Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:01:10
ONALTINCI FASIL
AREFE GÜNÜ VE KADÝR GECESÝ DUASI
ـ1ـ عن عمرو بن شعيب عن إبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ النبيُّ # أفْضَلُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَأفْضَلُ مَا قُلْتُ أنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى َ إلَهَ إَّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، وَلَهُ الحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَئٍ قَدِيرٌ[.أخرجه مالك عن طلحة بن عبيد اللّه بن كريز إلى قوله شريك له. والترمذي عن عمرو بتمامه .
1. (1863)- Amr Ýbnu Þuayb an Ebîhi an Ceddihî (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Dualarýn en faziletlisi arefe günü yapýlan duadýr. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ þerîke leh lehü´lmülkü ve lehü´lhamdü ve hüve alâ külli þey´in kadîr. (Allah´tan baþka ilah yoktur, O tektir, O´nun ortaðý yoktur, mülk O´nundur, hamd O´na aittir. O, herþeye kâdirdir) sözüdür." [Muvatta, Kur´ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da´avât 133, (3579).][186]
ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنْ وَافَقْتُ لَيْلَةَ الْقَدْرِ مَا أدْعُوا بِهِ؟ قَالَ: قُولِى اللَّهُمَّ إنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى[. أخرجه الترمذي وصححه.الفصل السابع عشر: في دعاء العطاس
2. (1864)- Hz. Âiþe (radýyallâhu anhâ) anlatýyor: "Ey Allah´ýn Resûlü, dedim, þâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasýl dua edeyim?" Þu duayý okumamý söyledi:
"Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu´l-afve fa´fu annî. (Allahým! Sen affedicisin, affý seversin, beni affet." [Tirmizî, Da´avât 89, (3508).][187]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:07:45
ONDOKUZUNCU FASIL
HZ. YUNUS (ALEYHÝSSELAM) KAVMÝNÝN DUASI
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يرفعه قال: ]كَانَ مِنْ دُعَائِهِمْ: يَاحَىُّ يَا قَيُّومُ، يَاحَىُّ حِينَ َ حَىَّ، يَا مُحْيِى يَا مُمِيتُ يَاذَا الجََلِ وَا“كْرَامِ[. أخرجه رزين .
1. (1868)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) Resûlullah´a ref ederek demiþtir ki: "Yunus kavminin dualarý arasýnda þu da vardý: "Ey diri olan, ey (mahlûkata) kýyam veren, ey hiçbir hayat sâhibinin olmadýðý zamanda hayat sâhibi olan, ey hayat veren, ey ölüm veren, ey celâl ve ikrâm sâhibi!" [Rezîn ilavesidir.][194]
YÝRMÝNCÝ FASIL
BELAYA UÐRAYANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA
ـ1ـ عن عمر وأبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ رَأى صَاحِبَ بََءٍ فقَالَ: اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى عَافَانِى مِمَّا ابْتََكَ بِهِ وَفَضَّلَنِى عَلى كَثِير مِمَّنْ خَلَقَ تَفْضِيً عُوفِىَ مِنْ ذَلِكَ البََءِ كَائِناً مَا كَانَ مَا عَاشَ[. أخرجه الترمذي من روايتهما، وهذا لفظ رواية عمر.وفي رواية أبى هريرة لم يصبه ذلك البء، دون باقى الحديث.القسم الثاني من الباب الثاني: في أدعية غير مؤقتة و مضافة
1. (1869)- Hz. Ömer ve Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anhümâ) anlatýyorlar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir belaya uðrayaný görünce þu duayý okursa: "Seni imtihan ettiði þeyde bana âfiyet veren ve birçok yarattýðýndan beni üstün kýlan Allah´a hamdolsun!" Artýk yaþadýðý müddetçe, bu bela ne olursa olsun ona mâruz kalmaktan muaf kýlýnýr." (Tirmizî, Da´avât 38, (3427, 3428); Ýbnu Mâce, Dua 22, (3892).]
Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh)´nin bir rivâyetinde sâdece: "...Bu bela ona isâbet etmez" denmiþtir.[195]
AÇIKLAMA:
1-Belaya uðrayan diye tercüme ettiðimiz kelimenin aslý mübtelâ´dýr. Ýbtila esas itibariyle imtihan ve deneme mânasýna gelir. Hayra da, þerre de olabilir. Nitekim âyet-i kerîmede: وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً "Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz" (Enbiya 35) buyurulmaktadýr.
2-Sadedinde olduðumuz hadiste mübtelî, yâni belaya mâruz veya imtihana mâruz´daki beladan maksad maddî ve bedenî bir imtihan olabilir, mânevî ve dinî bir imtihan da olabilir. Bedenî imtihana abraþlýk, aþýrý kýsalýk, aþýrý uzunluk, körlük, sakatlýk, kamburluk vs. misal olabileceði gibi; mânevî imtihana da fýsk, zulüm, bid´at, küfr vs. misal olabilir. Bunlardan dinî olanlarýn çok daha ciddi olduðu açýktýr. Maddî imtihanlar sabýr yoluyla mânevî kazanç vesilesi yapýlabilir ise de mânevî imtihanlarý kazanca tahvil çok daha zordur. Rabbimizden mânevî imtihanlarla imtihan etmemesini dua ediyoruz.
3-Aslýnda âfiyet de bir imtihandýr. Ancak beliyye ile imtihanda sabýrsýzlýk ve fitneye düþme ihtimali vardýr. Bu takdirde beliyye herkesin kazanamayacaðý bir imtihan, bir mihnet olur. Resûlullah: اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِىُّ خَيْرٌ وَاَفْضَلُ وَاَحَبُّ إلى اللّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ
"Kuvvetli mü´min zayýf mü´mine nazaran Allah´a daha sevgili, daha efdal, daha hayýrlýdýr" buyurmuþtur. Þu halde iptilaya dayanabilen, sabýr yönüyle kuvvetli olan kazançlýdýr ve Allah nezdinde daha hayýrlýdýr. Hadisteki kuvvetlilik mutlak geldiðine göre, fizikî ve maddî olabileceði gibi, musibetler karþýsýndaki mânevî ve ruhî kuvvet de olabilir.[196]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:08:39
ÝKÝNCÝ BABIN ÝKÝNCÝ KISMI
SEBEBE VE VAKTE BAGLI OLMAYAN DUALAR
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَقُولُ في دُعَائِهِ: اَللَّهُمَّ أصْلِحْ لِى دِينِى الَّذِي هُوَ عِصْمَةُ أمْرِِى، وَأصْلِحْ لِى دُنْيَاىَ الَّتِى فِيهَا مَعَاشِى، وَأصْلِحْ لِى آخِرَتِى الَّتِى فِيها مَعَادِى، وَاجْعَلِ الحَيَاةَ زِيَادَةً لِى في كُلِّ خَيْرٍ، وَاجْعَلِ المَوْتَ رَاحَةً لِى مِنْ كُلِّ شَرٍّ[. أخرجه مسلم .
1. (1870)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken þunu söylerdi: "Allahým, dinimi doðru kýl, o benim iþlerimin ismetidir. Dünyamý da doðru kýl, hayatým onda geçmektedir. Ahiretimi de doðru kýl, dönüþüm orayadýr. Hayatý benim için her hayýrda artma (vesilesi) kýl. Ölümü de her çeþit þerden (kurtularak) rahat(a kavuþma) kýl." [Müslim, Zikr 71, (2720).][197]
ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ أكْثَرُ دُعَاءِ النَّبىِّ # اللَّهُمَّ آتِنَا في الدُّنْيَا حَسَنَةً، وَفي اŒخرَةِ حسَنَة، وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
2. (1871)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah´ýn duasýnýn çoðu: "Allahümme âtina fi´ddünya haseneten ve fi´l-âhireti haseneten ve kýnâ azâbe´nnâr. (Allahým bize dünyada da bir hayýr, âhirette de bir hayýr ver, bizi cehennem azâbýndan koru" idi." [Buhârî, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebû Dâvud, Salât 381, (1519).][198]
ـ3ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ النَّبىُّ #: مَنْ سَألَ اللّهَ الجَنَّةَ ثََثَ مَرَّاتٍ. قَالَتِ الجَنَّةُ: اَللَّهُمَّ أدْخِلْهُ الجَنَّةَ، وَمَنِ اسْتَجَارَ بِاللّهِ ثََثَ مَرَّاتٍ مِنَ النَّارِ قَالَتِ النَّارُ: اَللَّهُمَّ أجِرْهُ مِنَ النَّارِ[. أخرجه الترمذى والنسائى.
3. (1872)- Yine Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim cenneti üç kere isterse, cennet: "Allah´ým onu cennete koy" der. Kim Allah´tan üç sefer ateþe karþý koruma taleb ederse, cehennem: "Allah´ým onu ateþten koru" der." [Tirmizî, Cennet 27, (2575); Nesâî, Ýsti´âze 56, (8, 279); Ýbnu Mâce, Zühd 39, (4340).][199]
ـ4ـ وعن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ مُكاتَباً جَاءَهُ فَقَالَ: إنِّى عَجَزْتُ عَنْ كِتَابَتِى فَأعِنِّى، فَقَالَ: أَ اُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ عَلّمَنِيهِنَّ رَسولُ اللّهِ # لَوْ كَانَ عَلَيْكَ مِثْلُ جَبَلِ صِيْرٍ دَيْناً أدَّاهُ اللّهُ تَعَالى عَنْكَ. قالَ قُلِ اللَّهُمَّ اكْفِنِى بِحََلِكَ عَنْ حَرَامِكَ وَأغْنِنِى بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ[. أخرجه الترمذي والنسائى.»صير« بصاد مهملة مكسورة، ثم مثناة من تحت ساكنة ثم راء: جبل لطيئ، وجبل على الساحل أيضاً بين عمان وسيراف، فأما جبل صبير: بباء موحدة بين الصاد، والمثناة، فإنما جاء في حديث معاذ .
4. (1873)- Hz. Ali (radýyallâhu anh)´nin anlattýðýna göre, "Bir mükâteb ona gelerek: "Kitâbet borcumu ödemekten âciz kaldým, bana yardým et" dedi. Ona þu cevabý verdi: "Sana, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bana öðretmiþ bulunduðu bir duayý öðreteyim. (Onu okuduðun takdirde) Sýyr daðý kadar borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Þöyle diyeceksin: "Allah´ým, yeterince helalinden vererek beni haramýndan koru. Lütfunla ver, baþkasýna muhtaç etme." [Tirmizî, Daavât 121, (3558).][200]
AÇIKLAMA:
1- Mükâteb: Para ödeyerek hürriyetine kavuþmak üzere efendisi ile antlaþma yapan köleye denir. Mesela her ay beþ dinar ödeyerek 24 ay sonra kölelikten kurtulmak isteyen köle, hususî çalýþma yaparak para kazanýr, bu borcu ödedi mi artýk hür olur. Ýþte bu antlaþmaya mükâtebe veya kitâbet denir. Bir bakýma "yazýþmak" demektir. Yani, bir nevi köle, fiatýný, efendisine ödemeyi kendine yazmýþ olmakta, efendi de köleyi âzad etmeyi kendi üzerine yazmýþ olmaktadýr. Bu yazýþmada köleye mükâteb denir.
Sadedinde olduðumuz rivâyet de, böyle bir antlaþmanýn ödeme þartýný yerine getirmede zorlanan bir kölenin Hz. Ali (radýyallâhu anh)´ye müracaat ederek yardým istediðini görmekteyiz.
2-Sýyr daðý, Tay kabilesi yurdunda bir daðýn adýdýr. Ayrýca Umman ve Sîraf arasýnda sâhilde yer alan bir dað da ayný ismi taþýmaktadýr. Sadedinde olduðumuz hadiste zikri geçen daðýn adý bir nüshada صَبِير (Sabîr) þeklinde gelmiþtir, bu Yemen´de bulunan bir daðýn adýdýr. Bazý nüshalarda ثَبِير (Sebîr) imlâsý yer alýr. Bu da bir çok daðýn adýdýr. Mekke´deki en büyük daðýn adý da Sebîr´dir.[201]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:09:37
ÜÇÜNCÜ BÂB
DUA YERÝNE GEÇEN ZÝKÝRLER (Bu bâbta üç fasýl vardýr)
*BÝRÝNCÝ FASIL
ÝSTÝÂZE
*
ÝKÝNCÝ FASIL
ÝSTÝÐFAR, TESBÝH, TEHLÝL
TEKBÝR, TAHMÝD VE HAVKALE
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
HZ. PEYGAMBERE SALAVÂT
BÝRÝNCÝ FASIL
ÝSTÝAZE
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ النَّبىُّ # يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ العَجْزِ، وَالْكَسَلِ، وَالْجُبْنِ، وَالْهَرَمِ، وَالْبُخْلِ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ القَبْرِ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ المَحْيَا وَالمَمَاتِ[. أخرجه الخمسة .
1.(1874)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) þöyle istiâze ederlerdi: "Allah´ým! Aczden, tembellikten, korkaklýktan, düþkünlük derecesine varan ihtiyarlýktan, cimrilikten sana sýðýnýrým. Keza, kabir azabýndan sana sýðýnýrým. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sýðýnýrým." [Buhâri, Da´avât 38, 40, 42, Cihâd 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizî, Da´avât 71, (3480, 3481); Ebû Dâvud, Salât 367, (1540, 1541); Hurûf 1, (3972); Nesâî, Ýstiâze 6, (8, 257, 258).][202]
AÇIKLAMA:
Ýstiâze: Sýðýnma, korunma taleb etmek mânasýna gelir. Her çeþit þerlerden, kötülüklerden, günahlardan, Allah´ýn yasaklarýndan cehennemden vs. Allah´a sýðýnmak O´nun korumasýný taleb etmek Ýslâm´da ubûdiyetin en mühim, en parlak þubelerinden biridir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bu hadîste Allah´a sýðýndýðý kötü haller þunlardýr:
* Acz: Kudretsizliktir. Yani kiþinin, ihtiyaçlarýný te´minde düþmanlarýný defetmeden muhtaç olduðu güç ve kuvvetten mahrum olmasýdýr. Aslýnda bütün insanlar acz-i mutlak içindedir. Bunun idraki insaný gerçek kulluða yani sonsuz olan ihtiyaçlarýný Allah´tan istemeye, hadsiz olan düþmanlarýna karþý Allah´a dayanmaya sevkeder. Bu ise, hakikî ve gerçek kulluktur. Bir kýsým maddî güç ve imkânlar, kiþiyi gaflete sevkederek, aczini anlamasýna engel olur, bu kiþiyi istiðnaya, o da tuðyana ve azgýnlýða sevkeder. Âyet-i kerîme´de, "Ýnsanoðlu kendini müstaðni görünce tuðyan edip azar" buyurulmuþtur (Alak 6-7). Þu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn istiâze ettiði acz, bu deðildir. Yaþamak için zarûrî olan aslî ihtiyaçlarý iyi niyetine raðmen te´min edemeyecek, kendi ihtiyaçlarýný kendi baþýna göremeyecek duruma düþmesidir.
* Tembellik acze benzeyen bir durumdur, ama ciddi bir fark vardýr. Acz, ferden yapýlmasý gerekli olan þeyleri yapmaya kudretin olmamasýdýr. Tembellik ise, güç ve kuvvetin olmasýna raðmen ameli terketmektir. Demek ki, iþin yapýlmamasý her seferinde güçsüzlükten ileri gelmemekte, güç ve kuvvete raðmen terkedilebilmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tembellikten de Allah´a sýðýnarak, bu ruh hâline karþý mü´minlerin dikkatini çekmiþ olmaktadýr.
