Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:37:59
METÝN
Namaz ancak farzlarda imama muhalefetle bozulur. Nitekim biz bunu Hazâin adlý eserimizde beyân ettik.
Ben derim ki: Bu suretle vaciblerin asýllarý kýrk küsûra ulaþýr. Tamamen sayýp dökmekle yüz bini aþar. Zira bir tanesi üçyüz doksan eder. Bu akþam namazýnýn ilk oturuþunun beþ vacibini yetmiþsekize çarpmakla ve eksik veya içten dýþtan ziyade yapmakla elde edilir. Nitekim yukarýda geçmiþti. Araþtýrýlýrsa bu iþ bir sayýya münhasýr kalmaz. Ýyi düþün! Binaenaleyh burada hangi vacip üçyüz doksan vacibi icap eder þeklinde lügaz yapýlýr
ÝZAH
Buradaki muhalefetten murad, imama aslâ tabi olmamaktýr. Hakikatta fesâd imama tabi olmayý deðil, farzý terk etmekle olur. Lâkin muhalefetten terk lazým geldiði için ona isnâd edilmiþtir. Farzlarda diye tahsis edilmesi vacip veya sünnetin terk edilmesi fesad icap etmediði içindir. Hazâin´deki izâhýn ibâresi þöyledir: «Ýmama tabi olmanýn vücûbu mutlak deðildir. Bazan farz, bazan vacip olur, bazan da vacip olmaz.» Feth´in vitir bâbýnda þöyle denilmiþtir: «Ýmama tabi olmak ancak içtihad götüren yerde vaciptir. Nesih edildiði yahud sabah namazýnýn kunutu gibi asýldan sünnet olmadýðý katiyetle bilinen yerlerde vacip deðildir.»
Ýnâyede de: «Ýmama ancak meþru olan þeylerde tâbi olur, meþru olmayanlarda tabi olmaz.» denilmekte Bahýrda dahi rükün ve þartlarda imama muhalefet etmenin namazý bozduðu bunlardan maada yerlerde bozmadýðý bildirilmektedir. «Bu suretle vaciblerin asýllarý kýrk kusûra ulaþýr.» Sözü metinde sayýlan vacibler üzerine ziyade edilen teferruattandýr. Þöyle ki: Fatihada altý âyet vardýr. Bunlar metinde bir vacip olarak gösterilmiþtir. Bayram tekbirleride altýdýr. Bunlar da bir vacip olarak gösterilmiþtir. Þu halde musannýfýn iki gösterdiði vacibe on daha katmak icap eder ki on iki otsun. Musannýf tâdili erkâný da bir saymýþtýr. Halbuki tâdili erkan rükûda sücudda ve bunlardan doðrulurken vaciptir. (yani, musannýf dört vacibi bir saymýþtýr.) Binaenaleyh onun bir saydýðý tâdil? erkâna üç daha ilâve edilir. Böylelikle musannýfýn saymadýðý vacibler onüç olur.
Ondördüncüsü: Ýlk iki rekatýn süresinden önce fatihanýn tekrarýný terk etmesidir.
Onbeþinci ve onaltýncýsý: kýraatla rükû arasýnda tertibe riayet ve her namazda tekerrür eden fiiller arasýnda tertibe riayettir.
Onyedincisi: Teþehhüdün üzerine ziyadeyi terk etmektir.
Onsekizincisi ve ondokuzuncusu: Kunut tekbiri ile onun rükûunun tekbiridir.
Yirmi ve yirmibirincisi: Bayram namazýnýn ikinci rekatýnýn rükû tekbiri ile namaza baþlarken tekbir lafzýný kullanmaktýr. Sonra musannýf: «Vaciblerden þunlar kalmýþtýr.» diyerek yedi vacip daha zikir etmiþtir. Bunlarýn mecmuu yirmisekiz olur. Ve metindeki ondört vacibten ayrý olarak þârih tarafýndan açýklanmýþtýr. Bu suretle vacibler çarpma ve bast yapmaksýzýn kýrkikiye balið olur. Onun için bunlara asýl adý vermiþtir. «Tamamen sayýp dökmekle yüz bini aþar.»
Ben derim ki: Bunlarýn ekserisi aklî suretlerdir. Hâriçde vücudlarý yoktur. Nitekim ileride göreceksin! «Zira bir tanesi üçyüz doksan eder.» Bu birtaneden murad: Teþehhüddür. Teþehhüd nevi itibariyle birdir. Yani kýrk kusûr vacip nevilerinden biridir. Yoksa hakikatta onun adedi çoktur. Çünkü bir dediðimiz bu nevi 78´e çarpma yapýlarak üçyüzdoksan olmuþ tur.
Akþam namazýnýn ilk oturuþunda beþ Vacip vardýr. Bunlarýn birincisi oturuþ, ikincisi teþehhüd okumak. üçüncüsü teþehhüdün kelimelerini noksan býrakmamak, dördüncüsü o kelimeler arasýna ziyâde katmamak, beþincisi teþehhüdü tamam olduktan sonra üzerine birþey ziyade etmemektir. Çünkü teþehhüd manzum bir zikirdir. Ona ecnebî bir kelime ziyade etmek caiz olmadýðý gibi tamam olduktan sonra üzerine baþka bir þey katmak da caiz deðildir.
Bu nâfilelerden ayrý olarak ancak namazýn ilk oturuþunda vacibtir. «Nitekim yukarýda geçmiþti.» Sözünden maksat teþehhüdün bazan on defa tekerrür etmesidir. Sonra dört, daha sonra altmýþ, daha sonra dört ilâve etmiþ bu suretle yetmiþsekiz teþehhüd olmuþtu. Nitekim yukarýda izah etmiþtik. Bu yetmiþsekizi þimdi söylediði beþ vacible çarparak üçyüz doksan eder. Ýzahý þudur: Teþehhüd haddi zatýnda vacibtir. Teþehhüd için oturmak, ziyâde ve noksan yapmamak, teþehhüd bittikten sonra üzerine ilavede bulunmamak vaciptir, Bu beþ vacip yukarýda geçen yetmiþsekiz suretin her birinde vacibtir. Böylelikle üçyüzdoksaný bulur
Vacip kelimesi ile þârih farzý da kast etmiþtir. Çünkü bu suretlerin hepsinde oturuþlar vacip deðildir. Bunlardan vacip olan ilk oturuþ yahud secde-i sehivden sonra ki oturuþtur. Son oturuþ yahud namaz secdesinden veya tilâvet secdesinden sonra ki oturuþ ise farzdýr.
Farza bazan vacip denilir. Ýþte bu vacibin yukarýda geçen kýrk küsûr nevinden biridir. Yani, teþehhüddür ki üçyüzdoksan vacip istilzam eder. Ve lügaz yapmaða da deðer. Sonra bu vacipler kimi secde-i sehiv, kimi namaz ve tilâvet secdesi olmak üzere yüzden fazla secdeye þâmildir. Bu secdelerin her birinde üç vacip vardýr ki þunlardýr: Sükûnet, elleri dizlere koymak ve kemâlin tercihine göre dizleri yere koymaktýr.
Bahýr sahibi ile baþkalarý da bunu tercih etmiþlerdir. Üçü yüzle çarpýnca üçyüz olur. Kezâ iki secde-i sehiv arasýnda baþýný yerden kaldýrmak ve sükûnet vacibtir. Bununla üçyüzden fazla olur. Bu aded yukardakine ilâve edilince yediyüzü geçer. Mezkûr adedi yukarýda geçen kýrk küsûrun gerikalanlarý ile çarparsan yirmisekiz bin yediyüzden fazla olur. Bunlarýn her birisi terk edilince secde-i sehiv teþehhüd veya oturuþ lazým gelir. Her secdede sükûnet ve baþýný kaldýrmak. baþýný kaldýrýrken sükûnet vaciptir.
Secde-i sehiv teþehhüdünde noksan ve ziyâde yapmamak vâciptir. Ama teþehhüdden sonra üzerine ilâve caizdir. Bunlar da on vacip eder. Bu sayýyý yirmisekiz bin yediyüzle çarparsan ikiyüz seksen yedi bine ulaþýr.
Ýmama uyan kiþinin yirmi küsûr farzda ve kýrk küsûr vacipte imamýný takip etmesi vacip olduðunu düþünürsen bunlarýn mecmuu altmýþ küsûr eder. Bu rakamý yukarýdaki ile çarparsan ikiyüz onyedi milyon iki yüz yirmi bine bâlið olur.
Diðer bir takým vacipler de vardýr ki þarih onlarý söylememiþtir. Burunun üzerine secde etmek, rükûda kuran okumamak, teþehhüdden veya selâmdan önce ayaða kalkmamak vesaire. Bunlardandýr ki çarpmak suretiyle mecmuu pek büyük sayýlara varýr. Fakat bunlarýn çoðu aklî suretlerdir. Nitekim vaktini zayi etmek isteyenlerce malum olur. Þârihin sözünü açýklama zarureti olmasaydý bu izahattan vazgeçmek daha iyi olurdu.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:52:39
NAMAZIN SÜNNETLERÝ
METÝN
Sünnetin terki namazýn bozulmasýný yahud yanýlmayý icap etmez. Fakat alay etmemek þartiyle kasten býrakýrsa isâet (nankörlük) olur. Ulema isâetin kerahetten daha aþaðý olduðunu söylemiþlerdir. Sonra musannýfýn beyânýna göre:
Namazýn sünnetleri yirmi üçtür.
Birincisi: Tahrime için ellerini kaldýrmaktýr. «Hulâsa» nâm eserde: «el kaldýrmamaðý âdet edinen kimse günahkar olur.» denilmiþtir.
Ýkincisi: Parmaklarý yaymak, yani hali üzerine býrakmak, Üçüncüsü: Tekbir ânýnda baþýný eðmemektir. Çünkü bidattýr.
Dördüncüsü: Ýmamýn tekbiri hacet âþikara almasýdýr. Çünkü tekbir namaza girdiðini ve bir rükünden baþkasýna intikal ettiðini bildirmek içindir. Tesmi ve selâm dahi böyledir. Fakat imama uyan veya yalnýz kýlan kimse sâdece kendi iþitecek kadar seslenir.
Beþincisi: Sübhâneke ve eûzü besmeledir.
ÝZAH
Abdest bahsinde sünnetin tarifi ve taksimi hakkýnda söz geçmiþti. Orada sünnetin biri Hüdâ diðeri zevaid olmak üzere iki nevi olduðunu. zevaidle müstehabýn ve mendubun farklarýný ve bu husustaki sual ve cevaplarý bahis mevzuu etmiþ idik. Oraya müracaat edebilirsin.
Sünnetin terki namazýn bozulmasýný icap etmez. Fakat farzýn terki bozulmasýný, vacibin terki ise sehiv secdesini icap eder. Sünneti alay etmemek þartiyle býrakan kimse nankörlük etmiþ sayýlýr. Kasten býrakmamýþ ise nankörlük sayýlmaz. Evvelce beyan ettiðimiz vecihle o namazý yeniden kýlmasý mendup olur. Sünneti alay için terk eden kimse kâfir olur. Çünkü Nehir´de Bezzâziye´den naklen: «Sünneti hak itikad etmeyen kâfir olur. Çünkü bu onunla alaydýr.» denilmiþtir. Onun vechi þudur: Sünnet din ulemasýnýn meþru olduðuna ittifak ettikleri þer´î ahkamdan biridir. Bunu inkâr edip dinde sâbit ve muteber görmeyen kimse onu küçük görmüþ onunla alay etmiþ olur. Bu ise küfürdür. Teemmül eyle!
Usul kitablarýndan Tahkik ile Takrir-i Ekmelî´de isâetin kerahattan aþaðý olduðu bildirilmiþ isede Ýbn-i Nüceym Menâr þerhinde isaetin kerahetten daha kötü olduðunu söylemiþtir. Burada münâsip olan da odur.
Zira Tahrir sâhibi: «Sünneti terk eden isaeti yani, delâlete nisbet edilmeyi ve zemmî hak eder.» demiþtir.
Telviç´de de: «Sünnet-i müekkedeyi terk etmek harama yakýndýr.» denilmiþtir. Bu kavillerin arasý þöyle bulunabilir:
Ulemanýn kerahetten maksatlarý keraheti tahrimiyedir. Menâr þerhinde ise keraheti tenzihiye mânâsýna alýnmýþtýr. Bu kerahet tahrimen mekruh olandan aþaðý tenzihen mekruh olandan yukarýdýr.
Nehir sahibinin Keþf-i Kebîr´den naklettiði onunda Ebu-l-Yüsr´un usûlüne nisbet eylediði þu sözde buna delâlet eder: «Sünnetin hükmü tahsîli mendûp terkinden dolayý biraz günahkâr olmakla beraber zem olunmaktýr.» Bundan dolayýdýr ki Bahýr sâhibi þöyle demiþtir: «Ulemanýn sözlerinden anlaþýlýyor ki günah vacibin veya sünneti müekkedenin terkine baðlýdýr. Çünkü beþ vaktin sünnetlerini terk eden kimsenin sahih kavle göre günahkâr olduðunu söylemiþlerdir. Kezâ cemaatý terk edenin günahkâr olduðunu açýklamýþlardýr. Halbuki sahih kavle göre cemaat sünnettir. Þübhesiz günahlarýn bazýsý bazýsýndan þiddetlidir. Binaenaleyh sünneti müekkedeyi terk edenin günâhý vacibi terk edenin günahýndan daha hafiftir.» Bu izahat kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Zahirine bakýlýrsa sünneti bir defa terk eden günahkar olur. Ama Tahrir þerhinde buna uymayan sözler vardýr. Orada maksat özürsüz terk etmeðe isrârýn günah olduðu bildirilmektedir.
Hulâsa´dan naklen az ileride beyân edeceðimiz ve kezâ abdestin sünnetleri bahsinde geçen: Her uzvu bir defa yýkamayý âdet edinen günahkâr olur. Âdet edinmemiþse günahkâr deðildir.» sözü kezâ Keydâniye þerhinde Keþif´ten naklen: «Sünneti ýsrar ve devâ üzere terk edenler hakkýnda Ýmam Muhammed harp edilir, Ýmam Ebû Yusuf ise te´dip olunur. demiþtir. Ýfâdesi dahi böyledir. Þu halde yukarýda Bahýr´dan nakledilen terk meselesi ulemanýn bu husustaki sözlerini birleþtirmek için (ýsrar suretiyle terk ederse) mânâsýna alýnýr.
Musannýfýn beyânýna göre namazýn sünnetleri yirmi üçtür. Hakikatta ise bundan fazladýr. Nitekim gelecektir.
Þurunbulâlî Nurul-Ýzah mukaddimesinde namazýn sünnetlerini ellibire çýkarmýþtýr. Hulâsa´da þârihin naklettiði sözden önce bu meselede hilaf bulunduðu bir takýmlarýnýn günahkâr olur; diðerlerinin günahkâr olmaz. Dedikleri bildirilmiþ sonra: «Muhtar olan kavle göre býrakmayý âdet edinmiþ ise günahkâr olur. Bazan terk eden günahkâr olmaz.» denilmiþtir. Feyz ve Münye sâhipleri bunu kat´î lisanla söylemiþlerdir.
Münye þârihi: «Sýrf terk ettiði için deðil alay olduðu için Peygamber (s.a.v.)´in ömrü boyunca devam ettiði bir sünnete kulak asmadýðý için günahkâr olur. Bütün sünneti müekkedelerde muttaret olan kaide budur.» demektir. Bu ta´lil fetih´ten alýnmýþtýr. Bahýr sahibi bunu red ederek: «hâsýlý Sünen-i Hüdâ´dan olduðuna binaen el kaldýrmamanýn günah olduðunu söyleyenlere göre el kaldýrmak sünnet-i müekkede; Sünen-i zevaidden olduðuna binaen günah deðildir diyenlere göre müstehap mesâbesindedir.» demiþtir.
Ben derim ki: Sünnet-i müekkede olmasý özürsüz bir defa terk etmekle günaha girmeyi istilzam etmez. Binaenaleyh bu zevatýn sözlerini birleþtirmek için sünneti terk etmeyi âdet edinmek ýsrara yapmak diye kayýtlamak gerekir. Zira anlaþýlýyor ki ýsrarla terk etmeðe sebep onu ehven görüp aldýrýþ etmemek mânâsýna istihfaftýr. Yoksa alay ve tahkir mânâsýna istihfaf deðildir. Zira böyle olursa küfürdür. Nitekim yukarýda geçmiþti. Bazýlarý Nehir´den bunun aksini anlamýþlardýr. Tedebbür eyle!
Parmaklarý yaymaktan maksat hâli üzere býrakmaktýr. Hýlye sahibi diyor ki: Bazýlarý yaymak tabirinden parmaklarýn açýlacaðýný kastettiðini sanmýþlardýr. Bu hatadýr. Bilakis bundan yummamayýkastetmiþtir. Yani. parmaklarýný yumarak deðil dikerek kaldýrýr. Tâki avuçla birlikte parmaklar kýbleye dönmüþ olsun. Sonra âþikardýr ki sünnet evvela parmaklarýn yumulmasýna baðlý deðildir. Parmaklar tamamiyle aralanmýþ ve tamamiyle yumulmuþ olmamak þartiyle yaygýn bulunurda o þekli ile kaldýrarak kýbleye karþý çevirirse sünneti ifâ etmiþ olur.»
Ýmam tekbiri ihtiyacýndan fazla âþikar alýrsa mekruh olur. T.
Ben derim ki: Bu pek fazla baðýrmadýðýna göredir. Nitekim izâhý inþallah imamlýk babýnýn sonunda gelecektir.
Þârih intikal kelimesi ile buradaki tekbirin ihram tekbiri ile diðer tekbirlere þâmil olduðuna iþâret etmiþtir. Ziya nâm eserde bu açýklanmýþtýr.
Sonra bilmelisin ki imam iftitah tekbirini aldýðý vakit namazýnýn sahih olmasý için bu tekbirle mutlaka ihramý (niyetlenmeyi) kastetmesi lâzýmdýr. Yoksa sâdece bildirmek için seslenirse namazý sahih olmaz. Hem ihramý hem i´laný kastederse þer´an kendisinden bekleneni yapmýþ olur.
Mübelleð (yani imamýn sesini cemaata eriþtiren kimse) dahi böyledir. Ýhramý kast etmeksizin sâdece imamýn sesini duyurmayý niyet ederse namazsýz kalýr. Onun duyurmasý ile, niyetlenenlerin de namazý namaz deðildir. Çünkü namaza girmemiþ birine uymuþlardýr. Ama o da aldýðý tekbirle hem ihramý hemde cemaata duyurmayý kast ederse þer´an kendisinden bekleneni yapmýþ olur. Bunun vechi þudur: Ýftitah tekbiri ya þart yahud rükündür. Binaenaleyh tahakkuk etmesi için mutlaka ihram Vani. namaza girme kasdý bulunmalýdýr.
Ýmamýn tesmi´ Mübelliðin tahmîd yapmâsý (yani, imamýn «semi allahûlimen hamide» müezzinin de «Rabbenâ lekel hamd» demesi) ve intikal tekbirlerini her ikisinin almasý ile bunlarla sâdece cemaata duyurmak bile kast edilse namaz bozulmaz. Fark þudur: Bildirmek istemek namazý bozmaz. Nitekim namazda olduðunu baþkasýna bildirmek için Subhanellah dese namazý bozulmaz. Maksat zikir ve ilâm kasdiyle tekbir almak olunca yalnýz ilâný kast ederse zikir etmemiþ gibi olur.
Tahrimen baþka yerde zikir etmemek namazý bozmaz. Biz bu hususta tenbih-u zev-il-efham adlý risâlemizde yeteri derecede söz ettik. Bundan sonra ki faslýn baþýnda da görüleceði vecihle imam ihram tekbiri ile rükûu niyet etse niyeti hükümsüz kalýr. Ama namaza giriþi sahihtir. Çünkü bu tekbirin yeri odur. Bunun müktezasý ayni tekbirle namaza girdiðini bildirmeyi de niyet etse sahih olmalýdýr. Þu da var ki sahih kavle göre bu tekbir þart deðil, rükündür. Þartýn tahsili deðil husuli lâzýmdýr. Lâkin bunun cevabý gelecektir, sonra bütün bunlar bizzat tekbirle ilâmý (bildirmeyi) kast ettiðine göredir. Tekbirle tahrimeyi âþikâra okumaklada bildirmeyi kast ederse bekleneni yapmýþ olur. Nitekim yukarýda geçti. Hâcetten fazla baðýrmak imama olduðu gibi mübelliga da mekruhtur. Ebu-Suûd hâþiyesinde þöyle denilmektedir: «Bilmiþ ol ki hacet yok iken teblið yani, imamýn sesini cemaata ulaþtýrmak mekruhtur.
Es-Siret-ül-Halebiyye´de beyân edildiðine göre bu halde teblið dört mezhebin imamlarýna göre kötü bir bid´attýr. Fakat ihtiyaç varsa müstehap olur. Gerçi Tahavî´nin: «Ýmamýn sesi cemaata ulaþýrda yine müezzin tebliðde bulunursa namazý fâsid olur. Çünkü buna ihtiyaç yoktur.» Dediðinakledilmiþse de bu söz yersizdir. Çünkü müezzin olsa olsa zikir sigasiyle sesini yükseltmiþtir. Hamavî diyor ki: Zannederim bu nakil Tahavî´nin üzerinden uydurulmuþ bir yalan olacaktýr. Çünkü kaidelere uymamaktadýr.»
METÝN
Altýncýsý : Gizlice Besmele çekmek, Yedincisi : Gizlice âmin demektir,
Sekizincisi: Sað elini sol elinin üzerine baðlayýp erkeklerin göbekleri altýna koymalarýdýr. Çünkü hazreti Ali (r.a.): «elleri göbeðin altýna koymak sünnettendir.» demiþtir. Bu bir de kan, parmaklarýnýn uçlarýna toplanýr korkusu ile yapýlýr.
Dokuzuncusu: Rükû tekbiridir,
Onuncusu: Keza rükûdan doðrularak dimdik durmaktýr.
Onbirinci: Rükûda üç defa tesbih getirmek ve topuklarýný birbirine yapýþtýrmaktýr.
Onikincisi: Rükûda elleri ile dizlerini tutmaktýr.
Onüçüncüsü: Erkeðin parmaklarýný açmasýdýr. Parmak açmak ancak rükûda, kapamak da ancak sücûtta menduptur.
Ondördüncüsü: Secde tekbiri,
Onbeþincisi: Keza secdeden dümdüz oturmak suretiyle doðrulmaktýr. Onatýncýsý: Secdeden doðrulurken tekbir almaktýr.
Onyedincisi: Secdede üç defa tesbih getirmektir.
ÝZAH
Bazýlarý besmele çekmenin vacip olduðunu söylemiþlerdir. Bu hususta ve diðer sünnetler hakkýnda sözün tamamý bundan sonraki fâsýlda gelecektir.
Âminin yeri fatihadan sonradýr. Münye sâhibinin beyânýna göre: «Ýmam veladdâllîn deyince cemaat ta âmin der.» Þübhesiz ki herkesin anladýðý da budur. Binaenaleyh bazýlarý: «fatihayý býrakýr da Rabbenâ lâ tüêhýznâ gibi bir âyet okursa eûzü besmele sünnet midir, deðil midir?» demiþlerse de âminde durulduðuna göre bunlarýn sözü söz götürür. Çünkü âmînin kýraattan sonra denilmesi fâtihaya mahsustur. Eûzü besmele ise fatihaya mahsus deðildir. Anlaþýlýyor ki onlarý çekmek gerekir. Teemmül et!
Erkekler tâbiri ile þârih kadýnlardan ihtiraz etmiþtir. Kadýnlarýn beyâný bundan sonraki fasýlda gelecektir.
Evvelce görüldüðü vecihle Kemal Ýbni Hümâm ve baþkalarý rükû olduðuna kaildirler. Delillere uyanda budur. Velev ki mezhepte meþhur olan kavle göre sünnet sayýlsýn. Rükû ve secdelerde tesbihi terk etmek yahut noksan býrakmak tenzihten mekruhtur. Nitekim gelecektir.
Rükûda parmaklarýný açmak ve dizlerini tutmak yalnýz erkeklere sünnettir. Çünkü kadýn ellerini dizlerinin üzerine koyar, parmaklarýný da açmaz. Nitekim Mi´rac´da da böyle denilmiþtir. Anla!
Bundan sonraki fasýlda görüleceði vecihle kadýn yirmibeþ yerde erkeðe muhaliftir. Þârih buradaZeyleî´de olduðu gibi asýl secdeden doðrulmanýn sünnet olduðuna iþâret etmiþtir. Hatta bir þeyin üzerine secde ederde sonra alnýnýn altýndan o þeyi alýnarak tekrar yere secde ederse baþýný kaldýrmasa bile caiz olur. Lâkin bu kavil Hidâye´de sahih kabul edilen kavlin hilâfýnadýr. Orada: «Esah kavle göre o kimse secdeye daha yakýn ise caiz deðildir. Çünkü secde halinde sayýlýr. Oturmaða daha yakýn ise caizdir. Çünkü oturmuþ sayýlýr.» denilmiþtir. Secdeden baþýný kaldýrmak farz olunca onun sünnet vecihle ifâsý dosdoðru oturmak suretiyle olur. Onun için þârih bununla kayýtlamýþtýr. Lâkin bu söz aþaðýda gelen «Ýki celse arasýnda oturmak» sözü ile birlikte tekrar sayýlýr. En doðrusu «dosdoðru oturmak» ibâresini atmaktýr.
METÝN
Onsekizincisi: Secdede ellerini ve dizlerini yere koymaktýr. Bunlarýn yerinin temiz olmasý bize göre lâzým gelir. Mecma´ Meðerki elinin üzerine secde etmiþ ola. Nitekim yukarýda geçmiþti.
Ondokuzuncusu: Teþehhüdde erkeðin sol ayaðýný yere döþemesi,
Yirmincisi: Ýki secde arasýnda oturmak,
Yirmibirincisi: Bu oturuþta teþehhüdde olduðu gibi ellerini uyluklarýnýn üzerine koymaktýr. Çünkü böyle yapýla gelmiþtir. Bu mesele metin ve þerh yazanlarýn ihmal gösterdikleri meselelerden biridir. Nitekim Þurunbulâlî´nin imdâd-ül-Fetâh adlý eserinde de böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Aþaðýda Münyeye nisbet edilerek izâhý gelecektir. anla!
Yirmiikincisi: Son oturuþta peygamber (s.a.v.)´e salavât getirmektir. Ýmam þâfiî: Allahümme salli ala Muhammed (Yârab Muhammed´e salât eyle) demenin farz olduðunu söylemiþtir. Ulema bunun þâzz ve icmaa muhâlif olduðunu söylemiþlerdir.
Yirmiüçüncüsü: Kullardan istenilmesi mümkün olmayan þeyle dua etmektir. Bundan sonra intikal tekbirleri hatta bir kavle göre kunut tekbiri ve imamýn tesmiî, imam olmayanýn tahmidi, selam için yüzü saða sola çevirmek kalýr.
ÝZAH
Secdede ellerle dizleri yere koymanýn sünnet olduðunu bir çok ulema söylemiþlerdir. Fakîh EbuI-Leys ise bunun farz olduðunu tercih etmiþtir. Þurunbulâli de buna göre hareket etmiþ ise de fetvâ farz olmadýðýna göre verilmiþtir. Nitekim Tecnis ve Hulâsa´da da böyle denilmiþtir. Fetih sâhibi vâcip olduðunu tercih etmiþtir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.)´in devam buyurmasý ve hadisin müktezâsý budur.
Bahýr sahibi «Ýnþaâllah en âdil kavil budur. Çünkü usule muvafýktýr» demiþtir. Hýlye sahibi dahi: «Bu kavil güzeldir mezhebin kaidelerine uygundur.» demiþ sonra onu te´yid eder sözler söylemiþtir. Ellerle dizleri yere koymak farz olmadýðý için onlarýn temas ettiði yerin de temiz olmasý lazým deðildir. Ellerim ve dizlerini pis yer üzerine koysa hiç koymamýþ gibi olur ve zarar etmez. Meþhur olan kavil budur. Lâkin namazýn þartlarý babýnda Münye´den arz etmiþtik ki ellerle dizlerin temas ettiði yerin temiz olmasý þart deðildir, diyen kavil þâzz bir rivâyettir. Sahih kavle göre namaz bozulur.
Nitekim Mevâhip, Nurul-Ýzah ve Münye metinlerinde de böyle denilmiþtir. Nehir sahibi: «münâsipolan budur. Çünkü umumiyetle metinler mutlaktýr.» demiþ bunu Hâniye´nin sözü ile te´yid etmiþtir. Münye þerhinde dahi: «Sahih olan budur. Çünkü uzvun pisliðe temas etmesi onu taþýmak mesâbesindedir. Velev ki o uzvu yere koymak farz olmasýn» denilmiþtir.
«Meðer ki elinin üzerine secde etmiþ ola.» Cümlesinden murad bedenine bitiþik olan eli ve elbisesinin kenarý gibi þeyler üzerine secde etmesidir. Bu istisnâ elin veya elbisenin altýndaki yerin temizliði þart koþulduðu için deðil. Secde yerinin temizliði þart koþulduðu içindir. O þahsa bitiþik olan el ve elbise gibi þeyler fâsýla olamaz ve sanki necâset üzerine secde etmiþ gibi olur.
Otururken sol ayaðýný yere döþeyerek sað ayaðýný dikmek gerek ilk oturuþta gerekse son oturuþta sünnettir. Çünkü peygamber (s.a.v.) böyle yapmýþtýr. Gerçi her iki ayaðýný sað taraftan çýkararak çantýsý üzerine oturduðu dahi rivayet edilmiþse de bu onun ihtiyarlýk ve zaiflik haline hamledilmiþtir. Ýki secde arasýnda dahi söylediðimiz þekilde oturur. Nitekim þeyh Kâsým´ýn fetevâsýnda ve diðer kitablarda da böyledir. Kadýn hakkýnda sünnet vecih ayaklarýný sað taraftan çýkararak çantýsý üzerine oturmaktýr. Nitekim gelecektir.
«Ýmam Þâfiî´nin kavlý þâzz ve icmaa muhâliftir.» Diyenler Tahavî, Ebû Bekir Razî, Ýbn-i Münzîr, Hattabî, Begavî ve ibn-i Cerîr-i Taberî gibi seçkin ulemadýr. Lâkin bazý sahâbe ve tabiinden Þâfiî´nin kavline muvafýk rivayetler nakledilmiþtir. Bahýr. Duadan murad: Selâmdan önceki duadýr ki bundan sonraki faslýn sonunda beyân edilecek. selâm verdikten sonra okunacak tesbih vesairede bildirilecektir.
Ýmam olmayandan murad: Cemaat ve yalnýz kýlanlardýr. Lâkin aþaðýda görüleceði vecihle yalnýz kýlan tesmî´ ve tahmidin ikisini birden (yani hem semiallâhuyu hem rabbenâ lekelhamd-ý) söyleyecektir. Ýmameyne göre bunlarý imamda söyler. Bu kavil Ýmam A´zam´dan bir rivayettir. Þurunbulâli mukaddimesinde bunu kat´i lisanla söylemiþtir.
Selam verirken saðdan baþlayarak yüzü saða sola çevirmek verdiði selâmla imamý, cemaâtý hafaza meleklerini ve cinlerin sulehâsýný niyet etmek sünnettir. Nitekim bundan sonraki fasýlda gelecektir.
Ýkinci selamýn birinciden daha alçak sesle verilmesi, cemaatýn selamýnýn imamýn selamý ile birlikte olmasý. mesbûkun imam selâm verinceye kadar beklemesi dahi sünnettir. Nurul-Ýzah´da da böyle denilmiþtir. Orada sünnetlerin ellibire çýkarýldýðýný söylemiþtik. Lâkin nâm eserde bunlarýn bazýlarý müstehaplardan sayýlmýþtýr.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 17:55:14
NAMAZIN MEKRUHLARI
Mûtad þekilde giymeksizin elbisesini sarkýtmak yasak edildiði için tahrimen mekruhtur. Burada bahis edilen kerahet kerahet-i tenzihiyeye de þâmildir. Keraheti tenzihiyenin merciî evlânýn hilâfýdýr. Ýki Keraheti birbirinden te´yiden delildir. Delilin sübûtu zanni olurda bu manadan deðiþtiren bir þeyde bulunmazsa keraheti tahrimiye, aksi halde keraheti tenzihiyedir. Kezâ yenli kafdan giyip yenlerini arkaya sarkýtmak mekruhtur. Bunu Halebî söylemiþtir. Omuzlarýndan sarktýðý þal ve mendil de böyledir. Yalnýz bir omuzundan sarkýtýrsa mekruh olmaz. Nitekim esah kavle göre özür halinde ve namaz dýþýnda da mekruh deðildir. Hulasa´da beyan edildiðine göre bir kimse namazda elini cübbesinin yenine sokmazsa muhtar kavle göre mekruh olmaz. Yeni salar mý yoksa tutar mý meselesi ihtilâflýdýr. Tutmasý daha ihtiyattýr. Kuhistânî.
ÝZAH
Mekruh meselesinde Bahýr sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu babta mekruh iki nevidir. Biri kerâheti tahrimiye ile mekruh olandýr. Bu kelime mutlak zikir edilince keraheti tahrimiyeye hamledilir. Nitekim Feth´in zekât bahsinde beyan edilmiþtir. Keraheti tahrimiye vacip derecesinde olup vacip ne ile sâbit olursa o da onunla sabit olur. Yani subûtu veya delâleti zannî olan delille sübût bulur. Çünkü vacip de sûbutu veya delâleti zannî olan emirle sâbit olur. Ýkincisi keraheti tenzihiyedir. Bunun merciî terki evlâ olmaktýr. Hýlye´de zikir edildiði vecihle fukaha çok defalar mekruh kelimesini mutlak söylerler. Bu hal karþýsýnda onlarýn mekruh dedikleri þeyin mutlaka deliline bakmak icap eder. þayet zannî bir yasak ise keraheti tahrimiye ile mekruh olduðuna hüküm edilir. Ancak yasaðý tahrimeden mendup manasýna deðiþtiren bir þey bulunursa ona göre hüküm verilir. Delil yasak manasýný ifade etmezde yalnýz katî olmamak þartiyle terkini bildirirse bu da keraheti tenzihiye ile mekruh olur.»
Ben derim ki: Þöyle de tarif olunur: Mekruh, hususi yasak delîli olmayan þeydir. Meselâ: Bir vacibin veya sünnetin terkini içine alan fiil böyledir. Vacibin terki keraheti tahrîmiye sünnetin terki ise keraheti tenzihiye ile mekruhtur. Lâkin sünnetin kuvvetine göre keraheti tahrimiye ye yoklaþmak ve þiddet hususunda keraheti tenzihiyenin dereceleri deðiþir. Zira sünnet, vacip ve farzýn ve bunlarýn zýdlarý olan yasaklarýn muhtelif dereceleri olduðu gibi müstehâbýn da muhtelif dereceleri vardýr. Bunu Münye þârihi bildirmiþtir. Mekruhlarýn sonunda kitabýmýzda tamamý gelecektir.
Sarkýtmayý münye þârihi þöyle tarif etmiþtir: «Sarkýtmak giymeksizin aþaða salmaktýr. Þu zaruretten dolayýdýr ki, gömlek ve benzeri þeylerin eteklerini salmaya sarkýtmak denilemez.» Benzeri sözünde sarýðýn ucu da dahildir. Bahýr sahibi diyor ki: «Kerhî bunu þöyle tefsir etmiþtir: Elbisesini baþýnýn veya omuzlarýnýn üzerine koyar ve þâyet don giymemiþse kenarlarýný etraftan sarkýtýr. Ýmdi sarkýtmanýn keraheti avret yerinin açýlmasý ihtimalindendir. Don giydiði halde sarkýtýrsa keraheti ehli kitaba benzediði içindir. Yani sarkýtmak mutlak surette mekruhtur. Bunu büyüklenmek için veya baþka bir sebeple yapmak hükmen müsâvidir.» Bahýr sahibi bundan sonra þöyle diyor: «Fukahanýn sözlerinden anlaþýlan, elbisenin düþmekten korumak için konulmasiyle bu maksatla konulmamasý arasýnda fark olmasýný gerektirmektedir. Buna göre baþa konulan taylasan mekruhtur. Vikâye þârihi açýklamýþtýr.» Yani boynuna dolamadýðý zaman demek istemiþtir. Dolarsa sarkýtmak yoktur.
Yenli kaftanýn misâli Rum ili kaftanlarýdýr. Bunlarýn yenlerine omuz baþlarýndan çelik acarlar. Namaz kýlan kimse bu delikten kolunu çýkarýrda yeni arkaya sarkýtýrsa bu da mekruhtur. Çünkü bu da giymeden sarkýtma sayýlýr. Yeni giymek kolu onun içine sokmakla olur. Meselenin tamamý MünyeÝZAH
Elbiseyi önünden olsun, secdeye giderken arkasýndan olsun kaldýrmak mekruhtur. Bahýr.
Hayreddin Remlî burada ki kerahetin keraheti tahrimiye olduðunu bildirmiþtir. Elbiseyi topraktan korunmak için kaldýrmak da mekruhtur. Bahýr sâhibinin Müctebâ´dan nakline göre bazýlarý: «Topraktan korumak için olursa beis yoktur.» demiþlerdir.
Þârih: «yen ve paçasýný sývayanýn yaptýðý gibi» sözü ile kerahetin yalnýz namazda elbiseyi toplamcýða mahsus olmadýðýna iþâret etmiþtir. Nitekim Münye þârihi de bunu anlatmýþtýr. Lâkin kýnye´de: «Namazdan önce bir iþ için yenlerini sývayan yahud o kýlýkta gezen bir kimsenin o hâli ile namaz kýlmasý ihtilaflýdýr.» denilmiþtir. Bunun bir benzeri de abdest almak için sývanan, sonra ilk rekatta imama yetiþmek için acele eden kimsedir. O haliyle namaza girer ve bizde bunun mekruh olduðunu söylersek acaba efdal olan, namaz içinde az bir amel (hareket) ile yenlerini salmakmýdýr; yoksa hâlý üzere býrakmak mýdýr? bunu bir yerde görmedim.
Birincisi (yani salmak) daha zâhir görünmektedir. Buna delil: Þârihin aþaðýda gelen: «Serpuþ düþerse efdal olan onu alýp geymektir.» Sözüdür.
Þunu da söyleyelim ki: Hulâsa ve Münye´de kerâhet, yenlerini dirseklerine kadar kaldýrýrsa diye kayýtlanmýþtýr. Bundan anlaþýlan, daha aþaðýya kaldýrmanýn mekruh olmamasýdýr.
Bahýr sahibi diyor ki: «Zâhir olan mutlak mânâdýr. Çünkü elbiseyi toplamak sözü hepsine sâdýk ve þâmildir.» Hýlye´de dahi böyle denilmiþtir. Kezâ el´münyet-ül kebîr þerhinde: «Dirsekler kaydý tesâdüfen konmuþtur. Hem bu izâhat kollarýný namaz dýþýnda sývayýp sonra namaza baþladýðýna göredir. Namaz içinde kollarýný sývarsa namaz bozulur. Çünkü amel-î kesîrdir.» denilmiþtir.
Namazda elbise ve bedeni ile oynamaktan murad: Faydasýz bir amel de bulunmaktýr. Nihâye´de þöyle denilmektedir: «Hâsýlý: Namaz kýlana fâydalý olan her amel zararsýzdýr. Bunun aslý þu hadistir: «Peygamber (s.a.v.) namazýnda terledi ve alnýndan teri sildi.» Çünkü ter kendisini rahatsýz ediyordu. Ve silmek faydalý oldu. Yaz zamaný secdeden kalkýnca elbisesinin saðýný solunu silkiyordu. Çünkü þekil kalmasýn diye bu faydalý idi. Faydalý olmayan amel ise abestir. (oyundur). «Þekil kalmasýn» sözünden murad: Bud ve kalçalarýnýn þeklidir. Nitekim Sa´diye hâþiyesinde beyân olunmuþtur. Yoksa silkmesi toz toprak kalmasýn diye deðildir. Binaenaleyh Bahýr´da Hýlye´den nakl edilen itiraz vârid deðildir. Orada: «Topraklanmasýn diye elbiseyi kaldýrmak mekruh olunca. elbiseyi topraktan silkmek faydalý bir amel olamaz.» denilmiþtir.
Namazda elbise ve bedeni ile oynamayý yasak eden delil Kudâî´nin tahric ettiði þu hadistir: «Þüphesiz Allah sizin için üç þeyi yani namazda elbise ve bedenle oynamayý, oruçda ayýp açýk þeyler konuþmayý ve kabristanda gülmeyi kerih görmüþtür.» Bahýr´da bildirildiðine göre burada ki kerahet keraheti tahrimiyedir. «Ancak hâcet varsa câiz olur.» Yani yediði zararlý bir þeyden vücûdu kaþýnmak. rahatsýz eden teri silmek gibi bir hâcetten dolayý abes sayýlan bir þeyle meþgul olmak câizdir. Ama bu amel-i kesîr olmamak þartiyledir.
Feyz´de þöyle deniliyor: «Bir rükünde bir el ile üç defa kaþýmak her defasýnda elini kaldýrýrsa namazý bozar.» Cevhere´de ise fetevâ´dan naklen: «Ulema kaþýmak meselesinde ihtilâf etmiþlerdir. Bazýlarý bir defa gidip gelmek bir sayýldýðýný, bir takýmlarý deðinmenin bir. gelmenin ayrý bir kaþýma sayýldýðýný söylemiþlerdir.» denilmektedir. «Namaz dýþýnda elbise ve bedenle oynamakta beis yoktur.» Gerçi Hidâye´de bunun haram olduðu bildirilmiþse de Surucî buna itirazla: «Bu söz götürür. Çünkü namaz dýþýnda elbise ve bedenle oynamak evlânýn hilâfýdýr. (yapýlmamasý daha eyidir.) Ama haram deðildir. Hadis bunu namazda olmakla kayýtlamýþtýr.» demiþtir. Bahýr.
Vikâye þerhinde her günlük elbise: «Evinde geydiði ve büyüklerin huzuruna çýkarken geymediði elbisedir.» diye tarif edilmiþtir. Anlaþýlýyor ki, bunda ki kerahet keraheti tenzihiyedir.
Tenbellikten dolayý baþ açýk kýlmaktan murad: Baþýný örtmeyi sýkýntý verici saymak, bunu namazda mühimsememek ve onun için terk etmektir. Ulemanýn namaza aldýrýþ etmeyerek baþ açýk kýlarsa» demelerinin mânasý budur. Namazý tahkir deðildir. Çünkü namazla alay ve onu tahkir küfürdür. Münye þerhi, Hýlye´de: «Tenbelliðin aslý istemediði için ameli terk etmektir. Kudreti olmadýðý için terk ederse aciz olur.» deniliyor.
«Tevâzu için baþ açýk namaz kýlmakta beis yoktur.» Münye þerhinde bildirildiðine göre bu sözde bunu yapmamanýn evlâ olduðuna, kalbiyle huþû ve tevâzu gösterilmesine zira bunlarýn kalb iþi olduklarýna iþâret vardýr. Münye þerhinden sonra Ýmdâd sâhibi dahi Tecnis´den naklen: «Huþû ve tevâzu müstehabtýr. Çünkü namazýn esasý huþû üzerine kurulmuþtur.» demiþtir.
Ben derim ki: Huþûun korku gibi kalb fiillerinden mi yoksa hareket sükûn gibi âzânýn fiillerinden veya ikisinden mi olduðu ihtilâflýdýr. Hilye´de þöyle denilmiþtir: «Huþûun kalb fiillerinden olmasý daha uygundur. Âriflerin buna ittifak ettikleri rivâyet olunur. Tevâzu göstermek, bakýnmamak. sesi kesmek, âzayý sâkin tutmak huþûun lazýmlarýdýr. Baþýný açmak kalbdeki huþûu gerçekleþtirmekten ileri geliyorsa o zaman açýlmasýnda beis olmadýðý söylenebilir.
Fetevâyý Ahâbiye´de nassan bildirilmiþtir ki, bir kimse bunu bir özürden dolayý yaparsa mekruh olmaz. Özür yoksa metinde bildirilen tafsilâta gidilir. Bu söz güzeldir. Bazý Ulemanýn: Baþý açmak sýcaktan dolayý veya hafiflemek için olursa mekruhtur. dedikleri rivâyet edilmiþtir. Bunlar sýcaðý özür saymamýþlardýr ki, ihtimalden uzak deðildir.» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
METÝN
Büyük ve küçük abdest yahud bunlardan biri veya yellenme sýkýþtýrdýðý halde namaza durmak mekruhtur. Çünkü yasak edilmiþtir. Saçýný hotuz yapmak da mekruhtur. Çünkü toplanmasý yasak edilmiþtir. Velev ki bir araya getirmek veya uçlarýný namazdan önce köklerine sokmak suretiyle olsun. Bunu namazda yaparsa namazý bozar. Zira bilittifak ameli kesîrdir. Yine yasak edildiði için secde yerinden ufak taþlarý atmak mekruhtur. Ancak tam secde etmek için olursa bir defaya ruhsat verilmiþtir. Ama terki evlâdýr. Kezâ nehi vârid olduðu için parmaklarýný çatlatmak ve birbirine örmek namazý beklerken veya mescide giderken bile olsa mekruhtur. Namaz dýþýnda bir hâcetten dolayý olursa mekruh deðildir.
ÝZAH
Hazâin´de deniliyor ki: «Büyük ve küçük abdest namaza baþladýktan sonra sýkýþtýrsýn öncesýkýþtýrsýn müsâvidir. Eðer o kimseyi meþgul ediyorsa vaktin çýkacaðýndan korkmadýðý takdirde namazý bozmalýdýr. Tamamlarsa günahkâr olur. Çünkü ebû Davud´un rivayet ettiði bir hadiste: «Allah´a ve âhiret gününe iman eden bir kimseye abdesti sýkýþtýrdýðý halde namaz kýlmasý helâl olmaz. Hafifleyinceye kadar bu böyledir.» buyurulmuþtur. Hazâin sahibinin zikir ettiði günahý Münye þârihi de açýklamýþ ve bunun keraheti tahrimiye ile kýlmaktan ileri geldiðini söylemiþtir. Þimdi þu kalýr: Bir kimse cemâatý kaçýracaðýndan ve o cemâattan baþkasýný bulamayacaðýndan korkarsa, elbisesinde dirhem miktarý pislik gördüðünde onu yýkamak için namazý bozduðu gibi burada da bozar mý bozmaz mý? doðru cevap birincisi yani bozmasýdýr. Çünkü sünnet olan cemâatý terk etmek namazý kerahetle kýlmaktan evlâdýr. Nitekim dirhem miktarý pisliði yýkamak için namazý bozmak böyledir. Zira pisliði yýkamak vacibtir. Onu yapmak sünneti yapmaktan evlâdýr. Dirhem miktarýndan az olan pislik böyle deðildir. Onun yýkanmasý müstehabtýr. Binaenaleyh onun için sünnet-i müekkede olan cemaat terk edilemez. Münye þârihi bunu böyle incelemiþtir.
T E N B Ý H : Hýlye sahibi inceleyerek beyân etmiþtir ki, cenâze namazýný kaçýracaðýndan korkmak vakit namazýný kaçýracaðýndan korkmak gibidir. Kerahet bütün namazlarda hatta nâfilelerde câridir. Sacý hotuz yapmaktan murad: Belik örerek tepesine toplamak ve zamkla tutturmak yahud beliklerini bazan kadýnlarýn yaptýðý gibi baþýnýn etrafýna dolamak veya bütün saçlarýný arkaya toplayarak secde hâlinde yere düþmesin diye iplik ve bezle baðlamaktýr. Bunlarýn hepsi mekruhtur. Çünkü Taberânî´nin beyânýna göre Peygamber (s.a.v.) erkeði baþý hotuzlu namaz kýlmaktan men etmiþtir. Altý hadis imamýnýn rivâyet ettikleri bir hadiste Resûlûllah (s.a.v.): Ben yedi uzuv üzerine secde etmeðe: Saçýmý ve elbisemi toplamamaða me´mur oldum.» buyurmuþtur. þerhi Münye. Hilye´de Nevevî´den nakl edildiðine göre burada ki kerahet-i tenzihî´dir. Hýlye sahibi bundan sonra: «Hadislerin ibârelerine en uygun olan bu kerahet-i tahrimiye olmasýdýr. Meðer ki tenzihiye olduðuna icmâ sâbit ola. Bu takdirde onunla amel taayyün eder.» demiþlerdir.
Secde yerinden taþ atmayý yasaklayan delil Abdürrezzâk´in hazreti ebu Zer (r.a.) dan tahriç ettiði þu hadistir. «Peygamber (s.a.v.) e her þeyi hatta secde yerinden taþ atmayý bile sordum. Yâ bir defoda at yahud býrak! buyurdu.» Altý hadis imamýnýn hazreti Muaykýb´den rivâyet ettikleri bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.): «Namaz kýlarken secde yerinden taþ atma! Mutlakâ atmadan olmayacaksa bir defa at!» buyurmuþlardýr. Münye þerhi. Þârihin ruhsatý «tam secde etmek için olursa...» diye kayýtlamasý taþlarý atmadan alnýný hiç bir yere koyamazsa bir defadan fazla bile olsa taþlarý atmak alettâyin lazým geldiði içindir. Secde yerinden taþ atmayý terk etmek evlâdýr. Çünkü bir hüküm sünnetle bid´at arasýnda kalýnca bid´atý iþlemektense sünneti terk etmek tercih olunur. Halbuki namaza baþlamadan secde yerini düzeltmek mümkündür. Bahýr.
Namaz içinde parmak çýtlatmak ve parmaklarýný bir birine geçirmek þu delillerle yasak edilmiþtir: Ýbn Mâce´nin merf´u olarak rivâyet ettiði bir hadiste: «Namazda iken parmaklarýný çýtlatma!» buyurulmuþtur. Müçtebâ´da rivâyet olunduðuna göre mescidde oturup namaz beklerken parmak çýtlatmak yasak edilmiþtir. Bir rivâyette «namaza giderken parmak çýtlatmak yasak edildi.» denilmiþtir. Ýmam Ahmed´le ebû Davud´un ve baþkalarýnýn merfû olarak rivâyet ettikleri bir hadisde: «Biriniz güzelce abdest alýp namaz maksadiyle evinden çýktýðý vakit ellerini birbirine geçirmesin. Çünkü o kimse namazdadýr.» buyurulmuþtur. Mi´rac´da nakl edildiðine göre namazda el çatmak ve parmak çýtlatmak icmâan mekruhtur. Hýlye ve Bahýr´da «bu kerahetin kerahet-i tahrimiye olmasý gerekir.» denilmektedir. Bir hâcetten dolayý olursa Namaz dýþýnda bunlar mekruh deðildir. Bu sözden murad: Namaza tâbý olmayan fiillerde demektir. Çünkü yukarýda geçtiði vecihle namaza gitmek ve namaz için mescidde oturmak namaz hükmündedir. Sahihaynda rivâyet edilen bir hadisde: «Sizden birinizi namaz habs ettiði müddetçe o kimse namazdadýr.» buyurulmuþtur. Burada ki hâcetten murad:
Parmaklarý rahatlatmaktýr. Hâcet yokken boþ yere çatmak ve çýtlatmak kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur. Namaz dýþýnda parmak çýtlatmanýn mekruh olduðuna nassan tenbih edilmiþtir.
Parmaklarý çatmaya (birbirine geçirmeðe) gelince: Hýlye sahibi: «Ulemamýzdan bu hususta hiç bir þeye rastlamadým. demiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki, boþ yere deðil de sahih bir maksatla velev ki parmaklarý rahatlatmak için olursa mekruh deðildir. Peygamber (s.a.v.) den sahih olarak rivâyet edilmiþtir ki: «Mü´min mü´min için bir birini perçinleyen binâ gibidir.» buyurmuþ ve parmaklarýný birbirine geçirmiþtir. Çünkü bu, mânâyý temsil içindir ki o da hissi þekilde yardýmlaþma ve birbirleriyle dayanýþmadýr.
METÝN
Tehassur yani ellerini böðrüne koymak yasak edildiði için mekruhtur. Namaz dýþýnda ise tenzihen mekruh olur. Bütün yüzü ile veya yüzünün bir kýsmýný çevirerek bakmak da yasak edildiði için mekruhtur. Göz ucu ile bakmak tenzihen mekruhtur. Göðsünü döndürerek bakmak iç.e evvelce geçtiði vecihle özürsüz olursa namazý bozar. Yüzü kýbleden çevirmek namazý bozar diyen de olmuþtur. Bunu diyen Kâdýhan´dýr. Fakat mutemed kavle göre bozmaz. Köpek gibi ayaklarýný dikerek oturmak, erkeðin secde halinde kollarýný yere döþemesi de yasak edildiði için mekruhtur.
ÝZAH
Sahihaynda ve diðer hadis kitablarýnda rivâyet olunduðuna göre Peygamber (s.a.v.) namazda elleri böðürlere koymaktan men etmiþtir. Tahassur hakkýnda baþka te´villerde varsa da en güzeli þârihin dediði gibi böðrüne koymaktýr. Meselenin tamamý Münye þerhi ile Bahýr´dadýr.
Bahýr sahibi: «Öyle anlaþýlýyor ki mezkûr nehiden dolayý namazda bu kerahet tahrimîdir.» demiþtir, birde bunda sünnet vecihle el baðlamayý terk vardýr. Nitekim Hidâye´de bildirilmiþtir. Yalnýz bu ikinci illet kerahet tahrimiye iktiza etmez. Evet elleri böðründen baþka bir uzvun üzerinede koymanýn mekruh olduðunu iktiza eder.
Namazda bakýnmayý yasak eder. delil. Tirmizi´nin hazreti Enes´den rivâyet ederek sahihlediði þu hadistir: «Sakýn namazda bakýnma! çünkü namazda bakýnmak helâk olmaktýr. Mutlaka bakýnmak lazýmsa farzda deðil de hiç olmazsa nâfilede olsun!» Buharî´nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.): «Namazda bakýnmak bir hýrsýzlamadýr. Þeytan onu kulun namazýndan çalar.» buyurmuþtur. Gâyedebakýnma özürsüz olursa diye kayýtlanmýþtýr. Burada ki kerahetin keraheti tahrimiye olmasý gerekir. Nitekim hadislerin zahiri de bunu göstermektedir. Bahýr.
Zeyleî ile Bâkanî´nin Mültekâ þerhinde bildirildiðine göre göz ucuyla bakmak yüzü hiç yerinden çevirmemek suretiyle olursa mubahtýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.) namazýnda gözünün ucuyla eshâbýna bakardý. Bu söz buradakine aykýrý düþmemek için keraheti tenzihiye ihtiyaç olmadýðý zamana hamledilir. Yahud mubahtan þer´an memnu olmayan mânâsý kast edilir. Evlânýn hilâfý memnu deðildir.
«Yüzü kýbleden çevirmek namazý bozar.» Diyenlerden biride Hulâsa sâhibidir. En münâsibi bilumum kitablarda denildiði gibi mekruhtur. demektir. Namazý bozmaz. Bunun namazý bozmamasý Münye ve Zahîre´de derhal kýbleye dönmekle kayýtlanmýþtýr.
Bahýr sahibi diyor ki: «Galiba münye sahibi feteva kitablarý ile umum fýkýh kitablarýnda bildirilenleri toplamýþ; bozar diyenlerin sözünü derhal kýbleye dönmediði, bozmaz diyenlerin sözünü de derhal döndüðü surete haml etmiþtir ki her halde birincinin amel-i kesîr, ikincinin amel-i kalil (az meþguliyet) olduðuna bakmýþ olacaktýr. Ama ihtimalden uzaktýr. Zira bu az amele devam onu çok amel yapmaz. Çok amel ancak göðsünü kýbleden çevirmektir.»
Ben derim ki: Bütün yüzü ile saða ve sola uzun zaman bakarsa uzaktan onu gören namazda olmadýðýna þübhe etmez. Bana öyle geliyor.
Köpek gibi oturmak meselesine gelince: Bu bapta Nehir´de þöyle denilmiþtir: Çünkü Peygamber (s.a.v.) köpek gibi oturmaktan nehi buyurmuþtur».
Tahavi bu oturuþu: Çantýlarýnýn üzerine oturup uyluklarýný dikmek dizlerini göðsüne toplayarak ellerini yere koymaktýr. diye tarif etmiþtir.
Kerhî ise: Ayaklarýný dikip ökçeleri üzerine oturmak ve ellerini yere koymaktýr. demiþtir. Ekser ulemanýn kabul ettikleri esah kavil birincisidir. Yani hadisden murad odur. Yoksa Kerhî´nin söylediði mekruh deðildir mânâsý kasd edilmemiþtir. Fetih´dede böyle denilmiþtir. Bahýr sahibi: «Birinci kavle göre kerahetin tahrime. ikinci kavle göre tenzihiye olmasý icap eder.» diyor.
Ben derim ki: Ýkinci kavle göre kerahetin tenzihî olmasý bu fiil köpek oturuþu olmadýðýna binâendir. Kerahet ancak sünnet vecihle oturuþu terk ettiðindendir. Nitekim Bedâyi´de bununla ta´lil edilmiþtir. Köpek oturuþu Kerhî´nin kavli ile tefsir edilirse ahkâm tersine döner.» Nehir´in sözü burada sona erer.
Bahýr sahibi diyor ki: «Söylendiðine göre bundan nehiy edilmesi tenbellerin sýfatý olduðu ve hali tahkir edildiði içindir. Hem bunda yýrtýcýlara ve köpeklere benzemek vardýr. Anlaþýlýyor ki, burada ki kerahet kerahet-i tahrimiyedir. Çünkü nehiy mevcuttur. Bu mânâdan deðiþtirecek bir þeyde yoktur
METÝN
Namaz kýlan kimsenin insan yüzüne karþý durmasý mekruhtur. Nitekim insanýn bütününe karþý durmasý da böyledir. Ýnsana karþý namaza durmak namaz kýlandan gelmiþse kerahet onadýr. Aksi halde duran kimseye aittir. Velev ki uzak olsun. Yeter ki arada mani bulunmasýn. Evvelce görüldüðüvecihle eli veya baþý ile selâm almak ta mekruhtur.
FERÝ BÝR MESELE: Namaz kýlan kimseye söz söylemekte, onunda baþiyle cevap vermesinde beis yoktur. Mesela: Ondan bir þey istenir yahud bir dirhem gösterilerek bu geçer mi denildiðinde baþiyle evet veya hâyýr diye iþâret eder. Yahud kaç rekat kýldýnýz diye sorulurda e!i ile iki rekat kýldýðýna iþâret eder. Ama ileri denilirde ilerlerse yahud safa biri girerde hemen ona yer açarsa namazý bozulur. Bunu Halebî ve baþkalarý söylemiþlerdir. Evvelce Bahýr´dan nakl ettiðimiz bunun hilafýnadýr özürsüz baðdaþ kurarak oturmak tenzihen mekruhtur. Çünkü bunda sünnet vecihle oturuþu terk etmek vardýr. Namaz dýþýnda ise mekruh deðildir. Zira Peygamber (s.a.v.) eshabýnýn yanýnda ekseriyetle baðdaþ kurarak otururdu. Ömer (r.a.) da öyle yapardý. Esnemekte mekruhtur. Velev ki namaz haricinde olsun. Bunu molla Miskîn söylemiþtir. Çünkü esnemek þeytandandýr. Peygamberler ondan mahfuzdurlar.
Hâsýlý: Köpek oturuþu iki þeyden dolayý mekruhtur. Biri neniy edildiðinden, biride sünnet vecihle oturuþu terk ettiðinden dolayýdýr. Köpek oturuþu Tahavî´nin dediði gibi tefsir edilirse - ki esah olan odur - kerahatý tahrimiye ile mekruh olur. Çünkü bu hususta nehiy vardýr. Kerhî´nin sözüne göre kerahet tenzihiye ile mekruh olur. Zira sünnet vecihle oturuþu terk etmiþtir. Hâssatan o þekil için nehiy bulunmadýðý için kerahet tahrimiye ile mekruh olmaz. Köpek oturuþu Kerhî´nin sözüne göre tefsir edilirse mezkûr hüküm aksine döner.
Ben derim ki: El Muðrip nâm eserde bu oturuþ Tahavî´nin sözüne göre tefsir edildikten sonra þöyle denilmiþtir: «Fukahanýn tefsiri iki secde cantýlarýný ökçeleri üzerine koymaktýr. þeytan ökçeside budur.» Bedâyi´de bu söz Kerhî´ye nisbet edilmiþ ve: «Hadisde yasak edilen þeytan ökçesi budur,» denilmiþtir.
Hadisden murad: Müslim´in Âiþe (r.a.) dan rivâyet ettiði þu hadistir: «Rasûlüllah (s.a.v.) þeytan ökçesini ve erkeðin kollarýný yýrtýcý hayvan gibi yere döþemesini yasak ederdi.» Bir rivayette «þeytan nöbeti» denilmiþtir ki, bu da mekruhtur. Nitekim Hýlye ve diðer kitablarda beyân edilmiþtir. Allâme Kâsým fetevâsýnda þunlarý söylemiþtir: «Ayaklarý dikip ökçeleri üzerine oturmaya gelince: bildiðimize göre bütün oturuþlarda hilâfsýz mekruhtur. Yalnýz Nevevî´nin bildirdiði vecihle Ýmam Þâfiî´nin bir kavlinde iki secde arasýnda müstehap imiþ.»
Erkeðin secde halinde kollarýný yere döþemesi mekruhtur. Yukarýda geçen hadise teb´an «erkeðin» kaydý bumda da zikir edilmiþtir Birde kadýn yere döþenir.
ÝZAH
Buharî´nin sahihinde bildirildiðine göre hazreti Osman (r.a.) namaz kýlan kimsenin karþýsýna durmayý kerih görmüþtür. Kâdý lyâz bu kavli ekser ulemadan nakl etmiþtir. Tamamý hýlye´dedir.
Münye þârihi diyor ki: «Bezzâr´in hazreti Ali´den rivayet ettiði þu hadisde buna haml edilmiþtir: Peygamber (s.a.v.) bir odama karþý namaz kýlan birini gördü de ona namazý tekrar kýlmasýný emir buyurdu. Tekrarlama emri keraheti gidermek içindir. Çünkü kerahetle eda edilen her namazýn hükmü budur. Yoksa namaz bozuldu diye deðildir.» Anlaþýlan burada ki kerahet kerahet-itahrimiyedir. Sebebi yukarýda beyân ettiðimizdir. Birde Hýlye´de imam ebû Yusuf´tan nakl edilen kavildir. Ebu Yusuf: «Ýnsana karþý namaz kýlan kimse câhil ise öðretirim. Hükmünü bilirse kendisini te´dip ederim.» demiþtir. Bu hal surete tapanlarýn ibâdetine de benzer.
Arada mâni bulunmazsa uzaktan bile olsa namaz kýlanýn karþýsýna durmak mekruhtur. Münye þârihi: «Eðer aralarýnda üçüncü bir þahýs bulunurda arkasý namaz kýlana dönük olursa mekruh deðildir. Zira kerahat sebebi yoktur. Kerahetin sebebi surete tapmaya benzemektir.» diyor. Bu sözden anlaþýldýðýna göre ayaða kalktýðýnda yüz yüze gelse bile kerahet yoktur. Nitekim Nehir ve Hilye´de böyle denilmiþtir. Hilye sahibi bu sözü daha uygun görmüþ ve: «Oturan kimse namaz kýlana sütre olur ve arkasýndan geçmek mekruh deðildir. Burada da öyledir. Arada perde sayýlýr.» demiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Zahîre´de Ýmam Muhammed´in asýlda ki kavli nakl edilmiþ: «imam, hizasýnda namaz kýlan kimse bulunmamak þartiyle dilerse yüzünü cemâata dönebilir.» denilmiþtir. Zahîre sahibi bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «(Ýmam Muhammed namaz kýlanýn ilk safda mý yoksa son safda mý olduðunu ayýrmamýþtýr. Zâhir mezhep budur. Çünkü namaz kýlanýn yüzü ayakta iken imamýn yüzüne karþý geliyorsa aralarýnda saflar bile olsa mekruhtur.» Sonra gördüm ki Hayreddin Remlî itirazý def edemeyen bir cevap vermiþtir. En doðrusu yukarýda Münye þerhinden naklen bildirdiðimizin zâhir rivâyenin hilâfýna bina edilmiþ olmasýdýr.
Namazda eli ve baþý ile selâm almak mekruhtur. Bunu namazý bozan þeyler bahsinde görmüþtük. Orada bu kerahatin tenzihi olduðunu da kayýt etmiþtik. Baþý ile selâm almak hususunda imdâd sahibi þunlarý söylemiþtir: «Bu babta Âiþe (r.a.) eser vârid olmuþtur. Namaz kýlana söz söylemek hakkýnda da öyledir. Teâlâ hazretleri: «O mihrabta namaz kýlarken melekler kendisine seslendiler!» buyurmuþtur. Acaba namazdan sonra o selâmý cevaplandýrýr mý Hattabî ile Tahavî´nin beyânlarýna göre Peygamber (s.a.v.), ibn Mes´ud´un namazdan çýktýktan sonra kabul etmiþtir. Mecma-ar-Rivâyat´ta böyle denilmiþtir. «Ama ilerle denilirde ilerlerse ilh.» sözü þârihin evvelce ileride geleceðini vâad ettiði sözdür. Bu vâadi imamlýk bahsinde «imamýna âyeti hatýrlatmasý» cümlesinden az önce söylemiþtir. Bizde orada Þurunbulâliye´den naklen bu sözün zaif olduðunu bildirmiþtik. H.
Özürsüz namazda baðdaþ kurmak mekruhtur. Özürden dolayý olursa mekruh deðildir, çünkü özürden dolayý vacip bile terk edilir. Sünnetin terk edilmesi evleviyette kalýr. Ýbn Hýbbâ´nýn sahihinde Peygamber (s.a.v) in baðdaþ kurarak namaz kýldýðýný bildiren rivâyet bu mânâya haml edilir. Yahud câiz olduðunu bildirmek için öyle oturmuþtur. Bahýr. Rasulullah (s.a.v.) in eshabý arasýnda ekseriyetle baðdaþ kurarak oturduðunu Münye þârihi Kemâl bin Hümâm´dan nakl etmiþtir. Bahýr´da kenz sahibi ile diðer fukahadan naklen bildirildiðine göre bununla: «Baðdaþ kurarak oturmanýn keraheti büyüklenenlerin fiili olduðu içindir.» diyenlerin sözü red edilmiþtir. Evet, Münye þerhinde: «Diz çökerek oturmak evlâdýr. Çünkü tevâzua daha yakýndýr.» deniliyor.
Esnemek, Hýlye ve Bahýr´da beyan edildiðine göre çene adalelerine týkanan buharlarý def etmek içinaðzý þiþirerek solumaktýr. Esnemek midenin dolu olmasýndan ve bedenin aðýrlaþmasýndan meydana gelir. Ben derim ki: Bu sebebten de þeytandan sayýlmýþtýr. Nitekim sahihaynda rivâyet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.): Esnemek þeytandandýr. Biriniz esnerse mümkün olduðu kadar kendini tutsun!» buyurmuþtur. Müslim´in rivâyetinde: «Eli ile aðzýný tutsun; çünkü oraya þeytan girer.» denilmiþtir. Elbisenin yeni de el hükmündedir. Ama bu hüküm esnemeyi def edemediðine göredir. Hulasa´da açýklandýðýna göre esnerken dudaðýný diþi ile zabtetmek mümkün iken bunu yapmayýp aðzýný eli veya elbisesi ile kaparsa mekruh olur. Ebû Hanîfe´den böyle rivâyet olunmuþtur.
Bahýr sahibi diyor ki: «Bunun vechi þudur: Aðzý kapamak yasak edilmiþtir. Nitekim bunu ebû Dâvud ve baþkalarý rivâyet etmiþlerdir. Aðzý kapamak ancak zaruretten dolayý mubah kýlýnmýþtýr. Esnemeyi def etmek mümkün olursa zaruret yoktur. Sonra Müçtebâ´da aðzýn sað el ile kapana caðý bildirilmiþtir. Bazýlarý ayakta sað el ile, ´sair yerlerde sol el ile kapanacaðýný söylemiþlerdir.»
Ben derim ki: Bazýlarýnýn kavli daha muvâfýktýr. Çünkü yukarýda geçtiði vecihle aðzý kapamak þeytaný def etmek içindir. Ve pisliði gidermeðe benzer. Bu ise sol el ile daha uygundur. Lâkin ayakta iken sol el ile kapamak iki eli harekete getirmek suretiyle çok meþgul olmayý gerektirdiði içîn sað el ile kapamak evlâdýr. Namazýn âdâbý bahsinde Zýyâ´dan naklen aðzýn sol elin arkasý ile kapanacaðýný bildirmiþtik. Hýlye´de bazý fukahadan naklen namaz kýlanýn muhayyer býrakýldýðý bildirilmiþtir. Sað eli ile kaparsa içi veya dýþý ile kapamakta muhayyerdir. Sol eli ile olursa arkasý île kopar. Buradaki kerahetin tahrimiye mi tenzihiye mi olduðundan bahis eden görmedim. Ancak namazýn adâbý bahsinde gördük ki, esnerken aðzýný kapamak mendubtur.
Esnemenin kendisine gelince: Tabiatý iktizâsý kendiliðinden ileri gelirse beis yoktur. Kasten yaparsa tahrimen mekruh olmasý gerekir. Çünkü abestir. Evvelce geçtiði vecihle abes namazda tahrimen, namaz dýþýnda tenzihen mekruhtur.
Peygamberler esnemekten mahfuzdurlar. Namazýn âdâbý bahsinde görmüþtük ki, bunu hatýrlamak suretiyle esnemeyi gidermek tecrübe ile sâbit bir çâredir.
METÝN
Namazda gözlerini yummak da mekruhtur. Çünkü yasak edilmiþtir. Meðer ki huþûu tam yapmak için yummuþ ola, Ýmamýn mihrabta durmasý mutlak surette mekruhtur. Ayaklarý dýþarýda olmak þartiyle mihraba secde etmesi mekruh deðildir. Zira itibar ayaklaradýr.
Mutlaktan murad: Kerâhetin sebebi imamýn hâli ehli kitaba benzemeðe ta´lil edildiðine göre onlara benzemesi de mihrabta durmasý mekruhtur. Cemâatýn þaþýrmasiyle ta´Iil edildiðine göre þaþýrma yoksa kerahet bulunmadýðýnda þübhe yoktur. demektir. Ýmamýn yalnýz baþýna yüksek yerde durmasý mekruhtur. Çünkü yasak edilmiþtir. Yüksekliðin miktarý bir arþýndýr. Daha az olursa zarar etmez. Bazýlarý imam ayýrd edilecek kadar olmalýdýr demiþlerdir. Bu kavil daha güzeldir. Onu Kemâl ve diðer fukaha zikir etmiþlerdir. Bunun aksi esah kavle göre mekruhtur.
ÝZAH
Namazda gözlerini yummak: «Biriniz namaza durdu mu gözlerini yummasýn!» Hadisiyle yasak edilmiþtir. Bu hadisi ibn Abdîy rivâyet etmiþtir. Ancak senedinde zaiflik vardýr. Bedâyi´de bunun sebebi þöyle gösterilmiþtir: Sünnet olan vecih secde yerine bakmaktýr Gözlerini yummakta bu sünneti terk etmek vardýr. Sonra burada ki kerahet tenzihiyedir, Hýlye ile Bahýr´da böyle denilmiþtir. Gâliba bu söz, yasaðýn sebebi Bedayi´in söylediði olduðu içindir Nehyi haram mânâsýna almaktan deðiþtiren de odur.
Huþûu tam yummak için göz yummak. zihni daðýtacak bir þey görmekten endiþe etmekle olur. Bu takdirde gözlerini yummak mekruh deðildir. Hatta bazý ulema bunun evlâ olduðunu söylemiþlerdir. Hýlye ile bahýr´da bunun uzak bir ihtimal olmadýðý bildirilmiþtir.
«Zira itibar ayaklaradýr!» Onun için ayaklarýn yerinin temiz olmasý bir rivâyetle þart kýlýnmýþtýr. Secde yeri öyle deðildir. Zira bu hususta iki rivâyet vardýr. Keza bir kimse filânýn hanesine girmem diye yemin etse ayaklarýný o þahsýn hânesine koymakla yemini bozulur. Velev ki bedenin geri kalan yeri hânenin dýþýnda bulunsun. Avýn ön ayaklarý harem içinde, baþý dýþýnda olsa haremin avý sayýlýr ve ceza gerekir. Bahýr.
«Kerahetin sebebi ilh...» cümlesi þöyle izâh edilir. Ýmam Muhammed «el-Cami-is-Saðîr» adlý eserinde imamýn mihrabta durmasýnýn mekruh olduðunu söylemiþ; fakat tafsilat vermemiþtir. Onun için fukaha kerahetin sebebinde ihtilaf etmiþlerdir. Bazýlarý: «kerahetin sebebi. imamýn cemâattan ayrý bir yerde bulunmasýdýr. Çünkü mihrap baþka bir ev mânâsýndadýr. Bu ise ehli kitabýn iþidir.» demiþlerdir. Hidâye sahibi bu kadar söylemekle yetinmiþ: Ýmam Serahsî dahi bunu tercih ederek daha güzel olduðunu bildirmiþtir. Bir takýmlarý kerahetin sebebi, imamýn hâlinin saðýnda ve solunda bulunanlara þüpheli kalmasý olduðunu söylemiþlerdir.
