> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Fitneler
Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10] 11 12   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Fitneler  (Okunma Sayısı 16901 defa)
04 Nisan 2010, 19:28:10
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #45 : 04 Nisan 2010, 19:28:10 »



AÇIKLAMA:



1- Eslâf uleması, burada yaşça genç, akılca kıt gençlerle Haricîlerin kastedildiğini anlamışlardır. Nitekim, Teysîr´in bu hadisi, Haricîlerle ilgili fitne başlığı altında kaydettiğine göre, aynı anlayışı görmek mümkün. Ancak Resûlullah´ın hadisleri, aynen Kur´ân gibi her devre baktığı için, kıyamete kadar gelecek zaman içinde her devir insanı, kendi zamanına tatbik etme hakkına sahiptir. Nitekim, bizde Fitnenin Evsafı ile ilgili bahiste, günümüzün fitnelerinde gizli ve münafık güçlerin cahil gençlerimizi, İslâmî sloganlarla aldatıp istismar edeceklerine dikkat çekmiştik.

2- خير قول البرية tabirinde bazı alimler "kalb mevcuttur, قول خير البرية şeklinde olmalıdır" demiştir. "Yaratılmışın en hayırlısının sözü" demek olur. Bununla Kur´ân ve hadisin kastedildiği belirtilmiştir.

3- Kur´ân okumalarına rağmen imanlarının gırtlaklarından öteye geçmemesi Kur´ân´ı anlamadıklarına, ahkâmını hayatlarında tatbik etmediklerine, halkı aldatmak için, slogan olarak onları zikrettiklerine delalet eder. Bunlar, bir avı delip, ondan hiçbir bulaşık almadan öbür tarafa geçen ok gibi, İslâm´dan hiçbir pay kapmamış olarak dinden çıkarlar. İbnu´l-Esîr, en-Nihâye´de bu insanların dine giriş ve çıkışlarını "ok"un bir ava giriş çıkışına benzetmesini, oka avdan hiçbir şeyin takılmaması sebebine bağlar.

4- Hadisin Ebu Dâvud´daki bir veçhinde "Onlar Müslümanları (büyük günah işleyince kâfir olurlar diyerek) öldürürler. Fakat put ehlini bırakırlar. Eğer ben onlara yetişecek olsam, vallahi Ad kavminin ölümleriyle öldürürüm" buyurulmuştur. Ad kavminin ölümü tabiriyle, "Köklerinin kesilmesi"nin kastedildiği belirtilmiştir. Çünkü o kavim helak olmuş, arkası kesilmiştir.

Eski âlimler bu hadisi Haricîlere tatbik edip büyük günah işleyenleri kâfir addederek diye kayıtlamıştır. Ancak günümüzde benzeri davranışlara düşen kitlelerin davranışlarını aynı tabirlerle kayıtlamak gerekmez. Üstelik İslam âlemi şimdilerde ne kadar geniş. Müslümanlara musallat olacak bu heriflerin ileri sürecekleri bahaneler her köşede bir başka şey olabilir. Ama onların sonunu da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haber vermektedir: "Âd kavminin ölümüyle ölmek." "Âd kavmi öldürülmedi, (atom bombasından hasıl olan fırtınayı hatırlatan) bir rüzgâr ile toptan helak edildi" der, şârihimiz... [174]



ـ4816 ـ4ـ وعن أبى سعيدٍ وَأنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # سَيَكُونُ في أُمَّتِى اخْتَِفٌ وَفُرْقَةٌ: قَوْمٌ يُحْسِنُونَ الْقِيلَ وَيُسِيئُونَ الْفِعْلَ، يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ َ يُجَاوِزُ تَرَاقِيَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ. ثُمَّ َ يَرْجِعُونَ حَتّى يَرْتَدَّ عَلى فُوقِهِ. هُمْ شَرُّ الْخَلْقِ، طُوبَى لِمَنْ قَتَلَهُمْ وَقَتَلُوهُ، يَدْعُونَ الى كِتَابِ اللّهِ وَلَيْسُوا مِنْهُ في شَىْءٍ. مِنْ قَاتَلَهُمْ كَانَ أوْلى بِاللّهِ مِنْهُمْ. قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّهِ #! مَا سِيمَاهُمْ قَالَ: التَّحْلِيقُ[. أخرجه أبو داود، وللشيخين عن أبى سعيد نحوه .



4. (4816)- Ebu Said ve Enes radıyallahu anhümâ anlatıyorlar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ümmetimde ihtilâf ve ayrılıklar meydana gelecek. (Onlardan) bir grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur´ân´ı okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek. Bunlar, dinden tıpkı okun avı delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar, ok, kirişine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatın en şeriridir. Onları öldürene ve onlar tarafından öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah´a çağırırlar, fakat Kitap´tan zerre kadar nasipleri yoktur."

Yanında bulunan Ashab:

"Ey Allah´ın Resûlü onların alâmeti nedir?" diye sordular da:

"Tıraş olmak!" buyurdular." [Ebu Dâvud, Sünnet 31, (4765).]

Benzer bir rivayeti Ebu Saîdi´l-Hudrî´den Sahiheyn kaydetmiştir. [Buhâri, Fezailu´l-Kur´ân 36, Menâkıb 25, Edep 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekât 143-148, (1064); Muvatta, Kur´ân10, (1, 204, 205); Nesâî, Zekât 79, (5, 87). Tahrîm 26, (7, 119).][175]



ـ4817 ـ5ـ وفي روايةٍ عن أنسٍ قال: ]سِيمَاهُمْ التَّحْلِيقُ وَالتَّسْبِيدُ. فإذَا رَأيْتُمُوهُمْ فَأنِيمُوهُمْ[.»الفُوقةُ وَالفُوقَُ« موضع وقوع الوتر من السهم.



5. (4817)- Hz. Enes´ten gelen bir rivayette (Resûlullah şöyle) buyurmuştur: "Onların alâmeti tıraş ve saçın yolunmasıdır. Onları gördüğünüz zaman öldürün."[176]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, önceki hadiste geçen dalalet fırkasıyla ilgili mütemmim bilgi sunmaktadır. Dinden çıkan bu yaşça genç, aklı kıt, lafı güzel, ameli kötü gürûhun bir daha kazanılamayacağı ifade edilmektedir. Onların geri gelmesi, okun kirişine geri gelmesine bağlanmıştır. Yani olması muhal olan şeye dilimizde böylesi makamda "balık kavağa çıkınca" deyimini kullanırız. Maksad muhal olan şeyi ifade etmektir. Keza bunların okuduğu Kur´ân´dan zerre miktar bir tesir, bir iz kalmayacağı, kalplerine hiçbir şey inmeyeceği hakikatı da, okuduklarının köprücük kemiklerinden aşağı gitmeyeceği tabiriyle ifade edilmiştir. Başka rivayetlerde köprücük kemiği yerine boğaz, hançere, gırtlak gibi başka tabirler kullanılmıştır. Şarihlerimiz bu tabiri "Kıraatleri Allah´a yükselmez. Allah kabul buyurmaz" şeklinde de anlamıştır.

