Hacc By: neslinur Date: 16 Mart 2010, 05:32:01
Reddü´l Muhtar / Hacc
HACC BAHSÝ
Haram Malla Hacc
HACCIN FARZ VE VÂCÝPLERÝ
UMRENÝN HÜKÜMLERÝ
MÝKÂTLAR
ÝHRAM VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BÝR FASIL
Hacý Ne Ýle Muhrîm Olur?
Ýhrama Girmekle Haram Olan Ve Olmayan Þeyler
Mekke´ye Giriþ
Tavaf-r Kudûm..
Safa Ýle Merve Arasýnda Sa´y.
Kâbe´de Namaz Kýlanýn Önünden Geçen Men Edilmez
Arafat´a Gidiþ
Arafat´ta Ýki Namazý Beraber Kýlmanýn Þartlarý
Dualarýn Kabul Edildiði Yerler
Bayram Gecesi Ýle Cuma Gecesi Zilhiccenin Onuncu Gecesi Ve Ramazanýn Onuncu Gecesi Arasýndaki Fark
Müzdelife´de Vakfe.
Cemre-i Akabe´de Þeytan Taþlama.
Tavaf-ý Ziyaret
Mina´da Bayram Ve Cuma Namazlarý
Üç Yerdeki Þeytan Taþlama.
Tavaf-ý Sader
Mekke Ve Medine´de Mücavir Kalmanýn Hükmü Ve Medine´de Kýlýnan Namazýn Katlanmasý
Kýrân Bâbý
Temettu Bâbý
(HACCDA) CÝNAYETLER BÂBI
ÝHSÂR BÂBI
BAÞKASI NAMINA HACC BÂBI
Baþkasý Namýna Hacca Gitmenin Þartlarý:
Hacc Ýçin Adam Kiralamak.
Sarûrenin Haccý
HEDY BÂBI
HACClN SADAKADAN EFDAL OLDUÐU; CUMA GÜNÜ VAKFENÝN FAZÎLETÝ VE HACC-l EKBER.
Haccýn Büyük Günahlarý Örtmesi
Kabeye Girmek, Kâbe Örtüsünü Kullanmak Ve Harem Dýþýnda Cinayet Ýþleyerek Harem´e Sýðýnmak
Zemzem Suyu Ýle Taharetlenmenin Mekruh Olmasý, Mekke´nin Medine´den Efdal Oluþu,Peygamber (S.A.V.)´Ýn Kabrinin Fazileti
Mekke Ve Medine´de Mücavirlik.
HACC BAHSÝ
METÝN
Hacc lügatta ´ ha ´nýn fetih ve kesri ile ´ hacc ´ ve ´ hýcc ´ okunur ki, muazzam bir þeye gitmeyi kastetmektir. Bazýlarýnýn zannettiði gibi, mutlak kast deðildir. Þer´an, Mekân-ý Mahsus´u - yani Kâbe ve Arafat´ý zamaný mahsusta - tavafta, kurban bayramýnýn fecrinden, ömrün sonuna kadar; vakfede arefe gününün güneþi zevâle erdikten, bayram sabahýnýn fecrine kadar - fiil-i mahsusla (önceden hacc niyeti ile ihrama girerek) - ziyarette bulunmak, yani tavaf ve vakfe yapmaktýr. Nitekim tafsilâtý gelecektir. Nâfile hacca da þâmil olsun diye Musannýf, "Dinin rükünlerinden birini eda etmek için..." dememiþtir.
ÝZAH
Hacc, mal ile bedenden mürekkep ve ömürde bir defa vâcip olduðu, bir de "Ýslâm beþ haslet üzerine kurulmuþtur..." hadisinde son olarak zikredildiði için, Musannýf da onu hâlis ibadetlerin sonuncusu olarak zikretmiþtir. Yoksa nikâh, kadýn boþamak ve vakýf gibi þeyler de niyetle ibadet olursa da, sýrf ibadet maksadý ile meþru olmamýþlardýr. Onun için bunlar niyetsiz de sahih olurlar. Ýslam´ýn dört rüknü bunun hilâfýnadýr. Onlarda niyet þart olduðundan, onlar sýrf ibadettirler. Bûna zâhir olan budur. Nehir sahibi, ulemanýn, "Mürekkep bir ibadettir." sözlerine itirazla; "O, sýrf bedenî bir ibadettir. Mal sadece onun mevcudiyetinin þartýdýr; Mefhumunun cüzü deðildir." demiþtir. Yine orada beyan edildiðine göre, haccýn mürekkep bir ibadet olduðuna usul ve fürûda bütün ulemanýn sözleri ittifak etmiþtir. Hattâ ölü namýna haccý vâcip görmüþlerdir. Velev ki bedenin ameli bulunmasýn. Çünkü ikinci cüz olan mal bâkidir. Nitekim izahý gelecektir.
UIemanýn "mürekkeptir" demeleri, haccýn hakikatini beyan için onu tarif deðildir ki, "mal, haccýn hakikatinin cüzü deðil þartýdýr." denilsin. Maksat, bu ibadeti yapmanýn, ekseriyetle bedenin amelleri ile mal harcamaya baðlý olduðunu anlatmaktýr. Namazla oruçta da avret yerini örtecek elbise ve yiyecek gibi mallar mutlaka lâzým ise de, bunlar olmasa bunu yapmazdý mânâsýna, bu ibadetler için lâzým deðillerdir. Onun için mal, namazla orucun þartlarýndan sayýlmamýþ; haccýn þartlarýndan sayýlmýþtýr. Bir de namazla oruçta mal az lâzým olur; harcamasýnda bir meþakkat yoktur. Uzak yerden hacca giden kimsenin mal harcamasý böyle deðildir; o çoktur. Þu halde malýn bu ibadette maksut olmasý münasiptir. Onun için daimi aciz halinde, malý vekile vermek vâcip olmuþtur. Yürümeye kudreti olan fakire hacc vacip deðildir; fakat giyecek ve sahurda yiyecek bulamayana, namazla oruç vâciptir. Bana zâhir olan budur.
«Bazýlarýnýn zannettiði gibi...» sözünden murad, Zeylâî´dir. O bunu, lügat kitaplarýnýn birçoðunun mutlak olan sözlerine uyarak söylemiþtir. Fetih sahibi "muazzam bir þeye" kaydýný, Ýbn-i Sikkît´ten nakletmiþtir. Bu kaydý Seyyid þerif dahi Ta´rîfâtý´nda zikretmiþtir. Ýhtiyâr´da da vardýr.
«Þer´an...» Bilmelisin ki fukaha haccý, "Dinin rükünlerinden bir rüknü eda için Kâbe´ye gitmeyi kastetmektir." diye tarif etmiþlerdir. Bu tarifte lügat mânâsý da vardýr. Fetih sahibi fukahaya itiraz ederek, "Haccýn rükünleri tavaf ve vakfedir. Vücut bulan bir þey, ancak ona vücut veren cüzleri ve bunlardan çýkarýlan küllî mahiyeti ile vücut bulur. Amellerden dolayý haccý kasýtla tarif etmek, onu mefhumundan çýkarýr. Meðer ki ismen tarif olup, hakikî tarif olmaya! Bu, ismin örfen mefhumunu tarif olur. Lâkin burada þöyle denilebilir: Mutlak söylendiði zaman, bu isimden hemen akla gelen, mahsus olan fiillerdir. Onu mefhumundan çýkaran, kastýn kendisi deðildir. Hem bu kendiliðinden fâsittir; çünkü nâfile hacca þâmil deðildir. Tarif ise yalnýz farz için deðil, namaz ve oruçta olduðu gibi, mutlak olarak haccýn tarifidir. Ve çünkü bu takdirde diðer ibadetlerin isimlerine aykýrý düþer. Zira onlar da fiillerin isimleridir. Meselâ namaz, kýyam, kýraat ve sairenin: oruç, imsâkýn; zekât, mal vermenin ismidir. O halde hacc dahi Kâbe´nin yanýnda yapýlan fiillerle, Arafat´ta vakfe gibi diðer fiillerden ibaret oluversin!" demiþtir. Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Bundan dolayý þarih Zeylâî´nin "Kastederek ziyarette bulunmaktýr." þeklindeki tefsirini býrakarak, Bahýr sahibine uymuþ ve "Yani tavaf ve vakfe yapmaktýr." demiþtir. Tâ ki sair ibadet isimleri gibi fiil ismi olsun. Musannýf´a itirazla. "Fiil-i mahsusla, sözü haþv olur. Çünkü ulemanýn söylediklerine göre ondan murad, tavaf ve vakfedir." denildiði için Þarih, "Ýhrama girerek" diye tefsirde bulunmak sureti ile bundan kurtulmuþtur. Söylendiðine göre, bunun da söz götürdüðü meydandadýr. Zira buna göre, þartý yani ihramý tarife katmak lâzým gelir. Ziyadeyi, lügat mânâsýnda yani ´gitmek´te býraksa ve ´fiil-i mahsus ´u ´tavaf ve vakfe´ ile tefsir etse daha iyi olurdu. Burada þu itiraz da vârittir: Ziyaret dahi haccýn hakiki mahiyeti deðildir. Binaenaleyh yukarýda, "Kastederek ziyarette bulunmaktýr." sözünün tefsirinde geçen itiraz vârit olur. Halbuki ihram iptida en þart olsa da, sonu itibarý ile rükün hükmündedir Nitekim Þarih bunu açýklayacaktýr. Teslim edilse bile, þartýn zikredilmesi tarifi bozmaz. Bilâkis mutlaka lâzýmdýr. Çünkü onsuz þer´î manâ tahakkuk etmez; abdestsiz namaz kýlmak gibi olur. Onun için ulema, zekât ve orucun tarifinde niyeti zikretmiþlerdir.
Tahkik þudur ki: Haccý kasýtla tefsir etmek, onu benzerleri olan ibadet isimlerinden çýkarmaz. Zira burada kasýttan murad, ihramdýr; ki o da niyetle kalbin, telbiye ile dilin amelidir. Yahut telbiye yerini tutan deve göndermektir. Nitekim gelecektir. Þu halde âzânýn da ameli olur. Bir de tarifteki "fiil-i mahsusla" sözündeki ´ ba ´ harfi, mülâbeset içindir. Ondan murad, tavaf ve vakfedir. Binaenaleyh bu kasýt, bu fiillerle beraber olan kasýttýr; mücerret bir kasýt deðildir. Binaenaleyh diðer ibadet isimlerinde olduðu gibi, fiil-i mahsus olmaktan çýkmýþ deðildir.
Evet, ulema hacc ile diðer ibadet isimlerini birbirinden ayýrmýþ; hacda kastý asýl, fýili tâbisaymýþlar; diðer ibadetlerde aksine hareket etmiþlerdir. Çünkü lügat mânâlarýndan nakledilen ýstýlahý mânâlarda þâyi olan âdet, lügat mânâlarýndan daha hâss olmalarýdýr; onlara zýd olmasý deðildir. Lügatta hacc, muazzam bir þeyi mutlak kasýt olunca, onu tahsis ederek "Muayyen fiillerle, muayyen bir muazzamý kasýttýr." demiþlerdir. Þayet asaleten muayyen fiillere isim yapýlsa idi, kendisinden nakledildiði lügat mânâsýna aykýrý olurdu. Oruç gibi þeyler bunun hilâfýnadýr. Çünkü oruç lügatte, mutlak imsaktir. Onun için onu "Geceden niyetle orucu bozan þeylerden kendini tutmaktýr." diye tahsis etmiþlerdir. Zekât da lügatte temizliktir. Bir þeyi tezkiye, o þeyi temizlemektir. Þer´an zekât adý verilen mal temizliði, onun bir cüzünü vermekle olur; zira bu da temizliktir. Çünkü Allah Teâlâ "Onlarý bununla temizler; tezkiye edersin." buyurmuþtur. Demek ki, zekât da bir fiil-i mahsusla yapýlan hususi temizliktir. O fiil-i mahsus temliktir. Bundan dolayýdýr ki kasýt haccýn þer´an tarifinde asýl olmuþtur; baþkalarýnda asýl deðildir. Velev ki kasýt hepsinden sinde þart olsun. Keza teyemmümün tarifinde kasýt asýl sayýlmýþtýr. Zira lügatta teyemmüm, mutlak kasýttýr. Ulema þer´an onu, "Temiz yeri hususi bir þekilde kastetmektir." diye tarif etmiþlerdir. Teyemmüm iki vuruþtan ibarettir. Demek ki, o da bir fiille beraber olan kasýttýr. Ama kulun fiiline isim olmaktan çýkmamýþtýr. Ýþte Zeylâî´nin, "Hacc, vasýf ziyadesi ile birlikte hususi kasta isim yapýlmýþtýr. Nasýl ki teyemmüm mutlak kastýn ismidir. sonra þeriatta bir vasýf ziyadesi ile hususi bir kasta isim yapýlmamýþtýr." sözünün mânâsý budur. Bu mahallin tahkîkinde bana zâhir olan budur!
«Önceden...» Yani vakfe ve tavaftan önce demektir. Bu niyetin mikattan yapýlmasý ise vâciptir. T.
METÝN
Hacc, Hicret´in dokuzuncu yýlýnda farz kýlýnmýþtýr. Peygamber (s.a.v.)´ in onu onuncu yýla geciktirmesi, bir özürden dolayýdýr. Hem o, teblið vazifesini tamamlamak için hayatta kalacaðýný biliyordu. Hacc bir defa farzdýr. Çünkü onun sebebi Beytullah´týr. O ise birdir. Birden ziyadesi nafile olur. Bazen vâcip de olur. Nitekim mikatý ihramsýz geçerse böyledir.
ÝZAH
"Bir özürden dolayýdýr." Bu özür ya âyetin vakit geçtikten sonra inmesidir, yahut Medine halký için müþriklerden endiþe duymasý, veya Peygamber (s.a.v.)´in kendi hayatýndan endiþe etmesi; yahut müþriklerle ibadetlerinde karýþmak istememesi idi. Zira o vakit kendileriyle sözleþmeleri vardý. Zeylâî. Geciktirmeyi önce zikretmesi, Þilbî´nin haþiyesinde Ýbn-i Kayyým´ýn Hedyin´den naklen þöyle dediði içindir: «Sahih kavle göre hacc, dokuzuncu yýlýn sonlarýnda farz kýlýnmýþtýr. Onu farz kýlan âyet, "Allah için Beyt´i haccetmek insanlarýn üzerine borçtur." âyet-i-kerîmesidir. Bu âyet, heyetlerin geldiði dokuzuncu yýlýn sonunda inmiþtir. Peygamber(s.a.v.) hacc farz olduktan sonra, onu bir sene ertelememiþtir. Onun hâlü þanýna lâyýk olan da budur. Haccýn altýncý veya yedinci yahut sekizinci veya dokuzuncu yýlda farz kýlýndýðýný iddia edenin elinde tek bir delil yoktur, Olsa olsa bununla ihticâc eden, "Hacc ve umreyi Allah için tamamlayýn!" âyeti altýncý yýlda indi demektedir ki, bunda haccýn farz oluþunun baþlamasý meselesi yoktur. Bu âyette yalnýz baþlanan haccýn tamamlanmasý emri vardýr ilk farz oluþunu bundan nasýl çýkarýrlar?»
«Hayatta kalacaðýný biliyordu.» cümlesi ayrý bir cevaptýr. Özür bulunmasýna baðlý deðildir. Hâsýlý þudur: Hacc, ihtiyaten mühletsiz hemen farz olan bir ibadettir. Çünkü geciktirilmesi onu elden kaçýrmaya maruz býrakýr. Bu, Peygamber (s.a.v.) hakkýnda bahis mevzuu olamaz. Çünkü O teblið vazifesini tamamlamak için, insanlara hacc ibadetlerini öðretinceye kadar yaþayacaðýný biliyordu. Zira Teâlâ Hazretleri, "Andolsun Allah, Rasulünün rüyasýný tasdik etmiþtir..." buyurmuþtu. Bu, ta´lîl hususunda daha ustalýk göstermek sayýlýr. Onun için geciktirmeyi buna tâbi kýlmýþtýr. Bu týpký senin, "Zeyde ikram et; çünkü o sana iyilik etmiþtir, ayný zamanda hem babandýr." demen gibidir.
«Sebebi Beytullah´týr.» Buna delil, âyette "Beyt´in haccý" diye izafet edilmesidir. Zira esas olan, hükümleri sebeplerinde izafe etmektir. Nitekim usulü fýkýhta izah edilmiþtir. Sebebi tekrarlanmayan bir vâcip tekrarlanmaz. Bir de Müslim´in Sahih´inde þu hadis vardýr: "Ey insanlar! Size hacc farz kýlýnmýþtýr. Öyle ise haccedîn!" Bir adam, "Her sene mi ya Rasulallah?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.) sustu. Hatta adam sualini üç defa tekrarladý. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.); "Evet desem size vâcip olur. Siz de güç yettiremezsiniz..." buyurdular. Nehir sahibi diyor ki: "Âyet, tekrar lâzým gelmediðine istidtâl için yetiyorsa da - zira emrin tekrara ihtimali yoktur - nefyi nefyin muktezasý ile ispat etmek daha uygundur."
«Nitekim mikatý ihramsýz geçerse böyledir.» Yani mikat yerine dönerek oradan telbiye getirmesi vâcip olur. Keza mikatý geçmezden önce de vâcip olur. Hidaye´de þöyle denilmiþtir: «Sonra uzaklardan gelen kimse Mekke´ye girmek maksadý ile mikatlara varýrsa, bize göre hacc veya umre kastý ile ihrama girmesi icap eder. Mekke´ye girmek istemese de ihrama girmesi gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), "Hiçbir kimse mikatý ihramsýz geçemez: velev ki ticaret için gelsin!" buyurmuþtur. Bir de ihramýn vâcip olmasý, bu mübarek yeri tazim içindir. O halde bu hususta tacir, umreci ve baþkalarý müsavidir.» Halebî diyor ki: "Bundan þu hâsýl olur ki, uzaktan gelen için, hacc ve umre nafile olamazlar. Onlar ancak bahçede çalýþanla haremde yaþayanlar için nâfile olurlar."
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Çünkü ihramsýz geçmenin haram olmasý, ihramýn uzaktan gelene mutlaka vâcip olduðuna delâlet etmez; Zira vâcip olan, oradan geçerken ihramabürünmüþ bulunmaktýr. Ýhramýn nâfile hacc veya baþkasý için olmasý birdir. Çünkü ihram oradan geçmenin helâl olmasý için þarttýr. Þartýn maksut olarak yapýlmasý lâzým gelmez. Nitekim îtikaf bahsinde geçti. Bunun bir benzeri de þudur; Cünüp bir kimsenin yýkanmadan mescide girmesi helâl deðildir. Ama meselâ cuma gününün sünnetidir diye yýkanýr da girerse caiz olur. Halbuki, sünnet olan guslü niyet etmiþti. Girmek ister de baþka bir þey için yýkanmazsa, gusül ancak o zaman icap eder. Burada mikatý geçmek istediðinde, hacc ibadetlerini kastederek, farz veya nezir yahut nâfile için ihrama girerse kâfidir. Çünkü o yerin tazimi hususunda maksat hâsýl olmuþtur. Bunu deðil de, meselâ ticaret için girmeyi kastederse o zaman ihrama girmesi vâcip olur. Bunun benzeri tahiyye-i mescittir ki, kýldýðý herhangi bir namazýn zýmnýnda hâsýl olur. Hiç namaz kýlmazsa, ayrýca kýlmak sureti ile icrasý gerekir. Bana zâhir olan budur. Þârih -Allah´u a´lem - bundan dolayý Bahýr ve Nehir´e uyarak vücubun tasvirini, mikati ihramsýz geçmekle yapmýþtýr. Çünkü böyle bir kimsenin, mikatý dönerek oradan telbiye getirmesi icap eder. O zaman geçmek için ihrama girmesi vâcip olur. Ama önceden farz veya nezir yahut nâfile hacc için ihrama girmiþse, niyetine göre devam eder. Geçmek için ayrýca ihrama girmesi icap etmez. Bu takdirde ifadesinde dengesizlik yoktur. Anla!
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 20 Mart 2010, 22:58:50
Haram Malla Hacc
METÝN
Çünkü ileride geleceði vecihle o kimseye iki ibadetten biri vâcip olur. Eðer haccý tercih ederse, vücupla vasýflanýr. Bazen haram olmakla da vasýflanýr. Haram malla hacc böyledir. Kerahetle vasýflandýðý da olur. Ýzni gereken kimseden izinsiz hacca gitmek böyledir. Nevâzil´de beyan edildiðine göre, çocuðun henüz sakalý bitmemiþse, sakalý bitinceye kadar babasý haccýna mâni olabilir.
Ýmam Ebû Yusuf´a ve Ýmam-ý Azam´dan gelen iki rivayetin esah olanýna ve Ýmam Malik´le Ýmam Ahmed´e göre, hacc fevren hemen ilk yýl farzdýr.
ÝZAH
«Ýleride...» ihram bâbýndan az önce gelecektir.
«Haccý tercih ederse vücupla vasýflanýr.» ve muhayyer vâcip kabilinden olur. Yani umreyi tercih ederse, o da vücupla vasýflanýr. Þârih´in bunu söylememesi makam iktiza etmediði içindir. H.
«Haram malla hacc böyledir...» Bahýr´da böyle denilmiþtir. Bunu riya için yapýlan haccla temsil etse daha iyi olurdu. Zira denilebilir ki: Haccýn kendisi Mekan-ý mahsusu ziyarettir ve haram deðildir. Haram olan, haram malý harcamaktýr. Bunlarýn arasýnda ise telâzüm yoktur. (Birinden diðeri lâzým gelmez.) Nasýl ki gasp edilen yerde namaz kýlmak farz yerine geçer; haram olan, gasp edilen yerin meþgul edilmesidir; fiil namaz olduðu için haram edilmiþ deðildir. Çünkü farzýn haramla vasýflanmasý mümkün deðildir. Burada da öyledir. Zira haddi zatýnda hacc emredilmiþ bir ibadettir. Haram olmasý, sarfiyat cihetiyledir. Galiba ona Haram demesi, malýn haccda dahlü tesiri olduðundandýr. Hacc, bedenin ameli ile maldan mürekkeptir. Nitekim yukarýda arz etmiþtik. Onun için Bahýr sahibi, «Hacca giden kimse helâl nafaka toplamaya çalýþýr; çünkü haram malla hacc kabul edilmez. Nitekim hadiste beyan buyrulmuþtur. Bununla beraber haram malla farz sâkýt olur. Farzýn sükutu ile kabul edilmemesi arasýnda zýddýyet yoktur. Kabul edilmediði için sevap verilmez; ama haccý terk edenlere verilen ceza da verilmez.» demiþtir. Yani terk etmemek sahih olmaya dayanýr ki, o da bütün þart ve rükünlerini yapmakla olur. Üzerine sevap terettüp eden kabul ise, malýn helâl olmasý ve ihlâs gibi þeylere dayanýr. Meselâ riya için namaz kýlar veya oruç tutup gýybet ederse; fiil sahih, fakat sevabý yoktur. Allah´u alem!
«Ýzni gereken kimse...» hizmetine muhtaç anne veya babasý gibi ki, onlar yoksa ninelerle dedeler de ana - baba gibidirler. Malý olmayan borçlunun alacaklýsý ve izinle olursa kefil de öyledir. Bunlarýn izni olmazsa, hacca gitmesi mekruh olur. Nitekim Fetih´te böyle denilmiþtir, Zâhirine bakýlýrsa, bu kerahet tahrimidir. Onun için Þârih "vücup" tabirini kullanmýþtýr. Bahýr sahibi Siyer´den naklen, «Keza karýsý ve nafakasýný veren hacca gitmesini istemiyorsagitmesi mekruhtur.» cümlesini ziyade etmiþtir. Zâhire bakýlýrsa bu, o yokken verecek nafakasý olmadýðýna göredir. Bahýr sahibi diyor ki: «Bütün bunlar farz olan hacc hakkýndadýr: Nâfile hacca gelince: Anne-babaya itaat mutlak surette evlâdýr. Nitekim Mültekat´ta açýklanmýþtýr.»
«Sakalý bitinceye kadar mâni olabilir.» Yol tehlikeli ise, sakalý bitse bile gitmez. Bunu Bahýr sahibi Nevâzil´den nakletmiþtir.
«Fevren» "hemen" demektir; ve mümkün olan ilk vakitte yapmaktýr. Bunun mukabili Ýmam Muhammed´in, "Hacc terahî üzere farz olur." kavlidir. (Terahî, gecikmeli, mühletli demektir). Ama bunun mânâsý "gecikme mutlaka yapýlmalý" demek deðildir. "Hemen yapmak lâzým gelmez" mânasýnadýr.
«Mâlik´le Ýmam Ahmet» Ýmam-ý Azam üzerine atfedildiðine göre, Onlardan gelen rivayetlerin de muhtelif olmasýný ifade eder. Dürerü´l-Bihâr Þerhi de bunu ifade etmektedir. Orada þöyle denilmiþtir: "Bu kavil Ebû Hanife ile Mâlik ve Ahmed´den gelen rivayetlerin en sahihidir."
METÝN
Binaenaleyh birkaç sene geciktirmekle þahitliði reddedilir. Çünkü onu geciktirmek küçük günahtýr. Onu bir defa irtikâp etmekle fâsýk sayýlmaz; ancak ýsrar ederse fâsýk olur. Bahýr. Bunun vechi þudur: Haccýn tevri olmasý zannîdir; zira ihtiyat delili zannîdir. Onun için, gecikirse eda olacaðýnda ulema ittifak etmiþlerdir. Velev ki edadan önce ölmekle günahkâr olsun. Yine ulema, "Bir kimse haccetmeden malýný telef etse, ödünç para alarak haccedebilir. Velev ki ödemeye kudreti olmasýn. Bundan dolayý Allah´ýn onu muahaze etmemesi umulur." demiþlerdir. Yani "Kûdreti olduðu vakit ödemeye niyeti varsa" demek istemiþlerdir. Nitekim Zahîriyye´de bu kaydedilmiþtir.
ÝZAH
«Ancak ýsrar ederse fâsýk olur.» Buradaki istisna munkatýdýr; lâkin ýsrar ederse mânâsýnadýr. Çünkü ýsrar bir defada dahil deðildir. H. Sonra âþikârdýr ki, fasýk olmamaktan günahkâr olmamak lâzým gelmez. O kimse günahkârdýr; velev ki bir defa geciktirsin. Ýbn-i Nüceym´in Menâr Þerhi´nde Ekmel´in Takrir´inden naklen þöyle denilmiþtir: «Israrýn haddi, dinine aldýrýþ etmediðini gösterecek þekilde tekrarlamasýdýr ki, bununla büyük günah irtikâp edeceðini göstermiþ olur.» Bu sözün muktezasý, ýsrarýn bir sayý ile mukadder olmayýp reye ve örfe býrakýlmýþ cimasýdýr. Zâhire bakýlýrsa, o kimse iki defa ile ýsrar etmiþ olmaz; onun için "birkaç sene" demiþtir. Þu halde ibn-i Nüceym´in Mültekâ Þerhi´ndeki, "Fâsýk sayýlýr ve özürsüz birinci seneden geciktirmekle þahitliði reddedilir." sözü düzeltilmemiþ demektir. Çünkü bu sözün muktezasý, iki deðil; bir defa ile ýsrar hasýl olmasýdýr.
«Bunun vechi þudur» Yani geciktirmenin küçük günah olmasýnýn vechi þudur: Hemenhacca gitmek vaciptir. Çünkü delili -ki ihtiyattýr- zanni olduðu için, acele gitmek de zannîdir. Zira geciktirmekte onu terk etmeye maruz býrakmak vardýr. Bu ise kesin deðildir. Þu halde geciktirmek kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olur. Haram olmaz. Çünkü haram olmak, mukabili olan farz gibi, ancak kesin delil ile sabit olur. Þârih´in söylediði ise, Bahýr sahibinin günahlarý beyan için telif ettiðî risalesindeki þu sözlerine dayanmaktadýr: «Bize göre her kerahet-i tahrimiyye küçük günahtýr.» Lâkin orada, bazý kesin delille sabit olan þeyleri küçük günahlardan saymýþtýr. Meselâ zýhâr yaptýðý karýsý ile, kefaret vermeden cimada bulunmayý ve cuma ezaný zamanýnda alýþ veriþ yapmayý bunlardan saymýþtýr.
«Gecikirse eda olacaðýnda ittifak etmîþlerdir.» Yani kendisinden günah bil ittifak sâkýt olur. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Bazýlarý, "Murad, haccý geciktirme günahý deðil, kaçýrma günahýdýr." demiþlerdir.
Ben derim ki: Bunun söz götürdüðü meydandadýr. Hattâ zâhire göre, doðrusu geciktirme günahýdýr. Çünkü edadan sonra vaktini geçirmek diye bir þey yoktur. Fetih´te, "Ýmkân bulduðu ilk seneden geciktirmekle günahkâr olur. Ondan sonra haccederse günah kalmaz." denilmektedir. Kuhistânî´de þöyle denilmiþtir: "Özürsüz baþka seneye geciktirmekle, Þeyhayn´a göre günahkar olur. Meðer ki ömrünün sonunda olsun eda etsin, Bu, hilâfsýz günahý giderir."
«Velev ki edadan önce ölmekle günahkâr olsun.» Bu, bilittifaktýr. Nitekim Zeylâî´de bildirilmiþtir. Þeyhayn´ýn kavline göre, günahkâr olmasý açýktýr. Ýmam Muhammed´in kavline göre de günahkârdýr. Çünkü geciktirmekle, Ona göre günahkâr olmasa da bu ölmeden eda etmek þartý iledir. Eda etmeden ölünce, günahkâr olduðu meydana çýkar. Bazýlarý ilk seneden itibaren günahkâr olacaðýný söylemiþ; birtakýmlarý kendinde zayýflýk gördüðü son seneden itibaren günahkar sayýlacaðýný bildirmiþlerdir. Muayyen bir vakitle hükmedilmeksizin günahkâr olacaðýný söyleyenler de vardýr. Bunlar, "Ýlmi Allah´a kalmýþtýr." derler. Nitekim Fetih´te böyle denilmiþtir.
«Ödünç para ile haccedebilir.» Bazýlarý, "Ödünç almasý lâzýmdýr." demiþlerdir. Nitekim Lübâbü´l-Menâsik´te böyledir. Molla Aliyyal-Kaarî buna yazdýðý þerhte þöyle demektedir: «Bu kavil Ebû Yusuf´tan bir rivayettir. Ama zayýflýðý meydandadýr. Çünkü Allah Teâlâ´nýn haklarýný üzerine almak, kul haklarýný yüklenmekten daha hafiftir.»
Ben derim ki: Eðer birinci kavildeki "velev ödemeye kudreti olmasýn" sözünde, ödeyecek hiçbir imkaný olmadýðýný biliyorsa, bu itiraz ona da vârittir. Fakat halen kudreti olmadýðýný bilir de, çalýþtýðý takdirde ödeyebileceðine aklý keserse, itiraz vârit deðildir. Zahire bakýlýrsa, Zahiriyye´nin zekât bahsindeki sözünden alarak, murad budur denilebilir. Orada þöyle denilmiþtir: «Malý yok da zekâtý eda için ödünç almak isterse, çalýþýrsa ödeyebileceðine aklýkestiði takdirde ödünç almasý efdaldir. Þayet ödünç alarak eda eder de, ölünceye kadar ödeyemezse, borcunu âhirette Allah Teâlâ´nýn ödemesi ümit edilir. Eðer ödeyebileceðine aklý kesmezse, efdal olan, ödünç almamaktýr.» Fakirlerin hakký taallûk eden zekâtta hüküm bu olunca, haccda da böyle olacaðý evleviyetle kalýr.
METÝN
Hacc, Müslüman, hür ve mükellef kimseye farzdýr. Çünkü kafir eda hakkýnda îmanýn furuu olan amellerle mükellef deðildir. Biz bunu Menâr üzerine yaptýðýmýz talikatta tahkik ettik.
ÝZAH
Musannýf burada haccýn þartlarýný izaha baþlamýþtýr. Lübab sahibi bu þartlarý dört kýsma ayýrmýþtýr.
Birincisi, vücubunun þartlarýdýr. Bunlar tamamen bulunursa hacc vâcip olur; tamamý bulunmazsa hacc vâcip olmaz. Mezkûr þartlar yedi olup þunlardýr: Ýslâm, dâr-ý harpte olan Müslüman´ýn haccýn farz olduðunu bilmesi, buluð, akýl, hürriyet, güç yetmesi ve vakit, yani hacc aylarýnda yahut memleketi halkýnýn hacca gittikleri vakitte gitmesidir Bu gelecektir.
ikinci nevi, edasýnýn þartlarýdýr. Bunlarýn tamamý vücup þartlarý ile birlikte bulunursa, o kimsenin bizzat haccý eda etmesi vâcip olur. Vücup þartlarý tahakkuk eder de, bunlarýn bazýsý bulunmazsa; bizzat edasý deðil, yerine bedel göndermesi veya ölürken vasiyet etmesi lâzým gelir. Bunlar þu beþ þarttýr: Vücut saðlýðý, yol emniyeti, hapsedilmiþ olmamak, kadýnýn mahremi veya kocasý bulunmak ve iddet beklememek.
Üçüncü nevi, edanýn sahih olmasýnýn þartlarýdýr ki, dokuzdur: Ýslâm, ihram, zaman, mekan, temyiz, akýl, özür hali müstesna olmak üzere fiillerî Kenan yapmasý, cinsi münasebette bulunmamasý ve haccý ihrama girdiði yýl eda etmesi.
Dördüncü nevi, haccýn farz namýna olmasýnýn þartlarýdýr. Bunlar da dokuzdur: Ýslam, Ýslam´ýn ölünceye kadar devamý, akýl, hürriyet, buluð, kudreti varsa bizzat eda etmesi, nâfileye niyet etmemiþ olmasý, haccý bozmamak ve baþkasý namýna niyetlenmiþ olmamak.
Hacc "Müslüman´a" farzdýr. Kâfir, hacca götürecek mala sahip olsa da fakirledikten sonra Müslümanlýðý kabul etse, bu imkânla kendisine bir þey lazým gelmez. Müslüman olduktan sonra imkân bulup haccetmemesi bunun hilafýnadýr; çünkü hacc boynuna borç olup kalýr. Fetih. Bu söz, "hacc fevrîdir" diyenlere göre zâhirdir; fakat "mühletli farz olur" diyene göre zâhir deðildir. Nehir.
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Çünkü "mühletli farz olur" diyene göre vücup, imkân bulduðu ilk seneden tahakkuk eder; yalnýz, o sene eda etmekle, sonraya býrakmak arasýnda muhayyer býrakýlýr. Nitekim namaz da, vaktin evvelinde geniþ olarak vâcip olur. Aksi halde vücup, ancak ölümden az önce tahakkuk etmek, saðlamken hacc farz olup da sonrahastalanan veya gözleri görmez olan kimsenin bedel göndermesi vacip olmamak, fazla geciktirip eda etmeden ölenin günahkâr olmamasý lâzým gelir ki, bunlarýn hepsi icmaa muhaliftir. Düþün!
«Hûr» kimseye farz olur. Müdebber olsun, mükâtep olsun köleye, bir kýsmý âzâd edilmiþ köleye ve izinli köleye - Mekke´de bile olsa - hacc farz olmadýðý gibi; ümmü veled olana da farz deðildir. Çünkü azýk ve vasýtaya mâlik olmaya ehliyeti yoktur. Onun için Mekke´nin kölelerine farz olmamýþtýr. Fakir hakkýnda azýk ve vasýtanýn þart olmasý bunun hilâfýnadýr. Çünkü o ehliyet için deðil, kolaylýk içindir. Onun için Mekke´nin fakirlerine de vaciptir. Bu izahattan, köleye namazla orucun farz olmasý ile, haccýn farz olmamasý arasýndaki fark anlaþýlmýþ olur. Nehir. Bu fark, namazla oruçta ehliyet bulunmasý, hacc da ehliyet bulunmamasýdýr. Maksat vücüp ehliyetidir. Aksi takdirde köle edaya ehildir ve yaptýðý hacc nâfile olur. Nitekim gelecektir.
«Mükellef»ten murad, akýl bâlið olan kimsedir. Çocuða ve deliye hacc farz deðildir. Bunamýþ kimse hakkýnda usûlde ihtilâf edilmiþtir. Fahru´l-Ýslâm´a göre, çocuk gibi bunaktan da hitap sâkýttýr. Binaenaleyh ona hiçbir ibadet farz olmaz. Debbûsî ise ihtiyaten muhatap olduðunu söylemiþtir. Bahýr. Biz bunak hakkýnda zekâtýn baþýnda söz etmiþtik. Oraya müracaat et!
T E M B Ý H : Bedâyi´de beyan olunduðuna göre, delinin ve aklý ermeyen çocuðun, haccý eda etmeleri caiz deðildir. Nasýl ki onlara farz da deðildir. Baþkalarý ise, bunlarýn haccýnýn sahih olduðunu nakletmiþlerdir. Lübab Þerhi´nde bu iki kavlin arasý bulunarak; bir parça anlayýþý olanla, hiç anlayýþý olmayan arasýnda fark olduðu bildirilmiþtir.
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Ara bulmak, birinciyi her ikisinin bizzat eda etmelerine; ikinciyi velinin yapmasýna yorumlamakla olur. Valvalciyye ve diðer kitaplarda beyan edildiðine göre; çocuða ve keza deliye, babasý haccettirir. Çünkü onlar namýna ihrama girmesi bizzat kendilerinin ihramý gibidir. Meselenin tamamý gelecektir.
«Tahkik ettik.» Orada söylediklerinin hulâsasý þudur: Kâfirin, ibadetlerle mükellef olup olmamasý hususunda üç mezhep vardýr.
Birincisi, Semerkantlýlarýn mezhebidir. Ona göre, eda ve inanç cihetinden muhatap deðillerdir.
Ýkincisi, Buharalýlarýn mezhebidir. Buna göre kâfirler yalnýz îtikat ciheti ile muhataptýrlar.
Üçüncüsü, Iraklýlarýn mezhebidir ki, ona göre, her ikisi ile muhataptýrlar ve her ikisinden dolayý ceza görürler. Þarih orada, "Mutemet olan da budur. Nitekim Ýbn-i Nüceym açýklamýþtýr. Çünkü nâslarýn zahirleri onlara þahittir; hilâfý tevîldir. Ebû Hanife ile eshabýndan bir þey nakledilmemiþtir ki, Ona müracaat olunsun!" demektedir. Âþikârdýr ki "eda hakkýnda" demesinden, yalnýz îtikat hakkýnda füru ile muhatap olduklarý anlaþýlýyor. NitekimBuharalýlarýn mezhebi de budur. Menâr sahibinin sahih kabul ettiði de budur. Lakin Þârih´in sözünde, buradakinin orada itimat etmiþ olduðunu gösteren bir þey yoktur. Buradaki, mezhebin hilâfýnadýr deniliyorsa da söz götürür. Çünkü biliyorsun mezhep ulemasýndan bir nâss yoktur. Anla!
METÝN
Haccýn farz olduðunu, ya Ýslâm memleketinde bulunmakla; yahut âdil bir kiþinin veya hâlleri gizli iki kimsenin haber vermeleri ile bilecektir. Hacýnýn bedeni saðlam, gözleri görür olacak; hapiste olmayacak, haccdan men edecek bir sultandan korkusu bulunmayacaktýr. Beden saðlýðýný koruyacak azýða, ve kendisine mahsus deveye mâlik bulunacaktýr. Mutâd azýk, et ve benzeri þeylerdir. Ekmek ve peynirle kaadir sayýlmaz. Kendisine mahsus deveden murad, kudreti varsa mukatteptir. Aksi takdirde mehâraya kudreti olmasý þarttýr.
ÝZAH
«Ýslâm memleketinde bulunmakla» haccýn kendisine farz olduðunu, bilsin bilmesin, orada Müslüman olarak yetiþsin yetiþmesin hacc farz olur. Bahýr.
«Yahut âdil bir kiþinin ilh...» sözü, dâr-ý harpte Müslüman olan hakkýndadýr. Böylesine, farz olduðunu bilmezden önce hacc farz deðildir. Kaldý ki, bilmeden önce haccetse. Kutbî´nin Menâsik´înde inceleyerek anlattýðýna göre farz yerine geçmez. Bu söz münakaþa edilmiþ ve, «Haccýn farz yerine geçmesi için bilmek þart deðildir. Nitekim buraya kadar anlatýlanlardan anlaþýldý. Bir de hacc farzý tayin etmeksizin mutlak niyetle sahih olur. Namaz böyle deðildir. Þu da var ki hacc, Ýslâm memleketinde yetiþen kimseden farz olduðunu bilmese bile sahih olur.» denilmiþtir.
«Veya halleri gizli iki kimsenin» haber vermeleri ile bilinir. Bundan anlaþýlýr ki þart þahitliðin iki yarýsýndan biridir; yani ya adet bulunacaktýr yahut adalet. Nitekim Nehir´de bildirilmiþtir.
"Hacýnýn bedeni saðlam olacaktýr." Yani seferde lazým olan þeylere mâni olacak dertlerden sâlim bulunacaktýr. Binaenaleyh kötürüm, inmeli ve çok ihtiyar olup vasýta üzerinde kendiliðinden duramayacak kimselere körlere - yedek kimse bulunsa bile - ve sultandan korkusu olanlara bizzat haccetmeleri farz olmadýðý gibi; Ýmam-ý Âzam´dan rivayet edilen zâhir mezhebe göre, bedel göndermek sureti ile de farz olmaz. Bu kavil Ýmameyn´den de bir rivayettir. Ýmameyn´den gelen zâhir rivayete göre, böylelerin bedel göndermeleri icap eder ve acizleri devam ederse, bedel onlara kâfidir. Aczleri kalmazsa, bizzat haccý tekrar ederler.
Hâsýlý: Ýmam-ý Âzam´a göre ´ saðlamlýk ´ vücubun þartlarýndan; Ýmameyn´e göre ise vücûb-u edasýnýn þartlarýndandýr. Bu hilâfýn semeresi, bedel göndermekle vasiyetin vâcip olmasý hususlarýnda zâhir olur. Bu, saðlamken hacca kaadir olamamakla kayýtlýdýr. Eðer kudreti olur da, ´ hacca ´ diye yola çýkmadan âciz kalýrsa, boynuna borç olarak kalýr ve bedel göndermesilâzým gelir. ´ Hacca ´ diye çýkar da, yolda ölürse, vasiyet etmesi vâcîp olmaz. Çünkü icaptan sonra geciktirmiþ deðildir. Böyleleri bizzat haccetmeyi göze alýrlarsa, üzerlerinden borç sâkýt olur. Tuhfe´nin zâhirine bakýlýrsa, Ýmameyn´in kavlini tercih etmiþtir. Ýsbîcâbî de öyledir. Fetih sahibi de bunu kuvvetli bulmuþ ve ´saðlamlýðýn´ vücub-u edanýn þartlarýndan olduðunu kabul etmiþtir. Bu satýrlar Bahýr ve Nehir´den alýnmýþtýr.
Lübab´da sahih kabul edilen kavlin muhtelif olduðu hikâye edilmiþ; þerhinde ise, Nihâye sahibinin birinci kavle göre hareket ettiði bildirilmiþtir. Bahr-ý Amîk sahibi, sahih mezhebin bu olduðunu; ikinci kavli ise Câmi Þerhi´nde Kâdýhan´ýn sahihlediðini, içlerinde Kemâl b. Hümam da bulunmak üzere birçok ulemanýn bunu tercih ettiklerini söylemiþtir.
«Görür olacak» Burada, bildiðin gibi yukarýda geçen hilâf vardýr.
«Hapiste olmayacak.» Bu, edanýn þartlarýndandýr. Nitekim geçti. Zâhire göre, edasýna kaadir olduðu bir hakkýný vermediði için hapsederse, vücub-u eda ondan sâkýt olmaz.
TEMBÝH: Lübab Þerhi´nde Þemsülislâm´dan naklen bildirildiðine göre, sultan ve sultan mânâsýndaki emirler mahpusa katýlýrlar. Binaenaleyh bölgesinin kul hakkýndan hâlî olan malýndan hacc farz olur. Tamamý oradadýr. Þüphesiz ki bu aczi ölünceye kadar devam ettiðine göredir. Aksi takdirde özrü kalktýðý vakit bizzat haccetmesi vâcip olur. Bu þununla da kayýtlýdýr: Evvelâ hacca gitmeye kaadir olup, sonradan âciz kalacaktýr. Aksi takdirde, yukarýda zikredilen hilâfa göre onun namýna bedel göndermek lâzým gelmez.
«Azýða ve bineðe mâlik bulunacaktýr.» Bu cümle þunu ifade eder ki, hacc ancak yiyecek ile vasýta ücretine malik ise farz olur. Ýbâha veya emanet almakla olmaz. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Buna Þârih de iþaret edecektir. Binek kendisine mahsus olacaktýr. Baþkasý ile ortak bir vasýtaya mâlik olup, nöbetle binmeleri kâfi deðildir. Lübab þerhi.
«Mukattep» Kâmus´ta "katepli" demektir. Katep, hörgücün iki yanýna konulan küçük semerdir. H. "Mehâra" hevdece benzer bir nevi eðerdir. Kâmus. Yani öteki yanýna oturacak bir ortak bulmak þartý ile onun bir yanýna oturur. Nitekim Þâfiîler bunu açýklamýþlardýr. Gerçi Bahýr´da, "Öteki yanýna da eþyasýný koyabilir." denilmiþse de, Hayreddin Remlî bunu reddetmiþtir. Lübab Þerhinde, "Zâmileye, yani mukattebe veya mahmelin yarýsýna binerek gider. Mihaffe ise, refah sahiplerinin çýkardýðý modalardandýr. Ona itibar yoktur." denilmektedir. Zâhire bakýlýrsa mihaffeden murad, zamanýmýzda "taht adý ile bilinen ve iki deve yahut iki katýr arasýnda taþýnan þeydir. Lâkin buna Þeyh Abdullah Afîf Mensek Þerhinde itiraz etmiþ ve, «Bu, ulemanýn, "Herkese, haline göre âdeten ve örfen uygun olana itibar edilir" sözüne aykýrýdýr. Bundan baþkasýna gücü yetmeyen hakkýnda hiç þüphesiz bu muteberdir. Mahmelle veya mukatteple gitmeye kaadir olsa bile mazur sayýlmaz, velev ki eþraftan veya servet sahiplerinden olsun.» demiþtir.
