen þey mekruh olmaz. Biz hatîbin huzurunda okunan ezan hakkýnda da ayný þeyi söyleriz. O da güzel bid´attýr. Zira mü´minlerin güzel gördüðü þey güzeldir.» Kýsaltarak alýnmýþtýr.

Ben derim ki: Bu meseleyi Seyyidî Abdülgânî de «Nihâye»den alarak böylece zikretmiþ; sonra, «Cumanýn bir hususiyeti yoktur. Çünkü beþ farz da ilâna muhtaçtýr.» demiþtir.

Ezan ve ikamet kaza namazlarý için de sünnettir. Buradaki «cemâatla kýlýnýrsa» ifâdesinden murad mescidden baþka yerdeki cemâattýr. Buna karine az aþaðýda «mescidde kaza namazý için ezan okumaz.» sözüdür. Sonra bu cümüle «sesini yükselterek» ifâdesinin kaydýdir. «Bahýr» sahibi bunu inceleyerek anlatmýþ, «Ama bunu imamlarýmýzýn sözlerinde görmedim.» demiþtir. «Bahýr» sahibi ovada yalnýz baþýna namaz kýlan kimsenin ezan okurken sesini yükseltmesine þu sahih hadîsle istidlâl etmiþtir: «Koyunlarýnýn içinde veya bâdiyende isen namaz için ezan okuduðunda sesîni yükselt! Çünkü müezzinin sesini duyan hiçbir ins ve cin ve topaç yoktur ki kýyâmet gününde ona þahidlik etmesin!». Nehir sahibi de onu tasdik etmiþtir.

Ben derim ki: Kuhistânî´nin söyledikleri buna aykýrýdýr. O, «Halka bildirmek için ezaný aþikâr okumak lâzýmdýr. Ama kendisi için okursa sesini kýsar. Çünkü þeriatta asýl olan budur. Nitekim «Keþfü´l-Menâr»da da böyledir.» diyor. Þu da var ki, onun istidlâl ettiði hadîs evinde yalnýz kýlan kimsenin de kýyâmet gününde þahidlerini çoðaltmak için sesini yükseltmesini ifâde eder. Ancak þöyle denilirse o baþka: Maksat, sesi fazla yükseltmektir. Evinde ezan okuyan kimse sesini o kadar yükseltemez. O, kendi iþiteceðinden biraz fazla seslenir. Kuhistânî´nin sözü de buna hamledilir. Teemmül buyurula!

METÝN

Kezâ kazâ namazlarýnýn birincisi için ezan ve ikamet sünnettir. Geri kalanlarý için bir yerde kýlarsa ezan okumakta muhayyerdir. Okunmasý evlâdýr. Ama her biri için ikamet getirir. Bozulan namaz için ezan ve ikamet yoktur. Kadýnlarýn kýldýðý edâ ve kaza namazlarýnda - velev ki köle ve çocuklar cemaati gibi cemaat halinde olsunlar - ezan ve ikamet sünnet deðildir. Cuma günü þehirde kýlýnan öðle namazý için ezan ve ikamet sünnet olmadýðý gibi mescidde kýlýnan kaza namazlarý için de sünnet deðildir. Çünkü bunda kargaþalýða ve yanýltmaya sebep olmak vardýr. Kaza namazlarýný mescidde kýlmak mekruhtur. Zira namazý geciktirmek günahtýr. Bunu meydana çýkarmamalýdýr. «Bezzâziye».

ÝZAH

Geri kalan kaza namazlarýný bir yerde kýlarsa ezan okumakta muhayyerdir. Ayrý ayrý yerlerde kýlarsa bakýlýr, bir mecliste birden fazla kaza namazý kýldýðý takdirde hüküm yine böyledir. Aksi takdirde her namaz için ayrý ezan ve ikamet getirir. Her kaza namazý için ayrý ezan ve ikamet evladýr. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.)´in Hendek harbinde kazaya kalan namazlarýný ezan ve ikametle kýlýp kýlmadýðý hususunda rivayetler muhteliftir.

Bazýlarýnda, «Bilâl´e emir buyurdu da her namaz için ezan okudu ve kamet getirdi.» denilmiþ; bazýlarýnda ilk namazdan sonra sâdece ikametle yetindiði bildirilmiþtir. Ziyâdeyi bildiren rivayetle bilhassa ibâdet babýnda amel etmek evlâdýr. Tamamý «Ýmdâd» nam kitaptadýr. Kaza namazlarýný kýlarken ikamet hususunda muhayyerlik yoktur. Ýkameti terk etmek mekruhtur. Nitekim «Nuru´I-Ýzah»da da böyle denilmiþtir.

TETÝMME: Cemi´ suretiyle kýlýnan namazlarda görüleceði vecihle Arafat´taki cemide bir ezan okunur iki ikamet getirilir. Müzdelife´deki cemide ise bir ezan ve bir ikametle iktifa edilir. Tahtâvî, Müzdelife´dekinin de Arafat´taki gibi olduðunu kabul etmiþ; Kemâl bin Humâm da bunu tercih etmiþtir. Nitekim inþallah babýnda gelecektir. Þimdi bir kimse bir kaza namazý ile edâ namazýný birlikte kýlarsa meselesi kalýr, bunu bir yerde görmedim. Bana öyle geliyor ki, iki ezan ve iki ikamet lâzým gelecektir. Bununla Müzdelife´deki cemi arasýndaki fark meydandadýr. Bozulan namaz, vakit içinde tekrarlanýrsa ezan ve ikamet gerekmez. Vakit içinde kýlýnmazsa kaza namazý olur. T.

«Müctebâ»da þöyle deniliyor: «Bir cemaat mescidde kýldýklarý namazýn fâsid olduðunu vakit içinde hatýrlayarak onu vakit içinde cemaatle kaza ederlerse ezan ve ikameti tekrarlamazlar. Vakit çýktýktan sonra kaza ederlerse onu baþka bir mescidde ezan ve ikametle kýlarlar». Lâkin araya uzun fâsýla girerse ikâmetin tekrarlanacaðý ileride gelecektir.

Þârih «Velev ki köle ve çocuklar cemaati gibi cemaat halinde olsunlar» sözünü «Feth´in þu ifâdesinden almýþtýr: «Zira kadýnlara cemaat olmak meþru iken Hazret-i Âiþe onlara, ezansýz ikametsiz imam olmuþtur. Bu yalnýz kýlanýn da böyle olmasýný iktiza eder. Çünkü ezanla ikameti terk etmek cemaat meþru olduðu halde sünnet olunca yalnýz kýldýðý halde sünnet olmasý evleviyette kalýr».

Ben derim ki: «Sirac»daki ifâdenin zâhiri de budur. Þârihin. «Velev ki yalnýz baþýna kýlsýn» demesi daha iyi olurdu. Zira þimdi kadýnlarýn cemaat teþkil etmeleri meþru deðildir. Anla!

Köle ve çocuklarýn cemaat olmasý meþru deðildir. Binaenaleyh o cemaatta ezan ve ikamet de meþru olmaz. Nitekim «Bahýr» sahibinin «Zeylei»den naklen bildirdiðine göre onun akabinde teþrik tekbiri de meþru deðildir. Cuma günü þehirde kýlýnan öðle namazý özürlüye özürsüze þâmildir. «Zeyleî». Köylerde ise h;ç bir surette mekruh deðildir. «Zahriyye» sahibi, yani baþka yerde cuma namazý edâ edilmezden önce olsun sonra olsun köyde mekruh deðildir. Zira, «Cuma namazý edâ edildikten sonra þehirde mekruh deðildir diyenler olmuþtur.» demiþtir.

Kargaþalýða sebep olmak ezan cemaat için okunursa düþünülebilir. Yalnýz kýlar da kendi iþiteceði kadar ezan okursa kargaþalýk olamaz. T.

«Ýmdâd»ta bildirildiðine göre namazý vaktinden geciktirmek âmmeyi alâkadar eden bir sebepden ileri gelmiþse mescidde ezan okumak mekruh olmaz. Zira illet yoktur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) mola gecesînde böyle yapmýþtýr. Lâkin mola gecesi sahrada idi; mescidde deðildi. «Zira namazý geciktirmek günahtýr.» sözü dahi yalnýz kýlarken deðil, cemaat halinde düþünülebilir. T.

Yani yalnýz kýlan ezanýný alçak sesle okûr. Nitekim Kuhistanî´den naklen arzetmiþtik. Þunu da bilmeli ki, geciktirme âmmeyi alâkadar eden bir sebeple olursa bunu cemaatýn yapmasý da mekruh olmaz. Çünkü bu gecikme günah deðildir. Þu da var: Ta´lilden anlaþýldýðýna göre mekruh olan, mescidden baþka yerde bile olsa bilindiði halde kazâ edilmesidir. Nitekim «Minâh» sahibi bunu Geçmiþ Namazlarýn Kazasý Babýnda anlatmýþtýr.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 17:54:04
METÝN

Bülûða yaklaþmýþ çocuðun, kölenin, âmânýn, piçin ve bedevînin ezaný kerahetsiz câizdir, Ama hususî hidmedkâr gibi kölenin ezaný da izinsiz helâl deðildir. Ezan okuyan kimse ancak sünneti ve namaz vakitlerini bilirse müezzinler sevabýna müstehak olur. Velev ki sevabýna okuyanlardan olmasýn. «Bahýr».

Cünüp kimsenin ezan ve ikameti, abdestsizin ikâmeti mekruhtur. Ezaný mezhebe göre mekruh deðildir. Kadýnýn, hünsânýn ve âlim bile olsa fâsýkýn ezaný da mekruhtur. Lâkin imamlýðý ve ezaný takvâ sahibi cahilinkinden evlâdýr. Mubah bir þey sebebiyle de olsa sarhoþun, bunaðýn, akýl etmeyen küçük çocuðun ve oturan kimsenin ezan okumalarý dahi mekruhtur. Ancak kendisi için oturarak okumak câizdir. Vâsýta üzerinde bulunan kimsenin ezaný da mekruhtur. Meðer ki yolcu ola!

ÎZAH

«Kerahetsiz câizdir.» sözünden murad, kerahet-i tahrimiyye ile mekruh deðildir, demektir. Yoksa kerahet-ý tenzihiyye sabittir. Zira «Bahýr» da «Hulâsa»dan naklen, «Baþkalarý bunlardan evlâdýr.» denilmiþtir.

Ben derim ki: Tahâret Bahsinin baþýnda evlânýn hilâfýný yapmak mekruh mudur deðil midir, bahsetmiþtik. Oraya müracaat eyle! (Bülûða yaklaþan çocuða sabîi mürâhik denir). Burada bülûða yaklaþan çocuktan murad, aklý eren çocuktur. Velev ki bülûða yaklaþmýþ olmasýn. Nitekim «Bahýr» ve diðer kitaplarýn ifâdelerinden anlaþýlan da budur. Bazýlarý mekruh olduðunu söylemiþlerse de bu kavil zâhir rivayete aykýrýdýr. «Ýmdâd» ve diðer kýtalarda da böyle denilmiþtir. Þu halde onu ezan vazifesine kabul sahih olur. «Bahýr». Köle ile âmânýn ezaný mekruh deðildir. Çünkü dîne ait iþlerde bunlarýn sözleri makbuldur; mülzimdir. Binaenaleyh bu sözle ilân hâsýl olur. Fâsýk böyle deðildir. «Zeyleî».

Ben derim ki: Buna göre çocuða itiraz olunur. Çünkü çocuðun sözü dîne aid iþlerde sahih kavle göre makbul deðildir. Nitekim bu babtan önce arzetmiþtik. Bunun müktezasý fâsýk gibi çocuðun sözü ile de ilân hâsýl olmamaktýr. Teemmül et! Bu hususta sözün tamamý gelecektir.

Kölenin ezaný meselesini «Bahýr» sahibi inceleyerek zikretmiþ ve þunlarý söylemiþtir:

«Köle kendisi için ezan okursa sahibinin iznine muhtaç olmamasý icap eder. Ama cemaate müezzin olmak isterse ancak sahibinin izniyle câiz olur. Çünkü bunda sahibinin hizmetine zarar vardýr. Müezzin vakitlere riayet etmek mecburiyetindedir. Bunu ulemanýn sözleri arasýnda göremedim».

Hususî hizmetkâr meselesini «Nehir» sahibi bahis mevzuu yapmýþtýr. O þöyle demektedir: «Hususî hizmetkârýn da böyle olmasý ve ezan okumasý ancak patronunun izniyle helâl olmasý gerekir».

Ben derim ki: Hatta hususî hizmetkârýn nâfileleri edâ etmeye hakký olmadýðýný ulema ittifakla açýklamýþ; sünnetler hakkýnda ihtilâf etmiþlerdir. Nitekim bunu Ýcâreler Bahsinde inþallah beyan edeceðiz. Bu da «Bahýr» sahibinin incelemesini te´yid eder. Zira kölenin hem geliri, hem kendisi baþkasýnýn mülküdür. Hidmedkâr öyle deðildir.

Âmânýn ezanýna Abdullah b. Ummü Mektûm´un müezzinliði ile itiraz olunamaz. Gerçi o da âmâ idi; fakat yanýnda vakitleri bildirecek adamý bulunurdu. Hâl böyle olursa görenle görmeyenin müezzinliði de müsavî olur. Bunu Þeyhu´l-Ýslâm söylemiþtir.

Bu mesele âmânýn ezanýnda kerâhet sabit olduðuna göredir. Bu hususta evvelce söz geçmiþti. Geçmese idi itiraz varid olmazdý. Ezan okuyan kimsenin sünneti bilmesinden murad, ezanýn sünnetini ve yukarýda beyan edildiði vecihle matlup olan vakitlerini bilmesidir. «Velev ki sevabýna okuyanlardan olmasýn» sözü «Feth»in ibâresine red cevabýdýr. Orada þöyle denilmiþtir: «Müezzin namaz vakitlerini bilmezse müezzinler sevabýna müstehak olamaz. Nitekim «Hâniye»de de böyle denilmektedir. Binaenaleyh ücret alýrsa evleviyetle sevabý hak edemez».

«Nehir» sahibi «Bahýr»a uyarak bunu reddetmiþ ve þunlarý söylemiþtir: «Cahilin ezanýnda helâke mâruz býrakan bir cehâlet vardýr. Sevabýna okumayanýn hâli böyle deðildir. Þu da var ki, imamlýk ve müezzinlik için ücret almanýn helâl olmamasý mütekaddimîn denilen eski ulemanýn reyidir. Ýcâreler Bahsinde görüleceði vecihle sonraki ulema bunu câiz görmüþlerdir».

Ben derim ki: Zaruret sebebiyle alýnan ücretin helâl olmasýndan sevap hâsýl olmasý da lâzým gelmez. Bâhusus ücret olmasa müezzinliði yapmayacak kimselerden ise o kimsenin ameli dünya için olur ki, riyadýr. Çünkü yaptýðýnýn ALLAH rýzasý için olmasýný hesap etmemiþtir. Sevâbýna okuyan câhil bu sevaba nâil olmazsa bunun nail olamamasý evleviyette kalýr. Nasýl nâil olabilir ki, birçok hadîslerde sevabýna okumak kaydý vârid olmuþtur. Onlardan biri Taberânî´nin rivayet ettiði þu hadistir: «Üç kimse kýyâmet gününde miskden tepeler üzerinde olacak; büyük korku onlarý ürkütmeyecek; insanlar korktuðu zaman onlar korkmayacaktýr:

Birincisi: Kur´aný öðreten ve bu iþi ALLAH rýzasýný ve Allah´ýn ihsânýný dileyerek yapan;

Ýkincisi: Her günle gecede beþ vakit namaz için ezan okuyup bununla Allah´ýn rizâsýný ve Allah´ýn ihsânýný dileyen kimse,

Üçüncüsü: Kendisini dünya köleliði Rabbinin tâattan men edemeyen köledir» Evet þöyle denilebilir:

Bir kimsenin maksadý Allah´ýn rýzâsý olur, fakat vakitlere dikkat edip bu iþle meþgul olurken kendisinin ve çoluk çocuðunun nafakasýný yeteri kadar kazanamadýðý için - geçim derdi bu þerefli vazifeye mâni olmasýn diye - ücret alýr; böyle olmasa ücret almazsa mezkûr sevabý o da kazanýr. Hatta ezanla rýzýk kazancýný beraber yürüttüðü için iki ibâdeti bir araya getirmiþ olur. Ameller ancak niyetlere göredir. Cünüp kimsenin ezaný mekruhtur. Çünkü kendinin yapmadýðý iþe baþkalarýný çaðýrmýþ olur. Ýkameti evleviyetle mekruhtur. «Hâniye»de açýklandýðýna göre ezan ve ikamet hususunda en aðýr hadeslereden temiz bulunmak icap eder. Bu gösterir ki, buradaki kerahet, kerahet-i tahrimiyyedir. «Bahýr».

Fâsýkýn imamlýðý takvâ sahibi câhilin imamlýðýndan evlâdýr. Bu cihet nassan tesbit edilmiþtir. Ezânînin evlâ olmasýný ise «Nehir» sahibi inceleme neticesi ilhak etmiþtir. Takvâ sahibi câhil, ehl-i takva âlim bulunmadýðý zaman bahis mevzuu olabilir.

Mubah bir þeyle sarhoþ olmanýn misali, boðazýnda kalan lokmayý geçirmek için bir yudum içki içmektir. Þârih bu sözle sarhoþluktan fâsýkIýk lâzým gelmediðine iþaret etmiþtir. Binaenaleyh sözde tekrar yoktur. Hüküm itibariyle deli de bunak gibidir. H.

METÝN

Cünüp kimsenin okuduðu ezanýn tekrarlanmasý menduptur. Vacip olduðunu söyleyenler de vardýr. Ýkameti tekrarlanmaz. Çünkü ezanýn tekrarý cumada meþrudur. Fakat ikametin tekrarý meþru olmamýþtýr. Kezâ kadýnýn, delinin. bunaðýn, sarhoþun ve aklý ermeyen çocuðun okuduðu ezan dahi tekrar edilir. Bunlarýn ikametleri yukarýda geçen sebepten dolayý tekrarlanmaz.

Müezzin ölür, bayýlýr, dili tutulur veya zihni tutulur da okuyacaðýný unutur ve hatýrlatacak kimse de bulunmazsa kezâ abdesti bozulduðu için abdest tazelemeye giderse ezan ve ikametin yenilenmesi icap eder. «Hulâsa».

Lâkin «Sirac»ta mendup olur.» ifâdesi kullanýlmýþ; Musannýf ise delinin, bunaðýn ve aklý ermeyen küçük çocuðun ezanlarýnýn sahih olmadýðýna kat´î olarak hüküm vermiþtir.

Ben derim ki: Kâfir ile fâsýk da bunlar gibidir. Çünkü dîni hususunda fâsýkýn sözü kabul edilmez.

ÝZAH

Cünübün tekrarý gereken ezanýna Kuhistânî fâcir, binek giden, oturan, yürüyen ve kýbleden dönen kimselerin ezanýný da ilâve etmiþtir. Ýâdesi vacip olmasýnýn sebebini her biri hakkýnda yaptýðýnýn sayýlmamasý, mendup olmasýnýn illetinin ise sayýlmasý olduðunu, yalnýz noksaný bulunduðunu söylemiþ «Esah olan budur. Nitekim Timurtâþîde de böyledir.» denilmiþtir.

«Yukarýda geçen sebepten dolayý» ifâdesinden murad, az yukarýda geçen «Çünkü ezanýn tekrarý meþrudur.» cümlesidir. Þârih´in «müezzin ölürse ilh...» diyerek müezzinden bahsetmesi, ikamet getirenden bahsetmemesi, þer´an ikameti de müezzin yaptýðý içindir. Nitekim gelecektir. Anla!

Abdest tazelemeye gidenin baþladýðý ezan veya ikameti tamamlayýp sonra abdest almasý evlâdýr. Çünkü bunlara abdestsiz olarak baþlamak câizdir. Baþlananýn üzerine bina etmenin câiz olmasý evleviyette kalýr. «Bedâî».

Burada «Hulâsa»dan nakledilen müezzinin ölmesi vesâire «Hâniye» de de mevcuttur. «Fetih» sahibi diyor ki: «Ýcap eder sözü vücup mânâsýna hamledilirse bizzat ezanla baþladýktan sonra yenilenen ezan arasýnda fark yapmaya ihtiyaç hâsýl olur. Ezanýn kendisi sünnettir. (Yenilenmesi ise vacip olmuþ olur). Ama burada þöyle denilebilir: Ezana baþlar da sonra keserse, iþitenler yanýlarak kesdi sanýrlar ve doðru ezanýn okunmasýný beklerler. Böylelikle bazen namazýn vakti de geçebilir. Þu kadar var ki bu, cünüp müstesnâ olmak üzere ezanlarý iade edilen kimseler hakkýnda tekrarýn vâcip olmasýný iktiza eder. Yani bu kimselerin sözlerine itimat yoktur; tekrar onun için vacip olur. Bunlar hakkýnda biri, halk bunlarýn halini bilirse tekrar vacip olur; bilmezse müstehaptýr. Ezan muteber ve sünnet vecih ile yerine getirilmiþ olur; dese reddedilemez. «Hulâsa»da zikredilen beþ kimse hakkýnda bunun aksi varittir».

Ben derim ki: Anladýðýma göre vücubtan murad, sünneti yerine getirmenin lüzumudur. Maksat müezzinin ezaný tamamlamasýna mani bir hal zuhur eder de baþkasý ezan okursa ezaný yeni baþtan okumasý lâzým gelir, demektir. Ezaný sünnet vecihle okumak böyle olur. Yarýda kalan ezaný tamamlarsa sahih olmaz. Onun için «Hâniye»de, «Müezzin ezaný tamamlamaktan âciz kalýrsa baþkasý onu yeniden okur.» denilmiþtir.

Musannýf´ýn burada kat´î olarak hüküm vermesine sebep «Bahýr» sahibinin incelemesidir. «Bahýr» sahibi «Çünkü deli ile bunak gibi aklý ermeyen küçük çocuðun ezaný da sahih deðildir.» demiþ; Musannýf da bunu tercih ederek kat´i konuþmuþtur. «Münye» þerhinin ifâdesi de bunu te´yid etmektedir. Orada þöyle denilmiþtir:

«Sarhoþun, aklý ermeyen çocuðun ve delinin okuduðu ezaný tekrarlamak icap eder. Zira bunlarýn sözlerine îtimad edilmediði için maksad hâsýl olamaz.»

Fâsýký burada saymak münasip deðildir. Çünkü «Bahýr» sahibi okul ve Ýslâmý sýhhatinin þartý, adâlet, erkeklik ve temizliði de kemâlinin þartý olarak zikretmiþtir. O þöyle demektedir:

«Þu halde fâsýkýn, kadýnýn ve cünüp kimsenin ezaný sahihdir. Ama fâsikýn haberinin kabulüne ve o habere itimad meselesine bakarak ezanýnýn sahih olmamasý gerekir». Yani fâsýkýn sözü dinî hususatta kabul edilemez. Binaenaleyh ilân bulunmamýþtýr demek istiyor. Nitekim bunu Zeyleî de söylemiþtir ki, hulâsasý þudur: Fâsýkýn ezaný sahihtir. Velev ki onunla itân hâsýl olmasýn. Yani vaktin girdiðini haber veren sözüne itimad edilemez. Kâfirle aklý ermeyen çocuk böyle deðildir. Onlarýn ezaný asla sahih deðildir. Þu halde þârihin kâfirle fâsýký müsavi tutmasý münasip deðildir. Sonra bilmiþ ol ki, «El-Hâvil Kudsî» sahibi müezzinliðin sünnetlerinden olmak üzere müezzinin aklý baþýnda, sahih, sünnetleri, vakitleri bilir, devamlý, ALLAH için çalýþýr, güvenilir, abdest alýr ve kýbleye döner bir kimse olmasýný söylemiþtir.

«Ýmdâd» nam eserde dahi buna benzer þeyler söylenmiþtir. Bunun müktezasý þudur ki, ezan sahih olmak için akýl þart deðildir, deli, bunak ve sarhoþ gibi akýlsýzlarýn ezaný sahihdir. Nitekim fâsýkýn, kadýnýn ve cünüp kimsenin ezaný da sahihdir. «Bedâyi»nin ibâresi de buna delâlet eder. Orada, «Deli ile sarhoþun ezaný mekruhtur. En iyisi zâhir rivayeye göre onu tekrar etmektir. Kadýnýn ve aklý eren çocuðun ezaný da mekruhtur. Ama kâfidir. Maksad hâsýl olduðu için tekrar edilmez. Maksad itândýr. Ýmam A´zam´dan rivayet olunduðuna göre kadýnýn okuduðu ezaný tekrarlamak müstehabtýr.» denilmiþtir. Zeyleî bu rivayeti tercih etmiþtir. Yine «Bedâyi»de bildirildiðine göre aklý ermeyen küçük çocuðun okuduðu ezan kâfi deðildir. Tekrarlanýr. Zira akýllý olmayandan sadýr olan sözlerle iltifat edilmez. Bunlar kuþ sesi gibîdirler. Böylece Musannýf´ýn «Bahýr» sahibine uyarak kat´î dille, «Aklý olmayan deli, bunak ve sarhoþ gibi kimselerin ezaný sahih deðildir.» demesi, Hâvi ile Bedâyî´in, «Aklý ermeyen çocuktan maada hepsinin ezanlarý sahihdir.» sözüne aykýrý düþmüþtür. Bunlarýn aralarýný bulmak için benim hatýrýma gelen þudur: Þeriatta ezandan asýl maksat, namaz vakitlerinin girdiðini bildirmektir. Bilâhare her beldede ve geniþ memleketlerin her yerinde Ýslâmýn þeâirinden (niþanlarýndan) olmuþtur. Nitekim evvelce geçmiþti. Þu halde vaktin girdiðinin ilân olmasýna ve müezzinin sözünün kabul edileceðine bakarak Müslüman, âkýl bâlið ve adaletli olmasý lâzýmdýr. Bu babtan önce Muînü´l-Hükkâm´dan þunu nakletmiþtik:

«Müezzin âkýl bâlið, vakitleri bilir, müslüman, erkek ve sözüne güvenilir olmak þartiyle vaktin girdiðini haber vermesi kâfidir». Anlaþýlýyor ki, «erkek» demesi bir kayýt ihtirazý deðildir. Çünkü kadýnýn haberi de kabul edilir. Öyle ise þöyle demek gerekir:

Müezzinde bu sýfatlar bulunursa ezaný sahihtir; Bulunmazsa vaktin girdiðine dair itimad hususunda ezaný sahih deðildir. Yine bu baptan önce arzetmiþtik ki, fâsýk ile hâli belli olmayan kimsenin doðru söyleyip söylemediðî hususunda herkes kendi reyinî hakem yapar ve ona göre amel eder. Kâfir, çocuk ve bunaðýn haberi böyle deðildir. O asla kabul edilemez.

Ama belde halkýndan günahý gîderen þiârý yerine getirmeye bakarak aklý ermeyen çocuktan maada hepsinin ezanlarý sahihtir. Çünkü çocuðu iþiten ezan okuduðunu bilmez; oynuyor zanneder. Aklý eren çocuk böyle deðildir. O erkeklere yakýndýr. Onun için Þârih «sabii mürâhik» tâbirini kullanmýþtýr. Kadýn da öyledir. Zira bazý erkeklerin sesleri sabii mürâhik ile kadýnýn sesine benzerler. Bülûða yaklaþan (sabiî mürâhik) veya kadýn ezan okur da birisî iþîtirse ona itimat eder. Deli, bunak ve sarhoþ da öyledir. Çünkü o da bir erkektir. Meþrû þekilde ezan okudu mu bununla þeair yerini bulmuþ olur. Onu halini bilmeyen bir kimse iþitirse müezzin zan eder. Kâfir de öyledir. Þu halde bu cihete bakarak mezkûr þartlarýn hepsi kemâl þartý olur. Zira kâmil müezzin, ezaniyle dinin bir alâmeti yerine getirilen ve ilân hâsýl olan kimsedir. Binaenaleyh evvelce Kuhistânî´den naklettiðimiz vecihle esah kavle göre hepsînin ezanlarý mendup olmak üzere tekrarlanýr.

Sonra öyle anlaþýlýyor ki, tekrarlama ancak tayinli müezzinin ezaný hakkýnda bahis mevzuudur. Namaz vaktinin girdiðini bilen bir cemaat gelir de onlar için bir fasýk veya aklý eren çocuk ezan okursa mekruh olmaz ve asla tekrarlanmaz. Çünkü maksat hâsýl olmuþtur.

TENBÝH: Buraya kadar anlattýklarýmýzdan þu çýkar:

Âdil olmayan bir kimsenin sözü ile ilân hâsýl olmaz: onun sözü makbul deðildir. Ýmamýn arkasýnda onun sesini cemaate ulaþtýran kimse fâsýk olursa kendisine Ýtimat câiz deðildir. Nitekim Þâfiî´Ierden biri buna tenbih etmiþtir. Bu inceliðe dikkat et. Allahu a´lem.

METÝN

Yolcunun yalnýz bile kýlsa ezan ve ikametin ikisini birden terk etmesi mekruh olduðu gibi yol arkadaþlarý hazýr olduðu için yalnýz ikameti terk etmesi de öyledir. Ezaný terk etmek mekruh deðildir. Þehirdeki evinde namaz kýlan cemaatle bile olsa bunun hilâfýnadýr. Yahud mescidi bulunan bir köyde kýlarsa ezan ve ikameti terk etmek mekruh olmaz. Çünkü mahallenin ezaný ona kâfidir. Ýçinde cemaatla namaz kýlýnmýþ olan bir mescidde ezan ve ikameti terk etmek de öyledir, Hatta ikisini birden yapmak mekruh olur. Bir mescidde cemaati tekrar etmek dahi mekruhtur. Meðer ki yol üzerindeki bir mescidde ola. Bu takdirde orada cemaatý tekrarlamakta beis yoktur. «Cevhere».

Müezzin yokken ikameti ezan okuyandan baþkasý yapsa mutlak surette mekruh olmaz. Müezzin orada iken yaparsa üzüldüðü takdirde mekruhtur. Nitekim ikamet getirirken yürümesi de mekruhtur.

ÝZAH

Yolcu tâbiri, þer´an olsun lügaten olsun yolcu denilen kimseye þâmildir. Nitekim «Ebu´s-Suud» da dahi böyle denilmiþtir. T.

Yolcu yalnýz bile kýsa ezan ve ikameti getirmelidir. Ýkisini birden terk etmesi mekruhtur. Çünkü ezan okuyup ikamet getirirse arkasýnda gözlerinin görmediði ALLAH kullarý namaz kýlar. Bunu Abdurrezzâk rivayet etmiþtir. Bu ve emsâlinden anlaþýlýr ki, ezandan maksad sadece bildirmek deðildir. Onda hem bildirmek, hem de bu zikirle ALLAH´ýn zikrini ve dinim yeryüzüne yaymak, ins ve cinden olup kýrlarda þahýslarýný görmediði kullarýna namaz vaktini hatýrlatmak vardýr. «Fetih».

Þârih´in «yalnýz bile kýlsa» sözünde o kimseye her yönden imam hükmü verilemeyeceðine iþaret vardýr. Onun için «Tatarhâniye»de «Fetevây-ý Attabiye»den naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimse ovada yalnýz kýldýðý halde ezan okur, ikamet getirirse tesbih ve tahmidin ikisini de yapmak ve kezâ gizli ve aþikâr okumak hususlarýnda kendisine yalnýz kýlan hükmü verilir».

«Ezaný terk etmek mekruh deðildir.» sözünden anlaþýlan, isaet (edebsizlik) sayýlacak kerahetin bulunmamasýdýr. Yoksa «Kenz»de bundan sonra ezanýn yolcu ile þehirdeki evinde kýlana mendup olduðu açýklanmýþtýr. «Bahýr»da bunun illeti beyan edilirken, «Tâ ki edâ cemaat þeklinde olsun.» denilmiþtir. Bir de biliyorsun ki, ezandan maksat sadece vakti bildirmek deðildir.

Þehirdeki evinde namaz kýlan kimse cemaatle bile olsa ezan ve ikameti terk etmesi mekruh olmaz. Ebu Hanîfe´den bir rivayete gör cemaatle kýlanlar .baþkalarýnýn ezaniyle iktifa ederlerse kâfi gelirse de isaet etmiþ olurlar. Bu rivayette bir kiþi ile cemaat arasýnda fark yapýlmýþtýr. «Bahýr».

Þehirdeki evinden maksad, þehre baðlý olan hane, bað ve bahçe gibi þeylerdir. Kuhistânî «Tefârik»te þöyle deniliyor:

«Baðda veya çiftlikte ise yakýn olmak þartiyle o köyün veya beldenin ezaný ile iktifa eder, yakýn deðilse iktifa edemez. Yakýnlýðýn hududu o köyde okunan ezanýn kulaðýna gelmesidir. «Ýsmail». Anlaþýlan fiilen iþitmesi þart deðildir. Teemmül eyle!

Mescidi bulunan köyden murad, ezan ve ikameti getirilen mesciddir. Aksi takdirde hükmü yolcu gibi olur. «Sadrý´þ-Þeria».

Bir kimsenin mahallesi mescidinde okunan ezanla getirilen ikamet kendi ezan ve ikameti gibidir. Çünkü müezzin bütün o yer halkýnýn nâibidir. Nitekim Ýbni Mes´ud Hazretleri, AIkâme ile Esved´e ezan ve ikametsiz olarak namaz kýldýrdýðý zaman, «Mahallenin ezaný bize yeter.» diyerek buna iþaret etmiþtir. Bu hadîsi rivayet edenlerden biride Sýbl-ý ibn-i el-Cevzî´dir. «Fetih».

Ýbni Mes´ud (r.a.)´ýn sözünden o kimsenin hükmen ezan ve ikametle kýlmýþ gibi olacaðý anlaþýlmaktadýr. Yolcu öyle deðildir. O, hem hakikaten hem de hükmen ezansýz ikametsiz kýlmýþtýr. Çünkü bulunduðu yerde o namaz için asla ezan okunmamýþtýr. «Kâfi». Zâhirine bakýlýrsa vaktin sonunda bile olsa mahalle mescidinin ezan ve ikameti evinde kýlana kâfidir. Teemmül et!

«Kenz»in yolcu ile þehirde evinde kýlan kimseye ezanýn mendup olduðunu açýkladýðýný gördün. Þu halde mahalle ezanýnýn kâfi gelmesinden maksad, günaha sokan kerahetin bulunmamasýdýr. «Bahýr» sahibi diyor ki: «Bunun mefhumu, mahallede ezan okumazlarsa, evinde kýlanýn da ezan ve ikameti terk etmesi mekruh olur, demektir». Müctebâ sahibi bunu açýklamýþ ve, «Yolculardan bazýsý ezan okursa ötekilerden de borç sâkýt olur.» demiþtir. Nitekim bu meydandadýr. Bir mescidde cemaatý tekrarlamak da mekruhtur. Çünkü Abdürrahman b. Ebî Bekir´in babasýndan rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) ensârýn aralarýný bulmak için evinden çýkmýþtý. Döndüðünde mescidde cemaatle namazýn kýlýndýðýný gördü. Bunun üzerine zevcelerinden birinin evine girdi. Ve aile efradýný toplayarak onlara namazý cemaatle kýldýrdý. Bir mescidde cemaatýn tekrarý mekruh olmasa Peygamber (s.a.v.) namazý mescidde kýlardý. Hazret-i Enes´den rivayet olunduðuna göre Rasûlüllah (s.a.v.)´in eshabý cemaate yetiþemediler mi mescidde teker teker kýlarlardý. Bir de tekrar cemaatýn azalmasýna sebep olur. Zira halk cemaate yetiþemeyeceklerini anlayýnca acele ederek çoðalýrlar; geriye kalmazlar. «Bedâyî».

Þu halde birkaç kimse cemaat mescidine namaz kýlýndýktan sonra girseler namazlarýný yalnýz baþlarýna kýlarlar. Zâhir rivayet budur. «Zahiriyye». «Münye» þerhinin sonunda þu cümleler vardýr: «Ebu Hanîfe´den nakledildiðine göre cemaat üç kiþiden fazla olursa tekrar mekruhtur. Fazla olmazsa mekruh deðildir. Ebu Yûsuf´tan bir rivâyete göre ise birinci cemaat þeklinde durmazlarsa mekruh deðildir. Aksi takdirde mekruh olur. Sahih olan da budur.

Mihraptan çekilmekle þekil deðiþmiþ olur. Bezzâziyyede de böyle denilmiþtir.» Tatarhânîye de Valvalciye´den naklen, «Biz bununla amel ederiz.» denilmektedir. Ýmamlýk Babýnda inþallah bu mesele hakkýnda daha fazla söz edilecektir.

Yol üzerindeki mescidden maksat, tâyin edilmiþ imam ve müezzini olmayandýr. Böyle bir mescidde ezan ve ikametle cemaatýn tekrarlanmasý mekruh deðildir. Hatta efdaldir. «Hâniye»

Binaenaleyh evlâ olan buradaki «beis yoktur.» tâbirini atmaktýr. AnIa! Þârih bu tâbiri Cevhere´den naklettiðini söylüyorsa da ben onu Cevhere´de göremedim. Onu yalnýz «Sirâc» sahibi zikretmiþtir.

Müezzin yokken ikameti ezan okuyandan baþkasý yapsa mutlak surette yani hoþnud olsun olmasýn kerahet yoktur. Hoþnud olmadýðý, rýza göstermemekle anlaþýlýr. Hâherzâde bunu tercih etmiþtir. «Dürer» ve «Hâniye» sahipleri de bu yoldan yürümüþlerdir. Lâkin «Hulâsa»da þöyle denilmiþtir: «Razý olmazsa mekruhtur. Rivayetin cevabý, mutlak surette beis yoktur þeklindedir».

Ben derim ki: Ýmam Tahâvî «Mecmeul-Âsâr» adlý eserinde bunu üç imamýmýza nisbet ederek açýklamýþtýr. Lâkin efdal olan ikameti de ezan okuyan kimsenin yapmasýdýr. Çünkü hadis-i þerifte, «Ezaný kim okursa ikameti de o yapar.» buyurulmuþtur, tamamý Nuh Efendi» hâþiyesindedir.

Müezzinin ikamet getirirken yürümesi de mekruhtur. Bunu «Ravzatü´n Natýfî» sahibi söylemiþtir. Ulema, ikameti bitirirken yani kad-kameti´s-salah derken yürümekte ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý yürüyerek tamamlayacaðýný söylemiþ; birtakýmlarý müezzin imam olsun, baþkasý olsun bulunduðu yerde tamamlar; demiþlerdir. Esah olan da budur. Nitekim «Bedâyî»de de böyledir. «Sirac» sahibi hilâfý sadece imam, müezzinlik yaptýðý zamana mahsus býrakmýþtýr. Baþkasý müezzinlik yaparsa hilâfsýz baþladýðý yerde bitirir. «Nehir».

METÝN

Ezaný iþiten kimsenin cünüp bile olsa müezzine icabet etmesi vaciptir. Hulvânî mendup olduðunu söylemiþ; «vacip olan yürüyerek icabettir» demiþtir. Hayýzlý, nifaslý ve hutbe dinleyen kimselerin ve kezâ cenaze namazýnda, cimâ halinde, helâda, yemekte bulunanlarýn, ilim öðretenlerin ve öðrenenlerin icâbet etmeleri gerekmez. Kur´an okumak bunun hilâfýnadýr.

Ýcabet, sünnet vecihle okunan ezaný iþitince dili ile müezzinin söylediklerini söylemekle olur. Sünnet vechile ezandan murad, kelimelerini bozmadan Arabça okunandýr. Ezan tekrarlanýrsa birinci müezzine icâbet eder.

ÝZAH

Ezaný iþiten kimsenin müezzine icabet etmesi (Yani cevap vermesi) vaciptir. Hulvânî, «Dil ile icabet menduptur. Vacip olan icabet yürüyerek camie gitmektir.» demiþse de «Nehir» sahibi bunu müþkil sayarak þunlarý söylemiþtir: «Hulvânî´nin yürüyerek icabet etmek vacibtir, sözü müþkildir. Çünkü buna göre o kimseye namazýn edâsý vaktin evvelinde ve mescidde vacip olur. Zira namazsýz mescide gitmeyi vacip kýlmanýn bir mânâsý yoktur. Anlaþýlýyor ki, «Müctebâ»nýn Þehadetler Bahsindeki, (Bir kimse ezaný iþitir de ikamet getirilmesini evinde beklerse þahidliði kabul edilmez). sözü Hulvânî´nin kavline göre kaydedilmiþtir. Ben bunu üstadýmýz kardeþimden sordum , ama bir cevap vermedi».

Kardeþi Zeyn b.Nüceymi Kasdetmiþtir «Bahýr»nam eserin müellifi bu zattýr.

Ben derim ki: Muvaffakiyet Allah´dandýr. Ýmam Hulvânî´nin söylediði selef zamanýndaki âdete göredir. Onlar cemaatla namazý bir defa kýlar; tekrar etmezlerdi. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) ile ondan sonraki halifeler zamanýnda da âdet bu idi. Biliyorsun ki, zâhir rivayeye göre cemaatýn tekrarý mekruhtur. Yalnýz Ýmam A´zam´la Ýmam Ebu Yûsuf´tan bir rivayete göre mekruh deðildir. Bunu az yukarýda arz etmiþtik. Ýleride göreceðiz ki mezhep ulemasýna göre cemaatýn vacip olduðu tercih edilmiþtir. Cemaatý kaçýran kimse bilittifak günahkâr olur. O halde yürüyerek icabet, namazý vaktinin evvelinde yahud mescidde kýlmak için deðil, cemaatle kýlmak için vacibtir. Aksi takdirde ya cemaatý tamamiyle kaçýrmak yahud baþka cemaat bulunmak þartýyle ayný mescidde tekrarlamak lâzým gelir ki, bunlarýn ikisi de mekruhtur. Ýþte Hulvânî bunun için yürüyerek icabet vacibtir demiþtir. O kimsenin evinde ailesi efradý ile cemaat teþkil etmesi mümkündür. Binaenaleyh kendisine iki mahzurdan biri lâzým gelmez? denilirse þöyle cevap veririz:

Ýmam Hulvânî´nin mezhebine göre o þahýs bununla cemaat sevabýna nail olamaz. Yaptýðý iþ özrü bulunmadýðý halde bid´at ve mekruh olur. Evet, gördük ki sahih kavle göre ilk cemaat þeklinde olmamak þartiyle cemaatýn tekrarý mekruh deðildir. Ýmamlýk Bahsinde geleceði vecihle esah kavle göre bir kimse ailesi efradý ile cemaat teþkil etse mekruh olmaz; cemaat fazîletine nâil olur. Ama mescidin cemaatý daha fazîletlidir. Bu biricik izahý ganimet bil! Az ilerde biraz daha ziyâdesi gelecektir.

«Ezaný iþiten kimsenin icabet etmesi vacibtir»; sözünden saðýrlýk veya uzaklýk sebebiyle iþitmeyene icabet lâzým gelmediði anlaþýlýyor. Aþaðýda gelecek, «Müezzini iþittiðiniz vakit siz de onun dediðini deyin!» hadîsinden anlaþýlan da budur. Çünkü icabetin lüzumunu iþitmeye baðlamýþtýr. Þâfiilerden biri zâhir mânâ budur diye açýklamýþ ve ezanýn bir kýsmýný iþiten kimsenin tamamýný okumak suretiyle icabet edeceðini söylemiþtir.

Ezaný iþiten kimse cünüp bile olsa icabet edecektir. Çünkü müezzine icabet etmek ezan deðildir. Bunu« Hulâsa»dan naklen «Bahýr» sahibi kaydetmiþtir. Hayýz ve nifâslý kadýnlar ise icabet etmezler. Zira fiilen icabete ehil deðillerdir. Binaenaleyh kavil ile icabete de ehliyetleri yoktur. «Ýmdâd».

Yani bunlar cünüp gibi deðillerdir. Çünkü cünüp kimse namazla mükelleftir. Bir de onun hadesi hayýz ve nifastan daha hafiftir. Zira onu derhal gidermek mümkündür.

Ýlim öðretmekten murad anlaþýlýyor ki þer´i ilimdir. Onun için «Cevhere»de «fýkýh okumak» tâbiri kullanýlmýþtýr. «Kur´an okumak bunun hilâfýnadýr.» cümlesinden sonra «Cevhere»de, «Çünkü o elden kaçmaz.» denilmiþtir. Galiba bununla okumayý tekrarlamak ancak ecir kazanmak içindir. Bu ise icabetle elden kaçmaz. Öðrenmek bunun gibi deðildir.» denilmek istenmiþtir. Bu izaha göre bir kimse öðretmek veya öðrenmek için okusa okumayý kesmez. «Saihanî».

T E N B Ý H: Acaba bu söylediklerimizi bitirdikten sonra icabet lazým mýdýr deðil midir? Aradan fazla vakit geçmemiþse evet, fazla vakit geçmiþse hayýr diye cevap vermek gerekir. Bu cevap aþaðýdaki beyandan alýnýr. Lâkin «Feyz»de açýklandýðýna göre bir kimse ezan okuyana yahud namaz kýlana veya Kur´an yahud hutbe okuyana selâm verse Ýmam A´zam´ dan bir rivayete göre bitirdikten sonra selâmý almasý lâzým gelmez. Sâdece içinden alýr. Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre bitirdikten sonra selâmý alýr. Ýmam Ebu Yûsuf´tan bir rivayete göre mutlak surette selâmý almaz. Sahih olan kavil budur. Büyük abdestini bozan kimsenin mutlak surette selâm almasý lâzým gelmediðine ulema ittifak etmiþlerdir. Teemmül et!

Ezaný iþiten dili ile müezzinin söylediklerini tekrarlayacak fakat baðýrýp çaðýrmayacaktýr. Sünnet vecihle okunan ezandan bütünü kastedildiði anlaþýlýyor. Ezanýn bazý kelimeleri Arabça olmaz yahud bozarak okunursa kalanlarýný dinleyene icabet vacip olmaz. Çünkü bu takdirde ezan sünnet vecihle okunmuþ deðildir. Nitekim ezanýn bütün kelimeleri Arabça olmasa yahud vakitten önce okunsa veya okuyan cünüp yahud kadýn olsa yine hüküm budur. Ýhtimal maksat bazý kelimelerinin sünnet vecihle okunmasýdýr. Bu takdirde sünnet vecihle okunanlara icabet eder; kalanlarýna etmez. Fakat bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü ezaný kulak vererek dinlemeyi gerektirir. «Bahýr»da beyan olunduðuna göre ulema ezaný lahn yaparak (bozarak) okuyan müezzini dinlemenin helâl olmadýðýný açýklamýþlardýr. Kur´aný bu þekilde okuyaný dinlemek de öyledir.

Evvelce arzetmiþtik ki, Farsça ezan sahih deðildir; esah kavle göre isterse ezan olduðu bilinsin. Þimdi namazdan baþka bir husus için meselâ, yeni doðan çocuk için okunan ezana icabet edilir mi edilmez mi meselesi kalýr. Bunu imamlarýmýzýn kavli olarak bir yerde görmedim. Zâhire bakýlýrsa evet icâbet edilir. Onun hay´alelerinde saða sola bakýlýr. Nasýlki yukarýda geçmiþti. Hadîsden anlaþýlan da budur. Acaba Þâfiî bir kimsenin tercî´ yaptýðýný iþitirse onlarca sünnettir diye ona icâbet eder mi? Bunda tereddüt olunur. Nitekim Þâfiîlerden bazýlarý ikameti çift cümlelerle getiren Hanefî´ye icabet hususunda tereddüt etmiþlerdir. Bazýlarý da ziyadeye icabet edilmemesini daha münâsip görmüþlerdir.

Nitekim ezana bir tekbir ziyâde edilse hüküm budur. Lâkin bunu ziyadeye kýyas etmek söz götürür. Çünkü ziyadeye icabet lazýmdýr, diyen yoktur. Bahsettiðimiz mesele ise böyle deðildir. Onun üzerinde içtihad edilmiþtir. Teemmül et!

Ezan birbiri ardýnca okunmak suretiyle tekrarlanýrsa mahallesi mescidinin müezzini olsun olmasýn birinciye icabet edilir. Birçok yerlerde okunan ezanlarý bir anda iþitirse hükmünün ne olacaðý az ileride gelecektir. Birinciye icabet lâzým geldiðini «Bahýr» sahibi «Fetih»den bir inceleme olarak nakletmiþtir. Yine «Bahýr»da «Tefarik»ten nakledilen þu cümlede ayný mânâyý ifâde eder:

«Mescidde birden fazla müezzin bulunur da arka arkaya ezan okurlarsa hürmet birinciyedir». Lâkin bu söz icabetin yürümekle yapýlmasýna yahud ezanýn bir mescidde tekrar edilmesine göre söylenmiþ olabilir. Ezan bir mescidde tekrarlanýrsa ikincinin sünnet olmamasý gerekir. Muhtelif yerlerden gelen ezan sesleri böyle deðildir. Teemmül eyle!

Bana öyle geliyor ki bunlarýn her birine sözle icabet gerekir. Çünkü sebep - ki iþitmektir - birden fazladýr. Nitekim Þâfiîlerden bazýlarý buna itimad etmiþlerdir.

METÝN

Yalnýz hay´aleler müstesnâdýr. Onlar da havkalele yapar. Bir de es-Salat-ü hayrü´n-minen-nevm»i iþitince «sadekte ve yerirte» der. Ezaný iþitince ayaða kalkmak menduptur. «Bezzâziyye».

Ezan bitinceye kadar ayakta duracak mý yoksa oturacak mýdýr, bunu söylememiþtir. Ezan bitinceye kadar icabet etmezse hüküm ne olacaktýr? Ben bunu bir yerde görmedim. Ama fâsýla kýsa sürerse icabeti sonradan eklemek gerekir. Ezan bitince Rasulullah´a (s.a.v.)´e vesile duasý okur.

ÝZAH

(Hayalelerden murad, hayya ale´s-salah ve hayya ale´l-felah cümleleridir. Hay´ale bir kýsaltmadýr). Havkalele: Lâ havle velâ kuvvete illâ billah demektir (Yani havkalele de bu cümlenin kýsaltýlmýþ þeklidir. «Güç ve kuvvet ancak Allah´a mahsustur», mânâsýna gelir). «Ümredü´l-Müftî» nâm kitapta «Mâþâ ellah-ü kân» «Allah´ýn dilediði olur.» cümlesi de ziyâde edilmiþtir. «Kâfi» sahibi «Havkabe ile bunu söylemek arasýnda muhayyerdir.» demiþ; «Muhit» sahibi ise ayýrarak hayya-ale´s-salah´ýn yerinde havklayý hayya ale´l-felah»ýn yerinde de maþâallah kân-ý söyleyeceðini bildirmiþtir. «Ýsmail».

«Nuh Efendî´nin beyanýna göre muhtar olan kavil birincidir. Sonra havkalayý okumak her ne kadar Peygamber (s.a.v.)´in «Müezzinin dediðini deyin!» emrinin zâhirine aykýrý düþse de bu babta mezkûr emri açýklayan hadîs vârid olmuþtur. Hadîsi Müslim rivâyet etmiþtir. «Fetih» sahibi hadîslerle amel ederek her iki cümlenin okunacaðýný söylemiþtir.

«Sadekte ve berert» cümlesi sadekte ve bererte» þeklinde de rivayet olunmuþtur. Doðru söyledin ve çok hayýr sahibi oldun mânâsýna gelir. Ýsmail Nablusî, «Tahtavî» þerhinden naklen, «Ve bilhakký natekte» hakký söyledin, cümlesini de ziyâde etmiþtir. Þârih´in burada «Bezzaziyye»den naklettiklerim «Nehir» sahibi de nakletmiþtir. Ama bunlarý «Nehir»de görmedim. Baþka nüshasýna müracaat etmelidir. Evet orada þunu gördüm: «Bir kimse yürürken ezan okunduðunu iþitirse efdal olan icabet için durmasýdýr. Tâ ki ezan bir yerde olmuþ olsun». Ezan bitinceye kadar ayakta durup durmamak meselesini «Nehir» sahibi bahis mevzuu etmiþtir.

Ben derim ki: Ayaða kalkmaktan murad ihtimal ki, yürüyerek icabet etmektir. Gerçekten Suyûtî «Hýlye»de Ebû Nuayým´dan, senedinde söz edilen bir hadîs rivayet etmiþtir ki, bu hadîste, «Ezaný iþittiðiniz vakit ayaða kalkýn! Çünkü o ALLAH´dan gelen bir emirdir.» buyurulmuþtur. «Hýlye» þârihi Münâvî bu hadîsi, «Yani namaza gidin, yahud ezandan murad ikamettir.» þeklinde izah etmiþtir.

Ezan bitinceye kadar icabet etmezse hüküm ne olacaktýr? meselesini «Bahýr» sahibi incelemiþ; Ýbni Hâcer de Minhâc» þerhinde þöyle açýklamýþtýr: «Ezan bitinceye kadar susar da sonra araya uzun fâsýla girmeden icâbet ederse icâbetin asýl sünneti olarak kâfidir. Nitekim anlaþýlan da budur». Bundan anlaþýlýyor ki, icabet eden kimse müezzini geçmeyecek, bilakis her cümlede onu takip edecektir. «Fetih» sahibi. «Ömer b. Ebî Ümâme hadîsinde bu nâssan bildirilmiþtir.» diyor.

Ben derim ki, Bundan anlaþýldýðýna göre beraber söylemesi kâfi deðildir. Çünkü cevap sözden sonra verilir. Cemâatýn imama uymasý bunun gibi deðildir.

Rasûlüllah (s.a.v.)´e vesîle duasý; salât ve selâmdan önce okunur. Çünkü Müslim´in ve baþkalarýnýn rivayet ettiði bir hadîste, «Müezzini iþittiðiniz vakit onun dediði gibi deyin; sonra bana salâvat getirin! Çünkü bana bir salâvat getirene ALLAH onun sebebiyle on kere salâvat eyler. Sonra benim için vesîleyi isteyin! Zira o cennette bir makam olup ancak ALLAH´ýn mümin kullarýndan birine yaraþýr. O kulda ben olmak isterim. Ýmdi her kim benim için ALLAH´dan vesileyi isterse o kimseye þefâatým helâl olur.» buyurulmuþtur. (ALLAH´ýn salât etmesinden murad. afv ve maðfiret buyurmasýdýr). Buharî ve baþkalarý da þu^hadîsi rivayet etmiþlerdir: Bir kimse ezaný iþittiðinde:

Yani «Yarabbi! ey þu tam dâvetin ve hazýrlanan namazýn Rabbi! Muhammed´e vesileyi ve fazîlet ver! Onu vaad ettiðin övülen makama gönder!)» derse o kimseye kýyâmet gününde þefaatým helâl olur».

Beyhaki bu hadîsin sonuna. (Çünkü sen sözünden dönmezsin!) cümlesini de ziyade etmiþtir. Tamamý «Ýmdâd» ve «Fetih» nam kitaplardadýr. Ýbni Hâcer «Minhâc» þerhinde: vedderecete errefîate (yüksek dereceyide) cümlesiyle duanýn sonundaki: ya erhamerrahimin (acýyanlarýn acýyaný) ziyadesinin asýllarý yoktur.» demiþtir.

T E T Ý M M E: Ýki þehâdetten birinciyi iþitince: Sallallahu aleyke ya Rasulallah (Allah sana salât eylesin yâ Rasulellah), ikinciyi iþitince, Garret ayni bike ya Rasulallah (Seninle mes´ud oldum yâ Rasulellah!) demek müstehaptýr. Sonra her iki baþ parmaðýnýn týrnaklarýný gözleri üzerine koyarak, Allahümme mettý´ni bissem´ý vel basar (Yarabbî beni iþitmekle ve görmekle faydalandýr)! derse Peygamber (s. a.v.) cennete doðru o kimsenin delili olur. «Kenzü´l-Ýbâd» nam eserde de böyle denilmiþtir. «Kuhistânî» Bir benzeri de «Fetevâ-ý Sofiye»dedir.

«Kitabü´l-Firdevs»de ise «her iki baþparmaðýnýn» ifâdesinden önce, «Ezanda Eþhedü enne Muhammed´en Rasûlellah cümlesini iþitince, Allahümme mettý´ni bissem´ý vel basar derse, onun önderi ve cennet saflarýna koyaný ben olurum, buyurdu.» denilmektedir. Tamamý Sehâvînin «Makâsýd-ý Hasene»sinden naklen Remlî´nin «Bahýr» hâþiyelerindedir. Bunu Cerrahî dahi bahis mevzuu etmiþ ve sözü hayli uzattýktan sonra, «Merfu hadîslerde bütün bunlardan hiçbir þey sabit olmamýþtýr.» demiþtir. Bazýlarýnýn naklettiðine göre Kuhistânî kendi nüshasýnýn kenarýna. «Bu, ezana mahsustur. Ýkamette ise tamamen araþtýrýlýp incelendikten sonra böyle bir þey bulunamamýþtýr.» ibâresini yazmýþtýr.

METÝN

Bir kimse ezaný iþittiði anda mescidde bulunursa ona icabet lazým deðildir. Mescidin dýþýnda ise yürüyerek icabette bulunur. Yürümekle deðil de, dil ile icabet yaparsa icabette bulunmuþ sayýlmaz. Bu izahat istenilen icabetin dili ile deðil, yürümesiyle olacaðýna binaendir. Nitekim Hulvânî´nin kavli de budur. Buna göre evinde Kur´an okuyorsa okumayý keserek ezan kendi mahallesinin mescidinde okunduðu takdirde yürümekle icabet eder. Nitekim gelecektir. Mescidde okuyorsa okumayý kesmek icap etmez. Çünkü oraya gelmekle icabetini yapmýþtýr. Bu, Hulvânî´nin kavline göre bir fer´î meseledir. Bize göre ise okumayý keserek mutlak surette dili ili icabette bulunur. Anlaþýlan dil ile icabet vacibtir. Çünkü, «Müezzini iþittiðiniz vakit sizde onun dediði gibi deyin!» hadîsindeki emir zâhire göre vücûp bildirir. Nitekim bunu «Bahýr» sâhibi izah etmiþ; Musannýf da tasdik ve kabul eylemiþtir.

«Nehir» sahibi dahi bunu takviye ederek «Muhît» ve diðer kitaplardan þöyle nakilde bulunmuþtur:

«Birinci kavle göre selâm alýp vermez; Kur´an okumaz. Bil´akis okumayý keserek icabette bulunur. Ýcabetten baþka bir þeyle meþgul olmaz. Hatibin huzurundaki ezanda bilittifak dili ile icabet etmemesi ve cuma günü ilk ezanda bilittifak yürüyerek icabet etmesi gerekir. Çünkü cumaya gitmek nassan farzdýr». Tatarhâniyye´de: «Yalnýz mahallesinin mescidinde okunan ezana icabet eder.» deniliyor. Zâhîruddîn´e, «Bir kimse bir anda ayrý ayrý yerlerden ezan iþitse ne yapmasý icap eder?» diye sorulmuþ da, «Kendi mescidinin ezanýna fiilen icabet etmesi» cevabýný vermiþtir.

ÝZAH

Anlaþýlan dil ile icâbet vacibtir, sözünü «Fethü´l-Kadîr» sahibi de söylemiþ; «Çünkü emri vücûp ifâde etmekten deðiþtirecek bir karine görülmemiþtir.» þeklinde ta´lil yapmýþtýr. Fakat «Münye» þârihi kendisine itiraz ederek hadîsin sonundaki «Sonra bana salâvat getirin! Zira bana bir salâvat getirene Allah on salavât eyler» cümlesiyle münakaþada bulunmuþ ve «Çünkü böyle savaba teþvik eden hadîsler ekseriyetle müstehap mânâsýnda kullanýlýr.» demiþtir.

Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü söylediði hadîs ancak salâvat ve vesile hakkýndadýr. Vacip olduðu iddia edilen icabet hakkýnda deðildir. Nazýmdan kýran hükümde kýraný icap etmez. Nitekim usuli fýkýhta karar kýlmýþ bir kâidedir (Yani iki þeyin beraber söylenmesi hükümlerinin bir olmasýný gerektirmez). Evet. Ýmam Ebu Ca´fer Tahâvî «Þerhu´l-Âsâr» adlý kitabýnda Abdullah (r.a.)a varan bir senedle þu hadîsi tahric etmiþtir: «Seferlerinin birinde Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber idik. derken Allah´u ekber Allah´u ekber diye bir haykýran duydu. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) «Fýtrat üzere» dedi. Adam «Eþhedü enlâ ilâhe illallah» dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)da, «Cehennemden çýktý, buyurdu». Biz hemen adamýn yanýna koþtuk, baktýk ki, koyun sahibi bir kimse Emiþ; namaz vakti geldiði için bu þekilde ezan okumuþ».

Tahâvî, «Ýþte Rasûlüllah (s.a.v.), O ezan okuyanýn söylediðinden baþkasýný söylemiþtir. Bu da gösterir ki, emir müstehap ve mendup olduðunu bildirmek içindir. Nitekim namazlardan sonra dua etmeyi emir buyurmasý ve emsali de böyledir.» diyor.» Bu emri vücûp mânâsý ifâde etmekten deðiþtiren bir karinedir. Ulemamýzdan bir cemaatýn açýkladýklarý bununla te´yid edilir. Onlar dil ile icabetin vacip olmayý müstehap olduðûnu söylemiþlerdir. Hulvânî´nin kavlini tercih hususunda bu açýktýr. «Hâriye» ve «Feyz» sahipleri de bu kavli tercih etmiþlerdîr. Rasûlüllah (s.a. v.)´in, «Ezaný iþittin mi ALLAH´ýn davetcisine icabet et!», bir rivayette, «Ýcâbet et! Aðýrbaþlýlýðý da elden býrakma!» buyurmasý da buna delâlet eder.

Cemaatýn vacip olduðunu gösteren deliller bu kavli tercihe kâfidir. Zira biliyorsun ki Hulvânî´nin sözü icabetin cemaat kastiyle yapýlmasýna ibtina eder. Burada kaydý gereken þudur ki, dil ile icabet müstehap, cemaatý kaçýrmak tehlikesi varsa yürüyerek icabet vacibtir. Aksi halde yani mescidde veya evinde ikinci bir cemaat teþkil etmek mümkünse vacip deðil, vaktin evveline ve mescidde tekrarsýz olarak cemaatý çoðaltmaya riâyet için icabet müstehap olur. Benim anladýðým budur.

«Birinci kavle göre ilh...» cümlesinden murad. dil ile icabet vacibtir, diyenlerin sözüdür. «Selâm alýp vermez» cümlesini ben «Nehir»de göremedim. Onu ben «Bahýr»da gördüm. «Mi´rac» sahibi diyor ki: «Tühfe»de bildirildiðine göre ezaný iþiten kimsenin konuþmamasý, ezan ve ikamet halinde bir þeyle meþgûl olmamasý, selâm dahi vermemesi gerekir. Çünkü bunlarýn hepsi ezanýn nazmýný bozar».

Ben derim ki: Bundan anlaþýldýðýna göre «selâm almaz.» sözü vücûp için deðildir. Bu her iki kavle teferu eden bir meseledir. Böyle olmasa bunun ikamette de vacip olmasý lazým gelir. Halbuki ikamette söylenenlerin vacip olmasý þöyle dursun, icabetin aslý müstehaptýr. Nitekim gelecektir. Zira icabete aykýrý deðildir. Meselâ, icabet edip sonra müezzinin nefeslendiði anlarda selâm almasý veya selâm vermesi mümkündür. Ama bunu yapmamalýdýr. Çünkü nazmý bozar. Meþru olan icabet, içine baþka þey karýþmayan icabettir. Herhalde biz icabete aykýrý deðildir, yahud vacip deðildir, desek de selâm almanýn vacip olmamasý o halde iken ona selâm vermek meþru olmadýðýndandýr. Nitekim Kur´an ve ezan okuyana selam vermek de meþrû deðildir. Onun için selamý almak da vacip olmamýþtýr.

«Tatarhâniyye» yalnýz mahallesinin mescidinde okunan ezana icabet eder. deniliyor.» ifâdesi Hulvanînin kavline göre teferru eden bir meseledir. Yani yürüyerek icabet eder demektir. Þârih´in «nitekim gelecektir.» diyerek iþâret ettiði budur. T.

Zâhiruddin´in cevâbý hakkýnda «Fetih» sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu bizim bahsettiðimize dahil bir þey deðildir. Zira soran kimsenin maksadý, hangi müezzine müstehap, yahud vacip olarak dil ile icabet yapýlýr? demektir. Cevaben: Ýster kendi mahallesi mescidinin, ister baþka mescidin müezzini olsun ilk iþittiðine icabet eder demek gerekir. Bütün müezzinleri birden iþitirse mahallesi müezzinini itibar ederek icabet yapar. Onu itibar etmese de câizdir. Yalnýz evlâ olan muhalefet etmiþ sayýlýr». Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.

Ben derim ki: Anlaþýldýðýna göre Ýmam Zâhîruddîn´in bu söz dönmesi (edebiyatta ki) üslûp hakîm kabilindendir. Hulvânî´nin kavline meyletmiþtir. Sonra Rahmetî´nin de bu þekilde cevap verdiðini gördüm.

METÝN

Ezanda olduðu gibi ikamette de bilittifak mendup olarak icâbet eder. Müezzin Kad-kameti´s-Salat deyince, «Ekâmehâllâhu ve Edâmehâ» «Allah onu kaim ve daim kýlsýn» der. Bazýlarý ikamete icabet edilmeyeceðini söylemiþlerdir. Þumunnî buna kat´iyetle kâil olmuþtur.

F E R´Ý Meseleler: Bir kimse namazýn sünnetini; ikamet getirildikten sonra kýlsa yahud imam ikamet getirildikten sonra gelse, ikameti tekrar lâzým gelmez. «Bezzaziyye». Fâsýla uzun sürer; yahud yemek gibi bölücü sayýlan bir þey bulunursa ikametin tekrarlanmasý gerekir. Bir kimse mescidde müezzin ikamet getirirken girerse imam mihrâba geçinceye kadar oturur.

Mahalle muhtarý kötü huylu deðil ise vakit geniþ olduðu zaman kendisini beklemek gerekmez. Bir kiþinin iki mescidde müezzin olmasý mekruhtur. Ezan ve ikamet hususunda mütevelli olmak hakký mutlak surette mescidi yaptýrana aittir. Âdil olmak þartiyle imamlýk hususunda da öyledir. Ýmamýn ayný zamanda müezzin de olmasý efdaldir. «Ziyâ» nam eserde bildirildiðine göre Rasûlüllah (s.a.v.) seferde bizzat kendisi ezan okumuþ, ikamet getirmiþ ve öðle namazýný kýldýrmýþtýr. Biz bunu «Hazâin» adlý eserimizde tahkik ettik.

ÝZAH

Ýkamete bilittifak mendup olmak üzere icabet edilir. Yani icabet eder, diyenler bunun mendup olduðuna ittifak etmiþlerdir. Vacip olduðunu söyleyen bulunmamýþtýr. Ezanda ise vacip olduðunu söyleyenler vardýr. Binaenaleyh bu söz Musannýfýn «bazýlarý ikamete icabet edilmeyeceðini söylemiþlerdir.» ifâdesine aykýrý deðildir. Anla! «Ekamehâ ilh...» cümlesini Ebu Davud biraz ziyade ile, «EkâmehâIIahu ve Edâmehâ mâdameti´s-semâ-vâtü ve´l-ardu vecealenî min salihî ehlihâ», (Allah onu yerle gökler devam ettiði müddetçe kaim ve daim kýlsýn! Beni de yararlý ehlinden eylesin» þeklinde rivayet etmiþtir.