2- Hadis, böylesi insanlarla cihad gereğine dikkat çekmektedir. Çünkü, dinî sloganlarla, Kur´ân tilavetiyle meydana çıktıkları için mü´ minler arasında tereddüt çıkabilecektir. Aleyhissalâtu vesselâm bu tereddütü yenmek ve izale etmek maksadıyla onları öldüren gazi, onlar tarafından öldürülen şehit olur mânasında olmak üzere "Onları öldürene ve onlar tarafından öldürülene ne mutlu!" buyurmuştur.

3- Onların alâmeti başı tıraş etmek olarak belirtilmiştir. Nevevî der ki: "Alimlerden bazıları bu hadisten hareketle başı tıraş etmenin mekruh olduğuna hükmettiler. Ancak, hadiste buna delalet yoktur, tıraş onların alâmetidir. Alâmet, bazan da mübah olur. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm: "Onların alâmeti bir pazusu kadın memesi gibi olan siyah bir adamdır" buyurmuştur. Malum olduğu üzere, bu haram değildir. Ayrıca Ebu Dâvud´un Sünen´inde Buhârî ve Müslim´in şartına uygun sahih bir rivayette "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) başının birkısmı tıraş edilmiş bir çocuk görmüştü: "Ya tamamını tıraş edin ya tamamını kesmeyin" buyurdu" denmiştir. Bu rivayet başın tıraş edilmesinin mübahlığı hususunda sarihtir, te´vile ihtimali yoktur. Ulemâ der ki: "Her durumda başın tıraş edilmesi caizdir. Kişiye yağlanması ve bakımı meşakkat getirecekse tıraş etmesi müstehab olur. Eğer meşakkat getirmiyorsa kesilmesi müstehab olur."

İkinci hadiste, tıraş olarak tercüme ettiğimiz tahlik kelimesini te´kîden tesbîd, (bazı nüshalarda tesmîd şeklindedir) kelimesi gelmiştir. Lügatte aynen deriden saçın tıraş edilmesi mânasına gelirse de Ebu Dâvud, saçın kökten yolunması diye açıklar.[177]



ـ4818 ـ6ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ رَسُولَ اللّهِ # مُنْصَرَفَهُ مِنْ حُنَيْنٍ، وَفي ثَوْبِ بَِلٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فِضَّةٌ، وَرَسُولُ اللّهِ # يَقْبِضُ مِنْهَا وَيُعْطِى النَّاسَ. فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ، اعْدِلْ فَقَال: وَيْلَكَ فَمَنْ يَعْدِلُ إذَا لَمْ أعْدِلْ؟ لَقَدْ خِبْتُ وَخَسِرْتُ إنْ لَمْ أعْدِلْ. فَقَالَ عُمَرُ: دَعْنِى يَا رَسُولَ اللّهِ أضْرِبْ عُنُقَ هذَا الْمُنَافِقِ. فَقَالَ #: مَعَاذَ اللّهِ أنْ يَتَحَدَّثَ النَّاسُ أنَّ مُحَمَّداً يَقْتُلُ أصْحَابُهُ، وَإنَّ هذَا وَأصْحَابَهُ يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ َ يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ[. أخرجه الشيخان، واللفظ لمسلم .



6. (4818)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Huneyn dönüşünde bir adam yanına geldi. Bu sırada Hz. Bilâl´in eteğinde gümüş (para) vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bundan avuç avuç alıp insanlara dağıtıyordu. Gelen adam:

"Ey Muhammed! Adil ol!" dedi. Aleyhissalâtu vesselam (öfkeli olarak):

"Yazık sana! Ben de adil olmazsam kim adil olabilir? Eğer adil olmazsam zarara ve hüsrana düşerim!" buyurdular. Hz. Ömer atılıp:

"Ey Allah´ın Resûlü! Bana müsaade buyurun şu münafığın kellesini uçurayım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Halkın "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor" diye dedikodu yapmasından Allah´a sığınırım. Bu ve arkadaşları Kur´ân okurlar (ama okudukları) hançerelerinden aşağı geçmez. Dinden, okun avı delip geçtiği gibi çıkıp giderler!" buyurdular." [Buhârî, Humus 16; Müslim, Zekât 142, (1063). Metin Müslim´inkidir.][178]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Fitneler
« Posted on: 01 Mayıs 2024, 14:11:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Fitneler rüya tabiri,Fitneler mekke canlı, Fitneler kabe canlı yayın, Fitneler Üç boyutlu kuran oku Fitneler kuran ı kerim, Fitneler peygamber kıssaları,Fitneler ilitam ders soruları, Fitnelerönlisans arapça,
Logged
04 Nisan 2010, 19:30:26
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #46 : 04 Nisan 2010, 19:30:26 »

AÇIKLAMA:



1- Hadis birçok vecihten rivayet edilmiştir. Müslim´in Zekât bölümündeki 140-160 arasındaki hadisler bu vak´a ile alakalı. Bazı rivayetlerdeki ziyadelerden anlaşıldığına göre, hâdise, Huneyn Savaşı´ndan elde edilen ganimetin Ci´râne´de dağıtımı sırasında cereyan etmiştir ve bu itirazcının adı Zülhüveysıra´dır. Bir rivayette adam tasvir de edilir: "Gür sakallı, elmacıkları çıkık, gözleri çukur, alnı yüksek, başı traşlı." Bir rivayete göre, "Sağında ve solunda olanlara verdi. (Henüz) arkadakilere vermemişti. Arkadakilerden bir adam kalkarak: "Ey Muhammed, taksimde adil olmadın" der. Resulullah bu söze çok öfkelenir. Ancak: "Vallahi, benden sonra, benden daha adil olacak birini bulamazsınız" demekle yetinir. Sonra şu açıklamayı yapar: "Ahirzamanda bir kavim çıkacak. Sanki bu, onlardan biridir. Onlar, Kur´an okurlar fakat okudukları köprücük kemiklerini geçmez. İslam´dan okun avdan geçtiği gibi geçip giderler. Alametleri tıraştır. Bunların arkası kesilmez; sonuncuları Mesih Deccal´le birlikte çıkar. Onlara rastladığınız zaman bilin ki, onlar halkın ve hayvanların en şerirleridir."

2- Havazinliler, askerlerinin daha fedakârane savaşmaları düşüncesiyle mallarını ve hatta çocuk ve kadınlarını da cephe gerisine getirdiklerinden savaşta mağlup olunca Müslümanlara çok miktarda ganimet intikal etmişti; 6.000 kadın ve çocuk, 4.000 okiyye gümüş, 24.000 deve, 40.000´den fazla koyun. Vakidî, o gün her bir gaziye dört deve ile kırk koyun ganimet isabet ettiğini belirtir. Ayrıca müellefe-i kulub denen kalpleri kazanılacak, şair, hatip, kabile reisi gibi nüfuzlu kimselere, durumuna göre 50´şer, 100´er deve verilmiştir.