* Korkaklýk ve cimrilik de acz ve tembellik gibi birbirine benzeyen iki haldir. Zîra ikisi de faydalanmama halini ifâde eder. korkaklýk, bedenî kabiliyetlerden istifâde etmemek, cimrilik de maldan istifâde etmemektir.
* Düþkünlük veya aþýrý ihtiyarlýk, az önce temas ettiðimiz aczin yaþa baðlý olarak ârýz olmasýdýr. Hadislerde herem veya erzel-i ömr diye geçer. Ýnsan hayatýnda arzettiði ciddiyet sebebiyle olacak ki bu yaþ safhasýna Kur´an-ý Kerim de bir kaç kere yer verir: "Sizi Allah yarattý. Sizi yine O öldürecek. Ýçinizden kimi bildikten sonra (çocuk gibi) bir þey bilmesin diye en aþaðý ömre kadar geri götürülür..." (Nahl 70, Hacc 5). Düþkünlük hâlinin bâriz vasýflarýndan biri, "bildikten sonra bilmemek" olarak ifâde buyurulmuþtur. Bundan, yaþlýlýktaki unutkanlýk kinâyedir. Beyzâvî´ye göre, bu safhadaki yaþlýlýk, dermansýzlýk ve akýl noksanlýðý sebebiyle kiþiyi bir çocuða çevirir. Seleften gelen bazý rivâyetler, Kur´an okumaya devam edenin bu hâle giriftar olmayacaðýný belirtir. Bu pek tabiî bir netice olmalýdýr, zîra "iþleyen demir ýþýldar" fehvasýnca, Kur´an okumak zihnî melekelerin zinde kalmasýný saðlayacak, hâfýza gücünü canlý tutacaktýýr. Dilimizde ibadet dirisi tâbiri, dindar yaþlýlar için söylenmiþtir. Ýbadetini devam ettiren insanlar bedenen dinç kaldýðý gibi, Kur´an-ý Kerim´i okuyanlar da zihnen dinç kalacaklar demektir.
* Kabir azabýnýn varlýðý pek çok nassla sâbit olan bir gerçektir. Dünya hayatý ile kýyametin kopmasýna kadar geçen zaman içinde berzah denen ara bir devre vardýr, buna kabir hayatý da denebilir. Hayat kelimesini dünya þartlarýndaki yaþayýþýmýz için kullanýnca kabir hayatý tâbiri ilk nazarda garip gelir ise de, dinimizin vaz´ettiði nasslar açýsýndan kabir hayatý´ndan bahsetmek bir zarûret olur. Oradaki þartlara göre bir baþka safha mevcuttur. Þurasý muhakkak ki, orada, dünyada yapýlanlar dýþýnda yeni bir ibtila (imtihan), yeni bir amel, yeni bir iktisab yoktur. Ama dünyadaki yaptýklarýna baðlý olarak iyilik ve kötülükte artmalar vardýr. Kiþi sadaka-i câriye sâhibi ise mânevî artýþa mazhar olacaktýr. Ölümünden sonra da insanlara kötülükte örnek olan, saptýrmaya devam eden bir çýðýr açanlar da, sebep olduklarý için o kötülükten nasiplerini alarak, mânevî düþüþlerini artýracaklardýr. Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ne zaman haksýz yere bir kan dökülse, bundan bir hissenin ilk kan dökme çýðýrýný açmýþ olmasý sebebiyle Hz. Âdem (aleyhisselâm)´in oðlu Kâbil´e gideceðini haber vermektedir.
Resûlullah, ayrýca kabirdeki hesaptan bahsetmiþ; verilen hesaba göre kabrin iyi amel sahipleri için cennet bahçelerinden bir bahçe, veya kötü amel sahipleri için de cehennem çukurlarýndan bir çukur olacaðýný bildirmiþ, bu çeþitten bir kýsým açýklamalarla kabir hayatýný kýsmen aydýnlatmýþtýr[203]. Þu halde sadedinde olduðumuz hadîs kabir azabýndan istiâze sûretiyle, mü´minlerin dikkatini kabir hakikatine çekmekte, onlarý kabir azabýndan kurtuluþ çarelerini aramaya teþvik etmektedir.Bir kere daha hatýrlatalým ki, duanýn bir fonksiyonu da kiþiyi, yapacaðý iþler husûsunda þuurlandýrmak, programe etmek ve dua sûretiyle tesbit edilmiþ, belirlenmiþ olan hedefin, gâyenin gerçekleþmesi için dâîyi tedbire, amele sevketmektir.
* Hayat ve memat (ölüm) fitnesine gelince: Bunlar hadiste mahyâ ve memat diye zikredilir. Mahyâ, hayat zamaný demektir. Memat da can verme (nez´) ânýndan sonraki ölüm zamaný demektir.
Þu halde, hayat fitnesi ile, sað olduðu müddetçe karþýlaþýlan imtihanlar kastedilmektedir. Cehaletler, nefsânî arzular, zulümler, günahlar vs. Ölüm fitnesi ile bazý âlimler, ölümden önceki fitneyi anlamýþlardýr, yani daha hayatta iken nez´ (can çekiþme) hâlinde iken karþýlanan fitne, ölüme izâfe edilmesi, ölüme yakýnlýðý sebebiyledir. Bu görüþü destekleyen husus kabir fitnesinden ayrýca bahsedilmiþ olmasýdýr.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn ismetine, geçmiþ ve gelecek günahlarýnýn affedilmiþ olmasýna raðmen bu istiâzelere çokça yer vermesi, ümmetine örnek olmak içindir ve Allah´a kullukta eksiklik býrakmamak içindir. Kul olmak haysiyetiyle herkes ibadetle mükelleftir. Ýbadet, istiðfar, dua, namaz vs. bütün çeþitleriyle bir kulluk vazifesidir; günahkârlara mahsus bir vazife deðildir.[204]
ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ النَّبىُّ # يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الجُذَامِ وَالْبَرَصِ وَالجُنُونِ، وَمِنْ سَيِّئِ ا‘سْقَامِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
2. (1875)- Yine Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) þu duayý okurlardý: "Allah´ým! Cüzzâmdan, barastan (alaten), delilikten ve hastalýklarýn kötüsünden sana sýðýnýrým." [Ebû Dâvud, Salât 367, (1554); Nesâî, Ýstiâze 36, (8, 271).][205]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:10:39
AÇIKLAMA:
1- Hadis birbirinden ayrý gibi görünen dört meseleye temas etmektedir:
* Huþû, saygýya götüren korkudur. Kalbin huþû duymasý, Allah´tan korkup saygýyla dolmasýdýr. Þârihler, zikrullahla sükûnet ve itminana ermesi olarak açýklarlar. Þu halde huþû duymayan kalp, Allah´ý zikretmekten zevk almayan, itminan bulamayan kalptir.
* Dinlenmeyen dua, kabûl görmeyen, icâbete mazhar olmayan duadýr. Bu ise Allah´ýn rahmet nazarýný kestiði kimselere mahsus bir durumdur, el-iyâzu billah.* Doymayan nefis: Allah´ýn kendisine verdikleriyle yetinmeyen, nasibine düþen rýzka kanaat etmeyen, mal toplamaktan usanmayan, hýrsýna zebûn olmuþ kimse demektir. Çok yemekle doymayan da denmiþtir. Ýbnu Melek mevkî ve makama doymayaný da buraya dâhil etmiþtir. Kýsacas nefsin maddî ve dünyevî hevesâtýnýn peþinde koþan, durak bilmeyen nefisler bu gruba girer.
* Faydasý olmayan ilim: Amel edilmeyen, halka öðretilmeyen, ahlâkýn, ef´âlin, konuþmanýn güzelleþmesinde iþe yaramayan bilgilerdir. Ýhtiyaç duyulmayan veya öðrenilmesi için þer´î izin vârid olmayan ilimler de buraya girer. Gerek dünyanýn ve gerek âhiretin kazanýlmasýnda ilme büyük yer veren, ilk emri "oku" olan dinimizin "faydasýz ilim" diye bir mefhum getirmesi ve bu nefhuma giren ilimleri yasak etmesi, üzerinde durulmasý gereken bir husustur.
Þunu hemen belirtmek isteriz: Ne faydasýz ilmi kýnayan hadisler, ne de bunlarý þerheden âlimler herhangi bir ilmin ismini zikrederek örnek göstermezler. Demek ki bu, izâfi bir durumdur. Yâni, dinimiz açýsýndan hiçbir ilim "faydasýz" deðildir. Ancak zemine, zamana ve ferdlere göre baz ilimler faydasýz olabilir. Kiþi ferasetiyle bunu tâyin edecektir. Âyet-i kerime´de: "Senin için, hakkýnda bir bilgi hâsýl olmayan þeyin ardýna düþme. Çünkü kulak, göz, kalb bunlarýn her biri bundan mes´uldür" (Ýsrâ 36) buyurulmuþtur. Kiþi dünyevî ve uhrevî meselelerine veya meslekî ihtisasýna girmeyen þeylerle meþgul olurken, ilmini yaparken faydalýk, gereklilik süzgecinden geçirmekle mükelleftir. Dünyevî ve uhrevî sorumluluklarýna giren mevzûlarda eksiklikleri varken ihtisasýna giren sahâlarda öðrenmesi gereken bilgiler varken, lüks bilgiler, afakî mâlumât ve meþguliyetler bu lüzumsuz sýnýfa girebilir.
Kendi tarih ve coðrafyamýzýn câhili iken diðer millet ve coðrafyalarda teferruat bilgiler, hayata hazýrlanma safhasýnda (büluðdan önceki devrede) din bilgisi, meslek bilgisi gibi zarûrî bilgiler varken bunlarý býrakýp genel kültür diye öðretilen, öðrenilen âfakî ve lüks bilgiler hep bu "faydasýz ilim" sýnýfýna girer.
2-Hadisle ilgili olarak þârih Tîbî´nin yaptðý açýklama bu dört þeyi belli esaslar çerçevesinde birleþtirmektedir. Der ki: "Bu dört arkadaþa yakýndan bakacak olursak, herbirinin, belli bir gâye için mevcut olduðunu görürüz. Yâni o þey bu gâye için vardýr, varlýðý, ona dayanmaktadýr. Sözgelimi, ilimlerin tahsili, onlardan istifâde içindir. Eðer bu ilimden istifâde edilmezse bu bir ihtiyaç olmaz, bilakis vebal olur ve dolayýsiyle ondan istiâze gerekir.
Kalbe gelince, o yaratýcýsýndan korkup O´na karþý saygý duymak için yaratýlmýþtýr. Göðüs bu haþyete açýlmalý, içerisine haþyet nuru girmelidir. Kalb böyle deðilse katýlaþmýþ demektir. Katý kalpten Allah´a sýðýnmak gerekir. Zîra âyet-i kerime: "...Kalpleri Allah´ýn zikrinden (baþýboþ ve) kaskatý kalmýþ olanlarýn vay hâline! Onlar apaçýk bir sapýklýk içindedirler" (Zümer 22) buyurulmaktadýr.
Nefse gelince, aldanma evi olan dünyadan uzaklaþýp, ebediyet evi âhirete meylettiði ölçüde îtibar edilir. Eðer nefis dünyaya düþkün ve maddiyata karþý doymak bilmez bir hýrs içinde ise kiþinin en büyük düþmaný demektir. Onun istiâze etmesi gereken yegâne þey artýk nefsidir.
Duanýn icâbet görmemesine gelince, bu hal, dua eden kimsenin ilim ve amelinden istifâde etmediðini, kalbinin Allah´a karþý haþyet duymadýðýný ve dahi doymak bilmez, harîs bir nefse sahip olduðunu gösterir."[208]
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ ]أنّ رسُولَ اللّهِ # قالَ: تَعَوَّذُوا بِاللّهِ مِنْ جَهْدِ البََءِ، وَدَرْكِ الشَّقَاءِ، وَسُوءِ القَضَاءِ، وَشَماتَةِ ا‘عْدَاءِ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
4. (1877)- Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Belanýn ezmesinden, helâkýn gelmesinden, kötü kazadan, düþmanlarýn þamatasýndan Allah´a istiâze edin." [Buhârî, Kader 13, Da´avât 28; Müslim, Zikr 53, (2707); Nesâî, Ýstiâze 34, (8, 269, 270).][209]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:11:31
AÇIKLAMA:
* Belanýn ezmesi diye tercüme ettiðimiz cehdü´lbelâ´yý, Münâvî, "ölümü temenni ettiren, sýkýntý ve meþakkat" diye târif eder. "Öyle ki, der, kiþi sýkýntýsýnýn tahammül edilmezliði sebebiyle ölmeyi, sýkýntýlý yaþamaya tercih eder." Bu hâl müzmin, ýzdýraplý bir sýhhat bozukluðundan olabileceði gibi, aþýrý fakirlik vs.´den de olabilir. Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ)´in bunu "mal azlýðý ve evlad çokluðu" diye tefsir ettiði rivâyet edilir. Bela kelimesi her çeþit imtihan için kullanýldýðýna göre, ölümü aratan her çeþit musîbet buraya dahil edilebilir.
* Helâkýn gelmesi diye tercüme ettiðimiz derku´þþekâ ile dünyevî musibet anlaþýldðý gibi uhrevî helâket de anlaþýlmýþtýr. Þekâ, þekâvet yâni bedbahtlýk demektir. Þakî olmak, saîd olmanýn zýddýdýr. Ýbnu Hacer þekâyý helâk olarak açýklamýþtýr. Münâvî cehennem tabakalarýndan birine þekâ denmiþ olduðunu kaydeder. Þu halde, Arapça ibârenin taþýdýðý iki ihtimale binâen, "Þekâvetin bize ulaþmasýndan" veya "bizim cehenneme ulaþmamýzdan" istiâze etmemiz gerekmektedir.
* Kötü kaza (sûi´lkaza) ile kötü hüküm, kötü kader anlaþýlmalýdýr. Bu da dünyevî olabileceði gibi, uhrevî de olabilir. Kaza ve kaderi Allah´ýn takdîri olarak kötü kelimesiyle tavsif uygun deðildir. Bunu, Münâvî´nin de belerttiði üzere, makzî yâni hükmedilmiþ olan þey olarak anlamak gerekir. Nasýl ki hayrý da þerri de halk eden (yaratan) Allah´týr, halkda çirkinlik yoktur. Çirkinlik kulun kesbindedir, öyle de kazada çirkinlik yoktur, çirkinlik, kesbimize, irademize uygun olarak Allah´ýn hükmettiði þeydedir ki buna makzî diyoruz. Makzîdeki çirkinlik onu hak edene aittir. Kötü kazadan istiâze, bir bakýma Cenab-ý Hakk´tan lütfunu, affýný taleb etmek, hak ettiðimiz kötü makzîlere hükmetmemesini, baðýþlamasýný dilemektir.
* Düþmanýn þamatasý, kiþinin uðradýðý belalar, kötü haller sebebiyle düþmanýn gülmesi, ferahlamasýdýr.[210]
ـ5ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ] كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ، وَسُوءِ ا‘خَْقِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
5. (1878)- Yine Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) þöyle dua ederdi: "Allahým, þikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana sýðýnýrým." [Ebû Dâvud, Salât 367, (1546); Nesâî, Ýstiâze 21, (8, 264).]Bir rivâyette þöyle denmiþtir: "Allahm! Açlýktan sana sýðýnýrým, çünkü o pek fena yatak arkadaþýdýr. Hýyânetten de sana sýðýnýrým, çünkü o ne kötü huydur."[211]
AÇIKLAMA:
* Þikak bölünmek, ayrýlmak demektir, ancak hadiste hakka muhalefet etmek sûretiyle haktan ayrýlmaktýr. Âyet-i kerimede, "Ýnkâr edenler kendini beðenme ve ayrýlýk içindedirler" (Sâd 2) buyurulmuþtur. Þikak kelimesi farklý yorumlara mazhar olmuþtur.