Þumunnî ikamete icabet lâzým gelmediðine kat´iyetle kâil olmuþ, «ikâmeti iþiten icabet etmez. Dua ile meþgul olmasýnda bir beis yoktur.» demiþtir. Ama onun sözünü vacip deðildir, mânâsýna hamletmek mümkündür. Buna delil «Hulâsa» sahibinin, «Ona ikametin icabeti vacip deðildir.» sözüdür. Yahud maksadý, «Kad-kâmeti´s- Salat» denildiðini iþittiði vakit onu aynen söyleyerek icabeti gerekmez, demektir. Bunu Þeyh Ýsmail söylemiþtir. Fasýla uzun sürerse ikametin tekrarý gerektiðini «Nehir» sahibi incelemiþtir.

Ben derim ki: «Münye» þerhinin sonunda þöyle denilmiþtir:

«Müezzin ikamet getirse de imam sabah namazýnýn iki rekât sünnetini kýlmamýþ bulunsa onlarý kýlar; ikamet de tekrar edilmez. Çünkü çok konuþmak veya çok meþgul olmak gibi tilâvet secdesinde meclisi kesen bir bulucu bulunmazsa ikametin tekrarý meþru deðildir».

Müezzin ikamet getirirken mescide giren kimse imam mihraba geçinceye kadar oturur. Ayakta beklemesi mekruhtur. Oturur; müezzin hayya alel felah cümlesine varýnca kalkar. Bunu «Müzmerat»tan naklen «Hindi»ye sahibi beyan etmiþtir. Bir kiþinin iki mescidde müezzin olmasý mekruhtur. Çünkü birinci mescidde namaz kýldýktan sonra ikinci mescidde okuyacaðý ezaný nâfile olur. E^anda nâfile meþru olmamýþtýr. Bir de ezan farz namaz için meþru olmuþtur. Bu þahsýn ikinci mescidde kýldýðý namaz ise nâfile olur. Binaenaleyh kendisinin yardýmcý olmadýðý farz bir namaza halký davet etmesi yakýþmaz. «Bedâyi».

Ezan ve ikâmet hususunda mütevelli olmak hakký mutlak surette mescidi yaptýrana aittir. Yani âdil olsun olmasýn hak onundur. «Eba»da, mescidi yaptýranýn çocuklarý ve akrabasý baþkalarýndan evladýr.» denilmektedir. Vakýf Bahsinde görüleceði vecihle cemaat, müezzin ve imam tayin ederler de mescid sahibinin tayin ettiðinden daha elveriþli çýkarsa vazifeyi onun görmesi evlâdýr. Bunu «Fetih» sahibi «Nevazil»den naklen bildirmiþ ve tasdik etmiþtir. «Medeni».

Ýmamýn ayný zamanda müezzin de olmasý efdaldir. Delili Hazret-i Ömer (r.a.)´ýn, «Halifelik vazifesi olmasa müezzin olurdum.» sözüdür. Evvelce de beyan ettiðimiz vecihle bu sözden maksad, imamlýkla beraber müezzin de olurdum demektir. «Sirac»da. «Ebu Hanîfe ezan ve ikameti kendisi yapardý.» deniliyor.

«Þârih» «Hazâin»de yaptýðý tahkikte buradaki sözünden sonra þunlarý söylemiþtir:

«Su da var ki ibni Hacer´in «Buharî» þerhinde deniliyor ki: Çok sorulan suallerden biri de Peygamber (s.a.v.)´in bizzat ezan okuyup okumadýðýdýr Gerçekten Tirmizînin rivayet ettiði bir hadiste, «Rasûlüllah (s.a.v) bir seferde ezan okudu ve eshabýna namaz kýldýrdý.» denilmektedir Nevevî bunu kafî olarak kabul etmiþ ve kuvvetli bulmuþtur. Lâkin imam Ahmed´in «Müsned»inde bu yoldan gelen bir rivayette. «Bilâl´e emretti 0 da ezan okudu.» denilmiþtir. Bundan anlaþýlýyor ki, Tirmizî´nin rivayetinde kýsaltma vardýr. Onun «ezan okudu.» demesinin manasý Bire emir etti demektir. Nitekim. «Halîfe fulan âlime þu kadar hediye verdi » denilir. Halbuki verme iþini bizzat halife deðil baþkasý vermiþtir.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 14:19:57
NAMAZIN ÞARTLARI BABI



METÝN


Namazýn þartlarý üç nevidir.

Birincisi: Niyet, tahrime, vakit ve hutbe gibi in´ikâdýnýn þartý.

Ýkincisi: Temizlik, avret yerini örtmek ve kýbleye dönmek gibi devâminin þartý.

Üçüncüsü: Devam ve bekâsýnýn þartýdýr. Bunda namazýn baþlamasýndan öncelik veya beraberlik þart deðildir. Bu da (namazda Kur´an) okumaktýr. Çünkü okumak haddi zatýnda rükün, baþkasý hakkýnda þarttýr. Zira Kur´an okumak takdiren bütün rükünlerde mevcuttur. Onun için okumak bilmeyen bir kimseyi imamýn kendi yerine geçirmesi câiz deðildir.

Sonra lügatta þart, daimî alâmet mânâsýna gelir. Þeriatta ise, bir þeyin kendisine baðlý bulunduðu, fakat içinde dahil olmadýðý nesnedir.

ÝZAH

Namazýn þartlarýndan murad, câiz ve sahih olmasýnýn þartlarýdýr. Teklif, kudret ve vakit gibi farz olmasýnýn þartlarý ve kezâ kudret, fiil ile beraberlik gibi vücudunun þartlarý deðildir.

Bir de murad; þer´î olan þartlardýr. Ýlim için hayat gibi aklî ve boþanmanýn baðlandýðý eve girmek gibi yapma þartlar deðildir.

Namazýn þartlarý üç nevidir. «Sirâc» sahibi bunu böyle anlatmýþtýr ki, þöyle açýklanýr: Ýn´ikadýnýn (baðlanmasýnýn, kurulmuþ olmasýnýn) þartý, namazdan önce ve baþýnda, yahud namazla birlikte bulunmasý gereken þarttýr. Namazýn sonuna kadar devam edip etmemesi hükmen birdir. Vakit ve hutbe namazdan önceki niyet ve tahrime namazla birlikte olan þartlardýr.

Devam þartý: Namazýn baþýndan sonuna kadar devam üzere bulunmasý gereken þarttýr.

Bekâ ve devam þartýný, «Sirâc» sahibi «Devam hâlinde iken bulunmasý gereken, fakat önce veya beraber bulunmasý icap etmeyen þarttýr.» diye tefsir etmiþtir. Yani bunda bazen öncelik ve beraberlik bulunur bazen bulunmaz, demek istemiþtir. Þüphesiz ki bu kýsýmlar iç içedir. Aralarýnda umum ve hususî mutlak vardýr. Temizlik, avret yerini örtmek ve kýbleye dönmekte beraber bulunurlar. Çünkü bunlarýn namaz baþýnda bulunmalarý þart koþulunca namazýn in´ikadýnýn da þartlarý olurlar. Namazýnýn devamýnýn da þartýdýrlar. Zira devamlarý þart kýlýnmýþtýr.

Bekâ hâlinde bulunmalarý þart koþulduðuna göre bekâsýnýn da þartýdýrlar. Sabah. cuma ve bayram namazlarýna nisbetle vakit içinde de bir arada bulunurlar. Zira mezkûr namazlarýn baþýnda, sonunda ve devam hâlinde bulunmalarý þarttýr. Hatta namaz tamam olmadan vakit çýkarsa namaz bâtýl olur. Ýn´ikad þartý devam þartýndan ve diðer namazlara nisbetle vakit içinde devam þartýndan ayrýlýr. Çünkü bu yalnýz namazýn mün´akit olmasýnýn þartýdýr. Devamý ve bekâ halinde mevcud olmasý þart deðildir. Bekâ þartý kýrâatta ayrýlýr. Çünkü bu þart kýrâat esnasýnda ortaya çýkar ve bitinceye kadar devam eder. Son oturuþ gibi tekerrür etmeyen bir fiilde tertibe riâyet de bunun gibidir. Hatta bir namaz veya tilâvet secdesini hatýrlayarak oturduktan sonra yapsa tekrar etmesi lâzým gelir.

«Çünkü okumak haddi zâtýnda yani kendisi hakkýnda rükün, baþkasý hakkýnda þarttýr». Ýfâdesini Kuhistâni de söylemiþse de buna itiraz olunmuþ ve «Rükün bir þeyin hakikatýnda dahildir. Þart ise dâhil deðildir. Bunlarýn aralarýnda zýdlýk vardýr. Baþkasý hakkýnda þart olmasý sebebiyle tahsise de imkân yoktur. Çünkü yalnýz kýraat deðil, bütün rükünler takdiren diðer rükünler de mevcuttur.» denilmiþtir. Evet, ulema rüknü. biri aslî diðeri zâid (ziyade) olmak üzere iki kýsma ayýrmýþlardýr. Zâid rükun bazan zaruret olmadýðý halde sükût eden rükundur. Buna misal olarak kýraatý göstermiþlerdir. Çünkü kýraat imama uyan kimseden sâkýttýr. Binaenaleyh buna bazý hallerde aslî rükün, bazý hallerde de zâid rükün adýný vermiþlerdir. Çünkü namaz itibarî bir mahiyettir. Öyle olunca Þârih Hazretleri onu bazen birtakým rükünlerle, bazen de onlardan daha azý ile itibara almasý câizdir.

Okumak bilmeyen bir kimseyi teþehhüdde bile olsa imam kendi yerine geçiremez. Çünkü onda þart mevcud deðildir. Burada «þart imama uyanda da yoktur.» denilmez. Zira onda hükmen þart mevcuddur. Ýmamýn okumasý onun için de kýraat yerine geçer. T.

Þart kelimesi rânýn sükûnüyle okunacaktýr. Cemi þurut gelir. Þaratýn cem´i ise eþrâttýr. Þartý Kamûs sahibi, «Bir þeyi ilzam ve alýþveriþ gibi þeylerde iltizamdýr», diye tefsir etmiþ; Þaratýn ise alâmet mânâsýna geldiðini söylemiþtir. Bu izâhýn muktezâsý þart kelimesini lügaten alâmet diye tefsir etmemektir. Sýhahtan anlaþýlan da budur. Halbuki fýkýh kitaplarýnda lügatlardan nakledilen bunun aksidir. Herhalde fukaha, kelimenin bu þekilde izâhýný görmüþ olacaklardýr. Bazýlarý þerâit tabirini kullanmýþsa da buna da «þerâit þeritanýn cemidir.» diye itiraz olunmuþtur. Þeriatta, «Kulaðý yarýk deve» demektir. «Nehir» sahibi burada vehme kapýlarak, «Þurut, lügatta alâmet mânâsýna gelen þarâtýn cemidir.» demiþtir. Bundan sakýnmalýsýn! Þeriatta þart, bir þeyin kendisine baðlý bulunduðu fakat içinde dahil olmadýðý nesnedir. Bilmiþ ol ki, bir þeye baðlý olan nesne o þeyin hakikatýnda dahil ise ona rükün derler. Namazda rükû böyledir. Hakikatýnda dahil deðilse ya o þeye tesir eder ya etmez. Tesir ederse ona illet denir. Cinsî münâsebetin helâl olmasý için nikâh akdi böyledir. Tesir etmezse ya bazý suretlerde ona ulaþtýrýr yahud ulaþtýrmaz. Ulaþtýrýrsa ona sebep derler. Vakit böyledir. Ulaþtýrmazsa ya o þey buna baðlýdýr. Yahud deðildir. Baðlý ise ona þart, deðilse alâmet denir. þarta misal namaz için alýnan abdest, alâmete misal de ezandýr. Nitekim bunu Bercendî de izah etmiþtir. Binaenaleyh Þârihin þartý tarif ederken, «O þeye tesir etmeyen ve bazý hallerde ona ulaþtýrmayan» ibâresini de ilâve etmesi gerekirdi. «Ýsmail».

METÝN


Namazýn þartlan altýdýr:

Birincisi: Bedenini, yani cesedini hadesten temizlemektir. Çünkü kollar, bacaklar cesede dahildir. Bedene dahil deðildir. Bu bellenmelidir. Hadesten murad her iki nevidir (yani abdestsizlik ve cünüblüktür). Musannýf´ýn söze bundan baþlamasý daha galiz olduðu içindir.

Ýkincisi: Her iki nevi ile (gâliz ve hafif) namaza mâni necasetten cesedi temizlemektir.

Üçüncüsü: Elbisesini ve namaz kýlacaðý yeri ikinciden, yani necasetten temizlemektir. Çünkü Taâla Hazretleri, «Elbiseni temizle!» buyurmuþtur. (Elbiseyi temizlemek lazým gelince) bedenini ve namaz kýlacaðý yeri temizlemek evleviyetle lâzýmdýr. Çünkü bunlar namaz kýlan kimseden hiç ayrýlmazlar (elbisesiz namaz ise bazý hallerde câizdir).

Namaz kýlanýn üzerinde onun hareketiyle hareket eden yahud yüklenmiþ sayýlacak bir þey bulunmasý da elbise gibidir. Meselâ kucaðýnda çocuk olur da çocuðun üzerinde kendi kendine tutunamayan necaset bulunursa namaza mânidir. Böyle olmazsa mâni deðildir. Esah kavle göre cünüb ve aðzý baðlý köpek böyledir.

Namaz kýlacaðý yerden murad, ayaklarýnýn yahud birini kaldýrýrsa tek ayaðýnýn yeri ile esah kavle göre bilittifak secde edeceði yerdir. Zâhir rivayete göre ellerinin ve dizlerinin yeri deðildir, Meðer ki ellerinin üzerine secde etsin. Nitekim gelecektir.

ÝZAH

Fýkýh âlimi Kuhistânî namazýn þartlarýnýn on´dan fazla olduðunu söylemiþtir. Zira evvelce görüldüðü vecihle namazda kýraat ve kýraatýn rukûdan, rukûun secdeden evvel yapýlmasý, imamla cemâatýn duracaklarý yere dikkat edilmesi, tertip sahibinin kalmýþ namazý olduðunu hatýrlamamasý ve kadýnla yan yana durmamak da birer þarttýr.

Ben derim ki: Kezâ þartlardan biri de vakittir. Nitekim evvelce geçti. «Ýmdâd» sâhibi þöyle diyor: «Kudûrî», «Muhtar», «Hidâye» ve «Kenz» gibi birçok mûteber kitaplarda vakit zikredilmemiþtir. Halbuki bu kitaplarda vakit Namaz Bahsinin baþýnda zikredilmiþtir. Onu burada da zikretmeli idiler. Tâ ki öðrenci onun þartlardan olduðuna dikkat etsin. Nitekim ebu´l-Leys´in «Mukaddime»si ile Münyetü´l-Musallî»de de böyle denilmiþtir. Vaktin girdiðine itikad etmek de þarttýr. Þüphe ederse namazý sahih olmaz. Velev ki sonra vaktin girmiþ olduðu anlaþýlsýn». («Çünkü kollar, bacaklar cesede dahildir ilah...» sözü ile Þârih beden ve cesed kelimelerinin arasýnda mânâca fark olduðunu göstermek istemiþtir).

Beden: Vücudun kollarla ayaklardan ve baþtan geri kalan kýsmýdýr.

Cesed ise bunlar dahil olmak üzere bütün vücûda þâmildir.

Hades necasetten daha galiz (aðýr) dýr. Çünkü necâsetin azý afv edildiði halde hadesin azý afv edilmemiþtir. Tahtavî diyor ki: «Hadesle necâsetten birine yetecek suyu necâsete sarf edip onun ile necâsetin yýkanmasý her iki temizliði elde etmek içindir. Necâsette temizlik su ile, hadesde ise toprakladýr».

Musannýf merhum. elbise ile bedene giyilen þeyleri kasdetmiþtir. Binaenaleyh külâh, mest ve ayakkabý elbisede dahildir. Bunu «Hamavî» den naklen Tahtavî söylemiþtir. Namaz kýlan kimsenin üzerinde ona bitiþik ve onun hareketiyle hareket eden bir þey bulunmasý da elbise gibidir. Meselâ, bir tarafý boynuna sarýlý, öbür tarafý namaza mâni olacak derecede pislenmiþ bir mendil bulunur da namaz hareketleriyle mendilin pis tarafý hareket ederse namaza mânidir. Hareket etmezse mâni deðildir. Ama bedenine bitiþik olmazsa böyle deðildir. Meselâ, bir tarafý pis, fakat ayaklarýnýn yeri ile secde yeri temiz olan bir seccade mutlak surette namaza mâni deðildir. Bunu Halebî «Þurunbulâlîyye»den naklen bildirmiþtir.

Pis tavan, gölgelik ve çadýr gibi þeyler namaz kýlan kimse doðruldukça baþý pis yere dokunacak þekilde ise pisliði yüklenmiþ hükmünde olur ve necâset kendi kendine durursa namaza mâm deðildir. Çünkü o zaman necaseti yüklenmek namaz kýlana deðil o þeye nisbet edilir. Burada cünüp meselesi misal deðil, bir benzer olarak zikredilmiþtir. Çünkü cünüplük de taþýnan þeye nisbet edilir. Namaz kýlana nisbet edilmez. Bu mesele misâl olarak zikredilse idi, cünübün kendi kendine tutunur olmasý þart kýlýnmak lâzým gelirdi. Meselâ, kötürüm olmamasý gerekirdi. Halbuki hakikatta cünüb, necis deðildir. Namaz kýlan kimse cünüp birim alsa mutlak surette namazýna mâm deðildir. Zira onun pisliði hükmendir. Anla!

Þârih burada köpek hakkýnda, «Aðzýndan namaza mâni bir þey akmayan köpek» de ise daha iyi olurdu. Zira aðzýndan hiçbir þey akmadýðýný bilse yahud namaza mâni olan miktardan az bir þey aksa aðzýný baðlamamýþ bile olsa namaz bâtýl olmaz. Bunu Halebî söylemiþtir. Biz bu sözün bir benzerini Kuyu Bahsinde az önce «Hýlye»den naklen arz etmiþtik. «Bahýr»da Zahiriye»den nakledilen þu ibâre de onu te´yid etmektedir: «Namaz kýlan kimsenin üzerine elbisesi pis bir çocuk oturur da kendi kendine tutunursa yahud pis bir güvercin konarsa namazý câizdir Çünkü namaz kýlanýn üzerindeki çocuk veya güvercin pisliði kullanmýþ týr. Binaenaleyh namaz kýlan pisliði yüklenmiþ olmaz».

Ben derim ki: Köpek meselesi iki sahih kavlin tercih edilenine ibtina etmektir. Bu kavil köpeðin ayni necis olmayýp bedeninin dýþ tarafýnýn - domuz hariç - diðer hayvanlar gibi temiz olmasýdýr. Þu halde o ancak ölürse pis olur. Bedeninin iç kýsmýnýn pisliði ise mâdeninde yani kendi yerindedir. Binaenaleyh onun hükmü yoktur. Nitekim namaz kýlan kimsenin içindeki pisliðin de hükmü yoktur. Bir kimse üzerinde içi kan olmuþ bozuk bir yumurta bulunduðu halde namaz kýlsa câiz olur. Zira pislik mâdenindedir. Bir þey mâdeninde (kendi yerinde) bulunduðu müddetçe ona pis hükmü verilemez. Ama içinde sidik bulunan kapalý bir þiþeyi üzerinde bulundurarak namaz kýlmak câiz deðildir. Çünkü sidik mâdeninde deðildir. Nitekim Muhit»ten naklen «Bahýr»da da böyle denilmiþtir.

Þârihin burada «esah kavle göre» tâbirini kullanmasý «mutlak surette namaz câiz deðildir», diyenlerin sözünü reddetmek içindir. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Bu söz herhalde köpeðin ayný necistir, kavline ibtinâ etmektedir. H.

Namaz kýlacaðý yeri necasetten temizlemek þarttýr. Ama esah kavle göre seccadenin kenarýndaki necâset namaza mâni deðildir. Velevki seccade küçük olsun. Seccade ince olur da onu pis yere yayarsa avret yerini örtmeye yarayacak cinsden olmak þartiyle namaz câizdir. Nitekim «Hulasâ»dan naklen «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. «Kýnye»de þöyle deniliyor: «Altýndakini gösteren cam üzerinde namaz kýlsa bütün ulema câiz olduðunu söylemiþlerdir.» Kiremit, tuðla veya kalýn tahta yahud dikiþli dikiþsiz elbise üzerinde namaz kýlarsa câiz olup olmayacaðý inþallah Namazý Bozan þeyler Bâbýnda gelecektir.

Namaz kýlacaðý yerden murad, bütün rivayetlerin ittifakiyle ayaklarýnýn yeridir. «Bahýr». Bu gösteriyor ki secde ettiði vakit elbisesinin kenarlarý pis yere düþse zarar etmez. Esah kavle göre secde edeceði yeri temizlemek bilittifak þarttýr.

Ýmam A´zam´dan bir rivayete göre secde yerinin temiz olmasý þart deðildir. Yani yalnýz burnun üzerinde secde etmek kâfidir. Rivayete göre burnun secde edeceði yeri temizlemek þart deðildir. Çünkü bu bir dirhemden azdýr. Nitekim «Münye» þerhinde de böyle denilmiþtir. Lâkin pis bir þey üzerine secde ederse tarafeyne göre namaz fâsid olur. Ebu Yusuf´a göre ise secde fâsid olur. Temiz bir þey üzerine secdeyi tekrarlarsa ona göre namaz sahih olur. Ýmam A´zam´la Muhammed´e göre sahih olmaz. Buradaki esah kavil zâhir rivayedir. Nitekim «Hýlye»de de böyle denilmiþtir. Zâhir rivayete göre ellerinin ve dizlerinin yerini temizlemek þart deðildir. «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Lâkin «Münyetü´l-Muslî»de bildirildiðine göre «el-Uyûn» nâm eserde, «Bu rivayet þâzzdýr.» denilmiþtir. «Bahýr»da, «Ebu´l-Leys o kimsenin namazýnýn fâsid olacaðýný tercih etmiþ; «Uyûn» sahibi de bunu sahih bulmuþtur.» deniliyor. «Nehir» sahibi «Münâsip olan budur. Çünkü umumiyetle metinlerde mutlak olarak beyan edilmiþtir.» demiþ ve bunu «Hâniye»nin sözü ile te´yid etmiþtir.

Ben derim ki; «Mevâhip» metninde, «Nuru´l-Ýzah»ta, «Münye»de ve diðer kitaplarda bu kavil sahih kabul edilmiþtir. Binaenaleyh itimad onadýr. «Münye» þerhinde «Sahih olan budur. Çünkü bir uzvun pisliðe temas etmesi o necâseti yüklenmek gibidir. Velev ki o uzvu yere koymak farz olmasýn.» denilmektedir. Ellerinin üzerine secde ederse altýnýn temiz olmasý þarttýr. Fakat bu temizlik ellerinin yeri olduðu için deðil, secde yeri olduðu için lazýmdýr. T. Yaný nasýl ki yeninin üzerine secde eder de altýnda necaset bulunursa altýnýn temizlenmesi þart olduðu gibi burada temizlik þarttýr.

METÝN

Dördüncüsü: Avret yerini örtmektir. Avret yerini örtmenin farz olmasý umumîdir. Sahih kavle göre velev ki tenha bir yerde bulunsun. Ancak sahih bir maksaddan dolayý açmak câizdir. Namazdan baþka bir yerlerde pis elbise giyebilir.

Erkek için avret yeri göbeðinin altýndan diz kapaðýnýn altýna kadardýr. Ýmam Ahmed´e göre iki omzundan birini örtmek de þarttýr. Ýmam Malik´ten bir rivayete göre ise avret yeri sâdece ön ve arttýr. Erkeðin avret yeri cariyenin de avret yeridir. Velev ki hünsâ yahud müdebbere, mekâtebe veya ümmü veled olsun

Yalnýz cariyenin sýrtý ile karný da avret yeridir. Yan tarafý ise sýrtý ile karnýna tâbidir. Sahibi cariyeyi namaz kýlarken âzad ederse, imkân bulur bulmaz örtündüðü takdirde namazý sahihtir. Aksi takdirde namazý sahih olmaz. Mezhebe göre âzad edildiðini bilip bilmemesi fark etmez. Bir kimse cariyesine, «Sahih bir namaz kýlarsan o namazdan önce hür ol!» der de cariye namazý baþ örtüsüz kýlarsa öncelik þartýnýn hükümsüz kalmasý ve azadlýðýnýn vâki olmasý gerekir. Nitekim ulema döner talâkta da bunu tercih etmiþlerdir.

ÝZAH

Giyilmesi helâl olmayan ipek elbise gibi bir þeyle bile olsa avret yerini örtmek þarttýr. Velev ki özürsüz günah olsun. Nitekim gasb edilen yerde namaz kýlmak da böyledir. Musannýf örtünmenin ve örten þeyin þartlarýný ileride söyleyecektir. Avret yerini örtmenin farz olmasý namaz içine ve dýþýna þâmildir. Namaz dýþýnda halk huzurunda örtünmek bilittifak farzdýr. Tenha yerde ise sahih kavle göre farzdýr. Ama tenha yerde namazýný çýplak olarak kýlar yahud temiz elbisesi varken karanlýk bir evde çýplak kýlarsa bilittifak câiz olmaz. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Sonra anlaþýlýyor ki, namaz dýþýnda tenhada örtmesi icap eden yerden murad sâdece göbekle dizlerin arasýdýr. Hatta kadýnýn bundan maada yerlerini örtmesi farz deðildir. Velev ki avret olsun. «Kýnye»nin Kerâhiyet Babýndaki þu sözü buna delâlet eder: «Garibü´r-Rivayette de bildirildiðine göre kadýna evinde yalnýz iken baþýný açmaya ruhsat verilmiþtir. Onun için evlâ olan, mahremlerinin yanýnda ince ve altýndakini belli eden bir baþ örtüsü sarmaktýr». Lâkin bu, mahremlerin bakmasý helâl olan yerler hakkýnda açýktýr. Karný ve sýrtý gibi onlarýn bakmasý da helâl olmayan yerleri tenhada örtmenin farz olup olmadýðý söz götürür. Mutlak ifâde edilmesinden anlaþýlan farz olmasýdýr. Düþün!

Sahih kavle göre tenhada bile örtünmek farzdýr. Çünkü ALLAH Taâlâ örtülen örtülmeyen her þeyi görür ama örtünmeyenin edepsizliðini, örtünenin edep ve terbiyesini de görür. Ýþte imkân bulununca bu edebe riayet farzdýr.

Zeyleî «Umumiyetle fukaha bir kimsenin kendinden örtünmesini þart koþmamýþlardýr.» demiþse de bu, namaz hakkýndadýr. beyâný Musannýf´ýn bu meseleyi bahis mevzuu ettiðinde gelecektir. Oradakinin burada ki hilâfýn tashihi olmadýðý görülecektir, Anla!

Sahih bir maksaddan dolayý avret yerini açmak helâya oturmak ve taharetlenmek gibi yerlerde olur. Yalnýz baþýna yýkanmak için soyunmak hususunda «Kýnye»de birtakým kaviller nakledilmiþtir ki, bunlarýn bazýlarýna göre yýkanmak için çýplak kalmak mekruh, bazýlarýna göre inþallah ma´zur, bir kavle göre beis yok, diðer bir kavle göre az müddet de olursa câiz; baþka bir kavle göre küçük hamam odasýnda câizdir.

«Namazdan baþka yerlerde pis elbise giyebilir.» cümlesini «Bahýr» sahibi «Mebsut»tan nakletmiþ; sonra «Buðýye»de bu meselede hilâf zikredildiðini söylemiþtir.

Tahtavî diyor ki: «Elbiseye pislik bulaþtýrmanýn hükmünden bahis etmemiþtir. Zâhire göre bu mekruhtur. Çünkü fâidesi olmayan bir þeyle meþgul olmaktýr. Elbiseyi pisleyince haramdýr. Halebî´nin bu babta ki sözüne itimad edilmez». Ýstinca Bahsinde gördük ki, kýymeti olan bir bez parçasý ile taharetlenmek mekruhtur. O halde elbise ile taharetlenmek evleviyetle mekruh olur. Hacet yokken elbiseye pislik bulaþtýrmak ise daha fazla evleviyetle mekruhtur.

Erkeðin avret yeri göbeðinin altýndan diz kapaðýnýn altýna kadardýr. Hür ve câriye kadýnla çocuðun avret yerleri daha sonra gelecektir. Göbeðin altýndan murad, göbekten geçerek bedeni kuþak gibi saran ve bulunduðu yerden her tarafa ayný uzaklýkta bulunan çizginin altýdýr. Bercendî»de böyle denilmiþtir. Þu halde göbek, avretten deðildir. «Dürer», diz avrettendir. Çünkü Dârekutnî´nin rivayetinde, «Göbekten aþaðýsý dize kadar avrettendir.» buyurulmuþtur. Lâkin bu hadîs ihtimallidir. Ýhtiyat, dizi avretten saymaktadýr. Bir de Hazret-i AIi (r.a.) hadîsi vardýr ki: «Rasûlüllah (s.a.v.), diz avrettendir, buyurdu.» demiþtir. Tamamý «Münye» þerhindedir.

Ýmam Ahmed´e göre farz namazda iki omuzundan birini örtmek de þarttýr. Çünkü Sahihayn´ýn rivayet ettiði bir hadîste, «Erkek, bir kýsmý omuzunda olmaksýzýn bir elbise içinde namaz kýlamaz.» buyurulmuþtur. Bize göre omuzlarý örtmek müstehabtýr. Hunsây-ý müþkilin köle olaný câriye. hür olaný hür kadýn hükmündedir.

Karýn: Ýnsanýn ön tarafýndan yumuþak olan yerdir. Sýrt arka taraftan onun mukabilidir. «Hazâin»de böyle denilmiþtir.

Rahmetî, «Sýrt, göðsün altýndan göbeðe kadar karnýn mukâbil tarafýdýr. Bunu «Cevhere» açýklamýþtýr. Yani göðsün mukabil tarafýna düþen sýrt kýsmý avretten deðildir.» demiþtir. Bu sözün muktezasý göðüsle arka taraftan göðsün hizâsýna gelen kýsmýnýn ve memelerin de avret yeri olmamasýdýr. Ýleride Haram ve Helâl Bahsinde görüleceði vecihle bir kimse mahremi olan kadýnýn neresine bakabilirse baþkasýnýn cariyesinin de orasýna bakmasý câizdir. Þüphesiz ki mahreminin göðsüne ve memesine bakabilir. Binaenaleyh bu yerler mahreminde olsun cariyede olsun avret sayýlmazlar. Bunun müktezâsý namazda da avret olmamasýdýr. Lâkin «Tatarhâniyye»de, «câriye baþý açýk namaz kýlarsa bilittifak câiz olur. Fakat göðsü ve memeleri açýk olarak kýlarsa ekser ulemamýza göre câiz olmaz.» denilmiþtir. Þöyle de denilebilir: Cariyenin göðsü namazda avret, namaz dýþýnda avret deðildir. Lâkin bu söz bilumum kitaplarda zikredilene muhaliftir, Kitaplarda yalnýz karýnla sýrt zikredilmiþtir. Bunlarýn da tefsiri yukarýda geçti. Göðüs, karýnla sýrttan baþkadýr. Binaenaleyh mutemed kavlin «mutlak surette göðüs avret deðildir.» þeklinde olmasý gerekir.

Câriyenin yan tarafý sýrtý ile karnýna tâbidir. «Kýnye» sahibi, «Yan taraf karna baðlýdýr.» dedikten sonra rumuz yaparak, «En güzeli karýn tarafýnýn karýna, sýrt tarafýnýn da sýrta tâbi olmasýdýr.» demiþtir. «Ýmkân bulur bulmaz» tâbirinden murad, derhal, yani az bir amel ile bir rükün edâ etmeden demektir. Þârih´in örtünmeyi imkân bulmakla kayýtlamasý, örtünmekten âciz kalýrsa namazý bâtýl olmayacaðý içindir. Nitekim «Bahýr» da da beyan edilmiþtir. Ýmkân bulur bulmaz derhal örtünmez de çok amel ile yahud bir rûkün eda ettikten sonra örterse namazý sahih olmaz. «Bahýr».

«Mezhebe göre âzâd edildiðini bilip bilmemesi fark etmez.» sözü Zeyleî´ye reddiyedir. Zeyle´i «Zahireye»ye uyarak namazýn bozulmasýný «âzâd edildiðini bildikten sonra bir rükün edâ ederse» diye kayýtlamýþtýr. Zira mezhebin fer´î meselelerinden buna benzeyenlerin birçoðu bilmenin þart olmadýðýný göstermektedir. Nitekim bunu «Bahýr» sahibi izah etmiþtir. Bundan sonraki meseleyi inceleyen ve «âzâdlýðýn vâki olmasý gerekir.» diyen de «Bahýr» sahibidir. Kardeþi olan «Nehir» sahibi de kendisini tasdik etmiþtir. (Döner talâk diye tercüme ettiðimiz) Devr-i talâktan murad, bir kimsenin, karýsýna, «Seni boþarsam ondan önce üç defa boþsun!» demesidir. Bu adam karýsýný bir defa boþadý mý þart bulunmuþ olur ve karýsý bu talâktan önce üç defa boþ düþer. Ama bir talâktan önce üç talâkýn vâki olmasý bir talâkýn vâki olmamasýný iktiza eder. Binaenaleyh onun vâki olduðunu söylemek bâtýldýr. Öncelik kaydýný yok hesap edince bu adam, «Seni boþarsam sen üç defa boþsun.» demiþ gibi olur ve boþadýðý zaman bir talâk fiilen boþamakla üç talâkýn ikisi de ta´lik suretiyle vâki olur. H.

METÝN

Hür kadýn için hünsâ bile olsa avret yeri bütün bedenidir. Hatta esah kavle göre sarkan saçlarý da avrettir. Bundan yalnýz yüz ve avuçlar müstesnadýr. Avuçlarýn arkasý mezhebe göre avrettir. Mutemed kavle göre ayaklar da müstesna olduðu gibi tercih edilen kavle göre sesi. tercih edilmeyen kavle göre kollarý dahi müstesnadýr.

ÝZAH

Sarkan saçlardan murad, kulaklarýný geçenlerdir. Bununla kayýt etmesi, baþýn üzerinde olan saçlar hakkýnda ihtilâf olmadýðýndandýr. Sarkan saçlar esah kavle göre avrettir. «Hidâye», «Muhit», «Kâfi» ve diðer kitaplarda bu kavil sahih bulunmuþ; «Hâniye» sahibi ise bakmanýn haram olduðunu kabul etmekle beraber, bunun hilâfýný sahih bulmuþtur. «Muntekâ»nýn rivayeti de budur. «Sadrý´þ-Þehîd» dahi bunu tercih etmiþtir. Birinci kavil daha sahih ve ihtiyattýr. Nitekim «Hýlye»de dahi Fahru´l-Ýslâm´ýn «Câmî» þerhinden böyle nakledilmiþ, «Mi´rac»ta, «Fetvâ buna göredir.» denilmiþtir.

Avuçlarýn arkasý mezhebe göre avrettir. «Mirâcü´d-Dirâye»de þöyle deniliyor: «Buna itiraz edilmiþ ve avucu istisnâ etmek avucun arkasýnýn avret olduðuna delâlet etmez. Çünkü lügatta avuç elin hem içine hem dýþýna þâmildir. Onun için de avucun dýþý denilir; þeklinde mutalâa yürütülmüþse de buna cevaben, örf ve âdette avuç elin sýrtýna þâmil deðildir; denilmiþtir». Bundan anlaþýlýyor ki, bu fer´î mesele lügata deðil örf ve adette kullanýlmaya binâ edilmiþtir. Anla!

Buradaki «mezhebe göre» tâbirinden maksad, Zâhir rivâyedir. Kâdýhân´ýn «Muhtelifât»ý ile diðer kitaplarda avuçlarýn avret olmadýðý bildirilmektedir. «Münye» þerhinde bu kavil üç vecihle te´yid edilmiþ ve, «Zâhir rivayet olmasa da esah kavil budur.» denilmiþtir. «Hýlye» sahibi dahi bunu te´yid etmiþ ve «Muhid» sahibi ile «Câmi» þerhinde Kâdýhan´ýn da bunu tercih ettiklerini söylemiþtir. «Ýmdâd» nam eserinde Þurunbulâli dahi buna itimad etmiþtir. Ayaklar hakkýnda üç sahih kavil vardýr. Bunlarýn mutemed olanýna göre ayaklar da avret olmaktan müstesnadýr. Ýkinci kavle göre mutlak surette avret, üçüncü kavle göre namaz dýþýnda avret, namaz içinde avret deðildir.

Ben derim ki: Musannýf ayaklarýn üstünden bahsetmemiþtir. Kuhistânî´de «Hulâsa»dan naklen, «Ayaðýn altý hakkýnda rivayetler muhteliftir.» denilmiþtir. Bundan anlaþýlan üstünde ihtilâf olmamasýdýr. Sonra ehl-i tahkîk ulemadan Kemal b. Hümâm´ýn «Zâde´l-Fakîr» adlý mukaddimesinde gördüm ki, ayaðýn dörtte birinin açýlmasýnýn namaza mâm olduðunu sahih kabul ettikten sonra, «Ayaðýn üstü açýlsa namazý bozulmaz.» demiþ, bu kavli Musannýf Timurtâþî «iânetü´l-Fakîr» adlý þerhinde «Hulâsa»ya nisbet etmiþ; sonra «Hulâsa»dan o da «Muhid»den naklen ayaðýn altý hakkýnda iki rivayet olduðunu, bunlarýn esah olanýna göre avret sayýldýðýný söylemiþ ve þunlarý ilâve etmiþtir:

Ben derim ki: «Hulâsânýn sözünden anlaþýlýyor ki, hilâf, sâdece ayaðýn altý hakkýndadýr. Üstü hilâfsýz avrettir. Onun için Musannýf, açýlmakla namaz bozulmayacaðýna katiyetle hüküm vermiþtir. Lâkin allâme Kâsým´ýn sözünde hilâfýn bunda da mevcud olduðuna iþâret vardýr. Çünkü bunu naklettikten sonra þöyle demiþtir: «Sahih olan þudur ki, ayaðýn dörtte birinin açýlmasý namaza mânidir. Zira ayaðýn üstü gösterilmesi yasak olan zînet yeridir. Taâlâ Hazretleri, «Kadýnlar gizledikleri zînetleri bilinsin diye ayaklarýný yere vurmasýnlar!» buyurmuþtur». Musannýf´ýn sözü burada sona erer.

Tercih edilen kavle göre kadýnýn sesi avret deðildir. H. «Bahýr»da «Hýlye»den naklen, «En münâsibi budur.» denilmiþ; «Nehir»de ise, «Ýtimada þayan budur.» ifâdesi kullanýlmýþtýr. Bu kavlin mukabili kadýn sesinin avret olmasýdýr. «Nevâzil» adlý kitapta, «Kadýnýn sesi avrettir. Onun Kur´aný kadýndan öðrenmesi daha makbuldür. Bundan dolayýdýr ki Peygamber (s.a.v.). «Tesbih erkeklere, el çarpmak ise kadýnlara mahsustur»; buyurmuþtur. Erkeðin onun sesini iþitmesi doðru deðildir.» deniliyor.

«Kâfi» nâm kitapta ise, «Kadýn aþikâre telbiye yapamaz. Çünkü sesi avrettir.» denilmiþtir.

«Bahýr»da bildirildiðine göre «Muhit»in Ezan Bâbýnda bu kavil tercih edilmiþtir. «Fetih» sahibi diyor ki: «Bu kavle göre kadýn namazda Kur´aný aþikâr okusa namazý bozulur, denilirse yerinde olur. Onun için Peygamber (s.a.v.), Ýmamýn yanýldýðýný bildirmek için kadýnýn sesle tesbih getirmesini men etmiþ; ona el çarpmayý tavsiye buyurmuþtur.» Burhan Halebî «Münyetü´l-Kebîr» þerhinde onu tasdik ettiði gibi Ýmdâd» sahibi dahi bu sözü kabul etmiþtir. Ýmam Ebu´l-Abbâs Kurtubî, þarký dinlemek hakkýndaki kitabýnda þunlarý söylemiþtir:

«Zekâsý kýt olanlar zannetmesinler ki biz kadýnýn sesi avrettir, demekle konuþmasýný kastediyoruz! Bu anlayýþ doðru deðildir. Biz ecnebi erkeklerin hâcet mes ederse kadýnlarla konuþmasýna cevaz veriyoruz. Yalnýz kadýnlarýn yüksek sesle konuþmalarýný, seslerini uzatmalarýný, yumuþatmalarýný ve aruza göre okumalarýný câiz görmüyoruz. Çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve þehvetlerini harekete getirmek vardýr. Kadýnýn ezan okumasý bundan dolayý câiz olmamýþtýr».

Kadýnýn kollarýnýn avret yeri olmaktan istisna edilmesi tercih edilmeyen bir kavildir. «Mi´rac» nam kitapta «Mebsûttan» naklen þöyle denilmiþtir: «Kadýnýn kollarý hakkýnda iki rivayet vardýr. Bunlarýn esah olanýna göre kollar avrettir».

«Bahýr» sahibi diyor ki: Bazýlarý kollarýnýn namazda avret olduðunu. namaz dýþýnda avret sayýlmadýðýný sahih bulmuþlardýr. Ama mezhep, metinlerde bildirilendir. Çünkü zâhir rivayedir».

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 14:24:38
METÝN

Genç kadýnýn erkeklerin arasýnda yüzünü açmasý men edilir; fakat bu avret olduðu için deðil, fitneden korkulduðu içindir. Nitekim erkeðin de kadýnýn yüzüne dokunmasý men edilir. Velev ki þehvetten emin olsun. Çünkü bu, bakmaktan daha aðýrdýr. Onun içindir ki, dokunmakla hürmet-i musâhere sabit olur. Nitekim Memnu Olan þeyler Bahsinde gelecektir. Kadýnýn yüzüne þehvetle bakmak câiz deðildir. Nasýl ki emredin yüzüde öyledir. Zira þehvetten þüphelendiði vakit kadýnýn ve emredin yüzüne bakmak haram olur. Ama þehvetsiz ise güzel bile olsa bakmasý mubahtýr. Nitekim Kemâl de buna itimad etmiþ, «Bakmanýn helâl olmasý hem þehvet korkusu bulunmamasýna hem de bakýlan yerin avret olmamasýna baðlýdýr.» demiþtir. «Sirâc» nam eserde, «Pek küçük çocuðun avreti yoktur. Sonra þehvet derecesine gelmedikçe avreti önü ile ardýndan ibârettir, sonra on yaþýna kadar avreti galîza daha sonra bâli´lerin avreti gibi olur.» denilmektedir. Eþbah´da. «Oðlan, kadýnlarýn yanýna yalnýz onbeþ yaþýna kadar girebilir.» deniliyor.

ÝZAH

Kadýnýn yüzü avret olmamakla beraber genç kadýnýn erkekler arasýnda yüzünü açmasý men edilir. Bunun sebebi fitne fucûr korkusu yahut þehvet endiþesidir. Mana þudur: Erkekler yüzünü görürde fitne çýkar korkusuyla genç kadýna yüzünü açmasý men edilir. Çünkü yüzünü açarsa bazen ona þehvetle bakanlar bulunabilir. Nitekim erkeðin de kadýnýn yüzüne dokunmasý men edilir... Þârih Haram-Mubah Bahsinde þöyle diyecektir: «Bu hüküm genç kadýn hakkýndadýr. Þehvetlenilmeyen ihtiyar kadýna gelince: Onunla musafaha yapmakta ve emin olmak þartiyle eline dokunmakta bir beis yoktur». Sonra burada münasip olan þey, dokunmak meselesini bakmak meselesinden sonra zikrederek: «Yüze bakmak da dokunmak gibi câiz deðildir. Velev ki þehvetten emin olsun...» demekti. Çünkü bakmakla dokunmak erkeðe men edilen þeylerdir. Bizim sözümüz ise kadýna men edilen þeyler hakkýndadýr. Þehvetle bir kadýna dokunmakla hürmet-i musâhere sabit olur (Yerinde görüleceði vecihle, hürmet-i musahere damat olmak sebebiyle meydana gelen akrabalýktýr. Kayýnvalidenin anneliði bu kabildendir). Ama fercin iç kýsmý müstesnâ olmak üzere bakmakla mutlak surette hürmet-i musâhere sabit olmaz. T.

Kadýnýn yüzüne þehvetle bakmak câiz deðildir. Bundan yalnýz hâkim þâhid ve evlenmek isteyen kimse gibi hâcet sahipleri müstesnadýr. Hâkim, hüküm vermek için, þâhid de aleyhine veya lehinde þâhidlik yapmamak için yüzünü görmek mecburiyetindedirler. Binaenaleyh böyleleri þehvetle bile olsa, kadýnýn yüzüne bakabildikleri gibi, evlenecek kimse dahi þehvetle de olsa o niyetle deðil de, sünnet niyetiyle bakabilir. Kezâ cariyeyi satýn almak isteyenle tedavî etmek isteyen kimse zaruret miktarýnca hastalýðýn yerine bakabilir. Nitekim Haram ve Mubah Bahsinde gelecektir. Þehvetle diye kayýtlanmasý, þehvetsiz câiz olacaðýný ifâde ederse de, Horam ve Mubah Bahsinde görüleceði vecihle bu mesele zaruretle kayýtlýdýr. Bundan anlaþýlýyor ki, hacet yokken bakmak mekruhtur. «Tatarhâniyye»de de «Kerhî» þerhinde þöyle deniliyor:

«Hür olan ecnebî bir kadýnýn yüzüne bakmak haram deðildir. Lâkin hâcet yokken bakmak mekruhtur».

Ben buradaki þehvetin açýklamasýný görmedim. Musaheret Bahsinde þehvet þöyle izah edilmiþtir: Tenasül âleti kalkan kimsenin þehveti âletinin kalkmasiyle; zaten kalkmýþ ise daha ziyadeleþmesiyle, kadýnýn ve geciken ihtiyarýn þehveti kalbinin meyli ile bilinir. Mollâ Miskîn´ Haram Bahsindeki ifadesinden anlaþýlan mutlak surette kalbinin meyletmesidir. Burada bu daha münasip olsa gerektir. T.

Ben derim ki: Seyyidî Abdülganî´nin «el-Kavlü´l-Muteber fi beyaný´-beyan Nazar» adlý eserindeki þu sözleri de bunu te´yid eder: «Haram hükmüne illet olan þehvetin izahý þudur: Þehvet insanýn lezzet duyduðu þeye kalbinin hareket ve tabiatýnýn meyletmesidir. Bu meyil artarsa çok defa tenâsül âleti de kalkar. Þehvetsizlik ise bundan hiçbir þeye kalbi hareket etmemesi ve týpký kendi güzel yüzlü oðluna, güzel yüzlü kýzýna bakmýþ gibi olmasýdýr». Bu baptaki sözün tamamý Haram ve Mubah Bahsinde gelecektir. Emred, býyýklarý terlemiþ. sakalý bitmemiþ oðlandýr. «el-Mültekat» nam kitapta þöyle demliyor: «Oðlan erkeklik çaðýna varýr da yüzü güzel olmazsa erkek hükmünde, yüzü güzel olursa kadýn hükmündedir. Ve baþýndan ayaðýna kadar avrettir. Ýmam ebu´l-Kâsým, «Yani ona þehvetle bakmak helâl olmaz. Ama þehvetsiz olmak þartiyle onunla bir arada kalmak ve yüzüne bakmakta beis yoktur. Onun için de peçe takýnmasý emir olunmamýþtýr, diyor».

Ben derim ki: Bu, iki yandan zülüfleri biten erkeðe de þâmildir. Hatta bazý sapýklar böylesini zülüfsüz emrede tercih ederler. Anlaþýlýyor ki býyýðýn terlemesi ve erkekler çaðýna ulaþmasý kayd deðil emredliðin son hududunu beyândýr. Emredlik yaþça bülûða erip kadýnlar kendisinden þehvetlenmekle baþlar. Yahud emred küçük bir kýz farzedilse erkeklerin kendisinden þehvetlenmesiyle baþlar.

Güzel yüzlü olmaktan murad, yüzüne bakan kimsenin tabiatýna göre güzel olmaktýr. Velev ki rengi siyah olsun. Çünkü güzellik tabiatlara göre deðiþir. Kadýnýn yüzünü emredin yüzüne benzetmesinden anlaþýlýyor ki, emredin yüzüne þehvetle bakmak daha büyük günahtýr. Zira bundan gelecek fitne korkusu kadýndan gelecek korkudan daha büyüktür. Bir de emredden faydalanmak hiçbir halde helâl deðildir. Kadýn böyle deðildir. Nitekim ulema bunu zina ve livâta da beyan etmiþlerdir. Onun içindir ki, selef ulema, emredlerden nefret ettirmek hususunda büyük çaba göstermiþ; emredlere «kokuþmuþlar» adýný vermiþlerdir. Çünkü insanlar þer´an bunlardan tiksinirler. Ýbni Kattan þöyle demiþtir:

«Sakalsýz bir kimseye lezzet duymak ve güzelliklerinden gözünü faydalandýrmak maksadiyle bakmanýn haram olduðuna ulema ittifak etmiþlerdir. Bakan kimse fitneden emin olmak þartýyle lezzet duymak kasdý bulunmaksýzýn bakmanýn da câiz olduðuna ittifak etmiþlerdir».

Pek küçük oðlanýn ve kezâ kýz çocuðunun avreti yoktur. Nitekim «Sirac»da da böyle denilmiþtir. Binaenaleyh bunlara bakmak ve dokunmak mubahtýr. Bunu «Mi´rac» sahibi de kaydetmiþtir. Halebî diyor ki: «Bunu üstadýmýz dört yaþla ve daha azla tefsir etmiþlerdir. Ama kime nisbet ettiðini bilmiyorum.»

Ben derim ki: Bu hüküm «þurunbulâliyye»nin Cenaze Bahsinden alýnabilir. Orada þöyle denilmiþtir: «Küçük oðlan ve kýz þehvet çaðýna varmadýkça onlarý erkek ve kadýnlar yýkayabilirler. «Asýl»da (Ýmam Muhammed) bunu konuþmaya baþlamazdan önce diye takdir etmiþtir». «On yaþýna kadar avret galiza» olur, cümlesinden murad, bazýlarýna göre dübürle etrafýndaki kotanaklar - budlar - ve ön tarafla onun etrafý itibara alýnýr, demektir. Yani büyük insanýn avret galizasýnda ne itibara alýnýrsa onda da ayný þey itibara alýnýr. Ýhtimal ön ve ard bundan önce avret-i hafifedirler. Þu halde onlara þehvet yaþýna varmadan bakmak o yaþa vardýktan sonra bakmaktan daha hafif olur. Bu kaydedilmelidir. T.

Çocuðun on yaþýndan sonra avreti balið kimselerin avreti gibi olur. «Nehir»de, «Yedi yaþýný itibara almak lâzým gelirdi. Çünkü çocuklara bu yaþta namaz emir olunur.» denilmiþtir.

Ben derim ki: Haram Bahsinde geleceði vecihle cariye þehvet caðýna eriþince göbeðiyle dizlerinin arasýný örten bir peþtamal içinde satýþa arzedilemez. Çünkü sýrtý karný avrettir. Þehvet haddine vardýktan sonra ulema ona bâlið hükmünü vermiþlerdir. Yalnýz þehvetin sýnýrýný takdir hususunda ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý bunun yedi, bazýlarý da dokuz yaþ olduðunu söylemiþlerdir. Ýmamlýk Babýnda görüleceði vecihle yaþý itibara almak yoktur. Sahih kabul edilen kavil budur. Muteber olan cinsî münâsebete yarayýþlý iri yarý ve geliþmiþ olmasýdýr. Burada nazarý itibara alýnmasý münasip olan da budur. Tedebbür eyle!

On beþ yaþ meselesinde gaye hesapta dahil deðildir. Aksi takdirde (yani gaye hesapta dahil sayýlýrsa) çocuk yaþla bülûða ermiþ olur. Ve kadýnlara bakmasý, yanlarýna girmesi helâl olmaz. Çünkü mükellef olmuþtur ve ihtilâm olmakla bülûða ermiþ gibidir.

T E T Ý M M E:
Haram Bahsinde görülecektir ki zimmî kadýn esah kavle göre ecnebi erkek gibidir; Müslüman kadýnýn bedenine bakamaz. Bedenden ayrýlmazdan önce bakýlmasý câiz olmayan uzva bedenden ayrýldýktan sonra bakmak dahi câiz deðildir. Koltuk kýllarý, baþýnýn sacý ölü hür kadýnýn kol ve bacak kemikleri ile ayak týrnaklarý bakýlmasý câiz olmayan þeylerdendir. El týrnaklarýna bakmak caizdir. Ecnebi bir kadýnýn çarþafýna þehvetle bakmak da haramdýr. Bu bahse taallûk eden faydalarýn tamamý orada gelecektir.

METÝN

Avret-i galizadan yahud mu´temed kavle göre avret-i hafifeden bir uzvun dörtte birinin kendi fiili ile olmamak þartiyle bir rükün eda edecek kadar açýlmasý namaza. hatta namazýn mün´akit olmasýna mânidir. Avret-i galiza ön ve ard ile etraflarýdýr. Avret-i hafife erkeðin olsun kadýnýn olsun geri kalan yerleridir. Açýlma bir uzuvda olursa cüzü hesabiyle. bir uzuvda deðilse mesaha itibariyle toplanýr. Kulak gibi en küçük bir cüzün dörtte birini bulursa namaza mâni olur.

ÝZAH

Avret yerlerinden bir uzvun dörtte birinin bir rükün edâ edecek kadar açýlmasý namaza baþlamaya da devamýna da mânidir. H.

Bir rükünden maksat, sünnetiyle bir rükün demektir. Bunu «Münye» sahibi söylemiþtir. «Münye þârihi bir rüknün üç tesbih miktarý olduðunu bildirmiþtir ki, herhalde bununla kayýtlamasý rüknü ihtiyaten en kýsa olanýna hamletmek içindir. Yoksa son oturuþ ve sünnet vecihle Kur´an okumaya þâmil olan kýyam bu miktardan fazladýr. Sonra Þârih´in söylediði Ebu Yûsuf´un kavlidir. Ýmam Muhammed hakikaten bir rüknün edasýný nazarý itibara almýþtýr. Birinci kavil ihtiyat için tercih edilmiþtir. Nitekim «Münye» þerhinde de böyle denilmiþtir. Þârih, bir uzvun dörtte birinin bir rükün, eda edilecek miktardan daha az açýlmasýndan ihtiraz etmiþtir. Bu kadarcýk açýlma bilittifak namazý bozmaz. Çünkü az zamanda çok açýlmak ve çok zamanda az açýlmak affedilmiþtir. Þârih, bir uzuv açýk olduðu halde bir rükün edâ etmekten de ihtiraz eylemiþtir. Çünkü bununla bilittifak namaz bozulur.

Halebî þöyle diyor: «Bilmiþ ol ki, bu tafsilât namaz esnasýnda meydana gelen açýlma hakkýndadýr. Ama namaza baþlarken açýlýrsa mutlak surette namazýn mün´akit olmasýna bilittifak mânidir. Elverir ki açýlan yer bir uzvun dörtte biri olsun».

«Mu´temed kavle göre» ifâdesiyle Þârih, Kerhîye red cevabý vermiþtir. Kerhî, «Avret-i galizada namaza mâni olan miktar, necâset-i galizaya kýyâsen bir dirhemden fazlasýdýr.» demiþtir.

Uzvun dörtte birinin açýlmasý kendi fiili ile olursa ulemaya göre namaz derhal bozulur. «Kýnye».

Halebî diyor.ki: Yani bir rüknü edâdan az bile olsa demek istemiþlerdir». «Hâniye»de þöyle denilmiþtir: «Ýmama uyan bir kimse kalabalýk içinde imamýn önüne yahud kadýnlar safýnýn içine veya pis bir yere atýlýrsa yahud kendisini kýbleden çevirirler veya gömleðini çýkarýrlar yahud elbisesi kendiliðinden düþerse yahud avret yeri açýlýrsa, bunlardan herhangi birisini kasden yaptýðý takdirde namazý bozulur. Velev kî az olsun. Aksi halde bir rükün eda ederse yine namazý bozulur. Bir rükün eda etmezse bir özürden dolayý durduðu takdirde bütün imamlarýmýzýn kavillerine göre namazý bozulmaz. Özürsüz durursa Ýmam Muhammed´den nakledilen zâhir rivayete göre bozulur». Lâkin yine «Hâniye»de kendi filli olmamasýnýn þart koþulmadýðýna delâlet eden sözler vardýr. Çünkü þöyle denilmiþtir: «Pis bir yere çekilirse necasetin üzerinde namazý câiz olacak en az rükün miktarý durmadýðý takdirde namazý câizdir. Durursa câiz deðildir». Minyetü´l-Müsallî»de de þöyle denilmiþtir: «Kezâ üzerlerinde namaza mâni pislik bulunan ayakkabýlarýný kaldýrýr da onlarla bir rükün edâ ederse namazý bozulur». «Zahire» ile «Bedâyi» ve diðer kitaplardan naklen «Hýlye»de dahi bunun gibi sözler vardýr. Orada, «En muvafýk olaný kast varsa namazýn bozulmasýdýr. Bundan ancak kayýp olur korkusuyla ayakkabýlarýný bir rükün eda etmemek þartiyle kaldýrmak gibi bir hacet müstesnadýr. Meselenin tamamý «Bahýr» üzerine yazdýðýmýz derkenardadýr.» denilmektedir

Avret-i galiza ile avret-i hafife arasýnda fark yalnýz avret-i galizaya bakmanýn daha þiddetle haram olmasýnda görülür. «Zahîriye»de þöyle deniliyor: «Avretin dizdeki hükmü uyluktaki hükmünden daha hafiftir. Bir kimse birinin dizi açýk olduðunu görürse ona hafifçe ihtarda bulunur. Ýnad ederse münâkaþaya giriþmez. Uylukta azarlar; fakat inad ederse dövmez. Necaset yolunda inad ettiðini görürse döver».

«Bahýr» sahibi diyor ki: «Bu söz her Müslümanýn dövmek suretiyle tâzire hakký olduðunu gösterir. Çünkü «Zahîriye» sahibi bu iþi hâkim yapar diye kayýtlamamýþtýr.

TETÝMME: Erkeðin avret uzuvlarý sekizdir. Birincisi tenâsül uzvu ve etrafý; ikincisi hayalariyle etraflarý; üçüncüsü, dübür ve etrafý; dördüncüsü; budlar; beþincisi ve altýncýsý uyluklarla dizler; yedincisi, göbekle kasýk arasý ve iki taraftan bunun hizasý sekizincisi sýrt ve karýndýr.

Cariyenin avret uzuvlarý da sekizdir. Bunlar uyluklarla dizler, budlar, ön ve etrafý, ard ve etrafý, karýn ve her iki taraftan karýnla sýrta bitiþen yerlerdir.

Hür kadýnda bu sekiz uzuvdan maada on altý avret uzvu daha vardýr. Bunlar topuklarla birlikte baldýrlar; memeler, kulaklar, dirseklerle birlikte bazular, bileklerle birlikte kollar, göðüs, baþ, boðaz ve avuçlarýn sýrtýdýr. Bunlara omuzlarý da ilâve etmek ve omuzlarý sýrtla birlikte bir uzuv saymak lâzým gelir. Þu delil ile ki, ulema cariyenin sýrtýný avret saymýþ; omuzlarýný saymamýþlardýr. Kezâ bir rivayette ayaklarýn altý da avrettir ve esah rivayet de budur. Böylece avret uzuvlarý yirmi sekiz olur. Halebî bunu böyle tesbit etmiþtir.

Ben derim ki: «Tatarhâniyye»den naklen evvelce arzettiðimize göre câriyenin göðsü ve memeleri avrettir. «Kýnye»den dahi naklettiðimize göre bu husustaki iki kavilden biri mucibince câriyenin yanlarý müstakil avrettir.

Þu halde cariyenin uzuvlarýna mezkûr sekizin üzerine beþ daha ilâve edilir. Ve avret uzuvlarý onüç olur. ALLAHu a´lem.

Açýlma bir uzuvda olursa cüzü hesabiyle toplanýr. Cüzden murad hesabta ýstýlah edinilen kesirlerdir ki yarým, çeyrek, üçte bir vesâireden ibârettir. Misali þudur: Namaz kýlan kimsenin bir uyluðunun sekizde biri diðer uyluðunun da sekizde biri açýlsa hesap edilerek iki sekizde bir toplanýr ve dörtte bir hâsýl olur. Bu namaza mânidir. Fakat bir uyluðunun sekizde biri diðer uyluðunun sekizde birinin yarýsý açýlýrsa namaza mâni olmaz. H.

Açýlma bir uzuvda deðilse mesaha itibariyle toplanýr. Toplanan miktar açýlan uzuvlarýn en küçüðünün dörtte birini bulursa namaza maný olur. Meselâ, kadýnýn uyluðundan sekizde birinin yarýsý, kulaðýndan da sekizde birinin yarýsý açýlsa mesaha itibariyle ikisinin toplamý - açýlan iki uzvun küçüðü olan - kulaðýn dörtte birinden fazla olur. Bu tafsilatý Ýbni Melek «Mecma» þerhinde «Ziyâdât»ýn ifâdesine uygun olarak zikretmiþtir.

«Bahýr» sahibinin «Bu, delili olmayan bir tafsildir.» sözü makbul deðildir. Nitekim «Nehir» sahibi bunu tahkik etmiþtir. H.

Ben derim ki: «Kýnye», «Hýlye», «Vehbâniyye» þerhi, «Ýmdâd» ve Musannýf´ýn «Zâdü´l-Fakîr» þerhinde bu tafsilâta - yeni açýlan uzuvlardan en küçüðünün dörtte biri hesâbýna - göre hareket edilmiþtir. Zeyleî. buna muhaliftir. «Fetih» ve «Bahýr» sahipleri dahi ona uymuþlarsa da Tedebbür eyle! Biz bunu «Bahýr» üzerine yazdýðýmýz derkenarda izah ettik.

METÝN

Þart, avret yerim kendisinden deðil, baþkasýndan örtmektir. Velev ki karanlýk yerde olduðu gibi hükmen görünsün. Bununla fetva yerilir. Bir kimse avret yerini yaka kenarýndan görse mekruh olmakla beraber namaz bozulmaz. Altýndakini göstermeyen bir örtü bulamayan kimse oturarak namaz kýlar ve namazda oturduðu gibi oturur. Örtünün vücuda yapýþmasý ve vücudun þeklini almasý zarar etmez. Velev ki ipek yahud namazýn sonuna kadar kalacak çamur veya bulanýk su olsun. Baþkasýný bulduðu takdirde temiz sudan örtü olmaz. Acaba (örtü nâmýna) karanlýk kâfi midir? «Mecmeu´l-Enhur» sahibi bunu inceleyerek, «Evet, mecbur kalýnca kâfidir. Ýhtiyarî hallerde câiz deðildir.» demiþtir.

ÝZAH

Þart, avret yerini baþkasýndan örtmektir. Yani baþkasý etraftan bakýnca görememelidir. Altdan bakmamasý þart deðildir. Karanlýk ve tenha yerde avret mahalli hükmen görünür. Binaenaleyh o gibi yerlerde de örtülmesi þarttýr. Þârih´in «Bununla fetva verilir.» diye açýklamasý Ebu Hanîfe ile Ebu Yûsuf´dan namazýn bozulmadýðý nassan rivayet olunduðu içindir. Nitekim «Münye» ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Avret yerini gömleðinin yakasýndan görse mekruh olmakla beraber namazý bozulmaz. Bumdaki görmek, hükmen görmeye de þâmildir. Bakmýþ olsa, görebilecekse hükmen görmüþ sayýlýr.

«Sirâc» sahibi diyor ki: «Gömleðini iliklemesi lâzýmdýr. Çünkü Seleme bin Ekve´den rivayet olunduðuna göre þöyle demiþtir: Yâ Rasûlallah! Ben bir gömlek içinde namaz kýlýyorum, dedim. «Onu bir dikenle de olsa ilikle», buyurdular. Bahýr. Bu emrin ifâde ettiði mânâ vücûbtur. Terki kerâheti gerektirir. Ýmam A´zam´la Ebu Yûsuf´un namazý bozulmaz, demeleri buna aykýrý deðildir. Binaenaleyh tercih edilen kavil bu olmuþtur. Nitekim «Münye» þerhinde bildirilmiþtir. Tamamý «Bahýr» üzerine yazdýðýmýz derkenardadýr.

Altýný göstermeyen örtüden murad, cildinin rengi görülmemektir. Bununla ince ve cam gibi þeffaf örtüden ihtiraz olunmuþtur. Böyle bir elbise bulamayan kimse oturarak namaz kýlar ve namazda oturduðu gibi oturur. Münyetü´l-Musallî´de de böyle denilmiþtir. «Bahýr» sahibi diyor ki: «Þu halde erkekle kadýnýn oturuþlarý farklý olacaktýr. Erkek sol ayaðýný yere döþeyerek üzerine oturur. Kadýn ise sol çantýsý üzerine oturarak ayaklarýný sað taraftan çýkarýr».

Örtü (veya elbise)nin vücuda meselâ budlara yapýþmasý vücudun þeklini almasý zarar etmez. Bu hususta «Münye» þerhinin ibâresi þöyledir: «Ama örtü kalýn olur da ondan cildin rengi görülmez, ancak uzva yapýþýr da onun þeklini alýrsa, uzvun bu þekilde görülmesi namazýn cevâzýna mâni olmamak gerekir. Çünkü örtünme mevcuttur. Tahtavî, «Uzvun þeklini alan bu kýsma bakmak mutlak surette haramdýr; yoksa þehvet bulunursa mý haram olur Bir düþün!», diyor».

Ben derim ki: Bunun üzerinde Haram Bahsinde söz edeceðiz. Orada ulemanýn sözlerinden anlaþýlan birincisidir (Yani mutlak surette haram olmasýdýr).

Örtünün her þeyden olacaðýný göstermek için Þârih, Velev ki ipek olsun» demiþtir. «Ýmdâd» sahibi, «Çünkü bu halde örtünmenin farz oluþu ipek giymenin haram olmasýndan daha kuvvetlidir.» diyor. Örtü bulamayan kimsenin temiz su içine girerek onunla örtünmesi icap eder. Bu, herhalde açýlmayý azalttýðý için olacaktýr. H.

Ben derim ki: Bundan þu da anlaþýlýr: Örtünecek bir þey bulursa bulanýk suda dahi namaz câiz deðildir. Halbuki «Sirac» ve «Bahýr» sahiplerinin sözlerinden mutlak surette câiz olacaðý anlaþýlýyor. Sonra «Nehir» sahibinin bunu açýkladýðýný gördüm. Þöyle diyor:

«Temiz su ile bulanýk su arasýnda fark yapýlmasý o kimsenin elbisesi olduðunu gösteriyor. Çünkü elbisesi olmayan hakkýnda berrak su ile bulanýk su musavidir». Lâkîn berrak su ile bulanýk su müsavidir demesi söz götürür. Çünkü baþka örtü bulmak imkâný varken bulanýk su ile örtünmek câiz olunca bu su hakikî örtü olmuþ olur. Binaenaleyh baþkasý bulunmadýðý zaman onunla örtünmek alettâyin lâzým gelir. Zira berrak su örtücü deðildir. örtücü olsa câiz zamanýndan baþka yerlerde de câiz olmasý icap ederdi.