3- Bazı rivayetlerde, Resulullah´tan bu adamı öldürme müsaadesi isteyen Halid İbnu Velid´dir. Dahası, hâdisenin Ci´rane´de değil Medine´de cereyan ettiğini ifade eden rivayet de var. İbnu Hacer el-Askalânî, bu rivayetlerin arasında zıtlık olmadığını, hâdisenin birkaç sefer cereyan etmiş olabileceğini söyleyerek zahirî zıtlığı te´lif eder.

4- Bu hadisler, Haricîlerle ilgili olması haysiyetiyle, bunların şerhi zımnında, Haricîlerin tekfir edilip edilmeyeceği hususuna da yer verilir. Hemen belirtelim ki, onların tekfiri hususunda ihtilaf edilmiştir. Şâfiîlerden cumhur-u ulemâya göre Haricîler tekfir edilemez. Bakillânî, onların sarih küfre düşmediğine, fakat küfre müeddi olan söz söylediklerine dikkat çekmiş ise de bu, tam bir tekfir sayılmamıştır. Kadı İyaz, "tekfir hususunda, ulemanın, muteber tek delili olduğunu, bunun da, onların kendi dışındaki Müslümanları tekfir etmeleri bulunduğunu, zîra bir hadiste mü´mini tekfir eden kimsenin sözünün havada kalmayıp, haksız yere tekfirde bulunan kimseye geri döneceğini bildirdiğini" söyler. Aslında bu hüküm, diğer fırâk-ı dâlle için de geçerlidir.

Ehl-i Sünnet uleması, tekfir hâdisesi, dinde çok nazik bir bahis olması sebebiyle, tekfir etme hususunda fazlaca dikkatli ve ihtiyatlı davranmışlardır. Dolayısıyla onların kestiklerinin yeneceğine, kadınlarıyla evlenilebileceğine, cenazelerine iştirak edileceğine, şehadetlerinin makbul olacağına hükmetmişler ve bu hususta icma etmişlerdir. Hz. Ali´ye : "Onlar kâfir midirler?" diye sorulmuş: "Küfürden kaçtılar!" demiştir.

"Münafık mıdırlar?" denilmiş, "Münafıklar Allah´ı pek az zikrederler. Halbuki onlar akşam sabah zikrediyorlar!" demiştir. "Onlar kimdir?" denilmiş, "Fitneye maruz kalıp, bu yüzden hakka karşı körleşen, sağırlaşan kimselerdir!" demiştir.[179]



* HAKEMEYN HÂDİSESİ VE YEZİD İBNU MUAVİYE´YE BİAT VAKASI



ـ4819 ـ1ـ عن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]دَخَلْتُ على حَفْصَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَقُلْتُ: قَدْ كَانَ مِنَ النَّاسِ مَا تَرَيْنَ، وَلَمْ يُجْعَلْ لِى مِنَ ا‘مْرِ شَىْءٌ. فَقَالَتْ: اَلْحَقِ النَّاسَ فَهُمْ ينْتَظِرُونَكَ، وَأخْشى أنْ يَكُونَ في احْتِبَاسِكَ عَنْهُمْ فُرْقَةٌ، فَلَمْ تَدَعْهُ حَتّى ذَهَبَ. فَلَمَّا تَفَرَّقَ النَّاسُ خَطَبَ مُعَاوِيَةُ وَقَالَ: مَنْ كَانَ يُرِيدُ أنْ يَتَكَلَّمَ في هذَا ا‘مْرِ فَلْيُطْلِعْ لَنَا قَرْنَهُ، فَلَنَحْنُ أحَقُّ بِهِ مِنْهُ وَمِنْ أبِيهِ. قَالَ حَبِيبُ بْنُ مَسْلَمَةَ: فَقُلْتُ لِعَبْدِاللّهِ، فَهََّ أجَبْتَهُ؟ فقَالَ: لقَدْ هَمَمْتُ أنْ أقُولَ أحَقُّ بِهذا ا‘مْرِ مِنْكَ مَنْ قَاتلَكَ وَأبَاكَ عَلى ا“سَْمِ، فَخَشَيْتَ أنْ أقُولَ كَلِمَةً تُفَرَّقَ بَيْنَ الْجَمِيعِ وَتُسْفِكُ الدَّمَ وَيُحْمَلُ عَنِّى غَيْرُ ذلِكَ، فَذَكَرْتُ مَا أعَدَّ اللّهُ في الْجِنَانِ. قُلْتُ: حُفِظْتَ وَعُصِمْتَ[. أخرجه البخاري .



1. (4819)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)´nın yanına girdim ve:

"(Ali ile Muaviye (radıyallahu anhümâ)´nin Sıffîn´deki hâdiseleri sebebiyle) halka gelenleri görüyorsun. (Şimdi Harameyn ve başka yerde hayatta kalan sahabeleri toplayıp fikirlerini almak istiyorlar.) Bu hilafet ve emîrlik meselesinde bana hiçbir hak tanımadılar (bu sebeple gitmek istemiyorum, ne dersin?)" dedim.

"Katıl. Çünkü onlar seni bekliyorlar. Onlardan geri durmanı, onların bir muhalefet saymalarından korkarım!" dedi ve Abdullah, oraya gidinceye kadar Hafsa onu bırakmadı. (Hakemlerin hüküm vermesinden sonra) Hz. Muaviye bir hutbe irad etti ve (Abdullah´la babası Ömer´i kastederek) dedi ki:

"Kim bu hilafet meselesi hakkında bizimle konuşmak isterse kendini bize göstersin (meydana çıksın). Şurası muhakkak ki biz, halifeliğe ondan da babasından da ehakkız."

Habib İbnu Mesleme der ki: "Abdullah´a: "Ona cevap vermedin mi?" dedim. Abdullah cevaben:

"Bu işe senden daha ehak olan, İslam adına sana ve babana karşı (Uhud´da, Hendek´te) mücadele vermiş olan Ali (radıyallahu anh)´dir!" demek istedim. Fakat, herkesin arasına tefrika sokup, kan akıtacak ve istemediğim bir mânaya çekilecek bir kelime sarfetmekten korktum. Allah´ın (sabredene) cennette hazırladığı mükafaatları da hatırlayarak (Muaviye´ye) karşılık vermedim" demiştir. Habib İbnu Mesleme: "Bu tavrı takdir ederek: "Sen bir fitneden (inayet-i İlahî ile) korunmuş ve (ciddî) bir felaketten muhafaza edilmişsin!" dedim" der. [Buharî, Megazî, 29.][180]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Nisan 2010, 19:31:32
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #47 : 04 Nisan 2010, 19:31:32 »

AÇIKLAMA:



1- İbnu Hacer´den alarak koyduğumuz parantez arası açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Hz. Abdullah İbnu Ömer, Sıffîn Savaşı´nda, ihtilafın çözümü Hakemeyn´e yani biri Hz. Ali, diğeri de Hz. Muaviye (radıyallahu anhümâ) tarafından seçilecek iki hakemin tesbit edeceği ortak görüşe havale edildikten sonra, hayatta kalan sahabelerin fikirlerini almak üzere yapılan bir davete icabet edip-etmeme hususunda Resulullah´ın zevcelerinden ve aynı zamanda kızkardeşi bulunan Hafsa ile istişare etmiştir. Kendisi kırgın bir hava taşımakta, bu sebeple de davete icabet etmemek istemektedir. Ancak Hz. Hafsa, katılmasını tavsiye etmektedir.

