Kütübü Sitte
Pages: 1234
Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:28:10
AÇIKLAMA:



1- Eslâf ulemasý, burada yaþça genç, akýlca kýt gençlerle Haricîlerin kastedildiðini anlamýþlardýr. Nitekim, Teysîr´in bu hadisi, Haricîlerle ilgili fitne baþlýðý altýnda kaydettiðine göre, ayný anlayýþý görmek mümkün. Ancak Resûlullah´ýn hadisleri, aynen Kur´ân gibi her devre baktýðý için, kýyamete kadar gelecek zaman içinde her devir insaný, kendi zamanýna tatbik etme hakkýna sahiptir. Nitekim, bizde Fitnenin Evsafý ile ilgili bahiste, günümüzün fitnelerinde gizli ve münafýk güçlerin cahil gençlerimizi, Ýslâmî sloganlarla aldatýp istismar edeceklerine dikkat çekmiþtik.

2- خير قول البرية tabirinde bazý alimler "kalb mevcuttur, قول خير البرية þeklinde olmalýdýr" demiþtir. "Yaratýlmýþýn en hayýrlýsýnýn sözü" demek olur. Bununla Kur´ân ve hadisin kastedildiði belirtilmiþtir.

3- Kur´ân okumalarýna raðmen imanlarýnýn gýrtlaklarýndan öteye geçmemesi Kur´ân´ý anlamadýklarýna, ahkâmýný hayatlarýnda tatbik etmediklerine, halký aldatmak için, slogan olarak onlarý zikrettiklerine delalet eder. Bunlar, bir avý delip, ondan hiçbir bulaþýk almadan öbür tarafa geçen ok gibi, Ýslâm´dan hiçbir pay kapmamýþ olarak dinden çýkarlar. Ýbnu´l-Esîr, en-Nihâye´de bu insanlarýn dine giriþ ve çýkýþlarýný "ok"un bir ava giriþ çýkýþýna benzetmesini, oka avdan hiçbir þeyin takýlmamasý sebebine baðlar.

4- Hadisin Ebu Dâvud´daki bir veçhinde "Onlar Müslümanlarý (büyük günah iþleyince kâfir olurlar diyerek) öldürürler. Fakat put ehlini býrakýrlar. Eðer ben onlara yetiþecek olsam, vallahi Ad kavminin ölümleriyle öldürürüm" buyurulmuþtur. Ad kavminin ölümü tabiriyle, "Köklerinin kesilmesi"nin kastedildiði belirtilmiþtir. Çünkü o kavim helak olmuþ, arkasý kesilmiþtir.

Eski âlimler bu hadisi Haricîlere tatbik edip büyük günah iþleyenleri kâfir addederek diye kayýtlamýþtýr. Ancak günümüzde benzeri davranýþlara düþen kitlelerin davranýþlarýný ayný tabirlerle kayýtlamak gerekmez. Üstelik Ýslam âlemi þimdilerde ne kadar geniþ. Müslümanlara musallat olacak bu heriflerin ileri sürecekleri bahaneler her köþede bir baþka þey olabilir. Ama onlarýn sonunu da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haber vermektedir: "Âd kavminin ölümüyle ölmek." "Âd kavmi öldürülmedi, (atom bombasýndan hasýl olan fýrtýnayý hatýrlatan) bir rüzgâr ile toptan helak edildi" der, þârihimiz... [174]



ـ4816 ـ4ـ وعن أبى سعيدٍ وَأنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # سَيَكُونُ في أُمَّتِى اخْتَِفٌ وَفُرْقَةٌ: قَوْمٌ يُحْسِنُونَ الْقِيلَ وَيُسِيئُونَ الْفِعْلَ، يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ َ يُجَاوِزُ تَرَاقِيَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ. ثُمَّ َ يَرْجِعُونَ حَتّى يَرْتَدَّ عَلى فُوقِهِ. هُمْ شَرُّ الْخَلْقِ، طُوبَى لِمَنْ قَتَلَهُمْ وَقَتَلُوهُ، يَدْعُونَ الى كِتَابِ اللّهِ وَلَيْسُوا مِنْهُ في شَىْءٍ. مِنْ قَاتَلَهُمْ كَانَ أوْلى بِاللّهِ مِنْهُمْ. قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّهِ #! مَا سِيمَاهُمْ قَالَ: التَّحْلِيقُ[. أخرجه أبو داود، وللشيخين عن أبى سعيد نحوه .



4. (4816)- Ebu Said ve Enes radýyallahu anhümâ anlatýyorlar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ümmetimde ihtilâf ve ayrýlýklar meydana gelecek. (Onlardan) bir grup lafýyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur´ân´ý okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aþaðý geçmeyecek. Bunlar, dinden týpký okun avý delip geçmesi gibi çýkarlar. Onlar, ok, kiriþine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatýn en þeriridir. Onlarý öldürene ve onlar tarafýndan öldürülene ne mutlu! Onlar insanlarý Kitabullah´a çaðýrýrlar, fakat Kitap´tan zerre kadar nasipleri yoktur."

Yanýnda bulunan Ashab:

"Ey Allah´ýn Resûlü onlarýn alâmeti nedir?" diye sordular da:

"Týraþ olmak!" buyurdular." [Ebu Dâvud, Sünnet 31, (4765).]

Benzer bir rivayeti Ebu Saîdi´l-Hudrî´den Sahiheyn kaydetmiþtir. [Buhâri, Fezailu´l-Kur´ân 36, Menâkýb 25, Edep 95, Ýstitabe 6, 7; Müslim, Zekât 143-148, (1064); Muvatta, Kur´ân10, (1, 204, 205); Nesâî, Zekât 79, (5, 87). Tahrîm 26, (7, 119).][175]



ـ4817 ـ5ـ وفي روايةٍ عن أنسٍ قال: ]سِيمَاهُمْ التَّحْلِيقُ وَالتَّسْبِيدُ. فإذَا رَأيْتُمُوهُمْ فَأنِيمُوهُمْ[.»الفُوقةُ وَالفُوقَُ« موضع وقوع الوتر من السهم.



5. (4817)- Hz. Enes´ten gelen bir rivayette (Resûlullah þöyle) buyurmuþtur: "Onlarýn alâmeti týraþ ve saçýn yolunmasýdýr. Onlarý gördüðünüz zaman öldürün."[176]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, önceki hadiste geçen dalalet fýrkasýyla ilgili mütemmim bilgi sunmaktadýr. Dinden çýkan bu yaþça genç, aklý kýt, lafý güzel, ameli kötü gürûhun bir daha kazanýlamayacaðý ifade edilmektedir. Onlarýn geri gelmesi, okun kiriþine geri gelmesine baðlanmýþtýr. Yani olmasý muhal olan þeye dilimizde böylesi makamda "balýk kavaða çýkýnca" deyimini kullanýrýz. Maksad muhal olan þeyi ifade etmektir. Keza bunlarýn okuduðu Kur´ân´dan zerre miktar bir tesir, bir iz kalmayacaðý, kalplerine hiçbir þey inmeyeceði hakikatý da, okuduklarýnýn köprücük kemiklerinden aþaðý gitmeyeceði tabiriyle ifade edilmiþtir. Baþka rivayetlerde köprücük kemiði yerine boðaz, hançere, gýrtlak gibi baþka tabirler kullanýlmýþtýr. Þarihlerimiz bu tabiri "Kýraatleri Allah´a yükselmez. Allah kabul buyurmaz" þeklinde de anlamýþtýr.

2- Hadis, böylesi insanlarla cihad gereðine dikkat çekmektedir. Çünkü, dinî sloganlarla, Kur´ân tilavetiyle meydana çýktýklarý için mü´ minler arasýnda tereddüt çýkabilecektir. Aleyhissalâtu vesselâm bu tereddütü yenmek ve izale etmek maksadýyla onlarý öldüren gazi, onlar tarafýndan öldürülen þehit olur mânasýnda olmak üzere "Onlarý öldürene ve onlar tarafýndan öldürülene ne mutlu!" buyurmuþtur.

3- Onlarýn alâmeti baþý týraþ etmek olarak belirtilmiþtir. Nevevî der ki: "Alimlerden bazýlarý bu hadisten hareketle baþý týraþ etmenin mekruh olduðuna hükmettiler. Ancak, hadiste buna delalet yoktur, týraþ onlarýn alâmetidir. Alâmet, bazan da mübah olur. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm: "Onlarýn alâmeti bir pazusu kadýn memesi gibi olan siyah bir adamdýr" buyurmuþtur. Malum olduðu üzere, bu haram deðildir. Ayrýca Ebu Dâvud´un Sünen´inde Buhârî ve Müslim´in þartýna uygun sahih bir rivayette "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) baþýnýn birkýsmý týraþ edilmiþ bir çocuk görmüþtü: "Ya tamamýný týraþ edin ya tamamýný kesmeyin" buyurdu" denmiþtir. Bu rivayet baþýn týraþ edilmesinin mübahlýðý hususunda sarihtir, te´vile ihtimali yoktur. Ulemâ der ki: "Her durumda baþýn týraþ edilmesi caizdir. Kiþiye yaðlanmasý ve bakýmý meþakkat getirecekse týraþ etmesi müstehab olur. Eðer meþakkat getirmiyorsa kesilmesi müstehab olur."

Ýkinci hadiste, týraþ olarak tercüme ettiðimiz tahlik kelimesini te´kîden tesbîd, (bazý nüshalarda tesmîd þeklindedir) kelimesi gelmiþtir. Lügatte aynen deriden saçýn týraþ edilmesi mânasýna gelirse de Ebu Dâvud, saçýn kökten yolunmasý diye açýklar.[177]



ـ4818 ـ6ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ رَسُولَ اللّهِ # مُنْصَرَفَهُ مِنْ حُنَيْنٍ، وَفي ثَوْبِ بَِلٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فِضَّةٌ، وَرَسُولُ اللّهِ # يَقْبِضُ مِنْهَا وَيُعْطِى النَّاسَ. فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ، اعْدِلْ فَقَال: وَيْلَكَ فَمَنْ يَعْدِلُ إذَا لَمْ أعْدِلْ؟ لَقَدْ خِبْتُ وَخَسِرْتُ إنْ لَمْ أعْدِلْ. فَقَالَ عُمَرُ: دَعْنِى يَا رَسُولَ اللّهِ أضْرِبْ عُنُقَ هذَا الْمُنَافِقِ. فَقَالَ #: مَعَاذَ اللّهِ أنْ يَتَحَدَّثَ النَّاسُ أنَّ مُحَمَّداً يَقْتُلُ أصْحَابُهُ، وَإنَّ هذَا وَأصْحَابَهُ يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ َ يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ[. أخرجه الشيخان، واللفظ لمسلم .



6. (4818)- Hz. Câbir (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn Huneyn dönüþünde bir adam yanýna geldi. Bu sýrada Hz. Bilâl´in eteðinde gümüþ (para) vardý. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bundan avuç avuç alýp insanlara daðýtýyordu. Gelen adam:

"Ey Muhammed! Adil ol!" dedi. Aleyhissalâtu vesselam (öfkeli olarak):

"Yazýk sana! Ben de adil olmazsam kim adil olabilir? Eðer adil olmazsam zarara ve hüsrana düþerim!" buyurdular. Hz. Ömer atýlýp:

"Ey Allah´ýn Resûlü! Bana müsaade buyurun þu münafýðýn kellesini uçurayým!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Halkýn "Muhammed arkadaþlarýný öldürüyor" diye dedikodu yapmasýndan Allah´a sýðýnýrým. Bu ve arkadaþlarý Kur´ân okurlar (ama okuduklarý) hançerelerinden aþaðý geçmez. Dinden, okun avý delip geçtiði gibi çýkýp giderler!" buyurdular." [Buhârî, Humus 16; Müslim, Zekât 142, (1063). Metin Müslim´inkidir.][178]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:30:26
AÇIKLAMA:



1- Hadis birçok vecihten rivayet edilmiþtir. Müslim´in Zekât bölümündeki 140-160 arasýndaki hadisler bu vak´a ile alakalý. Bazý rivayetlerdeki ziyadelerden anlaþýldýðýna göre, hâdise, Huneyn Savaþý´ndan elde edilen ganimetin Ci´râne´de daðýtýmý sýrasýnda cereyan etmiþtir ve bu itirazcýnýn adý Zülhüveysýra´dýr. Bir rivayette adam tasvir de edilir: "Gür sakallý, elmacýklarý çýkýk, gözleri çukur, alný yüksek, baþý traþlý." Bir rivayete göre, "Saðýnda ve solunda olanlara verdi. (Henüz) arkadakilere vermemiþti. Arkadakilerden bir adam kalkarak: "Ey Muhammed, taksimde adil olmadýn" der. Resulullah bu söze çok öfkelenir. Ancak: "Vallahi, benden sonra, benden daha adil olacak birini bulamazsýnýz" demekle yetinir. Sonra þu açýklamayý yapar: "Ahirzamanda bir kavim çýkacak. Sanki bu, onlardan biridir. Onlar, Kur´an okurlar fakat okuduklarý köprücük kemiklerini geçmez. Ýslam´dan okun avdan geçtiði gibi geçip giderler. Alametleri týraþtýr. Bunlarýn arkasý kesilmez; sonuncularý Mesih Deccal´le birlikte çýkar. Onlara rastladýðýnýz zaman bilin ki, onlar halkýn ve hayvanlarýn en þerirleridir."

2- Havazinliler, askerlerinin daha fedakârane savaþmalarý düþüncesiyle mallarýný ve hatta çocuk ve kadýnlarýný da cephe gerisine getirdiklerinden savaþta maðlup olunca Müslümanlara çok miktarda ganimet intikal etmiþti; 6.000 kadýn ve çocuk, 4.000 okiyye gümüþ, 24.000 deve, 40.000´den fazla koyun. Vakidî, o gün her bir gaziye dört deve ile kýrk koyun ganimet isabet ettiðini belirtir. Ayrýca müellefe-i kulub denen kalpleri kazanýlacak, þair, hatip, kabile reisi gibi nüfuzlu kimselere, durumuna göre 50´þer, 100´er deve verilmiþtir.

3- Bazý rivayetlerde, Resulullah´tan bu adamý öldürme müsaadesi isteyen Halid Ýbnu Velid´dir. Dahasý, hâdisenin Ci´rane´de deðil Medine´de cereyan ettiðini ifade eden rivayet de var. Ýbnu Hacer el-Askalânî, bu rivayetlerin arasýnda zýtlýk olmadýðýný, hâdisenin birkaç sefer cereyan etmiþ olabileceðini söyleyerek zahirî zýtlýðý te´lif eder.

4- Bu hadisler, Haricîlerle ilgili olmasý haysiyetiyle, bunlarýn þerhi zýmnýnda, Haricîlerin tekfir edilip edilmeyeceði hususuna da yer verilir. Hemen belirtelim ki, onlarýn tekfiri hususunda ihtilaf edilmiþtir. Þâfiîlerden cumhur-u ulemâya göre Haricîler tekfir edilemez. Bakillânî, onlarýn sarih küfre düþmediðine, fakat küfre müeddi olan söz söylediklerine dikkat çekmiþ ise de bu, tam bir tekfir sayýlmamýþtýr. Kadý Ýyaz, "tekfir hususunda, ulemanýn, muteber tek delili olduðunu, bunun da, onlarýn kendi dýþýndaki Müslümanlarý tekfir etmeleri bulunduðunu, zîra bir hadiste mü´mini tekfir eden kimsenin sözünün havada kalmayýp, haksýz yere tekfirde bulunan kimseye geri döneceðini bildirdiðini" söyler. Aslýnda bu hüküm, diðer fýrâk-ý dâlle için de geçerlidir.

Ehl-i Sünnet ulemasý, tekfir hâdisesi, dinde çok nazik bir bahis olmasý sebebiyle, tekfir etme hususunda fazlaca dikkatli ve ihtiyatlý davranmýþlardýr. Dolayýsýyla onlarýn kestiklerinin yeneceðine, kadýnlarýyla evlenilebileceðine, cenazelerine iþtirak edileceðine, þehadetlerinin makbul olacaðýna hükmetmiþler ve bu hususta icma etmiþlerdir. Hz. Ali´ye : "Onlar kâfir midirler?" diye sorulmuþ: "Küfürden kaçtýlar!" demiþtir.

"Münafýk mýdýrlar?" denilmiþ, "Münafýklar Allah´ý pek az zikrederler. Halbuki onlar akþam sabah zikrediyorlar!" demiþtir. "Onlar kimdir?" denilmiþ, "Fitneye maruz kalýp, bu yüzden hakka karþý körleþen, saðýrlaþan kimselerdir!" demiþtir.[179]



* HAKEMEYN HÂDÝSESÝ VE YEZÝD ÝBNU MUAVÝYE´YE BÝAT VAKASI



ـ4819 ـ1ـ عن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]دَخَلْتُ على حَفْصَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَقُلْتُ: قَدْ كَانَ مِنَ النَّاسِ مَا تَرَيْنَ، وَلَمْ يُجْعَلْ لِى مِنَ ا‘مْرِ شَىْءٌ. فَقَالَتْ: اَلْحَقِ النَّاسَ فَهُمْ ينْتَظِرُونَكَ، وَأخْشى أنْ يَكُونَ في احْتِبَاسِكَ عَنْهُمْ فُرْقَةٌ، فَلَمْ تَدَعْهُ حَتّى ذَهَبَ. فَلَمَّا تَفَرَّقَ النَّاسُ خَطَبَ مُعَاوِيَةُ وَقَالَ: مَنْ كَانَ يُرِيدُ أنْ يَتَكَلَّمَ في هذَا ا‘مْرِ فَلْيُطْلِعْ لَنَا قَرْنَهُ، فَلَنَحْنُ أحَقُّ بِهِ مِنْهُ وَمِنْ أبِيهِ. قَالَ حَبِيبُ بْنُ مَسْلَمَةَ: فَقُلْتُ لِعَبْدِاللّهِ، فَهََّ أجَبْتَهُ؟ فقَالَ: لقَدْ هَمَمْتُ أنْ أقُولَ أحَقُّ بِهذا ا‘مْرِ مِنْكَ مَنْ قَاتلَكَ وَأبَاكَ عَلى ا“سَْمِ، فَخَشَيْتَ أنْ أقُولَ كَلِمَةً تُفَرَّقَ بَيْنَ الْجَمِيعِ وَتُسْفِكُ الدَّمَ وَيُحْمَلُ عَنِّى غَيْرُ ذلِكَ، فَذَكَرْتُ مَا أعَدَّ اللّهُ في الْجِنَانِ. قُلْتُ: حُفِظْتَ وَعُصِمْتَ[. أخرجه البخاري .



1. (4819)- Ýbnu Ömer (radýyallahu anhümâ) anlatýyor: "Hz. Hafsa (radýyallahu anhâ)´nýn yanýna girdim ve:

"(Ali ile Muaviye (radýyallahu anhümâ)´nin Sýffîn´deki hâdiseleri sebebiyle) halka gelenleri görüyorsun. (Þimdi Harameyn ve baþka yerde hayatta kalan sahabeleri toplayýp fikirlerini almak istiyorlar.) Bu hilafet ve emîrlik meselesinde bana hiçbir hak tanýmadýlar (bu sebeple gitmek istemiyorum, ne dersin?)" dedim.

"Katýl. Çünkü onlar seni bekliyorlar. Onlardan geri durmaný, onlarýn bir muhalefet saymalarýndan korkarým!" dedi ve Abdullah, oraya gidinceye kadar Hafsa onu býrakmadý. (Hakemlerin hüküm vermesinden sonra) Hz. Muaviye bir hutbe irad etti ve (Abdullah´la babasý Ömer´i kastederek) dedi ki:

"Kim bu hilafet meselesi hakkýnda bizimle konuþmak isterse kendini bize göstersin (meydana çýksýn). Þurasý muhakkak ki biz, halifeliðe ondan da babasýndan da ehakkýz."