Þu da var ki, «Bahýr»da bildirildiðine göre suda cenaze namazýndan baþka namaz tasviri doðru deðildir. Bunun illetini «Nehir» sahibi þöyle anlatmýþtýr: «O kimsenin elbisesi bulunur do bulanýk suda namaz kýlarsa farz için îmâ yapmasý câiz deðildir». Yani suyun dýþýnda elbisesini giyerek rükû ve sücûdiyle namaz kýlmaya kudreti olduðu için câiz deðildir, demek istemiþtir. Lâkin Þeyh Ýsmail Nablusî, «Benim her iki kavil hakkýnda âyrý görüþüm var. Çünkü bulanýk suda bedenin menfezleri týkandýðý zaman bir þey çýkmayacak surette rükûu ve sücûdu ile namazýn tasviri mümkündür. Hatta boðulan bir kimseyi çýkarmak için dalgýç yaptýðý bundan da fazladýr.» diyor.

Ben derim ki: Bunu mümkün farz edersek þöyle itiraz edilebilir: Bu, örtü sayýlmaz. Zira bu adam secde edip su bedeninin üzerine çýkýnca örtülmüþ olmaz; her tarafý kapalý bir çadýrýn içinde çýplak namaz kýlmýþ gibi olur. Yahud karanlýk bir yerde veya çuval gibi bir þeyin içine girerek namaz kýlmýþ gibi olur ki, Zâhire göre namazý sahih deðildir. Baþýný çuvaldan çýkararak kýlarsa hüküm deðiþir. Çünkü bu surette örtünmüþ olur. Nitekim bulanýk suyun içinde durarak baþýný dýþarýda býraksa ve cenaze namazý kýlsa câizdir. Sonra «Hâvî»nin Kerahiyet ve Ýstihsan Bahsinde þöyle denildiðim gördüm: «Hasta bir kimse baþýný yorganýn altýndan çýkarmazsa namazý câiz deðildir. Çünkü çýplak hükmündedir». Yani yorgan altýnda avret yeri acýk olarak imâ ile namaz kýlarsa sahih olmaz. Zira avret yeri açýktýr, demek istiyor. Bu da çuval meselesinde söylediklerimizi te´yid eder. Hamd Allah´a mahsustur.

Hâsýlý þart, namaz kýlaný deðil, namaz kýlanýn avret yerini örtmektir. Tenhada, karanlýkta veya çadýrda çýplak olarak gizlenen kimsenin kendisi örtülmüþ, fakat avret yeri açýktýr. Buna örtünmüþ denilmez. Bulanýk suya dalan da bunun gibidir. Teemmül et!

«Acaba örtü nâmýna karanlýk kâfi midir?». Bu sözün bir semeresi görülmemektedir. Çünkü örtü bulunmayýnca karanlýkta da aydýnlýkta da namaz kýlabilir. Ýhtimal Þârih´in bundan maksadý «Bahýr»ýn þu ibâresidir: «Efdal olan, evde veya ovada, gece veya gündüz çýplak namaz kýlan kimsenin oturarak kýlmasýdýr. Ulemadan bazýlarý bunu gündüze tahsis etmiþlerdir. Geceleyin ise ayakta kýlar: çünkü gecenin karanlýðý onun avret yerini örter, demiþlerse de bu söz reddedilerek, ona itibar yoktur. denilmiþ. Birtakýmlarý da ihtiyarî hal ile ýzdýrârî (mecburî) hal arasýnda fark olduðunu söyleyerek reddetmiþlerdir». T.

METÝN

Bazýlarý (oturarak kýlarken) ayaklarýný uzatacaðýný da söylemiþlerdir. Bu þahýs rükû ve sücûdu imâ ile yapar. Ýmâ ile kýlmasý oturarak rükû ve sücudla kýlmasýndan kezâ ayakta imâ ile yahud rükû ve sücûdla kýlmasýndan efdaldir. Çünkü örtünmek rükunleri edâ etmekten daha mühimdir. O kimseye velev emaneten bir elbise verilirse örtünmeye kudreti sâbit olur. Esah olan kavil budur. Biri elbise vermeyi vaad ederse vaktin çýkacaðýndan korkmadýðý müddetçe onu bekler. En açýk kavil budur. Nasýl ki, su, elbise ve temiz yer bulacaðýný ümid eden kimse de böyle yapar. Acaba elbiseyi geçer fiyatla satýn almasý lazým mýdýr? Evet, almasý gerekir. Bir kimse her tarafý pis bir örtü bulur fakat pisliði tabaklanmamýþ ölü hayvan derisi gibi kendinden deðilse namazda bilittifak onunla örtünemez; namaz dýþýnda örtünür. Bunu Vânî söylemiþtir.

ÝZAH


Oturarak kýlarken ayaklarýný uzatýrsa ellerini de avret galîzanýn üzerine koyar. Ama birinci kavil daha evlâdýr. Çünkü örtünmeyi daha çok saðlar. Hem ikinci kavilde ayaklan kýbleye karþý uzatmak vardýr. Bahýr ve Hýlye.

Lâkin «el-Münyetü´l-Kebîr» þerhinde ikinci kavlin evlâ olduðu bildirilmektedir. Çünkü. onda örtmek daha çoktur. «Hidâye» þerhleriyle diðer kitaplarda zikredilen de odur.

Ben derim ki: Doðrusu da odur. Zira namazýn teþehhüdünde olduðu gibi mak´adýný ayaklarýnýn üstüne koyan kimsenin avreti galîzasý rükû ile sücûd için imâ yaparken yere oturandan daha çok meydana çýkar. Nitekim bu görülen bir þeydir. Baðdaþ kurarak otursa ön tarafý meydana çýkar. Onun için ulema ayaklarýný kýbleye karþý uzatmasýný zararsýz saymýþlardýr. Binaenaleyh «Hidâye» þârihleri ile «Zahîre», «Sirâc». «Dürer», «Tebyîn» ve «Nuru´l-Ýzâh» gibi diðer kitaplarýn sahiplerinin bu kavli tercih etmeleri çok görülmemelidir. Þüphesiz ki buradaki hilâf evleviyet hak.kýndadýr. Buna «Nehir» sahibi tenbihte bulunmuþtur.

Ayakta imâ meselesini Kuhistânî ve «Bahýr» sahibi de nakletmiþlerdir. «Bahýr» sahibi, «Hidâye´den anlaþýlan, câiz olmamasýdýr.» demiþ. Sonra bu bahsi inceleyerek «Hidâye»nin sözünü tercih etmiþtir. Yine «Bahýr» da. «Bunun faziletçe rükûlu ve sücûdlu kýyâmdan aþaðý olmasý gerektir. Çünkü sahih olup olmadýðýnda ihtilâf edilmiþtir. Velev ki rükûlu sücûdlu kýyâmda avret yeri daha çok örtülsün.» denilmektedir.

Örtünmek rükünleri edâ etmekten daha mühimdir. Çünkü örtünmek namazýn hem içinde hem dýþýnda farzdýr. Rükünler ise yalnýz namazda farzdýrlar. Onlarýn da bedelini ifâ etmiþtir. Ayakta kýlmak câizdir. Zira burada örtünme farzýný terk etse de üç rüknü tam edâ vardýr. Bedâyî.

Üç rükünden murad, kýyâm, rükû ve sücûddur. Zâhire göre ayakta imâ câiz deðildir. Çünkü bunda üç rüknü tamamlamaksýzýn örtünme farzýný terk etmek vardýr. «Bahýr» ve «Hýlye» sahiplerinin yukarýda geçen «Hidâye» kavlini tercih etmeleri bundan ileri gelmiþtir. Elbise meselesinde «Tatarhâniyye´de þöyle denilmektedir: «Yanýnda elbiseli biri bulunursa ondan elbise ister, Vermezse çýplak kýlar. Namaz esnasýnda elbise bulursa namazý yeniden kýlar». Bundan anlaþýlýyor ki, istemek lâzýmdýr. Lâkin bunu teyemmümde olduðu gibi zann-ý galibine göre vereceðine kalbi yatarsa diye kayýtlamak gerekir. Elbise vaad edeni bekleme meselesi, «el-Münyetü´s-Saðîr» adlý kitabýn þerhinde de böyledir. Teyemmüm Bahsinde «Fetih»ten ve diðer kitaplardan naklen demiþtik ki: Birisi kova yahud elbise getirmeyi vaad ederse vaktin çýkacaðýndan korkmadýkça namazý geciktirmek Ýmam A´zam´a göre müstehap, Ýmameyn´e göre vaktin çýkacaðýndan korksa bile vacibtir. Nitekim su getirmeyi vaad etse bilittifak bekler. Ulemanýn sözlerinden Ýmam A´zam´ýn kavlini tercih ettikleri anlaþýldýðýný da arzetmiþtik. «Münye» sâhibi buna kat´i olarak hüküm vermiþtir. Yine orada suyu bulmayý ümid eden kimsenin namazýný müstehap vaktin sonuna geciktirmesinin mendup olduðunu da söylemiþtik. Bu kýyas. deðil, bir benzerlik örneðidir. Onun için elbise meselesini vaad edilen su meselesine benzetmeli ve vakit geçse bile beklemek vacip olmalý idi, þeklinde bir itiraz varid olamaz. Anla!

Elbise ve temiz yer bulacaðýný ümid eden kimse meselesinde «Kýnye»de þöyle denilmiþtir: «Elbise bulacaðýný ümid ederse vaktin çýkacaðýndan korkmadýkça namazý geciktirir. Nitekim yerin temizliðini ümid etmesi de böyledir». Yani nasýl ki, bir kimse meselâ pis bir yerde kapalý olur da oradan çýkacaðýný kuvvetle ümid ederse, vaktin çýkacaðýndan korkmadýkça namazýný geciktirir. Anlaþýlan bu geciktirme dahi geçen benzerleri gibi müstehaptýr.

Buradaki «Evet almasý gerekir» ifâdesi suya kýyasen söylenmiþtir. Ýncelemeyi yapan «Bahýr» sahibidir. «Nehir» sahibi de ona tâbi olmuþtur. O, bu meseleyi ulemanýn bahis mevzuu etmediklerini söylemiþtir.

Ben derim ki: Biz bu meseleyi «Sirac»dan nakledilmiþ olarak arzetmiþ ve burada iki kavil olduðunu bildirmiþtik. «Mevâhibü´r-Rahman´ýn» Teyemmüm Bahsinde þöyle denilmiþtir: «Nafakasýndan fazla parasý varsa suyu ve elbiseyi emsâlinin fiyatiyle satýn almasý vacibtir. Gabin-i fâhiþe (fazla aldanmakla) satýn olmasý icap etmez. Hamd Allah´a mahsustur.

Pisliði kendinden olmayan örtüden murad, sidik ve kan gibi ârýzî þeylerle pislenendir. Nitekim «Nehir»de de böyle denilmiþtir. Ancak ölü hayvan derisinin kendinden pis olmasý söz götürür. Çünkü onun pisliði ölüm sebebiyle ârýzî pisliktir. Teemmül et!

Böyle bir örtü ile namazda örtünemez. Zira pisliði su ile giderilmediði için daha galizdir. Bahýr.

Namaz dýþýnda örtünür. Zâhirine bakýlýrsa baþkasýný bulamamak þartiyle onunla örtünmek vaciptir. Babýn evvelinde görmüþtük ki, namazdan baþka yerlerde pis elbise giymek câizdir.

METÝN

Dörtte birinden daha azý temiz bir örtü bulursa onun içinde kýyam. rükû ve sücûdu ile namaz kýlmasý mendup olur. Yukarýda geçtiði vecihle çýplak olarak imâ etmesi de câizdir. Ýmam Muhammed o örtüyü kullanmayý vacip saymýþtýr. «Esrar» sahibi bu kavli beðenmiþtir. Eimme-i Selâse´nin kavilleri de budur. Örtünün dörtte biri temiz ise onunla namaz kýlmasý vâcip olur. Çünkü dörtte bir, bütün gibidir. Bu hüküm pisliði giderecek veya azaltacak bir þey bulamadýðýna göredir. Binaenaleyh iki elbisesinden hangisinin pisliði daha azsa onu giymek icap eder. Kâide þudur:

Bir kimse iki beliyyeye mâruz kalýrsa her ikisi müsavî olduklarý takdirde muhayyer býrakýlýr. Birbirinden farklý iseler hafif olanýný tercih eder.

Bâlið, hür kadýn bedenim ve baþýnýn dörtte birini örtecek bir þey bulursa onunla bedenini ve baþýný örtmesi icap eder. Baþýný örtmezse namazý tekrar kýlar.

Mürahika (bülûða yaklaþan kýz) böyle deðildir. Çünkü örtünmek cariyelik özrü ile sâkýt olunca çocukluk özrü ile evleviyetle sâkýt olur. Baþýnýn dörtte birinden azýný örterse onu örtünmesi vacip deðil mendup olur. Lâkin «Mükellef, avret yerinin bir kýsmýný örtecek bir þey bulursa onu kullanmasý vacip olur.» cümlesini Kemâl söylemiþ; Halebî de «Velev ki az olsun.» ifâdesini ziyade etmiþtir ki bu, onun mutlak surette vacip olmasýný îktiza eder. Teemmül et!

ÝZAH

«Esrar» sahibi Ýmam Muhammed´in kavlini beðenmiþtir. Fakat «Fetih» sahibi bu hususta kendisine karþý çýkmýþtýr. Dörtte bir bazý yerlerde bütününün yerini tutar. Meselâ, Ýhramlýnýn baþýný týraþ ederken dörtte bin ile yetinmesi ve avret yerinin açýlmasý meselelerinde böyledir. Pisliði giderecek veya azaltacak bir þey bulamazsa hüküm budur. Bulursa her iki surette o þeyi kullanmasý icap eder. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir.

«Ýki elbisesinden hangisinin pisliði daha azsa onu giymek icap eder». Bu cümleyi Þârih. «Nehir» sahibine uyarak zikretmiþtir. Ama mesele böyle mutlak deðildir. Çünkü «Hýlye»de þöyle denilmiþtir:

«Her iki elbisedeki pislik, galîz necaset olursa her birinde dörtte bir miktarýný bulmadýkça ulema o kimsenin muhayyer olacaðýný söylemiþlerdir. Namazý daha az pis olanýn içinde kýlmak müstehabtýr. Pislik, elbiselerin yalnýz birinde dörtte bir miktarýný bulursa öteki elbise içinde namaz kýlmak taayyün eder. Her iki elbisede pislik dörtte bir miktarýndan fazla olur, fakat dörtte üç miktarýný bulmazsa muhayyer kalýr. Birinde bu miktarlarý bulur; ötekini ise tamamen kaplarsa dörtte biri pis olanla namaz kýlmak taayyün eder. Bulaþan pislik hafif necâset olursa ne hüküm verildiðini görmedim. Evvelce gecen beyanatýn müktezasý, birinin dörtte üç miktarýndan fazlasý veya tamamen pis olmadýkça muhayyer býrakýlmasýdýr. Aksi takdirde dörtte biri veya fazlasý temiz olan elbise ile kýlmasý teayyün eder». Halebî de «Hindiye», «Zeyleî» ve «Hulâsa»dan naklen buna benzer þeyler söylemiþtir.

Beliyye: Belâ, musîbet ve imtihan mânâlarýna gelir. Bir kimse iki þeyden birini yapmak zorunda kalsa bakýlýr: O iki þey pisliðin miktarýnda denk olmasalar bile namaza mâni olmalarý hususunda mûsavi iseler o kimse muhayyerdir. Birbirinden farklý iseler, meselâ yerindeki pislik namaza mâni olacak kadar, diðerindeki daha az ise yahud her ikisinde namaza mâni olacak kadar pislik mevcud fakat birinde bir tercih sebebi bulunarak onu bütün mânâsýna koyarsa - ki dörtte birin temizliði veya pisliði böyledir -, hafif olanýný tercih eder. Bu izahatla kâide söylediðimiz fer´î meselelere tatbik edilmiþ olur. Ýki þeyin her birinde pislik dirhem miktarýndan fazla olur da dörtte bire varmazsa o kimse muhayyer olur. Velev ki birinde daha fazla olsun. Çünkü namaza mâni olmakta müsavidirler. Tercih edecek bir þey de yoktur. Birinin dörtte birini bulursa iþ deðiþir. Çünkü o tercih edilir; ulema dörtte biri bütün yerine saymýþlardýr. Diðerlerinin izâhý anlattýklarýmýzdan bellidir. Anla!

Hafif olaný tercihin benzeri yaralý meselesidir. Yaralý kimse secde ettiði takdirde yarasý akar, aksi halde akmazsa oturarak namazýný imâ ile kýlar, çünkü secdeyi terk etmek hadesle namaz kýlmaktan ehvendir. Hayvan üzerinde nâfile namaz kýlarken secdeyi isteyerek terk etmek câizdir. Zeyleî.

Þârih bülûða yaklaþan kýzdan baþýný örtmesinin sâkýt olduðunu ta´lil için, «Çünkü örtünmek cariyelik özrü ile sâkýt olunca çocukluk özrü ile evleviyetle sâkýt olur.» diyorsa da bunu Rasûlüllah (s.a.v.)´in, «Hâiz çaðýna varan kýz baþ örtüsüz namaz kýlamaz.» hadis-i þerifiyle ta´lil etmek daha yerinde olur. Çünkü Þârih´in ta´lilinden anlaþýldýðýna göre omuzlarla baldýrlar gibi cariyelik özrü ile hükümden sâkýt olan þeyler, çocukluk özrü ile de sâkýt olur. Halbuki öyle deðildir. Bunu Halebî söylemiþtir. Teemmül et!

Usturuþnî´nin «Ahkamü´s-Sýgâr» adlý eserinde þöyle denilmektedir: «Küçük kýzýn baþ örtüsüz namaz kýlmasýnýn câiz olmasý istihsandýr. Çünkü çocukla beraber hitap yoktur (Yani mükellef deðildir). Ama en iyisi baþ örtüsü ile kýlmaktýr. Zira bu çocuða namaz kýlmasý ancak alýþtýrmak için emir olunur. Binaenaleyh bülûða erdikten sonra câiz olacak þekilde emir olunur». Usturuþnî bundan sonra þöyle demiþtir: «Mürâhika bir kýz baþ örtüsüz namaz kýlarsa istihsanen tekrarlamasý emir edilmez. Ama abdestsiz kýlarsa tekrarlamasý emir edilir. Namazý çýplak kýlarsa tekrarlar. Bâlið kadýnýn namazýný tekrarladýðý her yerde mürahika da alýþmak için tekrarlar».

Örtü, baþýnýn dörtte birinden azýný örterse onu örtünmesi vâcip deðildir. Çünkü dörtte birinden azýna bütün hükmü verilemez. Ama örtünün açýklýðý azaltmak için efdaldir. Zeyleî.

«Bu onun mutlak surette vâcip olmasýný iktiza eder.» cümlesinden murad ister dörtte birini örtsün, ister daha azýný, demektir. T. Halebî´nin, «Velev ki az olsun» sözü nakle muhtaçtýr. Aksý halde mezhep imamlarýnýn sözlerine muâraza edemez. Meðer ki bununla dübür gibi tam bir uzvun örtülmesi kasdedilsin.

METÝN

Evvelâ ön ve ard avret yerlerini örter. Yalnýz birini örtecek örtü bulursa bazýlarý dübürü örter demiþlerdir. Çünkü rükû ve secde halinde o daha çok açýlýr. Birtakýmlarý ön tarafýn örtüleceðini söylemiþlerdir. Bu iki kavli «Bahýr» sahibi tercih yapmaksýzýn nakletmiþtir. «Nehir»de beyan edildiðine göre anlaþýlan hilâf evleviyettedir. Ta´lil gösteriyor ki. imâ ile kýlarsa ön tarafý örtmek taayyün eder. Sonra erkeðin uyluðunu, sonra kadýnýn karnýný ve sýrtýný, sonra dizleri, daha sonra her ikisinde müsavi olmak üzere diðer uzuvlarý örtmek icap eder.

Mükellef yolcu sudan bir mil uzak, yahud susuz olduðu için pisliði giderecek veya azaltacak bir þey bulamazsa pislik üzerinde olduðu halde yahud çýplak olarak namazý kýlar. Sonra tekrar kýlmasý icap etmez. Ama bu meselede pisliði giderecek þeyle yukarýdaki meselede örtünün bulunmamasý Teyemmüm Bahsinde geçtiði gibi kullarýn fiili ile olmuþsa namazý tekrar kýlmasý lâzým gelecektir. Sonra bu izahat yolcu hakkýndadýr. Çünkü evinde plan için örtünün temiz olmasý þarttýr. Velev ki temiz örtüye malik olmasýn. Kuhistâni.

ÝZAH

«Bir takýmlarý ön tarafýn örtüleceðini söylemiþlerdir». Çünkü onunla kýbleye karþý durur. Bir de onu örten baþka bir þey yoktur. Dübürü ise butlar örter. Bunu «Sirâc»dan naklen «Bahýr» sahibi söylemiþtir. «Ta´lil gösteriyor ki...» cümlesinden murad, birinci kavildir. Bu kavli ta´lil ederken «Çünkü rükû ve secde halinde o daha çok açýlýr.» demiþtik «Ýmâ ile kýlarsa» cümlesinde «Nehir» sahibi «Oturarak imâ ile kýlarsa» ifâdesini kullanmýþtýr. Hâsýlý oturarak imâ ile kýlarsa ön taraftaki avret yerini örtmek aynen lâzým gelir. Çünkü illet - yani rükû ve secde halinde fazla açýlmak - mevcûd deðildir.

Ben derim ki: Bu, ancak baðdaþ kurarak oturursa doðrudur. Fakat bacaklarýný kýbleye doðru uzatarak yahud teþehhüdde oturduðu gibi oturarak kýlarsa dübürü örtmek taayyün eder. Çünkü hayalarla tenasül âletini uyluklarýnýn altýna gizlemek mümkündür. Dübür ise imâ hâlinde açýlýr. Binaenaleyh onu örtmek taayyün eder. Teemmül et!

«Sonra erkeðin uyluðunu ilh...» ibâresinin yerine «Münye» þerhinde þöyle denilmiþtir: «Örtmek hususunda evvelâ ön ve ard gibi en koyusundan iþe baþlanýr. Sonra uyluk, sonra diz örtülür. Kadýnda uyluktan sonra karýn ve sýrt, daha sonra diz, sonra sair uzuvlar müsâvat üzere örtülürler.»

«Münye» þârihi, «Ön ve ard gibi» demekle budlarý ve benzerlerini kasdetmiþtir. Kasýklar da budlar gibidir. Ve uyluktan önce gelir. Anla!

«Münye» þerhinde de burada olduðu gibi «Pisliði giderecek veya azaltacak bir þey bulamazsa...» denilmiþtir. Fakat anlaþýldýðýna göre bunu «Dirhem miktarýndan yahud elbisenin dörtte birinden azaltacak» diye kayýtlamak lâzýmdýr. Aksi takdirde pislik bir dirhemden fazla ve dörtte birinden az olursa ve azalttýðý takdirde dirhem miktarýndan fazla kalacaksa azaltmak vâcip olmaz. Çünkü yukarýda «Hýlye» ve diðer kitaplardan naklettiðimiz vecihle bir kimsenin iki elbisesi bulunur da her birinin pisliði dörtte bir miktarýna varmazsa o kimse muhayyerdir. Tedebbür eyle!

«Bir mil uzak» tabiri «Sirâc»da da kullanýlmýþtýr. Þârih bununla bir þeyin bulunmamasý hakikaten olduðu gibi hükmende olacaðýna iþâret etmiþtir. Susuzluk korkusu o anda olduðu gibi ilerisi için de muteberdir.

Kezâ kendi susuzluðu gibi beslemeðe mecbur olduðu kimsenin susuzluðuda itibara alýnýr. Ve o pisliði gidermek lazým gelmez.

«Münye» þerhi, düþman korkusu. suyun parasýný bulamamak gibi þeyler de bunun gibidir. Nitekim Bercendîden naklen «Ahkâm»da da böyle denilmiþtir. Bu halde pislik üzerinde iken yahud çýplak olarak namaz kýlmasý temiz kýsým elbisenin dörtte birinden az olduðuna göredir. Aksi takdirde evvelce geçtiði vecihle o elbise ile namaz kýlmasý teayyün eder (Pis elbise ile namazý kýldýktan sonra). Pisliði giderecek bir þey bulursa vakit çýkmamýþ bile olsa namazý tekrarlamak lâzým gelmez. Kuhistânî.

Þârih «Sonra bu Ýzâhat yolcu hakkýndadýr.» diyeceðine «Yolcu diye kayýtlamamýz» tâbirini Kullansa daha iyi olurdu. Galiba bu sözü ile o «Münye» þerhine red cevabý vermek istemiþtir. Çünkü orada, «Yolcu diye kayýtlanmasý ekseriyetle vâki olduðuna bakarak yapýlmýþtýr. Hakikatta aralarýnda bir fark yoktur.» denilmiþtir (Yani Þârih fark vardýr, demek istemiþtir). Kuhistânî´nin ibâresi þöyledir: «Yolcu ile kayýtlanmasý evinde olan kimse için avret yerini örtecek þeyin temizliði þart olduðundandýr. Velev ki mâlik olmasýn. Nitekim «Nâzým» ve diðer kitaplarda da böyle denilmektedir». Hâsýlý, evinde olan kimsenin pis örtü ile namaz kýlmasý sahih deðildir. Velev ki temiz örtüye mâlik olmasýn. Çünkü onun su bulmaktan veya diðer necâset gideren mayilerden aczi tahakkuk etmemiþtir. Þehir ve þehir hükmündeki yerlerde suyu bulmak ümidi vardýr. Onun için þehirde teyemmüm câiz olmaz. Ancak bu kavil Ýmameyn´indir. Fetvâ Ýmam A´zam´ýn kavline göredir. Ve aczin tahakkuk ettiði yerde teyemmüm câiz olur. Nitekim evvelce geçmiþti. Bunun muktezâsý burada da öyle olmaktadýr.

METÝN

Beþincisi: Ýcma´la niyetin þart olmasýdýr. Niyet: Ýki müsavîden birini tercih ettiren irâdedir. Yani sýrf Allah Taâlâ için namaz kýlmayý irâde etmektir. Esah kavle göre mutlak olarak ilim deðildir. Görmüyor musun ki küfrü bilen kimse kâfir sayýlmýyor. Ama küfre niyet eden kâfir oluyor. Niyetle muteber olan þey kalbin irâdeye bitiþik amelidir. Kalbe muhalif ise dil ile söylemenin itibarý yoktur. Çünkü o, niyet deðil, sözdür. Ancak baþýna gelen gam ve gussalardan dolayý hatýrlamaktan âciz kalýrsa o zaman dil ile söylemek kâfidir. Müctebâ.

ÝZAH

Niyet, icmâ´la þarttýr. Taâla Hazretleri´nin, «Onlar ancak Allah´a dinde ihlâs sahibi olarak ibâdet etmeye memur oldular» âyet-i kerimesiyle þart kýlýnmamýþtýr. Çünkü buradaki ibadetten murad tevhiddir (Allah´ýn birliðini ikrardýr). Peygamber (s.a.v.)´in, «Ameller ancak niyetlere göredir.» hadis-i þerifiyle de þart kýlýnmamýþtýr. Çünkü hadîsteki amellerden murad, onlarýn savabýdýr. Sahih olup olmadýðýna temas edilmemiþtir. Meselenin tamamý «Halebî»dedir. Niyet lügatta, azim demektir. Azim de kat´î olan irâdedir. Ýrâde, bir sýfattýr ki iþlenen iþin bir vakit ve hale tahsisini gerektirir. Yani iki müsâviden birini tercih ile bir vakit ve hâle tahsis ettirir. Baþka bir tabirle onu hususî bir hal ve keyfiyete ayýrýr. Bundan anlaþýlýr ki niyet mutlak olarak irâde deðil, kat´î olan iradedir.

Musannýf niyeti mutlak surette tarif edince Þârih de, «Yani hulûsla sýrf Allah Taâlâ için namaz kýlmayý irâde etmektir.» diyerek burada niyetten neyi kasdettiðini açýklamýþtýr. Yoksa niyet yalnýz namaza mahsus deðildir. Tahtavî diyor ki: «Buradaki hulûsla tâbirinden murad, ihlâsla sýrf Allah için demek olup ibâdette Allah´a baþkasýný ortak koþmamak þartiyle mânâsýna gelir».

Ben derim ki: Bu söz niyetin riya ile sahih olmayacaðý vehmini doðurur. Halbuki ihlâs ibâdet sahih olmak için deðil, savap için þarttýr. Nitekim fer´î meselelerde gelecektir ki, bir kimseye biri, «öðleyi kýl, sana bir altýn veriyorum!» dese de o kimse riya niyetiyle kýlsa mükâfatýný vermeyi icap eder. Vâcibin zimmetten sâkýt olmasý hakkýnda farzlarda riya yoktur. Bu ise ihlâs bulunmasa dahi ibâdete baþlamanýn sahih olmasýný iktiza eder. Teemmül buyurulsun!

Sonra gördüm ki Hamevî «Eþbah» þerhinde Tahtâvî´ye itiraz etmiþ, «Bu söz ancak üzerine savab terettüp eden ibadetlerde doðrudur. Üzerlerine azab terettüp eden yasaklarda doðru deðildir.» demiþtir. Niyet, mutlak surette bilmekten ibaret deðildir. Yani kast ve kati irade bulunsun bulunmasýn niyet edilen þeyi bilmek, niyet deðildir. Bu söz Muhammed bin Seleme´den nakledilen rivayete reddiyedir. O, «Bir kimse namaza dururken hangi namaza olduðunu bilirse bu kadarcýðý niyettir. Oruçda da böyledir.» demiþtir. Nitekim «Dürer» de açýklanmýþtýr. «Ahkâm»da þöyle deniliyor:

«Lâkin «Miftah» ile «Ýbni Melek» þerhinde beyan edildiðine göre bu zatýn maksadý þudur: Bir kimse bir namaz kýlmak istersede o namazýn öyle veya ikindi, kaza veya nâfile olduðunu bilirse bu, niyet olur. Tâyin için baþka niyete hâcet yoktur. Elverir ki bunu tahrimiye eklesin! Onun söylediklerinde küfür kasdý yoktur. Bu zat bir þeyi mutlak olarak bilmek niyettir diye bir iddiada bulunmamýþtýr ki, kendisine itiraz olunsun!».

Ben derim ki: Hâsýlý, kat´î irâdeden ibaret olan niyet ancak maksadý tasavvur ve bilmekle tahakkuk ettiði ve niyetin sahih olmasý için þer´an bu þart, lügaten de lâzým olduðu için o bu kadarla yetinmiþtir.

Niyette muteber olan, kalbin amelidir. Yani niyeti tahakkuk ettiren ve þer´an niyette muteber olan þart, bir þeyi baþtan bilmektir. Bu bilgi kat´î iradeden meydana gelmiþ olacaktýr. Bir þeyi mutlak surette bilmek niyet olmadýðý gibi, mücerred dil ile söylemek de niyet deðildir. Hâsýlý, þeriatta muteber olan niyetin mânâsý bu þekilde bilmektir. Ýbni Seleme´den nakledilen sözün mânâsý da budur. Ulemanýn «Niyeti bilgi ile tefsir etmek doðru deðildir.» sözüne gelince: Bundan murad, kasddan hâli olan mutlak bilgidir. Buna karine yukarý da geçen itirazdýr. Anla!

Lâkin ilmi kalb amellerinden saymak müsamahalý bir söz olur. Çünkü ilim yerinde tahkik edildiði vecihle nefsanî bir keyfiyettir. Kalbdekine muhalif olan söze itibar yoktur. Bir kimse öðle namazý diyeceði yerde yanlýþlýkla aðzýndan ikindi namazý çýkýverirse niyet kâfidir. Nitekim «Zâhidî»de de böyle denilmiþtir. Kuhistânî.

Ancak gam gussa ve düþünce sebebiyle niyeti hatýrlamaktan âciz kalýrsa dil ile söylemesi kâfi gelir. Yani dil ile söylemek niyetin yerini tutar. Bu söze «Hýlye» sahibi itiraz etmiþ ve, «Buna göre rey ile bedel tâyin etmek lâzým gelir. Çünkü þart âcizden dolayý sâkýt olunca kimi teyemmümde olduðu gibi yerine bedel býrakarak, kimi avret yerini örtmekte olduðu gibi bedelsiz olarak sâkýt olur. Bazen meþrutda sâkýt olur. Nitekim her iki nevi temizleyiciyi (su ile topraðý) bulamayan kimse hakkýnda hüküm budur. Bu ihtimallerden birini isbat için mutlaka delil lâzýmdýr. Burada delil nerededir? Binaenaleyh câiz deðildir.» demiþtir. «Bahýr» sahibi de onu tasdik etmiþtir. Kezâ bundan sonraki babta görüleceði vecihle konuþmaktan âciz olan bir kimseye tekbir veya kýraat için sahih kavle 9öre dilini kýpýrdatmak lâzým gelmez. Çünkü aslýný ifâya imkâný yoktur. Aslýndan baþkasý ise ancak delil ile lâzým gelir ki bu da «Hýlye» sahibinin sözünü te´yid eder. Hamevî buna itirazla, «Bu bedel deðil, asýl olmuþtur.» demiþtir.

Ben derim ki: Asýl tâyin etmek bedel tâyininden daha fazlasýný yapmaktýr. Binaenaleyh rey ile bil evlâ câiz olmaz. Bu hale gelen kimseden edâ sâkýt olur denilse hakikattan uzaklaþmýþ olmaz. Çünkü hangi namazý kýldýðýný bilemeyen kimse deli mesabesindedir. Musannýf Hastanýn Namazý Babýnda diyecektir ki: «Hasta rekât veya secdelerin sayýsýný uyuklayarak þaþýrýrsa kendisine edâ lazým gelmez».

METÝN

Bu, yani kalbin ameli, irade ettiði anda düþünmeden hemen hangi namazý kýlacaðýný bilmekten ibarettir. Düþünmeden bilemezse câiz deðildir. Namazý irâde ettiðinde dil ile söylemek müstehabtýr. Muhtar olan budur. Niyet mâzi lâfziyle olur. Velev ki Farsça söylesin. Çünkü inþâlarda ekseriyetle kullanýlan odur. Ama hâl sigasýyle de olur. Kuhistânî.

Bazýlarý dil ile söylemenin sünnet olduðunu bildirmiþlerdir. Yani selef bunu iyi görmüþtür. Yahud onu ulemamýz yol edinmiþtir. Zira ne Peygamberimiz (s.a.v.)´den ne sahabe ve tâbiînden nakledilmiþ deðildir. Hatta bid´at olduðu söylenmiþtir. «Muhit»te bildirildiðine göre niyetlenecek kimse, «Ya Rabbî ben filan namazý kýlmak istiyorum. Onu bana müyesser kýl ve onu benden kabul eyle!» der. Hac Bahsinde bu gelecektir.

Aralarýnda namaza yakýþmayan bir fâsýla bulunmamak þartiyle niyeti tekbirden önce yapmak câizdir. Velev ki vakitten önce olsun. Bedâyî´de þöyle deniliyor: «Bir kimse cemaatý kastederek evinden çýkar da mescide vardýðýnda imamý tekbir almýþ bulur ve niyet de hatýrýna gelmezse câizdir». Bundan anlaþýlan, imama uymanýn da önceden câiz olmasýdýr. Bu bellenmelidir.

Namaza yakýþmayan fasýladan murad, Namazý eklemeye mâni olan her þeydir. Ýmam Þâfiî niyetin tekbirle beraber yapýlmasýný þart koþmuþtur. Bize göre bu menduptur.

ÝZAH

Kalbin ameli hususunda «Zeyleî» þöyle diyor: «Bunun en aþaðý derecesi hangi namazý kýlacaðý sorulmuþ olsa düþünmeden cevap vermek imkâný bulmasýdýr». «Bahýr» sahibi, «Bu Ýbni Seleme´nin kavlidir.» diyerek «Zeyleî»ye itiraz etmiþtir. Onun sözü namaz esnasýnda ve namaza baþlarken hatýrlamanýn lâzým olmasýný iktiza eder. Halbuki mezhebe göre yukarýda geçen þartla önceden niyetlenilen namazýn câiz olmasýdýr. Velev ki düþünmeden cevap veremesin.

Ben derim ki: Sen evvelce arzettiklerimizden Ýbni Seleme´nin kavline göre namaza baþlarken hatýrlamanýn lâzým geldiðini biliyorsun. «Zeyleî» nin sözünde böyle bir þart yoktur. O niyette muteber ve lâzým olan en az bilgiyi beyan etmiþtir. Niyetin önceden veya baþlarken yapýlmasý müsavidir. Bu tevehhümü defi için Þârih «Ýrâde ettiði anda» diyerek niyeti kasdetmiþtir. Sonra «Tahtavî»nin buna tenbih ettiðini gördüm.

Mazý sigasý ile niyet. «Niyet ettim felan namaza» gibi sözlerle olur. Ýnþâlardan maksad, akidler ve fesihlerdir. T.

Hâl sigasý, kendisiyle hâl niyet edilmiþ muzâridir (Fakat bu Arabçaya mahsustur. Türkçemizde hal ve muzâri sigalarý ayrý ayrýdýr. Niyet. hal sigasiyle câiz olduðuna göre Türkçe niyetlenen kimse). Meselâ, «Filan namazý kýlmaya niyet ediyorum» der. Niyeti dil ile söylemenin sünnet olduðunu «Tuhfe» ve «Ýhtiyar» sahipleri Ýmam Muhammed´e nisbet etmiþlerdir.

«Bedâyi» sahibi ise Ýmam Muhammed´in bunu namazda deðil, hacda söylediðini açýklamýþtýr. Ulema namazý da hacca kýyas etmiþlerdir. «Hýlye» sahibi bunlara itiraz ederek þunlarý söylemiþtir:

«Ulemamýzdan bir cemâatýn söylediklerine göre hac uzun zaman alan ve içerisinde ârýzalar, mânialar vukubulan bir ibâdet olup meþakkatli fiillerle meydana geldiði için ona niyet ederken kolaylýk ve âsanlýk dilemek müstehap görülmüþtür. Namazda böyle bir þey meþru olmamýþtýr. Çünkü namazýn vakti azdýr».

Bu izahat namazýn hacca kýyas edilemeyeceði hususunda açýktýr. «Bahýr» sahibi ile baþkalarý bunu tasdik etmiþlerdir.

«Yani selef bunu iyi görmüþtür.» sözüyle Þârih, Musannýf´a yapýlan itiraza iþaret etmiþtir. Ýtiraz þudur: Müstehap ile sünnet kelimelerinin manasý birdir. Ulemamýzýn beðenmelerine bakarak Ulemanýn niyetle tekbir arasýný ayýran bir fâsýla olmamasýný þart koþmalarýna gelince: Bundan murad dünya iþlerinden birinin araya girmemesidir. Nitekim «Tatarhâniyye»de de böyle denilmiþtir. «Bahýr»da ise. «Bundan murad, ecnebî bir fâsýladýr ki yiyip içmek ve konuþmak gibi namaza lâyýk olmayan þeydir. Zira bu gibi fiiller namazý bozarlar. Binaenaleyh niyet de bozulur. Yürümek ve abdest almak ecnebî fiil deðildir. Görmüyor musun namazda abdesti bozulan bunlarý yaparsa namazý eklemesine mâni olmazlar.» denilmektedir. «Bedâyî»nin ifâdesinden anlaþýlýyor ki, vakitten önce namaza niyet câiz olduðu gibi imama uymaya niyet de câizdir. Yahud maksad, imam baþlamadan niyet etmektir. Bu hususta sözün tamamý ileride gelecektir. Sonra anlaþýlan bu mânâyý «Nehir» sahibi inceleyerek bahis mevzuu etmiþ ve, «Bu hususta bildiðinden baþkasýný göremedim.» demiþtir. Yani «Bedâyî»nin ifâdesinden baþka açýk bir nakil görememiþtir. Ýmam Þâfiî niyetin tekbirle beraber yapýlmasýný þart koþmuþtur. Tahavî ile Muhammed bin Seleme dahi buna kâil olmuþlardýr. Kuhistânî´nin «Mukaddimetü´l-Keydûniyye» þerhinde þöyle denilmektedir: «Tahrime yaparken huzur-u kalp «kendini toparlamak» icap eder. Kalbi, namaz erkâný içinde bir mesele ile meþgul olsa iadesi müstehap deðildir». «Bakâlî»de, Sevabý ancak kusur ederse az olur.» demiþtir. Bazýlarý her rükünda huzur-u kalb lâzým geldiðini söylemiþlerdir. Yanýldýðý için müvaheze yoktur. Çünkü bu afv edilmiþtir. Ancak sevâba müstehak olmaz. Nitekim «Münye»de de böyle denilmiþtir. Bazýlarý, «Bir kimsenin kalbi de namazda olmazsa o namazýn hiç bir kýymeti yoktur.» demiþlerse de bu söze itibar yoktur. Nitekim «Mültekad», «Hýzâne», «Sirâciye» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir.

Bilmiþ ol ki huzur-u kalp, kalbin meþgûl olduðu þeyden ayrýlmasý demektir. Burada ondan murad, namaz kýlandan sâdýr olan fiil ve kaville ameli bilmektir. Bu anlamak demek deðildir. Çünkü lâfzýn kendisini bilmek baþka mânâsýný bilmek baþkadýr.

METÝN

Mezhebe göre namaza baþlandýktan sonra yapýlan niyete itibar yoktur. «Kerhî» rükûa kadar yapýlan niyeti câiz görmüþtür. Nâfile ile beþ vaktin sünneti ve mûtemed kavle göre teravih için mutlak olarak namaza niyet etmek kâfidir. Velev ki Allah için demesin. Zira bunlarýn tâyini baþladýðý vakitte vâki olmasý iledir. Ama niyeti tâyin daha ihtiyatlýdýr. Farza niyet ederken tâyin mutlaka lâzýmdýr. Kýldýðý namazýn farz olduðunu bilmezse câiz deðildir. Bilirde farzý baþkasýndan ayýramazsa her birinde farza niyet etmek þartiyle câizdir. Kezâ baþýnda sünnet kýlýnmayan bir namazda baþkasýna imam olursa hüküm gene böyledir. Farza niyet ederken öðlenin mi ikindinin mi farzý olduðunu tâyin þart ise de bugünün yahud bu vaktin farzý diye tayin þart deðildir. Esah olan kavil budur.

ÝZAH

Namaza boþlandýktan sonra yapýlan niyete itibar yoktur. Çünkü niyetsiz edâ edilen cüzü ibâdet olmaz. Sair cüzleri onun üzerine bina etmek de câiz olmaz. Orucda zaruretten dolayý bu câiz görülmüþtür. Hacta bir kimse Allah dedikten sonra ekber demeden niyet etse câiz olmaz. Çünkü namaza Allah diyerek baþlamak sahihdir. Bu adam tekbirden sonra niyetlenmiþ gibî olur. Bunu «Bedâyî»den naklen «Hýlye» sahibi söylemiþtir.

«Kerhî rükûa kadar yapýlan niyeti câiz görmüþtür.» ifâdesine þöyle itiraz olunur: Kerhî rükû veya baþka bir þey söylememiþtir. Yalnýz ulema onun þu sözünü tahriç ederken ihtilâfa düþmüþlerdir. «Niyet, Sübhânekede yahud rükûda veya rükudan kalkarken yahud otururken nihayet bulur». Bunu «Halebî» söylemiþtir.

Mutlak namaza niyet kâfidir, sözünden murad. «Nâfile, sünnet ve rek´at adedi söylemeksizin namaza niyet etmektir. Velev ki sabah namazýnýn sünneti olsun. Hatta bir kimse iki rekât teheccüd namazý kýlar da sonra bunu fecirden sonra kýldýðý anlaþýlýrsa sabah namazýnýn sünneti yerine geçer. Kezâ dört rekât kýlar da ikisi fecirden sonra kýlýndýðý anlaþýlýrsa gene böyledir. Bununla fetvâ verilir. Hulâsa.

Kezâ cuma günü kýlýnan âhýr zuhur da böyledir. Cumanýn sahih olduðu anlaþýlýr da o kimsenin kazaya kalmýþ öðle namazý da bulunmazsa kýldýðý âhýr zuhur Cumhur´a göre cumanýn sünneti yerine geçer. Çünkü vasýf laðv olur, asýl kalýr. Bununla da sünnet eda edilmiþ olur. Nitekim bunu «Fetih» sahibi böyle izah etmiþ, «Bahýr» ve «Nehir» sahipleri de ikrarda bulunmuþlardýr. Ama öðle namazýnda beþinci rekâta kalkar da sonra bir rekât daha katarak altýyý tamamlarsa bu iki rekat öðlenin sünneti yerine geçmez. Çünkü burada kasden namaza baþlama yoktur.

Terâvih namazý hakkýnda iki sahih kavil vardýr. Þârih´in buradaki kavle itimad etmesi «Bahýr»da bunu Zâhir rivayet denildiði içindir. Bu kavli «Muhit» sahibi ulemanýn umumuna nisbet etmiþ, «Fetih» sahibi dahi bunu tercih ederek onu muhakkýk ulemaya nisbet etmiþtir. Bu namazlarýn tâyini, baþladýðý vakitte kýlýnmalarýyla olur. Çünkü sünnet Peygamber (s.a.v.)´in hususî bir yerde devam ettiði þeydir. Namaz kýlan da onu ayný yerde kýlýnca sünnet denilen fiili ifa etmiþ olur. Peygamber (s.a.v.) sünnet diye deðil. Allah için namaza diye niyetlenirdi. Meselenin tam tahkiki «Fetih»tedir.

Farza niyet ederken tâyin mutlaka lâzýmdýr. Bir kimsenin ikindi namazý kazaya kalsa ,da kalmýþ öðle namazý olduðunu da bilerek üzerinde borç kalan dört rekât namaza, diye niyetlense, câiz olmaz. Kezâ kazaya kaç namazý kaldýðýný bilmeyerek bu namazý kazaya diye niyetlense gene câiz olmaz. Onun için Ebu Hanîfe bir namazý kazaya kalýp da hangisi olduðunu þaþýran kimse hakkýnda beþ vakit namaz kýlar demiþtir. Yüzde yüz kýlmýþ olmak için çare budur. Çünkü kazaya kalan bu namazý baþka türlü tâyine imkân yoktur. «Eþbah»da bildirildiðine göre vaktin daralmasý sebebiyle tâyin sâkýt olmaz. Çünkü o anda nâfileye baþlasa sahih olur. Velev ki haram olsun. Farza niyet ederken ister niyet baþlamazdan önce, ister baþlarken yapýlsýn, tâyin þarttýr. Muayyen bir farza niyet ederek baþlar da sonra unutarak onu nâfile zanneder ve öylece namazýný bitirirse, niyet ettiði farzý kýlmýþ olur. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir.

«Kýldýðý namazýn farz olduðunu bilmezse» cümlesinden murad, beþ vakit namazýn farz olduðunu bilmemesidir. Bunu bilmediði halde namazlarý vakitlerinde kýlsa bile câiz deðildir. Onlarý kaza etmesi lâzým gelir. Çünkü farz diye niyet etmemiþtir. Ancak imamla kýlar da imamýn kýldýrdýðý namaza diye niyetlenirse câiz olur. Bunu «Bahýr» sahibi Zahiriye»den nakletmiþtir. Beþ vaktin farz olduðunu bilirde farzla vacibin ve sünnetin arasýný ayýramazsa her namaza farz diye niyet etmek þartiyle câizdir. Böyle bir adam baþkasýna imam olursa ona uymak da câizdir. Ancak o namazdan önce rekât sayýsý onun kadar olan sünnet bir namaz kýlmamýþ bulunmasý þarttýr. Çünkü böyle bir. namaz kýlarsa o kimseden farz sâkýt olur. Sonra kýlacaðý nâfiledir. Binaenaleyh farz kýlanýn ona uymasý doðru olmaz. Farza niyet ederken tayin þarttýr.

«Eþbah» sahibi diyor ki: «Farz-ý ayn olan namazý farz-ý ayn tabiriyle farz-ý kifâye olan namaza da farz-ý kifâye tabiriyle mi niyetlenecektir? Bunu bir yerde görmedim. Ama bir vacibi terk ettiði için tekrarlanan namaz þüphesiz ki farz deðil. tamamlayýcýdýr. Þu halde ona tamamlayýcý diye niyetlenmelidir. Fakat farz ancak farz diye niyetlenmekle sâkýt olur, diyenlerin kavline göre farz diye niyet etmenin þart olduðunda þüphe yoktur».

Biri´nin Ýmam Serahsi´den nakline göre esah olan kavil ikincisidir. Farza niyet ederken hangi farz olduðunu tâyin etmek þart isede bugünün yahud bu vaktin farzý diye tâyin þart deðildir.

Þârih´in bu üç þeyi (yani günle ve vakitle birlikte ve bunlarsýz) mutlak zikretmesi vakit içinde veya dýþýnda kýlmaya, vaktin çýktýðýný bilip bilmemeye þâmildir. Ve her mesele (üç) þekilde tasavvur olunacaðýna göre mecmuu dokuz olur. O kimse niyet ederken günü de söyler ve bugünün öðle namazýna niyet ederse üç surette de sahih olur. Nitekim bunu Þârih söyleyecektir. Niyete vaktide katar ve þu vaktin öðlenine diye niyetlenirse. vakti içinde veya dýþýnda kýlmaya. vaktin çýktýðýný bilip bilmemeye þâmildir. Ve her mesele (üç) þekilde tasavvur olunacaðýna göre mecmuu dokuz olur. O kimse niyet ederken günü de söyler ve bugünün öðle namazýna niyet ederse üç surette de sahih olur. Nitekim bunu Þârih söyleyecektir. Niyete vaktide katar ve þu vaktin öðlenine diye niyetlenirse, vakit içinde olmak þartiyle bir kelime ile bütün ulemaya göre sahihtir. Vakit dýþýnda ise vaktin çýktýðýný da bilirse Þurunbulâlî´nin «Dürer»den anladýðýna göre gene sahihtir. Çünkü ikindi vaktinin öðleni yoktur. Binaenaleyh bu sözle bu vakitte kaza ettiði öðle namazýný murad etmiþ demektir. Vaktin dýþýnda olup vaktin çýktýðýný da bilmezse sahih deðildir. Nitekim «Fetih», «Hâniye», «Hulâsa» ve baþka kitaplarda da böyle denilmiþtir.

Musannýf katiyetle buna kail olmuþ, Þârih dahi az ileride geleceði vecihle buna cezm etmiþtir. «Nehir» sahibinin de Zeyleî´nin ibâresinden anladýðý budur. Ama «Bahýr» sahibinin anladýðý baþkadýr. Bu da Þârih´in buradaki mutlak sözünün iktiza ettiði gibi sahih olmasýdýr. «Münye»de «Muhit»ten naklen «Muhtar olan kavil budur.» denilmiþ ise de «Münye» þârihi bunu reddetmiþ «Bilakis «Hýlye»de bunun yanlýþ olduðu söylememiþtir. Doðrusu meþhur eserlerde belirtildiði vecihle sahih olmamasýdýr.» demiþtir. Ama niyeti tâyin ederken baþka hiçbir þey söylemeyip mutlak surette öðlene niyet ederse, vakit içinde olduðu takdirde bu hususta iki sahih kavil vardýr. Birinci kavle göre sahih deðildir. Çünkü vakit baþka bir günün öðlenini kabul eder. Ýkinci kavle göre sahihtir. Çünkü vakit o namaz için muayyen olmuþtur. «Fetih»de «Mi´rac» ve «Eþbah» sahibi de bu kavli tercih etmiþ, «Ýnâye» sahibi bunu daha açýk görmüþ. sonra þunu söylemiþtir:

«Ben derim ki: Önceki þart yani kalbiyle hangi namazý kýldýðýný bilmesi bu sözleri ve baþkalarýný kökünden kazýr. Zira itimad onadýr. Ayýrmak onunla hâsýl olur maksat da budur».

Vakit dýþýnda ise vaktin çýktýðýný bilmediði takdirde «Nehir» sahibi þöyle diyor: «Zahîriye»den anlaþýldýðýna göre tercih edilen kavil câiz olmasýdýr. Vaktin çýktýðýný bilirse Halebî onu incelemiþ ve sahih olmadýðýný söylemiþtir. Tahtavî ise ona muhalefet etmiþtir.

Ben derim ki: En uygun olaný budur. Sebebi yukarýda naklettiðimiz «Ýnaye»nin sözüdür. Ama bugünün farzýna yahud bu vaktin farzýna diye niyet ederse hükmü dokuz kýsmý ile birlikte ilerde gelecektir. Anla!

«Esah olan kavil budur.» cümlesinden murad, öðlene niyet eder de niyetle beraber gün veya vakti söylemezse, vakit içinde niyet ettiði takdirde esah kavle göre niyet sahihdir. Nitekim Zahîriye´de «Fetih» ve baþkalarýnda da böyle denildiðini arzetmiþtik. Bu söz «Hulâsa» sahibinin (sahih deðildir), iddiasýna red cevabýdýr. Nitekim «Bahýr» ve «Nehir» sahipleri de nakletmiþlerdir. Zahîriye´nin sözüne reddiye deðildir. Anla!

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 16:05:01
METÝN

Velev ki kýlýnan kazâ olsun lâkin mutemed olan kavle göre filan günün öðlesini diye tâyin eder. En kolayý en evvel kazaya kalan öðleye yahud en sonra kazaya kalan öðleye diye niyet etmektir. Kuhistânî´de «Münye»den naklen esah kavle göre bunun þart olmadýðý bildirilmiþtir. Kitabýn sonunda gelecektir.

Vacip namaza dahi niyet ederken onun vitir mi, nezir mý yoksa tilâvet secdesi mi olduðunu tâyin þarttýr. Þükür secdesi de böyledir. Fakat sehiv secdesi bunun hilâfýnadýr. Rekât sayýsýný tayýn þart deðildir. Çünkü rekât sayýsý zýmmen hâsýl olur. Binaenaleyh bunda hata zarar etmez.

ÝZAH

Filan günün öðleni diye tâyin kýlýnacak namazlar çok olduðuna göredir. Namaz bir tane ise buna hâcet yoktur. Meselâ zimmetinde kazaya kalmýþ bir öðle namazý varsa kazaya kalan öðle namazýna diye niyet etmesi kâfi gelir. Velev ki hangi günün öðleni olduðunu bilmesin. Bunu «Hýlye» sahibi söylemiþtir. Anla!

Mutemed kavlin mukabili «Muhit»te nakledilen þu sözdür: «Kaza namazlarýnýn çokluðu sebebiyle bir kimseden tertip sâkýt olursa sadece öðleye diye niyet etmesi kâfi gelir». Yani oruca kýyasen gün tâyini lâzým gelmez. Kaza namazlarý çok olur da hangi güne ait olduklarýný bilemediði iki öðle namazýný kýlmak isterse kolaylýk olmak üzere ya en evvel yahud en sonra kalan öðleye diye niyet eder. Kuhistânî´nin esah dediði kavil kitabýmýzýn sonunda daðýnýk meseleler arasýnda gelecektir. Musannýf onu «Kenz»in metnine uyarak zikretmiþ, Þârih orada «Eþbah»dan naklen bunun müþkül olduðunu, Kâdýhan ve diðer ulemamýzýn söylediklerine uymadýðýný bildirmiþ, «Esah olan en evvel veya en sonra demenin þart kýlýnmasýdýr.» demiþtir.

Ben derim ki: Kezâ ayný bahiste «Mültekâ» metninde de bu kavlin sahih olduðu bildirilmiþtir.

Demek oluyor ki, bu babtaki sahih kaviller muhteliftir. Ýhtiyat olan þarttýr demektir. Burada «Fetih» sahibi dahi cezmen buna kâil olmuþtur.

«Bahýr» sâhibi bozulan nâfilelerle bayram namazlarýný ve iki rekât tavaf namazýnýn kazasýný vaciplerden saymýþtýr. «Dürer»de bunlara cenaze namazý da ilâve edilmiþtir.

Lâkin «Eþbah»da þöyle deniliyor: «Hutbede farz niyeti þart deðildir. Velev ki niyeti þart koþmuþ olalým. Çünkü hutbenin nâfilesi yoktur. Cenaze namazýnýn da böyle olmasý gerekir. Zira cenaze namazý yalnýz farz olur. Nitekim ulema bunu söylemiþlerdir. Onun için nâfile olarak kaza edilmez». Ulemanýn cenaze namazýnda Allah için namaza, meyyit için duaya niyet edileceðini bildirmeleri de bunu te´yid eder. Farz olduðunun tâyinini zikretmemiþlerdir.

Þârih, vitir gibi vacip bir namaza niyet ederken vacip olduðunu söylemeye hacet bulunmadýðýna iþâret etmiþtir. Çünkü bunda ihtilâf vardýr. Yani o kimseye vücûbu tâyin lâzým deðildir. Maksat. vacip olduðuna niyetlenmeyi yasak etmek de deðildir. Zira vitir namazýný kýlan Hanefî ise itikadýna uymak için onun vacip olduðuna niyet etmesi gerekir. Hanefî deðilse ona da bu niyet zarar vermez. Bunu «Bahýr» sahibi vitir babýnda söylemiþtir. Sonra bilmiþ ol ki «Aynî» þerhinde, «Vitire gelince esah kavle göre ona mutlak niyet kâfidir.» denilmiþse de bu söz müþküldür. Çünkü bundan anlaþýldýðýna göre nâfilede olduðu gibi vitirde de mutlak olarak namaza niyet kâfidir. Ancak bu söz «Zeyleî»den naklettiðimiz vitire niyet mutlaktýr, ibaresine hamledilirse doðrudur. Onun içindir ki vitire mutlak niyet kâfidir demiþ mutlak, namaz niyeti kâfi demiþtir. Halbuki bu iki tâbir arasýnda ince bir fark vardýr. Ve bunda bizim söylediklerimize gizli iþâret mevcuddur. Tedebbür eyle!

Nezir bazen geçerli bazen mutlak olur. Meselâ, hastam düzelirse yahud filan gelirse gibi sözlerle ta´lik yapýlýr. Þu halde anlaþýlýyor ki, bunun tâyini de mutlaka lâzýmdýr. Zira nezirin sebepleri çeþidli olduðu gibi tâ´lik nevileri de muhteliftir. Burada tayinin lüzumuna delil farzda meselâ öðle namazý gibi bir sözle tahsis etmeksizin sýrf farz sözüyle yetinmenin kâfi gelmemesidir. Bunu Halebî söylemiþtir.

Ben derim ki: Bu, ancak baþka namazlar bulunduðu vakit meydana çýkar. Nitekim üzerinde hem geçerli nezir, hem de mutlak nezir yahud ayrý ayrý iki þeye ta´lik edilmiþ iki nezir bulunursa tâyin lâzýmdýr. Aksi halde tâyinin lüzumu aþikâr deðildir. Nitekim az yukarý da «Hýlye»den naklen geçmiþ namazýn kazasý hakkýnda arzetmiþtik. Anla!

Vacibin tilâvet secdesi olduðunu tâyin de þarttýr. Meðer ki namazda okuyup da derhal secde etmiþ olsun. Secde âyeti tekrar tekrar okunursa yapýlacak tilâvet secdelerinin tâyini icap etmez. Nitekim inþallah bâbýnda gelecektir.

Þârih burada «Þükür secdesi de böyledir. Fakat sehiv secdesi bunun hilâfýnadýr.» diyorsa da benim «Nehir»de gördüðüm onun söylediðinin aksinedir. Galiba en münasibi buradakinin yalnýz þükür secdesine nisbetle olmasýdýr. Çünkü secde bazen âyetini okumak ve þükür gibi bir sebeple bazen de hiç sebepsiz olur. Bunu avam takýmý namazdan sonra yaparlar ki mekruhtur. Nitekim Zâhidî nassan söylemiþtir. Muhtelif secdeler bulununca sebebi göstermek için tâyin þarttýr. Böyle olmazsa tâyin bilittifak mekruhtur. Yine bu esasa ibtinâ eden bir meseledir ki, bir kimse bu secdede uyur veya bunun için teyemmüm ederse yaptýðý secde meþru olduðu takdirde abdesti bozulur. Aldýðý teyemmümle namazý câiz olur. Aksi takdirde abdesti bozulmaz ve o teyemmümle namazý sahih olmaz. Nitekim ulema bunu þükür secdesinin meþru olup olmadýðý hususunda Ýmam A´zam´la Ýmameyn arasýndaki ihtilâfýn semeresini anlatýrken söylemiþlerdir. Bundan anlaþýlýyor ki, meþru olanla olmayan birbirinden ayrýlsýn diye secdenin tâyini þarttýr. «Nâfilede yukarý da geçtiði vecihle tayin þart deðildir. Secde-i þükür ise meþru olduðunu bildiren kavle göre nâfiledir. Binaenaleyh onun tâyini de þart deðildir.» denilirse þöyle cevap veririz:

Bu söylenen, bu hükümden hariçtir. Þu delil ile ki namaz haddi zatýnda ibadettir; meþruiyet ondan ancak ârýzî bir sebeple nefi edilebilir. Namaz dýþýnda yapýlan secde bunun hilâfýnadýr. Çünkü o haddi zatýnda ibâdet deðil, þükür veya tilâvet gibi ârýzî bir sebeple ibâdet olur. Þu halde mutlak olan namaz tâbiri meþru olan nâfileye hamledilir. Onun için de tâyin þart kýlýnmamýþtýr. Mutlak secde böyle deðildir. Ondan meþru olmayan secde anlaþýlýr. Çünkü secde ancak bir sebeple meþru olmuþtur. Binaenaleyh secdenin meþru olmasý için bu sebebin tâyini mutlaka lâzýmdýr. Kezâ meþru olmak hususunda tilâvet ve sehiv gibi secdeye rakîp olan diðer þeylerden ayrýlsýn diye tâyin lâzýmdýr. Anla! Âcizâne burada benim anladýðým budur.

Sehiv secdesine gelince: Halebî´nin ifâdesine göre bu secde namazdaki bir vâcibi tamamladýðý için o vacibin bedeli olur. Namazýn cüzlerine niyet þart olmadýðý gibi bedeline niyet de þart deðildir. Sonra «Eþbah»da þöyle denildiðini gördüm: «Mutlak namaz ancak niyetle sahih olur. Tilâvet secdesi ile þükür secdesi ve sehiv secdesi de namaz gibidir». En doðrusu bu olsa gerektir.

TETÝMME:
Þârih, namaz secdesini zikretmemiþtir. Bu secde yerinden bir rekât fâsýla ile ayrýlýrsa hükmü secde için niyet etmenin vâcip olmasýdýr. Bir rekattan az fâsýla ile ayrýlmýþsa niyet vacip deðildir. «Fetevây-ý Hindiye»de de böyle denilmiþtir. Teemmül eyle!

Rekât sayýsýnda hata zarar etmez. «Eþbah»da þöyle denilmiþtir: «Tâyýn þart olmayan þeyde hata zarar etmez. Namazýn yerini.zamanýný ve rekâtlarýný tâyin ederken hataya düþmek bu kabildendir. Edâ diye tâyin edip de sonradan vaktin çýktýðý anlaþýlmak ve kaza diye tayin edip de vaktin çýkmadýðý anlaþýlmak dahi bu kabildendir. «Camiu´l-Feteva»da «Hâniye»den naklen bildirildiðine göre efdal olan rekât sayýsýna niyet etmektir. «Câmî» sahibi sonra þöyle demiþtir: «Bazýlarý rekât sayýsýný söylemenin mekruh olduðunu bildirmiþlerdir. Çünkü fâidesizdir, ona hacet yoktun». Ýkinci kavil teemmülden hâlî deðildir.

METÝN

Ýmama uyan kimse uymaya niyet eder. Musannýf uymaya dahi dememiþtir. Çünkü imama uymayý veya imamýn namazýna baþlamayý niyet eder de namazý tayin etmezse esah kavle göre câiz olur. Velev ki imamýn namazýný bilmesin. Çünkü kendini imamýn namazýna tâbi yapmýþtýr. Ýmamýn namazýna niyet ederse böyle deðildir. Esah kavle göre velev ki imamýn tekbirini beklemiþ olsun. Zira burada imama uymaya niyet yoktur. Muhtar kavle göre bu ancak cuma, cenaze ve bayram namazlarýnda câiz olur. Çünkü bunlar .hassaten cemaatle kýlýnýrlar. Ama vakit varken vaktin farzýna diye niyet etse câiz olur. Bundan ancak cuma namazý müstesnadýr. Çünkü cuma namazý bedeldir.

ÝZAH

Ýmamýn imam olmaya niyet etmesine hacet yoktur. Nitekim gelecektir. Musannýf uymaya dahi tâbirini kullanmamýþ, fakat ayný tabiri «Kenz» ve «Mültekâ» sahipleriyle diðer ulema kullanmýþlardýr. «Esah kavle göre câiz olur.» ifâdesini «Zeyleî» ve baþkalarý da bu þekilde nakletmiþlerdir.

«Bahýr» sahibi diyor ki: «Lâkin «Hâniye»de birinci meseleyi anlattýktan sonra þöyle denilmiþtir: Câiz deðildir. Çünkü imama uymak farzda olduðu gibi nâfilede de olur. Bazýlarý câiz olur demiþlerdir». «Münye» þerhinde þöyle deniliyor: «Böylece anlaþýlýyor ki câizdir diyenler ulemadan bazýlarýdýr. Câiz olmamasý ise tercih edilen kavildir».

Ben derim ki: Metin sahiplerinin, «Ýmama uymaya da» niyet eder. sözleri bunu te´yid ettiði gibi «Hidâye» sahibinin, «Namaza ve imama uymaya niyet eder» sözü dahi bunu te´yid eder. Bu sözün bir misli «Mecma»da ve birçok kitaplarda mevcuttur. Hatta «Menba» nam eserde «Ýma.ma uymayý bil´icmâ niyet eder.» denilmiþtir.

Ýkinci mesele metinlerde bildirilene muhalif deðildir. Çünkü bunda imama uymakla beraber tâyin vardýr. Onun için «Hâniye» sahibi, «Çünkü bu adam imamýn namazýna baþlamayý niyet edince imamýn kýldýðý farza ona uyarak niyet etmiþ gibidir.» demiþtir. Tedebbür eyle !

Bu sözün müktezâsý bu adam açýk açýk imama uymaya niyet etmese de namaza girmesi sahihdir. Ve imama uymuþ sayýlýr demektir. Lâkin «Fetih»te þöyle denilmiþtir: «Bir kimse imamýn namazýna baþlamayý niyet ederse «Zahîru´d-Dînsin bildirdiðine göre bu niyete «Uydum þu imama» ifâdesini ziyade etmesi gerekir». «Zira burada imama uymaya niyet yoktur.» cümlesi yukarýdaki «Ýmamýn namazýna niyet böyle deðildir ilh...» sözünün illetidir. Çünkü birincide yalnýz namazý tâyin etmiþtir. Bundan imama uymaya niyet lâzým gelmez. Ýkincide ise beklemek bazen imama uymak için, bazen duada olduðu için yapýlýr. Binaenaleyh þek ile imama uymuþ sayýlmaz. «Bedâyî»de de böyle denilmiþtir. Bazýlarý imamý bekler de sonra tekbir alýrsa sahih olur demiþlerdir. Bu kavli Münye» þarihi beðenmiþtir. Çünkü beklemesi niyet yerine geçer.