Abdullah katılır. Hz. Muâviye´nin kulağına Abdullah´tan bir şeyler ulaşmış olmalı ki, ilk hutbesinde ta´rizkâr ve hatta tehditkar bir üslupla Hz. Abdullah´a laf atar. Abdullah, Hz. Ali lehine konuşup, bidayetten beri İslam için çalıştığını, Hz. Muâviye ve babası Ebu Süfyan´a karşı Uhud´da, Hendek´te İslam´ı korumak için savaş verdiğini, bu sebeplerle onun hilafete kendisinden ehak olduğunu söylemeyi düşünür. Fakat, fitne çıkmasın diye sükut eder. Said İbnu Mansur´un kaydettiği munkatı bir rivayette Hz. Abdullah, Muâviye´ye şöyle söylemek istemiştir: "Hilafete, İslam adına sana ve babana karşı savaşmış olanlar ehaktır." Ancak kan dökülmesi ve sözünün yanlış anlaşılması korkusuyla susmayı tercih eder, (radıyallahu anh).

2- Hadiste, Hz. Abdullah´a bu davranışı sebebiyle takdirlerini ifade eden Habib İbnu Mesleme, küçük sahabelerdendir. Şam´a yerleşmiştir. Babasının Resulullah´la sohbeti mevcuttur. Aslında Hz. Muaviye taraftarlarındandır. Muaviye (radıyallahu anh) onu, kuşatma altındaki Hz. Osman´a yardım etmesi için bir askerî birliğin başında Şam´dan Medine´ye göndermiş, ancak o gelmeden Hz. Osman şehid edilmiş olduğu için geriye, Hz. Muâviye´nin yanına dönmüştür. Şam´da Hz. Muâviye ile beraberdir. Hz. Muâviye onu Rumlara karşı yapılan gazvelerin başına komutan tayin etmiştir. Sıkça Rumlarla karşılaştığı için Habibu´r-Rum lakabıyla şöhret bulmuştur. Hz. Muâviye´nin hilafeti sırasında vefat etmiştir.

Habib İbnu Mesleme´nin Hz. Abdullah´a "Allah seni fitne ve felaketten himaye etmiş" sözü, o sırada Hz. Muâviye aleyhine sarfedeceği bir sözün mutlaka bir kavgaya sebep olacağını ifade eder. Çünkü hâdiselerin içinde, hatta yetkili bir şahsiyettir, havayı gayet iyi bilmektedir.

3- İbnu Hacer´in açıkladığına göre, Hz. Muâviye, hilafet meselesinde şu görüşte idi: "Kuvvet, re´y ve marifette üstün olanın, İslam´da öncelik, diyanet ve ibadet yönleriyle üstün olana takdim edilmesi gerekir." İşte bu görüş gereğince kendisinin hilafete ehak olduğunu ileri sürmüştür. İbnu Ömer ise aksi görüşte idi ve fitne korkusu olmadıkça mefdula biat edilmeyeceği kanaatini taşıyordu. İşte bu sebeple sonradan Hz. Muâviye´ye ve daha sonra da oğlu Yezid´e biat etti, çocuklarına da biatlarını bozmayı yasakladı. Aynı düşünce ile, Yezid´den sonra da Abdülmelik İbnu Mervan´a biat etmiştir.[181]



ـ4820 ـ2ـ وعن ابْنِ الْمُسَيَّبِ قَالَ: ]لَمَّا وَقَعَتْ اَلْفِتْنَةُ ا‘ولى، يَعْنِى مَقْتَلَ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه لَمْ تُبْقِ مِنْ أصْحَابِ بَدْرٍ أحَداً؛ ثُمَّ وَقَعَتِ الْفِتْنَةُ الثَّانِيةُ يَعْنِى الْحَرَّةَ، فَلَمْ تُبْقِ مِنْ أصْحَابِ الْحُدَيْبِيَةِ أحَداً؛ ثُم وقَعَتِ الثَّالِثَةُ فلَمْ تَرْتَفِعْ وَلِلنَّاسِ طَبَاخٌ[. أخرجه البخاري .

يقال فن » طَبَاخَ لهُ« أى عقل له و خير عنده، والمراد أنها لم تبق في الناس من الصحابة أحداً .



2. (4820)- İbnu´l-Müseyyeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "İlk fitne yani Hz. Osman (radıyallahu anh)´ın şehid edilmesi vukua geldiği zaman Ashab-ı Bedr´den kimseyi hayatta bırakmadı. Sonra ikinci fitne yani Harra hâdisesi vukua geldi. Bu da Hudeybiye ashabından kimseyi hayatta bırakmadı. Sonra üçüncüsü vukua geldi. O da insanlar arasında akıl ve kuvvet (sahabe) barakmadı." [Buhârî, Megazî 11.][182]



AÇIKLAMA:



1- Hadiste üç fitneye temas edilmektedir. Bunlardan ilki Hz. Osman´ın şehid edilmesi hâdisesidir. Bu vak´a hicrî 35 senesinde vukua gelmiştir.

İkinci fitne Harre vakasıdır. Bu vaka Hicri 63 yılında vukua gelmiştir.

Üçüncü fitnenin hangi hâdise olduğu tasrih edilmemektedir. Kastalânî Irak´ta vukua gelen Ezârika fitnesi, Haccac tarafından İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)´in şehid edilmesi ve Kâbe´nin yıkılmasıyla sonuçlanan hicri 74 yılındaki fitne; Mervan İbnu Muhammed´in hilafeti sırasında 130 yılında Medine´de cereyan eden Ebu Hamza el-Haricî fitnesinin kastedilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğünü kaydeder.

İbnu Hacer, üçüncü fitnenin Ezârika fitnesi olduğunu söyleyen Davudî´ye itiraz eder ve katılmayış sebebini iki sebebe bağlar:

1) Hadisin ravisi Yahya İbnu Said burada Medine´de vukua gelen fitneleri kastedmiştir, diğerlerini değil.

2) Ezârika fitnesi ise Yezid İbnu Muâviye´nin vefatını müteakip vukua gelmiş; yirmi seneden fazla devam etmiştir.[183]

İbnu Hacer üçüncü fitnenin hangisi olduğunu belirleme maksadıyla İmam Malik´in Yahya İbnu Said´den kaydettiği şu açıklamaya yer verir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mescidinde iki gün namaz terkedilmiştir:

1) Hz. Osman´ın şehid edildiği gün,

2) Harra günü."