METÝN
Azýk ve deve ile gitmek, uzaktan gelenlere vaciptir. Yürümeye kudreti olan Mekkeliye vacip deðildir. Zira bu, cuma için camiye gitmeye benzer. Bu þunu ifade eder ki, deveden baþka katýr veya eþek gibi bir vasýtaya kudreti olsa, hacc vâcip olmaz. Bahýr sahibi diyor ki: «Ama ben bunu açýk olarak görmedim. Ulema sadece kerahet bulunduðunu açýklamýþlardýr.» Siraciyye´de, "Binekle hacca gitmek, yaya olarak gitmekten efdaldir." denilmektedir.
ÝZAH
«Vasýta uzaktan gelenlere vâciptir.» Hâsýlý azýk, yani yiyecek, Mekkeli de olsa herkese Iazýmdýr. Nitekim bunu birçok ulema açýklamýþlardýr ki, Yenabî ve Sirâc sahipleri bunlardandýr. Þu halde Haniyye ile Nihâye´deki "Mekkeliye yiyeceði olmayan fakir bile olsa hacc lazýmdýr." ifadesi söz götürdüðünü Ýbn-i Hümam söylemiþtir. Meðer ki bu sözden yolda kazanmak kastedile!
Deveye (vasýtaya) gelince: Yalnýz uzaktan gelene þarttýr. Yürümeye kudreti olan Mekkeliye þart deðildir. Bazýlarý mutlak surette þart olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü Mekke ile Arafat arasý dört fersahtýr. Onu herkes yürüyemez. Nitekim Muhit´te beyan edilmiþtir. Lübab sahibi Mensek-i Kebîr´inde birinciyi sahih bulmuþtur. Þarihi Aliyyü´l-Kâri ise bunu tenkit ile þöyle demiþtir: «Kudreti olan nâdirdir. Hükümlerse, ekseriyete göre verilir. Mekkelinin sýnýrý, bizce mikatlarýn içinden Harem´e kadardýr. Nitekim Kirmani beyan etmiþtir. Bu cidden ihtimalden uzaktýr. Bilâkis zâhir olan Sirâc ve diðer kitaplardakidir ki, sýnýr o kimse ile Mekke arasýnda üç, günden az mesafe bulunmaktýr. Bahr-ý Zâhir´de beyan edildiðine göre, kendisi ile Mekke arasýnda üç günlük veya daha fazla mesafe bulunan kimseye vasýta þarttýr. Bundan aþaðý olursa, yürüyebildiði takdirde vasýta þart deðildir.» tamamý Lubab Þerhindedir.
TEMBÝH: Lübab´da þöyle denilmektedir: «Uzaktan gelen fakir mikata ulaþtý mý, Mekkeli gibi olur.» Þârihi diyor ki: "Yani yürümekten aciz deðilse, onun hakkýnda sadece yiyecek ve vasýta þarttýr. Uzaktan gelen zenginin de, mikatlardan birine vardýðýnda binecek vasýtasý bulunmazsa hükmü budur. Þu halde ´ fakir´ le kayýtlamasý, vasýtaya kudreti olmadýðý anlaþýldýðý; bir de onun ´fakir olduðum için bana hacc farz deðildir´ zannederek nâfile hacca niyetlenmemesi taayyün ettiðini anlatmak içindir. Çünkü uzaklarda iken ona hacc farz deðildi. Mekkeli gibi olunca farz olur. Eðer bu hacca nâfile olarak niyet ederse, kendisine hacc tekrar farz olur.» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Bunun benzeri, baþkasý namýna hacc bâbýnda anlatacaðýmýz þu meseledir: Hacca memur olan þahýs Mekke´ye vardýðýnda, orada kalmasý ve kendisine farz olan haccý da eda etmesi lâzým gelir. Çünkü hacca kâdir olmuþtur. Bununla beraber inþaallah göreceksin ki bu iddia söz götürür.
«Cuma için camiye gitmeye benzer.» Yani cumada vasýta þart olmadýðý gibi, bunda da þartdeðildir.
"Bu þunu ifade eder." Yani mademki ´râhile´ tabirini kullanmýþtýr, baþkasýna kudreti olmakla ona hacc farz deðildir. Rahile, hâssaten deveden olan vasýtadýr. Hidaye ve þerhlerindekine uygun olan budur. Keza lügat kitaplarýnda, "Râhile, erkek olsun, diþi olsun deveden yapýlan vasýtadýr´" denilmektedir. Kuhistanî´de râhilenin tefsiri hakkýnda, "Kendini ve muhtaç olduðu yiyecek vesaire yi taþýyan hayvandýr. Aslýnda yollara ve yüklere dayanýklý deve mânâsýna gelir." denilmiþ olmasý buna aykýrý deðildir. Çünkü deveden baþka hayvan, insaný eþyasý ile uzak mesafelere götüremez. Müctebâ´da Sabbaðî Þerhinden naklen açýklandýðýna göre, bir kimse eþek kiralamaya muktedir olsa, nafakadan âciz sayýlýr. Söylenmesi gereken söz, Þâfiîlerden imam Ezruî´nin sözüdür. Ona göre Mekke ile arasýnda uzak deðil de az bir mesafe bulunan kimse hakkýnda eþek ve katýra kudreti olmak muteberdir. Çünkü uzak mesafelere deveden baþka hayvan dayanamaz. Sindi Mensik-i Kebir´inde, "Bu çok güzel bir ayrýmdýr. Ben bizim ulemamýzdan da buna muhalefet eden görmedim. Bilakis muradlarý, bu ayrýma göre olsa gerektir." demekledir. Anla!
«Kerahet» yani kerahet-i tenzihiyye bulunduðunu açýklamýþlardýr. Nitekim mukabilinin efdal olmasý delili ile, Bahýr sahibi bunu daha zâhir görmüþtür.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 20 Mart 2010, 23:02:39
METÝN
Bununla fetva verilir. Mukattep, mehâradan efdaldir. Hulâsa´nýn icâre bahsinde, "Deve yükü, iki yüz kýrk batmandýr; eþek yükü ise yüz elli batmandýr." denilmektedir. Bunun zâhirine bakýlýrsa, katýr eþek gibidir. Bir baba, oðluna, kendisi ile haccedilmeyen bir þey hîbe etse, kabulü vâcip olmaz. Çünkü vücup þartlarýný elde etmek vâcip deðildir. Bu da fukahanýn ittifaký ile onlardandýr. Usulcüler buna muhaliftir. Hacc aslî ihtiyaçlardan fazlasýndan vacip olur. Nitekim zekât bahsinde geçmiþti. Ev ve tamiri de aslî ihtiyaçlardandýr. Evi büyük olur da, bir kýsmý kendine yeter; kalaný ile hacc edebilirse, fazlasýný satmasý lâzým gelmez. Evet efdal olan budur. Bundan anlaþýlýr ki, evin bütününü satmak ve kirada oturmakla yetinmek evleviyetle lâzým deðildir.
ÝZAH
«Bununla fetva verilir.» Vechi þu olsa gerektir: Bunda harcama fazlalýðý vardýr. Haccda ise bu maksuttur. Onun için baþkasý namýna hacca gidenin, nafaka yettiði takdirde binekle gitmesi þart kýlýnmýþtýr. Hatta yaya giderse - velev ki emri ile olsun - öder. Nitekim Lübab sahibi bunu açýklamýþtýr. Lâkin Hacc bahsinin sonunda geleceði vecihle, bir kimse yürüyerek hacca gitmeyi nezrederse, esah kavle göre yayan gitmesi vâcip olur. Metinler buna göre yazýlmýþtýr. Hidaye ve diðer kitaplarda bunun ta´lîli yapýlmýþ ve þöyle denilmiþtir: «O kimse kemâl sýfatý ile ibadet yapmayý iltizam etmiþtir. Zira Peygamber (s.a.v.), "Her kimyürüyerek haccederse, Allah ona her adým için Harem hasenatýndan bir hasene yazar!" buyurmuþ; "Harem haseneleri nedir?" denilince, "Bire yedi yüz kat verilen sevaptýr", buyurmuþtur. Bir de böyle hacc, bedene daha meþakkatli gelir; onun için efdaldir.» Tamamý Câmi-i Hânî Þerhindedir. Fetih sahibi diyor ki: «Eðer, "Ebû Hanife yürüyerek hacca gitmeyi mekruh saymýþtýr. O halde nasýl kemâl sýfatý olur?" denilirse; biz de deriz ki: "O bunu ancak huysuzluða sebep olmasý düþünülürse, kerih görmüþtür. Meselâ yayan giderken oruçlu bulunur veya yürüyemezse mekruhtur. Aksi takdirde þüphesiz ki yürüyerek gitmek haddi zatýnda efdaldir. Çünkü tevazua daha yakýndýr..."» Bundan sonra, yukarýda geçen hadisi ve daha baþkasýný zikretmiþtir.
Ben derim ki: Baþkasý namýna haccetmeye gelince: Ýhtimal vechi þudur: Ölü iki meþakkatten biri olan beden meþakkatinden âciz kalýp, ancak ötekine, yani mal meþakkatine kaadir olunca, sanki maksut o imiþ gibi olur ve onu kâmil olarak îfâ etmesi lâzým gelir. Onun içindir ki, bedel gidecek kimseyi emredenin evinden göndermek ve onun malýndan sarf etmek vâcip olur; onun namýna baþkasýnýn teberruda bulunmasý kâfi deðildir; zira maksudu bununla hâsýl olmaz. Düþünülsün!
«Mukattep mehâradan efdaldir.» Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle haccetmiþtir. Bir de bu þekilde hacc riyadan daha uzak, hayvana daha hafiftir.
«Hulâsanýn icâre bahsinde» ki sözü için Hayreddin Remlî þöyle demektedir: «Bunu Hulâsa sahibi Feteva´s-Suðrâ´dan nakletmiþtir. Ömrüme yemin ederim ki, bu, eþek hakkýnda eksiklik, deve hakkýnda insaftýr; düþün! Cevhere´de beyan edildiðine göre, batman yirmi altý okýyyedir Bir okýyye, yedi miskaldir ki on dirhem eder. Ýki yüz kýrk batman, bir vesk eder. Bu da aþaðý yukarý bir Dimaþk kantarýdýr.
«Zâhirine bakýlýrsa katýr eþek gibidir.» Nehir´de böyle denilmiþtir. Galiba seferde yük taþýmak için hazýrlanan kuvvetli eþeði kast etmiþ olacak; çünkü o katýr gibidir. Yoksa eþeklerin ekserisi katýrlardan çok aþaðýdýr.
«Bir baba oðluna» keza oðlu babasýna hîbe etse, kabulü vâcip olmaz. Halbuki bunlar birbirlerine minnet etmezler (baþa kakmazlar). Bundan yabancýnýn hükmü evleviyetle anlaþýlýr. Þarihin muradý, azýk ve vasýtaya kudrette mutlaka milk lâzým geldiðini, bu iþin ibâha ve ödünç almakla olmayacaðýný anlatmaktadýr. Nitekim arz etmiþtir.
«Bu da» yani zikri geçen azýk ve vasýtaya kudret de, o þartlardandýr. Usulcüler, "Bunlar vücubu edanýn þartlarýndandýr." demiþlerdir. Tamamý Bahýr´da ve bizim Bahýr üzerine yazdýðýmýz derkenardadýr.
«Nitekim zekât bahsinde geçmiþti.» Yani atý, silâhý, elbiseleri, sanatýnýn aletleri, evinin kilimleri gibi aslî hacetleri ve kendi borçlarý ile dostlarýnýn borçlarýný - velev tecilli olarak -ödemesi gibi lüzumlu þeyleri beyan etmiþti. Nitekim Lübab ve diðer kitaplarda da beyan edilmiþtir. Maksat, kul borçlarýný ödemektir. Onun için Lübab´da da, "Eðer mal bulur da hacc ve zekât borcu olursa, o malla hacceder. Denilmiþtir ki: Ancak mal kendisinde zekat farz olacak cinsten ise zekâta sarf edilir." ifadesi vardýr.
TEMBÝH: Sonradan çýkma akrabaya ve dostlara hediye getirme âdeti, aslî hacetlerden deðildir. Bunu yapamadýðý için haccý terk eden kimse mazur olamaz. Nitekim Ýmâdî Mensek´inde buna tembih etmiþ; Þeyh Ýsmail de onu tasdikte bulunmuþtur. Bazýlarý bunu ehl-i tahkiktan Ýbn-i Emîr Hâcc´ýn Mensik´ine nispet etmiþlerdir. Ebussuud Efendi ise Kirmânî´nin Mensik´ine nisbet etmiþtir.
«Ev de aslî ihtiyaçlardandýr.» Yani kendi oturduðu veya iskâný kendine ait bir kimseyi oturttuðu evi de aslî ihtiyaçlardandýr. Bundan fazla ev, köle, ev eþyasý, þer´î kitaplar ve arabiyyat gibi alet kitaplarý bunun hilafýnadýr. Týp, astronomi ve benzerleri riyazî kitaplarla ise, onlara muhtaç olsa bile hacca kudret sabit olur. Nitekim Tatarhâniyye´den naklen Lûbab þerhinde beyan olunmuþtur.
«Fazlasýný satmasý lâzým gelmez.» Çünkü ihtiyaçta zaruri miktarý itibara alýnmaz. Velev ki o kimsenin bir senelik yiyeceði olsun. Hacca yeterse, fazlasýný satmasý lâzým gelir. Nitekim Lübab ve þerhinde beyan edilmiþtir.
METÝN
Keza elindeki para ile bir ev ve hizmetçi satýn alsa, kalaný hacca yetmeyecekse, haccetmesi lazým gelmez. Hulâsa. Nehir´de beyan edildiðine göre, sanatý sermayenin devamýna muhtaç ise, sermayenin kalmasý þarttýr; muhtaç deðilse þart deðildir. Eþbâh´ta, «Bir kimsenin elinde bin dirhemi bulunur da, bekârlýktan korkarsa, beldesi halkýnýn hacca çýkmalarýndan önce ise, evlenebilir. Hacca çýktýklarý vakitte ise, haccetmesi lazým gelir.» denilmektedir.
Hacc, çoluk-çocuðunun nafakasýndan artan malla vâcip olur. Bundan murad, dönünceye kadar nafakalarý kendisine düþenlerdir. Çünkü kul hakký önce gelir. Bazýlarý, "Döndükten bir gün sonraya kadar," birtakýmlarý da "Bir ay sonraya kadar nafakalarý kendisine düþenlerdir." demiþlerdir. Selâmet galip olmakla, yol emniyeti de þarttýr.
ÝZAH
«Haccetmesi lâzým gelmez...» Þarih bunu Hulâsa´ya nisbet etmekte Bahýr ve Nehir´e uymuþtur. Benim Hulâsa´da gördüðüm þudur: «Evî ve buna ait bir þeyi yok da, kendini hacca götürecek, bir ev ve hizmetçi alacak parasý, kendine yetecek yiyeceði varsa, ona hacc vâcip olur. Bu parayý baþka yere harcarsa günahkâr olur.» Lâkin bu hüküm, beldesi halkýnýn hacca çýktýklarý vakte mahsustur. Nitekim Lübab´da açýklanmýstýr. O vakitten önce olursa, bu para ile dilediðini satýn alabilir. Çünkü bu vücuptan öncedir. Nitekim aþaðýda gelen evlenmemeselesinde de öyledir. Þarihin sözü buna yorumlanýr.
«Sermayenin kalmasý þarttýr.» Meselâ tüccarýn, çiftçinin iþi sermayeye baðlýdýr. Nitekim Hulâsa´da bildirilmiþtir. Sermaye adamýna göre deðiþir. Bahýr.
Ben derim ki: Murad, kendîne ve çoluk çocuðuna yetecek rýzký kazandýran sermayedir. Daha fazlasý deðildir; çünkü onun sonu yoktur.
«Eþbâh´ta» ki mesele, Ebu Hanife´den nakledilmiþ olup, haccýn evlenmeye tercihi hakkýndadýr. Bu tafsilâtý Hidâye sahibi Tecnîs adlý eserinde zikretmiþtir. Hidaye´de onu mutlak olarak anmýþ ve onunla haccýn kendine göre fevrî olduðuna istiþhat etmiþtir. Bu kavlin muktezasý, haccý evlenmeye tercih etmektir. Velev ki evlenmek, þehvet fazlalýðýnda vâcip olsun. Bu, Ýnâye´de açýklananýn kendisidir. Hem bu takdirde o, aslî hacetlerdendir. Onun için Ýbn-i Kemal Paþa Hidâye, üzerine yazdýðý þerhte, kendisine itiraz ederek, «Þehvetin þiddetlendiði halde evlenmek, bil ittifak hacca tercih edilir. Çünkü bunun terkinde iki þey vardýr. Biri farzý terk etmek, diðeri de zinaya düþmektir. Ebû Hanife´nin cevabý, þiddetli þehvet olmadýðý hale göredir.» demiþtir. Yani zinanýn tahakkuk etmeyeceði hâle mahsustur, demek istemiþtir. Çünkü zina tahakkuk ederse, evlenmek farz olur. Zinadan korkarsa, evlenmek farz deðil; vâcip olur. Bu takdirde, farz olan haccý ona tercih etmek gerekir.
"Hacc, çoluk-çocuðunun nafakasýndan artan malla vâcip olur." Bu hüküm aslî hacetlerde dahildir; binaenaleyh hâssý âm üzerine atýf kabilindendir. Bu ona verilen ehemmiyettendir. Nehir. Nafaka, yiyecek, giyecek ve meskene þâmildir. Gerek kendi nafakasýnda, gerekse çoluk-çocuðununkinde israf ve fazla kýsýntý yapmaksýzýn ortayý itibara almak gerekir. Bahýr. Yani mâlûm olan, kendi halinin ortalamasý alýnýr; yoksa zenginle fakir nafakasýnýn arasý itibara alýnmaz. Binaenaleyh Bahýr´daki, "Zeycenin nafakasýnda ortayý itibara almak müftâbih kavle aykýrýdýr. Fetva, her ikisinin halleri itibar edileceðine göredir. Nitekim gelecektir inþaallah!" ifadesi vârit deðildir. Çünkü oradaki ´Orta´dan murad, ikinci mânâdýr. Bundakinden murad ise, birincisidir.
«Çünkü kul hakký» þeriatýn hakkýndan öncedir. Bu, þeriatýn hakký küçümsendiðinden deðil, kul muhtaç olduðundandýr. Þeriatýn ihtiyacý yoktur. Görmüyor musun þer´î hadler bir araya gelir de, içlerinde kul hakký da bulunûrsa, beyan ettiðimiz sebepten dolayý kul hakkýndan baþlanýr. Bir de þu var ki, her þeyde Allah´ýn hakký vardýr. Bir araya gelen haklarda þeriatýn hakký öne alýnýrsa, kul haklarý bâtýl olur. Câmi-i Saðîr´de Kadýhan böyle demiþtir. Peygamber (s.a.v.)´in, "Allah borcu daha ileridir." hadisi, zâhire göre tâ´zim cihetinden daha ileridir mânâsýnadýr; tercih cihetinden deðildir. Onun için diyoruz ki: Hacca gitmek için ödünç para almaz; meðer ki ödemeye kudreti ola! Nitekim yukarýda geçti. Kez bir kimse canýndan veya malýndan yahut baþkasýnýn canýndan veya malýndan korktuðunda namazý bozabilir vesonraya býrakýr. Meselâ ebe kadýnýn, çocuðun ölmesinden korkmasý, körün çukura yuvarlanmasýndan korkutmasý, çobanýn kurttan korkmasý ve emsali böyledir.
«Dönünceye kadar...» Yani döndükten sonra nafakanýn kalmasý þart deðildir. Zâhir rivayet budur.
«Selâmet gâlip olmakla yol emniyeti de þarttýr.» Fâkih Ebulleys bunu tercih etmiþtir. Ýtimat bunadýr. Deniz yolu ile gitmekten baþka çare yoksa, haccýn sakýt olup olmayacaðýnda ihtilâf edilmiþtir. Bazýlarý sükut edeceðini söylemiþ; Kirmânî, "Gidilmesi âdet olan deniz yolunda selâmet gâlip görülürse hacc vâciptir. Aksi takdirde vâcip deðildir." demiþtir ki, esah olan budur. Bahýr. Fetih sahibi diyor ki: «Öyle görülüyor ki, selâmetin galip görülmesi ile birlikte, korkunun galip görülmemesi de muteberdir. Hattâ yaðmacýlýk olduðu ve eþkýyanýn gâlip geldiði defalarca tecrübe edilmekle, korku gâlip görülür veya bir eþkýya taifesinin yolu kestiði, hem kuvvetli olduðu duyulur da, hacýlar onlarýn karþýsýnda kendilerini zayýf hissederlerse, hacc vâcip olmaz.» Râzî´nin "Baðdatlýlardan hacc sakýttýr." diye verdiði fetvaya; Ýskâf´ýn 636 yýlýnda, "Ben haccýn zamanýmýzda farz olduðunu söyleyemem." demesine ve Selcî´nin, "Horasanlýlara falan seneden beri hacc yoktur." sözüne gelince: Bunlar yaðmacýlýðýn ve yolda korkunun gâlip olduðu vakitlerde söylenmiþ sözlerdir. Sonra - Allah´a hamdolsun - bu korku kalmamýþtýr. Yol emniyeti o yer hacýlarýnýn yola çýktýklarý vakit þarttýr. Velev ki baþka zamanlarda bulunmasýn. Bahýr. Lübab´dan naklen biz bunun vücûb-u edanýn þartlarýndan olduðunu arz etmiþtik. Lübab þerhi´nde bunun esah olduðu bildirilmiþtir. Fetih sahibi de bunu tercih etmiþtir. Ýmam-ý Azam´dan bir rivayete göre, yol emniyeti haccýn vûcubunun þartlarýndandýr. Þu halde birinci rivayete göre yol emniyeti yokken ölürse, haccý vasiyet vâcip olur. Emniyet saðlandýktan sonra ise, bil ittifak vasiyet vâciptir.Bahýr.
METÝN
Kul hakký þeriatýn hakkýndan önce gelir.
Kemâl´in tahkîkine göre, rüþvetle bile olsa yol emniyeti þarttýr. Bahsin sonunda geleceði vecihle, bazý hacýlarýn öldürülmesi özürdür. Acaba yolda alýnan baç ve bekçi parasý da özür müdür? Bu hususta iki kavil vardýr. Mutemet olanýna göre özür deðildir. Nitekim Kýnye ve Müctebâ´da beyan olunmuþtur. Böyle olunca, zaruri ihtiyaçlarýndan artan malýnda bâç parasý gibi þeylere kudreti olup olmadýðýný hesaba katar. Nitekim Tarablûsî´nin Menâsik adlý eserinde beyan edilmiþtir.
ÝZAH
«Kemâl´in tahkiki...» þudur: Saffâr´ýn, "Ben, yol kesiciler çýkalý, yirmi senedir haccýn farz olduðuna kail deðilim. Çünkü hacca ancak onlara rüþvet vermekle gidilebiliyor Ve taat günaha sebep oluyor." ifadesi söz götürür. Çünkü onlarýn programýnda rüþvet almak yoktu. Onlarýn halleri, insan öldürmeyi ve mal almayý helâl saymaktan ibarettir. Beldeleri alarak oralarda hacýlar için pusu kurarlardý. Bir defa hacýlara Mekke´de hücum ederek, Harem´de birçok insan öldürmüþlerdi. Kerhî´ye bunlardan korkarak haccetmeyen kimsenin hükmü sorulmuþ da. "Çöl, âfetlerden sâlim kalmamýþtýr." cevabýný vermiþtir. Yani su az olduðu ve nehirler coþtuðu için âfetlerden hâli kalmaz; demek istemiþtir. Merhumun bu cevabý îcaptýr ve þöyle yorumlanýr: Kendisi ekseriyetle, hacýlarýn bu adamlarýn þerrinden kurtulacaðý kanaatindedir. Rüþvet aldýklarýný farz etsek, böyle yerlerde rüþvetin vebali alanadýr; nasýl ki kaza bahsinde rüþvetin taksiminden mâlumdur. Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ýbn-i Kemâl Paþa Hidaye üzerine yazdýðý þerhinde Kemâl´e itiraz etmiþ. "Kaza bahsinde zikredilen mutlak deðil, veren muztar ve mecbur olduðuna göredir. Meselâ kendisi için veya malýndan dolayý vermek zorundadýr. Kendi iltizamý ile verirse, veren de günahkâr olur. Sadedinde bulunduðumuz mesele bu kabildendir." demiþtir. Nehir sahibi de Onu tasdikleþmiþtir. Fakat Ebussuud Efendi kendisine cevap vererek, "Burada hacý, kendinden farzý ýskat için muztardýr." demiþtir.
Ben derim ki: Kýnye ile Müctebâ´nýn aþaðýda gelen sözleri de bunu te´yîd etmektedir. Çünkü baç ve bekçi parasý da rüþvettir. Halebi´nin Bahýr´dan naklettiðine göre, böyle yerlerde rüþvet vermek caizdir. Ama ben bunu Bahýr´da görmedim. Araþtýrýlsýn!
«Bazý hacýlarýn öldürülmesi...»nden murad, ya her senedir; yahut ekseri yýllardadýr ki, o zaman selâmet gâlip sayýlamaz. H.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Zira selâmetin gâlip olmasýndan murad, herkes için deðil, toplum içindir. Bu ise, ekserisinin veya birçoklarýnýn öldürülmesi ile olur. Hýrsýzlarýn büyük bir toplumdan birkaç kiþiyi öldürmesine gelince: Bu husus, cemaattan ayrýlmak sureti ile kendi kusurlarý ile olursa, orada selamet gâliptir. Evet, ölüm yol kesicilerle hacýlar savaþýrken meydana gelirse, korku galip olduðu takdirde bu bir özürdür. Çünkü yukarýda Fetih´ten naklettik ki, korkunun galip olmamasý þarttýr. Þu da var ki: Az yukarýda Kerhî´nin hacýlarý öldürmeyi helâl sayan yol kesiciler hakkýndaki cevabýný iþittin. Keza susuzluktan ve nehirlerin coþmasýndan meydana gelen ölümler, hýrsýzlarýn öldürmesi ile meydana gelenlerden kat kat fazladýr. Bu özür olsa idi, hacc yalnýz Mekke´ye yakýn yerlerde olanlara hususi vakitlerde farz olurdu. Halbuki Allah Tealâ baþka sebeplerde olduðu gibi, hacc seferinde de, ölme, öldürme ve hýrsýzlýk olacaðýný bildiði halde, onu uzaklardan gelecek kimselere farz kýlmýþtýr.
"Mutemet olan kavle göre özür deðildir." Fetva buna göredir. Bunu Minhâc´dan Lübab þârihi nakletmiþtir.
«Böyle olunca» Yani mutemet kavle göre özür sayýlmayýnca, bâç parasý gibi þeyleri hesabakatar. Þârih bunu Tarablûsî´nin Menâsik adlý eserinden nakletmiþtir. Lubab Þerhinde ise, Kýrmâni´ye nispet olunmuþtur.
METÝN
Hür bir kadýna - ihtiyar bile olsa - seferde akýl bâlið bir koca veya mahrem lâzýmdýr. Velev ki köle veya zýmmî yahut süt cihetinden mahremi olsun. ´Akýl bâlið´ kaydý, koca ile mahremin ikisine de þâmildir. Nitekim Nehir´de, inceleme neticesi beyan olunmuþtur. Mürâhik, balið gibidir. Cevhere. Mecûsi ve fâsýk olmayacaktýr. Çünkü böylelerinden muhafaza beklenemez. Mahreminin nafakasý kadýna aittir. Çünkü onun namýna hapsedilmiþtir. Acaba kadýna evlenmek lâzým mýdýr? Bu hususta iki kavil vardýr.
ÝZAH
«Hür» kelimesi, burada istidrak için zikredilmiþtir. Çünkü sözümüz, kendisine hacc farz olan kimse hakkýndadýr. Hacc için hürriyetin þart olduðu evvelce geçmiþti. Lâkin Þârih bununla þuna iþaret etmiþtir ki, bu makamdan anlaþýlan, kadýnýn kocasýz veya mahremsiz sefere çýkamamasý meselesi, hür olan kadýna mahsustur. Cariye, mukâtebe, müdebbere ve ümmü veled olanlar yalnýz da sefere çýkabilirler. Nitekim Sirâc´da beyan edilmiþtir. Lâkin Lübab Þerhi´nde, zamanýmýzda bunlarýn yalnýz baþlarýna sefere çýkmalarýnýn mekrûh olduðuna fetva verildiði bildirilmektedir.
«Kadýn ihtiyar bile olsa» yalnýz baþýna sefere çýkamaz. Çünkü deliller, mutlaktýr. Bahýr. Þair, "Mahallede, her düþenin bir kaldýraný vardýr. Ve her kesat için bir gün sürüm olur." demiþtir. (Yani "ihtiyar kadýnýn da peþinden giden ihtiyar zampara bulunur" demek istemiþtir.)
«Seferde...» Yani üç gün üç gecelik yolda akýl bâlið bir koca veya mahrem lâzýmdýr. Bundan az olursa, bir hacet için mahremsiz gidebilir. Bahýr, Ýmam Ebû Hanife ile Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre, kadýnýn bir günlük yola mahremsiz gitmesi mekruhtur. Zaman bozulduðu için fetvanýn buna göre olmasý gerekir. Lübab þerhi, Buhârî ile Müslim´in rivayet ettikleri þu hadis de bunu te´yîd eder: "Allah´a ve âhiret gününe îman eden bir kadýnýn, bir gün bir gecelik yola mahremsiz gitmesi helâl olmaz." Müslim´in bir rivayetinde, "bir gecelik yola"; diðer bir rivayetinde, "bir günlük yola" denilmiþtir. Lâkin Fetih´te, "Mezhep birinci kavil olduðuna göre, kadýnla Mekke arasýnda üç günlükten az bir mesafe bulunursa, kocasý onu haccdan men edemez." denilmiþtir. Bu ibaredeki "koca veya mahrem" tabirleri ile, aþaðýda gelecek, "iddeti bulunmamak" kaydý, kadýna mahsus iki þarttýr. Diðer þartlar erkekle kadýn arasýnda müþterektir.
Mahrem, akrabalýk veya süt yahut damatlýk dolayýsý ile kadýný ebediyyen nikâhýna alamayan erkektir. Nitekim Tuhfe´de beyan olunmuþtur. Zâhiriyye´de, ´zina ettiði´ kadýnýn kýzý da sayýlmýþtýr. Çünkü o erkek ona mahrem olur. ´Bunda mahremiyetin haram cima ile vehürmet-i musaherenin sabit olduðu þeyle sübut bulduðuna delil vardýr. Hâniyye´de böyle denilmiþtir. Nehir. Lâkin Lübab Þerhinde þöyle denilmektedir: «Hidâye þârihi Kývamüddin´in beyanýna göre, zina sebebi ile mahrem olan erkekle, bazýlarýna göre kadýn sefere çýkamaz. Kudûri bunu tercih etmiþtir. Biz de bununla amel ederiz.» Dinde ihtiyat ve töhmetten uzak olan kavil de budur.
«Velev ki köle veya zýmmî olsun.» "Köle" sözü, "koca" ile "mahrem" in ikisine de râcîdir. Zýmmî ile süt ise mahreme mahsustur. Nitekim gizli deðildir. H. Lâkin Ebussûd Efendinin, Bezzaziye´nin nafakalar bahsinden naklettiðine göre, zamanýmýzda kadýn süt kardeþi ile sefere çýkamaz. Yani "Fesat galebe çaldýðý için çýkamaz" demek istemiþtir.
Ben derim ki: Bunu, Onunla baþ baþa kalmanýn mekruh olmasý da te´yîd eder. Genç kaynana da böyledir. Binaenaleyh genç kaynanayý burada da istisna etmek gerekir. Çünkü sefer halvet (baþ baþa kalmak) gibidir.
«Nehir´de inceleme neticesi beyan olunmuþtur.» ve "Mahremde þart koþulan þey, kocada da þart koþulmak gerekir. Mahremde akýl ve bulûð þart koþulmuþtur...» denilmiþtir. Ancak Þârihin "bâlið" kelimesini "akýl" dan sonra zikretmesi gerekirdi. Bu bahsi Kuhistânî, Tahâvî Þerhi´nden nakletmiþtir. H.
«Mürâhik bâlið gibidir.» cümlesi, sýfatlarýn arasýna girmiþ bir itiraz cümlesidir. H. Mürâhik, bulûða yaklaþan çocuktur.
«Mecûsi» sözü, mahreme mahsustur. Çünkü hacý kadýnýn kocasýnýn Mecûsi olmasý tasavvur olunamaz. H.
«Fâsýk» kelimesi hem ´kocaya´, hem ´mahreme´ þâmildir. Lübab Þerhi´nde bu kelime, "aldýrmayan utanmaz" diye kayýtlanmýþtýr.
«Böylelerinden muhafaza beklenemez.» Zira Mecûsi, mahrem ile evlenmeyi helâl îtikat ettiði için, kadýna tecavüz etmesinden korkulur. Fâsýkýn da Mürüvveti, kiþiliði yoktur; velev ki koca olsun. Musannýf mahremin güvenilir bir kimse olacaðýný kaydetmemiþtir. Çünkü anlattýklarý buna hacet býrakmamýþtýr.
«Mahreminin nafakasý kadýna aittir.» Bu cümle ile kayýtlamasýnýn sebebi þudur: Kocasý da onunla beraber haccederse, onun nafakasý kadýna ait deðildir; bilâkis kadýnýn nafakasý kocasýna ait olur. Kocasý beraberinde olmasa da Ebû Yusuf´a göre nafaka yine ona aittir. Ýmam Muhammed´e göre o kadýna nafaka yoktur. Çünkü kendi fiili ile kendini kocasýndan menetmiþtir. Sirâc. Onun namýna hapsedilmiþtir. Yani mahremi kendini o kadýn için hapsetmiþtir. Bir kimse kendini baþkasý için hapsederse nafakasý ona ait olur.
«Bu hususta iki kavil vardýr.» Bu iki kavil, koca ve mahrem bulunmasý vücubun þartý mý yoksa vücub-u edanýn þartý mý olduðuna ibtina eder, Fetih sahibinin tercih ettiði, sýhhat veyol emniyeti ile birlikte vücub-u edanýn þartý olmasýdýr. Binaenaleyh hacca hastalýk veya yol korkusu mâni olur: yahut kadýna koca veya mahrem bulunmazsa, haccý vasiyet etmesi vâcip olur. Mahremi yoksa, kadýnýn evlenmesi vâcip olur. Birinci kavle göre hiçbir þey lâzým gelmez. Nitekim Bahýr´da böyle denilmiþtir. H. Nehir´de þöyle denilmektedir: «Bedâyi sahibi, birinci kavli sahih bulmuþtur. Nihâye sahibi ise Kadýhan´a uyarak ikinciyi tercih etmiþ; Fetih sahibi de bunu kabul etmiþtir.»
Ben derim ki: Lâkin Lübab sahibi, bu kadýna evlenmek vâcip olmadýðýna kesinlikle hükmetmiþtir. Halbuki kendisi mahrem veya koca bulunmasýný edanýn þartý kabul etmiþtir. Cevhere sahibi ile Ýbn-i Emîr Hâcc Menâsik´te bunu tercih etmiþlerdir. Nitekim Musannýf bunu Minah adlý eserinde bildirmiþ; «Bunun vechi þudur: Evlenmekle kadýnýn maksadý hasýl olmuyor. Çünkü kocasý ona mâlik olduktan sonra, onunla hacca gitmekten vazgeçebilir. O da kendini ondan kurtaramaz, çok defa da kocasý ona uymaz; böylece ondan zarar görür. Mahreme böyle deðildir. O kadýna uyarsa, kadýn onun nafakasýný verir; uymazsa nafakasýný keser ve haccdan vazgeçer.» demiþtir.
METÝN
Kadýnýn kölesi, kendisine mahrem deðildir. Kocasý, kadýný farz olan haccý edadan men edemez. Kadýn mahremsiz haccederse kerahetle caiz olur. Kadýnýn mutlak surette iddet için de olmamasý þarttýr. Yani hangi iddeti olursa olsun, bekler olmamalýdýr. Ýbn-i Melek. Kadýnýn seferine mânî olan iddetin vâcip olmasý için, beldesi halkýnýn hacca gittikleri vakit itibara alýnýr. Sair þartlar da öyledir. Bahýr.
ÝZAH
«Kadýnýn kölesi kendisine mahrem deðildir.» Yani aleti kesilmiþ veya enenmiþ bile olsa yine mahrem olmaz. Çünkü kadýnýn nikâhý ona ebedî deðil, kölesi bulunduðu müddetçe haramdýr.
"Kocasý kadýný... men edemez." Yani yanýnda mahremi varsa men edemez; mahremi yoksa men edebilir. Nasýl ki farz olmayan haccdan men edebilir. Velev ki kendi fiili ile vâcip olsun. Nitekim nezir hacc böyledir. Keza hacc için ihrama girip de, vaktini geçirir ve umre yaparak ihramdan çýkarsa, o haccý ancak kocasýnýn izni ile kaza eder. Mikatý ihramsýz geçtikten sonra Mekke´ye girerse, yine kocasýnýn izni ile mikata döner. Çünkü kocanýn hakkýný kadýn kendi fiili ile men edemez; o, farz olan haccda Allah´ýn vâcip kýlmasý ile men edilir. Rahmetî. Kocasý mâlik olduðu hususta men ederse, kadýn muhsara (men edilmiþ) olur. Nitekim inþaallah bâbýnda gelecektir.
«Kadýn mahremsiz haccederse kerahetle caiz olur.» Bu kerahet, tahrimidir. Çünkü Sahîhayn´ýn rivayet ettikleri bir hadiste bu yasaklanmýþ; "Bir kadýn üç günlük yolamahremsiz gidemez." buyrulmuþtur. Müslim´in bir rivayetinde, "Veya kocasýz gidemez." ifadesi vardýr. T.
«Ýddet içinde olmamasý þarttýr.» Yani iddet içinde bulunursa, ona hacc, farz deðildir. Nitekim Mecmû Þerhi ile Lübab´da beyan edilmiþtir. Lübab þârihi diyor ki: "Bu söz bunun vücubunun þartý olduðunu gösterir. Ama Ýbn-i Emîr Hâcc, onun edanýn þartý olduðunu söylemiþtir ki, bu daha zâhirdir."
«Kadýnýn seferine mani olan iddetin...» seferi esnasýnda baþýna gelen iddette ise ric´î talâkla boþarsa, kocasý yanýndan ayrýlmaz. Bâin talâkla boþarsa, memleketi ile Mekke arasý her ikisinde sefer mesafesinden az olduðu takdirde kadýn muhayyerdir; Birine sefer mesafesi, ötekine daha azsa, az olana gitmesi taayyün eder. Her ikisi sefer mesafesi ise, kadýn o anda bir þehirde bulunduðu takdirde, iddeti bitinceye kadar orada kalýr; mahrem bulsa bile oradan çýkmaz. Ýmameyn buna muhaliftirler. Kadýn köyde veya ovada olup, kendini emniyette görmüyorsa, emin olacaðý bir yere gidebilir; ve iddeti bitinceye kadar oradan çýkmaz. Ýmam-ý Âzam´a göre velev ki mahremi bulunsun. Ýmameyn buna muhaliftirler. Fethu´l-Kadir´de böyle denilmiþtir.
«Beldesi halkýnýn hacca gittikleri vakit itibara alýnýr.» Velev ki hacc aylarýndan önce olsun. Çünkü mesafe uzaktýr. T. Sair þartlarýn da o vakit bulunmalarý muteberdir.
T E T Ý M M E : Lübab sahibinin Mensik-i Kebir´inde beyan ettiðine göre, þartlardan biri de yürüme imkânýdýr. Bundan maksat mutad yürüyüþle hacca gidecek vakit kalmaktýr. Þayet her gün veya bazý günlerde bir konaktan fazla yol almaya muhtaç olursa, hacc vâcip deðildir. Lübab þârihi, farz namazlarý, vakitlerinde eda edebilmenin de þartlardan olduðunu söylemiþtir. Kirmâni diyor ki: "Zira baþka bir farzý kaçýrmak sureti ile bir farzý meþru kýlmak hikmete layýk deðildir." Tamamý oradadýr;
METÝN
Aklý eren bir çocuk ihrama girse, yahut onun namýna babasý ihramlansa muhrim olur. Babasýnýn, onu önceden soyarak bir örtü ve kaftan giydirmesi gerekir. Mebsût. Bunun zâhiri gösteriyor ki, aklý erdiði halde babasýnýn onun namýna ihrama girmesi sahihtir. Aklý ermeyen çocuk namýna girmesi ise evleviyetle sahih olur.
Vakfeden evvel çocuk bulûða erse, yahut bir köle ihrama girerek vakfeden evvel âzâd olsa da her biri ihramlý olarak hacca devam etseler, farz hacclarý sâkýt olmaz. Çünkü bu yaptýklarý nâfile olmuþtur. Çocuk Arafat´ta vakfe yapmadan ihramý yenileyerek farz hacca niyet ederse, kâfidir. Ama köle bu zikredilen yenilemeyi yaparsa ona kâfi gelmez. Çünkü lâzým olarak mün´akittir. Çocuk, kâfir ve deli bunun hilâfýnadýr.
ÝZAH
«Yahut onun namýna babasý ihramlansa muhrim olur.» Maksat, nesep itibarý ile en yakýnýdýr. Baba ile kardeþ bir arada bulunsalar, baba ihramlanýr. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiþtir. Zâhire bakýlýrsa bu, evleviyetin þartýdýr. Lübab ve Þerhi.
«Giydirmesi gerekir.» Lübab ile þerhinde þöyle denilmiþtir: «Velisi, çocuðu, dikiþli elbise giymek ve koku sürünmek gibi ihram yasaklarýndan korumasý gerekir. Ama bunlarý çocuk kendiliðinden irtikâbederse, ikisine de bir þey lâzým gelmez.»
«Bunun zâhiri gösteriyor ki...» Yani Mebsût´un sözünün zâhiri, yahut babasýnýn onun namýna ihrama girmesi gösteriyor ki demektir. Lâkin bunu Lübab´ýn, "Çocuðun bizzat yapabildiði her þeyde niyabet caiz deðildir." sözü ile birlikte düþün! Kezâ Ustruþnî´nin Cami´inde Zahire´den naklettiði þu sözü düþün: «Ýmam Muhammed Asýl adlý kitabýnda þöyle demiþtir: Kendisi namýna babasý hacceden çocuk, hacc fiillerini kaza eder ve þeytan taþlarýný atar. Bu, iki surette olur. Birincide çocuk kendiliðinden edayý akýl etmez. Bu vecihte onun namýna babasý ihramlanýrsa caizdir. Eðer bizzat edayý akýl ederse, bâliðin yaptýðý gibi bütün fiilleri kaza eder.» Bu ifade, babasýnýn ihramý ancak çocuk akýl etmediði zaman sahih olacaðý hususunda açýk gibidir.
«Vakfeden evvel...» hacclarý sâkýt olmayýnca, vakfeden sonra da evleviyetle sâkýt olmaz.
«Çünkü nâfile olarak mün´akittir.» Kýyasa göre, vakfe halinde farz hacca niyet ederse farz yerine geçmeli idi. Çünkü ihram þarttýr. Nasýl ki çocuk yýkanýr da, sonra bulûða ererse, o temizlikle farzý eda etmesi sahih olur. Þu kadar var ki, ihramýn rükne benzerliði vardýr; zira niyete þâmildir. Bunu tekrarlamayýnca sahih olmaz. Nasýl ki bir namaza baþlar da, sonra bulûða ererse, niyetini yenileyip farza çevirirse, kýldýðý farz yerine geçer. Aksi takdirde geçmez. Lübab þerhi.
"Ýhramý yenileyerek farz hacca niyet ederse kâfidir" Bu, mikatlardan birine dönerek, hacc için telbiye yapmakla olur. Nitekim Mülteka þerhi´nde böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Zâhire bakýlýrsa, dönmek þart deðildir. Çünkü ihramý mikattan yapmak sadece vâciptir. Nitekim gelecektir. T.
«Arafat´ta vakfe yapmadan...» deniliyor ki, Mübteðâ´nýn ibaresi þöyledir: «Çocuk veya deli yahut kâfir ihrama girer de, sonra bulûða erer veya deli ayýlýrsa, hacc vakti bâki olduðu takdirde, ihramý yenilerlerse, farz hacc yerine onlara kafidir.» Bunun muktezasýnca, "vakfe yapmadan önce" ifadesinden murad, vakti geçmezden önce demektir. Nitekim Molla Aliyyü´l-Kâri, Vikâye ve Lübab üzerine yazdýðý þerhinde bu tabiri kullanmýþtýr. Lâkin Kadi Ýyâz, Lübab üzerine yazdýðý þerhinde Þeyh Hasan el-Uceymî el-Mekkî´den nakletmiþtir ki, bundan murad, Arafat´ta bulunmaktýr. Hattâ zevâlden sonra orada bir lâhza durur da bulûða ererse, vakfe zamaný bâki bile olsa, yenilemesi gerekmez. Abdullah el-Afîf Mensik´inin»Þerhi´nde bunu Peygamber (s.a.v.)´in þu hadisi ile te´yîd etmiþtir: «Her kim Arafat´ta gecenin veya gündüzün bir saatinde durursa haccý tamam oldu demektir.» Þeyh Abdullah diyor ki: "Zamanýmýzda bu meselede ihtilâf edildi. Bazýlarý vakfe baþladýktan sonra ihramý yenilemesinin sahih olduðuna, bazýlarý sahih olmadýðýna fetva verdiler. Ama bu hususta açýk bir delil göremedik." Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Musannýf´ýn sözünden anlaþýlan, Dürer´e uyarak "vakfesinden önce" sözü ile, vakfenin, vaktini deðil; haki katýný kast etmiþ olmasýdýr. O, Uceymî´nin sözünü te´yîd etmektedir.
«Ona kâfi gelemez.» Yani köleye bu yemleme, farz hacc yerine geçmez. T. Çünkü onun ihramý lâzým, nâfile olarak mün´akittir. Artýk ondan çýkmasýna imkân yoktur. Bahýr. "Çocuk" bunun hilâfýnadýr. "Zira onun ihramý lâzým deðildir. Üzerinde lüzum ehliyeti yoktur. Onun için haccdan men edilip ihramdan çýkmýþ olsa, ne ceza kurbaný lâzým gelir; ne de kaza. Yasaklarý irtikâbýndan dolayý ona bir ceza yoktur. Fetih. "Kâfir" de bunun hilâfýnadýr. Yani kâfir ihrama girer de sonra Müslüman olursa, farz olan hacc için ihramýný yenilediði takdirde, bu ona kâfi gelir. Çünkü ehliyeti olmadýðý için, onun ilk ihramý mün´akit olmamýþtýr. Bunu, Tahtâvî Bedâyi´den nakletmiþtir.