Ben derim ki: Þüphesiz sözümüz, imama uymak kalbinden geçmediði ve uymayý kasdetmediði hale mahsustur. Aksi takdirde niyet hakikaten mevcud olur.

Cenaze ile bayramlar meselesini ahkâm sahibi «Ömdetü´l-Müftî»den nakletmiþtir. Cuma, cenaze ve bayram namazlarý cemaate mahsus namazlar olduðu için bu namazlara niyet zýmmen imama uymaya niyet olur.

Ahkâm sahibi diyor ki: «Lâkin cenaze namazý söz götürür. Ancak cenaze namazý tekerrür etmediðine ve namazý kýldýrma hakký velîye aid olduðuna göre sadece imamla câiz olmuþtur. denilebilir». Bu ifâdeye göre mesele velî olmayan imamla kayýtlanýr. Cenaze namazýný velî olmayan biri kýldýrýr, sonra velî gelirse o imama uyduðunu niyet ederek tâyin etmesi mutlaka lâzýmdýr. Aksi takdirde kendi namazýna baþlamýþ olur. Zira velînin yalnýz baþýna bile olsa namazý tekrarlamaya hakký vardýr. Binaenaleyh onun hakkýnda bu namazýn cemaate mahsus olmasý yoktur. «Ama vakit varken vaktin farzýna diye niyet etse câiz olur». Malûmun olsun ki az yukarýda beyan ettiðimiz (dokuz) mesele burada da vardýr. Çünkü bu adam farza ya vakitle ya günle birlikte niyet edecek, yahud farzý mutlak söyleyecektir. Bunlarýn her birinde kendisi ya vaktin içinde ya vaktin dýþýndadýr. Vaktin çýktýðýný ya bilir ya bilmez. Eðer farzla birlikte günüde zikrederek günün farzýna niyetlenirse üç kýsmý ile birlikte sahih olmaz. Çünkü farz muhteliftir. Mutlak söylerse hüküm yine böyledir. Vaktin farzýna derse vakit içinde kýldýðý takdirde câizdir. Musannýfýn söylediði de budur. Vaktin çýktýðýný bildiði halde vakit dýþýnda olursa Halebî câiz deðildir, demiþtir.

Ben derim ki: «Eþbah» sahibinin «Binâye»den , naklen söylediði þu sözden hatýra gelen de odur.

Þeyhülislam Aynî´nin «Hýdaye Þerhi»dir.

«Vakit çýktýktan sonra vaktin farzýna diye niyet ederse câiz olmaz. Vaktin çýkýp çýkmadýðýnda þüphe ederse câizdir». Lâkin bu söz «Zeyleî» nin aþaðýda gelecek «bilmediði halde» demesinden anlaþýlana aykýrýdýr. Teemmül buyurulsun.

Vaktin çýktýðýný bilmediði halde olursa câiz deðildir. Çünkü Zeyleî þöyle diyor: «Vakit çýkmamýþsa meselâ vaktin öðleni yahud vaktin farzý diye niyetlenmesi kâfidir. Zira tâyýn mevcuttur. Bilmediði halde vakit çýkmýþsa câiz deðildir. Çünkü bu halde vaktin farzý öðle deðildir». Tatarhâniyye»de bildirildiðine göre vakit çýktýktan sonra çýktýðýný bilmeyerek namaz kýlar da vaktin farzý diye niyet ederse câiz olmaz. Sahih olan da budur. Lâkin «Eþbah»ýn yukarda naklettiðimiz sözü buna muhaliftir. Orada vaktin çýktýðýnda þüphe ederse câizdir denilmiþti. Buna þöyle cevap verilebilir:

Mesele sahih olan hilâfa göredir. Þüphe ile bilmemek arasýnda fark yaparak verilen cevap söz götürür. Öðle vaktinin çýktýðýný bilmeyen ve vaktin farzýna niyet eden kimsenin muradý öðle vaktidir. Çünkü vaktin çýkmadýðýný zanneder. Böyle olduðu halde biz sahih kavle göre câiz deðildir, dedik. Vaktin çýkýp çýkmadýðýnda þüphe edenin namazýnýn câiz olmamasý evleviyette kalýr. Anla!

Bize göre cuma günü vaktin farzý öðle namazýdýr. Lâkin öðleni zimmetten iskat için cuma namazý emir olunmuþtur. Onun için bir kimse cuma namazý kýlýnmadan öðleyi kýlsa bize göre câizdir. Ýmam Züfer´le Eimme-i selâse buna muhâliftir. Velev ki sadece öðle ile yetinmek haram olsun. «Münye» þerhinde böyle denilmiþtir. Lâkin Cuma Bahsinde geleceði vecihle mutemed kavle göre cuma namazý bedel deðil, asýldýr. O kavlin zaif olduðunu inþallah orada izah edeceðiz.

METÝN

Meðer ki o þahsýn itikadýna göre kýldýðý namaz vaktin farzý olsun. Bu takdirde sahihtir. Nitekim bazý ulemanýn reyi budur. Vaktin öðleni diye niyet ederse vakit çýkmamýþ olmak þartiyle câizdir. Velev ki cuma namazýnda olsun. Vakit çýkmýþ fakat o þahýs çýktýðýný bilmiyorsa esah kavle göre sahih deðildir. Vaktin farzýna diye niyet de böyledir. En iyisi bugünün öðlenine diye niyetlenmelidir. Çünkü bu mutlak surette câizdir. Edâ niyetiyle kaza ve onun aksi (yani kaza niyetiyle eda) câizdir. Muhtar olan kavil budur.

ÝZAH

«Velev ki cuma namazýnda olsun» cümlesi «Þurunbulâliyye»de de mevcuttur. Halebî, «Ben bunun vechini anlayamadým.» diyor.

Ben derim ki: Ýhtimal ki murad þudur: Özgür sahibi bir kimse cuma günü vaktin öðlenini niyet ederse câizdir. Yani onun itikadýna göre bu namaz vaktin farzý mýdýr deðil midir fark etmez. Bu meseleyi burada zikretmenin fâidesi de böylece anlaþýlmýþ olur. Cuma namazýnda öðleye niyet etmek ise sahih deðildir. Nitekim «Ahkâm» nam eserde Nafî´den rivayet edilmiþtir. Ayný eserde «Muhtar» þerhi «Feyzü´l-Gaffar´dan naklen þöyle deniliyor: «Bir kimse cumadan baþka bir günde vaktin öðlenine niyet ederse vakit çýkmamýþ olmak þartiyle sahih kavle göre câizdir». Cumadan baþka sözü cumadan ihtiraz içindir. «O þahýs çýktýðýný bilmiyorsa» ifâdesinin mefhum-u muhalifi çýktýðýný bilirse sahihdir. Demek olur ki bunun doðru olduðunu evvelce «Þurunbulâliyeye»den nakletmiþtik. Þârih, «Esah kavle göre sahih deðildir.» diyor. Hatta yukarýda «Hýlye»den naklettik ki sahih olan kavil budur.

«Bahýr» sahibinin anladýðý mânâ buna muhaliftir. Velev ki hâþiye sahibi onu tercih etmiþ olsun. «Vaktin farzýna diye niyet de böyledir». Yani vaktin öðlenine niyet etmek gibidir. Vakit çýkmýþ olur da o kimse çýktýðýný bilmezse esah kavle göre câiz deðildir. Nitekim bunu az yukarý da «Tatarhâniye» ile «Zeyleî»den naklen arzetmiþtik. «Eþbah»taki bunun hilâfýnadýr. Bildiðin gibi oradaki kavil esahýn da hilâfýnadýr. Anla!

«Çünkü bu mutlak surette câizdir.» cümlesinden murad, vakit çýksa da câizdir demektir. Zira o þahýs üzerindeki borcu ödemeye niyet etmiþtir. Bu þekil niyet vaktin çýkýp çýkmadýðýnda þüphe eden kimseyi de kurtarýr. Bunu Zeyleî söylemiþtir. Yani vaktin öðlenine diye niyet etmek bunun hilâfýnadýr. Çünkü öðle, vaktin çýkmasýyla o günün öðleni olmaktan çýkmaz. Ama vaktin çýkmasýyla o vaktin öðleni olmaktan çýkar. Zira günün öðleni denilir ve vaktin öðleni denilmez. Çünkü «Edâ niyetiyle kaza câizdir». Bu ta´lil ancak eda niyet ettiðine göre açýktýr. Eda demeden niyet ederse açýk deðildir. T.

Burada münâsip olan Eþbah» sahibinin «Fetih»ten naklettiði þu ibâredir: Bir kimse vakit çýkmadý zannederek edaya diye niyet eder de sonra vaktin çýktýðý anlaþýlýrsa kýldýðý namaz kâfidir. Aksý de böyledir». Bundan sonra «Eþbah» sahibi «Keþfü´l-Esrar»dan naklederek buna þu misali vermiþtir: «Nitekim vakit çýktýktan sonra çýkmadý zanniyle bugünün öðlenini edaya niyetlenen kimsenin niyeti bu kabilden olduðu gibi ramazan hakkýnda þüphe edip bir ay araþtýrdýktan sonra eda niyetiyle oruç tutan, fakat orucu ramazandan sonraya tesadüf eden esirin niyeti de böyledir. Bunun aksi de böyledir. Yani vakit çýktý zanniyle orucunu kaza niyetiyle tutan esirin niyetleri sahihtir. Ýbâdetin sahih olmasý, niyetin aslýný yaptýðý içindir. Yalnýz zanda hata etmiþtir. Böyle yerlerde hata afv olunmuþtur».

Ben derim ki: Niyetin aslýný yapmaktan maksad, kýlmak istediði o günün öðle namazýný kalbinde tâyin etmiþtir, demektir. Bunu eda veya kaza diye vasýflandýrmasý zarar etmez. Ama öðlenin vaktinde öðle namazýna kaza diye niyet etmek, bunun hilâfýnadýr. Bu namaza bu günün öðleni diye niyet etmezse vaktin öðleni namýna kâfi deðildir. Zira kaza niyetiyle onun bugünün olmaktan çýkarmýþtýr. Vaktin öðleni olduðuna niyet etmemiþtir ki kaza vasfý laðv olsun. Binaenaleyh tâyin bulunmamýþtýr. Keza bu namaza eda diye niyetlenirse de üzerinde kazaya kalmýþ bir öðle namazý bulunsa kaza yerine geçmez. Velev ki vakit namazýný kýlmýþ olsun. Bu suretle Þâfiî´lerden birinin ortaya attýðý meselenin cevabý verilmiþ olur.

Mesele þudur: Bir kimse senelerce öðle namazýný vaktinden evvel kýlmýþ olsa, tek bir öðlen namazýný mý yoksa hepsini mi kaza edecektir?

Bu suale bazýlarý tek bir öðle namazý kaza edecektir diye cevap vermiþlerdir. Þuna binaen ki kazaya diye niyet þart deðildir. Binaenaleyh her günün öðle namazý önceki günün kazasý olur. Diðerleri bunlara muhâlefet etmiþlerdir. Þâfiî´lerin muhakkiklerinden bazýlarý iki kavlin arasýný bulmuþ ve þöyle demiþlerdir:

«Her gün üzerine farz olan öðle namazýna diye niyet eder de þimdi vaktinin girdiðini zannettiði namazla kayýtlanmazsa birincilerin dediði teayyün eder. O namaza þimdi vaktinin girdiðini zannettiði namaz diye niyetlenerek eda eder ise ikincilerin kavli teayyün eder. Çünkü o namazý vakit namazý olmasýný kastederek kaza olmaktan çýkarmýþtýr». Þüphesiz bu tafsilât bizim mezhebimizin kaidelerine de uygundur. Birincilerin sözü mezhebimize uyar. Çünkü «Zeyleî»den naklen yukarýda arzettik ki bir kimse vakit çýktýktan sonra bugünün öðleni diye niyet ederse sahih olur. Çünkü üzerindeki borcu edaya niyet etmiþtir. Burada ayný cinsten baþka namazlar da yoktur ki kaza olanýn gününü tâyin lâzým gelsin. Binaenaleyh boynuna borç olan namaza niyet etmesi kâfidir.

Nitekim «Hýlye»den naklen yukarýda geçti. Ýkincilerin sözü de mezhebimize uyar. Niçin uyduðunu az yukarýda anlattýk. Sonra bunun bizim mezhepde oruç hakkýnda açýkça beyan edildiðini gördüm. Þöyle ki:

Esir bir kimse ayý araþtýrmak suretiyle senelerce oruç tutsa da sonra her sene ramazandan önce oruç tuttuðu anlaþýlsa bazý ulemaya göre her senenin orucu önceki senenin orucu yerine geçer. Bazýlarýna göre geçmez. «Bahýr» sahibi diyor ki: «Muhit»te sahih kabul edildiðine göre bir kimse ramazan orucuna mübhem (belirsiz) olarak niyet etse kaza yerine geçer. Ýkinci sene nâmýna izahlý olarak niyet ederse kaza yerine geçmez. «Bahýr» sahibi diyor ki: «Muhit»te sahih kabul edildiðine göre vermiþtir: Bir kimse Zeyd zanný ile imama uyar da Amýr çýkarsa sahihtir. Fakat Zeyd´e uyar da Amýr çýkarsa sahih deðildir. Çünkü birincide imama uymuþtur. Yalnýz zannýnda hata etmiþtir. Ýkincide Zeyd´e uymuþtur. Zeyd olmadýðý anlaþýlýnca kimseye uymamýþ demektir.

Burada da öyledir. Her senenin orucuna üzerindeki borcu ödemek için niyet ederse o niyet birinci veya ikinci senelere deðil, boynuna borç olan oruca taallûk eder. Yalnýz zannýnda hata etmiþtir. Çünkü orucun ikinci seneye aid olduðunu sanmýþlardýr. Binaenaleyh tuttuðu oruç zannettiðine deðil, boynuna borç olan oruç yerine geçer».

«Hâsýlý boynuna borç olan oruç için hususi sene kaydý koymaksýzýn niyet ederse geçen senenin orucu yerine sahih olur. Velev ki sonra ki senenin orucu yerine geçecek zannetsin. Bu izahatý ganimet bil!

METÝN

Cenaze namazý kýlan kimse ALLAH Taâlâ için namaza niyet eder. Meyyit için duaya dahi niyetlenir. Çünkü ona vâcip olan budur. Ve, «ALLAH için namaza meyyit için duaya niyet ettim» der. Ölenin erkek mi kadýn mý olduðunda þübhe ederse, «Niyet ettim imamýn namazýný kýldýrdýðý kimsenin cenâze namazýna uydum imama» der. «Eþbah» sahibi inceleme yaparak ölenin erkek olduðuna niyet eder de kadýn çýkarsa yahud bunun aksi olursa câiz olmadýðýný, fakat ölenlerin sayýsýný tâyin zarar etmediðini söylemiþtir. Ancak ölenlerin çok olduðu anlaþýlýrsa tâyin zararlýdýr. Çünkü fazlasý için niyet etmemiþtir.

ÝZAH

Cenâze namazý hakkýnda «Münye»de de buradaki gibi denilmiþtir. «Hýlye» sahibi diyor ki: «Muhit-ý Radavî», «Tuhfe» ve «Bedâyî»de beyan edildiðine göre cuma namazýna, bayram namazýna, cenaze namazýna ve vitir namazýna diye niyetlenmek lâzýmdýr. Çünkü tâyin bununla olur. Musannýf´ýn söylediði ise sabit bir söz deðildir. Ama bununla sadece meyyit için duaya niyet kâfi gelmediðine iþaret etmiþ de olabilir. Zira cenaze namazýnda rükû, sücûd, kýraat ve teþehhüd yoktur. Buna bakarak sadece duaya niyet kâfý gelmez, demek istemiþ olabilir.

Ben derim ki: Bu söz, «Câmiu´l-Fetevâ»nýn ifadesinden daha açýktýr. Onun ifadesine göre Musannýf´ýn söylediðini yapmak mutlaka lâzým olduðu gibi ölen erkek ise namazýna erkek diye niyetlenmek, kadýn ise kadýn diye, oðlan ise oðlan, kýz ise kýz diye ayýrarak niyet etmek mutlaka lâzýmdýr. Cenazenin erkek mý, kadýn mý olduðunu bilmeyen kimse. «Niyet ettim þu imamýn, cenazesini kýldýrdýðý kimsenin cenaze namazýna» diyecektir. Düþünülmelidir!.

Az aþaðýda birinci kavili te´yid eden sözler gelecektir. Þu da var ki Halebî´nin inceleyerek beyan ettiðine göre sebebi tâyin etmekte mutlaka lâzýmdýr. Sebep bir veya fazla olan cenazedir. Ýki cenazenin birden namazýný kýlmak isterse ikisine birden niyet eder. Yalnýz birinin namazýný kýlmak isterse onu mutlaka tayin etmesi gerekir.

Þârih´in «Eþbah»dan naklen söyledikleri de bunu te´yid eder. «Çünkü ona vâcip olan budur.» cümlesini Zeyleî böyle söylemiþ «Bahýr» ve «Nehir» sahipleri de ona uymuþlardýr. Bunun vechi Ýbni Hümâm´ýn söylediði gibidir. O þöyle demiþtir: «Ulemanýn sözlerinden anlaþýlýyor ki cenaze namazýnýn rükünleri dua, kýyâm ve tekbirdir. Çünkü ulema cenaze namazýnýn hakikati duadan ibarettir. Bu namazdan maksad duadýr demiþlerdir».

«Netýf» nam eserde bildirildiðine göre cenâze namazý Ebu Hanîfe ile eshabýnýn kavillerine göre hakikatte duadýr. Namaz deðildir. Çünkü onda kýraat, rükû ve sücûd yoktur. Hakikatý dua olduðuna göre farz olmasý da içinde dua edildiðindendir. «Bahýr» sahibinin ve diðerlerinin tercih ettiði gibi biz de bu namazda dua rükûn deðildir dersek, «Çünkü ona vacip olan budur» cümlesindeki zamir duaya râcidir. Dua rükündür dersek mesele meydandadýr. Sair rükünler arasýndan bunu hassaten zikretmesi bütün rükünlerden maksad dua olduðu içindir. Dua sünnettir dersek duadan murad namazda okunan duanýn kendisi deðil, namazýn mahiyyetidir. Çünkü cenaze namazýnýn hakikatinin dua olduðunu biliyorsun. Namaz kýlan meyyit için þefaatcýdýr. O, bizzat bu namazla meyyite dua etmektedir. Velev ki duayý dili ile söylemesin. Þu halde «Çünkü ona vacip olan budur.» cümlesi ile «Çünkü ona vacip olan namazdýr». denilmiþ gibi olur. Burasýný böyle halletmek icap eder. Anla!

Halebî´nin beyânýna göre Þârih, «Allah için namaza, meyyit için duaya niyet ettim» der, sözü ile kâmil niyeti beyan etmiþtir.

Ben derim ki: «Fetevây-ý Hindiye»nin Cenaze Bahsinde muzmerattan naklen þöyle denilmektedir: «Ýmam ve cemaat niyet ederken, ALLAH´a ibadet için Kâbe´ye dönerek ve imama uyarak þu farîzayý edaya niyet ettim derler. Ýmam kalbi ile cenaze namazýný eda ettiðini düþünse namaz sahih olur. Cemaat de uydum imama dese câizdir». Bu izahtan anlaþýlýr ki cenaze namazýna niyet için Musannýf´ýn söylediði siga þart deðildir. Sadece kalbi ile cenaze namazýný edaya niyet kâfidir. Nitekim «Hýlye»den naklen yukarýda arzettik. Cenazenin erkek mi, kadýn mý olduðunu tayine lüzum olmadýðýný da bildirdik. «Câmiu´l-Fetevâ»dan naklen yukarýda geçen sözler buna muhaliftir.

Cenazeye erkek diye niyet eder de kadýn olduðu anlaþýlýrsa namaz câiz deðildir. Çünkü cenaze imam gibidir. Onu tâyinde yapýlan hata imamýn tâyininde yapýlan hatâ gibidir. H.

Yani kimin namazýný kýlacaðýný tayin edince onun namazý boynuna borç olur. Velev ki tâyinin aslý lâzým olmasýn. Nitekim az yukarýda gördük.

«Tahtavî»den «Bahýr»dan naklen þöyle denilmiþtir: «Cenazeyi filanca zannederek namaza niyetlenir de baþkasý çýkarsa namaz sahihdir. Fakat filanýn namazýna diye niyetlenir de baþkasý çýkarsa sahih deðildir. Namaza adý filan olan þu cenazeye diye niyetlenir de baþkasý çýkarsa câizdir. Çünkü þu diyerek iþaretle cenazeyi tarif etmiþtir, Ýsmin yanlýþlýðýna itibar yoktur». Bu izahata göre meselemizdeki câiz olmama suretini iþaret etmediði zaman diye kayýtlamak gerekir. Teemmül et!.

Cenâze namazý kýlacak olan kimse cenazelerin sayýsýný tâyin ederse tâyin doðru olsun, yanlýþ olsun hiçbir surette zarar etmez. Yalnýz cenazelerin sayýsý onun tâyin ettiðinden daha fazla olursa zarar eder. Çünkü fazlasý için niyet etmemiþtir. Buradaki «tayin zarar etmez» terkibinin sahih mânâsý budur. Anla!

«Ancak ölenlerin çok olduðu anlaþýlýrsa tâyin zarar eder. Çünkü fazlasý için niyet etmemiþtir». Bu söz tâyinde hata eden imam olduðuna göre açýktýr. Fakat imama uyan kimse tâyin yapar da yanýlýrsa, meselâ «Ýmamýn namazlarýný kýldýðý þu on kiþinin namazlarýna niyet ettim» der de ondan fazla olduklarý meydana çýkarsa zarar etmez. Hem câiz olmamak meselesi imamýn meselâ «On kiþinin cenâze namazlarýna niyet ettim» dediði surete mahsustur. Ýmam, «Þu on kiþinin namazlarýna niyet ettim» der de sonra fazla olduklarý anlaþýlýrsa câiz olacaðýnda söz yoktur. Çünkü iþaret etmiþtir. Bîrî, «Çünkü fazlasý için niyet etmemiþtir.» ifâdesi üzerine, «O halde kaç sayý tâyin etti ise o kadarýnýn namazý sahih olmak iktiza eder» denilemez. Zira her sayý muayyenin üzerine ziyâde diye tavsif edilebileceðine göre bütün sayýlar bâtýldýr demiþtir». T.

METÝN

Ýmam yalnýz kendi namazýna niyet eder. Erkeklere imam olursa imama uymanýn sahih olmasý için uyanlara imam olmaya niyet etmek þart deðildir. Yalnýz birisi kendisine uyarken sevaba nâil olmak için ona imam olmaya niyet etmesi þarttýr. Daha önce þart deðildir. Nitekim bunu «Eþbah» sahibi incelemiþtir. Binaenaleyh imam kimseye imam olmayacaðýna yemin etse, imam olmaya niyet etmedikçe yemini bozulmaz. Kadýnlara imam olursa kadýn bir erkeðe muvazi olarak cenazeden baþka bir namazda kendisine uyduðu takdirde imama uymasý sahih olmak için ona imam olmaya niyet etmesi lâzým gelir. Tâ ki iltizam etmeksizin mühâzat suretiyle fesad lâzým gelmesin.

Kadýn, erkeðin hizâsýnda imama uymazsa meselesinde ihtilâf edilmiþtir. Bazýlarý þart olduðunu söylemiþ birtakýmlarý cenazede bil´icmâ cuma ve bayramda ise esah kavle göre þart olmadýðý gibi burada da þart deðildir. demiþlerdir. Bunu «Hulâsa» ve «Eþbah» sahipleri söylemiþtir. Bu kavle göre kadýn hiçbir erkeðin hizâsýnda durmazsa namazý tamamdýr. Aksi takdirde namaz tamam deðildir.

ÝZAH

Ýmam yalnýz, kendi namazýna niyet eder. Çünkü kendi hakkýnda yalnýz kýlan gibidir. Bahýr.

Yani yalnýz kýlan hakkýnda yukarda geçtiði vecihle nasýl bir þey ziyade etmeden namaza niyet þart ise bunda da öyledir. Ýmama uyan hakkýnda böyle deðildir. Þu halde bu ifâdeden maksat imamýn cemaat gibi olduðunu vehmedip cemaat olana imama uymaya niyet etmek nasýl þart ise, imamýn da imam olmaya niyet etmesi þarttýr. Çünkü her ikisi bir namazda müþterektir, denilmemesidir. Fark þudur: Ýmama uyan kimseye namazýn bozulmasý imam tarafýndan lâzým gelir. Binaenaleyh ona imam olmayý iltizam etmesi mutlaka lâzýmdýr. Nitekim kadýnlara imam olmayý niyet etmesi de bunun için þarttýr. Nasýl ki az sonra gelecektir.

«Ýmam olmaya niyet etmedikçe yemin bozulmaz ilh...» cümlesi hakkýnda «Bahýr» sahibi þöyle diyor: «Çünkü yeminin bozulmasýnýn þartý imam olmayý kasdetmektir. Niyet etmedikçe bu þart mevcut deðildir». Lâkin «Eþbah» sahibi þunu söylemiþtir: «Ýmam kimseye imam olmayacaðýna yemin eder de biri kendisine uyarsa uymasý sahih olur. Acaba yemini bozulmuþ olur mu? «Hâniye»de bildirildiðine göre kazaen yemin bozulur; diyâneten bozulmaz (yani mahkemece yemin bozulur, ALLAH ile kul arasýnda bozulmaz). Meðer ki namaza baþlamazdan önce yeminine þâhid getirmiþ olsun! O zaman kazaen dahi yemini bozulmaz.

Keza bu adam cuma namazýnda cemaate imam olursa namaz sahihdir. Kazaen yemim bozulur. Cenaze namazýnda ve tilâvet secdesinde cemâate imam olursa yemini asla bozulmaz. Filan kimseye imam olmayacaðýna yemin eder de bu adam müstesnâ olmak üzere cemaate imam olursa o kimse cemaatle beraber kendisine uyduðu takdirde bilmese bile yemini bozulur. Çünkü baþkasýna imam olunca istisna ettiði o þahsa da imam olmuþ demektir. Ancak yalnýz erkeklere imam olmayý niyet eder de kadýnlara imamlýðý niyet etmezse kadýnlarýn uymasý câiz deðildir. Nitekim «Netýf»de böyle denilmiþtir. þimdi birinci surette kazaen yemini nasýl bozulduðu kalýr.

Ýmamlýk yukarda arzettiðimiz gibi niyetsiz de sahih olur! Onun için o kimsenin cumasý da sahihtir. Halbuki cumanýn þartý cemaat bulunmaktýr. Lâkin o kimseye iltizam etmeden yemininin bozulmasý lâzým gelmediði için diyâneten ancak imamlýða niyet ederse yemini bozulur. Ben böyle anladým. Sen Teemmül et!

Kadýnlara imam olurken cenaze namazýndan baþka bir namaz diye kayýtlanmasý cenaze namazýnda imam olursa kadýnlara imam olmaya niyet etmesi bilittifak þart olmadýðý içindir. Bunu ileride anlatacaktýr. Kadýna imam olmaya niyet. namaza baþlarken yapýlýr. Namaza baþladýktan sonra câiz deðildir. Nitekim Musannýf bunu Ýmamlýk Babýnda söyleyecektir. Niyet ederken kadýnýn orada bulunmasý bir rivayette þart. bir rivayette þart deðildir. «Bahýr» sahibi bu ikinci kavli daha makul görmüþtür. «Ta ki iltizam etmeksizin muhazât suretiyle fesad lâzým gelmesin» cümlesinin hâsýlý þudur:

«Ýmam, kadýna imam olmayý niyet etmeden kadýnýn ona uymasý sahih olsaydý muhazât halinde erkeðin namazýnýn iltizam etmeksizin bozulmasý lâzým gelirdi. Bu ise câiz deðildir. Ýltizam etmesi ona imam olmayý niyet etmektir. Cenaze namazýnda kadýna imam olmak için niyet etmek bilittifak þart deðildir. Çünkü bu namazda erkekle kadýnýn yan yana durmasý namazý bozmaz».

«Bu kavle göre» yani kadýnýn imama uyabilmesi için imamýn ona imam olmaya niyet etmesi þart deðildir, diyen kavle göre kadýnýn imama uymasý sahihtir. Lâkin henüz ilerlememiþ ve gerek imam, gerekse cemaatten hiçbir erkeðin hizasýnda durmamýþ olmasý þarttýr. Bu takdirde imama uyarak namazý tamam olur. Aksi takdirde yani ilerler ve bir erkeðin hizasýnda durursa imama uymasý bozulur, namazý da tamam olmaz. Nitekim «Hýlye»de de böyle denilmiþtir. Bu yalnýz cuma ile bayram da þart deðildir. Anla!

METÝN

Tercih edilen kavle göre kýbleye karþý dönmeyi niyet etmek mutlak surette þart deðildir. Bazýlarý «Kâbe´nin binasýný veya Makam-ý Ýbrahimi yahud mescidin mihrabýný niyet etse câiz olmaz.» demiþlerse de bu söz mercûh (yani terk edilen) kavle göredir. Nitekim imama uymanýn sahih olmasý için imam tâyini de þart deðildir. Ýmam Zeyd´dir zannederek uyar da sonra Bekir olduðu meydana çýkarsa namaz sahihdir. Ancak imamý ismen tayin eder de sonra baþkasýnýn imam olduðu anlaþýlýrsa namaz sahih olmaz. Ama mihrap gibi bir yerde duran imamý Zeyd bilir de sonra baþkasý çýkarsa yahud iþaret eder, meselâ þu gence uymaya niyet ettim der de o þahýs ihtiyar çýkarsa namaz sahih deðildir. Aksini söylerse sahihtir. Çünkü ilminden dolayý genç erkeðe de þeyh denir. (Þeyh kelimesi Arapçada hem ihtiyar, hem hoca efendi mânâsýnda kullanýlýr. ilminden dolayý genç erkeðe de þeyh denir. Sözünün mânâsý budur). «Müçtebâ»da þöyle deniliyor: «Bir kimse kendi mezhebinden olmayan imamýn arkasýnda namaz kýlmaya niyet eder de sonra imamýn kendi mezhebinden olmadýðý anlaþýlýrsa namazý câiz deðildir».

FAÝDE: Bize göre itibar, verilen isme olduðu için Peygamber (s.a.v.)´in mescidinde kýlýnan namazýn sevabý onun zamanýndaki namaza mahsus deðildir. Bu bellenmelidir!

ÎZAH

Kýbleye karþý dönmeyi niyet etmek mutlak surette þart deðildir. Yani, yakýnda bulunup Kâbe´yi görene de uzaklardakine de þart deðildir. Çünkü Kâbe´nin bulunduðu tarafa dönmek Kâbe´nin âynýný niyet etmeden de mümkündür. Þart olan Kabe´nin bulunduðu tarafa dönmektir. Sair þartlarda olduðu gibi bunda da niyet lâzým deðildir. Mercûh kavil þudur: «Kâbe´ye uzak veya yakýn bulunan herkesin bizzat Kâbe´ye isabet etmek þartiyle ona dönmeleri farzdýr. Ama uzak olanlara bu imkân yalnýz niyette kaldýðý için hüküm niyete intikal etmiþtir».

Kabe´nin binâsýna dönmeyi niyet etmek câiz deðildir. Çünkü Kabe´ den murad binasý deðil, arsasýdýr. Mihrab da Kübe´nin alâmetidir. Makam-ý Ýbrâhim, Hazret-i Ýbrahim aleyhisselamýn Kâbe´yi bîna ederken üzerine bindiði taþtýr. Bu söz metinde de beyan edildiði vecihle mercûh kavle göre söylenmiþtir. Nitekim böyle olduðu «Hýlye»den naklen «Bahýr»da da beyan edilmiþtir. Ve açýktýr. Çünkü Kabe´yi niyet etmek þarttýr, diyene göre bu niyet olmaksýzýn namaz câiz deðildir. Kabe´den baþkasýný niyet ederse namazýn câiz olmayacaðý evleviyette kalýr.

Biliyorsun ki Kâbe arsanýn ismidir. Binâyý veya mihrabý veya Makam-ý Ýbrahim´i niyet eden Kâbe´yi niyet etmemiþ demektir. Ýþte mercûh yani, terk edilen kavil budur. Tercih edilen makbul kavle göre ise Kâbe´yi niyet þart olmadýðý için kýbleye karþý dönmek tahakkuk ettikten sonra baþkasýna niyet etmek zarar etmez. Þart olan kýblenin bulunduðu tarafa dönmektir. Lâkin bu söze Ýsmail Nablûsî itiraz etmiþ, bunun kabul edilmeyeceðini söylemiþtir. Çünkü «Bedâyî»de, «Efdal olan Kâbe´yi niyet etmemektir. Zira döndüðü cihetin Kâbe hizasýna gelmemesi ihtimali vardýr. Böyle olursa namazý câiz deðildir.» denilmiþtir. «Bedâyî»nin bu sözünden anlaþýlan þudur:

Bir kimse niyet ettiði tarafýn aksine dönerse namazý câiz deðildir. Lâkin Kâbe´nin binasýný ve emsalini niyet eden kimsenin namazý câiz olmayacaðýna bu sözde delâlet olmadýðý meydandadýr. O, sadece böyle yapýlmamasý efdal olduðuna delâlet ediyor. Binaenaleyh Þârih´in «Bahýr» ve «Hýlye»ye uyarak burada söyledikleri doðrudur. Anla!..

Evet, «Münye» þerhinde bildirildiðine göre kýbleye niyet þart deðil ise de kýbleden dönmemeye niyet þarttýr. Bu izaha göre mesele mercûh kavle göre deðil, tercih edilen makbul kavle göre getirilmiþtir. Bir kimse imam Zeyd´dir zannederek ona uyar da sonra baþkasý olduðu anlaþýlýrsa namaz sahihdir. Çünkü o kimse mevcud imama uymayý niyet etmiþtir. Ýsmini baþka zannetmesi zarar etmez. «Hýlye»de, «Ýtibar gördüðüne deðil, niyet ettiðinedir.» denilmiþtir.

Bu izahtan anlaþýldýðýna göre imamýn Zeyd olduðunu itikad etse de baþkasý çýksa hüküm yine birdir. Çünkü gerek zan, gerek itikad suretiyle olsun o þahýs bu imama uymaya niyet etmiþtir. Anla!

Ancak imamý ismen tayin eder yani, mevcud imama uymayý niyet etmez de ismini söylesin söylemesin Zeyd´e uymayý niyet ederse, baþkasý çýktýðý takdirde namaz sahih olmaz. Çünkü «Münye»de þöyle denilmiþtir: «Ancak Zeyd´e uymaya niyet ettim der yahud ona uymaya niyet ederse o baþka». Burada imamýn Amýr olduðu anlaþýlýnca imama uymasý sahih deðildir. Çünkü itibar niyet ettiðinedir. O þahsýn niyeti bu imamdan baþkasýna uymaktý.

«Ancak hususî bir sýfatla iþaret eden meselâ þu gence uymaya niyet ettim der de o þahýs ihtiyar çýkarsa namaz sahih deðildir». Bu söze þöyle itiraz edilmiþtir:

«Bu surette iþaretle isim bir araya gelmiþtir. Binaenaleyh ismin laðv olmasý (hükümsüz kalmasý) icap ederdi. Nasýl ki Zeyd olan þu imama uydum dese isim laðv olurdu». Cevap þudur:

Ýsmi hükümsüz býrakmak mutlak deðildir. «Hidâye»nin Mehir Bâbýnda þöyle denilmiþtir: «Kaide þudur ki mehr-i müsemma (adý konmuþ mehir) iþaret edilenin cinsinden ise akd iþaret edilen üzerine olur. Çünkü adý konulan mehir zat itibariyle iþaret edilenin içindedir. Vasýf ona tâbidir. Ama iþaret edilenin cinsinden deðil ise akd adý konulan mehre teallûk eder. Çünkü adý konulan mehir o iþaret edilenin mislidir. Ona tabi deðildir. Tarifte isim söylemek daha yerindedir. Çünkü tarif hakikatý bildirir. Ýþaret ise zatý bildirir. Görmez misin ki, bir kimse yakuttur diye bir yüzük taþý satýn alýr da cam çýkarsa, akd olmuþ sayýlmaz. Çünkü yakutla camýn cinsleri muhteliftir. Ama kýrmýzý yakuttur diye satýn alýr da yeþil yakut çýkarsa akd olmuþ sayýlýr. Çünkü cinsi birdir».

«Hidâye» þârihleri bu kaidenin nikâh, alýþveriþ, icâre ve diðer akidlerde müttefekun aleyh olduðunu söylemiþlerdir. Bundan sonra þunu da bil ki Zeyd ile Amýr vasýf ve müþehhasatta ayrý olsalar da zat itibariyle ikisi de birdir. Zira âlemde nazar-ý itibara alýnan zattýr. Binaenaleyh imama uymak isteyen kimsenin, «Adý Zeyd olan þu imama» diyerek niyetlendikten sonra iþaret ettiði þahýs Amýr çýkarsa. ismini verdiði kimse ile iþaret ettiði kimse baþka baþka kimseler olur ve isim hükümsüz býrakýlarak iþaret muteber kalýr. Çünkü her iki þahýs bir cinsdendir. Ve o imama uymak sahihtir. Ama þeyh ve genç tâbirleri birtakým vasýflardýr ki onlarda zat deðil. sýfatlar nazar-ý itibara alýnýr. Malumdur ki ihtiyarlýk sýfatý gençlik sýfatýna aykýrýdýr. Böylece onlar iki cins olurlar. Þu gence uymaya niyet ediyorum der de o þahýs ihtiyar çýkarsa uymasý sahih deðildir. Çünkü onu hususî bir sýfatla vasýflandýrmýþtýr.

Ýhtiyarlýk çaðýna varan kimse bu sýfatla vasýflanmaz. Burada iþaret isme uymamýþtýr. Cinsi de baþka baþkadýr. Binaenaleyh iþaret hükümsüz býrakýlýr. Genç ismi muteber olur ve o kimse orada mevcud olmayan birine uymuþ olur. Meselâ Zeyd´e uymuþ da baþkasý çýkmýþ gibi olur. Ama þu þeyhe der de sonra onun genç olduðu anlaþýlýrsa namaz sahihdir. Çünkü þeyh kelimesi kullanýlan dilde yaþça büyük olanla kýymetçe büyük olan arasýnda ortaktýr. Meselâ alim kýymetçe büyük insandýr. Bu ikinci mânâya bakarak gence þeyh demek doðru olur. Demek ki iþaret edilen þahýsta birbirine muhalif olmayan iki sýfat bir araya gelmiþtir. Bunlarýn birisi hükümsüz býrakýlmaz ve o kimseye uymak sahih olur. Bunun benzeri þudur:

Bir kimse «Þu diþi köpek boþtur; yahud þu eþek hürdür.» dese kadýn boþ düþer, köle de azâd olur. Ulema bunu açýkça beyan etmiþlerdir. Halbuki iþaret edilen kadýn ile köle verilen isimlerin cinsinden deðildir. Yani, ne kadýn diþi köpektir, ne de köle eþektir. Lâkin sövme makamýnda insana mecazen köpek ve eþek denilebildiði için cinsde deðiþiklik olmamýþ, iþaret de hükümsüz sayýlmamýþtýr. Benim âcizâne anladýðým budur.

«Müctebâ»daki meselenin izahý þudur: O kimse kendi mezhebinin imamýna uymayý niyet etmiþtir. Ýmamýn baþka mezhebden olduðu anlaþýlýnca evvelce «Münye»den naklen arzettiðimiz vecihle mevcud olmayan imama uymuþ olur. Namazýn câiz olmamasý bundandýr. Buradaki fâideyi imama uyma meselesinden çýkaran Þeyhülislâm Aynî´dir. Bunu Buharî þerhinde beyan etmiþtir. Nitekim «Eþbah»da da mevcuttur. Bu meselenin´ aslý Peygamber (s.a.v.)´in sahih bir hadiste, «Benim þu mescîdimde kýlýnan bir namaz baþka mescidlerde kýlýnan bin namazdan daha hayýrlýdýr. Yalnýz Kâbe müstesnâ.» buyurmuþ olmasýdýr.

Malumdur ki, Peygamberimizin mescidine ilâveler yapýlmýþtýr. Ona evvelâ Hazret-i Ömer, sonra Hazret-i Osman, sonra Velîd daha sonra da Mehdî ilâveler yapmýþlardýr. Bu iþaretle Peygamber (s.a.v.)´e izâfe edilen mescid kastedilmiþtir. Þüphesiz ki bugün mevcud olan mescidin bütününe Peygamber (s.a.v.)´in mescidi denir. Þu halde bir þeye iþaretle isim bir araya gelmiþ ve isim hükümsüz býrakýlmamýþtýr. Binaenaleyh hadîsde zikredilen kat kat sevap mescide yapýlan ilavelerde de mevcuttur.

Îmam Nevevî iþâretle amel ederek bu sevabý peygamber (s.a.v.) zamanýna tahsis etmiþtir. Gerçi, «Benim þu mescidim San´aya kadar uzatýlsa yine benim mescidimdir.» meâlinde bir hadîs var ise de mezkûr hadîsin torikleri pek zaif olduðundan amellerin. fazileti bâbýnda onunla amel edilemez. Nitekim bunu Sehavî «el-Makâsýdü´l-Hasene» adlý eserinde zikretmiþtir. Bu hadîsin izahý þudur: Rasulullah (s.a.v.) iþaretini o gün mevcud olan arsaya mahsus olmak üzere yapmýþtýr. Yapýlan ilâveler onda dahil deðildir. Dahil olmak için mutlaka bir delil lâzýmdýr.

Ben derim ki: Bunu þu da te´yid eder: Yeminler Bahsinde eve girmemeye Yemin Bâbýnda «Bedâyî»den naklen geleceði vecihle bir kimse ben bu mescide girmem, diye yemin eder de mescide bir hisse ziyade edildikten sonra girerse yemininden dönmüþ olmaz. Meðer ki filan oðullarýnýn mescidi demiþ ola. Mescid yerine hâne dese hüküm yine böyledir. Çünkü yeminini izafet üzerine yapmýþtýr. Ýzafet yapýlan ilavelerde de mevcuddur. Buna þöyle cevap verilebilir:

Bahsettiðimiz mesele ikincisi (yani izafet) kabilindendir. Hâdisin tariklerinden bazýsýnda ismi iþaretin zikredilmemesi de bunu te´yid eder. Ýsmi iþaretin zikredildiði tariklerde ise iþaret arsayý tahsisi için deðil, Medine mescidinden baþka Rasûlüllah (s.a.v.)´e nisbet edilen sair mescidlerin de bu hadîsde dahil olduðu tevehhüm edilmesin diyedir. Bu mescidlerin neler olduðunu Siyer sahibleri beyan etmiþlerdir. Allahu a´lem.

METÝN

A L T I N C I S I:
Kýbleye karþý dönmektir. Bu yâ hakikaten ya hükmen olur. Dönmekten âciz olan kimse hükmen kýbleye dönmüþ gibidir. Kýbleye dönmenin þartý dönmek istemekten ibâret deðil, fiilen dönmektir. Bu imtihan için ziyâde edilmiþ bir þarttýr. Âcizden sâkýt olur hatta Kâbe´nin kendisi için secde eden kâfirdir.

Mekke´de yaþayan için Kâbe´nin aynýna isabet þarttýr. Medine´de yaþayan için de böyledir. Zira Medine´nin kýblesi vahiy ile sabittir Kâbe´nin aynýna isabet onu görene de görmeyene de þâmildir. Lâkin «Bahýr» nam eserde bu kavlin zaif olduðu bildirilmiþtir. Esah kavle göre bir kimse ile Kâbe arasýnda görülmeye mâni bir þey bulunursa o kimse uzaktaki gibidir. Musannýf «Mineh»de bunu kabul etmiþ, «Mekke»de yaþayan için sözümden murad Kâbe´yi gören Mekkelidir.» demiþtir. Mekkelilerden baþkasý yani Kâbe´yi görmeyen için kýblenin bulunduðu tarafa isabet gerekir. Öyle ki kýbleye dönen kimsenin yüzünün bir kýsmý Kâbe´ye, yahud Kâbe´nin üstündeki havaya doðru bakacaktýr. Meselâ memleketlerden birinde hakikaten kýbleye dönen bir kimsenin yüzünden baþlayarak dik açý üzerinden ufuða doðru Kâbe´den ve Kâbe üzerinden gecen bir hat farz edilir. Baþka bir hatta saðýndan solundan onu iki dik acýya ayýracak þekilde kesecektir. Mineh.

ÝZAH

«Bu, imtihan için ziyâde edilmiþ bir þarttýr». Yani maksad olan o deðildir. Kendisine secde edilen ALLAH Taâlâ´dýr. T.

Yahud bu sözden murad, bazan zaruret olmadan da bu þartýn sâkýt olmasýdýr. Nitekim þehir dýþýnda hayvan üzerinde namaz kýlan kimseden sâkýttýr. Bunun benzeri, zâid rükünü izah ederken yukarda söylediðimiz kýraat meselesidir. Burada münâsip olan Þârih´in «âcizden dûla» sâkýt olur.» diyeceðine «Bazen âcizsiz de sâkýt olur.» demesi idi. Yoksa bütün þartlar böyledir (Yani acizden dolayý sâkýt olurlar).

Kýbleye dönmeyi ALLAH Taâlâ mükellef kullarý imtihan için þart kýlmýþtýr. Çünkü ALLAH Teâlâyý cihetten münezzeh itikad eden bir mükellefin tabiatý namazda hususî bir tarafa dönmemeyi iktiza eder:

Ýþte AIIah Taâlâ itaat edecekler mi, etmeyecekler mi? diye denemek için kullarýna tabiatlarý iktizasýnýn zýddýný emir etmiþtir. Nitekim «Bahýr» da da böyle denilmiþtir. H.

Ben derim ki: Bu, ALLAH Teâlâ´nýn melekleri Hazret-i Âdem´e secde etmekle denemesi gibidir. Hazret-i Adem´i meleklerin secdesine kýble yapmýþtýr. Kýbleye dönmek ziyade bir þart olduðu içindir ki, bizzat Kâbe için secde eden kâfir olur. Zira secde ALLAH Taâlâ için yapýlýr. Kâbe´nin aynine isabet «Onu görene de görmeyene de þâmildir». Yani Mekke´de olup da Kâbe´yi görenle arada duvar gibi bir mâniden dolayý Kâbe´yi göremeyen kimseler için Kâbe´nin aynýna isabet þarttýr. O suretle ki aradan mâni kaldýrýlmýþ olsa yüzü Kâbe´nin kendisine isâbet etmelidir.

Musannýf «Mineh»de Kâbe ile aralarýnda mâni bulunduðu için onu göremeyen Mekkeliyi uzaktakiler gibi saymýþ ise de «Zadü´l-Fakîr» þerhinde, «Metinlerle þerhlerin ve fetvâ kitaplarýnýn mutlak ibâreleri gösteriyor ki tercih edilen kavle göre arada mâni bulunup bulunmamasýnýn farký yoktur» demiþtir.

«Öyle ki kýbleye dönen bir kimsenin yüzünün bir kýsmý Kâbe´ye yahud Kâbe´nin üstündeki havaya doðru bakacaktýr ilh...» þârihin buradaki izahatý maksadý anlaþýlmayacak kadar kýsadýr. Evvela bilmiþ ol ki, hendese ulemasýnýn ýstýlâhýna göre satýh uzunluðu ve geniþliði olup derinliði olmayan þeydir. Dik açý doðru bir çizginin iki tarafýnda meydana gelen birbirine müsavî iki açýnýn biridir. Açýlar birbirine müsavî deðillerse küçük olana dar açý, büyüðüne geniþ açý derler. Sonra malûmun olsun ki, «Mi´rac» sahibi þeyhinden naklen þöyle demiþtir:

«Kâbe tarafý insan Yüzünü döndüðü vakit Kâbe´nin yahud havasýnýn yüzüne geldiði taraftýr. Bu yâ tahkikî ya takribî olur. Tahkikînin mânâsý insanýn yüzünden ufka doðru dik açý üzerinde gittiði farzedilen ve Kâbe´nin yahud havasýnýn üzerinden geçen hattýr.

Takribînin mânâsý yüz tamamiyle dönmeyip bir kýsmý Kâbe´ye veya Kâbe´nin üstündeki havaya dönük kalmak þartiyle biraz Kâbe´den ayrýlýp yana dönmektir. Bu, þöyle izah olunur: Yakýn bir Ben derim ki: Dürer´in ibaresindeki saðýna ve soluna almanýn mânâsý budur. Gözünü aç! Kâbe´nin ciheti delille de bilinebilir. Köy ve kasabalarda bu delil, sahabe ve tabiînin yaptýklarý mihraplardýr. Çöl ve denizlerde ise kutup gibi yýldýzlardýr. Aksi halde bilene sorulur. Böyle bir kimse seslendiði vakit iþittirecek kadar uzakta olacaktýr.

ÝZAH

Saðýna soluna almaktan murad Kâbe´nin aynýndan sað ve sol taraflara intikal etmektir. Yoksa Kâbe´den ayrýlmak deðildir. Lâkin ulemanýn sözleri arasýnda Kâbe´den ayrýlmanýn zarar vermeyeceðine delâlet eden cümleler vardýr.

Kuhistanî´de, «Tamamen karþýsýna dönmek ortadan kalkmayacak þekilde bir parça yanlamakta beis yoktur. Yüzün bir kýsmý Kâbe tarafýna doðru kalýrsa kâfidir.» denilmiþtir. Zadü´l-Fakîr þerhinde de þu ibare vardýr: «Bazý mutemed kitaplarda Kâbe´nin bulunduðu tarafa doðru dönmek hususunda birçok kaviller vardýr. Bunlarýn doðruya en yakýn olaný iki kavildir:

Birincisi yazýn en uzun günlerinde, kýþýn da en kýsa günlerinde güneþ batarken battýðý yeri tesbit ederek ikisinin arasýný üçe ayýrmaktýr. Bu mesafenin üçte ikisini sað omuzu hizasýna alýnca kýble bulunmuþ olur. Böyle yapmaz da, yaz ve kýþ için güneþin battýðý tesbit edilen iki yerin arasýnda durarak kýlarsa câizdir. Bundan dýþarýya durursa bilittifak câiz deðildir.» Bu izahat kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Münyetü´l-Musallî´de Emâli´l-Fetâvâ´dan naklen þöyle deniliyor: «Bizim memleketlerde yani Semerkand taraflarýnda kýblenin haddi güneþin yaz ve kýþ battýðý iki yerin ortasýdýr (Yani kýbleyi bulmak isteyen sað omuzunu o tarafa vererek durunca Kâbe onun karþýsýna gelir.) Güneþin yaz ve kýþ battýðý noktalardan dýþarda kalan bir tarafa doðru kýlarsa namazý bozulur».

Metinde Namazýn Müfsidleri Bahsinde geleceði vecihle özürsüz olarak göðsünü kýbleden çevirmekle namaz bozulur. Bundan anlaþýlýr ki, azýcýk inhiraf etmek zarar vermez. Yüzün bir kýsmýný Kâbe´ye yahud Kâbenin üzerindeki havaya karþý kaldýðý hal bu haldir. Yüzden, yahud yüzün bir tarafýndan çýktýðý farzedilen hat, Kâbe´nin veya havasýnýn üzerinden doðru olarak geçmelidir. Bu hattýn namaz kýlanýn alnýndan çýkmasý þart deðildir. Oradan da yüzün kenarlarýndan da çýksa câizdir. Nitekim «Dürer» sahibinin sözü de buna delâlet eder! O bu makamda namaz kýlanýn cebini tâbirini kullanmýþtýr. Cebin alnýn iki tarafýdýr. Fetih ve Bahýrýn, «Namazý bozacak kadar kýbleden ayrýlmak maþrýklardan maðriblere geçmekle olur.» sözleri bizim izah ettiðimiz mânâya hamlolunur. Burada benim anladýðým bundan ibarettir. Allahu a´lem.

«Gözünü aç» tâbiri anlattýðýmýzýn inceliðine ve itiraz için acele etmemek gerektiðine iþarettir. Bununla beraber þârih anlamamakla itham etmiþlerdir. Anla!

Köy ve kasabalarda Kâbe´nin delili sahabe ve tâbiînin yaptýklarý mihrablardýr. Binaenaleyh o mihrablar dururken Kâbe´nin ne tarafta olduðunu araþtýrmak câiz deðildir. Zeyleî.

Bilakis bize düþen onlara tâbi olmaktýr. Hâniye.

Mutemed ve zekî astronomi âliminin: Bu mihrablarda inhiraf vardýr. sözüne itimad edilemez. Þâfi´ler bütün bunlarda bize muhalîftir. Nitekim «Fetevâyý Hayriyye» sahibi bunu izah etmiþtir. Binaenaleyh «Dýmaþk´taki Emevî camiînin kýblesi ile onun kýblesine göre yapýlan ekseri mescidlerinin kýblelerinde biraz yamukluk vardýr. Dýmaþk´ta kýblesi en doðru olan mescid Hanbelîlerin dað eteðindeki camiîdir gibi sözlere sakýn kulak asma! Zira þübhe yoktur ki Dýmaþk´taki Emevî camiînin kýblesini eshab-ý kiram orasýný feth edelidenberi gerek sahabeden gerekse onlardan sonra gelenlerden içinde namaz kýlanlar, hata edip etmediðini bilmediðimiz bir astronomi âliminden daha iyi bilirler ve onlar daha mutemeddirler. Hatta onlarýn bu hâli astronomi bilgininin hataya düþtüðünü tercih ettirir. Bütün hayýr, selefe tâbi olmaktadýr.

Kutup yýldýzý ile kýbleyi tâyin etmek en kuvvetli bir delildir. Kutupyýldýzý, küçükayý denilen takým yýldýzlarýn en ucunda bulunan tek yýldýzdýr. Daima kuzeyde gözükür sabit bir yýldýzdýr. Kûfe´de, Baðdad´ta ve Hemedan´da bulunan bir kimse ayakta durur ve bu yýldýzý sað kulaðýnýn arkasýna alýrsa tam kýbleye karþý durmuþ olur. Mýsýr´da olan bir kimse onu sol omuzu ile boynu arasýna, Irak´daki sað omuzuna, Yemen´ deki sol tarafýna gelmek þartiyle önüne, Þam´daki arkasýna alýr. Bahýr.

Ýbni Hacer´in beyanýna göre bazýlarý, «Dýmaþk´ta ve ona yakýn yerlerde bulunan kimse biraz doðuya döner» demiþlerdir. Þârihler kýble için baþka alâmetler de söylemiþlerdir. Ki ekserisi kendi memleketlerinin semtine göredir. Bunlardan biri «Zadü´l-Fakîr» þerhi ile «Münye»den naklettiðimizdir. Bu alâmet Semerkantlýlarla o semtte yaþayanlarýn kýblesidir.

«Fettal» hâþiyesinde beyan edildiðine göre Bercendî þöyle demiþtir: «Þübhesiz ki kýble beldelere göre deðiþir. Ulemanýn söyledikleri muayyen bir beldeye göre doðrudur. Kýble iþi ancak hesap ve hendese kaidelerine göre tahakkuk eder. Meselâ Mekke´nin ekvatordan ve batý taraftan ne kadar uzakta olduðu bilinecek, farzedilen yerin uzaklýðý ayný þekilde bilindikten sonra bu kaidelerle ölçülerek kýble semti tahakkuk edecektir».

Lâkin Kuhistânî þöyle demiþtir: «Bazýlarý kýble tâyinini birtakým fizik bilgilerine istinâd ettirmiþlerdir. Ancak allâme Buhârî «Keþif» nâmýndaki eserinde bizim ulemamýz buna itibar etmemiþlerdir demektedir.

«Nehir» adlý kitapta bildirildiðine göre yýldýzlarýn delâleti bazý ulemaya göre muteber, bazýlarýna göre muteber deðildir. «Nehir» sahibi «Metinlerin mutlak ifadesi buna hamledilir.» demiþtir.

Ben derim ki: Metinlerde yýldýzlarýn itibar edilmediðini gösteren bir þey görmedim. Bize kýbleyi tâyine vasýta olan yýldýzlarý öðrenmek düþer.

Taâlâ Hazretleri, «Yýldýzlan da onlarla yol bulasýnýz diye halk ettik.» buyurmuþtur. Þu da var ki bütün dünya camilerinin hatta Minâ´nýn mihraplarý araþtýrma ile kurulmuþtur. Nitekim «Bahýr»da nakledilmiþtir. Þüphesiz ki en kuvvetli delil yýldýzlardýr. Anlaþýldýðýna göre yýldýzlarýn itibara alýnmamasý hususundaki hilâf ancak eski mihraplar bulunan yerlerdedir. Zira yukarda arzettiðimiz gibi onlar varken araþtýrma yapmak câiz deðildir. Tâ ki selef-i salihini ve Müslümanlarýn cumhurunu hataya nisbet lâzým gelmesin. Kýrda, çölde olursa iþ deðiþir. Oralarda yýldýzlarla emsalini nazarý itibara almak vacip olsa gerektir. Çünkü gerek ulemamýz, gerekse baþkalarý yýldýzlarýn muteber alâmet olduklarýný açýklamýþlardýr. Binaenaleyh namaz vakitleri ile kýble hususunda mutemed ulemanýn söylediklerine ve bu hususta icad ettikleri irtifa tahtasý, usturlap gibi âletlere itimad gerekir. Zira bu âletler her ne kadar yüzde yüz ilim ifâde etmeseler de onlardan anlayanlara galebe-i zan ifâde ederler. Bu hususta galebe-i zan da kâfidir. Buna, «Ulemamýz ramazan ayýnýn girmesi hakkýnda astronomi âlimlerinin sözlerine itimad edilmeyeceðini açýkça söylemiþlerdir.» diye itiraz edilemez. Çünkü bu sözün esasý orucun farzýyeti, «Hilâli görürseniz oruç tutun!» hadîs-i þerifi ile hilâlin görülmesine baðlanmýþtýr. Hilâlýn doðmasý görülmesine baðlý deðil, astronomi kaidelerine göredir. Bu kaideler haddi zatýnda doðru da olsalar ay filan gece doðar da bazen görülür, bazen görülmeyebilir. Þârih Taâlâ Hazretleri orucun farz olmasýný, ayýn doðmasýna deðil. görülmesine baðlamýþtýr. Benim anladýðým budur. Allahu a´lem.

«Aksi halde bilene sorulur». Yani o yerde eski mihraplar yoksa oralýlardan þâhidliði kabul edilecek kýbleyi bilen birine sorar. Soracaðý kimse seslendiði vakit iþitecek kadar yakýnda olacaktýr. Kýbleyi bilmeyen kimseye sormakta bir faide yoktur. Þahidliði kabul edilmeyen kâfir ve fâsýk ve çocuk gibi kimselere sorulmamasý diyanete aid hususatta doðru söylediðine kalbi kanaat etmedikçe haberine itimad olunmadýðý içindir. Kýble hususunda âdil bir kimsenin sözü kabul edilir. Nitekim «Nihâye»de de böyle denilmiþtir. Ama sorulan þahýs oralý deðilse kendi reyine göre haber verir. Binaenaleyh ona da itimad edilmez. O yer ahalisinden kimse bulunmazsa namaz kýlacak kimse kýbleyi araþtýrýr. Aþaðýda görüleceði vecihle kapý kapý gezerek soruþturmasý vacip deðildir. Oralý diye kayýtlanmasýna bakýlýrsa soruþturmanýn vacip olmasý þehre mahsustur. Kýrda, çölde vacip deðildir. «Bedayî»nin ifâdesi buna muhaliftir. Orada þöyle deniliyor:

«Þüphe etmek suretiyle kýbleyi tâyinden âciz kalýr. Yani karanlýk bir gecede çölde bulunur da kýbleyi gösteren alâmetleri de bilemezse yanýnda soracak bir kimse bulunduðu takdirde araþtýrmasý câiz deðildir. Bilakis sormasý icap eder. Zira söylediðimiz vecihle sormak. araþtýrmaktan daha kuvvetlidir.»

«Zahîre»de çölde kýbleyi haber veren kimsenin bilir bir kimse olmasý þart koþulmuþtur.

Fakîh Ebu Bekir´den de þunu nakletmiþtir: Ebu Bekir´e kýrda çölde olan kimse kýbleyi sorar da iki adam kýblenin þu tarafta olduðunu haber verir. Kendi araþtýrmasý neticesi kalbi baþka tarafa yatarsa ne bu? yürürsün? diye sorulmuþ da, «O iki kiþinin kýbleyi bildiklerine kanaat getirirse mutlaka onlarýn kavli ile amel eder. Kanaat getirmezse amel etmez.» demiþtir.

«Hâniye» ve «Tecnis» sahipleri o iki kiþinin o yer halkýndan olmalarýný þart koþmuþlardýr. «Tecnis»de þöyle denilmiþtir: « O yer halkýndan olmazlar da soran gibi onlar da yolcu bulunurlarsa sözlerine kulak asmaz. Çünkü kendi reylerini söylerler. Kiþi baþkasýnýn reyi ile kendi reyini býrakamaz». Anlaþýlýyor ki, iki kiþinin o yer halkýndan olmalarýnýn þart koþulmasýndan murad, kýbleyi bilir olmalarýdýr. Çünkü sözümüz kýr ve çöl hakkýndadýr. Bu yerlerin ahalisi yoktur. Meðer ki çadýrda yaþayanlar kastedilmiþ ola. Bu takdirde o iki kiþi çadýr halkýndan olabilir. Bir yerin halkýndan olan kimse oraya aid hususatý baþkasýndan daha çok bilir. Binaenaleyh bu söz yukarýda «Zahîre»den naklettiðimiz bilir olmak þartýna aykýrý deðildir. Hatta o iki kiþi o yer halkýndan olurlar da kýble hakkýnda bilgileri bulunmazsa, sözlerine kulak verilmez. Hükme sebep, ancak bilgidir. Bazen o iki kiþi soran gibi yolcu olurlar. Ama çok baþlarýna geldiði için o yerde kýbleyi tayin hususunda bilgileri, yahud araþtýrmadan daha üstün bir tayin usulleri vardýr.

Sonra þunu da bil ki, yukarýda «Bedâyi»den naklettiðimiz «karanlýk gecede ilh...» meselesi kýrda yýldýzlarla istidlâl etmenin soruþturmadan üstün olmasýný iktiza eder. Soruþturma da araþtýrmadan üstündür. Binaenaleyh hulâsa þöyle olur: Þehirde kýbleye istidlâl, ancak eski mihraplarla olur. Mihraplar yoksa o yer halkýna sorulur. Kýrda ise yýldýzlarla istidlâl edilir. Havanýn bulutlu olmasý yahud yýldýzlarý bilmemek sebebiyle bu mümkün olmazsa bilene sorulur. Bileni de bulunmazsa araþtýrýlýr. Kezâ birine sorar da söylemezse araþtýrýr, hatta kýbleyi araþtýrarak namazý kýldýktan sonra haber verirse, namazýný tekrarlamaz. «Münye»de de böyle denilmiþtir. Ayný eserde bildirildiðine göre sormaz da araþtýrarak kýlarsa isabet ettiði takdirde câiz, isabet etmezse câiz deðildir. Âmâ´ nýn hükmü de böyledir. Araþtýrma meseleleri ileride gelecektir. «Bahýr» sâhibi «Zahîriye»nin sözünü tercih etmiþtir. «Zahîriye»de þöyle denilmektedir:

«Bir kimse hava açýk olduðu halde çölde kýbleyi araþtýrarak namaz kýlar; ancak yýldýzlarý bilmezse, hata ettiði anlaþýldýðý takdirde namazý câiz deðildir. Çünkü güneþ, ay ve emsali açýk delilleri bilmemek hususunda kimse mazur sayýlamaz. Ama astronomi ilminin inceliklerini. sabit yýldýzlarýn þekillerini bilmezse mazur olur».

METÝN

Kýble´de muteber olan bina deðil arsadýr. Arsa yedi kat yerden Arþ-ý âlâya kadardýr. Hastalýk, malýn zâyi olacaðýndan korku gibi bir sebepten dolayý dönmekten âciz olan kimsenin kýblesi muktedir olduðu cihettir. Ýmam A´zam´a göre hastayý kýbleye döndürecek kimse bulunsa bile yine âciz sayýlýr. Namazýn rükünleri kendisinden sâkýt olan kimse de böyledir. Âciz kimse düþman görecek korkusu ile namazý yatarak imâ ile kýlsa bile o namazý tekrarlamaz. Çünkü taat takata göredir.

ÝZAH

«Kýble´de muteber olan binâ deðil arsadýr». Yani Kâbe´nin arsasýna yahud arsanýn bulunduðu cihete dönmek icap eder.

Lügatta arsa: Binalarýn arasýnda bulunan binasýz geniþ yerdir. Burada ondan maksad Kâbe-i þerifin bulunduðu sahadýr. Kâbe´nin binasý muteber deðildir. Onun için bina baþka yerde nakledilse ona dönerek namaz kýlmak câiz deðildir. Namaz, Kâbe´nin yerine dönerek kýlýnýr. Farz olan budur. Nitekim Camiu´s-Saðîr´den naklen «Fetevâyý Sofîye»de de böyle denilmiþtir.

«Bahýr» nam eserde «Iddetü´l-Fetevâ»dan naklen þu izahat verilmiþtir:

«Kâbe keramet sahiplerinin ziyareti için yerinden kaldýrýlýrsa o halde yerine doðru namaz kýlmak câizdir».

«Müctebâ»da beyan edildiðine göre Kâbe´nin binasý Abdullah Ýbni Zübeyr zamanýnda Hazret-i Ýbrahim´in temelleri üzerine yenilenmiþtir. Haccac zamanýnda ise ilk þekli üzere bina edilmek için halk namaz kýlarken yýktýrýlmýþtýr.

Fettal, «Bahýr»ýn naklettiði ibâre «Fetevây-ý Attabiye»den naklen «Tatarhâniyye»de de mevcuttur.

Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Bu hikâye evliyanýn kerameti hakkýnda açýktýr. Bununla imamýmýza kerâmet yoktur sözünü nisbet eden kimseye red cevabý verilir. Bu hususta sözün tamamý nesebin sübûtu babýnda gelecektir.

Kýblenin yedi kat yerden Arþ-ý âlâya kadar olduðunu «Fetevây-ý Sofiye» sahibi Hucendi´ye nisbet ederek açýklamýþ, sonra þunlarý söylemiþtir: «Bir kimse yüksek daðlarýn tepesinde ve derin kuyularýn dibinde namaz kýlsa caiz olur. Fettal.

Arsa deðil de bina muteber bu caiz olamazdý. Binaenaleyh tefrih sahihtir.