İmam Malik: "Üçüncüyü unuttum" demiştir. İbnu Hacer devam eder: "İbnu Abdü´l-Hakim: "Haricî Ebu Hamza´nın huruc ettiği gündür" der. Bu ise Mervan İbnu Muhammed İbnu Mervan İbni´l-Hakem´in hilafeti zamanında 130 yılında cereyan etmiştir. Bu hâdise Yahya İbnu Said´in vefatından bir müddet önce vukua gelmiştir. Ben, Dârakutni´nin Garaibu Malik nam eserinde, kendisine Yahya İbnu Said´den sahih bir senetle ulaşan buna benzer bir rivayete rastladım. Sonunda şöyle diyordu: "Üçüncüsü vaki olursa insanlarda akıl ve güç bırakmaz." İbnu Ebî Hayseme´nin tahricinde "Şayet üçüncü vaki olsaydı" şeklinde gelmiştir. Bu ifade, sadedinde olduğumuz hadiste üçüncü fitne hakkındaki cezme muhaliftir (yani hâdisenin henüz vukua gelmediğini beyandır). Aralarını bulmak ve te´lif etmek mümkündür. Şöyle ki: "Yahya İbnu Said bu sonuncu ifadeyi önce söylemiştir, sonra da mezkur üçüncü fitne, o daha sağ iken vaki olmuştur. Hâdiseden sonra Yahya İbnu Said, Leys İbnu Sa´d´ın kendisinden naklettiği ifadeyi söylemiştir."

2- Hadiste geçen Tabah kelimesi kuvvet, akıl, hayır gibi mânalara gelir. İbnu´l-Esir, Camiu´l-Usul´de bundan maksadın Sahabe olduğunu belirtir. Rivayetten, mezkur üç fitneden birincide Bedir Ashabı, ikincide Hudeybiye Ashabı, üçüncü de Ashabın geri kalanı öldürülecek gibi bir mâna anlaşılmaktadır. Fakat mâna öyle değil. O sıralarda onların kalmamış olacağı ifade edilmiştir. Yani, "Bedir Ashabı´nın tükenme sıralarında Hz. Osman katledildi, birinci fitne husule geldi; Hudeybiye Ashabı´nın tükenmesi zamanında Harra hadisesi vukua geldi, Ashab´ın tükendiği sıralarda da üçüncü fitne vukua geldi" denmektedir.

3- Burada bir noktaya dikkat çekmek isteriz: Sadedinde olduğumuz rivayet Said İbnu´l-Müseyyeb´ten bir nakil gözükmektedir. Yapılan açıklamalara göre bu eser Yahya İbnu Said´e aittir. Nitekim Said İbnu´l-Müseyyeb hicrî 94 yılında vefat etmiştir. Halbuki üçüncü fitne olarak yorumu yapılan hâdise hicrî 130 yılında cereyan etmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, hadisin baş kısmı Said İbnu´l-Müseyyeb´e aittir. Ravi Yahya İbnu Said, Said İbnu´l-Müseyyeb´in sözlerini naklettikten sonra kendisi şu ilavede bulunmuştur: "...Sonra üçüncü bir fitne daha vukua geldi, o da insanlarda akıl ve kuvvet bırakmadı." Ne var ki bu derc´e raviler dikkat çekmemişlerdir. Yahut bu söz, Buharî, rivayetinin zahirine göre müdrec değildir. Gerçekten Said İbnu´l-Müseyyeb´e aittir. Bu durumda üçüncü fitne hususunda yapılan ve İbnu Hacer tarafından da benimsenmiş olan yorum yanlıştır. Üçüncü fitneyi Said İbnu´l-Müseyyeb´in ölümünden önce cereyan eden bir fitne ile izah etmek gerekecek ki bu da Davudî´nin yaptığı izahtır: Ezarika fitnesi. [184]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Nisan 2010, 19:32:23
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #48 : 04 Nisan 2010, 19:32:23 »

* HAKEMEYN HÂDİSESİ VE HARİÎİLER



Bu iki hadise birbirine bağlı olduğu için ikisini birlikte kısaca Suyutî´nin anlatımından kaydedeceğiz: "Hz. Ali´ye Osman´ın şehit edilmesinin ertesi günü, Medine´de bulunan sahabeler (radıyallahu anhüm) biat ettiler. Aşere-i Mübeşşere´den Talha ve Zübeyr (radıyallahu anhümâ)´in istemeyerek biat ettikleri söylenmiştir. Bu sebeple o ikisi Mekke´de bulunan Hz. Aişe´nin yanına giderler. Üçü beraber, Hz. Osman´ın kanını talep etmek üzere Basra´ya giderler. Haber Hz. Ali´ye ulaşınca o da Irak´a hareket eder. Basra´da Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm) ve beraberindekiler ile karşılaşırlar. Cemel Vakası vukua gelir. Hicrî 36 yılında cereyan eden bu hâdisede Talha ve Zübeyr´in de aralarında yer aldığı 13.000 kişi hayatını kaybeder. Bunlardan 2.000 kadarı Hz. Ali saflarından, geri kalan da Hz. Aişe saflarındandır.

Hz. Ali, 15 gün kadar Basra´da kaldıktan sonra Kûfe´ye geçer. Bu esnada Şam´dan da Hz. Muaviye, beraberindekilerle birlikte Hz. Ali´nin üzerine yürür. Sıffîn´de karşılaşırlar. Tarih hicrî 37 Safer ayı. Aralarında başlayan savaş birkaç gün neticesiz devam eder. Şamlılar Mushafları kaldırarak onun hakemliğine başvurmayı teklif ederler. Bunun, Amr İbnu´l-As tarafından teklif edilen bir harp hilesi olduğu söylenmiştir. Hz. Ali´nin askerleri Kur´an´a karşı savaşmak istemezler. Sulh talep ederler. İki hakem tayin edilir. Daha önce belirttiğimiz üzere, Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş´arî´yi, Hz. Muaviye de Amr İbnu´l-As (radıyallahu anhüm ecmain)´ı hakem tayin eder.

Aralarında yazılı bir vesika tanzim ederek yılbaşına Ezruh´ta bir araya gelip ümmetin meselesini halletme hususunda görüş birliğine varırlar.

Herkes dağılır. Hz. Muaviye Şam´a, Hz. Ali de Kûfe´ye dönerler. Bu sırada Hz. Ali´nin saflarından, Haricîler denecek olan bir zümre ayrılır. Bunlar hakem hâdisesine karşı çıkarlar. "Hüküm Allah´a aittir" derler. Harura´yı kendilerine karargâh yaparlar. Hz. Ali bunlara İbnu Abbas´ı nasihatçi olarak gönderir. Onlarla bazı münakaşalar yapar, açıklamalarda bulunur. Bir kısmı nasihat dinler; gidilen yolun yanlış, şeriate aykırı olduğunu kabul edip rücu eder. Bir kısmı da batılda ısrar eder. Bu ısrarcılar Nehravan´a giderler, orada başkaldırırlar. Hz. Ali oraya gidip, onlarla savaşır ve -önceki rivayette (4813. hadis) açıklandığı üzere- Zü´s-Südye başta olmak üzere pek çokları öldürülürler; yıl hicrî 38.

Aynı senenin Şa´ban ayında Ezruh´ta hakemlerin hükmünü dinlemek üzere toplanırlar. Sa´d İbnu Ebî Vakkâs, İbnu Ömer ve diğer pekçok sahabe -4819 numaralı hadiste de açıklandığı üzere- oraya gelirler.