* Nifak, içi baþka dýþý baþka olmaktýr. Dinî mânâsýyla zahiren Müslüman göründüðü halde bâtýnen küfür içinde olmaktýr. Tîbî, "Arkadaþýna, içinde gizlediðin þeyin hilâfýný izhar etmendir" diye daha umumî bir tarif sunmuþtur. Bazý âlimler: "Amelde nifak, çok yalan söylemek, emânete hýyânet etmek, sözünden dönmek, biriyle dâvaya düþünce, karþý tarafýn hukukunu çiðnemeye çalýþmaktýr" diye tarif etmiþlerdir.
* Kötü ahlâk dinin reddettiði her çeþit menfî hallerdir. Tîbî bu hadiste zikredilmiþ olan þikak ve nifakýn ahlâklarýn en kötüsü olarak takdim edilmiþ olduðunu belirttir. "Çünkü, der, bu iki fena hasletin zararý baþkalarýna da sirâyet eder."
* Açlýk: Midenin yiyecekten boþalmasýyla hâsýl olan histir. Ýnsanlarýn hastalanmalarýna ve hatta ölümlerine bile sebeple olabilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in Allah´a istiâze etmesini gerektirecek kadar insan için ciddî neticeler hâsýl edebilecek bir duygudur. Tîbî: "Açlýk insandaki kuvvetleri zayýflatýr, dimaðý teþviþ eder, kötü fikirler ve fâsid hayaller ortaya çýkarýr. Ýbadet ve murâkabe vazifelerini ihlâl eder. Bu sebeptendir ki kiþiyi geceleyin de býrakmayan yatak arkadaþýna benzetti ve savm-ý visali yasakladý" der. Daci´ yatak arkadaþý demektir. Açlýk, insaný geceleyin yatakta bile býrakmayan bir duygu olduðu için daci´ denmiþtir. Sindî hadisi þöyle anlar: "Secde ve rükû gibi ibadet vazifelerine mâni olan açlýk ne kötü arkadaþtýr."
Âlimler, belli bir disiplinle yapýlmayan açlýðýn ibâdet olmayacaðýna bu hadîsten delil getirmiþlerdir. Sünnete uygun olan açlýk, ibadet sayýlan oruçtur. Aksi takdirde savm-ý visâl tâbir edilen üst üste birkaç gün aç kalmak dinen tecviz edilmemiþtir.
Hýyânet, emânetin zýddýdýr. Tîbî, bunu hakka muhalefet etmek, ahdi bozmak olarak açýklar. Bu muhâlefet bütün þer´î teklifleri içine alýr. Çünkü bir âyette: "Biz emâneti ...arzettik..." (Ahzâb 72) dendiði gibi, bir baþka âyette: "Ey iman edenler Allah´a ve o Peygamber´e ihânet etmeyin! Siz kendiniz bilip dururken kendi emânetlerinize hainlik eder misiniz? (Enfal 27) buyurulmuþtur. Âyetlerde emânet bütün teklifleri içine aldýðý gibi, ikinci âyetteki ihânet kelimesi de hepsi hususunda ahde vefasýzlýðý ve hakka muhâlefeti ifâde eder.
Hadiste geçen bitâne kelimesini huy olarak çevirdik. Çünkü dâhilî haslet demektir. Bitâne kelimesini, Mutarrýzî, el-Muðrib´de birinin yakýn ve samimî arkadaþý diye açýklar. Bu mâna da hýyânetin kötü bir arkadaþ olduðunu noktalar.[212]
ـ6ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: رَأيْتُ لَيْلَةَ أُسْرِىَ بِى عِفْرِيتاً مِنَ الجِنِّ يَطْلُبُنِى بِشُعْلَةٍ مِنْ نَارٍ كُلّمَا الْتَفَتُّ رَأيْتُهُ، فقَالَ لِى جِبْرِيلُ
عَلَيْهِ السََّمُ: أَ أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ تَقُولَهَا فَتُطْفِئَ شُعْلَتَهُ وَيَخِرَّ لِفيهِ، فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: بَلى، فقَالَ جِبْرِيلُ قُلْ: أعُوذُ بِوَجْهِ اللّهِ الكَرِيمِ، وَبِكَلِمَاتِ اللّهِ التَّامَّاتِ التِى َ يُجَاوِزُهُنَّ بَرٌّ وََ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ مَا يَنْزِلُ مِنْ السَّمَاءِ، وَشَرِّ مَا يَعُرجُ فِيهَا، وَمِنْ شَرِّ مَا ذَرَأ في ا‘رْضِ، وَمِنْ شَرِّ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا، وَمِنْ فِتَنِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَمِنْ طَوارِقِ اللّيْلِ والنَّهارِ إَّ طَارِقاً يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا رَحْمنُ[. أخرجه مالك .
6. (1879)- Yine Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mirac gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateþten bir þûle olduðu halde beni tâkip ediyordu. Nazarýmý her atýþýmda onu görüyordum. Cibrîl (aleyhisselâm) bana: "Ýstersen sana bir dua öðreteyim, onu okursan, þûlesi söner ve aðzýnýn üstüne düþer" dedi." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Pekâla!" dedi. Cibrîl (aleyhisselâm) de "Þunu oku!" buyurdu:
"Allah´ýn kerîm olan rýzasý için, eksiksiz, mükemmel kelimâtullah hakký için -ki hiç kimse muttakî olsun, fâcir olsun onu aþýp daha güzelini söyleyemez- (bela olarak) semadan inen, semaya yükselen, (ve ceza gerektiren) þerlerden, yeryüzünde yarattýðý þerden, yer(in altýn)dan çýkan þerden, gece ve gündüz fitnelerinden, gece ve gündüz gelen musibetlerden Allah´a sýðýnýrýým. Ey Rahman, hayýr getiren hâdiseler hâriç." [Muvatta, Þi´r 10, (2, 950, 951).][213]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:12:43
AÇIKLAMA:
1-Zükânî hadisin Beyhakî´nin el-Esmâ ve´s-Sýfât´ta kaydettiði bir hadiste, hâdisenin Mirac gecesinde deðil, Cin gecesinde geçtiði þeklinde farklý olduðunu belirttikten sonra, "Bu gece, Resûlullah´ýn cinlerle karþýlaþtýðý ayrý bir gecedir. Miraç´la hiçbir ilgisi yoktur, bu ayrý bir hâdise olabilir" diye te´lif eder.
2-Zürkâni, ifritin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ý tâkib ediþinin sebebini "Eziyet etmek maksadýyladýr, bir baþka maksadla deðil" diye açýklar.
3-Kelimâtullah tabirindeki kelimât ile farklý mânalar anlaþýlmýþtýr.
a) Allah´ýn zâtýyla kâim olan kelâm sýfatý.
b) Ýlm,
c) Kur´an,
d) Bütün peygamberlere indirilmiþ olan kitaplar. Çünkü kelimât þeklinde yâni, cemî olarak gelip izâfet teþkil etmiþ ve mâna âmm olmuþtur. "Allah´ýn bütün kelâmlarý" demek olur.
4-et-Tâmmât: Kâmil, noksanlýk ve ayýp nüfûz edemeyen mükemmel mânasýna geldiði gibi, faydalý, þifa verici mânalarý da anlaþýlmýþtýr.
5-Hadisin bir baþka vechinde, rivâyet: "(Bu duayý okur okumaz) ifrit aðzýnýn üzerine düþtü, ýþýðý da söndü" cümlesiyle sona ermiþtir. [214]
ÝKÝNCÝ FASIL
ÝSTÝÐFAR, TESBÝH, TEHLÝL, TEKBÝR, TAHMÝD VE HAVKALE
ـ1ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رسُولُ اللّهِ #: حَصْلَتَانِ، أوْ خَلّتَانِ َ يُحْصِيهِمَا رَجُلٌ إَّ دَخَلَ الجَنَّةَ، وَهُمَا يَسِيرٌ، وَمَنْ يَعْمَلُ بِهمَا قَلِيلٌ، يُسَبِّحُ اللّهَ دُبُرَ كُلِّ صََةٍ عَشْراً، وَيَحْمَدُهُ عَشْراً، وَيُكَبِّرُهُ عَشْراً، فَلَقَدْ رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَعْقِدُهَا بِيَدِهِ قَالَ: فَتِلْكَ خَمْسُونَ وَمِائَةٌ بِاللِّسَانِ، وَألْفٌ وَخَمْسُمِائَةٍ في المِيزَانِ، وَإذَا أخَذْتَ مَضْجَعَكَ تُسَبِّحُهُ وَتُكَبِّرُهُ وَتَحْمَدَهُ مِائَةَ مَرَّةٍ، فَتِلْكَ مِائَةٌ بِاللِّسَانِ، وَألْفٌ في المِيزَانِ، فأيُّكُمْ يَعْمَلُ في اليَوْمِ وَاللَّيْلَةِ ألْفَيْنِ وَخَمْسَمَائَةِ سَيِّئَةٍ؟ قَالُوا: كَيْفَ َ نُحْصِيهُمَا يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قالَ: يَأتِى أحَدَكُمُ الشَّيْطَانُ، وَهُوَ في صََتِهِ فَيَقُولُ: اذْكُرْ كَذَا وَكَذَا حَتَّى يَنْفَتِلَ فَلَعَلّهُ أنْ َ يَفْعَلَ، وَيأتِيهِ في مَضْجَعِهِ، فََ يَزَالُ يُنَوِّمُهُ حَتَّى يَنَامَ[. أخرجه أصحاب السنن .
1. (1880)- Abdullah Ýbnu Amr Ýbni´l-Âs (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ýki haslet -veya iki hallet[215]- vardýr ki onlarý Müslüman bir kimse (devam üzere) söyleyecek olursa mutlaka cennete girer. Bu iki þey kolaydýr. Kim onlarla amel ederse, azdýr da... Her (farz) namazdan sonra on kere tesbih (sübhânallah), on kere tahmid (elhamdülillah), on kere tekbir (Allahu ekber) söylemekten ibarettir."
(Abdullah der ki:) "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bunlarý söylerken parmaklarýyla saydýðýný gördüm. Resûlullah devamla buyurdular: "Bunlar beþ vakit itibariyle toplam olarak dilde yüzellidir. Mizanda bin beþ yüzdür. "Ýkinci haslet" ise yataða girince Allah´a yüz kere tesbih, tekbir ve tahmid´de bulunmanýzdýr. Bu da lisanda yüzdür, mizanda bindir. (Her ikisi toplam iki bin beþ yüz eder.)"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine þöyle bir soru ile devam etti:
"Hanginiz bir günde, gece ve gündüz iki bin beþ yüz günah iþler?"
"Bunlarý niye söylemiyelim ey Allah´ýn Resûlü?" dediler. Þu cevabý verdi:
"Þeytan, namazda iken her birinize gelir: "Þunu þunu hatýrla" der, ve namazdan çýkýncaya kadar devam eder. (Bu hatýrlatmalarýn neticesi olarak) kiþi bu tesbihatý terk bile eder. Kiþi yataðýna girince de þeytan ona gelir, (zikir yapmasýna imkân vermeden) uyutmaya çalýþýr ve uyutur da." [Tirmizî Daavât 25, (3407); Ebû Davud, Edeb 209, (5065); Nesâî, Sehv 90, (3, 74).][216]
AÇIKLAMA:
1-Bu hadis sübhânallah, elhamdülillah ve Allahü ekber zikirlerinin ehemmiyetini belirtmekte ve bunlara hergün devama teþvik etmektedir.
2-Ýki hasletin birincisi bu zikirleri, farz namazlardan sonra en az onar kere tekrar etmektir. Farz namaz diye kayýtlýyoruz, zîra rivâyetin bazý vecihlerinde bu kayýt mevcuttur.
Ýkinci haslet, yataða girince, uyumazdan önce, tesbih ve tahmidi 33´er kere, tekbiri de 34 kere tekrar etmektir. Ebû Dâvud´un rivâyeti, bu kaydedilen teferruatý ihtivâ eder.
3-Namazlardan sonra yapýlan bir günlük tesbihâtýn dildeki telâffuz toplamý, 150 (yani 30x50 = 150) olmasýna mukabil, kýyamet günü mizanda 1500 olmasý, her hasenenin -rahmet-i Ýlâhiye ile - en az on misli katlanacaðýna binâendir. Zîra âyet-i kerimede: مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا "Kim bir iyilik (hasene) yaparsa ona on katý verilir, bir kötülük yapan ise misliyle cezalandýrýlýr..." (En´am 160) buyurulmuþtur.
4-En sonda verilen 2500 rakamý, namazlardan sonra çekilen tesbihlerle -ki 150 idi- yatýnca çekilen tesbihlerin -ki 100´dür- toplamý, 250´nin 10´la çarpýlmasýyla ede edilmiþtir.
Resûlullah gece gündüz içerisinde kim 2500 adet günah iþler? diye soruyor. Bu sorunun cevabý: "Bu kadar günah iþlenmez..." dir. Öyle ise, sevaplar günahý ortadan kaldýrdýðýna göre tesbihât yoluyla kazanýlan 2500 adetlik sevap günahlarý affettirmiþ olacak ve böylece, günahkâr olarak, affedilmemiþ günahý kalmýþ olarak geceleyen kimse kalmayacak demektir.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bu hesabý küçük günah iþleyenler hakkýndadýr. Mesela, ateþin odunu yakýp tükettiði gibi hesanâtý yiyip tüketen gýybet nev´inden büyük günahlar bu hesaba girmez.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm)´ýn hesaplamasýný anlamada þu âyeti de hatýrlamamýz faydalýdýr: إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّأَتِ "Muhakkak ki haseneler (sevaplar) seyyieleri (günahlarý) giderir" (Hûd 114).
5- Ashabýn: "Bunlarý niye söylemiyelim?" þeklindeki sözlerini söyle anlamalýyýz: "Bu kadar büyük neticesi olan 150 kadarcýk, miktarý az, söylemesi kolay olan zikri mutlaka yaparýz, bunu yapmamýza hiç bir þey engel olamaz." Resûlullah, bunlarýn terki hususunda þeytanýn iki oyununa dikkat çekiyor:
a) Namaz sýrasýnda insana yanaþýp dünyevî bir ksým meþguliyetler, câzip, nefsânî meseleler hatýrlatarak, bir an evvel onlarýn peþine düþmek üzere tesbihâtý terkettirmek.
b) Yatýnca da alelacele uyutmak.
Þu halde mü´min, bu iki tuzaða karþý müteyakkýz olacak, namazdan sonra tesbihâtý eksiksiz yapmadan seccâdeden ayrýlmayacak, yatýnca da ayný zikirleri, belirtilen miktarlarda tekrar etmeden uyumayacak.