«Deli» de bunun hilâfýnadýr. Yani onun namýna velisi ihrama girer de sonra ayýlarak vakfeden önce ihramý yenilerse, farz hacc yerine kâfi gelir. Lübab þerhi. Zâhîre´de bildirildiðine göre, Asýl´da Ýmam Muhammed, "Çocuk hakkýnda babasý onun namýna ihrama girebilir diye gördüðün her cevap, deli hakkýnda da cevaptýr." demiþtir. Valvalciyye´de ihsar ba´býndan önce þöyle denilmektedir: Çocuk da öyledir. Ona babasý hacc ettirir. Deli de öyledir. Babasý onun namýna hacc fiillerini yapar; taþlan atar. Çünkü bunlar, acizken babalarýnýn onlar namýna ihrama girmesi, kendilerinin girmesi gibidir.» Makdisî Þerhi´nde de Bahr-ý Amîk´ten naklen þöyle denilmektedir: «Müslüman deliye hacc yoktur. Bizzat haccederse sahih olmaz. Lâkin onun namýna velisi ihrama girer.»
Bu nakiller, deli için çocukta olduðu gibi, velisinin ihrama gireceði hususunda açýktýr. Bununla Bahýr´daki þu ifade defedilmiþ olur: «Delinin bizzat ihrama girmesi nasýl tasavvur edilebilir? Velisinin onun namýna ihrama girmesi ise açýk bir nakle muhtaçtýr.» O, çocuk gibidir demek istiyor.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 20 Mart 2010, 23:14:39
HACCIN FARZ VE VÂCÝPLERÝ
METÝN
Haccýn farzlarý üçtür. Birincisi ihramdýr. Ýhram, baþlarken þarttýr. Sonu itibarý ile ona rükün hükmü verilir. Hattâ hacca yetiþemeyene, gelecek sene kaza etmek için ihramda kalmak caiz deðildir.
Ýkincisi, Arafat´ta vakfe zamanýnda durmaktýr. (Arafat, Mina tarafýnda bir yerin ismidir. "Tanýþma" mânâsýna gelen "marifetten yapýlmýþ bir ismi cemidir.) Bu yere Arafat denilmesi, Hz. Adem´le Havva orada tanýþtýklarý içindir.
Üçüncüsü, Ziyaret tavafýnýn ekserisidir. Bunlarýn ikisi rükündür. Vacipleri yirmi küsürdür: 1) Cem´de durmak. Cem, Müzdelife´dir. Buraya ("toplanmak" mânasýna gelen) bu ismin verilmesi, Hz. Âdem Havva ile burada bir araya gelip gerdeðe girdiði içindir.
2) Safa ile Merve arasýnda sa´y. Üç mezhebin imamlarýna göre sa´y rükündür. (Safa ile Merve, Kâbe´nin yanýnda karþý karþýya bulunan iki tepedir.) "Safa" adý verilmesi, üzerinde Safvetullah olan Âdem aleyhisselâm oturduðu içindir. Merve´ye de, üzerinde kadýn yani Havva oturduðu için bu isim verilmiþtir. Müennes olmasý bundandýr.
3) Her haccedenin taþ atmasý.
4) Tavaf-ý sader yani uzaklardan gelen hacýnýn hayýzlý olmamak þartý ile veda tavafý yapmasý.
ÝZAH
«Farzlarý» tabirini kullanmasý, þarta ve rükne þâmil olsun diyedir.
"Ýhram» dan murad, niyetle telbiye yahut telbiye yerini tutan zikir veya devenin boynuna bir þey asarak göndermektir. Lübab ve þerhi.
«Ýhram baþlarken þarttýr.» Hattâ hacc aylarýndan önce yapýlmasý mekruh olmakla beraber sahihtir. Nitekim gelecektir. H.
«Hattâ hacca yetiþemeyen ilhe...» cümlesi, rükne benzemesi üzerine tefri edilmiþ bir meseledir. Yani hacca yetiþemeyen kimsenin ihramlý olarak kalmasý caiz deðildir. Ona düþen vazife, umre yaparak ihramdan çýkmak ve gelecek sene kaza etmektir. Nitekim gelecektir. Sýrf þart olsa idi. ihramda kalmasý caiz olurdu. H. Yine bunun üzerine Lübab Þerhi´ndeki þu mesele teferru etmiþtir: «Bir kimse ihrama girer de sonra - maazallah - dinden dönerse, ihramý bâtýl olur. Aksi takdirde dinden dönmek, namaz için abdest gibi hakiki þartý iptal etmez.» Keza evvelce arz ettiðimiz abdestte niyeti þart koþmak da böyledir. Halis þart niyete muhtaç deðildir. Yukarýda geçen, "çocuk ihrama girer de bulûða ererse veya köle ihrama girer de âzâd olursa, çocuk ihramýný yenilemedikçe farz sâkýt olmaz." meselesi de böyledir.
«Zamanýnda durmaktýr.» Vakfe zamaný, arefe gününün zevâl vaktinden, bayram sabahý fecir doðmazdan az önceye kadardýr. T.
«Ziyaret tavafýnýn ekserisi» dört þavttýr. Kalan üç þavtý vâciptir. Nitekim gelecektir. T.
«Bunlarýn ikisi rükündür.» Bu ifade karþýsýnda ulemanýn þu sözü müþkül kalýr: «Hacca memur edilen kimse, Arafat´ta vakfeyi yaptýktan sonra ziyaret tavafýndan evvel ölürse, yaptýðý kâfi sayýlýr. Vakfeden evvel ölmesi bunun hilâfýnadýr. Çünkü iki rüknü bulunmayan haccýn vücudu yoktur. Ýki rükün ise bulunmamýþlardýr. Þu halde memur ölse de, geri dönse de, gönderen namýna kâfi gelmemesi icap eder. Bahýr.» Allâme Makdisî diyor ki: «Þöyle cevap verilebilir: Ölüm hak sahibi tarafýndandýr. O kimse elinden geleni yapmýþtýr. "Hacc arefedir" diye hadis vârit olmuþtur. Dönen kimse bunun hilâfýnadýr.» Kendi namýna hacceden kimseye gelince: Lubab´dan naklen ileride söyleyeceðiz ki, haccýnýn tamamlanmasýný vasiyet ederse, bir deve vâcip olur. Düþün!
TETÝMME: Haccýn farzlarýndan þunlar kaldý: Tavafý niyet, farzlar arasýnda tertip: Evvela ihram, sonra vakfe, sonra ziyaret tavafý yapýlacak. Her farzýn vaktinde yapýlmasý. Þu halde vakfe, arefe günün zevâlinden, bayram gününün fecrine kadar yapýlacak, ziyaret tavafý ondan sonra ömrün sonuna kadar yapýlabilir. Bir de yeri, yani vakfe yapmak için Arafat´tan bir yer ve tavaf için Kâbe´nin kendisi. Vakfeyi yapmadan cimaý terk etmek de farzlardan sayýlmýþtýr. Lübab ve þerhi.
«Vâcipleri yirmi küsürdür.» Þârih´in yaptýðý ziyadelerle yirmi ikisi buradadýr. Yahut son olarak zikrettiði mahzur üç sayýlýrsa, yirmi dörttür. Lübab sahibi bunlarý otuz beþe çýkarmýþtýr ki, baþka on bir vâcip ziyade etmiþtir.
Bunlar, 1) Arafat´ta gecenin bir cüzünde durmak, 2) Arafat´tan dönüþte imama tâbi olmak; yani Arafat topraðýndan imamdan sonra çýkmak, 3) Akþamla yatsýyý Müzdelife´ye býrakmak. 4) Ziyaret tavafýnda ekseriyet þavtlarýndan sonraki ziyadeyi yapmak, 5) Bazýlarýna göre gecenin bir cüzünü orada geçirmek, 6) Her günün þeytan taþýný ertesi güne býrakmamak. 7) Kýran ve temettu haccý yapanlarýn kurban kesmeden þeytan taþlamalarý. 8) Hedy kurbaný. 9) Ve bu kurbaný týraþtan önce kesmeleri, 10) Bu kurbaný bayram günlerinde kesmeleri. ve 11) Bazýlarýna göre kudûm tavafýdýr.
Ben derim ki: Lâkin hakikatte haccýn vâcipleri, metinde zikredilen ilk beþ þeyle kurban kesmektir. Geri kalanlarý onun vasýtalý vâcipleridir, çünkü onlar tavaf ve benzerinin vâcipleridir.
«Cem´de durmak.» Yani orada fecirden sonra bir an olsun kalmaktýr. Nitekim Lübab Þerhi´nde bildirilmiþtir.
«Her haccedenin taþ atmasý» yani uzaktan gelsin, yakýndan gelsin, kýran yapsýn, temettu veya ifrat haccý yapsýn her hacýnýn þeytan taþlamasý vâciptir. Bu söz bütün geçenlere râcidir. Bunu söylemesi, "uzaktan gelen" sözü hepsine râci sanýlmasýn diyedir. Yoksa aþaðýda gelecek vâciplerden birçoðu her hacýya aittir. Hayýzlý olmamak þartý ile veda tavafý yapmasývâciptir. Hayýzlýdan bu tavaf sâkýttýr. Nitekim gelecektir.
METÝN
5) Týraþ olmak veya, 6) Saçýný kýsaltmak, 7) Ýhrama mikattan girmek. Arafat´ta vakfenin sýnýrý gündüz durursa güneþin batmasýna kadardýr. 8) Tavafa Haceri Esvet´ten baþlamak en münasip kavle göre vâciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) buna devam buyurmuþtur. Bazýlarý farz, bazýlarý da sünnet olduðunu söylemiþlerdir. 9) Esah kavle göre tavafa saðýndan baþlamak. 10) Yürümeye mani özrü olmayanýn yürümesi. Emekleyerek tavaf etmeyi adamýþ olsa, yürüyerek tavaf etmesi gerekir. Nafile olarak emekleyerek baþlarsa yürümesi efdaldir.
ÝZAH
«Týraþ olmak veya saçýný kýsaltmak.» Yani hacý bunlardan birini yapacaktýr. Erkeðin týraþ olmasý efdaldir. Burada þöyle bir itiraz vârit olmuþtur: Bu iþ ihramdan çýkmak için þarttýr. Þart ise ancak farz olur. Lübab Þârihi buna þu cevabý vermiþtir: "Onun vâcip olmasý, meþru vakitte yapýlmasý yönündendir ki, o da haccda þeytaný taþladýktan sonra; umrede ise sa´yden sonradýr."
Ben derim ki: Burada þöyle de denilebilir: Bu, baþka bir vâciptir; gelecektir. En iyisi þöyle cevap vermektir: Ýhramdan çýkmanýn buna baðlý olmasýndan, bunun kesin farz olmasý lâzým gelmez; vâcip de olabilir. Nasýl ki vacip olan namazdan çýkma iþi vâcip olan selâma baðlýdýr. Düþün! Sonra Fetih´te gördüm ki þöyle denilmiþ: «Týraþ olmak Þâfii´ye göre vâcip deðildir. O bize göre vâciptir; çünkü vâcip olan ihramdan çýkýþ, ancak onunla olur.» Biraz söz ettikten sonra Fetih sahibi, "Þu kadar var ki, bu te´vîl zannîdir. Onunla vücup sabit olur; kat´î hüküm sabit olmaz." demiþtir.
«Mikattan» tabiri, Mekkeli ve emsali için hareme þâmildir. Meselâ hedy kurbaný göndermeyen temettu hacýsý böyledir. T. Bununla kayýtlamasý, ondan sonra gelenlerden korunmak içindir. Aksi takdirde daha önceden caiz, hattâ þartlarý ile yapýlýrsa efdaldir. Nitekim Lüb´ab Þerhinde böyle denilmiþtir.
«Güneþin batmasýna kadardýr.» Burada "zevâlden baþlayarak" dememiþtir. Çünkü zevâlden baþlamak vâcip deðildir. Vacip olan sadece, tahakkuk ettikten sonra mutlak olarak gün batýncaya kadar uzatmaktýr. Nitekim Lübab Þerhi´nde beyan edilmiþtir.
«Gündüz durursa» gün batýncaya kadar uzatmak vâciptir. Gece durursa, o kimse hakkýnda vâcip yoktur. Hatta bir an dursa, kendisine bir þey lâzým gelmez. Nitekim Lübab Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Evet, gündüzün gün batýncaya kadar vâcip olan vakfeyi terk etmiþ olur.
«En münasip kavle göre vâciptir.» Kenz Þerhi el-Matlabü´l-Fâik´te beyan olunduðuna göre, esah olan bunun þart olmasýdýr. Lâkin zahir rivayette sünnettir. Terki mekruhtur. Umumiyetle fukaha bu kavli benimsemiþlerdir. Lübab sahibi bunu sahihlemiþ, Ýbn-i Hümam da, "Vâcipdenilse uzak sayýlmaz. Çünkü bir defa terk etmeksizin devam buyrulmasý, vâcip olduðuna delildir." demiþtir. Minhâc sahibi Vecîz´den naklen bunu açýklamýþtýr. En güzel ve en doðru budur. Binaenaleyh buna itimat edilmelidir. Bu satýrlar Lübab Þerhi´nden alýnmýþtýr.
«Saðýndan baþlamak» tavaf eden kimsenin Kâbe´yi soluna almasý ile olur. Lübab. Burada "esah kavle göre" demesi, Cumhur böyle açýkladýklarý içindir. Bazýlarý "sünnettir" demiþ; birtakýmlarý da farz olduðunu söylemiþlerdir. Lübab Þerhi.
«Özrü olmayanýn yürümesi» vâciptir. Özürsüz terk ederse tekrarlar. Aksi takdirde kurban lazým gelir. Çünkü bize göre yürümek vâciptir. Ulema bunu nâssan bildirmiþlerdir. Bu kavil Ýmam Muhammed´indir. Hâniyye´de "efdal olan budur" denilmiþse de, bu ya bir ihmaldir; yahut nâfileye yorumlanýr.
«Hattâ nâfilede sadaka vâcip olmasý gerekir.» Çünkü baþlayýnca vâcip olur. O halde "Yürümek vacip olmuþtur." denilemez. Zira farz ve tahminimiz onun baþlamasý yürüme sýfatý ile olmamasýdýr. Baþlamak ancak baþladýðý þeyi vâcip kýlar. Fetih´te böyle denilmiþtir.
«Emekleyerek tavafý nezretse, yürüyerek tavaf etmesi gerekir.» Lübab sahibi Mensik-i Kebir´inde þöyle diyor: «Sonra eðer emekleyerek tavaf ederse onu tekrarlar. Asýl adlý eserde böyledir. Kâdý, Tahâvî muhtasarýnýn þerhinde kafi geleceðini söylemiþtir. Çünkü o kimse kendisine vâcip kýldýðý þeyi yapmýþtýr.» Tamamý Lübab Þerhi´ndedir.
«Yürümesi efdaldir.» Bununla Þarih emeklemenin kâfi geleceðine iþaret etmiþtir, ceza kurbaný gerekmez. Asl´ýn rivayetine göre, baþlamakla vâcip olaný nezirle vâcip olandan ayýrmaya muhtaçtýr. Ýhtimal fark þudur: Sözle vâcip, fiile vâcip kýlmaktan daha kuvvetlidir. Binaenaleyh sözle kâmil olarak vâcip olur; tâ ki ma´siyeti nezretmiþ olmasýn. Nasýl ki oruçsuz îtikaf nezretse, oruçla îtikaf lâzým gelir; noksan olarak yaptýðý vasýf hükümsüz kalýr. Baþlamakla vâcip olan, baþladýðýdýr. Ona emekleyerek baþlamýþtý. O halde baþkasý lâzým gelmez. Aksi halde mûcipsiz vâcip olmuþ olur.
METÝN
11) Tavafta mezhebe göre hükmî necasetten temiz bulunmak. Bazýlarý elbise, beden ve tavaf yerinin hakiki necasetten temiz tutulmasýnýn da vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Ekseri ulemaya göre bu, sünnet-i müekkededir. Nitekim Lübâbü´l-Menâsik Þerhi´nde beyan edilmiþtir. 12) Tavafta avret yerini örtmek. Namazda olduðu gibi dörtte biri veya fazlasýnýn açýlmasý ile kurban cezasý vâcip olur. 13) Safa ile Merve arasýndaki sa´ye Safâ´dan baþlamak. Merve´den baþlarsa, esah kavle göre ilk þavt sayýlmaz. 14) Sa´yda özrü olmayanýn yürümesi, Nitekim tavafta geçmiþti. 15) Kýrân ve temettu yapanlarýn koyun kesmesi. 16) Her tavaf ta hangi tavaf için olursa olsun, iki rekat namaz kýlmak. Bu namazý terk ederse, acaba ceza kurbaný lâzým gelir mi? Bazýlarý, "Evet lâzýmdýr, bunu vasiyet eder." demiþlerdir. 17) Kurbanbayramý günü þeytan taþlamak, týraþ olmak ve kurban kesmenin aralarýnda ileride beyan edilecek tertip; tavafla þeytan taþlamak ve týraþ olmak arasýndaki tertip ise sünnettir. Taþ atmadan ve týraþ olmadan tavaf etmiþ olsa, bir þey lâzým gelmez; yalnýz mekruhtur. Aþaðýda gelecek ki, ifrat haccý yapana kurban yoktur. Bunu tahkik edeceðiz.
ÝZAH
«Hükmî necaset», cünüplükle abdestsizliktir. Velev ki günah ve kefaret hususunda hükümleri deðiþik olsun.
«Mezhebe göre» sahih olan budur. Ýbn-i þüca sünnet olduðunu söylemiþtir. Kâri´nin Lübab Þerhi.
«Tavaf yerinin» temizlenmesi vâcip olduðu, Lübab Þerhi´nde açýkça nakledilmemiþtir. Orada sadece þöyle denilmiþtir: «Yerin temizliðine gelince: Izz b. Cemâa´nýn Gâye sahibinden naklettiðine göre, bir kimsenin tavaf ettiði yerde pislik olsa, tavafý bozulmaz. Bu, þart ve farz olmadýðýný gösterir. Vâcip veya sünnet olmasý ihtimali vardýr.»
«Ekser-i ulemaya göre bu...» Yani bu nevi elbise ve beden temizliði sünnet-i müekkededir. Lübab þerhi. Hattâ Fetih sahibi, "Bazý kitaplarda bütün elbise pislenirse, ceza kurbaný lâzým gelir denilmiþse de, bunun rivayette aslý yoktur." demiþtir. Bedâyi´de, "Bu sünnettir. Bir kimse elbisesinde dirhemden fazla pislik olduðu halde tavaf ederse, kendisine bir þey lâzým gelmez. Mescide pislik soktuðu için sadece mekruh olur." denilmektedir.
«Tavafta avret yerinî örtmek.» Avret yerini örtmek mutlak surette farz olduðu halde, burada onun vâcip olduðunu söylemenin faydasý bundan dolayý ceza kurbaný lâzým gelmesidir. Nasýl kî cumada, terkinden bozulmasý lâzým gelmez mânâsýna hutbeyi sünnetlerden saymýþtýr. Aksi halde sünnet farza aykýrýdýr. Çünkü onu bir defa terk etmekle, günaha girmiþ olmaz. Bana zâhir olan budur. Biz bunu Cuma bahsinde arz etmiþtik.
«Dörtte biri veya fazlasýnýn açýlmasý ile» ceza vâcip olur. Dörtte birden azý açýlýrsa mâni deðildir. Ama daðýnýk pislikler toplanýr. Lübab.
«Kurban cezasý vâcip olur.» Bu, tekrarlamadýðýna göredir. Tekrarlarsa sâkýt olur. Bir de bu, vâcip olan tavaftadýr. Tavaf vâcip deðilse, sadaka vermek vâcip olur.
«Esah kavle göre iki þavt sayýlmaz.» Bu kavlin mukabili, Kirmânî´nin söylediðidir ki, þudur: Ýlk þavt sayýlýr. Lâkin sünneti terk ettiði için mekruhtur. Baþlamasý sünnet vecihle olmasý için, o þavtý tekrarlamasý müstehap olur. Lübab sahibi Safâ´dan baþlamayý sa´yýn sahih olmasý için þart saymýþtýr. Birinci þavtýn sayýlmamasý, buna ve vâciptir diyen kavle teferru eder. Çünkü sayýlmamaktan murad, tekrarlanmamasýnýn lâzým gelmesidir; yahut yapýlmazsa ceza gerekmesidir. Fark sadece þu cihetten gelir ki, ilk þavtý tekrar etmediði vakit, ´ þarttýr ´ diyen kavle göre sa´yý terk ettiði için ceza lâzým gelir. Çünkü þartý olmadýkça, meþrut sahih olamaz. ´ Vâciptir ´ diyen kavle göre - ki delil cihetinden tercih edilen daha âdil kavil budur - ilk þavtý terk ettiði için ceza lâzým gelir. Nitekim Lübab Þerhi´nde böyledir. Burada þöyle denilebilir: Ýlk þavt sayýlmazsa, Safâ´dan baþlamak ikinci þavtla olmuþtur ve þart bulunmuþtur; onun terki tasavvur olunamaz; o kimse yalnýz son þavtý terk etmiþ olur. Meðer ki ilk þavtý tekrarlamýþ olsun. Bunun þart olmasý vücuba aykýrý deðildir. Çünkü bir þeyin baþkasý için þart olmasýndan (sahih olmasý ona baðlý bulunmasýndan), farz olmasý lâzým gelmez. Nitekim bunu týraþ meselesinde arz etmiþtik. Lübab þârihinin burada ve týraþ meselesinde anladýðý buna muhaliftir. Eðer farz olsa idi, sa´yýn yahut bir kýsmýnýn farz, kalanýnýn vâcip olmasý lâzým gelirdi. Halbuki sa´yin tamamý vâciptir. Kurbanla ikmal edilir. O zaman vâcip olduðunu söylemek taayyün eder. Zira ´ þarttýr ´ diyen kavle göre, açýk bir semeresi yoktur. Nitekim bunu Mensik-i Kebir sahibi bildirmiþtir. Velev ki Aliyyü´l-Kâri Lübab Þerhi´nde bunu garip görmüþ olsun! Doðrusunu Allah bilir.
«Bazýlarý evet» demiþlerdir. Þârih burada bu kavli zayýf gösteriyor. Halbuki Mülteka Þerhi´nde kesin ifade kullanmýþtý. Çünkü Lübab sahibi, kesinlikle hilâfýna kail olmuþ, "Bu namaz bir zamana veya mekâna mahsus deðildir." demiþtir. Yani caiz ve sahih olmasý itibarý ile bir þeye hass deðildir demek istemiþtir. Bu namazýn, ölümden baþka bir sebeple vakti geçmeyeceðini, terk ederse kurbanla ödenmeyeceðini, yani kefaret verilmesini vasiyet etmek vâcip olmadýðýný söylemiþtir. Lübab þârihi de meselenin ihtilâflý olduðunu, Bahr-ý Amîk´de "Kurban vâcip deðildir" denildiði halde, Cevhere ile Bahr-ý Zâhir´de "vaciptir" denildiði; bazý menâsik kitaplarýnda ise; "Ekseriyete göre vâcip deðildir. Þâfiî de buna kaildir. ´ Lâzýmdýr ´ diyenler de vardýr." denildiðini söylemiþtir.
«Ýleride beyan edilecek tertip...» cinayetler bâbýndadýr. Orada þöyle diyecektir: «Kurban bayramý günü dört þey vâcip olur. Þeytan taþlamak, sonra ifrat yapmayanýn kurban kesmesi, sonra týraþ olmak, sonra tavaf. Lâkin taþlamadan ve týraþtan önce tavaf edene bir þey yoktur. Evet, mekruh olur. Lübab. Nasýl ki ifrat haccý yapana bir þey yoktur. Meðer ki taþlamadan týraþ olsun. Çünkü onun kurban kesmesi vâcip deðildir.» Bundan anlaþýlýr ki, Musannýf´a burada, kurbaný týraþtan evvel söylemek düþerdi. Ta ki aralarýndaki tertip hakikatte uygun olsun. Tavafýn dahi kurbandan önce zikredilmesi lâzým deðildir. Çünkü onu kurbandan önce olan taþlamadan önce yapmak caiz olunca, Halebî´nin dediði gibi kurbandan önce caiz olmasý evleviyette kalýr. Hâsýlý tavafýn bu üç þeyden, hiçbirinin üzerine tertibi vâcip deðildir. Onun için onu burada zikretmemiþtir. Tertip ancak üç þeyde; yani þeytan taþlamak, sonra kurban kesmek, sonra týraþ olmakta vaciptir. Lakin ifrat haccý yapana kurban vâcip deðildir. Þu halde onun hakkýnda tertip, þeytan taþlamakla týraþ olmak arasýnda kalýr.
METÝN
18) Tavaf-ý ifâzayý; yani ziyaret tavafýný bayram günlerinden birinde yapmaktýr. Vâciplerden bazýlarý da, 19) Tavafýn Hatîmin arkasýndan, 20) Sa´yin geçerli tavaftan sonra yapýlmasý, 21) Týraþýn mekân ve zamana mahsus olmasý ve, 22) Vakfeden sonra cimaý, dikiþli elbise giymeyi ve baþýný yüzünü örtmek gibi bir yasaðý terk etmektir. Kaide þudur: Terkinden dolayý ceza kurbaný vacip olan her þey vâciptir. Bunu Mülteka sahibi açýklamýþtýr. Cinayetler bâbýnda daha iyi anlaþýlacaktýr.
Bunlardan baþkalarý sünnet ve âdâptýr. Meselâ nafakayý bol tutmak, temizliðe ve dilini korumaya devam etmek, anne ve babasýndan, alacaklýsýndan ve kefilinden izin almak, iki rekat namazla mescide veda etmek, tanýdýklarýna veda edip onlarla helallaþmak ve dualarýný istemek, yola çýkarken biraz sadaka vermek ve yola perþembe günü çýkmak gibi þeyler bunlardandýr. Veda Haccý´nda Peygamber (s.a.v.) perþembe günü yola çýkmýþtýr. Yahut tevbe ve istihareden sonra pazartesi veya cuma günü yola çýkmalýdýr. Yani vasýtayý satýn mý almalý yoksa kiralamalý mý; karadan mý gitmeli denizden mi; filân kimse ile arkadaþ olmalý mý olmamalý mý diye istihâre etmelidir. Çünkü vâcip ile mekruhta istihârenin yeri yoktur. Tamamý Nehir´dedir.
ÝZAH
«Bayram günlerinden birinde yapmaktýr.» îtikaf bahsinde arz etmiþtik ki, hacc fiillerinde geceler günlere tâbidir.
«Tavafýn, Hatîmin arkasýndan» yapýlmasý vâciptir. Çünkü Hatîmin bir kýsmý Kâbe´dendir. Nitekim izahý gelecektir.
«Geçerli tavaf...» dört þavt veya daha fazlasýdýr. Tavafý abdestli veya abdestsiz yahut cünüp olarak yapmak birdir. Abdestsiz veya cünüp olarak yaptýktan sonra, onu tekrarlamak birinci tavaf bozulduðu için deðil, noksaný tamamlamak içindir. Bunu Bahýr´dan naklen Halebî söylemiþtir. Sonra bunun vacip olmasý, Lübab´da sa´yin þartý sayýlmýþ olmasýna aykýrý deðildir. Nitekim yukarýda görmüþtün!
«Týraþýn mekâna» mahsus olmasýndan murad, Harem´de yapýlmasýdýr. Velev ki Mina´dan baþka bir yerde olsun. Zamandan murad da, bayram günleridir. Ama bu, hacýya mahsustur. Umre yapanýn týraþý zamana baðlý deðildir. Nitekim cinayetler babýnda gelecektir.
«Bir yasaðý terk etmektir.» Lübab Þerhi´nde þöyle deniliyor: Yasaklardan sakýnmak farzdýr. Vacip olan, ancak kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olanlardan sakýnmaktýr. Nitekim Kemâl b. Hümâm tahkik etmiþtir. Ancak haram fiille vacipleri terk iþi, ceza lâzým gelmekte müþterek olduðundan bu mânâda vâciplere katýlmýþtýr.
«Vakfeden sonra cimaý» terk etmek, yasaklanmýþ þeyleri temsildir. "Vakfeden sonra" diye kayýtlamasý, önce olursa haccý ifsat edeceði içindir. Burada maksat, bozmayandýr. Düþün!
«Kaide þudur...» Bütün vâcipleri saymayýnca, bu kaideyi getirmiþtir. Bir de kazýyyenin aksi ile vâcibin hükmünü ifade etmek istemiþtir. lâkin bu kazýyye mantýkî olarak akseder; lügat itibarý ile aksetmez ve, "Bazý vâciplerin terki ile kurban vacip olur" denilir: "Her vâcibin terki kurban icap eder" denilmez. Çünkü iki rekat tavaf namazýný terk etmekle kurban vacip olmaz. Bir özürden dolayý vacibi terk etmek de öyledir. Bunu inþaallah cinayetler bâbýnýn baþýnda söyleyeceðiz. Lâkin birincide geçen hilâf vardýr. Onda kurban vâciptir diyen kavle göre - özürsüz terk kaydý ile beraber - akis küllî olarak sahihtir.
«Bunlardan baþkalarý sünnet ve âdaptýr.» Burada þöyle denilebilir: Musannýf bütün vacipleri sayýp bitirmiþ deðildir. Eðer "Farzlarla vâciplerden baþkalarý sünnet ve âdaptýr" demek istiyorsa, bunun da bir faydasý yoktur.
«Gibi þeyler...» demekle, daha söylemedikleri bulunduðunu ifade etmiþtir. Zira bunlar gelecektir. Uzaklardan gelene kudûm tavafý, bir kavle göre Hacer-i Esved´den baþlamak, üç hutbe, terviye günü çýkmak ve saire ki göreceksin.
«Dilini korumaya devam etmek...» Yani mübahtan ve tenzihen mekruh olan þeylerden korumak âdaptandýr. Yoksa dili korumak vâciptir.
«Anne ve babasýndan izin alýr.» Yani kendisine muhtaç deðilseler hüküm budur. Aksi takdirde izinsiz gitmesi mekruh olur. Keza alacaklýsýnýn ve kefilinin izni olmaksýzýn gitmesi mekruhtur. Zâhire bakýlýrsa, bu kerahet tahrimidir. Çünkü ulema keraheti mutlak söylerler. Evvelce mekruh haccý temsil ederken, yukarýda geçen, "Kendisinden izin almasý gereken kimseden izinsiz haccetmek gibi" demesi de buna delâlet eder. Binaenaleyh bunu sünnetlerle âdaptan saymak gerekmez.
METÝN
Hacc aylarý, þevvâl, zilkade ve zilhiccenin on günüdür. Bu kelime "zilhacce"de okunabilir. Þâfiî´ye göre, kurban günü bunlardan deðildir. Ýmam Mâlik´e göre bütün zilhicce, hacc aylarýndandýr. O bunu âyetle amel ederek söylemiþtir. Bîz deriz ki: Cemi isminde, birden fazlasý ortaktýr. Vakit beyan etmenin faydasý þudur: O kimse hacc fiillerinden birini bu aylarýn dýþýnda yaparsa kâfi gelmez. Bir de, hacc için bu aylardan önce ihrama girmek mekruhtur. Velev ki yasak bir þey irtikâp etmeyeceðine kendine güveni olsun. Zira yukarýda geçtiði vecihle, ihram rükne benzemektedir. Keraheti mutlak söylemek, keraheti tahrimiyye ifade eder.
ÝZAH
"Zîlkade" kelimesi, "zülkide" þeklinde de okunur; "zilkaide" dahi rivayet olunmuþtur. "Zülhacce" þeklini þeyh Ýsmail, Ýmam Nevevî´nin Tahrîr adlý eserine nisbet etmiþ ve, «þumunnî þerhindeki "zülhýcce" þeklinden baþkasý iþitilmemiþtir ifadesi buna muhaliftir.» demiþtir. Þâfî ´nin sözü Ýmam Ebû Yusuf´tan da rivayet edilmiþtir. Nitekim Nehir ve diðer kitaplarda beyan olunmuþtur. Metnin zâhiri ona uygundur. Çünkü sayý zikretmiþtir. Þu halde murad, on gecedir. Lâkin temyiz atýldýðý vakit, kelimeyi müzekker kullanmak da caizdir; ve mânâ "on gün" demek olur. Bunu Halebî Kuhistânî´den nakletmiþtir. Bazýlarý ´ on ´ kelimesinin, bu on güne isim olduðunu söylemiþlerdir. Bu takdirde ondan murad, adet ismi deðildir. Hattâ müennesle birlikte müzekker kullanýlmasýna ve aksi hale dikkat edilir.
«Âyetle amel ederek» Yani "Hacc belirli aylardýr..." âyetine dayanarak söylemiþtir.
«Cemi isminde birden fazlasý ortaktýr.» Bu söz Zemahþerî´nin ´iki cevabýndan biridir. Hulâsasý þudur: Bu söz, toplanma ve taaddüt alâkasý ile cemi sîgasýný birden fazlada kullanmakta mecazdýr. Ýkincisi, mecaz ayýn bir kýsmýný bütün ay mânâsýna almaktadýr. Þu halde "aylar" tabiri hakikattir. Bunlardan birinciye itiraz edilmiþ ve, "Bunda, ´ on ´ kelimesini murad olmaktan çýkarmak vardýr. Çünkü o iki aydan hariçtir." denilmiþtir. Buna cevaben, "O, birden yukarýda dahildir." denilmiþtir. Bütün bunlar, âyet "Hacc aylar sahibidir." þeklinde takdir edildiðine göredir. Âyet, "Hacc aylar içindedir." þeklinde takdir edilirse, mecaza hacet yoktur. Çünkü zarf, olmak, kaplamayý gerektirmez. Lâkin âyeti tefsir eden hadis, muradýn, þevvâl, zilkade ve zilhýccenin on günü olduðunu beyan etmiþtir.
«Vakit beyan etmenin faydasý...» cümlesi, bir iþkâlin cevabýdýr. Ýzahý þöyledir: Vakit beyaný eðer geçmek için muteberse, yani hacc fiilleri bu vakitten sonraya býrakýlmýþ olsa; hacc geçecekse, rükün olan tavafýn ondan sonra sahih olmamasý lazým gelir. Çünkü vakfeyi onuncu günün fecrinden sonraya býrakmýþtýr; onun için vakti gelmiþtir. Eðer vakti geçmesini, en büyük rüknü olan vakfenin geçmesine tahsis edersek; onuncu gün hacc aylarýndan sayýlmamak lâzým gelir. Nitekim bu Ýmam Ebû Yusuf´tan bir rivayettir. Mezkür vakit beyaný, rükünleri kýsmen eda için itibara alýnýrsa, kurban günlerinin ikincisi ve üçüncüsü hacc aylarýndan sayýlmak gerekir. Çünkü bu iki günde tavaf caizdir. Þârih, Bahýr ve diðer kitaplara uyarak, son þýkký seçtiðini ifade eden sözlerle cevap vermiþtir. Sebebi þudur: Bunun faydasý, hacc fiillerinden hiçbirinin bu günlerden baþkasýnda caiz olmamasýdýr. Hattâ temettu veya kýrân hacýsý, hacc aylarýndan Önce üç gün oruç tutsa caiz olmaz. Kudûm tavafýndan sonraki sa´y dahi, ancak o günlerde olursa farz haccýn sa´yi yerine geçer. Hattâ bunu ramazanda yapsa caiz olmaz. Hacýlar arefe gününü þaþýrarak vakfe yapsalar; sonra bunun bayram günü olduðu anlaþýlsa caiz olur. Çünkü zamanýnda olmuþtur. On birinci gün olduðu anlaþýlýrsa caiz olmaz. Nitekim Lübab ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Kuhistâni diyor ki: «Ondan önce ihrama girmenin ve þeytan taþlamanýn, týraþ olmanýn ve ondan sonra ziyaret tavafý ve saire yapmanýn kâfi olmasý buna aykýrý deðildir. Çünkü kendisi bunlarda ihramlýdýr.»
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Zira ziyaret tavafý, bildiðin gibi zilhiccenin onundan sonraki iki gün içinde caizdir; velev ki evveli efdal olsun. Þu halde bu iþkale verilecek münasip cevap þudur: Vakit tayininin baþlarken faydasý, o vakitten önce bu fiillerin caiz olmamasý; biterken faydasý da, rükünlerinin büyüðü - ki vakfedir - geçmekle haccýn elden kaçýrýlmýþ olmasýdýr. Onuncu günün çýkmasý lazým gelmez. Çünkü þaþýrýldýðý vakit o günde caiz olduðunu biliyorsun. On birinci gün bunun hilâfýnadýr. Bana zâhir olan budur.
«Bir de hacc için bu aylardan önce ihrama girmek mekruhtur.»Bu cümle, üst taraftaki, "Bu aylarýn dýþýnda yaparsa kâfi gelmez." cümlesi üzerine matuftur. Bu, açýk olarak gösteriyor ki, hacc fiillerinden muradý, ihramdan baþkalarýdýr. Binaenaleyh ihramýn kerahetle kafi gelmesine aykýrý deðildir. Þu halde "kâfi gelmez" sözü yerindedir. Evet, kerahetin vakit tayininin faydasý olmasýnda bir anlaþmazlýk vardýr. Bunun vechi, ihramýn rükne benzemesi olsa gerektir.
"Önce" demesi ifade ediyor ki, o aylarda hacc için ihrama girse, velev ki gelecek sene için olsun mekruh olmaz. Onun için Zahire sahibi, "Kurban bayramý günü hacc için ihrama girmek mekruh deðildir. Ama hacc aylarýndan önce girmek mekruhtur." demiþtir. Nehir sahibi. "Kendinden emin olmadýðý yerde mekruh olmak gerekir. Velev ki hacc aylarýnda olsun." diyor.
«Çünkü ihram rükne benzemektedir.» Bu cümle, mekruh olmasýnýn illetidir. Yani hakiki rükün olsa, önce yapýlmasý sahih olmâzdý. Rükne benzeyince, önce yapýlmasý mekruh olmuþtur. Bahýr.
«Yukarýda geçtiði vecihle» Yani "Haccýn farzý ihramdýr." dediði yerde geçmiþtir.
«Kerahet-i tahrimiyye îfade eder.» Bunu Kuhistânî kaydetmiþ ve Tuhfe´den kerahetin bil ittifak olduðunu nakletmiþtir. Bahýr sahibi de bunu açýklamýþ; harama düþmek korkusu olup olmamasý arasýnda tafsilât vermemiþtir. Kuhistânî demiþtir ki: «Zahîriyye sahibi gibi, yer mikatýna kýyasen tafsilât veren, gerçekten hata etmiþtir.» Lâkin Kuhistâni dahi Muhiften tafsili nakletmiþ; sonra, "Nazým´da ondan nakledildiðine göre mekruhtur. Yalnýz Ebû Yusuf´a göre mekruh deðildir." demiþtir.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 20 Mart 2010, 23:33:40
UMRENÝN HÜKÜMLERÝ
METÝN
Ömürde bir defa umre yapmak, mezhebe göre sünnet-i müekkededir. Cevhere sahibi vâcip olduðunu sahihlemiþtir. Biz deriz ki: Âyette emredilen, tamamlamaktýr. Bu ise baþladýktan sonradýr. Biz de ona kailiz.
Umre; ´ihram, tavaf, sa´y ve týraþ olmak; yahut saç kýsaltmaktan ibarettir. Ýhram þarttýr. Tavafýn çoðu rükündür. Bunlardan baþkalarý vâciptir. Muhtar olan kavil budur. Umre yapan, haccedenin yaptýðýný yapar. Umre senenin her mevsiminde caizdir. Ama ramazanda yapýlmasý menduptur.
ÝZAH
«Ömürde bir defa umre sünnet-i müekkededir.» Yani onu bir defa yapan, sünneti yerine getirmiþ olur. Bir vakitle mukayyet deðildir. Yalnýz yasaklandýðý sabit olmuþ günler vardýr. Ramazanda yapýlmasý efdaldir. Bu,umre yalnýz baþýna yapýldýðý zamandýr. Þu halde kýrânýn efdal olmasý buna aykýrý deðildir. Çünkü o umreye deðil, hacca ait bir iþtir. Hâsýlý: Umreyi en faziletli vechi ile yapmak isteyen, kýrân haccý ile birlikte umre yapmalýdýr. Fetih.
Umreyi çok yapmak mekruh deðildir. Ýmam MâIik buna muhaliftir. Bilâkis cumhur ulemaya göre, çok umre yapmak müstehaptýr.
«Tavaflarýn yedi haftasý bir umre gibidir» denilmiþtir. Lübab þerhi.
«Cevhere sahibi vâcip olduðunu sahihlemiþtir.»Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Bedayi sahibi bunu tercih etmiþ ve Ýmamlarýmýzýn mezhebinin bu olduðunu söylemiþtir. Bazýlarý ona mutlak olarak ´ sünnet ´ adýný vermiþlerdir. Ama bu, vücuba aykýrý deðildir.» Rivayetten anlaþýlan, sünnet olduðudur. Çünkü Ýmam Muhammed, umrenin tetavvu olduðunu nâssan söylemiþtir. Fetih sahibi buna meyletmiþ ve delilleri naklettikten sonra, "Vâcip ve nâfile olduðunu iktiza eden deliller çatýþmýþtýr. Binaenaleyh biri sabit olmayýp mücerret Peygamber (s.a.v.) iIe Ashâb´ýnýn ve Tâbiîn´in fiilleri kalmýþtýr. Bu da sünnet olduðunu icap eder; biz de buna kail olduk." demiþtir.
«Biz deriz ki: Âyetle emredilen tamamlamaktýr.» Bu bir mukadder sualin cevabýdýr. Onu Gâyetü´l-Beyân sahibi vâcip olduðuna delil getirmiþ; sonra Þârih´in dediði gibi cevap vermiþtir. Sonra bu tamamlamaktan murad, haccla umrenin kendilerini, yani fiillerini tamamlamak olduðuna göredir. Fakat bundan vasfýn ikmali kast edilirse, cevaba hacet yoktur. Çünkü bu mânâya tamamlama vâcip olmadýðýna ittifak vardýr. Bahýr sahibinin naklettiði, "Sahabe tamamlamayý, hacc ve umreye ailesinin avlucuðundan ve uzak yerlerden ihrama girmekle tefsir etmiþlerdir." ifadesi buna göredir. Þu halde bu husustaki emir bil ittifak nebd içindir; umrenin vâcip olduðuna delâlet etmez,
«Týraþ olmak yahut saç kýsaltmaktan ibarettir.» Bu cümleyi Musannýf söylememiþ, Þârihzikretmiþtir. Çünkü týraþ olmak, umreden çýkarýr. Bahýr.
«Bunlardan baþkalarý vâciptir.» Þarih "baþkalarý" sözü ile, burada zikredilenlerden baþkalarýný murad etmiþtir ki, onlar da tavafýn kalan az þavtlarý, sa´y, týraþ olmak veya saç kýsaltmaktýr. Yoksa umrenin sünnetleri ve burada zikredilmeyen haramlarý da vardýr.
«Muhtar olan kavil budur.» demekle de Tuhfe´nin sözüne iþaret etmiþtir. Tuhfe sahibi sa´yi tavaf gibi rükün saymýþtýr. Lübab Þerhi´nde, "Bu, mezhepte meþhur deðildir." denilmiþtir.
«Umre yapan, haccedenin yaptýðýný yapar.» Lübab´da þöyle denilmiþtir: Umrenin ihram hükümleri, her yönden haccýn ihramý gibidir. Farzlarý, vâcipleri, sünnetleri, haramlarý, müfsitleri, mekruhlarý ve ihsarý da iki umreyi bir araya toplamak, yani umreyi niyette baþkasýna katmak ve umreyî terk etmek de hep haccdaki hükmü gibidir. Umre hacca yalnýz birkaç þeyde uymaz. Bunlardan biri, onun farz olmamasýdýr. Onun muayyen bir vakti de yoktur. Onun vakti geçmez. Umrede, Arafat´ta ve Müzdelife´de vakfe yoktur. Þeytan taþlamak, iki namazý bir vakitte kýlmak, hutbe okumak, tavaf-ý kudûm ve tavaf-ý sader yoktur. Bozulursa ve tavafý cünüp olarak yapýlýrsa deve boðazlamak icap etmez; sadece bir koyun kesmek gerekir. Onun mikatý, bütün insanlar için hýlldir. Hacc öyle deðildir. Onun mikatý, Mekkeli için Harem´dir.»
«Ramazanda yapýlmasý menduptur.» Yani "yalnýz baþýna umre yapýlacaksa" demek istiyor. Nitekim Fetih´ten nakli yukarýda geçmiþti. Sonra mendup olmasý zaman itibarý iledir. Zira zâtý itibarý ile umre sünnet-i müekkede veya vâciptir. Nitekim geçti. Yani ramazanda umre yapmak baþka zamanda yapmaktan efdaldir. Fetih sahibi buna Ýbn-i Abbâs´tan rivayet edilen þu hadisle istidlâl etmiþtir: «Ramazanda bir umre yapmak bir hacca bedeldir» Müslim´in bir tarîkýnda, "Bir hacc iktiza eder veya benimle bir hacc" denilmiþtir. Müslim demiþtir ki: «Selef - ALLAH onlar sebebi ile bize rahmet eylesin! - ´ umreye ´ küçük hacc» derlermiþ. Peygamber (s.a.v.) dört defa umre yapmýþtýr. Sahih rivayete göre, bunlarýn hepsi Hicret´ten sonra zilkade ayýnda olmuþtur.» Tamamý oradadýr.
TEMBÝH: Bazýlarýnýn, Molla Alî´nin "El-Edeb fî Raceb" adlý risalesinden naklettiðine göre «Umrenin recep ayýnda yapýlmasý sünnettir; Peygamber (s.a.v.) bunu yapmýþtýr; yâhut yapýlmasýný emir buyurmuþtur, mealindeki hadis sabit olmamýþtýr. Evet, rivayet olunmuþtur ki, Abdullah b. Zübeyr Kâbe´nin binasýný yenilemeyi bitirdikten sonra, recebin yirmi yedisinden önce bir deve boðazlamýþ; kurbanlar kesmiþ ve o zaman Mekkelilere ALLAH Teâlâ´ya þükür için umre yapmalarýný emretmîþ! Þüphesiz Sahabe´nin fiili huccettir. Müslümanlarýn iyi gördüðü þey, ALLAH indinde de iyidir. Ýþte Mekkelilerin umreyi recep ayýna tahsis etmelerinin vechi budur.» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
METÝN
Arefe günü ile ondan sonra dört gün umre yapmak, yani ayrýca ihrama girmek sureti ile onu bu günlerde yapmak kerahet-i tahrimiyve ile mekruhtur. Hattâ terk etse bile ceza kurbaný lâzým gelir. Fakat evvelki ihramla, o günlerde edasý mekruh deðildir. Nitekim haccý geçiren kýrân hacýsý, o günlerde umre yaparsa mekruh olmaz. Sirâc. Bu izaha göre Hâniyye sahibinin kýrân yapaný istisna etmesi, istisnayý munkatýdýr. Binaenaleyh Bahýr sahibinin tevehhüm ettiði gibi, arefe gününe mahsus kalmaz.