Amr İbnu´l-As, kurnazlık yaparak ilk önce Ebu Musa el-Eş´arî´yi konuşturur. Aralarındaki antlaşma gereği o, Hz. Ali´yi azleder. Arkadan Amr konuşur, hilafette Hz. Muâviye´yi sabit tutar ve ona biat eder.

Halk bu kargaşa ile ayrılır. Hz. Ali askerlerinin ihtilafına muhatap olur.

İşte bu kargaşa sırasında Haricîlerden üç kişi, ortaya atılıp: Abdurrahman İbnu Mülcem el-Murâdî, Bürek İbnu Abdillah et-Temîmi ve Amr İbnu Bekr et-Temîmi. Bunlar Mekke´de biraraya gelip, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr İbnu´l-Âs radıyallahu anhüm´ü öldürmek ve ümmeti bunların fitnesinden huzura kavuşturmak hususunda antlaşma yaparlar.

İbnu Mülcem: "Ben Ali´yi halledeyim" der. el-Bürek: "Ben Muâviye´yi halledeyim" der. Amr İbnu Bekr de: ÔBen de Amr İbnu´l-Âs´ı halledeyim" der.

Ehl-i Sünnet ulemâsı hürmet ve sevgi ile mükellef olduğumuz Ashab-ı Kiram hazeratının aralarında cereyan eden elim vukuatı naklederken, hürmet ve muhabbeti zedeleyerek teferruata inmekten içtinab etmişler kısaca hülasa etmişlerdir."

Bu bahsin sonunda Ashab arasında cereyan eden hâdiselerin mahiyeti hakkında Bediüzzaman´ın bir yorumunu kaydedeceğiz.[185]



* İBNU´Z-ZÜBEYR DEVRİ



ـ4821 ـ1ـ عن أبى نَوْفَلْ قَالَ: ]رَأيْتُ عَبْدَاللّهِ بْنَ الزُّبَيْرِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما على عَقَبَةِ الْمَدِينَةِ، فَجَعَلَتْ قُرَيْشٌ وَالنَّاسُ تَمَرُّ عَلَيْهِ، حَتّى مَرَّ عَلَيْهِ عَبْدُاللّهِ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فَوَقَفَ عَلَيْهِ. فقَالَ: السََّمُ عَلَيْكَ أبَا خُبَيْبٍ ثَثاً، أمَا وَاللّهِ لَقَدْ كُنْتُ أنْهَاكَ عَنْ هذَا وإنْ كُنْتَ مَا عَلِمْتُ صَوَّاماً قَوَّاماً وَصُوً لِلرَّحِمِ، أمَا وَاللّهِ ‘ُمَّةٌ أنْتَ شَرُّهَا ‘ُمَّةُ خَيْرٍ. فَبَلَغَ الْحَجَّاجَ مَوْقِفُ عَبْدِاللّهِ ابْنِ عُمَرَ وَقَوْلُهُ. فأرْسَلَ إلَيْهِ فأُنْزِلَ عَنِ جِذْعهِ فَأُلْقِىَ في قُبُورِ الْيَهُودِ. ثُمَّ أرْسَلَ الى أُمَّةِ أسْمَاءَ

بِنْتِ أبِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، فأبَتْ أنْ تَأتِيَهِ، فأعَادَ إلَيْهَا الرَّسُولَ لتَأتِيَنِّى أوْ ‘بْعَثَنَّ إلَيْكِ مَنْ يَسْحَبُكِ بِقُرونِكِ. فأبَتْ فقَالَتْ: واللّهِ َ أتِى إلَيْكَ حَتّى تَبْعَثَ مَنْ يَسْحَبُنِى بَقُرونِى فقَالَ: أُرونِي سِبْتِيَّتَيَّ فأخَذَ نَعْلَيْهِ ثُمَّ انْطَلَقَ يَتَوَذَّفُ حَتّى دَخَلَ عَلَيْهَا فقَالَ: كَيْفَ رَأيْتُنِى صَنَعْتُ بِعَدُوِّ اللّهِ؟ قَالَتْ: رَأيْتُكَ أفْسَدْتَ عَليْهِ دُنْيَاهُ وَأفْسَدَ عَلَيْكَ آخَرَتَكَ. بَلَغَنِى أنَّكَ تَقُولُ: يا ايْنَ ذَاتَ النِّطَاقَيْنِ، أنَا واللّهِ ذاتُ النِّطَاقَيْنِ. أمَّا أحَدُهُمَا فَكُنْتُ أرْفَعُ بِهِ طَعَامَ رَسُولِ اللّهِ # وَطَعَامَ أبِى مِنَ الدَّوَابِّ، وَأمَّا اŒخَرُ فَنِطَاقُ الْمَرْأةِ الَّذِى َ تُسْتَغْنِى عَنْهُ. أمَا إنَّ رَسُولَ اللّهِ # حَدَّثَنَا أنَّ في ثَقِيفٍ كَذَّاباً وَمُبِيراً. أمَّا الْكَذَّابُ فقَدْ رَأيْنَاهُ، وَأمَّا الْمُبِيرُ فََ إخَالُكَ إَّ إيَّاهُ. فقامَ عَنْهَا وَلَمْ يُرَاجِعْهَا[. أخرجه مسلم.وزاد رزين أن الحجاج قال: ]دَخَلْتُ إلَيْهَا ‘حْزِنَهَا فأحْزَنَتْنِى[.و»قرونُ المَرأةِ« ضفائرها.و»التَّوْذفُ« التبختر، وقيل ا“سراع.و»السِّبْتِيَّتَانِ« النعن، وأصله من السبت، وهو جلود البقر المدبوغة بالقرظ يعمل منها النعال نسبت إليها. وقيل من السبت وهو حلق الشعر ‘ن شعر الجلود ترمى عنها ثم تعمل منها النعال.و»الْمُبيرُ« المهلك .



1. (4821)- Ebu Nevfel anlatıyor: "Abdullah İbnu´z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ)´i (Mekke´deki) Akabetü´l-Medine (denilen yerde) (asılmış) gördüm. Kureyş ve diğer halk onun yanına gelmeye başlamıştı. Derken Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) de geldi. Yanında durdu. "es-Selâmu aleyke ey Ebu Hubeyb!" dedi ve bu selamı üç kere tekrar etti. Sonra sözlerine devamla [üç kere de] "Vallahi seni bu işten men etmiştim (ama beni dinlemedim)" deyip şunları söyledi: "Vallahi, benim bildiğime göre sen, çok oruç tutan, çok namaz kılan, yakınlara çokca yardımcı olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen olan bir ümmet mutlaka en hayırlı bir ümmettir!"

Haccâc´a, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´in İbnu´z-Zübeyr karşısındaki tavrı ve söylediği bu sözleri ulaştı. Derhal adam göndererek İbnu´z-Zübeyr´in cesedini asılı olduğu kütükten indirtip, Yahudilerin kabirlerine attırdı. Sonra annesi Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhâ)´i de bir adam gönderip çağırttı. Fakat kadıncağız gitmekten imtina etti. Haccâc ikinci bir elçi daha gönderdi ve: "Ya bana kendi rızanla gelirsin ya da, sana saç örgülerinden sürüyerek getirecek birisini gönderirim!" dedi. Esmâ yine imtina edip:

"Sen, örgülerimden tutup beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi gelmeyeceğim!" dedi. Haccâc:

"Bana ayakkabılarımı gösterin!" dedi. Papuçlarını alıp, çalımla koşup Esmâ´nın yanına girdi.