Ýmam A´zam´a göre «Hastayý kýbleye döndürecek kimse bulunsa bile yine âciz sayýlýr». Ona göre baþkasýnýn kudretiyle muktedir olan kimse âcizdir. Zira kul, baþkasýnýn kudretiyle deðil, kendi kudretiyle mükellef olur. Ýmameyn buna muhaliftir. Onlara göre hastayý kýbleye çevirecek kimse bulunursa dönmesi lâzým gelir. «Münye», «Mineh», «Dürer» ve «Fetih» sahipleri hilâf zikretmeksizin Ýmameyn kavline cezm etmiþlerdir. Bu mesele abdest almaktan âciz olup da aldýracak kimse bulan meselesine muhaliftir. Zira o kimsenin abdest almasý lâzýmdýr. Zâhir mezhebe göre teyemmüm etmesi bilittifak câiz deðildir. Bazýlarý bunda da hilâf olduðunu söylemiþlerdir. Farký Teyemmüm Bâbýnda görmüþtük. Oraya müracaat et. Âcizin malý var da geçer ücretle hizmet edecek bir çýrak bulursa tutmasý Ýmameyn´e göre lâzým mýdýr deðil midir? Ýmameyn teyemmümde lâzým olduðunu söylemiþlerdir. Bundan bahseden kimse görmedim. Ama lâzým olmasý gerekir. Sonra bu meseleyi Ýsmail Nablusî´nin þerhinde Ravza´dan nakledildiðini gördüm. Ama ücreti yarým dirhemden az diye kayýtlamýþ. Yarým dirhem veya daha fazla isterse vermesi lâzým gelmez diyor. Anlâþýlýyor ki, bundan murad geçer yevmiyedir. Nitekim Teyemmüm Bahsînde ulemanýn bunu böyle izah ettiklerini görmüþtük.

Namaz kýlan kimse kýbleye dönerse malýnýn çalýnmakla veya baþka bir sebeple zayi olacaðýndan korkarsa âciz sayýlýr. Malýn kendisinin veya baþkasýnýn olmasýyle az veya çok olmasý hükmen müsavidir. T.

Þârih bunu kimseye nisbet etmemiþtir. Araþtýrýlmalýdýr. Evet Namazý Bozan Þeyler Babýnda geleceði vecihle kendinin olsun baþkasýnýn olsun bir dirhem kýymetinde bir malýn elden gitmesi korkusu ile namazý yarýda býrakmak câizdir. «Namazýn rükünleri kendisinden sakýt olan kimse de böyledir». Yani onun kýblesi de muktedir olduðu taraftýr.

«Bahýr» sahibi diyor ki: «Özür gemide bir tahta üzerinde olup yanýldýðý zaman boðulacaðýndan korkan kimse ile çamurda olup kuru yer bulamayan kimseye, huysuz hayvan üzerinde olup inmiþ olsa yardýmcýsýz binemeyecek kimseye ve keza fazla ihtiyar olup yardýmcýsýz hayvana binemeyen ve yardýmcý da bulamayan kimselere þâmildir. Böyle bir kimseye nasýl farz namaz bile hayvan üzerinde câiz ve rükünler kendisinden sakýt olursa imkân bulamadýðý vakit kýbleye dönmek de öylece sâkýttýr. Kudret bulduðu zaman namazý iadesi lâzým gelmez». Bunlarýn hepsinde kýbleye dönme imkâný bulunmamak þarttýr. Hayvan üzerinde namaz kýlarken imkâný varsa hayvaný durdurmak þarttýr. Ýmkaný yoksa meselâ kafilenin gitmesi ve kendinin onlardan geri kalmasý gibi bir zarardan korkarsa durdurmasý lâzým gelmediði gibi kýbleye dönmesi de icap etmez. Nitekim «Hulâsa»da da böyle denilmiþtir. Bu meseleyi «el-Münyetü´l-Kâbîr» þerhi ile «Hýlye» izah etmiþlerdir. «Hýlye»de çamurdan dolayý hayvan üzerinde namaz meselesi «inmekten âciz ise» diye kayýtlanmýþtýr. Ýnmeye muktedir ise inerek namazý imâ ile ayakta kýlacaktýr. Oturmaya imkân bulur da secdeye imkân bulamazsa oturarak imâ eder. Yer ýslak olur fakat yüzü çamura batmazsa yerde namaz kýlar ve secde yapar. Hayvan üzerinde namaz hususunda sözün tamamý inþallah Vitir ve Nafileler Babýnda gelecektir.

Âciz kimse hangi tarafa imkân bulursa o tarafa dönerek kýlar. Velev ki yanarak imkan bulsun.

Zeyleî diyor ki: «Âciz hususunda düþman, yýrtýcý hayvan ve hýrsýz korkusu müsavidir. Hatta kýbleye döndüðü takdirde görüleceðinden korkarsa muktedir olduðu herhangi bir tarafa dönmesi câizdir. Oturarak kýldýðý takdirde düþmanýn görmesinden korkarsa yatarak ima ile kýlar. Hayvan üzerinde düþmandan kaçan kimse dahi namazýný hayvan üzerinde kýlar». Bir daha o namazý kaza da etmez. Çünkü bu özürler Allah´ dandýr. Hatta düþman korkusu da öyledir. Zira korku bir kimsenin fiili ile olmamýþtýr. Ama baðlý bir kimse oturarak namaz kýlarsa iþ deðiþir. Tarafeyne göre o namazýný kaza edecektir. Ýmam Ebu Yûsuf´a göre kaza etmez. Nitekim «Münye» þerhinde izah edilmiþtir. Bu meselenin tahkiki Teyemmüm Bahsinde geçmiþti. Burada da tekrarlanmasý gerekir. Çünkü oturarak namaz kýlmasý ile kýbleden baþka tarafa dönerek kýlmasý arasýnda fark yoktur. Baðlamak kul tarafýndan gelme bir özürdür. Zira kulun teþebbüsüyle olmuþtur. Teemmül et!

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 16:23:42
METÎN

Kýbleyi bilmekten âciz kalan kimse yukarýda geçen vasýtalarla onu araþtýrýr. Araþtýrmak, maksada nâil olmak için güç sarf etmektir. Hata ettiði anlaþýlýrsa namazý tekrarlamaz. Sebebi yukarýda geçti. Hatasýný namaz.da anlar yahud reyi deðiþirse velev ki secde-i sehiv halinde deðiþsin dönerek namazýna devam eder. Hatta namazýn her rekâtýný bu suretle bir taraf doðru kýlsa câizdir. Velev ki Mekke´de veya karanlýk bir mescidde bulunsun. Kapý kapý dolaþmak ve duvarlarý yoklamak lâzým gelmez. Kýble´de yanýlan kimse âmâ olur da bir adam onu düzeltir ve ona uymazsa âmâ namazýna devam eder.

ÝZAH

Yukarýda gecen vasýtalardan murad eski mihraplar ve yýldýzlarla istidlâl etmek ve kýbleyi bilen bir kimseye sormaktýr. Bundan anlaþýlýr ki bu üç þeyden biri mümkünse kýblede araþtýrma yapmaz. Hatta yanýnda bir soracak bulunur da ona sormadan araþtýrma yaparsa kýbleye isabet etmezse namaz câiz deðildir. Çünkü araþtýrma suretiyle bulunan kýble, hiçbir delil olmaksýzýn sýrf kalbin þahidliðine istinad eder. Belde ahalisi ise iþaretlere istinâd eden kýble cihetini yýldýzlarla ve diðer alâmetlerle bilirler. Binaenaleyh onlarýn haber vermesi araþtýrmadan üstündür. Kezâ bir beldede eskiden yapýlmýþ mihraplar varsa yahud kýbleyi araþtýran çölde bulunurda gökyüzü bulutsuz olursa, yýldýzlarla istidlâli bildiði takdirde araþtýrma yapmasý câiz deðildir. Çünkü bunlar araþtýrmadan daha kuvvetlidir. Meselenin tamamý «Hýlye» ve diðer kitaplardadýr. Bu izahattan anlaþýldýðýna göre yukarýda zikredilen delilleri bulamayan kimseye kýbleyi araþtýrmak düþer. Kendisi gibi seni taklid etmez. Zira müctehidin müctehidi taklid etmesi câiz deðildir. Araba araþtýrma ile bir neticeye varamazsa baþkasýný taklid edebilir mi? Bunu bir yerde göremedim. «Sebebi yukarýda geçti.» Yani tâat, tâkata göredir. Reyin deðiþmesi, kýblenin baþka tarafta olduðuna kalbinin kanaat getirmesidir. Bu ikinci içtihadýn daha ziyade tercihe þayan olmasý gerektir. Zira zarf içtihad yok hükmündedir. Müsavi içtihadda öyledir. Teemmül et!

Hatasýný namazda anlayan bir kimse kýble tarafýna dönerek namazýna devam eder. Çünkü rivayete göre Kubalýlar sabah namazýnda Beyt-i Makdis´e doðru dönmüþlerdir. Kýblenin deðiþtiðini haber alýnca Kâbe tarafýna döndüler. Peygamber (s.a.v.) de bu yaptýklarýný kabul buyurdu.

Namazda reyi deðiþen bir kimse aklýnýn kestiði tarafa doðru namaza devam edecektir. Çünkü yeni ictihad evvelkinin hükmünü nesh edemez. Bunu «Münye» þârihi beyan etmiþtir. Reyi deðiþince derhal dönmesi icap eder. Hatta bir rükün edâ edecek kadar durursa namazý bozulur. «Mekke»de bile olsa» ifâdesinden murad Mekke´de kapalý olsa da yanýnda soracak bir kimse bulunmadýðý için kýbleyi araþtýrmak suretiyle namaz kýlsa sonra hatâ ettiði anlaþýldýðý takdirde namazý câizdir demektir. Bahýr.

En güzel ifâde budur. «Hâniye» sahibi bu kadarcýðý ile yetinmiþtir. «Kapý kapý dolaþmak ve duvarlarý yoklamak lâzým gelmez».

«Hulâsa» nâm eserde þöyle deniliyor: «Mescid þehirde olduðu halde içinde cemaat yoksa gece de karanlýk ise Ýmam Nesefî «Fetevasýnda namaz câizdir demiþtir». «Kâfi»de de þu satýrlar vardýr: «Cemâatý evlerinden çýkarmaz. Kemâl Ýbni Hümâm, «En güzeli mescidin muhîm kimselerden müteþekkil cemâatý olduðunu bilir, ancak kendisi mescide girerken orada deðiller de yanýndaki köyde iseler, kýbleyi araþtýrmazdan önce onlarý arayýp sormasý icap eder. Çünkü araþtýrmak, baþka suretle kýbleyi bilmeye imkân bulamamaya baðlanmýþtýr, demiþtir». Bu sözle az yukarýda «Kâfi» ve «Hulâsa»dan nakledilen arasýnda aykýrýlýk yoktur. Çünkü maksad hânelerin içinde bulunmadýklarý zaman aramaktýr.

Karanlýk, yaðmur ve benzeri güçlüklere katlanarak aramalarý lâzým deðildir. «Münye» þerhi, duvarlarý yoklamak da lâzým deðildir. Çünkü duvar nakýþlý ise mihrabý baþkasýndan ayýramaz. Çok defa duvarda zehirli haþarat bulunabilir. Buna binaen araþtýrmak câiz olmuþtur. Bunu «Hâniye»den naklen «Bahýr» sahibi söylemiþtir. Ama bu ancak bazý mescidlere mahsustur. Ekseri mescidlerde ise karanlýkta hiç bir eziyet görmeksizin mihrabý baþkalarýndan ayýrmak mümkündür. Binaenaleyh araþtýrma câiz deðildir. Bunu «Miftah»tan naklen Ýsmail Nablusî söylemiþtir.

Âmâ meselesinde «Münye» þârihi þöyle demiþtir: «Âmâ bir kimse namazýn bir rekâtýný kýbleden baþka tarafa doðru kýldýktan sonra bin gelerek onu kýbleye doðrultsa ve kendisine uysa bakýlýr. Âmâ namaza baþlarken soracak bir kimse bulmuþ da sormadan niyetlenmiþse ikisinin namazý da câiz deðildir. Sormuþsa âmânýn namazý câiz, cemaat olan kimsenin ise câiz deðildir. Çünkü ona göre imam namazýný fâsid üzerine bina etmiþtir. Bu fâsid birinci rekâttýr». «Feyz» ile «Sirac»da da buna benzer izahat vardýr ki, þunu ifâde eder: Âmâ soracak kimse bulamazsa mihrâbý yoklamasý lâzým gelmez. Sormak imkâný varken kimseye sormadan namaza durur da kýbleye isabet ederse namazý câizdir. Ýsabet etmezse câiz deðildir. Nitekim bunu «Münye»den naklen arzetmiþtik.

METÝN

Kýbleyi araþtýrarak namaza duran ve namaz içinde kýbleye dönen kimseye baþkasý uymamýþsa o kimse namazýna devam eder. Kýbleyi araþtýrmayan bir kimseye araþtýrana uyarsa imam kýblede hata ettiði takdirde uymasý câiz deðildir. Ýmam selâm verir de mesbûk ve lahik kimselerin kýble hakkýndaki yeri deðiþirse mesbûk olan kýble tarafýna döner, lâhik ise namazýný yeniden kýlar. Kýbleyi araþtýran kimsenin hiç bir tarafa gönlü yatmazsa ihtiyaten her tarafa doðru birer defa namazýný kýlar.

Bir kimsenin reyi kýblenin ilk tahmin ettiði tarafta olduðuna deðiþirse o tarafa döner. Ýlk kýldýðý tarafta bir secde unuttuðunu hatýrlarsa namazýný yeniden kýlar.

ÝZAH

Bir kimse kýbleyi araþtýrarak namaza durur da sonra hatasýný anlayarak namaz içinde kýbleye dönerse onun bu halini bilen bir kimse kendisine uyamaz. Ýbâre «Hazâin»de þöyledir: «Meselâ bir kimse kýbleyi araþtýrarak namaza durur da sonra hata ettiðini anlayarak kýbleye dönerse onun halini bilen baþkasý kendisine uyamaz». Yani imamýn namazýn baþýnda hata ettiðini bildiði için ona uyamaz. Bahýr.

Bundan þu anlaþýlýr ki, bu adam kýble zannettiði tarafa da araþtýrarak dönse diðeri de araþtýrmýþ olmak þartiyle ona uyabilir. Ve illa mesele bundan sonra gelen meselenin ayný olur. Teemmül et!

Kýbleyi araþtýrmadan araþtýrana uymak imamýn hata ettiði anlaþýlýrsa câiz deðildir. Çünkü kýble araþtýrýlmadan kýlýnan namazda þüphe edildiði vakit ancak kýbleye isabet þartiyle namaz câiz olur. Nitekim yukarý da geçtiði gibi aþaðýda da gelecektir. Ama imamýn namazý sahihdir. Çünkü o kýbleyi araþtýrarak namaza durmuþtur. Ýmam kýbleye isabet ederse her ikisinin namazý câizdir. Nitekim «Münye» þerhinde de böyle denilmiþtir.

Ýmam selâm verdikten sonra mesbûkun reyi deðiþirse kalbinin yattýðý tarafa dönerek namazýný tamamlar. Çünkü o kaza ettiði rekatlar hakkýnda yalnýz kýlan hükmündedir. Fakat lâhýk böyle deðildir. O kaza ettiði cüzler hakkýnda da imama uymuþ sayýlýr. Ýmama uyan bir kimse imamýn kýbleden baþka tarafa doðru yöneldiðim anlasa imamýn namazýný düzeltemez. Çünkü olduðu yerde dönse kasden Kâbe ciheti hususunda imamýna muhâlefet etmiþ olur. Bu ise namazý bozar. Dönmese kendi reyine göre namazýný kýbleden baþka tarafa doðru tamamlamýþ olur. Bu da namazý bozar. Lâhýk da böyledir. «Onun için lâhýk namazýný yeniden kýlacaktýr». Burasýný «Münye» þerhi kaydetmiþtir.

Þimdi hem lâhik hem mesbûk olan kimsenin hükmü kalýr. «Lâhik, imama uyduktan sonra bir özürden dolayý namazýnýn bir kýsmýný kýlamayýp imam selâmýný verdikten sonra tamamlayan kimsedir. Mesbûk ise namazýn bir kýsmýnda imama eriþemeyendir». Hem lâhik, hem mesbûk olan kimse evvelâ imama yetiþdiðini sonra yetiþemediðini kaza ederse yetiþtiðini kaza ederken kýble hakkýndaki, reyi deðiþtiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Ýmama yetiþemediðini kaza ederken reyi deðiþirse olduðu yerde dönerek namazýný tamamlar. Ama evvela imama yetiþemediðini sonra imama yetiþtiðini kaza ederse, imama yetiþtiðini kaza ederken reyi deðiþtiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Ýmama yetiþmediðini kaza ederken reyi deðiþirse bu hal imama yetiþtiklerini kazaya varýncaya kadar devam ettiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Bu cihetler aþikârdýr. Fakat bu hal imama yetiþdiklerini kazaya baþlayýncaya kadar devam etmez de reyi deðiþerek Kâbe´nin imamýnýn kýldýðý tarafa doðru olduðuna gönlü yatarsa bu hususta tereddüt edilmiþtir. Zâhire göre olduðu yerde döner. Teemmül eyle!. Bunu Halebî söylemiþ Tahtavî ile Rahmetî´de kabul etmiþlerdir. Kýbleyi araþtýran bir kimsenin hiç bir tarafa gönlü yatmazsa bu hususta «Bahýr», «Hýlye» ve diðer kitaplarda «Fetevây-ý Attabî»den naklen þöyle denilmiþtir:

«Bir kimse kýbleyi araþtýrýr da hiçbir tarafa gönlü yatmazsa bazýlarýna göre namazý te´hir eder. Birtakýmlarý o namazý (4) dört tarafa doðru birer defa kýlacaðýný, daha baþkalarý muhayyer kalacaðýný söylemiþlerdir». «Zadü´l-Fakîr» sahibi birinci kavli tercih etmiþtir. Bu tercihi birinci kavli kat´i lisanla ikinci ve üçüncüyü zayýflýk bildirir «denilmiþtir» kelimesi ile ifâde etmesinden anlaþýlýr. «Münye» þerhinde ortadaki «yani ikinci» kavil tercih edilmiþ en ihtiyatlýsý budur, denilmiþtir. Halebî, «Hindiye»den o da «Muzmerat»tan naklen bu kavlin en doðru olduðunu söylemiþlerdir. Binaenaleyh Þârih de onu tercih etmiþtir. Kuhistânî´nin sözünden son kavli tercih ettiði anlaþýlýyor. Bence de tercihe þâyân odur. Zira Attabî þöyle demiþtir:

«Araþtýrma neticesi hiç bir tarafa yüzde yüz kanaat hâsýl olmaz da herhangi bir tarafa doðru kýlarsa câiz olur. Velev ki onda da hata etmiþ olsun. Bazýlarý araþtýrma neticesi kalbi bir tarafa yatmazsa namazý te´hir eder, demiþ; bir takýmlarýda namazý (4) dört tarafa doðru kýlacaðýný söylemiþlerdir. Nitekim «Zahireye»dede beyan edilmiþtir». Bu sözden anlaþýlýyor ki, muhayyerliðin mânâsý, dört taraftan hangisini muhayyerlikten muradýn bu olduðunu söylemiþlerdir.

«Münyetü´l-Kebîr» þerhinde burasýný izah ederken, «Bazýlarý muhayyer býrakýlacaðýný söylemiþlerdir. Ýsterse namazý te´hir eder, isterse onu dört tarafa dört defa kýlar.» denilmiþse de bu sözü «Münye» þârihinin kendinden söylediði anlaþýlýyor. Çünkü yukarýda zikrettiðimiz «Fetâvây-ý Attabî»de bu ilâve yoktur. Hem buna þöyle itiraz edilebilir:

Bu adam namazý dört tarafa doðru kýlarsa namazýný üç defa yakînen kýble olmayan cihete doðru kýlmasý lazým gelir. Bu ise yasak edilmiþtir. Yasak edilen þeyi terk etmek emir edileni yapmaktan önce gelir. Bundan dolayýdýr ki, elbisedeki pisliði yýkamak baþkalarý yanýnda avret yerini açmayý gerektirirse pis elbise ile namaz kýlar. Halbuki burada emir edilen de sâkýt olmuþtur. Çünkü kýbleye dönmek ancak kudreti olana emir edilmiþtir. Araþtýran kimsenin kýblesi araþtýrmakla bulduðu taraftýr. Bu kimsenin araþtýrma neticesi gönlü hiçbir tarafa yatmayýnca onun hakkýnda dört taraf da müsavi olmuþtur.

Binaenaleyh bu taraflardan birini seçerek ona doðru namazýný kýlar. Namazý da sahih olur. Velev ki hata ettiði anlaþýlsýn. Çünkü bu adam ancak elinde olaný yapmýþtýr. Bu izahat son kavli, yani muhayyerliði bizim «Kuhistâni»den naklettiðimiz mânâda te´yid eder. Þârih´in tercih ve ihtiyat olduðunu iddia etliði kavli ise zayýflatýr. Bunu insafla tedebbür eyle!

Kemal Ýbni Hümam´ýn «Zadü´l-Fakîr» adlý eserinde tercih ettiði birinci kavlin dahi anlaþýlan bir tarafý vardýr. Ve þudur:

Kýbleye delil bulmadýðý vakit kýble araþtýrma neticesi ortaya çýkan taraf olduðuna ve araþtýrmadan da bir þey çýkmadýðýna göre o kimse namazýn sahih olmasýnýn þartýný kaybetmiþ demektir. Binaenaleyh su ile topraðý bulamayan gibi o da namazý te´hir eder. Lâkin son kavil yani vaktin içinde namazý herhangi tarafa kýlmakta muhayyer olmasý daha ihtiyatlýdýr. Nitekim çýplak bir kimse dörtte birinden daha azý temiz olan bir elbise bulsa ihtiyaten onu giymesi gerekir. Taâlâ Hazretleri´nin. «Nereye dönseniz Allah´ýn vechi oradadýr.» âyet-i kerimesinin umumu da muhayyerliðe delildir. Çünkü bu âyetin kýbleyi þaþýranlar meselesi hakkýnda indiði söylenir. «Kuhistânî»den naklettiðimiz sözden onun da bunu ihtiyar ettiði anlaþýlýyor. «Bahýr» sahibinin sözleri dahi bunu göstermektedir. Evvelce görüldüðü vecihle Þâfiilerle Hanbelîlerin mezhebi de budur. Kitabýmýzýn baþýnda «Müstesfâ»dan naklen arzetmiþtik ki, bir mesele hakkýnda üç kavil bulunursa bunlarýn tercih edilecek olaný, birincisi veya üçüncüsüdür. ortadaki deðildir. AIlahu a´lem.

«Ýlk kýldýðý tarafta bir secde unuttuðunu hatýrlarsa namazýný yeniden kýlar.»

«Münye» þerhinde deniliyor ki: «Namazýn üçüncü veya dördüncü rekâtýnda reyi ilk rekâttaki reyine dönerse hükmün ne olacaðý hususunda müteehhirin ulema (yani sonradan gelenler) ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý namazý tamamlar demiþ; birtakýmlarý yeniden kýlmasý lâzým geldiðini söylemiþlerdir. «Hulasa»´da da böyle denilmiþtir. Birinci kavil daha güzeldir». Onun içinde «Hâniye» sahibi onu evvel zikretmiþtir. Çünkü âdeti en meþru olan kavli öne almaktýr. «Kuhistanî» buna cezm etmiþ. Þârih de ona tabi olmuþtur. Namazý yeniden kýlmasýnýn sebebi þudur:

O secdeyi ikinci tarafa doðru yapsa kýbleden baþka tarafa doðru dönmüþ olur. Çünkü mezkûr secde ilk rekâtýn cüzüdür. Döndüðü ikinci taraf bütün cüzleri ile birinci rekâtýn kýblesi deðildir. Bu secdeyi birinci tarafa doðru yapsa bu sefer de þimdiki kýblesinden ayrýlmýþ olur. H.

METÝN

Kýbleyi araþtýrmadan namaza baþlarsa isabet etse bile câiz olmaz. Çünkü farz olan araþtýrmayý terk etmiþtir. Ancak kýbleye isabet ettiðini namazdan sonra anlarsa bilittifak o namazý tekrarlamaz. Araþtýrma neticesi bulduðu tarafýn aksine doðru kýlan böyle deðildir. O mutlak surette namazýný yeniden kýlar. Nasýl ki bir kimse abdestsiz veya elbisesi pis olduðunu yahud vakit girmediðini zannederek namaz kýlar da sonra aksi meydana çýkarsa câiz olmaz.

Kýbleyi þaþýran kimseler araþtýrmak suretiyle namazý cemaatle kýlarlar da sonra edâ halinde iken muhtelif cihetlere doðru kýldýklarý anlaþýlýr ve hangisi imamýn döndüðü tarafa muhalif durduðunu veya imamýn önüne geçtiðini bilirse namazý câiz deðildir. Çünkü imamýn hata ettiðine inanmýþtýr. Bir de o makamýn farzýný terk etmiþtir. Ama edâdan sonra öðrenirse zarar etmez. Bunu bilmeyenin namazý sahihdir. Nitekim imam belli olmasa mesela namaz kýlan iki adam görse de lâlettâyin birine uysa câiz olmaz. Kýbleyi þaþýrmazlarsa ona isâbet þartýyle namaz câizdir.

ÝZAH

Kýbleyi delilleri ile bilmekten âciz olan kimse araþtýrmadan namaza baþlasa, namazdan sonra kýbleye isabet ettiðini öðrenmedikçe namazý câiz deðildir. Çünkü halin istishabî kaidesiyle esas olan isabet etmemesidir. Ýsabet ettiði yüzde yüz anlaþýlýnca cevaz evvelinden sabit olur; ve istishap bozulur. Hatta isâbet ettiðini kuvvetle zannetse bile sahih kavle göre yine câiz olmaz. Nitekim «Hýlye»de «Hâniye»den naklen bildirilmiþtir. Namaz esnasýnda yüzde yüz bilse câiz olmaz. Ýmam Ebu Yûsuf buna muhaliftir. Çünkü öðrendikten sonra o kimsenin hali daha kuvvetlidir. Kuvvetliyi zaif üzerine bina caiz deðildir.

«Araþtýrma neticesi bulunduðu tarafýn aksine doðru kýlan böyle deðildir». O isabet ettiðini bilsin bilmesin yahud namazda veya namazdan sonra hata etsin yahud o hususlara dair hiçbir þey anlaþýlmasýn mutlak surette namazýný yeniden kýlacaktýr.

Ýmam A´zam´dan bir rivâyete göre böylesinin küfründen korkulur. Ýmam Ebu Yûsuf´tan bir rivâyete göre ise isabet ettiði takdirde câizdir. Fetva imam A´zam´ýn kavline göredir. Feyz.

Fark þudur: Ýmameyn´e göre baþka bir sebeple farz olan þeyin tahsili deðil husûlü þarttýr. Lâkin fesâdý itikad edilmeyecek ve fesâdýna delil bulunmayacaktýr. O kimsenin araþtýrdýðý cihetin aksini tercih etmesi namazýnýn bozulduðunu itikad etmesini gerektirir. Ve týpký kendinin abdestsiz olduðunu veya elbisesinin pisliðini, yahud vakit girmediðini bildiði halde namaz kýlýp sonra aksi anlaþýlmasýna benzer. Bu hallerin hiç birinde namazý câiz deðildir. Çünkü kendi itikadýnca yaptýðý iþ câiz deðildir. Araþtýrmadan kýlmasý böyle deðildir. Zira fesadýný itikad etmemiþtir. Yalnýz olup olmadýðý hususunda þüpheli kalmýþtýr. Namaz tamam olduktan sonra kýbleye isabeti anlaþýlýnca iki ihtimalden biri ortadan kalkmýþ, diðeri kalmýþtýr. Kaviyi zaif üzerine binâ etmek de lazým gelmemiþtir. Kýbleye isabet ettiði namaz bitmeden öðrenmesi bunun hilâfýnadýr. Nitekim «Münye» þerhinde izâh edilmiþtir.

Kýbleyi þaþýran kimseler namazlarýný yalnýz baþlarýna kýlarlarsa her birinin namazý sahihdir. Fakat imamla kýlarlar da muhtelif semtlere doðru dururlarsa, haklarýnda þöyle tafsilata gidilir ki, bunu «Feyz» sahibi söylemiþtir: Cemâatle kýlarken hangisi imamýn önüne geçer yahud edâ hâlinde imamýn döndüðü taraftan baþka tarafa doðru dönerse onun namazý câiz deðil, diðerlerinin namazlarý câizdir. Zira imamýn önüne geçerse bunu edâ halinde anlasýn anlamasýn namaz câiz deðildir. Fakat semt hususunda imama muhalefet ederse bunu ancak edâ halinde anladýðý takdirde zarar eder. Namazdan sonra anlarsa zarar etmez. Nitekim yukarda «Feyz» den naklettirdiðimiz ibâre de buna delâlet etmektedir. Bu hususta «Mülteka»da da þöyle denilmektedir:

«Ýmamýn önüne geçmeyenin namazý câizdir. Geçenin yahud imamýn hâlini bilip de ona muhalefet edenin hükmü böyle deðildir».

«Gurer» metninde dahi þöyle denilmiþtir: «Ýmama muhâlefet ettiðini bilmez ve onun önüne geçmezse câizdir. Aksi halde câiz deðildir. Nitekim imam belli olmasa... ilh». þârih burada «Nehir» sahibine tâbi olmuþtur. O da bu meseleyi «Mi´rac»dan nakletmiþtir. «Mi´rac»ýn ibaresi þudur: «Þafiî´nin bazý arkadaþlarý, bu kimselere iâde lazýmdýr. Çünkü imamýn yaptýðý onlarýn itikadlarýna göre yanlýþla doðru arasýnda mütereddittir. Ýmam belli olmasa mesela namaz kýlan iki kiþi görse de lâlettayin birine uymaya niyet etse câiz olmaz. Ýmamýn fiili belli olmadýðý zaman da böyledir. demiþlerdir».

Bundan anlaþýlýr ki, iþin münâsibi bu meseleyi tamamen buradan atmak idi. Çünkü onun burada hiç bir te´siri yoktur. Yalnýz Þâfii´lerden bazýlarýnýn, «Ýmamýnýn hâlini bilmeyen kimsenin namazý imamýnýn kendini bilmeyene kýyasen sahih olmaz.» sözlerine göre bir münasebeti olabilir. Anla.

«Kýbleyi þaþýrmazlarsa ona isâbet þartiyle namaz câizdir» Þârih bu cümleyi burada bilmünasebe zikretmiþtir.

En münasibi Tahtavî ile Rahmetî´nin söyledikleridir ki þudur: Bu mesele cemaate mahsus deðildir. Yalnýz kýlanda öyledir. Rahmetî, «Araþtýrmak namazýn sahih olmasý için ancak kýblede þüphe edildiði zaman þarttýr. Bir kimse kýbledir diye kesîn surette inanarak bir tarafa doðru namaz kýlarsa namazý câizdir. Meðer ki kýblede hata ettiðini namaz içinde veya namazdan sonra anlasýn. Ama bu mutlak namaz hakkýndadýr. Cemaate mahsus deðildir» demiþtir. Bu izaha göre Þârih onu yerinde söylemiþtir. Çünkü daha önce söylemiþ olsa, hükmün yalnýz kýlana mahsus olduðu tevehhüm edilebilirdi. Rafiî.

Onu, Musannýf´ýn, «Kýbleyi araþtýrmadan namaza baþlarsa ilh.» sözünün yanýnda zikretmesi gerekirdi. Çünkü Musannýf´ýn o sözü kýbleyi þaþýranlar hakkýndadýr. Buradaki «þaþýrmazlarsa» sözü onun mefhumunu izâh olur. Sonra kýbleyi araþtýrma meseleleri aklen taksime göre yirmi kýsma ayrýlýr. Çünkü bir kimse ya kýblede hiç þüphe etmez ve araþtýrmaz. Yahud þüphe eder ve araþtýrýr. Yahud þüphe etmeden araþtýrmaz. Veya þüphe etmeden araþtýrýr. Bu dört kýsýmdan her birinin beþ vechi vardýr. Çünkü o kimsenin ya isabet veya hata ettiði namazda meydana çýkacaktýr. Yahud namaz hâricinde anlaþýlacaktýr. Yahud hiç anlaþýlmayacaktýr.

Birinci kýsmý ele alýrsak o kimsenin hata ettiði anlaþýlýrsa mutlak surette namazý bozulur. Namaz bitmeden isabet ettiði anlaþýlýrsa yine böyledir, diyenler vardýr. Çünkü hali kuvvet bulmuþtur. Esah kavle göre namazý bozulmaz. Namazdan sonra hatâsý anlaþýlýr veya hiçbir þey anlaþýlmazsa kendi reyince büyük bir ihtimale göre kýbleye isabet ettiði takdirde namaz yine bozulmaz.

Ýkinci kýsým bütün vecihlere göre sahihtir

Üçüncü kýsým bütün vecihlerinde sahih deðildir. Velev ki zann-ý galibine göre isabet etmiþ olsun. Esah kavil budur. Ancak kýbleye isabet ettiðini namazdan sonra öðrenirse o zaman câizdir.

Dördüncünün hariçte vücudu yoktur. «Nehir» nam eserde de böyle denilmiþtir. Musannýf bunlardan ikinci kýsmý, «Kýbleyi bilmekten âciz olan araþtýrýr... ilh.» diyerek anlattýðý gibi üçüncüden de, «araþtýrmadan namaza baþlarsa, ilh.» sözü bahsetmiþtir. þârih de «kýbleyi þaþýrmazlarsa ilh.» sözü ile birinci kýsmý anlatmýþtýr. Ancak, «Hatalarý anlaþýlýrsa namaz bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.» demesi lâzým gelirdi. Dördüncü kýsmýn haricinde vücudu olmadýðý için onu hazf etmiþtir. Bu makamý izah hususunda sözün doðrusu budur. Anla!

METÝN

FER´Ý MESELELER :
Bize göre niyet mutlak olarak þarttýr. Velev ki akabinde inþaallah desin. Eðer boþama ve köle âzâdý gibi söze taallûk eden þeylerdense bâtýl olur, deðilse bâtýl olmaz. Bize göre niyet ettiðinin aksini yapmak câiz deðildir. Yalnýz cuma namazýnda Ýmam Muhammed´in kavlince câiz ise de bu kavil zaiftir.

Mutemed kavle göre birçok fiillerden mürekkep olan ibâdete niyet o fiillerin hepsine þâmildir. Bir kimse hâlis niyetle namaza baþlar da sonra içine riya karýþýrsa sâbýk olana itibar edilir.

ÝZAH

Þârih bu fer´î meseleleri Kýbleye dönme Babýndan önce niyetten bahsederken sýralasa daha münâsip olurdu. Nitekim «Hazâin» sahibi öyle yapmýþtýr. Bize göre bütün ibadetlerde niyet ashab-ý kiramýn ittifakiyle þarttýr. Rükün deðildir. Ýhtilâf ancak ihram tekbiri hakkýndadýr. Mutemed kavle göre o da niyet gibi þarttýr. Bazýlarý rükün olduðunu söylemiþlerdir. Eþbah.

Þârih´in bundan mutlak diye söz etmesi cenâze namazýna da þâmil olsun diyedir. Ama ondaki iftitah tekbiri bilittifak rükündür. Nitekim bâbýnda gelecektir. H.

«Eþbâh» sahibi ibâdetlerden iman, tilâvet, zikir ve ezaný istisna etmiþtir. Çünkü bunlar niyete muhtaç deðildirler. Nitekim Buharî þerhinde Aynî de ayný þeyi söylemiþtir. Ýbâdetten baþka bir þey sayýlmayan her þey niyete muhtaç deðildir. Bu, «Ýbni Vehban» þerhinde de böyledir. Ýbni Vehban, «Kezâ niyete muhtaç deðildir.» demiþtir.

Ýbâdetin þartý olan þeyler de ibâdetten müstesnadýr. Yalnýz teyemmümle «Kerhî»nin kavline göre kýbleye karsý dönmek niyete muhtaçtýrlar. Fakat itimad edilen kavil bunun hilâfýdýr. Kezâ baþa ve mest üzerine mesh ve diðer ibâdet cüzleri dahi niyete muhtaç deðildir. Niyet edilen þey «Sen boþsun inþaallah, sen hürsün inþaallah» gibi söze teallûk eden hususattansa meþietle «yani inþaallah demekle» bâtýl olur. Çünkü boþamak ve köle âzâd etmek niyete deðil söze baðlýdýr. Hatta bir kimse karýsýný boþamaya veya kölesini âzad etmeye niyet etse söylemedikçe sahih olmaz.

Halebî diyor ki: «Eðer talâkýn vukuu, «sen boþsun» sözüne baðlýdýr». Niyete itibar yoktur. Çünkü bu söz acýktýr, dersen ben de þöyle derim: «Bu kazaen müsellemdir (Mahkeme hükmüne göre teslim edilir). Diyaneten ise niyet muteberdir. Hatta bu sözle ipten boþanmayý niyet ederse diyaneten kadýn boþ düþmez».

Ben derim ki: «Bahýr» ve «Eþbah»da dahi böylece açýklanmýþtýr. Bu izaha göre Þârih sözle kinaye arasýnda fark, birincinin sadece kazaen niyete muhtaç olmamasý, fakat diyaneten niyete muhtaç olmasý, ikincinin ise hem kazaen hem diyaneten niyete muhtaç olmasýdýr. Lâkin diyaneten Þârih´in niyete muhtaç olmasýnýn mânâsý sözün örfî mânâsýndan baþkasýný niyet etmemesidir.

Ýpten boþanmayý niyet ederse kadýn boþ düþmez. Çünkü bu adam sözü delâlet ettiði mânâdan deðiþtirmiþtir. Ama sen boþsun sözünü karýsýna söylemek ister de ondan boþamayý ve baþka bir yerine geçer.

Cevap þudur: Tavaf haddizatýnda müstakil bir ibadettir. Nitekim haccýn bir rüknüdür. Rukün olmasý itibariyle hac niyetinde dahildir. Tâyin edilmesi þart deðildir. Müstakil olmasý itibariyle onda asýl tavaf niyeti þarttýr. Hatta bir þeyden kaçarak yahud borçluyu takip ederek tavaf etse sahih deðildir. Arafat´ta vakfe böyle deðildir. Çünkü o ancak haccýn zýmnýnda ibadettir. Ve hac niyetinde dahildir. Þeytan taþlamak, týraþ olmak, saî yapmak dahi böyledir. Bir de tavaf ifâsýna týraþ olarak ihramdan çýktýktan sonra yapýlýr. Hatta o kimseye kadýnlardan baþka her þey helâl olur. Bununla bir vecihle hacdan çýkmýþ, bir vecihle çýkmamýþ olur. Binaenaleyh her iki vecih nazar-ý itibara alýnmýþtýr.

«Bir kimse hâlis niyetle namaza baþlar da sonra içine riyâ karýþýrsa sâbýk olana itibar edilir». Ýhtimal ki bunun vechi þudur:

Namaz, parçalanmayý kabul etmeyen bir ibâdettir. Binaenaleyh onun ibtidasýna bakýlýr. Namaza hâlis niyetle baþlar da sonra riya ârýz olursa namaz o hulûsu üzere ALLAH için devam eder. Yani hâlis niyetle baþlamazsa bir kýsmý ALLAH için, bir kýsmý baþkasý için olmasý lazým gelir. Halbuki namaz bir ibadettir; Evet, namazýn bir kýsmý riyâ suretiyle güzel olursa güzel yapmak ziyade bir vasýftýr. Ondan dolayý sevap verilmez. Bu anlattýklarýmýzdan þu çýkar: Bir kimse namaza riya ile baþlarda sonra ihlâsa çevirirse evvelkisi itibar olunur. Bu, kýraat ve itikâf gibi parçalanmasý mümkün olan ibadetlerin hilâfýnadýr. Çünkü böyle ibadetlerde riyâ karýþan cüzün hükmü baþka, ihlâsla yapýlan cüzün hükmü baþkadýr.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:10:31
METÎN

Kýbleyi bilmekten âciz kalan kimse yukarýda geçen vasýtalarla onu araþtýrýr. Araþtýrmak, maksada nâil olmak için güç sarf etmektir. Hata ettiði anlaþýlýrsa namazý tekrarlamaz. Sebebi yukarýda geçti. Hatasýný namaz.da anlar yahud reyi deðiþirse velev ki secde-i sehiv halinde deðiþsin dönerek namazýna devam eder. Hatta namazýn her rekâtýný bu suretle bir taraf doðru kýlsa câizdir. Velev ki Mekke´de veya karanlýk bir mescidde bulunsun. Kapý kapý dolaþmak ve duvarlarý yoklamak lâzým gelmez. Kýble´de yanýlan kimse âmâ olur da bir adam onu düzeltir ve ona uymazsa âmâ namazýna devam eder.

ÝZAH

Yukarýda gecen vasýtalardan murad eski mihraplar ve yýldýzlarla istidlâl etmek ve kýbleyi bilen bir kimseye sormaktýr. Bundan anlaþýlýr ki bu üç þeyden biri mümkünse kýblede araþtýrma yapmaz. Hatta yanýnda bir soracak bulunur da ona sormadan araþtýrma yaparsa kýbleye isabet etmezse namaz câiz deðildir. Çünkü araþtýrma suretiyle bulunan kýble, hiçbir delil olmaksýzýn sýrf kalbin þahidliðine istinad eder. Belde ahalisi ise iþaretlere istinâd eden kýble cihetini yýldýzlarla ve diðer alâmetlerle bilirler. Binaenaleyh onlarýn haber vermesi araþtýrmadan üstündür. Kezâ bir beldede eskiden yapýlmýþ mihraplar varsa yahud kýbleyi araþtýran çölde bulunurda gökyüzü bulutsuz olursa, yýldýzlarla istidlâli bildiði takdirde araþtýrma yapmasý câiz deðildir. Çünkü bunlar araþtýrmadan daha kuvvetlidir. Meselenin tamamý «Hýlye» ve diðer kitaplardadýr. Bu izahattan anlaþýldýðýna göre yukarýda zikredilen delilleri bulamayan kimseye kýbleyi araþtýrmak düþer. Kendisi gibi seni taklid etmez. Zira müctehidin müctehidi taklid etmesi câiz deðildir. Araba araþtýrma ile bir neticeye varamazsa baþkasýný taklid edebilir mi? Bunu bir yerde göremedim. «Sebebi yukarýda geçti.» Yani tâat, tâkata göredir. Reyin deðiþmesi, kýblenin baþka tarafta olduðuna kalbinin kanaat getirmesidir. Bu ikinci içtihadýn daha ziyade tercihe þayan olmasý gerektir. Zira zarf içtihad yok hükmündedir. Müsavi içtihadda öyledir. Teemmül et!

Hatasýný namazda anlayan bir kimse kýble tarafýna dönerek namazýna devam eder. Çünkü rivayete göre Kubalýlar sabah namazýnda Beyt-i Makdis´e doðru dönmüþlerdir. Kýblenin deðiþtiðini haber alýnca Kâbe tarafýna döndüler. Peygamber (s.a.v.) de bu yaptýklarýný kabul buyurdu.

Namazda reyi deðiþen bir kimse aklýnýn kestiði tarafa doðru namaza devam edecektir. Çünkü yeni ictihad evvelkinin hükmünü nesh edemez. Bunu «Münye» þârihi beyan etmiþtir. Reyi deðiþince derhal dönmesi icap eder. Hatta bir rükün edâ edecek kadar durursa namazý bozulur. «Mekke»de bile olsa» ifâdesinden murad Mekke´de kapalý olsa da yanýnda soracak bir kimse bulunmadýðý için kýbleyi araþtýrmak suretiyle namaz kýlsa sonra hatâ ettiði anlaþýldýðý takdirde namazý câizdir demektir. Bahýr.

En güzel ifâde budur. «Hâniye» sahibi bu kadarcýðý ile yetinmiþtir. «Kapý kapý dolaþmak ve duvarlarý yoklamak lâzým gelmez».

«Hulâsa» nâm eserde þöyle deniliyor: «Mescid þehirde olduðu halde içinde cemaat yoksa gece de karanlýk ise Ýmam Nesefî «Fetevasýnda namaz câizdir demiþtir». «Kâfi»de de þu satýrlar vardýr: «Cemâatý evlerinden çýkarmaz. Kemâl Ýbni Hümâm, «En güzeli mescidin muhîm kimselerden müteþekkil cemâatý olduðunu bilir, ancak kendisi mescide girerken orada deðiller de yanýndaki köyde iseler, kýbleyi araþtýrmazdan önce onlarý arayýp sormasý icap eder. Çünkü araþtýrmak, baþka suretle kýbleyi bilmeye imkân bulamamaya baðlanmýþtýr, demiþtir». Bu sözle az yukarýda «Kâfi» ve «Hulâsa»dan nakledilen arasýnda aykýrýlýk yoktur. Çünkü maksad hânelerin içinde bulunmadýklarý zaman aramaktýr.

Karanlýk, yaðmur ve benzeri güçlüklere katlanarak aramalarý lâzým deðildir. «Münye» þerhi, duvarlarý yoklamak da lâzým deðildir. Çünkü duvar nakýþlý ise mihrabý baþkasýndan ayýramaz. Çok defa duvarda zehirli haþarat bulunabilir. Buna binaen araþtýrmak câiz olmuþtur. Bunu «Hâniye»den naklen «Bahýr» sahibi söylemiþtir. Ama bu ancak bazý mescidlere mahsustur. Ekseri mescidlerde ise karanlýkta hiç bir eziyet görmeksizin mihrabý baþkalarýndan ayýrmak mümkündür. Binaenaleyh araþtýrma câiz deðildir. Bunu «Miftah»tan naklen Ýsmail Nablusî söylemiþtir.

Âmâ meselesinde «Münye» þârihi þöyle demiþtir: «Âmâ bir kimse namazýn bir rekâtýný kýbleden baþka tarafa doðru kýldýktan sonra bin gelerek onu kýbleye doðrultsa ve kendisine uysa bakýlýr. Âmâ namaza baþlarken soracak bir kimse bulmuþ da sormadan niyetlenmiþse ikisinin namazý da câiz deðildir. Sormuþsa âmânýn namazý câiz, cemaat olan kimsenin ise câiz deðildir. Çünkü ona göre imam namazýný fâsid üzerine bina etmiþtir. Bu fâsid birinci rekâttýr». «Feyz» ile «Sirac»da da buna benzer izahat vardýr ki, þunu ifâde eder: Âmâ soracak kimse bulamazsa mihrâbý yoklamasý lâzým gelmez. Sormak imkâný varken kimseye sormadan namaza durur da kýbleye isabet ederse namazý câizdir. Ýsabet etmezse câiz deðildir. Nitekim bunu «Münye»den naklen arzetmiþtik.

METÝN

Kýbleyi araþtýrarak namaza duran ve namaz içinde kýbleye dönen kimseye baþkasý uymamýþsa o kimse namazýna devam eder. Kýbleyi araþtýrmayan bir kimseye araþtýrana uyarsa imam kýblede hata ettiði takdirde uymasý câiz deðildir. Ýmam selâm verir de mesbûk ve lahik kimselerin kýble hakkýndaki yeri deðiþirse mesbûk olan kýble tarafýna döner, lâhik ise namazýný yeniden kýlar. Kýbleyi araþtýran kimsenin hiç bir tarafa gönlü yatmazsa ihtiyaten her tarafa doðru birer defa namazýný kýlar.

Bir kimsenin reyi kýblenin ilk tahmin ettiði tarafta olduðuna deðiþirse o tarafa döner. Ýlk kýldýðý tarafta bir secde unuttuðunu hatýrlarsa namazýný yeniden kýlar.

ÝZAH

Bir kimse kýbleyi araþtýrarak namaza durur da sonra hatasýný anlayarak namaz içinde kýbleye dönerse onun bu halini bilen bir kimse kendisine uyamaz. Ýbâre «Hazâin»de þöyledir: «Meselâ bir kimse kýbleyi araþtýrarak namaza durur da sonra hata ettiðini anlayarak kýbleye dönerse onun halini bilen baþkasý kendisine uyamaz». Yani imamýn namazýn baþýnda hata ettiðini bildiði için ona uyamaz. Bahýr.

Bundan þu anlaþýlýr ki, bu adam kýble zannettiði tarafa da araþtýrarak dönse diðeri de araþtýrmýþ olmak þartiyle ona uyabilir. Ve illa mesele bundan sonra gelen meselenin ayný olur. Teemmül et!

Kýbleyi araþtýrmadan araþtýrana uymak imamýn hata ettiði anlaþýlýrsa câiz deðildir. Çünkü kýble araþtýrýlmadan kýlýnan namazda þüphe edildiði vakit ancak kýbleye isabet þartiyle namaz câiz olur. Nitekim yukarý da geçtiði gibi aþaðýda da gelecektir. Ama imamýn namazý sahihdir. Çünkü o kýbleyi araþtýrarak namaza durmuþtur. Ýmam kýbleye isabet ederse her ikisinin namazý câizdir. Nitekim «Münye» þerhinde de böyle denilmiþtir.

Ýmam selâm verdikten sonra mesbûkun reyi deðiþirse kalbinin yattýðý tarafa dönerek namazýný tamamlar. Çünkü o kaza ettiði rekatlar hakkýnda yalnýz kýlan hükmündedir. Fakat lâhýk böyle deðildir. O kaza ettiði cüzler hakkýnda da imama uymuþ sayýlýr. Ýmama uyan bir kimse imamýn kýbleden baþka tarafa doðru yöneldiðim anlasa imamýn namazýný düzeltemez. Çünkü olduðu yerde dönse kasden Kâbe ciheti hususunda imamýna muhâlefet etmiþ olur. Bu ise namazý bozar. Dönmese kendi reyine göre namazýný kýbleden baþka tarafa doðru tamamlamýþ olur. Bu da namazý bozar. Lâhýk da böyledir. «Onun için lâhýk namazýný yeniden kýlacaktýr». Burasýný «Münye» þerhi kaydetmiþtir.

Þimdi hem lâhik hem mesbûk olan kimsenin hükmü kalýr. «Lâhik, imama uyduktan sonra bir özürden dolayý namazýnýn bir kýsmýný kýlamayýp imam selâmýný verdikten sonra tamamlayan kimsedir. Mesbûk ise namazýn bir kýsmýnda imama eriþemeyendir». Hem lâhik, hem mesbûk olan kimse evvelâ imama yetiþdiðini sonra yetiþemediðini kaza ederse yetiþtiðini kaza ederken kýble hakkýndaki, reyi deðiþtiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Ýmama yetiþemediðini kaza ederken reyi deðiþirse olduðu yerde dönerek namazýný tamamlar. Ama evvela imama yetiþemediðini sonra imama yetiþtiðini kaza ederse, imama yetiþtiðini kaza ederken reyi deðiþtiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Ýmama yetiþmediðini kaza ederken reyi deðiþirse bu hal imama yetiþtiklerini kazaya varýncaya kadar devam ettiði takdirde namazýný yeniden kýlar. Bu cihetler aþikârdýr. Fakat bu hal imama yetiþdiklerini kazaya baþlayýncaya kadar devam etmez de reyi deðiþerek Kâbe´nin imamýnýn kýldýðý tarafa doðru olduðuna gönlü yatarsa bu hususta tereddüt edilmiþtir. Zâhire göre olduðu yerde döner. Teemmül eyle!. Bunu Halebî söylemiþ Tahtavî ile Rahmetî´de kabul etmiþlerdir. Kýbleyi araþtýran bir kimsenin hiç bir tarafa gönlü yatmazsa bu hususta «Bahýr», «Hýlye» ve diðer kitaplarda «Fetevây-ý Attabî»den naklen þöyle denilmiþtir:

«Bir kimse kýbleyi araþtýrýr da hiçbir tarafa gönlü yatmazsa bazýlarýna göre namazý te´hir eder. Birtakýmlarý o namazý (4) dört tarafa doðru birer defa kýlacaðýný, daha baþkalarý muhayyer kalacaðýný söylemiþlerdir». «Zadü´l-Fakîr» sahibi birinci kavli tercih etmiþtir. Bu tercihi birinci kavli kat´i lisanla ikinci ve üçüncüyü zayýflýk bildirir «denilmiþtir» kelimesi ile ifâde etmesinden anlaþýlýr. «Münye» þerhinde ortadaki «yani ikinci» kavil tercih edilmiþ en ihtiyatlýsý budur, denilmiþtir. Halebî, «Hindiye»den o da «Muzmerat»tan naklen bu kavlin en doðru olduðunu söylemiþlerdir. Binaenaleyh Þârih de onu tercih etmiþtir. Kuhistânî´nin sözünden son kavli tercih ettiði anlaþýlýyor. Bence de tercihe þâyân odur. Zira Attabî þöyle demiþtir:

«Araþtýrma neticesi hiç bir tarafa yüzde yüz kanaat hâsýl olmaz da herhangi bir tarafa doðru kýlarsa câiz olur. Velev ki onda da hata etmiþ olsun. Bazýlarý araþtýrma neticesi kalbi bir tarafa yatmazsa namazý te´hir eder, demiþ; bir takýmlarýda namazý (4) dört tarafa doðru kýlacaðýný söylemiþlerdir. Nitekim «Zahireye»dede beyan edilmiþtir». Bu sözden anlaþýlýyor ki, muhayyerliðin mânâsý, dört taraftan hangisini muhayyerlikten muradýn bu olduðunu söylemiþlerdir.

«Münyetü´l-Kebîr» þerhinde burasýný izah ederken, «Bazýlarý muhayyer býrakýlacaðýný söylemiþlerdir. Ýsterse namazý te´hir eder, isterse onu dört tarafa dört defa kýlar.» denilmiþse de bu sözü «Münye» þârihinin kendinden söylediði anlaþýlýyor. Çünkü yukarýda zikrettiðimiz «Fetâvây-ý Attabî»de bu ilâve yoktur. Hem buna þöyle itiraz edilebilir:

Bu adam namazý dört tarafa doðru kýlarsa namazýný üç defa yakînen kýble olmayan cihete doðru kýlmasý lazým gelir. Bu ise yasak edilmiþtir. Yasak edilen þeyi terk etmek emir edileni yapmaktan önce gelir. Bundan dolayýdýr ki, elbisedeki pisliði yýkamak baþkalarý yanýnda avret yerini açmayý gerektirirse pis elbise ile namaz kýlar. Halbuki burada emir edilen de sâkýt olmuþtur. Çünkü kýbleye dönmek ancak kudreti olana emir edilmiþtir. Araþtýran kimsenin kýblesi araþtýrmakla bulduðu taraftýr. Bu kimsenin araþtýrma neticesi gönlü hiçbir tarafa yatmayýnca onun hakkýnda dört taraf da müsavi olmuþtur.

Binaenaleyh bu taraflardan birini seçerek ona doðru namazýný kýlar. Namazý da sahih olur. Velev ki hata ettiði anlaþýlsýn. Çünkü bu adam ancak elinde olaný yapmýþtýr. Bu izahat son kavli, yani muhayyerliði bizim «Kuhistâni»den naklettiðimiz mânâda te´yid eder. Þârih´in tercih ve ihtiyat olduðunu iddia etliði kavli ise zayýflatýr. Bunu insafla tedebbür eyle!

Kemal Ýbni Hümam´ýn «Zadü´l-Fakîr» adlý eserinde tercih ettiði birinci kavlin dahi anlaþýlan bir tarafý vardýr. Ve þudur:

Kýbleye delil bulmadýðý vakit kýble araþtýrma neticesi ortaya çýkan taraf olduðuna ve araþtýrmadan da bir þey çýkmadýðýna göre o kimse namazýn sahih olmasýnýn þartýný kaybetmiþ demektir. Binaenaleyh su ile topraðý bulamayan gibi o da namazý te´hir eder. Lâkin son kavil yani vaktin içinde namazý herhangi tarafa kýlmakta muhayyer olmasý daha ihtiyatlýdýr. Nitekim çýplak bir kimse dörtte birinden daha azý temiz olan bir elbise bulsa ihtiyaten onu giymesi gerekir. Taâlâ Hazretleri´nin. «Nereye dönseniz Allah´ýn vechi oradadýr.» âyet-i kerimesinin umumu da muhayyerliðe delildir. Çünkü bu âyetin kýbleyi þaþýranlar meselesi hakkýnda indiði söylenir. «Kuhistânî»den naklettiðimiz sözden onun da bunu ihtiyar ettiði anlaþýlýyor. «Bahýr» sahibinin sözleri dahi bunu göstermektedir. Evvelce görüldüðü vecihle Þâfiilerle Hanbelîlerin mezhebi de budur. Kitabýmýzýn baþýnda «Müstesfâ»dan naklen arzetmiþtik ki, bir mesele hakkýnda üç kavil bulunursa bunlarýn tercih edilecek olaný, birincisi veya üçüncüsüdür. ortadaki deðildir. AIlahu a´lem.

«Ýlk kýldýðý tarafta bir secde unuttuðunu hatýrlarsa namazýný yeniden kýlar.»

«Münye» þerhinde deniliyor ki: «Namazýn üçüncü veya dördüncü rekâtýnda reyi ilk rekâttaki reyine dönerse hükmün ne olacaðý hususunda müteehhirin ulema (yani sonradan gelenler) ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý namazý tamamlar demiþ; birtakýmlarý yeniden kýlmasý lâzým geldiðini söylemiþlerdir. «Hulasa»´da da böyle denilmiþtir. Birinci kavil daha güzeldir». Onun içinde «Hâniye» sahibi onu evvel zikretmiþtir. Çünkü âdeti en meþru olan kavli öne almaktýr. «Kuhistanî» buna cezm etmiþ. Þârih de ona tabi olmuþtur. Namazý yeniden kýlmasýnýn sebebi þudur:

O secdeyi ikinci tarafa doðru yapsa kýbleden baþka tarafa doðru dönmüþ olur. Çünkü mezkûr secde ilk rekâtýn cüzüdür. Döndüðü ikinci taraf bütün cüzleri ile birinci rekâtýn kýblesi deðildir. Bu secdeyi birinci tarafa doðru yapsa bu sefer de þimdiki kýblesinden ayrýlmýþ olur. H.

METÝN

Kýbleyi araþtýrmadan namaza baþlarsa isabet etse bile câiz olmaz. Çünkü farz olan araþtýrmayý terk etmiþtir. Ancak kýbleye isabet ettiðini namazdan sonra anlarsa bilittifak o namazý tekrarlamaz. Araþtýrma neticesi bulduðu tarafýn aksine doðru kýlan böyle deðildir. O mutlak surette namazýný yeniden kýlar. Nasýl ki bir kimse abdestsiz veya elbisesi pis olduðunu yahud vakit girmediðini zannederek namaz kýlar da sonra aksi meydana çýkarsa câiz olmaz.

Kýbleyi þaþýran kimseler araþtýrmak suretiyle namazý cemaatle kýlarlar da sonra edâ halinde iken muhtelif cihetlere doðru kýldýklarý anlaþýlýr ve hangisi imamýn döndüðü tarafa muhalif durduðunu veya imamýn önüne geçtiðini bilirse namazý câiz deðildir. Çünkü imamýn hata ettiðine inanmýþtýr. Bir de o makamýn farzýný terk etmiþtir. Ama edâdan sonra öðrenirse zarar etmez. Bunu bilmeyenin namazý sahihdir. Nitekim imam belli olmasa mesela namaz kýlan iki adam görse de lâlettâyin birine uysa câiz olmaz. Kýbleyi þaþýrmazlarsa ona isâbet þartýyle namaz câizdir.

ÝZAH

Kýbleyi delilleri ile bilmekten âciz olan kimse araþtýrmadan namaza baþlasa, namazdan sonra kýbleye isabet ettiðini öðrenmedikçe namazý câiz deðildir. Çünkü halin istishabî kaidesiyle esas olan isabet etmemesidir. Ýsabet ettiði yüzde yüz anlaþýlýnca cevaz evvelinden sabit olur; ve istishap bozulur. Hatta isâbet ettiðini kuvvetle zannetse bile sahih kavle göre yine câiz olmaz. Nitekim «Hýlye»de «Hâniye»den naklen bildirilmiþtir. Namaz esnasýnda yüzde yüz bilse câiz olmaz. Ýmam Ebu Yûsuf buna muhaliftir. Çünkü öðrendikten sonra o kimsenin hali daha kuvvetlidir. Kuvvetliyi zaif üzerine bina caiz deðildir.

«Araþtýrma neticesi bulunduðu tarafýn aksine doðru kýlan böyle deðildir». O isabet ettiðini bilsin bilmesin yahud namazda veya namazdan sonra hata etsin yahud o hususlara dair hiçbir þey anlaþýlmasýn mutlak surette namazýný yeniden kýlacaktýr.

Ýmam A´zam´dan bir rivâyete göre böylesinin küfründen korkulur. Ýmam Ebu Yûsuf´tan bir rivâyete göre ise isabet ettiði takdirde câizdir. Fetva imam A´zam´ýn kavline göredir. Feyz.

Fark þudur: Ýmameyn´e göre baþka bir sebeple farz olan þeyin tahsili deðil husûlü þarttýr. Lâkin fesâdý itikad edilmeyecek ve fesâdýna delil bulunmayacaktýr. O kimsenin araþtýrdýðý cihetin aksini tercih etmesi namazýnýn bozulduðunu itikad etmesini gerektirir. Ve týpký kendinin abdestsiz olduðunu veya elbisesinin pisliðini, yahud vakit girmediðini bildiði halde namaz kýlýp sonra aksi anlaþýlmasýna benzer. Bu hallerin hiç birinde namazý câiz deðildir. Çünkü kendi itikadýnca yaptýðý iþ câiz deðildir. Araþtýrmadan kýlmasý böyle deðildir. Zira fesadýný itikad etmemiþtir. Yalnýz olup olmadýðý hususunda þüpheli kalmýþtýr. Namaz tamam olduktan sonra kýbleye isabeti anlaþýlýnca iki ihtimalden biri ortadan kalkmýþ, diðeri kalmýþtýr. Kaviyi zaif üzerine binâ etmek de lazým gelmemiþtir. Kýbleye isabet ettiði namaz bitmeden öðrenmesi bunun hilâfýnadýr. Nitekim «Münye» þerhinde izâh edilmiþtir.

Kýbleyi þaþýran kimseler namazlarýný yalnýz baþlarýna kýlarlarsa her birinin namazý sahihdir. Fakat imamla kýlarlar da muhtelif semtlere doðru dururlarsa, haklarýnda þöyle tafsilata gidilir ki, bunu «Feyz» sahibi söylemiþtir: Cemâatle kýlarken hangisi imamýn önüne geçer yahud edâ hâlinde imamýn döndüðü taraftan baþka tarafa doðru dönerse onun namazý câiz deðil, diðerlerinin namazlarý câizdir. Zira imamýn önüne geçerse bunu edâ halinde anlasýn anlamasýn namaz câiz deðildir. Fakat semt hususunda imama muhalefet ederse bunu ancak edâ halinde anladýðý takdirde zarar eder. Namazdan sonra anlarsa zarar etmez. Nitekim yukarda «Feyz» den naklettirdiðimiz ibâre de buna delâlet etmektedir. Bu hususta «Mülteka»da da þöyle denilmektedir:

«Ýmamýn önüne geçmeyenin namazý câizdir. Geçenin yahud imamýn hâlini bilip de ona muhalefet edenin hükmü böyle deðildir».

«Gurer» metninde dahi þöyle denilmiþtir: «Ýmama muhâlefet ettiðini bilmez ve onun önüne geçmezse câizdir. Aksi halde câiz deðildir. Nitekim imam belli olmasa... ilh». þârih burada «Nehir» sahibine tâbi olmuþtur. O da bu meseleyi «Mi´rac»dan nakletmiþtir. «Mi´rac»ýn ibaresi þudur: «Þafiî´nin bazý arkadaþlarý, bu kimselere iâde lazýmdýr. Çünkü imamýn yaptýðý onlarýn itikadlarýna göre yanlýþla doðru arasýnda mütereddittir. Ýmam belli olmasa mesela namaz kýlan iki kiþi görse de lâlettayin birine uymaya niyet etse câiz olmaz. Ýmamýn fiili belli olmadýðý zaman da böyledir. demiþlerdir».

Bundan anlaþýlýr ki, iþin münâsibi bu meseleyi tamamen buradan atmak idi. Çünkü onun burada hiç bir te´siri yoktur. Yalnýz Þâfii´lerden bazýlarýnýn, «Ýmamýnýn hâlini bilmeyen kimsenin namazý imamýnýn kendini bilmeyene kýyasen sahih olmaz.» sözlerine göre bir münasebeti olabilir. Anla.

«Kýbleyi þaþýrmazlarsa ona isâbet þartiyle namaz câizdir» Þârih bu cümleyi burada bilmünasebe zikretmiþtir.

En münasibi Tahtavî ile Rahmetî´nin söyledikleridir ki þudur: Bu mesele cemaate mahsus deðildir. Yalnýz kýlanda öyledir. Rahmetî, «Araþtýrmak namazýn sahih olmasý için ancak kýblede þüphe edildiði zaman þarttýr. Bir kimse kýbledir diye kesîn surette inanarak bir tarafa doðru namaz kýlarsa namazý câizdir. Meðer ki kýblede hata ettiðini namaz içinde veya namazdan sonra anlasýn. Ama bu mutlak namaz hakkýndadýr. Cemaate mahsus deðildir» demiþtir. Bu izaha göre Þârih onu yerinde söylemiþtir. Çünkü daha önce söylemiþ olsa, hükmün yalnýz kýlana mahsus olduðu tevehhüm edilebilirdi. Rafiî.

Onu, Musannýf´ýn, «Kýbleyi araþtýrmadan namaza baþlarsa ilh.» sözünün yanýnda zikretmesi gerekirdi. Çünkü Musannýf´ýn o sözü kýbleyi þaþýranlar hakkýndadýr. Buradaki «þaþýrmazlarsa» sözü onun mefhumunu izâh olur. Sonra kýbleyi araþtýrma meseleleri aklen taksime göre yirmi kýsma ayrýlýr. Çünkü bir kimse ya kýblede hiç þüphe etmez ve araþtýrmaz. Yahud þüphe eder ve araþtýrýr. Yahud þüphe etmeden araþtýrmaz. Veya þüphe etmeden araþtýrýr. Bu dört kýsýmdan her birinin beþ vechi vardýr. Çünkü o kimsenin ya isabet veya hata ettiði namazda meydana çýkacaktýr. Yahud namaz hâricinde anlaþýlacaktýr. Yahud hiç anlaþýlmayacaktýr.

Birinci kýsmý ele alýrsak o kimsenin hata ettiði anlaþýlýrsa mutlak surette namazý bozulur. Namaz bitmeden isabet ettiði anlaþýlýrsa yine böyledir, diyenler vardýr. Çünkü hali kuvvet bulmuþtur. Esah kavle göre namazý bozulmaz. Namazdan sonra hatâsý anlaþýlýr veya hiçbir þey anlaþýlmazsa kendi reyince büyük bir ihtimale göre kýbleye isabet ettiði takdirde namaz yine bozulmaz.

Ýkinci kýsým bütün vecihlere göre sahihtir

Üçüncü kýsým bütün vecihlerinde sahih deðildir. Velev ki zann-ý galibine göre isabet etmiþ olsun. Esah kavil budur. Ancak kýbleye isabet ettiðini namazdan sonra öðrenirse o zaman câizdir.

Dördüncünün hariçte vücudu yoktur. «Nehir» nam eserde de böyle denilmiþtir. Musannýf bunlardan ikinci kýsmý, «Kýbleyi bilmekten âciz olan araþtýrýr... ilh.» diyerek anlattýðý gibi üçüncüden de, «araþtýrmadan namaza baþlarsa, ilh.» sözü bahsetmiþtir. þârih de «kýbleyi þaþýrmazlarsa ilh.» sözü ile birinci kýsmý anlatmýþtýr. Ancak, «Hatalarý anlaþýlýrsa namaz bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.» demesi lâzým gelirdi. Dördüncü kýsmýn haricinde vücudu olmadýðý için onu hazf etmiþtir. Bu makamý izah hususunda sözün doðrusu budur. Anla!