Habib Ýbnu Mesleme der ki: "Abdullah´a: "Ona cevap vermedin mi?" dedim. Abdullah cevaben:

"Bu iþe senden daha ehak olan, Ýslam adýna sana ve babana karþý (Uhud´da, Hendek´te) mücadele vermiþ olan Ali (radýyallahu anh)´dir!" demek istedim. Fakat, herkesin arasýna tefrika sokup, kan akýtacak ve istemediðim bir mânaya çekilecek bir kelime sarfetmekten korktum. Allah´ýn (sabredene) cennette hazýrladýðý mükafaatlarý da hatýrlayarak (Muaviye´ye) karþýlýk vermedim" demiþtir. Habib Ýbnu Mesleme: "Bu tavrý takdir ederek: "Sen bir fitneden (inayet-i Ýlahî ile) korunmuþ ve (ciddî) bir felaketten muhafaza edilmiþsin!" dedim" der. [Buharî, Megazî, 29.][180]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:31:32
AÇIKLAMA:



1- Ýbnu Hacer´den alarak koyduðumuz parantez arasý açýklamalardan da anlaþýlacaðý üzere, Hz. Abdullah Ýbnu Ömer, Sýffîn Savaþý´nda, ihtilafýn çözümü Hakemeyn´e yani biri Hz. Ali, diðeri de Hz. Muaviye (radýyallahu anhümâ) tarafýndan seçilecek iki hakemin tesbit edeceði ortak görüþe havale edildikten sonra, hayatta kalan sahabelerin fikirlerini almak üzere yapýlan bir davete icabet edip-etmeme hususunda Resulullah´ýn zevcelerinden ve ayný zamanda kýzkardeþi bulunan Hafsa ile istiþare etmiþtir. Kendisi kýrgýn bir hava taþýmakta, bu sebeple de davete icabet etmemek istemektedir. Ancak Hz. Hafsa, katýlmasýný tavsiye etmektedir.

Abdullah katýlýr. Hz. Muâviye´nin kulaðýna Abdullah´tan bir þeyler ulaþmýþ olmalý ki, ilk hutbesinde ta´rizkâr ve hatta tehditkar bir üslupla Hz. Abdullah´a laf atar. Abdullah, Hz. Ali lehine konuþup, bidayetten beri Ýslam için çalýþtýðýný, Hz. Muâviye ve babasý Ebu Süfyan´a karþý Uhud´da, Hendek´te Ýslam´ý korumak için savaþ verdiðini, bu sebeplerle onun hilafete kendisinden ehak olduðunu söylemeyi düþünür. Fakat, fitne çýkmasýn diye sükut eder. Said Ýbnu Mansur´un kaydettiði munkatý bir rivayette Hz. Abdullah, Muâviye´ye þöyle söylemek istemiþtir: "Hilafete, Ýslam adýna sana ve babana karþý savaþmýþ olanlar ehaktýr." Ancak kan dökülmesi ve sözünün yanlýþ anlaþýlmasý korkusuyla susmayý tercih eder, (radýyallahu anh).

2- Hadiste, Hz. Abdullah´a bu davranýþý sebebiyle takdirlerini ifade eden Habib Ýbnu Mesleme, küçük sahabelerdendir. Þam´a yerleþmiþtir. Babasýnýn Resulullah´la sohbeti mevcuttur. Aslýnda Hz. Muaviye taraftarlarýndandýr. Muaviye (radýyallahu anh) onu, kuþatma altýndaki Hz. Osman´a yardým etmesi için bir askerî birliðin baþýnda Þam´dan Medine´ye göndermiþ, ancak o gelmeden Hz. Osman þehid edilmiþ olduðu için geriye, Hz. Muâviye´nin yanýna dönmüþtür. Þam´da Hz. Muâviye ile beraberdir. Hz. Muâviye onu Rumlara karþý yapýlan gazvelerin baþýna komutan tayin etmiþtir. Sýkça Rumlarla karþýlaþtýðý için Habibu´r-Rum lakabýyla þöhret bulmuþtur. Hz. Muâviye´nin hilafeti sýrasýnda vefat etmiþtir.

Habib Ýbnu Mesleme´nin Hz. Abdullah´a "Allah seni fitne ve felaketten himaye etmiþ" sözü, o sýrada Hz. Muâviye aleyhine sarfedeceði bir sözün mutlaka bir kavgaya sebep olacaðýný ifade eder. Çünkü hâdiselerin içinde, hatta yetkili bir þahsiyettir, havayý gayet iyi bilmektedir.

3- Ýbnu Hacer´in açýkladýðýna göre, Hz. Muâviye, hilafet meselesinde þu görüþte idi: "Kuvvet, re´y ve marifette üstün olanýn, Ýslam´da öncelik, diyanet ve ibadet yönleriyle üstün olana takdim edilmesi gerekir." Ýþte bu görüþ gereðince kendisinin hilafete ehak olduðunu ileri sürmüþtür. Ýbnu Ömer ise aksi görüþte idi ve fitne korkusu olmadýkça mefdula biat edilmeyeceði kanaatini taþýyordu. Ýþte bu sebeple sonradan Hz. Muâviye´ye ve daha sonra da oðlu Yezid´e biat etti, çocuklarýna da biatlarýný bozmayý yasakladý. Ayný düþünce ile, Yezid´den sonra da Abdülmelik Ýbnu Mervan´a biat etmiþtir.[181]



ـ4820 ـ2ـ وعن ابْنِ الْمُسَيَّبِ قَالَ: ]لَمَّا وَقَعَتْ اَلْفِتْنَةُ ا‘ولى، يَعْنِى مَقْتَلَ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه لَمْ تُبْقِ مِنْ أصْحَابِ بَدْرٍ أحَداً؛ ثُمَّ وَقَعَتِ الْفِتْنَةُ الثَّانِيةُ يَعْنِى الْحَرَّةَ، فَلَمْ تُبْقِ مِنْ أصْحَابِ الْحُدَيْبِيَةِ أحَداً؛ ثُم وقَعَتِ الثَّالِثَةُ فلَمْ تَرْتَفِعْ وَلِلنَّاسِ طَبَاخٌ[. أخرجه البخاري .

يقال فن » طَبَاخَ لهُ« أى عقل له و خير عنده، والمراد أنها لم تبق في الناس من الصحابة أحداً .



2. (4820)- Ýbnu´l-Müseyyeb (radýyallahu anh) anlatýyor: "Ýlk fitne yani Hz. Osman (radýyallahu anh)´ýn þehid edilmesi vukua geldiði zaman Ashab-ý Bedr´den kimseyi hayatta býrakmadý. Sonra ikinci fitne yani Harra hâdisesi vukua geldi. Bu da Hudeybiye ashabýndan kimseyi hayatta býrakmadý. Sonra üçüncüsü vukua geldi. O da insanlar arasýnda akýl ve kuvvet (sahabe) barakmadý." [Buhârî, Megazî 11.][182]



AÇIKLAMA:



1- Hadiste üç fitneye temas edilmektedir. Bunlardan ilki Hz. Osman´ýn þehid edilmesi hâdisesidir. Bu vak´a hicrî 35 senesinde vukua gelmiþtir.

Ýkinci fitne Harre vakasýdýr. Bu vaka Hicri 63 yýlýnda vukua gelmiþtir.

Üçüncü fitnenin hangi hâdise olduðu tasrih edilmemektedir. Kastalânî Irak´ta vukua gelen Ezârika fitnesi, Haccac tarafýndan Ýbnu Zübeyr (radýyallahu anh)´in þehid edilmesi ve Kâbe´nin yýkýlmasýyla sonuçlanan hicri 74 yýlýndaki fitne; Mervan Ýbnu Muhammed´in hilafeti sýrasýnda 130 yýlýnda Medine´de cereyan eden Ebu Hamza el-Haricî fitnesinin kastedilmiþ olabileceðinin ileri sürüldüðünü kaydeder.

Ýbnu Hacer, üçüncü fitnenin Ezârika fitnesi olduðunu söyleyen Davudî´ye itiraz eder ve katýlmayýþ sebebini iki sebebe baðlar:

1) Hadisin ravisi Yahya Ýbnu Said burada Medine´de vukua gelen fitneleri kastedmiþtir, diðerlerini deðil.

2) Ezârika fitnesi ise Yezid Ýbnu Muâviye´nin vefatýný müteakip vukua gelmiþ; yirmi seneden fazla devam etmiþtir.[183]

Ýbnu Hacer üçüncü fitnenin hangisi olduðunu belirleme maksadýyla Ýmam Malik´in Yahya Ýbnu Said´den kaydettiði þu açýklamaya yer verir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn mescidinde iki gün namaz terkedilmiþtir:

1) Hz. Osman´ýn þehid edildiði gün,

2) Harra günü."

Ýmam Malik: "Üçüncüyü unuttum" demiþtir. Ýbnu Hacer devam eder: "Ýbnu Abdü´l-Hakim: "Haricî Ebu Hamza´nýn huruc ettiði gündür" der. Bu ise Mervan Ýbnu Muhammed Ýbnu Mervan Ýbni´l-Hakem´in hilafeti zamanýnda 130 yýlýnda cereyan etmiþtir. Bu hâdise Yahya Ýbnu Said´in vefatýndan bir müddet önce vukua gelmiþtir. Ben, Dârakutni´nin Garaibu Malik nam eserinde, kendisine Yahya Ýbnu Said´den sahih bir senetle ulaþan buna benzer bir rivayete rastladým. Sonunda þöyle diyordu: "Üçüncüsü vaki olursa insanlarda akýl ve güç býrakmaz." Ýbnu Ebî Hayseme´nin tahricinde "Þayet üçüncü vaki olsaydý" þeklinde gelmiþtir. Bu ifade, sadedinde olduðumuz hadiste üçüncü fitne hakkýndaki cezme muhaliftir (yani hâdisenin henüz vukua gelmediðini beyandýr). Aralarýný bulmak ve te´lif etmek mümkündür. Þöyle ki: "Yahya Ýbnu Said bu sonuncu ifadeyi önce söylemiþtir, sonra da mezkur üçüncü fitne, o daha sað iken vaki olmuþtur. Hâdiseden sonra Yahya Ýbnu Said, Leys Ýbnu Sa´d´ýn kendisinden naklettiði ifadeyi söylemiþtir."

2- Hadiste geçen Tabah kelimesi kuvvet, akýl, hayýr gibi mânalara gelir. Ýbnu´l-Esir, Camiu´l-Usul´de bundan maksadýn Sahabe olduðunu belirtir. Rivayetten, mezkur üç fitneden birincide Bedir Ashabý, ikincide Hudeybiye Ashabý, üçüncü de Ashabýn geri kalaný öldürülecek gibi bir mâna anlaþýlmaktadýr. Fakat mâna öyle deðil. O sýralarda onlarýn kalmamýþ olacaðý ifade edilmiþtir. Yani, "Bedir Ashabý´nýn tükenme sýralarýnda Hz. Osman katledildi, birinci fitne husule geldi; Hudeybiye Ashabý´nýn tükenmesi zamanýnda Harra hadisesi vukua geldi, Ashab´ýn tükendiði sýralarda da üçüncü fitne vukua geldi" denmektedir.

3- Burada bir noktaya dikkat çekmek isteriz: Sadedinde olduðumuz rivayet Said Ýbnu´l-Müseyyeb´ten bir nakil gözükmektedir. Yapýlan açýklamalara göre bu eser Yahya Ýbnu Said´e aittir. Nitekim Said Ýbnu´l-Müseyyeb hicrî 94 yýlýnda vefat etmiþtir. Halbuki üçüncü fitne olarak yorumu yapýlan hâdise hicrî 130 yýlýnda cereyan etmiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki, hadisin baþ kýsmý Said Ýbnu´l-Müseyyeb´e aittir. Ravi Yahya Ýbnu Said, Said Ýbnu´l-Müseyyeb´in sözlerini naklettikten sonra kendisi þu ilavede bulunmuþtur: "...Sonra üçüncü bir fitne daha vukua geldi, o da insanlarda akýl ve kuvvet býrakmadý." Ne var ki bu derc´e raviler dikkat çekmemiþlerdir. Yahut bu söz, Buharî, rivayetinin zahirine göre müdrec deðildir. Gerçekten Said Ýbnu´l-Müseyyeb´e aittir. Bu durumda üçüncü fitne hususunda yapýlan ve Ýbnu Hacer tarafýndan da benimsenmiþ olan yorum yanlýþtýr. Üçüncü fitneyi Said Ýbnu´l-Müseyyeb´in ölümünden önce cereyan eden bir fitne ile izah etmek gerekecek ki bu da Davudî´nin yaptýðý izahtýr: Ezarika fitnesi. [184]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:32:23
* HAKEMEYN HÂDÝSESÝ VE HARÝÎÝLER



Bu iki hadise birbirine baðlý olduðu için ikisini birlikte kýsaca Suyutî´nin anlatýmýndan kaydedeceðiz: "Hz. Ali´ye Osman´ýn þehit edilmesinin ertesi günü, Medine´de bulunan sahabeler (radýyallahu anhüm) biat ettiler. Aþere-i Mübeþþere´den Talha ve Zübeyr (radýyallahu anhümâ)´in istemeyerek biat ettikleri söylenmiþtir. Bu sebeple o ikisi Mekke´de bulunan Hz. Aiþe´nin yanýna giderler. Üçü beraber, Hz. Osman´ýn kanýný talep etmek üzere Basra´ya giderler. Haber Hz. Ali´ye ulaþýnca o da Irak´a hareket eder. Basra´da Talha, Zübeyr ve Hz. Aiþe (radýyallahu anhüm) ve beraberindekiler ile karþýlaþýrlar. Cemel Vakasý vukua gelir. Hicrî 36 yýlýnda cereyan eden bu hâdisede Talha ve Zübeyr´in de aralarýnda yer aldýðý 13.000 kiþi hayatýný kaybeder. Bunlardan 2.000 kadarý Hz. Ali saflarýndan, geri kalan da Hz. Aiþe saflarýndandýr.

Hz. Ali, 15 gün kadar Basra´da kaldýktan sonra Kûfe´ye geçer. Bu esnada Þam´dan da Hz. Muaviye, beraberindekilerle birlikte Hz. Ali´nin üzerine yürür. Sýffîn´de karþýlaþýrlar. Tarih hicrî 37 Safer ayý. Aralarýnda baþlayan savaþ birkaç gün neticesiz devam eder. Þamlýlar Mushaflarý kaldýrarak onun hakemliðine baþvurmayý teklif ederler. Bunun, Amr Ýbnu´l-As tarafýndan teklif edilen bir harp hilesi olduðu söylenmiþtir. Hz. Ali´nin askerleri Kur´an´a karþý savaþmak istemezler. Sulh talep ederler. Ýki hakem tayin edilir. Daha önce belirttiðimiz üzere, Hz. Ali, Ebu Musa el-Eþ´arî´yi, Hz. Muaviye de Amr Ýbnu´l-As (radýyallahu anhüm ecmain)´ý hakem tayin eder.

Aralarýnda yazýlý bir vesika tanzim ederek yýlbaþýna Ezruh´ta bir araya gelip ümmetin meselesini halletme hususunda görüþ birliðine varýrlar.

Herkes daðýlýr. Hz. Muaviye Þam´a, Hz. Ali de Kûfe´ye dönerler. Bu sýrada Hz. Ali´nin saflarýndan, Haricîler denecek olan bir zümre ayrýlýr. Bunlar hakem hâdisesine karþý çýkarlar. "Hüküm Allah´a aittir" derler. Harura´yý kendilerine karargâh yaparlar. Hz. Ali bunlara Ýbnu Abbas´ý nasihatçi olarak gönderir. Onlarla bazý münakaþalar yapar, açýklamalarda bulunur. Bir kýsmý nasihat dinler; gidilen yolun yanlýþ, þeriate aykýrý olduðunu kabul edip rücu eder. Bir kýsmý da batýlda ýsrar eder. Bu ýsrarcýlar Nehravan´a giderler, orada baþkaldýrýrlar. Hz. Ali oraya gidip, onlarla savaþýr ve -önceki rivayette (4813. hadis) açýklandýðý üzere- Zü´s-Südye baþta olmak üzere pek çoklarý öldürülürler; yýl hicrî 38.

Ayný senenin Þa´ban ayýnda Ezruh´ta hakemlerin hükmünü dinlemek üzere toplanýrlar. Sa´d Ýbnu Ebî Vakkâs, Ýbnu Ömer ve diðer pekçok sahabe -4819 numaralý hadiste de açýklandýðý üzere- oraya gelirler.

Amr Ýbnu´l-As, kurnazlýk yaparak ilk önce Ebu Musa el-Eþ´arî´yi konuþturur. Aralarýndaki antlaþma gereði o, Hz. Ali´yi azleder. Arkadan Amr konuþur, hilafette Hz. Muâviye´yi sabit tutar ve ona biat eder.

Halk bu kargaþa ile ayrýlýr. Hz. Ali askerlerinin ihtilafýna muhatap olur.

Ýþte bu kargaþa sýrasýnda Haricîlerden üç kiþi, ortaya atýlýp: Abdurrahman Ýbnu Mülcem el-Murâdî, Bürek Ýbnu Abdillah et-Temîmi ve Amr Ýbnu Bekr et-Temîmi. Bunlar Mekke´de biraraya gelip, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr Ýbnu´l-Âs radýyallahu anhüm´ü öldürmek ve ümmeti bunlarýn fitnesinden huzura kavuþturmak hususunda antlaþma yaparlar.

Ýbnu Mülcem: "Ben Ali´yi halledeyim" der. el-Bürek: "Ben Muâviye´yi halledeyim" der. Amr Ýbnu Bekr de: ÔBen de Amr Ýbnu´l-Âs´ý halledeyim" der.

Ehl-i Sünnet ulemâsý hürmet ve sevgi ile mükellef olduðumuz Ashab-ý Kiram hazeratýnýn aralarýnda cereyan eden elim vukuatý naklederken, hürmet ve muhabbeti zedeleyerek teferruata inmekten içtinab etmiþler kýsaca hülasa etmiþlerdir."

Bu bahsin sonunda Ashab arasýnda cereyan eden hâdiselerin mahiyeti hakkýnda Bediüzzaman´ýn bir yorumunu kaydedeceðiz.[185]



* ÝBNU´Z-ZÜBEYR DEVRÝ



ـ4821 ـ1ـ عن أبى نَوْفَلْ قَالَ: ]رَأيْتُ عَبْدَاللّهِ بْنَ الزُّبَيْرِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما على عَقَبَةِ الْمَدِينَةِ، فَجَعَلَتْ قُرَيْشٌ وَالنَّاسُ تَمَرُّ عَلَيْهِ، حَتّى مَرَّ عَلَيْهِ عَبْدُاللّهِ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فَوَقَفَ عَلَيْهِ. فقَالَ: السََّمُ عَلَيْكَ أبَا خُبَيْبٍ ثَثاً، أمَا وَاللّهِ لَقَدْ كُنْتُ أنْهَاكَ عَنْ هذَا وإنْ كُنْتَ مَا عَلِمْتُ صَوَّاماً قَوَّاماً وَصُوً لِلرَّحِمِ، أمَا وَاللّهِ ‘ُمَّةٌ أنْتَ شَرُّهَا ‘ُمَّةُ خَيْرٍ. فَبَلَغَ الْحَجَّاجَ مَوْقِفُ عَبْدِاللّهِ ابْنِ عُمَرَ وَقَوْلُهُ. فأرْسَلَ إلَيْهِ فأُنْزِلَ عَنِ جِذْعهِ فَأُلْقِىَ في قُبُورِ الْيَهُودِ. ثُمَّ أرْسَلَ الى أُمَّةِ أسْمَاءَ

بِنْتِ أبِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، فأبَتْ أنْ تَأتِيَهِ، فأعَادَ إلَيْهَا الرَّسُولَ لتَأتِيَنِّى أوْ ‘بْعَثَنَّ إلَيْكِ مَنْ يَسْحَبُكِ بِقُرونِكِ. فأبَتْ فقَالَتْ: واللّهِ َ أتِى إلَيْكَ حَتّى تَبْعَثَ مَنْ يَسْحَبُنِى بَقُرونِى فقَالَ: أُرونِي سِبْتِيَّتَيَّ فأخَذَ نَعْلَيْهِ ثُمَّ انْطَلَقَ يَتَوَذَّفُ حَتّى دَخَلَ عَلَيْهَا فقَالَ: كَيْفَ رَأيْتُنِى صَنَعْتُ بِعَدُوِّ اللّهِ؟ قَالَتْ: رَأيْتُكَ أفْسَدْتَ عَليْهِ دُنْيَاهُ وَأفْسَدَ عَلَيْكَ آخَرَتَكَ. بَلَغَنِى أنَّكَ تَقُولُ: يا ايْنَ ذَاتَ النِّطَاقَيْنِ، أنَا واللّهِ ذاتُ النِّطَاقَيْنِ. أمَّا أحَدُهُمَا فَكُنْتُ أرْفَعُ بِهِ طَعَامَ رَسُولِ اللّهِ # وَطَعَامَ أبِى مِنَ الدَّوَابِّ، وَأمَّا اŒخَرُ فَنِطَاقُ الْمَرْأةِ الَّذِى َ تُسْتَغْنِى عَنْهُ. أمَا إنَّ رَسُولَ اللّهِ # حَدَّثَنَا أنَّ في ثَقِيفٍ كَذَّاباً وَمُبِيراً. أمَّا الْكَذَّابُ فقَدْ رَأيْنَاهُ، وَأمَّا الْمُبِيرُ فََ إخَالُكَ إَّ إيَّاهُ. فقامَ عَنْهَا وَلَمْ يُرَاجِعْهَا[. أخرجه مسلم.وزاد رزين أن الحجاج قال: ]دَخَلْتُ إلَيْهَا ‘حْزِنَهَا فأحْزَنَتْنِى[.و»قرونُ المَرأةِ« ضفائرها.و»التَّوْذفُ« التبختر، وقيل ا“سراع.و»السِّبْتِيَّتَانِ« النعن، وأصله من السبت، وهو جلود البقر المدبوغة بالقرظ يعمل منها النعال نسبت إليها. وقيل من السبت وهو حلق الشعر ‘ن شعر الجلود ترمى عنها ثم تعمل منها النعال.و»الْمُبيرُ« المهلك .



1. (4821)- Ebu Nevfel anlatýyor: "Abdullah Ýbnu´z-Zübeyr (radýyallahu anhümâ)´i (Mekke´deki) Akabetü´l-Medine (denilen yerde) (asýlmýþ) gördüm. Kureyþ ve diðer halk onun yanýna gelmeye baþlamýþtý. Derken Abdullah Ýbnu Ömer (radýyallahu anhüma) de geldi. Yanýnda durdu. "es-Selâmu aleyke ey Ebu Hubeyb!" dedi ve bu selamý üç kere tekrar etti. Sonra sözlerine devamla [üç kere de] "Vallahi seni bu iþten men etmiþtim (ama beni dinlemedim)" deyip þunlarý söyledi: "Vallahi, benim bildiðime göre sen, çok oruç tutan, çok namaz kýlan, yakýnlara çokca yardýmcý olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen olan bir ümmet mutlaka en hayýrlý bir ümmettir!"

Haccâc´a, Abdullah Ýbnu Ömer (radýyallahu anhümâ)´in Ýbnu´z-Zübeyr karþýsýndaki tavrý ve söylediði bu sözleri ulaþtý. Derhal adam göndererek Ýbnu´z-Zübeyr´in cesedini asýlý olduðu kütükten indirtip, Yahudilerin kabirlerine attýrdý. Sonra annesi Esma Bintu Ebî Bekr (radýyallahu anhâ)´i de bir adam gönderip çaðýrttý. Fakat kadýncaðýz gitmekten imtina etti. Haccâc ikinci bir elçi daha gönderdi ve: "Ya bana kendi rýzanla gelirsin ya da, sana saç örgülerinden sürüyerek getirecek birisini gönderirim!" dedi. Esmâ yine imtina edip:

"Sen, örgülerimden tutup beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi gelmeyeceðim!" dedi. Haccâc:

"Bana ayakkabýlarýmý gösterin!" dedi. Papuçlarýný alýp, çalýmla koþup Esmâ´nýn yanýna girdi.

"Allah düþmanýna ne yaptýðýmý gördün mü?" dedi.

"Ona dünyasýný berbat ettiðini, onun da senin ahiretini berbat ettiðini gördüm. Bana ulaþtýðýna göre ona: "Ey iki kuþaklýnýn oðlu" demiþsin. Vallahi iki kuþaklý benim. Onlardan biriyle ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn ve Ebu Bekr´in (hicret sýrasýndaki) yiyeceklerini baðladým. Diðeri de, kadýnýn belinden ayýrmadýðý kuþaðýdýr. Þunu ilave edeyim ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Sakif´te bir yalancý, bir de zalim var!" demiþti. Yalancýyý gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacaðýný zannediyorum!" dedi. Haccâc, hiç cevap vermeden yanýndan ayrýldý." [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 229, (2545).]

Rezîn þu ilavede bulundu: "Haccâc (bilahare) demiþ ki: "Ben Esmâ´ nýn yanýna onu üzmek için girmiþtim, ama o beni üzdü."[186]



AÇIKLAMA:



1- Daha önce (4454-4455) açýkladýðýmýz üzere Hz. Abdullah Ýbnu´z-Zübeyr, Hz. Muâviye radýyallahu anh´ýn vefatýndan sonra oðlu Yezîd´e biat etmeyip Mekke´de halifeliðini ilan etmiþ idi. Sadedinde olduðumuz hadis, Haccâc´la yaptýðý savaþta, þehid düþen Abdullah´ýn cesedine yapýlan bed muameleyi aksettirmektedir. Haccâc, hakaret maksadýyla Akabatu´l-Medine denen mahallede[187] bir aðaca tepesi aþaðý astýrýp teþhîr etmiþtir. Abdullah Ýbnu Ömer (radýyallahu anhüma) cesedi hürmetle karþýlayýp selam vermiþtir. O sýrada sarfettiði sözlerden, Ýbnu Ömer´in, Abdullah Ýbnu Zübeyr´e halife olma hususunda arzu izhar edip Emevîlerle nizaya girmemesini tavsiye etmiþ olduðunu anlamaktayýz. Ama Ýbnu´z-Zübeyr, onu dinlememiþ, sonu elemle biten bir kararda ýsrar etmiþtir.

2- Abdullah Ýbnu Ömer´in, Ýbnu Zübeyr hakkýnda ifade ettiði savvam, kavvam övgüsünü anlamamýza Taberânî´nin bir rivayeti yardýmcý olur: "Ýbnu´z-Zübeyr bütün sene oruç tutar, bazan hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardý. Geceleri de namazla ihya eder, çoðu kere vitir namazýnda Kur´ân´ý hatmederdi. Haccâc, bütün bu haline raðmen onu, "ümmetin en kötüsü" diyerek asmýþtýr. Abdullah Ýbnu Ömer´in: "Vallahi en kötüsü sen olan bir ümmet en hayýrlý ümmettir" sözü, Haccâc´a bir cevap olmaktadýr.

3- Hz. Esmâ´nýn Zâtunnitakeyn, iki kuþaklý lakabý, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafýndan verilmiþ bir lakaptý. Hicret hazýrlýðý sýrasýnda, deve hazýrlanýrken, yol azýklarýnýn deveye yüklenmesi anýnda birkýsým eþyanýn (yiyecek ve içeçecek malzemelerinin) baðlanmasý gerekmiþ, þartlar icabý zaman darlýðý olduðu için Esmâ (radýyallahu anhâ), zekasýný kullanýp, kuþaðýný çýkararak ikiye bölmüþ, bir yarýsý ile eþyalar baðlanmýþ, diðer yarýsýný da tekrar beline baðlamýþtýr. Onun bu pratik zekasýndan memnun kalan Fahr-ý Kâinat, muhterem baldýzlarýna Zatunnitakeyn (iki kuþaklý) lakabýný takarak iltifat buyurmuþlardýr. Esmâ validenin, o fýrsatta Haccâc´a bunu açýklama ihtiyacýný duymasýndan anlýyoruz ki, Haccâc, Ýbnu´z-Zübeyr (radýyallahu anhümâ)´e "Ýbnu Zatunnitakeyn" diyerek hakaret etmiþtir.

Hz. Ebu Bekri´s-Sýddîk´in kýzý olmaya bihakkýn layýk Zâtunnitakeyn Esmâ radýyallahu anha validenin cesaret ve fetâneti karþýsýnda hayran kalmamak mümkün mü?

4- Hadis, Abdullah Ýbnu´z-Zübeyr (radýyallahu anhüma)´in o savaþta haklý olduðunu göstermektedir. Ýslâm ulemasý da bu hususta ittifak eder. Halifeliðini ilan edince kendisine biat edilmiþ, Haccâc ve diðer Emevî taraftarlarý ona isyan edip þehit olmasýna müncer olan hâdiselere sebep olmuþlardýr. Abdullah Ýbnu Ömer, ona olan takdirlerini ifade etmekten çekinmemiþ, Haccâc´ýn kulaðýna gideceðine aldýrmamýþtýr.

5- Ulemâ, hadisten hareketle, kabirdekilere selam vermenin, bunu üç kere de tekrar etmenin, ölenleri hayýrlý yönleriyle yadetmenin müstehab olduðuna hükmetmiþtir.[188]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:33:01
* HACCAC



ـ4822 ـ1ـ عن الزُّبير بن عدي قال: ]دَخَلْنَا عَلى أنَسِ بْنِ مَالِك رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَشَكَوْنَا إلَيْهِ مَا نَلْقَى مِنَ الْحَجَّاجِ. فقَالَ: اصْبِرُوا، فإنَّهُ َ يَأتِى عَلَيْكُمْ زَمَانٌ إَّ وَالَّذِى بَعْدَهُ شَرٌّ مِنْهُ حَتّى تَلْقَوْا رَبَّكُمْ. سَمِعْتُ هذَا مِنْ نَبِيِّكُمْ #[. أخرجه البخاري والترمذي .



1. (4822)- Zübeyr Ýbnu Adiy (rahimehullah) anlatýyor: "Hz. Enes Ýbnu Mâlik (radýyallahu anh)´in yanýna girdik. Haccâc´ýn bize yaptýklarýný þikayet ettik.

"Sabredin, buyurdu. Zîra öyle günlerle karþýlaþacaksýnýz ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu hal Rabbinize kavuþuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Resûlünüz (aleyhissalâtu vesselâm)´den iþittim." [Buhârî, Fiten 6; Tirmizî, Fiten 35, (2207).][189]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, Haccâc´ýn zulmünü belirtmeye ayrýlmýþtýr. Haccâc, Emevî halifelerinden Abdülmelik Ýbnu Mervân ve oðlu Velid zamanýnda Irak ve Horasan valiliði yapmýþ, sert ve zalimâne muameleleri sebebiyle zalim lakabýyla meþhur olmuþtur. Taiflidir ve Benî Sakîf´tendir. Bu sebeple Sakafî diye nisbeti de vardýr. Hicrî 75 yýlýnda 54 yaþýnda ölmüþtür. Þa´bî, onun sert muamelesini belirtme sadedinde þu kýymetli bilgiyi sunar: "Hz. Ömer ve kendinden sonra gelenler, asi olan kimseyi tutup, sarýðýný çýkararak halka teþhir ederlerdi. Bu hal Ziyâd´a kadar devam etti. O, cinayetlere kamçý ile vurma cezasý getirdi. Daha sonra Mus´ab Ýbnu Zübeyr buna sakalý traþ etmeyi de ilave etti. Biþr Ýbnu Mervan, caninin elini çivi ile çakmaya baþladý. Haccâc gelince: "Bütün bu cezalar (ciddiyetten uzak) eðlencedir!" dedi ve kýlýçla öldürme cezasý getirdi." Müteakip hadiste görüleceði üzere Haccâc´ýn kýlýçla ölüm cezasýna mahkûm ettiklerinin sayýsý 120 bini bulmuþtur.

2- Hadiste her gelen günün giden günü aratacaðý ifade edilmekte ve karþýlaþýlan menfi durumlar karþýsýnda en çýkar yolun sabretmek olduðu belirtilmektedir. Ýbnu Mes´ud´un þöyle dediði rivayet edilmiþtir: "Dün bugünden hayýrlýdýr, bugün yarýndan hayýrlý olacak. Bu hal kýyamete kadar devam edecek."

Ýbnu Battâl der ki: "Bu hadis, Resûlullah´ýn nübüvvetinin delillerinden biridir; bir mucizedir. Zîra, ümmetin halinin bozulacaðýný haber vermektedir. Bu ise gayba ait bir haldir, re´y ile bilinemez, vahiyle bilinebilir.

Hadiste her gelen günün bir öncekine nazaran kötü olacaðý mutlak bir üslupla ifade edilmiþtir. Halbuki zaman zaman eskiye nazaran iyi günler yaþanmýþtýr. Bu hal bir tezad olarak görülmüþtür. Nitekim, Ömer Ýbnu Abdilaziz, Haccâc´dan az sonra gelmiþ ve gerçekten ümmete hayýrlý günler yaþatmýþtýr. Onun günlerinin önceki günlerden daha kötü olduðunu söylemek mümkün deðildir. Hatta onun zamanýnda þerrin kalmadýðýný bile söylemek mümkündür. Bu durumu nazar-ý dikkate alan Hasan Basrî hazretleri, hadisin hükmünü ekser ve aðleb duruma göre diye te´vil etmiþtir. Haccâc´dan sonra Ömer Ýbnu Abdilaziz´in gelmesi sorulunca da:

"Ýnsanlarýn bir nefes almasý gerekir!" diye cevap vermiþtir.

Temas edilen müþkile bazý alimler: "Tafdilden murad, asýrlarýn mecmuunun asýrlarýn mecmuuna tafdilidir. Zîra Haccac asrýnda çok sayýda Sahabe vardý. Ömer Ýbnu Abdilaziz´in asrýnda, onlar münkariz oldular. Sahabenin yaþadýðý zaman, kendinden sonra gelen zamandan hayýrlýdýr. Nitekim "Asýrlarýn en hayýrlýsý benim asrýmdýr. Bundan sonra onu takip eden asýr gelir. Onu da daha sonraki asýr takip eder" hadisi bu hususu te´yid eder. Þu hadis de bu hususta kayda deðer: Ashabým ümmetimin güvencesidir. Ashabým gitti mi vaadedilen (fitneler) ümmetimin baþýna gelecektir." Ýbnu Hacer´in Ýbnu Mesud´dan kaydettiði bir hadiste yer alan tasrihat, mevzuyu daha açýk hale getiriyor. Gelecek kötülükten murad ilmin gitmesidir: "Size artýk gittikçe daha kötü olan günler gelecek. Bu hal kýyamete kadar devam edecek. Burada, yaþayýþýnýza gelecek sýkýntýlarý kasdetmiyorum, hadis bunu ifade etmez. Lakin, size her gelen gün ilim cihetiyle gidenden daha düþük olacaktýr. Alimler gittimi insanlar müsavileþir, ma´rufu emretmezler, münkerden yasaklamazlar. Ýþte bu durumda helak olurlar." Ýbnu Mes´ud´un, bir baþka tarikten þöyle dediði rivayet edilmiþtir. "...Biz bereketli bir yýl yaþamýþtýk. Dedi ki: "Bunu kasdetmiyorum. Kasdettiðim þey ulemanýn gitmesidir." Bir baþka hadiste de: "...Size daima eskisinden daha kötü günler gelecek. Ancak bu kötülükle emîrlerinizin kötülüðünü kasdetmiyorum. Fakat alimlerinizi, fakihlerinizi kastediyorum. Bunlar gidiyorlar, sizler onlarýn yerine yenisini bulamayacaksýnýz. Bunlar yerine kendi reyleriyle fetva verecekler geliyor." Bu hadisin bir baþka veçhinde: "...Ben bununla yaðmurun bolluk veya darlýðýný kasdetmiyorum, fakat ulemanýn gitmesini kastediyorum. Bunlar gidince kendi reyleriyle fetva verecek bir kavim gelecek. Bunlar Ýslam´ý delip helak edecekler."

Deccal´den sonra Ýsa aleyhisselam´ýn gelme hâdisesi de hadise zýt bulunmuþtur. Ancak Kirmânî bu müþkili þöyle cevaplar: "Hadisten murad, Hz. Ýsa´dan sonra gelecek zamandýr veya içinde umeranýn bulunacaðý zaman cinsidir. Aksi takdirde, dinimizde zaruri olarak bellidir ki, masum peygamber devrinde þer yoktur."Ýbnu Hacer, bu nakillerden sonra ilave eder: "Zamanlardan murad Deccal ve ondan sonrakiler gibi kýyametin büyük alâmetlerinin zuhurundan önceki zamanlar olmasý da muhtemeldir. Böylece, þerde üstün olan zamandan murad, Haccâc´dan Deccal´e kadar geçecek zaman olur. Hz. Ýsa´nýn zamaný ise, ayrý bir hükme tabidir. Doðruyu Allah bilir." Mezkur zamanlarla kastedilen þey Sahabelerin devri de olabilir. Zîra, bunun muhatabý onlardýr, hüküm onlara has olur. Böyle olursa, onlardan sonra gelecekler mezkur haberde kastedilmemiþ olur. Ancak, Ashab bunu kendilerine mahsus olarak deðil, bütün ümmeti ilgilendiren bir hüküm olarak anlamýþtýr. Bu anlayýþ sebebiyledir ki, Hz. Enes, kendisine Haccâc´ dan þikayet edene bu tarzda cevap vermiþ ve sabýr tavsiye etmiþtir. Onlarýn tamamý veya çoðunluðu Tabiin´dendi.

Ýbnu Hibban, Sahih´inde, "Yeryüzü zulümle dolduktan sonra adaletle dolacaðýný ifade eden Mehdi hadislerini gözönüne alarak, Enes hadisini âmm hükmüyle almamak gerektiðini" istidlal eder. Ancak ben, sadedinde olduðumuz hadisi tefsirde iþe yarayacak olan ve de Ýbnu Mes´ud´dan gelen bir kaydý, Darimi´nin Müsned´inde hasen senedle gelen bir rivayette buldum. Der ki:

"Size her yeni gelen yýl öncekinden daha kötüdür. Ancak ben bu sözümde bir tek yýlý kastedmiyorum."[190]



ـ4823 ـ2ـ وعن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: في ثَقِيفٍ كَذَّابٌ وَمُبِيرٌ[. أخرجه الترمذي .

وقال يُقَالُ: الكَذَاب المختار بن أبى عبيد، والمبير الحجاج بن يوسف .



2. (4823)- Ýbnu Ömer (radýyallahu anhümâ) anlatýyor: "Resululah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sakif´ten bir yalancý, bir de zalim çýkacaktýr." [Tirmizî, Fiten 44, (2221).][191]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:33:41
AÇIKLAMA:



1- Bu hadis 4821 numarada geçen uzun bir hadisin parçasýdýr. Orada gerekli izah yapýldýðý için, burada iki noktaya temas edeceðiz:

1) Mübir: Yýkýcý, helak edici mânasýna gelir ise de zalim olarak tercüme ettik. Çünkü yýkma, helak etme de zalime mahsus bir haldir, zalimin vasfýdýr. Üstelik bununla kastedilen þahýs da Haccâc´dýr ve ümmet ona zalim demekte, onu bu vasýfla anmakta ittifak etmiþtir.

2) Yalancýya gelince; onun da Muhtar Ýbnu Ebî Ubeyd es-Sakafî olduðu kabul edilmiþtir. Bu herif, Hz. Hüseyin´in þehit edilmesinden sonra zuhur etmiþ, halký onun kanýnýn intikamýný almaya çaðýrmýþtýr. Bu iþte asýl maksadýnýn, insanlarýn yüzünü kendine çevirmek, bu suretle emîrlik ele geçirmek olduðu anlaþýlmýþtýr. Dünyayý talep ettiði halde, asýl maksadýný baþka bahanelerle gizlemeye çalýþmýþtýr. Babasý büyük sahabelerdendi. Hicret yýlýnda doðan Muhtar´ýn sohbeti yoktur, rivayeti de yoktur. Abdullah Ýbnu Ýsmet, hakkýnda: "Bu, Resulullah´ýn: "Sakif´ten bir yalancý çýkacak" hadisiyle haber verdiði yalancýdýr" demiþtir. Önceleri fazilet, ilim ve hayýrla meþhur idi. Bu hali Abdullah Ýbnu Zübeyr´i terkedinceye kadar devam etti. O andan itibaren gizlediði hali ortaya çýktý. Emîrlik talep etti ve içinde gizlediði bozuk fikirlerini, sapýk inançlarýný, hevâsýný açýða vurdu. Böylece dine muhalif pek çok yönleri ortaya çýktý. Sahtekârlýklarýný, kendisine Cebrail´in vahiy getirdiðini söyleyecek kadar ileri götürdü. Bu halini hicrî 62 yýlýnda öldürülünceye kadar sürdürdü.[192]



ـ4824 ـ3ـ وعن هِشام بْنِ حِسَانِ قالَ: ]أُحْصِىَ مَا قَتَلَ الْحَجَّاجُ صَبْراً فَوُجِدَ مِائَةُ ألْفٍ وَعِشْرُونَ ألْفاً[. أخرجه الترمذي.قوله »صَبْراً« المراد به كل من قتل في غير حرب و اختس كمن تضرب

عنقه أو يحبس الى أن يموت أو يصلب أو نحو ذلك من هيْئاتَ القتل فهو مقتول صبراً .



3. (4824)- Hiþam Ýbnu Hýsan rahimehullah anlatýyor: "Haccâc´ýn hükmen öldürttüðü insanlarýn miktarý sayýlmýþ, 120 bin kiþiye ulaþtýðý görülmüþtür." [Tirmizî, Fiten 43, (2221).][193]



AÇIKLAMA:



Sabran öldürme; savaþ ve kavga sýrasýnda veya hataen olmaksýzýn icra edilen öldürmeye denir. Buna hükmen diyebiliriz. Harp esirleri ve suçlulara uygulanan öldürme vakalarý sabran öldürmedir. Sadedinde olduðumuz rivayet Haccâc´ýn zulmünün büyüklüðünü göstermeye kafidir.[194]



* BENÎ MERVAN



ـ4825 ـ1ـ عن سعيد بْنِ عَمْرُو بْنِ سعيدِ بْنِ الْعَاصَ قَالَ: ]أخْبَرَنِى جَدِّى قَالَ: كُنْتُ جَالِساً مَعَ أبِى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه في مَسْجِدِ الْمَدِينَةِ وَمَعَنَا مَرْوَانُ. فقَالَ أبُو هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: سَمِعْتُ الصَّادِقَ الْمَصْدُوقَ # يَقُولُ: هَلَكَةُ أُمَّتِى على يَدَيْ أُغَيْلِمَةٍ مِنْ قُرَيْشٍ. قَالَ مَرْوَانُ: لَعْنَةُ اللّهِ عَلَيْهِمْ؛ فقَالَ أبُو هُرَيْرَةَ: لَوْ شِئْتُ أنْ أقُولَ فَُنُ وَفَُنُ لَفَعَلْتُ. قَالَ سَعِيدٌ رَحِمَهُ اللّهُ: فَخَرَجْتُ مَعَ جَدِّى الى الشَّامِ حِينَ مَلَكَهُ بَنُو مَرْوَانَ، فإذَا رَآهُمْ غِلْمَاناً أحْدَاثاً قَالَ: عَسى أنْ يَكُونَ هؤَُءِ الَّذِينَ عَنَى أبُو هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقُلْتُ: أنْتَ أعْلَمُ[. أخرجه البخاري.»الصَّادِقُ وَالْمَصْدُوقُ« هو النبي #، صدق في قوله وما أخبر به، وصُدِّق فيما جئ به إليه من الوحي.و»أُغيلمةٌ« تصغير غلمة.



1. (4825)- Said Ýbnu Amr Ýbni Said Ýbni´l-As anlatýyor: "Ceddim bana dedi ki: "Ben Ebu Hüreyre (radýyallahu anh) ile beraber Medine mescidinde oturuyordum. Yanýmýzda Mervan da vardý. Bir ara Ebu Hüreyre (radýyallahu anh):

"Ben, sadýk ve masduk olan Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn þöyle buyurduklarýný iþittim:

"Ümmetimin helak olmasý Kureyþ´e mensup [aklý kýt] bir grup çocukcaðýzýn elleriyledir!"

Mervan: "Allah onlara lanet etsin!" dedi. Ebu Hüreyre der ki:

"Eðer ben dileseydim falan falan diye onlarý teker teker ismen sayardým." Said rahimehullah dedi ki:

"Ben, Benî Mervan iktidar olduðu zaman dedemle birlikte Þam´a gittim. Orada onlarý genç oðlanlar olarak görünce:

"Ebu Hüreyre (radýyallahu anh)´nin kastettiði bunlar olmasýn?" dedi. Ben de: "Sen daha iyi bilirsin" dedim." [Buhârî, Fiten 3, Menakýb 25.][195]



AÇIKLAMA:



1- Bir rivayette: "Ben Resulullah´tan iki daðarcýk ilim aldým. Birini rivayet ediyorum. Diðerini de rivayet etsem boynumu vurursunuz" diyen Ebu Hüreyre´nin bu ikinci daðarcýðý hakkýnda bir ipucu veren rivayetiyle karþý karþýyayýz. Bu ve bunu açýklama sadedinde kaydedeceklerimizden anlaþýlacaktýr ki Ebu Hüreyre, Aleyhissalâtu vesselâm´dan fitnelerle ilgili teferruatlý bilgiler edinmiþ, fakat rivayet etmede çok ihtiyatlý davranmýþtýr. Bu rivayet, fitnecileri Ebu Hüreyre´nin ismen bildiðine delalet etmektedir.

2- Hadiste geçen uðaylime, "ðýlme" kelimesinin ism-i tasðîridir. Gýlme ise ðulâmýn çoðuludur. Gulam, doðumbüluð arasý çocuða denir. Þu halde, çocukcaðýzlar demek olur. Ancak Ýbnu Hacer, büluða ermiþ bile olsa akýl, tedbir ve diyanet yönüyle zayýf olan kimselere de sabiy (çocuk) veya guleym dendiðini, hadiste bu kelimenin bu mânada kullanýldýðýný belirtir. "Çünkü, der, Benî Ümeyye halifelerinden hiçbiri büluða ermeden halife olmuþ deðildir. Keza iþbaþýna koyduklarý arasýnda da büluða ermemiþ çocuk yoktur. Öyleyse uðaylime´den murad hilafete getirilen bazýlarýnýn, fesada sebep olan evladlarýdýr."

3- Hadiste geçen ümmetten murad, kýyamete kadar gelecek olan ümmet deðil, sadece o asýrdaki ümmettir.

Bu hadisi daha iyi anlamada, Ebu Hüreyre´nin bir baþka merfu rivayeti Ýbnu Ebî Þeybe´de gelmiþtir: "Çocuklarýn emîrliðinden Allah´a sýðýnýrým." Sordular: "Çocuklarýn emîrliði de nedir?" dedi ki: "Onlara itaat edecek olsanýz (dininizde) helak olursunuz, isyan edecek olsanýz sizi helak ederler (yani dünyanýzý mahvederler; ya canýnýza kýyarlar veya malýnýza yahut da her ikisine)." Yine Ýbnu Ebî Þeybe, Ebu Hüreyre ile ilgili olarak þu rivayeti kaydetmiþtir: "Ebu Hüreyre çarþý pazar gezerken: "Allahým bana ne altmýþ senesini ne de çocuklarýn emirliðini gösterme" diye dua ederdi.

Ýbnu Hacer der ki: "Bu rivayette, çocuklarýn ilkinin altmýþ senesinde iktidar olacaðýna iþaret vardýr. Nitekim öyle de olmuþtur. Zîra Yezid Ýbnu Muâviye o yýlda hilafeti ele aldý ve altmýþ dört yýlýna kadar devam etti. Ölünce oðlu Muaviye halife oldu. Birkaç ay içinde öldü. Ebu Hüreyre´nin ihbarýný Yezid´in hali te´yid eder mahiyettedir. Çünkü, büyük merkezlerdeki yaþlýlarý azlederek, kendi yakýný olan gençleri iþ baþýna getirip, idari kadroyu gençleþtirmiþtir.

4- Bu rivayet, Ebu Zür´a´nýn Ebu Hüreyre´den rivayet ettiði "Halký Kureyþ´ten þu kabile helak edecek" hadisini tahsis eder. Zîra burada Kureyþ´in tamamý deðil, bazýsý kastedilmiþtir. Bunlar da gençlerdir, tamamý deðil. Öyleyse hadisten murad þudur: "Bu gençler, iktidar talep ederek bu yolda savaþlar yaparak halkýn ahvalini bozup insanlarý helake atarlar, fitnelerin peþpeþe devamý suretiyle zarardide olanlar çoðalýr." Nitekim fiiliyat, aynen Aleyhissalâtu vesselâm´ýn haber verdiði þekilde cereyan etti. Yukarýdaki hadisin devamýnda "Ýnsanlar onlarý terkederlerse (kendileri için daha iyi olur)" buyrulmakta. Resulullah o çeþit fitnelerde kenara çekilmeyi tavsiye etmiþtir. Ýbnu Hacer kenara çekilmeyi "Onlara müdahale etmemek, onlarla kavgaya giriþmemek, dinini fitneden kaçýrmak" diye açýklar ve "Bu hadisten masiyetin alenen iþlendiði yerden göç etmenin müstehab olduðu hükmü çýkarýlmýþtýr. Çünkü bu, umumi felaketin gelmesine sebep olan fitneye düþmeye sebeptir."der. Ýmam Malik: "Bir yerde münker alenen iþlenirse orasý terkedilir" diye hükmetmiþtir.

5- Ýbnu Battal demiþtir ki: "Bu hadiste de zalim bile olsa sultana isyan etmemek gerektiðine delil vardýr. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Hüreyre (radýyallahu anh)´ye bunlarýn ve babalarýnýn ismini öðretmiþtir. Fakat, -ümmetinin helaki onlar eliyle olacaðýný haber vermiþ olmasýna raðmen- onlara isyan etmelerini emretmemiþtir. Çünkü isyan, helak yönüyle itaat etmeye nisbetle daha çok helak edici ve tamamen yok olmaya daha yakýndýr. Böylece iki fenalýktan daha hafifini iki zorluktan daha kolayýný tercih etmiþ olmaktadýr."

Ýbni Hacer son olarak der ki: "Zahirde kendi evlatlarý olmasýna raðmen Mervan´ýn bu "oðlancaðýzlar"a lanet etmesi hayret veren bir husustur. Sanki Cenab-ý Hak Hazretleri, bunu onun diliyle icra etti. Ta ki, aleyhlerine daha þiddetli bir delil teþkil etsin; ola ki ibret alýrlar." Ýbnu Hacer, Mervan´ýn babasý Hakem´in de lanette bulunduðuna dair Taberanî ve diðer kitaplarda rivayet geldiðini kaydeder.[196]



ـ4826 ـ2ـ وعن حُذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: احْصُوا لِى كَمْ يَلْفَظُ بِا“سَْمِ. قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللّهِ! أتَخَافُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ مَا بَيْنَ السِّتِّمِائَةِ الى السَّبِعْمِائَةِ؟ قَالَ: إنَّكُمْ َ تَدْرُونَ، لَعَلَّكُمْ أنْ تُبْتَلُوا. قَالَ: فَابْتُلِينَا حَتّى جَعَلَ الرَّجُلُ مِنَّا َ يُصَلِّي إّ سِراً[. أخرجه الشيخان .



2. (4826)- Hz. Huzeyfe (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):

"Bana Ýslam telaffuz eden kaç kiþi olduðunu sayýverin" buyurdular. Biz: "Ey Allah´ýn Resulü! Bizim sayýmýz altýyedi yüze ulaþmýþ olduðu halde hakkýmýzda korku mu taþýyorsunuz?" dedik.

"Siz bilemezsiniz, (çokluðunuza raðmen) imtihan olunabilirsiniz!" buyurdular. Gerçekten öyle (belaya maruz kalýp) imtihan olunduk ki, içimizden namazýný gizlice kýlanlar oldu." [Buhârî, Cihad 181; Müslim, Ýman 235, (149).][197]



Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:34:46
AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, nüfus sayýmý ile alakalýdýr. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn, hayatî korku mevzubahis olmadan bile sayým emrettiðini göstermektedir. Hadisin Buharî´de gelen bir veçhinde; "sayýn" þeklinde deðil اكتبوا yani "yazýn!" þeklindedir. Demek ki teker teker yazýya dökülen bir sayma mevzubahistir. Hudeybiye ile ilgili rivayetlerde, oraya iþtirak edenlerin sayýsý 1500, 1400, 1300 kiþi arasýnda deðiþmektedir. Bir Buharî rivayetinde "Muhacirlerin sekizde birini Eslem kabilesinden olanlarýn teþkil ettiði" belirtilir. Buradan hareketle Muhacirlerin sayýsýný vermeye çalýþan Ýbnu Hacer, Vâkidî´nin bir rivayetinde Eslemlilerin 100 kiþi olduðunun belirtildiðini söyleyerek Muhacirlerin orada 800 kiþi olduklarýna hükmeder.

2- Huzeyfe (radýyallahu anh)´nin bahsettiði ibtila ve imtihan ne zaman oldu? Bu, alimleri muhtelif görüþler ileri sürmeye sevketmiþtir:

* Ýbnu´t-Tin, bunun Hendek kazma sýrasýnda yaþandýðýnda cezmetmiþtir.

* Davudî þu ihtimali hikaye etmiþtir: "Müslümanlar Hudeybiye´de iken olmuþtur. Çünkü sayýlarý hususunda bin beþ yüz mü idiler, bin dört yüz mü idiler, ihtilaf edilmiþti."

* Huzeyfe´nin "imtihan olunduk..." sözüyle Hz. Osman´ýn hilafetinin sonlarýnda, Kûfe emîrlerinden Velid Ýbnu Ukbe gibi bazýlarýndan vaki olan hallere iþaret de olabilir. Onlar zamanýnda namaz te´hir edilmiþ veya icap ettiði tarzda kýlýnmamýþtýr. Bu sebeple bir kýsým vera sahipleri namazlarýný tek baþlarýna ve gizlice kýlmýþlar, sonra da fitne korkusuyla mescidde emîrle birlikte kýlmýþlardýr.

* Þöyle diyenler de olmuþtur: "Bu korku hali, Hz. Osman´ýn sefer namazýný dört kýldýðý zaman olmuþtur. Çünkü bazýlarý gizlice tek baþýna iki kýlýyorlardý, tenkid edilir korkusuyla alenen kýlamýyorlardý."

* "Bu, Hz. Osman´ýn þehid edildiði sýraya rastlar" diyen de olmuþtur. Ancak Ýbnu Hacer, "O esnada Huzeyfe (radýyallahu anh) Medine´de deðildi" der ve bunun bir vehim olduðunu söyler ve ilave eder:

** "Bu hadiste, Resulullah´ýn istikbali ihbar nevine giren bir mucizesi vardýr. Nitekim Huzeyfe´den sonra Haccâc ve diðerleri devrinde belirtilenden çok daha þiddetli korkularla dolu zamanlar yaþandý."[198]



ـ4827 ـ3ـ وفي أخرى لَهُمَا عنه قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَيَرِدَنَّ عَلى حَوْضِى أقْوَامٌ فَيُخْتَلَجُونَ. فَأقُولُ: أصْحَابِى. فَيُقَالُ: إنَّكَ َ تَدْرِي مَا أحْدَثُوا بَعْدَكَ[.»فَيُخْتَلَجُونَ«: أىْ يُجْذَبُونَ وَيُنْتَزَعُونَ .



3. (4827)- Sahiheyn´de yine Huzeyfe (radýyallahu anh)´den gelen bir rivayet þöyledir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"(Kýyamet günü, havz-ý kevserime bir kýsým gruplar da gelecekler ki, onlar oradan uzaklatþýrýlacaklar. Ben: "Onlar benim ashabýmdýr!" diyeceðim. Fakat:

"Sen, onlarýn arkandan neler iþlediklerini bilmiyorsun!" denilecek." [Buhârî, Rikâk 53; Müslim, Fezail 32, (2297).][199]



AÇIKLAMA:



Bu rivayette, Ashab´tan bir kýsmýnýn Resulullah´tan sonra bozulacaðý mânasý çýkmaktadýr. Kabisa: "Bunlar, Hz. Ebu Bekir zamanýnda irtidat edip, Hz. Ebu Bekir´le mukatele edip, küfür üzerine öldürülenler" demiþtir. Ancak Hattabî der ki: "Sahabeden kimse irtidat etmemiþtir. Ýrtidat edenler, dinde nasipleri olmayan kaba bedevîlerdir. Dolayýsýyla bunlara bakarak meþhur sahabeyi ketmekmek caiz olmaz." Hattâbî, bu hükmüne, hadisin bazý vecihlerinde gelen اُصَيْحَابي "Ashabcýklarým" tabirini delil göstererek: "Onlarýn sayýca azlýðýna bu tabir delildir" der. Baþka alimler, meseleye farklý yorumlar getirmiþlerdir:

* "Bu zahirî küfürdür. Ancak murad, kendisine icabet eden ümmet (ümmetü´l-icabe) deðil, davetine muhatap olan ümmettir (ümmetu´dda´ve)" diyen de olmuþtur.

* Ýbnu´t-Tin: "Bunlarýn münafýklar veya kebîre iþleyenler olma ihtimali var" demiþtir.

* Bazýlarý: "Bunlar ölüm korkusu, dünyaya erme ümidiyle Ýslam´a giren kaba bedevîlerdir" demiþtir.

* Davudi: "Kebîre iþleyenlerin, bid´ata düþenlerin buna dahil olmasý muhal deðildir" demiþtir.

* Nevevî der ki: "Bunlar münafýklardýr, mürtedlerdir" dendi. Öyleyse onlarýn da mü´minlere mahsus alýndaki ve abdest uzuvlarýndaki nurdan beneklerle haþrolunmalarý caizdir, ama sonradan nurlarý söndürülür."

* Dendi ki: "Onlarýn üzerinde alâmet bulunmasý gerekmez, Müslüman bilinmeleri sebebiyle onlar da çaðrýlýr."

* "Onlar, Ýslam üzere ölen kebîre ve bid´atler ashabýdýr. Böyle olunca onlarýn cehenneme gidecekleri kesinlikle söylenemez. Zîra, ceza olarak önce Havz´dan tardedilip, sonra merhamet görmeleri de caizdir."

* Onlarýn alýn ve diðer abdest uzuvlarýnda nurdan parlaklýklar olmasý, bu alâmetleriyle Resulullah´ýn onlarý -ister muasýrý olsunlar, isterse kendisinden sonra yaþayanlardan olsunlar- bu alâmetleriyle tanýmasý da imkan harici deðildir.

* Ýyaz ve el-Bâci ve diðer bir kýsým âlimler, hadisin ravisi Kabîsa´ nýn yukarýda kaydettiðimiz "Bunlar, Aleyhissalâtu vesselâm´dan sonra irtidat edenlerdir" þeklindeki görüþünü müreccah bulmuþlardýr. Resulullah´ýn onlarý tanýmýþ olmasý, onlarýn üzerlerinde Müslümanlara has olan alâmeti taþýmalarýný gerektirmez. Çünkü bu alâmet, Müslüman amelini izhar eden Ýlahî bir ikramdýr. Mürtedin ameli ise düþmüþtür. Öyleyse Resulullah´ýn onlarý tanýmasý irtidatlarýndan önce taþýdýklarý alametleri itibariyle deðil, þahýslarý itibariyledir. Keza, bu nokta-i nazardan, onlarýn, Aleyhissalâtu vesselâm zamanýndaki münafýklarýn da buraya dahil olmalarý uzak bir ihtimal deðildir. Þefaat hadisinde de geçtiði üzere "Bu ümmet, içerisinde münafýklarý olduðu halde varlýðýný sürdürecektir." Öyleyse bunlar bu iþaretleri olmasa da ümmetle birlikte haþrolunacaklar ve fakat zatlarý bilinecektir. Kim onun suretini tanýrsa, dünyada onu kendinden ayýran haliyle birlikte ona nida ederek belli edecektir.

Bid´a ehlinin oraya girmesine gelince: Aleyhissalâtu vesselâm´ýn, kendinden sonra bid´alar iþlemelerine raðmen onlarý, "Ashabým" diye ifade etmesi uzak bulundu. Bu müþkil, sohbet kelimesinin umumi mânasýna hamliyle cevaplandýrýlmýþtýr.[200]



ـ4828 ـ4ـ وعن الْمُسَيْبِ بْنِ رَافع قال: ]لَقِيتُ الْبَرَاءَ بْنَ عَازِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. فَقُلْتُ: طُوبَى لَكَ، صَحِبْتَ رَسُول اللّهِ #، وَبَايَعْتَهُ تَحْتَ الشَّجَرَةِ. فقَالَ: يَا ابْنَ أخِى إنَّكَ َ تَدْرِى مَا أحْدَثْنَاهُ بَعْدَهُ[. أخرجه البخاري.وقال: قال خلف بن حوشب كانوا يستحبون أن يتمثلوا بهذه ا‘بيات عند الفتن:الحَربُ أوَّلُ ما تَكُونُ فتِيةًتَسْعَى بِزِينَتِهَا لِكُلِّ جَهُولِحَتّى إذَا اشْتعَلَتْ وَشَبَّ ضِرَامُهَاوَلَّتْ عَجُوزاً غَيْرَ ذَاتِ حَلِيلِشَمْطَاءُ يُنْكَرُ لَوْنهَا وَتَغَيَّرَتْمَكْرُوهَةً لِلشَّمِّ وَالتَّقْبِيلِ



4. (4828)- Müseyyeb Ýbnu Râfi anlatýyor: "Bera Ýbnu Âzib (radýyallahu anhümâ)´e rastladým. Kendisine:

"Sana ne mutlu! Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la sohbet þerefine erdin. O´na (Hudeybiye´de) aðaç altýnda biat ettin!" demiþtim. Bana þu cevapta bulundu:

"Ey kardeþimoðlu! Biz ondan sonra ne bid´alar iþledik sen bilemezsin." [Buhârî, Megâzî, 35.][201]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:35:33
AÇIKLAMA:



1- Hadis, Tabiin´in Ashab´a olan gýptasýný göstermekte, Resulullah´ý görmenin, Sahabi olmanýn þerefini takdir ettiklerini ifade etmektedir. Sahabinin cevapta tevazu yolunu ihtiyar ederek, izhar ettiði kemali, üstelik cereyan eden birkýsým dahilî hâdiseler sebebiyle, Allah´a iltica ve tazarrularýný ve akibetlerinden endiþelerini göstermektedir ki, bu bir baþka kemalin ifadesidir.

2- Sadedinde olduðumuz hadisin sonunda, fitne zamanýnda okunmasýnýn müstehap addedildiði belirtilen þiir, Buharî´de yer almaktadýr. mânasý þöyledir:

"Harp, baþlangýçta her cahil erkeðin gözüne zinetiyle koþan genç bir kýz olur.

Nihayet tutuþup, yakacaklarýný yaktýðý zaman,

Talibi olmayan ihtiyar bir karýya döner.

Saçlarý kýrçýllaþmýþ, çirkin, koklanýp öpülmek istenmez."

Ýbnu Hacer, bu beytin bazý nüshalarda Ýmru´l-Kays´a nisbet edildiðini, ancak tahkikte Amr Ýbnu Ma´dikerb´e ait olduðunun anlaþýldýðýný belirtir.

Bu beyti sunan bir rivayette Hz. Ýsa´dan þu tavsiye kaydedilir:

"Krallar size hikmeti býraktýklarý gibi, siz de dünyayý býrakýn (onlarla dünya kavgasý yapmayýn.)"[202]



* SAHABE VE FÝTNE HAREKETLERÝ



Fitne ile ilgili olan bu bölümü mütemmim iki parça ile kapatacaðýz:

Birincisinde fitne hâdiselerinde Sahabe´nin tutumu tahlil edilecek, fitne hâdiselerine iradî olarak girmedikleri, hâdiselerin onlar dýþýnda bir tezgahlama olduðu gösterilecektir.

Ýkincisinde, fitne hâdiselerinin hikmeti açýklanmaktadýr.[203]



Fitnede Sahabe´nin Tutumu


Bilindiði üzere, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in vukua geleceðini haber verdiði fitneler, daha Sahabe devrinde çýkmaya baþlamýþtýr. Hz. Ömer´in þehadetiyle baþlayan ilk kýmýldamalar, esas itibariyle el-Fitnetü´l-Kübrâ denen Hz. Osman´ýn þehadetiyle þiddet ve vüs´at kazanmýþtýr. Pekçok Müslümanýn ölümüne sebep olan Cemel, Nehrevan ve Sýffîn vakalarý bu fitne hareketlerinin sebep olduðu mühim hâdiselerdir. Þüphesiz burada o hâdiselerin tarihini anlatacak deðiliz. Ancak bu hâdiselerle alâkalý olarak bilinmesinde bizim için ibretler, faydalar bulunan bazý durumlar, teferruatlar var ki onlar dikkatten kaçmaktadýr. Biz mühim addettiðimiz birkaç noktaya dikkat çekmeye çalýþacaðýz.[204]



1- Fitne Hâdiselerini Sahabeler Çýkarmadý


Sahabe zamanýnda cereyan eden hâdiseler mevzubahis olunca dikkatten kaçan mühim hususlardan biri budur. Bu nokta iyi ve net bilinmezse Sahabeler hakkýnda yanlýþ birkýsým kanaatler beslemek, hatalý sözler söylemek mümkündür ve bugün Müslümanlar arasýnda bu çeþit durumlar, maalesef, fiilen mevcuttur. Halbuki, fitnenin çýkýþý ile Ashab´ýn hiçbir alâkasý yoktur. Ashab dýþýndaki birkýsým münafýklar hâdiseleri tezgahlayýp tahrik etmiþler, Ashab da ister istemez kendini bu vakalarýn içinde bulmuþtur. Þöyle ki:

Kýsa zamanda, Ýslam´ýn kaydettiði fütuhatlar, kazandýðý zaferler sebebiyle, Ýslam´ýn gittiði Mýsýr, Ýran, Suriye gibi yerlerde pekçok kimseler eski düzenlerinin bozulmasý sonucu menfaatlerini kaybetmiþlerdi. Bunlar Müslümanlara karþý intikam hisleri ile dolu idiler. Ne var ki, açýktan açýða Müslümanlara karþý çýkmak mümkün deðildi. Müslüman gözükerek ortalýðý karýþtýrmak daha uygun bir metoddu ve öyle yaptýlar.

O devirde vukua gelen hâdiselerin çýkýþýndan geliþmesine, tahrikçilerinden karþý koyanlarýna ve karþý koyuþta takip ettikleri tarz ve metodlara varýncaya kadar bizim için ibret olabilecek yönleri var. Ashab´ýn, hâdiselere alâkasý bunlardan biridir. Onlarýn, hâdiselerin çýkýþýndan itibaren pek az hisse sahibi olduklarýný, hep gayr-i iradî olarak sürüklendiklerini birkaç meseleye parmak basarak göstermeye çalýþacaðýz: [205]

a- Fitneyi Çýkaranlar: Söylediðimiz gibi, Ashab devrinin hâdiselerinin gerçek müsebbibleri, Ýslâm´ýn getirdiði yeni idare sebebiyle menfaatleri haleldâr olan, Ýslâm´a karþý kin ve hasetle dolan kimselerdir. Bu iþleri tezgahlayan baþ mürettibin Abdullah Ýbnu Sebe adýnda bir Yahudi dönmesi olduðunu bilmek bile mesele hakkýnda kabaca bir bilgi verir. Onun faaliyetlerini ve fitnedeki rolünü biraz detaylý bilmek ise, mevzumuzu oldukça aydýnlatýr.

Abdullah Ýbnu Sebe kimdir? Ýslâm tarihinde Hz. Osman´dan bu yana akan kardeþ kanlarýnda asýl hissenin sahibi olan bu adam bir Yahudidir. Onun attýðý fitne bugün bile tesirini icra etmektedir. Hakkýnda þahsî yorumdan ziyade, büyük alim Taberî´nin (vefatý hicrî 311) sunduðu geniþ malumattan bir parçayý aynen sunuyoruz. Der ki:

"Abdullah Ýbnu Sebe, San´alý bir Yahudi idi. Annesi siyah bir kadýndý. Abdullah, Hz. Osman´ýn hilafeti sýrasýnda Müslüman oldu. Sonra Ýslâm memleketlerini dolaþarak halký baþtan çýkarmaya gayret etti. Bu faaliyetlerine Hicâz´da baþladý. Sonra sýrayla Basra´ya, Kûfe´ye ve oradan da Þam´a geçti. Fakat Þam ahalisi nezdinde arzularýndan hiçbirine muvaffak olamadý. Hatta Þamlýlar onu Þam´dan sürüp çýkardýlar.

Ýbnu Sebe, Þam´dan çýkarýlýnca Mýsýr´a geldi. Burada yerleþerek faaliyetlerine devam etti. Ora halkýna söyledikleri arasýnda þu da vardý: "Hz. Ýsa´nýn geri döneceðine inanýp da Hz. Muhammed´in döneceðini reddedenlere þaþmak gerek. Cenab-ý Hakk Kur´ân-ý Kerîm´de "Herhalde o Kur´ân´ý senin üzerine farz kýlan (Allah) seni (tekrar) dönülecek yere döndürecektir" (Kasas 85) buyurmaktadýr. Öyle ise, Hz. Muhammed geri gelmeye Hz. Ýsa´dan daha çok hak sahibidir."

Taberî´den naklimize burada kýsa bir ara vererek hemen þunu belirtelim ki, bu âyet, hicret sýrasýnda nazil olmuþtur. Dehhâk´tan gelen rivayete göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´den Medine´ye müteveccihen hicret ederken el-Cuhfe denen, Mekke´den dört merhalelik mesafede bir mahalle geldiði zaman Mekke´den ayrýlýþýn üzüntüsünü duyar ve Mekke´ye, doðum yerine karþý bir iþtiyak duyar. Cenab-ý Hakk Resûlünü teselli için bu ayeti inzal ederek tekrar buraya geleceðini haber verir.

Þimdi tekrar Taberî´den nakle dönüyoruz:

"Ýbnu Sebe´nin bu sözleri kabul gördü. Böylece o, ric´at (tekrar hayata dönüþ) inancýný Mýsýr ahalisi arasýna sokmuþ oldu. Bu mevzuda pek çok münakaþalar oldu. Ýbnu Sebe baþka görüþler sokmaya devam etti. Bu meyanda diyordu ki: "Þimdiye kadar bin kadar peygamber geldi geçti. Her peygamberin bir vasisi vardý. Ali de Hz. Muhammed´in vasisidir."

Ýbnu Sebe bu görüþünü telkin ettikten sonra þunu ileri sürdü: "Hz. Muhammed Hatemü´l-Enbiya´dýr. Ali de Hatemü´l-Esfiya´dýr."

Ýbnu Sebe bunu da telkin ettikten sonra þunu ileri sürdü: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn vasîsine tecavüz ederek ümmetin iþini eline alan ve Hz. Peygamber´in vasiyetini yerine getirmeyen kimseden daha zalim kim vardýr?"

Bu teþviþleri de piyasaya sürdükten sonra (yakýnlarýna) þöyle dedi: "Hilafeti Osman haksýz olarak aldý. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in vasisi ise meydandadýr. Öyle ise ey insanlar bu iþin tashihi için kalkýn, meseleyi uyandýrýn. Bu maksatla, umerâyý (idarecileri) kötülemekle iþe baþlayarak kendinizi emr-i bi´lma´rûf ve nehy-i ani´lmünkerle meþgul gösterin ki, halkýn alâka ve taraftarlýðýný kazanýn ve sonra onlarý asýl meseleye çaðýrýn..."

Bu þekilde yeterli sayýda adam ayarladýktan sonra dâilerini (militanlarýný) her tarafa gönderdi. Gittikleri yerlerde fesat iþlerini yürüten bu ajanlarla sýký bir yazýþma yaptý. Bunlar görüþlerini çok gizli bir þekilde yayýyorlardý. Dýþa karþý da emr-i bi´lma´rûf ve nehy-i ani´lmünker yapýyormuþ görünümünü veriyorlardý. Bunlar da kendi aralarýnda mektuplaþýyorlardý ve birbirlerine mektup gönderirken ajanlarýnýn yol daðarcýklarýnýn içerisine iyice gizliyorlardý.

Her bölgede bulunan kimseler ayný titizlik ve gizlilik içerisinde karþýlýklý olarak, diðer bölgelerde bulunan adamlarýyla mektuplaþarak herbiri kendi bölgelerinde yapýlanlarý (yeni geliþmeleri) bildiriyorlardý. Her biri mektup geldikçe, bunu bölgesindeki bütün hempalarýna okuyordu.

Bu þekilde çalýþmalarla propagandalarý her tarafa ulaþtý ve hatta Medine´ye kadar dayandý. Bunlar açýkça söylediklerinden baþka þeyler peþinde koþuyorlar, gizlediklerinden baþka þeyler izhar ediyorlardý. (Yapýlan propagandalarla baþka yerler ahalisi o kadar kargaþa ve huzursuzluk içinde gösterilmiþti ki) her bölge halký (bu haberleri duydukça): "Çok þükür, diðer yerlerdeki belalardan ve keþmekeþlerden azadeyiz, afiyetteyiz" diyorlardý. Medine´ye her taraftan bu huzursuzluk haberleri geliyordu. Onlar da bu durum karþýsýnda: "Çok þükür, baþka yerleri kasýp kavuran belalardan azadeyiz" diyerek hallerine þükrediyorlardý.

Medine´de bu durumla karþýlaþan Muhammed ve Talha, Hz. Osman´a çýkarak: "Ey mü´minlerin emîri, insanlarýn huzursuzluðu hakkýnda bize ulaþmýþ olan haberler size de geldi mi?" dediler. Hz. Osman "Hayýr, ben onlardan sadece selamette olduklarý hususunda haber almaktayým" dedi. Onlar, hayýr diyerek kendilerine ulaþan huzursuzluk vs. haberlerini anlattýlar.

Hz. Osman, onlara "Siz benim yardýmcýlarým ve mü´minlerin de þahidlerisiniz, ne yapmam gerekiyorsa söyleyin" der. Onlar da: "Biz sana, itimat ettiðin kimselerden bazýlarýný diðer bölgelere göndererek durumu tahkik ettirmeni tavsiye ederiz" dediler.[206]

Tahkîk Heyeti: Hz. Osman, yapýlan tavsiye üzerine bir tahkik heyeti teþkil ederek, baþta Kûfe, Basra, Mýsýr, Þam olmak üzere her tarafa muhakkikleri gönderir. Taþra ahalisine hitaben þu tamimi de yollar: "Ben her yýl hacc mevsiminde valilerimle karþýlaþýrým. Baþa geçeliden beri ümmete emr-i bi´lma´rûf ve nehy-i ani´lmünkerin hakim kýlýnmasýna gayret ettim. Þimdiye kadar bana intikal eden bir sýzlanmada haklý hakkýný almýþtýr. Âmillerime (valilerime) intikal eden haksýzlýklara da el konmuþ, haklýya hakký verilmiþtir. Ne ben, ne ailem raiyyetten fazla bir hakka sahip deðiliz. Herhangi bir haksýzlýk oldu ise, hemen terkedilecektir. Medine halký bana, insanlardan bir kýsmýnýn haksýz yere hakarete uðrayýp dövülmekte olduklarýný söylediler. Kim bizim gýyâbýmýzda gizlice dövülmüþ, hakarete uðramýþ ise, kim böyle bir haksýzlýk iddia ediyorsa, hacc mevsiminde Medine´ye gelsin, hakkýný benden veya amillerimden alsýn veya baðýþlasýn. Zîra Allah baðýþlayanlarý mükaafatlandýracaktýr." Bu mektup taþra vilayetlerde okununca herkesi aðlattý. Halk Hz. Osman´a hayýr duada bulundu."[207]

Valilerle Ýstiþare: Hz. Osman bununla da yetinmeyip, kendileriyle istiþarede bulunmak üzere valileri merkeze çaðýrýr. Abdullah Ýbnu Âmir, Muâviye, Abdullah Ýbnu Sa´d (radýyallahu anhüm ecmain) gelirler. Bunlarla birlikte Saîd Ýbnu´l-Âs ve Amr´ý da istiþare meclisine alýr.

Yine Taberî´den aynen takip edelim:

"Hz. Osman (valilere): "Söyleyin, nedir bu þikayet, bu þayia, vallahi aleyhinize kabul görmesinden korkuyorum. Bunu tasdik etmek benim nazarýmda zor görünse de baþkalarý kolay kapýlýr" dedi. Valiler, cevaben ona þunu söylediler: "Sana biz halktan haber getiriyoruz. Tahkikçiler de çýkardýn, onlar da getirdiler. Halktan kimse bizzat temas kurarak, þifahen herhangi bir þikayette bulunmamaktadýr. Hayýr, Allah´a kasem olsun, (dedikoducular) doðru söylemiyorlar, dürüst hareket etmiyorlar. Biz, bu duruma hiçbir sebep göremiyoruz. Sen, bununla alâkalý bir kimseyi getirip kesin bir tavýr alacak durumda da deðilsin. Ortada boþ bir þayiadan baþka bir þey yok. Bu þayia ile amel etmek, onu ciddiye almak doðru olmaz."

Bunun üzerine Hz. Osman "Öyleyse ne yapalým, bana yol gösterin" dedi. Said Ýbnu´l-Âs söz alarak: "Bu uydurma bir þeydir, gizlice uydurulup el altýndan yayýlýyorlar. Hususî meclislerde bunlar konuþulup büyütülüyor" dedi. Hz. Osman tekrar sordu: "Buna karþý tedbir ne olmalý?" Saîd Ýbnu´l-Âs: "Bu kimseler araþtýrýlmalý. Bu þayialarý çýkaranlar öldürülmeli" dedi. Abdullah Ýbnu Sa´d da þunu söyledi: "Ýnsanlara verilmesi gerekeni verince onlarýn eda etmeleri gerekeni de onlardan al. Zîra bu, onlarý býrakmandan hayýrlýdýr." Hz. Muâviye de þunu söyledi: "Sen beni vali tayin ettin ve ben de onlarýn iþlerini üzerime aldým. Onlardan sana sadece hayýr haberi geldi. Ýki kiþi onlarýn bölgesini daha iyi bilir." Hz. Osman ona da: "Ne yapmamýz gerekir, fikrin ne?" dedi. Hz. Muâviye: "Ýyi muameleye devam" dedi. Hz. Osman: "Sen ne dersin ey Amr?" dedi. Amr da þu (enteresan) beyanda bulundu: "Ben görüyorum ki, sen insanlara çok yumuþak davranýyor ve aðýr alýyorsun. Bu davranýþ Hz. Ömer´de yoktu. Ben senden önce geçen iki arkadaþýnýn yolundan gitmeni tavsiye ederim. Þiddet gösterilmesi gereken yerde þiddet, yumuþak davranýlmasý gereken yerde yumuþaklýk göster. Ýnsanlara kötülükten baþka bir þey yapmayanlara þiddet gerekir. Yumuþak davranýþ baþkalarýna karþý hep hayýrhah olanlar içindir. Sen hiçbir ayýrým yapmadan iki grup için de hep yumuþak davrandýn."

Bu konuþmalardan sonra Hz. Osman kalkarak Allah´a hamd ve senâda bulundu: "Bana söylediklerinizin hepsini dinledim. Her meseleye girmek için kendine has bir kapýsý vardýr. Ortada ümmet için endiþe duyduðumuz þu iþ vardýr. Bunun üzerine örtülen ve kendileriyle korunacaðýmýz kapý ise, Allah´ýn tayin ettiði hudud yumuþaklýk, anlaþma ve uzlaþmadýr" dedi.

Görüldüðü üzere, son derece sinsi ve hesaplý bir þekilde hazýrlanan fitne ve huzursuzluklara Sahabeler tedbir bulmakta zorluk çekmekteler. Zîra görünürde hiçbir meþrû ve mâkul sebep yok, üzerine gidilecek açýk hedef yok. Ama tek gerçek þu ki, bu geliþen hâdiselerde Ashab´ýn hiçbir dahli yok.[208]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 04 Nisan 2010, 19:36:20
2- Sahabeler Fitneye Katýlmadý:


Sahabenin fitne karþýsýndaki tutumunu belirtmek maksadýyla nazar-ý dikkate arzetmemiz gereken mühim bir nokta da, çýkmýþ bulunan fitneye katýlmaktan Ashab´ýn kaçmýþ bulunduðu, fiilen girenlerin, daha doðru bir ifade ile girmek zorunda kalanlarýn sayýca çok az olduðu keyfiyetidir. Bu maksadla, Ýbnu Sebe´nin Hz. Osman tarafýndan temsil edilen Ýslâm devletinin alacaðý bütün tedbirleri bozarak Halife´nin þehid edilmesine müncer olan dalaverelerini ve teselsül eden hadiseleri atlayarak, ikinci mühim hâdise olan Cemel Vakasý´na geçip onunla alakalý bazý geliþmeleri belirteceðiz.[209]



Cemel Vakasý:


Bu hadise, bilindiði üzere, Hz. Osman´ýn katillerinin cezalandýrýlmasý meselesinde ortaya çýkan görüþ ayrýlýðý sebebiyle vukua gelmiþtir. Bir tarafta Hz. Ali, bir tarafta da Hz. Aiþe ve onun maiyetinde Hz. Zübeyr ve Hz. Talha vardýr.

Hz. Osman´ýn þehid edilmesinden beþ gün sonra halife olan Hz. Ali, sayýsý iki bini geçen ve Mýsýr, Kûfe ve Basra´dan gelmiþ bulunan ihtilalcilerin kalabalýk oluþlarý ile, vaka sýrasýnda Medine halkýnýn suskun davranýþý gibi hususlarý nazar-ý dikkate alarak cezalandýrma iþinde acele davranma taraftarý deðildi.

Buna karþýlýk, Mekke´de bulunan Hz. Aiþe ve aralarýnda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr´in de bulunduðu diðer birkýsým Müslümanlar Hz. Osman´ýn katillerinin hemen cezalandýrýlmasýný istiyorlardý. Ýþe Basra´da baþlamaya karar verdiler.

Hz. Ali, bunlarýn niyetini ve Basra´ya hareket ettiklerini duyunca herhangi bir hâdiseye meydan vermemek, onlarla anlaþmak niyetiyle o da harekete geçerek Rebeze´ye gelir. Hz. Aiþe ve taraftarlarýnýn Basra´ya vardýklarýný öðrenince Kûfe´den te´min ettiði kuvvetlerin baþýna geçerek Basra´ya yürür. Taberî´nin rivayetlerinden aynen takip edeceðimiz üzere her iki taraf da sulhtan baþka bir þey istememektedir. Ancak araya giren gizli oyunlar burada da muvaffakiyetler elde ederek iki Müslüman kitleyi savaþa sokarlar.

"Askerler konaklayýnca Hz. Ali çýktý. Öbür taraftan da Talha ve Zübeyr çýktýlar. Bunlar oturup, ihtilaf ettikleri hususlarda konuþtular. Sulh etmekten ve harbi terketmekten daha uygun bir þey görmediler. Birbirlerinden bu anlaþma ile ayrýldýlar. Hz. Ali karargahýna, Hz. Talha ve Zübeyr de kendi karargahlarýna çekildiler. Her iki taraf da geceyi sulhle geçirdiler. Çoktandýr, aradaki ihtilaf ve yaklaþmakta olan savaþ sebebiyle böylesine huzurlu bir gece geçirmemiþlerdi."[210]

Ýhtilalciler Sulhten Rahatsýz: Taberî, bundan sonra orduya karýþan Ýbnu Sebe ve adamlarýnýn iki tarafý nasýl tutuþturup, harbe soktuklarýný anlatýr:

"...Hz. Osman hadisesini tahrik edenler de çok fena bir gece geçirdiler. Zîra baþlarýna gelmekte olan felaketi görmüþlerdi. Bütün gece aralarýnda müzakere yaptýlar. Sonunda, gizlice harbi kýzýþtýrmaya karar verdiler. Ýþlemeye çalýþtýklarý þerrin duyulmamasý için çok gizli yapýlmasýný istediler. Alacakaranlýkta harekete geçecekler, bundan yakýn komþularý bile haberdar olmayacaktý."[211]

Ýbnu Sebe´nin Sözleri: Hâdiseleri takip ederken, atlanmamasý, ibretle okunmasý gereken bir husus, Yahudi dönmesi Ýbnu Sebe´nin, daha önce, henüz iki ordu karþýlaþmadan, yukarýda anlaþma vaki olmadan önce verdiði bir talimattýr. Bu talimat bize, fitnecilerin, her iki tarafýn da iyi niyetlerini akim býrakacak, çok önceden hazýrlanmýþ bir tertiple her iki tarafýn da ordusuna katýlmýþ olduklarýný gösterecektir. Hatta hemen hatýrlatabiliriz ki, onlarýn bu katýlýþý rastgele bir katýlýþ deðil, hin-i hacette, alýnacak kararlara kendi istekleri istikametinde yön vermede müessir olacak þekilde, en kritik noktalarda yer alacak þekilde bir katýlýþ, bir sýzmadýr. Ýþte Ýbnu Sebe´nin sözleri: "Ey kavm, sizin hayat ve þerefiniz insanlarýn birbirine düþmesine baðlýdýr. Öyle ise onlarý birbirine düþürün. Yarýn bunlar karþýlaþtýklarý vakit harbi kýzýþtýrýn. Onlarý baþka þeylerle meþgul olmaya býrakmayýn. Öyle ise kendileriyle beraber olduðunuz kimseler, sizin istemediðiniz þeyden (yani sulhtan) yüz çevirmenin ve Allah´ýn Ali´yi, Zübeyr´i ve Talha´yý ve onlar gibi düþünenleri (birbirleriyle savaþtýrarak) meþgul etmesinin zaruri olduðunu bilsinler..." Bu talimatý alan kurmay heyeti orduya daðýlarak, sulh yapýlmamasýnýn, her iki ordunun birbiriyle çarpýþtýrýlmasýnýn lüzumu hususunda, diðer adamlarýný ikna edeceklerdir.[212]

Fitneciler Müslümanlarý Vuruþturuyor: Þimdi, tekrar Taberî´nin Cemel Vakasý´nýn baþlangýcý ile alâkalý açýklamalarýna dönelim. Yukarýdaki fitnecilerin sabaha kadar müzakere ederek alacakaranlýkta harekete geçme kararlarýný belirtmiþtik. Ýstiþareye katýlan yönetici ekip, ortalýk henüz karanlýkken þafakla birlikte harekete geçerler. "Mudar kabilesinden olanlar, diðer Mudarlý arkadaþlarýnýn yanýna, Rebia kabilesinden olanlar diðer Rabialý adamlarýnýn yanýna, Yemen´den olanlar da diðer Yemenli adamlarýnýn yanýna gittiler ve aniden baskýna geçtiler. Basralýlar harekete geçerek karþýlýk verdi. Bütün ordu harekete geçti. Ýleri gelenleri arasýnda, onlarý aniden basanlar da vardý. Zübeyr ve Talha, Mudar´dan olan ileri gelenlerle ortaya çýktýlar ve sað cenaha -ki Rebialýlardýr- Abdurrahman Ýbnu´l-Haris´i, sol cenaha da Abdurrahman Ýbnu Attab Ýbni Esid´i gönderdiler. Kendileri de merkezde kaldýlar ve "Ne oluyor?" diye sordular. Onlar (Abdullah Ýbnu Sebe´nin oradaki adamlarý): "Kûfeliler bize gece baskýný yaptý" dediler. Bunun üzerine Zübeyr ve Talha: "Anlaþýldý; Ali harbi kesme sözünde samimi deðilmiþ; kan dökmek, haramlarý helal addetmek istiyormuþ; bizimle sulh meselesinde mutabýk deðilmiþ" dediler ve Basralýlarýn yanýna geldiler.

Basralýlar kendilerine saldýranlarý geldikleri yere geri püskürttüler. Hz. Ali ve Kûfeliler, bunlarýn gürültüsünü iþitmiþti. (Fitneciler casus olarak) adamlarýndan birini, diledikleri þeyi (Hz. Ali´ye) haber olarak sunulmak üzere Hz. Ali´nin yakýnlarýna yerleþtirmiþlerdi. Hz. Ali gürültüyü iþitince: "Ne oluyor?" diye sordu. Ýþte bu adam, hemen cevap verdi: "Biz ani baskýn yapmadýk. Ancak onlardan bir grup gece baskýný yaptý. Biz de geldikleri yere geri püskürttük. Askerler hemen harekete geçtiler. Hz. Ali sað ve sol cenah komutanlarýna "Yerlerinizi alýn" dedi ve ilave etti: "Anlaþýldý; Talha ve Zübeyr harbi kesme sözünde samimi deðillermiþ; kan dökmek, haramlarý helal addetmek istiyorlarmýþ, bizimle sulh meselesinde mutabýk deðillermiþ."

Böylece akþamdan sulh üzerine anlaþan iki Ýslam ordusu birbirine girer ve her iki taraftan beþer binin üzerinde olmak üzere, tarihin on binden fazla ölüye mal olan Cemel Vakasý meydana gelir.[213]



Fitneye Karýþan Sahabeler:


Fitne çýktýðý zaman Ashab´tan kahir bir ekseriyet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in fitneye karýþmamayý sýký sýkýya tavsiye eden hadislerini -ki bunlardan birkýsmýný geçen bahislerde kaydetmiþ bulunuyoruz- hatýrlayarak karýþmamýþtýr. Esasen karýþanlar da çok azdýr. Bir Cemel Vakasýnda on bin kiþi þehid oldu dendiði vakit gafletle, bunlarýn Sahabi yani bizzat Hz. Peygamber´i görmüþ bulunan kimseler olduðu zihne gelir. Halbuki meseleye, tarih ve rivayet kitaplarýnýn verdiði bilgiler ýþýðýnda bakýldýðý zaman insaný hayrette býrakan bir gerçekle karþýlaþýlmaktadýr; o da bu savaþa katýlanlar arasýnda, idareciler dýþýnda pek az sayýda Sahabe´nin bulunmuþ olmasýdýr.

Sözü fazla uzatmadan, bu ilk devirdeki fitnelere, çok az sayýda Sahabe´nin katýldýðý hususunda bizi ikna edecek bir tahkiki, deðerli hocalarýmýzdan Talat Koçyiðit´ten aynen sunacaðýz. Hadiscilerle Kelamcýlar Arasýndaki Münakaþalar adlý kitabýnda der ki: "Sahabenin en fazla bulunduðu senelerde zuhur eden fitneler gözönünde bulundurulacak olursa, bu fitnelere Sahabeden hemen hemen hiç kimenin iþtirak etmediði görülür. Mesela Cemel Harbi´ne iþtirak eden Sahabilerin sayýsý hakkýnda gelen bir rivayette eþ-Þa´bî: "Cemel´e, Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in ashabýndan Ali, Ammar, Talha ve ez-Zübeyr´den baþka hiç kimse iþtirak etmemiþtir. Eðer beþincisini bulurlarsa ben yalancýyým!" demektedir. Ahmed Ýbnu Hanbel ise, "Ehl-i Bedr"den Sýffîn Harbi´ne iþtirak edenlerin yetmiþ kiþi olduðuna dair ileri sürülen bir haberi, Þu´be´nin nasýl yalanladýðýný ve Huzeyme Ýbnu Sabit´ten baþka hiç kimsenin bu harbe katýlmadýðýný nasýl kat´î bir ifade ile belirttiðini zikreder."

Þüphesiz, bu vakalara katýlan Sahabeler, sayýca yukardaki rivayette zikredilen rakamlarla tahdid edilemez. Þa´bî´nin rivayetini nakleden Zehebî de, Þa´bî´nin kesin ifadesine "Sanki Þa´bî, burada ilk muhacirleri kastediyor" kayd-ý ihtirâzisini koyarak Sahabeden daha baþka katýlanlarýn da olduðunu ima ediyor. Nitekim, yukarýda ismi geçenler dýþýnda Abdullah Ýbnu Zübeyr, Muhammed Ýbnu Ebi Bekr gibi birkýsým meþhurlarýn da Cemel Vakasý´na iþtiraklerini muteber kitaplar te´yid eder. Þu halde, ifade edilmek istenen gerçek, on bini mütecaviz maktul arasýnda Sahabeden olanlarýn tahmin edilecek kadar az olduðudur. Bunlar da hâdiseleri isteyerek çýkarmýþ deðil, zoraki sürüklenmiþler, adeta kendilerini bu vak´alarýn içinde bulmuþlardýr.[214]

Sahabenin Fitneye Giriþmeyiþinin Sebebi: Sahabeleri, bu dahilî hâdiselere girmekten alýkoyan þey, mükerrer olarak temas ettiðimiz üzere, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bu husustaki uyarý ve tenbihleri idi. Birçok ýsrar ve teþebbüslere raðmen bu harplere katýlmama hususunda sistemli direniþ gösterenlerden Seleme tu´bnu´l-Ekva, Sa´d Ýbnu Ebi Vakkas, Muhammed Ýbnu Mesleme, Abdullah Ýbnu Ömer, Ebu Bekre, Ühban Ýbnu Sayfi meþhurdur.

Bunlardan birkýsmý: "Bu fitnelere karýþmamak gerekir. Öyle ki, birisi öldürmek niyetiyle gelecek olsa, müdafa-i nefis de yapýlmaz" demiþtir. Hz. Osman´ýn birinci görüþün kurbaný olduðunu daha önce belirtmiþtik. Þimdi bazýlarýnýn tutumuyla alâkalý bir iki misal göreceðiz.

Ahnef Ýbnu´l-Kays´ýn Ebu Bekre ile alâkalý bir rivayeti þöyle: "Ben bu adama (Hz. Ali´ye) yardým etmek için çýkmýþtým, yolda Ebu Bekre´ye rastladým. Nereye gidiyorsun?" dedi. Þu adama yardým etmeye dedim. Dön dedi, zîra ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in þunu söylediðini iþittim: "Ýki Müslüman silahla birbirlerinin karþýsýna çýkacak olurlarsa katil de maktul de ateþtedir..."

Ühbân ise, Hz.Ali´nin yardým teklifini: "Benim dostum, senin de amcaoðlun olan Hz. Peygamber, insanlar arasýnda kargaþa çýkýnca tahtadan bir kýlýç edinmem hususunda benden söz aldý..." diyerek reddeder ve Hz. Ali de normal karþýlar, ýsrar etmez.

Üsâme Ýbnu Zeyd, "La ilahe illallah" diyen bir kimse ile ebediyyen mukatele etmeyeceði hususunda yemin eder.

Fitneden kaçanlarýn mühimlerinden biri olan Abdullah Ýbnu Ömer´e iki kiþi gelerek: "Ýnsanlarýn yaptýðýný görüyorsun. Sen ki, Hz. Ömer´in oðlusun, Hz. Peygamber´in ashabýndansýn, seni bu savaþa katýlmaktan alýkoyan þey nedir?" derler. O: "Allah bana Müslüman kardeþimin kanýný haram etti" der. Onlar: "Allah: "Fitnenin olmamasý ve dinin tamamý Allah için olsun diye onlarla savaþ" (Enfal 39) demedi mi?" diye bir ayet hatýrlatýrlar. Ýbnu Ömer þu cevabý verir: "Biz savaþtýk, hatta fitne kalktý, dinin tamamý da Allah için oldu. Siz de fitne olsun, din de Allah´tan baþkasý için olsun diye harp ediyorsunuz."

Sa´d Ýbnu Ebî Vakkas da ayný mealde bir ifade ile fitneye girmeyiþinin sebebini açýklar. Muhammed Ýbnu Mesleme´nin de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in tavsiyesine uyarak tahtadan bir kýlýç yaptýrdýðýný ve Hz. Ali´nin davetine raðmen fitneye karýþmadýðný daha önce belirtmiþtik.[215]



3- Ashab´ýn Katýldýgý Fitneler Üzerine Birkaç Mütalaa:


Þurasý muhakkak ki, sayýca az da olsa, arzu ve rýzalarýnýn hilafýna da olsa, Ashabtan bazýlar fitne hareketlerine bulaþmamýþlardýr. Bu durum Müslümanlarý Ashab hakkýnda birkýsým yersiz düþünce ve hükümlere götürebilir. Bu ise, Ehl-i Sünnet akidesi açýsýndan son derece mahzurludur. Gerek ferdî gerek içtimâî hiçbir amelî faydasý olmayan bu hatalý deðerlendirmelere düþemek için Ehl-i Sünnet alimlerinin bu meselelerle alâkalý olarak beyan ettikleri birkaç mütalaayý burada kaydetmede fayda var:[216]

a) Ashab´tan Katýlan da Katýlmayan da Haklýdýr: Ýbnu´l-Arabî, Ashab´tan bazýlarý bu dahilî harbe katýlýrken diðer bazýlarýnýn katýlmayýþýný, cihadýn farz-ý kifaye oluþuyla izah eder. Ýbnu Hacer de bu mealde olmak üzere þunlarý söyler: "Bu meselede hakikat þudur: Mezkur sahabeden herbirisi amelinin doðru olduðuna hükmetmiþ olmalýdýr. Kýtale bulaþanlar nezdinde, baðiler grubu ile harp etme emrini ifade eden delil vuzuh kazanmýþtýr ve kendisinde de bu iþi yapacak kudret mevcuttur. Katýlmayanlar için de, iki gruptan hangisinin baði addedileceði hususu vuzuh kazanmamýþtýr. Nitekim Huzeyme tu´bnu Sabit, Hz. Ali tarafýnda olmakla beraber savaþmamýþtýr. Ne zaman ki Ammar´ý savaþýr gördü o da mukateleye katýldý ve "Ammar´ý baðî bir grup öldürecek" hadisini rivayet etti."[217]

b) Fitnenin Bir Hikmeti: Ýbnu´l-Arabi´ye göre, "Ashab arasýnda cereyan eden bu savaþlarda Allah´ýn güttüðü hikmetlerden biri, ehl-i te´vil ile yapýlacak harbin ahkâmýný öðretmektir."[218]

c) Fitneye Karýþan Sahabeler Hakkýnda Verilen Hüküm: "Sahabeler arasýnda cereyan eden vakalara temas ederken bir noktanýn belirtilmesi gerekmektedir. O da, Sahabeler hakkýnda bu mesele ile alakalý olarak geliþigüzel söz etmemektir. Bu husus, Ehl-i Sünnet ile diðer fýrkalarýn ayrýldýðý mühim noktalardan biridir. Haricîler, Þiîler vs. bu meselede birkýsým sahabeleri tekfire kadar giden ifratlara düþerler. Nevevî, Ehl-i Sünnet´in itidal üzere olan ve nasslara uygun düþen görüþünü þöyle hülasa eder: "Bil ki, Ashab arasýnda akan kanlar, hadiste gelen "...ölen de öldüren de ateþtedir" tehdidine dahil deðildir. Ehl-i Sünnet ve ehl-i hakk olan mezhebimizin görüþü "Ashab hakkýnda hüsn-i zanda bulunmak ve onlarýn aralarýnda cereyan eden hâdiseler hususunda geliþigüzel söz etmekten çekinmek ve onlarýn mukatelelerini te´vil ederek iyiye yormaktýr. Þöyle ki: Onlarýn hepsi müteevvil ve müçtehid kimselerdi. Allah´a isyan ve dünyevî bir maksatla hareket etmediler. Aksine her bir fýrka, hak yolda olduðuna inanýyordu. Þurasý muhakkak ki, bu içtihadlarýnda bir kýsmý musib (isabet etmiþ) bir kýsmý da muhti (hataya düþmüþ) idi. Hataya düþenler, bu hatalarýnda mazur idiler. Zîra içtihad meselesinde, müçtehide hatasýndan dolayý günah yoktur. Hz. Ali bu hareketlerde içtihadýnda musib ve haklý idi. Mevcut vaziyet karþýsýnda verilecek hükümler þaþýrtýcý idi, doðrusunu bulmak zordu. Bu sebeple Ashab kararda mütehayyir kaldý ve üç gruba ayrýldý. Ýki grub birbirine zýd içtihadlarla karþý karþýya gelirken, bir üçüncü grup bunlardan her ikisini de terketti, savaþlara katýlmadý, doðru olanýn hangisi olduðu hususunda kesin kanaat edinemediler."

Ýbnu Hacer, bu mücadelelerde, kimlerin muhik olduðu bilinse bile, Sahabelerden hiçbirine, bu meselelerden dolayý ta´nda bulunmamanýn bir vecibe olduðunda Ehl-i Sünnet´in "ittifak ettiðini" belirttikten sonra: "Zîra onlar bu harplerde, içtihadlarý sebebiyle mukatele ettiler" der.

Nevevî´nin -ve veciz olarak da Ýbnu Hacer´in yukarýdaki açýklamalarýnda- atýfta bulunduðu "hata da yapsa müçtehidin günahkâr olmayacaðý" prensibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in þu hadisidir: "Bir hakim, içtihad ederek hüküm verince isabet ederse, kendisine iki sevap vardýr; içtihad ederek verdiði hükümde hata ederse kendisine bir sevap verilir."

Öte yandan alimler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in: "Ýki Müslüman birbirine silah çekecek olursa, ölen de öldüren de ateþtedir..." hadisini þerhederken burada mevzubahis olan, "ölen ve öldüren"lerin -dine hizmeti gaye edinen bir te´ville deðil- dünyevî bir maksat arama veya heva ve cehaletinin sevkiyle mukatelede bulunanlar olduðunu belirtirler. Sahabenin ise, sýrf dinî gayretle bu mücadelelere girmiþ bulunduðu her çeþit þüpheden uzak bir keyfiyettir. [219]

Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 05 Nisan 2010, 15:34:15
Fitneye Karýþan Sahabeler:


Fitne çýktýðý zaman Ashab´tan kahir bir ekseriyet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in fitneye karýþmamayý sýký sýkýya tavsiye eden hadislerini -ki bunlardan birkýsmýný geçen bahislerde kaydetmiþ bulunuyoruz- hatýrlayarak karýþmamýþtýr. Esasen karýþanlar da çok azdýr. Bir Cemel Vakasýnda on bin kiþi þehid oldu dendiði vakit gafletle, bunlarýn Sahabi yani bizzat Hz. Peygamber´i görmüþ bulunan kimseler olduðu zihne gelir. Halbuki meseleye, tarih ve rivayet kitaplarýnýn verdiði bilgiler ýþýðýnda bakýldýðý zaman insaný hayrette býrakan bir gerçekle karþýlaþýlmaktadýr; o da bu savaþa katýlanlar arasýnda, idareciler dýþýnda pek az sayýda Sahabe´nin bulunmuþ olmasýdýr.

Sözü fazla uzatmadan, bu ilk devirdeki fitnelere, çok az sayýda Sahabe´nin katýldýðý hususunda bizi ikna edecek bir tahkiki, deðerli hocalarýmýzdan Talat Koçyiðit´ten aynen sunacaðýz. Hadiscilerle Kelamcýlar Arasýndaki Münakaþalar adlý kitabýnda der ki: "Sahabenin en fazla bulunduðu senelerde zuhur eden fitneler gözönünde bulundurulacak olursa, bu fitnelere Sahabeden hemen hemen hiç kimenin iþtirak etmediði görülür. Mesela Cemel Harbi´ne iþtirak eden Sahabilerin sayýsý hakkýnda gelen bir rivayette eþ-Þa´bî: "Cemel´e, Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in ashabýndan Ali, Ammar, Talha ve ez-Zübeyr´den baþka hiç kimse iþtirak etmemiþtir. Eðer beþincisini bulurlarsa ben yalancýyým!" demektedir. Ahmed Ýbnu Hanbel ise, "Ehl-i Bedr"den Sýffîn Harbi´ne iþtirak edenlerin yetmiþ kiþi olduðuna dair ileri sürülen bir haberi, Þu´be´nin nasýl yalanladýðýný ve Huzeyme Ýbnu Sabit´ten baþka hiç kimsenin bu harbe katýlmadýðýný nasýl kat´î bir ifade ile belirttiðini zikreder."

Þüphesiz, bu vakalara katýlan Sahabeler, sayýca yukardaki rivayette zikredilen rakamlarla tahdid edilemez. Þa´bî´nin rivayetini nakleden Zehebî de, Þa´bî´nin kesin ifadesine "Sanki Þa´bî, burada ilk muhacirleri kastediyor" kayd-ý ihtirâzisini koyarak Sahabeden daha baþka katýlanlarýn da olduðunu ima ediyor. Nitekim, yukarýda ismi geçenler dýþýnda Abdullah Ýbnu Zübeyr, Muhammed Ýbnu Ebi Bekr gibi birkýsým meþhurlarýn da Cemel Vakasý´na iþtiraklerini muteber kitaplar te´yid eder. Þu halde, ifade edilmek istenen gerçek, on bini mütecaviz maktul arasýnda Sahabeden olanlarýn tahmin edilecek kadar az olduðudur. Bunlar da hâdiseleri isteyerek çýkarmýþ deðil, zoraki sürüklenmiþler, adeta kendilerini bu vak´alarýn içinde bulmuþlardýr.[214]

Sahabenin Fitneye Giriþmeyiþinin Sebebi: Sahabeleri, bu dahilî hâdiselere girmekten alýkoyan þey, mükerrer olarak temas ettiðimiz üzere, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bu husustaki uyarý ve tenbihleri idi. Birçok ýsrar ve teþebbüslere raðmen bu harplere katýlmama hususunda sistemli direniþ gösterenlerden Seleme tu´bnu´l-Ekva, Sa´d Ýbnu Ebi Vakkas, Muhammed Ýbnu Mesleme, Abdullah Ýbnu Ömer, Ebu Bekre, Ühban Ýbnu Sayfi meþhurdur.

Bunlardan birkýsmý: "Bu fitnelere karýþmamak gerekir. Öyle ki, birisi öldürmek niyetiyle gelecek olsa, müdafa-i nefis de yapýlmaz" demiþtir. Hz. Osman´ýn birinci görüþün kurbaný olduðunu daha önce belirtmiþtik. Þimdi bazýlarýnýn tutumuyla alâkalý bir iki misal göreceðiz.

Ahnef Ýbnu´l-Kays´ýn Ebu Bekre ile alâkalý bir rivayeti þöyle: "Ben bu adama (Hz. Ali´ye) yardým etmek için çýkmýþtým, yolda Ebu Bekre´ye rastladým. Nereye gidiyorsun?" dedi. Þu adama yardým etmeye dedim. Dön dedi, zîra ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in þunu söylediðini iþittim: "Ýki Müslüman silahla birbirlerinin karþýsýna çýkacak olurlarsa katil de maktul de ateþtedir..."

Ühbân ise, Hz.Ali´nin yardým teklifini: "Benim dostum, senin de amcaoðlun olan Hz. Peygamber, insanlar arasýnda kargaþa çýkýnca tahtadan bir kýlýç edinmem hususunda benden söz aldý..." diyerek reddeder ve Hz. Ali de normal karþýlar, ýsrar etmez.

Üsâme Ýbnu Zeyd, "La ilahe illallah" diyen bir kimse ile ebediyyen mukatele etmeyeceði hususunda yemin eder.

Fitneden kaçanlarýn mühimlerinden biri olan Abdullah Ýbnu Ömer´e iki kiþi gelerek: "Ýnsanlarýn yaptýðýný görüyorsun. Sen ki, Hz. Ömer´in oðlusun, Hz. Peygamber´in ashabýndansýn, seni bu savaþa katýlmaktan alýkoyan þey nedir?" derler. O: "Allah bana Müslüman kardeþimin kanýný haram etti" der. Onlar: "Allah: "Fitnenin olmamasý ve dinin tamamý Allah için olsun diye onlarla savaþ" (Enfal 39) demedi mi?" diye bir ayet hatýrlatýrlar. Ýbnu Ömer þu cevabý verir: "Biz savaþtýk, hatta fitne kalktý, dinin tamamý da Allah için oldu. Siz de fitne olsun, din de Allah´tan baþkasý için olsun diye harp ediyorsunuz."

Sa´d Ýbnu Ebî Vakkas da ayný mealde bir ifade ile fitneye girmeyiþinin sebebini açýklar. Muhammed Ýbnu Mesleme´nin de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in tavsiyesine uyarak tahtadan bir kýlýç yaptýrdýðýný ve Hz. Ali´nin davetine raðmen fitneye karýþmadýðný daha önce belirtmiþtik.[215]

Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 05 Nisan 2010, 15:34:59
3- Ashab´ýn Katýldýgý Fitneler Üzerine Birkaç Mütalaa:


Þurasý muhakkak ki, sayýca az da olsa, arzu ve rýzalarýnýn hilafýna da olsa, Ashabtan bazýlar fitne hareketlerine bulaþmamýþlardýr. Bu durum Müslümanlarý Ashab hakkýnda birkýsým yersiz düþünce ve hükümlere götürebilir. Bu ise, Ehl-i Sünnet akidesi açýsýndan son derece mahzurludur. Gerek ferdî gerek içtimâî hiçbir amelî faydasý olmayan bu hatalý deðerlendirmelere düþemek için Ehl-i Sünnet alimlerinin bu meselelerle alâkalý olarak beyan ettikleri birkaç mütalaayý burada kaydetmede fayda var:[216]

a) Ashab´tan Katýlan da Katýlmayan da Haklýdýr: Ýbnu´l-Arabî, Ashab´tan bazýlarý bu dahilî harbe katýlýrken diðer bazýlarýnýn katýlmayýþýný, cihadýn farz-ý kifaye oluþuyla izah eder. Ýbnu Hacer de bu mealde olmak üzere þunlarý söyler: "Bu meselede hakikat þudur: Mezkur sahabeden herbirisi amelinin doðru olduðuna hükmetmiþ olmalýdýr. Kýtale bulaþanlar nezdinde, baðiler grubu ile harp etme emrini ifade eden delil vuzuh kazanmýþtýr ve kendisinde de bu iþi yapacak kudret mevcuttur. Katýlmayanlar için de, iki gruptan hangisinin baði addedileceði hususu vuzuh kazanmamýþtýr. Nitekim Huzeyme tu´bnu Sabit, Hz. Ali tarafýnda olmakla beraber savaþmamýþtýr. Ne zaman ki Ammar´ý savaþýr gördü o da mukateleye katýldý ve "Ammar´ý baðî bir grup öldürecek" hadisini rivayet etti."[217]

b) Fitnenin Bir Hikmeti: Ýbnu´l-Arabi´ye göre, "Ashab arasýnda cereyan eden bu savaþlarda Allah´ýn güttüðü hikmetlerden biri, ehl-i te´vil ile yapýlacak harbin ahkâmýný öðretmektir."[218]

c) Fitneye Karýþan Sahabeler Hakkýnda Verilen Hüküm: "Sahabeler arasýnda cereyan eden vakalara temas ederken bir noktanýn belirtilmesi gerekmektedir. O da, Sahabeler hakkýnda bu mesele ile alakalý olarak geliþigüzel söz etmemektir. Bu husus, Ehl-i Sünnet ile diðer fýrkalarýn ayrýldýðý mühim noktalardan biridir. Haricîler, Þiîler vs. bu meselede birkýsým sahabeleri tekfire kadar giden ifratlara düþerler. Nevevî, Ehl-i Sünnet´in itidal üzere olan ve nasslara uygun düþen görüþünü þöyle hülasa eder: "Bil ki, Ashab arasýnda akan kanlar, hadiste gelen "...ölen de öldüren de ateþtedir" tehdidine dahil deðildir. Ehl-i Sünnet ve ehl-i hakk olan mezhebimizin görüþü "Ashab hakkýnda hüsn-i zanda bulunmak ve onlarýn aralarýnda cereyan eden hâdiseler hususunda geliþigüzel söz etmekten çekinmek ve onlarýn mukatelelerini te´vil ederek iyiye yormaktýr. Þöyle ki: Onlarýn hepsi müteevvil ve müçtehid kimselerdi. Allah´a isyan ve dünyevî bir maksatla hareket etmediler. Aksine her bir fýrka, hak yolda olduðuna inanýyordu. Þurasý muhakkak ki, bu içtihadlarýnda bir kýsmý musib (isabet etmiþ) bir kýsmý da muhti (hataya düþmüþ) idi. Hataya düþenler, bu hatalarýnda mazur idiler. Zîra içtihad meselesinde, müçtehide hatasýndan dolayý günah yoktur. Hz. Ali bu hareketlerde içtihadýnda musib ve haklý idi. Mevcut vaziyet karþýsýnda verilecek hükümler þaþýrtýcý idi, doðrusunu bulmak zordu. Bu sebeple Ashab kararda mütehayyir kaldý ve üç gruba ayrýldý. Ýki grub birbirine zýd içtihadlarla karþý karþýya gelirken, bir üçüncü grup bunlardan her ikisini de terketti, savaþlara katýlmadý, doðru olanýn hangisi olduðu hususunda kesin kanaat edinemediler."

Ýbnu Hacer, bu mücadelelerde, kimlerin muhik olduðu bilinse bile, Sahabelerden hiçbirine, bu meselelerden dolayý ta´nda bulunmamanýn bir vecibe olduðunda Ehl-i Sünnet´in "ittifak ettiðini" belirttikten sonra: "Zîra onlar bu harplerde, içtihadlarý sebebiyle mukatele ettiler" der.

Nevevî´nin -ve veciz olarak da Ýbnu Hacer´in yukarýdaki açýklamalarýnda- atýfta bulunduðu "hata da yapsa müçtehidin günahkâr olmayacaðý" prensibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in þu hadisidir: "Bir hakim, içtihad ederek hüküm verince isabet ederse, kendisine iki sevap vardýr; içtihad ederek verdiði hükümde hata ederse kendisine bir sevap verilir."

Öte yandan alimler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in: "Ýki Müslüman birbirine silah çekecek olursa, ölen de öldüren de ateþtedir..." hadisini þerhederken burada mevzubahis olan, "ölen ve öldüren"lerin -dine hizmeti gaye edinen bir te´ville deðil- dünyevî bir maksat arama veya heva ve cehaletinin sevkiyle mukatelede bulunanlar olduðunu belirtirler. Sahabenin ise, sýrf dinî gayretle bu mücadelelere girmiþ bulunduðu her çeþit þüpheden uzak bir keyfiyettir. [219]


Ynt: Fitneler By: sumeyye Date: 05 Nisan 2010, 15:36:06
Sahabelerde Ölçü:


Burada belirtilmesi gereken bir diðer mühim nokta da, amme meselelerinde zýt içtihad ve görüþleri sebebiyle birbirlerine muhalif düþen ve hatta aralarýnda savaþ cereyan eden Ashabýn, savaþ dýþý meselelerde birbirlerine karþý olan münasebetlerindeki ölçü ve hakkaniyettir. Onlar birbirlerini hataya düþmekle itham etmiþler, ancak rencide edici, þahsî faziletlerini inkar edici sözler sarfetmemiþler, hele asla tekfir cihetine gitmemiþlerdir. Buna en iyi örnek, Hz. Aiþe ile ona muhalefet edip Hz. Ali tarafýnda yer almýþ olan Ammar Ýbnu Yasir arasýnda geçen bazý tarizler, konuþmalardýr. Hülasa edelim:

Söylediðimiz üzere Ammar Ýbnu Yasir, Hz. Ali ile Hz. Aiþe arasýndaki ihtilafta, Hz. Ali´nin haklý Hz. Aiþe´nin haksýz olduðuna inanýyordu. Bu meselede halký ikna etmek maksadýyla mescitte yaptýðý konuþma tam bir insaf örneðidir. Der ki: "Aiþe Basra´ya yürüdü. Allah´a kasem olsun, o dünyada da ahirette de Peygamberimizin (aleyhisselam) zevcesidir, bunda þüphemiz yok. Ancak, Allah sizi imtihan ediyor; Kendisine mi (celle celaluhu), yoksa O´na mý (radýyallahu anhâ) itaat edeceksiniz?"

Burada, ahirette de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zevcesi olduðunun kasemle te´yidi, Hz. Aiþe´nin asla tekfir edilmediðini gösterir. Fakat görüþlerinde yanýldýðý kesinlikle ifade edilmektedir.

Kendisine yöneltilen bu çeþitten þiddetli tenkitler karþýsýnda Hz. Aiþe (radýyallahu anhâ)´nin aksülameli de burada zikre deðer. Ýbnu Hacer´in Taberânî´den naklen kaydettiðine göre, yine ayný Ammar, Cemel Vakasý´nýn akabinde Hz. Aiþe´ye gelerek: "Sizin bu askerî þerefiniz Allah´ýn sizinle yaptýðý ahde (anlaþmaya) ne kadar aykýrý" der ve bu sözleriyle Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zevceleriyle alâkalý olarak gelmiþ bulunan "(vekar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet yürüyüþü gibi yürümeyin" (Ahzâb 33) ayetine iþaret eder.