6-Hadiste açýklanmasý gereken son bir nokta, namazdan sonra yapýlacak tesbihâtýn sayýsýdýr. Burada tesbih, tahmid ve tekbirin 10´ar kere tekrar edileceði söylenmektedir. Halbuki bâzý baþka rivâyetlerde bu rakam her biri 33 diye tesbit edilmiþtir. Aradaki farkla ilgili açýklama daha önce geçtiði için burada tekrar etmeyeceðiz. (1813 numaralý hadise bakýlabilir.)[217]
ـ2ـ وعن ابن أبى أوفى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]جَاءَ رَجُلٌ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ: َ اَسْتَطِيعُ أنْ آخُذَ مِنَ القُرْآنِ شَيْئاً فَعَلّمْنِى مَا يُجْزِينِى قالَ: قُلْ سُبْحَانَ اللّهِ، وَالْحَمْدُ للّهِ، وََ إلهَ إَّ اللّهُ، وَاللّهُ أكْبَرُ وََ حَوْلَ وََ قُوَّةَ إَّ بِاللّهِ. قَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ: هَذَا للّهِ فَمَاذَا لِى؟ قَالَ: قُلْ اللَّهُمَّ ارْحَمْنِى وَعَافِنِى وَاهْدِنِى وَارْزُقْنِى، فَقَالَ: هكذَا بِيَدَيْهِ فَقَبَضَهُمَا، فقَالَ #: أمَّا هَذا فقَدْ مَ‘َ يَدَيْهِ مِنَ الخَيْرِ[. أخرجه أبو داود بتمامه، والنسائى إلى قوله: ]وََ قُوَّةَ إّ بِاللّهِ[ .
2. (1881)- Ýbnu Ebî Evfa (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Bir adam gelerek- "Ey Allah´ýn Resûlü! dedi, ben Kur´an´dan bir parça seçip alamýyorum. Bana kifâyet edecek bir þeyi siz bana öðretseniz!"
"Öyleyse, buyurdu, Sübhânallah velhamdülillah, ve lâilâhe illallah, vallâhu ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh. (Allahým seni tenzih ederim, hamdler sana mahsustur. Allah´tan baþka ilah yoktur, Allah en büyüktür, güç kuvvet Allah´tandýr) de."
"Ey Allah´ýn Resûlü! dedi, bu zikir Allah içindir. (O´nu senâdýr), kendim için dua olarak ne söyleyeyim?"
"Þöyle dua et: "Allahým bana merhamet et, afiyet ver, hidayet ver, rýzýk ver!"
Adam (dinleyip, kalkýnca) ellerini sýkýp göstererek: "Þöyle (sýmsýký belledim!)" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bunun üzerine:
"Ýþte bu adam iki elini de hayýrla doldurdu!.." buyurdu." [Ebû Dâvud, Salât 139, (832); Nesâî, Ýftitâh 32, (2, 143); Hadis Ebû Dâvud´da tam olarak, Nesâî´de kýsmî olarak rivâyet edilmiþtir.][218]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:13:27
AÇIKLAMA:
1- Ebû Dâvud, bu hadisi "Ümmî ve Acemi Olana Kifâyet Edecek Kýraat Miktarý" adýný taþýyan bir bâbta zikreder. Þârihler, Resulullah´a gelerek kifayet edecek miktarý soran kimsenin namazda kifayet edecek kýraat miktarý sorduðunu belirtirler. Nitekim hadisin bir baþka vechinde: إِنِّى َ اُحْسِنُ مِنَ الْقُرْاَنِ شَيْئًا "Ben Kur´ân´dan hiçbir (parçayý henüz tam ezberlemedim) güzel okuduðum kýsým yok" demiþtir.
Þu halde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn cevabý, namazda okunabilecek kifâyet miktarý göstermektedir.
Ancak, hadiste cevap olarak gelen zikirler, kýraat olarak yeterli deðildir. Bu sebeple ulemâ hadisi þöyle deðerlendirirler: "Bu ruhsat bütün zamanlar için muteber olamaz. Zîra bu kelimeleri öðrenmeye muktedir olan bir kimse, þüphesiz Fâtiha sûresini ezberleyebilecektir. Adamýn Resulullah´a söylediði sözü, "Þu anda Kur´ân´dan bir þey öðrenmeye kâdir deðilim, namaz vakti de girmiþ durumda" þeklinde anlamak gerekir." Öyleyse namazý, kendisine söylenen kelimeleri kýraat ederek kýlsa bile, namazdan sonra Fâtiha´yý öðrenmesi gerekir. Hattâbî der ki: "Bu meselede asýl olan þudur: Namaz, Fâtiha´sýz câiz deðildir. Fâtiha´yý okumak onu güzelce okuyabilen kimseye vecîbedir, tam ezberleyememiþ olana deðil. Bu durumda, bir kimse Fâtiha´yý henüz beceremiyor ve fakat baþka sûrelerden becerdiði varsa, ona, becerdiði yerden Fâtiha uzunluðunda yedi âyetlik bir kýsým okumasý vâcib olur. Fâtiha´dan sonra evlâ olan zikr, Kur´an´dan ona denk olan bir kýsýmdýr. Þâyet ezberleme kapasitesinin yokluðu veya dilinin Arapça´ya dönmemesi veya mâruz kaldýðý bir âfet gibi bir sebeple Kur´an´dan bir parçayý ezberleyemeyecek olursa, Kur´an´dan sonra en uygun (evlâ) zikr, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn öðretmiþ bulunduðu tesbih, tahmid ve tekbirdir. Zîra Efendimiz: "Kelâmullah´tan sonra efdal olan zikir Sübhânallâhi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahu vallahu ekber´dir" buyurmuþtur.
2-Adamýn, kendisi için Allah´tan ne taleb etmesi gerektiði hususundaki sorusuna Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in cevabý, duada istenmesi gereken þeyler hususunda fevkalâde câmî bir mâhiyet taþýmakta ve hatta Resûlullah´tan mervî me´sur dualarý âdeta özetlemektedir. Hatýrda kalmasý için tekrar kaydediyoruz.
* Allah´ýn rahmeti: Günahlarý terkettirmek, affetmek.
* Afiyet: Dünya ve âhiret âfetlerinden selâmet.
* Hidâyet: Ýslam´da sebat ve ahkâma uyma.
* Rýzýk: Yeterli miktarda helal rýzýk.
3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn tâliminden sonra, adamýn davranýþýyla ilgili ibâre çok veciz olduðu için þârihler yorumunda bazý farklýlýklara yer vermiþlerdir. Biz Ýbnu Hacer´in anladýðý tarzý tercümeye aksettirdik: Yâni adam, Resulullah´ýn tâlimatýný tam olarak ve saðlam bir þekilde öðrendiðini belirtmek için ellerini uzatýp avuçlarýný sýkmýþ ve kýymetli bir þeyi sýmsýký yakalayan bir kimsenin yaptýðý gibi: Ýþte þöyle! diye gösterip: "Sizin bana söylediðinizi ezberledim ve sýmsýký tutuyorum, artýk zâyi etmem, unutmam!" demek istemiþtir.
4-Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn "Bu adam iki elini de hayýrla doldurdu" demesi, adamýn dünya için de, âhiret için de gerekli olan hayýrlarý câmî olan bir duaya imtisalinden kinâyedir. Nitekim bu öðretilen hususlarýn ne kadar câmî þeyler olduðunu az yukarda gösterdik.[219]
ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ يُكْثِرُ أنْ يَقُولَ قَبْلَ مَوْتِهِ: سُبْحَانَ اللّهِ وَبِحَمْدِهِ، أسْتَغْفِرُ اللّهَ وَأتُوبُ إلَيْهِ، فَقُلْتُ لَهُ في ذلِكَ، قَالَ: أخْبَرَنِى رَبِّى أنِّى سَأرَى عََمَةً في أُمَّتِى، فإذَا رَأيْتُهَا أكْثَرْتُ مِنْ قَوْلِ: سُبْحَانَ اللّهِ وَبِحَمْدِهِ، أسْتَغْفِرُ اللّهَ وَأتُوبُ إلَيْهِ، فقَدْ رَأيْتُهَا: إذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ وَالْفَتْحُ. السورة[. أخرجه الشيخان .
3. (1882)- Hz. Âiþe (radýyallâhu anhâ) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölümünden önce þu dualarý çok tekrar ederdi: "Sübhânallahi ve bihamdihi, estaðfirullahe ve etûbu ileyh. (Allahým seni hamdinle tesbîh ederim, maðfiretini diler, günahlarýma tevbe ederim.)" Ben kendisinden bunun sebebini sordum. Þu açýklamayý yaptý:
"Rabbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkýnda bir alâmet göreceðim. Ben onu görünce Sübhânallâhi ve bihamdihi, estaðfirullahe ve etûbu ileyh zikrini artýrdým. Bu gördüðüm, Ýzâ câe nasrullahi ve´lfethu... sûresidir." [Buhârî, Tefsir, Nasr, Ezân 123, 139; Megâzî 50; Müslim, Salât 220, (484).][220]
AÇIKLAMA:
1- Cenab-ý Hakk´a: "Hamdinle tesbih ederim" demek, "seni tesbih etmeye þahsen muktedir deðilim, bunu kendi gücümle yapamam. Þâyet tesbih ediyorsam bu senin lütfun ve hidâyetinledir" demektir. Yâni, Allah´ý tesbih edebilmenin de Allah tarafýndan verilen bir nimet olduðunu beyandýr. Mazhar olunan nimetin "in´am" yani verilme olduðunu bilmek ve bunu, nimeti verene ifâde etmek, hamd ve þükürdür. Öyle ise Cenâb-ý Hakk´a, "Hamdinle tesbîh ediyorum" demek, tesbih edebilmenin de bir lütf-u Ýlahî olduðunu beyan olmaktadýr.
2-Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ý çok tesbih, tahmid ve istiðfâra sevkeden þey, Mekke´nin fethinden sonra, insanlarýn fevc fevc, yani kitleler halinde Ýslam´a girmesidir. Nitekim Resûlullah´ýn zikrettiði Nasr sûresinde, Rabbimiz Resûlüne o alâmeti þöyle haber vermiþtir: "(Ey Resulüm), Allah´ýn yardýmý ve zaferi (feth) gelip, insanlarýn Allah´ýn dinine akýn akýn girdiklerini görünce, Rabbini hamd ile tesbih et, istiðfar et (baðýþlanma dile). Çünkü O tevbeleri dâima kabul edendir" (Nasr 1-3).[221]
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ‘نْ أقُولَ: سُبْحَانَ اللّهِ، والْحَمْدُللّهِ، وََ إلَهَ إّ اللّهُ، وَاللّهُ أكْبَرُ أحَبُّ إلَى مِمَّا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ[. أخرجه مسلم والترمذي .
4. (1883)- Ebû Hüreyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sübhânallahi, velhamdu lillahi, velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber (Allah´ý tesbih ederim, hamdler Allah´adýr, Allah´tan, baþka ilâh yoktur. Allah en büyüktür) demem, bana, üzerine güneþin doðduðu þeyden (dünyadan) daha sevgilidir." [Müslim, Zikr 32, (2695); Tirmizî, Daavât 139, (3591).][222]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:14:35
AÇIKLAMA:Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ebedî hayata bakan, kýyamet günü terâziye girecek olan en küçük bir nurun bile, fâni olacak, ebediyete intikal etmeyecek maddî menfaatlerle hiçbir sûrutte tartýya gelmeyeceðini, dünya gibi büyük bir varlýðýn bile "fenaya giden yönüyle" bir kerecik tesbih, tahmid ve tekbir okumakla elde edilecek sevaba deðmediðini ifâde buyuruyor. Hadisin her çeþit mücâzefeden uzak olarak ifâde ettiði hakikatý açýk þekilde anlayabilmek için þöyle bir soru sorabiliriz: "Hiç sönmeden ebedî olarak yanan bir mum mu daha çok ýþýk verir, muvakkat bir ömre sahip fâni bir güneþ mi?" Düþününce her halde mumun daha zengin olduðunu söyleyeceðiz. Aksini söylemek ebediyetin ne olduðunu kavramamak olur.[223]
ـ5ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: لَقِيتُ لَيْلَةَ أُسْرِىَ بِى إبْرَاهِيمَ عَلَيْهِ السََّمُ فقَالَ لِى يا مُحَمَّدُ: أقرِئ أُمَّتَكَ مِنِّى السََّمَ وَأخْبِرْهُمْ أنَّ الجَنَّةَ طَيِّبَةُ التُّرْبَةِ عَذْبَةُ المَاءِ، وَأنَّهَا قِيعَانٌ وَأنَّ غِرَاسَهَا: سُبْحَانَ اللّهِ، وَالحَمْدُللّهِ، وََ إلهَ إَّ اللّهُ، وَاللّهُ أكْبَرُ[. أخرجه الترمذي .
5. (1884)- Ýbnu Mes´ud (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Miraç sýrasýnda Ýbrahim (aleyhisselâm)´le karþýlaþtým. Bana:
"Ey Muhammed, ümmetine benden selam söyle. Ve haber ver ki: Cennetin topraðý temiz, suyu tatlýdýr. Burasý (suyu tutacak þekilde) düz ve boþtur. Oraya atýlacak tohum da sübhânallah, velhamdülillah, ve lâilâhe illallâh, vallâhu ekber cümlesidir." [Tirmizî, Daavât 60, (3458).][224]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Müslümanlarý boþ vakitlerinde mübarek kelimelerle zikretmeye fevkalâde teþvik etmektedir. Zîra en büyük uhrevî idealleri arasýnda yer alan cennet için bu þart gözükmektedir. Topraðý temiz ve her çeþit aðaçtan boþ ve fakat aðaç dikmeye fevkalâde elveriþli yani düz ve tatlý suya sâhip olan cennet; ekim beklemektedir. Herkes kendi cennetini bol aðaçlý, gölgeli, yeþil kýlabilmek için daha dünyada iken ekim yapmalýdýr. Orada neþv ü nema bulup, orayý tezyin edecek tohumlar da sübhânallah, elhamdülillah, lâilahe, illallah ve Allahu ekber gibi Resûlullah´ýn haber verdiði kelime-i tayyibelerdir. Kiþi burada ekim yaptýðý ölçüde yâni bu kelimeleri sevap umarak zikrettiði nisbette, âhirette cenneti zenginleþecek ve güzelleþecektir.
Tîbî, bu hadiste diðer bir kýsým nasslarla teâruz görür. Der ki: "Bu rivâyete göre, cennet aðaç ve kasýrlardan hâlîdir. Halbuki Kur´an´da gelen bir kýsým âyetler cennetin aðaçlý olduðunu haber verir: جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اَْنْهَارُ "Altýnda nehirler akan cennetler" âyetinde olduðu gibi. Esasen cennete cennet denmesi de aðaçlarý sebebiyledir: "Cennet dallarý birbirine geçmiþ, sýk aðaçlý (koyu gölgeli) bahçe demektir."
Merhum bu hadisle Kur´an arasýndaki ihtilaflý duruma böylece dikkat çektikten sonra yeni sorular îras eden bir de çözüm kaydeder. Ondan ziyâde Aliyyu´l-Kârî´nin te´vilini kaydetmeyi daha muvafýk buluyoruz: "Hadiste, cennetin kasýr ve aðaçlardan tamamen boþ olduðuna dair delil yoktur. Zîra cennetin düz ve boþ olmasý demek, ekseriyetinin aðaçlý, geri kalan kýsýmlarýnýn ise mezkur kelimelerle aðaçlandýrýlmaya býrakýlmýþ boþ mekanlar olmasý demektir. Cennetin önceden, sebep olmaksýzýn dikilmiþ olan aðaçlarý, bu kelimelerin okunmasý neticesinde dikilecek olan aðaçlardan ayrýlýr."