METÝN

FER´Ý MESELELER :
Bize göre niyet mutlak olarak þarttýr. Velev ki akabinde inþaallah desin. Eðer boþama ve köle âzâdý gibi söze taallûk eden þeylerdense bâtýl olur, deðilse bâtýl olmaz. Bize göre niyet ettiðinin aksini yapmak câiz deðildir. Yalnýz cuma namazýnda Ýmam Muhammed´in kavlince câiz ise de bu kavil zaiftir.

Mutemed kavle göre birçok fiillerden mürekkep olan ibâdete niyet o fiillerin hepsine þâmildir. Bir kimse hâlis niyetle namaza baþlar da sonra içine riya karýþýrsa sâbýk olana itibar edilir.

ÝZAH

Þârih bu fer´î meseleleri Kýbleye dönme Babýndan önce niyetten bahsederken sýralasa daha münâsip olurdu. Nitekim «Hazâin» sahibi öyle yapmýþtýr. Bize göre bütün ibadetlerde niyet ashab-ý kiramýn ittifakiyle þarttýr. Rükün deðildir. Ýhtilâf ancak ihram tekbiri hakkýndadýr. Mutemed kavle göre o da niyet gibi þarttýr. Bazýlarý rükün olduðunu söylemiþlerdir. Eþbah.

Þârih´in bundan mutlak diye söz etmesi cenâze namazýna da þâmil olsun diyedir. Ama ondaki iftitah tekbiri bilittifak rükündür. Nitekim bâbýnda gelecektir. H.

«Eþbâh» sahibi ibâdetlerden iman, tilâvet, zikir ve ezaný istisna etmiþtir. Çünkü bunlar niyete muhtaç deðildirler. Nitekim Buharî þerhinde Aynî de ayný þeyi söylemiþtir. Ýbâdetten baþka bir þey sayýlmayan her þey niyete muhtaç deðildir. Bu, «Ýbni Vehban» þerhinde de böyledir. Ýbni Vehban, «Kezâ niyete muhtaç deðildir.» demiþtir.

Ýbâdetin þartý olan þeyler de ibâdetten müstesnadýr. Yalnýz teyemmümle «Kerhî»nin kavline göre kýbleye karsý dönmek niyete muhtaçtýrlar. Fakat itimad edilen kavil bunun hilâfýdýr. Kezâ baþa ve mest üzerine mesh ve diðer ibâdet cüzleri dahi niyete muhtaç deðildir. Niyet edilen þey «Sen boþsun inþaallah, sen hürsün inþaallah» gibi söze teallûk eden hususattansa meþietle «yani inþaallah demekle» bâtýl olur. Çünkü boþamak ve köle âzâd etmek niyete deðil söze baðlýdýr. Hatta bir kimse karýsýný boþamaya veya kölesini âzad etmeye niyet etse söylemedikçe sahih olmaz.

Halebî diyor ki: «Eðer talâkýn vukuu, «sen boþsun» sözüne baðlýdýr». Niyete itibar yoktur. Çünkü bu söz acýktýr, dersen ben de þöyle derim: «Bu kazaen müsellemdir (Mahkeme hükmüne göre teslim edilir). Diyaneten ise niyet muteberdir. Hatta bu sözle ipten boþanmayý niyet ederse diyaneten kadýn boþ düþmez».

Ben derim ki: «Bahýr» ve «Eþbah»da dahi böylece açýklanmýþtýr. Bu izaha göre Þârih sözle kinaye arasýnda fark, birincinin sadece kazaen niyete muhtaç olmamasý, fakat diyaneten niyete muhtaç olmasý, ikincinin ise hem kazaen hem diyaneten niyete muhtaç olmasýdýr. Lâkin diyaneten Þârih´in niyete muhtaç olmasýnýn mânâsý sözün örfî mânâsýndan baþkasýný niyet etmemesidir.

Ýpten boþanmayý niyet ederse kadýn boþ düþmez. Çünkü bu adam sözü delâlet ettiði mânâdan deðiþtirmiþtir. Ama sen boþsun sözünü karýsýna söylemek ister de ondan boþamayý ve baþka bir yerine geçer.

Cevap þudur: Tavaf haddizatýnda müstakil bir ibadettir. Nitekim haccýn bir rüknüdür. Rukün olmasý itibariyle hac niyetinde dahildir. Tâyin edilmesi þart deðildir. Müstakil olmasý itibariyle onda asýl tavaf niyeti þarttýr. Hatta bir þeyden kaçarak yahud borçluyu takip ederek tavaf etse sahih deðildir. Arafat´ta vakfe böyle deðildir. Çünkü o ancak haccýn zýmnýnda ibadettir. Ve hac niyetinde dahildir. Þeytan taþlamak, týraþ olmak, saî yapmak dahi böyledir. Bir de tavaf ifâsýna týraþ olarak ihramdan çýktýktan sonra yapýlýr. Hatta o kimseye kadýnlardan baþka her þey helâl olur. Bununla bir vecihle hacdan çýkmýþ, bir vecihle çýkmamýþ olur. Binaenaleyh her iki vecih nazar-ý itibara alýnmýþtýr.

«Bir kimse hâlis niyetle namaza baþlar da sonra içine riyâ karýþýrsa sâbýk olana itibar edilir». Ýhtimal ki bunun vechi þudur:

Namaz, parçalanmayý kabul etmeyen bir ibâdettir. Binaenaleyh onun ibtidasýna bakýlýr. Namaza hâlis niyetle baþlar da sonra riya ârýz olursa namaz o hulûsu üzere ALLAH için devam eder. Yani hâlis niyetle baþlamazsa bir kýsmý ALLAH için, bir kýsmý baþkasý için olmasý lazým gelir. Halbuki namaz bir ibadettir; Evet, namazýn bir kýsmý riyâ suretiyle güzel olursa güzel yapmak ziyade bir vasýftýr. Ondan dolayý sevap verilmez. Bu anlattýklarýmýzdan þu çýkar: Bir kimse namaza riya ile baþlarda sonra ihlâsa çevirirse evvelkisi itibar olunur. Bu, kýraat ve itikâf gibi parçalanmasý mümkün olan ibadetlerin hilâfýnadýr. Çünkü böyle ibadetlerde riyâ karýþan cüzün hükmü baþka, ihlâsla yapýlan cüzün hükmü baþkadýr.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:14:44
METÝN

Riya, «gösteriþ demek olup» yalnýz baþýna kalsa namazý kýlmamak, bir de baþkalarýnýn yanýnda olunca güzel kýlmak, yalnýz kalýnca güzel kýlmamaktýr. Riya için namazýn aslýna verilen sevap vardýr. Riyâ karýþýr korkusu ile namaz terk edilemez. Çünkü bu mevhum (yani hayalden ibâret) bir þeydir.

Farzlarda vacibin sukûtu hakkýnda riya yoktur. Bir adama, «Öðleyi kýl, sana bir altýn veriyorum» denilse de bu niyetle kýlsa câiz olmasý gerekir. Fakat altýný hak etmez. Hasýmlarý razý etmek için namaz kýlmak fâide vermez. ALLAH için namaz kýlar. Þâyet hasmý afv etmezse onun sevablarýndan alýr.

Haberde vârid olduðuna göre bir danýk için cemâatle kýlýnan yedi yüz namaz savabý alýnacaktýr. Bir kimse cemaate namazda iken yetiþip farz mý teravih mi kýldýklarýný bilemese farza diye niyet eder, cemaat farz namazda iseler niyeti sahihtir, deðilseler kýldýðý nâfile olur.

ÝZAH

Riyadan maksad, ibadetin aslýndan savabý yok eden kâmil riya yahud sevabýn katlanmasýna mâni olan riyâdýr. Yoksa gösteriþ için güzel yapmak da riyâdýr. Buna delil sevap verilmemesidir. Sevap ancak ibadetin aslý için verilir. Namaza Girmek Ýsteyen Ne Yapmalýdýr? faslýnda geleceði vecihle imam, gelen yetiþsin diye rükûu uzatýrsa Ýmam A´zam´ýn «Ben bu adam hakkýnda pek büyük bir þeyden yani gizli þirkten korkarým» demiþtir. Bu da riyâdýr. Nitekim tahkiki aþaðýda gelecektir. O kimse namaz kýlmak, yahud Kur´an okumak ister de riyâ karýþacaðýndan korkarsa býrakmamasý icap eder. Çünkü korku hayalden ibarettir. Bunu «Eþbah» sahibi «Valvalciye»den nakletmiþtir. Âriflerden ve ehl-i tahkikten Þihabüddîn Sühreverdî´ye sormuþlar: «Efendim, ameli terk etsem ebedî tenbelliðe maruz kalacaðým. Amel etsem ucûp karýþacak, bunlarýn hangisi daha iyidir? O da, «Amel et, ucûbdan dolayý da ALLAH´dan maðfiret dile!» diye cevap yazmýþ.

Fettal, «farzlarda vâcibin sükûtu hakkýnda riya yoktur.» demiþtir. Yani riyâ farzý ibtal etmez. Velev ki ihlâs ve samimiyet farzlardan sayýlsýn. «Muhtaratü´n-Nevâzil» sahibi diyor ki: «Bir kimse riya ve þöhret için namaz kýlarsa hüküm itibariyle namazý câizdir. Çünkü þartlarý ve rükünleri mevcuttur. Lâkin sevabý hak edemez».

«Zahire»de bunun aksi beyan edilmiþtir. Fakîh Ebu´l-Leys´in «Nevâzil»de bildirdiðine göre ulemamýzdan bazýlarý riyâ, forzlardan hiç bir þeye karýþmaz, demiþlerdir. Doðru yol budur. Riyâ, sevabýn aslýný yok etmez, ancak katlanmasýna mânidir». Bunu Bîrî kaydetmiþtir.

Bu mesele üzerinde sözün tamamý Haram - Mubah Bahsinde gelecektir. Para ile bir kimseye namaz kýldýrma hususunda «Eþbah» sahibi þöyle demiþtir: «Bu mesele bizim mezhebimizde yazýlmýþ deðildir. Onu (Þâfiî´lerden) Nevevî söylemiþtir. Ama bizim kaidelerimiz de buna aykýrý deðildir. Riyâ ile kýlýnan namazýn câiz olmasý hususunda aykýrý deðildir. Çünkü vâcibin sükûtu hakkýnda farzlarda riyâ yoktur. Altýna hak kazanmamasýna da aykýrý deðildir. Çünkü bu, farz için ücret vermektir. Farz için kimse ücrete müstahak olamaz. Nasýl ki baba hizmet için oðlunu çýrak tutsa ücrete hak kazanamaz. Çünkü babasýna hizmet oðluna farzdýr. H.

Hasýmlarý razý etmek için namaz kýlmak fâide vermez. Ama Þârih bunun câiz olup olmadýðýna temas etmemiþtir: «Muhtaratün - Nevâzil»den anlaþýldýðýna göre câiz deðildir. Çünkü orada, «Bunun yapýlmamasý icap eder. Ýhtimal bu bozguncularýn telkinlerindendir.» denilmiþtir. «Valvalciye»de dahi þu ibare vardýr: «Bir kimse ALLAH rýzasý için namaz kýlar da hasmý da varsa aralarýnda afv muamelesi geçmediðine göre ahirette borçlunun hasenatýndan alýnýp ötekine verilecektir. Bu hususta niyetin bulunup bulunmamasý müsavidir. Hasmý yoksa yahud var da aralarýnda afv muamelesi geçti ise borçlunun hasenâtýndan ötekine hiçbir þey verilmez. Niyetin bulunup bulunmamasý müsâvidir».

Bunu Bîri nakletmiþtir. Bu izaha göre mezkûr namazdan murad namaza hasýmlarýný razý etmek için deðil ALLAH Taâla için niyet etmektir. Hasýmlarý razý etmek için yapýlan niyet bid´at olduðu için câiz deðildir. Tehýyye-i Mescid gibi mendup namazlar böyle deðildir. Ama namaz kýlar da savabýný hasýmlarýna hediye ederse sahihtir. Çünkü bir þeyi yapan bize göre onun savabýný baþkasýna hediye edebilir. Nitekim inþaallah baþkasý nâmýna hac yapanýn hükmü gelecektir. «Haberde varid olduðuna ilh...» sözünden murad, bazý kitaplardýr. Bunu «Eþbah» sahibi «Bezzaziye»den nakletmiþtir. Ýhtimal ki bu kitaplardan maksad da semavî kitaplar yahud ulemanýn kendi kitaplarýnda naklettikleri hadîslerdir.

Dânýk yahud Dânek, dirhemin altýda biridir ki iki kýrattýr. Kýrat da boþ arpadýr. Cemâatla kýlýnan (700) namazdan murad farzlardýr. Çünkü cemaat farzlarda olur. «Mevâhib»de «Kuþeyrî»den naklen, «Yediyüz makbul namaz sevabý» denilmiþ, cemaatle kaydý konmamýþtýr. «Mevâhip» Þârihi hulâsaten þöyle demiþtir: «Bu, Allah Taâla´nýn zalimi afv etmesine ve onu rahmeti ile cennetine koymasýna aykýrý deðildir». T. Kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Cemaatýn teravih kýldýklarý anlaþýlýrsa farza diye niyetlenen kimsenin namazý nâfile olur. Fakat teravih yerine geçmez. Çünkü yatsýdan önce kýlýndýðý farzedilmiþtir. Teravihin vakti ise mutemed kavle göre yatsýdan sonradýr. T.

METÝN

Bir kimse, biri farz-ý ayýn, biri cenâze gibi farz-ý kifaye olan iki namaza niyet ederse kýldýðý farz-ý ayýn yerine geçer. Ýki farz namazýna niyet ederse vaktin farzý yerine; iki kaza namazýna niyet ederse tertip sahibi olduðuna göre ilk kazaya kalan yerine geçer. Aksi takdirde laðv olur. Bu bellenmelidir!

Biri kaza, biri edâ olan iki namaza niyet ederse vakit geniþ olmak þartiyle kaza yerine geçer. Biri farz, biri nâfile olan iki namaza niyet ederse farz yerine; sabah namazýnýn sünneti ile tahiyye-i mescidi gibi iki nâfileye niyet ederse her iki nâfile yerine; biri nâfile biri cenâze namazý olursa nâfile yerine geçer. Baþladýðý namaza aykýrý düþen bir niyetle tekbir almadýkça bozmak niyetiyle baþlanan namaz bâtýl olmaz. Bir kimse namazda oruca niyet ederse sahih olur.

ÝZAH

Bir kimse biri farz-ý ayýn, diðeri farz-ý kifâye olan iki namaza niyet ederse kýldýðý farz-ý ayýn yerine geçer. Çünkü farz-ý ayýn daha kuvvetlidir. Hakikî namaz da odur. Cenaze namazý mutlak surette namaz deðildir. Biri vaktin farzý, diðeri vakti girmeyen bir farz olur. Meselâ, günün öðle vaktinde hem öðlenin hem ikindinin farzlarýna niyet ederse kýldýðý namaz, vaktin farzý yerine geçer.

«Münye» þerhi ile «Bîrî´nin «Eþbah» þerhinde böyle denilmiþtir. Aþaðýda gelen «Biri kaza, diðeri vakit namazý» ifâdesi de, buna delâlet etmektedir. «Muhit» sahibi bunun illetini göstermiþ, «Çünkü vakit namazý o anda farz, diðeri o anda farz deðildir.» demiþtir. Bu söz o kimsenin sahibi tertip olmadýðýný ifâde ediyor. Yoksa kaza namazý yerine geçmesinin evlâ olacaðý aþikârdýr. Bahýr.

Ben derim ki: Bu ifâde iki farz namazdan vakit namazý ile kaza namazý kastedildiðine göre tamamdýr. Halbuki öðle deðildir. Bu iki namazdan murad, vakit namazý ile vakti girmeyen namazdýr. Ýki kaza namazýna keza Arafat´ta öðle ile ikindiyi cemi gibi iki vakit namazýna niyet ederse tertip sahibi olduðuna göre ilk kaza namazý ve Arafat´ta öðlen yerine geçer. Nitekim bunu Bîrî incelemiþtir.

Halebî diyor ki: «Çünkü o gün ikindiyi öðle vaktinde kýlmak sahih ise de tertip dolayýsiyle öðleyi ondan önce kýlmak vâcibtir. Bu suretle öðle ile ikindi aralarýnda tertip sâkýt olmayan iki kaza namazý gibi olurlar. Nitekim bu açýktýr». «Tertip sahibi olduðuna göre... ilh.» ifâdesi hususunda Þârih, «Bahýr» sahibine uymuþtur. «Bahýr» sahibi, «Bu ancak aralarýnda tertip vacip olduðuna göre tamamdýr.» demiþtir.

Ben derim ki: «Bahýr»ýn ibaresi «Hýlye»den alýnmýþtýr. Lâkýn «Hýlye» sahibi bundan sonra þöyle demiþtir: «Þimdi aralarýnda tertip vacip olmayan iki namaz kalýr. Ama yine de kýlýnan namaz birincinin yerine geçer. Çünkü onu öne almak evlâdýr denilebilir». Halebî-i Saðîr þerhinde bunu kati söylemiþ, «Birinci namazýn yerine geçer. Çünkü o namaz öncelikle tercih hakký kazanmýþtýr. Velevki sahibi tertip olmasýn.» demiþtir. Anla!

Biri kaza, biri edâ olan iki namaza niyet ederse vakit geniþ olmak þartiyle kaza yerine geçer. Ama edâ namazýnýn vakti çýkacaðýndan korkarsa kýldýðý namaz onun yerine geçer. Üzerinde borç olarak kaza namazý kalýr. Nitekim «Ecnâs» kitabýnda da böyledir. Þu da var ki Halebî «Vakit geniþ olmak þartiyle» ibâresinden sonra «Yani aralarýnda tertip mevcutsa demektir. Çünkü vakit geniþ olup da aralarýnda tertip bulunmazsa niyeti hükümsüz kalýr. Nitekim bunu «Bahýr» sahibi açýklamýþtýr.» demiþtir.

Ben derim ki: «Bahýr sahibi bu meselede bunu açýklamamýþtýr. Evet «Münye» þârihi onu inceleyerek açýklamýþtýr. Hýlye sahibi ise aksini incelemiþtir. Anla! Ve sonra þunu da bil ki: Þârih´in «Vakit namazý yerine geçer... ilh.» sözünü «Fetih» sahibi «Münteka»ya nisbet etmiþtir. Onun bir misli «Sirâc»da da mevcuttur. Ayný sözü «Bahýr» sâhibi «Münye»ye nisbet etmiþ ve ondan önce, «Bu iki namazdan hiç birine baþlamýþ olmaz.» demiþ. Sonra «Zahîriye» sahibinin bu hususta iki rivâyet olduðunu söylediðini bildirmiþtir.

Ben derim ki: Kezâ «Hulâsa»da «Camî-i Kebîr»den naklen evvela bu iki namazdan hiçbirine baþlamýþ sayýlmaz, denilmiþ, sonra «Müntekâ»da bildirildiðine göre birincisinde namaza baþlamýþ sayýlýr.» denilmiþtir. Böylece o da bir rivayet olur. Ýmam Fârisî´nin beyanýna göre iki farza niyet meselesi bir namazda olursa Ýmameyn´e göre hükümsüzdür. Ýmam Hasan´ýn Ebu Hanîfe´den rivayeti de budur. Bu þöyle olur: Bir adam bir günün yahud iki günün öðle ile ikindisine hangisinin evvel kaldýðýný bilmeksizin niyet ederek tekbir alýrsa hiç birine baþlamýþ olmaz. Çünkü bunlar birbirine zýddýr. Þu delil ile ki: Biri diðeri üzerine ârýz olursa onu giderir ve aslýndan ibtal eder. Hatta üzerinde kalan ikindiye niyet ederek öðleye baþlasa öðle namazý bâtýl olur. Ýkindiye baþlamasý sahihtir. Sabit olduktan sonra bunlar birbirini ortadan kaldýracak kuvvette olunca sabit olmadan birbirlerini defetmeye evleviyetle güçleri yetecektir. Çünkü defi refi´den evlâdýr. (Yani bir þeyi olmadan karþýlamak olduktan sonra kaldýrýp atmaktan daha kolaydýr). Bu söz Ýmam Muhammed´in kaidesine göredir. Ýmam Ebu Yûsuf´un kavline göre de öyledir. Çünkü ona göre tercih ya tâyin ihtiyacýndan dolayý yahud kuvvetle yapýlýr. Ýki þeyde bunlarýn ikisi de müsâvidir. Sonra iki farz mutlak olarak söylenince hem ALLAH´ýn vacip kýldýðý hem de nezirde olduðu gibi kulun vâcip kýlmasýyle farz olan namazlarýn edâ ve kazasýna ve bozulan nâfile gibi kazaya mülhak namazlara þâmildir. Bu iki namazýn iki öðlen, iki cenaze ve iki nezir gibi bir cinsden olmalarý ile ayrý cinsden olmalarý arasýnda fark yoktur. Meselâ öðle ile ikindi, öðle ile nezir ve öðle ile cenaze ayrý cinslerdir. Bazýlarý, «Bir namazda iki farza niyet eden kimse Þeyhayn´a göre «nâfile kýlmýþ olur.» demiþlerdir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Zekat, oruç, hac ve kefaret gibi namazdan baþka iki farza niyet ederse niyeti muteberdir. Ve nâfile ibâdet yapmýþ olur. Bundan yalnýz bir cinsden iki kefâret müstesnadýr. Bunlara niyet eden kimse farza niyet etmiþ sayýlýr». Bu izahat kýsaltýlarak nakledilmiþtir. Tamamý «Bahýr» üzerine yazdýðýmýz derkenardadýr.

Anlaþýlýyor ki «Cami-i Kebîr»in rivayeti «Müntekâ»nýn rivayetine aykýrýdýr. Binaenaleyh bir kimse bir niyetle her biri kaza iki farza yahud biri edâ biri kaza yahud biri edâ birinin vakti girmemiþ, biri edâ biri cenaze namazý, biri edâ biri nezir namazý veya diðer vaciplerden biri olmak üzere iki farzý bir araya getirse asla namaza girmiþ sayýlmaz. Bazýlarý nâfile kýlmýþ sayýlacaðýný söylemiþlerdir. «Cami-i Kebîr» rivayetine göre kuvvet yalnýz farzla nâfileyi bir yere getirdiði zaman nazarý itibara alýnmýþtýr. Çünkü Þeyhayn´a göre kýlýnan namaz kuvvetine bakarak farz sayýlýr.

Ýmam Muhammed ise, «Ýki þeyi bir araya getirmek namazda olursa hükümsüzdür. Ve iki namazdan hiç birine baþlamýþ sayýlmaz. Oruç, zekât ve nezir hacla nafile de olursa yaptýðý nafile yerine geçer» demiþtir. Farz olan hacla nafile hacca birlikte niyet etmek, bunun hilâfýnadýr. Çünkü o kimse bilittifak farza niyet etmiþ sayýlýr. Nitekim bunu Farsî kendi þerhinde izah etmiþtir. ALLAH-u â´lem.

Bazen nâfile sözü sünnete de þâmil olur. Burada murad odur. Ýki nâfileye niyet ederse kýldýðý namaz ikisi yerine de geçer. Bunu «Eþbah» sahibi söylemiþ, sonra, «iki sünnete diye niyet ederse meselâ Pazartesi günü hem o günün sünneti olmak hem de arefeye tesadüf ettiði için arefenin sünneti olmak üzere oruca niyet etse ne hüküm verildiðini bir yerde görmedim. Zira tahiyye-i mescid meselesi ancak sünnetin zýmnýnda mevcuttur. Onunla maksad hâsýl olmuþtur». demiþtir. Yani her iki gün için oruca niyet de böyledir, demek istemiþtir.

Allâme Bîrî, «Çünkü bu adama farz namýna iki günün orucu câiz olunca farz olmayan iki günün orucu nâmýna caiz olmasý evleviyette kalýr.» diyerek «Eþbah» sahibini te´yid etmiþtir. Zira «Hýzânetü´l-Ekmel»de þöyle denilmiþtir.

«Bir kimse Recep ayýnda ALLAH için oruç tutmak boynuma borç olsun dedikten sonra zýhâr kefâreti olmak üzere iki ay arka arkaya oruç tutar ve bunlarýn biri Recep ayý olursa câizdir. Ama aylarýn biri ramazan olursa câiz deðildir. Bütün ömrünü oruçla geçireceðini nezir eder de sonra zýhardan dolayý kendisine iki ay oruç farz olur. Yahud muayyen bir ay oruç tutmayý nezir eder de sonra o ayda ramazan orucunu kaza ederse ona hiçbir þey katýlmaksýzýn câiz olur. Lâkin burada iki niyeti bir araya toplamak yoktur. Bilakis ortada bir niyet vardýr. Ama iki günün orucuna kafi gelmiþtir. Þârih bu meseleyi bahis mevzuu etmemiþtir Çünkü onun sözü namaz hakkýndadýr. Bu, namaza uymaz. Yalnýz bir kimse yatsý namazýnýn sünneti ile teheccüd namazýna birden niyet ederse Ýbnil Hümâm´ýn tercih ettiði «Teheccüd namazý bizim hakkýmýzda müstehap deðil sünnettir», kavli mucibince tasviri mümkün olur.

Biri nafile biri cenâze diye niyet ederse kýldýðý namaz nâfile olur Çünkü o mutlak olarak namazdýr. Cenaze namazý ise duadýr. Baþladýðý namaza aykýrý düþen bir niyetle meselâ farza baþladýktan sonra nâfileye tekbir almak veya bunun aksini yapmak vakit namazýna baþladýktan sonra kaza namazýna tekbir almak veya aksini yapmak, namaza yalnýz baþladýktan sonra imama uymak için tekbir almak ve aksini yapmak gibi bir fiilde bulunmadýkça bozmak niyetiyle baþlanan namaz bâtýl olmaz Ama baþladýðýna uygun þekilde niyet ederek tekbir getirirse. meselâ niyeti söylemeden bir rekât öðle namazý kýldýktan sonra öðleye niyet ederse birinci niyet bâtýl olmaz, ve o rekat üzerine devam eder. Ama ikinci rekat üzerine namaz tamamlamaya kalkarsa namazý bozulur. T. Bir kimse namaz kýlarken oruca niyet ederse sahih olur. Ýtikâfa niyette böyledir. Lâkin içinde bulunduðu ibâdetten baþka bir þeyle meþgul olmamak evlâdýr. T. ALLAH´u âlem.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:20:23
NAMAZIN SIFATI

METÝN


Namazýn þartýný beyândan sonra musannýf meþrutun beyânýna baþlýyor. SIFAT lügatta masdardýr. Örfde ise farz, vacip, sünnet ve mendûba þâmil olan bir keyfiyettir. Namazýn farzlarýndan birincisi ayakta tahrimedir. Bu farzlarsýz namaz sahih olmaz. Tahrime cenazeden baþka namazlarda kudreti olana þarttýr. Bununla fetvâ verilir.

ÝZAH

Sýfattan murad: Namazýn zatî vasýflarýdýr. Bunlar ayni zamanda hakiki cüzler olan Kýyam, rükû ve sücûddan müteþekkil olan aklî cüzlerdir. Çünkü meþrut olan bunlardýr. Ýleride evlânýn bunun hilâfý olduðu gelecektir. T. Sýfat ve vasýf kelimeleri ayni kökten türeme iki masdardýrlar. Kelâm ulemâsý bunlarýn arasýnda fark görmüþ: «Vâsýf tavsîfi yapan þahýsla, sýfat ise tavsif edilen þeyle bulunur.» demiþlerdir. Lâkin kâmusun sözü sýfatýnda lügat itibariyle mevsûfta bulunacaðýna delâlet eder. Þu halde sýfat bazan masdar bazan isim olur vasýf ise yalnýz masdardýr.

Fetih ve Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bazan vasýf kelimesinden sýfat murad edildiði inkâr olunamaz. Ama bununla lügaten birleþmek lazým gelmez. Çünkü vasfýn da masdar olduðunda þübhe yoktur.» Bu sözden anlaþýldýðýna göre vasýf kelimesi bazen isim olarak mecazen sýfat manâsýnda kullanýlýr. Lügaten sýfat mânâsýnda kullanýldýðý yoktur. Binaenaleyh bundan ikisinin birleþmesi lâzým gelmez. Bazýlarýnýn lügatta sýfatla vasýf bir mânâya gelirler. diye iddia etmeleri bunun hilâfýnadýr. þârihin «örfte ise bir keyfiyettir ilh...» sözü kelâm ulemasýnýn örfüne göredir. Aksi takdirde gördük ki sýfat, lügatta bazen masdar, bazen isim olmaktadýr. Bu söz mutlak olarak sýfatýn deðil, hâssaten namaz cüzlerinin sýfatýný tariftir.

Halebî diyor ki: «Bu söz muzafý hazf edilmiþ izâfet terkibidir ve namaz cüzlerinin sýfatý takdirindedir. Bazý cüzlerin sýfatý kýyamda olduðu gibi farziyet, bazýlarýnda teþehhüd gibi. vücûp, senâ gibi sünnet, bazýlarýnýn sýfatý da kýyamda iken secde yerine bakmak gibi mendûp olmaktýr. Terkibe muzaf takdir etmemizin sebebi «Makam, namazýn kendinin deðil. cüzlerinin sýfatýný beyan makamý olmasýdýr». Bu söz «Fetih»deki izahtan daha evlâdýr. Orada þöyle denilmiþtir:

«Burada sýfattan murad, namazýn þahsî ve vasýflarýdýr ki, bunlar. ayný zamanda haricî hakikatýn cüzleri olan kýyâm, rükû ve sücûd gibi aklî cüzlerdir. «Nehir»de de böyle denilmiþtir. Tahtavî´nin beyânýna göre evleviyetin vechi «Fetih»teki ibarenin vâcip, sünnet ve menduplara þâmil olmamasýdýr. Ama Tahtavî´nin sözü söz götürür. Çünkü vâcipler ve namaz kýlandan beklenen diðer fiiller namazýn cüzleridir. Zira cüzlerden murad, namazýn sahih olmasý kendine baðlý olan þey demek deðildir. Ýhtimal ki evleviyet þuradan ileri gelir: Sýfat mevsufla bulunan þeydir. Cüzler ise farziyet, vücûp ve benzeri sýfatlarýnýn kendileriyle kâim olduðu þeylerdir. Þu halde cüzler sýfat deðil, mevsuftur. Þöyle de cevap verilebilir: Murad bu cüzlerin namaz kýlanýn vasýflarý olmasýdýr. Namaza nisbet edilmeleri hâricde namazý yapan hakikî cüzleri olduðundandýr.

Namazýn farzlarý tâbiri hakikatta dahil olan rükünle dahil olmayan þarta þâmildir. Binaenaleyh tahrime, son oturuþ ve kendi fiiliyle namazdan çýkmak gibi þeylere de farz denilebilir. Nitekim ileride görülecektir. UIema çok defa farz kelimesini tahrime ve oturuþ gibi rükünün mukabili olan þeyler mânâsýnda kullanýlýr. Tahâret Bahsinin baþlarýnda «Münye» þerhinden naklen arz etmiþtik ki, bazen rükün ve þart olmayan þeye de farz denilir. Kýyâm, rükû. sücûd, ve oturuþun tertip üzere yapýlmalarý bu kabildendir.

Musannýf «farzlarýndan biri» demekle namazýn daha baþka farzlarý olduðuna iþâret etmiþtir. Nitekim Þârih´in, «farzlardan þu kalmýþtýr ilh...» sözünde de buna iþâret gelecektir. Tahrimeden murad AIIah´u ekber gibi hâlis zikir cümlesidir. Nitekim namazýn yirmi þartýný manzum olarak beyân ederken gelecektir. Tahrim, bir þeyi haram kýlmaktýr. Kendisi ile namaza girilen cümleye tahrime denilmesi namaza boþlamazdan önce mubah olan þeyleri haram kýldýðý içindir. Sâir tekbirler böyle deðildir. Tahrimeyi, ayakta yapmak namazýn ileride gelecek yirmi þarttan biridir. Musannýf onlarý bu fasýldan sonra beyân edecektir. Tahrime cenazeden baþka namazlarda þart cenaze namazýnda ise sair tekbirleri gibi o da rükündür. Nitekim bâbýnda gelecektir. H.

Tahrime kâdir olana þarttýr. Okumak bilmeyen kimse ile dilsiz niyetle iftitah yapsalar câizdir. Çünkü ellerinde olan son imkâný kullanmýþlardýr. Bunu «Bahýr» sahibi «Muhit»ten nakletmiþtir. Gelecek fasýlda bu hususa dâir sözün tamamý görülecektir.

METÝN

Binaenaleyh nafileyi nafile üzerine bina etmek câiz olduðu gibi, nâfileyi farz üzerine bina etmek de câizdir. Velev ki mekruh olsun. Fakat zâhire göre farz, farz üzerine veya farz nafile üzerine bina etmek câiz deðildir.

Tahrime þartlara bitiþtiði için onun hakkýnda þartlara riâyet edilmiþtir. Ama bu sözü Zeyleî kabul etmemiþ, sonra yine bu söze dönerek «teslim edilse bile» demiþtir. Evet «Telvih»de evvelâ kabul edilmenin sonra teslim etmekten daha iyi olduðu kaydedilmiþtir. Lâkin biz ihtiyaten bunun hilâfýna olduðunu söylüyoruz. «Burhan»ýn ibâresi þöyledir: «Namaz için þart olan þeyin tahrime için de þart koþulmasý tahrime rükün olduðu için deðil, namazýn rüknü olan kýyâma bitiþtiði içindir».

ÝZAH

Nafilenin nafile üzerine binâ edilmesi meselesi tahrimenin þart olmasýna dayanýr. Lâkin onun þart olmasý herhangi bir namazýn herhangi bir tahrime üzerine binâ edilmesinin sahih ve câiz olmasýný gerektirir. Nasýl ki, herhangi bir namazý herhangi bir namaz için alýnan abdest üzerine binâ etmek câizdir; geriye kalan þartlar da öyledir. Lakin bir farzýn baþka namaz üzerine bina edilmesini câiz görmüyoruz. Ama tahrime rükün olduðu için deðil, farzda aranan þey tâyýn ve onu en belirli vasýflariyle, bütün fiilleriyle baþkasýndan ayýrmak olduðu içindir. Farz, yalnýz baþýna bir ibâdet olmalýdýr. Baþka namazýn üzerine bina edilmiþ olsa onunla birlikte bir ibâdet olurdu. Nasýl ki, nâfileyi nâfile üzerine bina etmek böyledir.

«Bahýr» sahibi diyor ki: «Nâfileyi nâfile üzerine bina etmek bir namaz olur. Bunun delili, oturuþun sahih kavle göre ancak sonunda farz olmasýdýr. Ulemanýn «nafilenin her iki rekâtý bir namazdýr», sözleri buna aykýrý deðildir. Çünkü bu söz baþka baþka hükümler hakkýnda söylenmiþtir. H.

Nafile namaz farz üzerine de bina edilebilir. Çünkü farz daha kuvvetlidir. Zaif olan nâfileyi kaldýrýr. T.

Yalnýz bunu yapmak mekruhtur. Çünkü bunda selâm vermeyi geciktirmek ve nâfilenin ayrý bir tahrime ile kýlýnmamasý gibi az çok mahzurlar vardýr. H.

Bu izahat kasden yapýldýðýna göredir. Farz miktarý oturduktan sonra yanýlarak beþinci rekâta kalkarsa kerahetsiz olarak ona altýncý rekâtý da katmak suretiyle bina eder. Farzý farz üzerine veya farzý nafile üzerine bina etmek câiz deðildir. Zâhir mezhep budur. Sadru´l-Ýslâm buna muhaliftir. O, her ikisinin de câiz olduðunu söylemiþtir. Nitekim «Bahýr»da da beyan edilmiþtir. Lâkin «Nihâye» sahibi farzýn farz üzerine bina edilebileceðini Sadru´l-Ýslâm´a nisbet ettikten sonra farzýn nâfile üzerine bina edilmesi hususunda bir rivayet bulamadýk. Ama Sadru´l-Ýslâm´ýn kavline göre bile câiz olmamasý icap eder. Çünkü o, misli üzerine bina edilmesini câiz görmüþtür. Kuvvetlinin kuvvetsiz üzerine bina edilmesini tecviz etmemiþtir. «Çünkü bir þey kendi mislini veya daha aþaðý olaný taþýr, kendinden daha kuvvetli olaný taþýmaz. ilh...» diyerek hayli uzun söz etmiþtir. «Mirac» ve «Ýnâye» sahipleri de ona tâbi olmuþlardýr. Bundan anlaþýlýr ki «Nehir» sahibinin, «Nafilenin nafile üzerine ve farzýn nafile üzerine bina edilmesinin câiz olacaðýnda hilâf yoktur.» sözü doðru deðildir. Dikkatli ol!

«Tahrime þartlara bitiþtiði için onun hakkýnda þartlara riâyet edilmiþtir» sözü mukadder bir suale cevaptýr. Sual þudur:

Tahrime þart olduðuna göre onun hakkýnda niçin þortlara riâyet edilmiþtir. Þartlara rükünler hakkýnda riayet edilir?

Cevap: Tahrime için abdest ve kýble gibi þartlara riayet edilmesi tahrime rükün olduðu için deðil, namazýn rüknü olan kýyâma bitiþtiði içindir. Ama bu sözü Zeyleî kabul etmemiþ; tahrimenin rükün olduðunu söyleyen Ýmam Þafiî´ye red cevabý`verirken þöyle demiþtir: «Ýmam Þafii´nin namaz için þart olan þeyler tahrime için de þarttýr, sözünü kabul edemeyiz. Çünkü bir kimse sýrtýnda necaset taþýdýðý halde namaza baþlasa da tahrimeyi bitirirken necaseti atsa yahud avret yeri açýk olarak baþlasa da iftitah tekbirini bitirirken az bir amelle avret yerini örtse; veyahud zeval görünmezden önce tekbire baþlasa da onu bitirirken zeval zuhur etse, keza kýbleye yan durarak namaza baþlayýp tahrimeyi bitirirken kýbleye dönse câiz olur. Þâfiî´nin sözü teslim edilse bile tahrime namazdan olduðu için deðil edâya bitiþtiði içindir.»

Zeyleî sonra «teslim edilse bile» diyerek kabul etmediði söze dönmüþtür. Yani þartlara tahrime için riâyet edildiðini kabul etmiþtir. Çünkü Zeyleî´nin «teslim edilse bile» sözü hasmýna karþý tenezzül yolu ile söylenmiþ de olsa. «Þart koþulmasý edâya bitiþtiði içindir. ilh...» demesi, tahrime vaktinde þartlara riâyet edilmesinin tahrime için deðil, bilittifak rukün olan kýyâme bitiþtiði için lâzým geldiði hususunda acýktýr. Bunun örneði senin þu sözündedir «Hareketle sükûnun bir arada bulunmasýný teslim etmeyiz. Teslim etsek bile iki zýddýn bir arada bulunmasý lâzým gelir», Buradaki «teslim etsek bile» sözü (tut ki) mânâsýnda kullanýlmýþ; onunla sonraki söz kastedilmiþtir. Anlaþýlýyor ki Zeyleî bu sözle tahrime zamanýnda þartlara riâyet lazým geldiðini kasdetmiþtir. Çünkü tahrime namazýn rüknü olan kýyâme bitiþiktir. Bu izaha göre bir kimse necâset taþýyarak namazaniyetlenir de tahrimeyi bitirirken onu üzerinden atarsa namazý sahih deðildir. Çünkü necaset kýyamýn bir cüzüne bitiþmiþtir. Zeyleî´nin yukarýda gecen ibâresindeki diðer meselelerde böyledir. Zeyleî´nin muradý bu olmasa idi bu meseleyi mezkûr «teslim edilse bile» sözü üzerine kurmazdý. Bu suretle evvela kabul etmediðine sonradan dönmüþtür Anla!

Þârih «evet telvihde ilh...» sözü ile Zeylei´nin evvelâ kabul etmeyip sonra teslim etmesini tasdik etmiþtir. Çünkü münazara ulemasýnýn kaidesi: budur. Telvih´in sözü de bunu te´yid için getirilmiþtir. Þârih bununla evvelâ teslim, sonra men edenlerin sözünü reddetmek istemiþtir. «Lâkin biz ihtiyatýn bunun hilâfýna olduðunu söylüyoruz» cümlesi Zeyleî´nin döndüðü doðruluðunu ve ihtiyat olduðunu te´yid içindir. «Burhan»ýn ibâresi de ayný mânâyý takviye içindir. Þârih, «Hazainü´l-Esrar» adlý eserinde þöyle demektedir: «Hidâye», «Kâfi», «Mecmâ» þerhleri ve diðer kitaplarýn sözleri tahrime anýnda namaz þartlarýnýn mevcud olmasý lâzým geldiði hususunda açýktýr. Ama bu þartlarýn bulunmasý tahrime rükün olduðu için deðil. rükünlere bitiþdiði içindir. Zeyleî evvelâ bu þartý kabul etmemiþtir ilh...».

Þarih´in söylediðinin hulâsasý þudur: O tahrime vaktinde þartlara riayet edilmesini tercih etmektedir. Velev ki tahrime rükün olmasýn. Çünkü ulema Þafii´nin «tahrime rükündür.» sözüne cevap verirken, «Bu þartlara tahrime rükün olduðu için deðil, kýyâme bitiþdiði için riâyet olunur» demiþlerdir. Anlaþýlýyor ki tahrime vaktinde þartlara riâyetin lüzumunu ulema teslim etmiþlerdir. Lâkin rükün olduðundan dolayý riâyet edildiðini kabul etmemiþlerdir. Bu izâha göre bir kimse pislik taþýyarak tahrimeye baþlasa da tahrimeyi bitirmeden pisliðini atsa namaza baþlamýþ sayýlmaz. Yukarda geçen fer´î meseleler de böyledir.

Ben derim ki: Bu söz þârihlerin sözüne aykýrýdýr. Onlar bu fer´i meselelerde namaza baþlamanýn sahih olduðunu açýklamýþlardýr. Hatta allâme Sekkâkî «Mi´racü´d-Diraye»de þöyle demiþtir:

«Tahrime hakkýnda Þafii ile aramýzdaki hilâfýn semeresi nâfile namazý farz üzerine bina etmenin câiz olmasýnda ve kezâ elinde pislik bulunurda tahrimeyi bitirirken atarsa meselesi ile diðer fer´î meselelerde meydana çýkar. Bize göre o kimsenin namazý bozulmaz». «Sirâc»da da buna benzer izahat vardýr. Yalnýz o hilâfýn Þeyhayn ile Ýmam Muhammed arasýnda olduðunu bildirmiþtir. Ýhtimal bu, Ýmam Muhammed´den bir rivayettir. Çünkü meþhur olan kavle göre tahrimenin rükün olduðunu söyleyenler Ýmam Þâfiî ile bizim ulemamýzdan bazýlarýdýr. «Fethu´l-Kadir»in ibâresi þöyledir: «Þartlara riâyet ilh...» sözü þartlar tahrime için lazýmdýr. Ýddiasýný kabul etmemeyi tazammun eder. Bu takdirde þöyle denir: Biz þartlarýn tahrime için lâzým geldiðini teslim etmiyoruz. Bilakis tahrime rükûnlere bitiþtiði için lazýmdýr. Tahrime için þarta riayet lazým deðildir. Onun için diyoruz ki:

Necaset taþýyan. avret mahalli açýk olan. zevalden önce namaza duran ve kýbleden baþka tarafa dönen kimse tahrime yapsa da tahrimenin son cüzünde necaseti taþýyan onu atsa, çýplak olan az bir amelle örtünse, zeval görünse, yan duran Kâbe´ye doðrulsa câizdir.

«Kâfi»de beyan edildiðine göre ulemamýzdan bazýlarý tahrime rükündür demiþlerdir. Tahavî´nin sözünden anlaþýlan da budur. Binaenaleyh bu ulemanýn kavline göre mezkûr ferîler sahih deðildir».«Fethu´l-Kadîr» .sahibinin sözü burada biter.

«Hidâye» sahibinin bu ferilerin sahih olduðunu kabul etmek istediðini, tahrime zamanýnda namaz þartlarýnýn bulunmasý lazým gelmediðine meylettiðini ve bu ferîlerin sahih kabul edilmemesi, ancak tahrimeyi rukün sayan kavle göre olduðunu, halbuki bizim bu kavli kabul etmediðimizi bok nasýl anlamýþtýr!

Þârih´in «Hidâye», «Kâfi» ve diðer kitaplardan anladýðý bunun hilâfýnadýr. Nitekim bunu «Hazâin»den naklen yukarýda arz etmiþtik. «Bahýr» ile «Nehir»in sözleri de bu fer´î meselelerin sahih olduðunda açýktýr. Bize nakledilen bu olduðuna göre, ondan dönemeyiz. O zaman ulemanýn cevap verirken. «Þartlara riayet tahrime için deðil, tahrimenin bitiþtiði kýyâm içindir.» sözlerinin mânâsý þu olur:

Namazýn taharet ve diðer þortlarý asýl itibariyle tahrime için vacip deðildir. Bunlar ancak tahrimenin sonuna bitiþen kýyâm için vacip olur. Tahrime baþýndan sonuna kadar bitiþen kýyam için þart deðildir ki, Þârih´in «Burhan»dan anladýðý gibi mezkûr kýyâmýn zýmnýnda þartlara riâyet lâzým gelsin. Hâsýlý namaz kýlan kimse ekseriyetle tahrime anýnda namaz þartlarýna riâyet ettiði için bu hal, o þartlara tahrime için riâyet edildiðini tevehhüme sebep olmuþtur. Binaenaleyh ulema evvelâ þartlara riayetin tahrimiye bitiþen kýyam için olduðunu beyan etmiþ, sonra birtakým suretler zikrederek o suretlerde tahrimenin þartlardan ayrýlmasý mümkün olduðunu göstermek suretiyle meseleyi tahkik etmiþlerdir. «Hidâye»nin ibâresi þöyledir:

«Þartlara riâyet, tahrimiye bitiþen kýyamdan dolayý lâzýmdýr. «Kifâye»de deniliyor ki: «Buna delil þudur: Bir kimse denize düþer de abdest uzuvlarý ýslanmadan tekbir alýr ve onlarý suya daldýrarak çýkardýktan sonra imâ ile namaz kýlarsa namaz câizdir. Velev ki tekbir halinde abdestsiz olsun». Bu sözler açýk açýk gösteriyor ki, þartlara ancak tahrime biterken ona bitiþen kýyamýn ilk cüzünde riâyet vâcip olur.

Demek ki þartlara kýyam için riayet olunur. Kýyame tabean tahrime için riayet olunmaz. Zeyleî´nin yukarda geçen sözünü de bu mânâya hamletmek mümkündür. O zaman hepsinin sözleri birleþir ve maksadlarý anlaþýlýr. Bu makamýn tahkiki hususunda benim anladýðým budur. Vesselâm.

METÝN

Ýkincisi kýyâmdýr. Kýyamýn haddi ellerini saldýðý vakit dizlerine ermemesidir. Kýyamýn farz, vacip, mesnun ve mendup olan miktarý, içinde okunacak âyete göredir. Bir kimse ayakta tekbir alýrda rukûa giderse ayakta durmadýðý halde namazý sahihdir. Çünkü rükûa varýncaya kadar ayakta durmasý kâfidir.

Kýyam, ayakta durmaya ve secde etmeye kudreti olanlara farz namazlarla nezir gibi farza mülhak namazlarda ve esah kavle göre sabah namazýnýn sünnetinde farzdýr. Ayakta durmaya kudreti olur da secdeye kudreti olmazsa, oturarak imâ ile kýlmasý menduptur. Secde ettiði takdirde yarasý akan özürlü de böyledir. Bazen oturarak kýlmak (mendup deðil) lazým olur. Nitekim ayaða kalktýðý zaman yarasý akan yahud sidiðini tutamayan veya avret yerinin dörtte biri görünen yahud aslýndan veya ramazan orucunu tutmaktan halsiz kalan kimselerin hükmü budur. Cemaate gitmek namazdaayakta durmaktan halsiz býrakýrsa evinde namazýný ayakta kýlar bununla fetva verilir. «Eþbah»ýn ibâresi buna muhaliftir.

ÝZAH

Kýyâm yani ayakta durmak tam ve nâkýs kýyama þâmildir. Tam kýyam mutedil bir þekilde dikilmektedir. Nâkýs kýyam elleri dizlerine varmayacak þekilde biraz eðri durmaktýr. Namazda özrü yokken bir ayaðýnýn üzerine durmak mekruhtur. Ýki ayaðýnýn arasý el parmaklarýyla dört parmak miktarý olmalýdýr. Çünkü huþûa en yakýn olaný budur. Ebu Nasýr Debbûsî´nin böyle yaptýðý rivayet olunmuþtur. Gerçi, «Topuklarýný birbirlerine yapýþtýrýrlardý» diye bir rivayet varsa da bundan murad cemaattýr. Yani her biri yan yana dururdu demektir.

«Fetevây-ý Semerkandî»de de böyle denilmiþtir. Bir kimse özürsüz ayak parmaklarýnýn veya ökçelerinin üzerinde durursa câizdir. Ama câiz olmadýðýný söyleyenler de vardýr. «Kýnye»de her iki kavil rivayet edilmiþtir. Tamamý þeyh Ýsmail´in þerhindedir.

Kýyamýn miktarý. okunacak ayete göredir. Bunu «Þurunbulâliyye» sahibi inceleyerek beyan etmiþtir. Lâkin «Hazâin» sahibi «Haviye» nisbet etmiþtir. O halde bir âyet okuyacak kadar ayakta durmak farz, Fatiha ile bir sure okuyacak kadarý vacip, uzun, orta ve kýsa sureleri yerlerinde okumak sünnet, teheccüd gibi namazlarda daha fazlasýný okumak menduptur. Lâkin «Eþbah»ýn üçüncü fenninin sonlarýnda þöyle denilmiþtir:

«Ulemamýzýn beyânýna göre bir kimse namazda Kur´an´ý hatmetse farz yerine geçer. Rükûu, sücûdu uzatsa farz yerine geçer demiþlerdir». Bu sözün muktezasý þudur: Namazda kýyâmý da uzatýrsa farz yerine geçer. Ve buradaki takdire aykýrý düþer. Ama buna þöyle cevap verilebilir: Bu onu yapmazdan öncedir. Yaptýktan sonra hepsi farz olur. Nasýl ki kýraat yapýlmadan önce farz vacip ve sünnet diye nevilere ayrýlýr. Yapýldýktan sonra ise bunlarýn hepsi farz olur. Semeresi sevap ve ikâbta belli olur. Bir âyetten fazla okursa kendisine farz sevabý verilir. Kýraatý terk ederse bir âyetten fazlasýný terk ettiði için cezalandýrýlmaz. Benim anladýðým budur. Sen bunu teemmül eyle!

«Bir kimse ayakta tekbir alýr da rükûa giderse» yani rükûa giderken farz miktarý âyet okursa yahud dilsiz veya imama cemâat yahud kýraatýn sonunda olursa ayakta durmadýðý halde namazý sahihdir. Rükûa varmaktan murad rükûun en az miktarý, yani elleri dizlerine varacak kadar eðilmektir. Þârih burada nezirden mutlak olarak bahsetmiþtir. Binaenaleyh mutlak nezire de þâmildir.

Mutlak nezir ayakta duracaðýný ve oturacaðýný tayin etmediði namazdýr. Bu babtaki iki kavilden biri budur. Ýkinci kavil muhayyer olmasýdýr. T.

«Hazâin»de nezîr yerine vacip denilmiþtir. Bozduðu nâfile namazýn kazasý da bunda dahildir. Kaza vacip olduðu için bu namazda ayakta durmak da farz mýdýr deðil midir? Tahtavî ile Rahmetî bu hususta tevekkuf edip bir þey diyememiþlerdir.

Esah kavle göre sabah namazýnýn sünnetinde ayakta durmak þarttýr. Sabah namazýnýn sünneti vaciptir. diyenlere göre mesele açýktýr. Sünnettir diyenlere göre ise vaciptir kavline riayet içindir. «Meraku´l-Felah»da nakledildiðine göre esah olan oturarak kýlmanýn câiz olmasýdýr. T.

Ben derim ki: Lâkin «Hýlye»de terâvih namazýndan söz edilirken. «Bir kimse teravih namazýný özürsüz oturarak kýlarsa bazýlarý sabah namazýnýn sünnetine kýyasen câiz olmayacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü bunlarýn her ikisi sünneti müekkededir.

Sabah namazýnýn sünnetini özürsüz oturarak kýlmak bilittifak caiz deðildir. Nitekim bunu Ýmam Hasan, Ebu Hanîfe´den rivayet etmiþtir. Bu kavil «Hulâsa»da açýklanmýþtýr. Teravih de öyledir. Birtakýmlarý câizdir, demiþlerdir. Onlara göre sabah namazýnýn sünnetine kýyas etmek doðru deðildir. Çünkü teravih te´kid yönünden sabah namazý derecesinde deðildir. Binaenaleyh bu hususta ikisini bir tutmak câiz olamaz. Kadýhân, «Sahih olanda budur» demiþtir.

Ayakta durmaktan hakikaten âciz kalan kimseden kýyâm sâkýt olur. Bu meydandadýr. Hükmen âciz kalýrsa meselâ þiddetli aðrýlara mübtelâ olur yahud hastalýðýnýn ziyadeleþeceðinden korkarsa, kýyam yine sâkýt olur. Þârih´in söylediði yarasý akan vesaire özürlüler de hükmen kýyamdan âcizdirler Bazen ayakta durmak imkâný varken kýyam hükmen sâkýt olur. Secdeden âciz kalanýn hükmü budur.

Þârih, «Bahýr» sahibine uyarak yalnýz bunu söylemiþtir. Buna bir mesele daha ilâve edilir ki, o da hareket halindeki gemide namaz kýlmaktýr. Böyle bir gemide ayakta durmak imkâný varken oturarak kýlmak Ýmam A´zam´a göre câizdir. Bir kimse yalnýz ayakta durmaya yahud onunla birlikte rükûa imkân bulur da secde edemezse oturarak imâ ile kýlmasý mendup olur. Çünkü oturmak secdeye yakýndýr. Mamafih ayakta imâ ile kýlmasý da câizdir. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Ýmam Züfer ile Eimme-i Selâse ayakta imâ ile kýlmayý vacip görmüþlerdir. Çünkü kýyam rükündür. Ýmkân bulunduðu takdirde terk edilemez. Bizim delilimiz þudur:

Kýyâm secdeye inmek için bir vesiledir. Secde asýldýr. Zira secde kýyamsýz da meþru bir ibadettir. Secde-i tilâvet böyledir. Kýyam ise yalnýz baþýna meþru bir ibadet deðildir. Hatta bir kimse ALLAH´dan baþkasýna secde etse kâfir olur. Kýyam böyle deðildir. Aslý yapmaktan âciz kalýnca vesile de sâkýt olur. Nasýl ki namazla beraber abdest, cuma ile birlikte saî de böyledir.

Secde ettiði takdirde yarasý akan özürlünün de oturarak imâ ile kýlmasý menduptur. Mamafih ayakta imâ ile kýlmasý da câizdir. Çünkü secde etmekten hükmen âcizdir.

Secde etmiþ olsa abdesti kaçar ve halefi de yoktur. Ama imâ ederse imâ secdenin halefi olur. Bazen oturarak imâ ile kýlmak lâzým olur. Çünkü oturarak imâ ile kýlmak hükmen âciz kaldýðý kýyamýn halefidir. Bu adam ayaða kalksa abdestinin kaçmasý lâzým gelir. Þârih´in diðer saydýklarýnda da zýdlarý lâzým gelir. Hatta oturarak imâya imkân bulamazsa meselâ, oturarak kýldýðý takdirde sidiði veya yarasý akar; arka üzeri yattýðý takdirde akmazsa ayakta rükûa ve sücudla namazýný kýlar. Nitekim «Münye»de beyan edilmiþtir.

«Münye» þârihi diyor ki: «Çünkü özürsüz sýrt üzeri yatarak namaz kýlmak câiz deðildir. Nasýl ki hadesle namaz kýlmak da câiz deðildir. Binaenaleyh bazý rükünlerin edâ edilebildiði þekli tercih edilir. Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre yan üstü yatarak kýlar. Bu bahsettiklerimizin hiç birinde namazý yeniden kýlmak lâzým gelmez. Bu hususta ulemanýn ittifaký vardýr. Kýraatýn aslýndanyani tamamýndan dolayý halsiz düþen kimse namazýný oturarak kýlarsa da ayakta az miktar kýraata imkân bulan kimsenin o miktarý ayakta okumasý. geri kalanýna oturarak devam etmesi lâzým gelir. Bu «Münye» þerhinde beyân edilmiþtir. «Bununla fetva verilir.» sözünün vechi þudur:

Kýyâm farzdýr. Cemâat ise farz deðildir. Ýmam Malik´le Þâfiî´nin kavilleri de budur. Ýmam Ahmed buna muhaliftir. Çünkü ona göre cemaat farzdýr. Bazýlarý bize göre o kimsenin oturarak imamla birlikte kýlmasý lâzým geldiðini söylemiþlerdir. Çünkü bu takdirde o kimse âcizdir. Bunu «Muhit» sahibi söylemiþ, Zâhidî de sahih bulmuþtur. Ortada üçüncü bir kavil daha vardýr ki «Münye» sahibi onu kabul etmiþtir. Mezkûr kavle göre o kimse ayakta imama uyarak namaza baþlar, sonra oturur. Rükû vakti geldi mi, imkân bulursa kalkarak rükû eder.

Þârih´in «Nehir» sahibine uyarak kabul ettiði kavli «Hulâsa» sâhibi esah saymýþtýr. Onunla fetvâ verilir. «Hýlye»de þöyle denilmiþtir: «Herhalde bu kavil en münâsip olandýr. Çünkü kýyam farzdýr. Sünnet olan cemaat için onu terketmek için kýyam özür sayýlýr». «Bahýr» sahibi de ona tâbi olmuþtur.

METÝN


Üçüncüsü: Okumaya kudreti olan için kýraattýr. Nitekim gelecektir. Kýraat ekser ulemaya göre zâid rükündür. Çünkü imama uymakla halefsiz olarak sukût eder.

Dördüncüsü: Ellerini salmýþ olsa dizlerine varacak derecede rükûdur. Beþincisi: Ayaklarý ve alný ile secde etmektir. Ýki ayaðýndan bir parmaðýný yere koymak þarttýr. Secdenin tekrarý taabbüdîdir. Rekâtlarýn sayýsý gibi o da sünnetle sâbittir.

ÝZAH

Kýraattan murad. Kur´an-ý Kerim´den bir âyet okumaktýr. Kýraat nâfilelerle vitirin her rekâtýnda farzlarýn ise iki rekâtýnda amelen farzdýr. Nitekim Vitir ve Nâfileler Babýnda kitabýmýzýn metninde de gelecektir. Kýraatý farzýn ilk iki rekâtýna tâyin ise vaciptir. Bazýlarý sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Vacipler Babýnda tahkik edeceðimiz vecihle bu tâyin farz deðildir. Fatiha ile bir sure veya üç âyet okumak da vaciptir. Bu da gelecektir.

FER´i BÝR MESELE: Bazen dört rekâtlý bir farzýn bütün rekâtlarýnda kýraat farz olur. Nitekim imama namazýn iki rekâtýna yetiþemeyen birini kendi yerine mihraba geçirir de ilk iki rekâtýnda okumadýðýný ona iþaret ederse hüküm budur. Bu mesele Ýstihlâf Babýnda gelecektir. Okumaya kudreti olan meselesi bundan sonraki fasýlda gelecek, ayný zamanda namazda Arabçadan baþka bir dille yahud þâz kýraatlarla Kur´an okumanýn yahud Tevrat veya Ýncil okumanýn hükümleri de beyan edilecektir. «Çünkü imama uymakla halefsiz olarak sukût eder». Bu ta´lilde «Bahýr» sahibinin söylediklerine iþaret vardýr. O þöyle demiþtir: «Zâid rükün bazý suretlerde zaruret tahakkuk etmeksizin sukût eden rükündür. Aslî rükün ise zaruretsiz etmeyendir». Rüküne zâid denilmesine itiraz edilmiþ ve «Rükün bir þeyin hakikatýnda dahil olan kýsýmdýr. O halde ziyadelikle nasýl vasýflanabilir?» denilmiþtir. Buna þöyle cevap verilmiþtir:

«O þeyin bir halde bununla var olmasýna, bu yok olunca yok olmasýna bakarak bu bir rükündür. Baþka bir halde o þeyin bunsuz da var olmasýna bakarak zâiddir. Meselâ namaz itibarî bir hakikattýr. Onu Þârih Hazretleri´nin bazen birtakým rükünlerle bazende onlardan daha azý ile mevcud saymasý câizdir. Zâid rükünün yukarýdaki tarifine þöyle itiraz olunmuþtur: Bu tarife göre abdestte ayaðý yýkamaya zâid rükün demek tâzým gelir.» Buna da þöyle cevap verilmiþtir: «Zâid denilen þey sukut ettiði vakit yerine bedel gelmeyendir. Guslün ise bedeli vardýr. Bu da meshdir. Namaz rükünlerinin geri kalanlarý da böyledir. Çünkü hangisi sukût ederse yerine halefi gelir. Binaenaleyh bunlar zâid deðillerdir. Kýraat bunun hilâfýnadýr.» Buna da þöyle itiraz olunmuþtur: «Ýmamýn kýrâatý cemâatýn kýraatýnýn halefidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), «Her kim imamla namaz kýlarsa imamýn kýraatý onun içinde kýraattýr», buyurmuþtur». Buna da Halebî þöyle cevap vermiþtir: «Halefden murad, aslýn yapamadýðýný yapan haleftir. Burada ise öyle deðildir». Bu cevap Tahtavî´nin cevâbýndan daha güzeldir. O þöyle demiþtir: «Hadîsde halef olmak kastedilmemiþtir. Murad þârihin o kimseyi kýraatýndan menetmesi onun kýraatý nâmýna imamýn kýraeti ile yetinmesidir». «Nehir» sahibi diyor ki: Biri þöyle itiraz edebilir: Kýraetin zaid rükün sayýlmasý için zaruret olmaksýzýn onun sâkýt olduðunu kabul etmiyoruz. Çünkü kýraetin sukûtu imama uyma zaruretinden ileri gelir. Bundan dolayýdýr ki Ýbni Melek bunun aslî rükün olduðunu iddia etmiþtir».

Ben derim ki: Yine biri þöyle itiraz edebilir: «Ýmama uymanýn zaruret olduðunu biz kabul etmiyoruz. Çünkü zaruret bir rüknü terk etmeyi mubah kýlan âcizdir. Ýmama uyan kimse okumaya kadirdir. Yalnýz þer´an okumak ona men edilmiþtir. Men etmeye ancak te´vil yolu ile acz denilebilir. Gerçekten Ýbni Melek. «Bahýr» sahibinin dediði gibi bu hususta pek çok ulemaya muhalefet etmiþtir. Ama onun muhalefeti nazarý itibara alýnmaz. Allahu a´lem.

Rükû: Ellerini salmýþ olsa dizlerine varacak derecede eðilmektir. «Sirac»da da böyle denilmiþtir. «Münye» þerhinde þöyle deniliyor: «Rükû baþý eðmektir; lâkin bel ile beraber eðiltmektir. Çünkü lügatýn vaz´ýndan anlaþýlan budur.

Taâlâ Hazretleri´nin, «Rükû edin» emri de buna uygun gelir. Ama rükûun kemâli baþla kýç dümdüz bir hizâya gelinceye kadar belin eðilmesi ile olur. Bu husustaki itidâlin haddi budur. Fakat «Muhtar» þerhinde bu kavil zaif bulunmuþ ve þöyle denilmiþtir: «Rukû, rükû denilebilecek kadarcýk eðilmekle tahakkuk eder. Çünkü o eðilmekten ibârettir. Bazýlarý, rükû kýyam haline daha yakýnsa caiz deðildir. Rükû haline daha yakýnsa câizdir demiþlerdir». Meselenin tamamý «Ýmdâd» nam eserdedir. Muvâfýk olan kavil, «Muhtar» þerhinde tercih edilendir. Sebebini ulemamýz usul-i fýkýh kitaplarýnda izah etmiþlerdir. Þeyh Ýsmail Nablusî´nin þerhinde «Muhit» nam eserden naklen þöyle denilmektedir:

«Bir kimse rükûda baþýný biraz eðilterek itidal yapmasa Ebu Hanîfe tarafýndan verilen cevaba göre câiz olur. Ýmam Hasan eðilen þahýs rükûa daha yakýnsa câizdir. Kýyama daha yakýnsa câiz deðildir, diye rivayet etmiþtir».

«Fettal» hâþiyesinde Bercendî´den naklen þöyle deniliyor: «Oturarak kýlarsa alnýnýn dizleri hizâsýna gelmesi icap eder ki. rükû hâsýl olabilir».

Ben derim ki: Ýhtimal bu söz rükûun tamamýna hamledilmiþtir. Yoksa gördün ki rükû sýrtla beraber baþý eðiltmekten ibarettir. Teemmül eyle!

«Lügatta secde tevazu mânâsýna gelir. Kamûs, Muðrip sahibi onu «alný yere koymaktýr». diye tefsir etmiþtir. «Bahýr»da þöyle deniliyor: «Secdenin hakikatý maskaralýk olmayacak þekilde yüzün bir kýsmýný yere koymaktýr. Burun bu tarifte dahil, çene ve yanak hariçtir. Ama secde halinde ayaklarýný kaldýrýrsa tazim ve tebcil olmaktan ziyade oynamaya daha çok benzer.» Meselenin tamamý «Bahýr» üzerine yazdýðýmýz derkenardadýr.

Özrü olmayan kimse alný ve ayaklarý ile secde etmelidir. Sadece burun üzerine secde ile yetinmek için tercih edilen kavle göre özür þarttýr. Nitekim gelecektir.

Halebî diyor ki: «Sonra yalnýz alný üzerine secde etmekle yetinecekse az bile olsa alnýnýn bir cüzünü yere koymak farz, ekserisini koymak ise vaciptir». Secde hâlinde ayaklardan bir parmaðýn yere deðmesi kâfidir. Binaenaleyh Þârih´in «ayaklarý ile» ifâdesini ibâreden atmak icap eder. Secdenin tekrarý taabbüdî bir iþtir. Yani ekseri ulemanýn kavillerine göre mânâsýna akýl ermeyen bir iþ olup ibtilâ ve imtihan için emir olunmuþtur. Bazýlarý þeytaný çatlatmak için emir edildiðini söylerler ve «Þeytan bir defa bile secde etmedi. iþte biz iki defa secde ediyoruz.» derler. Tamamý «Bahýr»dadýr.

F A Ý D E: Musannýf´a «Fetevâyý Timurtaþî»ye adlý eserinin sonunda «Teabbüdî emirler mý daha efdal, yoksa mânâsý anlaþýlanlar mý?» diye sorulmuþ; o da þöyle cevap vermiþtir «Ben ulemamýzdan buna dâir bir þey bulamadým, yalnýz usul-i fýkýhda naslar da asýl olan ta´lildir, (illetini göstermektir), demiþlerdir».

Musannýf bununla mânâsý anlaþýlanlarýn efdal olduðuna iþâret etmiþtir. Ben bu meseleye Ýbni Hacer´in fetevâsýnda vakýf oldum. Þöyle demiþ: «Ýbni Abdisselâm´ýn iddiasý teabbüdî emrin efdal olmasýdýr. Çünkü sýrf boyun eðerek, yani emir olunduðu için yapýlýr. Ýlleti anlaþýlan için yapar. Bulkýnî ona itiraz ederek þunlarý söylemiþtir: Þübhesiz umumiyet itibârýyla mânâsý anlaþýlan emirler daha fazîletlidir. Çünkü þeriatýn ekserisi bu kabildendir. Cüz´iyâta bakýlýrsa bazen teabbudî emirlerin daha faziletli olduðu anlaþýlýr. Meselâ abdest almak, cünüblükten yýkanmak göz önüne alýnýrsa abdest daha faziletlidir. Bazen de mânâsý anlaþýlan efdal olur. Tavafla þeytan taþlamayý ele alýrsak tavaf daha fazîletlidir». «Hýlye»de Abdestin Farzlarý Bahsinde þöyle denilmiþtir:

«Ulema teabbüdî emirler hakkýnda Ýhtilâf etmiþlerdir. Bunlar ALLAH indinde bir hikmetinden dolayý meþru olup bu hikmet bize gizli mi kalmýþtýr yoksa böyle deðil midir? Ekser ulema birinciyi tercih etmiþlerdir. Akla yatan da odur. Çünkü istikrâ (sayým) göstermiþtir ki ALLAH Taâlâ´nýn âdeti hikmetinden hâli deðildir. Yararlý þeyler emir, zararlarý yasak eder. Binaenaleyh bize meþru kýldýðý bir þeyin hikmeti anlaþýlýrsa ona makul deriz. Hikmeti anlaþýlmazsa ona da teabbudî ismi veririz. ilim ve hikmet ALLAH Taâlâ´ya mahsustur». Secdenin tekrarý sünnet ve icmâ ile sabittir. Çünkü âyetteki secde emri tekrar delâlet etmez.

METÝN

Altýncýsý: Son oturuþtur. Anlaþýldýðýna göre bu þarttýr. Çünkü tahrime nasýl giriþ için meþrû olmuþsabu da çýkýþ için meþrû olmuþtur. «Bedâyi» sahibi onun zâid rükün olduðunu sahih kabul etmiþtir. Zira namaz kýlmayacaðýna yemin eden bir kimse secdeden doðrulunca yemini bozulur. «Sýrâciyye»de, «Bunu inkâr eden kâfir olmaz.» denilmiþtir. Son oturuþ en azýndan tahiyyatý sonundaki abdühü verasûlüh ile beraber okuyacak kadar devam eder. Peþ peþine okumak ve fâsýla vermemek þart deðildir. Çünkü «Valvalciyye»de þöyle denilmektedir: «Bir kimse dört rekât kýlar da bir lâhza, oturduktan sonra üç kýldýðýný zannederek kalkar, sonra hatýrlayarak tekrar oturur, sonra konuþursa iki oturuþ arasýnda teþehhüd miktarý bulunduðu takdirde namaz sahihdir. Aksi takdirde namaz sahih deðildir.

ÝZAH

Musannýf´ýn burada ikinci oturuþ demeyip son oturuþ tâbirini kullanmasý sabah namazý ile yolcu namazýnýn oturuþlarýna da þâmil olsun diyedir. Çünkü bu namazlarýn oturuþlarý son oturuþtur. Fakat kinci oturuþ deðildir. «Dirâye»de de böyle denilmiþtir. Maksat bu oturuþun namaz sonunda olduðunu anlatmaktýr. Yoksa son tâbiri ondan önce baþkasýnýn bulunmasýný iktiza eder. Bu izaha göre bir adam «Malik olduðum son köle hürdür», dese de bir köleye malik olsa, köle âzad olmaz.

Son oturuþ hakkýnda ulema ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý onun aslî rükün olduðunu söylemiþ. Pezdevî´nin «Keþf»inde farz deðil, vacip olduðu bildirilmiþtir. Lâkin burada vacip, vitir gibi amelde farz kuvvetinde olandýr. «Hizâne»de son oturuþun farz olduðu, fakat aslî rükün deðil de namazdan çýkmak için þart kýlýndýðý bildirilmiþtir. «Fetih» ve «Tebyîn» sahipleri farz olduðuna cezm etmiþlerdir. «Yenâbî»de, «Sahih olan budur.» deniliyor. Ýmam Mahbubî dahi «Câmi-i Saðîr»in menâsikinde onun farz olduðuna iþaret etmiþtir. Bundan dolayýdýr ki namaz kýlmayacaðýna yemin eden bir kimse baþýný secdeden kaldýrmakla yemininden dönmüþ olur. Yemininden dönmesi son oturuþa baðlý deðildir. Þu halde son oturuþ rükün deðil, farzdýr. Çünkü rükün bir þeyin hakikatýnda dahil olan cüzüdür. Namazýn hakikatý ise oturuþ bulunmaksýzýn dahi tamam olur. Mahbûbî bundan sonra þunlarý söylemiþtir:

«Anlaþýlýyor ki bu oturuþ ancak istirahat için meþru olmuþtur. Farzýn hali rükünden aþaðýdýr. Çünkü rükün tekerrür eder. Binaenaleyh tekerrür etmemek rükün olmadýðýna delildir. Burada fýkýh þudur: «Namaz ta´zime tahsis edilmiþ birtakým fiillerdir. Ta´zimin aslý ayakta durma ile olur. Rükû ile artar secde ile sona erer. Oturuþda namazdan çýkmak için murad edilmiþtir. Binaenaleyh ayný için deðil, gayrý için farzdýr (Yani zatý için deðil, baþkasý için farz olmuþtur. Rükün deðildir). Meselenin tamamý Þeyh Ýsmail´in «Dürer» þerhindedir. «Bahýr» sahibi, «Hilâfýn semeresinden bahseden görmedim.» demiþtir. Yani rükün olup olmamasý hususundaki hilâfý söylemek istemiþtir. «Ýmdâd» sahibi bu hilâfýn semeresini anlatmýþ ve þöyle demiþtir: «Bir kimse son oturuþta uyusa þarttýr, diyenlere göre yaptýðý oturuþ muteberdir. Rükün olduðunu söyleyenlere göre muteber deðildir». O bu sözü «Tahkik» adlý esere nisbet etmiþtir. Esah olan bu oturuþun itibar edilmemesidir. Nitekim «Münye» þerhinde de öyle denilmiþtir.

Ben derim ki: Bu da son oturuþ.zaid rükündür. Þart deðildir, diyenlerin kavlini te´yid eder. Þârih´in «Nehir» sahibine uyarak tuttuðu yol buna muhaliftir.

Þârih´in «Bu da çýkýþ için meþru olmuþtur.» sözüne þöyle itiraz edilebilir: «Baþkasý meþru olan bir þey bazen rükün olabilir. Nitekim kýyam böyledir. Çünkü kýyam, rükû ve sücûda vasýta olmak için meþru kýlýnmýþtýr. Hatta rükû ve secdeden âciz olan kimse kýyama kudreti olsa bile namazýný oturarak ima ile kýlar. Namaz kýlmayacaðýna yemin eden kimse meselesine de þöyle itiraz olunur:

«Kýraet, zaid rükündür. Bir adam namaz kýlmayacaðýna yemin etse de kýraetsiz olarak bir rekât namaz kýlsa, yemini bozulmaz. Binaenaleyh Þârih´in gösterdiði bu misalde son oturuþun zaid rükün olduðuna delâlet yoktur. Bilakis þart olduðuna delâlet vardýr. Þârih´e münâsib olan aksine çevirerek bunu þarta deðil, bundan öncekini de burada rükün olduðuna delil göstermekti Teemmül eyle!

«Bunu inkâr eden kâfir olmaz» sözünden anlaþýldýðýna göre murad, farz olduðunu inkâr edendir. Çünkü Kuhistanî´nin beyan ettiði vecihle bazýlarý son oturuþun vacip olduðunu söylemiþlerdir. Ama asýl itibariyle meþru olduðunu inkâr edenin küfre nisbet edilmesi gerekir. Çünkü son oturuþ icmâ ile sabittir. Hatta dinden olduðu bizzarure malûmdur. Bunu Halebî söylemiþtir.

Ulemanýn beþ vaktin sünnetleri hususunda, «Bunlarýn hak olduðuna inanmayan kâfirdir.» demeleri de bunu te´yid eder. «Sonundaki Abdühü verasülühü ile beraber» sözü ile Þârih muradýn vacip olan teþehhüdü tamamiyle okumak olduðuna iþaret etmiþtir. «Münye» þârihi þöyle demiþtir: «Teþehhüdden murad tehiyyâtý Abdühü verasülühü´ye kadar okumaktýr. Sahih olan budur. Bazýlarýn dediði gibi teþehhüd sadece iki þehadetten ibâret deðildir».

METÝN

Yedincisi: Kendi fiiliyle namazdan çýkmaktýr. Namaz tamam olduktan sonra namaza zýd bir iþ yapmak bu kabildendir. Velev ki kerahet-i tahrimiye ile mekruh olsun. Sahih kavle göre kendi filiyle namazdan çýkmak bilittifak farz deðildir. Bunu Zeyleî ve baþkalarý söylemiþ Musannýf da ikrar ve kabul eylemiþtir. «el-Müçtebâ»da «Muhakkýk ulema bunu tercih etmiþlerdir.» deniliyor.

ÝZAH

Kendi fiili ile namazdan çýkmaktan murad namaz tamam olduktan sonra söz olsun iþ olsun namaza zýd bir þeyi isteyerek yapmaktýr. «Bahýr» da da böyle denilmiþtir. Meselâ, kýldýðý namazýn üzerine farz veya nâfile baþka bir namazý bina etmek, kahkaha ile gülmek, kasden abdest bozmak. konuþmak, yürümek ve selâm vermek bu kabildendir. Tatarhaniye: Bir kadýnýn gelip o kimsenin hizasýna durmasý da böyledir. Çünkü mühâzat ortaklaþa birbirinin hizasýna durmaktýr. Binaenaleyh kadýndan olduðu gibi erkekten de mühâzat fiili mevcuttur. Velev ki erkeðin kasdý olmasýn. Meselenin tamamý «Nihaye»dedir.

Musannýf «kendi fiiliyle» diyerek abdest kaçýrmak gibi hak tarafýndan gelen fiilden ihtiraz etmiþtir.

Mutlak kemâline haml edilir kaidesince kendi fiiliyle namazdan çýkmanýn kemâli selâm vermekle olur. Fakat burada maksad selâmdan baþka fiillerdir. «Velev ki kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olsun» sözü de buna delâlet eder.

«Namaza zýd» sözü ile Þârih kýraet ve tesbih gibi namaza zýd olmayan þeylerden ihtiraz etmiþtir. «Namaz tamam olduktan sonra» yani teþehhüd miktarý oturduktan sonra diye kayýtlanmasý daha önce namaza münâfi bir fiil bilittifak namazý bozduðu içindir. H. «Sahih kavle göre kendi filiyle namazdan çýkmak bilittifak farz deðildir». Malûmun olsun ki, Ýmam A´zam´dan böyle bir rivayet yoktur. Bunu Berdeî ileride gelecek (12) on iki meseleden çýkarmýþtýr. Ýmam A´zam bu meselelerde namazýn rükünleri tamam olduðu halde henüz namazdan çýkýlmadýðý için namazýn bâtýl olduðunu söylemiþtir. Bu gösterir ki namazdan çýkmak farzdýr. Ýmameyn ayný meselelerde namazýn sahih olduðunu söylemiþlerdir. Þu halde onlara göre kendi fiiliyle namazdan çýkmak farz deðildir. Ama Kerhî bunu kabul etmemiþ, «Kendi fiiliyle namazdan çýkmanýn farz olmadýðý hususunda imamlarýmýz arasýnda hilâf yoktur. Bu Berdeî´nin yanlýþ bir hüküm çýkarmasýdýr. Çünkü onun zannettiði gibi kendi fiiliyle namazdan çýkmak farz olsa idi ibâdet olan selam lafzýna mahsus kalýrdý. Ýmam A´zam on iki (12) meselede namazýn bâtýl olduðuna baþka bir mânâdan dolayý hükmetmiþtir. Bu mânâ o namazlara ârýz olan ve farzý deðiþtiren þeylerdir. Namazýn baþýnda veya sonunda ârýz olmalarý hükmen müsâvidir. Zira namazda oturduktan sonra teyemmümle kýlanýn suyu görmesi Tarzý deðiþtirir. O kimseye farz olan teyemmüm idi. bu sefer farzý abdeste deðiþti. Geri kalan meseleler dahi böyledir. Konuþmak bunun hilâfýnadýr. Çünkü konuþmak deðiþtirici deðil namazý kesicidir. Kasden abdest bozmak. kahkaha ile gülmek ve bunlara benzer þeyler namazý deðiþtirici deðil. bozuculardýr». Meselenin tamamý «Hýlye»dedir. Þu da var ki allâme Þurun-bulâli «el-Mesâilü´l-Behiyye» adlý risâlesinde Berdeî´ye yardýmcý olmuþtur. Þurunbulâli «Hidâye» sahibinin namazdan kendi fiiliyle çýkmanýn farz olduðunu tercih ettiðini þârihlerin bilumum ulemanýn ve ekseri muhakkýklarýn Ýmam Nesefî´nin ve Ehl-i sünnet imamý Ebu Mansur Matürîdî´ninde ona tâbi olduklarýný söylemiþtir.

Muhakkýk ulemanýn tercih ettikleri kavil sahih olan Kerhî kavlidir, ki Berdeî´nin kavline mukabildir. Aralarýndaki hilâfýn faidesi teþehhüd miktarý oturduktan sonra abdesti koçan kimse hakkýnda meydana çýkar. O kimse abdest almaz da namazýnýn üzerine binâ eder, sonunda kendi fiiliyle namazdan çýkarsa Berdeî´nin tahricine göre namazý batýl, Kerhî´nin tahricine göre sahih olur. T.


Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:24:00
METÝN

Namazýn farzlarýndan geriye kalanlar farz olaný ayýrmak. kýyâmý rüku üzerine, rükûu secde üzerine tertip son oturuþu bütün rükünlerden sonra yapmak, namazý tamamlamak, bir rükünden baþka rüküne intikal, farzlarda imamýný takip, imama uyanýn reyince imamýn namazýnýn sahih olmasý, imamýn önüne geçmemek, namazda ona muhalif tarafa dönmemek. üzerinde kaza namazý olduðunu hatýrlamamak, kadýnla bir hizâya durmamak, bu son iki þeyin þartlarýna riâyet etmek ve Ýmam Ebu Yûsuf ile Eimme-i Selâse´ye göre ta´dili erkândýr. Aynî «muhtar olan budur.» demiþ, Musannýf da onu ikrâr ve tasdik eylemiþtir. Biz bunu «Hazâin» adlý eserimizde beyan etmiþizdir.

ÝZAH

«Farz olaný ayýrmak» ifâdesini Tahtavî, «Ýkinci secdeyi birinciden ayýrmasýdýr.» diye tefsir etmiþtir. Bu azýcýk olsun baþýný birinci secdeden kaldýrmakla, yahud oturmaya daha yakýn olacak þekildedoðrulmakla olur.Bunlarýn ikisi de sahih birer kavildir. Þurunbulâli ikinci kavlýn daha sahih olduðunu nakletmiþtir. Halebî bu ifadeyi, «Ayýrmaktan murad üzerine farz olan namazlarý farz olmayanlardan ayýrmaktýr.» diye tefsir etmiþtir. Hatta beþ namazýn farz olduðunu bilmese yalnýz bunlarý vakitlerinde kýlsa kâfi deðildir. Bazýsýnýn farz. bazýsýnýn da sünnet olduðunu bilse ve hepsine farz diye niyet etse yahud bilmese de imam farzda uyarken imamýn namazýna niyet etse câiz olur. Farzý bilip içindeki farz ve sünnetleri bilmese yine namazý câizdir. «Bahýr»da da böyle denilmiþtir. Þu halde «farz olaný» tâbirinden murad, her namazýn cüzlerini bilmek deðildir. Mesel namazda kýraatin farz olduðunu, tesbihin sünnet olduðunu vesaireyi bilmesi þart deðildir. «Nuru´l-Ýzah» sünneti bunun hilâfýný îham etmektir. Velev ki þerhinde ihamý giderecek þekilde izahat yapýlmýþ olsun.

Ben derim ki: Þârih´in bunu söylemesi gerekirdi. Nitekim «Hazâin»de öyle yapmýþtýr. Çünkü birinci tefsire göre ikinci secdenin farz olmasý mânâsýna gelir. Zirâ secde baþ kaldýrmadan tahakkuk etmez. Secde zikri geçmiþtir. Ýkinci tefsire göre niyeti tâyinde müþterek olmaya varýr. Bunu da Niyet Bahsinde söylemiþtir. Kýyamýn rükû üzerine tertibi ondan önce yapýlmasýdýr. Hatta evvelâ rükû edip sonra doðrulsa bu rükû nazar-ý itibara alýnmaz. Ýkinci defa rükû ederse namazý sahih olur. Çünkü farz olan tertip yerini bulmuþtur. O kimseye secde-i sehiv lâzým gelir. Çünkü o rükûu farz olan rükûdan önce olmuþtur. Rükûu secdeden evvel yapmak dahi böyledir. Hatta evvela secde edip sonra rükûa varsa ikinci defo secde ettiði takdirde namazý sahih olur. Son oturuþu bütün rükünlerden sonra yapmak farzdýr. Hatta son oturuþtan sonra bir namaz secdesini býraktýðýný hatýrlarsa o secdeyi yapar tekrar oturur. Yanýldýðý için de secde-i sehiv yapar.

Unuttuðu rükû ise onu ondan sonraki secde ile birlikte kaza eder. Kýyam veya kýraat ise bütün bir rekât kýlar. Bunu «Bahýr» sahibi kayýt etmiþtir. Bundan baþka bir farz olduðu anlaþýlmasý için «Hazâin»de yaptýðý gibi «oturuþun tertibi ilh.» demesi daha iyi olurdu. Bir de bundaki tertip öncekilerden aksine olarak tehir mânâsýnadýr. Þârih, kýraeti rükûdan önce yapmanýn hükmünü söylememiþtir. Çünkü onu namazýn vaciplerinde anlatacaktýr. Bütün bunlar hakkýnda sözün tamamý orada gelecektir.

Namazý tamamlamak ve bir rükünden baþka rüküne intikal hakkýnda «Fetih» de þöyle denilmiþtir: «Namazýn tamamlanmasý ve bir rükünden baþka rüküne intikal dahi namazýn farzlarýndan sayýlmýþ ve çünkü namazý farz kýlan nass bunu da Tarz kýlmýþtýr. Zira tamamlanmadan namaz mevcud olmaz. Bu da bu iki þeyi gerektirir, denilmiþtir. Anlaþýlýyor ki tamamlamaktan murad namazý kesmemektir. Mezkûr intikalden maksad da sonraki rüknü ifâ için birinciden ikinciye geçmektir. Çünkü, sonraki ancak böylelikle tahakkuk eder. Aralarýnda fâsýla vermemek þartiyle bir rükünden baþkasýna geçmek ise vaciptir. Hatta rükû edip sonra tekrar rükûa gitse secde-i sehiv yapmasý vacip olur. Çünkü farz olan rükûdan secdeye intikal etmemiþ, aralarýna ecnebi bir fiil sokmuþtur ki o da ikinci rükûdur. Nitekim «Münye» þerhinde de böyle denilmiþtir. «Münye» sahibinin yaptýðý gibi rükün kelimesini farzla deðiþtirmek gerekir. Tâ ki secdeden oturuþa intikale þâmil olsun. Bu, Þârih´in ka´deyi zaid rükûn deðil, þart kabul etmeyi daha münasip gördüðüne göredir. Lâkin yukardaarzettik ki bunun hilâfý tercih edilmiþtir.

Sonra farzlar meyanýnda zikredilen namazý tamamlamamak ve bir rükünden baþkasýna intikal meselelerine Musannýf´ýn saydýðý farzlar hacet býrakmamýþtýr. «Farzlarda imamýný takip» farzlarý imamla beraber yahud ondan sonra yapmakla olur. Hatta bir kimse imamý rükû edip doðrulduktan sonra rükûa gitse sahih olur. Ama imamýndan önce rükû edip doðrulur da sonra imamý rükû eder ve ikinci defa imamý ile birlikte yahud ondan sonra o da rükû etmezse namazý bâtýl olur. Þu halde imamý takipten murad ondan önce bir fiil yapmamaktýr. Evet imamýna farzlarda ortak olarak öne geçmemek sona kalmamak þartiyle onunla beraber bulunmak mânâsýna imamýný takip vaciptir. Nitekim Þârih bunu bundan sonraki fasýlda anlatacaktýr. Þârih «farzlarda» tâbiri ile vacip ve sünnetlerden ihtiraz etmiþtir. Çünkü onlarda imamý takip farz deðildir. Onlarý terk etmekle namaz bozulmaz.

Ýmama uyanýn re´yince imamýn namazýnýn sahih olmasý þarttýr. Çünkü mutemed kavle göre namazýn sahih olup olmamasý hususunda imama uyanýn re´yine itibar olunur. Binaenaleyh Hanefî bir kimse tenâsül âletine veya kadýna dokunan Þâfiî imama uysa namazý sahih olur. Ama vücûdundan kan çýkan Þâfiî´ye uyarsa namazý sahih deðildir. T. Bunun izahý Vitir Babýnda gelecektir.

Ýmamýn önüne geçmemekten murad, ökçelerinin onun ökçelerini geçmemesidir. Bu söz, hizasýnda bulunmasýna yahud geride durmasýna müsaiddir. Aksi takdirde ise namaz bozulur. «Namazda ona muhalif tarafa dönmemek» ifâdesinden muzaaf hazf edilmiþtir.

Ýbâre «kýble araþtýrýldýðý zaman cihet tâyini hususunda imamýna muhalefette bulunduðunu bilmemesi» takdirindedir. Burada þart imama uyduðu anda bilmemektir. Hatta namaz tamam oluncaya kadar imamýn döndüðü cihetin aksine durduðunu bilmezse namazý sahihtir. Nitekim geride geçti. (Kýble araþtýrýldýðý zaman) diye kayýt etmesi Kâbe´nin içinde veya dýþýnda kasten imamýna cihet hususunda muhalefet câiz olduðu içindir.

Meselâ, Kâbe´nin etrafýnda halka olarak namaz kýlarlarsa orada imama muhâlefet tahakkuk eder.

Rahmetî diyor ki: «Þârih´in bunu mutlak býrakmasý geçen ve gelecek izahata itimad ettiði içindir. Nitekim ulemanýn yerindeki takyide itimad ederek sözü mutlak býrakmak hususundaki âdetleri budur». «Bu son iki þeyin þartlarýna riayet etmek» sözünden murad üzerinde kaza namazý olduðunu hatýrlamamak ve kadýnla bir hizaya durmamaktýr. Birincinin þartý tertip sahibi olmak ve namaz için müsâid vakit bulunmaktýr. Ýkincinin þartý kadýnla tahrime ve eda cihetlerinden müþterek ve mutlak bir namazda yan yana durmak ve imamýn kadýna da imam olmaya niyet etmesidir. Nitekim gelecektir. H.

Þârih´in ibaresinde þart kelimesi müfret olarak kullanýlmýþsa da muzaaf olduðu için umum ifâde eder. Ve þartlar mânâsýna gelir. Ebu´s-Suûd. Tâdil-i erkânýn tefsiri, Namazýn Vacîbleri Babýnda gelecektir. þârih, bunu «Hazâin» adlý eserinde izah ederek þöyle demiþtir:

Ben derim ki: Lâkin muhtar olan budur, sözü gariptir. Ben ona itimad eden kimse görmedim. Ekseriyetin tercih ettiði kavil tâdili erkânýn vacip olmasýdýr. «Fetih» sahibi ve ona uyarak «Bahýr»sahibi Ebu Yûsuf´un kavlini amelî farz mânâsýna hamletmiþlerdir. Bu suretle hilâf ortadan kalkar.

Ben þöyle diyorum:

Nereden nereye hilâf ortadan kalkacakmýþ! «Bahýr» sahibi Sehiv Babýnda Ýmam Ebu Yûsuf´a göre tâdil-i erkâný býrakanýn namazý bozulduðunu, tarafeyne göre bozulmadýðýný açýklamýþtýr. Dikkatli ol! Bu ibâre «Nehir»den alýnmýþtýr.

Ben derim ki: «Bahýr» sahibini bu te´vile sevk eden âmil kuvvetli bir iþkâlden kurtulmak istemesidir. Ýþkâl þudur: Ýmam Ebu Yûsuf ta´dil erkânýn farz olduðunu namazýný beceremeyen hadisiyle isbat etmiþtir. Bu hadis haber-i vahiddir. Kat´î delil «olan âyet» ise mutlak olarak rükû ve sücûdu emir etmiþtir. Binaenaleyh has olan nass üzerine haberi vahidle ziyade etmek lâzým gelir ki Ebu Yûsuf buna kâil deðildir. Onun ta´ dili erkân farzdýr, sözü amelî farza hamledilirse - ki amelî farz, iki kýsým olan vacibin yüksek mertebesidir - iþkâl def edilmiþ ve hilâf ortadan kaldýrýlmýþ olur.

Farz-ý amelî kendisi ortadan kalkýnca cevaz da kalmayan þeydir. Baþa meshi dörtte birine takdir etmek bu kabildendir. Binaenaleyh Ebu Yûsuf´a göre bu ta´dili terk etmekle namazýn bozulmasý icap eder. Tarafeyn buna kâil deðildirler. Þu halde hilâf. bakidir. Nass üzerine ziyâde yine de lâzým gelmektedir. Zira nassýn muktezâsý, rükû ve sücûd denilen þeylerle yetinmektir. Ýþkâl de bâkidir. Lâkin ehl-i tahkik ulemadan bir zat, bu iþkâle güzel bir cevap vermiþtir. Ben onu «Bahýr» üzerine yazdýðým derkenarda beyân ettim.

Cevap þudur: Tarafeyne göre âyetteki rükû ile sücûddan murad. lügat mânâlarýdýr. Bu da malûmdur. Beyâna ihtiyacý yoktur. Ta´dil-i erkân farzdýr dersek, nassýn üzerine haber vahidle ziyade etmek lâzým gelecektir. Ebu Yusuf´a göre ise âyetteki rükû ile sücûddan murad þer´î manâlarýdýr. Bu. malûm deðildir. Beyana muhtaçtýr. «Ýnâye»de açýklandýðýna göre kitabýn mücmeline zannî delil ile beyan lâhýk olursa ondan sonra hüküm beyâna deðil, kitaba izâfe olunur. Sahih kavil budur. Onun içindir ki, biz haber-i vahidle sabit olan son oturuþun farz olduðuna kâiliz. Ama gene haber-i vahidle sabit olan Fatiha´nýn farz olduðuna kâil deðiliz. Çünkü Taâla Hazretleri´nin, «Kolayýnýza geleni okuyun» emri mücmel deðil, hâsdýr». Kýsaltarak alýnmýþtýr.

Hâsýlý rükû ve sücûd kelimeleri Ýmam A´zam´la Ýmam Muhammed´e göre hâs Ýmam Ebu Yusuf´a göre mücmeldirler. Bu suretle iþkâl aslýndan defedilmiþ olur. Lâkin hilâf hâli üzere bâkidir. Allahu a´lem.

METÝN

Bu farzlarý edâ ederken ihtiyar, yani uyanýk bulunmak þarttýr.

Ben derim ki: Bununla farzlar yirmi küsûra ulaþýr. Þurunbulâli «Vehbâni»ye üzerine yazdýðý þerhde tahrime için yirmi, tahrimeden baþkasý için on üç þart olduðunu manzum þekilde bildirmiþ ve þöyle demiþtir: «Tahrimenin birtakým þartlarý vardýr ki. ben onlarý güzelce yoluna koyarak ilelebed parlayacak bir þekilde toplamak bahtiyarlýðýna erdim. Bunlar: Vaktin girmesi. girdiðin itiKad. avret yerini örtmek. temizlik. serbestçe ayakta durmak. imama uymaya niyet, uyduðunu söylemek, farz mý vacib mi kýldýðýný tayin. kudreti varsa muradýný belirtmekten ve besmeleden hâli Arabça bir zikircümlesi ile baþlamak. Bu cümle ism-i Celâl´in hâvinden yahud hasinden, hemzeleri ve ekberin bâsýný uzatmaktan hâli olmak. niyetle tahrime arasýna namaz aykýrý bir fiil ve söz girmemek ve tekbirin niyetten önce yapýlmamasýdýr.

ÝZAH

Yirmi küsûrdan murad yirmibirdir. Bu yirmibir farzdan sekizi metinde geçmiþtir.

Dokuzuncusu: Ýhtiyardýr. On ikisi de þerhde geçmiþtir. On iki adedi oturuþ tertibini müstakil farz saymakla dolar. Nitekim arz etmiþtik. Anla!

Þurunbulâlî´nin manzum olarak yazdýðý yirmi þart tahrimeye aiddir. Bunlarýn bazýlarý tahrimenin lâfzý hakkýnda olup geri kalanlarý namazýn þartlarýdýr. Þârih´in tercih ettiðine göre bunlar namazýn rükünlerine bitiþikleri için þart koþulmuþlardýr. Bu hususta da yukarýda söz etmiþtik. Þurunbulâli tahrimeden ayrý olarak namaz için (13) on üç þart sýralamýþtýr. Hakikatte bütün bu þartlar namazýn sahih olmasýnýn þartlarýdýr. Ancak bu onüç þartta tahrimenin dahli olmadýðý için onlarý öncekilerden ayýrmýþtýr.

Vaktin girdiðini itikaldan murad, galebe-i zan yani kalbin yatmasý da olabilir. Maksad þübheden kurtulmaktýr. Vaktin girip girmediðinde þüphe ederek namaza baþlarsa sonradan girdiði anlaþýlsa bile namazý câiz olmaz. Temizlikten murad, hadesten ve necasetten temizlenmektir. Namaz kýlan kimsenin bedeninde, elbisesinde ve namaz kýlacaðý yerde namaza mâni pislik bulunmayacaktýr. Mâni bulunmadýðýný itikad dahi þarttýr. Bir kimse abdestsiz, yahud elbisesinin pis olduðunu zannederek namaz kýlar da aksi zuhur ederse câiz deðildir. Halebî, «Avret yerini örtmek de böyle olsa gerektir.» demiþtir.

Serbestçe ayakta durmadan maksad elleri dizlerine ermeyecek þekilde durmaktýr. Ýmama rükû halinde yetiþir de eðilerek tekbir alýrsa tahrimesi sahih olmaz. Ýmama uymaya niyet etmenin tahrime için deðil, imama uymak sahih olsun diye þart koþulduðunu biliyorsun. Çünkü imama uymaya niyet etmezse yalnýz kýlmak için namaza baþlamýþ olur. Lâkin kýraatý terk ettiði için namazý bâtýldýr.

Evet, tahrime sahih olmak için mutlak olarak namaza niyet þarttýr. Þurunbulâlî bunu söylememiþtir. «Namazýn aslýna niyet etmesi, demeli idi. Þurunbulâlî imama uyduðunu dille söylemeyi þart saymýþsa da kendisine itiraz edilmiþ, «Dille söylemek tahrimenin rüknüdür. Nasýl oluyor da þart sayýlýyor?» denilmiþtir. Kendisine. «Maksad hususî bir þekilde söylemesi yani söylediðini kendi iþitmesidir. Bir kimse tahrimeyi iþitilmeyecek þekilde fýsýldasa veya sadece gönülden geçirse namazý câiz deðildir.» diye cevap vermiþtir. Keza eûzû besmele, kýrâat. Tesbih, salâvat gibi namaza aid bütün sözler böyle olduðu gibi köle âzadý. kadýn boþamak ve yemin dahi bu kabildendir.

Arabça zikir cümlesinden murad Allah´u Ekber ve emsâlidir. Zâhir rivâyeye göre bu iki kelimeden yalnýz biriyle namaza baþlamýþ olmaz. Nitekim bundan sonraki faslýn baþýnda gelecektir. «Muradýný belirtmekten ve besmeleden hâli» ifâdesinden maksad, namaza niyet ederken söyleyeceði cümlenin içinde hacetini belirten kelime ve besmele bulunmayacak demektir. Þu haldeAllahümmaðfirli (yarab beni afv et) gibi istiðfar cümlesi ile namaza baþlamak sahih deðildir. Ama esah kavle göre sâdece Allahümme diyerek baþlamak sahihdir. Nitekim ileride görüleceði vecihle ya Allah diye baþlamak da sahihdir. Sýrf besmele ile ve kezâ eûzû çekmekle Havkale ile namaza baþlamak sahih kavle göre câiz deðildir. Nitekim gelecektir.

«Arabça söylemeye kudreti olan için baþka dille namaza baþlamak doðru deðildir. Arabçaya kudreti yoksa Farsça ile baþlayabilir. Nitekim kýraat da böyledir. Lâkin ileride görüleceði vecihle baþka dille namaza baþlamak Arabçaya kudreti olanlar için dahi bilittifak câizdir. Ama kýraat meselesi öyle deðildir. Bu meselede birçok ulema, hatta bütün kitaplarýnda Þurunbulâlî þaþýrmýþlardýr.

Niyet cümlesi ism-i celâlin hâvinden yahud hâsýndan hâli olacaktýr. Þurunbulâlî diyor ki: «Benim hâvdan maksadým ALLAH lafzýný ikinci lâmýndan meydana gelen elifdir. Yemin eden, yahud hayvan kesen veya namaz için tekbir alan bir kimse bu elifi söylemese yahud lafza-i celâlin sonundaki hâyý atarak sâdece (Allâ) dese ulema bu yeminin mun´akit, kesilen hayvanýn helâl, tahrimenin sahip olup olmadýðýnda ihtilâf etmiþlerdir. Binaenaleyh ihtiyaten terk edilmelidir.

«Hemzeleri ve ekberin bâsýný uzatmaktan hâli olmak» þarttýr. Hemzelerden murad ALLAH ve ekber kelimelerinin baþlarýndaki hemzelerdir. Çünkü bu hemzeler uzatýlarak okunursa istifham (yani Allah mý daha büyük) mânâsý çýkar ki bunu kasden söylemek küfür olur. Binaenaleyh zikir olamaz; onunla namaza baþlamak câiz deðildir. Hatta namazda intikal tekbirlerinde hemzeler uzatýlarak söylenirse namaz bozulur. Ekberin bâsý uzatýlarak okunursa (keber) kelimesinin cem´i olur. Keber davul demektir ve kelime tekbir mânâsý olmaktan çýkar. Yahud hayz ve þeytan mânâlarýna gelir. Bu takdirde ortak bir isim olur ki tahrime mânâsý kalmaz. Bunu «Nazmi» yazan Þurunbulâli söylemiþtir. Niyetle tahrime arasýna namaza aykýrý bir fiil ve söz girmemek þarttýr. Bir kimse namaza niyetlendikten sonra elbisesi veya bedeni ile çok oynar yahud diþlerinin orasýnda kalan nohut kadar yemek kýrýntýsý yer, dýþarýdan bundan az bile olsa bir þey olup yer veya içerse yahud anlaþýlmayacak derecede bile olsa konuþursa veya özürsüz öksürür de kalbinden niyet silindiði halde sonradan tekbir olursa namaza baþlamasý sahih olmaz. «namaza aykýrý» kaydýyla niyetten sonra abdest alýp camie gitmek gibi namaza aykýrý olmayan þeylerden ihtiraz edilmiþtir. Nitekim yerinde görülmüþtü.

Tekbirin niyetten önce olmamasý meselesinde Kerhî muhaliftir. Nitekim yukarýda geçmiþti. Yahud bundan imama uyan kimsenin imamdan önce tekbir almasý kastedilmiþtir. Þâyed imamdan önce tekbir alýr do tekbirini imamdan önce bitirirse namaza baþlamýþ olmaz. Birinci mânâ daha yerindedir. Sebebi Ýmamý Takip Meselesinde geçmiþti.

METÝN

Senin gibi bir zat mazurdur. Ýmdi bu söylenenleri kýbleye dönmüþ olarak yap! Umulur ki kabule mazhar ve teþekküre þâyan olursun. Bu þartlarýn mecmuu yirmidir. Hatta daha baþka þortlarda ziyade edilmiþtir. Bunlarý namaza «ben fakir» kerim olan Allah´dan niyaz ederim. O da afv eyler. Hem Mustafa´ya en halisâne salât ve selâmýmý arz eylerim. O Allah´ýn mahlûkatýna bir zuhru âhirettir, yardým eder, Mezkûr beyândan sonra ona tahrimen gayri namaz kýlanlarýn moruz kaldýklarý (13) on üç þart daha ilâve ettim. Göreceksin. Þöyle ki:

Farz namazda bir âyet okuyacak kadar ayakta durmak, farz namazýn iki rekâtýna kýraat hususunda muhayyersin. Nâfile ile vitirin her rekâtýnda kýraat farzdýr. imama uyan bu kýraattan men edilir. Secde ve alnýnýn karar kýlmasý þarttýr, iki secde arasýný ayýran fasýlanýn oturuþ haline daha yakýn olmasý muharrerdir ayaða kalktýktan sonra rükû ve secdede tertip farzdýr.

Ýkinci secde sahih kavle göre sonraya býrakýlabilir. elinin üzerine yahud yer temiz olmak þartiyle elbisesinin kenarýna secde etmek câizdir. Yüksek yere ve seninle ortak secde eden bir kimsenin sýrtýna sýkýþýklýk ânýnda secde etmen baðýþlanýr, namaz fiillerini uyanýklýkla edâ etmen ve sana farz olan namazlarý ayýrman mukarrerdir. Namaz fiillerini son oturuþ tamamlar. Bunlardan kendi sun´ý ile çýkmak muharrerdir.

ÝZAH

«Senin gibi bir zat mazur olur.» cümlesinden murad, yerinde kullanýlmamýþ bir söz görürsen mâzûrsun. demektir. Yani Þurunbulalî bu sözü ile manzumesinde hata görenlerden özür dilemektedir. T.

«Hatta daha baþka þartlar da ziyâde edilmiþtir.» Mutlak olarak namaza niyet, farz namazlarý baþkalarýndan ayýrmak. hadesten veya necasetten temiz bulunduðuna inanmak bunlardandýr. Farz namazýn iki rekâtýnda kýraat hususunda muhayyersin, ister ilk iki rekâtda ister son iki rekâtta okuyabilirsin. Bu makamda farzlar anlatýldýðý için «kýraeti ilk iki rekate tâyin ederek okumak vacibtir.» þeklinde bir itiraz vârid olamaz. Malûmun olsun ki, nezir edilen namazýn hükmü nâfile namaz gibidir Hatta bir selâmla dört rekat namaz kýlmayý nezir etse dört rekâtýn her birinde kýrâat lâzým gelir. Çünkü bu namaz haddizatýnda nâfiledir. Vacip olmasý ârýzî bir sebepledir. H.

Ýmama uyan kimseye kýraat men edilir. Yani Kur´an okumasý kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü imamýn okumasý onun için de kýraat yerine geçer. þu halde kýraat imama farzdýr.

«Secde ve alnýnýn karar kýlmasý þarttýr». Yani hacmini duyacak kadar. Sert bir þeyin üzerine secde etmek farzdýr. öyle ki secde eden þahýs alnýný bastýrsa yere koyduðu andan daha fazla batmamalýdýr. Binaenaleyh pirinç ve darý yýðýný gibi þeylerin üzerine secde etmek sahih deðildir. Meðer ki çuval gibi bir þey içinde bulunsun, pamuk. kar döþek gibi þeylerin bastýrýldýðý vakit altýndaki yerin sertliði hissedilirse üzerinde secde câizdir.

«Ýkinci secdenin birinciden ayrýlarak namazýn sonuna býrakýlmasý câizdir». Çünkü iki secde arasýnda tertibe riâyet vâcibtir. Nitekim gelecektir. Þurunbulâlî hulâsatan þöyle demek istiyor: Kýyâm, rükû. secde gibi her namazda tekrar eden rükünler arasýnda tertibe riâyet farzdýr. Fakat iki secde arasýnda olduðu gibi her rekâtta tekrar edenler arasýnda böyle deðildir. «Yer temiz olmak þartiyle elbisesinin kenarýna secde etmek câizdir». Fakat özürsüz mekruhtur. Nitekim gelecektir. Hâsýlý secde yerinin temiz olmasý farzdýr. Velev ki namaz kýlanýn eli ve elbisesi gibi ona bitiþik olsun. Çünkü ona bitiþik olunca pisliði men eden mâni sayýlmaz.

Zarurette yüksek yere ve ön saftakinin sýrtýna secde etmek câizdir.

Yalnýz buradaki zaruret ölçüsü yarým arþýn olduðu için zaruret yokken ondan daha yükseðine secde etmek baðýþlanmaz. «Namaz fiillerini uyanýklýkla edâ etmek» sözü Musannýf´ýn «ihtiyar þarttýr.» ifâdesini lâzým mânâsý ile tefsirdir. Çünkü uyanýk bulunmak, bu hâli istilzâm eder. Bu tefsir gafletle ve yanýlarak yapýlan bir þeyin ihtiyari fi´le aykýrý olmadýðýna iþâret içindir.

METÝN

Ama (ihtiyarî deðil de) tamamiyle gaflele dalarak rükû veya secde yaparsa câizdir. Bunlardan birini yani kýyâm, kýraat, rükû, sücûd veya son oturuþu uyuyarak yaparsa yapmýþ sayýlmaz onu tekrarlamasý icap eder, Esah kavle göre velev ki kýraat veya son oturuþ olsun. Tekrarlamazsa namazý bozulur. Çünkü yaptýðý iþ gayri ihtiyarî olmuþtur. Varlýðý yokluðu müsavidir. Ama insanlar bundan gâfildirler. Uyuyan kimse tam bir rekât kýlsa namazý bozulur. Çünkü bir rekât ziyade etmiþtir. Bir rekât terki kabul etmez. Rükû veya secde eder de o halde iken uyursa yaptýðý kâfi gelir. Çünkü baþýný kaldýrmasý ve yere koymasý kendi ihtiyariyle olmuþtur.

ÝZAH

Tamamiyle gaflete dalmaktan murad, kalbin bir þeyle meþgul olmasýdýr. Bu haliyle namaz kýlan bir kimse rükû ve sücûdu kendi ihtiyariyle yapar, fakat ya bu fiilin farkýnda olmaz. Bunun benzeri yolda yürüyen kimsedir. Yürüyenin ayaklarý ve birçok uzuvlarý onun ihtiyarî yürüyüþü ile hareket eder. Fakat kendisinin bundan haberi yoktur. Halebî diyor ki: «Anlaþýlan uyuklayan da dalgýn gibidir. Araþtýrýlmalýdýr». Rükünlerden birini uyuyarak yapan onu tekrarlar. Acaba geciktirdiði için secde-i sehiv lâzým mýdýr? Zâhire göre lâzýmdýr. Bunu araþtýr. Rahmetî.

«Esah kavle göre velev ki kýraat veya son oturuþta olsun» tekrarlamasý gerekir. Kýraatý tekrarlamasýný «Fahru´l-ÝsIâm», «Hidâye» sahibi ve baþkalarý tercih etmiþlerdir. «Muhit» ile «Mübtegâ» sahipleri esah kavlin bu olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü ibadetin edâ edilmesi için ihtiyarî fiil þarttýr. Uyku halinde ise bu mevcud deðildir. Fakîh Ebu´l-Leys diyor ki:

«Bu yaptýðý ibâdetten sayýlýr. Çünkü þeriat namaz hakkýnda uyuyaný uyanýk gibi kabul etmiþtir, Kýraat zâid bir rükündür. Bazý hallerde sâkýt olur. Binaenaleyh uyku halinde makbul sayýlmasý câizdir». «Fetih» sahibi bu sözü beðenmiþtir. Birinci kavle ise þöyle cevap vermiþtir:

«Þart olan ihtiyar namazýn baþýnda mevcuttur. Bu da kâfidir. Görülmüyor mu ki yaptýðýndan tamamiyle gâfil olarak rüku ve sücûd yapsa câiz olmaktadýr».

«Münye» þârihi þunlarý söylemiþtir: «Cevap þudur ki, biz, namaza baþlarken ihtiyar bulunmasýnýn kâfi olduðunu kabul etmiyoruz. Dalgýn kimsenin de ihtiyari elinde olmadýðýný teslim etmiyoruz». Þu da var ki namaz baþýndaki ihtiyarla yetinilirse uyku halindeki rükû ve secdenin de kâfi sayýlmasý lâzým gelir. Halbuki «Mübtegâ» sâhibi. «Uyurken rükû ederse. Bilittifak câiz olmaz.» demiþtir.

Ýbn Emir Hâcc´ýn «Hýlye»deki açýk sözü fakîh Ebu´l-Leys´in kavlini tercih ettiðini gösterir. Çünkü Þeyhinin verdiði cevapta þöyle denilmektedir: Bundan da anlaþýlmaktadýr ki uyku halinde dahi kýyâm câizdir. Velev ki bazýlarý câiz olmadýðýný söylemiþ olsunlar. «Bahýr» sahibi de ona uymuþtur. Lâkin «Feth»in söylediklerinin itirazýndan hâli olmadýðýný münye þerhinden naklettiðimiz ibâreden gördün. Binâenaleyh evlâ olan menkul rivayete tâbi olmaktýr. Allahu a´lem.

Son oturuþ meselesine gelince «Hýlye» sahibinin «Tahkîk» nâm eserde naklettiðine göre bu hususta Ýmam Muhammed´den nakledilmiþ bir söz yoktur. Ulemadan bazýlarý bu oturuþun sayýlacaðýný bazýlarý da sayýlmayacaðýný söylemiþlerdir. Hýlye sahibi sayýlacaðýný tercih etmiþ; Cami-ul-Fetevâ da yalnýz bu kavlin zikir edildiðini zikir etmiþtir. Münye´de yalnýz sayýlmayacaðý bildirilmiþtir. Münye þârihi esah kavil bu olduðunu söylemiþtir. Mineh´de meþhur kavlin bu olduðu bildirilmiþtir. Þurunbulâlî dahi yukarýdaki manzumesinde ve Nur-ul-izah´da bunu kat´î bir lisanla ifâde etmiþtir.

Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:28:23
NAMAZIN VACÝPLERÝ



METÝN


Namazýn bir takým vacipleri vardýr ki onlarý terk etmekle namaz bozulmaz. Fakat kasten býrakýrsa namazý tekrar kýlmasý ve þâyed secde etmedi ise secde-i sehiv yapmasý vacip olur. Namazý tekrar kýlmazsa fâsýk ve günahkâr olur. Kerâhati tahrimiye ile kýlýnan her namaz böyledir; Tekrar kýlýnmasý vâcip olur.

ÝZAH

Temizlik bahsinin baþlarýnda farzla vacip arasýnda ki farký beyan etmiþ vacibin iki kýsým olduðunu, bunlardan üst derecedekine farz-ý amelî denildiðini bildirmiþtik.

FARZI AMELÝ: Kendisi bulunmayýnca cevaz da bulunmayan þeydir. Misâli vitir namazýdýr. Vacibin diðer nevi bulunmayýnca cevaz ortadan kalkmaz. Burada vacibten murad bu nevidir. Hükmü terkinden dolayý azâba fiilinden dolayý sevaba müstehak olmak ve inkâr edeni kâfir sayýlmamaktýr. Namazdaki hükmü Þârih´in söylediðidir. Bazen vacip farzlar hakkýnda da kullanýlýr. Meselâ ramazan orucu vacibtir denilir. «Onlarý terk etmekle namaz bozulmaz.» sözü ile Þârih Kuhýstânî´ye red cevabý vermeye iþaret etmiþtir. Çünkü Kuhistanî, «Namaz fâsid olur ama bâtýl olmaz.» demiþtir. Hamevî «Kenz þerhinde bu sözü izah ederek þöyle diyor: «Fasidle bâtýl arasýndaki fark þudur: Fasidde matlup bir vasýf ortadan kalkmýþtýr. Bâtýlda ise þart veya rükün yok olmuþtur. Bazen fâsid kelimesi mecazen bâtýl mânâsýnda kullanýlýr». Bu sözün reddedîlmesinin vechi imamlarýmýzýn ibadetlerde fâsidle bâtýl arasýnda fark görmemeleridir». Onlar bu iki kelime arasýnda yalnýz muamelelerde fark görmüþlerdir. H.

Namazýn vaciplerini veya onlardan bir tanesini terk etmekle o namazý tekrar kýlmak vacip olur. Gerçi Zeyleî «Dürer» ve «Müctebâ»da, «Bir kimse Fâtiha´yý terk eder de sûreyi terk etmezse o namazý tekrarlamasý emir olunur.» denilmiþse de «Bahýr» sahib bunu reddederek, «Fatiha rü´kün müdür, deðil midir? ihtilaf edildiði için sûreden daha kuvvetli vaciptir. Sûrede böyle bir ihtilâf yoktur. Lâkin namazýn tekrar edilmesinin vacip olmasý, mutlak surette vacibi terk etmenin hükmüdür. Yoksa kuvvetli olan vacibin hükmü deðildir. Kuvvetlilik ancak günah meselesinde ortaya çýkar. Çünkü þek ile söylenmiþtir.» demiþtir.

Ben derim ki: Namazýn tekrarý vaciptir, sözünü bir özürden dolayý terk etmemiþse diye kayýtlamalýdýr. Meselâ okumak bilmeyen ve namaz vaktinin sonunda müslüman olup da Fatiha´yý öðrenmeden namaz kýlan kimseler, mâzurdurlar. Böylelerine o namazýn tekrarý vacip deðildir. Teemmül et!

Þâyet secde etmedi ise, sözü secde-i sehivin bir kaydýdýr. Çünkü kasden býrakýlan vacip secde-i sehivle tamamlanmaz. Bunun yalnýz dört (4) yerde müstesnasý olduðu söylenir ki onlar da þunlardýr:

«Bir kimse kasden ilk oturuþu terk eder. Yahud bazý namaz fiillerinde þübheye düþerek düþünür ve bir rükün edâ edecek kadar meþgûl olursa, yahud birinci rekâtýn iki secdesinden birini kasden namazýn sonuna býrakýr veya ilk oturuþta kasden salâvatý okursa secde ile namazý tamam olur. Bazýlarý beþinci olarak kasden Fatiha´yý terk ederse secde ile tamam olacaðýný ilâve etmiþlerdir. Bu beþ surette yapýlan secdeye özür secdesi nâmý verilmiþtir. Þârih bunlarý istisnâ etmiþtir. Çünkü Secde-i Sehiv Babýnda bu kavlin zaif olduðu görülecektir. Allâme Kâsým dahi onu reddetmiþ, «Biz ne rivayette bu sözün aslý olduðunu ne de dirâyette bir vechi olduðunu bilmiyoruz.» demiþtir. Acaba bir özürden dolayý secde-i sehvi unutmakla namazý tekrar kýlmak vacip olur mu? Meselâ unutsa yahud sabah namazýnda güneþ doðduðu için secde-i sehvi yetiþtiremese namazý tekrar kýlacak mýdýr? Bunu bir yerde görmedim. Araþtýrýlmalýdýr. Anlaþýlan tarafý vacip olmasýdýr. Nitekim þârihin mutlak olan sözünün muktezâsý da budur. Zirâ noksanlýk, herhangi bir fille tamamlanmamýþtýr. Velev ki terkinden dolayý günahkâr olmasýn. Teemmül buyurula! «Namazý tekrar kýlmazsa fâsýk ve günahkâr olur».

Ben derim ki: Allâme Ýbn-i Nüceym günahlarý beyan hususunda yazdýðý risalesinde kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olan her fiilin küçük günahlardan sayýldýðýný açýklamýþ. adaletin küçük günah sebebiyle sakýt olmasý için o günaha devam þart koþulduðunu fakat mubah da olsa mürüvveti ihlâl eden fiil hakkýnda bu devamýn þart koþulmadýðýný bildirmiþ þunu da sözlerine eklemiþtir: «Ulema doyduktan sonra yemek yemekle dahi adaleti ýskat etmiþlerdir. Halbuki bu küçük bir günahtýr. Þu halde ona ýsrarýn þart koþulmasý gerekir. Bunun cevabý þudur:

Adaletin küçük günaha devamla sâkýt olmasý þuna binaendir: Bazýlarý, adâleti her günah ýskat «der. Velev ki devam üzere yapýlmayan küçük günah olsun, demiþlerdir. Nitekim «Muhit Burhani»de de böyle denilmiþtir. Fakat bu söz mutemed deðildir».

Bundan anlaþýlýr ki Þârih´in buradaki sözü mutemed kavlin hilâfýnadýr. Kerahet-i tahrimiyye ile eda edilen her namaz böyledir.» cümlesi zâhire göre asla secde icap etmeyen büyük ve küçük abdest sýkýþtýrmasý gibi þeylere de þâmil olduðu gibi imamýn namazý noksan kalýr da secde ile tamamlanmazsa o namazýn imama olduðu gibi cemaate de tekrarý vacip olduðundan bundan yalnýz kerahet-i tahrimiyye ile eda edilen cuma ve bayram namazlarýnýn müstesna olduðuna dahi þâmildir. Bu cihet araþtýrýlmalýdýr. H.

Ben derim ki: «Ýmdâd» nam eserde incelenerek beyan edildiðine göre vacibi terk etmekle namazý yeniden kýlmanýn vacip olmasý sünneti terk etmekle yeniden kýlmanýn mendup olmasýna mâni deðildir. Bu izahatýn benzeri «Kuhistânî»de de mevcuttur. Hatta «Fethu´l-Kadîrde«de þöyle denilmiþtir:

«Hak þudur ki: Kerahet-i tahrimiyye ile kerahet-i tenzihiyyeyi birbirinden ayýrmalýdýr. Kerahet-i tahrimiyyede namazýn tekrar kýlýnmasý vacip, kerahet-i tenzihiyyede ise müstehaptýr».

Þimdi bir þey kalýr ki, o da, cemaatle kýlýnan namazdýr. Cemaat mezhebin tercih edilen kavline göre ya vacip yahud vacip hükmünde sünnet-i müekkededir. Nitekim «Bahýr»da da böyledir. Ulema cemaatý terk edenin fâsýk olduðunu, ta´ziri gerektiðini ve günaha girdiðini açýklamýþlardýr. Bunun muktezasý yalnýz kýlan kimsenin o namazý cemaatle tekrarlamasý emir olunmuþtur. Halbuki bu sözfarza yetiþme bâbýnda ulemanýn söylediklerine muhâliftir. Çünkü orada bildirdiklerine göre bir kimse öðlenin üç rekâtýný yalnýz kýldýktan sonra cemaat teþekkül etse. kýldýðý namazý tamamlayarak imama nâfile olmak üzere uyar.

Bu söz o namazý cemaatle tekrarlamak lâzým gelmediði hususunda acýk gibidir. Halbuki onun yalnýz baþýna kýldýðý namazý kerahet-i tahrimiyye ile mekruh yahud ona yakýndý. Binaenaleyh bu, kaideye muhaliftir. Meðer ki ulemanýn vacipten ve terki namazýn kazasýný gerektiren sünnetten muradlarý, namazýn mahiyetine dahil olan ve onun cüzlerini teþkil eden vacip ve sünnetlere mahsustur, diye iddia eder! Bu takdirde cemaate þâmil deðildir. Çünkü cemaat namazýn hakikatýndan hâriç vasfýdýr. Yahud ulemanýn, «namazý tamamlar ve imama nâfile olarak uyar.» sözlerini bir özürden dolayý namazýný yalnýz kýlarsa diye kayýtlamak lâzým geldiðini iddia ederse o baþka. Nitekim namaza baþlarken cemaat bulunmamasý özrü böyledir. O kimsenin yalnýz kýldýðý namazý mekruh deðildir. Birinci istisna kabule daha yakýndýr. Onun içindir ki ulema, cemaati namazýn vaciplerinden saymamýþlardýr. Çünkü o kendi kendine müstakil bir vacip olup namazýn mâhiyetinden hariçtir. Bunu þu da te´yid eder ki, ulema, Kur´an sûrelerinin arasýnda tertibin vacip olduðunu söylemiþlerdir. Bir kimse tersine okusa günahkâr olur. Lâkin secde-i sehiv yapmasý lâzým gelmez. Çünkü bu. namazýn vaciplerinden deðil, kýraatýn vaciplerindendir. Nitekim «Bahýr» sahibi Sehiv Babýnda beyan etmiþtir. Lâkin ulemanýn «kerahet-i tahrimiyye ile edâ edilen her namaz.» sözü vacibin ve diðer namazlarýn terk edilmesine þâmildir. Bunu þu da te´yid eder ki. ulemanýn açýkladýklarýna göre üzerinde suret bulunan elbise içinde kýlýnan namazý tekrarlamak vaciptir. Çünkü o kimse üzerinde put taþýyarak namaz kýlmýþ gibi o!ur

T E N B Ý H: «Bahýr» nam kitabýn Geçmiþ Namazlarý Kaza Babýnda kaydedildiðine göre kerahet-i tahrimiyye ile edâ edilen namazýn tekrar kýlýnmasý vakit çýkmamýþsa vaciptir. Vakit çýktýktan sonra müstehap olur. Bu hususta inþâallah o bapta söz edilecek. namazýn tekrarlanmasý vacip olup olmamasý hakkýndaki ihtilaf gösterilecek, gerek vakit içinde gerekse çýktýktan sonra o namazý tekrar kýlmanýn vacip olduðunu bildiren kavil tercih edilecektir.

METÝN

Muhtar olan kavle göre ikinci fiil birinciyi tamir ve ikmal içindir. Çünkü farz tekerrür etmez. Musannýfýn beyânýna göre namazýn vacipleri (14) ondörttür.

Birincisi: Fatiha´yý okumaktýr. Fatiha´nýn ekserisini terk eden secde-i sehiv yapar. Birazýný terk eden yapmaz. Lâkin Müçtebâ´da: «Fatiha´dan bir ayet terk eden secde eder» denilmiþtir ki evlâ olan da odur. Ben de:

«O halde her âyet vaciptir. Nasýl ki her bayram tekbir, her tâdýl-i erkân, her farz ve vacibi ifâ ve bunlardan her birinin tekrarýndan kaçýnmak da böyledir.» derim. Nitekim gelecektir. Bu bellenmelidir.

Ýkincisi: En kýsa bir sureyi fatihaya zam etmektir. Kevser veya onun yerini tutacak bir sure gibi ki maksat üç kýsa âyettir.

Sümme nazar «sonra baktý». Sümme abese ve yeser «sonra surat asdý

ve yüzünü ekþitti» Sümme edbera vestekber «sonra geri döndü ve büyüklendi.» Âyetleri bu kabildendir. Üç kýsa âyet denk olan bir veya iki âyet te öyledir. Bunu Halebî söylemiþtir.

Üçüncüsü: Fatiha ve zammý sureyi farz namazýn ilk iki rekatýna tahsis etmektir. Acaba son iki rekatta sure zammý mekruh olur mu? Muhtar kavle göre olmaz.

Dördüncüsü: Nâfile namazýn her rekâtýnda Fâtiha ve zammý sûre vaciptir. Çünkü nafile namazýn her çift rekâtý bir namaz sayýlýr.

Beþincisi: Vitirin her rekâtýnda ihtiyaten Fâtiha ve zammý sûre vaciptir.

ÝZAH

Tercih edilen kavle göre tekrarlanan namaz, birinci namazý tamamlamak için secde-i sehiv mesabesindedir. Mekruh olmakla beraber birinci namazla da borçtan kurtulur. Esah kavil budur. «Ekmel» þerhinde´ de böyle denilmiþtir. Bu kavlin mukabili Ebu´l-Yusr´dan nakil edilmiþtir. Ona göre farz olan ikinci namazdýr.

Kemal Ýbni Hümâm birinci kavli tercih etmiþ, «Çünkü farz tekerrür etmez. Ebu´l-Yusr´ün ikinci namazý farz kabul etmesi, birinci namazla borcun sükut etmemesini gerektirir. Çünkü farzdýr demek, vacibin deðil. rekâtýn terkinden dolayý lâzým gelir. Meðer ki þöyle denilmiþ olsun: Maksat bunun ALLAH tarafýndan bir lütûf ve ihsan olmasýdýr. Onun için farzdan sonra da kýlýnsa kâmil hesap olunur. Zira ALLAH Taâlâ kýlacaðýný bildirmiþtir.» demiþtir.

Yani farz olan ikinci namazdýr, denilirse farzýn tekrarý lâzým gelir. Çünkü farz ikinci namazdýr. Sözünden birinci namazla borcun sükût etmemiþ olmasý lâzým gelir. Halbuki öyle deðildir. Çünkü birinci namazla borcun sükût etmemesi, ancak farzý býrakmakla lâzým gelir. Vacibi terk etmekle lâzým gelmez. O kimse birinci namazý farzlarý ile tamamladýðýna göre hükmen kâfi gelmesi ve farz borcunun onunla sâkýt olmasý þübhesizdir. Velev ki vacibi terk ettiði için nâkýs olsun. Ýkinciye farz denilirse bundan farzýn tekerrür etmesi lazým gelir. Ancak þöyle denilirse ne âlâ: Maksat bunun ALLAH tarafýndan ilh... Anla! Musannýfýn beyânýna göre namazýn vacipleri (14) ondörttür. Yoksa hakikatte ondan çok daha fazladýr. Nitekim beyan edilecektir. Fatiha´yý okumak vakit çýkacaðýndan korkmadýðýna göredir. Vaktin çýkacaðýndan korkarsa bütün namazlarda bir âyetle yetinir. Bezdevî bunu sabah namazýna tahsis etmiþtir. Nitekim Kýnye´de de böyledir. «Fatiha´nýn ekserisini terk eden secde-i sehiv yapar.» sözü vacip olan miktarýn bu olduðunu ifâde ederse de teemmülden hâlî deðildir. Bahýr. Kuhýstâni´de beyan edildiðine göre imam A´zam Fatiha´nýn bütünü vacip olduðuna kaildir. Ýmameyne göre bütünü deðil ekserisini okumak vaciptir. Onun için kalanýný unutmakla secde-i sehiv lazým gelmez. Nitekim zâhidîde böyle denilmiþtir. Þârih´in sözü imameynin kavline göredir. T. Müçtebâ´nýn kavline göre her âyet vaciptir. Fakat bu söz götürür. Çünkü Müctebâ´nýn sözü Ýmam-ý A´zam´ýn kavline göre olduðu anlaþýlýyor. Ona göre Fatiha´nýn tamamý vaciptir. Âyetin zikir edilmesi kayd deðil temsildir. Çünkü Fatiha´dan bir âyet yahud daha az hatta bir harf terk etmekle vâcip olan Fatiha´nýn bütününü okumuþ olmaz. Nitekim Fatiha´ya üç âyet zam etmektevaciptir. Bundan daha az okursa vacibi terk etmiþ olur. Bunu Rahmetî söylemiþtir. «Üç kýsa âyete denk olan bir veya iki ayette de böyledir.»

Yani (Sümme nazar) ilh âyetleri gibidir ki bunlarýn mecmuu otuz harfdir. Otuz harflik uzun bir âyet okusa üç âyet miktarý okumuþ sayýlýr. Lâkin imamýn âþikara okumasý faslýnda geleceði vecihle kýraatýn farz olan miktarý bir ayettir. Örfen bir âyet Kur´an´ý Kerim´den belirli bir kýsým olup en azý altý harftir. Velev ki (lem yelid) «doðurmadý» âyeti kerimesinde ki gibi takdiren altý harf olsun. Ancak bir tek kelime olursa esah kavle göre sahih deðildir. Bu sözün muktezâsý þudur ki: (18) on sekiz harf miktarý uzun bir âyet okusa üç âyet miktarý okumuþ sayýlýr. Burada þöyle de denilebilir: Meþru olan miktar (Sümme nazar ilh.) âyetlerinde olduðu gibi bir birini takip eden üç Kur´an âyetidir. Bunlardan daha kýsa birbirini tefsir eden üç âyet yoktur. Þu halde vacip olan ya bu üç âyettir yahud baþka yerden bunlara denk olan miktardýr. Yoksa Kur´an´ý Kerim´de bulunan en kýsa âyetin üç misline denk olan deðildir. Onun içindir ki þârih üç kýsa âyete denk demiþ «en kýsa âyetin üç misline denk» dememiþtir. Þu da var ki bazý ibâreler de «en kýsa sureye denk» ifâdesi vardýr. Teemmül buyurulsun! Kýrâatý âþikar okuma babýnda bu hususta daha fazla söz edeceðiz. Halebî´nin bu husustaki sözleri Münye þerhindedir. Ýbâresi þudur: «Üç kýsa âyet okursa yahud bir veya iki ayet okurda üç kýsa âyete denk olursa keraheti tahrimiye haddinden çýkmýþ olur.» Halebî þârihi Mültekâ þerhinde: «Baþkasýnýn böyle bir þey söylediðini görmedim. Bu mühimdir. Kerâheti tahrimiye yi def etmek için büyük bir kolaylýktýr.» demiþtir.

Ben derim ki: Bunu Dürer sâhibi dahi söylemiþ: «Bir sure yerini tutacak üç kýsa âyet okur. Uzun bir âyetde öyledir.» demiþtir. Feyz ve diðer kitablarda dahi böyledir. Tatarhaniye´de þöyle deniliyor: «Ayetel-Kursî yahud müdâhene âyeti gibi uzun bir âyetin bir kýsmýný bir rekatta bir kýsmýný ikinci rekatta okusa ulema ebû Hanife´nin kavline göre bunda ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý: «Câiz deðildir. Çünkü o kimse her rekatta tam bir âyet okumamýþtýr.» demiþ ekseriyet ise câiz olacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü bu âyetlerin bir kýsmý üç kýsa âyetten fazla yahud üç kýsa âyete denktir. Binaenaleyh o kimsenin okuduðu miktar üç âyetten az deðildir. Bu gösterir ki bir âyetin bir kýsmý üç kýsa âyet miktarýný bulursa bir âyet gibidir ve kâfidir. Acaba son iki rekâtta sûre zammý mekruh olur mu?» Kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olmaz. Fakat kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur. Çünkü sünnetin hilâfýnadýr. «Münye» ile þerhinde þöyle denilmiþtir:

«Bir kimse yanýlarak Fatiha´ya sûreyi zam etse, Ebu Yûsuf´un kavline göre secde-i sehiv yapmasý vacip olur. Çünkü rukû yerinden geciktirmiþtir. En zâhir rivayete göre vacip deðildir. Zira o iki rekâtta kýraat miktar bildirilmeksizin meþru olmuþtur. Onlarda sadece Fatiha´yý okumak vâcip deðil, sünnettir». «Bahýr» nam eserde Fahru´l-Ýslam´dan naklen bildirildiðine göre son iki rekâtta sûre okumak nâfile olarak meþrudur. «Zahîre»de «muhtar olan kâvil budur.» denilmiþ, «Muhit»te esah kavlin bu olduðu bildirilmiþtir. Anlaþýlýyor ki nâfile olarak meþru sözünden murad, haram deðildir, mânâsýnadýr. Binaenaleyh evlânýn hilâfýna olmasýna aykýrý deðildir. Nitekim «Hýlye»de de böyle denilmiþtir. Nâfilenin her iki rekâtý bir namazdýr. ALLAH bilir ya galiba bu, iki rekâtta selam veripnamazdan çýkabildiði için olacaktýr. Ýkinci çift rekâta kalktýðý vakit bir namazýn tâhrimesi üzerine baþka bir namaz binâ etmiþ olur. Bundan dolayýdýr ki, ulema «Bir kimse dört rekâta niyet ederse o namazýn tahrimesi ile kendisine iki rekâttan baþka bir þey lâzým gelmez.», demiþlerdir. Ulemamýzdan meþhur olan kavil budur. Üçüncü rekâta kalkmak yeni bir tahrime mesabesindedir. Hatta ilk iki rekât bozulsa bundan son iki rekâtýn bozulmasý icap etmez. Onlar üçüncü rekâta kalktýðý zaman Subhâneke ve eûzu Besmele ile baþlamasýnýn müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Meselenin tamamý «Hýlye»dedir. Vitir ve Nâfileler Babýnda dahi gelecektir. Halebî diyor ki: «Nâfilede ilk oturuþun farz olmamasý buna aykýrý deðildir. Sahih kavle göre ilk oturuþ farz deðildir. Çünkü oturuþa nisbetle bütün rekâtlar bir namazdýr. Nitekim «Bahýr»da da böyle denilmiþtir».

Vitirin her rekâtýnda ihtiyaten zammý sûre vaciptir. Çünkü onda sünnet namazýnýn eserleri vardýr. Ezan ve ikamet yoktur. Bu sebeple kýraat hakkýnda ihtiyaten ona sünnet namaz hükmü verilmiþtir.

METÝN

Dördüncüsü: Mezhebe göre kýraatý farz namazýn ilk iki rekâtýna tayin etmek.

Beþincisi: Fatiha´yý sûrenin bütününden önce okumaktýr. Ýlk iki rekâtýn sûresinden önce Fatiha´yý tekrarlamamak dahi vaciptir.

ÝZAH

Farz namazda kýraatýn «Kur´an okumanýn» nerede farz olduðu hususunda üç kavil vardýr:

1 - Kýraatýn yeri muayyen olarak ilk iki rekâttýr. «Bedayî» sahibi bu kavli sahih bulmuþtur.

2 - Kýraatýn yeri muayyen olmayarak namazýn iki rekâtýdýr. ilk iki rekâtýna tayin etmek vaciptir. Mezhepte meþhur olan kavil budur.

3 - Kýraatý ilk iki rekâta tayin etmek efdaldýr. «Nihayetü´l-Beyân» sahibi bu kavli tercih etmiþse de mezkûr kavil zaiftir. Diðer iki kavle göre yalnýz son iki rekâtta okumuþ olsa namaz sahihtir. Bunu yanýlarak yaparsa secde-i sehiv lâzým gelir. Yalnýz birinci kavle göre sebeb-i farzý yerinden deðiþtirmek olur. Ve kýraatý ilk rekâtlardaki kýraatýn kazasý sayýlýr. Ýkinci kavle göre secde-i sehvin sebebi vacibi terk etmesidir.

Son iki rekâtta okumasý edâ olur. «Bahýr» nam kitabýn Nâfileler Bahsinde de böyle denilmiþtir. Ayný eserin Secde-i Sehiv Bahsinde þöyle denilmektedir:

«Kýraatý son iki rekâta býrakmanýn kazâmý, edâ mý, sayýlacaðýnda ulema ihtilâf etmiþlerdir. Kudûrî edâ sayýlacaðýný söylemiþtir. Çünkü kýraat muayyen olmamak þartiyle iki rekâtta farz kýlýnmýþtýr. Diðer ulema son iki rekâtta kýraatýn kazâ olacaðýný bildirmiþlerdir. Bunlar vakit çýktýktan sonra müsafirin mukime uyamamasý ile istidlâl etmiþleridir. Ýmam ilk iki rekâtta bir þey okumamýþ bile olsa vakit çýktýktan sonra müsâfir ona uyamaz. Son iki rekâtta kýraat edâ sayýlsa müsâfirin bu imama uymasý câiz olurdu. Çünkü kýraat hakkýnda farz kýlanýn farz kýlana uymasý demekti. Câiz olmayýnca anlaþýldý ki bu kýraat kazadýr. Ve sön iki rekât kýraattan hâlidir. Bir de imama son iki rekâtta yetiþen mesbûka kýraatýn vâcip olmasý ile istidlâl etmiþlerdir. Ýmam ilk iki rekâtta bir þey okumamýþsa bu mesbûka kýraat farzdýr. «Bedâyî»de de böyle denilmiþtir».

Ben derim ki: Burada benim için iþkâl vardýr. iþkâl þudur:

Bize göre namazda kýraatýn farz olduðunda hilâf yoktur. Söz ancak kýraatýn yerini tayin hususundadýr. Bu babtaki üç kavlin hulâsasý þudur: Kýraatý ilk iki rekâta tayin etmek ya farzdýr ya vaciptir yahud sünnettir. Birinci kavlin sahih kabul edildiðini gördük. O zaman mesele iki þýktan hâli deðildir. Bundan ya kat´î farz yahud amelî farz murad edilmiþtir. Amelî farz ibadetin kendisi bulunmayýnca cevazda ortadan kalkan kýsýmdýr. Her iki takdire göre ilk iki rekâtta kýraatý terk etmek namazýn bozulmasýný icap eder, Ve rükûu secdeden sonraya býrakmak gibi olur. Bizim mezhebimizde bunun câiz olduðunu söyleyen yoktur. Binaenaleyh metinlerin beyan ettiði vücûba kâil olmak alettayin icap eder. Bana öyle geliyor ki bu meselede yalnýz iki kavil vardýr ve birinci ve ikinci kaviller birdir. Bu zevatýn, «Kýraatýn yeri muayyen olarak ilk iki rekâttýr.» demelerinin mânâsý bunlar hakkýnda tayin vaciptir. Demektir ki ikinci kavilden murad da budur. Þu halde kýraati son iki rekâta býrakmak ilk rekâtýn bir secdesini namazýn sonuna býrakmak gibi kaza olur. Bu kavlin mukabili de «ilk iki rekâtý kýraat için tayin etmek efdaldir.» kavlidir. Buna göre son iki rekâtta kýraat kaza deðil, edâdýr. Ýþte «Bahýr» sahibinin Secde-i Sehiv Bahsinde «Bedâyi»den naklen söylediði iki kavil bunlardýr. Buna þu da delâlet eder ki, «Münye» sahibi namazýn vacipleri arasýnda kýraatý ilk iki rekâta tayin etmeyi de bildirmiþ «Hýlye»de þöyle denilmiþtir: «Bu kýraatýn yeri aynen ilk iki rekâttýr, diyenlere göredir. Biliyorsun ki sahih olan da budur. «Hulâsa» ve «Kâfi» sahipleri dahi bunu tercih etmiþlerdir. Ama kýraatýn yeri muayyen olmayarak namazýn iki rekâtýdýr, diyenlere göre ilk iki rekâtta efdaldir, sözünün mânâsý vacip deðildir. Hatta sünnettir demektir. Âþikardýr ki bu hilâfýn semeresi secde-i sehvin vacip olup olmamasýnda ortaya çýkar. Kýraatý ilk iki rekâtta yahud bunlarýn birinde yanýlarak terk eden kimseye kýraat vaciptir kavline göre secde-i sehiv yapmak vaciptir. Çünkü vacibi yerinden te´hir etmiþtir. Sünnettir kavline göre vacip deðildir

Bundan açýk olarak anlaþýlýr ki bu bapta ki kaviller üç deðil ikidir. Ve, «kýraatýn yeri aynen ilk iki rekâttýr.» sözünden murad farz deðil, vacip olmasýdýr. Bu suretle «Bahýr» sahibinin kavilleri beyan hususunda ve bu kaviller üzerine nakil ettiði fer´î meselelerde isabetli hareket etmediði gibi, ibâreyi olduðu gibi nakil hususunda da (isabet) edemediði anlaþýlýr.

Bizim þu izahatýmýzla iþkâl ortadan kalkmýþ ve hâl açýklanmýþtýr. Hâsýlý bazýlarý, «Kýraatýn yeri farz namazda muayyen deðildir. Ýlk iki rekâtta okunmasý efdaldýr.» demiþ, birtakýmlarý aynen ilk iki rekât olduðunu söylemiþlerdir. Onlara göre kýraatýn ilk iki rekâtta olmasý vaciptir. Mezhepte meþhur olan ve metinlerde tercih edilen kavil budur. Sahih kabul edilen dahi budur. Yukarda «Bahýr» sahibinin «Bedâyi»den naklettiði müsâfir ve mesbûk meselesi dahi bunu te´yid eder. Kuhistânî, «Ulemamýzýn mezhebinden sahih kavil budur.» demiþtir. Binaenaleyh Þârih´in «mezhebe göre» demesi çok görülmemelidir. Anla! Tevfik ve en doðru yola hidayetinden dolayý ALLAH´a hamd olsun!

Fâtiha´yý sûrenin bütününden önce okumak vaciptir. Hatta ulemanýn beyânýna göre evvelâ yanýlarak sûreden bir harf okur da sonra hatýrlayarak Fatiha´yý ve sûreyi okursa secde-i sehiv yapmasý lâzým gelir. «Bahýr». Acaba buradaki harfden murad hakikî harf mi, yoksa kelime midir? Araþtýrmak gerekir. Bilâhare «Bahýr» nam kitabýn Sehiv Bahsinde gördüm ki yukardaki ibaresinden sonra þöyledemiþ: «Bunu Fethu´l-Kadîr sahibi bir rükün edâ edilecek kadar diye kayýtlamýþtýr».

«Ýlk iki rekâtýn sûresinden önce Fatiha´yý tekrarlamak dahi vaciptir.» Ýlk rekâtlarýn birinde Fatiha´yý iki defa okursa secde-i sehiv vacip olur. Çünkü vacibi te´hir etmiþtir. Te´hir edilen vacip sûredir. Nitekim «Zahîre» ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir. Kezâ Fatiha´nýn ekserisini okur da sonra tekrarlarsa hüküm yine budur. Ama Fatiha´yý bir defa sûreden önce, bir defa da sûreden sonra okursa secde icap etmez. «Hâniye»de de böyle denilmiþ; «Muhît», «Zahîreye» ve «Hulâsa» sahipleri de bu kavli tercih etmiþlerdir. Zahidî bu kavlin sahih olduðunu söylemiþtir.

Zira rükû hemen sûrenin arkasýndan vacip olmadýðý için burada vacibin te´hiri lazým gelmez. Çünkü Fatiha´dan sonra birkaç sûreyi birden okusa bir þey lâzým gelmez «Bahýr»do dahi böyle denilmiþtir. «Münye» þerhinde deniliyor ki: «Ýlk iki rekâtla kayýtlanmasý son iki rekâtta bir defa Fatiha okumakla yetinmek vacip olmadýðý içindir. Hatta son iki rekâtta yanýlarak Fatiha´yý tekrarlasa secde;i sehiv lâzým gelmez. Kasden tekrarlasa cemaata uzun gelmemek yahud o rekâtý önceki rekâttan uzun tutmasý lazým gelmemek þartiyle mekruh deðildir».

METÝN

Altýncýsý: Kýraatle rükû arasýnda ve secde gibi her rekâtta tekerrür eden yahud rekâtlarýnýn sayýsý gibi her namazda tekerrür eden þeyler arasýnda tertibe riayettir. Tekrar etmeyen þeylerde ise yukarda geçtiði vecihle tertibe riayet farzdýr.

ÝZAH

Ýki rekâtlý olmayan farzlarda kýraatiyle rükû arasýnda tertibe riayet Vacip olmanýn mânâsý kýraatýndan önce rükû yapsa o rekâtýn rükûu sahihtir. Çünkü rükûun her rekâtda kýraat üzerine tertip edilmesi þart deðildir. Rükû ile secde arasýndaki tertip böyle deðildir. O, farzdýr. Hatta rükûdan evvel secde etse o rekâtýn secdesi sahih olmaz. Çünkü secdenin aslýnda her rekâtta rükû üzerine tertip þarttýr. Nasýl ki rükûun kýyam üzerine tertibi de böyledir. Zira kýraat farz namazýn bütün rekâtlarýnda deðil, muayyen olmamak þartiyle iki rekâtýnda farz kýlýnmýþtýr. Kýyam, rükû, sücûd ise her rekâtta muayyendir. Evet kýraat farzdýr. Onun yeri hakikat itibariyle kýyâmdýr. Ama ilk iki rekâtta okumamak suretiyle vakti daralýrsa kýraatla rükû arasýnda tertip farz olur.

Çünkü tedariki imkânsýzdýr. Lâkin bir tertibin farz oluþu gecikme sebebiyle ârýz olur. Onun için ulema buna bakmayýp sadece kýraatle rükû arasýnda tertip vaciptir, demiþlerdir. Zira ilk iki rekâtta kýraat vaciptir. «Dürer» sahibinin yaptýðý tahkikin izahý budur.

Hâsýlý mezkûr tertip ilk iki rekâtta vaciptir. Bunun semeresi, bir kimse kýraatý son iki rekâta býrakýr da ilk iki rekâtta hiç okumadan rükû ederse, o zaman zahir olur. Ama ilk iki rekâtta okursa tertip farz olur. Hatta rükûda iken sûreyi okumadýðýný hatýrlar da dönerek okursa tekrar rükû etmesi lâzým gelir. Çünkü sûre evvelki okunana iltihak etmiþ ve bütün okuduklarý farz olmuþtur. Rükûun kýraattan sonra yapýlmasý farzdýr. Bundan anlaþýlýr ki kýraat mevcut olmazdan önce bu tertip vacip. kýraat mevcut olduktan sonra farzdýr. Benzeri, sûrenin okunmasýdýr. Zira okunmazdan önce ona davacip, okunduktan sonra farz denilir. Þu halde burada asýl itibariyle tertip vaciptir. Tertibin farz olmasý ârýzîdir. Ve kýraatý son iki rekâta býraktýðý zaman farziyetin ârizî olmasýna benzer. Lâkin burada þöyle denilebilir:

Kýraatýn muayyen olarak ilk iki rekâtta vacip olmasý bu tertibe hacet býrakmaz. Meðer ki, bu tayin ancak bütünüyle meydana geldiði için onu ayrý bir vacip saymýþlardýr, denilir. Tedebbür eyle.

Her namazda veya her rekâtta tekrar eden kýyam, rükû, sücûd ve son oturuþ gibi þeylerle tertip farzdýr. Nitekim yukarýda gördük. Burada þöyle bir sual hatýra gelebilir: Nesefî´nin «Kafi» adlý eserinin Secde-i Sehiv Babýndan anlaþýldýðýna göre secde-i sehiv birçok þeylerden dolayý vacip olur. Onlardan bir de bir rekatý öne almak. Meselâ kýraatýndan önce rükû yapmak yahud rükûdan önce secdeye gitmektir. Çünkü bize göre tertibe riayet vaciptir. Buna yalnýz Ýmam Züfer muhaliftir.

Ýþte burada tertibi terk eden vacibi terk etmiþ demektir. Bunun benzeri «Zahîre»dedir. Halbuki «Kâfi» nam eserde bunun hakkýnda, «Kýyamýn rukûdan. rükûun da secdeden önce tertip üzere yapýlmasý farzdýr. Çünkü bunsuz namaz olmaz.» denilmektedir.

Ben derim ki: Bu suale «Bahýr» sahibi þöyle cevap vermiþtir: «Ulemanýn burada tertibi þarttýr, gözlerinin mânâsý, önce yaptýðý rükun hükümsüz kalmýþtýr. Onu tertip üzere tekrarlamasý lâzým gelir, demektir. Hatta rükû yapmadan secdeye gitse bu secdeye bilittifak itimad edilmez. Nitekim bunu «Nihâye» sahibi açýklamýþtýr. Yine ulemanýn secde-i sehiv hakkýnda, tertip vacibtir, demelerinin muktezasý önce yaptýðýný tekrarlamakla namaz bozulmaz, demektir.

Hâsýlý tertibin farz oluþu önce yaptýðýný tekrarlamak farz mânâsýnadýr. Vacip oluþu ziyade etmemek gerekir mânâsýnadýr. Çünkü bir rekâttan az olan ziyade namazý bozmaz. Binaenaleyh tertip farz deðil, vacip olur. Birinci mesele bunun hilâfýnadýr. Sadru´þ-Þeria bu inceliði kavrayamamýþ iftitah tekbiriyle son oturuþtan maade her yerde tertibin mutlak surette vacip olduðunu zannetmiþtir. «Nihâye»nin sözünden anladýðý mânâdan dolayý Sadru´þ-Þeria´nýn hareketine þaþýlýr.

Burada secdeden murad, her rekâtýn ikinci secdesidir. O secde ile ondan sonraki fiil arasýnda tertip vaciptir. «Münye» þerhinde þöyle deniliyor: «Hatta bir rekâtýn bir secdesini býrakýr da ondan sonra gelen kýyam. rükû veya secdeden sonra hatýrlarsa o secdeyi kaza eder ama secdeden önce yaptýðý kýyâm, rükû ve sücûdu koza etmez. Yalnýz secde-i sehiv lâzým gelir. Lâkin secdeyi býraktýðýný hatýrlar ve hatýrladýðý rekâtýn içinde kaza ederse mesele ihtilâflýdýr. Meselâ rükû veya secde halinde iken evvelki rekâtýn secdesini yapmadýðýný hatýrlarsa onun secdesini yapar. Acaba içinde secdeyi hatýrladýðý rükû veya sücûdu da kaza edecek midir? Bu hususta «Hidâye»de kaza vacip deðil, müstehap olduðu bildirilmiþ, «Tekerrür eden fiiller arasýnda tertip farz deðildir.» denilerek sebep ve illeti gösterilmiþtir.

«Hâniye»de ise içensinde hatýrladýðý rekâtýn kaza edileceði, edilmezse namaz bozulacaðý beyan edilmiþ, sebep olarak da þöyle denilmiþtir: «Çünkü o kimse önceki fiillere dönünce içinde bulunduðu rüknün hükmü kalkmýþtýr. Zira baþýný kaldýrmadan rükün hükümsüz kalmayý kabul eder. Ama rükûdan doðrulduktan sonra secde etmediðini hatýrlarsa iþ deðiþir. Çünkü baþýný kaldýrmakla rükû tamam olduðundan hükümsüz kalmayý kabul etmez». «Fetih»te de bunun gibibeyanat vardýr.

«Bahýr» sahibi þöyle diyor: «Anlaþýlýyor ki kaza hususundaki ihtilâf, tertibin þart olup olmamasýna göre deðil, içerisinde hatýrlanan rükün önceki rükünlere dönmekle hükümsüz kalýr mý kalmaz mý? meselesine göredir. Teemmül et!

Mutemed olan kavil «Hidaye»nin naklettiðidir. «Kenz» ve diðer kitaplarda buna katiyetle hüküm olunmuþ, «Bahýr»da «Hâniye»nin naklettiði sözün zaif olduðu açýklanmýþtýr. Þu da var ki, o secde ile sonraki filler arasýnda tertip kaydý o rekâttan önceki fillerden ihtiraz içindir. Zira bir rekâtta rükû ile secde arasýnda tertip þarttýr. Nitekim yukarýda geçti. Buna «Fetih» sahibi de tenbih etmiþtir. Namazýn rekâtlarý arasýnda tertib vacibtir.

«Zeyleî», «Ýmam selâm verdikten sonra kaza ettiði cüz´ü bize göre namazýn baþýdýr. Tertib farz olsa sonu olmak lâzým gelir.» demiþtir. «Bahýr» sahibi bunu reddederek, «Bu, vacip olan tertibe giremez. Çünkü mesbûka terettüp eden bir vazife yoktur. Namazýnda da asla noksanlýk bulunmamaktadýr. Onun içindir ki «Kâfî»e «Her rekâtta tekerrür eden þeylerde» sözü ile yetinilmiþtir. Galiba «Bahýr» sahibi «Zeyleî»nin maksadýnýn mezkûr tertibin mesbûkada vacip olduðunu anlamýþtýr. Halbuki öyle deðildir. Zeyleî´nin muradý tertibin baþkasýna vacip olduðunu anlatmaktýr. Buna delil mesbûk meseledir. Þöyle ki: Mesbûk dört rekatlý bir namazýmý meselâ üçüncü rekâtýnda imama uysa, imama yetiþemediði ilk rekâtý kýlmasý câiz olamaz, kýlarsa namazý fâsid olur. Çünkü imama uyduðu yerde yalnýz kalmýþtýr. Ona vacip olan, yetiþtiði yerde imama tâbi olmaktýr. Selâm verdikten sonra yetiþemediði rekâtlarý kaza eder. Ve bu kýldýðý namazýnýn baþýdýr. Yalnýz oturuþlar yönünden ayrýlýr. Þu halde mesbûka tertibin aksi vacip olmuþtur. Tertip farz olsa idi kaza ettiði cüzler her yönden hakikat olarak namazýnýn sonu olurdu. Sûreyi okumaz, aþikâre de yapmazdý. Söylediðimiz vecihle Zeyleî´nin muradý mesbûktan baþkasýna tertibin vacip olmasýdýr. Buna delil Fetih´teki þu ibâredir: «Yahud namazýn her birinde meselâ rekâtlarda tertip vaciptir. Ancak imama uymak zarureti için olursa müstesnâ, çünkü bununla tertip sâkýt olur. Mesbûk bir kimse namazýn evvelinden önce son rekatlarýný kýlar». Binaenaleyh kim «Fetih»in sözü Zeyleî´ninkine muhaliftir zannederse vehim etmiþtir. Evet «Fetih»in söyledikleri maksadý açýklamak hususunda daha açýktýr. Anla!

«Bir þeyin vacip olmasý, ancak zýddý mümkün ise sahih olur. Rekâtlar arasýnda tertipsizlik ise mümkün deðildir. Çünkü namaz kýlan kimsenin her ilk rekâtý birinci rekât ikinci rekâtý ikinci ilah olur.

Ben derim ki: Bu mümkündür. Çünkü itibarî þeylerdendir. Ýtibarî þeylerin üzerine þer´î ahkâmýn kurulmasýný gerektiren âmiller mevcûd olunca onlarýn üzerine þer´î hükümler kurulabilir. Bir kimse dört rekâtlý farzýn ikisini kýlar da o iki rekâtý namazýn sonu yapmak isterse bu hükümsüz kalýr. Meðer ki o iki rekâtta Kur´an okumak daha sonrakiler de okumak suretiyle maksadýný tahakkuk ettirmiþ olsun. Bu takdirde onun üzerine þer´î hükümler ibtina eder. Bu hükümler namazýn vacip olmasý ve günaha girmektir. Zira bu hükümleri iktiza eden âmiller vardýr. Bundan dolayýdýr ki Þârih mesbûkun namazýný kullar cihetinden tertipli bulmamýþtýr. Ona tertibin aksini vacip görmüþtür, Halbuki eda ettiði her rekâtý suret itibariyle ilk rekâttýr. Lâkin hükmen böyle deðildir. Þârih ona tertibin aksini emir ettiði gibi baþkasýna da tertibi emir etmiþtir. Onun için musannýf «Kenz» ve diðer kitaplarda olduðu gibi tertibe riâyet tabirini kullanmýþtýr.

Hâsýlý namaz kýlan kimse ya münferid ya imam yahud cemaatladýr. Ýlk ikisinde tertibin semeresi anlattýðýmýz þekilde meydana çýkar. Çýkmadýðýný teslim etsek cemaatte meydana çýkar. Çünkü cemaat olan kimse ya müdrik, yahud sadece mesbûk veya sadece lahik yahud izahý yerinde görüleceði vecihle mürekkebtir. Müdrik, «imama yetiþen» kimse imama baðlýdýr. Ýmamýn hükmü ne ise onun hükmüde odur.

Mesbûka gelince gördün ki, ona lâzým gelen iþ bu tertibin aksidir. Lâhika da mesbûkun aksi tertip vacip olur. Ýmam Züfer´e göre buna tertip farzdýr. Cemaatle namazýn bir kýsmýna yetiþtiði zaman namazda uyursa evvelâ uyuduðu cüz´ü kýraatsýz olarak kaza etmesi, sonra imama tâbi olmasý icap eder. Evvelâ imama tâbi olur do selâm verdikten sonra uyuduðu cüz´ü kaza ederse bize göre câizdir. Fakat vacibi terk ettiði için günahkâr olur. Ýmam Züfer´e göre ise namazý sahih deðildir.

«Sirâc» sahibi «Fetevâ»dan naklen þöyle diyor: «Mesbûk evvela yetiþemediðini kazadan baþlarsa namazý bozulur. Sahih olan kavil budur. Lâhik ise yetiþemediðini kaza etmeden imama uyarsa namazý bozulmaz. Züfer buna muhaliftir». Mürekkebe misal, sabah namazýnýn ikinci rekâtýnda imama uyup da imam selâm verinceye kadar uyuyan kimsedir. Bu adam hem lâhik hem mesbûktur. Hiç namaz kýlmamýþtýr. Binaenaleyh evvelâ içinde uyuduðu rekâtý. kýraatsýz olarak kýlar, sonra yetiþemediði rekâtý kýraatle kaza eder. Bunun aksini yapsa da sahih olur. Yalnýz vacip olan tertibi terk ettiði için günahkârdýr. Bu sebeple namazý tekrar etmesi vacip olur. Ýster kerahet-i tahrimiyye ile edasýný kasdetsin ister yanýlarak secde vacip olsun. Çünkü secde-i sehivle tamamlamanýn imkâný yoktur. Namazýnýn bitmesi o namaza lâhik olanla birliktedir. Lâhik kimseye secde-i sehiv memnûdur. Çünkü o hükmen imamýn halefidir. Böylece sübût bulur ki, ulema her iki nevi lâhika tertip lâzým geldiðini bildirmiþlerdir. Nitekim mesbûka da bunun aksý lâzým geldiðini söylemiþlerdir. Bu ancak itibar ve hükümden neþet etmiþtir. Suret cihetinden neþet etmiþ deðildir. Anla!

METÝN

Hatta birinci rekâttan bir secde unutursa onu kaza eder. Velev ki selâm verdikten sonra konuþmadan olsun. Lâkin evvelâ teþehhüdü okur, sonra secde-i sehiv yapar. sonra yine teþehhüd okur. Çünkü namaz ve tilâvet secdelerine dönmekle teþehhüd bâtýl olur. Secde-i sehiv ise teþehhüdü ibtal eder. Kâ´deyi etmez. Hatta secde-i sehivden baþýný kaldýrýr kaldýrmaz selâm verirse namazý bozulmaz. Öteki iki secde böyle deðildir.

ÝZAH

«Lâkin evvela teþehhüdü okur.» ifâdesinden murad teþehhüdü yalnýz «Abdühü verasûlühü»ye kadar okumaktýr. Yanýldýðý için secde ederse esah kavle göre teþehhüdü salâvat ve dualarla tamamlar. T.

«Sonra yine teþehhüd okur». Yani bu vaciptir. Þârih burada oturuþtan bahsetmemiþtir. Çünkü teþehhüd oturmayý gerektirir. Onun için oturmayý söylemeye hacet yoktur. «Çünkü, namaz ve tilâvet secdelerine dönmekle teþehhüd bâtýl olur». Maksat oturarak teþehhüd yapmaktýr. Namaz secdesine dönmekle oturuþun bâtýl olmasýna gelince ka´de ile ondan önceki fiiller arasýnda tertib þart olduðu içindir. Çünkü bu oturuþ ancak sair rükünler tamamlanmakla son oturuþ olur. Oturuþun tilavet secdesine dönmekle bâtýl olmasý hususunda ise Tahtavi þunlarý söylemiþtir: «Çünkü tilâvet secdesi namazda olunca ona namaz secdesi hükmü verilmiþtir. Onu aslýndan terk ederse iþ deðiþir».

Rahmetî´de, «Çünkü tilâvet secdesi rükün olan kýraate tâbidir. Bu sebeple kýraat hükmünü almýþtýr. Binaenaleyh oturuþu ondan sonraya býrakmak lâzým gelir.» demiþtir.

Secde-i sehiv, teþehhüdü ibtal eder. Çünkü o da onun gibi vaciptir. Binaenaleyh tekrarlamasý icap eder. Son oturuþu ibtal edememesine gelince: Son oturuþ rükündür. Rükün bu secdeden daha kuvvetlidir. «Öteki iki secde böyle deðildir». Yani namaz secdesi ile tilâvet secdesi sehiv secdesi gibi deðildir. Onun için bu iki secdeden alnýný kaldýrýr kaldýrmaz selâm verirse namazý bozulur. Çünkü bu secdeler ka´deyi ibtal ederler.

METÝN

Yedincisi: Tadil-i erkân yani a´zâyý rükû ve secdede iken ve kezâ Kemâl´in tercihine göre rükû ve secdeden doðrulurken bir tesbih miktarý sâkinleþtirmektir. Lâkin meþhur olan kavle göre farzý ikmal eden þey vacip. vacibi ikmal eden de sünnettir. Ýmam Ebû Yusuf´a göre Musannýf´ýn beyan ettiði dört þey amelî farzdýr.

Sekizincisi: Ýlk oturuþtur. Velev ki nâfile namazda olsun. Esah olan kavil budur. Ýlk oturuþta teþehhüdden fazla bir þey okumamak da ayný hükümdedir. Musannýf ilk tabiriyle son olmayaný kasdetmiþtir. Lâkin kendisine þöyle itiraz olunur: «Abdesti bozulan müsâfir imam mükîm olan birini kendi yerine imamlýða geçirse ilk oturuþ ona farz olur». Buna da o, ârýzî bir sebepledir, diye cevap verilir.

ÝZAH

Ta´dil-i erkân Cürcâni´nin zabt ve tahricine Ýmam A´zam´la Ýmam Muhammed´e göre sünnettir. Kerhî´nin tahricine vacibtir. Hatta terkinden dolayý secde-i sehiv vacip olur. «Hidâye»de de böyle denilmiþtir. «Kenz», «Vikâye» ve Mültekâ» sahipleri vacip olduðuna cezm etmiþlerdir. Aþaðýda görüleceði vecihle delillerin muktezâsý da budur. «Bahýr» sahibi, «Bu suretle Cürcâni´nin sözü zaif kahr.» demiþtir. Rükûdan doðrulurken ve iki secde arasýnda tadil-i erkân dahi vaciptir. Musannýf´ýn sözü bizzat kavme ile celsenin de vacip olduðunu tazammun etmektedir. Çünkü bunlarda tadil erkânýn vacip olmasýndan kendilerinin de vacip olmasý lâzým gelir (Kavme rükûdan doðrulma, celse iki secde arasýnda oturma halidir).

«Bahýr» sahibi diyor ki: «Delil bu dört þeyde yani rükû, sücûd, kavme ve celse de a´zânýn sükûnetbulmasýnýn vacip olmasýný iktiza ediyor. Rükûdan doðrulmak ve iki secde arasýnda oturmak ise Rasûlüllah (s. a.v.) bunlara devam buyurduðu için, bir de namazýný beceremeyen zatýn hadisinde emir ettiði için vaciptir.

Kâdýhan yanýlarak rükûdan doðrulmayý terk eden kimseye secde-i sehiv lâzým geldiðini kaydetmiþtir. «Muhit»te de öyle denilmiþtir. Binaenaleyh iki secde arasýndaki celsenin hükmü de böyledir. Çünkü celse ile kavme hakkýnda söz birdir. Her birinde secde-i sehiv vaciptir, diyenlerin kavlini ehl-i tahkik ulemadan Kemâl Ýbni Hümâm ile tirmizi Ýbni Emîr Hâcc tercih etmiþlerdir. Hatta Ýbni Emîr Hâcc, «Doðrusu budur. Doðruya tevfik kýlan Allah´dýr.» demiþtir. «Münye» þârihi de þunlarý söylemiþtir: «Dirayete yani delile, rivayet de uygun düþerse dirayetten ayrýlmamak gerekir. Nitekim Kâdýhan´ýn «Fetevâ»sýndan naklen yukarýda geçmiþti. Kýnye´nin þu sözleri de onun gibidir. Kâdý «Sadýr» þerhinde bütün tâdil-i erkân hakkýnda pek þiddet göstermiþ ve þöyle demiþtir: «Her rükünü ikmâl etmek Ebu Hanife ile Muhammed´e göre vacip, Ebu Yûsuf´la Þâfiî´ye göre farzdýr. Binaenaleyh rükûda, sücûdda ve aralarýndaki doðrulmalarda her uzvu sükûnet bulacak kadar durmak gerekir,

Ebu Hanîfe ile Muhammed´e göre vacip olan budur. Hatta yanýlarak bunlarý veya bunlardan bazýlarýný býrakýrsa secde-i sehiv lâzým gelir. Kasden terk ederse son derece mekruh olur. Ve namazý kaza etmesi lâzým gelir. Tertibin sâkýt olmasý hakkýnda ve benzeri yerlerde mûteber o!ur. Muteber olan birincisidir. «Bu da öyledir».

Hâsýlý rivayet ve dirayet yönünden esah olan kavil tâdil-i erkânýn vacip olmasýdýr. Kavme ile celsenin ve bunlardaki tadilin hükmüne gelince mezhepte meþhur olan kavle göre sünnettir. Vacip olduðuda rivayet edilmiþtir ki delillere uygun olan da budur. Kemâl ile ondan sonra gelen müteehhirin ulema bunu tercih etmiþlerdir. Kemâl´in Tirmizi Ýbni Emîr Hâcc´ýn doðrusu budur dediðini de gördük Ebu Yûsuf bütün tâdil-i erkânlarýn farz olduðunu söylemiþtir. «Mecma» sahibi ile Aynî bu kavli tercih etmiþ. Tahtavî de ayný kavli üç imamýmýzdan rivayette bulunmuþtur. «Feyz» sahibi, «En ihtiyat budur.» demiþtir. Ýmam Malik, Þâfiî ve Ahmed´in mezhepleri de budur.

Allâme Birgivî´nin bu babta bir risalesi vardýr. Orada bu meseleyi son derece açýklamýþ, vacip olduðunu gösteren delilleri ihtar etmiþ. tâdil-i erkân terk edilirse terettüp edecek âfet ve belâlarý sýralayarak otuza çýkarmýþtýr. Günle gecede kýlýnan namazlardan hâsýl olan mekruhlarý da sýralayarak üçyüz elliden fazlaya çýkarmýþtýr. Araþtýrýp mütalâaya deðer. «Lâkin meþhur olan kavle göre farzý ikmal eden þey vacip, vacibi ikmal eden de sünnettir». Bu cümle «rükû ve secdeden doðrulurken» ifâdesi üzerine yapýlmýþ bir istidrak (düzeltme)dir. Hulâsasý þudur: Rükû ve sücûdda tadil vaciptir. Bu acýk olup kaideye uygundur. Çünkü tadil rükû ile sücûdu mükemmelleþtirir. Ama kavme ile celsedeki tadilin vacip olmasý açýk deðildir. Zira kavme ile celse Kemal´in tercihine göre vacip olunca onlardaki tadilin sünnet olmasý gerekir. Çünkü vacibi mükemmelleþtiren þey sünnet olur. Ve bu kaide Kemal´in tercih ettiðine uymaz. Zira onun tercihi, hepsinde vacip olmaktýr. Tahavî´nin ulemadan rivayet ettiðine de uymaz. Çünkü hepsine farzdýr. Ebu Hanîfe ile Ýmam Muhammed´den rivayet edilen meþhur kavle de uymaz. Çünkü Cürcânî´nin rivayetine görehepsinde sünnet, Kerhî´nin rivayetine göre tadil-i erkânda vacip, geri kalanlarýnda sünnettir. Çünkü o rükû ve secdedeki sükûnet ile kavme ve.celsedeki sükûnet arasýnda fark bulmuþ, birincinin bizzat maksud olan rükün yani rükû ve secdeyi tamamladýðýný, ikincilerin bizzat maksût olmayan rüknü yani bir rükünden diðer rüküne intikali tamamladýklarýný, bu suretle iki tamamlayýcý arasýndaki farký göstermek için sünnet sayýldýklarýný söylemiþtir. Anla!

Ýlk oturuþ esah kavle göre nâfile namazda bile olsa vaciptir. Zira nâfile namazýn her iki rekâtý baþlý baþýna bir namaz sayýlsa da oturmak ancak namazdan çýkmak için farz kýlýnmýþtýr. Üçüncü rekâta kalkýnca önceki rekâtlarýn namazdan çýkma zamaný olmadýðý anlaþýlýr. Ve o oturuþ farz olmaz. Meselenin tamamý «Halebî»dedir. Ýmam Muhammed nâfile namazýn her çift rekâtýnda oturmayý farz sayarak diðerlerine muhalefet etmiþtir. Onun kavli Tahavî ile Kerhî´nin kavillerine de uymaz. Çünkü onlar nâfileden baþka namazlarda ilk oturuþun sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Lâkin «Nehir»de þöyle deniliyor:

«Bedâyi´de bildirildiðine göre ekser ulemamýz bu oturuþa sünnet demiþlerdir. Bu ya onun vücûbu sünnetle bilindiði yahud sünnet-i müekkede vacip mânâsýnda olduðu içindir. Bu söz hilâfýn kalkmasýný iktizâ eder». «Musannýf ilk tabiriyle son olmayaný kasdetmiþtir». Tâ ki bir selâmla kýldýðý bin rekâtlýk nâfileye þâmil olsun. Çünkü son oturuþtan maada bütün oturuþlarý vaciptir. Bundan anlaþýlýr ki. her namazýn son oturuþu farzdýr. Bundan yalnýz sehiv secdesi yaptýktan sonraki oturuþ müstesnâdýr. Çünkü o farz deðil, vaciptir. Aþaðýda görüleceði vecihle o teþehhüdü kaldýrýr. oturuþu kaldýrmaz. Malûmdur ki teþehhüd oturmayý gerektirir. Binaenaleyh bu oturuþ vaciptir. H. «Buna da o ârýzî bir sebepledir», diye cevap verilir. Yaný istihlâf (imamýn yerine cemaattan birini geçirmesi) sebebiyledir denilir. Çünkü müsafirin iki rekâtta oturmasý farzdýr. Bu onun namazýnýn sonudur. Ýstihlâf sebebiyle mukîm de müsafir yerine geçmiþtir. Binaenaleyh ikinci oturuþ gibi bu oturuþ da ona farz olur. Söylenildiðine göre mesbûk hakkýnda da bu cevap verilir. Meselâ. imama akþam namazýnýn ikinci rekâtýnda uysa hüküm budur. Zira son oturuþtan baþka olan ikinci oturuþ o kimseye imama uyduðu için farz olmuþtur. Hâsýlý imamýn son oturuþu ona tâbi olduðu için mesbûka da farzdýr. Ama imama uymasý sebebiyle bu farz ârýzîdir.

Ben derim ki: Bu söz «Bahýr» ve «Nehir»in ibârelerine muhâliftir. Onlar, «Birinci sözü ile son olmayan» mânâsýný kasdetmiþtir. Çünkü dört rekâtlý bir farzýn üç rekatýna yetiþemeyen kimse üç defa oturur. Bunlardan vacip olanlar son oturuþtan geri kalanlardýr. Ýmamlýk Babýnda görülecek olan mesbûk meselesi de buna delâlet eder.

Mesbûk meselesi þudur: Bir kimse imam teþehhüd miktarý oturmadan s.elâm vermeksizin kalkarsa ayakta durduðu müddette imam teþehhüdü bitirdikten sonra namaz câiz olacak miktarý okuduðu takdirde namazý câizdir. Aksi takdirde câiz deðildir. Bu meselenin tam izahý ileride gelecektir. O kimsenin oturuþu farz olsaydý bu tafsilat sahih olmaz namazý mutlak surette bozulurdu. Anla!

METÝN


Dokuzuncusu: Teþehhüdlerdir. Bunlarýn bütününü olduðu gibi bir kýsmýný býrakmakla secde-i sehiv yapar. Esah kavle göre her oturuþ hakkýnda hüküm budur. Çünkü bazen oturuþ on defa tekrar edilir. Meselâ, bir kimse imama akþam namazýnýn teþehhüdlerinde yetiþir de imama secde-ý sehiv lâzým gelirse, onunla beraber secde eder. Teþehhüdü okur, sonra imam üzerinde secde-i tilâvet borcu olduðunu hatýrlayarak secde ederse onunla birlikte bu da secde eder, teþehhüdü okur, sonra iki rekâtý teþehhüdleri ile kaza eder. Ve ayný hâl onun da baþýna gelirse yine böyle yapar.

Ben derim ki: Namaz secdesini hatýrlamak dahi tilâvet secdesini hatýrlamak gibidir. Ýmamla cemaatýn bu secdeyi hatýrladýklarýný farzedersek dört oturuþ daha fazlalaþýr. Sebebi yukarýda geçti. Yine imamla cemâatýn üzerinde müteaddit tilâvet ve namaz secdeleri bulunduðunu farzedersek altý oturuþ daha fazlalaþýr. O kimsenin imama secde halinde yetiþtiðini, fakat imamla birlikte secdelerini yapmadýðýný farzedersek kaidelerin iktizasýnca bu iki secdeyi kaza eder. Bu suretle dört oturuþ daha artar. Tedebbür eyle! Ben buna tenbihte bulunan kimse görmedim. Allahu a´lem.

ÝZAH

Teþehhüdlerden murad ilk oturuþ ile son oturuþun teþehhüdleridir. Ýbni Mes´ud (r.a.)´dan rivayet edilen teþehhüdü okumak vacip deðil yalnýz Ýbni Abbas ve diðerlerinden rivayet edilenden efdaldir. Bundan sonraki fasýlda görüleceði vecihle «Bahýr» sahibinin yaptýðý inceleme buna muhaliftir. «Esah kavle göre her oturuþ hakkýnda hüküm budur». Bu cümle ite Þârih, Musannýf´ýn metinde kullandýðý tesniye sigasýna çatmak istemiþtir. Çünkü Musannýf teþehüdler kelimesini müfred olarak kullansa cins ismi olur ve her teþehhüde þumûlu bulunurdu. Nitekim «Bahýr» buna iþaret etmiþtir. H.

Esah kavlin mukabili bazýlarýnýn. «Son oturuþtan maada bütün oturuþlar sünnettir.» sözleridir.

«Meselâ, bir kimse imama akþam namazýnýn teþehüdlerinde yetiþirse» ifâdesinden murad, akþam namazýnýn ilk teþehhüdüdür. Ona yetiþen her iki teþehhüdüne yetiþmiþ olur. Ýmamýn secde-i sehiv borcu varsa onunla birlikte cemaat olan kimsenin de secde etmesi gerekir. Çünkü imama tabi olmasý vâciptir. Ýmamla birlikte teþehhüdü okur. Çünkü secde-i sehiv teþehhüdün hükmünü kaldýrmýþtýr. Ýmam tilâvet secdesini hatýrlayarak secde ederse ona uyan kimse dahi secde eder. Çünkü secde-i tilâvet oturuþu hükümsüz býrakýr. Sonra cemâat olan kimse imamla birlikte secde-i sehiv yapar. Çünkü secde-i sehiv ancak namaz fiillerinin sonu olduðu zaman muteberdir. Ve imama uyan kimse imamla birlikte teþehhüdü okur. Çünkü secde-i sehiv teþehhüdün hükmünü kaldýrmýþtýr. Bundan sonra imama uyan kimse ikî teþehhüdle iki rekât kaza eder. Çünkü evvelce arz ettiðimiz vecihle mesbûk fiil cihetinden namazýnýn sonunu kaza eder. Bu cihetten imamla birlikte kýldýðý namazýnýn sonu olur. Borcu olan namazýn bir rekâtýný kýlýnca namazýnýn ikinci rekatý olur ve oturur. Sonra bir rekât daha kýlarak oturur. H.

«Ayný hal onun da baþýna gelirse» cümlesinden murad, imama uyarý kimsenin de bu hal baþýna gelir ve kaza ettiði namazda yanýlarak secde-i sehiv yapar, teþehhüd okursa sonra tilâvet secdesi borcu olduðunu hatýrlayarak secde eder ve teþehhüdü okursa sonra secde-i sehiv yapar ve teþehhüd okursa demektir. Önceki oturuþu ibtal ve secde-i sehvin tekrarý hususunda namazsecdesini hatýrlamakta tilâvet secdesini hatýrlamak gibidir. T.

«Ýmamla cemaatýn bu secdeyi de hatýrladýklarýný farzedersek dört oturuþ daha fazlalaþýr». Bu þöyle olur: Ýmam beþinci defa oturduktan sonra üzerinde namaz secdesi olduðunu hatýrlarsa bu secdeyi onunla birlikte cemaat olan kimse de yapar. Ve teþehhüdü okur. Çünkü oturuþun hükmü kalkmýþtýr. Sonra imamla birlikte secde-i sehiv yapar ve teþehhüdü okur. Sebebini yukarda arzettik. Bunun misli imama uyan kimsenin de baþýna gelebilir. Bu suretle oturuþ sayýsý ondörde yükselir. Lâkin bu ancak namaz secdesini hatýrlamasý tilâvet secdesini hatýrlamaktan geciktiði vakit olur. Nitekim mesele böyle farzedilmiþtir. Yahud bunun aksi tasavvur olunur da tilâvet secdesi namaz secdesinden sonra hatýrlanýrsa denilir. Her iki secdeyi birden hatýrlarsa bunlarý ya son oturuþtan önce yahud sonra ya secde-i sehiv teþehhüdünden önce yahud sonra hatýrlar. Son oturuþtan önce hatýrlarsa ortada üç oturuþtan baþka bir þey yoktur. Son oturuþtan sonra hatýrlarsa secde-i sehiv teþehhüdünden önce hatýrladýðý takdirde dört oturuþ ondan sonra hatýrladýðý takdirde beþ oturuþ lâzým gelir. Bunun bir misli imama uyana da lâzým geldiðinden mecmuu on oturuþ olur. Sonra bilmelisin ki, her iki secdeyi beraberce hatýrladýðý vakit aralarýnda tertip vacip olur. Tilâvet secdesi bir rekâttan, namaz secdesi yo o rekâttan, yahud sonrakinden olursa tilâvet secdesini önce yapmak vacip olur. Tilâvet secdesi bir önceki rekâttan olursa, namaz secdesini önce yapar. Nitekim «Bahýr» nam kitabýn Secde-i Sehîv Babýnda da böyle denilmiþtir. H.

«Sebebi yukarda geçti» yani tilâvet secdesinden sonra secde-i sehiv yapar. H.

Yine imamla cemaatýn üzerinde müteaddit tilâvet ve namaz secdeleri ilh... ibaresindeki müteaddid secdelerden murad, yalnýz iki defadýr. Biri geçmiþe biri de þimdiye aittir. Meselenin sureti þöyledir:

Yedinci defa oturduktan sonra bir namaz secdesi daha unuttuðunu hatýrlarsa o secdeyi yapar ve teþehhüdüne oturur. Sonra secde-i sehiv yapmadan bir tilâvet secdesi daha hatýrlar. O secdeyi de yaparak teþehhüdünü okur sonra secde-i sehiv yapar ve teþehhüdünü okur. Bu üç suret eder. Ýmama uyan da onun gibi olduðu için altý suret meydana gelir. Ama tilâvet secdesini ancak sehiv secdenin teþehhüdünden sonra hatýrlarsa sekiz suret meydana gelir. H.

Ben derim ki: Ekseri nüshalarda «altý oturuþ daha fazlalaþýr.» yerine altmýþ oturuþ daha fazlalaþýr denilmiþtir. Bunun sureti þudur:

Yedinci defa oturduktan sonra arka arkaya iki namaz secdesi daha hatýrlar. Ve her birinden sonra secde eder. Bunlar dört secde olur. Sonra geri kalan secde âyetlerini birer birer hatýrlar -ki bunlar on üçtür- Bunlarýn her birinden sonra secde eder ve secdeler yirmi altý olur. Mecmuu ise otuzdur. Ýmama uyanýn baþýna da ayný hâl gelirse mecmuu altmýþ olur. Sonra bunlarýn Þârih´in evvelce beyan ettiði ondört suret ile aþaðýdaki dört suret katýlýnca yetmiþ sekize balið olur. Þârih´in ileride gelecek «yetmiþ sekiz eder» sözü ile buna iþaret olunmuþtur. Doðrusu ekseri nüshalarýn kayýt ettikleridir. «O kimsenin imama secde halinde yetiþtiðini farz ederse ilh...» cümlesi ile beyan edilen faraziyenin þekli imama ikinci rekâtýn ilk secdesinde yetiþip de imamla birlikte secde etmeden oturmaktýr. H.

Buradaki kaidelerden murad. yalnýz bir tanesi olup o da þudur:

«Bir kimse imama uyduktan sonra namazýn bir kýsmýný edâ edemezse lâhik gibi o da namazý yeniden kýlar. O da lâhik hükmündedir. H.

Ben derim ki: Bu kaidenin bu þekilde umumî olduðunu söyleyen görmedim. Evet bu iki secdeyi imamla birlikte yapmanýn vacip olduðunu kabul ederiz. Çünkü imama tâbi olmak vaciptir. Velev ki bu secdeler. kaza ettiði rekâttan hesap edilmesinler. Bu iki secdenin kazasý icap ettiðine gelince: Þârih, bununla o kimsenin bu secdeleri kaza ettiði rekâtta yapacaðýný kasdetti ise yine teslim ederiz. Ama bunlarý mezkûr rekâttan ziyade olarak yapacaðýný kasdetti ise -ki sözünden anlaþýlan budur- mesele nakle muhtaçtýr. Nakledilen rivâyet ise imama tâbi olmanýn vücubunu ve yalnýz tam bir rekât kaza edeceðini bildirmektedir. «Bahýr» sahibinin Kaza Namazlarý Babýndan az önce bildirdiðine göre «Zahîre»de bu iki secde de imama tâbi olmanýn vacip olduðu kayýt edilmiþtir. Bunun muktezasý þudur:

O adam bu iki secdeyi terk ederse namazý bozulmaz. Biz bu hususta bir müddet tevekkuf edip sustuk. Sonra bu meseleyi «Tecnis»de gördüm þöyle diyor: «Bir kimse imamýn yanýna vardýðýnda onu bir secde yapmýþ bulur da tekbir alarak ona uymayý niyet eder ve imam ayaða kalkýncaya kadar ayakta durursa; secdede imama tâbi olmayýp sonra geri kalan namaz fiillerinde ona uyar ve imam selâm verdikten sonra kalkarak yetiþemediði rekâtlarý kaza ederse, namazý câiz olur. Þu kadar var ki kazaya kalan o rekâtý imam namazý bitirdikten sonra iki secdesi ile birlikte kýlar. Velev ki namaza baþlarken o secdede imama tabi olmak vacip olsun». «Bahýr» sahibinin sözü burada sona erer.

UIema imama tâbi olmanýn vacip sayýldýðýný açýklamýþ, fakat onun tam bir rekât kýlarak o rekâtta üç veya dört secde kaza ettiðini söylememiþlerdir. Þu da var ki, imama uyan kimsenin vazifesi, ona tâbi olmaktýr. Onun ise elden gittikten sonra kazasý mümkün deðildir. Çünkü secde ona zatý için vacip olmamýþtýr. Secde onun namazýndan sayýlmaz. O kimseye vacip olmasý ancak imamýna muhâlefet etmemesi içindir. Evet, ulema þurada secde-i sehivin vacip olduðunu açýklamýþlardýr: Bir kimse sehiv secde lâzým gelen bir imama o secdeyi yapmayan uyar do o secdede imamýna tâbi olmazsa, istihsanen imam namazdan çýktýktan sonra iki secdeyi yapar. Çünkü tahrimesinde ancak iki secde ile tamamlanacak noksanlýk vardýr. Bu noksanlýk bakîdir. Zira tamamlayýcý yoktur. Ulema böyle söylemiþlerdir. Mezkûr illet burada yoktur. Çünkü burada o kimsenin tahrimesinde noksanlýk yoktur. Noksanlýk ötekinde imamý tarafýndan gelmiþti. Benim anladýðým budur. Anla! «Bu suretle dört oturuþ daha artar.» Bu da secdelerin birini sehiv secde teþehhüdünden sonra hatýrladýðýna göre farz edilmiþtir. O secdeyi yapmýþ sonra teþehhüde oturmuþ sonra sehiv secdeyi yapmýþ ve teþehhüde oturmuþtur. Sonra diðer secdeyi hatýrlamýþ ve onu da yaparak teþehhüde oturmuþ sonra secde-i sehiv yaparak, teþehhüde oturmuþtu. Ama iki secdeyi birden hatýrlarsa yukarda tilâvet secdesi ile namaz secdesi hakkýnda gecen tafsilata göre hareket eder. Böylelikle Þârih´in beyan ettiði oturuþlarýn mecmuu yirmidört olur. Bizim söylediðimize göre ise yirmialtýdýr. H.

Ben derim ki: Bu izahât altý ziyade edilmiþtir. Nüshasýna göredir. Altmýþ ziyade edilmiþtir. Nüshasýna göre ise mecmuu yetmiþsekizdir. Lâkin biliyorsun ki son dört oturuþun ziyade edilmesi kabul olunamaz. Çünkü açýk bir nakil bulunmadýkça iki secdenin kazasý vacip olamaz, geri kalanlar yetmiþdörttür. Evet Halebî´nin anlattýðý tilavet ve namaz secdelerindeki sekiz surete göre þârihin anlattýklarýna iki secde daha ilâve edilir ve mecmuu yetmiþaltý olur.

METÝN

Onuncusu: Ýki defa selâm lafzýný söyleyerek namazdan çýkmaktýr. Esah kavle göre ikinci selâm vaciptir. Burhan. «Aleyküm» demek vacip deðildir. Bize göre meþhur olan kavil Aleyküm demeden ilk selâmla imama uymanýn bitmesidir. Þafii´ler de buna kaildirler. Tekmile þarihi buna muhaliftir.

Onbirincisi: Vitirin kunutunu okumaktýr. Kunut «mutlak dua mânâsýnadýr. Kunutunun tekbiri ile üçüncü rekatýn tekbiri de böyledir. Zeyleî.

Onikincisi: Bayram tekbirleridir. Bu tekbirlerin biri ve ikinci rekatýn rükû tekbiri de öyledir. Nitekim bayram namazýna baþlarken tekbir lafzý dahi böyledir. Lâkin en münâsibi her namazda iftitah tekbirinin vacip olmasýdýr «Bahýr». Bu bellenmelidir.

Onüçüncüsü ve Ondördüncüsü: Cehrî namazda imamýn âþikâr okumasý. gizli okunan namazlarda herkesin gizli okumasýdýr. Þimdi vaciplerden her vacibin veya farzýn yerinde yapýlmasý kalýr. Kýraatý tamamlar da yanýlarak biraz düþünür, sonra rükû ederse yahud sûreyi rükûda hatýrlayarak doðrulduðu zaman okursa rükûu tekrarlar ve secde-i sehiv yapar.

ÝZAH

Musannýf «selâm lafzý» tâbirini kullanarak baþka bir lâfzýn selâm yerini tutmayacaðýný iþaret etmiþtir. Bu lâfzý söyleyebilen bir kimse ayný mânâda bile olsa baþka kelime kullanamaz. Namazdaki teþehhüd böyle deðildir. O hangi lisanla olsa câizdir. Velev ki Arabça söylemeye kudreti olsun. Onun içindir ki Musannýf teþehhüd lafzý dememiþ, fakat selâm lafzý demiþtir. Lâkin bu iþâret açýkça nakledilen rivayete aykýrýdýr. Zira ileride geleceði vecihle selâmýn Arabçaya mahsus olmadýðý hususunda Zeyleî icmâ nakletmiþtir. «Bahýr»ýn bazý nüshalarýnda da böyle denilmiþtir».

«Esah kavle göre ikinci selâm vaciptir». Bazýlarý sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Ýlk selâmla imama uymak sona erer.

«Tecnis» sahibi diyor ki: «Ýmam namazýný bitirir de es-Selâm dedikten sonra bir odam gelerek aleyküm demeden ona uyarsa imamýn namazýna girmiþ sayýlmaz. Çünkü bu selâm vermektir. Görmüyor musun imam yanýlarak namaz kýlarken birine selâm vermek isterde es-selam dedikten sonra kendini toparlayarak susarsa namazý bozulur». «Tekmile» Þârihi buna muhaliftir. Ona göre sahih olan kavil imama uymanýn ikinci selâmla sona ermesidir.

Kunuttan murad bazýlarýnýn dediði gibi kýyâmý uzatmak deðil, duadýr. Buna iþaret için þârih okumak kelimesini ilâve etmiþtir. Sonra kunutun vacip olmasý Ýmam A´zam´ýn kavline göredir. Ýmameyne göre sünnettir. Babýnda görüleceði vecihle kunut hakkýndaki hilâf vitir hakkýndaki hilâf gibidir.

Kunut mutlak surette duadýr. Hangi dua ile olursa olsun vacîp yerini bulur.

«Nehir» sahibi þöyle demiþti: «Hassaten Allahümme innâ nesteînüke´yi okumak ise sâdece sünnettir. Baþka bir dua okumuþ olsa bilittifak câizdir». Kunutun tekbiri de vâciptir. «Bahýr»ýn Secde-i Sehiv Bahsinde þöyle denilmiþtir:

«Kunuta ilhak edilenlerden biri de kunut tekbiridir. Zeyleî bu tekbir terk edilince secde-i sehiv vâcip olacaðýna cezm etmiþtir. «Zahireye»de de bu tekbir terk edilirse ne hüküm verileceði hususunda bir rivayet yoktur. Bazýlarý Bayram tekbirlerine kýyasla secde-i sehiv lâzým geleceðini bazýlarý lâzým gelmeyeceðini söylemiþlerdir. denilmiþtir».

Vacip olmadýðýný tercih etmek gerekir; çünkü asýl olan odur. Vücuba delil yoktur. Bayram tekbirleri böyle deðildir. «Üçüncü rekâtýn tekbiri de böyledir». Bu sözü «Nehir» sahibi Zeyleî´ye nisbet etmiþ, Þârih de ona uymuþtur. Ebu´s-Suûd Miskîn hâþiyelerinde Secde-i Sehiv Bahsinde þöyle demiþtir: «Üstadýmýz bunun hata olduðunu söyledi. Çünkü bu kayýt Zeyleî´nin ne namaz bahsinde ne de secde-i sehiv bahsinde mevcuttur. Ýhtimal ki gözü Zeyleî´nin þu sözüne iliþmiþtir: «Kýrâattan sonra kunuttan evvel yapýlan tekbiri terk ederse secde-i sehiv yapar». Bundan o tekbirin vitir namazýnýn üçüncü tekbiri olduðunu vehim etmiþtir. Halbuki öyle deðildir. Bu tekbir sâdece kunut tekbiridir.» Rahmetî dahi bu sözü Zeyleî´ de bulamadýðýna tenbih etmiþtir. Bayram tekbirleri her rekatta üçer olmak þartiyle altýdýr. Þârih bu tekbirin yeri de öyledir. Demekle her tekbirin ayrý ayrý vacip olduðunu anlatmak istemiþtir. T. «Nitekim bayram namazýna baþlarken tekbir lafzý da böyledir.» yani baþka namazlarda bu tekbir vacip deðildir. Nitekim Müstesfâ ile NuruI-Ýzah´da da böyle denilmiþtir. Lâkin eh münasibi iftitah tekbirinin her namazda vacip olmasýdýr. Hatta namaza (ALLAH´u Ekber)´den baþka bir sözle baþlamak keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Mülteka þerhinde de böyledir.

Ýmamýn âþikâra okumasý vacip olan namazlar: Sabah namazý, Akþam namazý ile yatsýnýn ilk iki rekatý. Bayram namazlarý. Cuma, teravih ve ramazanda vitir namazýdýr. Ýmam ve yalnýz kýlanýn gizli okumasý vacip olan namazlar: Öðle, ikindi namazlarý ile akþam namazýnýn üçüncü. yatsý namazýnýn son iki rekatlarý, bir de kusûf ve istiskâ namazlarýdýr. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Lâkin gizli okunacak yerde imamýn gizli okumasý bilittifak vacip ise de yalnýz kýlanýn gizli okumasý ittifakî deðildir. Bahýr´da: «Esah olan gizli okumasýnýn vacip olmasýdýr, denilmiþ gelecek fasýlda bunun zahir mezhep olduðu bildirilmiþtir. Ama bu söz götürür. Orada anlayacaksýn. «Kýrâatý tamamlar da ilh...» cümlesi yerine bazý nüshalar da «Fâtiha´yý tamamlar da ilh...» denilmiþtir. Bu farz olan rükûu yerinden geciktirdiðine misaldir. «Yahud sureyi rüku´da hatýrlayarak ilh...» cümlesi de vâcip olan sureyi yerinde geciktirmeye misâldir. Çünkü Fatiha ile sûrenin arasýný ecnebi bir fiil olan rüku´la ayýrmýþtýr. Zira sûreyi okuyunca onu farza ilhak etmiþtir. Ve kýraat mevcut olunca onunla rükû arasýnda tertip farz olur. Kýraat mevcut olmazdan önce hal böyle deðildir. O zaman tertip vaciptir. Nitekim bunun tahkikini Kýyâm Bahsinde yapmýþtýk. Kýraat Faslýnýn sonunda daha ziyade tahkiki gelecektir. Þârih sûreyi hatýrlarsa diye kayýtlamýþtýr. Çünkü sureyi okur da sonra dönerek baþka bir sûre okursa yaptýðý rükû bozulmaz. «Rükûu tekrarlar ve secde-i sehiv yapar.» ifâdesinde bozuklukvardýr. Çünkü rükûu tekrarlamak ikinci meseleye mahsustur. Secde-i sehiv ise her iki meseleye râcidir. Þârih böyle diyeceðine. «Ayakta zammý sure okur ve rüku tekrarlarsa sehiv secde yapar.» dese bundan kurtulurdu. H.

METÝN

Rükûu tekrarlamamak, secdeyi üçlememek, ikinci veya dördüncü rekâttan önce oturmamak, iki farz arasýna giren her ziyâdeyi terk etmek, imama uyan kimsenin susmasý ve imamý takip etmesi yani içtihad götüren yerde imamý takip etmesidir. Yoksa nesh edildiði yahud sabah namazýnýn kunutu gibi sünnet olmadýðý kat´î surette bilinen yerlerde imamý takip vacip deðildir.

ÝZAH

Rukûu tekrarlamamak vâciptir. Çünkü rükû veya sücûdu ziyade etmek meþrûu deðiþtirmek olur. Her rekatta vâcip olan bir rükû ile iki secdedir. Bundan fazla yaptýðý vacibi terk etmiþ olur. Bundan da diðer bir vacibi terk etmek lâzým gelir ki o da farzý yerinde yapmaktýr. Çünkü rükûu tekrarlamak secdeyi yerinden geciktirir. Secdeyi üçlemek, kýyâmý veya oturuþu geciktirir. Birinci veya üçüncü rekâtýn sonunda oturmak da öyledir.

Binaenaleyh terki vaciptir. Oturmakta ikinci veya dördüncü rekâtta kalkmayý yerinden geciktirmek de vardýr. Bu söylediðimiz oturmak uzun sürdüðüne göredir. Þâfiî´nin müstehap gördüðü hafif oturuþun ise bize göre terki vacip deðil, efdâldir. Nitekim gelecektir. Ýki farz arasýna girip bir vacibin terkine sebep olan ondan da baþka bir vacibin terki lâzým gelen bir ziyadenin hükmü böyledir. -Baþka vacibten murad ikinci farzýn yerinden gecikmesidir-

Hâsýlý Þârih´in söylediði bu þeyler vacip ligayrihi her Vacip ligayrihi her vacip veya farzý ilk beyan ettiði yerinde yapmaktýr. Zira bu vacip burada söylediklerini terk etmedikçe tahakkuk edemez. Þu halde burada söylediði rükûun tekrarý vesaireyi terk etmek vacip ligayrihi olur. Çünkü bu, vacibi bozmaktýr. Öteki vacibi bozmak lâzým gelir. Bu mesele ulemanýn bir rükünden baþka rüküne geçmeyi farz saymalarý kabilindendir. Zira evvelce beyan ettiðimiz vecihle bu geçiþ farz ligayrihidir (yani baþkasý için farzdýr). Binaenaleyh Þârih´in sözünde tekrar yoktur. Anla!

Ýki farz arasýna giren her ziyadeyi terk etmek de vacibtir. Bu ziyadede susmak dahi dahildir. Hatta þüphe ederek biraz düþünürse secde-i sehiv yapar. (iki farz arasý) tâbiri ihtirazî kayt deðildir. Binaenaleyh farzla vacip arasýna gîren ziyade dahi hükümde dahildir. Meselâ, ilk teþehhüd ile üçüncü rekâta kalkýþ arasýna giren ziyâde bu kabildendir. Nitekim yukarda geçti. Anlaþýlan ikinci secdeden sonra gecikmeden teþehhüd okumak da bu kabildendir. Hatta baþýný secdeden kaldýrýr da susarak oturursa secde-i sehiv lâzým gelir. Bundan anlaþýlýr ki müezzin oturuþ tekbirini uzatýrken birçok kimselerin susarak müezzin tekbiri bitirmeden teþehhüde baþlamamalarý doðru deðildir. Buna dikkat etmelidir.

Tahtavî diyor ki: «Bundan anlaþýlýr: Bir kimse yanýlarak rükûdan doðrulmayý yahud iki secde arasýnda baþýný kaldýrmayý bir tesbih miktarýndan bir o kadar fazla uzatýrsa secde-i sehiv yapmasýlâzým gelir. Buna dikkat etmelidir». Tahtavî bu sözü kimseye nisbet etmemiþtir. Evet buna benzer bir sözü Ýbni Abdurrezzâk bu þerhin üzerine yazdýðý þerhde söylemiþ ve, «Baþýný rükûdan kaldýrdýktan sonra durmayý uzatmak gibi» demiþtir. Ama o da bu sözü kimseye nisbet etmemiþtir. Ben bunlarýn ikisinden baþka bunu söyleyen görmedim. Bu söz açýk nakle muhtaçtýr. Evet «Hýlye»nin Secde-i Sehiv Babýnda Zahîre ile tetimmeden naklen onlar da «Garibi´r-Rivâye»den nakletmiþ olmak üzere þöyle denildiðini gördüm: «Belhî «Nevâdir» nâm eserinde Ebu Hanîfe´den naklen beyân etmiþtir ki, bir kimse namazýnda þübhe eder de kýyâm, rükû, kavme, secde veya oturuþu anýnda uzun düþünürse sehiv secde etmesi lâzým gelmez. Ama iki secde orasýndaki oturuþu esnasýnda uzun düþünürse secde-i sehiv yapmasý lâzým gelir. Çünkü bu söylediklerimizin hepsinde uzatmaya hakký vardýr. Yalnýz iki secde arasýnda ve namaz esnâsýnda otururken uzatmaya hakký yoktur». Belhî´nin «Sehiv secde etmesi lâzým gelmez.» sözü mezhebimizin kitaplarýnda meþhur olan kavle muhaliftir. Lâkin bu garip ve nâdir bir rivayettir. Teemmül edilmelidir.

«Bahýr»ýn Vitir Babýnda gördüm ki, rükûdan doðrulurken kalkýþý uzun tutmak meþru deðildir.

Ýmama uyan kimsenin susmasý vâciptir. Ýmamýn arkasýnda okumak kerahet-i tehrimiyye ile mekruhtur


radyobeyan