ÝZAH
«Kerahet-i tahrimiyye ile mekruh...» olduðunu Fetih ve Lübab sahipleri söylemiþlerdir.
«Arefe günü...» zevâlden önce olsun sonra olsun mekruhtur. Mezhep budur. Ýmam Ebû Yusuf´tan rivayet edilen "O gün zevâlden önce mekruh deðildir." sözü buna muhaliftir. Bahýr.
T E M B Ý H : Beþ günün üzerine, Lübab ve diðer kitaplardaki þu beyan da ilâve edilir: «Hacc aylarýnda, Mekkelilerle ´onlar´ mânâsýnda olanlara, yani mukimlere ve mikat dahilinde olanlara umre yapmak mekruhtur. Çünkü onlarýn ekseriyetle halleri, o sene haccetmektir ve temettu yapmýþ olurlar. Halbuki onlara temettu men edilmiþtir. Yoksa o sene haccetmezse, Mekkeliye hacc aylarýnda tek umre men edilmez. Buna kim muhalefet ederse beyan ona düþer.» Lübab Þerhi. Bu sözün bir misli de Bahýr´dadýr. Bu söz Fetih sahibinin benimsediði "Mekkeliye, haccetmese bile umre mekruhtur." sözünü reddeder. Kadý Ýyd´den Mensik Þerhi´nden nakledildiðine göre, Fetih´teki söz için AIIâme Kâsým, "Bu ne bizim ulemamýzýn mezhebidir, ne de dört mezhep imamlarýnýn! Mekkelilere umrenin mekruh olmadýðýnda hilâf yoktur." demiþtir.
Ben derim kî: Bu hususta sözün tamamý inþaallah temettu bâbýnda gelecektir. Halebî´nin Þurunbulâliyye´den naklettiði beþ günde umrenin kerahetinin, "yani ihramlý yahut hacca niyet eden hakkýnda" sözü ile kayýtlý oluþu, bunlardan baþkasý hakkýnda mekruh olmamasýný iktiza eder. Ama ben bunu açýklayan görmedim. Araþtýrýlmalýdýr!
"Hattâ terk etse bile ceza kurbaný lâzým gelir." Bu hususta inþaallah cinayetler bâbýnýn sonunda söz edilecektir.
«Nitekim haccý geçiren kýrân hacýsý...» yerine, Mi´râc sahibinin yaptýðý gibi. "Haccý geçiren kimse" dese, temettu yapana da þâmil olurdu.
«Bu izaha göre...» Yani mekruh olan eski ihramla eda deðil, yeni ihram olduðuna göre Hâniyye´nin istisnasý munkatýdýr. Orada þöyle denilmiþtir: «Kýrân yapmayan için, umre beþ günde mekruhtur.» Munkatý olmasýnýn vechi, bildiðin gibi mekruh olan bu günlerde umrenin yeni ihramla yapýlmasýdýr. Kýrân yapan umreye bu günlerden önce girdiði ihramla niyetlenmiþtir. O öncekilerde dahil deðildir. Binaenaleyh yaptýðý istisna munkatýdýr.
«Bahýr sahibinin tevehhüm ettiði gibi arefe gününe mahsus kalmaz.» Bahýr sahibi Hâniyye´nin sözünden sonra þöyle demiþtir: «Bu güzel bir kayýtlamadýr ve beþ güne deðil, arefe gününe râcî olmasý gerekir. Nitekim gizli deðildir. Temettu yapan da kýrân yapana katýlmalýdýr.» Nehir sahibi diyor ki: «Bu açýk olarak gösteriyor ki, Bahýr sahibi Hâniyye´deki sözün mânâsýný - kýrân yapaný istisna etmesini - hacc fiillerini üzerine bina etmek için mutlaka umre yapmasý lâzýmdýr þeklinde anlamýþ; bundan dolayý da onu arefe günü ile tahsis etmiþtir. Bu ulemanýn sözlerinden gaflettir.» Sirâc´da þöyle denilmektedir: «Bu günlerde umre mekruhtur. Yani ihrama girmek sureti ile yeniden yapýlmasý mekruhtur. Fakat eski ihramla eda ederse; meselâ kýrân haccý yaparken haccý kaçýrýrda bu günlerde umreyi eda ederse mekruh olmaz. Þu halde Hâniyye´deki istisna munkatýdýr. Arefe gününün bir ihtisasý yoktur.»
Ben derim ki: Hâniyye´nin ifadesindeki kýrân yapan ´dan anlaþýlan haccý kaçýran deðil, ona yetiþendir. Sirac´daki bunun hilafýnadýr. O zaman þüphesiz onun umresi arefe gününden sonra olmaz; çünkü ileride bâbýnda görüleceði vecihle, vakfe ile bâtýl olur. Bahýr´ýn ifadesinde, haccý geçirenden ve istisnanýn muttasýl veya münkatý olmasýndan bahis yoktur. Öyle ise gaflet nereden gelmiþtir? Uyanýk ol! Ve anla! "Arefe gününe mahsus kalmaz" ifadesi, "munkatýdýr" cümlesine teferru eder. Çünkü hâsýlý þudur: O kimse bu günlerde yeniden ihrama girmediði için, umresi o günlerde mekruh olanlara dahil deðildir. O zaman umresinin caiz olmasý da arefe gününe mahsus kalmaz. Anla!
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 01:10:18
MÝKÂTLAR
METÝN
Mikâtlar, yani Mekke´ye girmek isteyen kimsenin ihramsýz geçemeyeceði yerler beþtir: 1) Zülhuleyfe: Medine´den altý mil, Mekke´dense on konak mesafede bulunan bir yerdir. Avam takýmý ona Ebyâr-ý Ali (Ali Kuyularý) adýný verirler. Bu kuyularýn bazýlarýnda Hz. Ali (r.a.)´ýn cinlerle harb ettiðini söylerler ki, yalandýr. 2) Zâtü Irk: Mekke´ye iki konaktýr. 3) Cuhfe: Rabýð´a üç konak mesafedir. 4) Karn: Mekke´ye iki konak mesafededir. Bu kelimeyi "Karen" þeklinde okumak hatadýr. Üveys´i ona nisbet etmek ise ikinci bir hatadýr. 5) Yelemlem: Bu da iki konak mesafede bir daðdýr. Bunlar Medineli; Iraklý ve Þamlý´nýn - yani Medine´ye uðramayan Iraklý ile Þamlý´nýn "demektir. Buna karine aþaðýdakidir. Necdli ve Yemenli´nin mikâtlarýdýr. Musannýf leffü neþri mürettep yapmýþtýr.
ÝZAH
«Mîkâtlar...», ´mikât´ýn cemidir. Mikât, sýnýrlanmýþ vakit mânâsýna gelir; ama yer için istiare edilmiþtir. Yani "ihram yeri" mânâsýna alýnmýþtýr. Nasýl ki; "Orada müminler imtihan edilirler." âyet-i kerîmesinde, ´yer´ ´vakit´ mânâsýna istiare edilmiþtir. Cevherî´nin, "Mikât, ihram yeridir." demesi buna aykýrý deðildir. Çünkü onun maksadý, hakikatla mecaz arasýnda fark yapmak deðildir. Galiba Bahýr sahibi Sýhah´ýn zâhirine bakarak, bu kelimenin, ´ vakit´le ´ muayyen yer´ arasýnda müþterek olduðunu söylemiþ, "murad ikincisidir" demiþtir. O, ulemanýn yukarýda geçen sözlerinden ayrýlmýþtýr. Ama sen vâkiin ne olduðunu anladýn. Nehir. Sonra bilmiþ ol ki, yer mikâtý insanlara göre deðiþir. Çünkü insanlar üç sýnýftýr: Uzaktan gelen, ´ hýll ´de (yani mikât içinde) yaþayan ve Harem´de yaþayanlar. Musannýf da onlarý bu tertip üzerine zikretmiþtir.
«Mekke´ye girmek isteyen...» Yani velev ki ticaret gibi hacc ibadetle olmayan bir þey için girsin. Nitekim gelecektir.
"Ýhramsýz..." Yani hacc veya umreye ihramlanmadan giremeyeceði yerdir.
"Huleyfe" kelimesi, ´halefe´nin ismi tasðîridir ve suda yetiþen bir ottur. (Türkçe´si, ´ Kandýra Otu´dur.)
«Medine´den altý mil mesafededir.» Bazýlarý yedi, bazýlarý dört mil olduðunu söylemiþlerdir. Allame Kutbî, Mensik´inde þöyle diyor: «Bundan zapt edilen Seyyid Nûreddin Ali Semhudî´nin tarihinde söylediðidir. Diyor ki: Ben bunu ölçtüm. Mescid-i Nebevî´nin Bâbüsselam adlý kapýsýnýn eþiðinden Zülhuleyfe´deki Mescid-i Þeceran´ýn eþiðine kadar 19. 000 arþýn; el arþýný ile 732,5 arþýn geldi.»
Ben derim ki: Bu beþ milden azdýr. Çünkü bize göre bir mil halen kullanýlan demir arþýnla 4.000 arþýndýr. Allah´u a´lem.
«On konak» yahut dokuz konaktýr. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir.
«Ki kalandýr.» Bunu Bahýr sahibi, muhakkýk Ýbn-i Emîr Hâcc Halebî´nin Menâsik adlý kitabýndan naklen söylemiþtir.
«Zâtü Irk» hakkýnda Kutbî´nin Mensik´inde þöyle denilmektedir: «Bu adýn verilmesi, ýrk orada bulunduðundandýr. ´ Irk ´ bir daðdýr. Burasý bir köy olup, þimdi harap haldedir. Irk Akîk´a bakan bir daðdýr. Akîk bir vâdi olup, suyu Tihâme alçaklarýna akar. Bunu Ezherî söylemiþtir.» Onun için Lübab´ta þöyle denilmiþtir: "Efdal olan, Akîk´ten ihrama girmektir. Burasý Zâtü Irk´tan bir veya iki konak öncedir."
«Cuhfe», kýyýda su kalýntýsý mânâsýna gelir. Bu yere bu ismin verilmesi, bir zamanlar sel gelip ahalisini götürdüðü içindir. Asýl adý "Mehyea"dýr. Lâkin söylendiðine göre, niþanlarý kalmamýþ; yalnýz bazý gizli kalýntýlarý vardýr ki, onlarý da hemen hemen bazý Bedevîler´den baþka kimse tanýyamaz. Onun için Allah´u a´lem, hacýlar ihtiyaten Râbýd denilen yerden ihrama girmeyi tercih etmiþlerdir. Bazýlarý buna ´ Râbið ´ derler. Zira Cuhfe´den yarým konak yahut buna yakýn bir mesafe önce gelir. Bahýr. Kutbî diyor ki: «Ben gerçekten bu yerin Araplarýndan bu iþi bilen bir cemaata sordum da; Râbið´den Mekke´ye doðru, sað taraftan, aþaðý-yukarý bir mil yürüdükten sonra bana bir tepe gösterdiler.»
"Karn", Arafat üzerine uzanan bir daðdýr. Böyle okunduðunda, hadis, fýkýh, lügat ve tarihçilerle baþkalarý arasýnda ihtilâf yoktur. Bunu Nehir sahibi Tehzîbü´l-Esmâ ve´l-lügât´tan nakletmiþtir.
«Bu kelimeyi ´Karen´ þeklinde okumak hatâdýr.» Kâmus sahibi diyor ki: «Cevherî bu kelimeyi ´Karen´ diye harekelemekte ve Üveys-i Karenî´yi buna nisbet etmekte yanýlmýþtýr. Çünkü Üveys, dedelerinden biri olan Karen b. Rûmân b. Nâciye b. Murâd´a mensuptur.»
"Yelemlem"e ´ Elemlem ´de denilir ki, asýl olan da budur. ´ Yâ ´ ile okunmasý, onu kolaylaþtýrmak içindir.
«Ýki konak mesafede bir daðdýr.» Tihâme´de olup, zamanýmýzda ´Sa´diyye´ adý ile meþhurdur. Bunu bazý menâsik þârihleri söylemiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Bu mikâtlarýn Zâtü Irk´tan maadasý, Buhârî ile Müslim´de sabittir. Zâtü Irk da, Müslim´in sahihi ile Ebû Dâvûd´un "Sünen"inde mevcuttur.»
"Iraklý"dan murad, Basra ve Kûfe ahalisidir. ´ Ehl-i Irakayn ´ bunlardýr. Sair Þarklýlar da öyledir.
"Þamlý" ya, Mýsýrlý ve Tebük yolundan gelen Maðripli de katýlmalýdýr; zira bunlar da onun gibidir. Lübab ve þerhi.
"Medine´ye uðramayan Iraklý ile Þamlý" sözü ile demek istiyor ki: Zâtü Irk´ýn Iraklýlara, Cuhfe´nin de Þamlýlara mahsus olmasý, Medine´ye uðramadýklarýna göredir. Oraya uðrarlarsa, onlarýn mikâtý da oralýlarýn mikâtý, yani Zülhuleyfe´dir. Bu, efdal olaný beyandýr. Çünkü oralardan gelenlere, Medineliler gibi, Zülhuleyfe´den ihrama girmek vâcip deðildir. Nitekim izahý gelecektir.
«Karîne aþaðýdaki...» Keza bunlar oralý olmayýp, oraya uðrayanlar için de mikâttýrlar; ifadesidir. H.
"Necidlî"den murad, Yemen´in Necd´i, Hicâz´ýn Necd´i ve Tihâme´nin Necd´inde yaþayandýr.
"Yemenli"den murad, diðer Yemenlilerle Tihâmeliler´dir. Lübab.
METÝN
Bu mikâtlarý, þâirin þu beyti toplamaktadýr:
«Irak´ýn: Irk´ý, Yemen´in Yelemlem´i
Zülhuleyfe´de ihramlanýr Medineli
Þam için eðer uðrarsan Cuhfe´dir.
Necdli´ye de Karn´dýr iyi ayýr!» Keza bunlar oralý olmayýp, oraya uðrayanlar için de mikâttýrlar. Meselâ Medineliler´in mikâtýna uðrayan Þamlý gibi ki, onun mikâtý da orasýdýr. Bunu Þâfii olan Nevevî ile baþkalarý söylemiþlerdir. Ulemamýz demiþlerdir ki: Bir kimse iki mikâta uðrarsa, uzak olanýndan ihrama girmesi efdal olur. Ama ihramý ikinci mikâta býrakýrsa, mezhebe göre kendisine bir þey lâzým gelmez. Lübab´ýn ibaresi, "Kurban cezasý ondan sâkýt olur." þeklindedir.
ÝZAH
Mikâtlarý, Þeyh Ebülbeka dahi Bahr-ý Amîk´de þu beytinde toplamýþtýr:
«Bil ki, Yemen, Necd, Irak, Þam ve Medineliler´in mikâtlarý
Yelemlem, Karn, Zâtü Irk´týr. Nebiyyi Ekrem´in mikâtý da Huleyfe´dir.» "Bunu Þâfiî olan Nevevî ve baþkalarý söylemiþlerdir." Bazý nüshalardan bu cümle düþmüþtür ki, doðrusu da budur. Çünkü bu mesele mezhebin, gerek metin, gerek þerh bütün kitaplarýnda açýklanmýþtýr. Binaenaleyh onu Nevevî (r.)den nakle hacet yoktur. H. Buna cevap verilmiþ ve, "Þârih bununla meselenin ittifâkî olduðuna iþaret etmiþtir." denilmiþtir.
«Bir kimse iki mikata uðrasa...» Mesela bir Medineli Zülhuleyfe´ye uðrayýp sonra Cuhfe´ye varsa, Mekke´ye uzak olanýndan ihrama girmesi daha faziletli olur. Yani Zülhuleyfe´den girmelidir. Lâkin Lübab Þerhi´nde Ýbn-i Emîr Hâcc´dan naklen bildirildiðine göre, efdal olan ihramý geçiktirmektir. Sonra bu iki kavlin arasýný bulmuþ; «Birincinin efdal olmasý, onda ulemanýn ihtilafýndan çýkmak ve taata koþmak bulunduðundandýr. Ýkincisinin efdal olmasý, harama düþmek onda daha az olduðundandýr. Çünkü zaman bozulduðu için, günah çok iþlenir. Binaenaleyh yukarýda zikredilene aykýrý olmadýðý gibi; Bedâyý´daki, "Bir kimse bir mikâttan diðerine ihramsýz geçerse caiz olur; þu kadar var ki müstehap olan, birinciden ihrama girmektir. Keza Ebû Hanife´den rivayet olunmuþtur ki, Medineli olmayanlar hakkýnda: Medine´ye uðrarlar da, oradan Cuhfe´ye geçerlerse, bunda bir beis yoktur. Ama benceZülhuleyfa´den ihrama girmeleri daha makbuldür. Çünkü bunlar birinci mikâta vardýklarýnda, onun hürmetini muhafaza etmeleri lâzým gelir. Binaenaleyh onu terk etmeleri mekruh olur." ifadesine de aykýrý deðildir. Bunun benzerini Kudûrî, Þerh´inde zikretmiþtir. Þu kadar var ki, Ýmam-ý Azam´ýn Medineliler´den baþkalarý hakkýndaki bu sözünde, Medineli´nin böyle olmadýðýna iþaret vardýr. Bu suretle Hz. Ýmam´dan ceza kurbaný vâcip olacaðýna ve olmayacaðýna dair nakledilen iki rivayetin arasý bulunmuþ olur; yani ´vâciptir´ rivayeti Medineli´ye; ´deðildir´ rivayeti Medineli olmayana yorumlanýr.» demiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Fetih´te nakledildiðine göre, Medineli Cuhfe´ye geçer de, orada ihrama girerse, bir beis yoktur. Ama efdal olan, Zülhuleyfe´den ihrama girmektir. Fetih sahibi bundan önce Hâkim´in Kâfî´sinden - ki Ýmam Muhammed´in sözlerini zahir rivayet kitaplarýna o toplamýþtýr - þunu nakletmiþtir: «Bir kimse mikâtýný ihramsýz olarak geçer de, baþka bir mikâta vararak orada ihrama girerse kâfi gelir. Ama ilk mikâtta ihrama girse bence daha iyi olurdu.» Ýþte Medineliye bir þey lâzým gelmediði hususunda bunlarýn birincisi açýk, ikincisi zahirdir. Binaenaleyh anlaþýlýyor ki, Hz. Ýmam´ýn, "Medinelilerden baþkalarý uðrarsa" sözü, tesadüfîdir; ihtirâzî bir kayýt deðildir. Ve zâhir rivayette Medineli ile baþkasý arasýnda fark yoktur.
Hidâye´nin, "Mikât tayininin, yani beþ mikâtla sýnýrlandýrmanýn faydasý, ihramý bunlardan sonraya býrakmanýn yasak olduðunu bildirmektir. Çünkü mikâttan önce ihrama girmek bil ittifak caizdir." ifadesine gelince: Fetih sahibi buna itiraz etmiþ ve, "Buna göre, Medinelinin ihramýný Zülhuleyfe´den sonraya býrakmasý caiz deðildir. Halbuki yazýlanlar bunun hilâfýdýr." demiþtir. Evet, Ýmamý Âzam´dan rivayet olunduðuna göre, o kimseye ceza kurbaný lâzýmdýr. Lâkin ondan nakledilen zâhir rivayet birincisidir. Nehir sahibi diyor ki: «Cevap þudur: Geciktirmeyi men etmek, son mikâtla kayýtlýdýr.» Tamamý oradadýr.
«Mezhebe göre...» sözünün mukabili, "Kurban vâcip olur" rivayetidir.
«Lübab´ýn ibaresi, "Ondan kurban sâkýt olur." þeklindedir.» Bunun muktezasý, mikâtý geçmekle vâcip olmasý; sonra son mikâttan ihrama girmekle sükut etmesidir. Bu, gördüðün gibi yazýlanlara aykýrýdýr. Zâhire bakýlýrsa, bu söz ikinci rivayete göredir.
METÝN
Eðer mikatlara uðramazsa, araþtýrýr ve birinin hizasýna gelince ihrama girer. Efdal olaný, Mekke´ye en uzaðýdýr. Hizasýna gelecek bir yerde deðilse, Mekke´den iki konak mesafede ihrama girer. Mekke´ye, yani Harem´e girmek isteyen bir uzak belde hacýsýnýn - velev haccdan baþka bir hacet için olsun - ihramý bu mikâtlarýn hepsinden sonraya býrakmasý haramdýr, Ama Hill´den, Halîys ve Cidde gibi bir yere gitmek isterse, ihramsýz geçmesî helâl olur. Oraya vardýðýnda ´oralý´ hükmüne girer ve artýk ihramsýz Mekke´ye girebilir. Bunu arzuedene çare budur.
ÝZAH
«Eðer mikâtlara uðramazsa...» ifadesi Fetîh´te de böyledir. Bu þunu anlatýr ki, mikâtýn hizasýna varýnca, ihramýn vâcip olmasý, ancak mikâtlara uðramazsa muteberdir. Uðrarsa, bunlardan birine varmadýkça, baþka mikâtý geçmesi caiz olamaz. Velev ki ondan sonra baþka bir mikâtýn hizasýna varmýþ olsun: Bahýr sahibi Þâfiîlerden Ýbn-i Hacer Heytemî ile Mekke´de görüþtükleri vakit kendisine, onun sorduðu suale bununla cevap vermiþtir. Sual þudur: «Sizin iddianýza göre, bir Þamlý ile Mýsýrlý´ya Râbýð´dan ihrama girmek lâzým deðildir. Halîys´tan girmelidir. Çünkü mikatlarýn sonu olan Karnülmenâzil´in hizasýndadýr.» Bahýr sahibi ona baþka bir cevap da vermiþtir. Þöyle ki: «Ulemamýzýn muradlarý, yakýn olan hizadýr. Karn´dan geçenlerin, hizaya geliþleri uzaktýr. Çünkü onlarla Karn arasýnda bazý daðlar vardýr.» Lâkin kendisine Nehir sahibi itiraz etmiþ; "Uzakla yakýn arasýnda fark yoktur." demiþtir.
«Araþtýrýr.» Yani orasýnýn mikât yeri olduðunu aklý keserse, soracak kimse bulamayýnca, orada ihrama girer.
«Hizasýna gelecek bir yerde deðilse...» ifadesi, Fetih´te de böyledir. Lâkin daha doðrusu, Lübab´da olduðu gibi, "hizasýna vardýðýný bilmezse" demektir. Zira Lübab þârihi, "Hizaya varmamak tasavvur olunamaz." demiþtir. Yani "Mikâtlar Mekke´nin her tarafýna þâmildir; birinin hizasýna mutlaka varacaktýr." demek istemiþtir.
«Ýki konak mesafede ihrama girer.» Bunun vechi vechi þudur: Ýki konak, mesafelerin ortasýdýr. Yoksa ihtiyat daha fazlasýdýr. Makdisî.
«Sonraya býrakmasý haramdýr.» O halde ihrama girmek için mikâtlardan birine dönmesi icap eder. Velev ki kendi mikâtý olmasýn.
Aksi takdirde ceza kurbaný vâcip olur. Nitekim cinayetler bâbýnda beyaný gelecektir.
«Uzak belde hacýsýnýn» ve o hükümde olanýn - Harem ve hýllde (dýþýnda) yaþayan kimselerin mikâtý, çýkmalarý gibi ki ileride gelecektir - ihramý mikâttan sonraya býrakmasý haramdýr. Þu halde "uzak belde hacýsý" diye kayýtlamasý, bunlar yerlerinde kaldýklarýna göredir. Kalýrlarsa haram deðildir. Nitekim gelecektir.
«Yani hareme» sözünden murad, hâssaten Mekke deðildir. ´Harem´in sýnýrlamasýný az ileride yapacaktýr. Bu kaydý koymasý, ekseriyetle oraya gitmek istenildiði içindir.
«Velev haccdan baþka...» Sýrf görmek, gezmek veya ticaret gibi bir hacet için olsun. Fetih.
«Ama hýllden» Yani mikâtla Harem arasýndan Cidde gibi bir yere gitmek isterse, ihramsýz geçmesi helâl olur. Muteber olan, yola çýktýðý zamanki deðil, oradan geçtiði zamanki kastýdýr. Nasýl ki cinayetler bâbýnda gelecektir. Yani doðrudan doðruya maksadý orasý olur. Mesela, alýþveriþ için gider de, iþini gördükten sonra Mekke´ye girerse, ihramsýz geçebilir. Çünkü evvelâ maksadý Mekke´ye girmek olur da, zaruri olarak hýllden geçerse, ihramsýz helâl olmaz.
«Artýk ihramsýz Mekke´ye girebilir.» Ama hacc niyeti ile olmamak þarttýr. Nasýl ki az ileride gelecektir.
«Çare budur.» Yani Mekke´ye ihramsýz girmek isteyen için, bu kasýttan baþka çare yoktur. Lakin bu çare, ancak dediðimiz gibi doðrudan doðruya hýllden bir yere gitmeyi kastedip, Mekke´ye girdiðinde hacc ibadetlerini yapmayý kast etmemekle tamam olur. Bu hususta sözün tamamý inþaallah cinayetler babýnýn sonunda gelecektir.
METÝN
Ancak baþkasý namýna hacca memur olan müstesnadýr. Çünkü muhalefet etmiþ olur. Ýhrama mikâttan önce girmek haram deðil; bilâkis hacc aylarýnda ise ve kendine güveniyorsa efdal olan budur.
ÝZAH
«Ancak baþkasý namýna hacca memur olan müstesnadýr.» Bunu Bahýr sahîbi inceleme yaparak söylemiþ ve þöyle demiþtir: «Bu çarenin, hacca memur olan kimseye caiz olmamasý gerekir. Çünkü o zaman onun seferi hacc için olmamýþ olur. Bir de o kimse uzaktan gelenlerin haccýný yapmakla memurdur. Mekke´ye îhramsýz girince, haccý, Mekkeli haccý olur ve muhalefet etmiþ sayýlýr. Bu mesele, deniz yolu ile baþkasý namýna hacca gidenlerde çok olur. Hâdise sene ortasýnda cereyan eder. Acaba o kimse Cidde´de mâlûm olan limana gitmeyi kast edebilir mi ki Mekke´ye ihramsýz girebilsin. Tâ ki hacc için ihrama girerse, uzun zaman ihramlý kalmasýn. Çünkü baþkasý namýna hacceden kîmse, umreye ihramlanamaz.» Yani umre yapar da sonra haçc için Mekke´de ihrama girerse, ulemanýn kavillerince muhalif olur. Nitekim Tatarhâniyye´de Muhit´ten naklen beyan olunmuþtur. Acaba bunun muhalefeti, seferini emrolunduðu haccdan baþkasýna çevirdiði için midir; yoksa haccýný uzaklardan gelenlerin haccý yapmadýðýndan mýdýr? ikinci ihtimale göre, umre yapar veya limana gitmeyi kastetmek sureti ile çareyi kullanýr da, sonra Mekke´ye girer; sonra hacc zamaný mikâta çýkarak orada ihrama girerse muhalif olmaz. Çünkü onun haccý, uzaklardan gelenlerin haccý olmuþtur. Birinci ihtimale göre ise, o kimse muhalif iþ yapmýþtýr. Ýhtimal bu muhalefet, Bahýr´ýn ibaresinin baþý ifade ettiði gibi, her iki illette birden muhalefettir. Bu takdirde, ilk illetle muhalefet tahakkuk eder. Lâkin Allâme Aliyyü´l-Karî, risalelerinin birinde bir meseleden bahsetmiþtir ki, asrýnýn fukahasý o meselede ikilemiþlerdir. Mesele þudur: Baþkasý namýna hacca giden bir kimse, hacc için ihramlanmadan mikâtý geçer de, sonra mikâta dönerek ihrama girerse, gönderen namýna bu hacc sahih olur mu olmaz mý? Buna bazýlarý "hayýr" bazýlarý "evet" diye cevap vermiþlerdir. Kendisi ikinciye meyletmiþ ve, "Þeyh Kutbüddîn ileüstadýmýz Sinân-ý Rûmî, Mensik´inde ve Ali el-Makdisî bununla fetva verdiler." demiþtir.
Ben derim ki: Bu, adý geçen çarenin, mikâta dönüp ihramlanmak þartý ile caiz olduðunu gösterir.
"Çünkü o zaman onun seferi hacc için olmamýþ olur." sözüne cevap þudur: O kimse oradan geçerken, birkaç gün kalarak, meselâ alýþveriþ etmek için limaný kasdettiði; sonra Mekke´ye girdiði zaman seferi hacc seferi olmaktan çýkmaz. Nasýl ki hacc yolunda baþka bir yere gidip sonra dönmek istese hüküm budur. Allah´u a´lem. Sen de anla! Ama mikâttan hacca ihramlanýr da, Mekke´de ihramlý olarak kalýrsa, bu çareye ihtiyacý kalmaz. Yalnýz hacc aylarýndan evvel ihrama girmek mekruh yani haramdýr. Nitekim umre hükümlerinden az önce arz etmiþtik.
«Efdal olan budur.» Sahâbe´nin, ihramý tamamlamayý, "Evinin avlucuðundan ve uzaklardan tamamlanmaktýr" diye tefsir ettîklerini söylemiþtik. Fethu´l-Kadîr sahibi diyor ki; «Mikâtlardan önce ihrama girmenin efdal olmasý, bunda ta´zim daha çok; meþakkat daha fazla olduðundandýr. Sevap, meþakkata göredir. Onun için Ashâb, hacc ve umre için uzak yerlerden ihrama girmeyi severlerdi. Rivayete göre, Abdullah b-Ömer, Beyt-i Makdis´ten; Ýmran b. Husayn Basra´dan, Ýbn-ý Abbâs Þam´dan, Ýbn-i Mes´ûd Kaadsiyye´den ihrama girmiþlerdir. Peygamber (s.a.v.). Her kim Mescid-i Aksâ´dan umreye veya hacca ihramlanýrsa, AIIah onun geçmiþ günahlarýný affeder." buyurmuþtur. Bu hadisi Ýmam Ahmed, bir "enzerini de Ebû Davûd rivayet etmiþlerdir.
«Hacc aylarýnda ise...» efdal olan budur. Fakat daha önce olursa, memnu fiilleri yapmayacaðýna güvense bile mekruh olur. Zira evvelce görüldüðü gibi, ihram rükne benzer. Kendine güvenmezse, mikâttan ihram daha faziletlidir. Hattâ en son mikâta tehir etmelidir. Evvelce arz ettiðimiz gibi, Ýbn-i Emîr Hâcc bunu tercih etmiþtir.
METÝN
Ýçeride yaþayanlar, yani mikâtlarýn içinde bulunanlar için, Mekke´ye ihramsýz girmek helâldir. Elverir ki hacc ibadetlerini kast etmiþ olmasýn. Helâl olmanýn illeti güçlüktür. Nitekim Mekke´nin oduncularý onu geçseler hüküm budur. Böyle bir kimsenin mikâtý hýlldir; yani Harem ile mikâtlarýn arasýndaki yerdir. Mekke´de yani Harem dahilinde bulunan kimsenin hacc için mikâtý Haremi, umre için mikâtý hýlldir. Tâ ki bir nevi sefer tahakkuk etsin. Ten´îm´den ihramlanmak efdaldir. Haremin hududunu Ýbn-i Mülakk´ýn nazma çekerek þöyle demiþtir:
"Ýyi bilmek istersen, Harem için taþradan sýnýrlama üç mildir.
Irak ve: Tâif yedi mil; Cidde on, sonra Ci´râne dokuz mildir."
ÝZAH
«Ýçeride yaþayanlar için...» cümlesi ile Musannýf, mikâtlarýn ikinci sýnýfýna baþlýyor. Ýçeride yaþayanlardan murad, mikât dýþýnda olmayanlardýr. Þu halde mikâtýn kendisinde yaþayanlarla, ondan sonraki yerlerde bulunanlara þâmildir. Çünkü nassan nakledilen rivayette, bunlarýn arasýnda fark yoktur. Nitekim bunu Fetih ve Bahýr sahipleri ile baþkalarý açýklamýþlardýr. Ýki mikât arasýnda bulunan ve evi Zülhuleyfe ile Cuhfe arasýnda olan gibilerin tariften çýkmasý için, bütün mikâtlarýn içi murad edilmek gerekir. Çünkü bu adam, Cuhfe´ye bakarak mikâtýn dýþýndadýr. Oralý, bir hacýnýn Harem´e ihramsýz girmesi helal deðildir. Düþün!
«Elverir ki hacc ibadetlerini kast etmiþ olmasýn.» Bunlarý kast ederse, Harem arazisine girmeden ihramlanmasý vâcip olur. Ve onun mikâtý, Harem´e kadar bütün hýlldir. Fetih. Bundan dolayý Kutbî, Mensik´inde, "Dikkat icap eden bir þey de, Cidde ahalisi ile Hýdde ahalisi ve Mekke´ye yakýn vâdilerde yaþayanlardýr. Zira bunlar ekseriyetle Mekke´ye zilhiccenin altýsýnda veya yedisinde ihramsýz olarak gelirler ve hac için Mekke´den ihrama girerler. Bunlara, mikâtý ihramsýz geçtikleri için ceza kurbaný lâzým gelir. Lâkin Arafat´a yollandýktan sonra telbiye ederek hýllin baþýna varýnca, bu cezanýn onlardan düþmesi gerekir. Meðer ki þöyle denilsin: Bu, mikâta dönmek sayýlmaz. Çünkü onlar mikâtý geçmekle bir hacetlerini görmek için dönmeyi kast etmemiþlerdir. Bilâkis Arafat´a gitmeyi kast etmiþlerdir." Kadý Muhammed Ýd, Mensik´inin þerhinde, "Zâhire göre ceza kurbaný düþer. Çünkü telbiye ile mikâta dönmek, ceza kurbanýný ýskat eder; velev ki haceti kast etmesin. Zira maksat olan tâ´zim icra edilmiþtir." demektedir.
«Oduncular onu geçseler hüküm budur.» Bu cümledeki "onu" zamiri, Mekke´ye râcî olabilir. Bu takdirde teþbih temsil içindir. Çünkü Mekkeli mikât dahilindeki hýýlle çýkýnca, oralý hükmüne girer. Nitekim az yukarýda geçti. Ama uzaklardan gelenlerin mikâtýný geçmemesi þarttýr. Geçerse, ihramsýz girmesi helal olmaz. Nasýl ki bunu Bahýr sahibi söylemiþtir. Zamirin mikâtlara râcî olmasý ihtimali de vardýr. Bu takdirde teþbih, menfiyi tanzîr için olur. Çünkü hýll halkýndan Mekke´ye girmek isteyenler, ihramsýz giremezler. Bunun nazîri (benzeri), Mekke´den çýkarak mikâtý geçen Mekkeli´dir. Böylesi ihramsýz dönemez; lâkin ihramý mikâttandýr. Hacc ibadetlerini yapmak isteyen bunun hilâfýnadýr. O, bildiðin gibi hýllden ihrama girer.
«Böyle bir kimsenin» Yani söylediðimiz mânâda mikâtlarýn içinde bulunan kimsenin hakkýnda, Harem huduttur. Ve uzaklardan gelen için mikât ne ise, o kimse için bu da odur. Binaenaleyh hacc fiillerini yapmak isterse, Harem´e, ihramsýz giremez. Bahýr.
«Yani Harem dahilinde...» ifadesi ile Þarih, Bahýr´ýn þu sözüne iþaret etmiþtir: "Mekkeli´den murad, Harem dahilinde bulunanlardýr. Mekkede olsun olmasýn; onun ahalisinden sayýlsýn sayýlmasýn fark etmez." O halde "uzaklardan gelen" sözü, sýrf umre yapana, temettu yapanave hýll halkýndan ihramsýz olup bir hacet için Harem´e girene þâmildir. Nitekim Lübab´ta beyan edilmiþtir.
«Tâ ki bir nevi sefer tahakkuk etsin.» Çünkü haccýn edasý Arafat´ta olur. Arafat hýlldedir. Binaenaleyh Mekkelinin hacc için ihramý Harem´den olur; ta ki yerin deðiþmesi ve umrenin Harem´de edasý ile onun hakkýnda bir nevi sefer tahakkuk etsin. Bu suretle umre için ihramý hýllden olur ki, onun için bir nevi sefer tahakkuk etsin. Kârî´nin Nikâye Þerhi. Þayet aksini yaparak, hacc için hýllden veya umre için Harem´den ihrama girerse kurban lâzým gelir. Meðer ki, telbiye yaparak kendisine meþru olan mikâta dönsün. Nitekim Lübab ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir.
«Ten´îm efdaldir...» Burasý, Mekke´ye yakýn Mescid-i Âiþe yanýnda bir yerdir. Hýllden en yakýn yer burasýdýr. T. Yani buradan umre için ihrama girmek, Ci´rane ve diðer hýll yerlerine gitmekten bize göre efdaldir. Velev ki Peygamber (s.a.v.) Ci´râne´den ihramlanmýþ olsun. Çünkü Abdurrahman b. Ebi Bekr´e, kýz kardeþi Âiþe´yi ihrama girmek için Ten´îm´e götürmesini emir buyurmuþtur. Bize göre kavlî delil, fiilî delilden daha kuvvetlidir. Þâfiî´ye göre ise bunun aksinedir.
"Ýbnü´l-Mülakk´ýn." Þâfiî ulemasýndandýr. Nevevî´nin "El-Mühezzeb" adlý eserinden naklen, buradaki beyitlerin yazarý Kaadý Ebu´l-Fadl, en Nüveyrî´nin þöyle dediðini söylemiþtir: «Haremin her tarafýnda dikilmiþ alâmetler vardýr. Bunlarý Ýbrahim Halil Aleyhisselâm dikmiþtir. Yerlerini ona Cebrail (a.s.) göstermiþtir. Sonra Peygamber (s.a.v.) yenilemelerini emir buyurmuþ; sonra Ömer; sonra Osman, daha sonra Muaviye onlarý yeniletmiþlerdir. Bu alâmetler Harem´in her tarafýnda bugüne kadar durmaktadýr. Yalnýz Cidde ve Ci´râne taraflarýnda alâmet yoktur..» Kýsaltýlarak alýnmýþtýr. "Ciirrâne" kelimesini "Ci´râne" þeklinde okumak daha fasihtir tamamý, T. dedir.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 01:25:03
ÝHRAM VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BÝR FASIL
METÝN
Ýhrama girmek isteyen kimse abdest alýr; yýkanmasý daha makbuldür. Hacc ibadetlerinin sahih olmasý için ihram þarttýr; iftitah tekbiri gibidir. Namazla haccýn, tahrîm ve tahlilleri vardýr. Oruçla zekât böyle deðildir. Sonra hacc iki vecihten daha kuvvetlidir. Birincisi; o mutlak surette kaza olunur; velev ki zanlý olsun. Namaz öyle deðildir. Ýkincisi; hacc veya umrede ihramý tamamladýðýnda, ondan ancak ihrama girdiði amel ile çýkar. Velev ki bozmuþ olsun. Ancak vaktini geçirirse, ondan umre ile; ihsar vuku bulursa, ondan da hedy kurbanýný kesmekle çýkar.
Yýkanmak temizlik içindir; abdestli bulunmak için deðildir. Binaenaleyh hayýzlý ile nifaslý ve çocuk hakkýnda da müstehap görülür.
ÝZAH
Ýhramý mikâtlardan sonra getirmenin munasebeti açýktýr. Hiçbir kimsenin onlarý ihramsýz geçmesi caiz deðildir. Lügatta Ýhram; "Ayaklar altýna alýnamayan bir hürmete girdi" mânâsýna gelen "ahreme" fiilinin mastarýdýr. Ýhrama girene "harâm" denir ki, "ihrama girmiþ" mânâsýnadýr. Sýhâh´ta böyle denilmiþtir.
Þer´an ihram; hususi birtakým hürmetlere girmek, yani onlarý iltizam etmektir. Ancak ihram þer´an zikirle veya hususiyetle birlikte niyet olmazsa, tahakkuk etmez. Fetih´te böyle denilmiþtir. Þu halde ihramýn tahakkuku için bu iki þey þarttýr; Bahýr sahibinin tevehhüm ettiði gibi, hakikatýnýn cüz´ü deðillerdir. O Ýhramý, "Hacc veya umre ibadetlerini zikir veya hususiyetle birlikte yapmaya niyet etmektir." diye tarif etmiþtir. Nehir. Zikir´den murad, telbiye ve benzeridir. Hususiyet´ten, murad ise; bunun yerini tutan hedy kurbaný göndermek veya deveye gerdanlýk takmak gibi þeylerdir. Binaenaleyh telbiye veya onun yerini tutan bir þey mutlaka lâzýmdýr. Niyet eder de telbiye yapmazsa; yahut aksini yaparsa (yani telbiye yapar niyet etmezse) ihrama girmiþ olmaz. Acaba bir kimse niyet ve telbiye ile; yahut bunlardan birini diðerini de yapmak þartý ile yaparsa, ihrama girmiþ olur mu? Burada mutemet olan kavil, Husâm-ý þehid´in kavlidir ki þudur: "Ýhrama niyetle girilir. Ama bu, telbiye ederek olur. Nasýl ki namaza niyetle girilir, ama tekbir almak þartý iledir. Sadece tekbirle girilmez. Nitekim Lübab Þerhi´nde böyledir. Onun sahih olmasý için, zaman, mekân, hey´et ve hal þart deðildir. Dikiþli elbise giyerek veya cima ederek ihrama girse, birincide ihram sahih olarak; ikincide ise fâsit olarak münakit sayýlýr. Nitekim Lubab´da beyan olunmuþtur."
«Ýhram için yýkanmak daha makbuldür.» Çünkü sünnet-i müekkededir. Abdest onun yerini, müstehap olan sünnetin yapýlmasý hususunda tutar; fazilet hususunda tutamaz. Lübab ve Þerhi. Lakin Kuhistânî´de her ikisinin müstehap olduðu bildirilmiþtir.
«Ýfrad haccý yapmanýn sýfatý» Yani ifrad haccý yapan kimsenin, ona baþladýðý tahakkukettikten sonra yapacaðý vasýflar demektir. Musannýf´ýn iþe kýrân ve temettudan önce ifraddan baþlamasý, bunun mürekkebe nisbetle müfred hükmünde olmasýndandýr. ´Nüsük´; ´ibadet demektir. Sonra bu kelime ekseriyetle hacc veya umre ibadetleri mânâsýnda "kullanýlmaya baþlanmýþtýr.
«Ýftitah tekbiri gibidir.» Bundan murad, duasýz zikirdir. Çünkü tekbir lâfzý þart deðil, vâciptir.
«Tahrîm ve tahlilleri vardýr.» Burada Þârih, benzerliði te´kîd için ´tahlîl´ kelimesini ziyade etmiþtir. Namazýn tahlîli (yani çýkmanýn helal olmasý), selâm ve benzeri þeylerle olur. Haccýn tahlîli ise ileride geleceði vecihle týraþ ve tavafladýr.
«Hacc iki vecihten daha kuvvetlidir.» Yani hacc namazdan daha kuvvetlidir. "Efdaldir" demedi. Çünkü zekât bahsinin baþýnda Tahrîr ve þerhinden naklen arz etmiþtik ki, efdal olan namazdýr. Sonra zekât, sonra oruç, sonra hacc, sonra umre, cihâd ve îtikaf gelir.
«Velev ki zanlý olsun.» cümlesi, mutlakýn beyanýdýr. Bir kimse, üzerime farzdýr zanný ile hacc için ihrama girer de, sonra farz olmadýðý anlaþýlýrsa, o hacca devamý vâcip olur. Bozarsa kazasý lâzýmdýr. Namaz hakkýndaki zan böyle deðildir. Zira onu bozarsa kaza lâzým gelmez. Bahýr. Mahsur olan hacýya, kaza vâcip olup olmadýðýnda ihtilâf edilmiþtir. Esah kavle göre ona da vaciptir. Nitekim bâbýnda söyleyeceðiz.
«Ýhrama girdiði amel ile çýkar.» Namaz böyle deðildir. Ondan, namaza
zýt her fiille çýkar. Bir de bozulan namaza devam etmek haramdýr. Haccda ise, sahihinde olduðu gibi, bozulanýnda da vakfeden önce cima ederek devam vâcip olur.
«Vaktini geçirirse, ondan umre ile» çýkar. Çünkü vakti geçmiþtir. Gelecek sene haccetmesi gerekir.
"Ýhsar vuku bulursa" ondan da hedy kurbanýný Harem´de kesmekle çýkar.
«Hayýzlý ile nifaslý ve çocuk hakkýnda da müstehap görülür.» Yani bu kadýnlarýn kanlarý kesilmezden evvel demektir. Buna karîne, meselenin tefri ediliþidir. Çünkü kan kesildikten sonra yýkanmak, hem temlik, hem de abdest olur. Tefri´den murad ise, abdest bulunmayan temizlik suretidir. Tâ ki yalnýz onun için meþru olmadýðý bilinsin. Bu ibare, Kuhistânî´nin sözünü te´yîd eder. Ancak hayýzlý ile nifaslý ve baþkalarý arasýnda fark görülür; yahut "müstehap görülür" ´sözünden "sünnettir" mânasý kastedilirse o baþka! Çünkü sünnet olan bir þey, þâriin sevdiði iþtir.
"Çocuðu" Fetih sahibi ve baþkalarý açýkça kaydetmiþlerdir. Lakin çocuk aklý erer yaþta ise, onun yýkanmasý, abdest olur. Zira bundan murad, cünüplükten temizlenmek deðil, namaz için temizliktir. Çünkü cuma ve bayramlar için yýkanmak, hem temizlik, hem abdest içindir. Nitekim Nehir´de böyle denilmiþtir. Halbuki bu gusül, cünüp olmayana da sünnettir. O zaman çocuðu hayýzlýnýn üzerine atfetmek, yýkanmasýnýn sadece temizlik için olduðu zannýný verir; ve burada ondan, aklý ermeyen çocuk kastedilmesi taayyün eder. Binaenaleyh onu zikretmek, Nehir sahibinin þu sözüne iþaret olur: «Bilmiþ ol ki, yýkanmak, arkadaþý namýna niyetlenen kimseye; yahut küçük olduðu için çocuðu namýna niyetlenen babaya da mendup olmak gerekir. Çünkü ulema ihramýn, bayýlan ve küçük olan kimse ile kaim olduðunu; ihrama girenle kaim olmadýðýný söylemiþlerdir. Zira baþkasý namýna ihram, kendisi için yaptýðý ihramla birlikte yapýlabilir. Bunun her ihramlý için mendup olduðu tekerrür etmiþtir.» Anla!