Birinci kavle göre imamýn mihrabta durmasý mutlak surette mekruhtur. Ýkinci kavle göre þüpheli kalmadýðý zaman mekruh deðildir.
Fetih sahibi: «Ýmamýn ayrý bir yerde bulunmasý matlubtur. Öne geçmesi ise vacibtir. Nihayet burada iki din sâlikleri birleþmiþ oluyor.» diyerek ikinci kavli te´yid etmiþtir. Hýlye sahibi de bunu kabul etmiþtir. Lâkin Bahýr sahibi kendisine itiraz ile þunlarý söylemiþtir: «Zâhir rivâyenin gerektirdiði hüküm mutlak surette kerahettir. Birde imamýn matlup olan ayrý bulunuþu, baþka bir yerde durmaksýzýn ilerlemekle hâsýl olur. Onun içindir ki Valvalciye ve diðer kitablarda: Mescid imamýn arkasýndakilere dar gelmezse imam bunu yapmamalý; Çünkü iki yerin birbirine zýd olmasýna benzer. denilmiþtir. Yani yerin hakikaten deðiþik olmasý cevâza mânidir. denilmek istenmiþtir. Þu halde deðiþme þübhesi keraheti icap eder. Mihrap mescidden de olsa onun suret ve þekli deðiþiklik þübhesi gerektirmektedir.» Bahýr´ýn sözü kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Bahýr sahibi þunu demek istiyor: Mihrap ancak imamýn duracaðý yere alâmet olmak üzere yapýlmýþtýr. Ta´ki sünnet vecihle safýn ortasýna dursun. Ýmam içine girerek namaza dursun diye yapýlmýþtýr. Mihrap mescidin kýsýmlarýndan olsa da baþka bir vermiþ gibi durur. Ve kerahete sebep olur.
Bu sözün güzelliði meydandadýr. Anla! Lâkin yukarýda geçti ki, benzemek ancak çirkin þeyde ve benzemek kast edilen yerde mekruhtur. Mutlak olarak mekruh deðildir. Ýhtimal bu çirkinden maduddur bunu teemmül et! Remlî´nin Bahýr hâþiyesinde: «Fukahanýn sözlerinden anlaþýlan bu kerahetin tenzihi olmasýdýr.» deniliyor.
T E N B Ý H : Mi´rac-üd-Dirâye´nin imamlýk bâbýnda bildirildiðine göre: Ebu Hanîfe´den rivâyet edilen en sahih kavil «ben imamýn iki direk arasýnda veya bir köþesinde, bir tarafýnda yahud bir direðe karþý namaza durmasýný kerih görürüm. Çünkü bu iþ ümmetin ameline muhaliftir.» sözüdür. Ayni eserde þu da vardýr: «Sünnet vecih, imamýn safýn ortasý hizâsýna durmasýdýr. Görmüyor musun mihrablar ancak mescidlerin ortalarýna dikilmiþtir. Bunlar imamýn duracaðý yeri tâyin etmiþlerdir.»
Tatarhâniye´de: «Ýmamýn mihrabtan baþka bir yere durmasý mekruhtur. Meðer ki zaruret ola!» denilmiþtir. Bu sözün muktezâsý, imam mihrabý terk ederek baþka bir yere durursa mekruh olur demektir. Velev ki durduðu yer safýn ortasý olsun. Çünkü ümmetin ameline muhaliftir. Ama bu söz tayinli imam hakkýnda zâhirdir. Tayinli olmayan imama yalnýz baþýna namaz kýlan hakkýnda zâhir deðildir. Bu faydayý ganimet bil! Çünkü sorulmuþ fakat bu babta bir nas bulunamamýþtýr.
Ýmamýn yalnýz baþýna yüksek yerde durmasý mekruhtur. Bu hususta ki nehiy: «Peygamber (s.a.v.) imamýn yüksekte durmasýný, cemâatýn geride kalmasýný yasak etti.» hadisidir Bunu Hâkim rivâyet etmiþtir, Fukaha bu hadisi ehli kitaba benzemekle ta´Iil etmiþlerdir. Çünkü ehli kitap imamlarýna yüksek bir yer yaparlar. Bahýr. Bu ta´lil nehyin tenzihi olmasýný iktiza eder. Hadis ise kerahet tahrimiye olmasýný gerektirir. Meðer ki bu mânâdan deðiþtirecek bir þey buluna. Remlî.
Ben derim ki: Ýhtimal deðiþtirici þey nehiyin bu þekilde ta´lil edilmiþ olmasýdýr.
«Bazýlarý imam ayýrt edilecek kadar olmalýdýr. demiþlerdir.» Zâhir rivâye budur. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiþtir. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Hasýlý sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. Evlâ olan zâhir rivâye ve hadisin ýtlâký ile amel etmektir.» Hýlye´de dahi bu kavil tercih edilmiþtir. «Bunun aksi esah kavle göre mekruhtur» (yani cemâatýn yüksekte, imamýn onlardan aþaðýda kýlmalarý mekruhtur) Zâhir rivâye budur. Zira burada ehli kitaba benzemek bulunmasa bile bütün cemâat imamdan yukarýya çýkmakla imamý tahkir vardýr. Bunu Münye þârihi ifâde etmiþtir. Gâliba kitabýmýzýn þârihi burada ki sahihlemeyi Dürer sâhibine tâbi olarak Bedayi´in þu sözünden almýþtýr: «Zâhir rivâyenin cevabý doðruya daha yakýndýr.» Bunun mukabili Tahâvînin: «Kerâhet yoktur. Çünkü ehli kitaba benzeme yoktur.» Sözüdür. Hâniye sahibi: «Umumiyetle fukaha bu kavli tercih etmiþlerdir.» Diyerek bunu benimsemiþtir. Tahtavî: «Ýhtimal kerahet tenzihîdir. Çünkü nehi yalnýz birincisi hakkýnda vârid olmuþtur.» diyor.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 19:49:05
METÝN
Bütün bunlar özür bulunmadýðýna göredir. Cuma ve bayram gibi bir özür bulunurda yer darlýðýndan cemâat raflarýn üzerinde, imam yerde yahud mihrabta kýlarsa mekruh olmaz. Nasýl ki esah kavle göre cemâattan bazýlarý imamýn yanýnda olurlarsa mekruh sayýlmaz. Müslümanlarýn mescidlerinde âdet böyle cereyan etmiþtir. Bir özür de öðretmek veya teblið için yüksek yere çýkmaktýr. NitekimBahýr´da izah olunmuþtur. Evvelce bildirmiþtik ki, boþ yeri bulunan safýn arkasýndakine durmak mekruhtur. Zira yasak edilmiþtir. Boþ yer bulamasa bile yalnýz baþýna durmak da mekruhtur. Belki saftan birini yanýna çeker. Bunu ibn Kemâl söylemiþtir. Lakin fukaha: «Bizim zamanýmýzda bunun terki evlâdýr demiþlerdir. Onun için Bahýr´da: «Yalnýz baþýna durmak mekruhtur. Meðer ki softa yer bulamamýþ ola!» denilmiþtir. Üzerinde canlý resimleri bulunan elbise giymek de mekruhtur.
ÝZAH
«Bütün bunlar» yani yukarý ki üç meselede ki kerâhet özür bulunmadýðýna göredir. Özür bulunursa kerahet yoktur. Meselâ: Cuma ve bayram günlerinde ki kalabalýk birer özürdür. «Nasýl ki esah kavle göre cemaattan bazýlarý imamýn yanýnda olurlarsa mekruh sayýlmaz.» Bu cümle musannýfýn: «Ýmamýn yalnýz baþýna yüksek yerde durmasý mekruhtur.» Sözünün muhterezidir. Yani musannýf o cümle ile bundan itiraz etmiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Yalnýz baþýna diye kayýtlamasý yanýnda cemâattan bazýlarý bulunursa iþ deðiþtiði içindir. Bu takdirde bazýlarý yine mekruh olur demiþse de esah kavle göre mekruh deðildir, Ekseriyetle þehirlerde ki müslüman camilerinde âdet böyle devam edegelmiþtir. Muhit´te böyle denilmiþtir. Bundan anlaþýldýðýna göre özürsüz bile olsa mekruh deðildir, aksi takdirde üst tarafýndakine dahil olur.
«Bir özür de öðretmek veya teblið için yüksek yere çýkmaktýr.» Bu sözü Bahýr sâhibi Hýlye´ye tâbi olarak imam Þâfiî´nin mezhebi diye rivayet etmiþ; ve imam- A´zam´dan da bir rivâyet olduðunu söyleyenler vardýr.» demiþtir.
Ben derim ki: Lakin Mi´racta þu ibâre vardýr: «Þâfiî rahimellah da bizim kavlimizle amel etmiþtir. Ancak imam cemâata namazý öðretmek ister yahud cemaattan biri imamýn sesini cemâata teblið etmeyi dilerse o zaman bize göre mekruh olmaz.» Bundan anlaþýlýr ki, imamýn yüksek bir yerde özürsüz durmasý nasýl mekruh ise cemâattan birinin de yalnýz durmasý mekruhtur. Velev ki imamla birlikte bir taife bulunsun.
Fukahadan: «Bizim zamanýmýzda bunun terki evlâdýr.» diyen kýnye sahibidir. Ve bu sözü bazý kitablara nisbet ederek þöyle demiþtir: «Bir kimse cemâata gelirde safta yer bulamazsa bazýlarý bunun yalnýz baþýna duracaðýný ve mazur sayýlacaðýný söylemiþlerdir. Bazýlarý saftan birini yanýna çekip onun yaný baþýna duracaðýný bildirmiþlerdir. Esah olan kavil Hiþam´ýn imam Muhammed´den rivâyetidir ki, O da rükûa kadar beklemektir. Bu arada yeri gelirse ne alâ! Yoksa yanýna saftan birini çeker; yahud safa girer.» Bundan sonra kýnye sâhibi þöyle demiþtir: «Bizim zamanýmýzda yalnýz durmak evladýr. Çünkü avam tabakasý ekseriyetle câhildir. Çekerse namazý bozulur.» Hazâin sahibi de þöyle demiþtir: «Ben derim ki: Bu iþ baþýna gelene býrakýlmalýdýr. Eðer dininden veya sadakatinden dolayý rahatsýz olmayan birini görürse onu sýkýþtýrýr. Yahud bilen birini görürse yanýna çeker. Aksi takdirde yalnýz durur.» Bu güzel bir yatýþtýrmadýr. Ýbn Vehbân manzumesinin þerhinde bunu tercih etmiþtir.
«Onun içinde bahýr´da: Yalnýz baþýna durmak mekruhtur. Meðer ki safta yer bulamamýþ ola!, denilmiþ; softan birini çekmekten bahis edilmemiþtir.
Üzerinde canlý resimleri bulunan elbise giymek de mekruhtur. Ýleride cansýz resimlerinin mekruh olmadýðý gelecektir. Kuhýstâni diyor ki: «Bu söz baþ resminin mekruh olmadýðýný gösterir. Ama bu ihtilaflýdýr. Nitekim böyle bir elbiseyi edinmenin câiz olup olmadýðý da ihtilaflýdýr. Muhit´te böyle denilmiþtir. Bahýr sahibi, «Hulâsa´da bildirildiðine göre elbisede resim bulundurmak mekruhtur; içinde namaz kýlsýn kýlmasýn fark etmez.» diyor. Bu kerahet kerahet tahrimiyedir. Nevevî´nin Müslim þerhindeki sözünden anlaþýlan, hayvan suretinin haram olduðuna icma bulunmasýdýr. Nevevî þöyle demiþtir: «Hayvan suretini ister sanatý olduðu için yapsýn: ister baþka bir sebeble yapsýn müsavidir. Resim yapmak her halde haramdýr. Çünkü bunda A L L A H talânýn yaratmasýna benzemek vardýr. Resmin elbisede. yaygýda, parada. kapta, divarda ve baþka yerde olmasý fark etmez.» Bahýr´da kýsaca þöyle denilmektedir: «Ýcmâ ile yahud mütevatir kati delil ile sâbit olmuþsa o halde mekruh deðil haram olmasý gerekir.» Bahýr sahibinin «gerekir.» demesi Hulâsa sahibinin mekruh adýný vermesine itirazdýr.
Ben derim ki: Lâkin Hulâsa sahibinin murâdý metinlerde açýklanan giymektir. Buna delil: Yine Hulâsa sâhibinin bundan sonra: «Ama namaz kýlarken elinde bulunursa mekruh olmaz.» sözüdür. Nevevi´nin sözü resim yapmak hususundadýr. Resim yapmanýn haram olmasýndan o resimle namaz kýlmanýn da haram olmasý lazým gelmez. þu delil ileki: Resim yapmak haramdýr. Velev ki para üzerindeki gibi külcük olsun. Yahud elinde veya gizli bir yerde veya tahkir edilir þekilde olsun. Halbuki bununla namaz kýlmak haram deðildir. Hatta mekruh bile sayýlmaz. Çünkü resim yapmanýn haram olmasýna sebep AIIah´ýn yaratmasýna benzemektir. Bu illet söylediklerimizin her birinde mevcuttur. Resimle namaz kýlmanýn mekruh olmasýnýn illeti ise hýrýstiyanlara benzemektir. Bu söylediklerimizin hiç birinde yoktur. Nitekim gelecektir. Bu izahý ganimet bil!
METÝN
Namaz kýlanýn baþý üzerinde veya önünde yahud hizasýnda saðýnda solunda veya secde yerinde canlý resim bulunmak mekruhtur. Velev ki dayalý yastýkta olsun. Dayalý olmayan döþeli yastýktaki resim mekruh deðildir. Canlý resmi arkasýnda bulunursa mekruh olup olmayacaðýnda ihtilaf edilmiþtir. En uygunu mekruh olmasýdýr. Canlý resmi ayaklarýnýn altýnda veya oturduðu yerde bulunursa mekruh deðildir. Çünkü tahkir edilmiþtir. Elinde veya yüzüðünün üzerine belli olmayacak þekilde nakþ edilmiþ bulunursa yine mekruh deðildir.
Bahýr´da: «Bunun ifâde ettiði mânâ, belli olacak þekilde ise mekruh olmasýdýr. Kese, para çantasý, perde ve baþka bir elbise ile örtülen resim mekruh deðildir.» denilmiþ. Musannýf ta bunu kabul etmiþtir.
Þumunni´nin ibâresi þöyledir: «Canlý resmi bedeninde bulunursa mekruh deðildir. Çünkü elbisesiyle örtülmüþtür.» Yahud resim küçük olup yere konulduðunda ayakta ona bakan bir kimse uzuvlarýnýn ayrýntýlarýný seçemezse bunu Halebi söylemiþtir- veya baþý yahud yüzü kesik olursa yahud kesildiði takdirde hayvanýn yaþayamayacaðý bir uzvu imha edilmiþ olursa kerahet yoktur.
ÝZAH
Namaz kýlanýn baþý üzerindeki resimden murad tavana asýlandýr. Mi´rac. Resim divarda çizilmiþ olsun, bir yere dayalý veya asýlý olsun fark etmez. Nitekim Münye ve þerhinde beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Anlaþýlan Haç da canlý resmine mülhaktýr. Velev ki canlý resmi olmasýn. Çünkü bunda hýrýstiyanlara benzemek vardýr. Kötü þeylerde onlara benzemek kasten yapýlmasa bile mekruhtur. Nitekim evvelce geçti.
Yere döþenmiþ olan yastýktaki resim mekruh deðildir. Hidâye´de þöyle deniliyor: «Suret yere konmuþ yastýkta veya döþenmiþ yaygýda olursa mekruh deðildir. Çünkü üzerine basýlýp çiðnenir. Ama dayanmýþ olursa böyle deðildir. Çünkü bu ona ta´zim sayýlýr.»
Canlý resmi namaz kýlanýn arkasýnda bulunursa en uygun kavil mekruh olmasýdýr. Ama keraheti en hafif olaný da budur. Çünkü bunda tazim ve benzeme yoktur. Miraç. Bahýr´da bildirildiðine göre en þiddetli kerahet resmin namaz kýlanýn kýblesinde bulunmasýdýr. Ondan sonra baþýnýn üzerinde, daha sonra saðýnda, sonra solunda divara asýlý bulunan, en sonra arkasýn da divarda veya perdede olan gelir.
Ben derim ki: Her halde arkasýnda bulunan resme, divar veya perdede bile olsa ta´zim edilmemesi onu arkasýna almakla tahkir ettiði içindir. Bu asýldýðý zaman ifâde ettiði ta´zime aykýrý düþer. Döþenmiþ yaygýda resim bulunur da üzerine secde edilmezse bunun hilafýnadýr. Çünkü bu her vecihle tahkir edilmiþ sayýlýr. Bundan anlaþýlýr ki bütün bu meselelerde kerahetin illeti ya tazim yahud benzeyiþidir. Aþaðýda gelenler bunun hilâfýnadýr
Resim ayaklarýnýn altýnda veya üzerine basýlan yaygý ve yastýkta olursa mekruh deðildir. Musannýf «resim elinde olursa» demiþ; Þumunnî ise bunun yerine: «Resim bedeninde olursa» ifadesini kullanmýþtýr. Þarih bunu zikir etmekle musannýfýn ibâresindeki eþkâle iþâret etmiþtir. Eþkal þudur: Resim elinde olursa ellerini yere koymaya mani olur. Ellerini yere koymak sünnettir. Elinde resim olmasa bile bu sünneti terk etmek mekruhtur. Resim olunca nasýl mekruh olmaz! Ancak resmi elinde tutmayýp eline asýlý bulunduðu ve benzeri kast edilirse eþkâl ortadan kalkar. Münye þerhinde böyle denilmiþtir. «Benzeri» kelimesiyle resmin eline çizilmiþ olmasýný anlatmak istemiþtir. Mi´rac´da beyân olunduðuna göre elinde resimler bulunan kimsenin imamlýðý mekruh deðildir. Çünkü bunlar elbise ile örtülüdür. Belli olmazlar; ve yüzük taþýndaki resim mesabesindedirler. Bu ibârenin bir misli de Bahýr´da Muhit´ten nakl edilmiþtir.
Öyle anlaþýlýyor ki. resim döðme ile deriye zerk edilmiþ olsa bile mekruh deðildir. Bu onun pis olmadýðýný da ifâde eder. Nitekim necasetler bahsinin sonunda izah etmiþtik. Oraya müracaat et;
Namaz kýlan kimsenin kesesinde veya para çantasýnda üzerlerinde ufak resimler bulunan paralar olursa mekruh sayýlmaz. Zira örtülmüþlerdir. Bahýr. Bu sözün muktezâsý açýkta olurlarsa namazýn mekruh olmasýdýr. Halbuki ufak resimle namaz kýlmak mekruh deðildir. Nitekim gelecektir. Lâkin evde resim bulundurmak kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur. Nehir. Resimli elbisenin üzerinde onu örten baþka bir elbise bulunursa resim örtüldüðü için o elbise ile namaz kýlmak mekruh deðildir. Bahýr.
Hizâne´de mekruh olan resmin tahdidi hususunda: «Suret kuþ kadar olursa mekruhtur. Daha küçük olursa mekruh deðildir.» denilmiþtir. Baþý kesilmiþ resimle namaz kýlmak mekruh deðildir. Yani ister resim baþsýz çizilmiþ olsun; ister sonradan koparýlmýþ ve keza ister baþýn üzeri eser kalmamak þartýyle. ipliðe dikilmek ister boyanmak, kazýnmak ve yýkanmak suretiyle yok edilsin hüküm budur. Çünkü baþsýz resme âdeten tapan yoktur. Ama baþ hali üzere kalmak þartýyle bedenden bir ipliðe kesilirse kerahete aykýrý deðildir. Çünkü bazý kuþlarýn boyunlarý doðuþtan halkalý olur. Binaenaleyh iplikle resmi kesmek tahakkuk etmez. Resmin baþla kayýtlanmasý kaþ ve gözlerin giderilmesine itibar olmadýðý içindir. Zira resme bunlarsýz da tapýlýr. El ve ayaklarýn kesilmesine de itibar yoktur. Bahýr. Hâsýlý canlýnýn aslî rükünlerinden sayýlan ve kesildiði zaman o canlý yaþamayan bir uzvu resimden silinirse onunla namaz kýlmak mekruh deðildir. Resimden canlýnýn mesela: karný oyulursa hüküm yine böyle midir? öyle anlaþýlýyor ki açýlan delik büyük olur da resme noksanlýk verirse ayni hükümdedir. Noksanlýk vermezse tam resim hükmündedir. Nitekim resme tutulup kapýlmak için bir sopa yeri oyulur ve oyuncak suretlerde olduðu gibi bu sopa resimden ayrýlmazsa tam resim hükmünde kalýr.
METÝN
Cansýz eþya resimleri mekruh deðildir. Çünkü bunlara tapýlmaz. Cibril hadisi tahkir edilmeyen resimlere mahsustur. Nitekim bunu Ýbn Kemâl izah etmiþtir. Paralar üzerindeki resimler sebebiyle rahmet meleklerinin girmemesi hususunda hadis ulemasý ihtilâf etmiþlerdir, Kâdý Ýyâz bunlarýn meleklerin girmesine mâni olmadýðýný. Nevevî ise mâni olduðunu söylemiþlerdir. Namazda âyet ve sureleri. tesbîhleri el ile saymak mutlak surette tenzihen mekruhtur. Velev ki nâfile namazda olsun.
ÝZAH
Cansýz eþya resimleri mekruh deðildir. Çünkü biri Ýbn Abbas (r.a.)´a resim yapmanýn hükmünü sormuþ da Ýbn Abbas þu cevabý vermiþtir: «Eðer mutlaka yapmak lazým geliyorsa hiç olmazsa aðaç ve cansýz eþya resmi yap!» Bunu Buhari ile Müslim rivâyet etmiþlerdir. Aðacýn meyvelisi ile meyvasýzý arasýnda fark yoktur. Mücâhid buna muhalefet etmiþtir. Bahýr. «Çünkü bunlara tapýlmaz.» yani mezkür cansýzlara tapýlmaz. tapýlmayýnca benzeme de meydana gelmez. þâyed: «güneþe aya, yýldýzlara ve yeþil aðaca tapanlar vardýr.» denilirse þu cevabý veririz: Bunlarýn suretlerine deðil, aynilerine taparlar. Bu izaha göre bu eþyanýn aynilerine karþý namaza durmak mekruh olur. Mirac. Yani bunlara ayniyle tapýldýðý için mekruhtur. Suretleri yapýlýr da onlara karþý durulursa mekruh olmaz.
Cibril hadisinden murad: Hazreti Cibril´in Peygamber (s.a.v.)´e: «Biz içinde köpek ve suret bulunan eve girmeyiz.» Sözüdür. Bunu Müslim rivâyet etmiþtir. Bu bir itirazýn cevabýna iþarettir. Ýtiraz þudur: «Yukarýda zikir edilenlerin mekruh olmasýnda kerahetin illeti namaz kýlýnan yere meleklerin girmemesi ise En kötü yer meleklerin girmediði yer olacaðý vecihle suret hakir bile olsa mekruh olmasý icap eder. Çünkü Cibril aleyhisselâmýn zikir ettiði suret kelimesi siyak-ý nefide vâki birnekredir. (olumsuzluk bildiren bir belirsiz isimdir.) binaenaleyh umumi mâna ifâde eder. Yok illet ibâdete benzeyiþ ise o zaman mekruh olmamak gerekir. Meðer ki önünde veya baþýnýn üstünde ola!»
Cevap þudur: Ýllet birinci söylenendir. Ýkincisi kerahetin þiddetini bildirir. Þu kadar varki. mezkûr nassýn umumi hakir olmayan resimlere mahsustur. Çünkü Ýbn Hibbân ile Nesâî´nin rivâyet ettikleri bir hadiste þöyle buyurulmaktadýr: «Cibril aleyhisselâm Peygamber (s.a.v.)´ýn yanýna girmek için izin istedi. O da gir! emrini verdi. Cibril: Nasýl gireyim, senin evinde resimli perde var. Þâyed bunu kullanmadan olmayacaksa bari baþýný kes; yahud o perdeyi parçalayarak yasdýk veya yaygý yap!» dedi. Evet, buna þöyle itiraz olunabilir: Yaygýnýn secde yerinde resim bulunursa yukarýda izah edildiðine göre mekruhtur. Halbuki, meleklerin girmesine mâni deðildir. Bunda benzeme de yoktur. Çünkü putperestler bunun üzerine secde etmezler. Onu diker ve karþýsýna dürerler. Ancak þöyle denilirse iþ deðiþir: «Bunda kýyâm ve rükû halinde o resimlere tapmak benzerliði ve üzerine secde ederse tazim vardýr.» Bu izahat Hýlye ve Bahýr´dan kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Ulemânýn sözlerinden benim anladýðýma göre illet Yâ ta´zim yahud benzemektir. Nitekim evvelce arz etmiþtik. Resimler saðýnda, solunda veya secde yerinde ise tazim mânâsý daha umumidir. Zira hu halde benzemek deðil. ta´zim vardýr. Kendisinde hem ta´zim hem benzeme bulunan þey daha þiddetle mekruh olur. Bundan dolayýdýr ki, yukarýda geçtiði vecihle mertebeleri birbirinden farklýdýr. Cibril hadisi tazim ile ma´luldür. Bunun delili öteki hadis ve baþkalarýdýr. Binaenaleyh meleklerin girmemesi ancak resim tazým edildiði içindir. Namazýn mekruh oluþunu tazimle illetlendirmek, meleklerin girmemesiyle ta´Iilden evlâdýr. Çünkü ta´zim bazan ârizi olur. Meselâ: Resim yere döþenmiþ bir yaygý üzerinde olursa hakirdir. Meleklerin girmesine mani deðildir. Bununla beraber o yaygýnýn üzerinde namaz kýlar da resmin üzerine secde ederse mekruh olur. Çünkü böyle yapmasý resme ta´zimdir. Zâhire göre melekler bu ârýzi fiilden dolayý girmekten çekinmezler.
Feth-ul-Kadir´de Attâp þerhinden naklen: «Resim arkasýnda veya ayaklarýnýn altýnda olursa namaz mekruh deðildir. Lâkin varid olan hadisten dolayý evde suret bulundurmak mekruh olduðu için mekruhtur.» denilmiþtir. Bundan anlaþýlan resim hakir bile olsa meleklerin girmemesi ve böyle resmi yere yayýlan seccadelerde bulundurmanýn mekruh olmasýdýr ki, yukarýda geçtiði vecihle bu söz tahsis eden hadise aykýrýdýr. Þârihin içeriye girmeyen melekleri «rahmet melîkesi» diye kayýtlamasý, hafaza melekleri insandan ancak cima halinde ve helâda iken ayrýldýklarý içindir. Buhari þerhinde böyle denilmiþtir. Hafaza meleklerinden kiramen kâtibin ile insani cinlerden koruyan meleklere þâmil bir mânâ kast edilmek lazýmdýr. Nehir. Namazda kýraat babýndan önce beyan ettiklerimize bak!
Kadý Ýyâz paralarýn üzerindeki resimler sebebiyle rahmet meleklerinin evlere girmekten çekinmediðini söylemiþ: «hadisler tahsis edilmiþlerdir.» demiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Bizim ulemamýzýn sözlerinden anlaþýlan da budur. Zira bu sözün zâhirine göre namazda mekruh olmakyönünden bir tesiri olmayan þeyin yerinde býrakýlmasý da mekruh deðildir. Feth-ul-Kadir ve diðer kitablarda açýklanmýþtýr ki. evde küçük suret bulundurmak mekruh deðildir.» Kadý Ýyâz: «rivâyete göre Ebu Hüreyre (r.a.)´ýn yüzüðünde iki sinek resmi varmýþ.» demiþtir. Küçük resim meleklerin girmesine mani olsa onu evde bulundurmak mekruh olurdu. Zira böyle bir ev yerlerin en kötüsü olurdu. Hakir resim de böyledir. Nitekim yukarýda geçti.Yukarý ki hadiste açýkca geçen: «yahud onu parçalayarak yasdýk ve yaygý yap.» ifâdesinin mânâsý budur. Yukarýda Attâp þerhinden naklen söylenen sözün ise ne kýymette olduðunu gördün.
T E N B Ý H : Bütün bu söylenenler sûreti edinmek hususundadýr. yapmaya gelince: Mutlak surette câiz deðildir; çünkü bu evvelce geçtiði vecihle Allah´ýn yaratmasýna benzemektir.
H A T Ý M E : Nehir sahibi þunlarý söylemiþtir: «Hulâsa´da bir kimsenin evinde sûret görenin onu yok etmesi caiz görülmüþtür. Bunun vacip olmasý gerekir. Ressam kiralasa ona ücret yoktur, Zira yaptýðý iþ masiyettir. Ýmam Muhammed´den böyle rivayet olunmuþtur. Bir kimse içinde resimler bulunan bir evi yýksa evin kýymetini resimler hâric olmak üzere öder.» Alýþ veriþ bahsinin muhtelif meselelerinde metin ve þerh olarak þu ibâre gelecektir: «Çocuðu avutmak için bir kimse topraktan yapma elbise veya at alsa sahih olmaz. Onun kýymeti yoktur. Binaenaleyh itlâf eden ödemez.» Bazýlarý bunun hilâfýný söylemiþlerdir "Yani sahih olur; ve öder» demiþlerdir. Kýnye. El Müctebâ´nýn haram bahsinin sonunda imam ebu Yusuf´tan naklen: «Oyuncak satmak ve çocuklarýn onlarla oynamasý câizdir.» denilmiþtir.
«Namazda âyet ve sureleri. tesbihleri el ile saymak tenzihen mekruhtur.» keza bu sözü Bahýr sahibi Ýbn Emîr Hacc´ýn Hýlye adlý eserine nisbet etmiþ; sonra þunlarý söylemiþtir: «Lâkin Nihâye´nin sözünden anlaþýldýðýna göre mubah deðildir; bu keraheti tahrîmidir. Nehir sâhibi buna: «Kerahet tenzihiye mubah deðildir.» Yani iki tarafý müsâvi deðildir. Diye cevap vermiþtir. Remlî buna itiraz ederek: «Ulema mubah deðildir sözünü ekseriyetle haram veya kerahet tahrimiye ile mekruh mânâsýnda kullanýrlar. Velev ki adý geçen de ýtlak edilsin.» demiþtir.
Ben derim ki: Dürer sahibinin: «Ondan nehi olunduðu için» demesi bunu te´yid eder. Lâkin Dürer´in hâþiyesinde Nuh efendi: «Elimdeki kitaplarda ben bundan açýkça nehi eden bir delil bulamadým.» demektedir. Onun için baþkalarý ta´lil yaparken sâdece: «Çünkü bu namaz fiillerinden deðildir.» demekle yetinmiþlerdir. Bu babta hususi bir nehi bulunsa söylerlerdi. Evet, Hýlye´de bildirildiðine göre isbehânî´nin rivâyet ettiði bir hadiste: «Rasûlüllah (s.a.v) farz namazda âyetleri saymayý yasak etti. Þübhada yani nâfilede buna ruhsat verdi.» denilmiþtir. Lâkin Hýlye sâhibi: «Bu hadis sabit ise nâfilede mekruh deðildir. Sözü tercih edilir. Sâbit deðilse, mutlak surette mekruh deðildir sözü tercih edilir ve bunda kerahet tenzihiye murad olunur.» diyor. Sabit bir nehi olmadýðýna göre Nihâye´nin sözünü Nehir´deki beyanat ile te´vil lazým gelir. Onun için þarih onu tercih etmiþtir. Tedebbür eyle!
Tesbihleri el ile saymak parmakla veya elindeki tesbih boncuklarýný çekmekle olur. NitekimBahýr´da böyle denilmiþtir. «Velev ki nafile namazda olsun.» sözü ýtlaký beyândýr. Zahir rivâyeye göre bu ulemamýzýn ittifaký iledir. Gayri zâhir rivâyede imameynden nakl edildiðine göre ise bunda bir beis yoktur. Bazýlarý buradaki hilâfýn farzlarda olduðunu. nâfilelerde bilittifak kerahet olmadýðýný söylemiþlerdir. «hilaf nâfilelerdedir, farzlarda mekruh olduðunda hilaf yoktur.» diyenler de vardýr.
METÝN
Namaz dýþýnda ise mekruh deðildir. Nasýl ki kalbi ile yahud parmak uçlarýný yummakla saymak namazda da mekruh deðildir. Tesbih namazý bâbýnda varid olan buna haml olunur.
Fer´i MESELELER: Riyâ için olmamak þartiyle tesbih edinmekte bir beis yoktur. Nitekim Bahýr´da izâh olunmuþtur. Eziyet vereceðinden korkarsa yýlan ve akrep öldürmek mutlak surette mekruh deðildir. Çünkü buradaki emir ibâha içindir. Öldürmek bizim menfaatimizedir. O halde ak yýlaný öldürmemek evlâdýr. Zira eziyet vereceðinden korkulur.
«Mutlak surette» ifâdesinden murad: En açýk mânâsýna göre velev ki amel-i kesir ile olsun mekruh deðildir demektir. Lâkin Halebî bununla namazýn bozulacaðýný sahih bulmuþtur.
ÝZAH
Namaz dýþýnda âyet ve sureleri ve tesbihleri el ile saymak mekruh deðildir. Zahir rivâye budur. Esah olan kavil budur. Bazýlarý bunu mekruh saymýþlardýr. Nehir. Birinci kavlin (yaný mekruh olmadýðýnýn) delili Tirmizî´nin Yüseyre´den rivâyet ettiði þu hadistir.
Yüseyre : Bize Rasûlüllah (s.a.v.): Tesbih ve takdise dikkat edin! Onlarý parmak uçlarýnýzý yumarak sayýn! çünkü bunlar sorguya çekilecek ve konuþturulacaklardýr. Gâfil olmayýn ki rahmeti unutmayasýnýz! buyurdu.» demiþtir. Tamamý Hýlye´dedir.
Nevevî «bu hadisin isnâdý güzeldir.» demiþtir. Parmak uçlarýný yummak hususunda Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Parmak uçlarýný yummaya veya kalbden tesbih saymaya gelince: Bu bilittifak mekruh deðildir. Dil ile saymak ise býlittifak namazý bozar.» Bazýlarý huþûu bozar diyerek kalbden tesbih saymanýn mekruh olduðunu söylemiþlerse de bunun söz götürdüðü açýktýr. Nitekim Hýlye´de beyân olunmuþtur.
Riyâ olmamak þartiyle tesbih edinmekte bais yoktur. Tesbihin Arabçasý misbaha yahud sübhadýr. Sübhanýn þeriatta meþhur olan mânâsý nâfile namazdýr.
El Müðrip nâm eserde: «Çünkü nâfile namazda tesbih edilir.» denilmiþtir. Tesbih edinmenin câiz olduðuna delil Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî, Ýbn Hýbbân ve Hakim´in Said bin Ebi Vakkas´tan rivâyet ettikleri ve Hakim´in: «isnâdý sahihtir.» dediði þu hadistir: «Said bin Ebi Vakkas´ý Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir kadýnýn yanýna girmiþ. Kadýnýn önünde çekirdekler veya çakýl taþlarý varmýþ. Bunlarla tesbih çekiyormuþ. Rasûlüllah (s.â.v.): Sana bundan daha kolayýný yahud daha faziletlisini söyleyeyim, buyurmuþ ve: Subhanellah: adede ma haleka fis-semâi. Ve subhanellahi adede mahaleka fil´erdi. Ve Subhanellahi adeda ma beyne zâlik. Ve Subhanellahi adede mâ hüve hâlik. Vel hamdülillahi misle zâlik. Vellâhu ekber misle zolik. Velâ ilâhe illellah misle zâlikvelâ hâvle velâ kuvvete Ýllâ billâh misle zâlik demiþtir.» .
Gökte yaratýlanlarýn sayýsýnca Allah´ý tenzih ederim. Yerde yaratýlanlarýn sayýsýnca Allah´ý tenzihederim. Yerle göklerin arasýndakilerin sayýsýnca Allah´ý tenzih ederim. Allah´ý yarattýklarýnýn sayýsýnca tenzih ederim. Bir bu kadarda Allah´a hamd eder; bir bu kadar da Allah´a ekber derim. Bir misli de Allah´dan baþka ilah yoktur. Bir misli de kuvvet ve kudret ancak Allah ile olur, derim.
Yani kadýný tesbih çekmekten nehiy etmemiþ: sâdece ona daha kolayýný veya dâha efdalini göstermiþtir. Mekruh olsa elbet de nehiy buyururdu. Tesbih çekmek de bu hadisin ifâde ettiðinden fazla bir þey ifade etmez. Yalnýz çekirdeklerin ipliðe dizilmesi kalýr. Böyle bir þeyin ise men etmek için bir tesiri yoktur. Gerçekten tesbih yapmak ve tesbih çekmek sofiyeden ve baþkalarýndan nakl edilmiþtir. Ancak buna bir riyâ ve gösteriþ terettüp ederse o zaman bir diyeceðimiz yoktur. Bu hadisî þerif dahi bu hususi zikrin mücerret zikirden efdal olduðuna delalet etmektedir. Velev ki birazcýk tekrar etmiþ olsun. Hýlye ve Bahýr´da böyle denilmiþtir.
Yýlan ve Akrep öldürmenin mekruh olmadýðýna delil Buhari vs Müslim´in rivâyet ettikleri: «Namazda iki siyahi yani yýlanla akrebi öldürün!» hadisidir. Nehir. bit ve pire öldürme meselesi ise, aþaðýda gelecektir. Yýlan ve akrebin eziyet vermesinden korkulmazsa öldürülmeleri mekruh olur. Nihaye.
Bahýr´da Hýlye´den naklen: «Akrebi sol ayakkabý ile öldürmek mümkün ise onunla öldürmek müstehabtýr. Zira ebu Davud hadisi bu þekilde rivayet edilmiþtir. Yýlanda ona kýyas olunur» denilmiþtir.
«Çünkü buradaki emir ibaha içindir» ifadesi «Öldürülmeleri emir edilmiþken neden onlarý öldürmek müstehap olmasýn?» sualine cevaptýr. T. O halde ak yýlaný öldürmemek evlâdýr. Eziyet vereceðinden korkulan yýlan dümdüz giden ak yýlandýr. Çünkü cinnidir. Rasûlüllah (s.a.v.) «Kar açizgili yýlanla engerek yýlanýný öldürün! Ama sakýn ak yýlaný öldürmeyin! Çünkü o cinlerdendir» buyurmuþtur. Nitekim Muhit´ta da böyle denilmiþtir.
Tahavi diyor ki «Bunlarýn hepsini öldürmekte beis yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ümmetinin evlerine girmemek için cinlerden söz almýþtýr. Girerlerse sözlerini bozmuþ olurlar. Binaenaleyh zimmetleri kalmaz. Evla olan özür dileyip uyarmak ve «Allah´ýn izniyle geri dön!» demektir söz dinlenmezse öldürülür»
Bahýr´da bildirildiðine göre bu sözden murad: Namaz dýþýnda uyarmaktýr. Hýlye sâhibi þunlarý söylemiþtir. «Tahtavî´ye bir çok ulema muvafakat etmiþtir. Bunlarýn sonuncusu üstadýmýz (yani ibn Hümâm) dýr. O þöyle demiþtir: «Doðrusu öldürmenin helâl olduðu sübût bulmuþtur. Ancak evlâ olan, üzerinde cin alâmeti olan yýlaný öldürmemektir. Bu haram olduðu için deðil, cinlerden gelecek bir zararý def etmek içindir.» «En açýk mânâsýna göre» tabirini imam Serahsi´de kullanmýþ: «çünkü bu namaz kýlana veril bir ruhsattýr. Binaenaleyh abdesti bozulduktan sonra yürümek gibidir.» demiþtir. Bahýr. Halebî ise namazýn bozulacaðýný sahih bulmuþ ve kemâl bin Hümâm´a tabi olarak þunlarý söylemiþtir: «Anlaþýldýðýna göre hak olan bozulmasýdýr. Öldürme emri namazýn sahih olmasýný, icap etmez. Nitekim korku namazýnda da öyledir. Belki böyle yerlerdeki emir yapýlmasýnýn mubah olduðunu bildirmek içindir. Velev ki namazý bozar olsun.» Hýlye, Bahýr ve nehir sâhipleriKemâl b. Humâm´ýn sözünü nakil ile kabul etmiþlerdir ve «Serahsî´nin sözünü Nihaye sahibi red etmiþtir. Çünkü umumiyetle camii saðir þerhlerini ve Þeyh-ul-Ýslâm´ýn Mebsut´unu rivâyet edenlerin kabul ettikleri amel-i kesir mubah deðildir. Sözüne muhaliftir.» demiþlerdir.
METÝN
Oturan veya ayakta duran bir kimsenin sýrtýna karþý namaz kýlmak mekruh deðildir. Velev ki konuþur olsun. Ancak konuþmasý sebebiyle yanýlmaktan korkulursa mekruh olur. Mushafa veya kýlýca karþý namaz kýlmak mutlak surette, mum ve kandile karþý yanar vaziyette ve keza yanan ateþe karþý kýlmak mekruh deðildir. Zira mecûsiler ancak kor halindeki ateþe taparlar. Yanan ateþe tapmazlar. Künye Üzerinde resimler bulunan yaygýnýn resimlerine secde etmemek þartiyle üstünde namaz kýlmak mekruh deðildir. Sebebi evvelce geçti.
ÝZAH
Musannýfýn «oturan kimsenin sýrtýna karþý» diye kayýtlamasý yüzünden ihtiraz içindir. Çünkü evvelce geçtiði vecihle yüzüne karþý namaz kýlmak mekruhtur. «Velev ki konuþur olsun.» Ýfadesi konuþmazsa evleviyetle mekruh olmadýðýna iþarettir. Münye þerhinde beyân olunduðuna göre bu ifade ile «konuþanlarýn ve keza uyuyanlarýn huzurunda namaz kýlmak mekruhtur.» diyenlerin sözü red edilmiþtir. Rasûlüllah (s.a.v.)´den rivâyet olunan: «Uyuyan ve konuþan kimsenin arkasýnda namaz kýlmayýn!» hadisi zaiftir. Sahih rivâyetle nakl edilen bir hadiste hazreti Âiþe (r.a.) þöyle demiþtir:
«Rasûlüllah (s.a.v.) bütün gece namazlarýný kýlarken ben onunla kýble arasýnda bulunurdum. Vitir namazýný kýlacaðý vakit beni uyandýrýr; Ben de vitiri kýlardým.» Bu hadisi Buhari ile Müslim rivâyet etmiþlerdir. Hadisi þerif Hazreti Âiþe´nin Uykuda olmasýný iktiza etmektedir. Gerçi Bezzar´ýn Müsnedinde: «Rasûlüllah (s.a.v.): «Ben uyuyanlarla konuþanlara karþý namaz kýlmaktan nehiy olundum» buyurmuþtur. Deniliyorsa da o hadis sesle konuþtuklarý ve bundan yanýlýr veya meþgul olur diye korkulduðu zamana haml edildiði gibi uyuyanlar hakkýnda da güldürecek bir hal zuhur edeceðinden korkulduðu zamana haml edilmiþtir.
Mushafa veya kýlýca karþý namaz kýlmak mutlak surette mekruh deðildir. Yani divarda asýlý olsun olmasýn câizdir. Musannýf bu sözü ile Kenz sâhibinin ve baþkalarýnýn «asýlý mushaf veya kýlýca karþý» demelerinin ihtirazý bir kayýt olmadýðýna iþaret etmiþtir.
Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Kerahet bulunmamasýnýn vechi þudur: Bazý þeylere karþý namaz kýlmanýn mekruh olmasý onlara tapanlara benzemek olduðu içindir. Mushaf ile kýlýca ise tapan kimse yoktur. Kitap ehlinin mushafa karþý dönmesi ona tapmak için deðil, ondan okumak içindir. Ebû Hanife´ye göre okumak için dahi mushafa karþý durmak mekruhtur. Onun için asýlý diye kayýtlanmýþtýr. Kýlýcýn harp âleti olmasý Allah Teâlâya niyaz haline münâsibtir. Çünkü niyaz ve dua hâli nefis ve þeytanla muharebe halidir. Bundan dolayý ona mihrab denilmiþtir.»
Yanan mum ve kandile karþý namaz kýlmak mekruh deðildir. Gayet-ül-Beyan´da da bildirildiðine göre tercih edilen kavl mekruh olmamasýdýr.
Mum ve kandiller iki tarafta olursa bilittifak mekruh olmamasý icap eder. Nitekim ramazan gecelerinde âdet budur. Bahýr. Yani bu imam hakkýnda böyledir. Ama cemâattan bunlara karþý duranlara kerahet vardýr. Remli.
Þarihin: «Zira mecusiler ancak kor halinde ki ateþe taparlar.» sözü mum, kandil ve ateþin illetidir. T. Bu mesele Kýnye´nin kerâhet bahsinde þu sözlerle beyan edilmiþtir: «Sahih kavle göre önünde mum veya kandil varken onlara karþý namaz kýlmak mekruh deðildir. Çünkü bunlara kimse tapmaz. Mecûsiler kora taparlar; yanan ateþe tapmazlar. Hatta yanan ateþe karþý namaz kýlmanýn mekruh olmadýðýný söyleyenler bile vardýr.» Bu ibâreden anlaþýldýðýna göre yanan ateþten murad: Alevi olandýr. Lâkin Ýnâye´de: «Bazýlarý mum veya kandile karþý namaz kýlmanýn mekruh olduðunu söylemiþlerdir. Nitekim önünde ocak bulunur da içinde kor veya yanan ateþ olursa hüküm budur. zâhirine bakýlýrsa yanan ateþte kerâhet bilittifaktýr. Nitekim korda da öyledir.» Teemmül et! «Sebebi evvelce geçti;» yani bunlar hakir þeylerdir. H.
METÝN
FER´Ý MESELELER: Elbisesine sýmsýký sarýnmak. baþýný sarýp tepesini açýk býrakmak, aðzýný burnunu örtmek. þiddetle öksürmek ve özürsüz her amel kalil mekruhtur. Meselâ: Eziyet vermeden bit öldürmek her sünnet ve müstehabý terk etmek, kucaðýnda çocuk taþýmak böyledir. Bu babta varid olan hadis «þüphesiz namazda meþguliyet vardýr.» Hadisiyle nesh edilmiþtir.
ÝZAH
Elbisesine sýmsýký sarýnmak elini çýkaracak yer býrakmamak þartiyle tepeden týrnaða ona bürünmekle olur. Bazýlarý gömleksiz olarak bir elbiseye sarýnmaktýr. demiþlerdir. Zeyleî´nin beyanýna göre bu Yahudîlerin piþtemal sarýnmasýdýr. Ta´lilin zâhirinden buradaki nehyin kerahet-i tahrimiye ifâde ettiði anlaþýlýyor. Nitekim benzerlerinde de öyle olduðu evvelce geçmiþti.
Baþýný sarýp tepesini açmaya Arabça´da Ý´ticar denir. Peygamber (s.av.) bunu yasak etmiþtir. Bazýlarýna göre i´ticar sýcaktan veya soðuktan korunmak yahud büyüklenmek için sarýðýný boþ örtüsü gibi sararak burnunu örtmektir. Ýmdâd.
Yukarýda geçen sebepten dolayý bunun keraheti dahi tahrimidir. Namazda aðzýný burnunu örtmeye de Arabça´da telessüm denir. Zeyleî´nin beyânýna göre bunu ateþe taparken mecûsiler yaparlarmýþ. Tahtavî Ebu-s´ Suud´dan bunun kerahet-ý tahrimiye ile mekruh olduðunu nakl etmiþtir.
Özürsüz þiddetle öksürmenin hükmü bütün tafsilatýnda âdi öksürük gibidir. Nitekim Münye þerhinde beyân edilmiþtir. Yani özürsüz olur da bundan iki veya daha fazla harf meydana gelirse namazý bozar. Bazý nushalarda bunun yerinde yüzük takýnmaktan bahis edilmiþtir. Bundan maksat namazda az bir fiil ile parmaðýna yüzük takmaktýr. Namazda az fiil ile çok fiil arasýndaki fark evvelce geçmiþti.
Namazda bit öldürmek hususunda nehir sahibi þunlarý söylemiþtir: «Ýmam A´zam´a göre bit öldürmek mekruhtur. imam Muhammed: Bence öldürmek daha eyidir. demiþtir. Namaz kýlan bunlarýn hangisini yapsa beis yoktur. Ýhtimal imam A´zam´a kehlenin kaný eline veya elbisesine sýçramasýn diye onu gömmeyi tercih etmiþtir. Velev ki öldürmekte beis olmasýn. Bu izahat bit veemsali fiilen eziyet verdiðine göredir. Eziyet vermezse fazlasý þöyle dursun bili almak bile mekruhtur. Bütün bunlar mescid dýþýnda olduðuna göredir. Mescid içinde ise eziyet vermek þartiyle öldürmekte beis yoktur. Mescid içinde biti yere gömmek veya baþka bir suretle üzerinden atmak doðru deðildir. Meðer ki namazdan çýktýktan sonra onu bulacaðýný aklý kesmiþ olsun. Böylece imam A´zam´dan yukarýda nakl ettiðimiz: Mescidden baþka bir yerde namaz kýlarken biti yere gömer. Sözü ile yine ondan nakl edilen: Biti mescidde gömerse isâet etmiþ olur. Sözünün arasý bulunmuþ olur.»
Ýmdâd nâm eserde Suyutî´nin Yenbûundan naklen þöyle denilmiþtir: «Ýbn Ýmad´dan rivâyet edildiðine göre mescide ölü bit atmak haramdýr, çünkü pistir. Diri atýlýrsa Malikilerin kitablarýnda hüküm yine böyledir. Zira hayvaný açlýkla azap etmektir. Pire böyle deðildir. Çünkü o toprak yer. Bu izaha göre diri kehleyi mescidden baþka bir yere atmak dahi haram olur. Bizim kitablarýmýzda açýklandýðýna göre Kehlenin derisini mescide atmak câiz deðildir.»
Ben derim ki: Anlaþýlan burada illet mescide saygý göstermektir. Yoksa mezhebimizde açýklandýðýna göre akar kaný olmayan bir hayvan suda ölürse onu pislemez.
Sünnet biri sünneti hüdâ diðeri sünneti zevâid olmak üzere iki kýsýmdýr. Sünnet-i Hüdâdan murad: Sünnet-i müekkededir. Sünneti zevâid dahi müstehabtan baþkadýr. Müstehap mendûp olan þeydir. yahud müstehapla (mendûp da iki ayrý kýsýmdýrlar. Bunlara do sünnet denildiði olmuþtur. Biz bütün bunlarýn tahkikini abdestin sünnetleri bahsinde yapmýþtýk. Bahýr sahibi resimli yaygýdan bahis ederken þunlarý söylemiþtir: «Hâsýlý sünnet kuvvetli olan müekkede ise terkinin kerahet tahrimiye ile mekruh olmasý uzak görülmez. Sünnet-i gayri müekkede olursa onun terki keraheti tenzihiye ile mekruhtur. Müstehap veya menduba gelince: Onun terki hiç mekruh olmamak gerekir. Çünkü ulema: Kurban bayramý günü evvela kurbanýndan yemek müstehaptýr. Ama baþkasýndan yemekte mekruh deðildir. demiþlerdir. Þu halde müstehabý terk etmekten kerahetin sabit olmasý lazým gelmez Þu kadar var ki ulemanýn: «Keraheti tenzihiye ile mekruhun yeri evlânýn hilafýdýr.» Sözleri müþkil kalýr. Þübhesiz ký müstehabý terk etmek evlanýn hilâfýdýr.»
Ben derim ki: Lâkin bahýr sahibi bayram namazý bahsinin kurban etinden yemek meselesinde müstehabý terk etmekten kerahetin sabit olmasý lazým gelmeyeceðini, zira bunun için mutlaka hususi delil gerektiðini açýklamýþtýr. Usul fýkýh kitaplarýndan tahrirde buna iþaretle: «Evlânýn hilâfý demek hakkýnda nehiy sigasý bulunmayan demektir. Meselâ: Kuþluk namazýný terk etmek böyledir. Kerahet tenzihiye ile mekruh bunun hilâfýnadýr» denilmiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki evlânýn hilâfý umumi bir mana ifâde etmektedir. Her kerahati tenzihiye evlâdýnýn hilâfýdýr. Fakat aksi yoktur. Çünkü evlânýn hilâfý bozan mekruh olmayabilir. Meselâ: Kuþluk namazýný terk etmekte olduðu gibi hususi delil bulunmadýðý zaman böyledir. Bu suretle anlaþýlýr ki, müstehabýn terki evlânýn hilâfýna raci olmasýndan mekruh olmasý lazým gelmez. Mekruh ancak hususi bir nehiy ile sabit olur. Zira kerahet þer´î bir hükümdür. Onun mutlaka bir delili olmasý lazýmdýr. A L L A H U âlem.
Hacet yokken namazda çocuðu kucaða almak mekruhtur. Bu babta varid olan hadis nesh edilmiþtir. Bu ifâde bir suale cevaptýr. Suâl þudur:
Sahihaynda ve diðer hadis kitablarýnda hazreti ebû Katâde´den rivâyet olunduðuna göre Peygamber (s.a.v.) kýzýnýn kýzý ümâme binti Zeyneb´i namazda kucaðýna alýr; secde ettiði zaman býrakýrmýþ, ayaða kalktýðýnda tekrar kucaðýna alýrmýþ. Þu halde namazda çocuðu kucaðýna almak nasýl mekruh olabilir?
Bu suale bir kaç vecihle cevap verilmiþtir. Bunlardan biri þârihin verdiði cevaptýr ki, o da nesh edilmiþ olmasýdýr. Fakat bu cevap red edilmiþtir. Çünkü «þübhesiz namazda meþguliyet vardýr.» Hadisi hicretten evvel vârid olmuþtur. Ümame kýssasý ise hicretten sonradýr. (yani nesh iddiasý doðru deðildir.)
Ýkinci bir cevap Bedâyi´de zikir edilendir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) çocuðu kucaðýna almasý ihtiyaçtan dolayý idi. O anda çocuða bakacak kimse yoktu. Mekruh sayýlmamasý bundan idi. Yahud bunun namazý bozmadýðýný fiilen göstermek için çocuðu kucaðýna almýþtý hâcetten dolayý böyle bir þeyi zamanýmýzda bizden birinin yapmasý da mekruh olmaz. Ama hâcet yokken yaparsa mekruh olur.
Muhakkýk ulemadan Ýbn Emîr Hâcc hýlye nâm eserinde bu mesele üzerinde uzun uzadýya beyanatta bulunmuþ; sonra þunlarý söylemiþtir: «Rasûlüllah (s.a.v.)´in bunu yapmasý meþru olduðunu fiilen göstermek içindir. Doðrusu budur ki, Nevevî´nin de dediði gibi bundan dönülmez. Zira bazýlarýnýn bildirdiðine göre fiilen beyan kavlen beyandan daha kuvvetlidir. Rasûlüllah (s.a.v.) bunun câiz olduðunu fiilen beyân etmiþtir. Bu beyânýn zýmnýnda þunlar da vardýr.
Ýnsan temizdir. Ýçindeki pislik afv edilmiþtir. Çünkü maderindedir. Çocuklarýn elbise ve bedenleri pislikleri tahakkuk etmedikçe temizdirler. Namazda iþlenen fiiller peþi peþine olmazsa namazý bozmazlar. «Az fiil hiç de bozmaz. ilh...» Tamamý Hýlye´dedir.
T E T Ý M M E : Bunlardan maada bazý mekruhlar daha vardýr ki onlarý Münye ve Nur-ul-Ýzah sâhipleri ile baþkalarý zikir etmiþlerdir. Bazýlarý þunlardýr:
Kalbi meþgul edip huþuu bozacak ziynet, oyun, eðlence gibi þeylerin yanýnda namaz kýlmak mekruhtur. Onun için canýnýn çektiði bir yiyecek geldiðinde namaza durmak mekruh sayýlmýþtýr. Hac bahsinde Kýran babýndan az önce gelecektir ki, namaz kýlan kimsenin ayakkabý gibi eþyasýný arkasýna koymak mekruhtur. Çünkü kalbini meþgul eder. Mekruhlardan bazýlarýný da Hazâin sâhibi þöyle beyan etmiþtir. «Namazda aðzýný burnunu örtmek. namaza koþarak gitmek farz namazda özrü yokken duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur. Esah kavle göre nâfile namazda mekruh deðildir.
Rükua giderken ve rükudan doðrulurken ellerini kaldýrmakda mekruhtur. Bunun namazý bozduðunu söyleyen olmuþsada bu kavil þâzdýr. Kýrâatý rukûda tamamlamak, kýyâm halinden baþka yerlerde kur´an okumak, baþýný imamdan evvel secdeye koyup ondan önce kaldýrmak, kabristan ve hamam gibi pis bilinen yerlerde namaz kýlmak da mekruhtur. Ancak bir tarafýný yýkayýp da orada kýlarsa, kýldýðý yerde sûret bulunmazsa yahud elbise çýkarýlan yerde kýlarsa veya kabristandanamaz kýlmak için hazýrlanmýþ bir yer bulunup içinde kabir ve pislik bulunmazsa namaz kýlmakta bir beis yoktur. Nitekim Hâniye´de de böyle denilmiþtir.» Bu bahsin tamamý namazýn mekruh vakitleri bahsinde geçmiþti. Kuhistâni´de bildirildiðine göre kabre doðru namaz kýlmak mekruh deðildir. Ancak tamâmen önünde bulunur da huþu ile kýldýðý takdirde kabir gözüne iliþirse o zaman mekruh olur. Nitekim muzmeratýn cenazeler bahsinde de böyle denilmiþtir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 25 Mart 2010, 19:50:49
METÝN
Yýlan öldürmek, hayvaný kaçýrmak, tencere taþmak, kendinin veya baþkasýnýn bir dirhem kýymetinde ki malý zayi olmak gibi sebeplerle namazý bozmak mubahtýr. Büyük veya küçük abdest sýkýþtýrdýðý için vaktin çýkacaðýndan yahud cemâatý kaçýracaðýndan korkmazsa ulemanýn hilâfýndan çýkmak için namazý bozmak müstehabtýr. Baþý darda olan, boðulan ve yanan bir kimseyi kurtarmak için namazý bozmak vaciptir. Anne ve babasýndan birinin yardým dilemeksizin seslenmesi için ancak nâfile namaz bozulabilir. Anne ve babadan biri o kimsenin namazda olduðunu bilirse ona icabet etmemekte bir beis yoktur. Bilmezse icabet eder.
ÝZAH
Namazý bozmayý mubah kýlan sebeplerle farz namaz dahi bozulabilir. Nitekim Ýmdâd nâm eserde beyan edilmiþtir. Yýlan öldürmekten murad amel-i kesir ile öldürmektir. Zira evvelce geçtiði vecihle bununla sahih kavle göre namaz bozulur. Hayvanýn kaçmasý namazý bozmayý mubah kýldýðý gibi sürüye kurt hücûm edeceðinden korkmak da mubah kýlar. Bunu Nur-ul-Ýzah sahibi söylemiþtir. Rahmetî´nin beyânýna göre tencerenin taþmasý ondan sonra zikir edilen dirhem miktarý malýn elden gitmesiyle mukayyettir. Bu hususta tenceredeki yemeðin kendine veya baþkasýna aid olmasý müsâvidir Dirhem miktarý hakkýnda mecma-ar-Rivâyet´te: «Çünkü daha azý ehemmiyetsizdir.
«Onun sebebiyle namaz bozulmaz.» denilmiþtir. Lâkin Muhit´in kefâlet bahsinde þöyle denilmektedir: «Bir dânak (1/6 dirhem) sebebiyle insan hapis olunur Namazýn bozulmasý ise evleviyette kalýr.
Bu hüküm baþkasýnýn malý hakkýndadýr. Kendi malý ise namazý bozamaz. Esah olan her ikisinde bozmanýn caiz olmasýdýr.» Meselenin tamamý Ýmdât´tadýr. Feth-ul-Kadir sahibi dirhemle takyidi tercih etmiþtir.
Þârih büyük ve küçük abdest Sýkýþtýrdýðý zaman namazý bozmanýn müstehap olduðunu söylüyor. Mevahýb-ur-Rahman ile Nur-ul-Ýzah´da da böyle denilmiþtir. Lâkin bu hüküm evvelce Hazâin´den ve Münye þerhinden nakl ettiklerimize muhaliftir. O kitablarda: «Eðer böyle ise yani kalbini namazdan meþgul eder ve huþuðuna mâný olursa bu takdirde namazý tamamlarsa günahkar olur. Çünkü keraheti tahrimiye ile edâ etmiþ olur.» denilmektedir. Bunun muktezasý ise namazý bozmanýn müstehâp deðil, vâcip olmasýdýr. Yukarýda gecen: «Allah´a ve son güne imam eden bir kimseye küçük abdesti sýkýþtýrýrken hafiflemedikçe namaz kýlmak helâl olmaz.» Hadisi de buna delalet eder. Meðer ki buradaki meþgul etmeyen hale yorulmuþ ola. Fakat zâhire göre bu namazý bozmaya cevaz teþkil edemez Sonra gördüm ki. Þurunbulâli burada olduðu gibi bozmanýn mendûp olduðunusöyledikten sonra: «Hadisin hükmü bozmayý icap eder.» demiþtir. Vaktin çýkacaðýndan yahud cemâatý kaçýracaðýndan korkmamak þartiyle ulemanýn hilâfýndan çýkmak için namazý bozmak müstehabtýr.
Bu hususta Hazâin´in ifâdesi þöyledir: «Namaza mâni olmayan pisliði gidermek için namazý bozmak müstehaptýr. Çünkü ulemanýn hilâfýndan çýkmak müstehaptýr.» Buradaki, ifade daha umumidir. Zira yabancý bir kadýnýn dokunmasý gibi þeylere de þâmildir. Vaktin çýkacaðýndan veya cemâatý kaçýracaðýndan korkmamak þartý bu meseleye aiddir. Büyük ve küçük abdest sýkýþtýrdýðý vakit ise Münye þerhinden nakl ettiðimiz vecihle cemâatý kaçýrsa bile namazý bozar. Doðrusu budur Nitekim dirhem miktarý pisliði yýkamak için de namazý bozar.
Baþý darda olan bir kimse gerek namaz kýlandan yardým istesin, gerekse kimseyi tayin etmeden imdat dilesin namaz kýlanýn kurtarmaða gücü yeterse namazý bozmasý vacibtir. Tahtavî´nin beyânýna göre burada ki vacip tabirinden maksad farzdýr. Âmânýn kuyuya yuvarlanmasýndan korkmak da böyledir Kuyuya düþeceðine kanaat getirirse namazý bozmasý icap eder. Ýmdâd.
Anne ve babalardan murad ne kadar yukarýya gitseler bile usuldür bunlar yardým istemeksizin seslenirlerse forz namazý bozmak câiz deðildir. Tahtavî: «Bu ibârenin zâhirine bakýlýrsa sâdece icâbet vacip olmadýðý anlaþýlýr. Binâenaleyh mendûp ve câiz kalmasýna mâni deðildir.» diyor.
Ben derim ki: Lâkin Feth-ul-Kadir´den anlaþýlan câiz olmamaktýr. Nitekim Ýmdâd sahibide: «Yardým istemeksizin anne ve babasýndan birinin seslenmesi sebebiyle namazý bozmak câiz deðildir. Çünkü namazý bozmak ancak bir zaruret dolayýsýyle câiz olur.» diyerek bunu açýklamýþtýr. Tahtavî´de þunu söylemiþtir: «Bu hüküm farz namaz hakkýndadýr. Nafile namazda bulunur da anne ve babasý namazda olduðunu bildiði halde seslenirse icâbet etmemesinde bir beis yoktur. Namazda olduðunu bilmezse icâbet eder.»
Nâfile namazda ise ana baba yardým istemese bile seslenince namazý bozup icâbet etmek vacip olur. Çünkü Beni Ýsrâil´in âbidi, icâbeti terk ettiði için zem olunmuþtur.
Peygamber (s.a.v.): «Fakih olsa annesine icâbet ederdi.» Mânâsýnda bir hadis söylemiþtir. Bu hüküm namazda olduðunu bilmediðine göredir. Bilirse icabet vacip deðildir; Lâkin evlâdýr. Nitekim «Beis Yoktur.» ifâdesinden de bu anlaþýlýr ama þöyle denilebilir:
«Burada beis yoktur sözü, icabet etmezse beis vardýr; ve âsillik olur. Mânâsý tevehhüm edilirse onu def etmek içindir: Binaenaleyh icabet evlâdýr manasýný ifâde etmez.;) Bu meselenin tamamý farza yetiþmek bâbýnda gelecektir.
METÝN
Helâda bile olsa avret yerini kýbleye çevirmek tahrimen mekruhtur. Esah kavle göre kýbleye arkasýný dönmekde öyledir. Nitekim bâlið bir kimsenin bir çocuðu kýbleye karþý çiþine tutmasý ve kezâ uyurken veya baþka bir halde ayaklarýný kýbleye doðru kasden uzatmak da mekruhtur. Çünkü terbiyesizliktir. Bunu Molla Bâkir söylemiþtir ayaklarýný mushafa veya þer´i kitaplardan birine karþýuzatmak da mekruhtur. Meðer ki hizâsýna gelen yerden yumsekte ola. Bu tâkdirde kerahet olmadýðýný Kemâl söylemiþtir. Nitekim mescidin kapusunu kapamakta mekruhtur. Ancak eþyasýnýn çalýnacaðýndan korkarsa mekruh deðildir. Bununla fetva verilir. Mescidin üzerinde cinsi münasebette bulunmak, büyük ve küçük abdestini bozmak keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü gök yüzüne kadar mesciddir. Özürsüz mescidi yol edinmek de mekruhtur Kýnye sâhibi bunu âdet haline getirenin fâsik sayýlacaðýný açýklamýþtýr
ÝZAH
Musannýf namazýn içindeki mekruhlarý bitirince namaz dýþýnda onun tabilerinden olan yerlerdeki mekruhlarýn beyânýna baþlamýþtýr. Bahýr.
Helâda bile olsa avret yerini kýbleye karþý çevirmek tahrimen mekruhtur. Delili, altý hadis kitabýnda tahric edilen þu hadistir:
«Helâya gittiðiniz vakit kýbleye önünüzü ve arkanýzý dönmeyin! Lâkin doðuya veya batýya dönün!» bundan dolayýdýr ki, iki rivâyetin esah olanýna göre kýbleye arka dönmenin keraheti önünü dönmek gibidir. Bahýr.
«Avret yerini kýbleye çevirmek» tabiri erkek ve kadýna þâmildir. Anlaþýlýyor ki kýbleden murad namazda olduðu gibi kýblenin bulunduðu taraftýr. Yukarýda gecen hadisten anlaþýlan da budur. «Avret yeri» diye kayýtlamak Þâfiilerin açýkladýklarýný ifâde eder. Onlara göre bir kimse göðsü ile kýbleye dönerde avret yerini kýbleden çevirirse mekruh olmaz. Aksi bunun hilâfýndadýr. Nitekim istinca bahsinde arz etmiþtik. Yine orada görmüþtük ki mekruh olan büyük ve küçük abdest bozmak için kýbleye dönmektir. Ýstinca için dönmek tahrimen mekruh deðildir. Nihâye´de bildirildiðine göre bir kimse kýbleye döndükten gafil olarak kazayý hâcete otururda sonra aklý baþýna gelirse beis yoktur. Lâkin kýbleden dönmeye imkan bulursa döner. Çünkü bu rahmetin muciblerindendir. Ama yapamazsa beis yoktur.
Ýstinca bahsinde ay ve güneþe karþý abdest bozmanýnda mekruh.olduðu geçmiþti. Çünkü bunlar Allah´ýn zâhir âyetlerindendir. Birde bunlarla birlikte melekler vardýr. Nitekim Sirâc´da do böyle denilmiþtir. Orada görmüþtük ki, zâhire göre hususi nâs vârid olmadýkça bu babtaki kerâhet keraheti tenzihiyedir. Ve ayla güneþe karþý durmaktan maksat. bulunduklarý cihet veya ziyalarý deðil, kendileridir. Bütün bunlar orada geçmiþti. Müracâat edebilirsin.
Bâlið bir kimsenin çocuðu kýbleye karþý çiþine tutmanýn keraheti hakkýnda Tahtavî: «Zâhir olan kerahet tahrimiyedir.» demiþtir. Çünkü çocuk bülûða erdikten sonra fiili kendisine haram olacak bir þeyi ona yaptýrmak bâlið olan büyüklere haramdýr. Onun içindir ki erkek çocuða ipek elbise ve ziynet giydirmek. ona içki içirmek gibi þeyler babasýna haramdýr. Kýbleye ayak uzatmak meselesinde bir ayaðýn hükmüde iki ayak gibidir. Bu hususta çocuk da bâlið hükmündedir. T.
«Kasten» tabirinden murad: Özür bulunmamaktýr. Bir özürden dolayý veya unutarak uzatýrsa kerahet yoktur. T. «Çünkü terbiyesizliktir.» ifâdesinden burada ki kerahetin tenzihi olduðu anlaþýlýyor. Lâkin istinca bâbýnda Rahmetî´den naklen arz etmiþtik ki, ileride görüleceði vecihle kýbleye karþý ayaklarýný uzatan kimsenin þâhidliði kabul edilmez. Bu ise keraheti tahrimiye olmasýnýiktiza eder. Kayýt edilmelidir.
«Meðer ki hizâsýna gelen yerden yüksekte ola» ifâdesi mushafla þer´î kitablara mahsustur. Kýble ise yerden yedi kat göklere kadardýr. Zâhirine bakýlýrsa buradaki yükseklik azda olsa kâfidir. T.
Ben derim ki: Yani örfen bir hizâda sayýlmayacak kadardýr. Bu uzaklýk veya yakýnlýkta birbirinden farklýdýr. Zira uzakta az yüksek olmakla bir hizâda bulunmak ortadan kalkmaz. Zâhire bakýlýrsa çok uzakta mutlak surette kerahet yoktur.
Mescidin kapýsýný kapamak mekruhtur. Bu hususta Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Mekruh olmasý namaza mâni olmaya benzediðe içindir. Tealâ hazretleri: Allah´ýn mescidlerinde isminin anýlmasýný men eden kimseden daha zâlim kim olabilir! buyurmuþtur. Zamanýmýz müderrislerinden bazýlarýnýn mescidde ders okutmaya mâni olmasýndan cahilliði bununla anlaþýlmýþtýr.» Meselenin tamamý Bahýr´dadýr. «Ancak eþyasýnýn çalýnacaðýndan korkarsa mekruh deðildir.» Bu ibâre «bizim zamanýmýzda» diye kayýtlamaktan daha güzeldir. (bazýlarý kayýtlamýþlardýr.) Çünkü meselenin esasý zarar korkusudur. Zarar korkusu bizim zamanýmýzýn bütün vakitlerinde sabit olursa namaz vakitlerinden maada her zaman mescidi kapamak mekruh olmaz. Hiç bir zaman için korku yoksa kapamakta mubah olmaz. Fetih ve Ýnâye´de de böyle denilmiþtir. Mescidi kapamak hususunda tedbir mahalle halkýna düþer. Çünkü mahalle halký toplanarak birini mütevelli tayin ederlerse hâkým emir etmediði halde o kimse mütevelli olur. Bahýr ve Nehir.
Mescidin üzerinde cinsi münasebette bulunmak keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Fakat özürsüz mescid üzerinde yürümek Kâbe´den maada mescidlerde mekruh deðildir. Çünkü ulema Kâbe´nin üzerinde namaz kýlmanýn mekruh olduðunu söylemiþlerdir. Sonra gördüm ki Kuhistânî mescidin üzerine çýkmanýn mekruh olduðunu Müfid´den nakl etmiþ! bundan mescidin üzerinde namaz kýlmanýn da mekruh olmasý lazým gelir.
«Çünkü gök yüzüne kadar mesciddir.» sözü ondan önce beyân olunan cinsi münâsebet ve abdest bozmanýn mekruh olmasýna illettir. Zeyleî diyor ki: «Onun içindir ki, mescidin üzerinde bulunan bir kimsenin mescid içindeki imama uymasý câizdir. Elverir ki imâmdan ileriye geçmesin. Mescidin üzerine çýkmakla itikaf bozulmaz. Cünüb, hayz ve nifaslýnýn mescidin üzerinde durmalarý helâl deðildir. Bir kimse þu hâneye girmeyeceðim diye yemin ederde o hanenin terasýnda durursa yemini bozulur.»
Mescidin üstü gök yüzüne kadar mescid olduðu gibi altýda yerin altýna kadar mesciddir. Nitekim Birî´de beyan edilmiþtir. Þimdi þu kalýr: Vakýf mescidin altýna helâ yaptýrýrsa caiz olur mu olmaz mý? Nitekim Dýmeþk´de ki mahalletü´þþahýn mescidinde vardýr. Bunu açýk olarak bir yerde görmedim. Evet kitabýmýzýn vakýf bahsinde metin olarak gelecektir ki. Vâkýf mescidin altýna mescidin yararlarý için mahzen yaptýrsa câiz olur.