Bu hadisin, dünyayý âhirete nazaran bir ekim yerine benzeten âyetin (Þûra 20) ve ayný mânayý iþleyen diðer hadislerin bir tamamlayýcýsý olduðu da söylenebilir. Gayb âlemi ile ilgili bir teþbih olmasý hasebiyle ifâde etmek istediði mânaya ve bildirmek istediði hakikate bakmak daha muvafýktýr. Bunun mahiyetini dünyevî þartlara uygun olarak anlamak gereksizdir. Hadis þu hakikati bildiriyor: "Dünya ekim yeridir, güzel kelimelerin zikri bir ekimdir, öbür dünyada, cennet aðaçlarý, âhiret meyveleri olacaktýr. Çok zikrederek âhiret için ekim yapmalýdýr."[225]
ـ6ـ وعن يُسيرة موة ‘بى بكر الصديق رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما وكانت من المهاجرات ا‘ول قالت: ]قالَ لَنَا رسولُ اللّهِ #: عَلَيْكُنَّ بِالتَّسْبِيحِ، وَالتَّهْلِيلِ، وَالتَّقْدِيسِ، وَالتَّكْبِيرِ، وَاعْقِدْنَ بِا‘نَامِلِ، فَإنَّهُنَّ مَسْئُوَتٌ مُسْتَنْطَقَاتٌ، وََ تَغْفُلْنَ فَتَنْسَيْنَ الرَّحْمَةَ[. أخرجه أبو داود والترمذي، واللفظ له .
6. (1885)- Hz. Ebû Bekri´s-Sýddîk´in âzadlýsý Yüseyre (radýyallâhu anhümâ) -ki ilk muhâcirlerden idi- anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize dedi ki: "Size tesbih, tehlil, takdis, tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunlarý parmaklarla sayýn. Zîra parmaklar (Kýyamet günü nelerde kullanýldýklarýndan) suale mâruz kalacaklar ve konuþturulacaklardýr." [Tirmizî, Daavât 131, (3577); Ebû Dâvud, Salât 359, (1501).][226]
AÇIKLAMA:
1-Burada, bir kýsým zikirler kýsaltýlarak zikredilmiþtir. Çoðunlukla zikri tekrar tekrar geçti ise de takdis nâdir geçenlerdendir. Bununla Sübhâne´l-Meliki´l-Kuddûs veya, Sübbûhun Kuddûsün Rabbu´lmelâiketi ve´r-Rûh zikirleri kastedilmiþtir.
Hemen belirtelim ki, böyle kýsaltmalar Arap dilinde eskiden kalma bir âdettir. Bir cümle dillerde çok tekerrür ederse tekrarda kolaylýk olsun diye kýsaltýlýr. Bu maksadla her kelimenin birer ikiþer harfi alýnýp, birbirine eklenerek yeni bir kelime ortaya konur. Yukardakilere ilâveten havkale, hay´ale, besmele gibi baþka örnekler de zikredilebilir.
2-Bu hadis tesbihâtýn sayýmýnda parmaklarý kullanmanýn efdaliyetine dikkat çekmektedir. Zîra Resûlullah parmaklarýn sorumluluðunu, konuþturulacaðýný belirterek, sayýlmasýný istemiþtir. Daha önce de belirttiðimiz gibi, âlimler sayýnýn doðru yapýlmasýný esas alýrlar. Öyle ise doðru sayým parmakla yapýlabiliyor, karýþtýrmadan, eksik veya ziyade sayýmdan emin olunabiliyorsa efdal olaný parmaðý kullanmaktýr. Ama bundan endiþe eden kimse tesbih gibi baþka bir þey kullanýr.[227]
ـ7ـ وعن أبى بكر الصديق رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا أصَرَّ مَنِ اسْتَغْفَرَ، وَلَوْ عَادَ في اليَوْمِ سَبْعِينَ مَرَّةً[. أخرجه أبو داود والترمذي .
7. (1886)- Hz. Ebû Bekri´s-Sýddîk (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ýstiðfar eden kimse günde yetmiþ kere de tevbesinden dönse günahta musýr sayýlmaz." [Tirmizî, Daavât 119, (3554); Ebû Dâvud, Salât 361, (1514).][228]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:15:27
AÇIKLAMA:
1-Bu hadisin mânâsýný âlimler þöyle açýklamýþlardýr: "Bir kimse iþlediði bir günaha tevbe ettiði takdirde, ayný günaha dönüp tekrar iþler veya bir baþka günahý iþlerse, her seferinde tevbe de ediyorsa, bu kimse, bir günde ne kadar çok ayný günaha dönerse dönsün, yine de günahta musýr sayýlmaz. Musýr, iþlediði günahlara istiðfar etmeyen, piþman olmayan kimsedir. Israr ise çok günah iþlemek demektir. Ýbnu Melek: "Israr, mâsiyet üzerinde sebat etmek, aralýksýz günah iþlemeye devam etmektir" der.
2- Bu hadiste Allah´ýn affýndan ümit kesilmeyeceði, iþlemekte olduðu günahlardan kesin bir dönüþe azmetmiþ olan kimseye Cenâb-ý Hakk´ýn kapýsýnýn her an açýk olduðu, böyle bir tevbenin kabûlüne, önceden iþlenen günahlarýn çokluðunun, büyüklüðünün veya çeþitliliðinin bir mâni teþkil etmeyeceði ifâde edilmektedir. Nitekim âyet-i kerimede: "Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aþanlar! Allah´ýn rahmetinden ümidinizi kesmeyin... Çünkü Allah, bütün günahlarý affeder" (Zümer 53) buyurulmuþtur.[229]
ـ8ـ وعن أغرّ مزينة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: إنَّهُ
لَيُغَانُ عَلَى قَلْبِى حَتَّى أسْتَغْفِرَ اللّهِ في الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةِ[. أخرجه مسلم وأبو داود .
8. (1887)- el-Eðarru´l-Müzenî (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Þurasý muhakkak ki, bazan kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah´a günde yüz sefer istiðfar eder (affýmý dilerim)." [Müslim, Zikr 41, (2702); Ebû Dâvud, Salât 361, (1515).][230]
AÇIKLAMA:
1- Gaflet olarak tercüme ettiðimiz kelimenin aslý ðayn´dýr, bulut mânasýna olan ðayn´dan gelir. Örtmek, kaplamak gibi mânâlarý ifâde eder. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)´ýn kalbinin bazan -tabir caizse- bulutlanmasý örtülmesi -ki gaflete düþmek denince daha anlaþýlýr olmaktadýr- ne demektir? O´nun kalbinin gafleti de diðer insanlarýn gafletinin ayný mýdýr?"
Bu husus âlimlerce münakaþa edilmiþtir. Sözgelimi el-Ârif eþ-Þâzelî der ki: "Bu bulut nur bulutudur, baþka deðil. Zîra Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz, dâima bir terakki içinde idi. Mârifet nurlarý kalbinde devam ettikçe bir öncekine nisbeten daha yüksek bir mertebeye yükseliyor, geride býraktýðýný, bu yeni mertebeye nisbetle günah addedip, tevbe ediyordu." Münâvî bu açýklamayý devam ettirir: "Resûlullah´ýn kalbini zaman zaman bürüyen bulut, bazýlarýnca zannedildiði üzere hicab veya gaflet perdesi olmayýp, tecelliyat nurlarýnýn onu kaplamasý ve böylece huzur hâlinin[231] kaybolmasýdýr. Ýþte bunun için Allah´tan maðfiret taleb etmekte, yani üzerini kaplamýþ bulunan þeyin örtülmesini taleb etmektedir. Çünkü havas kýsmýnýn mazhar olduðu tecelli devam edecek olursa Sultanu´l-Hakikat yanýnda yokluða mahkûm olurlar. Bu sebeple setr, onlar için rahmet olur, avam için de hicab ve hikmet olur.. "
Ýbnu´l-Esir, en-Nihâye´de biraz daha farklý bir yorumda bulunur: "(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm) burada insanýn hâlî olmadýðý sehv´den, kendisini kaplayan þeyi kastetmiþtir. Çünkü O´nun kalbi daima Allah´la meþgul idi. Herhangi bir zamanda , beþerî bir mesele kendisine ârýz olup ümmet ve dinin bir iþi veya bir maslahatý ile meþgûl olsa, bunu bir günah addeder, derhal istiðfara geçerdi."
Kadý Ýyaz: "Gayn´dan (örtü) maksad, Resulullah´ýn þe´ni olan mütemâdî zikrine giren fâsýlalardýr. Herhangi bir iþ sebebiyle, bu zikrine fâsýla girdi mi, bunu bir günâh addeder, arkadan istiðfarda bulunurdu" der.
Suyûtî ise: "Bu müteþâbihattandýr, mânâsý bilinmez. Nitekim lügatte büyük imam el-Esmaî bu kelimenin tefsiri söz konusu olunca tevakkuf etmiþ ve: "Kalb, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan baþkasýnýn kalbi olsaydý, üzerine konuþurdum" demiþtir.
Bâzýlarý: "Bu, insanýn içinde kalbe gelen bâzý seslerdir" demiþ; keza: "Bu, kalbi bürüyen sekîne´dir. Ýstiðfar ise, Allah´a ubûdiyet izhâr etmek, daha iyisi için de þükretmek içindir" diyen de olmuþtur. Keza: "Bu, haþyet ve ta´zim hâlidir, istiðfar da þükürdür" dahi denmiþtir. Bu görüþten hareket eden Muhâsibî, "Allah´a olanlarýn havfý, iclâl ve ta´zim havfýdýr" demiþtir. Þahâbettin Sühreverdî, bu noktada daha ileri bir görüþ beyân eder: "Hadisteki ðayn´ýn naks halinde olduðu îtikat edilmemeli, bilakis o kemâldir veya kemâlin tetimmesi (tamamlayýcýsý)dýr. Týpký gözkapaðý gibi: Göze gelen çöpü atmak üzere onu bir an için kopar. Bu, zâhirde görmeyi önlerse de hakikatte görmeye kemâl getirir..."
Sindî de þunu söylemiþtir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn kalbi gözönüne alýnýnca bu ifâdenin hakîkati bilinemez, zîra, Efendimiz´in (alehissalâtu vesselâm) kadri, baþkasýna ârýz olan evhamlarýn ulaþamayacaðý kadar yüce idi. Öyleyse bu çeþit hadislerde tefvîz (kastedilen mânâyý Allah´a býrakmak) en güzel yoldur. Evet, hadisten maksûd olan miktar açýktýr: Aleyhissalâtu vesselâm´a O´nu istiðfar etmeye dâvet eden bir hâlet hasýl olmaktadýr. O da bunun üzerine, hergün yüz kere istiðfar etmekteydi. Bunun dýþýnda ne olup bitiyordu Allah bilir.
Görüldüðü gibi Ýslam ulemâsý Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) karþýsýnda son derece saygýlý olmuþ, yanlýþ anlaþýlmaya müncer olacak, O´na olan ta´zim ve hürmeti kýracak tekavvül ve yorumdan kaçýnmýþtýr.[232]
ـ9ـ وفي رواية لمسلم: ]تُوبُوا إلَى رَبِّكُمْ فَوَاللّهِ إنِّى ‘َتُوبُ إلَى رَبِّى تَبَارَكَ وتَعالَى في اليَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ[ .
9. (1888)- Yine Eðarru´l-Müzenî, Müslim´in bir rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn þöyle dediðini nakletmiþtir: "Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin. Allah´a kasem olsun ben Rabbim Tebârek ve Teâlâ hazretlerine günde yüz kere tevbe ederim." [Müslim, Zikr 42, (2702).][233]
ـ10ـ وللبخارى والترمذي عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسُولَ اللّهِ # يَقُول: وَاللّهِ إنِّى ‘سْتَغْفِرُ اللّهَ وَأتُوبُ إلَيْهِ في الْيَوْمِ سَبْعِينَ مَرَّةً[. »لَيُغَانُ« أى يغطى ويغشى، والمراد به السهو .
10. (1889)- Buhârî ve Tirmizî´de gelen bir rivâyette Hz.Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ý iþittim, demiþti ki: "Allah´a kasem olsun, ben günde Allah´a yetmiþ kere istiðfar ediyorum, tevbede bulunuyorum." [Buhârî, Daavât 3; Tirmizî, Tefsir, Muhammed, (3255).][234]
AÇIKLAMA:
1- Tevbe ve istiðfar, günahlarýn affýný teleb etmek maksadýna râci bir ibâdettir. Öyle ise öncelikle günahkâr olanlarýn, hataya düþenlerin bunlara baþvurmasý gerekir. Halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn Fetih sûresinin baþýnda belirtildiði üzere geçmiþ ve gelecek bütün günahlarý affedilmiþtir. Buna raðmen Resûlullah günde yetmiþ sefer -bazý rivâyetlerde yüz sefer- tevbe ediyor, bu mesele birkaç açýdan cevaplandýrýlmýþtýr:
1) Önceki hadiste ðayn, yâni Hz. Peygamber´in kalbine gelen setr´in mâhiyetiyle ilgili açýklama, Hz. Peygamber´in istiðfarýnýn mahiyetini açýklamaktadýr, oraya bir kere daha bakýlabilir.
2) Ýbnu´l-Cevzî þöyle der: "Ýnsan tabiatý bir kýsým zellelere mâruzdur, hiçbir insan bundan hâriç deðildir. Peygamberler büyük günâhlara karþý mâsum (korunmuþ) iseler de küçük günâhlara karþý mâsum deðildirler." Ýbnu´l-Cevzî bu sözüyle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den küçük günahlar sâdýr olabileceðini, istiðfarýnýn bunlarla ilgili olacaðýný söylemek isterse de, bu görüþüyle Cumhur´a muhalefet eder. Önceki hadisin açýklamasýnda da kaydedildiði üzere Resûlullah´ýn istiðfarýnýn günahla ilgisi olamaz. Ýbnu´l-Cevzî muhtar görüþe ters düþer.
3) Ýbnu Battâl der ki: "Peygamberler Allah´ýn kendilerine bahþettiði mârifet sebebiyle, ibâdet vazîfesini îfâda insanlarýn en çok gayret gösterenleridir. Allah´a þükürde ve kusurlarýný îtirafta en baþta gelirler." Burada denmek istenen þudur: Ýstiðfar, Allah Teâlâ´ya karþý eda edilmesi gereken vazifedeki kusur için yapýlýr. Bu kusurun da, bir kýsým mübah iþlerle meþguliyet sebebiyle meydana gelmesi ihtimalden uzak deðildir. Sözgelimi yemek, içmek, cima, uyku, istirahat, insanlarla karþýlaþma, onlarýn meseleleriyle meþgûliyet, bâzan düþmanlarla savaþ, bazan onlarý idare etmek, kalpleri kazanýlacak olanlarla ilgilenmek gibi Allah´ýn zikrine ve O´na tazarruda bulunup, müþâhade ve murakabesi ile meþgul olmaya perde çeken bu hallerin hepsini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in yüce makam olan Cenâb-ý Hakk´ýn huzur makamýna nisbetle günah addetmiþ olmasý mümkündür.
4) Bazý âlimler þöyle demiþtir: "Resûlullah, ümmetine günahlarýndan istiðfar etmeyi teþrî etmek maksadýyla istiðfarda bulunmuþtur. Bu, ümmet için bir nevi þefaattir.
2- Hadisteki kasem´e gelince: Arap dilinin kendine has örfünde kasem, anlatýlaný te´kid etmek maksadýyla baþvurulan bir üslubtur. Yemine her seferinde muhatabýn þüphesini izâle için yer verilmez. Muhatab hemen inansa da konuþan kimse yemin edebilir. Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn ifâde buyurduklarýnýn doðruluðundan þüpheye düþecek tek muhatabýn varlýðý mevzubahis deðildir.
3- Resûlullah hangi kelimelerle istiðfarda ve tevbede bulunuyordu? diye bir soruyu, Ýbnu Hacer: "Estaðfirullah ve etûbu ileyh" þekinde -rivâyette geldiði üzere- olma ihtimalini te´yidden sonra, Nesâî´de gelen bir rivâyette geçtiði üzere baþka þekilde olabileceðini de belirtir.
Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ) der ki: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)´ýn bir meclisten kalkmazdan önce yüz kere: اَسْتَغْفِرُاللّهَ الَّذِى َ إِلَهَ اَِّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ وَاَتُوبُ إِلَيْهِ "Kendisinden baþka ilah bulunmayan, hayy ve kayyûm olan Allah´tan af diliyorum, O´na tevbe ediyorum" dediðini iþittim."Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ) bir baþka rivâyette, "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bir mecliste yüz kere: رَبِّ اغْفِرْلِى وَتُبْ عَلَىَّ إِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ اْلغَفُورُ "Rabbim beni maðfiret et, affeyle, sen affedici, baðýþlayýcýsýn" dediðini saydýk" der. Sadedinde olduðumuz hadiste, "yetmiþ kere" tevbe ve istiðfar edildiðinin zikredilmiþ olmasýný, bir baþka hadiste ise "yetmiþ kereden fazla" tâbirinin yer almasýný nazar-ý dikkate alan Ýbnu Hacer þöyle hükme baðlar: "(Bu ifâdelerde Resûlullah´ýn) mübâlaða kasdetmiþ olmasý da, ayný rakamý kasdetmiþ olmasý da muhtemeldir."[235]
ـ11ـ وعن أسماء بن الحكم الفزارى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يَقُولُ: كُنْتُ إذَا سَمِعْتُ حَدِيثاً مِنْ رسُولِ اللّهِ # نَفَعَنِى اللّهُ تَعَالَى بِمَا شَاءَ أنْ يَنْفَعَنِى مِنْهُ، وَإذَا حَدَّثَنِى رَجُلٌ عَنْهُ اسْتَحْلَفْتُهُ، فَإذَا حَلَفَ لِى صَدَّقْتُهُ، وَإنَّهُ حَدَّثَنِى أبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ، وَصَدَقَ أبُو بَكْر قَالَ: سَمِعْتُ رسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَا مِنْ رَجُلٍ يُذْنِبُ ذَنْباً، ثُمَّ يَقُولُ فَيَتَطَهَّرُ وَيُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ، ثُمَّ يَسْتَغْفِرُ اللّهَ تَعَالى إّ غَفَرَ لَهُ، ثُمَّ قَرَأَ: وَالَّذِينَ إذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أوْ ظَلَمُوا أنْفُسَهُمْ ذََكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ. اŒية[. أخرجه أبو داود والترمذي.
11. (1890)- Esmâ Ýbnu´l-Hakem el-Fezârî (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Hazreti Ali´yi dinledim, þöyle demiþti: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan bir hadis dinledim mi, Allah Tealâ hazretlerinin faydalanmamý dilediði kadar ondan istifade ediyordum. Þayet bir adam O´ndan hadis rivâyet edecek olsa (gerçekten duydun mu diye) yemin ettiriyordum. Yemin edince onu tasdik edip rivâyetini kabûl ediyordum."
Hz. Ebû Bekri´s-Sýddik (radýyallâhu anh) bana þu hadisi rivâyet etti ve bu rivâyetinde Ebû Bekir doðru söyledi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ý dinledim, demiþti ki: "Günah iþleyip arkasýndan kalkýp abdest alarak iki rek´at namaz kýlan sonra da Allah Teâla hazretlerine tevbe eden her insan mutlaka maðfiret olunur." Sonra da þu âyeti okudu. (Meâlen): "Onlar fena bir þey yaptýklarýnda veya kendilerine zulmettiklerinde Allah´ý zikrederler, günahlarýnýn baðýþlanmasýný dilerler. Günahlarý Allah´tan baþka baðýþlayan kim vardýr? (Âl-i Ýmrân 135). [Tirmizî, Tefsîr Âl-i Ýmran, (3009); Ebû Dâvud, Salât 361, (1521) Ýbnu Mâce, Ýkâmetu´s-Salât 193, (1395).][236]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:16:29
AÇIKLAMA:
Resûlullah´ýn vefatýndan sonra Ashâb (radýyallâhu anhüm) hadis rivâyeti hususunda çok titiz davranýyordu. Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir, sonradan iþittikleri bir hadis husûsunda içlerinde bir tereddüt olursa þâhid isterlerdi. Keza Hz. Ali de böyle bir durumda muhatabýna yemin ettirirdi. Ýþte sadedinde olduðumuz rivâyet, Hz. Ali´nin bu prensibini kendi aðzýndan nakletmektedir.
Ashab´ýn ileri gelenlerinin bu davranýþý, hadis rivâyetinde herkesin kendini serbest hissederek rastgele, hatalý, ziyâde ve noksanlý olarak rivâyette bulunmalarýný önlemeye râci idi, birbirlerini itham gayesi gütmüyordu. Ýlgili açýklama son ciltlerde geniþçe ele alýnacaktýr.(kitapta böyle bir cümle yok)
Ýlgili açýklamaya bakýlmalýdýr (1, 58-60).
ـ12ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ # مَنْ قَالَ: َ إلَهَ إَّ اللّهُ، وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، وَلَهُ الحَمْدُ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَئٍ قَدِيرٌ في يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ، كَانَتْ لَهُ عِدْلَ عَشْرِ رِقَابٍ، وَكُتِبَتْ لَهُ مِائَةُ حَسَنَةٍ، وَمُحِيَتْ عَنْهُ مِائَةُ سَيِّئَةٍ، وََكَانَتْ لَهُ حِرْزاً مِنَ الشَيْطَانِ يَوْمَهُ ذلِكَ حَتَّى يُمْسى، وَلَمْ يَأتِ أحَدٌ بِأفْضَلَ مِمَّا جَاءَ بِهِ إَّ رَجُلٌ عَمِلَ أكْثَرَ مِنْهُ، وَمَنْ قَالَ:
سُبْحَانَ اللّهِ وَبِحَمْدِهِ في يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ حُطَّتْ خَطَايَاهُ، وَإنْ كَانَتْ مِثْلَ زَبَدِ الْبَحْرِ[. أخرجه الثثة والترمذي .
12. (1891)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim: "Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâþerîke leh, lehu´l mülkü ve lehu´lhamdü ve hüve alâ külli þey´in kadîr" duasýný bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiþ gibi sevab verilir, ayrýca lehine yüz sevab yazýlýr ve yüz günahý da silinir. Bu, ayrýca üç gün akþama kadar onu þeytana karþý muhafaza eder. Bundan daha fazlasýný okumayan hiçbir kimse, o adamýnkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse hatalarý dökülür, hatta denizin köpüðü kadar (çok) olsa bile." [Buhârî, Daavât 54, Bed´ü´l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur´ân 20, (1, 209); Tirmizî, Daavât 61, (3464).][237]
AÇIKLAMA:
1- Bu dua, bir rivâyette: يُحْيِى وَيُمِيتُ (hayat verir ve ölüm verir), bir baþka rivâyette de, بِيَدِهِ اْلخَيْرُ (hayýrlar O´nun elinde) ziyâdesiyle gelmiþtir.
2- Bu duanýn ne zaman okunacaðý rivayetten rivâyete sarahat kazanýr. Birinde "günde" diye mutlak iken, bir diðerinde "sabah olunca", bir diðerinde "sabah namazýndan sonra, konuþmazdan önce on defa" diye kayýtlanmýþtýr.[238]
ـ13ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ دَخَلَ السُّوقَ، فقَالَ: َ إلَهَ إَّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، وَلَهُ الحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ، وَهُوَ حَىٌّ َ يَمُوتُ بِيَدِهِ الخَيْرِ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَئٍ قَدِيرٌ. كَتَبَ اللّهُ لَهُ ألْفَ ألْفَ حَسَنَةٍ، وَمَحَا عَنْهُ ألْفَ ألْفَ سَيِّئَةٍ، وَرَفَعَ لَهُ ألْفَ ألْفَ دَرَجَةٍ[. وفي رواية: ]عِوَضَ الثَّالِثَةِ، وَبَنَى لَهُ بَيْتاً في الجَنّةِ[. أخرجه الترمذي .
13. (1892)- Hz. Ömer (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim çarþýya girince Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ þerîke leh, lehü´lmülkü ve lehü´lhamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihi´lhayr ve hüve alâ külli þey´in kadîr. (Allah´tan baþka ilah yoktur, tekdir, ortaðý yoktur, mülk ve hamd ona aittir. Hayatý o verir, ölümü de o verir. Kendisi hayattârdýr, ölümsüzdür. Hayýrlar O´nun elindedir. O her þeye kâdirdir) duasýný okursa Allah ona bir milyon sevab yazar, bir milyon da günah affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir."
Bir rivâyette, üçüncü mükâfaata bedel, "Onun için cennette bir köþk yapar" denmiþtir." [Tirmizî, Daavât 36, (3424).][239]
AÇIKLAMA:
1- Tîbî´nin açýklamasýna göre çarþý, pazar gibi alýþ veriþ yapýlan yerler, hadislerde zikrullaha karþý en ziyâde gaflet edilen mahaller olarak ifâde edilmiþtir. Buralar, bir baþka ifâde ile þeytanýn saltanat mevzii ve askerlerinin toplanma yerleridir. Öyle ise burada zikir, þeytanla savaþ, onun askerlerini hezîmete uðratmak demektir. Resûlullah sadedinde olduðumuz hadiste, þeytana karþý bu savaþý veren kimsenin Allah indinde mazhar olacaðý mükâfaatý belirtmektedir. Kiþi, sevabýný düþünerek, çarþýya daha girmeden bu duayý okursa, oranýn kesif gafletine karþý tedbirini almýþ, zikrini, þuurunu hazýrlamýþ olur, gaflete düþmez.
2- Duanýn nasýl okunacaðý mutlak gelmiþtir. Dileyen sesli okur, dileyen sessiz. Tîbî der ki: "Kim çarþýda Allah´ý zikrederse, haklarýnda Cenâb-ý Hakk´ýn: "Bunlarý ne ticâret ve ne de alýþveriþ, Allah´ý anmaktan, namaz kýlmaktan, zekât vermekten alýkoyar. Bunlar gönüllerin ve gözlerin döneceði günden korkarlar" (Nur 37) buyurduðu zümreye dâhil olurlar."[240]
ـ14ـ وعن جويرية زوج النبي # رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رسوُلَ اللّهِ # خَرَجَ مِنْ عِنْدهَا بُكْرَةً حِينَ صَلّى الصُّبْحَ، وَهِىَ في مَسْجِدِهَا، ثُمَّ رَجَعَ بَعْدَ أنْ أضْحَى وَهِىَ جالِسَةٌ، فقَالَ: مَازِلْتِ عَلى الحَالِ الَّتِى فاَرَقْتُكِ عَلَيْهَا؟ قَالَتْ نَعَمْ. قاَلَ: لَقَدْ قُلْتُ بَعْدَكِ أرْبَعَ كَلِمَاتٍ ثََثَ مَرَّاتٍ لَوْ وُزِنَتْ بِمَا قُلْتِ مُنْذُ الْيَوْمِ لَوَزَنَتْهُنَّ: سُبْحَانَ اللّهِ وَبِحَمْدِهِ عَدَدَ خَلْقِهِ، وَرِضَى نَفْسِهِ، وَزِنَةَ عَرْشِهِ، وَمِدَادَ كَلِمَاتِهِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى.وقوله »زَنَة عَرْشِهِ« أى بوزن عرشه في عظم قدره.و»مِدَادَ كَلِمَاتِهِ« أى مثلها وعددها، وقيل المداد: مصدر كالمدّ.
14. (1893)- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zevcelerinden Cüveyriyye (radýyallâhu anhâ)´nin anlattýðýna göre, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz bir gün sabah namazýný kýlýnca, daha kendisi namazgâhýnda iken, erkenden yanýndan çýkmýþ, gitmiþ, kuþluktan sonra Cüveyriyye (ayný yerinde zikrederek) otururken geri gelmiþ ve: "Býrakýp gittiðim halde duruyorsun (hiç yerinden kýmýldamadýn galiba?)" diye sormuþtur. "Evet" cevabý üzerine þunu söylemiþtir: "Ben senden ayrýldýktan sonra dört kelime(lik bir dua)yý üç kere okudum. Eðer bunlardan hâsýl olan sevab tartýlacak olsa, senin burada sabahtan beri okuduðun dualarýn sevabýnýn aðýrlýðýna denk olur. O dua þudur: "Sübhânallahi ve bihamdihi adede halkýhî ve rýdâ nefsihî ve zinete arþihî ve midâde kelimâtihî. (Allah´ý mahlukatý sayýsýnca, nefsinin rýzasýnca, arþýnýn aðýrlýðýnca, kelimelerinin adedince tesbih (noksanlýklardan tenzih) ederim." [Müslim, Zikr 79, (2726); Tirmizî, Daavât 117, (3550); Ebû Dâvud, Salât 359, (1503); Nesâî, Sehv, 93, (4, 77).][241]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyetin Tirmizî´deki vechine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Cüveyriyye (radýyallâhu anhâ)´nýn yanýna bir sabah namazý sýrasýnda uðrar, bir de gün ortasýnda uðrar. Cüveyriyye´yi ayný yerde, ayný vaziyette ibâdete devam ediyor bulunca, "sabahtan beri yapmakta olduðu zikre sevapca denk gelecek dört kelimelik dua"yý öðretir. Bu rivâyette, dua, tekrarlar zikredilerek kaydedilir. Yâni kelimelerin her biri üçer kere tekrar edilir: "Sübhânallahi adede halkýhî, sübhânallahi adede halkýhî, sübhânallahi adede halkýhî..." Ondan sonra diðer kimeler ayný þekilde üçer kere tekrar edilir.
2- Midâd meded gibi mastardýr, hadiste çoðaltan, artýran þey demektir. Bâzý þârihler, sayýda, adetde misli olarak anlamýþ; bazýsý da sevab husûsunda misli, dengi olarak anlamýþtýr. Her hâl u kârda bu bir temsîl olup mukâyese kastedilmemiþtir. Zîra kelâm tartýya, kileye gelmez, adede girebilir.
3-Sadedinde olduðumuz hadis, bu çeþit özlü kelimelerle zikretmenin faziletini ifâde etmektedir. Kiþi, belirtilen miktarda bu kelimeleri tekrar etmekle söylenen fazîlete ulaþacaktýr. Hadis, mânevî mertebelere ulaþmak için, mutlaka nefsi meþekkate sokmak gerekmediðini göstermekte, az bir meþakkatle, çok meþakkatlerle elde edilene denk bir sevabýn elde edilebileceðini göstermekte, Kur´an ve hadiste gelen me´sur dualarla zikretmenin daha avantajlý olacaðýna dikkat çekmektedir.[242]
ـ15ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: كَلِمَتَانِ خَفِيفَتَانِ عَلَى اللِّسَانِ. ثَقِيلَتَانِ في المِيزَانِ. حَبِيبَتَانِ إلى الرَّحْمنِ: سُبْحَانَ اللّهِ
وَبِحَمْدِهِ. سُبْحَانَ اللّه العَظِيمِ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
15. (1894)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Ýki kelime vardýr, bunlar dile hafif, terazide aðýr, Rahmân´a da sevgilidirler: Sübhânallahi ve bihamdihi, Sübhânallâhi´l-azîm (Allahým seni hamdinle tesbih ederim, yüce Allahým seni tenzih ederim) kelimeleridir." [Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikr 31, (2694); Tirmizî, Daavât 61, (3463).][243]
AÇIKLAMA:
1- Hafiflik´ten murad kolaylýktýr. Yani dille söyleme bakýmýndan kolay demektir. Bu kolaylýktan da murad, duanýn kýsalýðýdýr.
Aðýrlýktan murad ise, hakikî aðýrlýk olmalýdýr. Kýyâmet günü terazinin hayýr kefesinde yer alýnca aðýr basacak demektir. Âlimlerin açýklamalarýna göre ameller, tartý sýrasýnda tecessüm edip, maddî bir hüviyet kazanacak, bazýsý bazýsýndan aðýr olacak. Dünyada bile hacimce eþit olan maddelerin aðýrlýðý birinden diðerine büyük farklýlýklar arzeder. Sadedinde olduðumuz hadis zikir ve duaya mahsus elfâzýn da, ifâde ettikleri muhtevaya göre birbirinden farklý aðýrlýklarda olacaðýný haber vermektedir.
Ancak þunu da belirtelim ki, ulema bu ve benzeri rivâyetlerde dikkat çekilen fazîletin mutlak olmadýðýn söylemiþtir. Ýbnu Battâl´ýn kaydýna göre, "Bu kelimelerdeki fazîlet, diyânetteki kavî, büyük cürümlerden temiz olan kimselere hastýr. Þehevât ve nefsânî hevasâtýn peþinde koþan, haramlarý iþlemek sûretiyle dini kýran kimseler bu fazîletten istifâde edemezler, o istifâdeyi saðlayan fâzýl temizlere dâhil olamazlar. Nitekim âyet-i kerimede: "Yoksa kötülük iþleyen kimseler, saðlýklarýnda ve ölümlerinde kendilerini, inanýp sâlih amellerde bulunan kimselerle bir tutacaðýmýzý mý sandýlar? Ne kötü hükmediyorlar?" (Câsiye 21) buyurmuþtur.
2- Sadedinde olduðumuz hadiste, mezkûr "iki kelime"yi devamlý surette okumaya teþvik vardýr. Çünkü, bütün teklifler nefse aðýr ve zor gelir. Bu ise kolaydýr, kolaylýðýna raðmen mîzanda aðýrdýr, týpký meþakkatli ameller gibi... Öyle ise bunda ihmal uygun olmaz.
3- Mezkûr iki kelimenin Allah´a sevgili olmasý, onlarý okuyanlarýn sevgili olmasý demektir. Allah´ýn kula muhabbeti, ona hayrýn ulaþmasý hususundaki irâdesini ve tekrîmini ifâde eder.
Bu iki kelimenin fazîletini belirtme esnasýnda Cenâb-ý Hakk´ýn güzel isimleri (el-Esmâu´l-Hüsnâ) meyanýnda Rahmân isminin zikri de bir teþvik unsurudur.
Böylece, az amele çok sevap vermesi sebebiyle Allah´ýn rahmetinin geniþliðine dikkat çekilmiþ olmaktadýr.
Bu kelimelerin fazîleti, tenzîh, tahmîd ve ta’zim ihtiva etmeledinden ileri gelir. Bilindiði üzere, Ýslâm’ýn Allah telâkkisi bu üç manâda ifadesini bulur. Namazýn her tarafýnda bu üç mânâ tekrar edilir, namazdan sonra bunlar tesbihât adý altýnda 33’er kere tekrar edilerek te’yid edilirler. Kitaptan yazýldý.
4- Âlimler bu hadiste dikkati çeken ses âhenginden -ki secî denir- hareket ederek: "Tekellüfe yer vermeksizin, kendiliðinden husûle gelen secî´nin câiz olduðu hükmüne varýrlar. Bu noktanýn bilhassa medâr-ý bahs ediliþi, bazý hadislerde secî´nin yasaklanmýþ olmasý sebebiyledir. Þu halde yasaðýn illeti, tekellüf dediðimiz yapmacýklýk ve zorlamadýr, secînin kendisi deðil.
5- Son olarak, mânaya müteallik bir noktayý belirtelim: "Sübhânallâhi ve bihamdihi kelimesini, "Allahým seni hamdinle tesbîh ederim" diye tercüme ettik. Þârihler buradaki vav harfini hâl olarak alýp mânayý þöyle takdir etmiþlerdir: اُسَبِّحُ اللّهَ مُتَلَبِّسًا بِحَمْدِى لَهُ ِ‘َجْلِ تَوْفِيقِهِ "Allah´ý, bana olan yardýmý sebebiyle O´na olan hamdime bürünerek tesbîh ediyorum." Bu geniþ mânayý, "Allah´ým, seni hamdinle tesbîh ediyorum" þeklinde daha vecîz þekilde ifâde ettik, ancak, kaydedilen mahiyetin bilinmesi de faydalýdýr.[244]
ـ16ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ # أكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ َ حَوْلَ وََ قُوَّةَ إّ بِاللّهِ، فَإنَّهَا كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الجَنَّةِ[.قال مكحول: ]فَمَنْ قَالَهَا ثُمَّ قَالَ: َ مَنْجَا مِنَ اللّهِ إَّ إلَيْهِ، كَشَفَ اللّهُ عنْهُ سَبْعِينَ بَاباً مِنَ الضُّرِّ أدْنَاهَا الْفَقْرُ[. أخرجه الترمذي .
16. (1895)- Yine Ebû Hüreyre hazretleri (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah. (Güç de kuvvet de ancak Allah´tandýr) sözünü çok tekrar edin."
Mekhûl dedi ki: "Kim bunu der ve sonra da: "Allah (ýn gazabýn) dan ancak O (nun rahmeti)´na iltica etmekle kurtuluþa erilebilir" derse, Allah ondan yetmiþ çeþit zararý kaldýrýr ki bunlarýn en hafifi fakirliktir." [Tirmizî, Daavât 141, (3596).][245]
AÇIKLAMA:
1- Havl, en-Nihâye´de açýklandýðý üzere, hareket demektir. Ancak hile (çâre) mânâsýna geldiði de belirtilmiþtir. Hareket mânâsý esas olmakla berâber, Münâvî´nin de kaydettiði üzere, "hareket de, hîle de Allah´ýn meþîeti iledir" þeklinde iki mânâyý birlikte mütâlaa etmek de uygun bulunmuþtur. Kelimenin mânasýndaki þümûlü kavramada, bu kökten gelen bazý kelimelerin kullanýlýþýný bilmek faydalý olur: Muhâvele, bir þeyi hile ile taleb etmek; istihâle, bir halden baþka bir hale geçmek; tahavvül, deðiþme geçirmek, vs.... Hepsinde güç isteyen bir hareket, bir yer deðiþtirme görülmektedir. Þu halde bu cümle, "þu veya bu þey", "þu veya bu iþ... için" demeksizin hareket, tekâmül, güç, kuvvet gerektiren, her hâlimizde, her iþimizde, her hayrýmýzda muhtaç olduðumuz güç ve kuvvetin Allah´tan geldiðini ifade eder.
Bu cümlenin, insanýn yokluktan çýkýp kâmil bir mü´min oluncaya kadar geçirdiði bütün etvâr ve ahvâline baktýðý kanaatinde olan Bediüzzaman bu ahvallerden bâzýlarýný þöyle kaydeder:"
1- Ademden çýkýp vücuda gelmek (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
2- Zevâle gitmeyip bekâda kalmak (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
3-Mazarratý def, menfaati celb (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
4-Musibetten uzak olup matluba nail olmak (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
5-Mâsiyete düþmemek, ibâdete devam etmek (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
6-Azâba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)
7-Zulmete düþmemek, nur ile tenevvür etmek (için gerekli havl ve kuvvet Allah´tandýr.)"
Bu mânâlarý tefekkür ederek söylenen bu zikirlerin insan düþüncesinde hâsýl edeceði tevhîd ve ihlâs gözönüne alýnýnca, "Lâ havle velâ kuvvete" cümlesinin kýymeti husûsunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn beyan buyurduklarý ifâdede zerre kadar mübâlaða olmadýðý anlaþýlýr.[246]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:18:35
ÜÇÜNCÜ FASIL
HZ. PEYGAMBERE SALAVÂT
ـ1ـ عن أبى مسعود البدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أتَانَا رسولُ اللّهِ # وَنَحْنُ في مَجْلِسِ سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ، فقَالَ لَهُ بَشِيرُ بْنُ سَعْدٍ: أمَرَنَا اللّهُ تَعَالَى أنْ نُصَلِّىَ عَلَيْكَ يَا رسولَ اللّهِ، فَكَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، وَالسََّمُ كَمَا قَدْ عَلِمْتُمْ[. أخرجه الستة إّ البخارىوللستة إّ الترمذي، عن أبى حميد الساعدى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالُوا يَارَسُولَ اللّهِ كَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قاَلَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى أزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّتِهِ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى أزوَاجِهِ وَذرِّيِّتِهِ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ[.وَللخمسة عن كعب بن عجرة قال: ]خَرَجَ عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ # فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللّهِ: قَدْ عَلِمْنَا كَيْفَ نُسَلِّمُ عَلَيْكَ، فَكَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إبْرَاهِىمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلى مُحَمَّدٍ وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ إبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ[ .
1. (1896)- Ebû Mes´ud el Bedrî (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Biz Sa´d Ýbnu Ubâde´nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanýmýza geldi. Kendisine, Beþîr Ýbnu Sa´d: "Ey Allah´ýn Resûlü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamýzý emretti. Sana nasýl salât okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz þu cevab verdi:
"Þöyle söyleyin:"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ Ýbrahîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i Ýbrahime inneke hamîdun mecîd. (Allah´ým! Muhammed´e ve Muhammed´in âline rahmet kýl, týpký Ýbrahim´e rahmet kýldýðýn gibi. Muhammed´i ve Muhammed´in âlini mübârek kýl. Týpký Ýbrahim´in âlini mübârek kýldýðýn gibi." (Resulullah ilâveten þunu söyledi): "Selam da bildiðiniz gibi olacak." [Müslim,Salât 65, (405), Kasru´s-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49, (3, 45, 46).]
Tirmizî dýþýndaki Kütüb-i Sitte kitaplarýnda, Ebû Humeyd es-Sâidî (radýyallâhu anh)´den gelen bir rivayet þöyle:
"Ashab sordu: "Ey Allah´ýn Resûlü sana nasýl salât okuyalým?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Þöyle söyleyin, dedi: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ salleyte alâ Ýbrâhime ve bârik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ Ýbrâhime inneke hamîdun mecîd.(Allahým! Muhammed´e zevcelerine ve zürriyetine rahmet kýl, týpký Ýbrahim´e rahmet kýldýðýn gibi. Muhammed´i, zevcelerini ve zürriyetini mübârek kýl, týpký Ýbrahim´i mübarek kýldýðýn gibi. Sen övülmeye layýksýn, þerefi yücesin)." [Buhârî, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru´s-Salât 66, (1, 165); Ebû Dâvut, Salât, 183, (979); Nesâî, Sehv 54, (3, 49).]
Ka´b Ýbnu Ucre´den gelen bir rivâyet de þöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanýmýza gelmiþti: "Ey Allah´ýn Resûlü, dedik, sana nasýl selam vereceðimizi öðrendik. Ama, sana nasýl salât okuyacaðýz (bilmiyoruz)? " "Þöyle söyleyin! dedi:
"Allahümme salli alâ Muhammed´in ve alâ âl-i Muhammedin kemâ salleyte alâ Ýbrahîme inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte alâ âli Ýbrâhîme inneke hamîdun mecîd." [Buhârî, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebû Dâvud, Salât 183, (976);Nesâî, Sehv 51, (3, 47); Tirmizî Vitr,20, (483).][247]
ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ صَلَّى عَلَىَّ صََةً وَاحِدَةً صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ عَشْرَ صََلَوَاتٍ، وَحُطَّتْ عَنْهُ عَشْرُ خَطِيئَاتٍ، وَرُفِعَتْ لَهُ
عَشْرُ دَرَجَاتٍ[. أخرجه النسائى.وله في أخرى عن أبى طلحة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ: ]جَاءَ # ذَاتَ يَوْمٍ وَالبِشْرُ في وَجْهِهِ، فَقُلْنَا: إنَّا نَرَى البِشْرَ في وَجْهِكَ؟ فقَالَ: إنَّهُ أتَانِى المَلكُ، فقَالَ يَا مُحَمَّدُ: إنَّ رَبَّكَ يَقُولُ أمَا يُرْضِيكَ أنْ َ يُصَلِّىَ عَلَيْكَ أحَدٌ إَّ صَلَّيْتُ عَلَيْهِ عَشْراً، وََ يُسَلِّمُ عَلَيْكَ أحَدٌ إَ سَلّمْتُ عَلَيْهِ عَشْراً[ .
2. (1897)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahýný affeder, (mertebesini) on derece yükseltir." [Nesâî, Sehv 55, (3, 50).]
Yine Nesâî´de Ebû Talha (radýyallâhu anh)´dan gelen bir rivâyet þöyle: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yüzünde bir sevinç olduðu halde geldi. Kendisine:
"Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik.
"Bana melek geldi ve þu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?" [Nesâî, Sehv 55, (3, 50).][248]
ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: أوْلَى النَّاسِ بِى يَوْمَ القِيَامَةِ أكْثَرُهُمْ عَلَىَّ صََةً[. أخرجه الترمذى.وله في أخرى عن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: البَخِيلُ مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَىَّ[ .
3. (1898)- Ýbnu Mes´ud (radýyallâhu anh) anlatýyor: Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: "Kýyamet günü bana insanlarýn en yakýný, bana en çok salavât okuyandýr." [Tirmizî, Salât 357 , (484).]
Yine Tirmizî´de Hz. Ali (radýyallâhu anh)´den kaydedilen bir rivâyette þöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Gerçek cimri, yanýnda zikrim geçtiði halde bana salavât okumayandýr. " [Tirmizî, Daavât 110, (3540).][249]
ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ للّهِ مََئِكَةً سَيَّاحِينَ في ا‘رْضِ يُبَلِّغُونِى عَنْ اُمَّتِى السََّمَ[. أخرجه النسائِى .
4. (1899)- Hz. Ýbnu Mes´ud (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissâlatu vessalâm) buyurdular ki: "Yeryüzünde Allah´ýn seyyâh melekleri vardýr. Onlar ümmetimin selâmýný (ânýnda) bana teblîð ederler." [Nesâî, Sehv 46. (3, 43).][250]
AÇIKLAMA:
1- Bu bâbda yer alan dört hadis, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e okunmasý gereken salât u selâmla ilgilidir. Gereði, sevabý, okunmasý gereken salât u selâmýn metni vs.
Biz bu mevzu ile ilgili bâzý noktalarý toptan açýklayacaðýz:
SALÂT U SELÂMIN HÜKMÜ
Hemen þunu belirtelim ki, Resûlullah´a salât u selam okumak bizzat Rabbülâlemîn´in emridir: "Þüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber´e çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin" (Ahzâb 56).
Bu emir bir farz mýdýr, yoksa vâcib veya müstehap mý ifâde eder?
Bu sorunun cevabýnda ulemâ on ayrý görüþ beyan etmiþtir:
1- Taberî´ye göre "müstehabtýr."
2- Ýbnu´l-Kassâr´ýn nakline göre "vacibtir ve bu hükümde icma edilmiþtir."
3- Ömürde bir kere salavât okumak vacibtir. Namazda da olsa, namaz dýþýnda da olsa vacib yerine gelir. Týpký kelime-i tevhid gibi. Hanefîlerden Ebû Bekr er-Râzî, Ýbnu Hazm bu görüþtedir. Kurtubî de: "Ömürde bir kere de olsa salavât okumanýn vücûbunda ihtilâf yoktur. Ancak o, müekked sünnetler gibidir, onlarýn vacib olduðu zamanlarda o da vacibtir" der.
4- Namazda son oturuþta, teþehhüdle namazdan çýkýþ selâmý arasýnda vacibtir. Þafiî ve kendisine tâbi olanlar bu görüþtedir.