METÝN
Sudan âciz kaldýðýnda, ihram için teyemmüm etmek meþru deðildir. Çünkü teyemmüm kirleticidir. Cuma ve bayram bunun hilâfýnadýr. Bunu Zeylâî ve baþkalarý söylemiþlerdir. Lâkin Kâfî sahibi, cuma ve bayramla ihramý bir tutmuþtur. Nehir sahibi bu kavli tercih etmiþtir. Sünnet sevabýna nail olmak için, abdestli olarak ihrama girmesi þart kýlýnmýþtýr. Keza ihrama girmek isteyen kimsenin týrnaklarýný kesmesi, býyýklarýný almasý, koltuk altlarýný temizlemesi ve âdeti ise baþýný týraþ etmesi, deðilse taramasý; beraberinde olup hayýz gibi bir mâni yoksa, karýsý veya câriyesi ile cima etmesi; göbeðinden diz kapaðýna kadar bir peþtamal ve sýrtýna bir örtü almasý da müstehaptýr. Bu örtüyü sað koltuðunun altýndan geçirerek sol omuzunun üstüne koymasý sünnettir. Þayet ilikler veya açar; yahut düðümlerse, kötü bir iþ yapmýþ olur; ama ceza kurbaný icap etmez. Örtü ile peþtemalýn yeni veya yýkanmýþ, temiz ve kefeni kifâyet gibi beyaz olmalarý gerekir. Bu, sünnetin beyanýdýr. Yoksa avret yerini örtmesi kâfidir.
ÝZAH
«Ýhram için teyemmüm meþru deðildir.» Bunu, Zeylâî, Bahýr, Nehir ve Fetih sahipleri gibi birçok ulema kesinlikle beyan etmiþlerdir. Bu, Ýmâdî´nin Menâsik´indeki, "Eðer bunlardan âciz kalýrsa, teyemmüm eder." sözünü reddeder. Meðer ki bu söz ihram namazýný kýlmak isteyene yorumlana!
"Cuma ve bayram bunun hilâfýnadýr." Bahýr sahibi diyor ki: «Yani bunlarda yýkanmak, abdest içindir; temizlik için deðildir. Onun için âciz halinde bunlar için teyemmüm meþrudur.»
«Lâkin Kâfî sahibi...» teyemmümün meþru olmamasý hususunda, bunlarla ihramý bir tutmuþtur.
«Nehir sahibi bu kavlî tercih etmiþtir.» Nehir sahibi þöyle demiþtir: «Tahkik budur. Keza Bahýr sahibi Zeylâî´ye itiraz etmiþ; âciz halinde cuma ve bayram için cünüplük ve benzerinden temiz olan kimseye teyemmüm meþru kýlýnmamýþtýr. Sözümüz ise teyemmümdedir. Çünkü o kirletici ve tozlayýcýdýr. Lâkin namazýn edasý zaruretinden dolayý abdest sayýlmýþtýr. Bunlarda zaruret yoktur. Onun için Musannýf, Kâfî´de ihramla cuma ve bayramlarý bir saymýþtýr, demiþtir.»
«Sünnet sevabýna nail olmak için, abdestli ihrama girmek þarttýr.» yani o ancak ihram içinmeþru kýlýnmýþtýr. Hattâ yýkanýp sonra abdestini bozsa, sonra ihrama girip abdest alsa, sevabýna nail olamaz. Cevâmiul-Fýkh´a nisbet edilerek, Binaye´de böyle denilmiþtir. Nehir.
«Keza ihrama girmek isteyen kimsenin týrnaklarýný kesmesi ilh...» ´Yýkanmazdan önce´ mânâsýnadýr. Nitekim Kuhistânî, Lübab ve Sirâc´da böyle denilmektedir. Zeylâi´de ise, «Yýkandýktan sonra» denilmiþtir. ´Düþün!
«Temizlenmesi» tabiri, týrnak kesmeye, býyýk almaya, kasýk týraþ etmeye veya yolmaya yahut aðda kullanmaya þâmildir. Koltuk altý yolmak da öyledir. ´Kasýk´tan murad, kadýn ve erkeðin avret yerindeki kýllardýr. Makattaki kýllar da bunun gibidir. Hattâ yok edilmeye daha lâyýktýr. Tâ ki taþla taharetlenirken, çýkan pislikten bir þey yapýþmasýn.
«Âdeti ise baþýný týraþ etmesi» ifadesi Bahýr, Nehir ve diðer kitaplarda hep böyledir. Lübab Þerhi´nde buna muhalif olarak, bu iþ avamýn fiilierinden sayýlmýþtýr.
«Peþtamal ve sýrtýna örtü» almak erkeðe mahsustur. «Göbeðinden diz kapaðýna kadar» ifadesi, peþtamalýn tefsiridir. Burada gaye, yani diz kapaklar örtülmekte dahildir; çünkü diz avrettendir.
«Örtü» hakkýnda Bahýr´da þöyle denilmiþtir: "Örtü, sýrtla omuzlara ve göðüse örtülür."
«Þayet iliklerse...» keza ip ve benzeri bir þeyle baðlarsa, kötülük etmiþ olur. Çünkü o zaman korumaya ihtiyacý kalmamasýna bakarak, dikiþli elbise giymiþe benzer. Beline kemer baðlamak bunun gibi deðildir. Çünkü o âdeten peþtamalýn üzerine baðlanýr. Bunu Fethu´l-Kadir sahibi söylemiþtir. Yani ondan maksat peþtamalý korumak deðildir; velev ki onun üzerine baðlasýn.
«Sol omuzunun üstüne koymasý sünnettir.» Buna iztiba derler; Bu, Bahýr´ýn, "Örtü sýrtla omuzlara ve göðüse örtülür." sözüne aykýrýdýr. Buradaki sözü, Kuhistânî Nihâye´ye; Lübab þârihi ise Hizâne´den naklen Bercendî´ye nisbet etmiþ; sonra þunlarý söylemiþtir. «Bu söz, iztibaýn ihrama ilk giriþten itibaren müstehap olduðu zannýný verir; avam böyle yaparlar. Halbuki öyle deðildir. Çünkü sünnet olduðu yer, sadece tavaftan az önce baþlayýp, tavafýn sonuna kadardýr.» Hâþiye yazanlardan biri diyor ki: "Menâsik-i Kenz üzerine yazýlan Mürþidî Þerhi´nde beyan edildiðine göre, esah olan da budur ve sünnettir." Bunu Sindî, Mensik-i Kebîr´inde, Gâye, Menâsik-i Tarablusî ve Fetih´ten nakletmiþ ve þöyle demiþtir: «Mezhebin ekseri kitaplarýnýn beyanýna göre, iztiba tavafta sünnettir. Ondan önceki ihram halinde sünnet deðildir. Hadisler bunu göstermektedir. Þâfiî de buna kaildir.» Keza Kuhistânî´nin Hidâye sahibine ait Uddetü´l-Menâsik adlý kitabýndan naklettiðine göre, bunu yapmamak evlâdýr.
«Örtü ile peþtamalýn yeni... olmasý gerekir.» Musannýf yeni olmalarýný önce zikretmekle, bunun efdal olduðuna: beyazýn, baþkalarýndan daha makbul sayýldýðýna iþaret etmiþtir. Eskiolanlarý yýkamamak müstehabbý terk sayýlýr. Bahýr.
«Kefen-i kifâyet gibi» ifadesindeki benzetme, sayý ve sýfattadýr. T. "Bu" yani bu þekilde örtü ve peþtamal kullanmak sünnetin beyanýdýr. Yoksa avret yerini örten her þey kafidir; ve bir elbise caiz olduðu gibi, ikiden fazlasý da, siyah olanlarý da, yamalýlarý da caizdir. Efdal olan, elbisede dikiþ bulunmamaktýr. Lübab. Hattâ dikiþsiz kýsýmdan hâlî olmasa, yine ihramý münakit olur. Nitekim yine Lübab´dan naklen arz etmiþtik. Velev ki ceza kurbaný lâzým gelsin. Bu kurban özürden dolayý ise bir gün bir gece geçtikten sonra lâzým gelir. Özürden dolayý deðilse sadaka gerekir. Nitekim cinayetler bâbýnda gelecektir.
METÝN
Ýhrama giren kimse, yanýnda koku varsa onunla bedenini kokular. Ama ayný bâkî kalan bir þeyi elbisesine süremez. Esah olan budur. Bundan sonra, mendup olarak çift rekat yani mekruh vakitte olmamak þart» ile iki rekat namaz kýlar. Farz namazý kýlmasý da bunun için kâfidir. Ve yalnýz hacca niyet eden kimse, dili kalbine uyarak, "Allahým! Ben haccetmek istiyorum; onu bana müyesser kýl! Yani zorluðunu ve müddetinin uzunluðunu kolaylaþtýr. Onu benden kabul eyle" der. Çünkü Ýbrahim ve Ýsmail (aleyhisselâm), "Ey Rabbimiz! Bizden kabul eyle!" demiþlerdi. Umre ve kýrân haccý yapan da böyle der. Namaz bunun hilâfýnadýr. Çünkü onun müddeti azdýr. Hidâye´de böyle denilmiþtir. Bir kavle göre namaz kýlan da böyle der. Zeylâî bunu bütün ibadetlere teþmîl etmiþtir. Ama Hidaye´nin dediði evlâdýr.
ÝZAH
«Bedenini kokular.» Yani ihrama girerken bu müstehaptýr. Zeylâi. Velev ki misk ve gâliye gibi ayný kalan kokulardan olsun. Meþhur olan kavil budur. Nehir.
«Yanýnda varsa» demesinden anlaþýlýyor ki, yoksa baþkasýndan istemez. Nitekim Ýnâye´de böyle denilmiþtir. Bir de koku sürünmek sünen-i zevaiddendir; sünen-i hüdâdan deðildir. Nasýl ki Sirâc´da beyan olunmuþtur. Elbise ile beden arasýnda fark þudur: Bedende koku ona tâbi sayýlýr. Elbiseye bulaþan ise bedenden ayrýdýr. Bir de koku memnu iken, bedendeki kokudan istifade ile onun sünnet kýlýnmasýndan maksat hâsýl olur. Bu da onun elbisede caiz görülmesine hacet býrakmaz. Nehir.
«Mendup olarak iki rekat namaz kýlar.» Gâye adlý kitapta, bu namazýn sünnet olduðu bildirilmiþtir. Nehir. Bahýr ve Sirâc sahipleri kesinlikle buna kail olmuþlardýr.
"Bundan sonran"dan murad, ihramý giyip, kokuyu süründükten sonra demektir. Bahýr.
«Ýki rekat namaz kýlar.» demekle Þârih, böyle demenin daha doðru olacaðýna iþaret etmiþtir. Çünkü "çift" tabiri dörde de þâmildir.
«Farz namazý kýlmasý da bunun için kâfidir.» Zeylaî, Fetih, Bahýr, Nehir, Lübab ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Bunu Tahiyye-i Mescid namazýna benzetirler. Lübab þerhi´ndeþöyle denilmektedir: «Bu kýyas maalfârýktýr. Çünkü ihram namazý müstakil bir sünnettir. O istihare namazý ile diðer namazlara benzer ki, farz onlarýn yerini tutamaz. Tahiyye-i Mescid ve abdeste þükür böyle deðildir. Çünkü bunlar için ayrýca namaz yoktur. Nitekim Fetevelhucce´de tahkik edilmiþtir. Onun için baþkasýnýn zýmnýnda da eda edilmiþ olur.» Bazýlarý bu sözün, Þeyh Hanifeddin el-Mürþidî´ye ret cevabý olduðunu nakletmiþlerdir.
«Dili kalbine uyarak» Yani kemâl-i samimiyetle Allah´a teveccüh ederek kabul olunmasýný dua eder. Çünkü sýrf dille yapýlan dua fayda vermez. Kalpten gelmeyen böyle bir sözle hacca niyet olamaz. Nitekim yakýnda anlatacaðýz. Anla!
«Yani zorluðunu ve müddetinin uzunluðunu kolaylaþtýr.» Çünkü haccýnýn edasý, ayrý zamanlarda ve ayný yerlerde olur. Bu sebeple, ekseriye meþakkattan hâli deðildir. Onun için Allah´tan kolaylýk diler. Zira her güçlüðü kolaylaþtýran Allah´týr. Zeylâi.
"Çünkü Ýbrahim ve Ýsmail (as.)," Kâbe´yi bina ederken böyle dua etmiþlerdir. Binaenaleyh hacca niyet eden kimsenin de ayný þekilde duada bulunmasý münasiptir. Zira mescitlerde yapýlan ibadet, onlarý mamur etmek olur. Anla!
«Umre yapan da ayný þekilde dua eder.» Çünkü hacc meþakkatinden daha az olmakla beraber, umrede de meþakkat vardýr.
«Kýrân haccýna niyet eden kimse» "Allah´ým! Ben hacc ve umre yapmak istiyorum ilh..." diye dua eder. Halebî diyor ki: «Þârih temettuya niyet edenin ne diyeceðini söylememiþtir. Çünkü o hacc ve umre için ayrý ayrý ihrama girer. Binaenaleyh evvelce zikredilenlerde dahildir.»
«Bir kavle göre» sözünü, Tûhfe ve Kýnye sahipleri imam Muhammed´e nisbet etmiþlerdir. Nitekim Nehir´de de böyledir.
«Ama Hidâye´nin dediði evlâdýr.» Nehir´de de böyle denilmiþtir. Rahmetî diyor ki: «Lâkin namaz pek büyüktür. Onu lâzým geldiði gibi eda etmek pek güçtür. Allah´tan onu kolaylaþtýrmasýný istemek pek yerindedir. Onun için Zeylâî baþka imamlara uyarak bunu bütün ibadetlere teþmil etmiþtir.»
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 01:30:09
METÝN
Sonra her namazýn ardýndan telbiye getirir, bununla haccý niyet eder. Bu söz, en mükemmel þeklini beyandýr. Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur. Velev ki kalbiyle olsun. Lâkin bu niyetin tesbih ve tehlil gibi tazim için söylenen bir zikirle beraber olmasý þarttýr. Mezhebe göre, velev ki Arapçayý ve telbiyeyi güzelce bildiði halde Farsça söylesin. Telbiye þudur:
Lebbeyk allahümme lebbeyk la þerike leke lebbeyk. Ýnnel hamde venni´mete leke vel mülk la þerike lek.
"Ýnne" kelimesinin hemzesi "esre" ve "üstün" okunabilir. "Venni´mete" kelimesi de "fetha" ile okunur. Yahut, müpteda ve haberdir.
ÝZAH
«Bununla haccý niyet eder.» Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Burada, niyetin "Allahým! Ben haccetmek istiyorum ilh..." cümlesi ile tamam olmadýðýna iþaret vardýr. Çünkü niyet, istekten ötede ayrý bir þeydir. Ýstek, bir þeyi yapmaya azmetmektir. Nitekim Bezzazî böyle demiþtir. Râgýb´ýn sözü bunu açýklamýþtýr. O þöyle demiþtir: "Þüphesiz ki, insaný bir þeyi yapmaya teþvik eden sebepler, derece derecedir. Evvelâ sanîh, sonra hatýr, sonra fikir, sonra irade, sonra himmet, sonra azim gelir. Bir kimse dili ile ´ Hacca niyet ettim ve ona ihrama girdim Lebbeyk ilh...´ derse iyi olur. Çünkü kalple dil bir araya gelir." Zeylâî´de böyle denilmiþtir.» Fetih sahibi, «Namazýn þartlarýnda arz ettiklerimize kýyasen en iyisi, sözü ile azimeti bir araya gelmemektir; bir araya gelmek deðildir. Peygamber (s.a.v.)´in hacc ibadetlerini rivayet edenlerden hiç birinin, "Ben onu umreye veya hacca niyet ettim´ derken iþittim" dediðini bilmiyoruz. Onun için ulemamýz dille söylemek iyidir, tâ ki kalbe uysun demiþlerdir.» diyor.
Bahýr sahibi þunlarý söylemiþtir: «Hâsýlý niyeti dille söylemek, bütün ibadetlerde mutlak surette bidattýr.» Lâkin kendisine Rahmetî, Sahih-i Buhârî´de Enes (r.a.)´den rivayet olunan þu hadisle itiraz etmiþtir: «Ben Ashab´ý her ikisini açýk söylerken iþittim.» Yine Enes (r.a.)´den rivayet edildiðine göre, «Sonra hacc ve umreye niyetlendi. Cemaat da bunlarýn ikisine niyetlendiler.» demiþtir. Bunun gibi daha birçok hadislerde, niyet mânâsýný ifade eden sözler söylediði bildirilmiþtir. Ama niyetin hususi bir sözle, alettayin yapýlmasýnýn vâcip veya mendup olduðunu söyleyen yoktur. O halde nasýl olur da niyet râvîlerden hiçbirinin rivayetinde bulunmamýþtýr denilebilir.
Ben derim ki: Þöyle cevap verilebilir: Murad, hacca niyet ettim sözü ile açýklama bulunmadýðýdýr. Zikredilen niyet hususunda rivayet edilen kolaylýk ve kabul duasýnýn zýmnýndakidýr. Biliyorsun ki bu niyet deðildir. Niyet ancak Musannýf´ýn da iþaret ettiði gibi, telbiye zamanýndaki sözdür. Yahut telbiyedeki sözlerdir. Þu halde Lübab ile þerhinde þöyle denilmiþtir: «Niyet ederken, yani yüksek sesle telbiye yaparken, hacca mý, yoksa umreye mi niyetlendiðini söylemesi müstehaptýr. Hacc için ´ Lebbeyk ´ demelidir.» Bedâyi´de de böyle denilmiþtir; Düþün!
«Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur.» Yani ´ hacc ´ veya ´ umreye´ demeden hacc ibadetlerine niyet etmekle de olur. Sonra tavaf etmeden tayin ederse ne âlâ; etmezse umre mânâsýna alýnýr. Nitekim gelecektir. Lübab´da þöyle denilmektedir: «Hacc ibadetlerini tayin þart deðildir. Binaenaleyh müphem niyetlenmek ve baþkalarýnýn niyetlendiðine niyetlenmek de sahihtir.» Lübab´ýn baþka bir yerinde de þöyle denilmiþtir: «Baþkasýnýn niyetlendiðine niyet etse, bu müphem olur ve kendisine bir hacc veya umre lâzým gelir. Lübab þârihi bunu, "Baþkasýnýn niyetlendiðini bilmediði zaman" diye kayýtlamýþtýr.»
Hacc niyetini mutlak söylerse; keza farz hacc anlaþýlýr. Tamamý az ileride gelecektir.
«Velev ki kalbiyle olsun.» Çünkü ´ hacca ´ veya ´ umreye ´ diye niyeti dille söylemek þart deðildir. Nitekim namazda da öyledir. Zeylâî.
«Tâzim için söylenen...» Yani sahih rivayete göre, velev dua ile karýþýk zikirle olsun, yapýlmasý þarttýr. Lübab þerhi. Hâniyye´de þöyle denilmektedir: « ´Allahým ´ dese de, baþka bir þey söylemese, Ýmam Ýbn-i Fadýl bunun namaza baþlamaktaki ihtilâf gibi ihtitâflý olduðunu söylemiþtir. Hâsýlý niyetin hâssaten telbiye ile beraber yapýlmasý þart deðil sünnettir. Þart olan, niyetin herhangi bir zikirle beraber yapýlmasýdýr. Telbiye getirirse, bunun dille olmasý lâbuttur.» Lübab´da, "Telbiyeyi kalbi ile yaparsa bu sayýlmaz. Dilsizin de dilini kýpýrdatmasý lâzýmdýr. Bazýlarý bunun, lâzým deðil, müstehap olduðunu söylemiþlerdir." denilmiþtir. Lübab þârihi ikinci kavle meyletmiþtir. Çünkü esah olan, dilsize namazda kýraat için dilini kýpýrdatmanýn lâzým gelmemesidir. Haccda lâzým gelmemesi evleviyette kalýr. Çünkü hacc daha geniþtir. Bir de namazda kýraat kesin bir farzdýr. Müttefekun aleyhtir. Telbiye böyle deðildir.
«Velev ki Farsça söylesin.» Yani Arapçadan baþka Türkçe ve Hintçe gibi bir dille söylesin. Nitekim Lübab´da böyle denilmiþtir. Þârih burada Arapça söylemenin efdal olduðuna iþaret etmiþtir. Nitekim Hâniyye´de de böyle denilmiþtir.
«Velev ki Arapçayý ve telbiyeyi iyi bilsin.» Yani namaz bunun hilâfýnadýr. Çünkü hacc bâbý daha geniþtir. Hattâ onda, deveye gerdan takmak gibi zikir olmayan þey zikir yerine geçmiþtir. Bunu Þurunbulâliyye´den naklen Halebî söylemiþtir. Yine orada beyan edildiðine göre, namaza Arapçaya kudreti olduðu, halde Farsça baþlamak sahihtir. Þârih orada bu meseleyi öne almýþ; Þurunbulâlî ve diðer zevatýn þüpheye düþtüklerine iþaret etmiþtir. Zira baþlamayý kýraat gibi saymýþlardýr. T.
«Telbiye þudur.» Yani "AIIahým! Senin kapýna tekrar tekrar geldim, senin davetine tekrar tekrar icabettim. Senin þerikin yoktur, Hamd sana mahsustur. Nîmet senindir. Mülk de senindir. Senin þerikin yoktur" demektir. Bu cümlelerdeki ´ Lebbeyk ´ sözü, tekrarý ifade etmek için tesniye sîgasý ile söylenir. Nitekim Mülk Sûresinde, "Gözü iki defa çevir," buyrulmuþtur. Yani "çok defalar bak" demektir. Sözün tekrar edilmesi, bu iþi te´kîd içindir. Bazý nüshalarda "Allahümme Lebbeyk"ten sonra ikinci bir defa ´ Lebbeyk ´ söylenmiþtir. Münasip olan da budur. Çünkü Kenz, Hidâye, Cevhere, Lübab ve diðer kitaplarda hep böyledir. Binaenaleyh ´ Lebbeyk ´ sözünü üçüncü defa tekrarlamak, te´kîdi mubalâða içindir. Hâþiye yazarlarýndan biri diyor ki: «Þâfiîler, cümledeki üçüncü ´ Lebbeyk ´ üzerinde durulmasýnýn güzel olduðunu söylemiþlerdir. Ama ben bunun bizim imamlarýmýzdan naklini görmedim. Ýmdi araþtýr!»
Ben derim ki: Kuhistânî´nin sözü, ikinci ´Lebbeyk´ üzerinde durulmasýný gerektirmektedir. Çünkü o ´ Lebbeyk´, "Allahümme Lebbeyk" cümlesi üzerinde söz etmiþ, sonra yeni bir cümle olmak üzere "Lebbeyk lâ þerîke lek" demiþtir. Bu sözün ifade ettiði mânâ, üçüncü lebbeyk ile yeni cümleye baþlamasýdýr. Lübab Þerhi´nde ifade edilen de budur.
«Ýnne kelimesinin hemzesi esre ve üstün okunabilir.» Efdal olan, esre ile ´ inne ´ okumaktýr. Muhit sahibi, "Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle okumuþtur." demiþ, fakat Binaye sahibi bunu reddederek, "Bu belli deðildir." demiþtir. Evet ekseri ulema efdal oluþunu; çünkü senaya yeniden baþlamaktýr diye illetlendirmiþlerdir. Þu halde telbiye zât için olur. Kelime fetha ile okunursa, bunun hilâfýnadýr. Çünkü telbiyenin ta´lîli olur. Yani "Sana iki defa icabet ederim. Çünkü hamd sanadýr. Nîmet ve mülk senindir" demek olur. Sonu olmayan icabeti zâta tâlik etmek, sýfat itibariyle bundan evlâdýr. Fakat bu söze itiraz edilmiþ; «Ýnne okunursa, cümle yine söz baþý diye ta´lîl edilebilir. "Hem onlara dua eyle, çünkü senin duan onlar için rahatlýktýr." âyeti ile "Oðluna ilmi öðret, çünkü ilim faydalýdýr." sözleri de bu kabildendir.» denilmiþtir. Buna da þöyle cevap verilmiþtir: Burada bunlarýn ikisi de caiz olmakla beraber, evleviyetinden dolayý istinaf mânâsýna hamledilir. Fetha ile okumak bunun hilâfýnadýr. Çünkü onda ta´lîlden baþka bir þey yoktur. Þârihler Ýmam-ý Âzam´dan bu kelimenin ´ enne ´ okunduðunu; Ýmam Muhammed ile Kisâ-i ve Ferra´dan ´inne´ okunduðunu rivayet etmiþlerdir. Þu kadar var ki, Keþþafta zikredilen, Ýmam-ý Âzam´ýn ´ inne ´; Þâfiî´nin ise ´ enne ´ okuduðudur. Sözlerinin zâhiri bunu göstermektedir. Nehir.
«Venni´mete kelimesi de fetha ile okunur.» Doðrusu budur. Çünkü bu kelime mebni deðil, mu´rebdir. Nehir´in ibaresi, "Meþhura göre mensup okunur. Ama merfu okunmasý da caizdir." þeklindedir.
«Velmülke» kelimesi mansup okunmalýdýr. Ama ´ velmülku ´ þeklinde merfu okunmasý da caizdir. Her iki takdire göre haberi atýlmýþtýr. Bu kelimenin üzerinde durmak iyi görülmüþtür. Tâ ki ondan sonra gelenin haberi sanýlmasýn. Lübab Þerhi. Bazýlarý, bunun üzerinde durmanýn, dört mezhebin imamlarýna göre müstehap olduðunu nakletmiþlerdir.
TEMBÝH: Lübab ve þerhinde beyan olunduðuna göre, telbiyeyi evvekî yüksek sesle yaparak, sonra alçaltmak ve Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirmek; daha sonra dilediði duayý okumak müstehaptýr. Burada rivayet olunan dua þudur:
"Allahým! Ben senden rýzaný ve Cennet´i dilerim; gazabýndan ve Cehennemden sana sýðýnýrým." Yine Lübab´da beyan edildiðine göre, telbîyeyi ilk mecliste tekrarlamak sünnettir. Baþka meclislerde tekrarlamak da öyledir. Haller deðiþtikçe, tekrarlamak ise müekket þekilde müstehaptýr. Mutlak surette çok telbiye getirmek menduptur. Bir defa baþlayýnca, telbiyeyi üç defa tekrarlamak ve dünya sözüyle aralarýný kesmemek de müstehaptýr.
METÝN
Telbiyeye mendup olarak ziyade yap. Yani kelimelerinin arasýna deðil de sonuna, dilediðin duayý ilave et. Ama bu telbiyeyi noksan býrakma. Çünkü kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Ulema onun bir defa þart olduðunu söylemiþlerdir. Fazlasý sünnettir. Gerek telbiyeyi, gerekse onu yüksek sesle söylemeyi terk eden kötülük iþlemiþ olur.
ÝZAH
«Telbiyeye mendup olarak ziyade yap.» Ama rivayet edilmemiþ dualarý ziyade etmen müstehap olmaz. Nitekim Ýnâye´de bildirilmiþtir. Nehir´in ifadesi bunun hilâfýnadýr. Evet, Lübab Þerhi´nde þöyle denilmiþtir; "Rivayet edilmiþ bir duayý okumak müstehaptýr. Mesela ......................denilebilir. Rivayet edilmeyen bir duayý okumak, caiz yahut iyidir.»
«Ziyade etmen müstehap olmaz.» Nehir sahibi diyor ki: «Çünkü ziyade ancak bütününü söyledikten sonra olur. Cümle arasýna getirilmez. Nitekim Sirâc´da beyan edilmiþtir.» þu halde yukarýda gösterilen ziyade - ki bunu Nehir sahibi ibn-i Ömer´den nakletmiþtir. - telbiye bittikten» sonra söylenir. Telbiye esnasýnda söylenmez.
«Ulema onun bir defa þart olduðunu söylemiþlerdir.» Þârih burada Nehir sahibine tâbi olmuþtur. Bu söz Bahýr´ýn ifadesine muhaliftir. Söz götürdüðü de meydandadýr. Çünkü þarttýr" sözüyle hâssaten geçen sîgayý kastederse þöyle itiraz olunur: Fetih´te beyan edildiði üzere, zâhir-i mezhep, o kimsenin her türlü sena ve tesbih ile Hýrama girmiþ sayýlmasýdýr. Bu evvelce geçti. Bu sözle mutlak zikri kastederse, iddiasýný ifade edemez. Ýddiasý bu sîgadan az olursa, kerahet-i tahrimiyye lâzým gelmesidir. Hak olan Bahýr´ýn sözüdür ki þudur: Hâssaten telbiye sünnettir. Bunu tamamen terkederse, kerahet-i tenzihiyye iþlemiþ olur. Noksan býrakýrsa, evleviyetle kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olur. El-Kâfî Nesefî´nin "Caiz deðildir" demesi de söz götürür. Bir de þarttýr diyenin muradý, hâssaten telbiyeyi söylemek deðil; tâzim kastiyle söylenen sözdür.
"Fazlasý sünnettir." Yani tekrarý sünnettir. Nitekim Lübab´dan naklen arzettik. Zikri geçen sîga üzerine ziyadeye gelince; yukarýda gördük ki bu menduptur. Kâfî ve diðer kitaplarda, "Bu müstehaptýr." diye geçen sözün mânâsý budur.
«Kötülük iþlemiþ olur.» Bu sözün muktezasý þudur: Yüksek sesle telbiye sünnettir. Bunu Nehir sahibi Muhit´ten naklen açýklamýþtýr. Bu bizim yukarýda arzettiðimize muhaliftir. Müstehap olduðunu Bahýr ve Fetih sahipleri açýklamýþlardýr. Lâkin Bahýr´ýn baþka bir yerinde, kötülük iþleme sözünün kerahetten aþaðý olduðu zikredilmiþtir. Binaenaleyh Þârih´in Muhit´e uyarak, "Kötülük iþlemiþ olur." demesinden, sünnet-i müekkede olmasý lâzým gelmez.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 17:47:53
Hacý Ne Ýle Muhrîm Olur?
METÝN
Hacc fiili niyet ederek telbiye getirir veya hedy kurbaný gönderir; yahut gerdanlýk takar, yani kurbanlýk devenin boynuna gerdanlýk asar; yahut haremde yahut eskiden ihram halindeyken öldürdüðü bir avýn cezasý olarak bir deveye gerdanlýk takar veya cinayet, nezir, müt´a ve kýrân gibi bir vâcibin cezasý olarak kurban gönderir veya boynuna gerdanlýk takar da, hacca niyet ederek onunla birlikte yola çýkarsa - acaba "umre de böyle midir" denilirse, evet ´ cevabý vermek gerekir - yahut kurbaný gönderir de sonra yola revan olur ve mikatdan önce o hayvana yetiþirse, - mikâttan sonra yetiþirse, mikattan telbiye ederek ihrama girmesi lâzým gelir - yahut kurbaný müt´a veya kýrân için gönderir ve gerek gerdanlýk takmak, gerekse yola revan olmak hacc aylarýnda bulunursa - zira bulunmazsa kurbana yetiþinceye kadar ihramlý sayýlmaz - ve ihram niyeti ile yola revan olursa, hayvana yetiþmese bile istihsanen ihrama girmiþ olur. Çünkü emre icabet tazim bildiren her zikirle olduðu gibi; ihrama mahsus her fiille de olur. Sonra ihramýn sahih olmasý, hacc ibadeti niyetine baðlý deðildir. Çünkü o kimse ihramý müphem yapsa da tavafýn bir þavtýný eda etse, bu umre sayýlýr. Hacc niyetini mutlak yapsa, farz hacc sayýlýr. Ama ´ nâfile ´ diye tayin ederse nâfile olur. Velev ki farz haccýný îfa etmemiþ olsun. Bu, Fetih´ten naklen Þurunbulâliyye´de bildirilmiþtir.
ÝZAH
«Hacc fiili niyet ederek telbiye getirirse...» Deniliyor ki burada Musannýf, "Telbiye getirerek niyetlendiði vakit" demeliydi. Çünkü Musannýf´ýn ibaresi, "Niyet þartýyla telbiye getirirse hacca baþlamýþ olur." mânâsýný ifade etmektedir. Halbuki vâký bunun aksinedir. Yani bâbýmýzn baþýnda geçtiði vecihle, Hüsam-ý Þehid´in dediði gibidir. Cevap þudur ki: Zeylâî´ye tebean Fetih´te de böyle denilmiþtîr. Bu ibareden ancak o kimsenin niyet ve telbiye anýnda ihramlý sayýlacaðý anlaþýlmaktadýr. Bunlarýn her ikisiyle; yahut diðeri de bulunmak þartýyla birisiyle ihrama girmek anlaþýlmaktadýr. Þu halde her ibare, Nehir sahibinin söylediði gibi bir mânâda dýr.
«Hacc fiili»nden murad, hacc, ve umre gibi muayyen olaný; yahut yukarda beyan edildiði vecihle müphem olanýdýr. Þu da gelecektir ki, ihramýn sahih olmasý, hacc ibadeti niyetine, yani o ibadetin tayinine baðlý deðildir. Ama bu aslâ hacc ibâdeti niyetine baðlý deðildir mânâsýna gelmez.
«Veya hedy kurbaný gönderirse» cümlesi, telbiye yerine geçen fiillerden birinin beyanýdýr. Nitekim gelecektir. Lâkin Musannýf bunu atsa da, yalnýz "veya deveye gerdanlýk taksa" cümlesiyle iktifa etseydi, daha kýsa ve daha açýk olurdu. Nitekim Kenz sahibi öyle yapmýþtýr. Çünkü ´ hedy ´ sözü koyuna da þâmildir. ´ Bedene ´ sözü böyle deðildir. O, deve ile sýðýra mahsustur. Hacý, koyuna gerdanlýk takarsa, ihrama girmiþ sayýlmaz. Velev ki onu göndermiþolsun. Nitekim bu cihet Bahýr´da açýklanmýþtýr. Kitabýmýzda da gelecektir. Bundan dolayýdýr ki, Lübab þarihi "Hedy kurbanýna gerdanlýk takmak telbiye yerini tutar." sözüne itiraz ederek, "Bunun hakký, ´hedy´ yerine ´bedene´ tabirinî kullanmaktý." demiþtir.
Meselenin hulasasý Lübab þerhi´nde olduðu gibi þöyledir: Deveyi telbiye yerine tutmak için bazý þartlar vardýr. Onlardan biri niyet, biri deveyi göndermek veya onunla birlikte yola çýkmak yahut yolda yetiþmektir. Bu, yalnýz müt´a ve kýrân devesinde böyle deðildir. Kurbanlýðýna gerdanlýk takar da göndermezse; yahut gönderir de onunla beraber yola çýkmaz, sonra hacc ibadeti niyeti ile yola çýkarsa, deve müt´a ve kýrândan baþkasý içinse, ona yetiþmedikçe ihramlý sayýlmaz. Ona yetiþir de gönderirse, ihramlý olur.
«Boynuna gerdanlýk asarsa.» Bunun þekli, yünden yahut kýldan yapma bir ip bükerek, onunla bir ayakkabý veya bir tulum emziði, yahut aðaç kabuðu gibi bir þey baðlayarak o hayvanýn hedy kurbaný olduðuna niþan yapmaktýr. Tâ ki hayvana kimse musallat olmasýn. Topallayarak kesilirse, ondan zengin yemesin
«Eski ihram...» sözü, bir kayýttýr. Bu kayýda sebep, yeni ihrama girmek ancak bu alâmeti asmakla tamam olacaðý içindir. T.
«Veya cinayet» Yani "Geçen sene iþlediði bir cinayet için kurban gönderirse" demektir. Dürer.
«Onunla beraber yola çýkarsa» Yani "Ondan önce yola çýkarsa" demektir. Kirmânî diyor ki: «Hedy kurbaný göndermekle beraber, yola çýkarken tekbir almak ve,
"Allah en büyüktür. Allah´tan baþka ilâh yoktur. Allah en büyüktür.. Hamd Allah´a mahsustur." demek müstehaptýr.» Lübab Þerhi.
«Hacca niyet ederek» demesi, doðru olan kavle göre bununla birlikte mutlaka niyet lâzým geldiði içindir. Nitekim Ashab bunu açýklamýþlardýr. Lübab Þerhi.
«Evet cevabý vermek gerekir.» Bahsi eden, Þurunbulâlîdir. Lübab Þerhi´nin ibaresi, "Ýki ibadetten birine ihrama girmeyi niyet ederek" þeklinde olup, bu hususta açýktýr.
«Yahut kurbanlýðý gönderir de sonra yola revan olursa» cümlesi, "kurbanlýkla beraber yola çýkarsa" cümlesi üzerine atfedilmiþtir. Böylece iki þeyden birinin þart olduða ifade edilmektedir. Ya kurbanlýðý gönderip o da beraberinde gidecektir; yahut evvela kurbanlýðý gönderip, arkadan ona yetiþecek ve beraber gidecektir. Bu þart, müt´a ile kýrândan baþkalarý içindir. Müt´a ile kýrânda, kurbanlýkla beraber gitmek veya ona sonradan yetiþmek gibi þeyler þart deðildir.
«Mikâttan önce o hayvana yetiþirse» cümlesinde, Musannýf yetiþmeyi söylemekle yetinmiþtir. Çünkü yetiþmek bilittifak þarttýr. Ondan sonra, hayvaný göndermek meselesinde ise ihtilâf vardýr. Cami-i Sagîr´de bu þart koþulmamýþ, Asýl adlý kitapta ise þart koþulmuþ ve, "Hayvaný gönderir ve onunla beraber yola çýkar." denilmiþtir. Fahru´l-Ýslâm, "Bu, ittifâki bir iþtir, þart ancak yetiþmek hususundadýr." demiþ; Kâfî´de ise, «Þemsü´l-Eimme Serahsî´nin Mebsût´ta beyanýna göre, bu meselede Ashab ihtilâf etmiþler; kimisi "hayvana gerdanlýðý takmakla ihrama girmiþ olur" demiþ, kimisi hayvanýn ardýndan yola çýkarsa ihramlý sayýlacaðýný söylemiþ; birtakýmlarý da, "hayvana yetiþir ve onu gönderirse muhrîm sayýlýr´´ demiþlerdir.»
Biz bunlarýn yüzde yüz malûm olaný ile amel eder ve deriz ki: Hayvana yetiþir de onu gönderirse ihramlý olur. Çünkü Ashab buna ittifak etmiþlerdir. Lübab Þerhi.
«Mikâttan telbiye ederek ihrama girmesi lâzým gelir» Çünkü o kimse mikâta vardýðý zaman hayvana gerdanlýk asmakla ihrama girmiþ sayýlmaz. Kurbanlýða yetiþmemiþtir. Mikâtý ihramsýz geçmesi de caiz deðildir. Binaenaleyh telbiye ile ihrama girmesi lâzým gelir. Rahmetî.
«Hacc aylarýnda» diye kayýtlamasý; hedy kurbanýna gerdanlýk hacc aylarýnda asýlmazsa geçersiz olacaðý içindir. Çünkü bu takdirde gerdanlýk takmasý müt´a fiillerinden bir fiil olur. Hacc aylarýndan önce yapýlan müt´a fiilleri ise geçersizdir. Nâfile olur. Nâfile kurbanýnda, ona yetiþmedikçe yahut onunla beraber yürümedikçe ihrama girmiþ sayýlmaz. Kâdýhan´ýn Câmi-i Sagîr Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Zeylâî.
«Zira bulunmazsa» Yani hayvaný göndermek ve yola revan olmak hacc aylarýnda bulunmazsa; yahut yola revan olmak bulunur da, göndermek bulunmazsa, mikâttan önce hayvana yetiþmedikçe ihramlý sayýlmaz. T.
«Ýhram niyetiyle yola revan olursa.» cümlesi, bu söylenenlerin ancak zikir yerini tuttuðunu; niyet yerine geçmediðini ifade etmektedir. T.
«Sonra ihramýn sahih olmasý» muayyen bir hacc ibadeti niyetine baðlý deðildir. Bahýr sahibi diyor ki: "Ýhramý müphem yapar; hangi fiil için olduðunu tayin etmezse, caiz olur. Fiillere baþlamazdan önce tayin etmesi gerekir. Tayin etmeden bir þavt tavaf yaparsa, umre için olur. Keza hacc fiillerinden önce haccdan men olunarak, kurban kesmek suretiyle ihramdan çýkarsa, yaptýklarý yine umre için olur ve umrenin kazasý icabeder. Haccý kaza etmez. Keza cima yaparak haccý bozarsa, umreye devamý vâcip olur."
«Bu umre sayýlýr.» Hacca gelince: Hacc sayýlmak için, hacc fiillerine baþlamazdan önce mutlaka onu tayin etmesi lâzým gelir. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Lâkin Lübab ile þerhinde þöyle denilmiþtir: «Tavaftan önce Arafat´ta vakfe yaparsa, ihramý hacc için olduðu taayyün eder. Velev ki vakfesi esnasýnda hacca niyet etmemiþ olsun.»
«Hacc niyetini mutlak yapsa» Meselâ ´ hacca ´ diye niyetlense de, farz veya nâfile olduðunu tayin etmese, farz hacc sayýlýr.
«Ama ´nâfile´ diye tayin ederse nâfile olur.» Keza baþkasý namýna hacca veya nezir haccýna niyet ederse niyeti geçerlidir. Velev ki kendi farz haccýný eda etmiþ olmasýn. Bunu birçok ulema söylemiþlerdir ki sahih, mutemet ve Ebû Hanife ile Ebû Yusuf´tan açýk olarak nakledilen budur. Nâfile niyeti ile farz eda edilmez. Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre, bu hacc o kimseye farz olan hacc yerine geçer, Ýmam Þâfiî´nin mezhebi de budur. Galiba o bunu oruca kýyas etmiþ olacaktýr. Lâkin aralarýnda fark vardýr. Ramazan, farz olan oruç için mi´yardýr. Hacc vakti böyle deðildir. O ömrün sonuna kadar geniþ bir zamandýr. Bunun bir benzeri de namaz vaktidir. Lübab þerhi. Evet hacc vaktinin, bir senede, iki hacc sýðmamasýna bakarak mi´yara benzeyiþi vardýr. Onun için mutlak niyetle eda edilir. Meselâ öðlenin farzýna niyet etmek bunun gibi deðildir. Çünkü onun vakti her yönden zarftýr.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 17:50:03
Ýhrama Girmekle Haram Olan Ve Olmayan Þeyler
METÝN
Þayet sol hörgücünü yaralamak suretiyle deveyi niþanlar veya üzerine çul koymak suretiyle çullar; yahut müt´a ile kýrândan baþka bir fiil için gönderir de, yukarýda geçtiði gibi ona yetiþmezse; yahut koyun boynuna gerdanlýk takarsa, ihrama girmiþ sayýlmaz. Çünkü bunlar hacc fiillerine mahsus þeyler deðillerdir. Bundan sonra, yani ihrama girdikten sonra mühletsiz olarak rafesten, yani cimadan yahut kadýnlarýn yanýnda onu anmaktan, füsuktan yani Allah´a taattan çýkmaktan, cidalden sakýnýr. Çünkü muhrîm kimsenin bu iþleri yapmasý daha çirkindir.
ÝZAH
«Deveyi niþanlamak» Ýmam-ý Azam´a göre mekruhtur. Çünkü bunu herkes beceremez. Bu suretle hayvana eziyet edilmiþ olur. T. musannýf niþan vurmanýn deveye has olduðuna iþaret etmiþtir.
«Müt´a ile kýrândan baþka bir fiil için» Keza hacc aylarýndan önce olursa, müt´a ile kýrân için gönderirse, ihrama girmiþ sayýlmaz. Rahmeti.
«Çünkü bunlar hacc fiillerine mahsus þeyler deðillerdir.» Niþan vurmak bazen tedavi için olabilir. Hayvaný çullamak, soðuktan, sýcaktan ve eziyetten korumak için olur. Bir de yollanýrken elinde gönderecek hedy kurbaný yoksa, mücerret bir niyetten baþka bir þey bulunmamýþ olur. Bununla ise ihrama girmiþ sayýlmaz. Koyuna gerdanlýk takmak âdet olmamýþtýr, sünnet de deðildir. Rahmetî.
«Mühletsiz olarak» sözü ile Þârih, Musannýf´ýn burada takibe delâlet eden ´fe´ edatýný kullanmasý daha doðru olacaðýna iþaret etmektedir. Nitekim Kudûrî ile Kenz´de böyle yapýlmýþtýr. Þu da var ki, Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Bilmiþ ol ki, Musannýf´ýn bu sözünden, bazýlarýnýn dediði gibi Peygamber (s.a.v.)´in, "Her kim hacceder de cimada bulunmaz, Allah´a taattan çýkmazsa; günahlarýndan, annesinden doðduðu gün gibi çýkar." hadisinin mânâsý, ihrama girdiðinden itibaren demektir. Çünkü daha önce o kimseye ´ hacý ´ denilmez.»
«Yani cimadan» sözü, cumhur-u ulemanýndýr. Lübab Þerhi. Çünkü AIIah Teâlâ, "Oruç gecesi size, kadýnlarýnýza rafes helâl kýlýnmýþtýr." buyurmuþtur. Bahýr.
«Kadýnlarýn yanýnda onu anmaktan» sözü, ibn-i Abbas´ýndýr. Bazýlarý, cimaýn zikri ve mutlak surette ona sebep olan þeyler olduðunu söylemiþlerdir. "Esah olan" budur diyenler vardýr. Lübab Þerhi. Birçok ulemanýn sözlerinin zâhirine bakýlýrsa, Ýbn-i Abbas´tan rivayet edilen kavli tercih ettikleri anlaþýlýr. Nehir.
Ben derîm ki: Zâhir olan, kadýnlar´ tabirinin helâl olanlara þümulüdür. Çünkü cima sebeplerinden biri, kadýnýn helâl oluþudur. Düþün!
«Cidal» yol arkadaþlarý ile, hizmetçilerle ve kiracýlarla kavga etmektir. Bahýr. A´meþ´tenrivayet olunduðuna göre, "Deveciyi dövmek, haccýn tamamýndandýr." demiþtir. Bunun te´vîlinde, "kelime failine muzaftýr" denilmiþse de; Nikâye Þerhi´nde beyan olunduðuna göre, Hz. Ebû Bekir (r.a.) yolda kusur ettiði için devecisini dövmüþtür.