"Allah düşmanına ne yaptığımı gördün mü?" dedi.

"Ona dünyasını berbat ettiğini, onun da senin ahiretini berbat ettiğini gördüm. Bana ulaştığına göre ona: "Ey iki kuşaklının oğlu" demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Onlardan biriyle ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ve Ebu Bekr´in (hicret sırasındaki) yiyeceklerini bağladım. Diğeri de, kadının belinden ayırmadığı kuşağıdır. Şunu ilave edeyim ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Sakif´te bir yalancı, bir de zalim var!" demişti. Yalancıyı gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacağını zannediyorum!" dedi. Haccâc, hiç cevap vermeden yanından ayrıldı." [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 229, (2545).]

Rezîn şu ilavede bulundu: "Haccâc (bilahare) demiş ki: "Ben Esmâ´ nın yanına onu üzmek için girmiştim, ama o beni üzdü."[186]



AÇIKLAMA:



1- Daha önce (4454-4455) açıkladığımız üzere Hz. Abdullah İbnu´z-Zübeyr, Hz. Muâviye radıyallahu anh´ın vefatından sonra oğlu Yezîd´e biat etmeyip Mekke´de halifeliğini ilan etmiş idi. Sadedinde olduğumuz hadis, Haccâc´la yaptığı savaşta, şehid düşen Abdullah´ın cesedine yapılan bed muameleyi aksettirmektedir. Haccâc, hakaret maksadıyla Akabatu´l-Medine denen mahallede[187] bir ağaca tepesi aşağı astırıp teşhîr etmiştir. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) cesedi hürmetle karşılayıp selam vermiştir. O sırada sarfettiği sözlerden, İbnu Ömer´in, Abdullah İbnu Zübeyr´e halife olma hususunda arzu izhar edip Emevîlerle nizaya girmemesini tavsiye etmiş olduğunu anlamaktayız. Ama İbnu´z-Zübeyr, onu dinlememiş, sonu elemle biten bir kararda ısrar etmiştir.

2- Abdullah İbnu Ömer´in, İbnu Zübeyr hakkında ifade ettiği savvam, kavvam övgüsünü anlamamıza Taberânî´nin bir rivayeti yardımcı olur: "İbnu´z-Zübeyr bütün sene oruç tutar, bazan hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardı. Geceleri de namazla ihya eder, çoğu kere vitir namazında Kur´ân´ı hatmederdi. Haccâc, bütün bu haline rağmen onu, "ümmetin en kötüsü" diyerek asmıştır. Abdullah İbnu Ömer´in: "Vallahi en kötüsü sen olan bir ümmet en hayırlı ümmettir" sözü, Haccâc´a bir cevap olmaktadır.

3- Hz. Esmâ´nın Zâtunnitakeyn, iki kuşaklı lakabı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından verilmiş bir lakaptı. Hicret hazırlığı sırasında, deve hazırlanırken, yol azıklarının deveye yüklenmesi anında birkısım eşyanın (yiyecek ve içeçecek malzemelerinin) bağlanması gerekmiş, şartlar icabı zaman darlığı olduğu için Esmâ (radıyallahu anhâ), zekasını kullanıp, kuşağını çıkararak ikiye bölmüş, bir yarısı ile eşyalar bağlanmış, diğer yarısını da tekrar beline bağlamıştır. Onun bu pratik zekasından memnun kalan Fahr-ı Kâinat, muhterem baldızlarına Zatunnitakeyn (iki kuşaklı) lakabını takarak iltifat buyurmuşlardır. Esmâ validenin, o fırsatta Haccâc´a bunu açıklama ihtiyacını duymasından anlıyoruz ki, Haccâc, İbnu´z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ)´e "İbnu Zatunnitakeyn" diyerek hakaret etmiştir.

Hz. Ebu Bekri´s-Sıddîk´in kızı olmaya bihakkın layık Zâtunnitakeyn Esmâ radıyallahu anha validenin cesaret ve fetâneti karşısında hayran kalmamak mümkün mü?

4- Hadis, Abdullah İbnu´z-Zübeyr (radıyallahu anhüma)´in o savaşta haklı olduğunu göstermektedir. İslâm uleması da bu hususta ittifak eder. Halifeliğini ilan edince kendisine biat edilmiş, Haccâc ve diğer Emevî taraftarları ona isyan edip şehit olmasına müncer olan hâdiselere sebep olmuşlardır. Abdullah İbnu Ömer, ona olan takdirlerini ifade etmekten çekinmemiş, Haccâc´ın kulağına gideceğine aldırmamıştır.

5- Ulemâ, hadisten hareketle, kabirdekilere selam vermenin, bunu üç kere de tekrar etmenin, ölenleri hayırlı yönleriyle yadetmenin müstehab olduğuna hükmetmiştir.[188]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Nisan 2010, 19:33:01
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #49 : 04 Nisan 2010, 19:33:01 »

* HACCAC



ـ4822 ـ1ـ عن الزُّبير بن عدي قال: ]دَخَلْنَا عَلى أنَسِ بْنِ مَالِك رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَشَكَوْنَا إلَيْهِ مَا نَلْقَى مِنَ الْحَجَّاجِ. فقَالَ: اصْبِرُوا، فإنَّهُ َ يَأتِى عَلَيْكُمْ زَمَانٌ إَّ وَالَّذِى بَعْدَهُ شَرٌّ مِنْهُ حَتّى تَلْقَوْا رَبَّكُمْ. سَمِعْتُ هذَا مِنْ نَبِيِّكُمْ #[. أخرجه البخاري والترمذي .



1. (4822)- Zübeyr İbnu Adiy (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh)´in yanına girdik. Haccâc´ın bize yaptıklarını şikayet ettik.

"Sabredin, buyurdu. Zîra öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Resûlünüz (aleyhissalâtu vesselâm)´den işittim." [Buhârî, Fiten 6; Tirmizî, Fiten 35, (2207).][189]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, Haccâc´ın zulmünü belirtmeye ayrılmıştır. Haccâc, Emevî halifelerinden Abdülmelik İbnu Mervân ve oğlu Velid zamanında Irak ve Horasan valiliği yapmış, sert ve zalimâne muameleleri sebebiyle zalim lakabıyla meşhur olmuştur. Taiflidir ve Benî Sakîf´tendir. Bu sebeple Sakafî diye nisbeti de vardır. Hicrî 75 yılında 54 yaşında ölmüştür. Şa´bî, onun sert muamelesini belirtme sadedinde şu kıymetli bilgiyi sunar: "Hz. Ömer ve kendinden sonra gelenler, asi olan kimseyi tutup, sarığını çıkararak halka teşhir ederlerdi. Bu hal Ziyâd´a kadar devam etti. O, cinayetlere kamçı ile vurma cezası getirdi. Daha sonra Mus´ab İbnu Zübeyr buna sakalı traş etmeyi de ilave etti. Bişr İbnu Mervan, caninin elini çivi ile çakmaya başladı. Haccâc gelince: "Bütün bu cezalar (ciddiyetten uzak) eğlencedir!" dedi ve kılıçla öldürme cezası getirdi." Müteakip hadiste görüleceği üzere Haccâc´ın kılıçla ölüm cezasına mahkûm ettiklerinin sayısı 120 bini bulmuştur.