5- Teþehhüdde vacibtir. (Þa´bî ve Ýshak´ýn görüþü). Teþehhüdde salât okunmasý, Þâfiî ve Ahmed Ýbnu Hanbel´e göre farz ise de, Hanefîlere, Mâlik ve Cumhûr´a göre sünnettir. Farz diyenlere göre, salavât terkedilecek olsa, namaz iptal olur, yeniden kýlýnmasý gerekir. Bu görüþünden dolayý, Þâfiî tenkîd edilmiþtir.
6- Ebû Cafer el-Bâkýr´ýn: "Teþehhüd diye kayýtlanmaksýzýn namazýn herhangi bir yerinde okunmasý vacibtir" dediði nakledilmiþtir.
7- Ebû Bekr el-Mâlikî: "Sayý ile tahdît edilmeksizin çokça okunmasý vacibtir" demiþtir.
8- "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zikri geçtikçe, hatýrlandýkça söylenmelidir" diye hükmedenler de olmuþtur. Tahâvî, bir kýsým Hanefîlerle, Halîmî ve bir kýsým Þâfiîler gibi Zemahþerî ve Mâlikîlerden Ýbnu´l-Ârabî: "Böyle yapmak ihtiyata uygun olanýdýr" demiþtir.
9- Zemahþerî´nin naklettiðine göre: "Bir mecliste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zikri bir çok kere geçse de bir kere salât u selâm okunmasý yeterlidir, her seferinde okumak müstehabtýr."
10-Yine Zemahþerî´nin nakline göre "her dua esnasýnda" vacibtir.
Þu halde ulemâ, salât u selâm okumanýn vacib olduðu husûsunda ihtilâf etmemiþtir. Hangi þartlarda vâcib olduðunda ihtilâf varsa da, en uygunu Resûlullah´ýn ismi zikredildikçe okumaktýr. Hutbe dinlerken, Kur´an okurken salavât getirmek vacib deðildir.[251]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:19:20
SALÂT NEDÝR?
Râgýb´a göre salât, lügat olarak dua, tebrîk, ta´zîm mânâlarýna gelir. Dînî ýstýlah olarak dua mânasýnda kullanýldýðý gibi ibadet mânasýna da gelir. Kelime, kulun Allah´a salâtýný ifâde ediyorsa, dua, namaz, ta´zîm mânalarýna gelir, ancak Allah ve Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in insanlara salâtýný ifâde ediyorsa, bu durumda ayný kelime "tezkiye" ve "Ýlâhî rahmete mazhar kýlma" mânâlarýna gelir. Melekler salât ediyorsa bu, dua ve istiðfardýr. Þu halde yukarýda kaydettiðimiz âyette, Allah ve meleklerin Hz. Peygamber´e salât etmesi, meleklerin Resûlullah lehinde istiðfar etmesi, Cenâb-ý Hakk´ýn da rahmetine mazhar kýlmasý demektir. Seyid Þerîf´e göre "salât" Allah´tan rahmet, meleklerden istiðfar, mü´minlerden hayýr duadýr. Ýbnu Hacer´e göre ise "salât" Allah´tan paygamberine olursa bu, rahmetin artmasýdýr, baþkalarýna olursa rahmet ve tezkiyedir. Mücâhid´e göre Allah´tan salât, tevfik ve ismettir, meleklerden avn ve nusret (yardým), ümmetten ittibâdýr. Bâzý âlimler de, "Rabb´in, Peygamberine salâtý, O´nun þerefini yüceltme ve tekrim (kýymet verme); meleklerin salâtý, onun mükerremiyetini izhârdýr; ümmetin salâtý da onun þefa-atini talepdir" demiþtir.
Bâzý âlimlere göre de meleklerden "salât"ýn mânasý atf´dýr, yani esirgeme, Cenâb-ý Hakk´a nisbet edilince, ya kullarýný melekleri nezdinde senâ etmesi demek olur -ki bu, Allahu Teâla´nýn peygamberlerine salâtýnýn tefsirine daha uygun düþer- yahut kemâl-i rahmeti mânasýnadýr. Salât, Allah´tan baþkasýna nisbet edilince mânâsý hayýr ile dua olur. Beyzâvî´ye göre: "Resûlullah´a salât, onun þerefini izhâra ve þânýný tâzim ve tekrime îtinâdýr."
Ýbnu Hacer, burada kaydedilmeyen bâzý ulemâdan benzer bir kýsým nakillerden sonra þunu söyler: "Bu kaydedilen görüþlerin en uygunu Ebû´l-Âliye´den kaydettiðimizdir: "Hz. Peygamber´e Allah´ýn salâtýnýn mânâsý, O´na senasý ve þânýný yüceltmesidir (tâzîmi). Melâikenin ve insanlarýn salâtý ise, bunu onun için Allah´tan taleptir. Öyle ise bu talepden murad, artmayý taleb etmektir, salâtýn aslýný taleb etmek deðil..." Ýbnu Hacer bu te´vilin en uygun oluþuna gerekçe olarak salât kelimesinin bütün kullanýþlarda (salât Allah´tan veya melâikeden veya insandan da olsa) hep ayný mânâyý taþýmasýný gösterir.
Resûlullah´a salât ve selâmý mü´minlere emreden âyet-i kerîmede Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vessalâm)´ýn tâzîmi ve baþkalarýndan farklý olarak tebcîlinin emredildiði husûsunda ulemâ icma etmiþtir. Halîmî, salât okuyarak yerine getirilen bu ta´zîmin mahiyetini açýklamak üzere þöyle der: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât okumanýn mânâsý, O´nun tâzim edilmesidir (yüceltilmesi). Öyle ise, Allahümme salli alâ Muhammedin (ey Allahým, Muhammed´e salât et) demenin mânâsý: "Muhammed´i büyük kýl" عَطِّمْ مُحَمَّدًا demektir. Büyük kýlýnmasý, hem dünya ve hem ahirettedir. Dünyada büyük kýlýnmasý, zikrinin yüceltilmesi, dininin izhârý ve þerîatýnýn ibkasýyla gerçekleþir. Ahirette büyük kýlýnmasý ise, sevâbýnýn bol kýlýnmasý, ümmetine þefaatçi yapýlmasý, Makâm-ý Mahmûd´la fazîletinin ebedîleþtirilmesiyle olur. Bu duruma göre, âyet-i kerîmede gelen: "Ey iman edenler, siz de ona salât edin!" emrinin mânâsý "Salât okuyarak onun için Rabbinize dua edin (bu söylenen büyüklük vasýtalarýný ona vermesini taleb edin)" demektir.[252]
BÂRÝK:"Bereket ver" demektir. Burada bereket, hayýr ve kerâmetin artmasý mânâsýndadýr. "Ayýplardan temizleme ve tezkiye mânâsýnadýr" diyen de olmuþtur. "Maksad bunun sâbitleþip devam etmesidir, nitekim, بَرَكَتِ اْ“بِلُ "deve yere çöküp sâbitleþti" demektir" yorumunu getiren de olmuþtur.[253]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:21:23
SUAL: SALÂT KELÝMESÝ PEYGAMBERLER DIÞINDA KULLANILIR MI?
Bu meselede ulema ihtilâf etmiþtir. "Câiz" diyenler rahmet mânasýný kastederler. Nitekim bu mânada Hz. Peygamber: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلى آلِ اَبِى اَوْفَى "Allahým, Ebî Evfâ ailesine rahmet ve bereket ver" diye dua etmiþtir. Câiz deðil diyenler daha ziyâde, salât kelimesine ta´zim mânasýný verenlerdir. Allahümme salli alâ Muhammedin sözümüz, sadece "Allah´ým, Muhammed´e rahmet et" veya "Muhammed´e merhamet et" mânasýna gelseydi peygamberlerden baþkasý hakkýnda kullanmak da câiz olurdu. Keza "salât" kelimesi sadece bereket ve rahmet mânâlarýna gelseydi "namazda musallînin: "Esselâmu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtühü" sözü ile birlikte salâtý okumasý da vâcibtir" diyenlere göre teþehhüdde okunmasýnýn vücûbu da düþerdi. Halbuki yukarýda belirtildiði üzere salâttan öncelikle kastedilen, ta´zim ve tekrim (büyük kýlmak, deðer vermek)´dir. Öyle ise esas olan salâtýn Resûllullah´a tahsîsidir. Ulemâ, terkîm ve ta´zim mânasýnda salâtýn Hz. Peygamber´e has olduðunda müttefiktir.[254]
ÂL-Ý MUHAMMED
Resûlullah´a okunan salâtda sâdece Efendimiz´e deðil, onun âline de salât ve selâm ediyoruz. Acaba âl-i Muhammed kimlerdir?
* Bu meselede de ulemâ ihtilâf eder. Bir görüþe göre ehl kelimesinden gelen âl kelimesi, aile mânâsýna gelir. Âl-i Muhammed deyince bâzý âlimler Resûlullah´ýn sadaka haram olan yakýnlarýný anlamýþtýr. Ýmâm Þâfiî ve Cumhur bu görüþtedir. Nitekim Resûlullah, Hasan Ýbnu Ali´ye "Biz âl-i Muhammed´iz, bize sadaka helâl olmaz" buyurmuþtur. Aslýnda bunlar hakkýnda da ihtilâf edilmiþtir.
* Ahmed Ýbnu Hanbel: "Teþehhüd hadisindeki âl-i Muhammed´den murad ehl-i beytidir" demiþtir.
* Âl-i Muhammed´den muradýn Resûlullah´ýn zevceleri ve zürriyeti olduðu da söylenmiþtir. Ancak, bir kýsým âlimler buna itiraz ederek, âl-i Muhammed´e her üçüncü de (yâni zevceler, zürriyet ve sadakanýn haram edildiði yakýnlarý) girdiðini belirtmiþlerdir. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh)´den gelen bir rivâyet bu üç grubu da âl-i Muhammed olarak zikretmiþtir. "Öyle ise, hadisi rivâyet eden râviler, bunlardan bazýsýný unutarak zikretmeyi ihmâl etmiþtir. Çünkü her biri ayrý ayrý rivâyetlerde zikredilirler..."
* Bazý rivâyetlerde Âl-i Muhammed tâbiriyle sâdece Resûlullah´ýn zevceleri kastedilmiþtir.
* Bâzý rivâyetlerde, sâdece zürriyet sözüyle husûsan Hz. Fâtýma´nýn nesli kastedilmiþtir.
* Âl-i Muhammed bütün Kureyþ´tir diyen de olmuþtur.
* Âl´den murad "bütün ümmet"tir diyen olmuþtur. Bu sonuncu görüþü Ýmam Malik´in, Ezherî´nin, bir kýsým Þâfiîlerin benimsediðini; Þerhu Müslim´de Nevevî´nin tercîh ettiði, el-Kâdý Hüseyin ve Râgýb gibi bazýlarýnýn ittikâ ile kayýtlýyarak "ümmetten muttaki olanlar" dediklerini belirtirler... Bu görüþü te´yid eden âyet ve hadisler zikredilmiþtir: إِنَّ اَوْلِيَاؤهُ إَِّ الْمُتَّقُونَ "Onun dostlarý ancak muttakîlerdir" (Enfâl 34) buyurulmuþtur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da إِنَّ اَوْلِيَائِى مِنْكُمُ الْمُتَّقُونَ "Sizden benim dostlarým, müttakî olanlarýnýzdýr" buyurmuþtur.[255]
Ynt: Dua By: sumeyye Date: 02 Nisan 2010, 12:22:16
HZ. ÝBRAHÝM´ÝN ZÝKRÝ
Resûlullah´a salavât okurken: "Allah´ým, Muhammed´e ve Muhammed´in âline salât et, týpký Ýbrâhim´e ve Ýbrahim´in âline salât ettiðin gibi..." denmektedir. Burada Hz. Ýbrahim´in öncelikle zikredilmiþ olmasý, yani, Cenâb-ý Hakk´tan Peygamberimiz için salât taleb ederken, "Ýbrahim´e salât yaptýðýn gibi..." denmiþ olmasý ulema arasýnda ihtilaf mevzuu olmuþtur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ýbrahim ve onun âlinden de efdal olduðu halde, Hz. Ýbrahim ve âli daha efdal imiþçesine, onlara atfen Peygamberimiz ve âli için salât taleb ediyoruz?
Bu sorunun cevabýna geçmeden hemen belirtelim ki, okunan duada Hz. Ýbrahim ve âlinin Cenâb-ý Hakk´ýn tebciline mazhariyetleriyle ilgili ihbâr Kur´an-ý Kerîm´in bir âyetine iþâret etmektedir: "...Ey ehl-i beyt, Allah´ýn rahmeti, bereketleri sizin üzerinizdedir. Þüphe yok ki O, asýl hamde layýk, hayr u ihsaný çok olandýr" (Hûd 73). Meseleye getirilen açýklama ve cevaplara gelince, bazýlarý þöyledir:
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn bu ifâdesi, kendisinin Hz. Ýbrahim (aleyhisselâm)´den efdal olduðunu bilmesinden önceye aittir.
* Bunu tevazu için söylemiþtir.* Teþbîh burada, kadr u kýymette deðil, asýldadýr. Nitekim Kur´ an´da bunun örnekleri var: "Sizden öncekilere oruç farz kýlýndýðý gibi size de farz kýlýndý" (Bakara 183); "Nuh´a vahyettiðimiz gibi sana da vahyettik" (Nisa 163).
* Burada teþbîh, nâkýsý kâmile benzetme deðil, meþhur olmayaný meþhur olana (bilinene) ilhak nev´indendir.
* Burada teþbîh, Hz. Peygamber ve âline olan salâtýn tamamý ile Hz. Ýbrahim ve âline olan salâtýn tamamý arasýnda yapýlmýþtýr. Hz. Ýbrahim´in âline pek çok peygamberin dahil olduðu düþünülecek olursa, kendisine benzetilmenin (müþebbeh bih), bu nokta-i nazardan daha kavî olduðu anlaþýlýr. Burada söylenmek istenen þudur: Hz. Ýbrahim´in neslinden pek çok peygamber gelmiþtir. Hz. Peygamber´in neslinden velîler gelmiþtir, ama peygamber gelmeyecektir. Peygamber´in fazîleti, velîlerin fazîletinden üstün olduðuna göre, Hz. Ýbrahim´in fazîleti, neslinden gelen peygamberlerin mazhar olduðu fazîletlerle birlikte toplanýnca, bu daha fazla gelir. Hatta bu nokta-i nazardan, Hz. Peygamber ve âli´ni de Hz. Ýbrahim´in âli arasýnda mütâlaa edebiliriz, çünkü neslen ona dayanmaktadýr. Ýbnu Abbâs´tan, "Muhammed, âl-i Ýbrahim´dendir" hadisi rivâyet edilmiþtir.
* Hz. Peygamber´in bu duadan muradý, kendine verilen nimetin tamamlanmasýdýr, týpký Hz. Ýbrahim´e tamamlandýðý gibi.
Bunlardan ve kaydetmediðimiz diðer bütün görüþlerden her birinin bir haklýlýk yönü vardýr. Meseleyi tahlîl edenler umûmiyetle, Hz. Peygamber ve âlinin fazîletleriyle, Hz. Ýbrahim ve âlinin fazîletlerini toplam olarak nazar-ý dikkate almak ve hattâ Hz. Peygamber´i de -kýyâmete kadar mazhar olacaðý fazîletlerle birlikte- Hz. Ýbrahim´in fazîletleri meyânýnda mütâlaa ederek bu teþbihi deðerlendirmek gerektiði görüþünü kuvvetli ve isabetli bulmaktadýrlar. Doðruyu Allah bilir.[256]