Mescidi yol edinmek» ifâdesinde bir veya iki defa geçmekle fâsik olmayacaðýna iþâret vardýr. Onun için kýnye´de «geçmeyi âdet edinirse» denilmiþtir. Nehir. Kýnye´de þöyle deniliyor: «Bir kimse mescide girerde ortasýna vardýðýnda piþman olursa bazýlarýna göre girdiði kapýdan çýkmaz; baþkakapýdan çýkar. Bazýlarý: namazýný kýlar; sonra çýkmakta muhayyer dýr. demiþlerdir. Abdesti yoksa iþlediði sucu yok etmek için girdiði kapýdan çýkar. Diyenlerde olmuþtur.» Bir özürden dolayý olursa mescidden geçmek caizdir. Ve her gün bir defo tahiyye mescid namazý kýlar. Bunu Bahýr sâhibi Hulâsa´dan nakl etmiþtir. Yani mescide girmesi tekrar ederse bir defa tahiyye namazý kâfidir
METÝN
Mescide pislik sokmak mekruhtur. Bu izaha göre mescidde pis yað don kandil yakmak, pis çamurla sývamak, küçük abdest bozmak. velev ki kop içine olsun kan aldýrmak câiz deðildir. Çocuklarla deliler çok pislik yaparlarsa kendilerini mescide sokmak haramdýr. Aksi takdirde mekruh olmakla kalýr.
Mescide giren kimsenin ayakkabýlarýna ve mestlerine dikkat etmesi gerekir. Bunlar ayaðýnda iken namaz kýlmak efdaldir. Bu söylenenler, içinde mescid bulunan bir evin üzerinde hatta içinde mekruh deðildirler. Çünkü orasý þer´an mescid deðildir. Cenâze ve bayram namazý kýlmak için yapýlan namazgah imama uymanýn caiz olmasý. hakkýnda mesciddir. Velev ki saflar birbirinden ayrýlsýn. Bu cemaata kolaylýk olmak içindir. Baþka bir þey hakkýnda mescid deðildir. Nihâye´de bildirildiðine göre fetva bununla verilir. Binaenaleyh böyle bir namazgâha cünüb ve hayýzlý kimselerin gir meleri helâldir. Orasý mescid avlusu. tekke, medrese havz ve pazar mescidi gibidir. Yol aðzýnda ki mescid böyle deðildir.
ÝZAH
Mescide pislik sokmak mekruhtur. Bu hususta Eþbah´da: «Pisleyeceðinden korkulan necaseti mescide sokmak mekruhtur.» denilmiþtir. Bunun ifâde ettiði mânâ, pislik kuru olursa kerahet bulunmamaktýr. Lâkin Fetevay-ý Hindiye´de bildirildiðine göre bedeninde pislik bulunan kimse mescide giremez.
Þârih´in «bu izâha göre» ifâdesini ziyade etmesi «pis yaðdan kandil i!h...» sözleri eski ulemanýn kitablarýnda açýklanmadýðýna iþaret içindir. Bu hükmü ulemanýn «mescide pislik sokmak câiz deðildir.» Sözüne bina ederek allâme Kâsým vermiþtir. Bununla allâme Kâsým ulemanýn «pis yaðdan kandil olur.» Sözlerini kayýtlamýþtýr, Nitekim Bahýr´da beyân olunmuþtur.
Pis çamurla mescidi sývamak câiz deðildir. Bu hususta Fetevâyý Hindiye´de þöyle denilmektedir: «Pis su ile karýlan çamurla mescidi sývamak mekruhtur. Fýþký ile karýþtýrmak bunun hilâfýnadýr. Çünkü bunda zaruret vardýr. O da maksadýn ancak bununla hâsýl olmasýdýr. Sirâciye´de böyle denilmiþtir.
Kan aldýrmak meselesini Eþbah sahibi inceleyerek þöyle demiþtir: «Kop içinde kan aldýrmaya gelince: bunu bir yerde görmedim. Ama fark olmamasý gerekir. Yani kan aldýrmakla sidik orasýnda fark yoktur. Mescidde yellenmekde câiz deðildir. Nitekim Eþbah´da beyan edilmiþtir. Selef ulema bunda ihtilaf etmiþlerdir. Bazýlarý beis olmadýðýný söylemiþ: bir takýmlarý: «Yellenmeðe ihtiyaç duyduðu vakit mescidden çýkar.» demiþlerdir. Hamavî´nin Camii Saðir þerhinden nakline göre esaholanda budur.
Çocuklarla delileri mescide sokmamanýn haram olmasý. Münzirî´nin rivâyet ettiði þu merfû hadisle sabittir: «Mescidlerinizi çocuklarýnýzdan, delilerinizden, alýþ veriþinizden, gürültünüzden, kýlýç kuþanmanýzdan ve þer´i cezalarýnýzý tatbikten uzak tutun! Cuma günlerinde onlarý buhurlayýn! kapýlarýna (matara)lar koyun!» Burada ki haramdan murad: Keraheti tahrimiyedir. Zira delili zannidir. Teâlâ hazretlerinin: «Evimi tavaf edenler için temizleyin diye emir ettik» âyeti kerimesine gelince: Burada temizlikten murad þirk amelleri olmasý muhtemeldir. Bu izâha göre «mekruhtur» Sözünden maksad keraheti tenzihiye olur.
Temiz ayakkabý ve mestle namaz kýlmak yalýn ayak kýlmaktan efdaldir. bunun sebebi Yahudilere muhalefette bulunmaktýr. Tatarhaniye. Bir hadisi þerifte: «Ayakkabýlarýnýzla namaz kýlýn; Yahudilere benzemeyin!» buyurulmuþtur. Bu hadisi Taberâni rivâyet etmiþtir. Nitekim Cami-i saðir´de dahi sahih olduðuna iþâret edilerek rivâyet olunmuþtur. Bir çok Hanbelî imamlarý bu hadisten alarak ayakkabý ile namaz kýlmanýn sünnet olduðunu söylemiþlerdir. Velev ki ayakkabýlarla sokaklarda yürümüþ olsun. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ve eshâbý kiramý Medine sokaklarýnda ayakkabý ile dolaþýr; sonra onlarla namaz kýlarlardý.
Ben derim ki: Lâkin ayakkabýlarýyla mescidin halýlarýný kirletmekten korkarsa temiz bile olsalar onlarý çýkarmak gerekir. Peygamberimizin mescidi onun zamanýnda çakýl ile döþeli idi. Þimdi öyle deðildir. Ýhtimal Umdet-ül-Müftîde «ayakkabýyla mescide girmek edebsizliktir.» denilmesi buna haml edilir.
«Bu söylenenler yani cinsi münasebet, büyük ve küçük abdest bozmak» içinde mescid bulunan bir evin üzerinde hatta içinde mekruh deðildirler. Evin mescidi, mihrab yapýlarak sünnet ve nâfile namazlar için tahsis edilen temizlenip kokulanan yerdir. Bu her müslümana menduptur. Nitekim Kirmâni ve baþka kitablarda beyân edilmiþtir. Böyle bir yerde abdest bozmak, içinde mushaf bulunan bir evin üzerinde bevl etmek gibidir. Ve mekruh deðildir. Nitekim Cami Burhaný ve Mi´rac´da da böyle denilmiþtir.
«Nihâye´de bildirildiðine göre fetva bununla verilir.» Nihaye´nin ibâresi þudur: «Fetva için tercih edilen kavil, bunun imama uymanýn câiz olmasý hakkýnda mescid olmasýdýr. ilh...» Lâkýn Bahýr´da þöyle denilmiþtir. «Bunun zâhirine göre burada burada cinsi münasebet, küçük ve büyük abdest bozmak câizdir. Fakat bu sözün sakatlýðý meydandadýr. Çünkü evi yapan onu bunun için yapmamýþtýr. Binaenaleyh câiz olmamak icap eder. Velev ki biz mescid olmadýðýna hüküm edelim. Bunun fâidesi ancak kalan hükümlerde belli olur. Ve cünüp, hayýzlý kimselerin girmesi helâl olur.»
Bu muhtar kavlin mukâbili Muhit sahibinin cenaze namazgâhýnda sahih kabul ettiði þu sözdür: «Namazgaha asla mescid hükmü verilemez.» Birde Tâc-ýþ-Þeria´nýn sahih kabul ettiði «bayram namazgâhý sâir mescidler hükmündedir.» Sözüdür. Meselenin tamamý Þurunbilâliye´dedir. «Mescid avlusu» Mescide bitiþik olup mescidle aralarýnda yol olmayan yerdir.
Zikir edilen hususatta yaný imama uymanýn, cünüp ve emsalinin girmeleri câiz olmasýnda bu yer cenaze ve bayram namazgahý gibidir. Nitekim münye þerhinin sonunda beyân edilmiþtir.
T E K K E : Sofiyenin fakirleri için yapýlan meskendir. Buna ribata ve hankah da derler.
M E D R E S E : Talebenin yaþamasý için yapýlan yerdir. Medresenin müderrisi ve dershanesi vardýr. Lâkin içinde mescidi bulunursa o mescidin hükmü sair mescidler gibidir. Kýnye nâm kitabýn vakýf bahsinde: «Medreselerde ki mescidler hakiki mescidlerdir. Zira onlarda namaz kýlmaktan insanlar men olunmazlar. Medrese kapansa bile orada yaþayanlar mescidde cemâat olurlar.» denilmektedir.
Hâniye´de de þu ibâre vardýr: «Bir hânenin içinde mescid bulunurda orada oturanlar, cemâatý mescidde namaz kýlmaktan men etmezler ve hâne kapandýðý takdirde kendileri mescidde cemâat olurlarsa o mescid cemâat mescididir. Alýþ veriþin ve girmenin haram olmasý gibi sâir mescidlere verilen hükümler buna da verilir. Aksi takdirde cemâat mescidi olamaz. Velev ki içinde namaz kýlmaktan kimseyi men etmesinler.»
Havz mescidinden murad: Havzýn yanýna yapýlan sedirdir. O havzdan abdest alan kimse orada namaz kýlar. H.
Pazar mescidi de çýkmaz sokaklara namaz kýlmak için yapýlan sedirlerdir. H. Tâcirlerin hanlarýnda yapýlan sedirler bu kabildendir. Fakat yol aðýzlarýnda ki mescidler bu hükûmde deðildir.
Münye þerhinin sonlarýnda þöyle denilmektedir: «Yol aðýzlarýnda ki sýradan cemâatý olmayan mescidler hakiki mescidler hükmündedirler. Yalnýz içlerinde itikâfa girilmez.»
METÝN
Mescidin mihrabýndan baþka yerlerini kireç ve altun suyu ile kendi helâl malýndan nakýþlamakta beis yoktur. Mihrabýný nakýþlamak mekruhtur. Çünkü namaz kýlaný meþgul eder. Ýnce nakýþlara ve benzerlerine özenmek bilhassa kýble divarýnda mekruhtur. Bunu Halebî söylemiþtir. Müstebâ´nýn haram bahsinde: «Bazýlarý mihrabta mekruhtur; tavanda ve arka taraflarda mekruh deðildir. demiþlerdir.» Ýbâresi vardýr. Bu ta´lilin zâhirine bakýlýrsa mihrabtan murad kýble divarýdýr. Bellenmelidir. Vakýf malý ile nakýþ câiz deðildir; çünkü haramdýr. Mütevelli nakýþ veya kireçle badana yaparsa öder. Ancak zâlimlerin tamaýndan korkulursa nakýþlamakta beis yoktur. Kâfi. Ve ancak binâyý saðlamlaþtýrmak veya vâkif da öyle yaptýðý için yapmýþ olursa câizdir. Çünkü halk: «Bu adam vakfý eski þekli ile tamir ediyor.» derler. Tamamý Bahýrdadýr.
ÝZAH
«Beis yoktur» tâbirinde Þems-ül-eimme´nin dediði gibi sevap olmadýðýna iþâret vardýr. O iþi yapana baþa baþ kurtulmak yeter.
Nihâye´de dahi: «Çünkü beis yoktur sözü, müstehap (olan bu deðil) baþkasý olduðuna delildir. Zira beis þiddet mânâsýnadýr.» denilmiþtir. Onun için Hindiye´nin haram bahsinde muzmerattan naklen: «Fukaraya sarf etmek efdaldir. Fetvâ buna göredir.» denilmektedir.
Bazýlarý nakýþýn mekruh olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü (s.a.v.): «þübhesiz kýyâmet alametlerinden biride mescidlerin ziynetlenmesidir. ilh...» buyurmuþtur. Bir takýmlarý da müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Zira bunda mescide ta´zim vardýr. Nakýþýn namaz kýlaný meþgul etmesihuþûunu bozmakla olur. Secde yerine bakmasý gerekirken nakþa bakar. Halbuki Bedâyi´de namazýn müstehaplarý bâbýnda açýklandýðýna göre namazda huþûu ve tevâzuu gerekir. namaz kýlan nihâyet secde edeceði yere bakmalýdýr. Kezâ Eþbah´da beyân edildiðine göre namazda huþuu müstehabtýr. Bundan anlaþýlýyor ki burada ki kerahet. kerahet tenzihiyedir. Anla!
Þârihin «özenmek mekruhtur.» Sözü metinde ki «nakýþlamakta beis yoktur.» ifadesini tahsis etmektedir. Onun için Feth ul-kadir´de: «Bize göre bunda beis yoktur. Kerahetin haml edildiði yer ince nakýþlara ve benzerlerine bilhassa mihrabta özenmektir.» denilmiþtir. Ýnce nakýþýn benzerleri kýymetli aðaçlar kullanmak ve üstübeçle beyazlatmak gibi þeylerdir. T.
«Bu ta´lilin» yani çünkü namaz kýlaný meþgul eder. Demesinin zâhirine bakýlýrsa mihrabtan murad kýble divarýdýr. Çünkü meþgul etme yalnýz imama mahsus deðildir. O safta bulunanlarýn hepsini meþgul eder. Bundan dolayý fetevâi Hindiye´de:. «Bazý ulemamýz mihrabý ve kýble divarýný nakýþlamayý mekruh görmüþlerdir. Çünkü namaz kýlanýn kalbini meþgul eder.» denilmiþtir. Bu söz sað ve sol divar hakkýnda da söylenebilir. Zira onlar da yakýnda olanlarý meþgul ederler.
Mescidi helâl olmayan mal ile nakýþlamak mekruhtur. Tac-iþ-þeria bu babta þöyle demektedir: «Ama bir kimse nakýþ için haram mal yahud sebebi haramla helâl karýþýk mal harcarsa mekruh olur. Çünkü A L L A H Teâlâ helâlden baþkasýný kabul etmez. Binaenaleyh onun evini kabul etmeyeceði bir þeyle kirletmek mekruh olur.» Þurunbulâli´ye. «Ancak zâlimlerin tamaýndan korkulursa nakýþlamakta beis yoktur» Zâlimlerin tamaýndan korkmak elinde mescide ait mallarýn toplanmasý ve mescidin tâmire ihtiyacý olmamasiyledir. (Zalimler bu mala göz dikebilirler) böyle olmasa öder. Nitekim Kuhistânî´de Nihâye´den naklen beyân edilmiþtir. «Tamamý Bahýr´dadýr.» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Ulemanýn mescidle kayýtlamalarý. mescidden baþkasý ödeme icap ettiði içindir. Meðer ki gelir için hazýrlamýþ olup ücret onunla artmýþ ola. Bu takdirde beis yoktur. Ulema mescid den içini kast etmiþlerdir. Bu dýþýný ziynetlemenin mekruh olduðunu ifâde eder. Vakfýn malýndan bunun mütevelliye mutlak surette caiz olmadýðýnda þübhe yoktur. Çünkü bunda bir fayda yoktur. Bâhusus zamanýmýzda gördüðümüz gibi bununla hisse sahipleri mahrum edilmek istenirse aslâ fayda yoktur
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:02:08
METÝN
FER´Ý MESELELER: Dünyada en fazîletli mescid Mekke´nin sonra Medîne´nin, sonra Kudüs´ün sonra Kubâ´nýn mescididir. Bundan sonra sýra ile en önce yapýlan ondan sonra en büyük olan, daha sonra en yakýn olan gelir. Bir kimsenin hocasýnýn ders okuttuðu mescide ders veya hadis dinlemek için gitmesi bilittifak efdaldir. Mahallesinin mescidi de büyük camiden efdaldir. Sahih kavle göre Medine´nin mescidine katýlan kýsým ona fazîlet hususununda katýlýr. Evet, ilk yapýlan kýsmý aramak evlâdýr. Molla AIînin Lübab-ül-Menâsik adlý eserinde beyân ettiðine göre ilk yapýlan kýsmý yüze yüz arþýndýr.
ÝZAH
Allâme Ahmed bin Ammad´ýn teshil-ül-makâsýd adlý eserinde bildirildiðine göre yeryüzünde enfazîletli mescid Kâbe´dir. Çünkü Kâbe insanlarýn ibadeti için binâ edilen ilk evdir. Sonra onu ihâta eden mescid gelir. Zira Mekke´nin en eski mescidi budur. Ondan sonra Medine´nin mescidi gelir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Benim þu mescidimde kýlýnan bir namaz baþka mescidlerde kýlýnan bin namaza bedeldir. Bundan yalnýz mescid-i Horam (Kâbe) müstesnâdýr.» buyurmuþtur. Burasý kýsaltýlarak Hamavi´den alýnmýþtýr. Bîrî´de beyân olunduðuna göre mezkûr katlamanýn sahibi olan mescid-i haramdan murad ne olduðu hususunda ihtilâf edilmiþtir. Bazýlarý haremin topraklarýdýr. demiþ; bir takýmlarý Kâbe ve Hicir´dir; bazýlarý da Kâbe ve etrafý mesciddir demiþlerdir. Nevevî kesin olarak bunu kabul etmiþ ve: «Zahir olan budur.» demiþtir. Þeyh Veliy yiddinin Irâkî: «Bu katlama Rasûlüllah (s.a.v.) zamanýndaki mescide mahsus deðildir. Belki mescid-i Haram´a yapýlan bütün ilâvelere þâmildir. Hatta ulemamýzca meþhur olduðuna göre bütün Mekke´ye ve hatta avý haram olan bütün haremine þâmildir. Nitekim Nevevî bunu sahihlemiþtir.» diyor. Bu ifâde kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
T E N B Ý H : Bu sevap katlamasý farz namazlara mahsustur. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Birinizin evinde kýldýðý namaz benim þu mescidimde ki namazýndan efdaldir. Ancak farz namaz müstesnâ!» buyurmuþtur. Böyle olmasa bu hadisle birinci hadis arasýnda çeliþme olurdu. Mâlikilerden ibn-i-Rüþd el-kavâid nâmýndaki eserinde bunu ebû Hanife´den böyle rivâyet etmiþtir. Nitekim Gayet-üs-surûcî´den naklen Hýlye´de de böyle denilmiþtir. Tamamý oradadýr.
Medîne´nin mescidinden sonra sýra Kudüs´teki mescidi Aksâya gelir. Çünkü insanlarýn uzak yerlerden ziyaretine geldikleri üç mescidin biri odur. Onun sevâbýnýn katlandýðý da nassan bildirilmiþtir. Daha sonra Kubâ mescidi gelir. Zira ilk gününden itibaren takva üzerine binâ edilen mescid odur. Bundan sonra sýra ile en önce yapýlan daha sonra en büyük ûlan gelir. Ecnas´tan naklen Hýlye´de böyle denilmiþtir. Bahýr´da ise Kudüs´teki mescidi Aksâdan sonra mahalle camileri, sonra mahalle mescidleri. daha sonra cadde mescidleri zikir edilmiþ ve: «Çünkü bunlar rutbe itibariyle daha hafiftir. Zira cadde mescidlerinin mâlum imam ve müezzinleri bulunmazsa onlarda kimse itikâfa girmez. Daha sonra evlerin mescidleri gelir. Çünkü bunlarda kadýnlardan baþkasýnýn itikâfý câiz deðildir.» denilmiþtir. Kuhistani´de beyân edildiðine göre cadde mescidlerinden murad: Kýrlarda ovalarda yapýlan ve tayinli imamý müezzini olmayan mescidlerdir.
Hâsýlý Kudüs´ten sonra büyük cemâatlarý olan büyük camiler gelir. Bunlarýnda Kubâ mescidi gibi önce yapýlanlarý efdaldir. Sonra daha büyük yani cemâatý daha çok olanlar gelir. Daha sonrada sýra ile daha yakýnlar gelir. Münye þerhinin sonunda Ecnâs´ýn ibâresi nakl edildikten sonra þöyle denilmiþtir: «Sonra evvel yapýlan efdaldir. Çünkü hükmen öne geçmiþtir. Meðer ki yeni yapýlan evine daha yakýn ola. Bu daha fazîletlidir. Zira hem hakikaten hem hükmen öne geçmiþtir. Vâkýat´ta´da böyle denilmiþtir, Hâniye, Münyet-ül-müftü ve diðer kitablarda bildirildiðine göre önce yapýlan mescid efdaldir. Öncelikte müsâvi olurlarsa yakýn olan efdaldir. Bu iki hususta müsâvi olurlarda birinin cemâatý fazla ise namaza gidecek kimse kendisine uyulan bir fakih olduðutakdirde cemâatý az olan mescide gider. Tâki onun sebebiyle cemâatý çoðalsýn. Böyle deðilse muhayyerdir. Efdal olan, imamý daha fakih ve daha ehli takva olan mescidi tercih etmektir. Mahallesinin mescidi cemâatý azda olsa büyük cami´den efdaldir.
Velev ki büyüðünün cemâatý çok olsun.» Ýbâre kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Hasýlý þudur: Önce yapýlan mescidi yakýn mescide tercih hususunda ihtilaf edilmiþtir. Lâkin Hâniye´nin ibâresi: «Hânesinde mescid varsa daha evvel yapýlan mescide gitmesi ilh...» þeklindedir. Bundan anlaþýlýyor ki, bu tafsilât mahalle mescidi hakkýndadýr.
Hocasýnýn ders okuttuðu mescide gitmek bilittifak efdaldir. Çünkü bunda hem namaz hem de ders dinleme fazileti vardýr. T.
Mahalle mescidi büyük câmiden efdaldir. Bu hususta ki iki kavilden biri budur. Bu kavilleri kýnye sahibi nakl etmiþtir. Ýkinci kavil aksinedir. (yani cemâatý daha çok olan büyük cemi daha fazîletlidir.) Yukarýda görüldüðü vecihle kitabýmýzýn burada tercih ettiði kavlý Münye þârihi kesinlikle kabul etmiþtir. Musaffâ ve Hâniye sahipleri de ayni yolu takip etmiþlerdir.
Hatta Hâniye´de: «Mahallesinin mescidinde müezzin yoksa oraya giderek ezan okur ve namaz kýlar. Velev ki yalnýz baþýna olsun, Çünkü mescidin o kimse üzerinde hakký vardýr. Onu öder.» denilmiþtir.
Þârihin «sahih kavle göre ilh...» diyerek anlattýðý meseleyi biz namazýn þartlarý bâbýnda kýble bahsinden az evvel yeterince izah etmiþtik. Oraya müracâat edebilirsin!
METÝN
Mescidde dilenmek haram dilenciye para vermek ise mutlak surette mekruhtur. Bazýlarý cemâatýn üzerinden adýmlayarak geçerse mekruh olduðunu söylemiþlerdir. Cami içinde kayýp arayýp sormak ve þiir okumak da mekruhtur. Yalnýz içinde zikir bulunan þiir müstesnâdýr. Yüksek sesle zikir yapmak da mekruhtur. Bu ancak fýkýh okuyanlara câizdir. Cami içinde abdest almak da mekruhtur. Meðer ki abdest almak için hazýrlanmýþ bir yer olsun. Cami içersine aðaç dikmek de mekruhtur. Ancak su sýzýntis.ýný azaltmak gibi bir faydadan dolayý dikilebilir ve dikilen aðaç mescidin olur.
ÝZAH
Cami içersinde dilenciye para vermek mutlak surette mekruhtur. Bazýlarý cemâatýn üzerinden adýmlarsa mekruhtur. demiþlerdir. Þârih haram helâl bahsinde yalnýz bunu söylemekle yetinmiþ ve: «Mescidde dilenen kimseye para vermek mekruhtur. Ancak cemâatýn üzerinden adýmlamazsa muhtar kavle göre mekruh olmaz. Çünkü hazreti Ali namazda iken yüzüðünü tasadduk etmiþ; bunun üzerine ALLAH Teâlâ: Kendileri namazda iken zekâtý verirler. buyurarak onu medh ve senâda bulunmuþtur.» demiþtir. T. .
Hazreti Ali hâdisesi namazda dünya iþi henüz câiz olduðu devirdedir. Sonra bu hüküm nesh edilmiþtir.
Cami içinde kayýp mal arayýp sormak mekruhtur. Bir hadisi þerifte: «Mescidde birinin kayýp mal aradýðýný görürseniz, AIIah Teâlâ onu sona iade etmesin deyin!» buyurulmuþtur.
Þiir okumakta mekruhtur. Bu hususta «ez-Zýyâ-ül-Mânevî» adlý kîtabta þöyle deniliyor: «Dilinâfetlerinden yirmincisi þiirdir. Peygamber (s.a.v)´e bu mesele sorulmuþ da: Güzeli güzel, çirkîni çirkin olan bu sözdür. Cevabýný vermiþtir. Bunun mânâsý þudur: Þiir de nesir gibidir. Eyi olursa öðülür; kötü olursa zem edilir. Bedevilerin þiirini dinlemekte beis yoktur. Bundan murad:
Hata ve deðiþiklik yapmadan okunan þiirdir. Müslümaný hiciv etmek haramdýr. Velev ki «onun hakkýnda Rasûlüllah (s.a.v.): Birinizin içi þiirle dolacaðýna irinle dolsun daha eyidir.» buyurmuþtur. diyerek yapýlsýn!
Þiirin, vaaz, hikmet, Allah´ýn nimetlerini hatýrlatma ve takva sahiplerinin vasýflarýndan bahis edeni güzeldir. Binâ kalýntýlarýndan, zamanlardan ve milletlerden bahs edeni mubah; hiciv ve rezaletten bahis edeni haram; Güzel yüzden, servi boydan ve saçdan bahs edeni mekruhtur. Eb-ul-Leys Semerkandî bunu böyle anlatmýþtýr. Baþýna çeþitli haller geldikçe çok þiir söyleyip yazan ve bunu kendisine kazanç yolu yapan kimsenin insanlýðý azalýr ve þâhidliði kabul edilmez.»
Biz bu hususta söylenecek sözlerin kalanýný kitabýmýzýn baþýnda «Resm-il-Müftü» bâbýndan önce arz etmiþtik. Þu da var ki, Ýmam-ý Tahavî´nin Mecme-ül-âsâr þerhinde rivâyet ettiði bir hadiste: «Peygamber (s.a.v.) mescidde þiir okunmasýný, eþya satýlmasýný ve namazdan önce halka kurulmasýný yasak etti.» denilmektedir. Buna mukabil Rasûlüllah (s.a.v.)´in Hassân (r.a.), üzerinde þiir okusun diye minber koydurduðu rivâyet olunmuþtur. Tahavî bu iki rivâyetin arasýný bulmak için birinci hadisi Kureyþin yaptýklarý hicivler gibi zararlý þiirleri yahud mescidde þiir söylemek alýp yürüdüðü ve herkesin þiirle meþgul olduðu zamana haml etmiþtir. Mescidde eþya satmanýn yasak edilmesi de öyledir. Yani Rasûlüllah (s.a.v.)´in mescidde satýþý yasak etmesi bu iþ orada çok yapýlýp mescidler pazar yerlerine çevrilmesin diyedir. Zira Peygamber (s.a.v.) hazreti Ali´yi mescidde ayakkabý dikmekten men etmemiþtir. Halbuki herkesin toplanýp mescidde ayakkabý dikmesi mekruhtur. Satýþ, þiir okumak ve namazdan önce halkaya oturmakta öyledir. Fazla olan mekruh, fazla olmayan mekruh deðildir.
Yüksek sesle zikir etmek meselesinde Bezzâziye sahibinin sözleri birbirini tutmamaktadýr. Bir defa haramdýr demiþ; baþka bir defa câiz olduðunu söylemiþtir. Fetevâ-i hayriye´nin kerahiyet ve istihsan bahsinde þöyle denilmektedir. «Hadisde sesli zikirin matlûp olduðunu iktiza eden ifâdeler vardýr. Meselâ: «Kulum beni bir cemâat içinde anarsa ben kendisini o cemaattan daha hayýrlý bir cemâat içinde anarým.» buyurulmuþtur. Bu hadisi Buharî ile Müslim rivâyet etmiþlerdir. Bununla beraber gizli zikrin matlûp olduðunu iktiza eden hadisler de vardýr. Bu iki nevi hadislerin aralarý þöyle bulunur: Sesli veya sessiz zikirde bulunmak adamýna ve haline göre deðiþir. Nitekim namazda gizli ve aþikâra okumayý iktiza eden hadislerin aralarý da böyle bulunmuþtur. «Zikirin en hayýrlýsý gizli yapýlandýr.» Hadisi buna aykýrý deðildir. Çünkü bu hadis riyâdan korkulduðu veya namaz kýlanlar rahatsýz olduðu yahud uyuyanlar uyandýðý zamana mahsustur. Böyle bir þey yoksa bazý ulema sesli zikirin efdal olduðunu söylemiþlerdir. Zira bunda amel daha çoktur. Dinleyenlere de faydasý dokunur, zikir eden þahsýn kalbini uyandýrýr. Onu düþünmeye sevk eder. Uykusunu düzenler; neþâtýný arttýrýr.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Meselenin tamamý fetevâ-ihayriye´dedir müracâat edebilirsin.
Hamevî hâþiyesinde imam Þa´ranî´den naklen þöyle denilmektedir: «Gelmiþ geçmiþ bütün ulema cemâat hâlinde zikirin mescidlerde ve diðer yerlerde müstehap olduðuna ittifak etmiþlerdir. Meðer ki onlarýn âþikâr zikri uyuyan veya namaz kýlan yahud kur´an okuyan bir kimseyi rahatsýz etmiþ ola. ilh...»
Mescidde abdest almanýn mekruh olmasý, kullanýlan su tabiat icabý iðrenç olduðundandýr. Binaenaleyh mescidi sümük ve balgam gibi þeylerden temiz tutmak icap ettiði gibi abdeste kullanýlmýþ sudan da temiz tutmak gerekir. Bedâi.
Ancak mescidde abdest almak için hazýrlanmýþ yer bulunursa orada abdest almak mekruh deðildir. Bu yeri hazýrlamak vakýf sahibine þartmýdýr deðilmidir bir düþün! Medenî hâþiyesinde fetevâ-i Afifiye´den naklen þöyle denilmiþtir: «Zan edilmesin ki, zemzem kuyusunun etrafýnda abdest almak veya cünüblükten yýkanmak câizdir. Çünkü zemzemin etrafýna mescid hükmü verilir. Ve tükürmenin veya cünüb olarak durmanýn haram olmasý, itikâfýn cevazý ve sað ayaðýný evvela atmak gibi mescidlere yapýlan muameleler onada yapýlýr. Zira bir mescidden baþkasýna geçen kimseye sað ayaðýný evvel atmak sünnettir.
Mescide aðaç dikme meselesine gelince: Bu hususta Hulâsada þöyle denilmiþtir: «Mescide faydasý olduðu meselâ: Mescid sýzýntý yaptýðý ve aðaç dikilmezse direkler yerinde durmadýðý vakit mescide aðaç dikmekte beis yoktur. Böyle olmazsa caiz deðildir.» Hindiye´de dahi Garaibten naklen: «Eðer aðaç cemâatýn gölgesinden faydalanmasý için dikilirde kimseye zahmet vermez ve saflarý bir birinden ayýrmazsa beis yoktur. Yapraðýndan veya yemiþinden kendisi faydalanmak için diker yahud soflarý bir birinden ayýrýr veya mescidi kiliseye benzetecek yerde olursa mekruhtur.» denilmiþtir.
Ben Allâme ibn Emîr Hac´ýn kendi yazýsýyle mescid-i Aksâ´nýn aðaçlarý hakkýnda yazdýðý bir risâle gördüm ki, orada aðaç dikmek câizdir diye fetvâ verenlerin sözünü red etmiþtir. Fetva veren zat ulemanýn: «Mescide aðaç dikerse meyvesi mescidin olur.» Sözüne istinat etmiþtir.
Ýbn Emîr Haç: «Bundan aðaç dikmenin helâl olmasý lâzým gelmez. Meðer ki mezkûr özür mevcud ola. Çünkü bunda namaz ve benzeri için hazýrlanan þeyi meþgul etmek vardýr. Velev ki mescid geniþ yahud aðaç dikmekte yemiþinden faydalanma olsun. Yoksa mescidin bir kýsmýný kiraya vermek lazým gelir. Aðacý yerinde býrakmakta câiz deðildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Zâlimin emeðine hak yoktur.» buyurmuþtur. Zira zülüm, bir þeyi yerli yerine koymamaktýr. buda öyledir. ilh...» demiþtir. Mezkûr risâlenin sonunda ulemadan birinin el yazýsiyle: «Buna muhakkýklardan ibn Ebî Þerif Þâfii muvâfakat etmiþtir.» Diye yazýldýðýný gördüm.
METÝN
Mescidde yemek yemek ve uyumak mekruhtur. Ancak itikâfa giren ile yabancýya mekruh deðildir. Sarýmsak gibi þeyler yemek de mekruhtur. Bundan men edilir. Kezâ dili ile bile olsa her eziyetveren þey ve her akd mekruhtur. Bundan yalnýz þartýna riâyetle, itikafa girenin akdi müstesnâdýr. Mubah söz dahi mekruhtur. Zahiriye´de bu: «Mubah söz için oturmuþ olmakla» diye kayýtlanmýþtýr. Lâkin Nehir´de mutlak býrakýlmanýn daha münasip olduðu bildirilmiþtir. Mescidde kendine bir yer tahsis etmek mekruhtur. Müderris bile olsa baþkasýný yerinden kaldýrmaya hakký yoktur. Yer dar gelirse namaz kýlan kimse oturaný velev kur´an veya ders okusun yerinden kaldýrabilir. Hatta mahalle halký kendilerinden olmayan kimseyi mescidlerinde namaz kýlmaktan men edebilirler.
Mahalle halkýnýn mütevelli tayinine ve iki mescidi bir etmeðe ve aksini yapmaða namaz için haklarý vardýr. Ders veya zikir için yapmaða haklarý yoktur. Bir mescidde hem vaaz ediliyor hem kur´an okunuyorsa vaaz dinlemek evlâdýr. Mescidin divarlarýna yazý yazmak doðru deðildir. Temizlik için mescidden yarasa ve güvercin yuvasý atmakta beis yoktur.
ÝZAH
Mescidde yemek veya uyumak isteyen itikâfa niyet ederek girmeli ve niyet ettiði kadar ALLAH´ý zikir etmeli veya namaz kýlmalý sonra dilediðini yapmalýdýr. Bu feteva-i Hindiye´de zikir edilmiþtir.
Sarýmsak gibi þeylerden murad: Soðan ve benzeri pis kokusu olan þeylerdir. Sarýmsak ve soðan yiyenin mescide yaklaþmamasý hususunda sahih hadis vardýr. Ýmam Aynî sahihi Buhâri þerhinde þunlarý söylemiþtir:
«Ben derim ki: Yasak edilmesinin sebebi meleklere ve müslümanlara eziyet vermesidir. Bu Peygamber (s.a.v.)´in mescidine mahsus deðildir. Bu, hususta bütün mescidler müsâvidir.» Çünkü hadis þerif «mescidlerimize» þeklinde cemi sigasiyle rivâyet olunmuþtur. bazýlarý þâz olarak buna muhalefet etmiþlerdir. Hadisde nassan bildirilenlere yenilsin yenilmesin bütün pis kokulu þeyler ilhak edilmiþtir. Burada hassaten sarýmsaðýn baþka yerde soðanýn ve pýrasanýn zikir edilmeleri çok yenildikleri içindir. Keza bazý ulema bunlara aðzý kokanlarý, kokar yarasý olanlarý da ilhak etmiþlerdir. Kasap, balýkçý, cüzamlý ve berslý kimseler ise evleviyetle ilhak edilirler. (Þâfiilerden) Þuhnun: «Ben cüzamlý ile berslýya cuma namazý farz olmadýðýna kaniim.» diyerek bu hadisle istidlal etmiþtir.
Ýnsanlara dili ile eziyet verenlerde bu hadise ilhak edilmiþtir. Ýbn Ömer bununla fetvâ verirmiþ, Her eziyet veren þeyin mescidde mekruh olmasý hususunda bu hadis esastýr. Ama özürlülerin fena kokulu þeyler yemekle mazur sayýlmalarý ihtimalden uzak görülemez. Çünkü ibn Hibban´ýn sahibinde Muðire bin Þube´den þu hadis rivâyet olunmuþtur: «Rasûlüllah (s.a.v.)´in yanýna vardým. Üzerimde sarýmsak kokusu duydu. ve: Kim sarýmsak yedi? diye sordu. Bunun üzerine elini tutarak göðsüme götürdüm. Sargýlý olduðunu görünce: Senin özrün var! buyurdular.»
Taberânî´nin Evsat adlý eserindeki rivâyeti: «Göðsümden rahatsýzdým. Ve sarýmsak yed;m...» þeklindedir. Ayni hadiste: «Rasûlüllah (s.a.v.) kendisini tektir etmedi.» denilmiþtir.
Peygamber (s.a.v.): «Sarýmsak yiyen evinde otursun!» buyurmasý bu gibi fena kokan þeyleri yemenin cemâata gelmemek için özür sayýlacaðý hususunda açýk delildir. Kezâ burada biri müslümanlara, diðeri meleklere eziyet olan iki illet vardýr. Müslümanlara eziyet olmasýna bakarak cemâatý ve mescidi terk ettiði için mazur olur. Meleklere eziyet olmasýna bakarak da mescidegitmediði için mazur olur. Velev ki yalnýz olsun.» Bu ifade kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Bununla mazur sayýlmasý «özürden dolayý yemiþse» yahud «namaz vaktine yakýn unutarak yemiþse» diye kayýtlanmalýdýr. Tâ ki kendi fiiliyle cemâattan mahrum kalmýþ sayýlmasýn.
«Her akidden» murad: Mubâdele (deðiþme) akdi olduðu anlaþýlýyor. Tâki hibe gibi þeyler hâric kalsýn.
Eþbah ve diðer kitablarda açýklandýðýna göre mescidde nikah akdi müstehabtýr. Bu nikah bahsinde gelecektir.
«þartýna riayetle» ifâdesinden murad: Ticâret için olmayýp kendi veya çoluk çocuðunun ihtiyacý için malý getirmeksizin akd yapmaktýr.
Mescidde mubah söz dinlemek maksadiyle oturmak bilittifak mubah deðildir. Çünkü mescid dünya iþi için yapýlmamýþtýr.
Cellabî´nin namaz bahsinde: «Mubah söz dünya kelamý sayýlýr; mescidlerde konuþulmasý câizdir. Velev ki A L L A H Teâlânýn zikri ile meþgul olmak evlâ olsun.» denilmiþtir.
Birî þöyle demiþtir: «Medârik´te beyan olunduðuna göre insanlardan bazýlarý boþ sözü satýn alýrlar. Sözden murad: kötü sözdür.
Nitekim mescid hakkýndaki hadisde : Kötü söz hayvanýn kuru otu yediði gibi iyilikleri yer. buyurulmuþtur.» Bundan anlaþýlýyor ki. yasak edilen söz kötü sözdür. Mubah sözü konuþmak yasak deðildir.
Musaffâ´da: «Konuþmak için mescidde oturmaða þer´an izin verilmiþtir. Çünkü ehli suffa (Medine mescidinin çýkmasýnda yaþayanlar) mescide devam ederler; orada uyur konuþurlardý. Onun için bunu kimsenin men etmesi helâl deðildir. Cami´ Burhani´de de böyle denilmiþtir.» Þeklinde beyânat vardýr.
Nehir sahibinin: «Mutlak býrakmak daha münâsibtir.» sözü üzerine Tahtavî: «Bu söz nakli delile muhâlif bir bahistir. Hem bunda þiddetli güçlük vardýr.» demiþlerdir.
Mescidde kendine yer tahsis etmek mekruhtur. Çünkü huþuu bozar. Kýnye´de de böyle denilmiþtir. Yani bunu âdet edinen bir kimse baþka yerde namaz kýlarsa aklý fikri o yerde kalýr. Muayyen bir yere alýþkanlýk olmazsa böyle deðildir. Kendine yer tahsis eden kimse baþkasýný o yerden kaldýramaz. Kýnye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimsenin mescidde muayyen bir yeri olup oraya oturmaða devam ederse baþkasý oturduðu zaman Evzâî´ye göre oradan kaldýrabilir; bize göre kaldýramaz.» Bahýr´da Nihaye´den naklen: «Çünkü mescid kimsenin mülkü deðildir.» denilmiþtir.
Ben derim ki: Bunu «hemen dönmek niyetiyle kalkmamýþsa» diye kayýtlamak gerekir. Meselâ: Abdest almak için kalkmýþ olabilir. Bâhusus elbisesini de oturduðu yere koyarsa orasýný önce benimsediði tahakkuk eder.
Serahsî´nin Siyer-i Kebîr´inde þöyle denilmektedir: «Kezâ kervansaraylara müsafir olmak, namazý beklemek için mescidlerde oturmak, hac için Minâya veya Arafâta inmek gibi müslümanlarýn hak yönünden müsâvi olduklarý her þey böyledir. Hatta her sene baþkasýnýn iniði yere çadýrýný korsaötekinin oradan deðiþtirmeðe hakký yoktur. Ýhtiyacýndan fazla yer iþgal ederse fazla yeri baþkasýnýn almaða hakký vardýr. Bu yeri ondan iki kiþi istese dilediðine vermekte serbesttir. Ýkiden biri evvela oraya inerde ve ötekini indirmek isterse buna hakký yoktur. Çünkü onun zilliyedliðine hak sahibi baþka bir zilliyed ârýz olmuþtur; Onunda ihtiyacý vardýr. Ancak: «Ben bu fazla yeri kendim için deðil, bu adamýn emri ile onun nâmýna tutmuþtum.» Derde buna yemin ederse o yerden çýkarmaða hakký olur zira o yerdeki tasarrufunun emir eden için olduðu anlaþýlýr. Emir edenin ihtiyacý baþkasýnýn onun üzerinde hak isbatýna mânidir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Hayreddin Remli diyor ki: «Pazar yerlerindeki oturma yerleri de mescid gibidir. Esnaf bunlarý tutarlar kim evvel oturursa hak onundur.
Baþkasýnýn onu kaldýrmaða hakký yoktur. Kalkdýðý zaman o yer hakkýnda herkes müsâvi olur. Ama Þâfiilerin mezhebi bunun hilâfýnadýr. Nitekim kitablarýnda beyân etmiþlerdir.»
Bu yerlerden murad: Ammeye zarar vermeyen yerlerdir. Aksi takdirde oraya oturanlar mutlak surette kaldýrýlýrlar. Yer dar geldiði zaman namaz kýlan oturaný kaldýrabilir.
Ben derim ki: Keza dar gelmez fakat oturuþu safý bozarsa yine kaldýrabilir.
Mahalle halkýnýn mütevelli tâyinine haklarý vardýr. Velev ki kadý mütevelli tâyin etmesin. Nitekim Ýnâye´den naklen evvelce arz etmiþtik. Fakat mahalle halký ders veya zikir için iki mescidi birleþtiremezler. Çünkü mescid bunun için yapýlmamýþtýr. Velev ki içinde ders ve zikir câiz olsun. Kýnye´de de böyle denilmiþtir.
«Vaaz dinlemek evladýr.» Sözüne gelince: Anlaþýlýyor ki, Bu hüküm Kur´an âyetlerini anlayýp þer´î mânâlarým tedebbüre ve hikmetli vaazlarýndan istifadeye kudreti olmayanlara mahsustur. Çünkü bunlara kudreti olan bir kimsenin kur´an dinlemesinin evlâ hatta vâcip olduðunda þübhe yoktur. Câhil böyle deðildir. O kur´an okuyandan anlayamadýklarýn! muallimden ve vaazýndan anlar. Binaenaleyh bu onun için daha faydalýdýr.
Bahýr´da Nihaye´den naklen bildirildiðine göre mescidin duvarlarýna yazý yazmanýn doðru olmamasý düþerde üzerine basýlýr diyedir.
«Temizlik için mescidden yarasa ve güvercin yuvasý atmakta beis yoktur.); Bu söz mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: Peygamber (s.a.v.) «Kuþlarý yerlerinde býrakýn!» buyurduðu halde yuvayý atmak emre muhalefet deðil midir? Cevap: Bu temizlik içindir. Temizlik ise matlup bir þeydir. Hadis mescidlerden baþka yerlere mahsustur.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:04:43
NAMAZIN ÂDABI
METÝN
Namazýn bir takým âdabý vardýr. Âdabýn terki isâet ve muvâheze icap etmez. Sünen-i zevâidi terk etmek bu kabildendir. Lâkýn yapýlmasý efdaldir. Ayakta iken secde yerine, rükû halinde ayaklarýnýn üzerine, secde de burunun yaný baþýna, otururken kucaðýna. birinci selâmda sað omuzuna, ikinci selamda sol omuzuna bakmak âdabtandýr. Huþû böyle hâsýl olur.
Esnerken velev diþi ile dudaðýný ýsýrmak suretiyle olsun aðzýný kapamakta âdabtandýr. Bunu yapamazsa aðzýný sol elinin arkasý ile yahud yeni ile kapar. bazýlarý: Ayakta ise sað eliyle. deðilse sol eliyle kapayacaðýný söylemiþlerdir. Müçtebâ. Zira zarûret yok iken aðzýný kapamak mekruhtur.
Erkeklerin iftitah tekbiri anýnda ellerini cübbelerinin yeninden çýkarmalarý dahi âdabtandýr. Meðer ki soðuk gibi bir zaruret buluna.
Âdabtan bazýlarý da þunlardýr:
1 - Mümkün mertebe öksürüðünü tutmak, Çünkü özürsüz öksürmek namazý bozar. Bundan sakýnmalýdýr.
2 - Ýmam Mihraba yakýnsa müezzin hayyalel felah derken imam ve cemaatýn ayaða kalkmasý.
Ýmam Züfer buna muhâliftir. Ona göre Hayya ales Salah derken kalkýlacaktýr. Ýbn-i Kemâl. Ýmam mihraba yakýn deðilse en münasibi her safýn imam yanýna geldiði zaman kalkmasýdýr. Ýmam ön taraftan girerse cemaat onu gördüðü vakit kalkarlar. Ancak bir mescitte müezzinliði bizzat imam yaparsa o zaman imam ikameti bitirmedikçe cemaat kalkmazlar. Zahîriye. Ýkameti mescidin dýþýnda yaparsa her saf imam yanýna geldiði zaman ayaða kalkar. Nehir.
3 - Kad kamet-is-Salah denildiði vakit imamýn namaza baþlamasý, fakat ikamet tamamlanýncaya kadar geciktirirse bilittifak beis yoktur.
Ýmam ebu Yusuf ile eimme-i selâsenin kavilleri budur. Mecmâ þerhinde bildirildiðine göre en mütedil mezhebte budur. Kuhistânî de Hulâsaya nisbet edilerek bu kavlin esah olduðu bildirilmiþtir. FER´Î bir mesele: «Bir kimse namazýn farzlarýný. sünnetlerini bilmese kýldýðý namaz caizdir. Bunu imam Zâhidî Kýnyet-ül-fetevâda söylemiþtir.
ÝZAH
Âdab edebin cem´idir. Namazda edeb Rasulullah (s.a.v.)´in bir veya iki defa yaparak devam buyurmadýðý fiildir. Rükû ve sücûd tesbihlerini üçten fazla yapmak bu kabildendir. Gayet-ul-beyan, Ýnâye ve diðer kitablarda böyle denilmiþtir. Hýlye´nin baþýnda namazýn âdabý muhtelif þekillerde tarif edilmiþ: «Anlaþýlan edep mendûbe müsavîdir.» denilmiþtir.
Süneni Zevâit´ten murad sünneti gayri müekkedelerdir. Rasulullah (s. a.v.)´in giyiniþinde, oturup kalkmasýnda, taranmasýnda, ayakkabý giymesinde vesâiredeki tavýr ve hareketleri bu kabildendir. «Mukabili Süneni Hüdâdýr ki bu sünnetler ezan ve cemaat gibi dinin alametlerini teþkil ederler. Her iki sünnetin mukabili nâfiledir. Mendûp, müstehap ve edep nâfilenin nevileridir. Bunun tahkikatýný abdestin sünnetleri bahsinde yapmýþtýk. Abdestin âdâbýna huþû için riayet edilir. Zira maksat huþû elde etmek ve, teklif gösterilen yerlere bakar. Birde bunda kendisini meþgul edecek þeye
bakmaktan korunmak vardýr.
TENBÝH: Zâhir rivâyede nakledilen kavle göre namaz kýlanýn gözü secde yerine bakacaktýr. Kenz ve diðer kitablarda bu kadarcýðý söylemekle iktifa edilmiþtir. Bu hususta tafsilata gidenler Tahavî ve Kerhî gibi kendilerinden tasarrufta bulunanlardýr.
Esnemek namaz dýþýnda da mekruhtur. Çünkü þeytandan gelir. Peygamberler bundan mahfuzdurlar.
Faide: Tühfet-ül-Mülûk þerhinde þunu gördüm: «Zâhidî´nin söylediðine göre esnemeyi def etmenin çaresi peygamberlerin (aleyhim es-Salat-ü ve´s-Selam) hiç esnemediklerini hatýrlamaktýr. Kudûrî: Biz bunu defalarca tecrübe ettik ve doðruluðunu gördük demiþtir.» Ben derim ki: Onu ben de tecrübe ettim ve doðru olduðunu gördüm.
Namazda öksürmek iki þýktan hâli deðildir. Bundan murad ya izdýrâri öksürüktür yahud deðildir. Izdýrarî öksürüðü tutmak mümkün deðildir. Fakat ýzdýrarî öksürüðü tutmak farzdýr çünkü namazý bozar. Þöylede denilebilir: öksürükten murad tabiatýn gerektirdiði ve önüne geçmesi mümkün olan öksürüktür. Böyle öksürüðü mümkün mertebe tutmak müstehabtýr. Teemmül buyurula!
Sonra Hýlye´de gördüm ki öksürmeðe bir nevi sebep olan özürse bilhassa harf çýkaran özür bulunursa öksürüðü ýzdýrârî olmayan öksürük mânâsýna hamlederek cevap vermiþ. Çünkü bunda hilâftan kurtulmak vardýr. Özürden murad, yâ sesi düzeltmek yahud namazda olduðunu bildirmektir. Namazý bozan þeyler babýnda görüleceði vecihle namazda olduðunu bildirmek için boðaz kazýmak sahih kavle göre namazý bozmaz. Þu halde öksürükten murad boðazýný kazýmaktýr. Teemmül eyle!
Ýmam ve cemaat müezzin Hayya alel felah derken ayaða kalkarlar. Kenz. Nurul-Ýzah, Islah, Zahîriyye, Bedâyî ve diðer kitablarda böyle denilmiþtir. Dürer´in metin ve þerhinde ise Hayya-aIes-Salah dediði zaman kalkacaklarý bildirilmektedir. Bu kavli Ýsmail Nablûsî kendi þerhinde Uyûn-ul-Mezâhibe, feyz, Vikâye, Nikâye, Hâvî ve Muhtâr nâm eserlere nisbet etmiþtir.
Ben derim ki: Mültekâ metninde bu kavle itimad edilmesi birinci kavil zaiflik bildiren (denildi ki) lafzý ile hikâye edildiði içindir. Lâkin ibn-i Kemâl birinci kavlin sahih kabul edildiðini naklediyor! «Zahîre´de bildirildiðine göre imam ve cemaat üç imamýmýza göre müezzin Hayya-alel-Felâh dediði vakit ayaða kalkarlar. Hasan ibn-ý Ziyâd ile Züfer´e göre ise müezzin Kad kamet-is-SaIah dediði vakit kalkarlar safa dururlar. Bunu ikinci defa tekrarladýðýnda tekbir alýrlar. Sahih olan kavil üç imamýmýzýn kavlidir.» Þârih «Ýmam Züfer buna muhaliftir ilh...» demiþse de bu nakil doðru deðildir. Ýbn-i Kemâl´in beyân ettiðimiz ibâresinede uygun deðildir. Ben Zâhîre´ye mürâcâat ettim gördüm ki o da hilâfý Ýbn Kemâl´in ondan naklettiði gibi rivayet etmiþ. Bedâyî ve diðer kitablarda da onun gibi nakil edilmiþtir. Kod kâmet-is-SaIah denilince imam namaza baþlar. Cemaat ta öyledir. Çünkü ileride görüleceði vecihle Ýmam-A´zam´a göre cemaatýn imamla beraber niyetlenmeleri efdaldir: «Bu kavlin esah olduðu bildirilmiþtir.» Çünkü bunda müezzine tabi olmak fazîleti ve onun imamla beraber namaza baþlamasýna yardým vardýr.
METÝN
Namaza baþlamak isteyen kimse müktedir ise iftitah tekbiri alýr. Yani vücûben ALLAH´u EKBER der. Cümlenin yalnýz mübtedasiyle meselâ: ALLAH demekle namaz baþlamýþ olmayacaðý gibi yalnýz Ekber demekle de baþlamýþ olmaz. Muhtar olan kavil budur. Ýmamla birlikte ALLAH der ekberi daha önce söylerse yahud imama rükûda yetiþirde ayakta iken ALLAH der ekberi rükû halinde söylerse esah kavle göre namaz sahih deðildir. Nitekim ALLAH´ý imamdan evvel bitirirse yine sahih deðildir.
Ýsmüllâhý sýfatsýz olarak söylerse Ýmam-A´zam´a göre namaz sahihtir. Ýmam Muhammed buna muhâliftir. Tekbir kelimeleri uzatmadan ayakta yapýlýr. Çünkü iki hemzeden birini uzatmak namazý bozar kasten uzatýlýrsa küfür olur. Esah kavle göre ekberin bâsýný uzatmak dahi böyledir. Ýmamý rükû halinde bulursa eðilerek tekbir aldýðý takdirde kýyâm haline daha yakýnsa namaz sahih olur, rükû tekbirini niyet etmesi hükümsüz kalýr.
ÝZAH
Bu fasýlda ekseriyetle namaz fiillerinin vasýflarýna yani farz veya vacip olduklarýna temas etmeksizin namazýn baþýndan sonuna kadar bütün fiilleri öteden beri yapýla geldiði þekilde beyân edilecektir. Çünkü fiillerin sýfatlarý evvelce görülmüþtür. Þârih muktedirse sözü ile âcizden ihtiraz etmiþtir. Acizin hükmü ileride gelecektir.
Ýftitah takbiri ile yalnýz namaza baþladýðýný bildirmek isterse namaza baþlamýþ sayýlmaz. Bunu yukarýda görmüþtük tamamý ileride gelecekti.r. Hýlye sahibi Münyenin: «Namaza ancak iftitah tekbiri ile girilir» sözünü izah ederken þunlarý söylemiþtir: «Ýftitah tekbiri: Allah´u ekber,
Allah´ul ekber, Allah´ul kebîr yahut, Allahu kebîr. gibi cümlelerle olur.»
Ýmam Malik AIIah´u ekber´i tayin etmiþtir. Çünkü tevarüs yolu ile gelen budur. Buna þöyle cevap verilmiþtir. Tevarüs bu cümle ile baþlamanýn sünnet veya vacip olduðunu gösterir. Bizde buna kâiliz. Zira Ýmam A´zam´dan esah rivayete göre Allah´u ekberden baþka cümle ile namaza baþlamak mekruhtur. Nitekim Tühfe, Zahîre, Nihâye ve diðer kitablarda beyan edilmiþtir. Tamamý Hýlye´dedir. Þu halde geri kalan lafýzlardan biri ile iftitah yaparsa vacip yerini bulmaz. Anla!
Yalnýz mübteda ile namaza baþlanmaz. Çünkü cümlenin tam olmasý þarttýr. Nitekim yukarýda geçti. Muhtar olan kavil budur. Mezkûr kavil Ýmam Muhammed´in olup zâhir rivayede Ýmam-A´zam´dan nakledilmiþtir. Ayni zamanda ebu Yusuf´unda kavlidir. Çünkü ileride geleceði vecihle ebu Yusuf´a göre namazýn sahih olmasý beþ lafza mahsustur. H. «Ayakta tabirinden kelimenin hakikatý kast edilmiþtir murad dimdik durmaktýr. Hükmen dikilmek de kast edilmiþ olabilir. O da elleri dizlerine varmamak þartiyle biraz eðilmektir. H.
Buradaki «esah kavle göre» tabirinden murad zâhir rivâyedir. Ve imama uymasý sahih olmadýðý gibi namazýn kendisine baþlamasý sahih olmadýðýný ifade eder. Esah olan budur. Nitekim nehirde sirâc´dan naklen beyân edilmiþtir. «Ýsmillâhý sýfatsýz olarak söylerse ilh...» cümlesi yukarda söylenenin tekrarýdýr. Sýfattan cümlenin haberi kast edildiðini gösterir. Fakat bu kavil zaiftir. Zahir rivaye deðildir. Bunu Halebî söylemiþtir.
Malumun olsun ki Ýftitah tekbirinde uzatma ALLAH kelimesinde olursa ya baþýnda ya ortasýnda yahud sonundadýr. Baþýnda uzatýrsa namaza baþlamýþ olmaz. Namaz içinde iken uzatýrsa namazý bozulur hükmünü bilmezse kâfirde olmaz. Çünkü þübhe etmiþ deðildir. Küfür cümlenin mânâsýnda þübhe etmekten ileri gelir. Ortasýnda uzatýrsa lâm ile he arasýnda ikinci bir elif meydana gelecek kadar fazla uzattýðý takdirde mekruh olur. Bazýlarý muhtar kavle göre namazýn bozulmayacaðýný söylemiþlerdir. Bu ihtimalden uzak deðildir. Sonunda uzatýrsa hatadýr. Fakat yine bozulmaz, Bu iki surette namaz bozulmadýðýna bakýlýrsa namaza baþlamanýn sahih olmasý gerekir.
Uzatma «ekber kelimesinde olursa evvelini uzattýðý takdirde hatâdýr namazý bozar. Bunu kasten yaparsa kâfir olacaðýný söyleyen)er vardýr. Çünkü þübhe mânâsý vardýr. Bazýlarý kâfir olmaz demiþlerdir. Fakat bu þekilde o kelime ile namaza baþlamanýn caiz olmamasý hususunda ihtilaf olmamak lazým gelir. Uzatma kelimenin ortasýnda ise namazý bozar ve o kelime ile namaza baþlamak sahih olmaz. Sadr-ýþ-Þehîd sahih olduðunu söylemiþtir ama «bununla muhâlefet kast etmediði zaman» diye kayýtlanmasý gerekir. Nitekim Muhammed bin Mukâtil buna tenbih etmiþtir. Mübtegâ´da namazýn fâsid olmadýðý çünkü bunun bir eþbâdan (kalýn kalýn okumaktan) ibâret olduðu bildirilmiþtir ki bir kabilenin lügatýdýr. Bazýlarý namazýn bozulacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü «Ekbâr iblisin çocuðunun adýdýr. Bunun bir lügat olduðu sübût bulursa o zaman namazýn sahih olmasý gerekir. Uzatma kelimenin sonunda ise bazýlarýna göre namazý bozulur. Bozulmasýna bakarak onunla namaza baþlamanýn sahih olmamasý gerekir. Hýlye´de de böyle denilmiþtir. Bu meselenin tam bahisleri Bahýr ile Nehir´dedir.
Ben derim ki: Allâhu´nün hâsýný uzatmakla dahi namazýn bozulmasý lazým gelir. Çünkü bu takdirde kelime «lâh»ýn cem´i olur. Nitekim Þâfiî´lerden bazýlarý bunu açýklamýþlardýr. Allahu´nün veya ekberin hamzesini kasten uzatmak küfürdür, Çünkü sualdir. Bu þahýs indinde Allah teâlâ´nýn azamet ve kibriyasýnýn sabit olmadýðýný iktiza eder. Kifâye´de böyle denilmiþtir. Ama en iyisi Mebsût´un kavlidir. Orada: «Kasten uzatýrsa küfründen korkulur.» denilmiþtir. þu da var ki Ekmel Ýnâye adlý eserinde bu zevâta itiraz etmiþ: «uzatýlarak okunan bu kelime takrir ve kabul için söylenmiþ olabilir. Binaenaleyh küfrü ile namazýn bozulmasýný icap etmez.» demiþtir. Lâkin ona þöyle cevap verilebilir: Kabul kasdý fesâdý def etmez.Zira Münye þerhinde bildirildiðine göre bir insanýn kendini kabul ve tasdik etmesi doðru deðildir. Baþkasýný tasdik ederse fesâd lazým gelir. Çünkü muhatabý olur. Bu izâha göre þöyle demek lazým gelir: «Kasten uzatýrsa kâfir olmaz meðer ki bununla þek ve þübheyi kastetmiþ ola. Zira bu takdirde tasdik ihtimali kalmaz. Namazýn bozulmasý ve o kelime ile namaz baþlamanýn sahih olmamasý için söz yoktur. Velev ki kasten uzatmasýn. Yahud þek þübheyi kast etmesin. Çünkü küfre ihtimali olan bir kelimeyi söylemiþtir. Bu þer´an bir hatadýr. Onun için Hýlye sahibi: «Namazýn bozulmasýnýn sebebi kelimeyi sual þeklinde söylemesidir. Mânâsýný bilip bilmediði fark etmez. Buna delil uyuyanýn konuþmasiyle namazýn bozulmasýdýr.» demiþtir.
Kýyâm hâline daha yakýn olmak yukarda da geçtiði vecihle ellerini saldýðý vakit dizlerineermemektir. Ýsmail Nablusî´nin þerhinde Huccet´ten nakledildiðine göre bir kimse nâfile namaz için rükû halinde iftitah tekbiri alýrsa câiz deðildir. Ama nâfile namazý oturarak kýlarsa oturarak iftitah tekbiri caizdir.
Ben derim ki: Bunlarýn arasýnda fark þudur: Oturarak namaz kýlmanýn caiz olmasý her vecihle kýyâmýn halefidir. Rükûa gelince ona bir vecihle kýyam hükmü verilir. Bir vecihle verilmez. Onun için rükû hâlinde âyet okusa câiz olmaz. Teemmül eyle!
(Rükû tekbirine niyet etmesi hükümsüz kalýr.) yani aldýðý tekbir ile iftitahý deðil de rükû tekbirine niyet ederse niyeti hükümsüz kalýr. Ve aldýðý tekbir iftitah tekbiri yerine geçer.
Çünkü bu tekbirle halis zikir kast ettiðine, namaz haricinden bir þey düþünmediðine ve o kimseye farz olan vazife tahrime olduðuna göre getirdiði tekbir farz yerine geçer. Çünkü o bir farz yeridir. Farz nâfileden daha kuvvetlidir. Nasýl ki fâtihayý okumakla zikir ve senâyý kast etse kýraat yerine geçtiði gibi hac da rükün için cünüp olarak sader için temiz olarak tavaf etse temiz olarak yaptýðý tavaf rükün yerine geçer Ama tekbirle sâdece namazda olduðunu bildirmek isterse iþ deðiþir. Zira zikri kast etmemiþtir. Aðzýndan çýkan kelime namaza yabancý bir söz olup onunla namaza baþlamak câiz olmaz.
METÝN
FER´Ý MESELELER:
1 - Bir kimse imamýnýn tekbir aldýðýný bilmeyerek tekbir alsa kanaatine göre kendisi imamdan önce tekbir almýþsa namazý câiz deðildir. Aksi halde caiz olur. Muhit.
2 - Tekbir ile bir þey þaþtýðýný yahut müezzine tabi olduðunu kast ederse namaza baþlamýþ sayýlmaz.
3 - Tekbirin râsý cezmle okunur.
Çünkü peygamber (s.a.v.): «Ezan cezm, ikamet cezm, tekbir de cezmdir.» buyurmuþtur. Mineh. O hadis ezanda geçmiþti.
Namaza ancak tekbir getirirken niyet etmekle girer. Yani sâdece tekbirle namaza girmiþ olmadýðý gibi sâdece niyetlede girmiþ olmaz. Her ikisi ile birlikte girer. Dilsiz ve okumak bilmeyen gibi söylemekten âciz olan kimsenin dilini kýpýrdatmasý lazým deðildir. Kýraat hakkýnda da sahih kavle göre hüküm budur. Çünkü vacibi ifâ imkânsýzdýr. Vacibten baþkasý ise, ancak delil ile lazým gelir. Binaenaleyh niyet kâfidir. Lâkin burada kýyâmýn þart koþulmasý ve niyetin önce yapýlmamasý gerekir. Çünkü niyet tahrimenin yerine geçer. Ama ben bunu bir yerde görmedim: «Aksi halde caiz olur.»
ÝZAH
Yani. kanaatince (namaz kýlanýn) imamla birlikte yahud ondan sonra tekbir aldý ise yahud bu hususta bir fikri yoksa namazý caizdir. Fikri olmadýðý halde namazýnýn caiz olmasý müslümanýn iþini doðruya yormak içindir. Lâkin en ihtiyatlý hareket ikinci defa tekbir almak ve þübheyi yüzde yüz ilimle ortadan kaldýrmaktýr. Bu mesele de Fetih sahibi hata etmiþtir. Nehir sahibi buna tenbihtebulunmuþtur.
Tekbirle þaþmayý kast meselesini Ýbn Nüceym Eþbah´ýn lügazlar bahsinde, müezzine tabi olma meselesini de musannýf kesilen hayvanlar bahsinde kitabýn metninde zikir etmiþtir. Bu iki meselede ki tekbirle namaza baþlamanýn caiz olmamasý þaþmakla müezzine icabetin namaza yabancý iki fiil olmasýndandýr. Bunlar namazý bozarlar.
Ýsmail Nablusî, þerhinin namazý bozan þeyler bahsinde þunu söylemiþtir: «Bir kimse AIIahümme salli alâ Muhammed yahud Allah´u ekber der de bununla cevap vermeyi kast ederse namazý bilittifak bozulur. Müezzine icabet ederse yine bozulur. Namazý esnasýnda ezan okursa ezaný kast ettiði takdirde namazý bozulur:
Tekbirin râsý cezmle okunur. Hýlye sahibi þunlarý söylemiþtir: «Sonra bilmelisin ki tekbirde sünnet, iftitah için olsun namaz için olsun cezmle okumaktýr. Ulema buna delil olarak Ýbrahim Nehaî kendisine mevkuf ve Rasulullah´a merfû olarak rivâyet ettiði þu hadisi göstermiþlerdir: Ezan cezmdir; ikamet cezmdir; tekbirde cezmdir. Kâfi sahibi bundan muradýn tekbirde harekeyi kalýn okumamak; fazla derinleþmemek, ýfrat derecede ki hemzeyi ifrata vardýrmamak ve fazla uzatmamak olduðunu söylemiþtir. Sonra ALLAH´unun He´ si hilafsýz merfu ötre okunur. Ra´sýna gelince muzmýratta muhit´ten naklen isterse merfu isterse meczum okuyacaðý bildirilmiþtir. Mübtegâ´da ise bunda asýl meczum okunmaktýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.) tekbir cezmdir, tesmî de cezmdir buyurmuþtur deniliyor.»
Tekbirden murad: Mutlak zikirdir. Namaza niyet ve tekbirin mecmuu ile girilir. Yani namaza girmek hususunda niyet müstakil olmayýp tahrimeye baðlý bulunduðundan namaza giriþ ikisi ile beraber mûteber olmuþtur. Yalnýz birisi ile namaza girilmez. Nasýl ki hac için ihrama giren bir kimse telbiye getirmedikçe yalnýz hacca niyet etmekle hacca baþlamýþ olmaz. Yalnýz niyet eder de telbiye getirmez yahud sâdece telbiye getirirde niyet etmezse ihrama girmiþ sayýlmaz.
«Vacibi ifâ imkansýzdýr.» Cümlesinden murad dili ile tekbir ve kýraatý söylemektir. «Lâkin burada kýyâmýn þart koþulmasý ilh.. » cümlesi þöyle izah olunur. Tahrime yerine niyet kâfi gelince bu, niyetin tahrime yerine geçmesini iktiza eder. Niyet tahrime yerine geçince tahrimenin þartlarýna niyettede riâyet olunur. Ve niyette ayaða kalkmak, kýyamdan önce yapýlmamak þart olur. Çünkü niyet tahrimenin yerini tutar ama zatýndan dolayý deðildir. Çünkü söylemekten âciz olmayan bir kimse otururken namaza niyet etse de sonra kalkarak ihram tekbirini alsa namaz sahihdir. Niyeti önceden yapmasýda böyledir. Nitekim ulema: «Bir kimse evinde abdest alýrda cemaatla namazý kast ederek evinden çýkar ve imamla beraber namaza girerken niyet hatýrýna gelmezse konuþmak vesaire gibi namaza yabancý bir fasýla bulunmadýkça namazý sahihtir.» demiþlerdir. Mescide yürümesi afv olunur. Þârih´in sözünün izahý budur.
Bu bahiste o Nehir sâhibine tabi olmuþtur. Haþiye yazarlarý da kendisini tasdik etmiþlerdir. Fakat söylediklerinin ihtirazdan hâli kalmadýðý meydandadýr. Çünkü niyet müstakil bir þarttýr.
Tahrime de diðer þartlar gibi ayrý bir þarttýr. Bir özürden dolayý bir þart sâkýt olurda baþka bir þartlayetinilirse onun yerine baþka bir þart konulmuþ olmasý lazým gelmez. Çünkü þartlar rey ile konulamaz. Onun için þârihde baþkasýna tabi olarak baþkasý ancak delille lazým gelir demiþtir. Bu da kýyamdan yahud suyu kullanmaktan âciz kaldýðý vakit oturmanýn ve topraðýn onlarýn yerine geçmesi gibidir ki bu hususta delil vardýr. Avret yerini örtmekten âciz kalýrsa iþ deðiþir. Çünkü onun yerini tutacak bir þey için delil yoktur. Binaenaleyh tamamiyle sâkýt olur. Burada dili kýpýrdatmak delil bulunmadýðý için konuþmak yerini tutamayýnca niyet delilsiz olarak nasýl onun yerini tutabilir? Halbuki dilini kýpýrdatmak konuþmaya niyetten daha yakýndýr.
METÝN
Sonra Eþbah´da «tabi tabi´dir» kaidesine þöyle denildiðini gördüm:
«Müftâbih kavle göre tekbir ve telbiyede dili kýpýrdatmak lazým, kýraatta lazým deðildir.»
Ellerini tekbirden önce bazýlarýna göre tekbirle beraber baþ parmaklarýný kulaklarýnýn yumuþaklarýna deðdirecek þekilde kaldýrýr «kulaklarýnýn hizasýna» tabirinden murad budur. Çünkü hizasýna gelmek ancak deðmekle yüzde yüz bilinir. Avuçlarýný kýbleye karþý acar. Yanaklarýna karþý açacaðýný söyleyenlerde vardýr.
Kadýn cariye bile olsa ellerini parmak uçlarý omuzlarý hizasýna gelecek þekilde kaldýrýr. Onun da erkek gibi kaldýracaðýný söyleyenler dahi vardýr. Bahýr´da kadýn câriye bile olsa denilmiþse de Nehir´de Sirâc´tan naklen: «Cariye burada erkek gibidir. Baþka yerlerde hür kadýn hükmündedir» denilmiþtir.
Namaza yine keraheti tahrimiye ile tesbih, tehlil, tahmid ve diðer ALLAH Teâlâya mahsus ta´zim kelimelerini söyleyerek baþlamak sahihdir. Esah kavle göre velev ki rahîm, kerîm gibi müþterek kelimelerle olsun.
Ýmam ebu Yusuf namaza baþlamayý ma´rife ve nekre olmak üzere Ekber ve kebir kelimelerine tahsis etmiþtir. Hulâsa´da Kübâr ve kübbâr kelimeleri de ziyade edilmiþtir.
ÝZAH
Ben derim ki, bir çok nüshalarýnda gördüðüme göre; Eþbah´ýn ibâresi þöyledir: «Kâide hârici kalanlardan biri de dilsizdir. Dilini kýpýrdatmak lazýmdýr diyenlere göre iftitah tekbiriyle telbiyede dilsizin dilini kýpýrdatmasý lazým deðildir.» Bazý nüshalarda (diyenlere göre) tabirinin yerine (müftabih kavle göre) denilmiþtir.
Birinci tabir daha güzeldir. Çünkü Eþbâh sahibinin Bahýr nâmýndaki eserinde namazýn farzý tahrimedir diye baþladýðý sýrada tahrimede vacip olmadýðýnýn sahih kabul edildiðini söylemesine uyar. Muhit sahibi de buna cezm etmiþtir. Lâkin tahrime ile telbiye arasýnda fark göstermeðe muhtaçtýr. Çünkü imam Muhammed Telbiyede dili kýpýrdatmanýn þart olduðunu söylemiþtir. Muhit sahibi: «Namazda olduðu gibi telbiyede de dili kýpýrdatmak müstehabtýr.» diyor.
Lübâb-ül-Menâsik þerhinde de böyle denilmiþtir, dedikten sonra þunlarý söylüyor: «Ben derim ki þu halde hacda dilini kýpýrdatmak evleviyetle lazým gelmez. Zira kýraat kat´î farzdýr. Telbiye ise zannî bir iþtir.»
Namaza niyetlenirken eller tekbirlerden evvel kaldýrýlýr sözünü mecmâ sahibi Ýmam-ý A´zam´la Ýmam Muhammed´e nisbet etmiþtir. Hidâye sahibi bunu sahih bulmuþtur. Ellerin tekbirle beraber kaldýrýlacaðýný Hâniye, Hulâsa, Tühfe, Bedâyî ve Muhît sahipleri tercih etmiþlerdir. Eller kaldýrýlýrken tekbire baþlanacak. kulaklara vardýðýnda tekbir de bitecektir. Bakâlî bu sözü bütün ulemamýza nisbet etmiþtir. Hýlye sahibi de onu tercih etmiþtir. Burada üçüncü bir kavil daha vardýr ki o da ellerin tekbirden sonra kaldýrýlmasýdýr. Bunlarýn hepsi peygamber (s.a.v.)´den rivâyet olunmuþtur. Hidâye´deki kavil evlâdýr. Nitekim Bahýr ve Nehir´de de öyle denilmiþtir. Onun için þârih bu kavle itimad etmiþtir.
«Kulaklarýn hizasýna tabiri zâhir rivâye kitablarýnda ve hadisin bazý rivayetlerinde mevcuttur. Nitekim Hýlye sâhibi bunu bahis mevzuu yapmýþ ve omuzlara kadar kaldýrýr rivayetleriyle aralarýný bulmuþtur. Omuzlara kadar kaldýrýr rivayetini o «eller soðuktan dolayý yenlerin içinde ise» diye te´vil etmiþtir. Nitekim Tahavî´de bazý rivâyetlerden alarak bunu söylemiþ, Hidâye sahibi ile baþkalarý da ona tabi olmuþlardýr. Kemal ibn Hümâm iki rivayetin arasýný bulmaða itimad etmiþ ve: «Eller dirseklerden omuzlar hizasýna kaldýrýlýnca baþparmaklar kulaklar hizasýna varýr.» demiþtir.
Ebû Davud´un rivayeti de açýkca böyledir. Hýlye sahibi (Þafî´nin kavlý de budur.) demiþ; Nevevî´de bunu tercih ederek Müslim þerhinde cumhur ulemanýn meþhur kavli bu olduðunu söylemiþtir.
«Cariye burada yani ellerini kaldýrmakta erkek gibidir. Rükû, sücûd ve oturuþ gibi yerlerde hür kadýn gibidir.» Sözünü Kýnye sahibi denildi ki ifâdesiyle zaif bir kavil olmak üzere hikâye etmiþtir. Mutemed olan kavil Bahýrýn söylediðidir. O da bu hususta Hýlye´ye tabi olmuþtur.
Kadýnýn do ellerini erkek gibi kaldýracaðýný imam Hasan Ebû Hanîfe´ den rivayet etmiþ: «Kadýn ellerini erkek gibi kulaklarýnýn hizasýna kaldýrýr. Çünkü onun avuçlarý avret deðildir.» demiþtir. Ama metinde bildirildiði vecihle omuzlan hizasýna kaldýrmasýný Hidâye sahih bulmuþ Kunut, bayram ve cenaze tekbirlerinde de bu þekilde hareket edeceðini söylemiþtir.
«Namaza yine kerahet-i tahrime ile ilah...» cümlesinden murad: yukarda geçen tekbirle baþlamak sahih olduðu gibi tesbih ve emsâli ile namaza baþlamak da sahihtir. Lâkýn keraheti tahrimiye ile mekruhtur demektir. Çünkü tekbirle baþlamak vacibtir. Yukarda tekbir lafýzlarýnýn içinden ALLAH´u ekberle baþlamanýn vacip olduðunu söylemiþtik. Hazâin nâm eserde burada þöyle denilmiþtir: «Acaba ALLAH´u ekberden baþka bir cümle ile namaza baþlamak mekruh mudur? Burada ki sahih kavil vardýr. Tercih edilen kavle göre keraheti tahrimiye ile mekruhtur ve bunun vacip olmasý yalnýz bayrama mahsus deðil her namaza âmm ve þâmildir. Çünkü rasûlüllah (s.a.v.) býrakmadan buna devam etmiþtir.
Diðer ta´zim kelimeleri: Allah´u ecel - Allah´u e´zam - Errahman´u ekber Lâilâhe illellah - Tebârekellâh gibi cümlelerdir. Zira delillerde varid olan «Verabbeke Fekebbir-lelerin mânasý ta´zimdir. Bunlarýn anlaþýlmayacak yeri yoktur. Meselenin tamamý Münye þerhindedir.»
Esah kavle göre rahîm ve kerîm gibi Allah ile kul arasýnda müþterek kullanýlan kelimelerle de namaza baþlanýlabilir. Zahîre ve Hâniye sahipleri buna muhalefet ederek cevazý sýrf ALLAH´amahsus olan lafýzlara tahsis etmiþlerdir. Buradaki hilaf ortaklýk mânâsýný giderecek bir sözle beraber deðilse diye kayýtlanmýþtýr. Böyle bir sözle ise meselâ er-Rahîm bi ibâdetin Kullarýna rahim
olan» denilirse bilittifak müþtak olan kelimeleri Allah´u ekber gibi nekre yahut Allah´u el-ekber gibi ma´rife kullanmakla sahih olur. Sahih olan, tarafeynin (Ýmam-A´zam´la imam Muhammed´in) kavlidir. Nitekim Nehir ve Hýlye´de de böyle denilmiþtir. Anlaþýlýyor ki Ýmam Ebi Yusuf´a göre el-Ekber, el-Kebir kelimelerinde nekre okumak câiz olduðu gibi Kübâr ve Kübbâr´da da nekre okumak caizdir. Araþtýrýlmalýdýr. H.
METÝN
Nasýl ki Arabça olmayan kelimelerle baþlamak da sahihtir. Hangi dilden olursa olsun! Berdeî, cevazý Farsçaya tahsis etmiþtir. Çünkü Farsçanýn bir meziyeti vardýr. Hadisi þerifte: «Cennetliklerin dili Arabça ve Durrî Farsçadýr.» buyurulmuþtur. Kuhistânî.
Ýmameyn âcizliði þart koþmuþlardýr. Hutbe ve namazýn bütün zikirleri bu hilafa göredir. Ama Musannýf: «Yahud Arabçadan baþka bir dille iman eder, telbiye getirir. selâm verir yahud hayvan keserken besmele çekerse veya Arabçadan caiz kalarak o dille kur´an okursa sahihtir.» diyerek anlattýklarý bilittifak caizdir. Hâkimin yanýnda þahidlik yapmak ve selam almak dahi böyledir. Aksýrana teþmihin (Yerhamükellah)demenin hükmünü göremedim. Musannýfýn kýraatý (namazda kur´an okumayý) âciz kalarak diye kayýtlamasý esah rivayete göre ebu Hanife imameynin kavline döndüðü içindir. Fetva da buna göredir.
Ben derim ki: Aynî, namaza baþlamayý da kýraat hükmünde tutmuþtur. Bu hususta onun selefi olmadýðý gibi kendisini takviye edecek mesnedi de yoktur. Bil´akis Tatarhâniye´de namaza baþlamak, telbiye gibi kabul edilmiþ bilittifak câiz olduðu bildirilmiþtir. Bu sözün zâhirine bakýlýrsa kitabýmýzýn metni gibi imameynin imam-A´zam kavline döndüklerini gösterir. Ýmam-A´zam´ýn imameyn kavline döndüðünü göstermez. Bu meselede bir çok bilgisi kýt kimseler þaþýrmýþlardýr. Hatta Þurunbulâlî bile bütün kitablarýnda bunu anlayamamýþtýr.
ÝZAH
Berdeî´nin rivayeti zaiftir. Farsça Ýranlýlarýn konuþtuðu dil olup Arabça´dan sonra en meþhur ve Arabçaya en yakýndýr. T. Dürrî Farsçadan murad fasîh Ýran dilidir. Kuhistânî´nin farsçayý dürrî diye zabtý yersizdir. Halebî´nin ibn Kemâl´den rivayetine göre Farsça beþ lehceden müteþekkildir. Bunlar Heleviyye, Dürriye, Farsiye, Hursiye ve Süryaniyedir. Heleviyye lehcesini Kisrâlar kendi meclislerinde konuþurlardý. Dürriye lehcesi ile saray mensuplarý, fârsiyye lehcesi ile hâkimler ve emsâli Hursiyy lehcesi Huristan bölgesinin dili olup bu lehceyi kýrallarla eþraf yalnýz kaldýklarý ve hamama girecekleri zaman konuþurlardý Suryaniyye suryanýn yani Irakýn lehcesidir.
Ýmameyn baþka bir dille namaza girmenin sahih olmasý için Arabça tekbir almaktan âciz kalmayý þart koþmuþlardýr. Bu hususta mutemed olan Ýmam-A´zam´ýn kavlidir. Hatta aþaðýdaki aczin þart olmadýðýna ittifak ettiklerini bildiren sözler gelecektir. Namazýn zikirleri hakkýnda Tatarhâniye de muhit´ten naklen þöyle denilmektedir: Namazda farsça tesbih eder. dua okur, Allah´a senâdabulunur, eûzü çeker, tehlil veya teþehhüdde bulunur. Yahud Peygamber (s.a.v.)´e Farsça salavat getirirse mesele bu hilafa göredir. Ýmam-A´zam´a göre sahih olur. Lâkin Acemce duanýn mekruh olduðu ileride gelecektir.
Aynî, Arabçadan âciz kalmanýn þart koþulmasý hususunda ve kezâ ebû Hanife´nin imameyn kavline dönmesi baýnda namaza baþlamayý kýraatla bir tutmuþtur. Çünkü imameyne göre aciz namazýn bütün zikirlerinde þarttýr. Nitekim yukarýda geçti: «Bu hususta onun selefi olmadýðý gibi» cümlesinden murad Aynî´den önce bu sözü kimse söylememiþ olmasýdýr. Nakil edilen rivayet sadece Ýmam-A´zam´ýn Arabça okumayý þart koþmak hususunda imameynin kavline döndüðü bundan yalnýz aciz meselesini istisnâ ettiðidir.
Namaza baþlamak meselesi ise bil´umum kitablarýn rivayetine göre döndüðü aslâ zikir edilmeksizin ayni hilaf üzeredir. Kenz ve diðer metinlerin ibâresi bu hususta açýk gibidir. Kenz de aciz yalnýz kýraatta kayt olarak itibara alýnmýþtýr. Aynî´nin iddiasýný takviye edecek bir delili de yoktur. Çünkü Ýmam-A´zam namazda Arabça okumanýn þart olmasý hususunda imameynin kavline dönmüþtür. Zira bize emir edilen namazda Kur´an okumaktýr. Kur´an ise Arabça lafýzlarla indirilen nazmin ismidir. Bu hususî nazm mushaflara yazýlmýþ bize de tevatür yolu ile nakledilmiþtir. Arabça olmayan söze ancak mecaz yolu ile Kur´an denilebilir. Onun için o söze Kur´an deðildir demek sahih olur. Ýmameynin delili kuvvetli olduðu için Ýmam-ý A´zam ona dönmüþtür.
Farsça namaza baþlamak meselesine gelince burada Ýmam A´zam´ýn delili daha kuvvetlidir. Bu delil namaza girerken aranan þeyin zikir ve ta´zim olmasýdýr. Bu ise her hangi bir lisanla ve her hangi bir lafýzla hasýl olur.
Evet ALLAH´u ekber lafziyle baþlamak vaciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) buna devam etmiþtir. Fakat farz deðildir. «Tatarhâniye´de þöyle denilmiþtir:» Tahavî þerhinde bildirildiðine göre bir kimse Farsça tekbir alýr veya hayvan keserken Farsça besmele çeker yahud ihrama girerken Farsça veya her hangi dille telbiye getirirse Arabçasýný söyleyebilsin söyleyemesin bil´ittifak câizdir.»
«Kitabýmýzýn metni gibi» ifadesinden murad: Kýraatý acizle kayýt ettiði halde namaza giriþini onunla kayýtlamamasýdýr. Bundan da imameynin Ýmam-ý A´zam kavline döndükleri anlaþýlýr ki o da Arabçadan âciz olmadýðý halde Farsça sözle namaza baþlamanýn sahih olmasýdýr. Fakat imameynin onun kavline döndüðünü kimse nakletmemiþtir. Bu babta Nakil edilen yukarda arzettiðimiz gibi aralarýnda hilaf olmasýdýr.
Tatarhâniye´nin sözüne gelince: Onun sözü namaza giriþ tekbiri hakkýnda olduðu açýk deðildir. Teþrik tekbirine ve kurban keserken alýnan tekbire de ihtimali vardýr. Hatta bu mânâ evladýr. Çünkü Tatarhâniye sahibi onu namaz dýþýndaki zikirlerle beraber söylemiþtir. Kitabýmýzýn metni ise Ýmam-ý A´zam kavline göredir. Hâsýlý þarihin imameyn kavline döndü iddiasiyle Aynî´ye yaptýðý itiraz, imameynin ebu Hanîfe kavline döndükleri davasýnda kendi aleyhine variddir. Þârih bu meselede Þurunbulâli´nin bile þaþýrdýðýný söylüyorsa da þaþýranlardan biri de bizzat kendisidir. Mültekâ üzerine yazdýðý þerh de ve Hazain´de Aynî´ye tabi olmuþtur.
Fettal hâþiyesinde þöyle diyor: «Aynî nüshasýnýn derkenarýnda þarihin el yazýsý ile burada þunu gördüm: Ey bu söze vakýf olan! Bilmiþ ol ki Ýmam-ý A´zam´ýn döndüðü yalnýz Farsça kýraat meselesinde sabit olmuþtur. Îftitah tekbirinde döndüðü sabit olmamýþtýr. O diðer namaz zikirleri gibi hilaf üzerine bakidir. Nitekim bu ciheti mecma sarihleri ile ýýsul fýkýh kitablarý ve bil´umum muteber fýkýh kitablarý yazmýþlardýr. Bu metnin yani kenz´in açýk ifadesi de bil´umum metinler gibî bunu göstermektedir. Binaenaleyh sen Aynî´ye tabî olma, velev ki Þurunbulâli bütün kitaplarýnda ona tabi olmuþ bulunsun! Alaeddîn.
Bu mesele Burhan Týrablûsî´ye dahi gizli kalmýþ Mevâhib-ür-Rahman adlý metinde þöyle demiþtir: «Esah rivayete göre Arabçadan âciz olmayan kimseye Farsça kýraat ve Farsça namaza baþlamanýn caiz olmamasý hususunda Ýmam-ý A´zam imameynin kavline dönmüþtür.»
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:06:50
METÝN
Esah kavle göre Farsça ile ezan okumak ezan olduðunu bilse bile caiz deðildir. Bunu Haddâdî söylemiþtir. Zeyleî ise örf ve âdete itibar etmiþtir.
F E R´ Ý M E S E L E L E R: Bir kimse namazda Farsça okusa yahud Tevrat veya Ýncilden okusa okuduðu kýssa ise namazý bozulur. Zikir ise bozulmaz. Bahýr nâm eserde Þâzz kýraatta buna katýlmýþtýr. Lâkin Nehir´de: «En münâsibi bozulmamaktýr. Fakat namaz câiz olmaz. Nitekim hece harflerini söylemek böyledir.» denilmiþtir. Farsça bir veya iki âyet yazmak câizdir. Fazlasý caiz deðildir. Mushafýn altýna farsça tefsirini yazmak mekruhtur.
ÝZAH
Zeyleî örf ve âdete itibar etmiþtir. Hidâye´de buna cezm edilmiþ þârihler de bunu tasdik etmiþlerdir. Kifâye´de Mebsut´tan naklen þöyle deniliyor:
«Ýmam Hasan´ýn ebu Hanife´den rivayetine göre bir kimse Farsça ezan okurda halk bunun ezan olduðunu bilirlerse caizdir. Bilmezlerse caiz olmaz, çünkü, maksat namaz vaktini bildirmektir. Bu hâsýl olmamýþtýr.
«Okuduðu kýssa ise namazý bozulur. Zikir ise bozulmaz.» Fetih sahibi iki kavlin arasýný bulmak için bu tafsilatý tercih etmiþtir. Ýki kavilden biri Hidâye´nin: «Ýncille beraber namaz caiz olacak kadar Arabça okursa namazýn bozulmayacaðýnda hilaf yoktur.» sözüdür. Diðeri Nesefî ile Kâdýhan´ýn: «Ýmameyne göre namaz bozulur.» sözleridir. Bunun üzerine fetih sahibi þunlarý söylemiþtir: «O iþin olur þekli þudur ki okunan kýsým kýssa yerinden emir ve nehiden olursa mücerred okumakla namaz bozulur. Çünkü bu takdirde Kur´an´dan baþka bir söz konuþmuþ olur. Ama okunan zikir veya tenzih ise yalnýz onu okumakla iktifa ettiði takdirde namazý bozulur. Zira namazý kýraattan hâli býrakmýþtýr.» Bahýr sahibi ona tabi olmuþ Nehir sahibi de onu takviye etmiþtir. Þârihin kat´î lisanla söylemesi bundandýr.
Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Bence aralarýnda fark vardýr. Þöyle ki Farsça aslâ Kur´an deðildir. Zira þeriat örfünde Kur´an denilince Arabçasý anlaþýlýr. Farsça bir kýssa okuyan kimse insan sözü konuþmuþ olur. Þâzz kýraat böyle deðildir. O Kur´an´dýr. Yalnýz Kur´an olup olmadýðýnda þübhevardýr. Binaenaleyh onunla namaz bozulmaz. Velev ki okuduðu kýssa olsun. Ulema bununla namazýn bozulmayacaðýna ittifak olunduðuna rivayet etmiþlerdir.
Binaenaleyh en iyisi Muhît´ýn te´vilidir. Muhît sâhibi þems-ül eimme´nin sözünü fesad, sâdece onunla yetindiði zaman lâzým gelir diye te´vil etmiþtir.» Yani namazýn bozulmasý Þâz kýraatý okuduðu için mütevatýn kýraatý terk ettiðindendir demek istemiþtir. Lâkin buna þöyle itiraz olunur. Kur´an ALLAH kelamý olduðunda þübhe bulunmayan bir nazým. Namazda kýraattan zikirden baþka bir þeyin okunmasý katiyyen memnu´dur. Kur´an olup olmadýðý sübût bulmayan kýssa kýraat ve zikir deðildir. Binaenaleyh namaz bozulur. Ama zikir olursa iþ deðiþir. Onun Kur´an olup olmadýðý sübût bulmasa bile insan sözü deðildir. Çünkü zikirdir. Lâkin sâdece onunla yetinirse namaz bozulur. Onunla birlikte namaz caiz olacak kadar mütevâtir âyet okursa bozulmaz. Bahýr sahibinin yaptýðý birleþtirme budur. Muhit sahibinin sözünü de ona hamletmek icap eder.
T E T Ý M M E: Kendisiyle bil´ittifak namaz caiz olan Kur´an: Ýmamlarýn mushaflarýnda mazbut olanlardýr ki onu Hazreti Osman (r.a.) bütün þehirlere göndermiþti. On kýraat imamýnýn ittifak ettikleri de budur. Ýcmâ ve tafsil itibariyle mütevatir olan Kur´an budur. Yediden ona kadar olan kýraatlar þâz deðildir. Þâz olan kýraatlar ondan yukarý olanlardýr. Sahih olan budur. Bu hususta ki tahkikin tamamý allâme Kâsým´ýn fetevâsýndadýr.
«Nitekim hece harflerini söylemek böyledir.» Yani namaz bozulmaz ama kâfi de sayýlmaz. Þurunbulâlî þerhinde hece harflerini söylemenin þeklini þöyle anlatýyor: «Bir adam namazýnda, s, b, ha, I, he, n, yahud a, v, z, l, he, m, n, I, þ, i. ta, n, dese namaz bozulmaz, lakin Bezzâziye´de bunun hilafý söylenmiþtir. Bezzaziye sahibi: Kýraat miktarý harfleri isimleri ile okumak namazý bozar. Çünkü insan sözüdür. demiþtir. Bezzâzî bunu talak bahsinde söylemiþtir. Ýbn-ý Þýhne diyor ki: «Bunun mânâsý açýktýr. Lâkin Bezzaziye namaz bahsinde Kýnye´deki gibi söylemiþtir.»
Ýmdât sahibi secde-i tilâvet bâbýnda Tecnîs ve Hâniye´den naklen bununla secde-i sehiv vacip olmayacaðýný fakat namazda kýraat yerini tutmayacaðýný söylemiþtir. Çünkü o kimse Kur´an okumamýþtýr. Namaz da bozulmaz. Zira okuduðu harfler Kur´an harfleridir. Harflerin resminden anlaþýlýyor ki maksad harflerin isimlerini deðil müsemmalarýný okumaktýr. Ýsimleri s sin, ba, ha, elif, nun ilh dýr. hükümleride böylemidir? Bunu bir yerde görmedim.
«Farsça bir veya iki ayet yazmak caizdir.» Fetih´te kâfiden naklen þöyle deniliyor: «Bir kimse farsça Kur´an okumayý âdet edinir yahud farsça mushaf yazmak isterse men edilir. Bir veya iki âyet yazarsa men edilmez. Kur´an´ý yazar da her kelimenin tefsir ve tercemesini yaparsa câiz olur.»
«Mushafýn altýna Farsça tefsirini yazmak mekruhtur.» Bu söz yukarýda Fetih´ten naklettiðimize muhaliftir. Lâkin Hazâin´in derkenarýnda Þarihin el yazýsiyle Müçtebâ´nýn hazýr bahsinden naklen þöyle dediðini gördüm: «Bazýlarýnýn âdet edindiði vecihle mushafa farsça tefsir yazmak mekruhtur. Hinduvânî buna ruhsat vermiþtir. Anlaþýldýðýna göre farsça olmayan bir kayýt deðildir. (Baþka dille yazýlmasý da ayni hükümdedir).
METÝN
Namaza eûzü besmele ve havkala gibi kendi haceti ile karýþýk olan
cümlelerle ve Allahümaðfirli «Allahým beni baðýþla» diyerek baþlar, yahud bu sözü hayvan keserken söylerse caiz olmaz. Yalnýz Allahümme derse iþ deðiþir. Zira esah kavle göre bu her ikisinde câizdir. Nitekim ya Allah demek de böyledir. Namazda erkek bileðini baþ ve küçük parmaklariyle tutarak sað elini sol eli üzerine baðlar ve göbeðinin altýna koyar. Muhtar olan kavil budur.
Kadýn ve hunsâ sað elini sol elinin üzerinde olarak memesinin altýna koyar. Bu hemen tekbir bittiði gibi yapýlýr. Esah kavle göre eller salýnmaz. El baðlamak kýyâmýn sünnetidir. Bundan anlaþýldýðýna göre oturan kimse el baðlamaz. Bunu görmemiþtim. Sonra Mecma-ul-en hur´da gördüm ki kýyâmdan murad umumî mânâ imiþ, bunu oturanda yapacakmýþ. Eller devamý olan ve içinde meþru zikir bulunan kýyam halinde baðlanýr. Senâ, kunut ve cenaze tekbirlerinde salýnýr. Rükû ile secde arasýnda doðrulduðu vakit devamlý kýyam olmadýðý için ellerini baðlamak sünnet olmadýðý gibi bayram tekbirleri arasýnda da sünnet deðildir. Çünkü kýyamý uzatmadýkça bunlar zikir deðildir. Fakat uzatýrsa ellerini baðlar. Siraciye.
ÝZAH
Besmelenin kendi haceti ile karýþýk olmasýný Zahîre sâhibi þöyle ta´lil etmiþtir: «Besmele teberrük içindir. Ve o kimse sanki bu iþte bana bereket var. demiþ gibi olur. Zeyleî´nin sözünden anlaþýlan bunu tercih etmiþ olmasýdýr. Hýlye´de: «En muvâfýk olaný budur.» denilmiþ Nehir sahibi ise bu kavlin sahih kabul edildiðini Sirâc´dan ve fetevâ-i Merginânî´den nakletmiþtir. Bahýr sâhibi, Müçtebâ ile Mübtega´dan besmele ile baþlamanýn câiz olduðunu nakletmiþ ve hâlis bir zikir olmasýna bakarak bunu tercih etmiþtir. Delili hâlis zikir þart olan hayvan kesiminde besmelenin câiz olmasýdýr.»
Manzume-i Veybâniye´de bu kavil kat´î olarak kabul edilmiþ ve Ýmam-ý A´zam´a nisbet olunmuþtur. Vehbaniye þârihi onu, Ýmam-ý Hulvânî´den Zahiriddîn Merginânî Kâdî Abd´ül Cebbâr ve þihâp Ýmâmî´den nakletmiþ birinci kavlin imameyne ait olduðunu söylemiþ; rivayetlerin arasýný böyle birleþtirmiþtir.
Havkale (Lâ havle velâ kuvvete illâ billah) demektir. Havkale ile namaza baþlamanýn câiz olmamasý mânâ itibariyle dua olduðu içindir. O kimse sanki: «Yârab beni sana günah iþlemekten çevir! Sana itaat etmek için bana kuvvet ver; çünkü güç, kuvvet ancak seninle mümkün olur. Yâ Allah» demek gibidir.
Namazda erkek sað elinin baþ ve küçük parmaklarýný halka yaparak sol bileðini tutar. Diðer üç parmaðýný yayar. Münye þerhinde böyle denilmiþtir. Bahýr, Nihâye, Mi´rac, kifâye, fetih, Sirâc ve diðer kitablarda da bunun benzeri söylenmiþtir. Bedâyi sahibi ise: «Küçük parmaðý ile yanýndaki yüzük parmaðýný baþ parmaðýna halka eder. Orta parmaðý ile þehâdet parmaðýný bileðinin üzerine koyar.» demiþ: Hýlye sahibi de ona tabi olmuþtur. Ýsmail Nablûsî´nin þerhinde dahi Müçtebâ´dan naklen böyle denilmiþtir. Fakat muhtâr olan kavil birincisidir. Fetih ve Tebyinide de böyledenilmiþtir. Hadislerde rivayet edilen «tutmak» ve «koymak» kelimelerini birleþtirmiþ olmak ve ihtiyaten mezheple amel etmek için ulemadan bir çoklarý bu kavli beðenmiþlerdir. Nitekim Müçtebâ ve diðer kitablarda da böyle denilmiþtir.
Seyyidi AbdülGanî Hediyyet-Ýbn-ül-Ýmâd þerhinde þöyle diyor: «Bu da söz götürür çünkü ellerini koyar diyen bütününü kast ettiði gibi tutar diyen de bütününü kastetmiþtir. Binaenaleyh elin bir kýsmýný tutmak bir kýsmýný koymak ne tutmak sayýlýr ne de koymak! Bence muhtar olan sünnete muvafýk olmak þartiyle bunlardan biridir.»
Ben derim ki: Bu bahis nakledilmiþtir. Mi´racta yukardaki sözler Müçtebâ, Mebsût ve Zahiriye´den nakledildikten sonra þöyle denilmiþtir: «Bazýlarý bunun mezheplerden ve hadislerden hariç olduðunu söylemiþlerdir. Binaenaleyh onunla amel etmek ihtiyat olamaz.» Sonra gördüm ki Þurunbulâlî bu itirazý zikir ederek þöyle demiþ:
Ben derim ki: Þu halde bazen iki hadisten birinin tavsifine göre, bazen da diðerinin tavsifine göre amel etmelidir ki iki rivayetin arasý hakikaten birleþtirilmiþ olsun.»
Ben de derim ki buna þöyle itiraz edilir: Her ne zaman bunlarýn biriyle amel edilirse, öteki ile amel terk edilmiþ olur. Halbuki hadislerde vârid olduðuna göre bazýlarýnda ellerin salýnacaðý bazýlarýnda da tutulacaðý bildirilmiþ. Bunlarýn nasýl yapýlacaðý açýklanmamýþtýr. Ulemânýn beðendiklerinde de her ikisi ile amel vardýr. Zira þübhesiz ki tutmakta koymak mânâsý olduðu gibi fazlasý da vardýr. Usul kâidesine göre her ne zaman bir birine zýd görünen iki delilin arasýný bulmak mümkün olursa hiç biri terk edilemez.
Kadýn ve hunsâ sað eli, sol elinin üzerinde olarak memesinin altýna koyar. Münye´nin bazý nushalarýnda da böyle denilmiþ bazýlarýnda ise memesinin üzerine koyar denilmiþtir. Evlâ olan þarihin ellerini göðsüne koyar. demesi idi. Nitekim pek çok ulema ellerini memelerinin üzerine koyar demiþlerdir. Velev ki göðse koymak bunu istilzam etmiþ olur. Meselâ her elin bir kýsmý memenin üzerine tesadüf eder lâkin ifâdeden maksat bu deðildir. Esah kavle göre eller yanlara salýnmaz. Zâhir rivaye budur.
Nevâdir´de imam Muhammed´den rivayet olunduðuna göre.namaz kýlan kimse subhâneke okurken ellerim salar onu bitirince baðlar. Bu söz el baðlamanýn zâhir mezhebe göre devamlý kýyâmýn sünneti, imam Muhammed´e göre ise kýraatýn sünneti olduðuna göredir. Hýlye. Umumî manadan murad hakiki ve hükmî kýyâmýn ikisine de þâmil olmaktýr. Zira nâfile namaza oturarak kýlmak bir özürden dolayý, farz ve ona kýlmak olan namazý oturarak kýlmak ayakta kýlmak gibidir. T. Zâhire göre yan üstü yatarak kýlmakta öyledir. Çünkü o da ayakta kýlmanýn halefidir. Rahmetî.
«Eller devamlý olan ve içinde meþru zikir bulunan kýyâm halinde baðlanýr.» Malumun olsun ki Bedâyî´de el baðlamak kararý yani devamý olan kýyâmýn sünneti kabul edilmiþtir. Bu kavil imameynin olup zâhir mezheptir. Bazýlarý el baðlamanýn imameynin kaidesine göre içinde meþru zikir bulunan kýyâmýn sünneti olduðunu söylemiþlerdir. Hulvanî, Serahsî ve diðer ulema bunu kabul etmiþlerdir. Hidaye´de de «sahih olan budur.» denilmiþ; Mecmâ ve diðer kitablarda bu kavil tercih olunmuþtur. Bahýr sahibi iki kaideyi birleþtirerek bir kaide yapmýþ. Tilmizi olan musannýf ta ona tabi olmuþtur. Halbuki Hýlye sahibinin naklettiðine göre Þeyh-ul-Ýslâm ayný yerde imameynin kavline göre Þeyh-ul-Ýslâm´dan rükûdan doðruluþta ellerin salýnacaðýný, baþka bir yerde baðlanacaðýný söylemiþ sonra iki kavli birleþtirerek: «bu iki kaidenin muhtelif olmasýndan ileri gelmiþtir. Çünkü bu doðruluþta mesnun bir zikir vardýr ki o da tesmi´ veya tahmiddir. Nitekim Mültekât sâhibi de ayni yoldan yürümüþtür.» demiþtir. Bu söz gördüðün gibi iki kaidenin birbirine zýd olmasýný iktiza eder.
Sirâc´ýn aþaðýda beyan edeceðimiz sözü de bunu te´yid eder. Bundan dolayýdýr ki Hidâye sahibi: «Rükûdan doðrulunca ellerini salar» deyince sahih sahibi kendisine itiraz etmiþ ve: «Bu söz ancak tahmid ile tesmi doðruluþta deðil ona intikal ederken sünnettir. Denilirse tamam olur. Lâkin bu naslarýn zâhirine muhâliftir ilh...» demiþtir. Evet Molla Miþkîn zikri uzun olmakla kayýtlamýþtýr. Böyle olursa Hidâye´ye itiraz ortadan kalkar. Lâkin zikir uzun olunca bundan kýyâmýn da devamlý olmasý lazým gelir. Ve mesele dönüp dolaþarak Bahýr sâhibinin dediðine gelir.
Meþru olan zikir farz, vacip veya sünnet olabilir. «Fakat uzatýrsa ellerini baðlar.» Yani cemaatýn çokluðundan dolayý tekbirlerin arasýný uzatýrsa ellerini baðlar. Bu söz kaide el baðlamanýn devamý olan kýyâmýn sünneti olduðuna, içinde meþru zikir bulunan kýyâmýn sünneti olmadýðýna göredir. Bu da gösterir ki bu iki kavil bir deðil ayrý ayrý iki kaidedir.
METÝN
Tekbir alýp ellerini baðladýktan sonra subhânekeyi okur. Ve celle senaüke cümlesini terk eder. Onu yalnýz cenâze namazýnda okur. Subhâneke ile yetinir ona «Veccehtü vechiye duasýný ilâve edemez. Onu yalnýz nâfile namazda ilâve eder. Esah kavle göre «Ve ene evvelü-l müslimîne» «Ben müslümanlarýn ilkiyim» cümlesini katmakla namaz bozulmaz. Ancak Ýmam kýraata baþlamýþsa cemaat olan kimse mesbûk olsun müdrik olsun ve kezâ imamý âþikâr okusun okumasýn subhânekeyi terk eder. Çünkü Nehir´de Suðradan naklen «Bir kimse imama kýyâm halinde yetiþirse kýraata baþlamadýkça subhânekeyi okur.» denilmiþtir. Bazýlarý: Gizli namazda imama rükû veya secde halinde bile erse, kanaatince imama yetiþecekse subhânekeyi okur.» demiþlerdir.
ÝZAH
Bedâyî´nin beyânýna göre subhânekeyi vecelle senâüke cümlesini býrakarak okumak zâhir rivayedir. Çünkü meþhur kitablarda nakledilmemiþtir. Binaenaleyh evlâ olan rivayete bir þey katmamak þartiyle her namazda subhânekeyi mezkûr cümleyi katmaksýzýn okumaktýr. «Bu sözde Hidâye sahibinin mezkur cümleyi farzlarda okumaz.» ifâdesinin mefhumu olmadýðýna iþaret vardýr. Lâkin Hidâye sâhibi Muhtarat-ün-Nevâ)zil adlý kitabýnda þöyle demiþtir: «Vecelle senâüke sözü meþhur kitablarda farzlar hakkýnda nakledilmemiþtir. Nerede rivayet edilmiþse ondan maksat teheccüt namazýdýr.» Vecelle senâüke cümlesinin yalnýz cenâze namazýnda okunacaðýný Münyet-üs-Saðîr þârihi söylemiþ fakat bu sözü kimseye nisbet etmemiþtir. Bunu Hidâye ve Muhtarât-ün-Nevâzil´den maada kimsenin zikir ettiðini görmedim.
«Nâfile namazlarda veccehtü vechiye» cümlesini okumak caizdir. Çünkü hadislerde varid olan haberler buna hamledilmiþtir. Binaenaleyh bilittifak câizdir. Müteehhirîn ulema bunun iftitahtekbirinden önce okunacaðýný tercih etmiþlerdir. Münyede imameyne göre «veccehtü» cümlesinin iftitahtan yani niyetten önce okunacaðý bildirilmiþ «niyetten sonra ittifak okunmaz.» denilmiþtir. Lâkin Hýlye´de. «Hak olan onun niyetten önce ve sonra tekbirden önce okunmasýnýn Peygamber (s.a.v.) den ve eshabýndan sübût bulmamýþ olmasýdýr.» deniliyor. Hazâin´de de: «Okunacaðýna dair varid olan haber esah kavle göre nâfile namazda senâdan sonraya hamledilmiþtir.» denilmektedir. Hazâin´in derkenarýnda «bunu Zâhidi ve baþkalarý sahih bulmuþlardýr.» ibâresi vardýr.
«Esah kavle göre «Ve ene evvelül-Müslimîne» cümlesi ile namaz bozulmaz. Bazýlarý bozulacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü yalan söylemiþtir. «Zira bu cümleyi okuyan ilk müslüman deðildir.» Bahýr sahibi Hýlye´ye tâbi olarak bu sözü red etmiþ ve Müslimin sahihinde sabit olan ve her iki cümleyi ihtiva eden hadisle istidlâlde bulunmuþtur. Bir de: «Bu kimsenin söylediði ancak kendini haber verirse yalan olur. Ýbâreyi okursa yalan olmaz. Kendini haber verdiði takdirde bütün ulemâya göre namaz fâsid olur.» demiþtir.
«Ancak imam kýraata baþlamýþsa ilh» burada þârih musannýfýn ibâresini deðiþtirmiþtir. Çünkü onun ibâresinden anlaþýldýðýna göre gizli okunan namazda imam kýraata baþlamýþ bile olsa ona uyan kimse subhânekeyi okur. Þârih bu kavli zaif görmüþtür çünkü suðra nâm eserde zaifliðine iþaret edilmiþtir. Vechi þudur: O kimse kýrâatý terk ettiðine göre subhanekeyi evleviyetle terk edecektir.
Ben derim ki: Musannýfýn söylediðini Dürer sâhibi kat´î lisanla ifâde etmiþ Mineh nâm eserde: «Bu kavli Zahire ve Müzmýrat sâhibleri sahih bulmuþlardýr. Fetvada ona göredir.» demiþtir. Minyet-ül-Musallî sâhibi ile Hazâin nâm eserinde kitabýmýzýn þârihi ve mültekâ þârihi bunu tercih etmiþlerdir. Kâdýhân dahi: «Ýmam kýraata baþladýktan sonra yetiþen kimse hakkýnda ibn-i Fadl subhâneke okumaz demiþ baþkalarý ise okuyacaðýný söylemiþlerdir. Burada tafsilat gerekir. Eðer imam âþikâra okursa subhanekeyi terk eder; gizli okursa subhanekeyi terk etmez.» diyerek bu sözü tercih eylemiþtir. Þeyh-ul-Ýslâm Hâherzâde dahi bunu tercih etmiþ.
Zahire´de þöyle ta´lilde bulunmuþtur: «Gizli okunan namazda imamý dinlemek farz deðil kýraata ta´zim için sünnettir. Binaenaleyh bu sünnet bizzat maksud deðildir. Gizli namazda cemaatýn okumamasýný susmak vacip olduðu için, imamýn okumasý onun da okumasý yerine geçtiði içindir. Subhaneke okumak ise bizzat maksut bir sünnettir. Ýmamýn onu okumasý cemaatýn okumasý yerine geçmez. Subhanekeyi terk ederse bizzat maksut olan bir sünneti terk etmiþ olmasý lazým gelir. Âþikâra okunan namaz hâli bunun hilâfýnadýr. Binaenaleyh mutemed olan kavil musannýfýn tercih ettiði kavildir. Yani gizli okunan namazda ve imam kýraata baþlamýþ bile olsa cemaata yetiþen kimse subhanekeyi okur.»
«Ýmama secde halinde bile erse» cümlesinden murad: Birinci secdedir. Nitekim Münye´de de böyle denilmiþtir. Rükû ve secde hali diye kayýtlamakla oturuþ halinde yetiþmiþ olsa subhaneke okumamanýn evlâ olduðuna iþaret etmiþtir. Çünkü oturmakta fazîlete daha ziyade iþtirak hâsýl olur. Ýkinci secde halinde yetiþirse yine subhanekeyi terk etmek evlâ olur. Meselenin tamamý Münye þerhindedir.
METÝN
Mezhebe göre kýraat için gizlice eûzü lafzýyle iftitah tekbirini aldýðý gibi istiaze eder. Gizlice kelimesi iftitafýn da kaydýdýr. Ýstiâzeyi fatihadan sonra hatýrlarsa terk eder. Fatiha´yý bitirmeden hatýrlarsa eûzüyü çeker. Fatiha´yý yeniden baþlamasý gerekir. Bunu Halebî söylemiþtir.
Talebe dersi hocaya okursa eûzü çekmez. Yani çekmesi sünnet deðildir, Bunu zâhire sahibi söylemiþtir.
Kýraata yetiþemeyen mesbûk dahi onu kazaya kalktýðý zaman eûzü çeker. Ancak imama vaktinde uyan kimse eûzü çekmez. Çünkü onun için kýraat yoktur. Ýmam eûzüyü bayram tekbirlerinden sonra çeker. Çünkü kýraatý tekbirlerden sonra okur. Cemaattan baþkasý eûzü çektiði gibi besmelenin kelimelerini söyleyerek besmele dahi çeker. Hayvan keserken ve abdest alýrken olduðu gibi burada mutlak zikir caiz deðildir. Aþikâra okunan namaz bile olsa besmeleyi her rekatýn baþýnda gizlice çeker. Fatiha ile sure arasýnda besmele çekmek mutlak surette sünnet deðildir. Velev ki gizli okunan namaz olsun. Ama çekilse bil´ittifak mekruh olmaz. Gerçi Zâhidî besmelenin vacip olduðunu sahih kabul etmiþ ise de Bahýr sahibi bunu zaif bulmuþtur.
ÝZAH
Ýstiâze eûzü lafziyle baþlayarak yapýlýr. Hidâye´de esteizü lafziyle yapýlacaðý bildirilmiþse de bu söz muteber deðildir. Meselenin tamamý Bahýr ve Zeyleî´dedir.
«Fatiha´ya yeniden baþlamasý gerekir.» Sözünü Halebî Münye þerhinde söylemiþ ve ezcümle þöyle demiþtir: «Eûzü çekmek ancak namaza baþlarken meþrûdur. Onu unuturda fatihayý okursa ondan sonra eûzü çekmez. Hulâsa´da da böyle denilmiþtir. Bundan anlaþýlýr ki Fatiha´yý bitirmeden eûzüyü hatýrlarsa onu çeker. Bu takdirde Fatiha´yý yeniden okumasý gerekir.» Bu anlayýþ yerinde deðildir. Çünkü Hulâsa´nýn «Fatiha´yý okur.» sözünün mânâsý okumaða baþlarsa demektir. Zira Fatiha´ya baþlamakla eûzü çekmenin yeri geçmiþtir. Aksi takdirde sünneti ifâ için farzý terk lazým gelir. Vacibi terk dahi lazým gelir. Çünkü Fatiha´yý yahud onun ekserisini ikinci defa okumak secde-i sehiv icap eder. Halbuki Münye þerhinde dahi birbuçuk yaprak kadar sonra þöyle denilmektedir: «Fakih ebu Ca´fer´in Nevâdir´de beyan ettiðine göre bir kimse tekbir alýr ve eûzü çekerde subhanekeyi unutursa onu tekrar okumaz. Kezâ tekbir alýr ve kýraata baþlarda subhaneke ile eûzü besmeleyi unutursa bunlarý dönüp okumaz çünkü yeri geçmiþtir. Secde-i sehiv dahi lazým gelmez. Bunu Zâhidî söylemiþtir. Bu ibâredeki «kýraata baþlarda ilh» sözü bizim söylediklerimizi te´yid eder.
«Talebe eûzü çekmez.» Sözü eûzünün yalnýz kur´an okumak için çekileceðine iþârettir. Bunu Zahîre sahibi nakletmiþtir. Bundan anlaþýldýðýna göre istiaze ancak Kur´an okurken ve namazda meþru olmuþtur. Fakat bunun söz götürdüðü meydandadýr. Nehir sahibi þöyle demektedir:
Ben derim ki Zahire´de nakledilen söz eûzünün meþru olup olmamada deðil, sünnet olup olmamasý hususundadýr. Yani eûzü çekmek yani Kur´an okumak için sünnettir velev ki vesveseden korkulan her yerde çekilmesi meþru olsun. Þârih «sünnet deðildir.» Sözü ile buna iþaret etmiþtir. Lakin bu cevap söz götürür. Çünkü eûzü çekmek helaya girmezden önce dahi sünnettir. Ancak«Eûzü billâhî min el hubsi vel habâis lafzý iledir.
Sonra zâhirenin ibâresi þöyledir: «Bir adam Bismillâhirrahmânirrahim dediði vakit Kur´an okumak isterse daha önce eûzü çeker, çünkü bu hususta âyet vardýr. Söze baþlamak isterse meselâ talebe hocasýna dersini okursa eûzü çekmez. Çünkü bununla Kur´an okumayý arzu etmiþ deðildir. Görülmüyor mu ki bir adam þükür etmek isteyerek. Elhamdülillah-i Rabbil âlemîn dese bu sözden önce eûzü çekmeðe muhtaç deðildir. Bu izaha göre cünüp bir kimse bu sözü söyleyerek Kur´an okumayý kast etse caiz deðildir. Fakat söze baþlamayý kast ederse caizdir.» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Hâsýlý Kur´an´dan besmele ve hamdele gibi bir þey okurda bundan Kur´an okumayý kast ederse besmeleden önce eûzü çeker aksi takdirde çekmez. Nitekim söze baþlarken besmele çekmek, talebenin dersini üstazýna okurken evvela besmele çekmesi bu kabildendir. Daha önce eûzü çekmeðe hacet yoktur. Hamdeleden þükûr kast edilirse hüküm yine budur. Kezâ Kur´an´da olmayan bir þeyi söylerken eûzü çekmek evleviyetle sünnet deðildir. Binaenaleyh Zahîre´nin sözü konuþmaða baþlamazdan önceki eûzu hakkýndadýr. Baþka fiillere þumûlü yoktur. Ve Helâya girmezden önce eûzü çekmenin sünnet olmasýna aykýrý deðildir.
Kýraata yetiþemeyen mesbûk dahi kýraatý kaza etmek için ayaða kalktýðýnda eûzüyü çeker. Musannýf burada kýraat üzerine üç fer´î mesele zikir etmiþtir ki bunlar ebû Hanîfe ile imam Muhammed´in kavline binaendir. Onlara göre eûzü çekmek kýraata tabidir. Ýmam ebu Yusuf´a göre ise sübhanekeye tabidir. Þu halde ona göre mesbûk bir kimse sübhaneke´den sonra biri imama uyarken diðeri kazaya kalkarken olmak üzere iki defa eûzü çeker. Ýmama yetiþen kimse dahi eûzü çeker. Zira o da subhaneke okur. Nitekim eûzüyü imam olan, yalnýz kýlan ve bayram namazlarýnda sübhanekeden sonra tekbirlerden önce hem imam hem cemaat çekerler. Münye´de böyle denilmiþ; Hulâsa´da bu kavlin esah olduðu bildirilmiþtir. Lâkin kâdýhan, Hidâye sahibi, Hidaye þârihleri. kâfi ve ihtiyar sahipleri ile ekser ulema imam Muhammed´in kavlini tercih etmiþ; eûzünun kýraata tâbi olduðunu söylemiþlerdir. Münye þerhinde: «Biz de onunla amel ederiz.» deniliyor.
Cemaattan baþkasýndan murad: Ýmam ve yalnýz kýlandýr. Bunlardan biri euzüden önce besmele çekerse yerinde yapýlmadýðý için onu tekrarlar Besmeleyi unuturda Fatiha´yý bitirdikten sonra hatýrlarsa Fatiha için besmele çekmez. çünkü besmelenin yeri geçmiþtir. Yukarda geçtiði vecihle «Fatiha´dan sonra hatýrlarsa» sözünün mefhumu muteber deðildir.
Hayvan keserken ve abdest alýrken besmele çekmekten murad mutlak zikirdir.
Besmeleyi gizli çekmek tabiri bazý nushalarda mevcud deðildir. Fakat mutlaka lazýmdýr. Kifâye´de Müçteba´dan naklen þöyle denilmiþtir: Üçüncüsü bize göre namazda besmeleyi âþikâra çekmemektir. Þâfiî buna muhaliftir. Namaz dýþýnda rivayetler muhteliftir. Ulema namaz dýþýndaki eûzü besmele hakkýnda dahi ihtilaf etmiþlerdir. Bazýlarý yalnýz eûzüyü gizli çeker; besmeleyi gizli çekmez demiþlerdir. Sahih kavle göre kiþi bu hususta muhayyerdir. Lâkin Kuran´dan olan imamýna tâbi olur. Kuran´dan Hamza´dan baþkalarý besmeleyi âþikâr okurlar Hamza ikisini de Sizli okumuþtur.
«Aþikâr okunan namaz bile olsa» ifâdesi Münye sâhibine red cevabýdýr. O: «Aþikâra okunan namaz imam besmele çekmez. Yalnýz gizli okunan namazda çeker.» demiþtir. Fakat büyük bir hatadýr. Bunu. Bahýr sahibi söylemiþ Bahýr þârihi ise «Onu âþikâra çekmez» þeklinde te´vil etmiþtir.
«Fatiha ile sure arasýnda besmele çekmek mutlak surette sünnet deðildir» Bu kavil imam Azam´la imam ebu Yusuf´a aittir. Bedaî sahibi onu sahih kabul etmiþtir. Ýmam Muhammed: «Gizli okursa sünnet âþikar okursa sünnet deðildir.» demiþtir. Ýbni Ziya Gazneviye þerhinde birinci kavil yalnýz imam ebu Yusuf´a nisbet etmiþ ve þöyle demiþtir: «Bu ebu Yusuf´un kavlidir. Musaffa nâm eserin fetvânýn imam ebu Yusuf kavline göre yani her rekatýn baþýnda gizlice besmele çekeceði bildirilmektedir. Muhitte ise Muhtar olan imam Muhammed´in kavlidir ki o da her rekata Fatiha´dan ve her sureden önce besmelenin çekilmesidir. Hasan Ýbni Ziyad´ýn rivayetine göre yalnýz ilk rekatta besmele çeker. Burada ebû Yusuf´un kavli tercih edilmiþtir. Çünkü Fetva lafzý muhtar lafzýndan daha kuvvetli ve daha belî´dir. Bir de ebu Yusuf´un kavli ortadadýr. Umurun en hayýrlýsý ise orta olanýdýr. Umdet-ül-musallî þerhin de böyle denilmiþtir. Nehir´de burada Gazneviye þerhinde yapýlan nakilde dahi hata edilmiþtir. Ondan sakýnýver.
Fatiha ile sure arasýnda besmele çekilirse bil´ittifak mekruh olmaz. Onun için Zahire ve Müçtebâ´da bu cihet sarahaten bildirilmiþ ve: «Gizli veya âþikâr okunsun Fâtiha ile sûre arasýnda besmele çekilirse ebu Hanife´ye göre iyi olur.» denilmiþtir. Bu kavli muhakkýklardan ibn Hümâm ve tilmizi Halebî tercih etmiþlerdir. Çünkü Besmelenin her sureden bir âyet olup olmadýðýnda ihtilaf edildiði için ortada þübhe vardýr. Zâhidî Fâtiha´nýn baþýnda besmele çekmenin vacip olduðunu sahih bulmuþtur. Bu kavli Zeylei´de secde-i sehiv bahsinde sahih kabul etmiþ, Münye þârihi dahi bunu kabul ile en ihtiyatlý kavil olduðunu söylemiþtir. Çünkü sahih hadisler peygamber (s.a.v.)in besmeleye devam buyurduðunu göstermektedir. Vehbaniye þârihi bu kavli ekseriyete nisbet etmiþtir. Çünkü Hulvânî: «Ekser ulemaya göre besmele Fatiha´dandýr.» demiþtir. Fatihâ´dan olunca onun gibi okunmasý da vâcip olur. Lâkin bu kavlin ekser ulemaya aid olduðu kabul edilmemiþtir. Bahýr sahibi Zâhidî´nin sözünü zaif bulmuþ ve secde-i sehiv bahsinde þunlarý söylemiþtir: «Bütün bunlar metin ve þerhlerde, fetva kitablarýnda beyan edilen zahir mezhebe muhaliftir. Zâhir mezhep besmelenin vacip deðil sünnet olmasýdýr. Binaenaleyh onu terk etmekle bir þey lazým gelmez. Nehir sahibi diyor ki: Hakikatta bunlar tercih edilen iki kavildir. Yalnýz metinler birinciyi almýþlardýr.» Ben derim ki yani birinci kavil rivayet yönünden, ikincisi dirâyet yönünden tercih edilmiþtir. Allah´u âlem.
METÝN
Besmele bütün Kur´an´dan bir âyettir. Surelerin arasýný ayýrmak için indirilmiþtir. Nemil sûresindeki besmele bil´ittifak bir ayetin cüz´üdür. Esah kavle göre besmele Fatiha´dan ve diðer surelerin hiç birinden deðildir. Cünüp kimsenin onu okumasý haramdýr. Ýhtiyaten onunla namaz caiz deðildir. Ýmam Malik´in besmeledeki ihtilafý þüphesinden dolayý onu inkâr eden kâfir olmaz.
Namaz kýlan kimse imam olsun yalnýz olsun besmeleden sonra Fatiha´yý ve ondan sonra vûcûbenbir sure yahud üç âyet okur. Okuduðu bir veya iki âyet olurda üç ayete denk gelirse kerahati tahrimiye ortadan kalkar. Bunu Halebî söylemiþtir. Ama keraheti tenzihiye ancak sünnet olan miktarý okumakla ortadan kalkar.
ÝZAH
Besmele Kur´an´dan bir âyettir. Fakat imam Malik ile bizim ulemamýzdan bazýlarý buna muhaliftir. Onlara göre besmele asla Kur´an´dan deðildir. Kuhistanî diyor ki: «Keþþâf hâþiyeleri ile telvihte besmelenin Kur´an´dan olmadýðý ebû Hanife´den nakledilen meþhur rivayetlerde bulunmamaktadýr. Yani bize göre bu kavil zaiftir. Demek istiyor. Besmele sûre(erin aralarýný ayýrmak için indirilmiþ Fatiha´nýn evvelinede teberrük için yazýlmýþtýr. Nemil suresindeki besmele âyetinin baþý Ýnnehü min süleymane sonu ve etuni müslimin dir.
Besmele Fâtiha´dan deðildir. Nehir sahibi: «Bu sözde Hulvâni ile ekser ulemanýn besmele Fatiha´dandýr iddialarýný red vardýr. Zahîre de bu kavil imam ebu Yusuf´un imam-ý A´zam´dan rivayeti olduðu bildirilmiþ ve tercih edilmiþtir. En ihtiyat olan da budur.» demiþtir. Nehir sahibinin Hulvânî´den naklettiðini Kuhistânî Muhit´ten Zâhîre, Hulâsa ve diðer kitablardan naklen beyan etmiþtir.
Besmele hiç bir sureden bir âyet deðildir. Ýmam Þâfiî buna muhaliftir Ona göre Berâe´den maada bütün surelerde besmele sureden bir âyettir. Cünüb ve o mânâdâ olan hayýz ve nifaslý kimselerin Kur´an kasdiyle besmeleyi okumalarý haramdýr.
Þârihin «ihtiyaten» sözü her iki meselenin illetidir þöyle ki: Cumhurun mezhebine göre besmele Kur´andandýr. Çünkü mahallinde mütevatirdir. Bu hususta imam Malik muhalefet etmiþtir. Binaenaleyh cumhurun mezhebine bakarak okumak cünüp kimseye ihtiyaten haram olmuþtur. Hilaf þüphesine bakarak da namazda yalnýz besmele ile iktifa etmek caiz görülmemiþtir. Çünkü namazda kýraat yüzde yüz farzdýr. Þüpheli olan bir þeyle sâkýt olamaz. «Onu inkar eden kâfir olmaz.» Cümlesi besmele hakkýndaki iþkâle cevaptýr. Ýþkâl þudur:
Besmele mütevâtir ise onu inkâr edenin kâfir sayýlmasý lazým gelir. Mütevatir deðilse Kur´an sayýlmamasý lazým gelir. Cevap tahrirde de beyan edildiði vecihle þöyledir: Kat´î bir þeyi inkar eden kimsenin kâfir sayýlmasý o þey hakkýnda kuvvetli þübhe sabit olmadýðýna göredir. Meselâ bir rüknü inkar etmek bu kabildendir. Burada ise kuvvetli þübhe mevcuttur. Çünkü imam Malik gibi onu inkar edenler ilk asýrlarda Kur´an olarak mütevâtýr olmadýðýný ve mushafa yazýlmasý þeriatta onunla iþe baþlamanýn sünnet olduðu þöhret bulduðundan ileri geldiðini iddia etmiþlerdir. Ayet olduðunu isbat edenler ise: Ýlk çaðlar müslümanlarý mushaflarý ALLAH kelâmý olmayan sözlerden korumaya son derece ehemmiyet verdikleri halde besmeleyi ittifakla mushaflara yazmalarý Kur´an olmasýný icap eder. Sünnet sayýlmasý icmâ teþkil edemez. Ýstiazede sünnettir. Hak þudur ki besmele Kur´andandýr. Çünkü mushafta tevatüren nakledilmiþtir. Bu onun Kur´an olduðuna delildir. Biz onun Kur´an olmasýnýn sûbutunu Kur´an´dýr diye tevatüren þuyû bulmasýna baðlý olduðunu kabul etmiyoruz. Kur´an´da þart olan yalnýz yerinde mütevatir olmasýdýr. Velev ki bu tevatüren duyulmuþolmasýn.» demiþlerdir.
Hâsýlý besmelenin yerinde mütevatýr oluþu aslen Kur´an olduðunu isbat eder. Kur´an olduðunun tevatüren þüyûu ise bu husustaki haberlerin tevatürüne baðlýdýr. Onun için besmeleyi inkâr eden tekfir olunmamýþtýr. Sair âyetler böyle deðildir. Onlarýn Kur´an olduðunu bildiren haberler mütevatirdir. Bu söylediklerimizden anlaþýlýr ki þârihe düþen metni haline býrakmak, Ýmam Malik´in ihtilafýný ibâreye katmamak idi. Böyle yapsa imam Malik´in onun Kur´an olduðunu inkar etmesine de cevap vermiþ olurdu. Çünkü þübhe imam Malik´in inkâriyle meydana gelmiþ deðildir. O daha önce baþka cihetten sabit olmuþtur.
«Bir sûre yahud âyet okur.» sözünde bir sûre okumanýn efdal olduðuna iþaret vardýr. Cami-ul-Fetevâ´da þöyle denilmiþtir: «Ýmam Hasan´ýn rivayetine göre ebu Hanife: Ben farz namazlarda Fatiha´dan sonra iki sûre okunmasýný iyi görmem. Ama okumuþ olsa mekruh sayýlmaz. Nâfilelerde bunda bir beis yoktur, demiþtir. Namazda okunmasý sünnet olan miktar. sabah ile öðle namazlarýnda uzun sureleri, ikindi ile yatsýda orta, akþam namazýnda kýsa sureleri okumaktýr. T.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:11:43
METÝN
«Fatiha bitince» imama gizlice âmin der nitekim cemâat ve yalnýz kýlanlarda gizlice âmin derler. Velev ki gizli okunan namazda olsun. Cemaat olan kimse imamýn Fatiha´yý bitirdiðini iþitirse âmin der. Velev ki cuma ve bayram gibi namazlarda kendi gibi bir cemaatýn âmin dediðini iþitmiþte söylemiþ olsun.
«Ýmam âmîn dediði vakit sizde âmin deyin» hadisine gelince bu hadis hükmî vücûdi mâlum olan þeye ta´lik kabilindendir. Binaenaleyh imamdan iþitmesine baðlý deðildir. Fâtiha tamam olmakla dahi okunur.
Buna delil: «Ýmam Veleddâllîn deyince sizde âmin deyin!» hadisidir. Bu kelime med ile âmîn kasýr ile âmin ve imâle ile eeminü þekillerinde okunabilir. Emmmînü yahud yâ atýlarak âminü okumakla namaz bozulmaz. Fakat bunlardan biri ile kasýr yapýldýðý emmiin yahud ikisi ile birlikte uzatarak emmin okunursa namaz bozulur. Bunu yalnýz ben yazmýþýmdýr. Amin bittikten sonra eðilirken rükû için tekbir alýr. Kýraatý tekbirine eklemek mekruh deðildir. Bir harf veya bir kelime kalýrda onu lirken tamamlarsa bazýlarýna göre bunda bir beis yoktur. Münyet-Musallî.
ÝZAH
Musannýf «imam gizlice âmin der» sözü ile imam Malik´in muhâlefetine iþâret etmiþtir. Ýmam Malik âmin demeyi yalnýz cemaat olan tahsis etmiþtir. Ona göre imam âmin demez. Bu kavli imam Hasan imam-ý A´zam´dan da rivayet etmiþtir. «Gizlice» sözü ile de imam Þâfiî´nin muhalefetine iþâret etmiþtir. Çünkü ona göre imam ve cemaattan herbiri âmini âþikâra söyler. «Nitekim cemaat ve yalnýz kýlanda ilh...» meselesinde bütün imamlar müttefiktirler. «Velev ki gizli okunan namazda okusun.» Çünkü aþaðýdaki hadisdeki emir mutlaktýr. Ve cemaata aittir.
Þârih bu hükmü o hadisten sonra söylese daha iyi ederdi. Bazýlarý gizli okunan namazlarda imamý iþitse bile cemaatýn âmin diyeceðini söylemiþlerdir. Çünkü bu kadarcýk iþittirmenin itibarý yoktur. Þârih´in rivayet ettiði hadis Buharî ile Müslim´in sahihlerinde þu lafýzladýr: «Ýmam âmin dediði vakit sizde âmin deyin çünkü bir kimsenin âmini meleklerin aminine rastlarsa geçmiþ günahlarý afv olunur.» Hadisi þerif imamla cemaatin âmin demesi gerektiðine delâlet etmektedir. Yalnýz, imam hakkýnda iþaretiyle, cemaat hakkýnda ibâresi ile delâlet eder. Çünkü ibâre cemaat hükmünü beyân için getirilmiþtir. Sonra þârihin muradý imam Þâfiî´nin sözüne cevap vermektir. Þâfiî «Bu hadis imamýn âþikâre olarak âmin diyeceðine delildir. Çünkü cemâatýn âmin demelerini imamýn âminine baðlamýþtýr.» der. Cevap þudur: Âmin yeri bellidir. Ýmamýn veleddallin dediðini iþitmek kâfidir. Zira þârih imamdan bu sözden sonra âmin demesini istemiþtir. Binaenaleyh hadisi þerif hükmi vücûdu mâlûm bir baðlamak kabilindendir. Her iki tarafýn delilleri mufassal kitablardadýr. Bundan anlaþýlýyor ki bir kimse imamdan uzak olurda onun okuduðunu hiç iþitmezse âmin demez. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Yani âmin yerini iþitmediði için âmin demesi gerekmez. Meðer ki yukarda arz edildiði vecihle kendi gibi bir cemaatýn âmin dediðim iþitmiþ olsun. O zaman âmin der.
Ýkinci hadisin tamamý þöyledir: «Zira melekler âmin derler. Bir kimsenin âmini meleklerin âmin demesine rastlarsa geçmiþ günahlarý afv olunur..) Bu hadisi Abdürrezzak, Nesaî ve ibn-i Hýbbân rivayet etmiþlerdir. Nevevî´nin Müslim þerhinde þöyle deniliyor: «Sahih ve doðrusu þudur ki murad âmin vaktinde meleklere muvafakat etmektir. Bazýlarý sýfat, huþû ve ihlâsta muvafakat olduðunu söylemiþlerdir. Sonra bu meleklerin hafaza olduðunu söyleyenler ve hafaza olmadýðýný söyleyenler vardýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.) baþka bir hadiste: «Âmîni göktekilerin söylediðine tesadüf ederse ilh...» buyurmuþtur.
Âmin demek hadiste emir olunduðu için sünnettir. Bu kelimenin Kur´an´dan olmadýðýna ulemâ ittifak etmiþlerdir. Nitekim Bahýr´da da böyle denilmiþtir En meþhur ve en kasim okunuþu uzatarak âmîn þeklinde okumaktýr. Âmîn diye çekmeden okumakta meþhurdur. Manâsý kabul et demektir. T. imâle uzatarak okunduðu vakit yapýlýr. Çekilmeyen yerde Ýmale mümkün deðildir. Ýmâlenin hakikatý fethayý kesreye kaydýrarak okumaktýr. Eþmûnî´nin târifine göre eliften sonra elif bulunursa yâya kaydýrýlarak okunur.
Þârih «namaz bozulmaz» ifâdesi ile sözünün sünnet nasýl ifâ edileceðine deðil namazýn bozulmamasýnda olduðuna iþâret etmiþtir. Çünkü sünnet ancak med, kasýr ve imâle þekilleri ile hâsýl olur. Nitekim bunu Tahtavî´de rivayet etmiþtir. Âmmin demekle mezhebimizin müftabih kavline göre namaz bozulmaz. Çünkü bu þekil kelimenin lügatlarýndan biridir. Kur´an´ý Kerim´de de mevcuttur. Bunu Vâhidî rivayet etmiþtir. Mânâsý Hulvânî´nin dediði gibi «Ýcâbetini dileyerek sana dua ediyoruz.» demektir, Zirâ âmmîn dileyenler mânâsýna gelir. Ulemamýzdan bir cemaat âmmîn þeklinin lügat olduðunu kabul etmemiþ bununla namazýn bozulduðuna hüküm vermiþlerdir. Bahýr.
Bu þekil Teâlâ Hazretleri kelimenin ikinci sureti âmin
nin «Veyleke âmin Yazýk sana iman et» kerimesinde mevcuttur. Nitekim Ýmdat´ta bildirilmiþtir. Kasýrla emminü derse namaz bozulur. Çünkü Kur´an´ý Kerim´de böyle bir kelime yoktur. Bazýlarý Eminü þeklinde okunursa dahi bozulacaðýný söylemiþlerse de bu söz götürür. Çünkü bu þekilKur´an´ý Kerim´de mevcuttur. Teâla Hazretleri fein êminü buyurmuþtur.
Hâ Yani bundan dolayýdýr ki Bahýr ve Nahir sahipleri bu þekilden bahis etmemiþlerdir.
Emminü okunduðu takdirde dahi namaz bozulur. Çünkü Kur´an´ý Kerim´de böyle bir kelime yoktur. Þârih´in saydýklarý sekiz veche olup bunlarýn beþi sahih üçü namazý bozar (sahih olanlar: âmin - êemin - eemin - âmmin - âmin´dir. Sahih olmayanlar (emmin - emin - emmin kelimeleridir. Dokuzuncu bir þekil daha vardýr ki o da emmin´ dir bu da namazý bozar. Çünkü Kur´an´ý Kerimde yoktur. Ben derim ki: Sekizinci ile bu dokuzuncuyu Bahýr sahibi zikir etmiþ ve: «Bunlarýn ikisinde namazýn bozulmasý ihtimalden uzak görülemez.» demiþtir.
«Eðilirken rükû için tekbir alýr» sözü tekbirin eðilirken baþlayýp sýrt dümdüz olduðu zaman biteceðini gösterir. Bazýlarý ayakta iken tekbir alýnacaðýný söylemiþlerdir. Sahih olan birinci kavildir. Nitekim Müzmeratta´da öyle denilmiþtir. Tamamý Kuhýstanî´dedir. Kýrâatý tekbire eklemenin misâli Allâhu ekber ve emmâ bini´meti rakkike fehaddisillahu ekber´ dir. Fehaddis kelimesinin son harfi et tâi sakinin sebebiyle kesre okunur. H.
Kuhistânî´de beyân edildiðine göre musannýfýn «sonra rükû için tekbir alýr.» sözü tekbirin kýraatla birleþtirilmeyeceðine delâlet eder. Ama bu bir ruhsattýr. Efdâl olan birleþtirmektir. Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Ebu Yusuf´tan rivayet olunduðuna göre, Ben bazan kýraatý tekbire eklerim. Bazan eklemem demiþtir.»
Tatarhâniye´de bu hususta güzel bir tafsilat vardýr. Þöyle ki: Sûrenin sonu ve kebbirhu tekbirâ gibi sena ile bitirse eklemek evlâdýr.
deðil de:inne þâni eke hüvel ebter gibi biterse ayýrmak evladýr.
Durakta durur. Fasýlayý yapar sonra rükû için tekbir alýr. Þârih «Bazýlarýna göre bunda beis yoktur.» Sözü ile bu kavlýn itimad edilmeyen kavil olduðuna iþâret etmiþtir. Ýtimad edilen kavil «sonra eðilirken rükû için tekbir alýr.» diyerek iþâret ettiðidir. Çünkü bu söz kýraâtýn bütününü tamamladýktan sonra tekbir alarak rükûa gidileceði hususunda açýktýr, ve esah olan da budur. Binaenaleyh þârih her iki kavle iþaret ettiði gibi birincinin mu´temed ikincinin zaif olduðunu en kýsa ibâre ve en latif iþâret ile göstermiþ demektir. Þarih´in kelamýnda ihmal yoktur. Nitekim Kemâl sahiplerine gizli deðildir.
METÝN
Ellerini dizleri üzerine koyarak onlara dayanýr ve kuvvet bulmak için parmaklarýný açar. Topuklarýný birbirine yapýþtýrmak ve baldýrlarýný dik tutmak sünnettir. Sýrtýný çantýlarý ile birlikte düz tutar baþýný da kaldýrmaz ve eðmez. Rükû´da en az üç defa tesbih eder tesbihi hiç yapmaz veya noksan býrakýrsa tenzihen mekruh olur.
ÝZAH
Rükûda, topuklarýný birbirine yapýþtýrmak sünnettir. Ebu´s Suûd: «Secde halinde de böyledir. Bu sünnetler bahsinde de geçmiþtir.» diyor. Sünnetler bahsinde geçen: «Secde de topuklarýný birbirine yapýþtýrmak sünnettir.» sözüdür. Þübhesiz ki bu bir göz hatasýdýr. Çünkü þârihimiz bunune Dürrü muhtârda ne de Dürr-ü Müntekâ da zikir etmemiþtir. Baþkasýnýn zikir ettiðini de görmedim. Evet: Olabilir ki bu mânâ rükûdan anlaþýlmýþtýr. Rükûda topuklarý bir birine yapýþtýrmak sünnet olunca ondan sonra onlarý ayýrmaktan bahis etmemiþlerdir. Esasý olan secde halinde de yapýþýk kalmalarýdýr.
Musannýfýn «ellerini dizleri üzerine koyar.» derken sünnettir. Sözünü de kullanmasý gerekirdi. Tâ ki elleri dizlere koymak, üzerlerine dayanmak, parmaklarý açmak, topuklarý yapýþtýrmak, baldýrlarý dik tutmak, sýrtý yaymak ve düz tutmanýn hepsi sünnet olduðu anlaþýlsýn. Nitekim Kuhistânî´de böyle denilmiþtir. Kuhistânî: «Bazularýný açarak, parmaklarýný dikerek ibârelerini de ilâve etmek gerekir. Çünkü bunlar da sünnettir.» demiþtir. Nitekim Zahîdî´de zikir edilmiþtir. Mi´rac sahibi diyor ki: «Müçtebâ´ da beyan edildiðine göre bunlarýn hepsi erkek hakkýndadýr».
«Kadýna gelince: O rükûda hafifçe eðilir, parmaklarýný açmaz, bilakis toplar. Ellerini sâdece dizlerinin üzerine koyar. Dizlerini büker, kollarýný açmaz. Çünkü bunlar onun örtünmesine daha elveriþlidir. Veciz þerhinde hunsânýn da kadýn hükmünde olduðu bildirilmiþtir.» Baldýrlarýný dik tutmak sünnettir. Avamdan bir çoklarýnýn yaptýðý gibi bunlarý kavisleþtirmek mekruhtur. Bahýr.
Rukû tesbihlerini tamamen terk etmek veya noksan býrakmak kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur. Bu tesbih emrinin müstehap mânâsýna alýndýðýna göredir. Bahýr. Mi´rac´ta bildirildiðine göre ebu Hanîfe´nin tilmîzi ebu Mutî´ Belhî: «Üç defa tesbih farzdýr.» demiþtir. Ýmam Ahmed´e göre bir defa tesbih vacibtir. Nitekim secde de tesbih, tekbirler, tesmî ve iki secde arasýnda dua da böyledir. Bunu kasten terk ederse namazý bâtýl olur. Yanýlarak terk ederse bâtýl olmaz. Kuhistanî´de «vacip olduðunu söyleyenler vardýr» denilmiþtir. Bu kavil bizim mezhebe göre üçüncü bir kavildir.
Hýlye´de beyân edildiðine göre tesbihin emir buyurulmasý ve devamla yapýlmasý vacip olduðunu takviye etmektedir. Binaenaleyh yanýlarak terk edilirse secde-i sehiv, kasten býrakýlýrsa namazýný iâdesi lazým gelir. Bu bahiste allâme Ýbrahim Halebî dahî Münye þerhinde Hýlye sahibine uymuþ Bahýr sahibi ise bunlara þu cevabý vermiþtir: Peygamber (s.a.v.) bedeviye namazý öðretirken tesbihi söylememiþtir. Bu da emri vücûp mânâsýna hükümden deðiþtirir. Lâkin Münye þerhinde Halebî böyle bir itiraz yapýlacaðýný hissederek þu cevabý vermiþtir: «Biri çýkarda þöyle diyebilir:
Bu ancak namazda Rasulullah (s.a.v.)´ýn bedeviye öðrettiðinden baþka vacip yoksa doðrudur. Fakat ona öðretmediði baþka vacipler vardýr. Meselâ: Fatiha´yý tayin etmek zammý sûre yahud üç âyet okumak bedeviye öðretmediði vaciblerdendir. Bunlar baþka delille sabittir. Burada da niçin öyle oluvermesin!»
Hâsýlý rükû ve secdede üçer tesbih getirmenin lüzumu hakkýnda mezhebimizde üç kavil vardýr. Delil yönünden bunlarýn en tercihe þayan olaný mezhebin kaidelerine göre vacip olmasýdýr. Binaenaleyh bu kavle itimad gerekir. Nitekim Kemâl Ýbn-i Hümâm ile ona tabi olanlara rivayet yönünden rükûdan doðrulmanýn, iki secde arasýnda oturmanýn ve bunlarýn her ikisinde âza sükûnet bulacak kadar durmanýn vacip olduðuna itimad etmiþlerdir. Bu yukarda da geçmiþti. Rivayet yönünden ise en þâyaný tercih kavil sünnet olmasýdýr. Çünkü meþhur kitablarda söylenenbudur. Ulema tesbihlerin üçten az býrakýlmasý mekruh olduðunu üçden ziyâdenin ise tek sayýda bitirmek þartiyle beþ, yedi veya dokuza kadar çýkarýlmasýnýn müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Ama bu imam olmayan hakkýndadýr. Ýmam olursa cemaata býkkýnlýk vermemek üzere uzatmaz.
Namazýn sünnetleri bahsinde ebu-l-Yüsr´un usulünden naklen demiþtik ki: Sünnetin hükmü: Ýfâsýna teþvik terkinden dolayý zem olunmak birazda günaha girmektir. Bu söz sünnet býrakýlýrsa tenzihden yukarý tahrimdende aþaðý bir kerahet hâsýl olacaðýný gösterir. Böylece Bahýr sahibinin: «Burada ki kerahet-i tenzihidir. Çünkü fiili müstehabtýr.» Sözünün zaif olduðu meydana çýkar. Velev ki þârih ve baþkalarý ona tâbi olmuþ bulunsunlar.
T E N B Ý H: Rükû tesbihînde Subhâne rabbiyel azîm demek sünnettir. Ancak (za) harfini söylemezse azîm yerine kerîm der tâ ki dili (azîm) deyivermesin çünkü böyle derse namaz bozulur. Dürerül-Býhar þerhinde de böyle denilmiþtir. Bu bellenmelidir. Çünkü avam bundan gâfildir (za) yerine (ze) yi söylerler.
METÝN
Rükûu yahud kýrâatý gelen yetiþsin diye uzatmak tahrimen mekruhtur. Yani geleni tanýr da uzatýrsa mekruhtur. Aksi takdirde uzatmakta beis yoktur. Uzatmakla Allah´a yaklaþmayý kast ederse bil´ittifak mekruh olmaz. Lâkin bu nâdirdir. Buna riyâ meselesi derler. Ondan korunmak gerekir.
ÝZAH
Gelen yetiþsin diye kýrâatý veya rükûu uzatmak kerâhati tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü Bedâyi ve Zahîre´de imam ebu Yusuf´tan þu rivayet vardýr: «Bu meseleyi ebu Hanife ile ibn ebî Leylâ´ya sordum ikisi de mekruh gördüler. Ebu Hanîfe o kimseye büyük bir þey lazým geleceðinden - yani þirkten - korkarým dedi.» Hiþâm´da Ýmam Muhammed´den bunu mekruh gördüðünü rivayet etmiþtir. Kezâ imam Malik´le yeni mezhebin imamý Þâfiî´den dahi mekruh gördükleri rivayet olunmuþtur.
Bazýlarý Ýmamý A´zam´ýn «müþrik olur.» Sözünden tevehhüme kapýlarak o kimsenin kanýnýn da mubah olduðuna fetvâ vermiþlerdir. Halbuki hazreti imam sâdece ameldeki þirki kast etmiþtir. Çünkü rükûun evveli ALLAH Teâla için idi sonu, gelen kimsenin hatýrý için olur. Ama gelen kimse için tezellül ve ibâdeti murad etmedikçe kâfir olmaz. Meselenin tamâmý Hýlye ve Bahýr´dadýr.
Son oturuþu selâm vermeyip uzatmak dahi mekruhtur. Sirâc´ta bu mesele de ihtilâf olduðu bildirilmiþ ve bu husustaki sözün namaz kýlan hakkýnda olduðuna iþârette bulunmuþtur.
Namazdan önce beklerse; Bezzaziye´nin ezan bahsinde þöyle denilmiþtir: «Cemâat yetiþsin diye ikâmeti beklerse câizdir. Cemâat toplandýktan sonra bir kiþiyi dahi beklemek câiz deðildir. Meðer ki huysuz ve yaramaz ola. «Yani geleni tanýr da uzatýrsa» ifâdesi Münye þerhinde ekser ulemaya nisbet edilmiþtir. Çünkü o zaman bekleyiþi ibâdet ve hayra yardým için deðil dostluk için olur. Geleni tanýmazsa uzatmasýnda beis yoktur. Çünkü tâata yardým olur. Lâkin cemâatý sýkmayacak kadar uzatmalý mu´tattan bir veya iki tesbih miktarý fazla durmalýdýr.
Beis yoktur sözü ekseriye yapýlmasa daha iyi olur mânâsýnda kullanýlýr. Burada da öyle olmakgerekir. Zira ALLAH´a ihlas bulunmamak þübhesiyle yapýlan bir ibâdetin terki þübhesiz efdaldir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Sona þübhe veren þeyi býrak, þübhe vermeyeni yap» buyurmuþtur. Þu da var ki bu rekata yetiþmeye yardým için de olsa bunda tembelliðe ve vakti gelmeden namaza hazýrlanýp koþmayý terk etmeye yardým eder. Binaenaleyh terki evlâdýr. Ama kalbine bir þey gelmeksizin sýrf ALLAH´a yaklaþmak için uzatýrsa mekruh olmaz. Bilakis efdâl bile olur. Lâkin böylesi pek nâdir bulunur. ALLAH´a yaklaþmaktan murad rekata yetiþmeye yardým etmek de olabilir. Çünkü bunda Allah´a ibâdet için kullarýna yardým vardýr. Onun için yukarda beyân ettiðimiz þübheden dolayý terki efdal olur. Burasý Münye þerhinden kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Rekata yetiþmek için yardým kasti þer´an matlûp ve makbul bir þeydir. Sabah namazýnda birinci rekatýn uzatýlmasý bil´ittifak meþrudur. Baþka namazlarda cemâata yardým için uzatmanýn meþru olup olmamasý ihtilaflýdýr. Çünkü sabah zamaný uyku ve gaflet zamanýdýr. Nitekim sahâbe Peygamber (s.a.v.)in fiilinden bunu anlamýþlardýr. Münye´de «imamýn cemâata sünneti tamamlatmayacak kadar iþi acele tutmasý mekruhtur.» denilmiþtir. Hýlye´de Abdullah bin Mubârek, Ýshak, Ýbrahim ve Sevrî´den naklen: «Ýmamýn beþ defa tesbih etmesi müstehabtýr. Tâ ki gelen üç tesbihe yetiþebilsin.» denilmiþtir. Bu izaha göre gelen kimseye yardým kasdý ile beklemek, ona iyi görünmek veya utanmak gibi bir þey hatýrýna gelmemek þartiyle efdaldir. Onun için Mi´rac´da El-Cemi-ul-Esgar´dan naklen o imamýn me´cûr olduðu nakledilmiþtir. Çünkü Teâlâ hazretleri: «Ýyilik ve takvâ hususunda birbirinize yardým edin.» buyurmuþtur.
Tatarhaniye´nin ezan bahsinde þöyle denilmektedir: «Müntekâ´da bildirildiðine göre. bazý kimseler yetiþsinler diye ezaný geciktirmek ve kýraatý uzatmak haramdýr. Bu uzatýp geciktirmekte, cemâata usanç verecek derecede, dünya ehli olanlara meyl ettiði vakittir. Hulâsa hayr ehline yardým için azýcýk geciktirme mekruh deðildir.»
Tahtavî þöyle diyor: «Anlaþýlýyor ki imamýn rükûu, tekbir alan bir kimse yetiþecek kadar uzatmasý ALLAH´a yaklaþmaktan ma´duttur. Çünkü imam o kimse yetiþmeden baþýn rükû´dan kaldýrýrsa gelen kimse o rekata yetiþdim zanneder. Nitekim avâm takýmýndan bir çoklarý bunu yapar ve yetiþdim zanniyle imamla birlikte selam verir. Ýmam da namazýný yeniden kýlmasýný veya tamamlamasýný kendisine söylemeye imkân bulamaz.»
METÝN
Bilmiþ ol ki rükünlerde imama tabi olmanýn lüzûmuna ibtina eden þeylerden bazýlarý þunlardýr: Ýmam rükû veya sücûttan baþýný cemaat üç tesbihi tamamlamadan kaldýrýrsa cemaatýn ona tabi olmasý vacibtir. Aksi de öyledir. Ve imamdan önce baþýný kaldýran cemâat tekrar rükûa döner. Bu iki rükû sayýlmaz. Ama cemaat teþehhüdü bitirmeden selâm vermesi yahud üçüncü rekata kalkmasý böyle deðildir. Burada cemâat ona tâbi olmaz teþehhüd vacip olduðu için onu tamamlar. Fakat tamamlamasa da câiz olur. Cemaat teþehhüd dualarýný okurken imam selâm verirse cemaat ona tabi olur. Çünkü bu dualar sünnettir. Ýnsanlar bundan gâfildir. Sonra tesmî yaparak rükûdan baþýnýkaldýrýr.
Valvalciye´de :«Ýmam nûnu lama tebdil ederek okursa namaz bozulur.» denilmiþtir. Tesmî cümlesinin sonunda cezimle mi yoksa hareke ile mi duracaðý hususunda iki kavil vardýr.
ÝZAH
Namazýn vâcipleri bahsinde cemaatýn imamý tâkibi hususunda yeteri kadar bahsettik. Oradaki tahkikatýmýz neticesinde farz ve vaciplerde imamdan geri kalmamak manasýna takibin vacip, sünnetlerde sünnet olduðu anlaþýldý. Þu halde burada «rükünlerde» diye kayýtlamak söz götürür. Halbuki rükû veya secdeden doðrulmak ya vacip ya sünnettir. Þu da var ki musannýf burada imama tabi olmaktan bahis etmedi ki sözü ona bina edilmiþ olsun. Þârih´in buradaki «Cemâatýn ona tabi olmasý vâciptir.» Sözünü evvelce geçen «rukû´da üç defa tesbih eder.» ifâdesine ibtina ettirmesi gerekirdi. Çünkü üç tesbih mezhepte meþhur ve mutemed olan kavle göre farz veya vacip deðil sünnettir. Binaenaleyh ondan dolayý vacip olan mütabeat (yani imama tâbi olup onu takip) terk edilemez.
Cemâat üç tesbihi tamamlamadan imam baþýný rükûdan veya secdeden kaldýrýrsa cemâatýn ona tâbi olmasý hususunda iki rivayet vardýr. Bunlarýn esah olanýna göre cemaatýn imama tâbi olmalarý vaciptir. Bahýr´da da böyle denilmiþtir. «Aksi de böyledir.» Yani imam tesbihleri tamamlamadan cemâat rükû veya secdeden baþýný kaldýrýrsa, imama tâbi olmalarý yine vaciptir. Tekrar dönerek imamla birlikte rükûu tamamlar. Dönmezse keraheti tahrimiye irtikâp etmiþ olur. Rükûa dönmesi iki rükû sayýlmaz. Çünkü bu dönüþ müstakil rükû yapmak için deðil ilk rukûu tamamlamak içindir. H.
Cemâat teþehhüdü bitirmeden imam selâm verir veya üçüncü rekata kalkarsa o rekatý imamla birlikte yetiþtiremeyeceðinden korksa bile imama tâbi olmaz. Bunu Zahîre sahibi açýklamýþtýr. Mutlak olan bu söz, imama ilk veya son teþehhüd esnasýnda uyana da þâmildir. O oturduðu vakit imam kalkar veya selâm verirse cemaat olanýn teþehhüdü tamamlayýp kalkmasý iktiza eder. Ama ben bunu açýk olarak bir yerde görmedim. Sonra Zahire´de ebu-l-Leys´den naklen þöyle denildiðini gördüm: «Bence muhtar olan teþehhüdü tamamlamasýdýr. Ama tamamlamazsa namazý câizdir.» Hamd ALLAH´a mahsustur. «Fakat tamamlamasa da câiz olur.» Yani teþehhüdü tamamlamazsa keraheti tahrimiye ile namazý sahihtir. Nitekim bunu Halebî söylemiþtir. Tahtavî ile Rahmetî onunla münâkaþa etmiþlerdir. Münye þerhinin þu ifâdesinden anlaþýlan budur: «Hâsýlý farz ve vaciplerde gecikmeden imamý tâkip etmek vaciptir. Buna baþka bir vacip engel olursa býrakmasý gerekmez. Bilâkis onu yapar. Sonra imamý tâkip eyler. Çünkü o vacibi yapmak tamamiyle imamý takipten alýkoymaz Sâdece geciktirir. Ama vacibi tamamen býrakýrsa bu imamý tâkibi tamamen ortadan kaldýrýr. Binaenaleyh birini biraz geciktirmek suretiyle iki vacibi birden ifâ etmek birini tamamen býrakmaktan evlâdýr. Ama sünnetin ârýz olmasý böyle deðildir. Çünkü sünnetin terki vâcibi geciktirmekten evlâdýr.»
Ben derim ki: Bu ibâreden anlaþýldýðýna göre teþehhüdü tamamlamak vâcip deðil evlâdýr. Lâkin burada þöyle bir itiraz vârid olabilir: Burada vacip olan mütâbeatýn mânâsý geciktirmemektir. Binaenaleyh teþehhüdü tamamlamaktan mütâbeatýn tamamen terk edilmesi lazým gelir. Ve þöyle ta´lil gerekir: Mezkûr mütâbeat ancak ona baþka bir vacip ârýz olmadýðý zaman vacip olur. Nasýl ki selâm almak vacibtir. Ama hutbe dinlemek te vacibtir. Bu vacip ârýz olunca selâm almak sâkýt olur. Bunun iktizasýda teþehhüdü tamamlamanýn vacip olmasýdýr. Lâkin ta´lîlin aksi iddia edilerek þöyle denilebilir: Teþehhüdü tamamlamak ona imama tâbi olmanýn vücûbu ârizî olmadýðý zaman vacibtir. Evet ulemanýn «Ona tabi olmaz.» sözleri teþehhüdü tamamlamanýn hâlâ vacip olduðuna, imama tâbi olmanýn sukût ettiðine delâlet eder. Çünkü namaz kýlanýn içinde bulunduðu fiil ondan sonra ârýz olacak fiilden daha kuvvetlidir. Zahîreye´den naklettiðimiz de böyledir. Þu halde ulemanýn «fakat tamamlamasada câiz olur.» sözlerinin mânâsý kerahet-i tahrimiye ile sahih olur demektir. Teþehhüd vaciptir diye ta´lilleride bunu gösterir. Çünkü imama tâbi olmak ta vâcip olsaydý bu ta´lil sahih olamazdý.
Teþehhüd dualarý salavâta þâmildir. Münye þerhinde de böyle açýklanmýþtýr.
Tesmî yapmaktan murad: Semiallahülimen Hamideh demektir. Bundan anlaþýlýr ki rükûdan doðrulurken tekbir almaz. Muhit´te buna muhâlif olarak tekbir almanýn sünnet olduðu bildirilmiþ ve «Tahâvî bununla amel tevatüren sabittir. Çünkü Peygamber (s.a.v., Ebu Bekir, Ömer, Ali ve Ebu Hüreyre (Radýyellâhü anhüm) her eðilip doðruldukça tedbir alýrlardý» diye iddia edilmiþ olsa da bu sünnettir. Mi´rac sâhibi kendisine cevap vermiþ: «Tekbirden murad bütün rivayet, eser, ve haberlerde ALLAH Teâlâyý ta´zîm bildiren zikirdir.» demiþtir. Nûnu lâma çevirerek okumak limen hamd yerine limel hamd demekle olur. Bu namazý bozar. Lâkin Münyet-ül-Musallî´nin namazda yanýlanlar bahsinde: «Namazýn bozulmamasý ümid edilir.».. denilmiþ ayni eserin þerhinde Halebî «Mahreç yakýn olduðu için» diyerek bozulmamanýn illetini göstermiþtir. Anlaþýldýðýna göre bunun hükmü pelteðin hükmü gibidir. Kýnye sahibi bunu beðenmiþ hatta Hýlye´de: «Hulvanî´nin beyânýna göre sahabeden bazýlarý bunu Peygamber (s.a.v.)´den rivayet etmiþlerdir. Böyle okumak bazý Arab kabilelerinin lehçesidir.» denilmiþ sonra En´amte - dinüküm - vemenfûþü kelimelerindeki nun´larýn lame tebdili ile namazýn bozulmasý lazým gelip gelmeyeceði hususunda ulemanýn ihtilaf ettiklerini Haddâdî´den nakletmiþtir.
«Tesmî cümlesinin sonunda cezmle mi yoksa hareka ile mi durulacaðý hususunda iki kavil vardýr.» Hamidehu kelimesinin sonundaki hê´nin durak için geldiðini söyleyenlere göre hamideh diyerek cezmle durur. Hê zamirdir; diyenlere göre onu hareke ve iþbâh ile okur. Fetevâ-i sofiye´de ikinci þeklin müstehap olduðu bildirilmiþtir. Þârihin Fetevâ-i Sofiye muhtasarýnda bildirildiðine göre Muhitin ifâdesinden anlaþýlan tehayyür «yani okuyaný muhayyer býrakmak»dýr. Sonra þöyle demiþtir: «Bu hâ zamir deðil isimdir. Binaenaleyh hiç bir suretle sâkin okunamaz. Bu vecih daha beli´ dýr. Çünkü ALLAH´ýn isimlerinde izhâr ýzmardan (yani ismi söylemek zamirle ifâde etmekten» daha ziyâde ta´zim ifâde eder. Bustî´nin tefsirinde böyle denilmiþtir.
Muhit´te: «Çünkü Hâ yý harekelemek daha aðýr ve meþekkatlidir. Ýbâdetin efdali ise meþekkatli olanýdýr.» cümlesi ziyâde edilmiþtir. Hâsýlý kavaid iktizâsý Ha durak içinse sâkin okunur. Zamir iseharekelenmez. Yalnýz cümle arasýnda harekelenir. Durulduðu vakit harekeleneceðini söyleyenlerin murâdý: Kýrâat imamlarýnca meþhur olan revm olmak ihtimâli var. Bu Hâ nýn bazý sofiyyenin dedikleri gibi ALLAH teâlânýn isimlerinden biri olduðu sübût bulursa hiç bir suretle sâkin okunmasý doðru olamaz. bilakis zamme ve iþba´la okunmasý gerekir. Tâ ki sâkin vâv meydana çýksýn.
Seyyid-i Abdülgânî´nin bir risalesi vardýr ki orada Sofiyyenin mezhebini tahkik etmiþ hu kelimesinin onlarýn ýstýlahýnda galebe yolu ile ALLAH Teâlâ´ya alem (yani özel isim) olduðunu bunun bir zamir olmayýp zâhir isim sayýldýðýný bildirmiþtir. Seyyid-i Abdülganî bunu bir cemaattan nakletmiþtir ki bunlardan bazýlarý sâm, (Beyzâvî hâþiyesinde) Fâsi, (Delâil þerhinde) Ýmam Gazâlî, Cîli ve baþkalarýdýr. Fakat burada maksadýn bu olduðu zâhirin hilâfýnadýr. Onun için Mi´rac sahibi Fevâid-i Hamidiye´den naklen: Hamideh kelimesindeki hâ durak ve istirahat içindir. Zamir hâ sý deðildir. Mutemed ulemadan böyle nakledilmiþtir. Müstesfâ´da Hâ nýn zamir olduðu bildirilmiþtir. Tatarhâniye´de ise: «Enfe´da bildirildiðine göre hâ durak ve istirahat içindir.» denilmiþ, Hüccet´de bunun cezmle okunacaðý hareke gösterilmeyeceði ve hüve þeklinde de telaffuz edilmiyeceði açýklanmýþtýr.»
METÝN
Ýmam sâdece tesmi ile yetinir. Ýmameyn «Ona gizlice tahmidi de katar.» demiþlerdir. Ýmama uyan da tahmidle yetinir. Tahmidin en fazîletlisi «Allahümme Rabbenâ velekel hamd» demektir. Sonra vâyý hazf ederek söylemek gerekir. Ondan sonra yalnýz Allahümme´yi hazf ederek söylemek gelir. Mûtemed kavle göre yalnýz kýlan kimse tesmî ve tahmidin ikisini de yapar. Rükûdan doðrulurken tesmîi doðrulduktan sonra da tahmîdi yapar. Ve dümdüz durur. Çünkü evvelce geçtiði vecihle bu ya sünnet ya vacip veya farzdýr. Sonra secdeye inerken tekbir alýr ve evvela dizlerini yere koyarak secde eder. Çünkü dizleri yere yakýndýr. Sonra ellerini yere koyar. Ancak bir özür bulunursa koymayabilir. Sonra evvelce görüldüðü vecihle evvelâ burnunu arkasýndan yüzünü iki elinin arasýna koyar. Bunu rekatýn sonunu baþýna kýyas ederek ve kýbleye dönmek için el parmaklarýný bir yere toplayarak yapar. Kalkarken aksini yapar.
ÝZAH
Ýmameyne göre imam rükû´dan doðrulurken tesmîi âþikar yaptýðý gibi gizlice tahmîdi de yapar, bu kavil imam-A´zam´dan da rivayet olunmuþtur. Fadlî Tahavî ve müteehhirinden bir cemaat bu kavle meyl etmiþlerdir. Hâvil Kudsî sahibi onu tercih etmiþ Nur-ul-Ýzah´da dahi bu kavil üzere yürünmüþtür. Lâkin metinler Ýmam A´zam´ýn kavline göre yazýlmýþtýr. Tahmidin en faziletlisi Allahümme rabbenâ velekel hamd ! demektir. Ondan sonra fazîletçe vâvý atarak Allahümme rabbenâ lekel hamd, Ondan sonra yalnýz Allahümmeyi atarak Rabbenâ velekel hamd, ondan sonra da Rabbenâ lekel hamd, gelir Mutemed kavle yalnýz kýlan kimse tesmî ile tahmidin ikisini de yapar. Bu husustaki üç sahih kavlin mutemed olaný budur. Þârih Hazâin´de bu kavlin esah olduðunu söylemiþtir. Hidâye, Mecmâ, ve Mültekâ´da dahi böyle denilmiþtir.
Ýkinci kavi imama uyan gibi olmasýdýr. Mebsût´da bu kavlin sahih olduðu bildirilmiþtir. «Yani yalnýztahmidi yapar.»
Üçüncü kavil imam gibi olmasýdýr. (Yani yalnýz tesmîi yapar) Sirâc sahibi Þeyh-ul-Ýslâm´a nisbet ederek bu kavlin sahih olduðunu söylemiþtir. Bakânî: «Mutemed olan birinci kavildir.» demiþtir.
Rükûdan doðrulduktan sonra dümdüz durmaktan maksad tâdili erkândýr. Nitekim Ýnâye´de bildirilmiþtir. Bu ifâde te´kid için getirilmiþtir. Çünkü mutlak kýyâm ancak vücudun ait ve üst kýsmýnýn doðrulmasiyle olur ekseriyetle halk bundan gâfil olduðu için musannýf bu te´kidi yapmaya mecbur kalmýþtýr.
Tâdili erkân Ýmam A´zam´la Ýmam Muhammed´e göre sünnet, Kemâl ibn-i Hümâm´la tilmizî´nin tercihine göre vacip Ýmam ebu Yusuf´a göre farzdýr. Bu kavlý Tahâvî uç imamdan nakletmiþtir.
Secdeye inerken tekbir almaktan murad: Ýnme hareketinin baþýnda tekbire baþlayýp sonunda bitirmektir. Secdeye inmek için dümdüz doðrulmak gerekir. Beli doðrulmadan secdeye inerse namaza bir rükû daha ilave etmiþ olur. Tatarhâniye´nin sözü buna delâlet eder. Orada þöyle denilmiþtir: «Bir kimse namaz kýlarda konuþtuktan sonra bir rükû terk ettiðini hatýrlarsa bakýlýr. Ulema ve ehli takvâ namazý kýlmýþsa o namazý tekrarlar. Avam namazý kýlmýþsa tekrarlamaz. Çünkü takvâ sahibi âlim iyice doðrularak secdeye gider. Avamdan olan bir kimse ise eðilerek secdeye iner. Bu ise rükû´dur. Çünkü biraz eðilmek rükûdan hesap edilir.»
Secdeye inerken evvelâ dizlerini sonra ellerini sonra yüzünü yere koyar. Buradaki tâdil erkâna da riâyet eder. Yere evvelâ sað dizini sonra sol dizini koyar. Nasýl ki Kuhistânî´de böyle denilmiþtir. Lâkin Hazâin´de böyle denilmeyip: «evvelâ dizlerini sonra ellerini yere koyar, meðer ki mestten veya baþka bir þeyden dolayý beraberce yere koymak güç gele! Bu takdirde ellerinden baþlar ve önce sað elini yere koyar.» denilmiþtir. Bedâyî, Tatarhâniye, Mirac, Bahýr ve diðer kitablarda da böyle denilmiþtir. Bu sözün müktezâsý. Evvela sað eli yere koymak ancak elleri dizlerden önce yere koymaya sebep olan bir özür bulunduðu takdirdedir. Dizleri koyarken saðdan baþlamak yoktur. Anlaþýlan budur. Çünkü bunda güçlük vardýr. «Sonra evvelce görüldüðü vecihle evvelâ burnunu arkasýndan yüzünü iki elinin arasýna koyar.» Evvelce görüldüðü vecihleden murad: Yere yakýn olmasýdýr. Þârihin ibâresi bahýrdan alýnmadýr. Lâkin Bedâyi´de þöyle denilmiþtir: «Sünnetlerden biri de evvelâ alnýný sonra burnunu yere koymaktýr. Bazýlarý evvelâ burnunu sonra alnýný yere koyacaðýný söylemiþlerdir. Tatarhaniye´de ve Tahavî þerhinden naklen Mi´rac´da dahi böyle denilmiþtir. Bu evvelâ alýn yere konulur diyenlerin kavline itimad edileceðini, aksini söyleyenler bazý kimselerden ibâret olduðunu gösterir.
Secde ellerin arasýna yapýlýr. Öyle ki baþparmaklarý kulaklarý hizâsýna gelmelidir. Kuhistânî´de de böyle denilmiþtir. Ýmam Þâfii´ye göre ellerini omuzlarýnýn hizasýna koyar. Birinci kavil Müslim´in Sahihinde, ikincisi Buharî´nin sahihindedir. Muhakkýklardan Kemâl ibn-i Hümâm bunlarýn ikisininde sünnet olduðunu tercih etmiþtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) zaman zaman her ikisini yapmýþtýr. Ýbn-i Hümâm: «Þu kadar vardýr ki birinci kavil efdâldir. Çünkü onda sünnet olan kollarýný açmak vardýr.» demiþtir. Münye ve Þurunbulâlîye þârihleri de kendisini tasdik etmiþlerdir.
Rekatýn sonunu baþýna kýyâs etmekten murad: Namaza niyetlenirken baþýný nasýl ellerinin arasýna alýrsa secde de dahi öyle yapar demektir. Geri kalan rekatlar ilk rekata mülhaktýr. Parmaklarýný da birbirine yapýþtýrýr. Zeyleî ve diðer kitablarda bildirildiðine göre parmaklarý birbirine yapýþtýrmak yalnýz burada, birbirinden ayýrmak ta yalnýz rükûda menduptur. Parmaklarý kýbleye çevirmenin en iyi yoluda budur. Çünkü onlarý aralasa baþ parmakla küçük parmak kýbleden baþka tarafa doðru dönerler. Bu ta´lili Hazâin þârihi Þumunnî ve baþkalarýna nisbet etmiþ ve þunlarý söylemiþtir: «Bahýrda bunu ta´lil ederken rahmet secdede iner. Parmaklar bir araya toplanmakla daha çok rahmet elde edilir. denilmiþtir.» «Kalkarken aksini yapar.» yani secdeden evvela yüzünü sonra ellerini, sonra dizlerini kaldýrýr. Acaba evvelâ burun yere konur diyenlere göre secde de evvelâ burun mu kaldýrýlýr? Hýlye sahibi: «Bu hususta açýk bir kavle rastlamadým.» demiþtir.
METÝN
Burnuna yani burunun serî yerine ve alnýna secde eder. Alnýn uzunluðuna hudud þakaktan þakaða. geniþliðine hududu kâþlarýn dibinden kafa kemiðine kadardýr. AInýn ekserisini yere koymak vaciptir. Bazýlarý az da olsa bir kýsmýný yere koymak nasýl farz ise ekserisini yere koymak da farzdýr demiþlerdir. Secde halinde alýnla burunun birisini yere koymakla yetinmek mekruhtur. Ýmameyn özürsüz olarak sadece buruna secde etmenin câiz olmadýðýný söylemiþlerdir. Ýmam A´zam´ýn dahi bu kavle döndüðü sahihtir. Fetvâ buna göredir. Nitekim biz bunu Mültekâ þerhinden yazdýk.
ÝZAH
Burunun yalnýz yumuþak yerine secde etmek bil´ittifak câiz deðildir. Bahýr alnýn kitabýmýzda çizilen hududunu Hazâin þârihi Tecnis´den naklen Münye þerhine nisbet etmiþ sonra þunlarý söylemiþtir: «Bazýlarý alnýn hududu baþýn ön tarafýndan iki yanýnýn arasýdýr, demiþ. Bir takýmlarý kaþlarýn üstünden saç biten yere kadar olduðunu söylemiþlerdir. Bu daha açýktýr. Mânâ birdir.» Alnýn ekserisini mi yoksa az da olsa bir kýsmýný mý yere koymak farz olduðu hususunda ihtilaf edilmiþtir.
Burada iki kavil olup tercih edilenine göre alnýn az da olsa bir kýsmýný yere koymak farzdýr. Ekserisini yere koymak vacibtir. Çünkü buna Rasûlullah (s.a.v.) devam buyurmuþtur. Mi´rac´da beyân edildiðine göre secde de alnýn her tarafýný yere koymak bil´ittifak þart deðildir. Az da olsa bir kýsmýna secde etmekle yetinmek caizdir. Þârih Mültekâ þerhinde þöyle demiþtir: «Ýmam A´zam´ýn bu kavle döndüðü sahihtir. Nitekim Burhan´ dan naklen Þurunbulâlî´de dahi böyle denilmiþtir. Fetvâ buna göredir. Mecme´da, ve þerhlerinde keza Vikâye´de ve þerhlerinde, Cevhere, Sadr-´þ-Þeria. Aynî Bahýr, Nehir ve diðer kitablarda dahi böyle denilmektedir.» Allâme Kâsým´ýn sahih kavli bildirirken söylediðine göre imameynin kavli Ýmam A´zam´dan bir rivayettir. Ve fetvâ buna göredir. Ama bu kavli Ýbn Hümâm Fetih´de müþkil görmüþ: «Yalnýz burun üzerine secde etmekle yetinmek câiz deðildir. Demekten kitap üzerine haber-i vahidle yani: Ben yedi kemik üzerine secde etmekle me´mur oldum. Hadisi ile ziyâde lazým gelir.» demiþtir.
Kemâl ibn-i Hümâm sözüne devamla þunlarý söylemiþtir: «Hak þudur ki bu hadisin ve alýnla burun üzerine secdeye devam buyurmasýnýn müktezasý bunun vacip olmasýdýr. Ýmam A´zam´ýn kavlikerahet-i tahrimiyeye imameynin kavlide her ikisinin vücûbuna hamledilirse hilâf ortadan kalkar.» Münye þârihi bunu tasdik etmiþtir. Bahýr sahibi dahi bunu tasdik etmiþ ve ilâveten þöyle demiþtir: «Delil burnun üzerine dahi secde etmenin vâcip olmasýný iktiza eder. Nitekim Kenz ve musannýfýn sözlerinden anlaþýlan da budur. Zira kerahet mutlak söylenirse kerahet-i tahrimiye anlaþýlýr. Müfîd ve Mezid´de bu açýklanmýþtýr. Bedâyi, Tühfe ve Ýhtiyar´da «burunun üzerine secdeyi terk etmek mekruh deðildir.» denilmiþsede bu kavil zaiftir.»
METÝN
Ayni eserde: «Ayak parmaklarýný velev bir tanesini olsun kýbleye doðru yere koymak farzdýr. Aksi takdirde namaz câiz deðildir. Halk bundan gafildir.» demiþtik. Nitekim sarýðýnýn katý üzerine secde etmek de tenzihen mekruhtur. Meðer ki özürden dolayý ola. Velev ki bize göre saðrýnýn katý alnýnýn bütünü veya bir kýsmý üzerinde bulunmak þartiyle secde sahih olsun nasýl ki yukarýda geçti.
ÝZAH
Ayni eserde yani Mültekâ þerhinde kezâ Hidâye´de ayak parmaklarýnýn bir tanesini olsun yere koymanýn farz olduðu bildirilmiþtir. Her iki ayaðýn yere konmasýný ise Kudûrî secde de farz olduðunu söylemiþtir. Secde ederde iki ayaðýnýn parmaklarýný yerden kaldýrýrsa namaz câiz deðildir. Bunu Kerhî ve Cessâs´da söylemiþtir. Bir ayaðýný yere koyarsa caizdir. Kâdýhân mekruh olduðunu söylemiþtir. Ýmam Timurtaþî´nin bildirdiðine göre farz olmamakta eller ve ayaklar müsâvidir. Þeyh-ul-Ýslâm´ýn Mebsûtun´ da kezâ Nihâye ve Ýnâye´de söylenenlerde buna delâlet eder. Müçtebâ sâhibi þunlarý söylemiþtir:
«Ben derim ki: Kerhî´nin muhtasarý ile Muhît ve Kudurî´den anlaþýldýðýna göre ayaklarýndan birini yerden kaldýrýrda diðerini kaldýrmazsa namaz câiz deðildir. Ben bazý nushalarda bu hususta iki rivayet olduðunu gördüm.»
Feyz ve Hulâsa sahipleri bir ayaðýn kalkmasiyle namaz câiz olur kavlini tercih etmiþlerdir. Bu suretle meselede üç rivayet hasýl olmuþtur. Birinci rivayete göre; ayaklarý yere koymak farzdýr. Ýkinci rivayete göre; bir ayaðýný yere koymak farzdýr. Üçüncü rivayete göre; ayaklarý yere koymak farz deðildir. Anlaþýldýðýna göre sünnettir. Bahýr sahibi Þeyh-ul-Ýslâm´ýn ayaklarý yere koymak sünnettir. Dediðini söylemiþtir. Binaenaleyh keraheti tenzihi olur. Ýnâye sahibi bu üçüncü rivayeti tercih ederek: «Hak budur.» demiþ; Dürer sahibi de onu tasdik etmiþtir. Bu kavlin izâhý þudur: Secdenin tahakkuku ayaklarý yere koymaða baðlý deðildir. Binaenaleyh ayaklarý yere koymanýn farz olmasý kitap üzerine haber-i vahidle ziyade demek olur. Lâkin Münye þârihi bunu red etmiþ ve: «Ýnâye sahibinin hak budur demesi haktan uzaktýr. Zýddý daha haktýr. Çünkü ona yardým edecek bir rivayet olmadýðý gibi dirayette de onun sözünü kabul etmez. Zira farza ulaþmak ancak bir þeyin mevcud olmasýna baðlý ise o þeyde fazdýr. Ýmamlarýmýzdan gelen rivayetler elleri ve dizleri secde halinde yere koymanýn sünnet olduðunu gösterdiðine, farz olduðuna delâlet eden hiç bir delil bulunmadýðýna göre ayaklarý yahud ayaklardan birini yere koymanýn farz oluþu alnýný yere koymaya imkân bulabilmek zaruretinden dolayý taayyün etmiþtir. Bu imamlarýmýzdan rivayet gelmemiþolduðuna göredir. Halbuki bu hususta onlardan rivayet çoktur. Mecmâ þarihinin sözleri de bunu te´yid eder.
Mecmâ þârihi secde de el ve dizlerin yere konmasýnýn sünnet olduðuna þöyle istidtâl etmiþtir: Secdenin hakikatý yüz ve ayaklarý yere koymakla hâsýl olur... ilh. Kezâ kifâye´de Zâhidî´den naklen zahir rivayet Kerhî´nin muhtasarýnda söyledikleridir. Sirâc sâhibi kat´î olarak bunu kabul etmiþ ve secde halinde ayaklarýn kaldýrýlmasý câiz olmadýðýný, birinin kaldýrýlmasý caiz olduðunu söylemiþtir. Feyz´de «bununla fetvâ verilir.» denilmiþtir. Þu da var ki Hýlye sâhibi: «Yukarda geçene göre en uygunu vâcip olmasýdýr. Bunun delili zikri geçen hadistir.» demiþtir. Yani üstadýnýn incelediði þekilde istidlâli kast etmiþtir. O secde halinde ellerle dizlerin yere konmasýnýn vâcip olduðuna istidlal etmiþtir. Bu kavlin bu husustaki kaviller arasýnda en âdil olduðunu yukarda görmüþtük burada da öyledir. Ve ayaklarý yere koymak dahi vacip olur. Bahýr ve Þurunbulâliye sahibleri bu kavli ihtiyar etmiþlerdir.
Ben derim ki: Sâbýk iki rivayetin her birini buna hamletmek mümkündür. Kerhi ve diðerlerinin ayaklarý kaldýrmak câiz deðildir sözü sahih deðildir mânâsýna alýnmayýp helâl deðildir mânâsýna alýnýr. Timurtaþî ile Þeyh-ul-islâm´ýn ayaklarý yere koymak farzdýr. Sözleri de vücûbe münâfi deðildir. Kudûrî´nin farzdýr sözünü te´vil de mümkündür. Çünkü farz kelimesi bazen vacibe de ýtlak olunur.
Yukarda geçen Münye þerhinin söyledikleri incelemeye deðer. Çünkü alnýný yere koymak ayaklarý yere koymaya baðlý deðildir. AInýný yere koymanýn dizlerle ellere baðlý olmasý daha kuvvetlidir. Binaenaleyh baþka uzuvlarýn deðil de ayaklarý yere koymanýn farz oluþu dâvâsý mürehcihsiz tercihtir. Kuvvetli rivayetler sâdece caiz olmadýðý hususundadýr. Farz olduðu hususunda deðildir. Nitekim ulemanýn sözlerinden anlaþýlan da budur. Câiz olmamak söylediðimiz gibi vücûbe sâdýktýr. Farz tabiri Kudûrî´den baþkasýndan nakledilmemiþtir. ALLAH´u âlem Bahýr sahibi bundan olayý: «Kudurî ayaklarý yere koymanýn farz olduðunu söylemiþtir. Fakat bu kavil zaiftir.» demiþtir.
Hâsýlý mezhebin kitablarýnda meþhur olan ayaklarý yere koymanýn farz oluþudur. Delil ve kaideler yönünden tercih edilen ise farz olmadýðýdýr. Onun içindir ki Ýnâye ve Dürer´de «hak budur» denilmiþtir. Sonra en iyisi farz deðildir tâbirini vâcip deðildir mânâsýna hamletmektir. ALLAH´u âlem.
Bezzâziye sâhibi diyor ki: «Burada ayaklarý yere koymaktan murad: Parmaklarý yahud ayaðýn bir cüzünü koymaktýr. Bir parmaðýný yahud parmaksýz olarak ayaðýnýn sýrtýný yere koymuþ olsa bunu ayaklarýndan biriyle koyarsa sahihtir. Aksi takdirde sahih olmaz.» Münye þârihi bunu naklettikten sonra þöyle demiþtir: «Bundan anlaþýlýr ki parmaklarý yere koymaktan murad onlarý kýbleye doðru çevirmektir. Tâ ki üzerlerine basabilsin, böyle olmazsa ayaðýnýn sýrtýný yere koymuþ olur. Ulema bunu muteber saymamýþlardýr. Bu dikkat edilmesi gereken þeylerdendir. Çünkü insanlarýn ekserisi bundan gâfildirler.»
Ben derim ki: Bu mesele söz götürür. Feyz sahibi þunu söylemiþtir:
«Bir kimse parmaklarýný deðilde ayaðýnýn sýrtýný yere koyarsa meselâ yer dar olur yahud ayaklarýný birbirinin üzerine koyarda yer darlýðýndan dolayý biri yere temas eder öteki temas etmezse câizdir. Nitekim bir ayak üstünde dursa hüküm budur yer dar deðilse mekruh olur.» Bu söz ayaðýn sýrtýnýn yere konmasý itibara alýnacaðý hususunda açýktýr. Bizim sözümüz ise özürsüz kerahet hakkýndadýr. Parmaklarý kýbleye çevirmenin þart olduðu hususunda serahat yoktur. Açýklanan husus onlarý kýbleye çevirmenin sünnet olmasýdýr. Bunun terki mekruhtur. Bercendî ile Kuhistânî´de de böyle denilmiþtir. Tamamý az ileride musannýf sözünde gelecektir.
«Velev ki bize göre sarýðýnýn katý alnýnýn bütünü veya bir kýsmý üzerinde bulunmak þartiyle secde sahih olsun.» Þurunbulâliye´nin: «yaný bazý bilgisizlerin yaptýðý gibi sarýðýnýn katlarýndan biri´ alnýna iner bütünü inmezse ilh...» sözünün mânâsý budur. Bütünü inmezse sözünün mânâsý bizim dediðimiz gibidir. Yoksa alnýn üzerinde birden fazla kat varsa üzerine secde câiz olmaz, mânâsýna deðildir ki itiraz edilerek illet yerin sertliðini bulmaktýr. Binaenaleyh bu sarýðýn bir katý ile kayýtlanamaz denilebilsin zira bu mânâyý kimse hatýrýna getirmez. Þurunbulâli´nin muradý bizim söylediklerimiz olduðuna ibâresinin sonu delâlet etmektir. Orada þöyle demiþtir: «Bu söylediklerimizle güzel bir tenbihde bulunmuþ oluyoruz, ki o da þudur: Sarýðýn katý üzerine secdenin câiz olmasý kat alnýn bütünü veya bir kýsmý üzerinde bulunduðuna göredir. Ama sadece baþý üzerinde bulunurda onun üzerine secde eder ve alný yere deðmezse alýn yere deðmek þarttýr diyenlere göre sahih olmadýðý gibi mukabilini söyleyenlere görede burnu yere deðmediði vakit sahih olmaz.
Nitekim yukarda geçti ifâdesinden murad «bazýlarý az da olsa bir kýsmým yere koymak nasýl farz ise ekserisini yere koymakta farzdýr. demiþlerdir.» Sözüdür.
METÝN
Ama sarýðýn katý baþýnýn üzerinde olurda sadece onun üzerinde secde ederse yani alný yere deðmezse veya burnu deðmek kâfidir. Diyenlere göre burnu yere deðmezse sahih olmaz. Çünkü secde yerine yapýlmamýþtýr. Secdenin sahih olmasý için yerin temizliði ve sertliðini duymasýda þarttýr. Ýnsanlar bundan gâfildirler. Yeninin veya elbisesinin eteðinin üzerine secde ederse o secde ettiði kýsým temiz olmak þartiyle câizdir. Aksi takdirde temiz bir þey üzerine secdeyi tekrarlamadýkça câiz deðildir. Secdesini temiz bir þey üzerine tekrarlarsa bil´ittifak sahih olur. Bedenine bitiþik olan her þeyin hükmü böyledir. Esah kavle göre velev ki avucu gibi bir cüz´ü olsun. Özürden dolayý ise velev ki uyluðu olsun özürden dolayý yahud özürsüz olarak dizine secde etmesi câiz deðildir. Lâkin Halebî dizininde uyluðu gibi olduðunu doðrulamýþtýr.
ÝZAH
«Çünkü secde yerine yapýlmamýþtýr.» Secdenin yeri alýnla burundur. Yerin sertliðini duymak þöyle izah olunur: «Secde eden kimse ne kadar mübâlega gösterirse alný bulunduðu halden daha aþaðý inmezse o yerin sertliðini bulmuþtur. Binaenaleyh kilim, hasýr, buðday, arpa, karyola gibi þeyler yer üzerinde olursa üzerlerine secde câizdir. Hayvan üzerinde olursa câiz deðildir. Nitekim aðaçlararasýna gerilen yaygý üzerine secde câiz olmadýðý gibi, çuvallarda olmadýkça darý ve pirinç gibi. hububat üzerine, yumuþak kar ve çimen üzerine secde câiz deðildir. Meðer ki sertliðini duymuþ ola.
Buradan anlaþýlýyor ki pamuk þiltenin üzerine secde câiz olmak için altýndaki yerin sertliðini duymak þarttýr. Bir çok insanlar sarýðýn katý ve þilte gibi þeylerin üzerine secde caiz olmak için yerin sertliðini duymanýn þort olduðunu bilmezler. Yen veya etek üzerine secdenin sahih olmasý, o parçanýn namaz kýlan kimseye tâbi sayýlmasý namaza mâni sayýlmamasýný gerektirdiði içindir. O kimse sanki arada mâni yokmuþ gibi secde etmiþ olur. Ve eli ile mushafa dokunmasý câiz olmadýðý gibi yeni ile dokunmakta câiz olmaz. «Secdesini bir tek þey üzerine tekrarlarsa bil´ittifak sahih olur.»
Ama ben bu meselenin hassaten bir yerde nakledildiðini görmedim. Yalnýz Sirâc´ta buna delâlet eden sözler gördüm. Orada þöyle denilmiþtir: «Pislik secde edeceði yerde olursa Ýmam A´zam´dan iki rivayet vardýr. Birinci rivayete göre namazý câiz deðildir. Çünkü secde kýyâm gibi bir rükündür. Ebu Yusuf, Muhammed ve Züfer´de buna kaildirler. Çünkü onlara göre alnýný yere koymak farzdýr. Alýn dirhem miktarýndan fazladýr. Bunu namazda kullanýrsa câiz olmaz. O secdeyi temiz bir yere tekrarlarsa üç imamýmýza göre câiz olur. Ýmam Züfer´e göre caiz olmaz namazý yeniden kýlmasý gerekir.
Ýmam A´zam´dan ikinci rivayete göre o kimsenin namazý caizdir. Çünkü ona göre secdede vacip olan burnun kenarýný yere koymaktýr. Bu ise dirhem miktarýndan azdýr.» «O secdeyi temiz bir yere tekrarlarsa» cümlesi þârihin söylediklerine evleviyetle delâlet eder. Çünkü burada söz arada mâni bulunmaksýzýn necaset üzerine yapýlan secde hakkýndadýr. Lâkin Münye ve þerhinde buna muhâlif sözler gördüm. Orada þöyle denilmiþ: «Pis bir þey üzerine secde ederse tarafeyne göre sonra o secdeyi temiz bir yer üzerine tekrarlasýn tekrarlamasýn namazý bozulur. Ýmam Ebu Yusuf temiz bir þey üzerine tekrarlarsa namazý bozulmayacaðýný söylemiþtir. Bu söz necis üzerine secde etmekle ona göre namaz deðil secde bozulduðuna binâendir. Tarafeyne göre namaz bozulur. Çünkü namazýn bir cüzü bozulmuþtur. Namaz parçalanmayý kabul etmez.
Ýmdâd-ül-Fettah´ta: «Zâhir rivayeye göre secdeyi temiz bir þey üzerine tekrarlarsa sahih olmaz. Ýmam ebu Yusuf´tan rivayet olunduðuna göre caizdir.» denilmiþtir. Mecmâ, Manzume, kâfi, Dürer, Mevâhip ve diðer kitaplarda ve kezâ Menâr, Tahrir, Usul fahrul-Ýslâm gibi usul fýkýh kitablarýnda hilâfýn bu þekilde olduðu zikir edilmiþtir. Sirac´da zikir edildiði þekildeki hilâfý ise Tahrir þârihi Kerhî´nin muhtasarý üzerine yazýlan Kudûrî þerhine nisbet etmiþ Hýlye sâhibi ise Zâhidî´ye ve Nevâdir´ den naklen muhîte nisbet ederek þöyle ta´lilde bulunmuþtur: «Alnýný yere koymak hakikaten necaseti kullanmak suretiyle olmamýþtýr. Bu sebeple necaseti taþýmak derecesinden düþmüþtür. Namazý bozmaz lâkin itibarý kalmamýþtýr. Ama bize Sirac´takinin Nevâdirin rivayeti olmasý kâfidir. Umumiyetle kýtablarýn naklettikleri zahir rivayedir. Nitekim imdâd´tan naklen yukarda geçti. Hýlye ve Bedâî sahipleri de bunu açýklamýþlardýr. Ulemanýn hilâf nakil etmeksizin elbise, beden ve mekânýn temiz olmasýný þart koþmalarýda bunu teyit eder.
Bir kimse namaza baþlarken pis bir yere dursa namazý mün´akit olmaz. Hâniye´de: «Namaz kýlan kimse temiz bir yere dururda sonra pis yere intikal eder; sonra yine ilk yerine dönerse pisliðin üzerinde en az bir rükün edâ edecek kadar durmadýðý takdirde namazý câiz olur. Aksi takdirde namazý câiz deðildir.» denilmiþtir. Bütün bu izahat secde ve kýyâmýn pislik üzerine ayýrýcý bir mâni bulunmaksýzýn doðrudan doðruya yapýldýðýna göredir. Fetih´ten naklettiklerimizden biliyorsun ki ulema bitiþik olan mânî saymamýþlardýr. Çünkü o namaz kýlan kimseye tâbidir. Onun içindir ki bir kimse ayaklarýnda mest olduðu halde namaza dursa namazý sahih olmaz. Secdesi de böyledir. Bunlar fâsýla ve mâni sayýlsa secdesi tekrarsýz sahih olurdu. Anlaþýlýyor ki þârihin söyledikleri Sirac´dakine mebnidir. Onun mezhebimizin umumi kitablarýndakine ve zahir rivâyeye muhalif olduðunu gördük.
«Bedenine bitiþik olan her þeyin hükmü böyledir.» Yâni altýndaki yerin temiz olmasý þartiyle o þeyin üzerine secde câizdir. «Esah kavle göre velev ki avucu gibi bir cüz´î þey olsun.» Birçok kitablarda burada olduðu gibi sahihdir sözü mutlak söylenmiþtir. Kýnye´de ise «mekruhtur.» Ýfâdesi ziyâde edilmiþtir. Yani bunda öteden beri nakledilegelen þekle muhalif olduðu için mekruhtur. Denilmek istenmiþtir. Fetih sahibi: «EI ve uyluk üzerine yapýlan secdenin fâsid olmasý tercih edîlmelidir.» demiþ. Münye þârihi ise ortayý kýnye´de söylenenler teþkil ettiðini bildirmiþtir. Yani umurun en hayýrlýsý ortasýdýr demek istemiþtir. Özürden dolayý uyluðu üzerine bile secde câizdir. Buradaki özürden murad: Sýkýþýktýr. Nitekim Münye´de de böyle denilmiþtir. Lâkin Hýlye sahibi þöyle diyor: «Uyluk üzerine secdeyi caiz kýlacak özrün ancak imâyý câiz kýlan þer´î özür olmasý icap eder. Bu onun zýmmýnda imâ bulunmasý itibariyle câiz olur. Nitekim bir kimse yüzüne bir þey kaldýrýrda baþýný eðilterek onun üzerine secde ederse meselesinde söylemiþtik. Malumdur ki sýkýþýklýk secdeyi imâ ile yapmayý câiz kýlacak bir özür deðildir.»
Ben derim ki: Onu câiz kýlacak bir özür olduðu anlaþýlýyor. Çünkü ilerde geleceði vecihle ayni namazý kýlan birinin sýrtýna secde etmek câizdir. Bu secdeyi imâ ile yapmanýn caiz olduðunu gösterir.
Anlaþýlýyor ki bu mesele mümkün olmuþ olsa diye farz edilerek ortaya çýkarýlmýþtýr. Yoksa uyluk üzerine secde âdeten mümkün deðildir. Halebî dizinde uyluk gibi olduðunu doðruladýðýna göre özürden dolayý dizine secde de câiz demektir. Buradaki hilâf secde de alnýn ekserisinin yahud az da olsa bir kýsmýnýn yere konmasý þartýna mebnidir. Malumdur ki diz alnýn ekserisini kaplamaz. Esah olan kavlin ikincisi olduðunu da gördün onun için Halebî câizdir kavlini sahih bulmuþtur.
METÝN
Yerde toprak, çakýl, sýcak veya soðuk yoksa bunu yapmak mekruhtur. Çünkü büyüklenmek olur. Büyüklenmek yoksa eziyetten de korkmadýðý takdirde yapmakta beis yoktur. Ama tenzihen mekruh olur. Eziyetten korkarsa mubah olur. Zeyleî´de: «Eðer yüzünden topraðý def etmek için ise mekruhtur. Sarýðýndan topraðý def etmek içinde mekruh deðildir.» denilmiþtir. Halebî yere kumaþparçasý yaymanýn mekruh olmadýðýný sahih bulmuþtur. Palto yayarsa omuz tarafýný ayaklarýnýn altýna getirerek eteði üzerine secde eder. Çünkü bu tavazuva daha yakýndýr. Bir kimse sýkýþýklýktan dolayý ayný namazý kýlan birinin sýrtýna secde ederse zaruretten dolayý câiz olur. Sýrtýna sözü ihtirazi bir kayýtmýdýr? Bunu bir yerde göremedim. O kimse ayný namazý kýlmazda baþka bir namaz kýlar yahut hiç namaz kýlmaz, veya aralarýnda boþluk bulunursa câiz olmaz.
Kifâye nâm kitabta secde eden kimsenin dizlerinin yerde olmasý Müçtebâ´da ise üzerine secde edilen þahsýn yere secde etmesi þart kýlýnmýþtýr. Böylece þartlar beþ olur. Lâkin Kuhistâni özürden dolayý ikinci þahsýn üçüncünün sýrtýna hatta namaz kýlmayanýn sýrtýna hatta eti yenilen herhangi bir hayvanýn sýrtýna ve hatta uyluklar gibi sýrttan baþka bir þeyin üzerine bile secde etse câiz olduðunu nakletmiþtir. Secde ettiði yer ayaklarýnýn bulunduðu yerden üst üste konmuþ iki kerpiç miktarý yüksek olursa secdesi câizdir. Daha fazla olursa câiz deðildir. Ancak yukarda geçtiði vecihle sýkýþýklýk müstesnâdýr. Maksat Buhârâ kerpicidir. Bu kerpiç arþýnýn dörtte biri kadar olup geniþliðine altý parmak miktarýdýr. Ýki kerpicin yüksekliði yarým arþýn oniki parmak eder. Bunu Halebî söylemiþtir.
ÝZAH
Toprak çakýl ve emsâli mâniler yoksa bedene bitiþik olan hâili yaymak mekruh olur. Bedenden ayrý olan hâili yaymak ise mekruh deðildir. Nitekim gelecektir. Buradaki mekruhtan murad kerahet-i tahrimiyedir. O þahýs bunu yaymakla büyüklenmeyi kast etmezse mekruh olmaz. Þarih bu ve bundan sonraki sözleriyle ulemanýn ibârelerini birleþtirmek istemiþtir. Çünkü bazýlarý mekruh olur demiþ. Bazýlarý beis yoktur tabirini kullanmýþ, bir takýmlarýda mekruh olmaz demiþlerdir. Þârih bunlarýn her birinin bir hâle hamledileceðine iþarette bulunmuþtur. Nitekim Hýlye´ye tâbi olarak Bahýrda da böyle birleþtirilmiþtir.
Yüzünden topraðý defetmek için yere bir þey yaymak mekruhtur. Çünkü bu büyüklenmeye delildir. Sarýðýna toz toprak bulaþmasýn diye bir þey yaymak ise mekruh deðildir. Zira malý korumak için yapýlmýþtýr. Halebî yere seccâde gibi bir þey yaymanýn mekruh olmadýðýný doðrulamýþ ve þunlarý söylemiþtir: «Bez parçasý ve emsâline gelince sahih olan bunda kerahet bulunmamaktýr. Sahih hadiste varid olduðuna göre: Peygamber (s.a.v.) yanýnda seccade taþýr onun üzerine secde ederdi. Bu seccade Hurma yapraðýndan yapýlmýþ küçük bir hasýr idi.
Ýmam A´zam´dan rivayet ederler ki Mescid-i Haram´da seccade üzerine secde etmiþde bir adam kendisini bundan men etmiþ. Hazreti imam ona sen nerelisin diye sormuþ. Harzem´liyim diye cevap verince Ýmam A´zam «Tekbir arkamdan geldi» demiþ. Bizden öðrenirsiniz sonra bize öðretirsiniz, demek istemiþ. Siz memleketinizde kamýþtan yapma hasýrlarda namaz kýlarmýsýnýz?» diye sormuþ. Evet cevabýný alýnca: «Sen kuru ot üzerinde namaz kýlmayý câiz görüyorsun seccade üzerinde câiz görmüyorsun» demiþtir. Hasýlý yere serilen ve namaz kýlanýn hareketi ile hareket eden bir þeyin üzerine secde etmek bil´ittifak câizdir. Keraheti yoktur. Lâkin bize göre efdâl olaný çýplak yere yahud yerde biten nebat üzerine secde etmektir. Nitekim Nurul-Ýzah ileMünyet-ül-musallî´de de böyle denilmiþtir. Namaz için yere cübbe veya paltosunu yayan kimse onun kollarýný ayaklarýnýn altýna getirerek eteklerinin üzerine secde eder. Bu tavazua daha yakýndýr. Çünkü etekler yere daha yakýndýr.
Bezzâziye sahibi bunu þöyle ta´lil etmiþtir: Çünkü etek pislik düþen yerlerde sürünür. Halbuki namazda kýyâm halinde ayaklarýn yerinin bil´ittifak temiz olmasý þarttýr. Secde yeri ise ihtilâflýdýr. Çünkü secde burun üzerinede yapýlabilir. Burun bir dirhemden daha azdýr. «Sýrtýna sözü ihtirazî bir kayýtmýdýr bunu görmedim.» Burada asýl tevekkufu yapan Þurunbulâlî´dir. Bu da ayni namazý kýlan kimsenin sýrtýna secde etmek þarttýr. Sözüne binaendir. Metinde musannýf bu kavil üzerine yürümüþtür. Nitekim Vikâye, Mültekâ, Hulâsa Vâkýât, sahipleri ile Kemâl. Ýbni Kemâl ve baþkalarý da ayni kavli tercih etmiþlerdir. Þübhesiz ki kitablarýn mefhumlarý mûteberdir. Gerçi aþaðýda Kuhistânî´den naklen sýrt üzerine secde etmek ve secde edenle edilenin ayni namazda olmasý þart deðildir. Denilecekse de bu ayrý bir kavil olup bilumum kitablardakine muhaliftir. Halbuki Kuhistânî´de secde sýrt þart deðildir sözüde yoktur. Anla! «Lâkin Kuhistâni ilh...» sözü Müçtebâ´ya istidrâk «düzeltme»dir. Kuhistânî´den ibâresi þöyledir: Bu dizleri yerde olduðuna göredir. Dizleri yerde deðilse câiz olmaz. Bazýlarý ikinci þahsýn secdesi üçüncünün sýrtýna bile olsa gene câiz olmayacaðýný söylemiþlerdir. Nitekim Kifâye´nin cuma bahsinde beyân edilmiþtir.
Bu sözde sýkýþýklýk ortadan kalkýncaya kadar namazý geciktirmenin müstehap olduðuna iþaret vardýr. Nitekim sýrtýndan baþka bir þey üzerine secde caiz olmadýðýna da iþaret vardýr. Lâkin Zâhidî muhtar kavle göre bir özürden dolayý uyluklarýn ve dizlerin üzerine secde câiz olacaðýný, ellerle yenlerin üzerine ise mutlak surette caiz olduðunu söylemiþtir. Mezkûr sözde namaz kýlmayan kimsenin sýrtýna da secde etmenin caiz olmayacaðýna iþaret vardýr. Nitekim imam Hasan´ýn kavlý budur. Lâkin imam Muhammed Asýl nâm kitabýnda caiz olduðunu söylemiþtir. Bu Muhitte beyân edilmiþtir.
Zâhidî´nin teyemmüm bahsinde eti yenilen hayvanýn sýrtýna´ secde etmek caiz olduðu bildirilmiþtir.» Namaz kýlan kimsenin sýrtýndan baþka secde edilecek yeri çantýlarý veya ayaðýnýn ökçesidir. Fakat bu söz gördüðün gibi Kuhistanî´nin ibâresinde yoktur.
Secde yerinin yüksek olmasý meselesi elde dolaþan bütün kitablarda mevcuttur. Mi´rac sahibi onu Þeyh-ul-Ýslam´ýn Mebsût´una nisbet etmiþtir. Musannýfýn bu meseleyi bundan öncekinden evvel zikir etmesi gerekirdi. Çünkü þârihinde iþaret ettiði gibi önceki mesele bundan istisnâ edilmiþtir. Anlaþýldýðýna göre secde yeri ayaklarýn yerinden iki kerpiç miktarý yüksek olursa namaz kerahetle caizdir. Çünkü o kimse peygamber (s.a.v.) den rivayet edilene muhalefette bulunmuþtur. «Geniþliðine altý parmak miktarýdýr.» ifadesinden murad parmaklar uzunluðuna deðil geniþliðine ölçülecek ve yumulacaktýr. Demektir. Þârihin oniki parmak sözü yarým arþýnýn bedelidir. (yani yarým arþýn geniþliðine ölçülen oniki parmak kadar) arþýndan murad kirbas arþýnýdýr. Bu arþýn sular bahsinde de beyân ettiðimiz vecihle aþaðý yukarý iki karýþtýr. Yarým arþýný bu miktarla tahdid eden Halebî´dýr. Hýlye sahibi bunun miktarýnda ve nasýl tahdid edildiðine bir þey söylemeyip «bunu ALLAHbilir» demiþtir.
METÝN
Sýkýþýklýk yoksa kollarýný açar. Ve her uzuv bizzat meydana çýksýn diye karnýný uyluklarýndan uzaklaþtýrýr. Saflar bunun hilâfýnadýr. Çünkü onlarda maksat birleþmeleri ve bir vücutmuþ gibi olmalarýdýr. Ayak parmaklarýnýn uçlarýný kýbleye karþý çevirir. Bunu yapmazsa mekruh iþlemiþ olur. Nitekim özürsüz bir ayaðýný yere koyup bir ayaðýný kaldýrmakta mekruhtur. Evvelce geçtiði vecihle secde de dahi üç defa tesbih eder. Kadýn büzülür kollarýný açmaz. Karnýný uyluklarýna yapýþtýrýr. Çünkü bu onun örtünmesini daha çok saðlar. Kadýnýn yirmibeþ yerde erkeðe uymadýðýný biz Hazâin´de yazdýk.
ÝZAH
«Bunu yapmazsa mekruh iþlemiþ olur.» Tecnis sahibi dahi böyle demiþtir. Remlî Bahýr hâþiyesinde: «Bundan anlaþýlan sünnet olmasýdýr. Nitekim ZâdEl-Fakîr´de açýklanmýþtýr.» demiþtir.
Ben derim ki: Ýsmail Nablusî bunun sünnet olduðunu Bercendî ile Hâvî´den açýkca nakletmiþtir. Ziyâ-i mânevî ile Kuhistânî´de de bunun misli Cellâbî´den nakledilmiþtir. Hýlye sahibi þöyle demektedir: «Secdenin sünnetlerinden biride parmaklarýný kýbleye doðru çevirmektir. Çünkü Buharî´nin sahibi ile ebu Davud´un süneninde ebu Hümeyy (r.a.) dan Peygamber (s.a.v.) in namazýnýn sünneti hakkýnda þöyle dediði rivayet olunmuþtur: «Secde ettiði vakit ellerini yaymadan, büzmeden yere koyar. Ayak parmaklarýnýn kenarlarýný kýbleye doðru çevirirdi.» Ayaklarý yere koymak hususunda üç rivayet olduðunu evvelce arzetmiþtik:
Bir rivayete göre ayaklarý yere koymak farz.
Ýkinci rivayete göre vacip;
Üçüncüye göre sünnettir.
Ayaklarý yere koymaktan murad: parmaklarýný velev ki bir tanesini olsun yere koymaktýr. Mezhebimizin kitablarýnda meþhur olan kavle göre ayaklarý yere koymak farzdýr. Ýbn-i Emîr Hâcc Hýlye´de vacip olduðunu tercih etmiþtir. Burada ise parmaklarý kýbleye çevirmenin sünnet olduðu açýklanmýþtýr. Bu suretle sabit oluyor ki evvelce arzettiðimiz hilaf parmaklarý kýbleye çevirmek hususunda deðil asýl ayaklarý yere koymak hususundadýr. Parmaklarý çevirmek bize göre tek kelime ile sünnettir. Þârih´in Münye þerhine uyarak tuttuðu yol bunun hilafýnadýr. Bizim söylediklerimizi Kemal ibn-i Hümâm´ýn Zâdel-Fakîr´deki þu sözü te´yid eder: «Namazýn sünnetlerinden biri de ayak parmaklarýný kýbleye çevirmek dizlerini yere koymaktýr. Ayaklar hakkýnda ihtilâf olunmuþtur.» Bu söz bizim söylediklerimiz hakkýnda açýktýr. Çünkü Kemâl ibn Hümâm parmaklarý kýbleye çevirmenin sünnet olduðunu kat´î bir lisanla söylemiþ. Ayaklar hakkýndaki asýl hilafý sünnetmidir farz veya vacibmidir. Beyan etmemiþtir. Bu izahý ganimet bil. Çünkü ben buna tenbih eden kimse görmedim. Hamd ALLAH´a mahsustur.
T E N B Ý H: «Rükû´da gördük ki topuklarý birbirine yapýþtýrmak sünnettir. Ulema secde hakkýndabunu söylememiþlerdir. Ve yine arzetmiþtik ki bundan secdeninde böyle olduðu anlaþýlabilir. Zira Rükû´dan sonra ayaklarýn birbirinden ayrýlacaðýný söylememiþlerdir. Kaide icabý burada da o halde kalmalarý gerekir. Þârih Hazâin´de þöyle demiþtir:
T E N B Ý H: Zeyleî´nin bildirdiðine göre kadýn erkeðe on yerde muhâlefet eder. Ben bu sayýya bir mislinden ziyadesini ilâve ettim. þöyle ki:
Kadýn ellerini omuzlarý hizasýna kadar kaldýrýr, ellerini yenlerinden çýkarmaz, ellerini birbiri üzerine koyarak memelerinin altýna kaldýrýr. Rükû´ da az eðilir, dizlerine dayanmaz, rükûda parmaklarýný aralamaz bilakis yumar, ellerini dizlerine koyar, dizlerini bükmez, rükû ve sücûdunda toplanýp büzülür, kollarýný yere döþer, teþehhüdde çantýsý üzerine oturup ayaklarýný sað taraftan çýkarýr. teþehhüdde ellerini parmaklarýnýn uçlarý dizlerine varacak þekilde uyluklarý üzerine koyar, teþehhüdde parmaklarýný bir araya toplar. Namazda baþýna bir þey gelirse el çarpar. Tesbih etmez, erkeðe imam olmaz. Kadýnlarýn cemaat olmalarý mekruhtur. Ýmam ortalarýna durur, kadýnýn cemaata gitmesi mekruhtur, erkeklerle beraber olursa arka safa durdurulur, kadýna cuma namazý yoktur lâkýn kadýnla cemaat mün´akit olur.» Kadýna bayram ve tekbir teþrik yoktur. Sabah namazýný aydýnlýk zamana geciktirmesi müstehap deðildir. Cehri namazlarda âþikara okuyamaz, hatta kadýnýn âþikar okumasiyle namaz bozulur denilse mümkündür. Bu onun sesi avret olduðuna binaendir. Haddâdi cariyenin de hür kadýn gibi olduðunu söylemiþtir. Yalnýz ihramda sesini kaldýrma hususunda erkek gibidir.»
Ben derim ki: Dizlerini bükmez ifâdesi yanlýþtýr. Doðrusu büker olacaktýr. Ellerim dizleri üzerine koyma hususunda da erkekle kadýn müsâvidir. Nitekim bundan ilerde de bahsedeceðiz. «Lâkin kadýn bulunursa cemaat mün´akit olur.» Ýbâresi de yanlýþtýr. Doðrusu «Lâkin cuma namazý kýlmasý sahihtir.» Þeklinde olacaktýr. Çünkü cuma cemaatý hakkýnda kadýn ve çocuklara itibar yoktur. Erkekler hakkýnda þart üç kiþi olmalarýdýr. Evvelce hunsânýn da kadýn gibi olduðunu arzetmiþtik. Þârih´in söylediklerinin mecmuu yirmi altý yerde muhalefettir. Bahýr´da kadýnýn ayak parmaklarýný dikmeyeceði de bildirilmiþtir. Nitekim bunu Müçtebâ sahibi de söylemiþtir. Sonra bütün bunlar namaza aid hususattadýr. Yoksa kadýn bir çok meselelerde erkeðe muhâliftir. Bunlar Eþbah´ýn inkâmât bahsinde zikir edilmiþtir. Oraya müracâat edebilirsin!
METÝN
Sonra tekbir alarak baþýný kaldýrýr. Bu hususta kerahetle beraber en azýndan kaldýrma adý verilecek hareket kâfidir. Nitekim Muhît sahibi bunu sahihlemiþtir. Çünkü rükün olmak sair rükünler gibi en azýna taalluk eder. Hatta bir kimse tahta üzerine secde ederde tahta alýnýr ve baþýný kaldýrmadan secde yaparsa sahih olur. Hidâye sahibi oturuþa yakýnsa sahih olacaðýný deðilse olmayacaðýný sahih kabul etmiþtir. Nehir ve Þurun-bulâli´ye de dahi bu tercih edilmiþtir. Sonra namaz secdesi imam Muhammed´e göre baþýný kaldýrmakla tamam olur. Fetvâ da buna göredir. Nasýl ki tilavet secdesi de bil´ittifak öyledir. Mecma.
Ýki secde arasýnda sükûnet bularak oturur. Sebebi yukarda geçti. Ellerini teþehhüddeki gibi uyluklarýnýn üzerine koyar. Münyet-ül-Musallî. Ýki secde arasýnda okunmasý sünnet olan zikiryoktur. Kezâ rükûdan doðrulduktan sonra da dua yoktur. Rükûunda sücûdunda mezhebe göre tesbihden baþka bir þey okumaz. Okunacaðýný gösteren deliller nâfileye hamledilmiþtir. Tekbir alarak ikinci secdeyi sâkinâne yapar ve dayanmadan, istirahat oturuþu yapmadan ayaða kalkmak için ayaklarýnýn üzerinde tekbir alýr. Ama bunlarý yapmýþ olsa bir beis yoktur. Ayaða kalkarken bir ayaðýný önce harekete geçirmesi mekruhtur.
ÝZAH
«Kerahetle beraber» sözünden murad en þiddetli kerahettir. Nitekim Münye þerhinde de böyle denilmiþtir. Hidâye sahibi «oturuþa daha yakýnsa sahih o!ur.» sözünü zira bir þeye yakýn olan onun hükmünü alýr. Diye ta´lil etmiþtir.
Namaz secdesi, Ýmam Muhammed´e göre baþý secdeden kaldýrmakla tamam olur. Ýmam ebu Yusuf´a göre ise baþýný secdeye kovmakla tamam olur. Bu hilâfýn semeresi þurada kendini gösterir: Bir kimse secde halinde iken abdesti bozulurda giderek abdest tazelerse imam Muhammed´e göre o secdeyi tekrarlar. Ebu Yusuf´a göre tekrarlamaz. Bir de þurada kendini gösterir: Bir kimse dördüncü rekatta oturmazda beþinci rekatýn ilk secdesinde abdesti bozulursa imam Muhammed´e göre abdest alarak oturur. Ebu Yusuf´a göre secdesi bâtýl olur. H.
Ben derim ki: Ebu Yusuf´un bir bu kavline, bir de iki secde arasýnda oturuþ ve sükûnet farzdýr diyen kavline bak! Çünkü bu ikinci kavil secdeden baþ kaldýrmanýn farz olduðunu gerektirmektedir. Sonra anlaþýldý ki mezkûr secdeden baþ kaldýrma ona göre müstakil bir farzdýr. Secdeyi tamamlayýcý deðildir. Üstadýmýz böyle söylemiþtir.
Tilâvet secdesi bil´ittifak baþýný kaldýrmakla tamam olur. Hatta o secde esnasýnda konuþur veya abdesti bozulursa secdeyi tekrarlamasý icap eder. Bunu Hâniye´den naklen ibn-i Melek söylemiþtir.
«Sükûnet bularak» ifadesinden murad bir tesbih miktarý durmaktýr. Nitekim Dürer metninde ve Sirâc´da da böyle denilmiþtir. Acaba bu en azýnýn mý en çoðunun mu beyanýdýr, zâhire bakýlýrsa en çoðunun beyanýdýr. Buna delil musannýfýn «aralarýnda mesnun zikir yoktur» sözüdür.
Namazýn vâcipleri bahsinde. Tahtavî´den naklen beyan etmiþtik ki bir kimse unutarak bu oturuþu veya rükûdan doðruluþu bir tesbih miktarýndan bir o kadar fazla uzatýrsa secde-i sehiv yapmasý lazým gelir. «Sebebi yukarda geçti.» Yani bu oturuþ ya sünnet ya vacip yahud farzdýr. H.
Ýki secde arasýnda okunmasý sünnet olan zikir yoktur. Ýmam ebu Yusuf þöyle demiþtir «Ýmam-ý A´zam´a sordum bir adam baþýný rükû veya sücuddan kaldýrdýktan sonra Allahümaðfirlî diyecek mi? dedim. Rabbena lekel hamd diyecek cevabýný verdi ve sustu.» Hazreti imam gerçekten güzel cevap vermiþtir. Çünkü onu istiðfardan men etmemiþtir.
Ben derim ki bu sözde istiðfârýn mekruh olmadýðýna iþaret vardýr. Çünkü mekruh olsa ondan men ederdi. Nitekim rükû ve sücûdda Kur´an´ý okumaktan men etmiþtir. Bunun sünnet olmamasý câiz olmasýna aykýrý deðildir. Nasýl ki Fatiha ile sûre arasýnda besmele çekmekte öyledir. Hatta imam Ahmed´in hilâfýndan kurtulmak için iki secde arasýnda maðfiret duasýnda bulunmanýn mendup olmasý gerekir. Çünkü imam Ahmed´e göre
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:14:51
kasten bu duayý terk etmekle namaz bozulur. Bizimmezhebde sarahaten bunu söyleyen görmedim. Ama ulema hilâfa riâyet etmenin müstehap olduðunu söylemiþlerdir. ALLAH´u âlem.
Rükû ve sücûdda tesbihten baþka bir þey okunacaðýný gösteren delillerden biri Müslim´in sahihindeki þu hadistir: «Peygamber (s.a.v.) rukû ettiði vakit:
Mânâsý þudur: Allah´ým ancak sana rükû ettim, ancak sana inandým ve ancak sana teslim oldum. Kulaðým, gözüm, iliðim, kemiðim ve sinirim ancak sana ram olmuþtur »
«Allahümme leke rekatü ve bike âmentü veleke eslemtü haþaa leke sem´î ve basarî ve mühyî ve azmî ve asabî.» Secde ettiði vakitte
Secde halinde: «Allahým ancak sana secde ettim yalnýz sana inandým, ancak sana teslim oldum. Yüzüm kendisini halk edip þekillendiren kulak ve gözünü halk eden ALLAH´a secde etti en güzel yaratan Allah mübârektir.» derdi.
«Allahümme leke secedtü ve bike âmentü ve leke eslemtü secede vechillezî halkahu ve savvarehu ve sekka sem´ahu ve basarahu tebarekellah´u ahsen ul hâlikîn» derdi. Rükûdan doðrulurken: Rasûlullah (s.a.v.)´in: «Rabbena velekel hamdü miles semavati vel ardý ve melema þi´te min þey´in yaiddü ehlessenâ ve´l-mecdi ehakku mâ gale´l-abdü ve kullunâ leke abdu lâ mani´a e´tay´te velâ mu´tî lima mena´te velcr yenfoü zelced´di minke´l-ceddü» dediði varid olmuþtur. Bu hadisi Müslim, Ebû Davud ve baþkalarý rivayet etmiþlerdir (dipnotgoster6072). Ýki secde arasýnda da. «Allahümaðfirli verhamnî ve âfýnî vehdini verzüknî» der idiði rivayet olunmuþtur Bunu Ebu Davud rivayet etmiþ; Nevevî hasen olduðunu Hâkim ise sahih olduðunu bildirmiþtir. Hýlye´de de böyle denilmiþtir.
Ey Allah´ýmýz. Gökler ve yer dolusu ve sana hamda ve senâ edenlerin hamdinden maada dilediðin her þey dolusu hamd dahi yalnýz sana mahsustur. Kulun - ki hepimiz sana kuluz - söyleyeceðim en yerinde söz: senin verdiðine mâni olacak yoktur; vermediðini de verecek yoktur. Varlýk sahibinin varlýðý sana bir fâîde temin etmek Sözüdür.» «Allah´ým beni afv et! Bana acý! Bana âfiyet ver: Bana hidayet ver! bana rýzýk ihsan eyle!.»
Rükû ve sücûdda tesbihden baþka bir þey okunacaðýný gösteren deliler teheccüd ve diðer nafilelere hamledilmiþtir. Hazâin´in derkenarýnda «Burada Zeyleî´ye red cevâbý vardýr. O nâfileyi yalnýz teheccüde tahsis etmiþtir.» denilmiþtir. Ulema rükû ve sücûd hakkýnda varid olan hadislerin bu manaya hamledildiðini açýklamýþlardýr. Hýlye sahibi rükû ve secdeden doðrulurken okunacak þeyler hakkýnda vârid olanlarý da bu manaya hamlettiklerini açýklamýþ ve þöyle demiþtir: «þu da var ki bunlar farz namaz hakkýnda sâbit olmuþsa yalnýz kýlana yahud sayýlý olup kendilerine aðýr gelmeyecek cemaata hamledilmelidir. Nitekim Þâfiîler bunu söylemiþlerdir. Ulemamýz açýk söylemese de bunu iltizam edip yapmakta bir zarar yoktur. Çünkü þer´î kaideler buna aykýrý deðildir. Nasýl aykýrý olabilir zaten namaz sünnette sabit olduðu vecihle tesbih, tekbir ve kýraattan ibâret deðilmidir?
«Dayanmamak» tabirinden murad yere dayanmamaktýr. Kifâye sahibi, diyor ki: Musannýf bu sözü ile iki yerde Þâfiî´nin hilâfýna iþaret etmiþtir. Birincisi elleri ile bize göre dizlerine, ona göre yere dayanýr. Ýkincisi: Hafif oturuþtur. Þemsü´l-Eimme´nin beyanýna göre hilaf efdal olmasýndadýr. Hatta namaz kýlan kimse bizim mezhebimiz gibi yapsa Þafiî´ye göre beis yoktur. Onun mezhebi gibi yapsa bize göre beis yoktur. Muhit´ta böyle denilmiþtir.»
METÝN
Geçenler hakkýnda ikinci rekatta birinci gibidir. Ancak ikinci rekatda sübhâneke eûzü besmeleyi okumaz. Çünkü bunlar yalnýz bir defa meþru olmuþlardýr. Elleri kaldýrmak ancak yedi yerde müekked sünnettir. Nitekim hadiste variddir. Ama bu sa´ya nazaran Safa ile Merve´nin bir sayýldýðýna göredir. Bu yedi yerin üçü namazdadýr. Bunlar iftitah tekbiri ile kunut ve bayram tekbirleridir. Beþi hacdadýr. Bunlarda Hacer-i esvedi istilâm ile Safa, Merve, Arafat ve cemrelerde el kaldýrmaktýr. Bu tertibe
göre Nesirle bunlarý kýsaltmalarý topladýðý gibi nazýmla da ibni-Fâsih´in þu beyt! bir yere toplar: «Ýftitah, kunut, ve bayram tekbirleri istilâm et Safa ile Merve, Arafat cemreleri.» Ýlk üçünde elleri kaldýrmak tahrimede olduðu gibi kulaklarýnýn hizâsýna kadardýr.
Ýstilâm ile ilk ve orta cemrelerde taþ atarken ise ellerini omuzlarýna kadar kaldýrýr. Ellerinin içini Hacer-i Esved ile Kâbeye doðru çevirir. Safâ ile Merve de ve Arafat´ta ellerini dua eder gibi kaldýrýr burada ve yaðmur duasýnda elleri kaldýrmak sünnettir. Ve ellerini göðsü hizâsýnda gök yüzüne doðru açar. Zira gök yüzü duanýn kýblesidir. Ve ellerinin orasýnda az da olsa bir aralýk bulundurur. Soðuk gibi bir özürden dolayý þehâdet parmaðý ile iþaret dahi kâfidir. Esah kavle göre duadan sonra ellerini yüzüne sürmek sünnettir. Þurunbulâli´ye, Bahýr´ýn vitir bahsinde þöyle denilmektedir: «Dua dört kýsýmdýr.»
Birincisi: Raðbet duasýdýr yukarda geçtiði gibi yapýlýr.
Ýkincisi: Rahbet (korku) duasýdýr. Bunda ellerini bir þeyden korkup imdâd isteyen gibi yüzüne çevirir.
Üçüncüsü: Niyaz duasýdýr Bunda küçük parmaðý ile yüzük parmaðýný yumar. Orta parmaðý ile baþ parmaðýný halka yaparak þehadet parmaðý ile iþaret eder.
Dördüncüsü: Gizli duadýr: Bunu içinden yapar.»
«Geçenler hakkýnda» ifadesinden murad: Rükun, vâcip ve sünnetlerdir. «Ancak yedi yerde müekked sünnettir.» Cümlesindeki müekked kaydý dua ve istiskade el kaldýrmakla itiraz olunmasýn diyedir. Çünkü görüleceði vecihle bunlarda el kaldýrmak müstehaptýr. Þârih yedi yerde demekle intikal tekbirlerinde el kaldýrýlmayacaðýna iþaret etmiþtir. Ýmam Þâfiî ile Ýmam Ahmed buna muhaliftirler. Bize göre intikal tekbirlerinde el kaldýrmak mekruh isede namazý bozmaz. Yalnýz Mekhul´ün Ýmam-A´zam´dan rivayetine göre bozar. Bu mesele Fetih ve Münye þerhinde izah olunmuþtur.
ÝZAH
«Sa´ye nazaran Safâ ile Merve bir sayýldýðýna göredir.» Bu sözü þârih musannýfýn sözü ile aþaðýdagelen ibn-i Fasîh´in manzumesi: Ve el kaldýrýlan yerleri yedi gösteren hadisin arasýný bulmak için söylemiþtir. Çünkü manzumede sekiz yerde el kaldýrýlacaðý bildirilmiþtir. Yani el kaldýrýlan yerler sekizdir, Hadiste yedi gösterilmesi safâ ile merve´yi tazammun eder sa´ye bakaraktýr. Musannýf ile ibn-ý Fasîh Safâ ile Merve´yi iki þey saymýþlar. Onun için el kaldýrýlan yerler sekiz olmuþtur. Bu hususta vârid olan hadis þudur: «Eller ancak yedi yerde yani iftitah tekbirinde kunut ve bayram tekbirlerinde kaldýrýlýr. ilh...»
Dört yer hacda zikir edilmiþtir. Hidâye´de böyle denilmiþtir. Bunlar Hacer-i esvedi istilâm ederken, Safa ile Merve´de, iki mevkufta (yani Arafatla Müzdelife´de) ve iki cemre´de yani birinci ve üçüncü cemrelerdedir. Kifâye´de de böyle denilmiþtir. Feth-u!-kadîr sahibinin beyanýna göre bu lafýzla bu hadis garibtir. Tebarânî´nin ibn-i Abbas (r.a.)dan rivayetine göre peygamber (s.a.v.) þöyle buyurmuþlardýr: «Eller ancak yedi yerde kaldýrýlýr. Bunlar: Namaza baþlarken, mescid-i Haram´a girip beyte bakarken, safâya çýkarken, merve´de dururken. cemaatla birlikte Arafat´ta Müzdelife´de vakfe yaparken bir de taþ atýlan iki makamdadýr.
Anlarsýn ki Hidâye´de vârid olduðu þekilde tefsir þârihin sözüne muvafýk olandýr. Feth-ul-Kadîr´deki ona uymaz. Çünkü oradaki rivayette Safâ ile Merve bir sayýlmamýþtýr. Hatta kunut ile bayram dahi zikir edilmemiþtir.
Ýlk ve orta cemrelerde taþ atarken ellerini omuzlarý hizâsýna kaldýrýr son cemrede ise el kaldýrmaz. Ondan sonra dua yoktur. Zira dua arkasýndan taþ atýlan cemreden sonra yapýlýr. Onun içindir ki kurban gününün þeytan taþlamasýnda dua etmez.
«Ellerini göðsü hizâsýnda gök yüzüne doðru açar.» Ýbni Abbas´dan Rasûlüllah (s.a.v.) in böyle yaptýðý rivayet olunmuþtur. Bunu Kýnye sahibi tefsir Semman´dan nakletmiþtir. Ýmam Ebu-I-Kâsým Semerkandî´nin müstahlis adlý eserindeki beyanatý buna aykýrý deðildir. Orada þöyle denilmiþtir: «Dua âdabýndan biri de kýbleye karþý durarak ellerini koltuklarýnýn beyâzý görününceye kadar kaldýrmaktýr.» Çünkü Semerkandî´nin sözünü mübalaða haline, didinme ve fazla ihtimâm göstermeye hamletmek mümkündür. Nitekim yaðmur duasýnda böyle yapýlýr. Tâ ki menfaat umuma raci olsun. Buradaki baþka yerlere hamledilir. Onun içindir ki sahihayn hadisinde ravi: «Rasûlüllah (s.a.v.) yaðmur duasýndan baþka bir þeyde ellerini kaldýrmazdý. Yaðmur duasýnda ise koltuklarýnýn beyazý görününceye kadar ellerini kaldýrýrdý.» demiþtir. Münye þerhinde de böyle denilmiþtir.
«Gökyüzü duanýn kýblesidir.» Sözü namaz için kýble ne ise dua içinde gök yüzü onun gibidir; demektir. Binaenaleyh kendisine dua edilen Cenabý hakkýn gökyüzü cihetinde olduðu tevehhüm edilmemelidir. T.
Duânýn dört kýsým olduðu Muhammed bin Hanefiye´den rivayet edilmiþtir. Nitekim bunu Bahýr sahibi Nihâye´den naklen ona nisbet etmiþtir. Kezâ Mebsût´tan naklen Münye þerhinde de böyle denilmiþtir.
Raðbet duasý cenneti istemek gibi istek duasýdýr. Ve eller gökyüzüne açýlarak yapýlýr. Rahmetduasýna misâl: Cehennemden kurtulmayý niyâz etmektir. Burada bu dua yapýlýrken ellerini yüzüne koyar denilmiþse de Bahýr´da ellerinin sýrtý yüzüne çevrileceði bildirilmiþtir. Münye þerhinde de böyle denilmiþtir. Þu halde «sýrt» kelimesi Þârih´in kaleminden düþmüþ demektir. Þâfiî´lerin sözünün manasýda budur. Onlar: «Dua eden kimse bir þeyin olmasýný dilerse avuçlarýnýn içini, bir þeyin giderilmesini dilerse dýþýný gökyüzüne doðru kaldýrmasý sünnettir.» Derler.
Niyaz duasýndan murad: Allah Teâlâya huþu ve tevazu göstermek için yapýlan duadýr. Bunda cenneti istemek veya cehennemden kurtulmayý dilemek gibi bir þey yoktur. Yarab ben senin fakir ve hakir kulunum gibi halisâne duadan ibarettir.
Gizli duada el kaldýrmak olmadýðý Münye þerhinde beyân edilmiþtir. Çünkü el kaldýrmak ilan demektir.
METÝN
Ýkinci rekatýn secdelerini bitirdikten sonra erkek sol ayaðýný yere döþeyerek iki budunun arasýna alýr ve üzerine oturur. Sað ayaðýný da dikerek dikili parmaklarýný kýbleye çevirir. Farz ve nâfilelerde sünnet olan budur. Sað elini sað uyluðunun, sol elini de sol uyluðunun üzerine koyar. Veya parmaklarýnýn uçlarýný dizlerine getirerek onlarý biraz aralýklý yayar. Parmaklarý kýbleye karþý kalsýn diye avuçlarý ile dizlerini tutmaz. Esah olan kavil budur. Þehâdet getirirken þehadet parmaðý ile iþarette bulunmaz. Fetvâ buna göredir. Nitekim Valvalciye, Tecnis, Ümdet-ül-Müftî ve bilumum fetevâ kitablarýnda böyle denilmiþtir. Lâkin mutemed olan kavil Þârihlerin bilhassa Kemâl. Halebi, Behensî, Bâkânî´de de Þeyh-ul-Ýslâm ve baþkalarý gibi müteehhirinin sahih bulduklarý kavlidîr ki o da þehâdet parmaðý ile iþaret etmesidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bunu yapmýþtýr. Ulema bu kavlý imam Muhammed´le imam-A´zam´a nisbet etmiþlerdir. Hatta Dürer-ül-Býhâr metninde ve þerhi Gurer-üI-Ezkâr da «bize göre müftâbih olan kavil þudur ki bütün parmaklarýný yayarak þehâdet parmaðý ile iþaret eder.» denilmiþtir.
Þurunbulâliye´de dahi Burhan´dan naklen: «Sahih olan yalnýz þehadet parmaðý ile iþaret etmesidir. Nefi ederken onu kaldýrýr; isbât ederken indirir» demiþtir. Sahih kaydý ile iþaret etmez diyenlerden ihtiraz etmiþtir. Çünkü. o söz dirâyet ve rivayette muhaliftir. Þehâdet parmaðý tâbiriylede iþaret ederken elini yumar diyenlerin sözünden ihtiraz etmiþtir. Aynî´de Tuhfe´den naklen: «Esah olan parmak kaldýrmak müstehaptýr.» denilmiþ muhit´te ise sünnet olduðunu söylemiþtir.
ÝZAH
«Dikili parmaklarýný kýbleye çevirir» Sirâc sahibi diyor ki: Yani sað ayaðýnýn parmaklarýný kýbleye çevirir. Çünkü hangilerine imkan bulursa onlarý kýbleye çevirmek evlâdýr.» burada maksadýn sað ayak parmaklarý olduðunu Miftah, Hulâsa ve Hýzâne sahipleri açýklamýþlardýr. Binaenaleyh Dürer sahibinin tesniye sigasiyle iki ayaðýnýn parmaklarýný demesi müþkildir. Çünkü yere döþenen sol ayaðýnýn parmaklarýný kýbleye çevirmek ziyade bir tekellüftür. Nitekim Þeyh Ýsmail´in þerhinde de böyle denilmiþtir. Ama Kuhistânî Dürer´de ki ibarenin mislini kâfi ile tühfedende nakletmiþ sonra þunlarý söylemiþtir: «Sol ayaðýný sað ayaðýna doðru çevirir. Parmaklarýný da mümkün olduðu kadarkýbleye döndürür.
«Farz ve nâfilelerde sünnet olan budur.» Baðdaþ kurar yahud iki ayaðýný birden sað tarafa çýkararak oturursa sünnete muhalefet etmiþ olur. Bazýlarý nâfilelerde hasta gibi istediði þekilde oturabileceðini söylemiþlerdir.
Rükûda yaptýðý gibi otururken avuçlarý ile dizlerini tutmaz. Çünkü tutarsa parmaklarý yere döner. Tahavî buna muhaliftir. Buradaki nefi (yani tutmaz sözü). câiz olmaz manasýna deðil efdâl deðildir manasýnadýr. Nitekim Bahýr´da bildirilmiþtir.
Ulemanýn Ýmam Muhammed´le Ýmam-ý A´zam´a nisbet ettikleri kavîl emâli´de imam ebu Yusuf´dan da nakledilmiþtir. Nitekim gelecektir. Þu halde bu kavil üç imamýmýzdan nakledilmiþtir.
Þârih: «Bize göre Müftabih olan kavil þudur ki: Bütün parmaklarýný yayarak þehadet parmaðý ile iþaret eder.» Ýfâdesini nakl ile þârihlerin bulduðu kavlin müftabih olduðunu açýklamýþtýr. Ancak doðrusu «Bütün parmaklarýný yayarak» ifadesini atmaktýr. Çünkü bu ifâde benim Dürer-ul-Býhar´da ve þerhinde gördüklerime muhâliftir. Dürer-ül-Býhar´ýn ibâresi þöyledir: «Elliüç akd etmez. (dipnotgoster6104) Ýþarette etmez. Fakat fetvâ bunun hilâfýnadýr.» Þerhi Gurer-ül-Efkâr´ýn ibâresi de þöyledir: «Ey fakih! Ýmam Ahmed´in bir kavline Þâfiî´ye uyarak yaptýðý gibi sende elli üç akt etme biz tehlilde sað elimizin þehâdet parmaðý ile iþaret etmeyiz bilakis parmaklarýmýzý yayarýz. Ama fetvâ bunun hilâfýnadýr. Yani bize göre fetvâ iþaret etmemek Þâfiî ile imam Ahmed in dedikleri gibi elliüç akdi þeklinde iþaret etmektir. Muhit nâm eserde «iþâret sünnettir. Parmak nefi edilirken kaldýrýlýr isbatta indirilir. . Ebu Hanîfe ile Muhammed´in kavli budur. Bu babta eser ve haberler çoktur. Binaenaleyh bununla amel evladýr.» denilmektedir. Bu ifade müftabih olan kavlin parmaklarýn! yayarak deðil zikri geçen þekilde onlarý yumarak þehâdet parmaðý i!e iþaret edileceðini gösterdiðini açýklamaktadýr. Çünkü bize göre parmaklarýný yayarak iþaret yoktur. Onun için Münyetü´l Musallî´de: «Ýþâret yaparsa küçük parmaðý ile yüzük parmaðýný yumar. Orta parmaðý ile baþparmaðýný halka yaparak þehadet parmaðýný diker.» denilmiþtir. Mezkür eserin küçük þerhinde: «Þehadet getirirken bize göre iþaret yapar mý? bu hususta ihtilaf vardýr.
Elli üç akdi bütün parmaklarýný yumarak Þehâdet parmaðýný dik tutmaktýr. Araplar ellerin bu þekilde yummakla elli üç rakamým kastederler. Nefi edilirken murad lâilâhe kelimesidir. Çünkü bunun manasý nefi yani ALLAH yok demektir. Ýsbattan muradda illellah dýr. Bundan muradda isbat yani Allah vardýr. demektir. Lâilâhe illellah» cümlesi Arabçaya mahsus bir cümle þeklidir. Bu cümle nefi ile baçlar isbat ile biter yani ilâh yoktur ancak bir Allah manasýna gelir.
Hulâsa ve Bezzaziye´de iþaret yapýlmayacaðý, Hidâye þerhinde ise yapýlacaðý sahih bulunmuþtur. El-Mültekât ve diðer kitablarda da iþaret sahih bulunmuþtur. Ýþaretin þekli þehâdet getirirken orta ve baþ parmak halka yapýlarak ve küçük parmakla yüzük parmak yumularak þehâdet parmaðý ile iþaret etmektir. Yahud elliüç akt etmekle olur. Bundan murad orta ve yüzük parmaðý ile küçük parmaðýný yummak baþ parmaðýnýn baþýný orta parmaðýnýn orta ekinin kenarýna koymak þehâdet parmaðýný lâilâhe derken kaldýrmak, illellâh derken indirmektir.» Büyük þerhde þöyle denilmiþtir: «Ýþaret ederken parmaklarý yummak, iþaretin nasýl yapýlacaðý hususunda Ýmam Muhammed´den rivayet olunmuþtur. Kezâ Emâlide ebu Yusuf´tan dahi rivâyet edilmiþtir. Bu iþaretin sahih kabul edildiðine teferru, eder. Ulemadan birçoklarýndan teþehhüdde aslâ iþaret edilmeyeceði rivayet olunmuþtur. Bu kavil dirayet ve rivayete muhaliftir.
Ýmam Muhammed´den rivayet olunduðuna göre kendisi iþaretin nasýl yapýlacaðý hususundaki kavlini Ýmam-A´zam´dan rivayet etmiþtir.» Feth-ul-Kadîr´de de bunun gibi izahat vardýr. Kuhistânî´de: «Bütün ulemamýzdan rivayet oldunduðuna göre parmak kaldýrmak sünnettir. Sað elinin baþ parmaðý ile orta parmaðýn baþlarýný birleþtirmek suretiyle halka yapar. Ve þehâdet parmaðý ile iþaret eder.» denilmiþtir. Bütün bu nakiller açýkça gösteriyor ki sünnet vecihle iþaret ancak hususî bir þekilde olur ki oda elini yummak ve halka yapmak suretiyle olur. Parmaklarý yayma rivayetine gelince onda asla iþaret yoktur. Bundan dolayýdýr ki Fetih ile Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Bu. yani zikir edilen þekil iþaretin sahih olduðuna teferru eder. Yani iþaret rivayeti sahihdir. Biz halka yapmadan iþaret olur diyemeyiz onun için iþaret Bedâyî, Nihâye. Mi´rac, Diraye, Zahîre. Zahiriyye, fethul-kadîr, Münye ve Kuhistanî þerhleri, Hýlye, Nehir, Mülteka þerhi Behenni, Dürer-ül-býhar þerhleri gibi bil´umum kitablarda bu þekilde tefsir edilmiþtir.
Nitekim ben bunlarýn ibarelerini «ref´ulteredd...» adlý risâlemde beyan ettim. Bizim için yalnýz iki kavil olduðunu yazdým. Bunlarýn birincisi mezhepte meþhur olan kavildir ki iþaret yapmaksýzýn parmaklarý yaymaktýr. ikincisi þehâdet getirecek kadar parmaklarý yaymak þehadet getirirken yumarak Lâilahe derken þehadet parmaðýný kaldýrmak illellâh derken indirmektir. Müteehhirin ulemanýn itimad ettikleri kavil budur. Çünkü Peygamber (s.a.v.)den sahih hadislerle sâbit olmuþ; üç imamýmýzdan sahih rivayetle nakledilmiþtir. Onun için Feth-ul-kadîr´de: «Birinci dirâyet ve rivayetin hilafýnadýr» denilmiþtir.
Zamanýmýzda umumiyetle halkýn tercih ettikleri parmaklarý halka yapmadan yayarak iþaret etmeye gelince: Buna þârihden baþka kail olan kimse görmedim. Þarih de Þurunbulâli´ye tabi olmuþ o da onuncu asýr ulemasýndan Ýs´âf nâmýndaki eserin sahibi Ýbrâhim Týrablusî´nin Burhan adlý kitabýndan nakletmiþtir. Onun sözü gelmiþ geçmiþ bil´umum þarihlerin zikir ettikleri iki kavle aykýrý düþünce cumhur ulemanýn kavilleriyle amel edilir. Cumhur avâmýn kavillerine bakýlmaz. Sahih olan yalnýz þehâdet parmaðý ile iþaret etmektir.
Ýki elinin þehâdet parmaklarý ile iþaret etmek mekruhtur. Nitekim fethul-kadîr ve diðer kitablarda bildirilmiþtir. Burhan´ýn sözünden iki kavilden karma bir söz meydana gelmiþtir ki, o da parmaklarý yayarak yummadan iþaret yapmaktýr. Bunun menkule muhâlif olduðunu gördüm. Þarih´in Dürer-ül-Býhar ile onun þerhinden naklettikleri dahi vakýýn hilâfýnadýr. Bu rivayet ihtimal ki garip bir kavildir. Ona kail olan kimse görmedik. Burhan sahibi ona tabi olmuþ umumiyetle beldeler ehâlisi bu yolu tutmuþtur. Ama meþhur ve mezhebin kitablarýnda menkul olan iþittiklerindir. ALLAH´u âlem.
Aynî´de parmak kaldýrmanýn müstehap, Muhit´te ise sünnet olduðu bildirilmiþtir. Bu iki kavlinarasýný bulmak için sünnet-i gayri müekkede demek mümkündür. T.
METÝN
Vücûben ibn-ý Mes´ud´un teþehhüdünü okur. Nitekim Bahýr sahibi bunu incelemiþtir. Lâkin baþkalarýnýn sözü bunun mendup olduðunu ifâde eder. Dede Þeyh-ul-Ýslâm hilâfýn efdaliyette olduðunu kat´î lisanla söylemiþtir. Bunun benzeri de Mecme-ul-enhur´dedir. Teþehhüd lafýzlarý ile bu lafýzlardan murad olan manalarý inþâ vechiyle kast eder. Sanki Allah Teâlâyý tahýyye ediyormuþ; peygamberine, kendi nefsine ve Allah´ýn velî kullarýna selâm veriyormuþ gibi düþünür. Bunlarý haber veriyormuþ gibi davranmaz. Bunu müçtebâ sahibi söylemiþtir. Bu teþehhüdden anlaþýldýðýna göre «Aleynâ» kelimesindeki zamir (bizim üzerimize mânasýna) orada mevcut olanlara aittir. Allah Teâlâ´nýn selamýný hikâye deðildir. Peygamber (s.a.v.) burada gerçekten «ben rasulullahým» derdi. Farz namazýn ilk oturuþunda bilittifak teþehhüdden fazla bir þey okumaz. Kasden fazla bir þey okursa namazý yeniden kýlmasý icap eder. Yanýlarak ziyâde ederse sâdece Allahümme salli ala Muhammed dediði takdirde mezhebin müftabih olan kavline göre secde-i sehiv vâcip olur. Bu namaza mahsus olmak üzere deðil kýyâmý te´hir ettiði içindir. Cemaat olan kimse imamýndan önce teþehhüdü bitirirse bil´ittifak susar. Mesbûk ýse imamý selâm verirken bitirmiþ olmak için aðýr davranýr. Bazýlarý teþehhüdü tamamlar demiþ; bir takýmlarýda þehâdet kelimesini tekrarlayacaðýný söylemiþlerdir.
ÝZAH
Bahýr sâhibi þöyle demektedir: «Sonra bazý þârihler: Ýbn-i Mes´ud teþehhüdünü okumak evlâdýr demiþlerdir. Bu söz hilâfýn evleviyet meselesinde olduðunu gösterir. Halbuki anlaþýlan bunun hilâfýnadýr. Çünkü ulema teþehhüdün vacip olduðunu söylemiþ, Ýbn-i Mes´ud´un teþehhüdü diye tayin etmiþlerdir. Binaenaleyh bu teþehhüd vaciptir. Onun içindir ki Sirâc sahibi teþehhüdde bir harf ziyade etmek yahud bir harfin yerini deðiþtirmek mekruh olduðunu söylemiþtir.
Ebu Hanife: «Ýbn-i Mes´ud´un teþehhüdünden noksan veya ziyade yaparsa mekruh olur. Çünkü namaz zikirleri mahduttur. Onlara ziyâde edilemez demiþtir.»
Kerahet mutlak söylenirse kerahet-i tahrime manasý kast edilir. Þeyh-ul-Ýslâm gibi Nehir sahibi ve Hayreddîn dahi hilâfýn evleviyet meselesinde olduðunu cezm etmiþlerdir. Hayreddin Remlî Bahýr hâþiyelerinde þöyle demektedir: «Ben derim ki anlaþýldýðýna göre hilâf evleviyettedir. Ulemanýn teþehhüd vacibtir sözlerinin manasý muayyen bir teþehhüd deðil ihtilaf üzere âdet edilen teþehhüddür. Bizim kaidelerimizde bunu iktiza eder. Sonra Nehir´de benim söylediðime yakýn sözler gördüm. Þu hale göre yukarda geçen kerahet kerahet-i tenzihiyedir.»
Ben derim ki: Hýlye´nin sözüde bunu te´yid eder. Hýlye sahibi ibn-i mes´ud´dan rivayet edilen teþehhüd lafýzlarýný zikir etmiþ sonra þunlarý söylemiþtir: «Bilmiþ ol ki teþehhüd bu zikir edilen kelimelerin mecmuudur. Kezâ bunlarýn benzeri rivayet edilen sözlerdir. Bunlar iki þehâdetle þâmil olduklarý için teþehhüd nâmý verilmiþtir... ilh» «Bunlarý haber veriyormuþ gibi davranmaz.» yaný mi´rac gecesinde Rasûlüllah (s.a.v.) ile Teâlâ hazretlerinin ve meleklerinin söylediklerini habervermeyi kast etmez. Bu kýssanýn tamamý teþehhüd lafýzlarýnýn izahý ile birlikte Ýmdâd nâm eserdedir. Ona müracaat eyle!
Orada mevcud olanlardan murad: Ýmam cemaat ve meleklerdir. Bunu Nevevî söylemiþ. Ýmam Suruci´de beðenmiþtir. «AIIah Teâlânýn selâmýný hikâye deðildir. Sözü hatâdýr. Doðrusu: «Rasulullah (s.a.v.) in selâmýný hikaye deðildir.» þeklinde olacaktýr. T. Burada Peygamber (s.a.v.) «Gerçekten ben rasülûllahým» derdi cümlesini Þâfiîlerden Rafiî nakletmiþtir. Hâfýz ibn-i Hacer bunu red etmiþ ve þöyle demiþtir: «Bunun aslý yoktur. Teþehhüd lafýzlarý Peygamber (s.a.v.) den tevatüren nakledilmiþtir. O «Eþhedü enne Muhammed´en Rasûlüllah ve abdühü verasûlühü»
«Ben Muhammed´in Rasûlüllah ve Allah´ýn kulu olduðuna þehadet ederim.» derdi. Bunu Tahtavî Zerkânî´den nakletmiþtir. Tühfe sâhibi diyor ki: «Evet eðer ezanýn teþehhüdünü kastediyorsa doðrudur. Çünkü peygamber (s.a.v.) bir seferde bir defa ezan okumuþ ve bunu söylemiþtir.»
Ben derim ki: Buharî´de dahi Selemetü ibn-ý Ekvâ (r.a.) dan rivayet edilen hadisde de böyle denilmiþtir. Mezkûr hadiste: «Ben cemaatýn yiyeceklerinin yetmeyeceðinden korkdum... ilh» buyurulmakta ve ayni hadiste Rasulullah (s.a.v.) «Eþhedü enlâilâhe illellah ve eþhedü enni rasulellah» Allah´dan baþka ilah olmadýðýna þehadet ederim; kendimin de rasulullah olduðuma þehadet ederim.» Buyurdu. denilmektedir. Bu þehadet namaz haricinde idi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu elinde bereket mucizesi zuhur ettiði vakit söylemiþti. Farz namazýn ilk oturuþunda teþehhüdden fazla bir þey okumadýðý gibi farza mülhak olan vitir gibi namazda ve beþ vaktin sünnetlerinde dahi bir þey okumaz. Gerçi Bahýr sahibi bu meselenin söz götürdüðünü söylemiþse de nezir edilen namazla bozduðu nafile namazýn kazasýnýn hükmüne baksýn. Anlaþýlýyor ki bu iki nevi namaz nâfile hükmündedirler. Çünkü bunlardaki vücûp ârizidir. T.
Farz ve ona mülhak namazlarda ilk otururda teþehhüdden fazla bir þey okunmayacaðý ittifaki bir meseledir. Ulemamýzýn kavli bu olduðu gibi. imam Malik´le imam Ahmed´in kavilleride budur. Þâfiî´nin sahih kavline göre bu teþehhüd müstehabtýr. Cumhurun delili imam Ahmed´le ibn-i Hüzeyme´nin rivayet ettikleri ibn-i Mes´ud hadisidir. Bu hadiste: «Sonra peygamber (s.a.v.) Þâyet namazýn ortasýnda ise teþehhüdünü bitirince kalkardý.» denilmektedir. Tahâvî: «Buna kim bir þey ilâve ederse icmaa muhâlefette bulunmuþ olur. demiþtir. Bahýr. Þu hale göre Þârih´in muradý, Þâfiî´nin mezhebi icmaa muhaliftir demektir.
«Sâdece Allahümme salli alâ Muhammed» demekle sehiv secde vacip olur. Bazýlarý ve alâ Muhammed demedikçe vacip olmayacaðýný söylemiþlerdir. Bu kâdý imam nakletmiþtir. Bir takýmlarýna göre bir rükün edâ edecek kadar geciktirmedikçe vacip olmaz. Bazýlarýna göre ise bir harf ziyade etse bile vacip olur. Bahýr sahibi bunlarýn hepsini red etmiþ. Musannýf´ýn burada söylediðinin tercih olunduðunu bildirmiþtir. Nitekim Hulâsa´da da böyle denilmiþ Hâniye´de bu söz tercih olunmuþtur. Zeyleî secde-i sehiv babýnda bu sözün esah olduðunu açýklamýþtýr. Halebî´nin el Münyet-ül-Kebir þerhindeki sözü dahi onun tercihini iktiza eder. Lâkin Münyet-üs-saðîr þerhinde ekser ulemanýn Kâdý imamýn kavlini tercih ettiklerini söylemiþ, esah olan da budur demiþtir. Hayreddîn Remlî diyor ki: «Gördüðün gibi sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. Ama Kâdý imam´ýn söylediðini tercih etmek gerekir.»
Sonra bütün bunlar ebu Hanîfe´nin kavline göredir. Yoksa Tatarhâniye´de, Hâviden naklen bildirildiðine bakýlýrsa imameynin kavline göre (Hamidün mecîde) kadar okumadýkça secde-i sehiv vacip olmaz. «Mezhebin miftabih olan kavline göre» sözünü musannifle þarihden baþka söyleyen görmedim. Benim gördüðüm yukarda anlattýklarýmdýr. Bu secde-i sehiv namaz için deðil kýyâmý te´hir ettiði için. Binaenaleyh susmuþ olsa secde-i sehiv vacip olur. Nitekim Münye þerhinde de böyle denilmiþtir.
Mesbûk ise imamýn selâm verirken bitirmiþ olmak için aðýr davranýr. Hâniye´de ve Münye þerhinde secde-i sehvin mesbûk bahsinde sahih kabul edilen kavil budur. Diðer kavillerde sahih kabul edilmiþlerdir. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Görülüyor ki Hâniye´deki kavil ile fetva vermek gerekiyor.» ihtimal bu sözün vechi þudur. Bu adam teþehhüd hakkýnda namazýnýn sonunu kaza etmektedir. Orada salâvat ve duayý okur. Ama burasý son deðildir. Halebî´nin beyânýna göre bu imamýn son oturuþundadýr. Nitekim Þârih´in «imamý selâm verirken bitirmiþ olmak için» sözü bu hususta açýktýr. önceki oturuþlarda ise hükmü susmaktýr. Nitekim bu meydandadýr. Hýlye´de de böyle denilmiþtir. «Bir takýmlarý da þehâdet kelimesini tamamlayacaðýný söylemiþlerdir.» Münye þerhinde de bu denilmiþtir. Bahýr, Hýlye ve Zahîre de ise teþehhüdü tekrarlar denilmiþtir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:31:00
METÝN
Farz kýlan kimse ilk iki rek´attan sonra Fatiha ile bitirir. Çünkü zâhir rivayeye göre bu sünnettir. Fatiha´dan fazla bir þey okursa beis yoktur. O kimse Fatiha okumakla üç kere tesbih etmek veya o kadar susmak arasýnda muhayyerdir. Aynî ise Fatiha okumanýn vacip olduðunu sahih bulmuþtur. Nihaye´de bir tesbih miktarý susulacaðý bildirilmiþtir. Binaenaleyh mezhebe göre susmakla isâet iþlemiþ olmaz. Çünkü muhayyerlik hazreti Ali ile ibn-i Mes´uddan rivayet edilen hadislerle sabit olmuþtur. Devam rivayeti vucûp manasýna gelmekten deðiþtiren budur.
ÝZAH
Farz kýlan Fatiha ile yetinir sözü bir kayýttýr. Çünkü nâfile ile vacip namazlarýn her rek´atýnda Fatiha ve sûre yahud âyet vaciptir. «Fatiha´dan fazla bir þey okursa beis yoktur» yani Fatiha´ya sûre zam ederse beis yoktur. Çünkü son iki rekatta kýraat miktar tayin edilmeksizin meþrudur. Sâdece Fatiha okumak vacip deðil sünnettir. Binaenaleyh sûre zammý evlânýn hilâfýna bir hareket olur. Bu ise meþruiyete ve yapýlýp yapýlmamasý günah deðildir mânasýnda mubahlýða aykýrý deðildir. Nitekim vacipler bahsinin baþ taraflarýnda arzetmiþtik böylece Nehir sahibinin Bahýr´a karþý iddiada bulunduðu zýddiyet ortadan kalkmýþ olur.
Aynî Fâtiha okumanýn vacip olduðunu sahih bulmuþtur. Bu kavil zâhir rivayeye mukabil olup Ýmam Hasan´ýn Ýmam A´zam´dan rivayetidir. Delil yönünden bunu Kemal ibn Hümâm´da sahih bulmuþ; Münye sâhibi bu kavli tercih ederek Fatiha okumayý unutana secde-i sehiv vacip olduðu kasdet terk edenin isâette bulunduðunu söylemiþtir. Lâkin esah olan kavil vacip olmamasýdýr. Çünkü haberlerçeliþmektedir. Nitekim Müçtebâda´da böyle denilmiþ. Hýlye´de bu kavle itimad edilmiþtir. «Nihaye´de bir tesbih miktarý susulacaðý bildirilmiþtir.» Üstadýmýz bunun usule daha layýk olduðunu söylemiþtir. Hýlye.
Yani kýyâm rüknü bununla hâsýl olur. Zira evvelce geçtiði vecihle rükun olmak en az miktara taalluk eder. Binaenaleyh susmakla isâet etmiþ olmaz. Malumun olsun ki zahir rivayede ulema Fatiha okumanýn efdal olduðuna ittifak etmiþlerdir. Sâdece tesbihle yetinirse isâet etmiþ sayýlmayacaðýnda dahi müttefiktirler. Fakat susarsa Muhit sahibi bunun isaet olduðunu açýklamýþ ve «çünkü son iki rekatta kýraat zikir ve senâ yolu ile meþru kýlýnmýþtýr. Bu sebeple kýraat için Fatiha taayyün etmiþtir. Çünkü Fatiha´nýn tamamý zikir ve senâdýr. Kasten susarsa sünneti býraktýðý için isâet etmiþ olur. Yanýlarak susarsa secde-i sehiv lazým gelmez.» demiþtir. Muhit sahibinden baþkasý zahir rivayeye göre üç þey arasýnda muhayyer olduðunu sükûtle isâet etmiþ sayýlmadýðýný söylemiþlerdir.
Bedâî sahibi þunlarý söylemiþtir: «Sahih olan zâhir rivayenin cevabýdýr. Çünkü bize Ali ile ibn-i Mes´ud radýyallahu anhümadan rivayet olunduðuna göre kendileri «son iki rekatta namaz kýlan muhayyerdir; isterse okur ;isterse susar; isterse tesbih eder.» derlermiþ. Bu bap kýyasla anlaþýlmaz.
Ali ile ibn-i Mes´ud´dan rivayet edilen Peygamber (s.a.v.)´den rivayet edilmiþ gibidir. Hâniye´de: «Ýtimad bunadýr.» denilmiþ. Zahire´de sahih rivayetin bu olduðu bildirilmiþ; Hýlye´de de fazla söze tahammülü olmayacak derecede açýk olarak tercih edilmiþtir. Ona müracaat edebilirsin.
Hâsýlý Muhit sahibine göre kýraat sünneti terk ettiði için sükût mekruhtur. Ona göre kýraat sünnettir. Lâkin zikir suretiyle meþru olduðundan sünnet tesbih ile de hâsýl olur. Ve ikisinin orasýnda muhayyer kalýr. Musannýf´ýn tercih ettiði de budur. Demek oluyor ki kýraat tesbihe nazaran efdal, susmaya nazaran sünnettir. Hatta tesbih ederse efdalý býrakmýþ olur. Susarsa sünneti terk ettiði için isâet sayýlýr. Muhit sahibinden baþkalarýna göre ise susmak mekruh deðildir. Çünkü üç þey arasýna muhayyerlik sabit olmuþtur. Binaenaleyh tesbih ile susmaya bakarak kýraat efdal olmuþtur. Bu suretle bütün ulema kýraatýn efdal olduðunda ittifak etmiþ sünnet olup olmadýðýnda ihtilafa düþmüþlerdir. Bu da susmanýn mekruh olup olmadýðýna binaendir. Gördük ki sahih ve mutemed olan kavil üç þey arasýnda muhayyerliktir. Bundan da Þarih´in ibaresindeki rekabeti anlarsýn. Evvelâ «Zâhire göre Fatiha sünnettir.» demiþ. Bu söz Muhit´in sözüne mebnidir. Sonra bunun aksini almýþ üç þey arasýnda muhayyerliðe itimad etmiþtir. Böylelikle musannýfýn söylediklerine susmayý da katmýþ susarsa isâet etmemiþ olacaðýný söylemiþtir. Bu yegâne yazýyý ganimet bil!
Bedâi, Zahiri´ye ve Hâniye´den naklettiklerini bu eserlerde ve baþkalarýnda gördüm. Ýbârelerini Bahýr üzerine yazdýðým derkenarda zikir ettim. Onlardan buna muhalif nakledilenlere itimad edilmez. Sonra bil ki ulemanýn Fatiha´nýn efdal olduðuna ittifak etmeleri muhayyerliðe aykýrý deðildir. Çünkü fâdýl ile efdal arasýnda muhayyerliðe bir mâni yoktur. Nitekim hacda ihramdançýkarken týraþ olmakla saç kýsaltmak arasýndaki muhayyerlik bu kabildendir.
T E N B Ý H: Metinlerin ve diðer kitablarýn sözlerinden anlaþýldýðýna göre, Fatiha Kur´an olarak okunur. Kuhistâni´de ise: «Ulemamýz Fatiha´nýn kýraat niyetiyle deðil senâ niyetiyle okunacaðýný söylemiþlerdir» deniliyor. Müçtebâ´da Þems-ül-eimme´den naklen bu kavlin sahih olduðu bildirilmiþtir. Lâkin Nihaye´de: «Ebu Yusuf´dan bir rivayete göre tesbih eder susmaz. Fatiha´yý okursa kýraat olmak üzere deðil sena olmak üzere okur. Müteehhirinden bazýlarý bunu tercih etmiþlerdir.» deniliyor. Hýlye´de ise: «Fakat arzetmiþtik ki sözün doðrusu Fatiha´nýn niyetle Kur´an olmaktan çýkmamasýdýr.» denilmiþtir.
«Devâm rivayetini vücûp mânâsýndan deðiþtiren budur.» Bu sözün hulâsasý þudur: Sahihaynýn ebu Katâde´den rivayet ettikleri hadiste: «Peygamber (s.a.v.) öðle ve ikindinin ilk iki rekatlarýnda Fatiha ile birer sûre okurdu. Son iki rekatlarýnda ise yalnýz Fatiha´yý okurdu. Denilmektedir. Bu hadis Rasûlüllah (s.a.v.) in buna devam ettiðini gösterir. Býrakmadan devam etmek ise vücûbun delilidir. Cevap þudur: Rivayet edilen muhayyerlik bunu vacip mânâsýna almaktan deðiþtirmiþtir. Çünkü tehayyir rivayeti de evvelce arzettiðimiz gibi merfû hükmündedir. Aynî ile ibn-i Hümam´a bununla red cevabý verilir.
METÝN
Ýkinci oturuþta dahi birincideki gibi döþenir. Ve teþehhüdü okuyarak peygamber (s.a.v.)e salavat getirir Fil âlemîn ifadesini ziyade etmek ve «Hamîdün mecîd»i tekrarlamak sahihdir.
Rahmet dilemenin velevki baþtan olsun mekruh olmadýðý dahi sahihdir. Seyyid kelimesini kullanmak menduptur. Çünkü vâkýý ziyâde haber vermek aynen edep yolunu tutmaktýr. Binaenaleyh söylemek söylemekten efdaldir. Bunu Þâfiîlerden Remlî ve baþkalarý söylemiþlerdir. Nakil edilen
«Beni namazda seyyid yapmayýn!» sözü yalandýr. Bazýlarýnýn Lâ tüsevviduni´yi lâ tüseyyidüni okumalarý dahi hem yalan hem lahýndýr. (yani hatadýr) bil hayâl doðrusu vavla okumaktýr.
ÝZAH
Þârih´in burada ayrýca döþenmeyi zikir etmesi kadýnlar gibi ayaklarýný sað taraftan çýkararak oturmamasýna iþaret içindir. Nitekim Þâfii´nin mezhebi teverrük denilen bu oturuþtur Yoksa oturuþ hükümleri yalnýz buna mahsus deðildir.
Salâvatýn sýfatý hakkýnda Münye þerhinde þöyle denilmektedir: «Salavâtýn sýfatý hakkýnda tercih edilen kavil Kifâye, Kýnye ve Müctebâ´da bildirilendir ki þudur: Ýmam Muhammed´e Peygamber (s.a.v.)e salavâtýn nasýl yapýlacaðý soruldu da þu cevabý verdi:
«Allahümme salli ala Muhammed ve alâ âli Muhammed kema salleyte alâ Ýbrahim ve alâ âli Ýbrahim inneke hamidün mecid. Ve bârik alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed kema bârekte alâ Ýbrahim ve alâ âli Ýbrahim inneke hamîdün mecîd» dir . Sahihayn ve diðer hadis kitablarýndakine uygun olan da budur. «Kema barekte ilh» cümlesinden sonra bir defa fil alemin ifâdesini ziyade etmek sahihtir. «Kemâ salleyte» den sonra söylenildiði sübût bulmamýþtýr. Hýlye sahibi diyor ki: Ýbn-i Hübeyre´nin ifsâhýnda mezkûr salavât meselesi Ýmam Muhammed´den «kemâ bârekte» ifâdesinden sonra filâlemîn ziyadesiyle rivâyet edilmiþtir. Bu ziyâde imam Malik´in, Müslim´in, ebu Dâvud´un ve baþkalarýnýn rivâyetlerinde vardýr. Ýfsahýn bir nüshasýnda da fil âlemin, kema salleyte den sonradýr Bu ziyade hadislerin bazýlarýnda mevcuttur. Lâkin þu anda sahabeden onu kimlerin rivayet ettiði ve hafýzlardan kimin tahriçte bulunduðu hatýrýma gelmediði gibi haddi zatýnda sabit olup olmadýðýný da hatýrlamýyorum. Þârih ziyâde deyip tekrar kelimesini kullanmamakla buna iþaret etmiþtir.
Ey Allah´ým Ýbrahim´e ve Ýbrahim hânedanýna nasýl salavat eyledinse Muhammed´e ve Muhammed hânedanýna da salavat eyle. Çünkü sen öðülmeye ve ta´zime pek layýksýn. Hem Ýbrahim´e ve Ýbrahim hânedanýna nasýl bereket verdinse Muhammed´e ve Muhammed hânedanýna da salavat eyle. Çünkü sen öðülmeye ve ta pek layýksýn.
«Hamidün mecîd»i tekrarlamak sözü Zeyleî ve baþkalarýnýn nakillerine istidrâk (düzeltme)dir. Bunlar salavâtýn nasýl getirileceðini imam Muhammed´den naklederken. En sonunda bir defa inneke hamidün mecîd demiþlerdir. Halbuki Zahire´de bu cümle Ýmam Muhammed´den mükerrer olarak nakledilmiþtir. Yukarda gördük ki sahihaynda da böyledir.
Rahmet dilemek teþehhüdün salavatýnda sâbit olmadýðý için ona mendup demek sahih deðildir. Bundan dolayýdýr ki Münye þârihi: «sahih hadislerde olanlarý söylemek evlâdýr» demiþ feyz nâm eserde rahmet dilemenin ihtiyatan olduðu bildirilmiþtir. Remlî´nin Minhâc þerhinde þöyle deniliyor: «Nevevî Ezkâr adlý eserinde demiþtir ki: «Erham Muhammed´ en ve alâ âli Muhammed´in kemâ rahmet alâ Ýbrahim Ýbrahim´e rahmet eylediðin gibi Muhammed´e ve Muhammed hânedânýna da rahmet eyle!» sözlerini ziyâde etmek bid´attýr. Bunun bir çok hadîslerde veterahham alâ Muhammed´in þeklinde rivayet edilmesine itirazda bulunulmuþtur. Bu hadislerin bazýlarýný Hâkim sahihlemiþtir. Hadis ulemasýnýn muhakkýklarýndan bazýlarý bunu red etmiþ hâkim´in bu babta vehm ettiðini hadislerin zaif olmakla beraber zaiflerinin þiddetli olduðunu bu sebeple onlarla amel edilemeyeceðini söylemiþlerdir. Bunu ebu Zur´â´nýn kavli de te´yid eder Ebu Zür´a hadis imamlarýndandýr. Bu hadisleri sýralayýp zayýflýklarýný beyân ettikten sonra: «Her halde kabul etmemek daha râcihdir. Çünkü bu husustaki hadisler zaiftir.» demiþtir. Yani þiddetle zaif olduðu için kabul edilmez demek istemiþtir. Bu izahattan anlaþýlýr ki kabul etmemenin sebebi merhamet duasýnýn burada mutemed bir yoldan sabit olmamasýdýr. Bu bap peygamber (s.a.v.)e tabi olma babýdýr. Ýbn-i Abd´ilber ile baþkalarýnýn söyledikleri gibi peygamber (s.a.v.)e rahmet lafziyle dua edilmez deðildir. Edilmeyeceðini söyleyenler onun mutlak surette câiz olmadýðýný anlatmak isterlerse sahih hadisler onlarýn kavlini açýk açýk red etmektedirler. Gerçekten sâir teþehhüd rivayetlerinde:
Esselâm aleyke eyyühen-nebiyy ve rahmet ül llah veberakâtüh denildiði sahih olarak sübût bulmuþtur.
Yine sahih hadise göre: «Yârabbî bana ve Muhammed´e rahmet eyle.» diyen bir kimseyi Rasulullah (s.a.v.) tasdik etmiþ sözünü red etmeyerek yalnýz: «Bizimle birlikte baþkasýna rahmet dileme.» buyurmuþtur. Rahmetin peygamber (s.a.v.)e zaten verilmiþ olmasý onun nâmýna rahmet istemeyemani deðildir. Nitekim salât, vesile ve makam-ý mahmud istemek de böyledir. Çünkü bunun fâidesi Rasûlüllah (s.a.v.)e âiddir. Buna sebep terekkýsinin nihayetsiz ziyadeliði ve sevâbýnýn artmasýna dua edendir.
Hâsýlý teþehhüdden sonra rahmet dilemek sâbit olmamýþtýr. Velev ki baþka yerde sabit olsun. Binaenaleyh yalnýz haddi zatýnda câizdir. «Velev ki baþtan olsun» ifâdesinden murad velev ki salat ve selâma tabi olmayarak müstakilen söylensin, demektir. Bahýr ve Hýlye´de bildirildiðine göre ibtidâda yani söze Rasulullah (s.a.v.)e rahmet dileyerek baþlamakta kerahet olduðunda ulema ittifak etmiþlerdir. Nehir sahibi bu sözü þöyle tenkid etmiþtir. Zeyleî´nin kitabýnýn sonundaki sözü hilâfýn yalnýz burada deðil bütün rahmet istekleri hakkýnda olduðunu iktiza eder. Çünkü þöyle demiþtir: «Ulema ey Allah´ým Muhammed´e rahmet et diyerek Peygamber (s.a.v.)e rahmet duasýnda bulunmanýn câiz olup olmayacaðý hususunda ihtilaf etmiþler. Bazýlarý câiz olmadýðýný. çünkü bu sözde salavâtta olduðu gibi ta´zime delâlet edecek bir þey bulunmadýðýný söylemiþ. Bir takýmlarý buna cevaz vermiþlerdir. Çünkü Peygamber (s. a.v.) ALLAH Teâlâ´nýn ziyâde rahmetini en ziyade arzu edenlerdendi. Serahsi bunu tercih etmiþtir. Çünkü eserde variddir. Ona tabi olanlara bir þey denemez.
Ebu Ca´fer: Ben de Muhammed´e rahmet et diyorum. Çünkü bu söz müslüman memleketlerinde gelenek halini almýþtýr. Bazýlarý buna delil olmak üzere salat kelimesini rahmetle tefsir etmiþlerdir. Ýki kelime mânâca müsavi olurlarsa biri diðerinin yerine kullanýlabilir. Onun içindir ki Peygamber (s.a.v.) bedevinin Allah´ým bana ve Muhammed´e rahmet eyle sözünü tasdik buyurmuþtur.
Þâfiî´lerden Remlî Nevevî´nin Minhâc´ý üzerine yazdýðý þerhde þöyle demiþtir: «Efdal olan seyyid kelimesini söylemektir. Nitekim ibn-i Zahire´de böyle demiþ bir çok ulema bunu açýklamýþlardýr.» Kitabýmýzýn þarihi dahi bununla fetvâ vermektedir. Çünkü bu sözde emir olunduðumuzu yapmak ve vâkýý fazlasiyle haber vermek vardýr ki edep ve terbiyede bunu iktiza eder. Bu sebeple söylenmesi efdaldýr. Velev ki Esnevî efdal olup olmadýðýnda tereddüt göstermiþ olsun. La tüseyyidüni fissalah hadisine gelince bu hadis bâtýldýr. aslý yoktur. Nitekim mütteehhirîn hadîs hafýzlarýndan bazýlarý bunu bildirmiþlerdir. Tûsi «bu hadîs bâtýl ve yanlýþtýr.» demiþtir. Bazýlarý þârihimizin bu fetvâsýna itiraz etmiþ: «Seyyid kelimesini katmak mezhebimize aykýrýdýr. Çünkü yukarda geçtiði vecihle teþehüdde ziyâde ve noksan yapmak Ýmam A´zam´a göre mekruhtur.» demiþlerdir.
Ben derim ki: Bu itiraz söz götürür. Zira salavat dahi teþehhüdün üzerine ziyadedir. Teþehhüdden deðildir. Evet buna göre: Rahmet dileðini ve eþhedü enne Muhammeden abdühü varasuluh cümlesi arasýnda zikir etmemek, Ýbrahim´le beraber söylemek gerekir.
METÝN
Ýbrahim´in tahsis dilmesi bize selâm ettiði yahud bize müslüman adýný verdiði içindir. Yahud salavâttan maksad ALLAH onunla Peygamberimizi Halil ittihaz etmesidir. Bu son ihtimale göre teþbihin mânâsý açýktýr. Yahud teþbih âli Muhammed´e racidir. Veya müþebbehünbih bazan daha aþaðý olabilir. Meselâ: «AIIah´ýn nurunun misali bir kandil gibidir.» Âyeti kerimesinde böyledir. Ömürde bir defa salavat getirmek bil´ittifak farzdýr. Delili hicretin ikinci yýlýnýn Þaban ayýnda emir buyurulmasýdýr. Bir kimse salavât getirirken bülûða erse bu salavât farz olan salavatýn yerini tutar. Bunu Nehir sahibi inceleme neticesi söylemiþtir. Müçtebâ´ da: «Peygamber (s.a.v.)´e kendisine salavat getirmek vacip deðildir.» denilmiþtir.
ÝZAH
«Ýbrahim´in tahsis edilmesi. ilh» cümlesi mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: Diðer peygamberleri býrakýp da teþbih için neden Ýbrahim aleyhisselam tahsis edilmiþtir?
Þârih bu suale üç cevap vermiþtir.
Birincisi: Çünkü mi´rac gecesi bize hazreti Ýbrahim selâm etmiþ: «Ümmetine benden selâm eyle» demiþtir.
Ýkincisi: Bize müslüman adýný veren odur. Nitekim Teâlâ hazretleri: «Önceden size müslüman adýný veren odur.» buyurmuþtur. Yani hazreti Ýbrahim: «Yarab bizi sana inanan iki müslüman yap zürriyetimizden de sana inanan müslüman bir ümmet halk eyle.» demiþtir. Arablar onun ve oðlu Ýsmail aleyhisselâmýn zürriyetindendir. Bizde bu iki fiilinden dolayý onun faziletini göstermek istemiþizdir.
Üçüncüsü: Maksat bizim salavatýmýzla Allah teâlânýn peygamberimizi Halil (en yakýn dost) ittihaz etmesidir. Nitekim Ýbrahim aleyhisselâmý Halil ittihaz etmiþti. Gerçekten Allah Teâlâ kullarýnýn duasýný kabul buyurmuþ onu da Halil ittihaz eylemiþtir. Buhari ve Müslim´in rivayet ettikleri bir hadiste: «Lâkin sizin arkadaþýnýz yani ben rahmânýn halilidir.» buyurulmuþtur.
Daha baþka cevablarda verilmiþtir. Onlardan biride þudur: Hazreti Ýbrahim´in tahsis edilmesi baba olduðu içindir. Fazîletli þeylerde babalara benzetmek makbul bir þeydir. Birde hazreti Ýbrahim´in sair peygamberler arasýnda þâný pek büyük ve muhtar kavle. göre diðer Peygamberlerin efdali olduðu millet alametlerinde ona uyduðumuz ve zikri cemili devam ettiði içindir. Ona uyduðumuza Teâlâ hazretlerinin: «Babanýz Ýbrahim´in dinine» âyeti kerimesiyle, zikri cemîlinede: «gelecekler arasýnda benim için zikr cemil halk ey!e.» âyetleriyle iþaret buyurulmuþtur. Ona uymak için emirde vardýr. Teâlâ hazretleri: «Ýbrahim´in dosdoðru dinine tâbi olmalýsýn» buyurmuþtur.
Bu son ihtimale yani üçüncü veche göre teþbihin manasý açýktýr. Bu söz dahi ulemanýn ötedenberi süregeldikleri meþhur bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: Teþbihde kaide ekseriyetle müþebbehünbihin benzerlik hususunda müþebbihden yüksek olmasýdýr. (yani benzerlik vasfý benzetilen þeyde benzeyenden daha çok bulunacaktýr. Meselâ kan gibi karpuz dersek karpuzu kýrmýzýlýk vasfýnda kana benzetiriz. Ve kýrmýzýlýk benzetilen þeyde yani kanda daha fazladýr. Halbuki salavâttan ve bereketten Peygamberimiz (s.a.v.) ile hanedânýna hasýl olan miktar hazreti Ýbrahim´le hânedanýna hasýl olan miktardan daha fazladýr. Buna delil Neseinî´n rivayet ettiði þu hadistir: «Bana kim bir salavat getirirse o kimseye Allah on salâvat getirir, ve kendisinden on günah siler. Onun on derecesini yükseltir.» Hazreti Ýbrahim veya baþka bir peygamber hakkýnda böyle bir haber varid deðildir.
Cevap: Murad hususi salavattýr ki onunla Peygamberimiz (s.a.v.) Halil olacaktýr. Nitekim Ýbrahim Aleyhisselâm Hali! ittihaz edilmiþtir Yahud teþbih âl-i Muhammed´e (yani hanedaný rasülûllah) râcidir. Yahud bu teþbih kaidedeki ekseriyet kaydýna uyulmadan yapýlan teþbihlerdendir. Zira bazen müþebbehünbih müþebbehe müsavî hatta ondan daha aþaðý olabilir. Lâkin hissen müþâhede edildiði için yahud benzerlik hususunda meþhur olmasý sebebiyle daha açýk olur. Birinciye misal «AIIah´ýn nurunun misali bir kandil gibidir.» âyeti kerimesidir. Kandilin nuru nerede Allah´ýn nuru nerededir?
Ýkincisi: Burada olduðu gibidir. Zira Ýbrahim ve hânedânýna salavat getirmek suretiyle ta´zimde bulunmak bütün dinlerin salikleri arasýnda açýktýr. Bundan dolayý teþbih güze! olmuþtur. Bu isteðin «Alemlerde» sözü ile bitirilmesi de bunu te´yid eder. Devâmýn tamamý Hýlye´de dir. Baþka cevaplarda verilmiþtir. Bunlarýn en güzeli þudur: Burada teþbih miktarda deðil salavatýn aslýndadýr. Teþbihin fâidesi dileði te´kittir. Yani Ýbrâhim´e salâvat eylediðin gibi ondan efdal olan Muhammed´e de salavât eyle demektir.
Salavâtýn ömürde bir defa farz olduðuna delil hicretin ikinci yýlý þaban ayýnda inen âyeti kerimedir ki bu âyette «Ey iman edenler o peygambere salat ve selâm edin! buyurulmaktadýr.» Bazýlarý bu âyetin isrâ gecesi indirildiðini söylerler. T.
Salavât delâlet ve sübûtu kat´î ayetle sabit olduðu için onunla amel hem ilmen hem amelen farzdýr. Vitir gibi sâde amelen farz deðildir. Gerçi ibn-i Cerir-i Taberî âyetteki emrin müstehap mânâsý ifâde ettiðini söylemiþ hatta Kâdý Ýyâz bu babta icmaa bulunduðunu iddia eylemiþ isede bu iddia icmaa muhaliftir. Nitekim muhalif olduðunu Fâsi delâil-ül-Hayrât þerhinde söylemiþtir.
Salavât getirirken bülûða ermekten murad: Yaþça balið olmaktýr. Aksi salavatý hükümsüzdür. Halbuki Nehr´in ibâresi þöyledir; «Bülûðun evvelinde salavat getirmiþ olsa bu salavat teþehhüdünde farz yerini tutar. Ve farz olur.» Buna tenbih eden kimse görmedim nazîri elleri yýkamakla baþlamak meselesinde geçmiþti. Yani ellerini yýkamak abdest veya cünüblük meselesinde sýinnet olan yýkamanýn yerine geçerdi.
Ben derim ki: Mecmâ þerhi Menbâda ben bunun saraheten zikir edildiðini görmedim. Orada þöyle deniliyor: «Ulemamýz salavatýn ömür de bir defa farz olduðunu söylemiþlerdir. Bu namaz içinde de namaz dýþýnda da edâ edilebilir.» Dürer-ül-Býhar þerhi ile Zahire´de dahi böyle denilmiþtir.
Halebî diyor ki: «Þimdi ilk oturuþta salavat getirir yahud namaz fiilleri esnâsýnda salâvat getirirde oturduðu zaman salâvat getirmezse meselesi kalýr. Öyle anlaþýlýyor ki günahkârda olsa farzý edâ etmiþ sayýlýr. Nasýl ki gasp edilen yerde namaz kýlmanýn hükmü de budur.» Lâkin Rahmetî´nin Allâme Nihripî´den naklen beyânýna göre mükellef olan bir kimse farz borcundan ancak farz niyetiyle kurtulur. Binaenaleyh farzý edâ ile salâvat getirmesi mutlaka lazýmdýr. Çünkü bu farzdýr. Nasýl ki ulema: «Farza niyetlenmenin þartlarýndan biri o farz için niyeti tayin etmektir. Hatta fecir doðduktan sonra iki rekat namaz kýlsa farza diye niyet etmedikçe onunla sabah namazýnýn farzý sâkýt olmaz.» demiþlerdir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Zira gördün ki salavat ömürde bir kere farzdýr. Nitekim farz olan hiçde böyle deðildir. Böyle olan þeyde fiili kastetmek þarttýr. Binaenaleyh farza niyet etmesi bile sahih olur. Çünkü bizzat tayin etmiþtir. Nasýl ki farz olan hiç farziyetini tayin etmese bile sahih olur. Ulemanýn beyan ettiklerine göre müslüman olmasý dahi niyetsiz sahihtir. Yani ömürlük bir farz olduðu için sahihtir. Binaenaleyh sabah namazýna kýyasý farklý kýyastýr.
Peygamber (s.a.v.) in kendisine salavat getirmesi vacip deðildir. Çünkü âyetteki «salavat getirin» emrinden murad o olmadýðý gibi bu emirdeki zamirin dahilinde o mevcut deðildir. Nasýl ki «ona salavat getirin» emrinden anlaþýlanda budur. Nehir sahibi diyor ki Peygamber (s.a.v.) in kendisine salavat getirmesi: Ey iman edenler hitabý ona þâmil olmadýðý için vacip deðildir. «Ey insanlar» yahud «Ey kullarým» gibi hitaplar bunun hilâfýnadýr. Nitekim usul fýkýhtan malumdur.»
Allah´u âlem bundaki hikmet salavâtýn dua olmasýdýr. Her þahýs tabiatý icabý kendisine dua eder. Hayýr ister. Bunda hiç bir güçlük yoktur. Halbuki farz olarak ancak nefse güç gelen onun tabiatýna aykýrý düþen hitablardadýr. Tâ ki ibtila ve imtihan tahakkuk etsin. Nitekim usul fýkýhta beyan edilmiþtir. Teâlâ hazretlerinin: «Bana dua edin ki duanýzý kabul edeyim.» Ve benzeri âyetlerden murad duanýn farz olduðunu bildirmek deðildir. Onun içindir ki hadis kudsîde: «Bir kimseyi benim zikrimle meþgul olmak benden bir þey istemekten alýkoyarsa o kimseye ben isteyenlere verdiðimden daha fazlasýný veririm.» buyurulmuþtur.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:35:37
METÝN
Tahavî ile Kerhî Peygamber (s.a.v.) her anýldýkça anan ve dinleyen kimseye salavat getirmenin vacip olup olmadýðýnda ihtilaf etmiþlerdir. Tahavî´ye göre muhtar kavil her anýldýkça salavatýn tekrar tekrar vacip olmasýdýr; esah kavle göre velev ki bir mecliste olsun. Ama emir tekrar iktiza ettiði için deðil. vücûbu tekrar eden sebebe yani zikre tealluk ettiði içindir. Binaenaleyh Peygamber (s.a.v.)i zikir ettikçe salavatta tekrar eder. Terk edilirse borç olarak kalýr ve kaza edilir. Çünkü teþmit gibi o da kul hakkýdýr. Allah teâlâ´yý zikir böyle deðildir.
ÝZAH
Þârih´in Tahavî´ye göre diye kayýtlamasý mezhebe göre vacip deðil müstehap olduðundandýr. Hanefî´lerden bir cemâat ile Huleymi ve Þâfiî´lerden bir cemâat Tahavî´ye tabi olmuþlardýr. Malikî´lerden Lahmî ile Hanbelî´lerden ibn-i Betta´nýn da ona tabi olduðu rivayet edilmiþtir. Malikî´lerden ibn-üI-Arabî bu kavlin daha ihtiyat olduðunu söylemiþtir. Ýleride bunun mutemed olduðu gelecektir. Karamanî ebu-l-Leys mukaddimesi þerhinde þunu kaydetmiþtir: «Tahavîye göre tekrarýn vâcip olmasý vacibi ayýn deðil vacib-i kifâyedir. O: bazýlarý salavat getirdi mi diðerlerinden borç sâkýt olur. Çünkü maksat hasýl olmuþtur. Maksat ismi þerifi zikir edildiði vakit ona ta´zimde bulunmak ve þerefini meydana çýkarmaktýr.» demiþtir. Tamamý Halebî´dedir.
«Esah kavle göre velev ki bir meclisde olsun.» Bu kavli Zâhidî Müçtebâ nâm eserinde sahih bulmuþtur. Lâkin Kâfî´de her meclisde secde-i tilâvet gibi bir defa salavatýn vacip olacaðý bildirilmiþ tilâvet babýnda þöyle denilmiþtir: «O kimse peygamber (s.a.v.)m tekrar tekrar iþiten gibidir. Sahihkavle göre iþiten kimseye yalnýz bir salavat lazým gelir. Çünkü peygamber (s.a.v.) in isminin tekrarlanmasý sünnetini bellemek içindir. Þeriatýn kývamý sünnet iledir. Ýsmi her zikir edildikçe salavat vacip olsa bu güçlük doðurur. Bununla beraber salavatýn tekrarý yine de menduptur. Secde böyle deðildir. Taþmit salavât gibidir. Bazýlarý üçe kadar her aksýrdýkça teþmit vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Hasýlý bir meclisde vücûp tedâhul eder (iç içe girer) ve secde de olduðu gibi güçlükten dolayý bir defa ile iktifa edilir. Þu kadar var ki bir meclisde salavatýn tekrarlanmasý menduptur. Secde öyle deðildir.
Kâfî sahibinin söylediðini Mecma sahibi de þerhinde Fahr-ul-Ýslâm´ ýn Câmii Kebîr þerhinden naklen zikir etmiþ ve bunu kat´î kabul etmiþtir. Fakat sahih sözünü anmamýþtýr. Bilirsin ki Zâhidînin sahihtir demesi Kâfi sahibi Nesefî´nin sahihdir demesine karþý gelemez. Halbuki Zâhidî kendi sözüne muhalefette bulunmuþtur. Çünkü Kýnye´nin kerâhiyet bahsinde: «Secde-i tilâvet gibi bir meclisde bir salavat yeterdi diyenlerde vardýr. Bununla fetva verilir.» demiþtir. Þarih Hazâin nâm eserinde:
«Anlaþýlan Kâfi´de ki söz Kerhî´nin kavline mebnidir.» demiþtir. Bu söz anlaþýlmamaktadýr. Çünkü bundan tekrarýn vücûbuna kâil olan Kerhî imiþ ancak meclis bir olursa bir defa salavat vacip olurmuþ mânâsý anlaþýlýr. Ve Kerhî ile Tahavî arasýnda hilaf yalnýz meclis birleþik olduðu zamana mahsus kalýr. Halbuki nakledilen rivayet bunun aksinedir.
Ýbn-i Melek mecmâ þerhinde tedahulün Allah hakkýnda hasýl olduðunu, salavatýn ise Peygamber (s.a.v.) in hakký olduðunu söyleyerek itirazda bulunmuþtur. Buna þöyle cevap verilebilir: Vücûbun Allah teâlâ hakký olduðunu kabul etmiyoruz. Çünkü salavat getiren kimse emre imtisali niyet eder. Þu da var ki içlerinde ebu-l-Abbâs el-Müberred ile ebu Bekir Ýbnü´l-Arabî de bulunan bir cemaata göre muhtar olan kavil salavâtýn faidesinin Peygamber (s.a.v.)e deðil sâdece salavât getirene aid olmasýdýr. Kezâ Sünusî dahi Vüstâ þerhinde: «Salavattan maksat Allah Teâlâya yaklaþmaktýr. Sair dualar gibi dua edilen þahsa menfaat temini deðildir demiþtir. Küþeyri ile Kurtubî ise menfaatin her ikisinede (yani dua edene de edene de) aid olduðunu söylemiþlerdir. Her iki kavle göre dahi salavat bir ibâdettir. Onunla Allah-ü Teâlâ´ya yaklaþýlýr.
Ýbâdet kul hakký olamaz. Kul hakký olduðu tesbit edilse bile güçlükten dolayý vücûp sâkýt olur. Çünkü güçlük nassý Kur´an´la sâkýttýr. Mendubun kalmasýnda ise güçlük yoktur. Muhakkýklardan Kemal-ibn-i Hümâm´da Zâdü´l-Fakîr nâm eserinde bu kavli cezmen kabul etmiþ: «Delilin muktezâsý salavatýn ömürde bir defa farz olmasý ve Peygamber (s. a.v.) her anýldýkça vacip olmasýdýr. Meðer ki meclis birleþik ola. Bu takdirde tekrar vacip deðil müstehap olur. Kaviller müttefik olsun muhtelif olsun sen bundan ayrýlma!» demiþtir. Þimdi anlamýþsýndýr ki itimad edilecek söz Kâfî´nin sözüdür. Kýnye´nin «bununla fetvâ verilir.» dediðini iþittin. Fetva sözünün sahihlenmiþtir sözünden daha kuvvetli olduðunu da bilirsin.
F E R´ Ý bir mesele: Peygamber (s.a.v.)e salavât yerine selâm sözü kâfidir. Bunu Hindiye sâhibi garâibden nakletmiþtir. «Ama emir tekrarý iktiza ettiði için ilh» «sözü yukarda geçen tekrar tekrarývacip olmasýdýr.» Cümlesine baðlýdýr. Ve mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: «Allah Teâlânýn ona salavat getirin emri bize göre tekrar iktiza etmez. Tekrara tahammül de yoktur?» Cevap: Tekrar âyetle vacip olmuþ deðildir Âyetle vacip olsaydý farz olur ve adý gecen kâideye muhalif düþerdi. Fakat tekrar aþaðýda gelen tehdid hadisleriyle vacip olmuþtur ki bu hadisler Rasûlüllah (s.a.v.)´i anmanýn vücûbe sebep olduðunu gösterirler.. Sebebi tekrar edince vücubda tekerrür eder. «Çünkü teþmit gibi o da kul hakkýdýr.» Cümlesi teþmiyetin de salavat gibi olduðunu iktiza eder. Þarih bu cümleyi baþka yerden naklen yazmýþtýr. Yukarda Kâfî´den naklederek bizde onun salavat gibi bir meclisde bir defa vacip olduðunu bazýlarýnýn aksýrana üç defaya kadar teþmiyet yapýlacaðýný (yani yerhamükellah) denileceðini söylediklerini arzettik Nehir ve Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Telhis-ül-Câmi þerhinde þöyle deniliyor: «Esah kavle göre bir kimse üçden fazla aksýrýrsa ona teþmit yapýlmaz. Sonra teþmiye ancak aksýran kimse hamd ederse vacip olur. Bu hususta sözün tamamý inþallah haram mubah babýnda gelecektir.
«Allah-ü Teâlâ´yý zikir böyle deðildir.» Yani o terk edilirse kazasý lazým gelmez. Çünkü Allah´ýn hakkýdýr. Nitekim Þârih´in mukabilini ta´lilinden anlaþýlanda budur. Burada þöyle bir itiraz vârid olabilir: Allah Teâlâ´nýn hakký olmasýndan kaza edilmemek lazým gelmez. Oruç ve emsali buna delildir. «Oruç´da Allah´ýn hakkýdýr. Fakat kaza edilir.» Zâhidî diyor ki: «Nazýmda bildirildiðine göre Allah Teâlâ´nýn ismi bir veya bir kaç meclisde tekrarlanýrsa her meclis için ayrýca senâ vacip olur. Ama terk ederse boynunda borç olarak kalmaz. Peygamber (s.a.v.) üzerine salavât getirmekte böyledir. Lâkin onu terk ederse boynunda borç olarak kalýr. Çünkü kul Allah´ýn senâyý icap eden ni´metlerinden hiç bir an hâli kalmaz.
Binaenaleyh son rekatlarda Fatiha´yý kaza için vakit olmadýðý gibi burada da senâyý kazaya vakit yoktur. Peygamber (s.a.v.)e salavât getirmek böyle deðildir. Münye þerhi bu sözün hulasasý þudur: Allah Teâlâ´ya senâ etmek her vakit vacip olduðundan ikinci defa senâda bulunmak evvela býraktýðýnýn kazasý olamaz. Çünkü bir þey yerinde iken baþkasý onun yerine geçemez. Bahýr sahibi buna itiraz etmiþ: «Bütün vakitler edânýn vaktide olsa o kimseden edâ istenmemektedir. Zira býrakmasýna ruhsat verilmiþtir.» demiþtir. Yani kendisinden edâ istenmeyince ikinci defa yaptýðý kaza olur, demek istemiþtir. Ama ona da þöyle itiraz olunur: «Terk etmek bir ruhsat olunca terk etmemek azimet olur. O kimse azimeti yaparsa borcunu ödemiþ olur. Bu edâdýr. Çünkü ona vâcip olan edâdýr. Nitekim yolcuda böyledir kendisine oruç tutmamak için ruhsat verilmiþtir. Ama oruç tuttuðu zaman azimeti yapmýþ olur. Velev ki farzý niyet etmesin. Bunun bir misli de dört rekatlý farzlarýn son iki rekatýnda Fatiha´yý okumaktýr. Fatiha´yý son iki rekata býrakmaða ruhsat vardýr. Ama onu okuduðu zaman geçmiþi kaza olmaz.
METÝN
Mezhep tekrarýn müstehap olmasýdýr. Fetvâ buna göredir. Mezhebin mütemed kavli Tahavî´nin kavlidir. Bûkânî dahi Halebî ve diðerlerinin sahih bulmasýna bakarak böyle demiþtir. Bahýr sahibi bu kavli ragým, ib´ad, Þekâ, buhl ve cefâ gibi tehdid hadisleriyle tercih etmiþ sonra þunlarý söylemiþtir: «Binaenaleyh salât ömürde bir defa farz, her zikir edildikçe sahih kavle göre vacip, tüccarýn malýný açarken yaptýðý gibi olursa haram, namazda sünnet, mümkün olan her vakitte müstehap, namazýn son teþehhüdünden maadâ her yerinde mekruhtur.
ÝZAH
Onun içindir ki Nehir sâhibi Tahavî´nin sözünden «ilk teþehhüddeki ve salavatýn zýmnýndaki» sözlerini istisnâ etmiþtir. Tâ ki teselsül lazým gelmesin. Hatta Dürer-üI-Býhar sahibi Tahavî´nin sözünü zikir etmeyene tahsis etmiþtir. Delili: «Her kimin yanýnda ben anýlýrsam ilh...» hadisidir. Mezhep tekrarýn müstehap olmasýdýr. Fetvâ buna göredir. Þurunbulaliye´de bu kavil Mecmâ þerhine nisbet edilmiþtir. Hazâýn´de þârih Serahsî´nin bu kavli tercih ettiðini çünkü fetva buna göre verildiðini söylemiþtir.
Ýbni Saâtî ise bil´umum ulemanýn kavli bu olduðunu bildirmiþtir. Mezhebimizce mutemed olan kavil ise Tahavî´nin kavlidir. Þârih Hazâin´ de Tühfe sahibinin ve baþkalarýnýn sahih bulduklarýný söylemiþtir. Hâvi´ de ise ekserisinin kavli bu olduðu bildirilmiþtir. Münye þerhinde «esah ve muhtar olan kavil budur.» denilmiþ Aynî dahi Mecmâ þerhinde «benim mezhebim de budur» demiþtir.
Tehdid hadislerine gelince: Bir çok hadis ulemasý bunlarý mevsûk rivayetlerle tahriç etmiþlerdir. Onun için Hâkim müstedrek nâm eserinde isnâdý sahihdir, diyerek Kaab bin Ucra radýyellahu anhümadan þöyle dediðini rivayet etmiþtir: «Rasulullah (s.a.v.): Minberi getirin buyurdular. Hemen getirdik birinci basamaðýna çýkýnca âmin dedi. Sonra ikinciye çýktý ve âmin dedi, sonra üçüncüye çýktý yine âmin dedi indiði vakit biz: Yârasulellah senden öyle bir þey iþittik ki evvelce bunu iþitmiyorduk dedik! Bunun üzerine þöyle buyurdular: «Gerçekten Cibrîl karþýma geldi de ramazana yetiþip de afv edilmeyen kimse ýrak olsun, dedi. Ben de âmin dedim. Ýkinci basamaða çýkýnca yanýnda sen anýlýp da sana salavât getirmeyen ýrak olsun, dedi. Ben de âmin dedim. Üçüncü basamaða çýktýðýmda annesi babasý yanýnda ihtiyar olup ta kendisini cennete koymadýklarý kimse ýrak olsun dedi. Âmin dedim.» Bir rivayette «Sana salavat getirmezse Allah onu ýrak itsin.» Baþka bir rivayette - ki Hâkim bu rivayeti sahihlemiþtir - «Burnu yere sürünsün» buyurulmuþtur. Senedi güzel olan baþka bir rivayette: «yanýnda senin ismin geçipte sana salavat getirmeyen kul þakîdir.» denilmiþtir. Bunlar ibn-i Hacer´in ed-Dürr-ül-mandûd nâm eserinden alýnmýþtýr. Buhl hadisini Tirmizî rivayet etmiþ ve hasen sahihtir demiþtir. Münye þerhinde zikir edildiðine göre hadisin metni þudur: «Bahil, yanýnda benim ismim anýlýpta bana salavat getirmeyen kimsedir.» Cefa hadisinide Suyûtî Camî-is-saðirde rivayet etmiþtir. Lafzý þudur: «Ben bir adamýn yanýnda anýlýp da bana salavat getirmezse bu cefadan ma´duttur.»
Tâcir´in malýný açarken yaptýðý gibi olursa haram.» ifâdesinden murad kerahet-i tahrime olduðu anlaþýlýyor. Çünkü Fetevâ-i Hindiye´nin kerâhiyet bahsinde þöyle denilmiþtir: «Tâcir bir elbiseyi açarda onun güzelliðini müþteriye bildirmek için Allah´a tesbih eder yahud salavât getirirse mekruh olur. Bunu bekçinin yapmasý dahi mekruhtur. Çünkü o da para alýr. Bundan dolayýdýr ki büyüklerden biri bir meclise geldiði vakit onun geldiðini bildirmek ve kendisine yer verilmesiniveya ayaða kalkýlmasýný te´min için tesbih etmek yahud salavat getirmek memnudur. Bunu yapan günahkâr olur.
Salavat getirmek namazýn son oturuþunda mutlak surette, sünnet olduðu gibi sünneti gayri müekkedelerin ilk oturuþunda dahi sünnettir. Cenâze namazýnda da öyledir. Mâni bulunmamak þartiyle her zaman salâvat getirmek müstehaptýr. Ulema müstehap olduðu bazý yerleri söylemiþlerdir. Bunlar Cuma günü ile Cuma gecesi, Cumartesi Pazar ve Perþembe günleridir. Bu üç gün hakkýnda hadis vardýr. Sabah akþam, mescide girerken çýkarken, peygamberimizin kabrini ziyaret ederken, Safa ile Merve´de, Cuma hutbesiyle sair hutbelerde, müezzine icabet ettikten hemen sonra, ikamet edilirken, duanýn baþýnda, ortasýnda ve sonunda, kunut duasýndan sonra, telbiyeyi bitirdikten sonra, bir yere toplanýrken ve daðýlýrken, abdest alýrken, kulak çýnlarken, bir þey unutulduðu vakit, vaaz ve ilim neþir ederken, hadis okumaða baþlarken ve bitirirken, sual ve fetva yazarken salavat getirmek müstehap olduðu gibi her musannýfýn her hoca ve talebenin, hatibin, kýz isteyenin. evlenenin, evlendirenin salavât getirmesi dahi müstehaptýr. Vesâil nâm eserde: «Mühim iþlerin baþýnda, zikir zamanýnda, Peygamberimizin ismim iþittiði zaman yahud ismi yazýldýðý zaman salâvat getirmek müstehaptýr.» denilmiþtir. Bunlarýn bir çoðu mezhebimizin kitablarýnda yazýlmýþtýr.
Namazda son teþehhüdden baþka hiç bir yerde salavat yoktur. Buna vitiri de katarak vitirin kunutundan maada demek gerekir. Çünkü kunutun sonunda salavat meþrûdur. Nitekim Bahýr´da beyân edilmiþtir. Halebî´nin ifâdesine göre bunu da istisnâ etmek evlâ olur. Kezâ cenâze namazýndan baþka namazlarda diye kayýtlamalýdýr. Çünkü cenâze namazýnda salavât getirmek sünnettir.
T E N B Ý H: Yedi yerde Peygamber (s.a.v.)e salavat getirmek mekruh olur. Bunlar: Cimâ, insanýn haceti, satýlan malýn meþhur olmasý, hata, þaþmak, hayvan kesmek ve aksýrmaktýr. Son üçünde hilaf vardýr. Þýr´a sahibi bize göre üç yerde mekruh olduðunu söylemiþ ve: Aksýrýrken, hayvan keserken ve bir þeye þaþdýðý zaman salâvat getirilmez.» demiþtir. Onun içindir ki: «Nehir sahibi istisnâ etmiþtir ilh...»
Ben derim ki: Kur´an okurken veya hutbede peygamber (s.a.v.)in ismini iþitmek dahi istisnâ edilir. Çünkü bunlarda susarak dinlemek vaciptir. Fetevâ-i Hindiye´nin kerahiyet bahsinde þöyle denilmektedir: «Bir kimse Kur´an okurken peygamber (s.a.v.)´in ismini iþitse salavat getirmesi vâcip olmaz. Ama okumayý bitirdikten sonra salavat getirirse iyidir. Kezâ yenâbi´de: «Kur´an okurken peygamber (s.a.v.)in ismine rastlarsa onu oradaki te´lif ve nazmý üzere okumasý o anda salavât getirmekten efdaldir. Okumayý bitirdikten sonra salavat getirmesi bu daha efdal olur. Getirmezse bir þey lazým gelmez. Mültekat´ta da böyledir.» denilmiþtir.
Sünneti gayri müekkedelerden gayri namazlarýn ilk teþehhüdünde Rasûlüllah (s.a.v.) ismi zikir edilse de salavat getirmenin vacip olmasý þöyle dursun keraheti tahrimiye ile mekruh olur. Salavat getirirken peygamberimiz (s.a.v.)in ismi geçdiði zaman salavat vacip olur, dersek getirileceksalavatta da ismi geçeceði için ondan dolayý da salavat vacip olmak icap eder. Böylece teselsül lazým gelir. Zira her salavatta onun ismi vardýr. Teselsül ise bâtýldýr.» der.
«Dürer-ül-býhar sahibi Tahavî´nin vaciptir sözünü zikir etmeyene tahsis etmiþtir.» Bundan muradý bazýlarýnýn Tahavîye yaptýklarý itirazý def etmektir. Bunlar Tahavî´nin sözünden de teselsül lazým geleceðini iddia etmiþlerdir. Çünkü peygamber (s.a.v.)´e getirilen salavat onun isminden hali deðildir. Cevabýn hulâsasý þudur: Salavâtýn vacip olmasý sâdece Ýþitene mahsustur. Çünkü yukarda zikri geçen tehdit hadisleri bunu ifâde eder. Meselâ: «Cimri, Ben yanýnda anýlýpta bana salavat getirmeyen kimsedir.» hadisi, zikiri okuyana þâmil deðildir. Lâkin bu söz hem peygamberimizin adýný baþtan söyleyene hem de salâvat zýmmýnda söyleyene þâmildir. Bunun böyle olduðu Dürer-ül-býhâr þerhi Gurer-ül-efkâr´da beyân edilmiþtir. Bu ayrý bir sözdür. Þârih´in evvelâ bahsettiðinden baþkadýr. O ismini söyleyene ve iþitene vaciptir demiþti. Ýbn-i Sââtî´de Mecmâ þerhinde böyle demektedir. Ýbn Melek´in Mecmâ þerhinde tercih ettiði musannýfýnda Zâd-ül-fakîr þerhinde ona tâbi olduðu kavlede yani salavât zýmmýnda deðil baþtan zikir edene tahsis etmeðe de aykýrýdýr. Bana öyle geliyor ki bu daha münâsibtir. Ve teselsülu def etmek için Rasûlüllah (s.a.v.)in ismini zikir edeni umumileþtirmeðe hacet yoktur. Sonra bütün bunlar vücûbun bir meclisde tekerrür etmesine mebnidir. Yukarda arzettik ki tedâhul ve bir defa salavatla yetinmek tercih edilmiþtir. Buna göre teselsül meselesini ortaya atmak aslýnda memnudur.
METÝN
Sesi yükselterek âzayý titretmek cehalettir. Salavat ancak bir duadýr. Dua ise âþikâr ile gizli arasý yapýlýr. Bâcî kenzül-ufât adlý eserinde bu söze itimad etmiþ ve salavatýn kelime-i tevhid gibi bazan red edildiðini yazmýþtýr. Halbuki kelime-i tevhid salavâttan efdaldir. Bâcî´nin delili isfehânî ve baþkalarýnýn Enes´den rivayet ettikleri hadistir. Enes þöyle demiþtir: «Rasûlüllah (s.a.v.): «Her kim bana bir salavat getirirde kabul olunursa AIIah o kimsenin seksen yýllýk günahýný afv eder.» buyurdular. Görülüyor ki Rasûlüllah (s.a.v.) umulan sevâbý kabul þartiyle kayýtlamýþtýr. (bundan bazan kabul olunmayacaðý anlaþýlýr.)
ÝZAH
Hindiye sahibi diyor ki: Kur´an ve nasihat dinlerken baðýrmak mekruhtur. Vecid muhabbet iddia edenlerin yaptýklarý asýlsýzdýr. Sofîler baðýrmayý ve elbise yýrtmayý men ederler. Sirâciye´de de böyle denilmiþtir.
Salavât´ýn red e.dilmesi kabul olunmamasý demektir. Kabul: Bir þeyden beklenen maksadýn o þeye terettüp etmesidir. Sevabýn taat üzerine terettübü bu kabildendir. Taatýn bütün þart ve rükünlerini yerine getirmekten onun kabulu lazým gelmez. Nitekim bunu Valvalciye sahibi açýklamýþ ve þöyle demiþtir: Çünkü kabul güç bir þarttýr. Teâlâ hazretleri: «Allah ancak takvâ sahiplerinin tâatýný kabul eder» buyurmuþtur. Yani tâat ihlas ve samimiyete baðlýdýr. Ondan sonra Teâlâ hazretleri lütuf ve kereminden dilediklerine sevap ihsan eder.
Allah´a kimse bir þey vacip kýlamaz. Zira kul ancak kendisi için amel eder. Allah Teâlâ bütünalemlerden müstaðnîdir. Evet Teâlâ hazretleri taat ve elem gibi þeyler üzerine sevabý vaad edince onun vaadi mutlaka yerini bulacaktýr. Hatta ayaðýna batan dikenin acýsý bile sevabsýz kalmayacaktýr. Teâlâ hazretleri: Ben sizden hiç bir amel sahibinin amelini zâyi etmem» buyurmuþtur. Binaenaleyh bazý amellerin kabul edilmemesi ancak kabul þartlarý bulunmadýðýndandýr. Meselâ; namaz da huþû bulunmaz, orucda azayý günahdan muhafaza bulunmaz zekat ve hacda helâl mal yahud mutlak surette ihlâs ve samimiyet bulunmaz. Buna benzer ârýzalardan dolayý da kabul edilmez. Þu halde peygamber (s.a.v.)´e getirilen salavâtýn red edilmesi bir ârýzadan dolayý kula sevap verilmemesidir. Meselâ: Yukarda geçtiði gibi salavâtý haram bir þey üzerine yahud gafil kalble, yahud gösteriþ için yapýlmýþ olabilir. Nitekim salavattan efdal olan kelime-i tevhîd´di þikak veya riyâ için söylese kabul olunmaz. Ama bu ârýzalardan sâlim ise teâlânýn sadýk vaadi yerini bulmak için mutlaka kabul edileceði anlaþýlýr. Nasýl ki diðer taatlarda da öyledir. Bunlarýn hepsi Allah´ýn fazl ve keremiyle olur. Lâkýn bir çok âlimlerin sözleri mutlak surette kabul edileceðini gerektirir þekildedir. Meselâ Mecmâ þerhinde duadan önce peygamber (s.a.v.)´e salavât getirmek yapýlacak duanýn kabulüne sebep olur. Çünkü kerîm olan Allah duanýn bazýsýný kabul bazýsýný red eder, denilmiþtir.
Ýbn-i Melek þerhiyle diðer kitablarda da bunun gibi sözler vardýr. Delâil þerhinde Fâsî´nin beyanýna göre ebu Ýshak Þâtýbî elfiye þerhinde þöyle demiþtir: «RasûlüIIah (s.a.v.)´e getirilen salavât kat´î surette makbuldür. Onunla birlikte dilekte bulunursa Allah´ýn fazl ve keremiyle salavât þefâat eder. Ve dilek kabul olunur. Bu mânâ selef-i salihinin bazýlarýndan nakledilmiþtir. Ama Þâtibî´nin bu sözünü þeyh Sünûsî ve baþkalarý müþkil saymýþ onun bir mesnedini bulamamýþlardýr. Ama: «Bu´ kat´î deðilse de galebe-i zan ve kuvvetli ümîd hasýl edeceði þübhesizdir.» demiþlerdir.
Delâil-il-Hayrât´ýn birinci faslýnda bildirildiðine göre ebu Süleyman Dârânî: «Her kim Allah´dan bir hâcet isteyecekse Peygamber (s.a.v.)´e çok salavât getirsin sonra Allah´dan hacetini dilesin ve maruzâtýný yine salavâtla bitirsin. Zira ALLAH her iki salavâtý kabul eder. Aralarýndaki duayý býrakmayý keremine yakýþtýramaz.» demiþtir. Fâsî Delail-il-Hayrâtý þerh ederken þöyle demektedir: «Bazýlarýnca ebu Süleyman´ýn sözü þöyle tamamlanýr: Amellerinin hepsinde kabul edileni edilmeyeni vardýr. Bundan yalnýz salavât müstesnâdýr. Çünkü o makbuldür, red edilemez. T.
Bâcî ibn-i Abbas´dan þunu rivayet etmiþtir: «Allah Teâlâ´ya dua ettiðin vakit duânâ peygamber (s.a.v.)´e salavatý kat çünkü ona getirilen salavât makbuldür. Allah Teâlâ duanýn bazýsýný kabul edip bazýsýný etmemeyi keremine yakýþtýramaz.» Bundan sonra Bâcî bu sözün emsâlini ebu Talib-i Mekkî´den ve Huccet-ül-Ýslâm Gazâlî´den nakletmiþtir. Ama Irâkî: «Ben bu sözü merfû olarak bulamadým ve ancak ebu-d-Derdâ´ya mevkuftur. Bundan fazlasýný isteyen delâil þerhine müracaat etsin» demiþtir. Bundan anlaþýlýyor ki salavatýn kat´î olarak kabulundan murad a§la red edilmemesidir. Halbuki bazan kelime-i þehadet red edilir. Onun içindir ki Sunûsî ve baþkalarý bu sözü müþkil saymýþlardýr.
Selefin sözünü þuna hamletmek gerekir salavât bir duadýr. Duanýn makbul olaný olmayaný vardýr. AIIah teâlâ bazan dua eden kimseye aynen duasýný kabul etmekle bazan da hikmeti iktizasý baþkabir þeyle icabette bulunur. Hal böyle olunca salavât duanýn umumundan çýkmýþtýr. Çünkü Teâlâ hazretleri: «Gerçekten AIIah ve melekleri peygambere salat eylerler.» buyurmuþtur. Âyeti kerimedeki fiil muzaridir. Muzari teceddüdü istimrârý ifâde eder. «Yani bir þeyin devam üzere yenilendiðini bildirir.» Âyette söze isim cümlesi ile baþlanýlmýþtýr. Bu te´kid ifâde eder. Ayrýca daha fazla te´kid için te´kid edatý olan «inne» getirilmiþtir. Bu gösterir ki Allah Teâlâ rasulüne salat eylemeðe devam buyurmaktadýr. Sonra mü´min kullarýna da minnette bulunarak onlara da salavatý emir etmiþtir. Tâ ki bu suretle daha ziyade fazîlet ve þeref kazansýnlar. Yoksa peygamber (s.a.v.) Rabbül Teâla´nýn salatý ile onlarýn salavâtýndan müstaðnidir. Böylece mü´minin rabbýndan dilediði salât duasý kat´î surette makbul olur. Yani AIIah Teâlâ kendisinin peygamberine salat eylediðini haber vermesiyle makbul olur.
Sair dua nevileriyle ibadetler böyle deðildir. Ama bunda mü´minin salavâtýndan sevap kazanacaðýný veya kazanmayacaðýný iktiza eden bir þey yoktur. Bunun manasý þu istek ve duanýn geri çevrilmeyip kabul buyurulmasýdýr. Sevap ise yukarda arzettiðimiz gibi ârýza bulunmamak þartiyle verilir. Böylelikle anlaþýlýr ki selefin sözlerinde iþkâl yoktur. Ve bu sözün senedi kuvvetlidir. O da Teâlâ hazretlerinin þübhe götürmeyen ihbârýdýr. Fettah-ý âlîm Allah´ýn feyzinden olan bu muazzam yazýyý ganimet bil! Sonra gördüm ki Rahmetî dahi bunun benzerini söylemiþtir.
METÝN
Arabça olarak kendine, mü´min olan annesine babasýna ve hocasýna dua eder. Arabçadan baþka bir dille dua etmesi haramdýr. Ömrü boyunca âfiyet yahud iki cihanýn hayrýný dilemek þerlerinin giderilmesini istemek veya âdeten imkânsýz olan gökden sofra inmesi gibi þeyleri istemek haramdýr. Bazýlarý þer´an imkânsýz olan þeyleri istemenin de haram olduðunu söylemiþlerdir.
Ben derim ki: Bu sözü Nehir sahibi mâliki ulemasýndan olan imam Karafî´den nakletmiþtir. Ve Arabçadan baþka dille yapýlan dua ta´zime aykýrýdýr þeklinde ta´lilde bulunmuþtur. Sonra gördüm ki Maliki´lerden Allâme Lekaaânî Cevheret-üt-Tevhîd adlý manzumesinin üzerine yazdýðý büyük þerhinde, Karafî´nin sözünü nakletmiþ ve Arabça olmayan dil mânâsý mechuldür diye kayýtlamýþ bunu onun «Teâlâ hazretlerinin celâline aykýrý þeylere þâmil olabilir.» Þeklindeki ta´lilinden almýþ ve þöyle demiþtir: «Biz bununla mânâsý bilinenlerden ihtiraz ettik onlarýn kullanýlmasý namazda olsun baþka yerde olsun mutlak surette câizdir. Çünkü teâlâ hazretleri:
«Âdem´e bütün eþyanýn isimlerini öðretti.» buyurduðu gibi baþka bir âyette de: «Biz hiç bir peygamber göndermedik ki kendi kavminin dili ile konuþmasýn. buyurmuþtur.» Lâkin bizim mezhebimize göre nakledilen hüküm haram deðil mekruh olmasýdýr. Dürer-ül-Býhar þerhi Gurer-ül-Efkar´da bu yerde: «Arabçadan baþka bir dille dua etmek mekruhtur. Çünkü Hazreti Ömer (r.a.) Arap olmayanlarýn dýrýltýsýný men etmiþtir. Valvalciye´nin Farsça tekbir bahsinde þöyle denildiðini gördüm: «Tekbir Allah teâlâya ibâdettir. Allah Arabçadan baþka dilleri sevmez. Onun için Arabça dua etmek kabule daha yakýndýr. Binaenaleyh Riza ve muhabbet hususunda arap dili mevkiinde bulunan baþka dillerden biriyle dua edilemez.»
Bu ta´lilden anlaþýlýyor ki Arabçadan baþka bir dille dua etmek evlânýn hilâfýdýr. Ve buradaki kerâhet tenzihiyedir. Bu faslýn baþýnda görmüþtük ki imam A´zam namazda farsça kýraat câiz deðildir. Meðer ki Arabça okumaktan âciz ola. Diyen imameynin kavline dönmüþtür.
Farsça namazda baþlamaya ve diðer namazlar zikirlerini yapmaya gelince: Bunlar hilâf üzere bakidir. Ýmam A´zam´a göre bunlarla mutlak surette namaz sahih olur. Ýmameyne göre olmaz. Nitekim þârih bu meseleyi orada tahkik etmiþti. Öyle anlaþýlýyor ki imam A´zam´a göre sahih olmak kerâhete aykýrý deðildir. Ulema bunu namaza girerken baþka bir dille alýnan tekbir meselesinde açýklamýþlardýr. Diðer namaz zikirlerini ise yukarda geçenden maada mekruhtur diye açýklayan kimse görmedim. Farsça duanýn namazda kerahet-ý tahrimiye ile, namaz dýþýnda kerahet-i tenzihiye ile mekruh olmasý ihtimalden uzak deðildir. Teemmül buyurulsun ve araþtýrýlsýn!
«Þârih mü´min olan ilh...» sözü ile ebeveyni ve üstadlarýnýn kâfir olmasýndan ihtiraz etmiþtir. Çünkü onlara maðfiret duasýnda bulunmak câiz deðildir. Nitekim gelecektir. Ama hayatta iseler onlara hidâyet ve tevfik duasýnda bulunmak câizdir. Þârih´in burada «bütün mü´min ve mü´minâta da dua eder.» Cümlesini ziyâde etmesi gerekirdi. Nasýl ki Münye sâhibi böyle yapmýþtýr. Çünkü duada sünnet, onu umumî yapmaktýr. Teâlâ hazretleri: «Günahýn için istiðfar et. Erkek ve kadýn mü´minler için dua etmezse o namaz noksandýr.» Buyurulmuþtur. Nitekim Bahýr´da da böyledir.
Müstaðfirî´nin rivayet ettiði bir haberde: «Kulun Allah´ým ümmet-i Muhammed´e umumî olarak maðfiret eyle demesinden Allah´a daha makbul bir dua yoktur.» Denilmiþ bir rivayette: «Peygamber (s.a.v.) Bir adamýn Allah´ým beni afv et dediðini iþitti de: «Yazýk sana umuma dua etseydin duan kabul edilirdi. Buyurdu.» Baþka bir rivayette: «Beni afv et bana acý diyen kimsenin omuzuna dokundu sonra ona þöyle buyurdu: «Duaný umumî yap! Zira dua edilenler arasýnda hâs ve âmm herkes vardýr. Nitekim yerle gök arasýnda da öyledir.» denilmiþtir.
Bahýr nâm eserde Hâvî-l-Kudsî´den naklen þöyle demliyor: «Son oturuþun sünnetlerinden biri de din ve dünyâsýnýn iyiliði hususunda kendine. anne ve babasýna, hocalarýna ve bütün mü´minlere dilediði duayý yapmaktýr.» Bahýr sahibi sözüne devamla: «Bu gösteriyor ki Allah´ým beni, annemi ve babamý ve üstadýmý afv et dese namazý bozulmaz. Halbuki üstad kelimesi Kur´an´da yoktur. Bu, Allah´ým Zeydi afv et demiþ olsa namazýnýn bozulmamasýný iktiza eder.
«Ömrü boyunca âfiyet istemek ilh» ifâdesi de Malikilerden Karâfi´nin sözüdür. Bunu ondan Nehir sahibi nakletmiþtir: Allâma Lekkânî dahi Cevhere þerhinde nakletmiþ ve þöyle demiþtir: «Haram olan þeylerden ikincisi imkânsýz olan þeylerden birini isteyipte kendisi o anda peygamber veya velî olmamaktýr. Meselâ: Boðulmaktan emin olmak için solumaya ihtiyacý olmamasýný istemek, yahud kuvvet ve hislerinden ilelebed faydalanmak için ömrü boyunca hastalýktan âfiyet dilemek bu kabildendir. Zira ödet bunun imkânsýz olduðunu göstermiþtir. Cinsi münasebette bulunmadan çocuk veya aðaç bulunmadan yemiþ istemek de böyle olduðu gibi: AIIah´ým bana dünya ve ahiretin en hayýrlýsýný ver diye dua etmekde öyledir. Çünkü imkânsýzdýr. Bu duadan peygamberlerin menzilleri ile meleklerin mertebelerini istisnâ etmek mutlaka lazýmdýr. O kimseye velev ki ölümacýsý ve kabir yalnýzlýðý kabilinden olsun, mutlaka bazý kötü þeyler ârýz olacaktýr. Binaenaleyh bunlarýn hepsi haramdýr.
Üçüncüsü sem´î delilin kaldýrýldýðýný bildirdiði bir þeyin kaldýrýlmasýný istemektir. Meselâ: Ey rabbimiz unutur veya hata edersek bizi muâheze buyurma ilh.. diye dua etmektir. Halbuki Peygamber (s.a.v.) «Ümmetimden hata, unutma ve zorlanarak yaptýrýldýklarý þeylerin hükmü kaldýrýlmýþtýr.» Buyurmuþtur. Bunlar zaten kaldýrýlmýþken kaldýrýlmalarýný istemek hafzi tahsil olur ki edepsizliktir. Meselâ; Bize namazý ve zekâtý farz kýl, diye dua etmekte böyledir. Meðer ki hatadan, kasdî olanlarý; takat getirilemeyecek þeylerden de belâ ve musibetleri kastetmiþ olsun. Bu takdirde câizdir.» Bu ibâre kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Lekkânî diyor ki: «Bunu bazýlarý Abdülaziz bin Abdü-s-Sedâm´dan yukarda naklettiðimiz þu sözü bile red etmektedir: «Bir þeyden ne ile kurtulunacaðý bilinirse onunla dua etmek câizdir.» Onun için þârih: «Bazýlarý þer´an imkânsýz olan þeyleri istemenin de haram olduðunu söylemiþlerdir.» demiþtir. Çünkü duanýn en güzeli Kur´an ve hadiste bildirilmiþ olanýdýr. Ey Rabbimiz bizi müâheze etme ilh... âyeti kerimesi bu kabildendir. Binaenaleyh ondan nasýl men edilir demek istemiþtir. Dua hâsýlý tahsilden ibâret olsa idi Peygamber (s.a.v.)e salavât getirmekle onun nâmýna vesileyi istemekle, mü´minin bizi doðru yola ilet demesiyle, þeytan ve kâfirlere lanetle vesair aciz ve kulluk gösteren yahud peygamberimize veya dîne muhabbet bildiren ve kâfirlerin yaptýklarýndan nefret ifâde eden sözlerle dua caiz olmazdý. Bir kimsenin Yarabbi beni adam et gibi faydasýz bir sözle. yahud ehil olmadýðý bir þeyi istemek gibi Allah´a tahakküm ifade eden bir sözle veya müstahili istemekle duada bulunmasý böyle deðildir. Zira duada haddini aþmak kabilindendir.
Allah Teâlâ: «Rabbinize yalvararak ve gizleyerek dua edin çünkü o mütecâvizleri sevmez.» buyurmuþtur. Rivayete göre Abdullah bin Mugeffel (r.a.) oðlunu: Yarabbi ben senden cennete girince sað tarafta kalan beyaz köþkü isterim diye dua ederken iþitmiþte: «Oðlum Allah´ dan cenneti iste cehennemden de AIIah´a sýðýn çünkü ben Rasûlüllah (s.a.v.): Bu ümmetin içinde abdest suyunda ve duada haddini tecavüz eden bir cemaat gelecektir buyururken iþittim.» demiþtir,
METÝN
Hak olan, kâfire maðfiret duasýnda bulunmanýn haram olmasýdýr. Bütün mü´minlerin bütün günahlarýnýn baðýþlanmasýna dua etmek haram deðildir. Bahýr. Kur´an ve sünnette zikri geçen dualarý okur. Ýnsan sözüne benzeyen dualarý okumaz. Bu hususta ulemanýn sözleri bilhassa musannýfýn söylediði sakýttýr.
ÝZAH
«Þârih´in hak olan ilh...» sözleri imam Karâfî ile ona tâbi olanlara red cevabýdýr. Karâfî þöyle demiþtir: «Kâfire maðfiret duasýnda bulunmak küfürdür. Çünkü haber verdiði þeyler hususunda Allah Teâlâ´yý yalancý çýkarmak istemiþ olur. Bütün mü´minlerin bütün günahlarýnýn afv edilmesine dua etmekde haramdýr. Çünkü bunda da mü´minlerden bir taifesinin günahlarý sebebiyle mutlakacehennemde azâp göreceklerinin ve ondan ya þefaatla yahud baþka bir sebeple çýkacaklarýný açýklayan sahih hadisleri yalanlamak vardýr. Ama bu küfür deðildir. Çünkü haber-ý vahidle kat´iyi yalanlamak arasýnda fark vardýr.
Karâfî´ye birinci kavli hususunda Hýlye sahibi inb-i Emir Hâcc muvafakat etmiþ. Ýkinci kavlinde ise kendisine muhalefette bulunmuþtur. O bunu tahkik ederek meþhur bir mesele üzerine kurulduðunu bildirmiþtir. Mesele þudur: Acaba tehditten dönmek AIIah Teâla hakkýnda câizmidir deðilmidir? Mevâkýf ve Mekâsýttan anlaþýldýðýna göre Eþariler câiz olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü bu bir noksan sayýlmaz bil´akis cömertlik ve keremdir.
Taftazâni ile baþkalarýnýn açýkladýklarýna göre muhakkýk ulema bunun câiz olmayacaðýna kaildirler. Yani sahih kavlin bu olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü AIIah Teâlâ için müstehildir. Teâlâ hazretleri: «Ben size önceden tehdid göndermiþtim. Bende söz deðiþmez bir olur.» Baþka bir âyette «Allah aslâ vaadinden dönmez.» buyurmuþtur.Buradaki vaadden murad tehdittir. En münasibi hassaten müslümanlar hakkýndaki tehditten dönmenin câiz olduðunu. kâfirler hakkýndaki tehditten dönmenin câiz olmadýðýný tercih etmektir. Câiz deðildir diyenlerin delilleriyle câizdir. Diyenlerin delilleleri, bu suretle birleþtirilmiþ olur.
Câizdir diyenlerin en açýk delili: «Þübhesiz Allah kendisine þirk koþulmasýný afv etmez. Ama bundan aþaðýsýný; dilediðine afv eder.» Âyeti kerimesi ile Ýbrahim aleyhisselâmdan naklen: «Yarab beni, annemle babamý ve mü´minleri hesap gününde baðýþla.» âyetidir. Teâlâ hazretleri: bunu bizim Peygamberimize de: «Günahýndan dolayý istiðfar et! Mü´minlerle mü´minelere de istiðfarda bulun.» âyeti kerimesi ile emir buyurmuþtur. Ýbn-i Hýbbân´ýn sahihinde beyân edildiði vecihle bunu Peygamber (s. a.v.) fiilen dahi yapmýþ: «Yarabbi Âiþe´nin gelmiþ geçmiþ gizli ve âþikâra bütün günahlarýný afv et!» diye dua etmiþ sonra «her namazda ümmetim için benim duam budur.» buyurmuþtur.
Bu kavlin hulâsasý þudur: Tahsisi câizdir. Çünkü lafýz lügat itibariyle tehdit delillerinde umuma delâlet eder. Bu sahih delillerde mü´minlerin bazýlarýnýn cehenneme girerek günahlarýndan dolayý azâp edileceðini bildirmesine aykýrý deðildir. Çünkü maksat bütün mü´minlerin bütün günahlarýnýn afvý câiz olmasýdýr. Bütün mü´minlere bunun yapýlacaðýný; katiyetle hüküm vermek deðildir.
Böyle duanýn câiz olmasý vukuunun câiz olmasýna mebnidir. Yoksa vukuuna kat´i olarak hüküm vermeðe mebni deðildir. Hýlye´deki uzun sözün kýsasý budur. Hâsýlý þudur ki tehditten dönmenin câiz olmadýðýný bildiren deliller mü´minlerden baþkasýna mahsustur. Mü´minler hakkýnda ise aklen bu câizdir. Binaenaleyh maðfiretin bütün mü´minlere þâmil olmasýna dua etmek caizdir; velev ki vâki olmasýn. Çünkü sahih deliller mü´minlerden bir taifenin mutlaka azap edileceðini bildirmektedir. Duanýn câiz olmasý aklî cevaza ibtina eder. Lâkin buna þöyle itiraz edilebilir:. Acýk nâslarla sabit olan bir þeyin þer´an yokluðu câiz deðildir.
Lekânî übbî ile Nevevî´den âsilerden bir cemaat hakkýnda tehdîdin mutlaka geçerli olacaðýna icmâ-i ümmet bulunduðunu nakletmiþtir. Hal böyle olunca bu duayý yapmak, yarabbi bize orucu ve namazý farz kýlma dememize benzer. Bir de bundan kâfir olarak ölen kimseyede maðfiret duasýndabulunmanýn câiz olmasý lazým gelir. Meðer ki: Mü´minlere bununla dua etmek ancak din kardeþlerine fazla müþfik olduðunu göstermek için câizdir. Kâfirler böyle deðildir. Bize orucu farz kýlma diye dua etmek böyle deðildir; denile! Çünkü AIIah ve Rasûlünun düþmanlarýna dua etmek çirkindir.
Tâattan býkkýnlýk göstermek de çirkindir. Ama bununla o kimse âsi olur. Bahýr sahibinin tercihine göre kâfir olmaz. Bahýr sahibi hak budur demiþ þârih de ona tabi olmuþtur. Lâkin bu söz þirki afvýn aklen câiz olduðuna mebnidir. Tehditten dönmek câizdir sözüde buna mebnidir, gördük ki sahih olan bunun hilâfýdýr. Binaenaleyh kâfire dua küfürdür. Çünkü aklen ve þera´n câiz deðildir. Bir de kat´î delilleri tekzip etmiþ olacaðý için câiz deðildir. Mü´minler için dua etmek böyle deðildir.
Binaenaleyh hak olan Hýlye´dekidir. Fakat bizim naklettiðimiz vecihledir. Halebî´nin naklettiði vecihle deðildir.
«Kur´an ve sünnette zikri geçen dualarý okur.» Musannýf burada Kenz´in sözünden ayýlmýþtýr. O: «Kur´an´a benzeyen dualarý okur.» demiþtir. Çünkü Kur´an mucizedir. Ona hiç bir þey benzemez. Bahýr sahibi kenz nâmýna cevap vermiþ: «O nefsi duayý kast ettiði için benzeyen demiþtir. Kur´an okumayý kast etmemiþtir.» demiþtir. Yani Kur´an okumayý niyet etmemiþtir demek istemiþtir.
Mi´rac´ta bâbýn evvelinde: Rükû, sücûd ve teþehhüdde Kur´an okumak dört mezhep imamlarýnýn ittifaký ile mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a. v.): Ben rükû veya sücûd hâlinde Kur´an okumaktan men edildim buyurmuþtur. Bu hadisi Müslim rivayet etmiþtir.» denilmektedir. Ýmdât nâm eserin sünnetler bahsinde me´sûr dualardan bir haylisi zikir edilmiþtir. Ona müracaat kolay olduðu için burada o dualarý zikir etmedik.
T E T Ý M M E: Namazda bellenmiþ dualarý okumak gerekir. Namaz dýþýnda ise hatýrýna gelen sözlerle dua eder. Dua ezberlenmez. Çünkü onu ezberlemek kalbin rikkatini giderir. Bunu Muhit´ten naklen Hindiye sahibi söylemiþtir.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:47:08
METÝN
Muhtar olan kavli Halebî söylemiþtir ki o do Kur´an veya hadisde geçen duânýn namazý bozmamasýdýr. Bunlardan birinde olmayan dua için bakýlýr: Halktan istenmesi mümkün deðilse namazý bozmaz. Mümkün ise teþehhüd miktarý oturmadan önce okunduðu takdirde namazý bozar. Aksi takdirde bir namaz secdesi býraktýðýný hatýrlamadýkça kerahet-i tahrimiye ile namaz tamam olur.
Binaenaleyh maðfiret dilemekle mutlak surette namaz bozulmaz. Velev ki amcamý veya Amrý afv et diye dua etsin. Mal ile kayýtlamamak þartiyle rýzk ve emsâli de öyledir. Çünkü mecâzen kullar hakkýnda kullanýlýr. Sonra yanaðýnýn beyazý görülünceye kadar saðýna ve soluna selâm verir. Aksini yaparsa sâdece saðýna selâm verir. Yüzünün karþýsýna selâm verirse sol tarafýna bir selâm daha verir. Sol tarafa selâm vermeyi unutursa kýbleye arkasýný dönmedikçe esah kavle göre o selamý verir.
ÝZAH
Kur´an veya hadisde geçen dua mutlak surette namazý bozmaz. Yani ister «beni afv et» gibi kullardan istenmesi mümkün olmayan dualardan isterse, «bana yerde biten bakla, hýyar, sarmýsak, soðan ve mercimek ver.» gibi kavillerden istenmesi mümkün dualardan olsun namaz bozulmaz. Bu sözle Fazlî´ye red cevabý verilmiþtir. O Kur´an´da olmayan dualarla mutlak surette namazýn bozulacaðýný söylemiþtir. Kur´an veya hadisde olmayan bir dua «Amcamý veya Amrý afv et» gibi kullardan istenmesi mümkün olmayan þeylerdense Fazlî´nin kavline muhalif olarak namazý bozmaz.
«Yarabbî bana bakla, hýyar sarýmsak ve soðan rýzký ver,» yahud «filanýn kýzýný ver» gibi kullardan istenmesi mümkün þeylerden ise teþehhüd miktarýndan önce okuduðu takdirde namazý bozulur. O miktar oturduktan sonra okursa kerahet-i tahrimiye ile namazý tamam olur. Fakat bunun için üzerinde namaz secdesi bulunmamak þarttýr. Böyle bir secde bulunduðunu hatýrlarsa namaz bozulur. Çünkü o secdeyi yapmaða mâni bulunmuþtur. O da mezkûr duadýr.
Tilâvet secdesi ile sehiv secdesi böyle deðildir. Çünkü namazýn.sahih olmasý bu secdeleri yapmaða baðlý deðildir. Binaenaleyh onlarý yapmasada okuduðu dua ile namazý tamamlanýr. Çünkü bu secdeler vacipdir. Namaz secdesi ise rükündür (farzdýr). Hatta bu secdeleri yapmýþ olsa hükümsüz kalýrlar. Çünkü namazdan çýktýktan sonra yapýlmýþ olurlar. Nitekim üzerinde tilavet veya sehiv secdesi olduðunu hatýrlayarak selam verse namaz tamam olur. Çünkü bütün erkânýný tamamlayarak namazdan çýkmýþtýr. Gerçi oturuþ ve teþehhüdün hükmünü kaldýrmak hususunda tilâvet secdeside namaz secdesi gibidir derler ama bu mezkûr secdeleri selâm vererek veya konuþarak namazdan çýkmadan önce yaptýðýna göredir. Bahis mevzuumuz olan bunun hilâfýnadýr. Burada tilâvet secdesi ancak açýk bir hatadýr nitekim Rahmetî tenbih etmiþtir.
«Mal ile kayýtlamamak þartiyle rýzk ve emsali de öyledir.» Meselâ: Kullardan istenmesi mümkün olmayan bir þeyle kayýtlanarak söylenirse namaz bozulmaz. «Bana haccý rýzk ile; bana seni görmek rýzkýný nasib eyle.» gibi dualar bu kabildendir. Fakat mal ile kayýtlarda «bana þu kadar mal ver» derse namaz bozulur. Hulâsa ve Nehir´de bu tafsilat esah kabul edilmiþtir.
Ben derim ki: Rýzýk kelimesini mutlak söylese dahi hüküm budur. Çünkü Kur´an´da: «Bize rýzýk ver. Sen en hayýrlý rýzýk verensin.» buyurulmuþtur. Hidâye sahibi« bana rýzýk ver.» diye dua etmenin namazý bozacaðýný söylemiþtir. Çünkü Arablar «Razek-el-emîr-ül-Cünde» «Kumandan askeri rýzýklandýrdý.» derler.
Feth-ul-kadîr´de ise þöyle denilmiþtir: «Burada namazýn bozulmuyacaðý tercih edilir. Çünkü hakikatta rýzký veren Allah Teâlâdýr. Onun kumandana nisbet etmek mecâzdýr.» Münye þârihi dahi: «Zira ehli sünnete göre rýzýk hayvana gýda olan þeydir. Mahlukun gücü ancak bu rýzký hayvana ulaþtýrmaya yeter. Onun için rýzký mal ile kayýtlayarak «bana mal rýzk eyle!» derse hilâfsýz namazý bozulur.» demiþtir. Bu izâha göre «bana ikram et» yahud bana in´am eyle» derse namazýn bozulmasý gerekir. Zira filan filâna ikram etti. Yahud in´am eyledi denilir. Þu kadar var ki Muhit´te asýldan naklen bozulmayacaðý söylenilmiþtir. Çünkü bu sözün mânâsý Kur´an´da vardýr.
Teâlâ Hazretleri: «Rabbi insaný imtihan ederek ona ikram ve in´am da bulunduðu vakit ilh» buyurmuþtur. Kezâ: «Bana mal ile imdâd eyle» dese namaz bozulmaz. Ama «benim iþimi düzelt» derse iþ kelimesini mutlak söylediðine bakarak onu kullardan istemek imkânsýz olur.» Kýsaltýlarak nakledilmiþtir.
T E N B Ý H: Bahýr´da fetevâ-l-Hucce´den naklen þöyle deniliyor: «Bir kimse Allah´ým zalimlere lanet et» dese namazý bozulmaz. Ama «Allah´ým filana lânet et» dese namazý bozulur.» yani zalime beddua haramdýr. Velev ki lânet kullardan mümkün olmayan bir fiil olsun. Onun için konuþmak hükmüne girer. Yahud lanet kullarýn yapamayacaðý bir fiil deðildir. Buna delil: «Allah´ýn, meleklerin ve bütün insanlarýn laneti onlarýn üzerine olsun.» âyeti kerimesidir. Zalimlere lanet tabiri ise Kur´an´da mevcuttur.
«Yanaðýnýn beyazý görününceye kadar» ifâdesinden murad: Arkasýnda oturanýn görmesidir. Bunu Halebî söylemiþtir. Bedâyî´de þöyle deniliyor: «Ýki tarafa selâm verirken yüzü çevirmekte mübalaða sünnettir. Sað tarafa selâm verirken sað yanaðýnýn beyazý, sol tarafa selam verirken de sol yanaðýnýn beyazý görülmelidir.» «Aksini yaparsa» yani kasden veya unutarak evvelâ sol tarafa selâm verirse arkasýna sað tarafa selâm vermekle yetinir. Ýkinci defa sol tarafa selam vermez. «Karþýsýna selâm verirse sol tarafýna bir selâm daha verir.» «Yani evvela önüne sonra soluna selâm verirse dönerek saðýna selâm verir solunada tekrar selâm verir.» sol tarafa selâm vermeyi unutursa esah kavle görede kýbleye arkasýný dönmedikçe yahud konuþmadýkça o selâmý verir.
Esah kavlin mukabili bahýr sahibinin söylediðidir: Ona göre kýbleye arkasýný dönse bile mescidden çýkmadýkça o selâmý verir. Kýnye´de «sahih olan kavil birincisidir.» Denildiði için þârih Bahýr sahibinin sözünü terk etmiþ ve sahih yerine esah kelimesini kullanmýþtýr.
METÝN
Tahrime bir selâmla kesilir. Burhan bu evvelce geçmiþti. Tatarhaniye de bildirildiðine göre namazda ikiþer meþru olan þeyin birisi için ikinin hükmü vardýr. Binaenaleyh Namazdan çýkmak iki selâmla olduðu gibi bir selâmla dahi olur. Ve keza bir rekat iki secde ile olduðu gibi bir secde ile de tamam olur.
Yukarda geçtiði vecihle cemâat olan kimse teþehhüdü bitirdi ise imamla beraber selâm verir. Ama imamýn selâm vermesi gibi bir fiili ile cemaat olan namazdan çýkmaz. Ancak imam kahkaha ile güler veya kasden abdestini bozarsa onunla cemaat namazdan çýkar. Çünkü o namazýn hürmeti kalmamýþtýr. Selâmda vermez. Þâyet cemaat olan teþehhüdü imamýndan evvel tamamlarda konuþursa câizdir. Yalnýz mekruhtur. Namaza zýd bir þey ârýz olursa yalnýz imamýn namazý bozulur. Cemaat olan kimse selamý imamla birlikte verir, nasýl ki tahrimeyi de imamla beraber yapar, Ýmameyn: «Gerek tahrimede gerekse selâmda efdal olan cemaatýn imamdan sonraya kalmasýdýr.» demiþlerdir.
ÝZAH
«Tahrime bir selâmla kesilir.» (yani bir tarafa selam vermekle tahrimenin hükmü kalmaz. Namazbiter.) Bu mesele evvelce namazýn vacipleri bahsinde geçmiþti orada þârih þöyle demiþti: «Mezhebimizin Meþhur olan kavline göre imama uymak ilk selâmla - AIeykum demeden önce - sonuna erer.» yani o selâmdan sonra imama uymak câiz deðildir. Çünkü namazýn hükmü bitmiþtir. Bu söz yanýlmayan hakkýndadýr. Yanýlan ise selâmdan sonra secde-i sehiv yaparsa namazýn hürmetine döner. T. (yani secde-i sehiv yapýnca tekrar namaza döner, namaz kýlan hükmünü alýr. Ona uymakta sahih olur.)
«Namazda ikiþer meþru olan þey»den murad peþ peþine meþru olanlardýr ki bunlar selâmla secdeden ibârettir. Kýyâm ve rükû gibi þeyler namazda tekerrür etseler de araya fâsýla girdiði için burada maksat onlar deðildir.
Bir rekat iki secde ile tamam olduðu gibi bir secde ile de tamam olur. Hatta farzda yapýlarak son oturuþtan önce ayaða kalksa o rekatý secde ile tamamladýðý takdirde farz bâtýl olur. Cemâat olan kimse teþehhüdü bitirdi ise imamla beraber selâm verir. Çünkü selâm vermek hususunda imama tabi olmak vacip ise de içinde bulunduðu vacibi tamamlamaktan daha evlâ deðildir. Acaba ettahiyyatüyü tamamlamak vacib mi yoksa evlâmýdýr? Bu hususta evvelce söz etmiþtik. Söz ettiðimiz yer musannýfýn: «Cemaat tesbihleri tamamlamadan imam baþýný kaldýrýrsa ilh...» dediði yerdir.
«Ýmamýn selâm vermesi gibi bir fiiliyle cemaat olan namazdan çýkmaz.» O hâlâ namazdadýr. Ve selâm vermesi icâp eder. Hatta selâm vermeden kahkaha ile gülerse abdesti bozulur. Bu hüküm þeyhayna göredir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Ýmamýn selâm vermesi gibi bir fiilinden murad namazý bozmayýp tamamlayan fiildir. Zira oturuþtan sonra selâm verse veya konuþsa namazý bitmiþtir. Fakat bozulmamýþtýr. Kahkaha ile gülmek veya kasten abdest bozmak böyle deðildir. Çünkü bununla namazýn hürmeti kalmaz. Ýmamýn namazýnýn hangi cüzüne rastlarsa o cüzünü bozar. Cemaatýn namazýndan da ona muttasýl olan cüzü bozulur. Ancak o kimse namaza yetiþmiþse namazý bozan þey rükünler tamam olduktan sonra ârýz olmuþtur. Binaenaleyh imamýn namazýna zarar etmediði gibi onun namazýna da zarar etmez. Lâhik veya mesbûk olursa iþ deðiþir.
Ýmam kasden abdesti bozarsa cemâatýn da namazý bozulur. Fakat kendi taksiri olmaksýzýn abdesti bozulursa abdest alarak namazýna devâm eder. Sonra selâm verir. Cemâatta ona tabi olur. «Selam da vermez.» ifâdesinden murad: Ýmam da cemâat ta olabilir. Çünkü bil´ittifak namazdan çýkmýþlardýr. Hatta ondan sonra cemâat kahkaha ile gülse abdesti bozulmaz.
Þâyed cemâat olan teþehhüdü imamýndan evvel tamamlarda selâm vermek. konuþmak veya ayaða kalkmak gibi kendisini namazdan çýkaran bir þey yaparsa namazý sahihtir. Çünkü bunu namazýn rükünleri tamam olduktan sonra yapmýþtýr. Gerçi imam henüz teþehhüdü bitirmemiþtir, takat teþehhüd miktarý oturmuþtur. Çünkü oturuþun farz miktarý mümkün olan en sür´atli okuyuþla teþehhüdü okuyacak kadar zamandýr. Bu da hâsýl olmuþtur. Cemaat olan kimsenin kerahet iþlemiþ olmasý özrü yokken imama tâbi olmayý terk ettiðindendir. Bir özürle terk ederse meselâ: Abdesti bozulacaðýndan, Cuma vaktinin çýkacaðýndan veya önünden bir kimse geçeceðinden korkardayaparsa kerahet yoktur. Nitekim ilerde gelecektir.
«Namaza zýd bir þey ârýz olursa« yani 12 meselede olduðu gibi kendi taksiri bulunmaksýzýn bir þey ârýz olursa yalnýz imamýn namazý bozulur aksi takdirde yani kahkaha ile güler veya kasden abdestini bozarsa imamýn namazý da bozulmaz. Nitekim yukarda geçmiþti. Namaza zýd bir þey ârýz olduðu vakit yalnýz imamýn namazýnýn bozulmasý cemaat olan konuþtuðu için daha önce namazdan çýkmýþ bulunduðundandýr. Namaza zýd olan þey o çýktýktan sonra ârýz olmuþtur. Bu adam kahkaha ile güler veya kasden abdestini bozarsa imamýn namazý da bozulmaz.
Ýmameyn her ikisinde cemaatýn imamdan sonraya kalmasýnýn efdal olduðunu söylemiþlerdir. Bundan anlaþýldýðýna göre buradaki hilâf efdal olmasý hususundadýr. Sahih olan da budur. Nehir.
Bazýlarý câiz olup olmadýðýndadýr, demiþlerdir. Hatta ebu Yusuf´tan nakledilen iki rivayetten birine göre imamla beraber namaza baþlamak sahih deðildir. Ýmam Muhammed´e göre ise isâet sayýlýr. Nitekim Bedâyi ile Kuhistâni´de de böyle denilmiþtir. Serahsi: Ýmam-A´zam´ýn kavli daha ince ve daha güzel imameynin kavli ise daha elveriþli ve daha ihtiyattýr.» demiþtir.
Mervezî´nin Avn adlý eserinde bildirildiðine göre namaza giriþin sahih olmasý hususunda fetva için tercih edilen kavil Ýmam-A´zam´ýn kavli, efdaliyet hususunda ise imameynin kavlidir. Tatarhâniye´de Müntekâ´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Ýmam-A´zam´ýn kavline göre buradaki beraberlik yüzüðün parmakla beraberliði gibidir. Ýmameynin kavline göre sonralýktan murad cemaatýn Allah kelimesinin hemzesini ekberin râsýna eklemesidir. Hilâfýn fâidesi iftîtah tekbirinin fazîletine yetiþme vakti hakkýnda kendini gösterir. Ýmam-A´zam´a göre bu fazîlet beraberce tekbir almakla. Ýmameyne göre sübhânekeyi okunduðu vakit tekbir almakla hâsýl olur.
Bazýlarý: «imama uyan orada ise imam üç âyet okumadan namaza baþlamakla orada deðilseydi âyet okumadan baþlamakla olur.» demiþlerdir. Faziletin ilk rekata yetiþmekle hâsýl olacaðýný söyleyenler de vardýr. Bu kavil daha suhûletbahþdýr. Sahih olan budur.
Hulâsa´da bildirildiðine göre bazýlarý fazîletin Fatiha´ya yetiþmekle kazanýlacaðýný söylemiþlerdir. Muhtar olan kavil budur. Hulâsa sahibi sâdece tahrime ve selâmý zikir etmekle yetinmiþtir. Bu þunu gösterir ki bütün namaz fiillerinde cemaatýn imamla birlikte hareket etmesi bil´icma efdaldir. Bazýlarý hilâf üzere olduðunu söylemiþlerdir. Nitekim Hýlye ve diðer kitablarda hakâiktan naklen böyle denilmiþtir.
METÝN
Saða, sola selâm verirken es-Selâmü aleyküm verahmet-ül-llah dýr. Sünnet budur. Haddâdî aleyküm selam demenin mekruh olduðunu söylemiþtir. Burada
veberakâtühü kelimesini de söylemez. Nevevî bunu bid´at saymýþ fakat Halebî red etmiþtir. Hâvî´de ise güzel olduðu söylenilmiþtir.
Ýkinci selâmýn birinciden daha alçak söylenmesi sünnettir. Münye sahibi bunun imama mahsus olduðunu söylemiþ musannýfta tasdik etmiþtir. Ýmam velev ki cin veya kadýnlar olsun namazýnda kendisi ile beraber olanlardan saðýndakileri ve solundakileri niyet eder. Teþehhüdde ki selâm isekarþýsýndakilere hitap olmadýðý için umumidir.
ÝZAH
Her iki tarafa selâm verirken es-Selâmü aleyküm verahmet-ül-llah demek sünnettir.
Bahýr sahibi diyor ki: «En mükemmel surette selam vermek iki defa es-Selâm-ü aleyküm verahmet-ül-llahi demekle olur. Sadece es-Selâmü aleyküm yahud es-Selam veya selamün aleyküm yahud aleyküm-üs-Selam dese kâfidir. Ama sünneti terk etmiþ olur. Sirâc sahibi Aleyküm-üs-Selam demenin mekruh olduðunu söylemiþtir.»
Ben derim ki: Onun sadece bunu söylemesi sünnete muhâlif olan mekruh diðer sözlerinde mekruh olmasýna aykýrý deðildir.
Burada tâbirinden murad namazdan çýkarken verilen selamdýr. Teþehhüddeki selam bunun gibi deðildir. Nasýl ki aþaðýda gelecektir. Halebî Münye þerhi Hýlye´de Nevevî´nin bu bid´attýr. «Bu bapta sahih hadîs yoktur. Bil´akis terki hakkýnda bir çok hadisler vardýr.» sözünü naklettikten sonra þunlarý söylemiþtir: «Lakin bu hususta Nevevi´ye itiraz olunur. Çünkü Ebu Davud´un süneninde Vail bin Hücür´dan sahih isnadla bir Mes´ud´dan hadis rivayet edildiði gibi ibn-i Hibban´ýn sahihinde dahi Abdullah bin Mes´ud´dan hadis rivayet olunmuþtur.» Bundan sonra Halebi þöyle demiþtir: «Meðer ki bunlar þâzdýr, diye cevap verilsin velev ki mahrecleri sahih olsun.» Nitekim Nevevi Ezkar adlý eserinde bu yoldan yürümüþtür.
Havi´den murad: el-Havi-l-Kudsi´dir. Ýbaresi þöyledir: «Bazýlarý veberakâtühü kelimesini de ziyade etmiþlerdir. Bu daha güzeldir.» Havi baþka bir yerde de: «Veberekâtühü denileceði de rivayet edilmiþtir.» demiþtir.
«Ýkinci selamýn birinciden daha alçak söylenmesi sünnettir.» Bu sözden anlaþýldýðýna göre birinci selam dahi alçak sesle verilir. Yani hâcetten fazla baðýrýlmaz. Bu nisbeten alçak ses sayýlýr. Yoksa hakikatte o âþikâra söylenir. Maksat her iki selam âþikâra verilir yalnýz ikincisi birinciden daha alçak tutulur demektir. Bazýlarý ikinci selamýn tamamen gizli verileceðini söylemiþlerse de esah olan birincisidir. Çünkü cemaatýn ikinci selamý iþitmeye ihtiyacý vardýr. Zira bunun birinciden sonra ki mi yoksa birinci mi olduðunu bilemez. Üzerinde secde-i sehiv varsa þaþýrýr bunu Münye þârihi söylemiþtir. Bedayi´de þöyle denilmiþtir: «Sünnetlerden birinde imamýn selamý âþikâra vermesidir. Çünkü selam namazdan çýkmak için verilir. Binaenaleyh mutlaka cemaate bildirmek lazýmdýr.
Ýmam sâir sünnetlerde olduðu gibi burada da sünneti yerine getirmiþ olmak için selam vermeyi niyet eder. Onun içindir ki Þeyh-ul-Ýslâm: «Bir kimse namaz dýþýnda birine selam verdiði vakit sünneti niyet eder. Sadr-ul-Ýslâm´ýn itirazý bununla def edilmiþ olur. O imamýn niyete muhtaç olmadýðýný çünkü âþikâra selam verip cemaate iþarette bulunmak ibadeti yerine getirmek için niyet sayýlmayý gerektirmez. Niyet mutlaka lazýmdýr.
Ben derim ki: Þu da var: Namazdan çýkmak için selam vermek vacip olunca bu selamdan asýl maksat namaz kýlanlara hitap deðil namazdan çýkmaktýr. Hitap bizzat maksat olmayýnca da vacipolan namazdan çýkma üzerine ziyade edilen sünneti yerine getirmek için niyet lazýmdýr. Çünkü niyet olmazsa selam sýrf namazdan çýkmak için olur. Tahiyye manasý kalmaz.
Cumhurun kavline göre imam selam verirken yanýndakileri niyet eder. Bazýlarý bütün mesciddekileri niyet edeceðini bir takýmlarý da teþehhüd selamý gibi bunun da umumi olduðunu söylemiþlerdir. Hýlye.
Kadýnlar kelimesini imam Muhammed Asýl nâmýndaki eserinde zikir etmiþtir. Birçok kitablarda zamanýmýzda imam kadýnlarý niyet etmez denilmiþse de bu söz kadýnlarýn cemaata gelmelerine mebnidir. Binaenaleyh imam Muhammed´in sözüne muhâlif deðildir. Zira hüküm cemaata gelip gelmemelerine göredir. Hatta cemaata hunsâlarla çocuklar gelirse imam onlarý dahi niyet eder. Bunu Hýlye ve Bahýr sahipleri kaydetmiþlerdir. Lâkin nehirde: «Kadýnlar cemaata gelse bile imam onlarý niyet etmez. Çünkü onlarýn cemaata gelmeleri mekruhtur.» denilmiþtir.
Teþehhüdün selamý umumîdir. Onun içindir ki bir hadisi þerifte þöyle buyurulmuþtur: «Kul es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâd-il-Ilâh-is-Salihîn dediði vakit bu selam yerde gökte Allah´ýn her sâlih kuluna isâbet eder.»
METÝN
Peygamberlere iman meselesinde olduðu gibi her iki tarafa selam verirken adet tayin etmeksizin hafaza meleklerini de niyet eder. Musannýfýn cemaatý meleklerden önce zikir etmesi muhtar kavle göre Âdem oðullarýnýn havâs takýmý -ki bunlar peygamberlerdir- bütün meleklerden efdal, Âdem oðullarýnýn avâm takýmýnýn - ki maksad takvâ sahipleridir - meleklerin avâmýndan efdal olduðu içindir. Takvâ sahiplerinden murad: Fâsýklar gibi yalnýz þirkten sakýnanlardýr. Nitekim Bahýr´da Ravza´ dan naklen böyle denilmiþ musannýf da bunu tasdik etmiþtir.
Ben derim ki: Mecma-ul-enhur´de Kuhistânî´ye uyarak: «Ekser ulemaya göre insanlarýn havâs takýmý ile orta dereceli olanlarý meleklerin havâsý ile orta dereceli olanlarýndan efdaldir.» denilmiþtir. Acaba hafaza melekleri deðiþirler mi deðiþmezler mi? Bu hususta iki kavil vardýr.
ÝZAH
Musannýf ketebe melekleri demeyip hafaza melekleri tabirini kullanmýþ ve mükellef insanýn amellerini koruyan kiramen kâtibin meleklerine ve kezâ mükellefi koruyan cinlere - ki bunlara muakkýbât derler - ve her namaz kýlana þâmil olmasýný istemiþtir. Zira sabinin ketebe melekleri yoktur. Bunu Hýlye ve Bahýr sahipleri söylemiþlerdir. Bu hususta ileride söz edilecektir. Birde burada imamdan bahis edilmektedir. Sabîden imam olamaz. Meleklerde adet tayin etmemesi bu mesele ihtilâflý olduðu içindir. Bazýlarý: «Her mü´minin yanýnda iki hafaza meleði vardýr.» demiþ; bir takýmlarý dört, daha baþkalarý beþ melek olduðunu söylemiþlerdir. On hatta yüz altmýþ melek olduðunu söyleyenlerde vardýr. Meselenin tamamý Münye þerhlerindedir.
Peygamberlere iman hususunda da adet tayini yoktur. Çünkü sayýlan kati olarak mâlûm deðildir. Binaenaleyh: «Bütün peygamberlere iman ettim. Evveli Âdem. Ahýrý Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi ve aleyhim ecmaîn» demelidir. Mi´rac peygamberlerin 124 bin rasûl olanlarýnýn (313) olduðuna inanmak vacip deðildir. Çünkü bu babtaki delil haber-i vahittir.
Musannýf cemaatý meleklerden önce zikir etmiþ; cinlerden bahis etmemiþtir. Çünkü cinler meleklerden efdal deðildir. Önce zikir etmekle o Fahr-ul-Ýslâm´ýn sözüne iþaret etmiþtir. Fahr-ul-Ýslâm: «Önce zikir etmenin ehemmiyet vermekte te´siri vardýr.» demiþtir. Onun içindir ki ulemamýz nâfile ibâdetler vasiyet eden kimsenin vasiyetini yerine getirirken o kimsenin sözüne bakýlýr. Evvelâ neyi vasiyet etti ise icraata ondan baþlanýr demiþlerdir.
Takvâ sahiplerinden murad: «Fâsýklar gibi yalnýz þirkten sakýnanlardýr.» Ýfâdesindeki «yalnýz» kelimesini atmak daha iyidir. O zaman mana þöyle olur: Takva sahiplerinden murad: Fasýklar gibi þirkten sakýnanlardýr. Günahdan da sakýnmasý veya sakýnmamasý müsavidir. H.
Ravzadan murad: Zendustî´nin Ravzat-ül-ulema adlý eseridir. Bu eserde þöyle denilmiþtir: «Bütün ulema ittifak etmiþlerdir ki peygamberler bütün mahlukatýn en fazîletlisi, peygamberimiz sallellahü aleyhi vesselem de onlarýn en fazîletlisidir. Peygamberlerden sonra mahlukâtýn en hayýrlýsý dört büyük melek ile arþ-ý âlâyý taþýyanlar .ruhâniler. Ridvân ve Malik´tir. Sahabe, tâbiîn, þehidler ve sulehâ sair meleklerden efdaldirler. Bundan sonra ihtilaf etmiþler; Ýmam-A´zam: «Sair müslümanlar sair meleklerden efdaldir.» demiþ; imameyn ise sâir meleklerin efdal olduðunu söylemiþlerdir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Hulâsa: Zendustî insanlarý üç kýsma ayýrmýþtýr:
Birinci kýsým : Havâs olup peygamberlerdir.
Ýkinci kýsým : Sahâbe ve baþka sulehadan müteþekkil orta kýsýmdýr.
Üçüncüsü : Sâir avâm takýmýdýr.
Melekleri de havas ve gayri havas olmak üzere ikiye ayýrmýþtýr.
Havas takýmý zikir ettikleridir.
Gayr-ý havas geri kalan meleklerdir.
Ona göre insanýn havâs takýmý bütün meleklerden efdaldir. Onlardan sonra fazîlet hususunda meleklerin havâsý gelir. Meleklerin havasý, 9eri kalan insanlarýn orta ve avâm takýmlarýndan efdaldir. Onlardan sonra insanlarýn orta takýmý gelir. Bunlar meleklerin havas takýmýndan geriye kalanlarýndan efdaldir.
Ýmam-A´zam´a göre insanlarýn avam takýmý da orta takýmý gibidir. Þu halde ona göre en fazîletli olan insanlarýn havâsý, sonra meleklerin havâsý, daha sonra sair insanlardýr.
Ýmameyne göre ise en fazîletli olanlar insanlarýn havasý, sonra meleklerin havâsý, sonra insanlarýn orta kýsmý, daha sonra meleklerin kalan kýsmýdýr.
Kuhistâni ise insanlarla melekleri ikiþer kýsma ayýrmýþtýr. Bunlar havâs ve orta derecede olanlardýr. Ona göre insanlarýn havâsý meleklerin havâsýndan efdal, insanlarýn orta derecelileri de meleklerin orta derecelilerinden efdaldir. Yani Kuhistâni´nin ifâdesinde leff-ü neþir-i müretteb vardýr. Zikir edilen hilaftan dolayý insanlarýn avâm takýmýndan bahis etmemiþtir. Bundan anlaþýlýr ki bu söz Ravzanýn sözüne muhâlif «bütün ulema ittifak etmiþlerdir.» Ýddiasýna aykýrýdýr. Bumdaki ise evleviyetle aykýrýdýr. Çünkü mesele hilâflýdýr. Ayný zamanda zannidir.
Nitekim Akaid-i nesefiye þerhinde bildirilmiþtir. Hatta Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Bu meselede yani insaný melekten fazîletli sayma meselesinde, içlerinde ebu Hanife´de bulunan bir cemâatýn tevekkuf edip bir þey diyemedikleri rivayet olunmuþtur. Çünkü kati delil yoktur. Kati surette bilemediðimiz bir þeyi, onu bilen Allah´a havâle etmek en çýkar yoldur.
Hafaza meleklerinin deðiþip deðiþmediði hususunda iki kavil vardýr:
Birinci kavle göre deðiþirler. Çünkü Buharî ile Müslim´in rivayet ettikleri bir hadisde: «Sizin aranýza gece ve gündüz peyderpey melekler inerler. Bunlar sabah namazý ile ikindi namazýnda bir araya toplanýrlar. Ve aranýzda geceleyenler gökyüzüne çýkarlar. Allah Teâlâ -kullarýnýn hallerini daha iyi bildiði halde- onlara sorar: Kullarýmý nasýl býraktýnýz? der. Onlarda: yan!arýna vardýðýmýzda namaz kýlýyorlardý. Ayrýldýk yine namaz kýlýyorlardý; diye cevap verirler.» buyurulmuþtur.
Kadý lyaz´la baþkalarýnýn cumhur ulemadan naklettiklerine göre bu melekler hafaza yani kiramen kâtibin melekleridir. Kurtubî ise baþkalarý olduðunu daha doðru bulmuþtur.
Ýkinci kavle göre insan sað oldukça bu melekler deðiþmezler. Çünkü hazreti Enes´in rivayet ettiði bir hadisde Rasûlüllah (s.a.v.) þöyle buyurmuþtur: «Þübhesiz Allah Teâlâ mümin kuluna iki melek tevekkil etmiþtir. Bunlar onun amelini yazarlar. Öldüðü vakit: Yarabbi filan öldü. Þimdi bize izin verde gökyüzüne çýkalým! derler. Allah azze ve celle: Benim gökyüzüm beni tesbih eden meleklerimle doludur; diye cevap verir. O halde yerde yaþayalým! derler. Teâlâ Hazretleri: Benim yerim beni tesbih eden kullarýmla doludur, der. Öyle ise biz nerede kalacaðýz? derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ þöyle buyurur. Kulumun kabri üzerinde durun! Ve bana tekbir tehlil getirin! beni zikir edin! Ve bunlarý kýyâmet gününe kadar kulumun hesabýna yazýn!» Meselenin tamâmi Hýlye´dedir.
METÝN
Kötülükleri yazan melek cimâ hâlinde, helâda iken ve namaz kýlarken kuldan ayrýlýr. Muhtar olan kavle göre yazýnýn þekli ve yazýldýðý yer yalnýz Allah´ýn bildiði þeylerdendir. Evet, Eþbah hâþiyesinde: «harfsiz olarak deri üzerine yazýlýr akýlda kaldýðý gibi orada sabit kalýr. Teâlâ Hazretlerinin: Tur daðýna ve açýlmýþ rekka yazýlmýþ yazýya yemin ederim; âyeti kerimesindeki «rekk» kelimesi hakkýnda söylenenlerden biri budur.» denilmiþtir: Nisaburî tefsirinde bu iki meleðin her þeyi hatta iniltisini yazdýklarýný sahihlemiþtir. Dimyatî´nin tefsirinde, «mubah fiilleri kötülükleri yazan melek yazar ve kýyâmet gününde siler.» Ehaveyn nâmiyle meþhur olan Kâzeruni´nin tefsirinde esah kavle göre kâfirin amellerinin de yazýldýðý, ancak sað taraftaki meleðin sol taraftaki üzerine þâhid gibi olduðu bildirilmiþtir.
Burhan nâm eserde dahi gece meleklerinin gündüz meleklerinden baþka olduklarý, iblisin gündüzleyen çocuðunun da geceleyin âdem oðlu ile beraber bulunduklarý kaydedilmiþtir.
Müslim´in sahihinde þu hadis vardýr: «Sizden hiç bir kimse yoktur ki Allah ona cinlerden yoldaþýný ve meleklerden yoldaþýný tevkil etmiþ olmasýn. Eshab: Sanada mý yârasulellah? dediler. Evetbanada. Lâkin Allah beni ona muzaffer kýldý da islâm oldu, buyurdular. «Son kelime» «islâm oldu» ve «ben sâlim kalýyorum.» þekillerinde rivayet olunmuþtur.
ÝZAH
Þârih burada Bahýr sahibine tabi olmuþtur. Lekânî´nin El-Cevheret-ül-kebîr þerhinde beyân edildiðine göre bu hallerde insandan ayrýlan bir deðil iki melektir. Lekânî o kimse iþini gördükten sonra Allah´ýn kendilerine halk ettiði bir alâmetle onun yaptýklarýný yazarlar diye kaydetmiþ ancak bu hususta bir delil göstermemiþtir.
Hýlye sahibi bunu kati kabul etmek için sem´i delile ihtiyaç olduðunu söylemiþtir. Gerçi hazreti Ebu Bekir (r.a.) ýn helaya girmek istediði vakit elbisesini yere yayarak: Ey beni muhafaza eden melekler buraya oturun, çünkü ben helâda konuþmamaya Allah´a söz verdim, dediði rivayet olunmuþsada üstadýmýz Hâfýz bunun zaif olduðunu söylemiþtir. H.
Kötülükleri yazan melek namaz kýlarken de insandan ayrýlýr çünkü namaz halinde yazacak bir þey yoktur. Bunu Kurtubî söylemiþ Halebî´nin naklettiði vecihle Hýlye sahibi red etmiþtir. Muhtar kavle göre yazýnýn ve yazýlan þeyin hakikatýný yalnýz Allah bilir. Muhtar kavlin mukabili Eþbah þerhi ile Nehir´den naklen aþaðýda gelecek olan þu sözdür: Kalem dildir. Mürekkeb de tükürüktür.
Rak üzerine yazýlmasý hususunda Hýlye´de þöyle denilmiþtir: Sonra söylenildiðine göre hafaza meleklerinin içine yazý yazdýklarý þey deriden dosyalardýr. Nitekim Teâlâ hazretlerinin: «yayýlmýþ rak üzerine yazýlan kitabada yemin ederim.» Âyeti kerimesindeki raktan murad bir kavle göre deridir. Lâkin hazreti Ali (r.a.)´dan gelen rivayet þudur: «Gerçekten Allah´ýn bir takým melekleri vardýr ki bir þeyle inerler ve âdem oðullarýnýn amellerini ona yazarlar.» hazreti Ali bu þeyin ne olduðunu tâyin etmemiþtir. Allah-u âlem. «Deri üzerine harfsiz yazýlýr akýlda kaldýðý gibi orada sabit kalýr.» Bu cümleyi Ýmam Gazâlî´nin sözü de te´yid eder. Gazâlî levh-i mahfuza yazýlanlarýn dahi harf olmadýðým akýlda kalýr gibi sadece malumâtýn orada sabit kaldýðýný söylemiþtir.
Hýlye sahibi diyor ki: «Lâkin sözü açýk delâlet ettiði manadan deðiþtirmek delile muhtaçtýr. Halbuki kitap ve sünnette zâhir manayý te´yid eden bir çok deliller vardýr. Meselâ: «Biz sizin yaptýðýnýz her þeyi yazardýk», «bizim elçilerimiz onlarýn huzurunda yazarlar» âyetleri ve kezâ Ýsrâ gecesi Peygamber (s.a.v.) ýn iþittiði kalem hýþýrtýlarý bu kabildendir. Binaenaleyh zâhirine hamledilir (Yani yazý denince ne anlaþýlýrsa o manaya alýnýr.) Ancak bunun nasýl olduðunu, þeklini cinsini Allah´dan baþka kimse bilemez. Yahud AIIah kime bildirdi ise o bilir.» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Tamamý Hýlye´dedir.
Nisaburî´nin sözünü Hýlye sahibi Hasan-ý Basrî, Mücahid, Dahak ve baþkalarýndan rivayet etmiþ ondan önce Ýhtiyar´dan naklen imam Muhammed´in Hiþâm´dan onunda Ýkrime´den onunda ibn-i Abbâs´dan rivayet ettiði þu sözü kaydetmiþtir: «Melekler ancak fiilî sevap yahud günah olan þeyi yazarlar.» Nisâburî «iniltini bile yazarlar.» demekle teneffüsü, nabz hareketi gibi bütün zaruriyatý da yazdýklarýna iþaret etmiþtir. Bunu Halebî Lekânî´den nakletmiþtir.
Dimyatî mubah fiillerin Dünya´da yazýlarak kýyâmet gününde silineceðini bildirmiþtir. Bazýlarý yazýldýðý günün sonunda, bir takýmlarý da Perþembe günü silindiðini söylemiþlerdir. Bu kavil ibn-iAbbâs ile Kelbî´den rivayet olunmuþtur. Hýlye´de ihtiyardan naklen ekser ulemanýn birinci kavli tercih ettikleri bildirilmiþtir. Bazý müfessirlerin: «Muhakkýklarca sahih olan kavlý budur.» dedikleri rivayet olunur. Onun için þârih bu kavli tercih etmiþtir.
Kâfir´in kötülükleri yazýlýr. Çünkü onun hasenâtý yoktur. Kâfir kul haklarý ile ve cezalarla bil´ittifak mükellef olduðu gibi gerek itikad gerekse edâ cihetinden ibâdetlerle de mükelleftir. Bize göre mutemed olan kavil budur. Binaenaleyh bu iki þeyi (yani itikâd ve edâyý) terk ettiði için âzâp olunur. Meselenin tamamý Halebî´dedir. Lekânî´den nakledildiðine göre kâfirin hasene zannedilen fiilleri yazýlmaz. Ancak müslüman olursa o zaman küfür halinde iþlediði hayýrlý iþlerinin sevâbý yazýlýr. Benim hatýrýmda kaldýðýna göre bizim mezhebimiz bunun hilâfýnadýr. Araþtýrmalýdýr.
Hanefilerin usul fýkýh kitablarýndan Molla Husrev´in yazdýðý Mirkât þerhi Mir´atýn 73-84 üncü sahifelerinde hulasatan þöyle deniliyor: «Küffar imanla me´murdur. Muâmelat ve ukubatla ve ibadetlerin vücûbuna itikatla dahi hilafsýz me´murdurlar. Hilâf yalnýz Dünya´da iken ibâdetlerin edâ hususundadýr. Ulemamýzdan Irak´lýlara göre kâfirler ibadetlerin edâsiyle me´murdurlar: Ýmam Þâfiî´nin mezhebide budur. Mâveraun-nehir ulemasýnýn ekserisine göre ise sükut ihtimali olan ibâdetlerin edasiyle me´mur deðillerdir. Kâdý ebu Zeyd, imam Fahr-ul-Ýslâm ve Þems-ül-cimme bu kavli tercih etmiþlerdir. Müteehhirin ulemanýn kabul ettikleri kavilde budur. Küfür halinde ibadeti edânýn câiz olamayacaðýnda ve kezâ müslüman olduktan sonra kaza lazým gelmeyeceðinde hilâf yoktur. Hilâfýn faidesi ancak ibadetleri terk ettikleri için ahirette küfür cezasýndan maada bir de ibâdeti cezasý görmelerinde meydana çýkar. Sahih olan kavil budur». Irak´lýlarýn kavli deðildir. Diðer kitablarda da böyle denilmektedir. Binaenaleyh Ýbn-i Âbidin merhumun hatýrýnda kalan doðrudur. Mütercim.
Ýblisin gündüzün âdem oðullariyle birlikte olmasýndan murad hepsi ile beraber bulunmasýdýr. Bundan ancak Allah´ýn muhâfaza buyurduklarý müstesnâdýr. Cenab-ý hak ölüm meleði olan Azrail aleyhisselâma bütün ölenlerin ruhunu almak için kudret bahþettiði gibi iblîsede bütün insanlarla beraber bulunmak kudreti vermiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki aþaðýda zikri geçen yoldaþ bu deðildir. Çünkü o insandan hiç ayrýlmaz.
Hadisin son kelimesi Arabça metinde «Feesleme» þeklindedir. Bu kelime hem feesleme hem de feeslemü þeklinde rivayet olunmuþtur. Feesleme´nin mânâsý benimle olan cinnî müslüman oldu ve melek gibi artýk o da hayýrdan baþka bir þey emretmiyor, demektir. Hadisin zâhir mânâsý budur. Feeslemu´nün mânâsý ise ben selâmette kalýyorum demektir. Yaný bu rivayete göre kelime muzari fiil olup istimrar teceddüdi ifade eder. (Ýstimrar teceddüdî devam üzere yenilenir. Yani devam bildirir bir fiil muzari demektir.) Bazýlarý bu rivayeti sahihleyerek onu tercih etmiþlerdir.
METÝN
Cemaat olan kimse imam yanýnda ise birinci selamla imamýna niyetide ilave eder. Yanýnda deðil ise onu ikinci selamla niyet eder. Ýmamýn tam hizâsýnda bulunursa her iki selamda onu niyet eder. Yalnýz kýlan selam verirken yalnýz hafaza meleklerini niyet eder. Musannýf sabîi mümeyyize (yani iyiyi kötüyü ayýran küçük çocuða) þâmil olsun diye ketebe melekleri demeyip hafaza melekleri demiþtir. Çünkü çocuðun yanýna kâtip melekler yoktur.
Yemin ederim ki bugün bu, nesh edilmiþ þeriat gibi olmuþtur. Fukahadan baþka hemen hemen kimse hiç bir þeyi niyet etmemektedir. Fukaha dahi söz götürür. (farzdan sonra kýlýnacak) sünnet namazý «Allahümme ent-es-Selam ilh...» diyecek kadardan fazla geciktirmek mekruhtur. Hulvânî farzla sünnet arasýný orada okumakla ayýrmakta beis olmadýðýný söylemiþtir. Kemâl´de bu kavli ihtiyar etmiþtir.
Halebî diyor ki: «Kerahetten kerahet-i tenzihiye kastedilirse hilâf ortadan kalkar.»
Ben derim ki: Hatýrýmda kaldýðýna göre Hulvanî´nin sözü az olan orada hamledilmiþtir. (selamdan sonra) üç defa istiðfar da bulunmak, Âyet-el-kürsîyi ve muavvizatý (kul euzü sûrelerini) okumak otuz üçer defa Subhânellah Elhamdülillah, Ellahuekber, demek (ki bunlarýn mecmuu doksandokuz eder) yüzüncü de Tehlîl getirmek (Lâilâhe illellah vahdehû lâ þerîke leh demek) dua etmek ve duayý, Subhâne rabbike ilh... ile bitirmek müstehâbtýr.
ÝZAH
Cemaat olan kimse birinci selamda cemaatý ve hafaza meleklerini niyet ettiði gibi imamýný da niyet eder. «Çünkü çocuðun yanýnda kâtip melekleri yoktur.» sözünün mânâsý hafaza meleklerinden kendisini kötülüklerden koruyan melekler kastedildiðini anlatmaktýr. Yani amelleri koruyan melekler kastedilmemiþtir. Yukarda geçtiði vecihle bu hususta iki kavil vardýr. Lâkin sahih kavle göre çocuðun iþlediði hasenât için kendisine sevap verildiði gibi öðrettiklerinden dolayý anne ve babasýna da sevap yazýlýr, onun için Lekkânî çocuðun hasenâtý yazýlýr.demiþtir. Bu sözün müktezâsý çocuðun hasenâtýný yazacak melek bulunmasýdýr.
«Yemin ederim ki bu gün bu - yani, selam verirken cemaatý, imamý ve melekleri niyet etme meselesi - terk edilmiþtir. Hýlye´de Sadr-ul-Ýslâm´dan naklen: «Bu, bütün insanlarýn terk ettiði bir þeydir. Çünkü bir þeye niyet eden kimse pek az bulunur.» denilmiþtir. Gâyet-ül-beyân sahibi dahi: «Bu doðrudur. Çünkü selam verirken niyet nesh edilmiþ þeriat gibi olmuþtur. Onun için milyonlarca insana selamla neyi niyet ettik diye sorsan sana hemen hemen kimse faydalý bir cevap veremez. Ancak fukaha cevap verirse de onlar da söz götürür.» demiþtir.
Farzdan sonra kýlýnacak sünnet namazý «Ellahümme ent-es-selam Ýlh...» den fazla geciktirmek mekruhtur.
Çünkü Müslim ile Tirmîzi´nin Âiþe (r.a.) rivayet ettikleri bir hadiste hazreti Âiþe þöyle demektedir: «Rasulullah (s.a.v. selam verdikten sonra ancak Allahümme ent-es-selam vemink es-selamü tebârekte yo zel celâli vel ikrâm diyecek kadar dururdu.» Gerçi namazdan sonra birtakým zikirler olduðunu bildiren hadisler varsada bu hadislerde zikrin sünnet namazdan ön^e yapýlacaðýna delâlet yoktur. Bunlar zikrin sünnetten sonra yapýlacaðýna hamledilirler. Çünkü sünnet farzýn tâbirlerinden ve onu hükümleþtiren lâhýklarýndandýr. Binaenaleyh farzýn yabancýsý deðildir. Ondan sonra yapýlana da farzdan sonra yapýlmýþ denilebilir.
Hazreti Âiþe´nin: «diyecek kadar dururdu.» sözü aynen o kadar durduðunu ifâde etmez. Aþaðý yukarý bu cümle sýðacak kadar bir zaman otururdu, demek istemiþtir. Binaenaleyh bu söz Buharî ile Müslim´de rivayet edilen þu hadise aykýrý deðildir. «Peygamber (s.a.v.) her farz namazýn sonunda; Lâilâhe illellah vahdehu lâ þerîke leh leh-ül mülkü veleh-ül hamdü vehüve alâ külli þey´in kadîr. Allahümme lâ mânia limâ e´tayte velâ ma´týye limâ mene´te velâ yenfeu zel ceddi minke-l-ceddü»derdi. (yani Allah´dan baþka ilâh yoktur. Yalnýz o vardýr. Onun þeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd ona mahsustur. O herþeye kadirdir. Ey Allah´ým senin verdiðine mâni olacak yoktur. Senin mâni olduðunu verecek de yoktur. Varlýk sahibinin varlýðý senin indinde beþ para etmez.) Meselenin tamamý Münye þerhi ile Feth-ul-kâdir´in vitir ve nafile bâbýndadýr.
«Kemâl´de bu kavli ihtiyar etmiþtir.» Burada þöyle denilebilir: Kemal´in ihtiyar ettiði kavil birinci kavildir. Ki Bekkâlî´nin kavli de budur. Kemâl, Þehî´din þerhindeki «farza bitiþik olarak sünnete kalkmak mesnundur.» Sözünü red etmiþ sonra þunlarý söylemiþtir: «Bence Hulvânî´nin (beis yoktur) sözü her iki kavle de aykýrý deðildir. Çünkü bu ibârede (yani beis yoktur tâbirinde) meþhur olan evlânýn hilâfý manasýna gelmesidir. Binaenaleyh sözün manasý: «Evlâ olan sünnet kýlmadan okumamaktýr. Ama okursa beis yoktur,» demektir. Bu da sünnetin bununla sâkýt olmamasýný ifâde eder. Hatta orada okuduktan sonra kýlarsa sünnet vecihle kýlýnmamýþ sünnet olur. Onun için derler ki farzdan sonra konuþmuþ olsa sünnet sâkýt olmaz. Ama sevâbý azalýr.
«Binaenaleyh en azýndan evrad okumak sünneti iskât etmez.» Bu hususta Tilmîzi´de Hýlye´de Kemâl´e tâbi olmuþ ve þunlarý söylemiþtir: «Þu halde Bakkâlî´nin sözündeki kerâhet, Keraheti tenzihiyeye haml olunur, Çünkü kerahet-i tahrimiye olduðuna delil yoktur. Hatta sünneti orada okuduktan sonra kýlsa edâ edilmiþ sünnet olur. Ama mesnun olan vaktinde kýlýnmamýþtýr. Üstâdýmýzýn ifâde ettiðine göre sözümüz sünneti farzýn kýlýndýðý yerde kýlan hakkýndadýr. Çünkü sünnetlerde hatta akþam sünnetinde bütün ulemaya göre efdal olan evinde kýlmaktýr. Yani, yol mesâfesinin iki namaz arasýný ayýrmasý mekruh olmaz.
Halebî´nin: «Kerahetten, keraheti tenzihiye kastedilirse hilâf ortadan kalkar.» sözü Kemâl´in Hulvânî hakkýnda söylediklerinin aynýdýr. Çünkü ziyade tenzihen mekruh olunca evlânýn hilâfý olur ki, beis yoktur tâbirinin manasý da budur.
T E N B Ý H: Bir kimse tesbihin sayýsýný otuz üçten fazla yapsa bazýlarýna göre mekruh olur. Çünkü edepsizliktir. Bunu lüzumundan fazla ilaç vermeðe, yahud lüzumundan fazla diþ yapýlan anahtarla temsil ve te´yid ederler. Bazýlarý mekruh deðil, bilâkis yapýlan ziyâde nisbette fazla sevap olacaðýný söylemiþlerdir. Hatta mekruhtur diye itikad etmenin helâl olmadýðýný söyleyenlerde vardýr.
Delilleri Teâlâ Hazretlerinin: «Her kim bir iyilik yaparsa ona o iyiliðin on misli sevâp vardýr.» âyeti kerimesidir. En iyisi þübhe gibi bir þeyden dolayý ziyâde ederse mazur olur. Teabbüd için yaparsa mazur sayýlamaz. Çünkü þârih hazretlerinin tayin ettiði þeyi düzeltmeðe kalkýþmak olur ki bu memnu´dur, demelidir.» Bu satýrlar ibn Hacer´in Tuhfe´ sinden kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:53:16
METÝN
Ýmamýn bulunduðu yerde nâfile kýlmasý mekruhtur. Cemâat için bu mekruh deðildir. Bazýlarý saflarý bozmanýn, müstehap olduðunu söylemiþlerdir. Hâniyye´de: «Ýmamýn nâfile kýlmak veya vird okumak için kýblenin saðýna yani, namaz kýlanýn soluna yer deðiþtirmesi müstehaptýr.» demiþlerdir. Münye´de ise imam sað ve sola dönmek veya öne arkaya yürümek yahud evine gitmek ve mezhebe göre uzak bile olsa hizasýnda namaz kýlan bulunmadýkça velev on kiþiden az olsun cemaata karþý dönmek arasýnda muhayyer býrakýlmýþtýr.
ÝZAH
Ýmamýn bulunduðu yerde nâfile kýlmasý mekruhtur. Münye´den naklen aþaðýda bildireceðimiz vecihle imam muhayyer olmak üzere yer deðiþtirir. Arkasýndan tetavvu (nâfile) namazý bulunmayan (ikindi gibi) farz bir namazý kýldýktan sonra kýbleye karþý yerinde oturup beklemek dahi mekruhtur. Nitekim Hulâsa´dan naklen Münye þerhinde böyle denilmiþtir.
Hâniyye´nin ibâresinden anlaþýldýðýna göre buradaki kerahet. kerahet-i tenzihiyedir. Bu bapta yalnýz kýlan da imama uyan gibidir. Çünkü Münye ile þerhinde þöyle denilmektedir: «Ýmama uyan ile yalnýz kýlana gelince: Bunlar yerlerinde dururlar veya farz kýldýklarý yerde nâfile kýlmaða kalkarlarsa câizdir. En iyisi nâfileyi baþka yerde kýlmalarýdýr.»
«Bazýlarý saflarý bozmanýn müstehap olduðunu söylemiþlerdir.» Tâ ki içeriye giren kimse hepsinin imamdan uzakta namaza durduklarýný görünce þübhesi kalmasýn. Bunu Bedâyi sahibi zikir ettiði gibi zâhire sahibi dahi imam Muhammed´den rivayet etmiþtir. Muhit´te bunun sünnet olduðu bildirilmiþtir. Nitekim Hýlye´de de öyledir. Münye sahibinin: «En iyisi nâfile namazý baþka yerde kýlmalarýdýr.» Sözünün manasýda budur. Hýlye´de: «Bunlarýn hepsinden daha güzeli bir mâniden korkmazsa nâfile namazýný evinde kýlmaktýr.» denilmiþtir.
Münye´de metinde beyân edildiði vecihle imam muhayyer býrakýlmýþtýr. Ama oradaki tahayyir þöyledir: «Arkasýndan tetavvu namazý bulunmayan bir namazda ise muhayyerdir. Ýsterse saðýna veya soluna yer deðiþtirir. Veya iþine gider. Yahud yüzünü cemâata döner. Arkasýndan tetavvu namazý bulunan bir namazda olupta o tetavvu´u kýlmaða kalkarsa ileri, geri gider, yahud saða sola yer deðiþtirir, veya evine giderek nâfile namazý orada kýlar.» Bu muhayyerlik yukarda Haniyye´den nakledilen muhayyirliðe aykýrý deðildir. Çünkü bu, câiz olduðunu beyan, öteki efdal olduðunu beyan içindir. Bundan dolayý Haniyye´de ve baþkalarýnda sað tarafýn sol üzerine fazileti vardýr. Diye ta´lil yapýlmýþtýr. Lâkin bu fazîlet yalnýz kýblenin saðýna mahsus deðildir. Namaz kýlanýn saðý hakkýnda da ayni þey söylenir. Hatta Münye þerhinde: «Saðýndan yer deðiþtirmesi evlâdýr.» denilmiþ. Bu söz sahibi Müslim´in bir hadisi ile te´yid edilmiþtir. Bedâyi´de sað ile solun arasý müsavi tutulmuþ ve þöyle denilmiþtir: «Çünkü yer deðiþtirmekten maksad - ki namazda olup olmadýðý hususundaki þübheyi gidermektir - Bunlarýn her ikisi ile hasýl olur.» Yukarýda Hýlye´den naklen arzettik ki bunlarýn hepsinden daha iyisi nâfile namazý evinde kýlmaktýr. Çünkü Ebu Davud´un süneninde sahih bir isnadla rivayet edilen bir hadis de: «Kiþinin evinde kýldýðý namazý benim þu mescidimde kýldýðý namazýndan daha fazîletlidir. Yalnýz farz namazý müstesnâ buyurdular. Ben ve yalnýz teravih namazýmüstesnâ dedim.» buyurulmuþtur. Nitekim baþka ziyâdelerle birlikte vitir ve nâfileler bâbýnda gelecektir. Sonra kalkýp gitmek isterse ya sað tarafýndan yahud sol tarafýndan kalkar.
Rasûlüllah (s.a.v.)in her iki tarafýndan kalkdýðý sahih rivayetle sabit olmuþtur. Ulema bununla amel edegelmiþlerdir. Nitekim bunu tirmizi de söylemiþ Nevevî ise: «Ýhtiyaç olup olmama hususunda iki taraf müsâvi ise sað efdaldir. Çünkü hadislerin umumi meziyetler babýnda sað tarafýn daha fazîletli olduðunu göstermektedir. Nitekim Hýlye´de de böyledir.
«Velev on kiþiden az olsun» sözünden murad kýbleye dönmek mutlaktýr. Cemaat þu sayýda olursa hüküm budur, gibi tafsilât yoktur. demektir. Hulâsa ve diðer kitablarda bu izah edilmiþtir. Mukaddime þarihlerinden birinin bu husustaki sözüne itibar yoktur. Ona göre cemaat on kiþi olursa imam onlara doðru döner. Çünkü bu takdirde cemaatýn hürmeti kýblenin hürmetinden üstündür. On kiþiden az olursa onlara karþý dönmez. Zira bu sefer kýblenin hürmeti cemaatýn hürmetinden üstündür. Bu zatýn söylediðinin fýkýhda aslý yoktur. Kendisi meçhul bir adamdýr. Kâide olmayan yerlerde izinden gitmek þöyle dursun söylediði sözleriyle fukahanýn sözlerine benzememektedir. Rivayet ettiði bu söz mevzuudur. (uydurmadýr) Rasûlüllah (s.a.v.)´in üzerine uydurulan bir yafandýr. Bil´akis bir tek müslümanýn hürmeti kýblenin hürmetinden üstündür. Þu kadar var ki bir kiþi imamýn arkasýna durmadýðý için imam ona dönemez. Bir kiþi imamýn saðýna durur. Cemaat iki kiþi iseler Ýmamýn arkasýna dururlar imam da onlara döner. Çünkü mezkûr söz mutlaktýr.
Fakat Ýmdâd sahibi bu hususta Hulâsa sahibine itiraz etmiþ bunun Kudûrî þerhi Mecme-ur-Rivayât´da Bedriye hâþiyesinden naklen ebû Hanîfe´nin bir kavli olmak üzere nakledildiðini söylemiþtir.
«Mezhebe göre uzak bile olsa» sözünü Zahîre sahibi imam Muhammed´in asýl namýndaki eserinde beyan ettiði «hizâsýnda namaz kýlan adam yoksa» ifadesinden almýþtýr. Çünkü bu ifâde mutlaktýr. Sonra Zahire´de: «zâhir mezhep budur. Çünkü ayaða kalktýðý vakit yüzü imamýn yüzüne karþý gelirse aralarýnda saflar bile olsa mekruhtur.» denilmiþtir. Ýbn-i emîr Hâcc ise Hýlye´de bunun aksini daha ma´kul görmüþ ve þöyle demiþtir: «Öyle anlaþýlýyor ki imamla onun hizâsýnda namaz kýlan arasýnda oturan bir adam bulunurda sýrtý namaz kýlana dönük bulunursa imamýn cemâata karþý dönmesi mekruh olmaz. Çünkü namaz kýlanýn önünde sütresi bulunsa önünden geçmek mekruh olmaz. Burada da öyledir. Ulemanýn açýkladýklarýna göre bir kimse bir insan yüzüne karþý namaza durur da aralarýnda sýrtý namaz kýlana dönük üçüncü bir þahýs bulunursû mekruh olmaz. Ýhtimal Ýmam Muhammed bunu bilindiði için kaydetmemiþtir.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr!..
METÝN
Kýrâat hakkýnda BÝR FASIL
Sabah namazýnda, akþam ve yatsýnýn ilk iki rekatýnda - edâ ve kaza hallerinde- cuma, bayram, teravih ve teravihden sonraki vitir namazýndan imamýn cemaata göre âþikâre okumasý vâciptir. Hâcetten fazla âþikâre okursa isâet etmiþ olur. Bir kimse Fâtiha´yý veya Fâtiha´nýn birazýný gizli okuduktan sonra imam olursa Fâtiha´yý âþikâra olarak tekrarlar. Bahýr.
Lâkin Münye þerhinin sonunda «bir kimseye Fâtiha´dan sonra imam olursa imamlýðý kasdettiði takdirde sûreyi âþikâra okur. Aksi takdirde âþikara okumasý lazým gelmez.» denilmektedir.
Vitir namazýnda âþikare okumak yalnýz ramazana mahsustur. Çünkü ötedenberi yapýlagelmiþtir.
Ben derim ki: Musannýfýn terâvihden sonra diye kayýtlamasý söz götürür. Çünkü ramazanda teravihi kýlmasa da imam vitir namazýnda âþikâre okur. Sahih kavil budur. Nitekim Mecme-ul-Enhur nâm kitabda da böyle denilmiþtir. Evet, Kuhistanî´de kâideye uyarak: «farzlardan baþka bayram ve vitir gibi namazlarda gizli okumak sebebiyle secde-i sehiv lazým gelmez. Ama âþikâra okumak efdaldir.» denilmiþtir. Sâir yerlerde gizli okur. Peygamber (s.a.v.) vaktiyle bütün namazlarda âþikara okur idi. Sonra kâfirlerin ezâsýndan kurtulmak için öðle ile ikindide âþikâre okumayý tercih etti. Kâfi.
ÝZAH
Musannýf merhum namazýn sýfatýný. keyfiyetini, farzlarýný. vaciplerini ve sünnetlerini beyandan sonra kýraatýn (namazda kur´an okumanýn) hükümlerini ayrý bir fasýlda anlatmak istemiþtir. Çünkü kýraatta baþka rukünlerde olmayan fazla hükümler vardýr. Hâcetten fazla sesli okur ise isâet etmiþ olur. Zâhidî´de ebu Ca´fer´den naklen:
«Hâcetten fazla âþikare okursa daha fazîletlidir. Ancak kendini yorar veya baþkasýna eziyet verir ise o baþka.» denilmiþtir.
Bir kimseye Fâtiha´yý veya onun birazýný gizli okuduktan sonra imam olursa Fâtiha´yý âþikare olarak tekrarlar. Çünkü cemaat olunca geri kalan kýsmýný sesle okumak vâcip olur. Fakat bir rekatta kýraatýn yarýsýný sesle yarýsýný gizli okumak çirkindir. (âþikâre olarak tekrarlanmasý bundandýr.) Bundan anlaþýlýyor ki o kimse sureyi okuduktan sonra imam olsa hem Fâtiha´yý hem sureyi âþikare olarak tekrarlar. Araþtýrýlmalýdýr.
Münye þârihinin sözü yukarýdakini düzeltme mâhiyetinde ise de ayrý bir kavildir. Bu iki kavli Kuhistânî rivayet etmiþ: «Ýmam Fâtiha´nýn bir kýsmýný yahud bütününü gizli okursa veya namaza yalnýz baþýna dururda sonra biri kendisine uyarsa Fâtiha´yý âþikare olarak tekrarlar. Nitekim Hulâsa´da da böyle denilmiþtir. Bazýlarý tekrarlamayacaðýný Fâtiha´nýn veya surenin kalan kýsmýný veya bütün sure kaldý ise tamamýný âþikare olarak tekrarlayacaðýný söylemiþlerdir. Nitekim Münye´de de böyledir.» demiþtir. Kýnye sahibi ikinci kavlý Kâdý Abdül-cebbâr ile feteva-i Suudiye nisbet etmiþtir. Vechi þu olsa gerektir. Bundan Fâtiha´yý bir rekatta tekrarlamaktan ve vâcibi yerinden geciktirmekten korunmak vardýr. Vacibi yerinden geciktirmek secde-i sehivi icap eder. Binaenaleyh mekruhtur. Bu bir rekatta hem âþikâre hem gizli okumaktan daha ehvendir. Þu da var ki bunun bir rekatta çirkin olmasý þaþmaz bir kaide deðildir. Çünkü Münye þerhinin sonunda beyan edildiðine göre imam yanýlarak âþikâre namazda Fâtiha´yý gizli okursa sonra hatýrladýðý takdirde sureyi âþikare okur. Fâtiha´yý tekrarlamaz. Bir Âyeti veya fazlasýný gizli okursa onu âþikâre olarak tamamlar. Bütününü tekrarlamaz. Kuhistâni´de þöyle deniliyor: «Fâtiha´nýn ekserisini âþikâre okursa kalanýný gizli olarak tamamlayacaðýnda hilâf yoktur. Nitekim Zâhidiye´de dahi böyledenilmiþtir.»
Kuhistanî gizli namazda âþikâre okursa demek istiyor. Birinci kavlin Hulasa´da ve Bahýr´da imam Muhammed´in asýl namýndaki eserinden -Bu eser zâhir rivaye kitablarýndandýr- nakledilmesinden ikinci kavlin baþka bir zâhir rivayet kitabýndan nakledilmemesi lazým gelmez. Binaenaleyh bu kavlin rivayet ve dirâyet yönünden zaif olmasý iddiasý makbul deðildir.
«Ýmamlýðý kastettiði takdirde» ifâdesini Kýnye sahibi feteva-i Kirmâni´ye nisbet etmiþtir. Vechi þudur: Ýmam kendi hakkýnda yalnýz kýlan hükmündedir. Onun için kimseye imam olmayacaðýna yemin etse imam olmaya niyetlenmedikçe yemini bozulmaz. Cemaat sevabý da ancak niyetIe hâsýl olur.
Hizâsýna kadýn durur ise niyet bahsinde geçtiði vecihle ancak ona imam olmaða niyet etmekle namazý bozulur.
Vitir bâbýnda beyân edilecektir ki imam baþkasýna imam olmaða niyet etmedikçe kendisine birisi uyarsa mekruh iþlemiþ olmaz. Hal böyle olunca, hiç iltizâm etmeden imamlýðýn hükümleri ona nasýl sabit olur?
Vitir namazýnda âþikâre okumak yalnýz ramazana mahsustur. Bunu Ýbn-i Nüceym´de Bahýr nâmýndaki eserinde söylemiþtir. Bu söz Zeyleî´nýn «imam olan vitir namazýnda âþikare okur.» ifâdesindeki matlub beyânýna itirazdýr. Musannýfýn muradý vitir namazý ister ramazanda teravihden evvel kýlýnsýn ister sonra kýlýnsýn imamýn âþikare okumasý sünnettir, demektir. Lâkin buna da þöyle itiraz olunur. «Bu söz ramazandan baþka bir zamanda vitir namazý cemaatla kýlýnýr ise imamýn gizli okumasýný iktiza eder. Bu da açýk bir delile muhtaçtýr. Zeyleî´nin mutlak olan sözü buna muhâlif olduðu gibi ilerde gelecek «geceleyin kýlýnan nâfile namazda imam olan kavil bunun hilâfýdýr.» demiþtir.
Gerçi Kuhistâni vitir gibi namazlarda gizli okumak sebebiyle secde-i sehiv lazým gelmez.» Demiþ ise de daha sonra düzeltme yaparak! sahih olan kavil bunun hilâfýdýr.» demiþtir.
Sair yerlerde gizli okur. Bunlardan murad akþam namazýnýn üçüncü rekatý, yatsýnýn son iki rekatý ve öðle ile ikindinin bütün rekatlarýdýr. Velev ki Arafat´ta olsun. Ýmam Malik buna muhâliftir. Nitekim Hidâye´de bildirilmiþtir.
METÝN
Nitekim gündüzün nâfile kýlan kimse böyledir. Yani gizli okur. Yalnýz kýlan kimse aþikâre okunan namazý edâ ediyor ise muhayyerdir. Ama aþikare okumasý efdaldir. Aþikâre denilecek en az miktar ile yetinir. Mezhebe göre gizli okunan namazlarda gizli okumasý vâciptir. Nasýl ki geceleyin yalnýz baþýna kýlan kimse gizli okumakla âþikâre okumak arasýnda muhayyerdir. O kimse imam olur ise nâfile farza tâbi olduðu için aþikare okur. Zeyleî. Yalnýz kýlan kimse âþikâre okunan namazý gizli okunan namazýn vaktinde kaza ederse mesela: Yatsýyý güneþ doðduktan sonra kýlar ise gizli okumasý vâcip olur. Musannýf vacipleri saydýktan sonra bunu böyle söylemiþtir.
Ben derim ki: Bunu ibn-i Melek dahi Menâr þerhinin kaza bahsinde böyle zikir etmiþtir. Musannýfesah kavil budur diyor. Nitekim Hidâye´de de böyle denilmiþtir. Lâkin musannýfa bir çok kimseler itiraz etmiþ o kimsenin muhayyer olacaðýný tercih etmiþlerdir. Nasýl ki cuma namazýnýn bir rekatýna yetiþmeyen bir kimse onu kazaya kalktýðý vakit muhayyer olur. Âþikare okumanýn en aþaðýsý baþkasýna iþittirmektir. Gizli okumanýn en aþaðýsý ise kendisine ve yanýnda olana iþittirmektir. Bir veya iki kiþi iþitir ise âþikare okumuþ sayýlmaz. Âþikare okumak herkese iþittirmektir. Hulâsa.
ÝZAH
Yalnýz kýlan kimse âþikare okunan namazý kýlýyor ise gizli veya aþikar okumakta muhayyerdir. Ama kýldýðý namazýn cemâat heyetinde olmasý için âþikare okumasý efdaldir. Onun için bu namazý ezan ve ikametle edâ etmesi efdal olur. Hadiste rivayet olunduðuna göre bir kimse yalnýz kýldýðý namazý cemaat heyetinde edâ ederse onun namazý ile birlikte bir çok melekler saf olarak namaz kýlarlar.
Mezhebe göre gizli okunan namazlarda gizli okumasý vâciptir. Bahýr´da da böyle denilmiþ, ve bununla Ýnâye sahibine red cevabý verilmiþtir. Çünkü Ýnâye sahibi «Zâhir rivayeye göre o kimse muhayyerdir.» demiþtir.
Ben derim ki: Ýnâye´nin söylediðini Nihâye. Kifâye ve Mi´raç sahibleri de söylemiþlerdir. Tatarhaniye´de Muhit´ten nakil edildiðine göre o kimse gizli okunacak namazda âþikare okursa secde-i sehiv yapmasý lazým gelmez. Çünkü bir vâcibi terk etmiþ deðildir. Hidâye sahibi secde-i sehiv bâbýnda bunun illetini bildirerek «âþikâr ve gizli okumak cemâata mahsus þeylerdir.» demiþtir. Þârih´ler bunun zâhir rivaye tarafýndan cevap olduðunu söylemiþlerdir. Nevâdir rivayeti tarafýndan verilecek cevap secde-i sehiv lazým gelmesidir.
Zahîre nâm eserde «gizli okunacak namazda âþikare okunursa secde-i sehiv yapmasý lazým gelir.» denilmiþtir. Zâhir rivayede ise secde-i sehiv lazým gelmediði bildirilmiþtir. Evet Dürer´de Feth-ul-Kadîr ise Tebyîne uyarak gizli okumanýn vâcip olduðu sahih kabul edilmiþ; Münye þerhi ile Bahýr, Nehir ve Mineh sâhipleri de bu yoldan yürümüþlerdir. Feth-ul-kadîr sahibi «yalnýz kýlana gizli okumak vacip olduðundan bunu terk etmekle secde-i sehiv vacip olur. demiþtir.
«O kimse imam olur ise ilh...» yani geceleyin nâfile kýlan kimse imam olursa âþikare okur. Bu ramazandan baþka zamanlarda vitir namazýnýn da ayni þekilde kýlýnmasýný gerektirir. Çünkü gerek nâfilede ve gerekse vitirde cemaat. Tedaî suretiyle (biri diðerini çaðýrmakla) olursa mekruhtur. Tedaisiz mekruh deðildir. Nâfilede âþikara okumak vâcip olunca vitirde dahi vacip olur. Nitekim Rahmetî´nin ifâdesine göre Zeyleî´nin ibâresi de bunu anlatmýþtýr.
Yalnýz kýlan kimsenin kaza ettiði namazý «gizli okunan namazýn vaktinde kaza ederse» diye kayýtlanmasý âþikare okunan namaz vaktinde kaza ettiði takdirde muhayyer olacaðý içindir. Meselâ güneþ doðmazdan önce kaza etse âþikare namaz zamaný olduðu için muhayyerdir. Güneþ doðduktan sonra kaza ederse gizli okumasý vâcip olur. Burada Hidâye´nin bazý nüshalarýnda «güneþ doðduktan sonra» yerine «fecir doðduktan sonra» denilmiþtir. Musannýfýn «esah kavli budur.» sözü Hidâye´de de mevcuttur. Orada þöyle denilmiþtir: «Çünkü âþikâre okumak ya vâcip olarak cemaata mahsustur yahud da yalnýz kýlan hakkýnda ihtiyari olarak vakte mahsustur. Bunlarýn ikisidebulunmamýþtýr.»
Burada musannýfa bir çok kimseler itiraz etmiþlerdir. Hazâin´de þöyle deniliyor: «Hidâye sahibinin sahih gördüðü kavil budur. Fakat kendisine muvafakat eden olmamýþtýr. Gâye nâm eserde tenkid edilmiþ. Fetih´de üzerinde durulmuþ, Nihâye´de hakkýnda bahsedilmiþ; Molla Hüsrev dahi bunun rivayet ve dirâyet yönünden sahih olmadýðýný kaydetmiþtir. Þems-ül-eimme, Fahrul-islâm, imam Timurtâþî ve müteehhirîn ulemadan bir cemaat kazânýn edâ gibi olduðunu tercih etmiþlerdir. Kâdýhân «sâhih olan budur.» demiþ Zahire, Kâfi ve Nehir´de bu kavlin esah olduðu bildirilmiþtir. Þurunbulâliye´de itimad edilecek kavlin bu olduðu söylenmiþ vechide bildirilmiþtir. Hidâye´nin istidlâline cevap verilmiþ inhisar memnu´dur denilmiþtir. Çünkü muhayyer olan âþikâra okumanýn baþka bir sebebi bulunmasý ve edâya muvafýk olmasý câizdir.
Cuma namazýnýn bir rekatýna yetiþemeyen bir kimse onu kazaya kalktýðý vakit muhayyerdir. Ýsterse gizli isterse aþikar okur. Halbuki vakit gizli okunacak namaz vaktidir. Bundan anlaþýlýr ki âþikâre okumanýn sebebi sadece cemâata ve vakte mahsus deðildir. Belki baþka bir sebebi vardýr. Hidâye sahibinin söyledikleri buna aykýrýdýr. Bu mesele ulemadan bir cemâatýn tercih ettikleri kavle delildir. Þârih´in meseleyi yalnýz Cuma´ya münhasýr býrakmasýnýn vechi bu izahdan anlaþýlýr. Halbuki mesele yalnýz Cuma´ya münhasýr deðil yatsý ve emsâli bir namazýn bir rekatýna yetiþemeyenin hükmüde budur. Çünkü maksad gizli namaz vaktinde kaza edilen namazda aþikare okumayý isbat etmektir. Mutlak olarak her vakitte kaza edilen namazda cehrî isbat deðildir. Anla!
Malumun olsun ki ulema kýraatýn hududu hakkýnda ihtilaf etmiþler ortaya üç kavil çýkmýþtýr. Hinduvânî ile fazlî kýraat mevcud olmak için sesi çýkýp kulaðýna eriþmesini þart koþmuþlardýr. Þâfiî´nin kavli de budur. Biþir-i, Müreysî ile imam Ahmed´e göre kulaðýna eriþmese bile sesin aðýzdan çýkmasý þarttýr. Fakat bir parça iþitilmesi de þarttýr. Meselâ: Bir adam kulaðýna aðzýna koymuþ olsa iþitecek kadar olmalýdýr. Kerhî ile Ebu Bekr Belhî iþitmeyi þart koþmamýþ harfleri doðru teleffuz etmek þartiyle yetinmiþlerdir. þeyh-ul-Ýslâm, Kadýhân, Muhit sahibi ve Hulvanî Hinduvâ´nýn sözünü tercih etmiþlerdir. Mi´rac-ud-Dýrâye´de dahi böyle denilmiþtir. Müçtebâ´da Hinduvâ´niden naklen aðzýndan çýkaný kulaklarý veya yanýndakiler iþitmedikçe câiz deðildir, denilmiþtir.
Bu söz Hinduvâ´niden yukarda nakledilene aykýrý deðildir. Çünkü kendisinin iþittiði bir þeyi yanýndaki de iþitir. Nitekim Hýlye ve Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Sonra Fetih sahibi Hinduvanî ile Beþîr´n sözleri bir olduðunu tercih etmiþtir. Þuna binaen ki ses bölündü mü mâni yok ise iþitilir. Bahýr sahibi ise Hýlye´ye uyarak bunun Zâhire muhalif olduðunu söylemiþtir. Kavilleri üçtür. Hayreddin Remlî Fetvâsýnda Fetih sahibinin mutalâasýný söz götürmez bir þekilde te´yid etmiþtir. Ona müracaat edebilirsin. Hayreddin´nin beyânýna göre Hinduvanî ile Kerhî´nin söyledikleri sahih kabul edilmiþtir. Fakat Hinduvâ´nýn ki daha sahih ve tercihe þâyandýr. Çünkü ulemamýzýn ekserisi ona itimad etmiþlerdir.
Buraya kadar sana anlattýklarýmýzdan anlamýþsýndýr ki, buradaki gizli ve âþikara okumanýn tarifi Hinduva´nýn sözüne mebnidir. Çünkü ona göre kýrâatýnýn en aþaðý hududu kulaðýna eriþecek sesin çýkmasýdýr. Velev ki hükmen olsun. nitekim ortada saðýrlýk veya gürültü gibi bir mâni bulunursa hükmen iþitmiþ sayýlýr. «Gizli okumanýn en aþaðýsý kendi iþitecek kadar seslenmesidir.» Sözünün manasýda budur. Yanýndakinin iþitmesi âdetin lazýmý söylemektir. Kuhistâni ve diðer kitablarda yahud kelimesiyle «yahud yanýndaki iþitecek kadar» denilmiþtir ki bu maksadý daha açýk ifâde eder.
«Âþikare okumanýn en aþaðýsý baþkasýna iþittirmektir.» Sözüde buna ibtinâ eder. Bundân maksad yakýnýnda olmayanýn iþitmesidir. Onun içindir ki Hulâsa ve Hâniyye´de Cami-us-Saðir´den naklen «imam gizli okunan namazda bir veya iki kiþi iþitecek kadar okusa âþikâre okumuþ sayýlmaz. Âþikâre okumak herkesin iþitmesi ile olur.» denilmiþtir.
Buradaki herkesden murad: Birinci safdakilerdir. Bütün namaz kýlanlar deðildir. Buna delil Kuhistânî´nin Mes´udiyeden naklen «imamýn âþikare okumasý ilk safdakilere iþittirmesidir.» sözüdür. Bundan anlaþýlýr ki Hulâsa´nýn sözünde müþkil bir taraf yoktur. Bu söz Hinduvânî´nin sözüne de aykýrý deðil bil´akis onun üzerine yapýlmýþ fer´î bir meseledir. Delili þudur ki Mi´rac sahibi onu fazlî´den nakletmiþtir. Biliyorsun fazlî Hinduvânî´nin sözünü kabul etmiþtir. Bu suretle anlaþýlýr ki gizli okumanýn en aþaðý hududu kendine yahud yanýndaki bir veya iki adama iþittirmektir. En yükseði ise mücerred harfleri sahih olarak söylemektir. Nasýl ki Kerhî´nin mezhebide budur. Fakat esah olan kavle göre burada mûteber deðildir. Âþikare okumanýn en aþaðý derecesi birinci safdakiler gibi yanýnda olmayanlarýn iþitmesidir. Yüksek derecesinin haddi yoktur. Bu makamýn yazýsýný ganimet bil! Zira burada birçok kimselerin anlayýþý muztaribtir.
METÝN
Bu bahis edilenler. kesilen hayvana besmele, secde-i tilavetin vâcip olmasý. köle âzâdý, karý boþamak istisnâ vesaire gibi söze taalluk eden her þeyde geçerlidir. Bir kimse karýsýný boþar veya istisnâ yaparda aðzýnýn söylediðini kulaðý iþitmez ise sahih kavle göre sahih olmaz. Bazýlarý satýþ gibi þeylerde müþterinin iþitmesinin þart olduðunu söylemiþlerdir. Meselâ Yatsýnýn iki rekatýnda sureyi Velev ki kasden olsun terk ederse onu son iki rekatta Fatiha ile birlikte âþikare okumasý vacip olur. Bazýlarý menduptur demiþlerdir. Çünkü bir rekatta hem aþikare hem gizli okumayý bir araya getirmek çirkindir. Sureyi okumadýðýný rükûda hatýrlar ise dönerek onu okur ve tekrar rüku eder.
ÝZAH
«Bu bahis edilenler» yani konuþmanýn tahakkuk ettiði en aþaðý derecenin kendinin veya yanýndakinin iþitmesi sayýlmasý taalluk eden her þeyde geçerlidir.
«Esah kavle göre» tâbirinden murad Hinduvâni´nin kavlidir. Yukarda geçtiði vecihle Kerhî´nin kavline göre kendi iþitmese bile söylediði sahih kabul edilir. Çünkü o sadece harfleri sahih söylemekle yetinir.
Bazýlarýndan murad zâhire sahibidir. O bu sözü muhtelif meselelerin þerhinde Kâdý Alaaddîn´e nisbet etmiþ ve þöyle demiþtir: «Bence esah olan þudur ki bazý tasarruflarda kendi iþitmesi ileyetinir. Bazýlarýnda ise baþkasýnýn iþitmesi þarttýr. Meselâ satýþta müþteri kulaðýný satanýn aðzýna yaklaþtýrýrda iþitirse kâfidir. Ama satan kendisi iþitirde müþteri iþitmez ise kâfi deðildir. Þu meselede öyledir: Bir kimse filan ile konuþmayacaðým diye yemin ederde onun iþitemeyeceði bir yerden kendisine seslenir ise yemini bozulmaz. Kadý bunu yeminler içinde söylemiþtir. Çünkü yeminin bozulmasýnýn þartý o kimse ile konuþmaktýr. Bu mevcud deðildir.»
Nehir sahibi diyor ki ben de: «Tamâmý kabule baðlý olan her þeyde hükmün böyle olmasý gerekir. Velev ki nikah gibi mubadele olmayan bir akid olsun.» derim. Þârih bu kavle itimad etmemiþ Fetih sahibine tâbi olarak «bazýlarý» tabiriyle buna iþarette bulunmuþtur. Kezâ Kâfi nâm eserde de «denilmiþtir.» Tâbiri kullanýlarak bu kavlin zaifliðine iþaret edilmiþtir. Þurunbulâliye´de de öyledir. Lâkin kâfi sahibi Hýlye ve Bahýr´da bu kavli tercih etmiþtir. O daha güzeldir. Buna delil eyman bahsindeki meseledir.
Þârih´in meselâ kelimesini ziyade etmesi sureyi bir rekatta terk etmesine þâmil olsun diyedir. Acaba bu sureyi üçüncü veya dördüncü rekatta okuyacak mýdýr? Burasý kayda þâyandýr. Meseleyi bir de akþam namazý gibi yatsýdan baþka namazlara da þâmil olmak için ziyade etmiþtir. Çünkü sureyi akþam namazýnýn ilk iki rekatýndan birinde terk ederse üçüncü rekatta okur. Ýkisinde de terk ederse üçüncü rekatta bir Fatiha ile bir sûre okur. Öteki kalmýþtýr, yanýlarak býrakmýþ ise onun için secde-i sehiv yapar. Meseleyi birde gizli okunan dört rekâtlý namazlarda þâmil olsun diye ziyâde etmiþtir. Sureyi onlarýnda son iki rekatýnda okur. Bunu Tahtavî ifâde etmiþtir. Musannýfýn: Hâssaten yatsýyý zikir etmesi baþkalarýndan ihtiraz (korunmak) için deðil son iki rekatta âþikare okur dediði içindir. Onun için þârih meselâ tâbiriyle sözü umumileþtirmeðe iþaret etmiþtir.
«Velev ki kasden olsun» sözü metinlerin mutlak ifâdelerinden alýnma bir manadýr. Nehir sahibi de bunu söylemiþ ve bu kavli kimseye nisbet etmemiþtir. Herhalde onu metinlerin mutlak ibâresinden almýþ olacaktýr. Yoksa fetevâ ve þerhlerin izâhatý bu meselenin unutan hakkýnda vaz edildiðini gerektirir. Bunu Hayreddin Remlî söylemiþtir.
«Bazýlarý mendubtur demiþlerdir.» Þârih bu sözle esah kavlin vâcip olduðuna iþaret etmiþtir. Çünkü imam Muhammed câmîi saðirde buna iþaret etmiþ ihbar lafzý ile «onu okur» demiþtir. Vücûp manasýnda ihbar sîgasý emirden daha kuvvetlidir. Asýl nâm eserinde müstehap olduðunu açýklamýþtýr.
Gayet-ül-Beyân sahibi diyor ki: «Esah olan câmii saðîr´ýn sözüdür. Çünkü bu iki eserin son yazýlaný odur.» Fetih sahibi ise bunu red etmiþ Asýl´dakinin daha açýk olduðunu rivayet hususunda ona itimad edilmesi gerektiðini söylemiþtir. Ýhbar sigasýnýn emir sigasýndan daha kuvvetli olduðunu Bahýr sahibi red etmiþ «bu baþkasýnýn ihbarýnda deðil þeriât sahibinin ihbarýndadýr. Binaenaleyh mezhep müstehap oluþudur.» demiþtir. Nehir´de «þübhesiz ki müçtehidin emri þeriat sahibinin emrinden çýkmaktadýr. Haber vermesi de öyledir. Evet Sâdiye hâþiyelerinde bildirildiðine göre ihbar sigasý vücûp manasýndaki emirde kullanýlýr ise delil olur bu ise memnudur.
Ben derim ki: Neden müstehap olmasý kasdedilmiþ olmasýn buna karîne Asýl nâm eserin sözüdür. Nitekim evvelce geçen sol ayaðýný döþer, ellerini uyluklarýnýn üzerine koyar ve emsali sözlerinden de müstehapdýr manasý kastedilmiþtir.» deniliyor.
Hâsýlý Fetih, Bahýr ve Nehir sahibleri mendup olduðunu tercih etmiþlerdir. Çünkü imam Muhammed´in açýk olan kavli budur.
Musannýf «Fâtihi ile beraber» sözü ile iki þeye iþaret etmiþtir.
Birincisi: Fâtiha´nýn evvel okunmasý.
Ýkincisi de Fâtiha´nýn vacip olmasýdýr.
Bunlarýn her ikisi hakkýnda ikiþer kavil vardýr. Birincide Fâtiha´nýn önce okunmasý kavlini. Ýkincide vâcip olmadýðýný tercih gerekir. «Çünkü bir rekatta âþikare ve gizli okumayý bir araya getirmek çirkindir.» Sözü ile þârih musannýfýn «âþikare okumasý vacip olur.» Sözünün hem Fâtiha, hem sureye raci olduðuna iþarette bulunmuþtur. Zeyleî bu kavlin zâhir rivâye olduðunu söylemiþ Hindiye´de dahi bu sahihlenmiþtir. Timurtâþi ise, sâdece sureyi âþikare okumanýn sahih olduðunu söylemiþtir. Þeyh-ul-islâm bu sözü cevabýn en açýk olaný saymýþ Fahr-ul-Ýslâm´da doðru olduðunu söylemiþtir.
Çirkinlik lazým gelmez. Çünkü sure takdiren yerine iltihak eder. Bundan anlaþýlan þudur ki bir rekatta gizli ve âþikar okumayý bir araya getirmek kýraat yerinde olduðu ve üst tarafýna iltihak etmediði vakit bil´ittifak mekruh olur. Ama buna faslýn evvelinde takdim ettiðimiz fer´î meseleler aykýrý düþer.
Sureyi okumadýðýný rükûda hatýrlarsa dönerek onu okur ve tekrar rükû eder. Çünkü namazda okunan kýraat farz olur. Ve rükûun hükmü kalkar. Tekrarý lazým gelir. Zira kýrâat ile rükû arasýnda tertip farzdýr. Nitekim izâhý vacipler bahsinde geçmiþ idi. Hatta rükûu tekrarlamaz ise namazý bozulur. Ve hatta kýraat için ayaða kalkarda sonra hatýrlayarak secde eder okumaz ve rükûda tekrarlamaz ise, bazýlarý namazýn bozulacaðým bazýlarý da bozulmayacaðýný söylemiþlerdir.
Kýraat ile kunut arasýndaki fark - ki rükûunda kunutu yapmadýðýný hatýrlarsa onu tekrarlamaz idi - Beyân ettiðimiz kýraatýn farz olmasýdýr. Kunut ise, tekrarlandýðý vakit vacip olur. Bunun izahý þudur: Kýraat her ne kadar farz, vacip sünnet olmak üzere üç kýsma ayrýlsa da uzatýldýðý vakit farz olur. Rukû ve sücûdu uzattýðý zaman dahi ekser ulemanýn kavline göre böyledir. Esah olan da budur. Çünkü Teâlâ hazretlerinin: «Kolayýnýza geleni okuyun.» âyeti kerimesi iki þeyden birinin vacip olduðunu bildirmek içindir. Bir âyeti veya fazlasýný mutlaka okuyacaktýr:. Çünkü «kolayýnýza gelen» ifâdesi her farza þâmildir. Binaenaleyh ne okursa farz yerine geçer.
Üç kýsma ayrýlmanýn manasý þu kadar okursa farzdýr; þu kadar okursa vâcibtir; daha aþaðý okursa mekruhtur; ondan fazlaca okursa sünnettir; demektir. Yoksa ilk okuduðu âyet farz ondan sonraki þu hadde kadar vâcip ondan sonraki þu hadde kadar sünnettir demek deðildir. Çünkü biz ilk âyetten sonra okunaný vâcip olarak ona katar isek farza vacibe inkýlap etmiþ olur. Onu yalnýz baþýna nazar itibara alýr ise Fâtiha´nýn vacip olduðunu söylemiþlerdir. Vacipten sonra sünnet hududunakadar söylenecek söz yine budur.
Münye þerhinin secde-i sehiv bâbýnda da böyle denilmiþtir. Bir benzeri de Fetih´tedir. Bu ince bir tahkiktir onu ganimet bil!
Ynt: Namaz By: neslinur Date: 26 Mart 2010, 17:54:48
METÝN
Ýlk iki rekatta Fatiha´yý terk ederse son iki rekatta onu kaza etmez. Çünkü tekrar lazým gelir. Rükûa gitmeden önce hatýrlar ise Fatiha´yý okur sureyide tekrarlar. Mezhebimize göre kýraatýn farz miktarý bir âyettir.
Âyet, lügatta niþan manasýna gelir. Örfen Kur´an´ý Kerim´den belli baþlý bir kýsýmdýr ki en azý velem yelid âyetinde olduðu gibi bir kelime olursa esah kavle göre onu bir kaç defo tekrarlarsa, bile sahih olmaz. Meðer ki hâkim hüküm etmiþ ola. Bu takdirde câiz olur. Bunu Kuhistânî söylemiþtir.
Uzun bir âyeti iki rekatta okur ise esah kavle göre bil´ittifak namaz sahihdir. Çünkü uzun bir âyet üç kýsa âyetten fazladýr. Bunu Halebî söylemiþtir.
ÝZAH
Ýlk iki rekatta Fâtiha´yý terk ederse son iki rekatta onu kaza etmez. Çünkü tekrarý lazým gelir. Tekrar ise meþru deðildir. Bu onu iki defo okuduðuna göredir. Bir defa okur ise koza olmaz. Nitekim Nihâye´de de böyle denilmiþtir. Çünkü Fâtiha yerinde okunmuþtur. Lâkin Þeyh-ul-Ýslâm müfti Ebu-s-Suûd efendi Nihâye´nin sözü üzerine þunu yazmýþtýr:
«Ben derim ki: Þübhesiz son iki rekatta Fâtiha´yý okumak vâcip deðildir. Zâhir rivayeye göre o dua vechi ile okunur. Velev ki Hasan b. Ziyâd´ýn rivayetine göre vacip olsun. Þu izâha göre Fâtiha´yý bir defa okuduðu vakit o rekata sayýlmasý teayyün etmez. Bilirsin ki zâhîr rivayeyi yani Fâtiha´nýn tekrarý lazým gelmemesini bizim meselemizde Hasan´ýn rivayetine binâ etmek güzel deðildir.» Yâni sûre bunun hilâfýnadýr. Çünkü son iki rekat surenin edâ yeri deðildir. Binaenaleyh onun kazâsý için muhal olabilir. Meselenin tamamý þeyh-i Ýsmâil Nablusî þerhindedir.
Anlaþýldýðýna göre Þârih´in «rükûdan önce» sözü ihtirazi bir kayd deðildir. Onu rükûda da hatýrlasa hüküm yine birdir. Zira daha önce bildirildiði vecihle sûreyi okumadýðýný rükûda hatýrlasa dönerek onu tekrarlar. Arkasýndan rukûu da tekrarlar. Fâtiha´yý tekrarlamasý evleviyette kalýr. Çünkü Fâtiha daha kuvvetlidir. Bunu Rahmetî söylemiþtir. Yine Rahmetî´nin beyânýna göre dönerek Fâtiha´yý okuyan o kimse sûreyi de tekrarlar. Çünkü sure Fâtiha´ya tabi olarak meþru kýlýnmýþtýr.
Mezhebden murad Ýmam A´zam´dan nakledilen zâhir rivayedir. Bu rivayeye göre kýraatýn farz miktarý bir âyettir. Hazreti imamdan diðer bir rivâyeye göre Kur´an ismi verilecek miktar olup bir kimse ile konuþmak istemesine benzememesi þarttýr.
Kuduri Ýmam-A´zam´ýn sahih olan mezhebi bu kavil olduðunu fakat bir lisan ile söylemiþ; Zeyleî dahi þer´î kâidelere daha yakýn olmasý sebebiyle bu kavli tercih etmiþtir. Zira mutlak söz en az miktara hamledilir. Bahýr sahibi: «Bu söz götürür bilâkis mutlak söz kâmile hamledilir.» demiþtir.
Ben derim ki: Bu kabul edilemez þu sebeple ki, zimmetin borçtan kurtulmasý kâmil þekle baðlý deðildir. öyle olmuþ olsa rükû ve sücûdda Tume´nitenin (âzâ sükûnet bulacak kadar durmanýn) farzolmasý lazým gelir idi. Münye þerhinde þöyle denilmiþtir: «Bu rivayete göre Ýmam-Azam (sümme abese) gibi kýsa âyetle namazýn câiz olmayacaðýna kaildir.» Yani bu kadarcýk kýraat konuþmaða ve bir þeyi haber vermeðe benzer demek istemiþtir.
Ýmam-A´zam´dan üçüncü bir rivaye göre kýraatýn farz olan miktarlarý üç kýsa âyet yahud uzun âyettir ki, imameynin kavilleride budur. Âyetin metindeki tarifini Hýlye sahibi Alaeddîn Pehlivânî´nin Keþþâf hâþiyesinden nakletmiþtir.
Nehir sahibi de Þâtýbe þerhinde bu manada bir tarif rivayet etmiþtir ki o da þudur: «Âyet velev takdiren olsun baþý sonu belli ve sûre içersinde bulunan cümlelerden mürekkep Kur´andýr.» «Velev takdiren olsun» sözü ile þârih Bahýr sahibine red cevabý vermeðe iþaret etmiþtir. Bahýr sahibi buradaki tarife itiraz etmiþ ve «lemyelid» bir âyettir onun için Ýmam A´zam onunla namaz kýlmayý, câiz görmüþtür. Halbuki bu âyet beþ harflidir demiþtir. Red cevabýnýn izahý da þudur: «lemylid»´in aslý «lemyuled» dir. Binaenaleyh o takdiren altý harflidir.
Lâkin ben Hýlye ve Bahýr´da adý geçen hâþiyelerden naklen þöyle denildiðini gördüm «âyetin suret itibariyle en az altý harfli olmasý þarttýr» Þu halde buradaki red cevabý yerinde deðildir. Evet Nehir´de þöyle denilmiþtir: Âyet beþ harfli olanla onu takip edendir. Bundan dolayý ihlâs suresinin dört âyetten ibâret olduðunu söyleyenler vardýr. Bazýlarý beþ âyet olduðunu söylemiþlerdir. Binaenaleyh haþiyelerdekinin birinci kavle binaen söylenmiþ olmasý câizdir.
Esah kavle göre altý harfli âyet «müd hâmmetân» gibi bir kelime olur ise namaz sahih deðildir. S, K, ve N birer harfden ibâret kelimelerde öyledir. Lâkin Hýlye ile Bahýr´da bildirildiðine göre Üsbicabî´nin câmii Saðîr´de ve kezâ Tahavî þârihi ile Bedayî sahibinin bildirdiklerine göre «müd hâmmetân» âyeti ile Ýmam-A´zam´a göre hilâf rivayet edilmeksizin namaz câizdir.
Hâkimin hüküm etmesi þöyle olur: «Bir kimse kölesinin âzad olmasýný» «sahih bir namaz kýlarsam diye namaza ta´lik ederde tekrarsýz veya tekrar ederek «müd hâmmetân» âyeti ile namaz kýlarsa ve hâkime müracâat ettikleri vakit bu miktar kýraatle namazýn sahih olduðunu kabul ederek kölenin âzad olduðuna hüküm verirse zýmnen namazýnda sahih olduðuna hüküm vermiþ olur ki bu suretle namaz bil´ittifak sahih olur. Çünkü içtihad götüren bir yerde hâkimin hüküm vermesi hilâfý ortadan kaldýrýr. Bunu Halebî söylemiþtir. Zira uzun bir âyet üç kýsa âyetten fazladýr». Bu söz Ýmam-A´zam ile imameynin mezheplerin birden ta´lildir. Zira uzun bir âyetin yarýsý üç kýsa âyetten fazla ise imameynin kavline göre namaz sahihdir. Bir âyetle yetinilen Ýmam-A´zam´ýn kavline göre evleviyetle sahih olur.
Bahýr sahibi diyor ki: «Ulemanýn bu ta´lillerinden her rekatta okunanýn yarým âyet olmasý þart kýlýnmadýðý anlaþýlýr. Bilakis okunan miktar örfen kýraat sayýlýr ise kâfidir.»
Ben derim ki: Bir âyetten az miktarla yetinmek Ýmam-A´zam´dan nakledilen ikinci rivayete göre olmak gerekir. Çünkü zâhir rivaye olduðu bildirilen yukarýki ilk rivayete göre tam bir âyet okumak þarttýr.
TENBÝH: «Uzun bir âyetin en az ne kadarýný okumanýn yeteceðini beyan eden görmedim. Bahýr sahibinin sözünden anlaþýlan baþkalarýnýn yaptýðý gibi bu iþi en kýsa âyetin harflerine deðil örfehavale etmiþ olmasýdýr.
Þu halde bir kimse Ýmam-A´zam´a göre vacip olan üç âyet miktarý okumak istese uzun âyetten örfen kýraat denilebilecek miktarýn üç mislini okumasý lazým gelir. Bu sebepledir ki ulema meseleyi âyet-el-Kürsî ve mudâyine âyeti ile misallendirmiþlerdir.
Tatarhâniyye, Mirâc ve diðer kitaplarda bildirildiðine göre bir kimse âyet-el-kürsî yahud mudâyene âyeti gibi uzun bir ayetin birazýný bir rekatta bir kýsmýný da ikinci rekatta okusa ebu Hanife´nin kavline göre câiz olup olmayacaðý hususunda ulema ihtilâf etmiþler; bir takýmý câiz olmayacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü o kimse her rekatta tam bir âyet okumamýþtýr. Ekser ulema ise câiz olacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü bu gibi uzun âyetlerin yansý üç kýsa ayetten fazla yahud üç kýsa âyete denktir. O kimsenin kýraatý üç ayetten az deðildir. Lâkin bu son ta´lil çok defa kelimelerde veya harflerde sayýnýn nazar itibara alýnacaðýný gösterir. Bunu ulemanýn: «En kýsa sureye denk bir âyet okursa câizdir.» Sözleri ifade eder. Bazý ibârelerde üç kýsa âyete denk bir uzun ayet okursa câizdir.» denilmiþtir.
Yani «sümme nazar ve sümme abese» gibi kýsa ayetlere denk olan demek istemiþlerdir.
Üç kýsa âyetin miktarý kelime itibariyle on kelime harf itibariyle otuz harf olmalýdýr. Ayet-el-kursi´nin baþýndan «Lâ te´huzühü sinetüvvela nevm» kadar okusa bu miktara ulaþmýþ olur. Söylediðimize göre her rekatta bu miktar ile yetinir ise vacibi ifâ nâmýna kâfidir. Bu hususta bir þey söyleyen görmedim.
METÝN
Âyeti ezberlemek farz-ý ayýndýr. Her mükellef üzerine ale-t-Tâyin sabittir. Bütün kur´aný ezberlemek ise farzý kifâyedir. Herkesin ezberlemesi sünneti ayýn olup nâfile ibâdetten efdaldir.
Fýkýh öðrenmek ise ikisinden de efdaldir. Fâtiha´yý ve bir sureyi ezberlemek her müslümana vâciptir. Vacibten bir þey noksan býrakmak mekruhtur.
Seferde mutlak olarak vücûben Fâtiha´yý okumak ve herhangi bir sure ile yetinmek sünnettir. Yani karar halinde de firar halinde de hüküm budur. Zarurette ise hâle göre hareket edilir. Cami-us-Saðir´de de böyle mutlak býrakýlmýþtýr. Bahýr sahibi bunu tercih ile Hidâye ve diðer kitablardaki tafsîli red etmiþtir. Nehir sahibide Bahýr´ýn sözünü red ederek Hidâye´nin söylediklerinin doðru yazýldýðýný kaydetmiþtir.
ÝZAH
Tahrir þerhinde Farz-ý ayýn ile farz-ý kifâyenin farký þöyle yapýlmýþtýr.
Farz-ý kifâye, fâiline bakmaksýzýn yapýlmasý istenen ve gereken þeydir.
Forz-ý ayýn öyle deðildir. Onun fâiline bakýlýr. Ve fiilin husûli muayyen þahýsdan istenir.
Kur´an´ý Kerim´i her mükellefin ezberlemesi sünnettir. Sünnet-i ayýn tâbirinde sünnetin de sünnet-i ayýn ve sünnet-i kifâye namlariyle iki kýsma ayrýldýðýna iþaret vardýr. Misâli Ulema teravih namaziyle vermiþlerdir. Teravih namazý herkese sünneti ayýndýr. Her mahallede cemâat ile kýlýnmasý ise sünnet-i Kifâyedir. Fýkýh öðrenmek ise ikisinden de yani bazý kimseler Kur´an´ý Kerim´iezberledikten sonra Kur´an´ý ezberlemekden de nâfile ibâdettende efdâldir. Fýkýh´dan muradý dini hususunda ihtiyacýndan fazlasýný öðrenmektir. Aksi takdirde yani muhtaç olduðunu öðrenmek farz-ý ayýndýr.
Bir sureden murad en kýsa sure yahud onun yerini tutacak üç kýsa âyettir. Vacibden bir þey noksan býrakmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Nitekim sünnetten bir þey noksan býrakmak da kerahet-i tenzihiye ile mekruh olur. Mültekâ þerhinde de böyle denilmiþtir.
Karar halinden murad emniyet, firardan muradda acele etmektir. Aceleye firar denilmesi seferde acele ekseriyetle korkudan ileri geldiði içindir. «Cami-us-Saðîr´de de böyle mutlak býrakýlmýþtýr.» ibâresine itirazla þöyle denilebilir «Cami-us-saðirde mutlak sözü yoktur. Ancak orada sefer kayýdsýz zikir edilmiþtir. Bundan da sair metinlerde olduðu gibi mutlak manasý anlaþýlmýþtýr. Musannýfýn mutlak sözünü zikir etmesi üstâdý Bahýr sahibi bunu tercih ettiði içindir.
Malûmun olsun ki Hidâye´de yolcunun Fâtiha´yý ve herhangi bir sureyi okuyacaðý bildirildikten sonra þöyle denilmiþtir: «Bu yola çýkmak için acele edildiði zamandýr. Emniyet ve karar halinde ise sabah namazýnda burûc ve inþikâk gibi bir sure okur. Çünkü hafifletilmekle beraber sünnete riâyet etmesi mümkündür.
«Bahýr sâhibi bunu red etmiþ; rivayet ve dirâyet´te bunun itimad edilecek bir aslý olmadýðýný söylemiþtir. Rivayette aslý yoktur; çünkü metinlerin cami-us-saðîr´e uyarak mutlak býrakýlmalarý emniyet hâline de þâmildir. Binaenaleyh sünnete riayet etmesi gerekir. Yolculuk hafiflik hususunda tesirli olsa da birûc suresi kadar diye tehdid etmek için mutlaka bir delil lazýmdýr. Böyle bir delil nakledilmemiþtir. Bahýr sahibinin bu sözleri Hýlye´den kýsaltýlmýþtýr. Nehir sahibi buna cevap vermiþtir.
radyobeyan