Ben derim ki; Þu halde onun dövmesi kavga için deðil, te´dip ve vazifesini bildirmek içindir. Herhalde lâftan anlamamýþtýr. Böylece iyiliði emir, kötülüðü yasaklama kabilinden olduðu için, haccýn tamamýndan sayýlmasý doðru olur. Düþün!
«Bu îþleri» Yani zikredilen üç þeyi yapmasý daha çirkindir. "Ýhramlý kimsenin bu iþleri yapmasý daha çirkindir" diye açýklamasýnda, ayete uyarak bunlarý niçin söylediðine iþaret vardýr. Meselâ ipek giymek gibi. Ýpek giymek mutlak olarak haramdýr. Fakat namazda daha çirkindir.
METÝN
Kara avýný öldürmekten - deniz avýný deðil - ve görülen ava iþaret etmekten, gaipte olana delâlette bulunmaktan da sakýnmalýdýr. Bunlarýn haram olmasý, ihramlý bilmediðine göredir. Ýhramlý bilirse, esah kavle göre iþaret ve delâlet haram deðildir. Kasdetmese bile, koku sürünmekten dahi sakýnmalýdýr. Koklamasý ise mekruhtur. Týrnak kesmek ve yüzünü tamamen yahut bir kýsmýný, mesela aðzýný, çenesini ve baþýný örtmekten de sakýnmalýdýr. Evet Hâniyye´de, "Elini burnuna koymakta bir beis yoktur" denilmiþtir. Ölü ile bedenin sair kýsýmlarý bunun hilâfýnadýr. Hacý, baþýnýn üzerinde elbise taþýrsa, bu örtünmek sayýlýr. Bir gün veya bir gece devam etmedikçe, yük ve tabak taþýmak örtünmek sayýlmaz. Binaenaleyh sadaka vermesi lâzým gelir. Ulemanýn söylediklerine göre, hacý Kâbe örtüsünün altýna girer de, örtü baþýna veya yüzüne gelirse, mekruh olur. Aksi takdirde bir beis yoktur.
ÝZAH
«Kara avýný öldürmekten» Yani diri olarak tuttuðu avý öldürmekten sakýnmalýdýr. Burada Musannýf´ýn ´kesmekten´ demeyip, "öldürmekten sakýnmalýdýr" demesi, ´öldürmek´ kelimesi ekseriyetle haram olan þeyde kullanýldýðý içindir. Bu da haramdýr. Hattâ o avý kesmiþ olsa lâþe olur.
«Deniz avýný» yenmese bile avlayabilir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Size deniz avý helâl kýlýnmýþtýr." buyurmuþtur.
«Görülen» ve "gaipte olan" tabirleriyle Þârih iþaretle delâlet arasýnda fark olduðunu göstermek istemiþtir.
Ben derim ki: Bir fark da, iþaretin elle, delâletin dille ve yürüyerek gitmek gibi þeylerle yapýlmasýdýr.
«Ýhramlý bilmediðine göredir.» Nehir´de böyle denilmiþtir. Maksat kendisine gösterilen kimsedir. En doðrusu böyle demektir. Sirâc sahibi diyor ki: «Sonra delâlet ancakarkacýðýndan avý tuttuðu ve kendisine gösterilen kimse avýn yerini bilmediði zaman geçerli olur. O kimseyi delâletinde tasdik etmeli ve izinden gitmelidir. Yoksa onun delâletini yalanlar ve izinden gitmezse, baþka biri delâlet edip onu tasdik ettiði ve izinden giderek avý öldürdüðü takdirde, delalet edene bir ceza yoktur.
T E T Ý M M E : Delâlet eden kimseye yardýmda bulunmak, meselâ ona býçaðýný, ok veya kamçýsýný vermek dahi delâlet hükmündedir. Avý ürkütmesi, yumurtasýný ve bacaklarýný, kanatlarýný kýrmasý, sütünü saðmasý, o avý alýp satmasý ve yemesi de ayný hükümde olduðu gibi; bit öldürmek veya atmak yahut baþkasýna vermek, biti öldürmeyi emretmek, iþarette bulunmak - þayet iþaret edilen kimse biti öldürürse - elbisesini - bitler ölsün diye - güneþe koymak veya yýkamak dahi böyledir. Lübab.
«Kast etmese bile koku sürünmek» ifadesi üzerine söz edilmiþ, "kastý olmayan kimseye korunmayý emretmenin bir manâsý yoktur." Denilmiþse de, buna þöyle cevap Verilir: Maksat koku sürünmeyi kast etmemektir. O kimse kokuyu tedavi için sürünebilir: Bununla beraber yine memnudur, korunmasý gerekir. Rahmeti.
«Koklamasý ise mekruhtur.» Yani hûküm bundan ibarettir. Bir ceza ödemesi icabetmez. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiþtir. Þârih bununla kokulanmaktan muradýn, kokuyu elbise ve bedende kullanmak olduðuna iþaret etmektedir. Ulemanýn beyanlarýna göre, hacý buharlý elbise giyse bir þey lâzým gelmez. Çünkü kokudan bir cüz kullanýlmýþ deðildir. O ancak burnu ile kokuyu duymuþtur. Bundan dolayý Hâniyye´de, "Hacý kokulanmýþ bir eve girer de, elbisesine ondan bir þey bulaþýrsa, hiçbir ceza icabetmez." denilmiþtir. Nehir.
«Týrnak kesmek» Velev ki bir tanesini olsun, Keza kendisi yahut kendi emriyle baþkasý kessin veya baþkasýnýn týrnaklarýný kessin ayný hükümdedir. Meðer ki bir daha büyümeyecek þekilde kýrýlmýþ olsun. Bunda bir beis yoktur. Bunu Tahtavî Kuhistânî´den nakletmiþtir.
«Yüzünü tamamen yahut bir kýsmýný örtmekten sakýnmalýdýr.» Lakin bir gün veya bir gece, yüzün veya baþýn bütününü örtmek kurban icabeder. Bunlarýn dörtte biri bütünü gibidir. Bir günden veya dörtte birden daha az örtülürse, sadaka lâzým gelir. Nitekim Lübab´da beyan edilmiþtir. Musannýf mutlak ifade etmiþtir. Binaenaleyh sözü ´kadýna´ da þâmildir. Zîra Bahýr´da Gâyetü´l-Beyan´dan naklen, kadýnýn bilittifak yüzünü kapamayacaðý beyan edilmiþtir. Yani o ancak yüzünü ecnebilerden örtmek için üzerine deðmeyecek bir þey sarkýtýr. Nitekim bu bâbýn sonunda gelecektir. Ýbn-i Kemâl´in Hidâye Þerhi´nde söylediklerine gelince: O, "Kadýn yüzünü çarþafý veya baþ örtüsü ile örtebilir. Ona yasak edilen þey, ancak peçe ve yüz örtüsü gibi ayrý bir þeyle yüzünü örtmektir." demiþtir ki, acaip bir inceleme yahut iþittiðin icma muhalif garip bir nakildir. Keza bu bâbýn sonunda Bahýr´dan ve diðer kitaplardan nakil edeceklerimize de muhaliftir. Sonra ulemadan birinin el yazýsý ile bu þerhinkenarýnda gördüm ki, "Bu söz, müellifin yalnýz baþýna kaldýðý sözlerdendir. Ulemamýzdan bilinen bunun hilâfýdýr ki, o da kadýnýn yüzüne bir þey deðmemesinin vâcip olmasýdýr." diyor. Daha sonra Kutbî´nin Mensik´inden naklen buna benzer bir söz gördüm.
«Evet Hâniyye´de iIh...» sözü, "yahut bir kýsmýný" ifadesi üzerine istidraktýr. Çünkü bu söz bunun da memnu olduðu zannýný verir. Halbuki Lübab´da bu, ihramýn mübahlarýndan sayýlmýþtýr. "Beis yoktur" sözüne gelince: Bu söz daima kerahet bildirmez. Þârih´in aþaðýda gelen "Aksi takdirde bir beis yoktur" sözü de bu kabildendir.
"Baþýný örtmekten" tabiri erkeðe mahsustur. Kadýnýn hükmünü ileride göreceksin.
«Ölü bunun hilâfýnadýr.» Yani bir kimse ihramlý olarak ölürse baþý ve yüzü örtülür. Çünkü ölmekle onun ihramý bâtýl olmuþtur. Rasulullah (s.a.v.), "Âdemoðlu öldüðü vakit bütün amelleri kesilir. Ancak üç þeyden müstesna!" buyurmuþtur. Ýhram da bir ameldir. Onun da hükmü bitmiþtir. Bundan dolayýdýr ki, baþkasý namýna hacceden bir kimse, ölenin ihramý üzerine bilittifak ihram yapamaz. Devesinden düþerek boynu kýrýlan bedevî hikâyesine gelince: Onun hakkýnda Peygamber (s.a.v.) "Onun baþýný ve yüzünü örtmeyin. Çünkü kýyamet gününde o telbiye ederek gelecektir." buyurmuþtur. Yani o, bu hükümden Peygamber (s.a.v.)´in haber vermesiyle tahsis edilmiþtir. Onun ihramý bâkidir. Baþkasýnda bu hüküm yoktur. Bu sebeple ölünce ihramý kesildiðini söylüyoruz. Bunu Bahýr sahibi ve baþkalarý ifade etmiþlerdir ve böylece iki hadisin arasýný bulmak mümkün olmaktadýr. Bunu, hadisdeki "Çünkü kýyamet gününde o telbiye ederek gelecektir" cümlesi te´yid etmektedir. Cümle bir vakýayý anlatmaktadýr, umumu yoktur. Nitekim usûl-ü fýkýhta tekarrur etmiþtir. Binaenaleyh bedevîden baþkasýnýn da bu meselede onun gibi sayýlacaðýna delâlet etmez.
«Bedenin sair kýsýmlarý bunun hilâfýnadýr.» Yani bedenin baþla yüzden geri kalan kýsýmlarýný örtmek bunun gibi deðildir. Bir þey icabetmez. Ama özürsüz örterse mekruh olur. Lübab. Lübab Þerhi´nde, "Avuçlarý da istisna etmek gerekir. Çünkü eldiven giymen men edîlmiþtir." deniliyor.
Ben derim ki: Ayaklarýn potin baðlanan kýsmýndan yukarýsý da öyledir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) çorap giymekten men etmiþtir. Nitekim gelecektir. Ancak örtmekten muradý, elbise olmayan bir þeyle kapamak ise o baþka; yoksa elleri eldivenle, ayaklarý çorapla örtmek giymek demektir.
«Bir gün veya bir gece devam etmedikçe yük ye tabak taþýmak sayýlmaz.» Çünkü mûtad olan elbiseyi bir gün veya bir gece giymek ceza kurbaný icabeder. Mutâd olmayan elbiseyi bu þekilde giymek de sadakayý icabeder. T.
Ban derim ki: Lâkin þarih´in bu söylediðini, nereden aldýðýný araþtýrmalýdýr. Çünkü ben birçok kitaplarda gördüm ki, hacý baþýný eþya paketi gibi mûtad olmayan bir þeyle örterse, bir þeylâzým gelmez. Demek oluyor ki, bir þey lâzým gelmemesini mutlak söylemiþlerdir. Lübab´da bu, ihramýn mübahlarýndan sayýlmýþtýr. Evet Nehir´de Hâniyye´den naklen, "Ýhramlý bir kimse baþýnýn üzerinde insanlarýn giydiði bir þeyi taþýrsa onu giymiþ sayýlýr. Çanak ve benzeri gibi insanlarýn giymediði bir þeyi taþýrsa giymiþ sayýlmaz. Baþýný sarmasý mekruhtur. Bunu bütün bir gün veya bir gece yaparsa, sadaka vermesi lâzým gelir." denilmiþtir. Zâhire bakýlýrsa, iþaret baþýný sarmayadýr. Ama Þârih onu taþýmaya da teþmil etmiþtir.
«Ulemanýn söylediklerine göre» bunu Lübab sahibi ve baþkalarý bildirmiþlerdir. Keza yüzünü bir yastýðýn üzerine yaslamanýn mekruh olduðunu da söylemiþtir. Yanaklarýný koymasý bunun hilâfýnadýr. Lübab þârihi þöyle demektedir: «Baþýný yastýðýn üzerine koymak dahi zararsýzdýr. Çünkü bundan her ne kadar yüzünün veya baþýnýn bir kýsmýný örtmek lâzým geliyorsa da, uykuda makbul olan þekil budur. Yüzünü yaslamak bunun hilâfýnadýr.»
«Mekruh olur.» sözü mutlak olduðuna göre kerahet-i tahrimiyye kastedilmiþ olacaktýr. T.
METÝN
Baþýný ve sakalýný hatmi ile yýkamaktan sakýnmalýdýr. Çünkü bu kokudur yahut böcekleri öldürür. Sabun, delûk ve çöven bilittifak bunun hilafýnadýr. Cevhere´de nebk yapraðý da zikredilmiþtir. Ama bu müþkildir. Sakalý kýsaltmaktan, baþýný týraþ etmekten, bedenindeki kýllarý gidermekten de sakýnmalýdýr. Bundan ancak, gözde biten kýl müstesnadýr. Bize göre ondan bir þey lâzým gelmez. Gömlek ve don giymekten, yani bedenine göre yahut zýrh ve bornoz gibi bedenin bir kýsmýna göre biçilmiþ elbise ve kaftan giymekten sakýnmalýdýr. Ellerini yenlerine sokmazsa bize göre caizdir. Ancak ilikler veya çözerse caiz olmaz. Gömlek ve cübbeye sarýnmak, uyurken veya baþka bir halde onunla örtünmek bilittifak caizdir. Sarýk ve külah gibi þeyler giymekten de sakýnmalýdýr.
ÝZAH
«Çünkü bu kokudur.» sözü ile Þârih, sakýnmanýn vâcip olmasýnýn illeti hakkýndaki hilâfa iþaret etmiþtir. Vâcip olmasý ittifâkidir. Hilâf ancak illetinde ve mucebindedir. Binaenaleyh Ýmam-ý Âzam´a göre bundan korunmalýdýr. Çünkü hatminin güzel kokusu vardýr. Velev ki keskin olmasýn. Bunun mucebi ceza kurbanýdýr. imameyn´e göre kurban gerekmez. Bununla böcekler öldürülür ve saç yumuþatýlýr. Mucebi sadakadýr. Bu hilâfýn menþei, onun hakkýndaki þüphedir. Bundan dolayý bazýlarý Irak hatmisinde hilâf olmadýðýný söylemiþlerdir. Çünkü onun güzel kokusu vardýr. Bunu Nehir sahibi söylemiþtir.
"Sabun, delûk ve çöven bunun hilâfýnadýr." Fethu´l-Kadîr´in cinayetler bahsinde þöyle denilmektedir: «Sabun ve çövenle yýkarsa, bu hususta rivayet yoktur. Ulema bunlarda bir þey lâzým gelmediðini söylemiþlerdir. Çünkü koku deðildir. Böcekleri de öldürmez.» Bu ta´lîlin muktezasý, ceza kurbaný ve sadakanýn bilittifak vâcip olmamasýdýr. Onun içinZahîriyye´de, "Ulema ona bir þey lâzým gelmediðine ittifak etmiþlerdir." denilmiþtir. Bahýr´da da böyle denilmiþtir. Tahâvî þerhi´nden alarak Kuhistânî dahi böyle demiþtir. Delük, söylenildiðine göre Hicaz´da yetiþen çöven gibi bir ottur. Ancak çöven beyaz, o siyahtýr. Bedeni rahatlatýr kaþýntýlarý giderir.
"Ama bu müþkildir" Çünkü nebk da hatmi gibi böcekleri öldürür, saçlarý yumuþatýr. Binaenaleyh Ýmameyn´e göre sadaka vâcip olmalýydý. Nitekim Minah´ta böyle denilmiþtir. Sabunla çövende de bu yumuþatma vardýr. Rahmetî. Baþkalarý, "Sabunun güzel kokusu vardýr." ifadesini ziyade etmiþlerdir.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Zira biliyorsun bunda bilittifak ceza kurbaný ve sadaka yoktur. Zira koku deðildir. Böcekleri de öldürmez.
«Baþýný týraþ etmekten» keza baþkasýnýn baþýný týraþ etmekten sakýnmalýdýr. Velev ki o kimse ihramlý olmasýn. Lübab.
"Bedenindeki kýllarý"ndan murad, býyýk, koltuk altý, kasýk, ense ve kan aldýrýlan yerler gibi bedenin kalan kýsýmlarýdýr. Nitekim Lübab´da beyan edilmiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Maksat, neyle olursa olsun kýllarý gidermektir. Ýster týraþ etsin, ister kýsaltsýn veya yolsun yahut aðda kullansýn yahut yaksýn farketmez. Vücudun neresinden olursa olsun, baþtan, bedenden gerek doðrudan doðruya, gerekse imkân vermek suretiyle giderebilir.»
«Yani bedenine göre biçilmiþ ilh...» sözüyle Þârih, dikiþli elbise giymenin yasak olduðuna iþaret etmiþtir. Zikredilenleri ayrýca söylemesi, hadiste adlarý geçtiði içindir. Bahýr´da Ýbn-i Emir Hâcc´ýn Menâsik´inden naklen þöyle denilmektedir: «Bunun kaidesi, bedene veya bedenin bir kýsmýna göre biçilmiþ elbise giymektir. Öyle ki dikiþli olmak veya parçalarý birbirine yapýþtýrýlmak suretiyle bedenini sarmalý ve mücerret giymekle üzerinde durmalý. Bundan yalnýz paþmak müstesnadýr.ý»
Ben derim ki: Böylece, yama gibi bedeni sarmayacak þekilde dikilen þey hariç kalýr. Evvelce arzettiðimiz gibi, onu giymekte beis yoktur.
«Yahut bedenin bir kýsmýna göre» sözü ile Þarih, erkeðin ellerine eldiven giymesinin haram olduðunu ifade etmiþtir. Bunu Sindî de Mensik-i Kebir´inde açýklamýþ. Aliyyü´l-Kâri dahi Lübab Þerhi´nde ona tâbi olmuþtur. Kadýna gelince: Onda böyle þeylerin bulunmamasý mendupdur. Nitekim Bedâyi´de beyan edilmiþtir. Tamamý, Bahýr üzerine yazdýðýmýz hâþiyededir.
«Bornoz» Kâmus´a göre, uzun külâh yahut baþlýðý kendisinden olan uzun elbise demektir. Magriplilerin giydikleri baþtan ayaða kadar örten elbise bu kabildendir.
«Ellerini ceplerine sokmazsa bize göre caizdir.» Lübab´da þöyle denilmektedir: «Mekruhlardan biri de, kaftan ve aba gibi þeyleri omuzuna alarak ellerini yenlerinesokmamaktýr.» Lübab´ýn cinayetler faslýnda da þöyle denilmektedir: «Kaftaný omuzlarýna alýr da, bir gün ilikli bulundurursa, ona ceza kurbaný lâzým gelir. Velev ki ellerini yenlerine sokmasýn. Keza iliklemez, fakat ellerini yenlerîne sokarsa ceza kurbaný lâzým gelir. Omuzuna alýr da iliklemez, ellerini de yenlerine sokmazsa, ona kerahetten baþka bir þey yoktur» Lübab Þerhi´nde de þu ibare vardýr: «Þüphesiz ellerinden birini yenine sokmak, ikisini de sokmak gibidir. Binaenaleyh ´caizdir´ demekten maksadý, ceza olmadýðýný söylemektir. Çünkü mekruh olduðunu biliyorsun. Bunu, "bize" göre" demesi de te´yîd eder. "Bize göre"den muradý, üç imamýmýzdýr. Züfer buna muhaliftir. O ceza kurbaný lâzým geldiðini söylemiþtir.» Þârihi Lübab sahibine itiraz etmiþtir. Çünkü o bunu bir defa ihramýn mekruhlarý arasýnda zikrettikten sonra, mübahlarý arasýnda da zikretmiþtir. Þârih þöyle demiþtir: «O halde doðrusu, "kaftan gibi þeyleri yatarken üzerine koymak" demeliydi Nitekim El-Kebir´de demiþtir.» Hasýlý memnu olan, mûtad dikiþli elbiseyi giymektir. Galiba kaftan ve aba gibi þeyleri omuza almanýn keraheti, ekseriyetle omuzda taþýndýklarý içindir. Düþün!
METÝN
Mest giymekten de sakýnmalýdýr. Meðer ki ayakkabý bulamaya. Bu takdirde mestleri, konçlarýnýn altýndan, potin baðlanan yerden keser. Þu halde zermuze giymek caizdir; çorap giymek caiz deðildir. Vers gibi - ki kürkümdür - ve usfur gibi - ki kurtum çiçeðidir - güzel kokusu olan þeylerle, boyanmýþ elbise giymekten sakýnmalýdýr. Bu ancak esah kavle göre koku saçmayacak þekilde elbiseden çýktýktan sonra giyilebilir.
ÝZAH
«Mest giymekten de sakýnmalýdýr.» Bu erkeklere yasaktýr. Çünkü kadýn dikiþli elbise ve mest giyebilir. Nitekim Kâdýhan beyan etmiþtir. Kuhistani.
«Meðer ki ayakkabý bulamaya.» Bundan anlaþýlýyor ki, bulursa mestlerini kesmez. Çünkü bunda hâcet yok iken malý itlaf vardýr. Bunu Bahýr sahibi söylemiþtir. Ayakkabý bulduðu takdirde yine mestlerinin konçlarýný keserse, fidye vermesi vâcip olur diye bir kavli Ýmam-ý Âzam´a nisbet edilmiþse de, bu mezhebin hilâfýnadýr. Nitekim Lübab Þerhi´nde beyan edilmiþtir.
«Mestleri keser.» Kesmeden onlarý bir gün giyerse, bir ceza kurbaný lâzým gelir. Bir günden az giyerse sadaka vermesi gerekir. Lübab.
«Konçlarýnýn altýndan» tabirinin yerinde hadiste, "Onlarý kessin, tâ ki topuklardan aþaðý insinler." buyrulmuþtur. Bu, Þârih´in ifadesinden daha fasihtir. Ýbn-i Kemâl. Maksat, mestlerin konçlarýný, topuklarla baldýrlarýn üst kýsýmlarý açýk kalacak þekilde kesmesidir. Sadece topuk yerlerini kesmesi deðildir. Nitekim açýktýr.
«Potin baðlanan yer»den maksat; ayaðýn üstündeki mafsaldýr. Hiþam Ýmam Muhammed´denböyle rivayet etmiþtir. Abdestte bunun hilafýnadýr. Çünkü orada potin baðlanan yerden murad, çýkýk kemiktir. Hadiste bunlarýn biri tayin edilmemiþtir. Lâkin her ikisine topuk denildiðine göre, ihtiyaten birinci mânâya yorumlanmýþtýr. Çünkü ihtiyat fazla açýlan kýsýmdadýr Bahýr.
"Þu halde zermuze giymek caizdir." cümlesi, üst tarafýndan anlaþýlan üzerine tefri edilmiþtir ki, o da ayaðýn ortasýndaki tümseði örtmeyen ayakkabýyý giymenin caiz olmasýdýr. ´Zermuze´ bazýlarýna göre papuçtur. Halebî´nin beyanýna göre bundan anlaþýlan, sýrma dedikleri þeydir.
Ben derim ki: Daha münasibi birinci kavildir. Çünkü sýrma bugün mâlumdur. O ökçeden itibaren bacaða sarýlýr ve bacaðý örter. Zâhire bakýlýrsa, bacaðý örtmek caiz deðildir. Binaenaleyh onu giyerse, ökçeden itibaren baðlamamasý icabeder. Sýrmanýn veya papucun konçu uzun olur da, ayaðýn ortasýndaki topuðu örten ziyade kesilir. Yahut içine bez parçasý doldurularak bütün ayaðýn girmesine mâni olunur. Ben papucun konçunu kesmektense, ihram vaktinde bunu yaptým. Çünkü kesmekte mal itlâfý vardýr.
«Kürkümdür» iddiasý söz götürür. Sýhah adlý lügatta, "Kürküm, "safran´dýr" denilmektedir. Yine orada, "Vers sarý bir nebattýr, Yemen´de olur. Ondan yüze sürmek için boya yaparlar." denilmiþtir. Nihaye´de Kanun´dan naklen, "Vers koyu kýrmýzý bir þeydir. Safran ununa benzer. Yemen´den celbedilir." denilmiþtir.
"Esah kavle göre" demesi, bir kavle göre "saçýlmayacak þekilde" denildiði içindir. Bu doðru deðildir. Çünkü saçýlmaya deðil, kokulanmaya itibar olunur. Görmüyor musun boyalý bir elbiseden koku yayýlsa, fakat bir þey saçýlmasa, ihramlýnýn böyle bir elbise giymesi yasaktýr» Nitekim Müstesfa´da beyan edilmiþtir. Bahýr.
METÝN
Ýhramlý kimse hamam yapmaktan korunmaz. Çünkü Beyhâkî´nin rivayet ettiði bir hadise göre Peygamber (s.a.v.) Cuhfe´de hamama girmiþtir. Gölge baþýna veya yüzüne isabet etmemek þartýyla bir evin veya mahmelin gölgesinde bulunmak da korunmayý gerektirmez. Baþýna veya yüzüne isabet ederse mekruh olur. Nitekim geçti. Beline uçkur, kemer kýlýç ve silâh baðlamak, yüzük takýnmak ve kokusu olmayan bir þeyle sürme çekinmek dahi korunmayý gerektirmez. Kokusu olan bir þeyle veya iki defa sürme çekinirse, sadaka vermesi gerekir. Çok defa çekinirse ceza kurbaný lâzým gelir. Sirâciyye.
ÝZAH
«Ýhramlý kimse hamam yapmaktan korunmaz.» Musannýf burada ihramýn mübahlarýný saymaya baþlamýþtýr. Lübab Þerhi´nde þöyle denilmiþtir: «Kir ve pasý rastgele hangi suyla olursa olsun gidermemek, bilâkis temizliði veya tozu topraðý ve sýcaðý gidermeyi niyet etmek müstehaptýr.»
«Beyhâkî´nin hadisi»ni Nevevî "pek zayýftýr" diye zikretmiþtir. ibn-i Hacer Þemail þerhi´nde onun bütün hadis hafýzlarýnca uydurma olduðunu söylemiþtir. Arabistan´da hamam ancak Peygamber (s.a.v.)´in vefatýndan sonra bilinmeye´ baþlamýþtýr.
«Nitekim geçti.» Bu, Musannýf´ýn, "Yüzü ve baþý örtmek" dediði yerde geçmiþti.
"Kýlýç ve silâh baðlamak..." tahsisten sonra ta´mim için getirilmiþtir. ´ Silah ´ kelimesinde düþmanla çarpýþýlan her þey dahildir. Yalnýz zýrh müstesnadýr. Silahta o dahil deðildir. Çünkü giyilir:
«Sadaka vermesi gerekir.» Mutlak söylenirse sadakadan murad, yarým sâ (buðdaydan bir fitre miktarý) zahîredir. Bahýr.
«Çok defa çekinirse...»den murad, mukabele karinesiyle üç defa veya fazlasýdýr. Lübab þârihi bunu daha münasip görmüþtür. Maksat fiilin çokluðudur. yoksa karýþan kokunun kendisi deðildir. Binaenaleyh sürmede koku çok olsa da bir defa çekinmekle ceza kurbaný lâzým gelmez. Nitekim bunu Fetih sahibi cinayetler bâbýnda beyan etmiþtir.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 17:52:05
Mekke´ye Giriþ
METÝN
Sünnet olmaktan, kan aldýrmaktan, hacamet etmekten, diþ çýkartmaktan, kýrýk baðlamaktan, baþýný ve bedenini kaþýmaktan sakýnmaz. Lâkin saçýnýn dökülmesinden veya bitten korkarsa yavaþçacýk kaþýr. Zira bir kýl veya bit düþerse, az bir sadaka verir. Üç olursa bir avuç zahîre verir. Gurar´ül-Ezkâr. Ýhramlýnýn namaz kýldýðýnda, çok telbiye getirmesi menduptur. Velev ki nâfile kýlmýþ olsun. Yükseðe çýktýðý, vâdiye indiði veya bir kâfileye rastladýðý; yahut yaya gidenlerle karþýlaþtýðý vakit dahi çok telbiye getirmesi menduptur. Hacýlar birbirlerine rastladýklarýnda ve seher vaktine erdiklerinde dahi hüküm budur. Çünkü ihramda telbiye, namazda tekbir gibidir. Telbiyede avam takýmýnýn yaptýðý gibi, Kendini yormamak þartýyla sesini kaldýrmak sünnettir. Mekke´ye girdiði vakit eþyasýný yerleþtirdikten sonra gündüzün Selâm Kapýsý´ndan girerek iþe, Mescid-i Haram´dan telbiye ile, tevazu ve huþu ile yerin büyüklüðünü düþünerek baþlamak mendup olur. Mekke´ye girmek için yýkanmak sünnettir. Onun için hayýzlý ve nifaslýnýn da yýkanmasý makbuldür.
ÝZAH
«Kan aldýrmaktan sakýnmaz.» Velev ki eli baðlamak icabetsin. Zira arzetmiþtik ki, yüzle baþtan maada bedenin bir yerini baðlamak, ancak özür yoksa mekruh olur.
«Hacamet»ki aletle kan almak demektir. Saçý gidermemek suretiyle yapýlýrsa sakýncasý yoktur. Lübab. Aksi takdirde ceza kurbaný gerektirir. Nitekim gelecektir.
"Az bir sadaka"dan murad; bir hurma tanesi ve bir parça ekmek gibi þeylerdir.
«Üç olursa» Yani ûç kýl veya üç bitte bir avuç zahîre tasadduk eder. Daha çok olursa, hükmü cinayetler bâbýnda görülecektir.
"Velev ki nâfile kýlmýþ olsun." Bedâyi´de böyle denilmiþtir. Tahâvi ise bunu nâfilelerle kaza namazlarýna deðil, sadece farz namazlara tahsis etmiþ ve teþrik günlerinde tekbir getirmeye benzetmiþtir. Ama umumi tutmak evlâdýr. Fetih. Sahih, mutemet ve zâhir rivayete muvafýk olan da budur. Lübab Þerhi.
«Kâfileye rastladýðý vakit» ifadesindeki ´ kâfile ´den murad, seferde deve sahipleridir ki, on kiþiden aþaðý olanlara bu isim verilmez.´Nehir.
«Seher vaktine ermek»ten murad; gecenin son altýda biridir.
«Namazda tekbir gibidir.» Namazda nasýl bir halden bir hale geçilirken tekbir alýnýrsa, telbiye de öyledir. H. Onun için Lübab´da þöyle denilmiþtir: «Telbiyeyi ayakta, otururken, hayvan üzerinde ve yerde iken, dururken, yürürken, temizken, cünüpken hayýzlý iken ve haller, zamanlar deðiþtikçe, geceye gündüze girdikçe, her vasýtaya binip indikçe, uykudan uyandýkça, hayvanýný saptýrdýkça çok yapmak müstehaptýr» Yine Lübab sahibi, «Telbiyeyi her defasýnda arka arkaya üç defa söylemek ve insan sözüyle kesmemek müstehaptýr. Telbiye getirirken selâm almak caizdir; ama baþkasýnýn telbiye getirene selâm vermesi mekruhtur. Hacýlar cemaat halinde iseler, telbiye getirirken biri diðerinin izinden gitmez. Bilâkis herkes bizzat kendisi telbiye getirir. Mekke, Mina ve Arafat mescidinde telbiye getirilir, tavafta ve umre için sa´y yapýlýrken getirilmez.» denilmiþtir.
«Sesini kaldýrmak sünnettir.» Ancak þehir içinde olursa; yahut telbiyeyi kadýn yaparsa, sesini yükseltmez. Lübab. Lübab þârihi þunu da ziyade etmiþtir: «Yahut mescitte olursa, namaz kýlanlarla tavaf edenleri þaþýrtmamak için sesini kaldýrmaz.» Sesini kaldýrmak sünnet olduðu içindir ki, kaldýrmayan kötülük iþlemiþ olur. Ama kendisine bir þey lâzým gelmez.. Fetih. Bazýlarýna göre sesini kaldýrmak müstehaptýr. Fakat mutemet olan birinci kavildir. Lübab Þerhi. Telbiyede yorulmamak þartýyla sesini kaldýrmakla, "Haccýn en makbulü acc ve seccdir." hadisi arasýnda zýddiyet yoktur. Hadisten murad, "Hacc nevilerinin en faziletlisi bu þekilde yapýlandýr" demektir. Yoksa "Hacc fiillerinin en faziletlisi" demek deðildir, Çünkü tavaf ve vakfe bu iki þeyden faziletlidir. Bunlardan ´acc´, telbiye ederken sesini kaldýrmak; ´ ecc´ de, kurban keserken kaný akýtmaktýr. Çünkü insan bazen batiatý itibariyle kaba sesli olur da, hiç yorulmadan sesi yüksek çýkar. Nehir.
«Mekke´ye» gündüz Muallâ Kapýsý´ndan girmek müstehaptýr. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiþtir. Bu, Beyt-i Þerif´e tazim maksadýyla onu karþýsýna almak içindir. Çýkarken Mekke´nin aþaðýsýndan çýkmalýdýr. Bahýr.
«Telbiye ile» sözü de, Mekke´ye girmenin kaydýdýr. Lübab sahibi diyor ki: «Girerken telbiye getirmeli, Selâm Kapýsý´na varýncaya kadar dua etmeli ve iþe mescitten baþlamalýdýr.»
METÝN
Beyt-i Þerif´i görünce üç defa tekbir getirmelidir. Bunun mânâsý, "Allah Kâbe´den daha büyüktür" demektir ve bir nevi þirk olmasýn diye tehlil getirmeli, sonra iþe tavaftan baþlamalýdýr. Çünkü vakit namazýný veya cemaatýný yahut vitir namazýný veya vaktin sünnetini kaçýracaðýndan korkmadýkça, tavaf Beyt-i Þerif´in tahiyyesidir.
ÝZAH
«Bunun mânâsý, "Allah Kâbe´den daha büyüktür" demektir.» Gâyetü´l-Beyan´da da böyle denilmiþtir. Fakat evla olan, "Allah kendinden baþka her þeyden büyüktür." demektir. Bahýr. Galiba Þârih´in birinci mânâyý tercih etmesi, makam iktizasý olacaktýr. Nasýl ki bir iþe baþlayan; besmele çektiðinde, baþladýðý iþte Allah Teâlâ´nýn ismi ile bereketlenmeyi mülâhaza eder. (Tehlil, "Lâilâhe illallah" demektir.) Fethu´l-Kadîr´in ibaresi, "Üç defa tekbir ve tehlil getirir." þeklindedir. Ýbn-i Þilbi ise, "Üç defa tekbir alýr, üç defa tehlil getirir." demiþtir.
«Bir nevi þirk olmasýn diye» Yani cahil, yapýlan ibadetin Beyt için olduðunu zannetmesin diye tehlil getirir. Bahýr sahibi diyor ki: «Metinlerde, Kâbe´yi gördüðü zaman hangi duayýokuyacaðý zikredilmemiþtir. Bu, gaflet olunmayacak bir þeyden gaflettir. Çünkü Kâbe görülünce, yapýlan dua müstecab ve makbuldür. Ýmam Muhammed (r.) Asýl namýndaki kitabýnda hacc yerleri için hiçbir dua tayin etmemiþtir. Çünkü tayin, rikkat ve yufkalýðý giderir. Ama teberrüken menkul dualar okumak güzeldir. Hidâye´de böyle denilmiþtir. Fetih´te bildirildiðine göre, en mühim dualardan biri hesapsýz Cennet´e girmeyi istemektir. Peygamber (s.a;v.)´e burada salâvat getirmek en mühim zikirlerdendir. Nitekim bunu Halebî Menâsik´inde beyan etmiþtir.»
T E M B Ý H: Lübab sahibi diyor ki: «Kâbe´yi gördüðü vakit ellerini kaldýrmaz. Bazýlarý kaldýracaðýný söylemiþlerdir. Aliyyü´l-Kâri, þerhinde, "Yani dua halinde bile olsa kaldýrmaz. Çünkü bu ulemamýzýn meþhur kitaplarýnda zikredilmemiþtir. Bilâkis Surûcî, ´mezhep, bunu terk etmektir´ demiþtir. Tahâvî de, bunun üç Ýmamýmýza göre mekruh olduðunu açýklamýþtýr." demektedir.
"Sonra iþe tavaftan baþlamalýdýr." Eðer tavafý yapan ihramlý deðilse bu, tavaf-ý tahiyyedir. Hacc için ihrama girmiþse, tavaf-ý kudûmdur. Bu, bayram gününden önce girdiðine göredir. Bayram günü girerse, farz olan tavaf tahiyye tavafýnýn yerini tutar. Umre için niyetlenmiþse, bu tavaf umre için olur. Umre için tavaf-ý kudûm yoktur. Fetih´te de böyle denilmiþtir. Nehir. Mutlak söylemesi gösteriyor ki, namazýn mekruh olduðu vakitlerde tavaf mekruh deðildir. Nitekim Fetih sahibi bunu açýklayarak, "þu kadar var ki, iki rekat tavaf namazýný mekruh vakitte kýlmaz. Kerahetsiz vakte girinceye kadar sabreder." demiþtir.
«Çünkü tavaf, Beyt-i þerifin tahiyyesidir.» Yani tavaf etmek isteyen için bu tahiyyedir. Tavaf etmek istemeyip oturmak murad eden bunun hilâfýnadýr. O, iki rekat tahiyye-i mescit kýlmadan oturamaz. Meðer ki namaz için kerahet vakti girmiþ ola. Bu ifade, Aliyyü´l-Kârî´nin Lübab Þerhi´nden alýnmýþtýr. Nikâye üzerine yazdýðý þerhte ise þöyle demiþtir: «Eðer ihramlý deðilse, yaptýðý tavaf tahiyyedir. Çünkü "Bu mescidin tahiyyesi tavaftýr" derler. Bunun mânâsý, "Tavaf etmeyen tahiyye-i mescit namazý kýlmaz" demek deðildir. Nitekim bazý avam böyle anlamýþlardýr.»
Ben derim ki: Lâkin ulemanýn "Bu mescidin tahiyyesi tavaftýr" sözleri þunu ifade eder ki: O kimse namaz kýlar da tavaf etmezse, tahiyye hâsýl olmaz. Meðer ki özürsüz tavafý terk etmeye tahsis oluna. Bu takdirde özür bulununca tahiyye namazla hâsýl olur. Sonra yine Lübab Þerhi´nde buna delâlet eden sözler gördüm. Baþka bir yerde Lübab þârihi þöyle demiþ: «Bu mescidin tahiyyesi hâssaten tavaftýr. Ancak tavafa bir mâni bulunursa, o zaman kerahet vakti olmamak þartýyla tahiyye-i mescit namazýný kýlar.»
«Korkmadýkça ilh...» Yani bütün bu söylenenleri tavaf-ý tahiyyeden ve baþkalarýndan önce yapan Lübab ve þerhi. Sonra tavaf eder. Bahýr. Bu gösterir ki, bu namazlarla tahiyye hâsýlolmaz. Halbuki baþka mescitlerde onlarla tahiyye hâsýl olur. Bunun sebebi ancak þudur: Beyt-i þerif´in tahiyyesi namaz deðil, tavaftýr. Sair mescitler bunun hilâfýnadýr. Onun için ulemadan bazýlarý, "Fark iki cihettendir. Birincisi namaz cinstir; kýlýnan namazlar birbirinin yerini tutar. Tavaf ise namaz cinsinden deðildir. Ýkincisi, mescitte farz namazý kýlmak mescidin tahiyyesidir. Tavaf se mescidin deðil, Beyt-i þerif´in tahiyyesidir." demiþlerdir.
«Çünkü vakit namazýný.» Burada murad, müstehap vaktini kaçýracaðýndan korkmak olmalýdýr. Çünkü iki sahih kavilden birine göre, bu vakti kaçýrmakla tertip sâkýt olur. Binaenaleyh buradakini kaçýrmakla evleviyetle sâkýt olur. Lübab Þerhi´nde cenazenin kaçýrýlacaðýndan korkmak, Bahýr ve Nehir´de halkýn tavaftan men edildiði vaktin girmesinden korkmak, yahut kazaya kalmýþ farz namazý bulunmak ziyade edilmiþtir. Lübab sahibi bu sonuncuyu zikretmiþ, þârihi ise, "þayet tertip sahibi olursa" diye kayýtlamýþtýr.
Ben derim ki: Zâhire göre geçmiþ namazdan murad, kasten vaktini geçirdiði ve hemen kazasý icabeden namazdýr. Aksi takdirde tavafý bu namazdan önce yapmak zarar etmez. Meðer ki tavafla kaza namazýný öne aldýðý takdirde farz olan vakit namazýný kaçýracaðýndan korksun. Bu takdirde farz olan vakit namazýný söylemek, kaza namazým söylemeye hacet býrakmaz. Anla!
METÝN
Ve hemen tekbir ve tehlil getirerek; ellerini de namazda olduðu gibi kaldýrarak, Hacer-i Esved´in karþýsýna geçer ve kimseye eza vermeksizin iki eliyle onu, istilam ederek sessizce öper. Acaba üzerinde secde de eder mi? "Evet eder" denilmiþtir. Çünkü istilam sünnettir. Eza etmemek ise vâciptir. Eðer buna kâdir olamazsa, ellerini yahut ellerinden birini Hacer-i Esved´in üzerine koyar, sonra onlarý öper. Bu da mümkün olmazsa, Hacer-i Esved´e elindeki bir þeyle - velev sopa olsun - iþaret eder, sonra o þeyi öper. Ýkisinden de, yani hem istilamdan, hem iþaretten âciz kalýrsa, Hacer-i Esved´in karþýsýna geçerek ellerinin içi ile ona dokunuyormuþ gibi iþaret eder, tekbir ve tehlil getirir, Allah Teâlâ´ya hamd, Peygamberi (s.a.v.)´e salât eyler. Sonra avuçlarýný öper. Haccda bundan gayrý el kaldýrmalarda, avuçlarýný gökyüzüne doðru kaldýrýr. Yalnýz iki cemrede Kâbe´ye doðru kaldýrýr.
ÝZAH
Þârih burada, ´hemen´ diye tercüme ettiðimiz ´fa´ ile Hacer´in karþýsýna geçmezden önce tavafa niyet edeceðini iþaret etmiþtir. Çünkü aþaðýda söyleyeceði vecihle, bütün bedeni ile bütün Hacer´in yanýna varacaktýr. Onun içindir ki Lübab sahibi þöyle demiþtir: «Sonra Rukn-ü Yemani´yi takip eden Hacer-i Esved tarafýnda bütün Hacer-i Esved sað tarafýnda kalacak ve sað omuzu Hacer-i Esved´in kenarýna gelecek þekilde Beyt-i Þerif´e karþý durarak tavafý niyet eder. Böyle yapmak müstehaptýr. Niyet ise farzdýr. Sonra saðýna doðru yürüyerekHacer-i Esved´-in hizasýna gelir ve onun karþýsýnda durarak besmele çeker, tekbir alýr Hamd eyler, salâvat getirir ve dua eder.»
Þarihi diyor ki: «Yani;
"Allah´ýn adýyla! Allah her þeyden büyüktür. Hamd Allah´a mahsustur. Rasulullah´a salât-u selâm olsun. Ey Allahým! Sana îman ederek, sana verdiðim sözde durarak ve Peygamberin Muhammed (s.a.v.)´in sünnetine tâbi olarak baþlýyorum" der»
"Ellerini kaldýrarak" Yani niyet ederken deðil, tekbir alýrken kaldýrýr. Çünkü niyet ederken el kaldýrmak bidattýr. Lübab þârihi Aliyyü´l-Kari, kitabýnýn baþka yerinde bir hayli söz ettikten sonra þunlarý söylemiþtir: «Hâsýlý istikbal halinden baþka yerlerde el kaldýrmak mekruhtur. Ama el kaldýrmadan baþlamak da, haram yahut kerahet-i tahrimiyye ile veya kerahet-ý tenzihiyye ile mekruhtur. Bu, mezhebimizdeki kavillere göredir ki, kimine göre Hacer-i Esved´den baþlamak farz, kimine göre vâcip veya sünnettir. Müstehap olan yalnýz ihtilâftan çýkmak için Hacer-i Esved´den önce niyetle baþlamaktýr.»
«Namazda olduðu gibi» Yani kulaklarý hizasýna kaldýrýr. Namaz bahsinde Musannýf demiþti ki: «istilam ederken ve iki cemrede ellerini omuzlarý hizasýna kadar kaldýrýr ve içlerini Hacer-i Esved´e ve Kâbe´ye doðru çevirir.» Bu sözü Kuhistânî, Tahavî Þerhi´ne´´nisbet etmîþtir. Bedâyi sahibi ve baþkalarý bunu sahihlemiþlerdir. Ama Nikâye ve diðer kitaplarda birinci kavle göre hareket olunmuþ. Gayetü´l-Beyan sahibiyle baþkalarý onu sahih bulmuþlardýr. Þu halde sahih kaviller muhtelif demektir.
«Ýstilam ederek...» Yani ellerini saldýktan sonra öper. Nitekim Nehir´de Tuhfe´den naklen bildirilmiþtir. Lübab sahibi diyor ki: «Ýstilamýn þekli, avuçlarýný Hacer-i Esved´in üzerine koyarak, aðzýný da iki avucunun arasýna alarak onu öpmektir.» (istilam, elini, yüzünü Hacer-i Esved´e sürmek demektir.)
«Evet eder denilmiþtir.» Lübab sahibi kesinlikle buna kail olmuþ ve, ´´Bu müstahaptýr, onu öpmekle birlikte üç defa tekrarlar." demiþtir. Þârihi de þunlarý söylemiþtir: «Bu söz Þeyh Râþýdüddin´in Kenz þerhi´nde naklettiðine muvafýktýr. Secde ulemamýzdan Ýzz b. Cemâa´dan dahi nakledilmiþtir. Lâkin Kývamüddin Kâki bize göre secde etmemek evla olduðunu söylemiþtir. Çünkü meþhur kitaplarda rivayet edilmemiþti:» Bu sözün zâhiri, Kâki´nin Mi´râc´daki sözünü tercih ettiðini gösteriyor. Feth´in zâhirinden anlaþýlan da budur. Onun için Nehir sahibi Bahýr´ýn "bu zayýftýr" demesine itiraz etmiþ; "Hane sahibi daha iyi bilir." demiþtir. Yani Kâki, mezhebimizin mâhir üstadlarýndandýr. O, mezhebimizi baþkalarýndan daha iyi bilir. Binaenaleyh onun nakil ettiðini zayýf çýkarmak yaraþmaz, demek istemiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Kâki, meþhur kitaplarda zikredilmediðine dayanmaktadýr. Bu, onun meþhur olmayan kitaplarda zikredilmiþ olmasýna aykýrý deðildir. Gerçekten Bahýr sahibi bunuPeygamber (s.a.v.) ile ondan sonra Hz. Ömer´ül-Fâruk´un yaptýklarýna dayanarak söylemiþtir. Nitekim bunu Hâkim rivayet etmiþ ve sahih bulmuþtur. Bununla Molla Ali, Nikâye Þerhi´nde Kâki´den rivayet ettiðimiz söze itirazda bulunmuþ; yine bununla, Ýbn-i Cemâa´nýn ulemamýzdan naklettiði te´yîdde bulunmuþtur. Sonra ben Gayetü´s-Surûcî´den bir nakil gördüm ki, yalnýz îmam Mâlik Hacer-i Esved´in üzerine secde etmeyi mekruh görmüþ ve onun bidat olduðunu söylemiþtir. Halbuki cumhuru ulema onu müstehap saymýþlardýr. Hadis Mâlik aleyhine huccettir. Böylece Bahýr ve Lübab´daki ´müstehaptýr´ sözü tercih olunmaktadýr. Çünkü Surûcî´nin de, ev sahiplerinden olduðu kimseye gizli deðildir. Binaenaleyh o daha iyi bilir. Onun cumhura ve hadise muvafýk olarak söylediði söz ile amel etmek daha ihtiyatlý ve evladýr.
«Eza etmemek ise vâciptir» Yani sünneti yapacaðým diye vâcibi terk etmemelidir. Sünnet etmek için avret mahalline bakmaya gelince: Burada sünneti yapmak için vâcibi terk etmek yoktur. Çünkü zahurette avret yerine bakmaya izin verilmiþtir.
«Eðer buna kâdir olamazsa...» Yani kimseye eziyet vermeden öpemezse, yahut mutlak surette öpme imkânýný bulamazsa, ellerini Hacer-i Esved´in üzerine koyar, sonra onlarý öper. Yahut bir elini Hacer-i Esved´-in üzerine koyar. Evla olan sað elini koymaktýr. Çünkü þerefli iþlerde sað el kullanýlýr. þu da var ki, Bahr-ý Amîk´ten nakledildiðine göre, Hacer-i Esved Allah´ýn yeminidir. Onunla kullarýna musafaha eder. Musafaha sað elle olur.
«Ellerinin içi ile ona iþaret eder.» Yani ellerini kulaklarý hizasýna kaldýrýr, içlerini Hacer-i Esved´e doðru çevirir ve iþaret eder. Ellerinin üstü yüzüne gelir. Rivayet edilen budur. Bahýr. Aliyyü´l-Kâri´nin Nikâye Þerhi´nde ise, "Ellerini omuzlarý veya kulaklarý hizasýna kaldýrýr." denilmiþtir. Galiba bununla, geçen iki kavil hikâye edilmek istenilmiþtir.
«Sonra avuçlarýný öper.» Yani zikredilen iþaretten sonra avuçlarýný öper. Fetih sahibi diyor ki: «Her þavtta Hacer-i Esved ruknüne geldiðinde, ilk defa yaptýðýný yapar.» Bu sözün tamamý Musannýf´ýn, "Hacer-i Esved´in yanýndan her geçtikçe bu zikredileni yapar." dediði yerde gelecektir.
«Yalnýz iki cemrede Kâbe´ye...» yahut kýbleye doðru kaldýrýr. Nitekim bunu ileride beyan edecektir. Lâkin ileride görüleceði vecihle, ´Kâbe´ye´ sözü zâhiri rivayettir.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 17:55:03
Tavaf-r Kudûm
METÝN
Ve Beyt-i Þerif´i tavaf ile tavaf-ý kudûmü yapar. Uzaklardan gelene bu tavaf sünnettir. Çünkü gelen odur. Tavaf eden kimse sað tarafýndan Kâbe Kapýsý´ný takip eden cihete doðru iþe baþlar. Kâbe solunda kalýr. Çünkü tavaf eden, Kâbe´ye uyan gibidir. Ýmama uyan bir kiþi, onun saðýna durur. Aksini yaparsa, Mekke´de bulunduðu müddetçe tavafý tekrarlar. Tekrarlamadan memleketine dönerse, ceza kurbaný lâzým gelir. Keza Hacer-i Esved´den baþka bir yerden baþlarsa hüküm yine budur, Nitekim geçti. Ulema, "Bütün bedeniyle Hacer-i Esved´in bütününe uðrar." demiþlerdir.
ÝZAH
«Tavaf-ý kudûm» ki, buna tavaf-ý tahiyye, tavaf-ý likaa, tavaf-ý evveli ahd bilbeyt, tavaf-ý ihdâsil ahd bilbeyt, tavafü´l-vârid velvürud dahi denilir. Lübab Þerhi. Bu tavaf, hacc-ý ifrat yapan kimse tarafýndan Kâbe´ye geldiði için yapýlýr. Velev ki geldiði için yaptýðýna niyet etmesin; yahut baþka bir þey niyet etsin. Çünkü o, geliþ için yapýlýr. Lübab sahibi diyor ki: «Sonra ihramlý ifrat haccý yapacaksa, bu tavafý geliþi için olur. Yalnýz umre veya temettu yahut kýrân yapacaksa, niyet etsin etmesin umre tavafý olur. Kýrân sahibinin kudûm için baþka bir tavaf yapmasý gerekir.» Yani umrenin sa´yini bitirdikten sonra, bir de kýrân için sa´y yapmasý müstehap olur. Lübab´da beyan edildiðine göre, bu tavafýn ilk vakti Mekke´ye girdiði andýr. Sonu da Arafat´ta vakfeye kadardýr. Arafat´ta vakfeyi yaparsa, tavafýn vakti geçmiþtir. Yapmazsa, vakti bayram sabahýnýn fecri doðuncaya kadar devam eder.
«Uzaklardan gelene bu tavaf sünnettir.» Yani baþkasýna sünnet deðildir. Fetih, Binaenaleyh Mekkelilere, mikâtta yaþayanlara, mikâtla Mekke arasýndakilere sünnet deðildir. Sirâc ve Lübab Þerhi. Þu kadar var ki, Mekkeli uzaklara gider de, sonra hacc için ihrama girerek dönerse, onun da tavaf-ý kudûm yapmasý sünnet olur. Lübab. Bu, Kuhistânî´deki, "Tavaf-ý kudûm, mikâtlar halkýyla mikâtlar içinde yaþayanlar için sünnettir" sözüne muhaliftir.
«Sað tarafýndan» Yani Hacer-i Esved´in deðil, tavaf eden kimsenin saðýndan Kâbe´nin kapýsý istikametinde iþe baþlar. Esah kavle göre bu vâciptir. Nitekim geçti.
"Aksini yaparsa" Yani kendinin solundan baþlayarak Kâbe´yi sað tarafýna alýrsa, keza Kâbe´yi yüzüne karþý veya arkasýna alýr da ondan saparak tavaf ederse, tavafý tekrarlar. Nitekim Lübab Þerhi´nde ve diðer kitaplarda beyan olunmuþtur.
«Baþka bir yerden baþlarsa hüküm yine budur.» Yani tavafý tekrar yapar, yapmazsa ceza kurbaný lâzým gelir. Bu, tavafýn vâcip olduðunu söyleyenlere göredir. Þârih, "nitekim geçti" diyerek, haccýn vâciplerinde bunun geçtiðine iþaret etmiþtir.
«Hacer-i Esved´in bütününe uðrar demiþlerdir.» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Hacer-i Esved´den baþlamak vâcip olunca, tavafa da rükn-ü Yemâni´nin Hacer-i Esved´e yakýntarafýndan baþlamak gerekir. Tâ ki bütün bedeniyle Hacer-i Esved´in bütününe uðramýþ olsun. Avamdan çok kimseler gördük ki, tavafa baþlýyorlar. halbuki Hacer-i Esved´in bir kýsmý onlarýn tavafýnýn dýþýnda kalýyor. Bundan sakýn!»
Ben derim ki: Biz bu þekli Lübab´dan naklen arzetmiþ ve vâcip deðil, müstehap olduðunu söylemiþtik. Fethu´l-Kadîr sahibi dahi bunu açýklamýþ, ta´lilini yaparken, "Bunu bütün bedeniyle Hacer-i Esved´e uðramayý þart koþanlarýn hilâfýndan çýkmak için yapar." demiþtir. Lübab Þerhi´nde Aliyyü´l-Kâri de bu hususta ona tâbi olmuþ, Kirmânî onun daha mükemmel ve efdal olduðunu söylemiþtir. Sonra Aliyyü´l-Kâri þöyle demiþtir: «Aksi takdirde Hacer-i Esved´i mutlak olarak karþýsýna alsa da tavafý niyet etse, bize göre maksut olan asýl da - ki Hacer-i Esved´den baþlamaktýr - sünnet de desek, farz veya vâcip, yahut þart olduðunu da söylesek kâfidir» Þurunbulâliyye´de Bahýr´dan naklettiðimiz ibareden sonra þöyle denilmiþtir: «Bu, durduðu zaman Hacer-i Esved´in karþýsýnda bulunmadýðýna göredir. Meselâ Mültezem tarafýna durur da, bedeninin bir kýsmýný Hacer-i Esved´i öpmek için eðiltir. Fakat bedeniyle Hacer-i Esved´in karþýsýnda duran kimsenin karþýsýna rüknu Yemâni´nin bir kýsmý gelir. Çünkü Hacer-i Esved´le onun bulunduðu rükün (köþe), karþýsýnda duran kimsenin bedeni kadar geniþ deðildir, Bununla da Hacer-i Esved´den baþlamýþ olur.»
Ben derim ki: Lâkin böyle yapmakla, o kimsenin bütün bedeni bütün Hacâr-i Esved´e uðramýþ olmaz. Ama biliyorsun ki, bize göre bu da lâzým deðildir. Galiba Þârih, "demiþlerdir" sözüyle bunun zayýf olduðuna iþaret etmiþtir.
METÝN
Tavafa baþlamazdan önce omuzundaki örtüyü sað koltuðunun altýndan geçirerek, ucunu sol omuzunun üzerine koyar. Bu sünnettir. Tavafý Hatim´in arkasýndan yapmak vâciptir. Çünkü Hatim´in altý arþýn yeri Kâbe´dendir. Aralýktan tavaf ederse caiz deðildir. Nitekim ihtiyaten ona karþý namaz da böyledir. Hatim´in içinde Hz. Ýsmail ile Hacer´in kabirleri vardýr.
ÝZAH
«Tavafa baþlamazdan önce» Fetih´te burada, "Tavafa baþlamazdan az önce iztýbâ yapmak gerekir." denilmiþtir. (Ýztýbâ, ihramý sað koltuðunun altýndan geçirip, sol omuzunun üstüne koymaktýr.) Þârih de, "Baþlamadan az önce" dese daha doðru olurdu. Anla! Lübab Þerhi´nde þöyle denilmiþtir: "Bilmiþ ol ki, iztýba tavafýn bütün þavtlarýnda sünnettir. Nitekim Ýbn-i Ziya açýklamýþtýr. Tavafýný bitirdikte hacý bunu terk eder. Hattâ iki rekat tavaf namazýný iztýbâlý olarak kýlsa mekruh olur. Çünkü omuzunu açmýþtýr. Sa´yde iztýba yapýlmayacaðýna dair söz ileride gelecektir."
«Bu sünnettir.» Yani sonunda sa´y yapýlan tavaf-ý kudûm ve umre gibi her tavafta iztýbâ sünnettir. Sa´y geri býrakýr ve elbisesini giymezse, tavafý ziyaret de öyledir.
Þimdi, bir özürden dolayý dikiþli elbise giyenin hükmü kalýr. Acaba onun da ihramlýya benzemesi sünnet midir, deðil midir? Ulemamýz bu hususta bir þey söylememiþlerdir. Þâfiîlerden bazýlarý, "Onun hakkýnda imkânsýzdýr." demiþlerdir. Yani mükemmel surette yapmasý imkânsýzdýr. Þu halde bu söz, bazý Þâfiîlerin, "Ona meþrudur denilebilir. Velev ki omuzu, dikiþli elbise ile örtülü olsun. Çünkü özrü vardýr." sözüne aykýrý deðildir.
Ben derim ki: Yapmasý daha münasiptir. Bu satýrlar kýsaltýlarak Lübab Þerhi´nden alýnmýþtýr.
"Hatim" Buna Hazire-i Ýsmail de derler. Kâbe´nin dýþýnda altýn oluðun altýna gelen kýsýmdýr. Üzerinde yarým daire þeklinde duvar olup, Kâbe ile aralarýnda bir aralýk vardýr. ´Hatim´ denilmesi, Kâbe´den ayrýldýðý içindir. (Çünkü kelimenin aslý, kýrýlýp ufalanan mânâsýna gelir.) Buna ´ Hicýr ´ dahi denir. (Hicýr, men etmektir.) Çünkü ondan men edilmiþtir.
«Çünkü Hatim´in altý arþýn yeri Kâbe´dendir.» Fetih´te þöyle denilmiþtir: "Hicrýn hepsi Kâbe´den deðildir. Onun yalnýz altý arþýn yeri Kâbe´dendir. Çünkü Hz. Aiþe (r.a.) hadisinde, "Rasulullah (s.a.v.) Hicrýn altý arþýný Kâbe´dendir, geri kalaný Kâbe´den deðildir buyurdu." denilmiþtir. Bu hadisi Müslim rivayet etmiþtir.»
«Aralýktan tavaf ederse caiz deðildir.» Aliyyü´l-Kâh Nikâye Þerhi´nde þöyle demektedir: «Aralýktan tavaf ederse, tavafýn mükemmel olmasý için kâfi deðildir. Bu tahakkuk etmek için bütün tavafý tekrarlamak gerekir. Yalnýz Hatim´den tekrarlarsa kâfi gelir. Meselâ Hicr´ýn dýþýnda saðýndan baþlar. Sonuna kadar gider, sonra aralýktan Hicr´ýn içine girer ve öbür tarafýndan çýkar. Yahut Hicr´ýn içine hiç girmez. Bu daha iyidir. Hicr´ýn baþýndan sonuna doðru gider gelir. Bunu yedi defa yapar. Tavafýn ramel ve diðer sýfatlarýný da kaza eder. Ama etmese de tavafý sahihtir. Yalnýz bir ceza kurbaný vâcip olur. »
«Ýhtiyaten ona karþý namaz da böyledir.» Yani Hatime karþý namaz kýlarsa namazý sahih deðildir. Çünkü Kâbe´ye karþý durmanýn farz olduðu, kat´î delil ile sabittir. Hatim´in Kâbe´den olmasý ise, haber-i vâhit ile sabittir. Binaenaleyh sanki bir cihetten Kâbe´denmiþ, bir cihetten Kâbe´den deðilmiþ gibi olur. Þu halde ihtiyat, tavafý onun arkasýndan yapmanýn vâcip olmasý ve ona karþý namaza durmanýn sahih olmamasýdýr.
«Hatim´in içinde Hz. Ýsmail ile Hacer´in kabirleri vardýr.» Bunu Bahýr sahibi Gâyetü´l-Beyan´a nisbet etmiþtir. Bazýlarýnýn beyanýna göre, ibn-i Cevzî Hz. Ýsmail´in kabrinin, altýn olukla Hicr´ýn batý kapýsý arasýnda olduðunu söylemiþtir.
T E M B Ý H : Þârih þadýrvaný zikretmemiþtir. Bu, Kâbe duvarýndan bir arþýnýn üçte ikisi kadar dýþarýya bel vermiþ bir çýkýntýdýr ki, Kâbe´den olduðu söylenir. Hatim gibi Kureyþ Kâbe´yi tamir ederken o da dýþarýda kalmýþtýr. Bize göre o Kâbe´den deðildir. Lâkin ulemanýn hilâfýndan çýkmak için, tavafýn onun arkasýndan yapýlmasý gerekir. Nitekim Fetih, Lübab ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir.
METÝN
Tavaf sadece yedi þavttýr. Bilerek sekiz defa tavaf ederse, sahih kavle göre o kimseye yedi þavtý tamamlamak lâzým gelir. Çünkü baþlamýþtýr. Yaný o þavta kendi iltizamý ile baþlamýþtýr. Onun yedinci olduðunu zannederek baþlamasý bunun hilâfýnadýr. Çünkü ona iltizam ederek deðil, ýskat için baþlamýþtýr. Hacc bunun hilâfýnadýr. Bilmelisin ki, tavaf yeri zemzemin arkasýndan bile olsa, mescidin içi sayýlýr, dýþý deðildir. Çünkü Beyt´i deðil, mescidi tavaf etmiþ olur. Tavaftan veya sa´yden cenazeye veya farz namaza; yahut abdest tazelemeye çýkar da sonra dönerse, bina eder.
ÝZAH
«Tavaf yedi þavttýr.» Hacer-i Esved´den Hacer-i Esved´e bir þavt sayýlýr. Hâniyye. Ama bu, tavafýn farzýný deðil, vâcibini beyandýr. Çünkü yukarýda geçti ki, yedi þavtýn az olan kýsmý vâciptir. Ceza kurbaný ile tamamlanýr. Rükün olan bu þavtlarýn ekserisidir. Bahýr. Lâkin zâhire göre bu hem farzda, hem vâciptedir. Ulemanýn açýkladýklarýna göre, bir kimse tavaf-ý saderin ekseri þavtlarýný býraksa, kendisine ceza kurbaný lâzým gelir. Azýný býrakýrsa, her þavt için sadaka verir. Tavaf-ý kudûmda ise, baþlayýp býraktýktan sonra kendisine ne lâzým geleceðini açýklamamýþlardýr. Sindî´nin Mensik-i Kebir´inde yaptýðý incelemeye göre, o da tavaf-ý sader gibidir. Fakat Lübab þârihi kendisine itiraz etmiþ, "Tavaf-ý sader aslý itibarý ile vâciptir. Binaenaleyh baþlamakla vâcip olan tavaf ona kýyas edilemez. Zâhire bakýlýrsa, onu terk etmekle nâfile namazda olduðu gibi, tevbeden baþka bir þey lâzým gelmez." demiþtir. Mesele kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Þöyle denilebilir: Tavafýn baþlamakla vâcip olmasý, tamamlanmasý vâciptir, ihmal edilirse kazasý lâzým gelir mânâsýnadýr. Bundan, nâfile namazda olduðu gibi onu bütün vâcipleriyle yapmak lâzým gelir. Hattâ onun bir vâcibini terk etse, onu tekrarlamasý icabeder; yahut iptidaen vâcip olan namaz gibi ondan terkettiðini tamamlayan bir þey yapmasý lâzým gelir. Burada da öyledir. Þavtlarýn azýný terkederse sadaka vermesi; çoðunu terkederse ceza kurbaný vacip olur. Çünkü tavafta terkedilen vâcibin tamamlanmasý böyle olur Ve týpký nâfile namazda terkettiði vâcibi secde-i sehiv ile tamamlamasýna benzer. Allah´u a´lem!
«Bilerek...» Yani sekizinci tavaf olduðunu bilir, fakat onu baþka tavafa girmek kastýyla deðil de vehim veya vesveseye binaen yaparsa tamamlanmasý gerekir. Baþka tavafa girmek maksadýyla yaparsa, o zaman ittifaken lâzým gelir. Lübab Þerhi.
Ben derim ki: Lâkin ta´lîl hilâfýn baþka tavafa girmek istediði zaman dahi cârî olduðunu ifade etmektedir.
«Çünkü ona iltizam ederek deðil, ýskat için baþlamýþtýr.» Yani ona boynundaki borcu ýskat için baþlamýþtýr. Bu borç yedi þavtý tamamlamaktýr. Kendisine yeni bir þavt lâzým gelsin diyebaþlamamýþtýr ki, tamamlamasý icabetsin.
«Hacc bunun hilâfýnadýr.» Çünkü hacca borcunu ýskat için baþladýðý vakit, tamamlamasý lâzým gelir. Diðer ibadetler bunun hilâfýnadýr. Bahýr. Elhasýl tavaf; namaz, oruç vesair ibadetler gibidir. Ona ýskat niyetiyle baþlarsa; meselâ farzdýr zannýyla baþlar da, sonra farz olmadýðý anlaþýlýrsa, tamamlamasý lazým gelmez. Bundan hacc müstesnadýr. Zira faslýn baþýnda geçtiði vecihle, onu mutlak surette tamamlamak gerekir.
TEMBÝH: Bir kimse tavaf-ý rükünde þavtlarýn sayýsýnda þüphe ederse, o tavafý tekrarlar. Zann-ý galibi üzerine bina etmez. Namaz böyle deðildir. Bazýlarý, "Bu hal çok baþýna gelirse araþtýrýr. Kendisine âdil bir kimse, kaç þavt yaptýðýný haber verirse, onun kavli ile amel etmesi müstehap; iki âdil kimse haber verirse, onlarýn kavliyle amel etmesi vâcip olur" demiþlerdir. Lübab. Lübab þârihi diyor ki: «Bunun mefhumunu alýrsak þöyle olur: Rükün olmayan þavtlarda þüphe ederse tekrarlamaz. Bilâkis zann-ý galibi üzerine bina eder. Çünkü farzdan baþka þeyler, geniþlik ve kolaylýk üzerine kurulmuþtur. Zâhire bakýlýrsa, vâcip rükün hükmündedir. Zira farzý amelidir.»
«Zemzemin» veya Makam-ý Ýbrahim´in yahut direklerin arkasýndan: yahut binanýn üzerinden olup Kâbe´den yüksek bile olsa, mescidin içi sayýlýr. Lübab.
«Beyt´i deðil.» Çünkü mescidin duvarlarý o kimseyle Beyt arasýna girer. Bunu Muhit´ten naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Mefhum-u muhalifi þudur: Duvarlar yýkýlmýþ olsa sahih olurdu. Fetih sahibinin tahkikine göre, Mebsût´un ta´lîlinden alarak bu mefhum muteber deðildir.
«Bina eder.» Yani yaptýðý tavafýn üzerine devam eder. Yeniden baþlamasý gerekmez. Fetih,
Ben derim ki: Zâhirine bakýlýrsa, yeniden baþlamakla bir þey lâzým gelmez. Evvelkini tamamlamasý da lâzým gelmez. Çünkü bu yenileme, þavtlar arasýnda devam suretiyle ikmal için yapýlýr. Sonra Lübab´da buna delâlet eden sözler gördüm. Tavafýn müstehaplarý faslýnda Lûbab sahibi þöyle diyor: «Müstehaplardan biri de, tavafý böler veya mekruh þekilde yaparsa, ona yeniden baþlamaktýr.» Þârihi "bölerse" sözünü "velev ki bir özürden dolayý olsun" diye þerh etmiþtir. Zâhire bakýlýrsa, bu tavafýn ekserisini yapmamýþ olmakla kayýtlýdýr.
Þimdi þu kalýr: Þavt esnasýnda cenaze yahut vakit namazý gelirse, o þavtý tamamlar mý, tamamlamaz mý? Bunu bizim ulemamýzdan açýklayan görmedim. Ýmamla beraber bir rekatý kýlamayacaðýndan korkarsa tamamlamak gerekir. Bir de býraktýðýnýn üzerine bina etmeye döndüðü vakit, ayrýldýðý yerde mi bina eder, yoksa o þavta Hacer-i Esved´den mi baþlar? Zâhire bakýlýrsa, namazda abdesti bozulana kýyasen, ayrýldýðý yerde bina eder. Sonra gördüm ki, ulemadan biri bunu Sahih-i Buhârî´den, O da Tâbiin´den Atâ b. Ebi Rabâh´tan nakletmiþ. Fetih sahibinin, "Yaptýðý tavafýn üzerine bina eder." sözünün zâhiri de budur. Allah´u a´lem.
T E M B Ý H : Haceti yokken çýkarsa mekruh iþlemiþ olur. Ama tavafý bozulmaz. Lübab sahibi, "Tavafýn müfsidi yoktur." demiþ, mekruhlarýndan olmak üzere tefrîkini, yani þavtlarýn arasýný çok ayýrmayý saymýþtýr. Sa´yde de böyle demiþ; hattâ Mensik-i Kebir´inde þunlarý söylemiþtir: "Sa´yi çok ayýrýrsa, meselâ her gün bir þavt yahut daha az yaparsa sa´yi bâtýl olmaz, ama yeniden baþlamasý müstehap olur."
METÝN
Tavaf ve sa´yde yiyip içmek, fetva vermek ve okumak caizdir. Lâkin zikir bunlardan daha faziletlidir. Nevevî´nin Mensik´inde, "Rivayet olunan zikir efdaldir. Ama rivayet olunmayan zikir yerine Kur´an okumak daha faziletlidir. Araþtýrýlmalýdýr." deniliyor. Sadece ilk üç þavtta ramel yapmak, yani adýmlarýný sýklaþtýrýp süratle yürümek ve omuzlarýný sallamak sünnettir. Rameli terk eder veya unutursa, velev ki üç þavtta olsun, kalan þavtlarda ramel yapmaz. Kendisini cemaat sýkýþtýrýrsa, bir aralýk bulup da ramel yapýncaya kadar durur. Ýstilam böyle deðildir. Çünkü onun bedeli vardýr.
«Tavaf ve sa´yde yiyip içmek, fetva vermek ve okumak caizdir.» Lübab´da açýklanan, her ikisinde satýþýn mekruh olduðu, yemenin ise tavafta mekruh olup sa´yde mekruh olmadýðýdýr. Satýn almak da satmak gibidir. Lübab´da su içmek, ikisinde de mübahlardan sayýlmýþtýr.
«Lâkin zikir bunlardan daha faziletlidir.» Yani tavafta zikir, Kur´an okumaktan efdaldir. Fetih sahibinin Tecnîs´ten naktettiði budur. Diyor ki: «Hâkim´in Kâfî´sinde - ki Ýmam Muhammed´in kavillerini toplamýþtýr "Tavafta yüksek sesle Kur´an okumak mekruhtur. Haddi zatýnda Kur´an okumakta bir beis yoktur." denilmektedir. Müntekâ´da dahi Ebû Hanife´den naklen "Erkeðin tavaf ederken okumamasý gerekir. Allah Teâlâ´yý zikretmesinde bir beis yoktur." denilmektedir. Tecnîs´te zikredilen, Hâkim´in naklettiðine aykýrý deðildir. Çünkü "beis yoktur" sözü, ekseriyetle evlânýn hilâfýna mânâsýna kullanýlýr.» Yani Müntekâ´nýn "beis yoktur" sözü, ekseriyetle kullanýlmayan mânâdadýr demek istiyor. Fetih sahibi bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «Hâsýlý Peygamber (s.a.v.)´in yolunu tutmak efdaldir. Ondan ise tavafta Kur´an okuduðu sabit olmamýþtýr. Bilâkis zikir rivayet olunmuþtur. Selefin birbirine rivayet edip icma haline getirdikleri budur. Binaenaleyh evlâdýr. »
«Araþtýrýlmalýdýr.» Ben derim ki: Yukarýda zikrettiðimiz nakillerden elde edilen þudur: Kur´an okumak evlanýn hilâfýdýr. Zikirde bulunmak ondan daha faziletlidir. Zikir rivayet edilmiþ veya edilmemiþ olsun fark etmez. Nitekim mutlak sözün muktezasý budur. Meðer ki bu kelimeden kâmil zikir murad olunsun. Bu takdirde rivayet olunan zikir kastedilir ve Þârih´in Nevevî´den naklettiðine uyar. Lübab Þârihi bunu beðenmiþtir. Lâkin Kur´an okumanýn rivayet olunmayan zikirden evlâ oluþuna Müntekâ´nýn, "Tavaf ederken Kur´an okumamasý gerekir." sözü aykýrýdýr. Çünkü bu, Kur´an okumaktan tenzihen men edildiðini gösterir. Zâhire bakýlýrsa, rivayet olunmamýþ zikirden men edilmez. Buna, yukarýda Hidâye´den naklettiðimiz söz delâlet etmektedir ki þudur: «imam Muhammed (r.) Asýl adýndaki kitabýnda, hacc yerlerinde muayyen bir dua zikretmemiþtir. Çünkü tayin rikkati giderir. Ama teberrüken nakledilmiþ zikri okursa iyi olur.» Bu gösteriyor ki, burada zikirden murad, mutlak olan zikirdir. Nitekim ulemanýn mutlak sözlerinden bu kastedilir. Nevevî´nin verdiði izahat buna muhaliftir. Düþünülsün!
T E M B Ý H : Rivayet edilmiþtir ki, Peygamber (s.a.v.) iki rükün arasýnda,
"Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, âhirette de iyilik ver. Bizi Cehennem azabýndan koru." âyetini okumuþtur. Bu, yukarýda zikrettiklerimize aykýrý deðildir. Çünkü zâhir olan, içinde zikir bulunmayan âyeti okumanýn men edilmesidir. Yahut Rasulullah (s.a.v.) bunu zikir kastýyla veya caiz olduðunu göstermek için okumuþtur.
«Ramel yapmak» arkasýndan sa´y yapýlmayan her tavafta olur. Aksi takdirde ramel yapýlmaz. Nitekim iztýbâ da böyledir. Bedâyi. Nehir sahibi diyor ki: «Gâye´de bildirildiðine göre, "Bir kimse kýrân haccý yapar da umrenin tavafýnda ramelle yürürse, tavaf-ý kudûmda ramel yapmaz." Muhît´te, "Tavaf-ý tahiyyeyi abdestsiz yapar da, ondan sonra sa´y eder se, tavaf-ý ziyarede ramel yapmasý gerekir. Ondan sonra sa´y dahi yapar. Çünkü birincisi nâkýs tavaftan sonra olmuþtur. Onu tekrarlamasa bile bir þey lâzým gelmez" denilmiþtir.»
«Sünnettir.» Müslim ile Ebû Davûd ve Nesâi´nin sahihlerinde Ýbn-i Ömer (r.a.)´dan rivayet olunmuþtur ki: «Rasulullah (s.a.v.) Hacer-i Esved´den Hacer-i Esved´e üç þavtta ramel yaptý, dördünde yürüdü.» demiþtir. Fetih. Ýbn-i Abbâs, "ramel sünnet deðildir" demiþtir. Bazý ulema bu kaville amel etmiþlerdir. Nitekim Kirmânî´nin Menâsik´inde zikredilmiþtir. Nehir.
«Velev ki üç þavtta olsun.» Fetih sahibi diyor ki: «Bir þavt yürür de, sonra hatýrlarsa, iki þavttan baþkasýnda ramel yapmaz. Üç þavtta hatýrlamazsa, ondan sonra ramel yapmaz.» Yani dört þavtta rameli terk etmek sünnettir. Onlarda ramel yaparsa, iki sünneti terk etmiþ olur. "Bir sünneti terk etmek daha hafiftir" demek istiyor. Bahýr. Bütün þavtlarda ramel yaparsa, kendisine bir þey lâzým gelmez. Valvalciyye. Ama sünnete muhalefet ettiði için tenzihen mekruh olmasý gerekir. Bahýr.
«Durur.» Tahâvî þerhi´nde, "Ramel imkâný buluncaya kadar yürür." denilmiþtir ki, daha açýktýr. Çünkü durmasý sünnete muhaliftir. Nikâya Þerhi Kâri. Lübab þerhi´nde ise þöyle denilmektedir: "Çünkü þavtlar arasýnda ve tavafýn cüzlerinde muvâlât (peþpeþe gitmek) bilittifak sünnettir. Hattâ ´vâciptir´ diyenler vardýr. Binaenaleyh ihtilâflý bir sünnet için onu terk edemez.»
Ben derim ki: Ýki kavlin arasýný bulmak için tafsilat vermek gerekir ve sýkýþýklýk baþlamazdanönce olursa durur. Çünkü tavafa acele baþlamak müstehaptýr. Binaenaleyh sünnet-i müekkede olan rameli yapmak için onu terk eder. Sýkýþma tavaf esnasýnda olursa, muvâlâtý kaçýrmamak için durmaz demelidir.
«Çünkü onun bedeli vardýr.» Onun bedeli, Hacer-i Esved´e iþaret etmektir. Ramelin ise badeli yoktur.
METÝN
Tavaf, her þavtta Hacer-i Esved´dan Hacer-i Esved´e yapýlýr ve Hacer-i Esved´in yanýndan her geçtikçe zikredilen istilamý yapar. Rükn-ü Yemâni´yi de istilam eder. Bu menduptur. Lâkin öpmek yoktur. imam Mühammed, "sünnettir ve öper" demiþtir. Deliller onu te´yîd etmektedir. Bunlarýn ikisinden baþkasýný istilam etmek mekruhtur. Tavafý Hacer-i Esved´i istilam ederek bitirmek sünnettir; sonra sahih kavle göre mübah bir vakitte iki rekat namaz kýlmak vâciptir. Bu namaz, her haftadan sonra Makam-ý Ýbrahim´de kýlýnýr. Makam-ý Ýbrahim, Hz. Ýbrahim´in ayak izleri bulunan taþlardýr. Mescidin bir baþka yerinde de kýlýnabilir. Acaba mescit taayyün etmiþ midir? Bu hususta iki kavil vardýr.
ÝZAH
«Hacer-i Esved´den Hacer-i Esved´e yapýlýr.» Bazýlarýnýn dediði gibi, rükn-ü Yemâni´ye yapýlmaz.
«Her þavtadan murad, üç þavttýr.
«Ve Hacer-i Esved´in yanýndan her geçtikçe» yedi þavtýn hepsinde istilam yapar. Ýstilam, her iki þavtýn arasýnda sünnettir. Nitekim Gâyetü´l-Beyan´da zikredilmiþtir. Muhit ile Valvalciyye´de ise, baþta ve sonda sünnet olduðu zikredilmiþtir. Bunlarýn arasýnda istilam âdaptandýr. Bahýr. Lübab Þerhi´nde bu iki kavlin arasý bulunmuþ, "Baþta ve sonda istilam oradakilerden daha kuvvetlidir." denilmiþtir. Lübab þârihi, "Keza tavafla sa´y arasýnda da sünnettir." demiþtir. Hidâye´de beyan edildiðine göre, bir kimse istilam yapamazsa, Hacer-i Esved´e doðru dönerek tekbir ve tehlil getirir. Bunu evvelce söylediðimiz vecihle yapar. Fetih sahibi diyor ki: «Musannýf, her þavta baþlarken Hacer-i Esved´e karþý dönüp her tekbir aldýðýnda ellerini kaldýracaðýný söylememiþtir. Bence doðru hareket, el kaldýrmamaktýr. Rasulullah (s.a.v.)´den bunun hilâfýnýn rivayet olunduðunu görmedim.»
«Rükn-ü Yemâni´yi de istilam eder.» Yani bunu her þavtta yapar. Burada istilamdan murad, elleriyle yahut sadece sað eliyle öpmeden rükne dokunmaktýr. Secde de gerekmez. Kalabalýktan dokunamadýðý zaman, onun yerine iþaret de etmez. Lübab Þerhi.
«Deliller onu te´yîd etmektedir. Yani onun "sünnettir öper" sözünü te´yîd eder. Lâkin Lübab Þerhi´nde beyan edildiðine göre, zâhir rivayet birinci kavildir. Nitekim Kâfi, Hidâye ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Kirmânî´de "Sahih olan budur" denilmiþ; Nuhbe´de, "ÝmamMuhammed´den rivayet edilen kavil pek zayýftýr." Bedâyi´de, "Onu öpmenin sünnet olmadýðýnda hilâf yoktur.", Sirâciyye´de ise; "Kavillerin esah olanýna göre onu öpmez." ifadeleri kullanýlmýþtýr.
«Ýkisinden baþkasýný istilam etmek mekruhtur.» Baþkasý ´ndan murad, rükn-ü Irâkî ilç rükn-ü Þâmî´dir. Çünkü bunlar hakikatte rükün deðil, Beyt-i Þerif´in ortasýndadýrlar. Zira Hatimin bir kýsmý Beyt´tendir Bedâyi. Buradaki kerahet tenzihiyyedir. Nitekim Bahýr´da zikredilmiþtir.
«Sahih kavle göre mübah bir vakitte iki rekat namaz kýlmak vâcip-
tir.» Mübah vakit kaydý, yalnýz namaz içindir, Kerahet vaktinde namaz kýlmak mekruhtur. Fakat tavaf mekruh deðildir. Burada sünnet, tavafla namazý peþ peþe îfa etmektir. Namazý tavaftan sonraya geciktirmek mekruhtur. Meðer ki kerahet vaktine tesadüf ede. Ýkindiden sonra tavaf ederse akþam namazýný kýlar; sonra iki rekat tavaf namazýný, sonra akþamýn sünnetini kýlar. Tavaf namazýný mekruh vakitte kýlmýþ olsa, bazýlarýna göre kerahetle sahih olur. Ama bozmasý vâciptir. Bozmayýp devam ederse, onu tekrar kýlmasý daha iyidir. Lübab. Bunu mutlak býrakmasý söz götürür. Çünkü namaz vakitlerinde geçmiþti ki, vâcip bir namaz velev ki iki rekat tavaf namazý ve nezir namazý gibi ligayrihi (baþka bir sebeple) vâcip olsun. Yasak olan üç vakitte, yani güneþ doðarken, semanýn ortasýnda iken ve batarken münakit olmaz. Fecirden ve ikindi namazýndan sonra kýlýnan bunun hilâfýnadýr. Çünkü bunlar kerahetle münakit olurlar. Bu iki rekatta, Peygamber (s.a.v.)´in fiiline uymuþ olmak için, Kâfirûn ve Ýhlâs sûreleri okunur. Nehir. Namazdan sonra Hz. Âdem´in duasýný okumak müstehaptýr.
(Bu dua þudur:
"Ey Allahým! Þüphesiz sen benim gizlimi, âþikârýmý bilirsin. Benim özrümü kabul et! Hacetimi bilirsin. Bana isteðimi ver! Gönlümdekini bilirsin. Bana günahlarýmý baðýþla! Allahým! Ben senden doðrudan kalbimden gelen bir îman ve sâdýk bir yakin isterim. Ta ki bana yazdýðýndan baþkasý baþýma gelmeyeceðini bileyim. Bana kýsmet buyurduðun þeylere rýza dilerim ey acýyanlarýn acýyaný!")
Ýki rekattan fazla kýlarsa caizdir. Ama farz namazý ile nezir namazý bu iki rekatýn yerini tutmaz. Tavaf namazý kýlanlar birbirlerine uyamazlar; Çünkü birinin tavafý diðerinin de tavafý deðildir. Bir kimse çocuða tavaf ettirirse, onun namýna tavaf namazý kýlmaz. Lübab. Tavaf namazýnýn sünnet olduðunu söyleyenler de vardýr. Kuhistânî.
«Bu namaz her haftadan sonra Makam-ý Ýbrahim´de kýlýnýr.» Yani baþka bir tavaf yapmak istemezse, mühletli olarak vâcip olur. Baþka bir tavaf yapacaksa derhal kýlmasý icabeder. Bahýr. Sirâc´da þöyle denilmiþtir: «Ýmam-ý Âzam´la Muhammed´e göre, iki hafta veya daha fazlasý arasýnda tavaf namazýný kýlmadan geçirmek mekruhtur. Velev ki terk ettiði haftalar tekolsun. Ýmam Ebû Yusuf, "Üç, beþ veya yedi hafta gibi tek haftalarýn tavaf namazýný býrakmak mekruh deðildir." demiþtir. Bu hilâf, mekruh olmayan vakitler hakkýndadýr. Kerahet vaktinde ise býrakmak bilittifak mekruh deðildir. O namazý mübah bir vakite býrakýr.» Kerahet vakti geçince, acaba her haftanýn tavaf namazýný kýlmadan önce tavafa baþlamak mekruh olur mu, olmaz mý? Bahýr sahibi diyor ki: «Ben bunu görmedim. Ama mekruh olmasý gerekir. Çünkü o zaman bu haftalar tek bir hafta gibî olur.»
Baþka bir tavafa baþladýktan sonra bir þavtýný tamamlamadan tavaf namazýný kýlmadýðýný hatýrlarsa tavafý bozar. Aksi halde tavafý tamamlar; her hafta için iki rekat tavaf namazý kaza etmesi gerekir. Lübab. Musannýf haftayý mutlak zikretmiþtir. Binaenaleyh farz, vâcip, sünnet ve nafile bütün tavaflara þâmildir. Bazýlarý buna muhalif olarak namazý, ´ vâcip olan tavafa ´ diye kayýtlamýþlardýr. Fetih sahibi, "Deliller mutlak olduðu için, bu söz bir þey ifade etmez." demiþtir. Zâhire göre haftadan murad, sayý deðil, tavaftýr. Hattâ þavtlarýn az olanýný bir özürden dolayý býraksa, iki rekat tavaf namazý kýlmasý vâcip olur. Býraktýðýnýn dahi gereðini yapar. Araþtýrmalýdýr. Lübab þerhi´nde, "Her tavaftan sonra namaz vâciptir. Velev ki tavafý noksan yapsýn. Binaenaleyh sayý noksanlýðýna da - abdestsiz ve cünüp olarak yapýlan tavafta olduðu gibi - vasýf noksanlýðýna da ihtimali vardýr." denilmekte ise de, zâhire bakýlýrsa onun muradý ikincisidir.
Burada Lübab´ýn ibaresi, "Makam-ý Ýbrahimin arkasýnda kýlar" þeklindedir. Lübab sahibi diyor ki: «Bundan murad, yakýn olduðu için âdeten ve örfen Makam-ý Ýbrahim denilebilen yerdir. Ýbn-i Ömer (r.a.)´den rivayet olunduðuna göre, kendisi Makam-ý Ýbrahim´in arkasýnda namaz kýlmak istediði vakit, makamla kendi arasýna bir veya iki saf yahut bir veya iki adam koyarmýþ. Bunu Abdürrezzak rivayet etmiþtir.»
«Taþlardýr.» Bunu Bahýr sahibi Kâdî Tefsirinden naklen söylemiþse de, ´taþtýr´ diye müfret sîgasý kullanmýþ ve, "Bu taþ, üzerine çýkarak insanlarý hacca dâvet ettiði yerdir." demiþtir. ´Bazý seçkin âlimlerin bildîrdiklerine göre, Makam-ý ibrahim´deki taþýn yerden yüksekliði, yarým arþýn bir çeyrek bir sekizde birdir. Üst kýsmý her tarafýndan dörtgen olup, yarým arþýn ve bir çeyrektir. Ayaklarýnýn battýðý yerin derinliði yedi buçuk kýrattýr.
«Bu hususta iki kavil vardýr.» Ben Þarih´in hikâye ettiði iki kavli görmedim. Yalnýz Nehir´in ibaresi vehim vermektedir ki, bu ibare söz götürür. Umumiyetle kitaplarda meþhur olan, tavaf namazýnýn mescitte kýlýnmasýnýn baþka yerde kýlýnmasýndan efdal olduðudur. Lübab´da kaydedildiðine göre, bu namaz bir zamana ve mekâna mahsus deðildir. Vakti de geçmez. Kýlýnmazsa ceza kurbaný ile ödenmez. Bir kimse onu Harem´in dýþýnda - velev memleketine döndükten sonra - kýlarsa caiz olur. Yalnýz mekruhtur. Makam-ý Ýbrahim´in arkasýnda eda edilmesi kuvvetli müstehaptýr. Ondan sonra Kâbe içinde, sonra Hicýrda, sonra Mîzâbda, sonra Hicra yakýn her yerde, sonra Hicrýn kalan yerinde, sonra Beyt´e yakýn yerde, sonra mescitte, sonra Harem´de eda edilebilir. Harem´den sonra fazilet kalmaz. Artýk isaet (kötülük) olur.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 22:19:39
Safa Ýle Merve Arasýnda Sa´y
METÝN
Sonra Mültezem´e gider ve zemzem suyundan içer. Sa´y yapmak isterse, dönerek Hacer-i Esved´i istilam eder, tekbir ve tehlil getirerek Safa Kapýsý´ndan çýkar. Bu menduptur. Kapýdan Safa´ya Kâbe´yi görecek þekilde çýkar ve Beyti Þerif´e doðru dönerek yüksek sesle tekbir ve tehlil alýr; Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirir. Hâniyye.
ÝZAH
«Mültezem», Hacer-i Esved ile Kâbe´nin kapýsý arasýdýr. Fetih´te þöyle denilmiþtir: «Ýki rekat tavaf namazýndan sonra zemzeme gitmek müstehaptýr. Sonra Safa´ya çýkmadan Mültezem´e gelir. Bazýlarý evvela Mültezem´e geleceðini; sonra tavaf namazý kýlýp zemzeme gideceðini, sonra Hacer-i Esved´e döneceðini söylemiþlerdir. Bunu Surûcî kaydetmiþtir.»´ Daha kolay ve efdal olan ikincisidir. Ona göre amel olunmaktadýr. Lübab Þerhi. Þârih´in söylediði ise, zâhire göre iki kavle de muhaliftir. Lâkin atýf edatlarýndan ´vav´ tertip iktiza etmez. Binaenaleyh sözü birinci kavle yorumlanýr. Lübab Þerhi´nde tavaf-ý saderden bahsedilirken; "Rivayetlerin meþhur olaný budur. Esah olan da budur. Nitekim Kirmânî ve Zeylâî de bunu açýklamýþlardýr." denilmektedir. Þârih burada Mültezem´e ve zemzeme gidileceðini söylemiþse de, birçok kitaplarda tavaf namazý ile Safa´ya teveccüh arasýnda bunlara gidileceði zikredilmemiþtir. Ýhtimal müekket sünnet olmadýðýndandýr.
«Sa´y yapmak isterse» ifadesi gösteriyor ki, Hacer-i Esved´e dönmek, ancak ondan sonra sa´y yapmak isteyene müstehaptýr. Sa´y yapmak istemezse müstehap deðildir. Nitekim Bahýr ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Keza ramel ve iztýbâ da, arkasýnda sa´yi yapýlacak tavafa baðlýdýrlar. Nitekim arzetmiþtik. Þârih Nehir´deki þu ibareye iþaret etmiþtir: «Tavaf-ý kudûmden sonra sa´y yapmak ruhsattýr; Çünkü hacý, bayram günü farz olan "tavafla kurban kesmek ve þeytan taþlamakla meþguldür. Yoksa efdal olan, onu farz olan tavaftan sonraya býrakmaktýr. Çünkü vâciptir. Binaenaleyh onu farza tâbi kýlmak evladýr. Tuhfe ve diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir.» Lâkin Lübab´da efdaliyet hususunda hilâf olduðu zikredilmiþtir. Lübab sahibi sonra þöyle demiþtir: «Hilâf, kýrân yapandan baþkasý hakkýndadýr. Kýrân yapana gelince: Onun için efdal olan, sa´yi baþtan yapmaktýr. Yahut bu sünnettir.» O sa´yin tavaftan sonra yapýlacaðýna da iþaret etmiþtir. Aksine hareket ederse sa´yi tekrarlar. Çünkü sa´y tavafa baðlýdýr. Muhit´te açýklandýðýna göre sa´yin sahih olabilmesi için evvela tavaf yapmak þarttýr. Bundan anlaþýlýr ki, sa´yi geriye býrakmak vâciptir. Lübab sahibi þuna da iþaret etmiþtir ki, sa´y tavaftan hemen sonra vâcip deðildir. Ama sünnet onu tavafa eklemek" tir. Bahýr. Eðer sa´yi bir özürden dolayý; yahut yorgunluðunu çýkarmak için geciktirirse beis yoktur. Aksi takdirde isaet etmiþ olur. Ama bir þey lâzým gelmez. Lübab.
"Safa kapýsýndan çýkar." Sirâc´da böyle denilmiþtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ondançýkmýþtýr. Hidâye´de beyan edildiðine göre Peygamber (s.a.v.)´in ondan çýkmasý, Safa´ya en yakýn kapý olduðu içindir. Sünnettir diye deðildir.
«Kapýdan Safa´ya Kâbe´yi görecek þekilde çýkar.» Bu çýkýþ ve ondan sonrasý sünnettir. Binaenaleyh bunlara çýkmamak mekruhtur. Bunu Muhit´ten naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Yani yürüyerek çýkarsa hüküm budur. Binek giden bunun hilâfýnadýr. Nitekim Mürþidî Þerhi´nde beyan edilmiþtir. Bilmiþ ol ki, Safa´nýn birçok basamaklarý yere gömülmüþtür. Hattâ mevcut basamaklardan ilkinin üzerinde duran bir kimse, Beyt-i Þerif´i görebilir. Daha yukarýya çýkmaya ihtiyacý kalmaz. Bazý bidatçýlarla cahillerin yaptýðý gibi, tâ duvara yapýþýncaya kadar çýkmak, Ehl-i Sünnet Velcemaat yolunâ aykýrýdýr. Lübab Þerhi.
"Yüksek sesle tekbir ve tehlil alýr." Lübab´da þöyle denilmiþtir: «Allah Teâlâ´ya hamd-ü sena eder ve üç defa tekbir alarak tehlil eder ve Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirir. Sonra dilediði þekilde Müslümanlara ve kendisine dua eder. Tekbirle ´beraber zikri de üç defa tekrar eder ve Safa üzerinde uzun zaman kalýr» Yani mufassal sûrelerden birini okuyacak kadar durur. Nitekim Hidaye sahibinin el-Udde adlý kitabýndan naklen Lübab Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Hâniyye sahibi yalnýz tekbir ve tehlili zikretmekle yetinmiþ ve, "Bunlarý yüksek sesle yapar." demiþtir. Peygamber (s.a.v.)´e salâvata gelince: Telbiye duasýnda arzetmiþtik ki, bunu alçak sesle söyler. Burada da öyle olmak ihtimali vardýr. Düþün!
T E M B Ý H : Lübab´da beyan edildiðine göre sa´y esnasýnda hacceden telbiye getirir, umre yapan getirmez. Þârihi þunu da ziyade etmiþtir; «Bize göre bunda mutlak surette iztýba yoktur. Nitekim biz bunu bir risalede tahkik ettik. Þâfiîler buna muhaliftir.»
METÝN
Ellerini gökyüzüne kaldýrarak, ibadeti bitirdiði için dilediði þekilde dua eder. Çünkü Ýmam Muhammed muayyen bir dua söylememiþtir. Dua tayin etmek, kalbin rikkat ve huzurunu giderir. Ama rivayet edilmiþ bir dua ile teberrük iyidir: Sonra mescidin duvarýndaki iki yeþil direk arasýnda sa´y yaparak Merve´ye doðru yürür. Merve´ye çýkar ve Safa´da yaptýðýný orada da yapar. Onu yedi defa tekrarlar. Safa´dan baþlayarak Merve´de yedinci þavtý bitirir. Sa´ye Merve´den baþlarsa, birinci þavt sayýlmaz. Esah olan budur. Sa´yi, tavafta olduðu gibi mescitte iki rekat namaz kýlarak bitirmek menduptur.
ÝZAH
«Ellerini» omuzlarý hizasýna kadar kaldýrýr. Lübab ve Bahýr.
«Ýbadeti bitirdiði için dua eder.» Sirâc sahibi diyor ki: «Musannýf´ýn duayý burada zikredip, Hacer-i Esved´i istilam ederken zikretmemesi, istilam ibadete baþlama hali olduðu içindir. Bu ise bitirme halidir. Çünkü tavafý sa´y ve dua ile bitirmek, onun baþýnda deðil sonunda olur. Nitekim namazda da böyle yapýlýr.» Yine ayný kitapta beyan edildiðine göre bu, tavafý bitirmekdeðil sa´ye baþlamaktýr. Meðer ki þöyle denile: Sa´y ancak Safa´dan inmekle tahakkuk eder. Merve´ye çýkmakla ise tavafýn bittiði tahakkuk etmiþtir. Çünkü tavaftan ona baðlý baþka bir ibadete geçmek istemiþtir.
«Dua tayin etmek kalbin rikkat ve huzurunu giderir.» Yani o duayý ezberlediði için, kalbi huzur duymaksýzýn diline geliverir. Bu, namazdaki duanýn hilâfýnadýr. Çünkü namazda ezber bildiði duayý okumasý gerekir. Tâ ki diline insan sözüne benzer sözler gelip de namazý bozulmasýn. Nitekim bunu Tahtâvî de Valvalciyye´den nakletmiþtir.
«Ama rivayet edilmiþ bir dua ile teberrük iyidir.» Yani gerek burada, gerekse diðer hacc ibadetlerinde menkul dualar okumak iyidir. Ben bunu Ðukyetü´l-Menâsik adlý risalemde zikrettim.
«Merve´ye doðru yürür.» Lübab sahibi diyor ki: «Sonra sa´y ederek, zikrederek vakar ve sükûnetle Merve´ye doðru iner. Mescidin duvarýna asýlý direðe varýnca, söylendiðine göre altý arþýn kadar vâdinin ortasýnda þiddetlice koþar. Ýki direði geçinceye kadar gider. Sonra yine vakarla yürüyerek Merve´ye varýr. Ýki direk arasýndaki sa´yin, ramelin üstünde koþmanýn altýnda olmasý müstehaptýr ve her þavtta böyle yapýlýr. Yani tavaftaki ramelin hilâfýnadýr. Çünkü o ilk üç þavta mahsustur. Bazýlarý muhalefet göstererek onu da bunun gibi saymýþlardýr. Koþmayý terk eder veya bütün sa´y esnasýnda eþkin yürürse, isaet etmiþ olur. Ama bir þey lâzým gelmez. Hýzlý gitmekten âciz kalýrsa, bir aralýk buluncaya kadar bekler. Bulamazsa, yürüyüþünde kendini koþana benzetir. Hayvan üzerinde ise ´kimseye eziyet vermemek þartýyla onu harekete geçirir. Söylendiðine göre, altý arþýn kadar» ifadesi hakkýnda Lübab þârihi, "Bu, Þâfiî´ye mensuptur." demiþ; bizim ulemamýzýn yazdýklarý bazý menâsik ki , taplarýnda da zikredildiðini bildirmiþtir.
Ben derim ki: Bunu Mi´râc sahibi, Veciz þerhinden nakletmiþ ve þunlarý söylemiþtir: «Direk, vaktiyle sa´yin baþlandýðý yerde yolun üzerinde idi ve onu sel yýkardý. Bu sebeple onu mescit duvarýnýn en yüksek yerine kaldýrdýlar ve buna Muallâk denildi. Sa´yin baþladýðý yerden altý arþýn sonraya tesadüf etti. Çünkü buradan daha lâyýk yer yoktu. Ýkinci direk Abbâs´ýn hanesine bitiþiktir.» Bunu Þurunbulâliyye sahibi dahi nakletmiþ ve ikrarda bulunmuþtur. Hâþiye yazarlarýndan bazýlarý bunu Ýbn-i Acemi´nin Mensik´inden, Tarablûsi, Bahr-i Amîk ve diðer kitaplardan nakletmiþlerdir.
Ben derim ki: Metinlerde "iki mil (direk) arasýnda koþarak" denilmesi, buna aykýrý deðildir. Çünkü asýl itibariyle söylenmiþtir.
«Merve´ye çýkar.» sözü, eski zamana göredir. Þimdi Merve´nin ilk basamaðýna, hattâ topraðýna çýkan kimseye "Merve´nin üzerine çýktý" denilebilir. Lübab Þerhi.
«Safa´da yaptýðýný orada da yapar.» Yani Kâbe´ye karþý döner, onu karþýsýna alabilmek içinbiraz sað tarafýna yanlar, fakat bugün Beyt-i Þerif binalarla örtüldüðü için görülememektedir. Orada tekbir alýr, zikreder, hamd-ü sena ve salat-ü selâma þâmil dua okur. Lübab Þerhi.
«Safa´dan baþlayarak» ifadesinde, Merve´ye gitmenin bir þavt olduðuna iþaret vardýr. Ondan Safa´ya dönüþ de bir þavttýr. Sahih olan budur. Tahâvî´ye göre, tavafta olduðu gibi, gidiþ-dönüþ bir þavttýr. Çünkü tavaf Hacer-i Esved´den Hacer-i Esved´e bir þavttýr. Sözün tamamý Fetih ve diðer kitaplardadýr.
«Sa´ye Merve´den baþlarsa ilh...» Bu hususta biz vâcipler bâbýnda söz etmiþtik.
«Menduptur.» Bu, Hâniyye ye diðer kitaplarda zikredilmiþtir.
«Tavafýn bitirilmesi gibi, tâ ki sa´yin bitirilmesi de tavafýn bitirilmesi gibi olsun.» Ýfadesi hakkýnda Fetih sahibi þöyle diyor: «Bu kýyasa hacet yoktur. Çünkü burada nass vardýr. O da El-Muttalib b. Ebi Vedâa hadisidir. þöyle demiþtir: "Ben RasuluIIah (s.a.v.)´i sa´yini bitirdikten sonra gördüm. Geldi de rüknün karþýsýna durdu ve tavaf yerinin kenarýnda iki rekat namaz kýldý. Kendisi ile tavaf edenler arasýnda kimse yoktu." Bu hadisi îmam Ahmed ve Ýbn-i Hibbân rivayet etmiþlerdir. Bir rivayetinde, "Ben Rasulullah (s.a.v.)´i rükn-ü esved´in hizasýnda namaz kýlarken gördüm. Erkekler, kadýnlar önünden geçiyorlardý. Onunla aralarýnda sütre yoktu," demiþtir. Tamamý Fetih´tedir.»
T E M B Ý H: Allâme Kutbuddin Mensik´inde þöyle diyor: «Kemal b. Hümam´ýn talebelerinden birinin Fethu´l-Kadîr hâþiyesinde el yazýsýný gördüm. Bu hadisten dolayý bir kimse Mescid-i Haram´da namaz kýldýðý vakit önünden geçeni men etmemesi gerekir. Bu söz tavaf edenlere yorumlanýr. Çünkü tavaf namazdýr. Binaenaleyh önünde namaz kýlanlar varmýþ gibi olur.» Bir de þöyle demiþtir: «Sonra Bahr-i Amîk´da gördüm. Ýzzeddin b. Cemâa, tahâvî´nin MüþkiIatü´l-A´sâr adlý kitabýndan nakletmiþ ki;
Kâbe´de namaz kýlanýn önünden geçmek caizdir.»
Ben derim kî: Bu garip bir fer´dir. Bellenmelidir.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 22:21:13
Kâbe´de Namaz Kýlanýn Önünden Geçen Men Edilmez
METÝN
Sonra hacc için ihramlý olarak Mekke´de kalýr. Bize göre haccý umreyle bozmak caiz deðildir ve ramelsiz, sa´ysiz nâfile olarak Beyt-i Þerif´i dilediði kadar tavaf eder. Uzaklardan gelen hacý için bu nâfile, namazdan efdaldir. Mekkeliye ise aksi evladýr. Bahýr´da, "Bunu hacc mevsimiyle kayýtlamak gerekir. Aksi takdirde tavaf mutlak surette namazdan efdaldir." denilmiþtir.
ÝZAH
«Sonra hacc için ihramlý olarak Mekke´de kalýr.» Burada ´oturur´ demeyip ´kalýr´ demesi, ´oturmak´ sözü þer´î ikâmeti iham ettiði içindir ki doðru deðildir. Zira Bahýr´ýn misafir namazý bâbýnda beyan edildiðine göre, bir hacý on günlerde Mekke´ye girer de, yarým ay ikâmeti niyet ederse sahih olmaz. Çünkü mutlaka Arafat´a çýkacaktýr. Binaenaleyh ikâmeti niyet sahih olmak için þart olan yer birliði tahakkuk edemez. T. Hedy kurbaný gönderip kýrân ve temettu yapanlarýn hükmü de ayný olmakla beraber, Þârih´in haccý zikretmesi, bu bâb hacc-ý ifrat için tahsis edildiðindendir. T.
«Bize göre haccý umreyle bozmak caiz deðildir.» Yani hacc için ihrama girdikten sonra niyetini ve fiillerini bozarak ihram ve fiillerini umreye çevirmek caiz deðildir. Lübab. Peygamber (s.a.v.)´in hedy kurbaný göndermemiþ bulunan Ashabýna bunu emretmesi, ya onlara mahsus bir iþtir, yahut neshedilmiþtir. Nehir. Bu makamý muhakkýklardan Ýbn-i Hümam açýklamýþtýr.
«Ramelsiz, sa´ysiz nâfile olarak tavaf eder.» Çünkü ramel ve keza iztýbâ arkasýndan sa´y yapýlan tavafa baðlýdýrlar. Sa´y ise sadece haccla umrenin vâciplerindendir. Bu tavaf nâfiledir. Bundan sonra sa´y yapýlamaz. Þurunbulâliyye´den Kâfî´den naklen; "Çünkü nâfile olarak sa´y meþru olmamýþtýr." denilmiþtir.
«Bunu hacc mevsimiyle kayýtlamak gerekir.» Yani nâfile namazýn hacc mevsiminde Mekkeli için nâfile tavaftan efdal olmasý kaydýný, uzaktan gelenlere kolaylýk olmak üzere koymak gerekir.
«Mutlak surette» sözü, hacc mevsiminin dýþýnda, Mekkeli için olsun, uzaktan gelen için olsun tavaf efdaldir demektir. Bu bahiste Bahýr sahibini Nehir sahibi dahi tasdik etmiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Valvalciyye´nin ifadesi buna muhaliftir. Onun ifadesi þudur: «Mekkeli için Mekke´de namaz tavaftan efdaldir. Yabancýlar için ise tavaf efdaldir. Çünkü haddi zatýnda namaz tavaftan efdaldir. Zira Peygamber (s.a.v.) Beyt-i Þerif´i tavaf etmeyi namaza benzetmiþtir. Lâkin yabancýlar namazla meþgul olsalar, tavaf bir daha tedariki mümkün olmamak üzere ellerinden gider. Binaenaleyh tedariki mümkün olmayanla iþtigal etmeleri evlâdýr.»
T E M B Ý H : Mürþidî´nin Kenz üzerine yazdýðý þerhte þöyle denilmektedir: «Ulemanýn "namaz tavaftan efdaldir" sözünden muradlarý; meselâ iki rekat namaz yedi þavt yapmaktan efdaldir mânâsýna deðildir. Çünkü yedi þavt fazlasýyla iki rekata þâmildir. Onlarýn bundan muradý, içinde yedi þavt yapýlan zamanda efdal olan nedir: onu tavafa mý, yoksa namaza mý sarfetmelidir meselesidir.» Bunun benzeri Allâme Kâdý Ýbrahim b. Zahira el-Mekkî´nin cevabýdýr. Kendisine "Tavaf mý efdaldir, umre mi?" diye sorulduðunda, "Þayet tavafla, umre zamaný kadar zaman harcarsa, tavafýn umreden efdal olmasý tercih edilir. Meðer ki umre ancak farz-ý kifaye olur denile. Bu takdirde hüküm deðiþir." demiþtir.
TETÝMME: Musannýf Kâbe´ye girmekten bahsetmemiþtir. Þüphesiz kendisine veya baþkasýna eziyet etmemek þartýyla bu menduptur. Ama kalabalýkta bu az olur. Nehir.
Ben derim ki: Keza kapýcýlarýn aldýklarý rüþveti vermeye þâmil deðilse menduptur. Nitekim Molla Ali buna iþaret etmiþtir. Bu husustaki sözün tamamý haccýn sonunda, Þârih fer´î meseleleri izah ederken gelecektir.
METÝN
Ýmam, haccýn üç hutbesinden birinciyi zilhiccenin yedinci günü zevalden ve öðleden sonra okur. Zevâlden önce okumasý mekruhtur. Bu hutbede hacc ibadetlerini öðretir. Ayýn sekizinde, terviye günü Mekke´de sabah namazýný kýldýktan sonra Mina´ya çýkar. Mina Mekke´ye bir fersah mesafede Harem´den ma´dut bir köydür. Orada arefe gününün fecrine kadar durur. Güneþ doðduktan sonra Dabb yoluyla Arafat´a gider.
ÝZAH
«Haccýn üç hutbesinden birinciyi okur.» Ýkincisi Arafat´ta iki namazý beraber kýlmadan önce; üçüncüsü ayýn on birinci günü Mina´da okunur. Bu suretle her hutbenin arasýný bir günle ayýrmýþ otur. Bunlarýn hepsi orta yerde oturmaksýzýn bir hutbedir. Yalnýz arefe gününün hutbesi müstesna. Keza arefe hutbesinden maada, hepsi öðle kýlýndýktan sonra okunur ve hepsi sünnettir. Lübab. Üçüncü hutbeyi gerek Musannýf, gerek Þârih, yerinde zikretmemiþlerdir.
«Bu hutbede hacc ibadetlerini öðretir.» Yani hacýnýn arefe günü yapmasý lâzým gelen ihramýn nasýl yapýlacaðýný, Mina´ya nasýl çýkýlacaðýný, orada geceyi geçirip Arafat´a gidileceðini, orada nasýl namaz kýlýnýp vakfe yapýlacaðýný, sonra oradan nasýl sökün edip dönüleceðini vesaireyi; yahut hacc bitinceye kadar hacýnýn muhtaç olacaðý þeylerin hepsini öðretir. Velev ki daha sonra da hutbe okusun. Çünkü te´kîd hayýrlýdýr.
«Mekke´de sabah namazýný kýldýktan sonra Mina´ya çýkar.» Hidâye´de böyle denilmiþtir. Kemâl b. Hümam diyor ki: «Bu tertibin zahirine bakýlýrsa, Mina´ya çýkýþ sabah namazýna arkacýðýndan olacaktýr. Fakat bu, sünnetin hilâfýnadýr. Muhit sahibi çýkmanýn zevâlden sonraolmasýný iyi görmüþse de, bu da bir þey deðildir. Merginânî, "Güneþ doðduktan sonra" demiþtir ki, sahih olan da budur.»
«Terviye günü» denilmesinin sebebi, arefe günü vakfeye hazýrlanmak için hacýlar develerini o gün sularlardý. Çünkü zamanýmýzda olduðu gibi Arafat´ta akarsu yoktu. Lübab Þerhi.
FAYDA: Nevevî´nin Menâsik´inde beyan edildiðine göre, terviye günü zilhiccenin sekizi, arefe dokuzu, bayram onudur. On birinci gün ´karr´ yani oturma günüdür. Çünkü o gün hacýlar Mina´da otururlar. On ikinci gün ilk nefer, yani ilk yolculuk; on üçüncü gün ikinci nefer günüdür.
«Orada arefe gününün fecrine kadar durur.» Bu gösteriyor ki, orada gecelemek ister. Çünkü bu sünnettir. Nitekim Muhit´te beyan edilmiþtir. Mebsût´ta, "Terviye günü öðle namazýný Mina´da kýlmasý ve arefe gününün sabahýna kadar orada kalmasý müstehaptýr." denilmiþtir. Sabah namazýný muhtar olan vaktinde orada kýlar Bundan murad, aydýnlýk zamanýdýr. Hâniyye´de ise alaca karanlýkta kýlýnacaðý bildirilmiþtir. Galiba Hâniyye sahibi bunu Müzdelife´nin sabah namazýna kýyas etmiþ olacaktýr. Ekser-i ulema birinci kavli tercih etmiþlerdir. Efdal olan da odur. Lübab þerhi. Nevevî´nin Menûsik´inde þöyle denilmektedir: «Bu zamanda insanlarýn yaptýklarýna, yani Arafat topraðýna sekizinci gün girmelerine gelince: Bu hatadýr. Sünnete muhaliftir. Bunun sebebi ile onlar birçok sünnetler kaçýrýrlar ki, Mina´da kýlýnan namazlar, orada gecelemek, oradan Nemire´ye giderek oraya inmek, Arafat´a girmezden önce hutbe ve namaz vesaire bunlardandýr.» Nevevî´nin, "Nemire´ye giderek oraya inmek" ifadesi hakkýnda söz edeceðiz. Yakýnda gelecektir.
«Güneþ doðduktan sonra Dabb yoluyla Arafat´a gider.» Musannýf "Sonra Arafat´a gider." diyerek, Kenz´in ibaresi gibi murad olmayan mânâyý îham eden ibâre kullandýðý için, Þârih "güneþ doðduktan sonra" diyerek Fetih ve diðer Hidâye þerhlerinde olduðu gibi açýklama yapmýþtýr. Gâyetü´l-Beyan sahibi diyor ki: "Güneþ doðduktan sonra" tabirini Tahâvî, Kerhî Þerhi, îzah ve diðer kitaplar açýklamýþlardýr. îzah´ta, "Arefe günü güneþ doðduktan sonra Arafat´a çýkar. Çünkü Peygamber (s.a.v,) böyle yapmýþtýr." denilmektedir. Sonra, "Daha evvel gitse de caizdir, fakat evla olan birincisidir." denilmektedir. Sirâc´da da böyle denilmiþtir. Anla! Mi´râc´da þu ifade vardýr: «Arafat´ta istediði yere iner. Ancak yol ve Cebel-i Rahmet efdaldir. Üç mezhebin imamlarýna,göre Nemire denilen yere inmek efdaldir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) oraya inmiþtir. Biz deriz ki: Nemire Arafat´tandýr. Peygamber (s.a.v.)´in orada inmesi kasten olmamýþtýr.» Bu ifade Feth´in ibaresine muhaliftir. Orada, "Ýmamýn Nemire´ye inmesi sünnettir." denilmektedir. UIemanýn Ýmam Râþidüd-din´den naklettikleri þu söze de muhaliftir: «Güneþ zevale erinceye kadar Nemire´deki mescide yakýn bir yere inerek Arafat´a girmemek gerektir.» Lübab Þerhi´nde bu iki kavlin arasý bulunmuþ; "Nemire´yeinmek imama nisbetledir, baþkasýna deðildir. Yahut Arafat´ta evvela Nemire´de, sonra Cebel-i Rahmet´in yanýnda inilir." denilmiþtir. Düþün! Dabb, Mescid-i Hayf´tan sonra gelen daðýn adýdýr. Lübab Þerhi.
Ynt: Hacc By: neslinur Date: 21 Mart 2010, 22:23:53
Arafat´a Gidiþ
METÝN
Arafat´ýn Urane vâdisinden maada her tarafý vakfe yeridir. Urane veya Urune, Arafat mescidinin batýsýnda Harem´de bir vâdidir. Zevâlden sonra öðle namazýný kýlmadan hatip mescitte cuma hutbesi gibi iki hutbe okur ve hacc vazifelerini anlatýr. Hutbeden sonra cemaata bir ezan ve iki kamet ile öðle ile ikindiyi kýldýrýr. Bu namazlarda gizli okur. Mezhebe göre aralarýnda baþka namaz kýlmaz. Ýkindiyi öðle vaktinde eda ettikten sonra dahi baþka namaz kýlmaz.
ÝZAH
«Urane vâdisinden maada her tarafý vakfe yeridir.» Meþhur kavle göre Urane´de vakfe yapmak sahih deðildir. Nitekim gelecektir.
«Zevâlden sonra ilh...» Yani Arafat´a vardýðýnda orada salâvat getirerek zikir ve telbiyede bulunarak bekler. Güneþ zevâle erdi mi, yýkanýr yahut abdest alýr. Yýkanmak efdaldir. Sonra gecikmeden Nemire Mescidi´ne gider. Oraya vardýðýnda en büyük imam veya naibi minbere çýkarak oturur. Müezzin onun huzurunda ezan okur. Ezan bitince imam kalkarak iki hutbe okur. ALLAH Teâlâ´ya hamd-ü sena eder. Telbiye, tekbir ve tehlil ile Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirir. Cemaata va´zeder. Emir ve nehiyde bulunur. Onlara Arafat´ta ve Müzdelife´de durmayý, bu iki yerdeki cem´i, þeytan taþlamayý, kurban kesmeyi, týraþ olmayý, tavafý ve üçüncü hutbeye kadar olan diðer vazifeleri öðretir. Sonra ALLAH Teâtâ´ya dua ederek minberden iner. Lübab.
Hutbeyi terk eder veya zevâlden önce hutbe okursa, kâfi olmakla beraber isaet etmiþ sayýlýr. Cevhere. Zeylâî´nin burada "caizdir" ifadesini kullanmasý, kerahetle sahihtir mânâsýnadýr. Þurunbulâliyye.
«Hutbeden sonra öðle ile ikindiyi kýldýrýr.» Zâhirine bakýlýrsa namazý geciktirmez. Bedâyi sahibi bunu açýk söylemiþ; "Güneþ zevâle erdikten sonra imam minbere çýkar, hutbeyi bitirince müezzinler kamet getirirler, imam da namazý kýldýrýr ilh..." demiþtir. Lübab´da dahi böyle denilmiþtir. Bahýr´da ise, Mi´râc´dan naklen bu cem´in öðle vaktinin sonuna tehir edileceði bildirilmiþtir. Kâdýhan´ýn Câmi-i Saðîr Þerhi´nde de böyle denilmiþtir: Lübab þârihi diyor ki: «Burada þu söylenebilir: Bundan vakfenin geciktirilmesi lâzým gelir ve Câbir (r.a.) hadisindeki "güneþ zevâle erince" ifadesine aykýrýdýr. Çünkü bunun zâhirinden anlaþýlýyor ki, hutbe zevâlin baþýnda okunmuþtur. Binaenaleyh namaz vaktin sonunda kýlýnamaz.»
«Bir ezan ve iki kamet ile öðle ve ikindiyi kýldýrýr.» Ýki namaz için bir ezan okunmasý, ezan vaktin girdiðini bildirmek için meþru olduðundandýr. Burada vakit birdir, iki ikamete gelince: Bunlarýn birincisi öðle namazý içindir. O kýlýndýktan sonra ikindi için tekrar ikamet getirilir. Çünkü kamet namaza baþlandýðýný bildirmek içindir.
«Bu namazlarda gizli okur.» Çünkü sair gündüz namazlarý gibi ikisi de gündüz namazýdýr. Sirâc.
«Mezhebe göre aralarýnda baþka namaz kýlmaz.» Yani vaktin sünnetini bile kýlmaz. Lübab sahibi diyor ki: «imam ikindi namazýný geciktirirse, cemaat olan kimsenin imam ikindiye niyetleninceye kadar iki namazýn arasýnda nâfile kýlmasý mekruh deðildir.» "Mezhebe göre" sözüyle zâhir rivayeti kastediyor. þurunbulâliyye. Sahih olan da budur. Arada baþka namaz kýlmýþ olsa mekrüh iþlemiþ olur ve ikindi için tekrar ezan okur. Çünkü hemen kýlmamýþ, sanki ikisinin arasýnda baþka bir iþle meþgul olmuþtur. Bahýr. Yani yiyip-içmek gibi bir iþ yapmýþ sayýlýr ki, bu takdirde ezaný tekrarlar. Sirâc. Zâhire, Muhit ve Kâfî´de, öðle namazýnýýn sünneti istisna edilmiþse de bu, hadise ve ulemanýn mutlak olan sözlerine muhaliftir. Fetih.
TEMBÝH: Allâme Muhammed Sadýk b. Ahmed Paþa bundan alarak, "Burada ve Müzdelife´de akþamla yatsý arasýnda tekbir, teþrik býrakýlýr. Bu, hadisdeki ´derhal´ emrine riayet için yapýlýr." demiþtir. Nitekim ondan bunu Kâzaruni de Fetevasýnda nakletmiþtir.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü hadiste vârit olan þudur: Peygamber (s.a.v.) öðleyi kýldý, sonra kamet getirerek ikindiyi de kýldý. Aralarýnda baþka namaz kýlmadý. Bu hadiste ikisinin arasýnda baþka namaz kýlmadýðý açýklanmýþtýr. Ama bundan, tekbirin býrakýlmasý lazým gelmez. Tekbir namaza da kýyas edilmez. Çünkü namazsýz vâcip olmuþtur. Bir de tekbirin mühleti azdýr. Hattâ farzla sünnetin arasýný ayýrmýþ bile sayýlmaz Hâsýlý tekbirin bize göre vâcip olduðu sübut bulduktan sonra, burada ancak delille sâkýt olur. Onun söylediði ise, gördüðün gibi delil olamaz. Bana zâhir olan budur. ALLAH´u a´lem!
"Ýkindiyi öðle vaktinde eda ettikten sonra dahi baþka namaz kýlmaz.»Bu cümle bazý nüshalardan düþmüþtür. Þurunbulâliyye sahibi onu Ýbn-i Þýhne´nin Vehbaniyye Þerhi´ne nisbet etmiþtir.
Arafat´ta Ýki Namazý Beraber Kýlmanýn Þartlarý
METÝN
Bu cem´in sahih olmasý için, en büyük imam veya naibi þarttýr. O bulunmazsa, cemaat yalnýz baþlarýna kýlarlar. Her iki namazda da hacc için ihramlý olmak þarttýr. Birini yalnýz kýlana, ikindiyi cemi suretiyle kýlmak caiz olmaz. Öðleyi yalnýz kýlarsa ikindiyi imamla kýlamaz.
ÝZAH
«Bu cem´in þahih olmasý için ilh...» Bu cem´in sünnet veya müstehap olduðunda, ulema ihtilâf etmiþlerdir. Gerçi "Ýmam-ý Azam´a göre ikindiyi vaktinden evvel kýlmak cemaatý muhafaza etmek için vâcip olmuþtur." denilmiþse de, bunu "sabit olmuþtur" mânâsýna yorumlamak gerekir. Lübab Þerhi.
TEMBÝH: Musannýf, þartlardan yalnýz imamla ihramý beyanla yetinmiþtir. Lübab´da ise buna, öðlenin ikindiden önce kýlýnmasý ilâve edilmiþtir. Hatta imam öðlenin zevâlden önce veya abdestsiz kýlýndýðýný, ikindinin zevâlden sonra veya abdestli kýlýndýðýný anlarsa, her ikisini tekrar kýlar. Lübab´da zaman - ki arefe günüdür -, mekan - ki Arafattýr - Arafat´a yakýn olmak ve cemaat da ilâve edilmiþtir. Þu halde þartlar altýdýr.
Ben derim ki: Lâkin son þart ilk þarta dahildir. Çünkü imamýn þart kýlýnmasý, cemaata namaz kýldýrmanýn þart olmasýdýr. Aralarýnda bulunmasý mânâsýna deðildir. Halbuki þöyle denilmiþtir: «Cemaat þart deðildir. Hatta cemaata korku arýz olsa da imam iki namazý yalnýz baþýna kýlsa, sahih kavle göre bilittifak caiz olur. Veciz´de de böyle denilmiþtir.» Bahýr sahibi bundan sonra Bedâyi´den naklen þöyle demiþtir: "Ebû Hanife´ye göre cemaat cem´in (iki namazý beraber kýlmanýn) þartýdýr. Lâkin bu þart Ýmam hakkýnda deðil; imam olmayan hakkýndadýr. Nikâye, Cevhere ve Mecma´da "cemaat þarttýr" denilmiþse de bu zayýftýr.» Nehir sahibi buna itiraz ederek, "Cemaatýn þart olduðunu birçok ulema nakletmiþ, Ýsbicâbî de sahihlemiþtir. Bir de korku meselesindeki cevaz zaruretten dolayýdýr." demiþtir.
Ben derim ki: Yukarýda Bedâyi´den nakledilen söz, iki kavlin arasýný bulmaya ve ikisini de sahih çýkarmaya yarar. Bir düþün! Sonra her iki namazýn birer cüzünü imamla kýlmaya yetiþmek kâfidir. Hattâ öðlenin bir cüzüne yetiþip, sonra kalanýný kaza etse, sonra ikindinin bir cüzüne yetiþip imamla kýlsa kâfidir. Nitekim bunu Bahýr ve Lübab sahipleri söylemiþlerdir.
«En büyük imam» dan murad halifedir. Bahýr. Naibinden murad, onun yerine geçendir. Velev ki ölümünden sonra olsun. Çünkü cem´i, naibi yahut jandarma kumandaný yapar. Zira halifenin ölümü ile naipler azledilmiþ olmazlar. Bahýr. Musannýf imamý mutlak söylemiþtir. Binaenaleyh mukim ve misafire þâmildir. Ancak imam Mekke´nin imamý gibi mukim olursa, cemaata mukim namazý kýldýrýr. Namazý kýsaltmasý caiz deðildir; hacýlar da ona uymazlar. Ýmam Hulvâni diyor ki: «Ýmam Nesefî, "Mikât ahalisine þaþarým. Namazý kýsaltma bâbýnda Mekke´nin imamýna tâbi oluyorlar. Bunlarýn namazý nasýl kabul edilir; yahut bunlarýnnamazlarý caiz deðilken kendilerine nasýl hayýr beklenir?" derdi.» Þemsü´l-eimme demiþtir ki: «Mikât halkýyla birlikteydim ve onlardan ayrýlarak her namazý vaktinde kýldým. Bunu arkadaþlarýma da tavsiye ettim. Bir de iþittik ki, bunlar zahmet ederek sefer mesafesi uzaklara çýkar, sonra Arafat´a gelirlermiþ. Böyle olursa namazý kýsaltmak caizdir, aksi takdirde caiz deðildir. Binaenaleyh ihtiyat vâciptir.» Bu satýrlar Tatarhâniyye´nin Muhitten naklettiði ibarenin kýsaltýlmýþýdýr.
«O bulunmazsa cemaat yalnýz baþlarýna kýlarlar.» ifadesi, ikindi namazýnýn Öðle vaktinde caiz olacaðýný, ikindi kendi vaktinde kýlýnýrsa cemaat teþkilinin caiz olmayacaðýný îham etmektedir. Halbuki maksat bu deðildir. En doðrusu Zeylâî´nin sözüdür ki, "iki namazdan her birini kendi vakitlerinde kýlarlar." demiþtir. Bunu Halebî söylemiþtir.
«Her iki namazda da hacc için ihramlý olmak þarttýr.» Musannýf bu sözle, umreye ihramlanmaktan ihtiraz etmiþtir. Bu takdirde cem´i caiz olmaz. Velev ki ikindi namazýndan önce hacc için ihrama girsin. Ve þuna iþarette bulunmuþtur ki, þart her iki namazý ihramlý olarak kýlmaktýr. Esah kavle göre velev ki zevâlden sonra ihrama girsin. Bir rivayette, zevalden önce mutlaka ihrama girmiþ bulunmalýdýr. Nitekim Nehir´de beyan edilmiþtir.
«Öðleyi yalnýz kýlarsa ikindiyi Ýmamla kýlamaz.» Onu vaktinde kýlar, Keza yalnýz öðleyi Ýmamla kýlarsa, ikindiyi ancak kendi vaktinde kýlar. H.
METÝN
Hacc için ihrama girmeden öðleyi cemaatla kýlýp sonra ihrama giren kimse, ikindiyi ancak kendi vaktinde kýlar. Ýmameyn´e göre ikindinin sahih olmasý için yalnýz ihram þarttýr. Üç mezhebin imamlarý da buna kail olmuþlardýr. Bu kavli daha zahirdir. Bu ifadeyi Þurunbulâliyye Burhan´dan nakletmiþtir. Sonra sünnet vecihle yýkanmýþ olarak vakfe yerine gider. imam, Cebel-i Rahmet yakýnýndaki büyük kayalarýn yanýnda devesinin üzerinde kýbleye dönerek durur.
ÝZAH
«Hacc için ihrama girmeden» Yani ya hiç ihrama girmeden yahut yalnýz umre için ihramlanarak öðleyi cemaatla kýlan; sonra ikindiyi kýlmadan hacc için ihramlanan kimse, ikindiyi ancak kendi vaktinde kýlar.
«Ýmameyn´e göre yalnýz ihram þarttýr.» Bu þart bize göre bilittifaktýr. ifadedeki hasýr, burada zikredilene izafetledir. Yani imameyn´e göre imama veya naibine uymak þart deðildir. Yoksa zaman, mekân ve öðlenin ikindiden önce kýlýnmasý þartlarý bize göre ittifâkîdlr. Nitekim Lübab þârihi bunu söylemiþtir.
«Bu kavil daha zâhirdir.» Daha zâhir olmasý delil cihetindendir. Aksi takdirde metinler Ýmam-ý Azam´ýn kavline göre yazýlmýþtýr. Bedâyi sahibi ve baþkalarý da bu kavli sahih bulmuþ; onunsahih kabul edildiðini Allame Kasým isbicâbî´den nakletmiþ, Burhan-ý Þeria ile Nesefi´nin de buna itimat ettiklerini söylemiþtir.
"Sonra" imam ve cemaat Nemire Mescidi´nden Arafat´taki vakfe yerine giderler.
"Devesinin üzerinde durur." Haniyye´de, "Ýmam için efdal olan, hayvan üzerinde vakfe yapmak; baþkasýna efdal olan da, onun yanýnda durmaktýr." denilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa, hayvan üzerinde durmak sadece imama mahsustur. Musannýfýn sözünün mefhumu da budur. Nitekim Hidâye, Bedâyi ve diðer kitaplarýn mefhumlarý da bunu ifade eder. Sirâc´ýn ifadesi dahi bunu te´yîd etmektedir. Sirâc sahibi, "Çünkü imam dua eder, cemaat da onun okuduðu duayý okur. Þayet devesinin üzerinde ise, cemaatýn görmelerine bu daha müsaittir." demiþtir. Lâkin Kuhistâni´de, "Efdal olan, imama en yakýn bir yerde hayvan üzerinde bulunmaktýr." Denilmiþtir. Mülteka´nýn metninde de böyledir. Bazýlarýnýn Sirâc´dan, onun da Mensik-i Ýbh-i Acemi´den nakline göre, hayvan üzerinde durmak mekruhtur. Ancak Arafat´ta vakfe halinde bu mekruh deðildir. Bilâkis imam olana do, olmayana da bu efdaldir. Fakat ben bunu Sirâc´da görmedim.
«Cebel-i Rahmet» Arafat´ýn ortasýnda bir daðdýr. Buna ´Ýlal´da denir. Avam taifesinin yaptýklarý gibi, bu daðýn üzerine çýkmaya gelince Sözüne güvenilir ulemadan hiçbiri bunda bir fazilet olduðunu söylememiþlerdir. Bilâkis onun hükmü de sair Arafat arazisinin hükmü gibidir. Taberî ile Mârûdi bunun müstehap olduðunu iddia etmiþler ise de Nevevî, "Bunun aslý yoktur. çünkü bu hususta sahih veya zayýf bir haber vârit olmamýþtýr." diyerek bunu reddetmiþtir. Nehir.
«Büyük kayalar» yere döþenmiþ gibi duran siyah taþlardýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.)´in vakfe yaptýðý yerin burasý olduðu sanýlmaktadýr. Lübab þerhi. Þeyh Ýsmail, þerhinde Mensik-i Fârisi´den naklen þunlarý söylemiþtir: «Kâdý´l-Kudad Bedrüddin diyor ki, Ben Peygamber (s.a.v.)´in durduðu yeri tayine çalýþtým. Bu hususta bana Mekke muhaddisleri ile ulemasýnýn mutemet olanlarýndan bazýsý da muvafakat etti. Nihayet tayini hakkýnda kanaat hâsýl oldu ki, bu yer vakfe yerine bakan, saðýnda ve arkasýnda Cebel´in kayalarýna bitiþik kayalar bulunan yüksek bir dikdörtgen sahadýr. Bu saha, dað ile solundaki dörtgen bina arasýndadýr. Doða biraz daha yakýndýr. öyle ki, kýbleye karþý dönersen, dað saðdan önüne gelir. Dörtgen bina da solunda biraz onun arkasýndadýr.» Bunu Lübab sahibi dahi kýsaltarak nakletmiþtir. Kadý Muhammed diyor ki: «Dörtgen bina bugün "Âdem Mutfaðý" namiyle bilinmektedir ve hizasýndaki yarýk kaya ile tanýnýr. Bu kaya ve etrafý o döþeli gibi taþlarla devam eder. Arkalarýnda siyah ve Cebel´e bitiþik kayalar vardýr.»
METÝN
Vakfe halinde ayakta durmak ve niyet þart ve vâcip deðildir. Oturarak da dursa haccý caizdir. Çünkü þart orada bulunmaktýr. Binaenaleyh oradan geçenin, kaçanýn, borçlu takibedenin, uyuyanýn, delinin ve sarhoþun vakfesi sahihtir. Aþikâre olarak ýsrarlý bir þekilde dua eder. Ýmam hacc ibadetlerini öðretir, cemaat da ona yakýn kýbleye karþý, onun sözlerini dinleyerek ve huþu ile aðlayarak arkasýnda dururlar. Burasý dualarýn kabul edildiði yerlerden biridir. Bunlar Mekke´de on beþ yerdir.
ÝZAH
«Vakfe halinde ayakta durmak ve niyet þart ve vâcip deðildir.»
Lübab´da beyan edildiði gibi, ayakta durmakta niyetin ikisi de müstehaptýr. Niyet sadece tavafta þarttý, vakfede þart deðildir. Çünkü ihramlý iken yapýlan niyet, ihram halindeki bütün fiillere þâmildir. Vakfe her vecihte ihram halinde yapýlmaktadýr. Binaenaleyh vakfede o niyetle iktifa olunur; Tavaf ise, bir vecihle ihramlý iken, bir vecihle deðilken yapýlýr. Çünkü ilk ihramdan çýktýktan sonra yapýlýr. Þu halde onda niyetin tayini deðil; her iki þartla amel etmiþ olmak için niyetin aslý þart kýlýnmýþtýr. Kâri´nin Nikâye Þerhi. Lâkin bu fark umrenin tavafýna þâmil deðildir. Çünkü umrenin tavafý ihramdan çýkmadan yapýlýr. Musannýf, bâbýn sonunda baþka bir fark söyleyecektir.
«Çünkü þart orada bulunmaktýr.» Ora ´dan muradýn vakfe yeri olduðu, Sözün geliþinden anlaþýlmaktadýr. Lübab þarihi diyor ki: «Zâhire bakýlýrsa bu rükündür. Çünkü onsuz vakfe tasavvur olunamaz. Evet vakit þarttýr.» Yani "ihramla beraber vakit" demek istiyor.
Ben derim ki: Galiba Lübab þarihi þartlarýn bulunmasýyla, lâbud mânâsýný kastetmiþ olacaktýr. Bu takdirde rükne þâmildir. Düþün! Orada bulunmak ne suretle olursa olsun kâfidir. Velev ki uyuyarak veya oranýn Arafat olduðunu bilmeyerek; yahut ayýk olmayarak veya zorla götürülerek yahut cünüp olarak veya hýzla geçerek gitmiþ olsun.
«Âþikâre olarak ýsrarlý bir þekilde dua eder.» Ama ifrata giderek fazla baðýrmaz. Lübab. Yani kendini yoracak derecede baðýrmaz. Lâkin Lübab þarihi âþikâr okumanýn telbiyede olacaðýný söylemiþ; "Dua ve zikirlere gelince, bunlarýn gizli sesle okunmalarý evlâdýr." demiþtir.
Ben derim ki: Bunu Sirâc´ýn þu sözü te´yîd eder: «Duayý ýsrarla yapar ama sünnet olan þekli gizli okumasýdýr. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin" buyurmuþtur.» Duayý ýsrarla yapmaya gelince: Bu hususta þu hadis-i þerif vârit olmuþtur; «Duanýn en hayýrlýsý, arefe günü yapýlanýdýr. Benim ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en hayýrlý söz, "ALLAH´tan baþka ilah yoktur, yalnýz o vardýr. Ortaðý yoktur, mülk Onundur, hamd Onadýr, o her þeye kaadirdir" sözüdür.» Bu hadisi, Mâlik Tirmîzi, Âhmed ve diðer imamlar rivayet etmiþlerdir. Nikâye þerhi, Kâri.
Ýbn-i Uyeyne´ye, «Bu senâdýr. Rasulullah (s.a.v.) ona neden dua demiþtir?» diye sorulduðunda, "Kerîm olan bir zatý senâ etmek duadýr. Çünkü o, onun hacetini bilir." cevabýný vermiþtir. Fetih.
Ben derim ki: O bununla þu hadise iþaret etmiþtir: «Bir kimseyi, benim zikrim benden istemekten meþgul ederse; ben ona, isteyenlere verilenin en iyisini veririm.»
«Bunlar Mekke´de on beþ yerdir.» Yani Mekke´de ve Mekke yakýnýn da demek istemiþtir. Çünkü iki vakfe yeri ile Mina ve þeytan taþlama yerleri Mekke´de deðildirler. On beþ yer olduðunu Fetih sahibi Hasan-ý Basrî´nin risalesinden naklen söylemiþtir. Ýbn-i Hacer Mekkî demiþtir ki «Hasan-ý Basri tâbiinden büyük bir zattýr. Birçok sahabe ile görüþmüþ tür. Bu sözü ancak iþitmekle söylemiþtir.» Bu on beþ yeri bazýlarý, müfessir Nakkâþ´tan "hususi vakitlerde" kaydýyla nakletmiþlerdir. Hasan-ý Basri ise mutlak söylemiþtir. Bunlarý manzum olarak söyleyen de var dýr. Manzumeyi Halebî þurunbulâliyye´den nakletmiþtir. Onlara müracaat edebilirsin.
radyobeyan