Hz. Aiþe (radýyallahu anhâ)´nin cevabý þu olur: "Allah´a kasem olsun sen hakký söyledin." Ammar da "Senin lisanýnla hakkýnda bu hükmü veren Allah´a hamd olsun" der.

Ýbnu Hübeyre bu konuþmayý þöyle deðerlendirir: "Bu rivayetten anlýyoruz ki, Ammar doðru sözlüdür. Kezâ husumet onu, hasmýnýn faziletlerini inkâra da sevketmemiþtir. Zîra aralarýnda cereyan eden harbe raðmen Hz. Aiþe´nin tam bir fazilete mazhar olduðuna þehadette bulunmaktadýr.[220]



Sahabeler Arasýndaki Muharebelerin Mahiyeti Ve Hikmeti


Bediüzzaman Hazretleri ise Mektubat´ýnda bu konuyla ilgili þunlarý söyler:"

Ýkinci sualinizin meali: Hz. Ali (radýyallahu anh) zamanýnda baþlayan muharebelerin mahiyeti nedir? Muhariplere ve harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?

Elcevap: Cemel Vak´asý denilen Hz. Ali ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ve Aiþe-i Sýddîka radýyallahu teala aleyhim ecmain arasýnda olan muharebe; adalet-i mahza ile, adalet-i izafiyenin mücadelesidir. Þöyle ki:

Hz. Ali, adalet-i mahzayý esas edip, Þeyheyn (yani Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer) zamanýndaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiþ. Muarýzlarý ise, Þeyheyn zamanýndaki safvet-i Ýslamiye, adalet-i mahzaya müsait idi, fakat mürur-u zamanla Ýslamiyetleri zaif muhtelif akvam hayat-ý içtimaiye-i Ýslamiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanýn tatbikatý çok müþkil olduðundan, "ehvenüþþerri ihtiyar" denilen adalet-i nisbiye esasý üzerine içtihad ettiler. Münakaþa-i içtihadiye, siyasete girdiði için, muharebeyi intaç etmiþtir. Madem sýrf "Lillah" için ve Ýslamiyetin menafii için içtihad edilmiþ ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiþ; elbette hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i cennettir, ikisi de ehl-i sevaptýr diyebiliriz. Her ne kadar Hz. Ali´nin içtihadý musib ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azaba müstehak deðiller. Çünkü; içtihad eden hakký bulsa, iki sevap var. Bulamazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabý olarak bir sevap alýr. Hatasýndan mazurdur. Bizde gayet meþhur, sözü hüccet bir zat-ý muhakkik Kürtçe demiþ ki: زِ شرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَانُ وَقيلْ لَوْ رَاجَنَّتَيْنَ قَاتِلُ هَمْ قَتِيلْ Yani Sahabelerin muharebesinden kýyl ü kâl etme. Çünkü hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i cennettirler.Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahý þudur ki: مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ في ا‘رْضِ فَكَأنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً

"Ayetin mânayý iþarîsiyle: "Bir masumun hakký, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez. Cenab-ý Hakk´ýn nazar-ý merhametinde hak, haktýr; küçüðüne, büyüðüne bakýlmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rýzasý bulunmadan hayatý ve hakký feda edilmez. Hamiyyet namýna rýzasiyle olsa, o baþka meseledir."

Adalet-i izafiye ise; küllün selameti için, cüz´ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkýný nazara almaz. Ehvenüþþer diye bir nev´i adalet-i izafiyeyi yapmaða çalýþýr. Fakat, adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

Ýþte Ýmam-ý Ali (radýyallahu anh), adalet-i mahzayý Þeyheyn zamanýndaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilafet-i Ýslamiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarýzlarý ise, "kabil-i tatbik deðil, çok müþkilatý var" diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmiþler. Tarihin gösterdiði sair esbab ise, hakikat-i sebep deðiller, bahanelerdir.

Eðer desen: Hilafet-i Ýslamiye noktasýnda Ýmam-ý Ali´nin fevkalade iktidarý, harikulade zekasý ve yüksek likayatiyle beraber seleflerine nisbeten muvaffakiyetsizliði nedendir?

Elcevap: O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade daha çok mühim baþka vazifelere layýk idi. Eðer tam muvaffakiyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydý, "Þah-ý Velayet" ünvan-ý manidarýný bihakkýn kazanamayacaktý. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde mânevî bir saltanat kazandý ve Üstad-ý Kül hükmüne geçti. Hatta kýyamete kadar saltanat-ý mânevîsi baki kaldý.

Amma Hazret-i Ýmam-ý Ali´nin Vak´a-i Sýffin´de, Hazret-i Muaviye´ nin taraftarlarýyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatýn muharebesidir. Yani: Hazret-i Ýmam-ý Ali, ahkâm-ý dini ve hakaik-i Ýslamiyeyi ve ahireti esas tutup, saltanatýn birkýsým kanunlarýný ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarýný onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarlarý ise, hayat-ý içtimaiye-i Ýslamiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti býrakýp, ruhsatý iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatý tercih ettiler, hataya düþtüler.

Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin´in Emevilere karþý mücadeleleri ise, din ve milliyet muharebesi idi. Yani: Emevîler, Devlet-i Ýslamiyeyi, Arap milliyeti üzerine istinad ettirip; rabýta-i Ýslâmiyeti, rabýta-i milliyetten geri býraktýklarýndan, iki cihetle zarar verdiler.

Birisi: Milel-i saireyi rencide ederek tevhiþ ettiler.

Diðeri: Unsuriyet ve milliyet esaslarý, adaleti ve hakký takip etmediðinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünkü; unsuriyetperver bir hakim, milletdaþýný tercih eder, adalet edemez. اَِسْمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ َ فَرْقَ بَيْنَ عَبْدٍ حَبَشِىٍّ وَسَيِّدٍ قُرَيْشِىٍّ اِذَا اَسْلَمَا ferman-ý kat´isiyle, rabýta-i diniye yerine rabýta-i milliye ikame edilmez; edilse adalet edilmez; hakkaniyet gider.

Ýþte Hazret-i Hüseyin, rabýta-i diniyeyi esas tutup, muhik olarak onlara karþý mücadele etmiþ, ta makam-ý þehadeti ihraz etmiþ.

Eðer denilse: Bu kadar haklý ve hakikatlý olduðu halde, neden muvaffak olmadý? Hem neden kader-i Ýlahî ve rahmet-i Ýlahiyye onlarýn feci bir akibete uðramasýna müsaade etmiþ?

Elcevap: Hazret-i Hüseyin´in yakýn taraftarlarý deðil, fakat cemaatine iltihak eden sair milletlerde, yaralanmýþ gurur-u milliyeleri cihetiyle, Arap milletine karþý bir fikr-i intikam bulunmasý Hazret-i Hüseyin ve taraftarlarýnýn safi ve parlak mesleklerine halel verip, maðlubiyetlerine sebep olmuþ.

Amma kader nokta-i nazarýnda feci akibetin hikmeti ise, Hasan ve Hüseyin ve onlarýn hanedanlarý ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatý ile mânevî saltanatýn cem´i gayet müþkildir. Onun için onlarý dünyadan küstürdü, dünyanýn çirkin yüzünü gösterdi. Ta, kalben dünyaya karþý alâkalarý kalmasýn. Onlarýn elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ý maneviyeye tayin edildiler, adi valiler yerine, evliya aktablarýna merci oldular.[221]

Üçüncü sualiniz: O mübarek zatlarýn baþýna gelen o feci gaddarane muamelenin hikmeti nedir? diyorsunuz.

Elcevap: Sabýkan beyan ettiðimiz gibi, Hazret-i Hüseyin´in muarýzlarý olan Emevîler saltanatýnda, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardý:

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan: "Hükümetin selameti ve asayiþin devamý için, eþhas feda edilir."

Ýkincisi: Onlarýn saltanatý, unsuriyet ve milliyete istinad ettiði için, milliyetin gaddarane bir düsturu olan: "Milletin selameti için herþey feda edilir."

Üçüncüsü: Emevîlerin, Haþimîlere karþý an´anesindeki rekabet damarý, Yezid gibi bazýlarda bulunduðu için, þefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermiþti.

Dördüncü bir sebep de: Hazret-i Hüseyin´in taraftarlarýnda bulunuyordu ki, Emevîlerin, Arap milliyetini esas tutup, sair milletlerin efradýna "memalik" tabir ederek köle nazariyle bakmalarý ve gurur-u milliyelerini kýrmalarý yüzünden, "milel-i saire" Hazret-i Hüseyin´in cemaatine intikamkârane ve müþevveþ bir niyetle iltihak ettiklerinden, Emevîlerin asabiyyet-i milliyelerine fazla dokunmuþ, gayet gaddarane ve merhametsizcesine meþhur faciaya sebebiyet vermiþlerdir.

Mezkur dört esbab, zahirîdir. Kader noktasýndan bakýldýðý vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasýna o facia sebebiyle hasýl olan netaci-i uhreviye ve saltanat-ý ruhaniye ve terakkiyat-ý mâneviye, o kadar kýymetdardýr ki, o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düþer. Nasýl ki bir nefer, bir saat iþkence altýnda þehit edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene baþkasý çalýþsa ancak o mertebeyi bulur. Eðer o nefer þehid olduktan sonra ona sorulabilse, "az bir þey ile pek çok þeyler kazandým" diyecektir." [222]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu kitap iki cilt halinde tahkikli olarak tabedilmiþtir (Matba´atu´l-Medenî, 1389/1969), toplam dokuzyüz küsur sayfayý bulmaktadýr.

[2] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/353.

[3] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/353-354.

[4] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[5] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[6] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[7] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[8] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[9] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[10] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[11] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[12] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354-355.

[13] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/354.

[14] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/355.

[15] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/355.

[16] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/355-356.

[17] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/356-357.

[18] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/357-359.

[19] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/358-359.

[20] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/359-360.

[21] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/360-364.

[22] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/365-366.

[23] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/366.

[24] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/367.

[25] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/367-368.

[26] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/369-370.

[27] Hadîsin bu vechini, az ilerde Fitnede Sabýr meselesini açýklarken tam olarak kaydedeceðimiz için burada sadedinde olduðumuz hadisin açýklamasýnda atýf yapacaðýmýz bir iki ziyadeyi kaydediyoruz.

[28] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/370-372.

[29] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/372-373.

[30] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/373.

[31] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/373-374.

[32] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/374.

[33] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/374.

[34] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/374.

[35] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/375.

[36] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/375-377.

[37] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/377-378.

[38] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/378.

[39] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/378-379.

[40] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/379-380.

[41] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/380.

[42] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/381-383.

[43] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/383-386.

[44] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/386-390.

[45] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/390-391.

[46] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/391.

[47] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/391-392.

[48] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/392-393.

[49] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/394.

[50] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/394-395.

[51] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/395-396.

[52] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/396-397.

[53] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/397-398.

[54] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/398.

[55] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/398.

[56] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/398.

[57] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/399-400.

[58] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/401.

[59] Hadiste geçen üþribe "içirilen" tabiri pek manidardýr. Günümüzde þartlandýrýlan kelimesi bunu en iyi karþýlayacak tabir olmalýdýr.

[60] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/401-403.

[61] Ebu Ma´mer´in rivayetinde "müslümanlarýn..." denmiþtir.

[62] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/403-404.

[63] Muzafýn hazfý: Bâbu´l-Basra tabirinde Bâb kaldýrýlýnca Basra kalýr.

[64] Hülâgû burada Hz. Peygamber´in, rivayet edilen bir hadisine iþaret etmektedir. Bu hadis þöyledir: "Benim bir takým askerlerim vardýr, onlarý doðu tarafýna yerleþtirdim ve onlara Türk adýný verdim. Onlarý hiddet ve gazap arasýnda yarattým. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi yapmazsa, bunlarý onlarýn üzerine musallat ederim ve bunlar vasýtasýyle onlardan intikam alýrým..." bu tip hadislerin hem ilm-i rivayet-ül hadis, hem de dirayet-ul-hadis yönünden muallel ve mevzu bulunduklarý, muhaddislerce kabul edilmektedir. Fakat bu hadisler mevzu olsalar bile, bize devirlerindeki telâkkiyi anlatýrlar ve zamanlarýnýn, muhitlerinin bir bakýma aynasý hükmündedirler. Hülâgû mektubunda, Moðollarýn nasýl göründüðünü, müslümanlarca nasýl karþýlandýðýný pek mükemmel gösterdiði gibi, kendisinin sebeb-i vücudunu da bu görüþe istinat ettirmektedir. Cengiz´in Buhara´daki konuþmasý, Hülâgû´nun bu mektubu, Papalarýn ve hýristiyanlarýn görüþleri hep ayný noktada düðümlenmektedir: Moðollar insanlarýn günâhlarý dolayýsýyla Tanrý tarafýndan gönderilmiþ bir ceza makinesidir. Moðollar bunu bilhassa iþlemiþler ve kendilerini diðer milletleri yola getirmek için Tanrý tarafýndan gönderilmiþ, Ýkab-ý ilahîyi icraya memur, bir kavim olarak görmüþler ve göstermiþlerdir. Bu, onlara karþý mukavemeti kýrdýðý gibi, kendilerinin de gayrete getirmiþ; kuvvetlendirmiþtir.

[65] Kur´an´da buyrulduðu veçhile Musa (A.S.), Hýzýr´la yoldaþlýk ederken, Hýzýr binmiþ olduklarý gemiyi delmiþ, Musa (A.S.) buna itiraz etmiþ, Hýzýr "geminin önünde her gemiyi gasbeden bir padiþah var idi" demiþti. Bu söz buna iþaret edip, biz ilâhi kudret ve teyidle hareket edip, her þeyi yaparýz demek istemekte, hatta daha ileri gitmektedir.

[66] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/404-408.

[67] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/409.

[68] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/410.

[69] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/410.

[70] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/410-411.

[71] Burada Furkan suresindeki "Allah tevbe edenlerin günahýný hasenâta tebdil eder..." mealindeki ayete iþaret edilmiþtir (70. âyet).

[72] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/411-416.

[73] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/416.

[74] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/416.

[75] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/417.

[76] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/417-418.

[77] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/418.

[78] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/418-419.

[79] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/419.

[80] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/419.

[81] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/419-420.

[82] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/420.

[83] Birinci cilt, 325-328. sayfalar.

[84] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/421-422.

[85] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/422-423.

[86] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/423-424.

[87] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/424-425.

[88] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/425-426.

[89] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/426-427.

[90] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/427.

[91] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/428.

[92] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/428.

[93] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/429.

[94] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/429.

[95] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/430.

[96] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/430.

[97] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/431.

[98] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/431.

[99] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/432.

[100] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/432-433.

[101] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/434.

[102] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/434.

[103] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/435-436.

[104] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/436-437.

[105] "Kimimiz yerini düzlüyordu" ibaresi, zikrettiðimiz kaynaklarda mevcut deðil.

[106] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/439-440.

[107] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/440.

[108] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/441.

[109] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/441-442.

[110] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/442.

[111] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/442.

[112] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/443.

[113] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/443-445.

[114] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/445.

[115] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/445.

[116] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/445-446.

[117] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/446.

[118] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/446.

[119] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/447.

[120] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/447.

[121] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/447-448.

[122] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/448-450.

[123] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/450-451.

[124] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/451.

[125] Bu hadis 4767 numarada daha geniþ açýklandý.

[126] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/452.

[127] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/452-453.

[128] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/453-454.

[129] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/454.

[130] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/454.

[131] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/454-455.

[132] Kur´ân´da bu çeþit ifâdeler "namaz kýl, zekât ver" veya "namaz kýlýn zekat verin" veya "onlar ki namaz kýlarlar, zekat verirler" gibi çeþitli þekillerde gelir.

[133] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/455-456.

[134] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/456-457.

[135] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/457-459.

[136] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/459-460.

[137] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/460.

[138] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/461.

[139] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/461-462.

[140] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/462-463.

[141] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/463-464.

[142] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/464.

[143] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/464-465.

[144] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/465-466.

[145] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/466.

[146] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/466-467.

[147] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/468.

[148] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/468.

[149] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/469.

[150] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/470.

[151] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/471.

[152] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/471.

[153] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/472.

[154] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/472-474.

[155] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/475.

[156] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/475-477.

[157] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/478.

[158] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/478.

[159] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/479.

[160] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/479-480.

[161] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/480.

[162] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/480-481.

[163] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/482-483.

[164] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/483-484.

[165] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/484.

[166] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/485.

[167] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/485-486.

[168] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/486.

[169] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/486-487.

[170] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/488-489.

[171] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/490.

[172] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/490-492.

[173] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/492-493.

[174] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/493.

[175] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/494.

[176] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/495.

[177] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/495-496.

[178] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/496.

[179] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/496-498.

[180] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/498-499.

[181] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/499-500.

[182] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/501.

[183] Yezîd Ýbnu Mûaviye Hicrî 64 yýlýnda vefat etmiþtir. O sýralarda ortaya çýkan Ezârike fitnesi, hâricîlerin çýkardýðý bir huzursuzluktur. Bu isim, hâdisenin lideri Nâfi Ýbnu´l-Ezrak´tan gelir. Ýbnu Hacer´in yirmi yýldan fazla sürdüðünü belirttiði bu fitne Hicri 77´de büyük darbe yemiþtir.

[184] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/501-502.

[185] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/503-504.

[186] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/505-506.

[187] Akabe, lügat olarak dað yolu demektir. Hadiste geçen akabetu´l-Medine tabirini Medine dað geçidi þeklinde anlamak yanlýþtýr. Çünkü Hz. Abdullah Ýbnu´z-Zübeyr Medine´de deðil Mekke´de þehid edilmiþtir. Nevevî´de þerhinde, Akabetu´l-Medine´nin Mekke´de bulunan bir akabe (dað yolu) olduðunu belirtir. Mekke daðlýktýr. Þehre giriþ veren yollardan birinin bu ismi taþýdýðý anlaþýlmaktadýr. Haccac, Hz. Abdullah´ý bu yol üzerinde bir aðaca asmýþ olmalý.

[188] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/506-508.

[189] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/508.

[190] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/508-510.

[191] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/511.

[192] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/511.

[193] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/512.

[194] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/512.

[195] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/513.

[196] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/513-515.

[197] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/515.

[198] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/515-516.

[199] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/516-517.

[200] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/517-518.

[201] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/519.

[202] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/519.

[203] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/519-520.

[204] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/520.

[205] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/520.

[206] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/521-523.

[207] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/523.

[208] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/523-524.

[209] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/524-525.

[210] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/525.

[211] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/525.

[212] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/526.

[213] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/526-527.

[214] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/527-528.

[215] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/528-529.

[216] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/529.

[217] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/529.

[218] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/529.

[219] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/529-530.

[220] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/531.

[221] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/532-534.

[222] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 13/534-535.


Ynt: Fitneler By: mevlüde06 Date: 12 Aralýk 2015, 21:32:20
Bu fitnelerina rtýk hat safhaya ulaþtýðý bir dönemdeyiz.kýyamet,ölüm burnumuzun ucu kadar yakýn bize...ama ne kadar farkýndayýz.Allahým Sen bzleri doðru yola ilet ve o yolda sabit kýl.Allahým bizi ölüme hazýrlýklý eyle nolur...aminnn
Allah razý olsun Sümeyye abla.konunun bir kýsmýný okudum bazýlarýnýn da baþlýklarýna göz attým.emeðine saðlýk.

radyobeyan