2- Hadiste her gelen günün giden günü aratacağı ifade edilmekte ve karşılaşılan menfi durumlar karşısında en çıkar yolun sabretmek olduğu belirtilmektedir. İbnu Mes´ud´un şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dün bugünden hayırlıdır, bugün yarından hayırlı olacak. Bu hal kıyamete kadar devam edecek."

İbnu Battâl der ki: "Bu hadis, Resûlullah´ın nübüvvetinin delillerinden biridir; bir mucizedir. Zîra, ümmetin halinin bozulacağını haber vermektedir. Bu ise gayba ait bir haldir, re´y ile bilinemez, vahiyle bilinebilir.

Hadiste her gelen günün bir öncekine nazaran kötü olacağı mutlak bir üslupla ifade edilmiştir. Halbuki zaman zaman eskiye nazaran iyi günler yaşanmıştır. Bu hal bir tezad olarak görülmüştür. Nitekim, Ömer İbnu Abdilaziz, Haccâc´dan az sonra gelmiş ve gerçekten ümmete hayırlı günler yaşatmıştır. Onun günlerinin önceki günlerden daha kötü olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta onun zamanında şerrin kalmadığını bile söylemek mümkündür. Bu durumu nazar-ı dikkate alan Hasan Basrî hazretleri, hadisin hükmünü ekser ve ağleb duruma göre diye te´vil etmiştir. Haccâc´dan sonra Ömer İbnu Abdilaziz´in gelmesi sorulunca da:

"İnsanların bir nefes alması gerekir!" diye cevap vermiştir.

Temas edilen müşkile bazı alimler: "Tafdilden murad, asırların mecmuunun asırların mecmuuna tafdilidir. Zîra Haccac asrında çok sayıda Sahabe vardı. Ömer İbnu Abdilaziz´in asrında, onlar münkariz oldular. Sahabenin yaşadığı zaman, kendinden sonra gelen zamandan hayırlıdır. Nitekim "Asırların en hayırlısı benim asrımdır. Bundan sonra onu takip eden asır gelir. Onu da daha sonraki asır takip eder" hadisi bu hususu te´yid eder. Şu hadis de bu hususta kayda değer: Ashabım ümmetimin güvencesidir. Ashabım gitti mi vaadedilen (fitneler) ümmetimin başına gelecektir." İbnu Hacer´in İbnu Mesud´dan kaydettiği bir hadiste yer alan tasrihat, mevzuyu daha açık hale getiriyor. Gelecek kötülükten murad ilmin gitmesidir: "Size artık gittikçe daha kötü olan günler gelecek. Bu hal kıyamete kadar devam edecek. Burada, yaşayışınıza gelecek sıkıntıları kasdetmiyorum, hadis bunu ifade etmez. Lakin, size her gelen gün ilim cihetiyle gidenden daha düşük olacaktır. Alimler gittimi insanlar müsavileşir, ma´rufu emretmezler, münkerden yasaklamazlar. İşte bu durumda helak olurlar." İbnu Mes´ud´un, bir başka tarikten şöyle dediği rivayet edilmiştir. "...Biz bereketli bir yıl yaşamıştık. Dedi ki: "Bunu kasdetmiyorum. Kasdettiğim şey ulemanın gitmesidir." Bir başka hadiste de: "...Size daima eskisinden daha kötü günler gelecek. Ancak bu kötülükle emîrlerinizin kötülüğünü kasdetmiyorum. Fakat alimlerinizi, fakihlerinizi kastediyorum. Bunlar gidiyorlar, sizler onların yerine yenisini bulamayacaksınız. Bunlar yerine kendi reyleriyle fetva verecekler geliyor." Bu hadisin bir başka veçhinde: "...Ben bununla yağmurun bolluk veya darlığını kasdetmiyorum, fakat ulemanın gitmesini kastediyorum. Bunlar gidince kendi reyleriyle fetva verecek bir kavim gelecek. Bunlar İslam´ı delip helak edecekler."

Deccal´den sonra İsa aleyhisselam´ın gelme hâdisesi de hadise zıt bulunmuştur. Ancak Kirmânî bu müşkili şöyle cevaplar: "Hadisten murad, Hz. İsa´dan sonra gelecek zamandır veya içinde umeranın bulunacağı zaman cinsidir. Aksi takdirde, dinimizde zaruri olarak bellidir ki, masum peygamber devrinde şer yoktur."İbnu Hacer, bu nakillerden sonra ilave eder: "Zamanlardan murad Deccal ve ondan sonrakiler gibi kıyametin büyük alâmetlerinin zuhurundan önceki zamanlar olması da muhtemeldir. Böylece, şerde üstün olan zamandan murad, Haccâc´dan Deccal´e kadar geçecek zaman olur. Hz. İsa´nın zamanı ise, ayrı bir hükme tabidir. Doğruyu Allah bilir." Mezkur zamanlarla kastedilen şey Sahabelerin devri de olabilir. Zîra, bunun muhatabı onlardır, hüküm onlara has olur. Böyle olursa, onlardan sonra gelecekler mezkur haberde kastedilmemiş olur. Ancak, Ashab bunu kendilerine mahsus olarak değil, bütün ümmeti ilgilendiren bir hüküm olarak anlamıştır. Bu anlayış sebebiyledir ki, Hz. Enes, kendisine Haccâc´ dan şikayet edene bu tarzda cevap vermiş ve sabır tavsiye etmiştir. Onların tamamı veya çoğunluğu Tabiin´dendi.

İbnu Hibban, Sahih´inde, "Yeryüzü zulümle dolduktan sonra adaletle dolacağını ifade eden Mehdi hadislerini gözönüne alarak, Enes hadisini âmm hükmüyle almamak gerektiğini" istidlal eder. Ancak ben, sadedinde olduğumuz hadisi tefsirde işe yarayacak olan ve de İbnu Mes´ud´dan gelen bir kaydı, Darimi´nin Müsned´inde hasen senedle gelen bir rivayette buldum. Der ki:

"Size her yeni gelen yıl öncekinden daha kötüdür. Ancak ben bu sözümde bir tek yılı kastedmiyorum."[190]



ـ4823 ـ2ـ وعن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: في ثَقِيفٍ كَذَّابٌ وَمُبِيرٌ[. أخرجه الترمذي .

وقال يُقَالُ: الكَذَاب المختار بن أبى عبيد، والمبير الحجاج بن يوسف .



2. (4823)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resululah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sakif´ten bir yalancı, bir de zalim çıkacaktır." [Tirmizî, Fiten 44, (2221).][191]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 7 8 9 [10] 11 12   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes