Hanefi Fýkhý
Pages: 12
Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 00:41:54
Reddü´l Muhtar / Dava

DAVA KÝTABI

YEMÝNLEÞME BABI

DAVALARIN DEF´Ý FASLI

ÝKÝ KÝÞÝNÝN BÝR DÝÐERÝNÝ DAVA ETMESÝ BABI

NESEB DAVASI BABI

ÝKRAR KÝTABI

SULH KÝTABI






DAVA KÝTABI

METÝN


Dava konusunun, husûmete vekâlet konusuyla yakýndan ilgisi var-dýr. Þöyle ki husûmete ve diðer

þeylere vekil olan kimse kimi zaman da-vaya muhtaç olur. Bu yüzden dava konusu, vekâlet

konusundan sonra gelmiþtir.

Dava kelimesi sözlükte; bir kimsenin hakkýný baþkasýnýn üzerine ge-rekli kýlmayý kasdettiði söz

anlamýna gelir.

Bir terim olarak ise dava; kendisiyle baþkasýnýn üzerindeki bir hak-ký isteme kastedilen veya

hasmýný kendi nefsinden defetme murad edi-len ve hâkim huzurunda kabul edilen bir sözdür.

Baþkasý üzerindeki bir hakkýn iþlenebilmesi için, davanýn hâkimin huzurunda dinlenmesi gere-kir.

Ýþte bununla þehâdet ve ikrar davanýn tarafýndan çýkmaktadýr. Çün-kü bunlar da her ne kadar kabul

edilen birer söz iseler de, bunlar hak-ký tesbit etmede birer isbat vasýtasýdýr.

Musannýfin, «Hasmý kendi nefsinden uzaklaþtýrmak» sözüyle, saldý-rýyý uzaklaþtýrma davasý tarife

girmektedir. Meselâ, bir kimse, «falan kimse bana haksýz yere saldýrýyor. Onun saldýrýsýnýn benden

uzaklaþtýrýl-masýný istiyorum» demesi gibi. Böyle bir dava kabul edilir. Bezzâziyye.

Çekiþmeyi kesme (kat´ý niz´a) davasý bunun aksine olup hâkim ta-rafýndan dinlenilmez. Meselâ

hâkime gidip, «Benimle falanca arasýnda çekiþme yardýr. Hakký varsa dava etsin, alsýn. Hakký

yoksa, onun kur-tulmasý için delil göstereceðim» dese davacý davaya zorlanmaz. Sirâciye.

Eðer davacý, davasýný terkederse, davasýný sürdürmeye zorlanamaz. Bunun aksine davacý

mahkemeye gelmediði zaman zorlanýr.

Eðer þehirde iki hâkim varsa, her hâkimin hükmettiði semtler sý-nýrlý ise, Ýmam Muhammed´e göre

davalý muhayyerdir. Ýmam Muhammed´ in bu görüþü ile fetva verilir. Bezzâziyye.

Üstün görüþe göre dört mezhepten hâkimler olsa bile davalý yine muhayyerdir. Bu görüþe uygun

olarak ben birkaç defa fetva verdim. Ba-hýr.

ÝZAH


«Saldýrýnýn uzaklaþtýrýlmasý davasý ilh...» Bahir adlý eserde þöyle de-nilmiþtir: «Kâru´l-Hidâye´den, iki

kiþi arasýndaki çekiþmenin kesilmesi da-vasý sorulduðunda «Davacý, davaya devam etmesi için

zorlanamaz. Çün-kü hak onundur (bir kimse kendisine ait bir hakký kullanmaya zorlana-maz)

cevabýný vermiþtir».

Kâriü´l-Hidâye´nin bu fetvasý ile fakihlerin, «Saldýrýnýn uzaklaþtýrýl-masý davasýnýn dinleneceði»

fetvasý arasýnda bir çeliþki yoktur. Bezzâ-ziyye ve Hizâne. Bu fetvalar arasýndaki fark açýktýr.

Birincide iddia etti-ði þeyin var olduðunu söylüyor, ancak kendisini temize çýkarýyor. Ýkin-cisinde

ise, baþkasýnýn kendisine haksýz olarak saldýrýsýný iddia ediyor ve bu saldýrýnýn hâkim tarafýndan

uzaklaþtýrýlmasýný istiyor. Hâmiþ´te de böyledir.

«Eðer þehirde iki hâkim varsa ilh...» Musannif bu sözü ile davalý-nýn ancak davanýn aslý ile

zorlanacaðýný yoksa hangi hâkimin huzuru-na götürüleceði konusunda zorlanamayacaðýna iþaret

etmektedir. Bezzâziyye.

Musannýfýn zikrettiði Bezzâziyye´nin ifadesi deðildir. Bezzâziyye´nin ifadesi ise, Minâh´ta olduðu gibi

þöyledir: «Bir þehirde iki hâkim olsa, davacý ve davalýnýn her biri bir hâkimin huzuruna gitmek

isteseler, o zaman muhayyerlik Ýmam Muhammed´e göre davalýya aittir. Fetva da Ýmam

Muhammed´in görüþü üzerinedir.»

Minâh´ta bu görüþten önce Hâniye´den naklen þöyle denilir: «Bir beldede iki hâkim olsa ve her

hâkim beldenin bir bölgesinde kendi ba-þýna hükmetse, iki kiþi arasýnda da bir dava olsa ve her

birisi bir hâ-kimin hükmettiði bölgede yaþasa, davacý, davanýn kendi bölgesindeki hâ-kimin

huzurunda görülmesini isterken davalý da bunu reddederek kendi bölgesindeki hâkimi istese, bu

dava konusunda Ebû Yusuf ile Ýmam Muhammed arasýnda görüþ ayrýlýðý vardýr. Sahih ve muteber

olan, davalý-nýn yeridir. Birisi þehir halkýndan diðeri þehir dýþýndan olsa, yine bunun gibidir.»

Bahýr´da olduðu gibi Muhit´te de bu böyle açýklanmýþtýr: «Ebû Yu-suf, davayý açtýðý için onun

bölgesinin hâkimine itibar ederken, Ýmam Muhammed dâvâlý davaya karþý çýktýðý için onun

bölgesinin hâkimine itibar eder.»

Sarih Bezzâziye´nin ifadesini, Hâniye´de olduðu ve Musannifin da Minâh´da dediði gibi «semtle»

kaydettiðine hamletmiþtir. Bunlarýn hepsi ve fetva sahiplerinin sözleri ifade ediyor ki, Ebû Yusuf ile

Ýmam Muham-med arasýndaki görüþ ayrýlýðý, meselededir: Eðer bir þehirde iki hâkim olsa ve her


hâkim bir semtte baðýmsýz olarak hükmetseler. Ama eðer þehirde semtleri belli olmayan yetkili iki

veya birkaç hâkim olsa, hepsi de eþit haklara sahip olsalar, o zaman davacýnýn davasýna itibar

edilir. O, dilediði hâkimin huzurunda davasýný yürütme hakkýna sahip olur. Çün-kü burada

davacýnýn veya davalýnýn hakimi olmak gibi bir mesele yok-tur. Ýþte bizim bu yazdýklarýmýzýn

saðlamlýðýna Muhit adlý eserin müelli-finin yukarýda naklettiðimiz açýklamasý da þahadet etmektedir.

Yalnýz yukarýda verilen görüþü Hayreddin Remlî reddeder ve bu gö-rüþün hezeyana benzediðini

iddia ederek þöyle der: «Çünkü Ebû Yusuf un illeti, «Davacý husumeti baþlattýðý için hak onundur»

Muhammed´in illeti ise, «Davalý savunma durumunda bulunduðu için hak onundur» esasýna

dayanýr. Bu konuda baþka bir ihtimal bulunmaz. Þüphe yok ki, hüküm illetin bulunduðu yerde

meydana gelir. Þeyhimizin dediði gibi, bu konuda üstün olan görüþ Remlî´nin sözüdür.

Ben derim ki: Bu meselede düzeltilmesi gereken husus, sarihin Mu-sannifin yazýsýndan naklettiði

ve Allâme Makdisî´nin üzerinde yürü-düðü, ondan da Ebussuud´un naklettiði görüþtür. Bunun özeti

þudur: On-larýn zikrettikleri, Ýmam Muhammed´in, «Birden çok hâkim olan beldede, davalýnýn

bulunduðu yer hâkimine itibar edilir» görüþüdür. Ancak bu gö-rüþ; bir beldede bulunan iki

hâkimden her biri ayrý bölgede olur ve bun-lara yalnýz kendi bölgesinde hüküm vermesi emredilmiþ

bulunursa uy-gulanýr. Bu açýklama Ýmâdî´nin sözlerine dayanýr. Yine davacý veya da-valýdan birisi

asker, diðeri sivil olsa, asker olan, hasmýný askerî hâkime götürmek istese, askeri hâkimin asker

olmayan kimse üzerinde hükmet-me velayeti olmadýðý için, burada itibar olunacak, yine davalýnýn

hâkimidir. Çünkü «askerî hâkimin asker olmayan üzerinde hüküm velayeti yoktur» sözü de bunun

açýk delilidir. Ancak memlekette iki hâkim olsa, her iki hâkim de huzuruna gelen kiþinin nereli

olursa olsun, ister Mýsýr´lý, Halep´li veya Þam´lý olsun davasýna bakmaya yetkili ise, devrimizin

hâ-kimlerinde olduðu gibi o zaman uygun olan Ebû Yusuf´un görüþü ile fet-va vermektir. Çünkü

Ebû Yusuf´un görüþü davalýnýn tarifine daha uy-gundur. Yani davacý, kendisinin husumet hakký

olan kimse olup, diledi-ði hâkimin huzurunda hakkýný talep edebilir. Ýþte bundan açýklýða kavuþ-tu ki

Bahýr´da olan, «Eðer Kahire gibi büyük bir þehirde dört mezhep üzerine hâkimler bulunsa,

muhayyerlik davalýnýndýr. Zira hâkim hiçbiri-sinin bölgesinden olmayabilir. Bu yüzden «Ben

bununla birkaç defa fetva verdim» sözünün hiçbir deliIi yoktur.

Ben diyorum ki: Bazý âlimlerin Müfti Ebussuud Ýmâdî´den naklen ba-zý yazýlarýný gördüm. Þöyle ki,

«Devlet idaresinde olan beldelerin hâ-kimleri davalýnýn mezhebinin aksine hüküm veremezler.»

Sarih de buna iþaret etmiþtir.

METÝN

Musannif, «Eðer þehirde iki veya daha fazla eþit velayet yetkisine sahip hâkim bulunursa, davacý

dilediðine baþvurabilir. Eðer Devlet baþ-kaný, hâkim seçiminde davalýnýn isteðinin esas alýnmasýný

emrederse, bu-na uymak gerekir. Çünkü Devlet baþkanýnýn emri, davalýnýn tercih etme-diði

hâkimlerin azli anlamýna gelir. Nitekim daha önce geçtiði gibi hü-küm, yer ve þahýslarla sýnýrlanýr»

demiþtir.

Ben derim ki: «Ýmam Muhammed ile Ebû Yusuf arasýndaki görüþ ayrýlýðý her hâkimin kendisine

ayrýlmýþ bölgede hüküm verme yetkisine sahip olduðu esasýna dayanýr. Eðer bir þehirde, ayný

mecliste Hanefî, Þafiî, Mâlikî ve Hanbelî hâkimler bulunur ve velayet de tek olursa, hâ-kim seçiminin

davacýya ait olduðunda görüþ ayrýlýðý bulunmamasý gerekir. Çünkü davacý hak sahibidir.

Bezzâziyye´nin Hâmiþ´inde Musannif m yazýsý ile bu þekilde nakledilmiþtir.

Davanýn rüknü þudur: Davacý, davayý bizzat açmýþsa, hakký kendi-sine nisbet eder. Meselâ; «Benim,

senin üzerinde þu kadar hakkým var» demesi gibi. Eðer davayý vekil veya vasi açarsa, o zaman da,

bunlarýn istenen hakký, temsil ettikleri kimseye nisbet etmeleri gerekir.

Bir kimsenin davada taraf olabilmesi için âkil ve mümeyyiz olmasý gerekir. Eðer temyiz kudretine

sahip çocuksa, husûmete izinli olmalý-dýr. Aksi halde bulûð çaðýna gelmemiþ olan çocuklar, davada

taraf ola-maz. Eþbâh.

Davanýn cevazýnýn þartlarý þunlardýr:

1) Kaza meclisinin oluþmasý ve hasmýn hazýr olmasý. Buna göre, gâib olan bir kimse hakkýnda

hüküm vermek sahih deðildir.

Eðer, davalý mahkemede hazýr deðilse. Hâkim mücerred dava ile davalýyý mahkemeye celbeder mi?

Eðer davalý þehirde veya þehre yakýn bir mahalde kendi evinde kalýyorsa, hâkim onu mahkemeye

celbeder. Eðer þehirde veya þehre yakýn bir yerde oturuyorsa o zaman, davacý da-vasýný delil ile

veya yemin ile isbat edinceye kadar hâkim davalýyý mahke-meye celbetmez. Minye.


2) Dava konusu olan malýn belirli olmasý. Çünkü, bilinmeyen bir þey için hüküm verilemez.

3) Davanýn, sabit olduktan sonra hasým üzerine bir þeyi gerekli kýlmasý. Eðer dava sabit olduktan

sonra karþý tarafa bir þey yüklenmez-se, boþ iþle uðraþýlmýþ olur.

4) Dava konusunun, sabit olma ihtimalinin bulunmasý. Buna gö-re, aklen veya âdetler bakýmýndan

varlýðý muhal olan bir þeyi dava ko-nusu yapmak bâtýldýr. Çünkü aklen muhal olan bir þeyde

davacýnýn ya-laný ortaya çýkar. Meselâ; nesebi belli olan veya yaþ bakýmýndan ken-disinden

doðmasý aklen mümkün bulunmayan bir kimseyi, «Bu benim oðlumdur» diye dava etmesi gibi.

Âdetler bakýmýndan muhal olan dâva da böyledir: Çevrede fakir olarak bilinen bir kimsenin

baþkasýnýn üze-rinde büyük bir malýnýn bulunduðunu iddia etmesi gibi. Meselâ; «Bu ma-lý ona

ödünç (karz) olarak vermiþtim veya onu benden gasbetmiþti» de-mesi gibi. Ýþte açýk olan, gerek

aklen ve gerek âdetler bakýmýndan muhal olan davalarýn dinlenmemesidir. Bahir.

Ýbnü´l-Gars, bu meseleyi Fevâkihü´l-Bedriyye adlý eserinde zikret-miþtir.

ÝZAH

«Musannýf ilh...» Yani Musannifin, «Bir þehirde iki veya daha fazla eþit velayet yetkisine sahip

hâkim olsa, hâkim seçme yetkisi davacýya aittir» sözünü nakletmesi, Bahr adlý eserin müellifinin

görüþünü red için-dir. Çünkü zamanýmýzda mezhep hâkimlerinin genel ve eþit velayet yet-kisine

sahip olduklarýnda þüphe yoktur.

«Azli anlamýna ilh...» Yani Devlet baþkanýnýn hâkimi tercih etme yetkisini davalýya vermesi

yüzünden, bu davaya nisbetle davacýnýn ter-cih edeceði hâkim davaya bakmaktan azledilmiþ sayýlýr.

«Velayet de birse ilh...» Yani herbir hâkim belirli bir bölgenin dava-larýna bakmakla

görevlendirilmemiþse.» demektir.

«Anlaþmazlýk sýrasýnda ilh...» Bahýr adlý eserde þöyle denilir: «Dava konusu, hakkýn davacýya nisbet

edilmesi, anlaþmazlýk halinde söz konu-su olur. Eðer taraflar anlaþma hâlinde iseler, nisbete ihtiyaç

kalmaz. Her ne kadar taraflarýn sulh yapmasý lügatte bir dava ise de þer´an dava sayýlmaz.

Bunun benzeri Bezzâziyye adlý eserde þöyle ifade edilir: «Bir kimse elinde olan bir mal için, «Bu

benim deðildir» dese, eðer orada, bu ma-lýn kendisine ait olduðunu söyleyen bir hasým yoksa, onun

bu olumsuz ifadesi hüküm doðurmaz. Bundan sonra malýn kendisine ait olduðunu iddia ederse

geçerli olur. Eðer «Bu mal benim deðildir» demesi hasým lehine bir ikrardýr. Bundan sonra malýn

kendisine ait olduðunu iddia et-se, iddiasý sahih olmaz. Asi adlý eserde nakledildiðine göre, elinde

bir mal bulunan kimsenin «Bu benim deðildir» demesi, hasmýn o malda mül-kiyet hakkýný ikrar

etmesi anlamýna gelmez.

Sâyýhânî þöyle der: «Ben derim ki; Bezzâziyye´nin, «Bir þeyin kendi malý olmadýðýný söylemek,

hasým lehine bir ikrar sayýlýr veya sayýlmaz» sözleri nazaridir. Çünkü bu ifadede hasým olmamasý

halinde, malýn kendi mülkü olduðu iddiasý yoktur.

«Davanýn þartý ilh...» Ben mahkemede dava açarken kullanýlacak özel bir sözün þart koþuldugunu

görmedim. Ancak dava açarken, kesin-lik ifade eden ve soruþturma isteðini belirten sözleri þart

koþmak gere-kir. Meselâ; «Þüphe ediyorum veya zannediyorum» gibi sözlerle dava açmak sahih

olmaz. Bahýr.

Sonuç: Bezzâziyye´nin Zahire adlý eserden naklettiðine göre; sýrf ikrara dayalý bir dava dinlenmez.

Meselâ: Bir kimse, «Þu mal onundur» veya «onun falancaya ikrar ettiðine göre, onun elindeki mal

falancaya aittir» der veya ikrar davasýyla iþe baþlar. Meselâ: «Bu malýn bana ait olduðunu ikrar

ediyorum» yahut «Onun üzerinde benim malým vardýr» der. Bazý âlimler, böyle bir davanýn sahih

olduðunu söylemiþse de, ule-mânýn büyük çoðunluðu, istihkak için ikrarýn yeterli olmadýðýný

söyleye-rek sýrf ikrara dayalý davayý muteber saymamýþlardýr. Bahýr. Þahadette ihtilâf faslýndan

naklen. Bu mesele, ikrar konusunun baþ tarafýnda me-tin olarak gelecektir.

«Delil getirir veya yemin teklif eder ilh...» Bunlar bir söz deðil, ayrý ayrý iki sözdür. Burada, davacý

delil getirmekle, karþý tarafa yemin teklif etmek arasýnda muhayyerdir. Bu meselenin ayrýntýlarý için

Bahýr adlý ese-re bakýnýz.

«Dava konusu malýn bilinmesi ilh...» Yani dava konusu malýn cins ve miktarýnýn davacý tarafýndan

açýklanmasý gerekir. Kenz´de de böyledir.

«Bilinmeyen bir þey için hüküm verilemez ilh...» Dava konusunun bilinmemesi, davayý fasid

kýlarken, rehin ve gasp davasý bundan istisna edilmiþtir. Hâniye´de Asi adlý eserin rehin babýna

isnad edilerek þöyle denilmiþtir: Þahitler, «Bu, falanca kimsenin yanýna bir elbise rehin bý-raktý»


diye þahadette bulunsalar fakat bu elbisenin adýný söylemeseler ve þeklini bilmeseler, onlarýn

þahitliði caizdir. Burada hangi elbisenin re-hin olduðuna dair söz, rehin alana aittir. Gaspta da

hüküm böyledir. Bu duruma göre, cins ve miktarý belli olmayan rehin ve gaspta þahitlerin þahadeti

bile geçerli olunca, bu konuda dava açmak öncelikle caiz olur. Bahr.

Ben derim ki: Mi´rac adlý eserde de ayný ifade vardýr ve þöyledir: «Davanýn fasit olmasýnýn sebebi ya

hasmýn hiçbir þeyle sorumlu tutul-mamasý veya dava konusunun kendi bünyesinde bilinmezlik

bulunma-sýdýr. Bu konuda, vasiyet dýþýnda, bir görüþ ayrýlýðý bilinmiyor Meselâ; bir kimse vasiyet

veya ikrara dayanarak bir ma! üzerinde hak iddia et-se, yani malýn kendisine vasiyet veya ikrar

edildiðini dava etse bu ikisi meçhul olmakla birlikte sahih olur. Yine meçhul olan bir haktan dolayý

ibra davasýnýn da sahih olduðu hakkýnda görüþ ayrýlýðý yoktur. Bu du-ruma göre istisnalarýn sayýsý

rehin, gasp, vasiyet, ikrar ve ibra olmak üzere beþe ulaþmaktadýr.

«Hasým sorumlu tutulmazsa dava boþ yere açýlmýþ olur ilh...» Dava-larda sabit olduktan sonra

hasmýn bir þeyle sorumlu tutulmasý asýldýr. Ak-si halde boþ iþle uðraþmýþ olur. Meselâ bir kimse,

hazýr olan diðerini, «Bana vekâlet vermiþtin» diye dava etse, dava sabit olsa bile müvekkilin onu

her an azletme yetkisi bulunduðu için boþ iþle uðraþýlmýþ olur. Bahr´da olduðu gibi Hâmiþ´te de

böyledir.

«Fevâkihu´l-Bedriyye ilh...» Minah adlý eserde þöyle denilmiþtir: «An-cak âdetler bakýmýndan muhal

elan davalarýn menedilmesi hususu, ule-mâdan gelen herhangi bir rivayete dayanmaz.»

Ben derim ki: Mezhepte bir çok fürû meseleler vardýr ki muhal olan davalarýn men´inin ulemâya

istinad ettiðine þehâdet eder. Bunlardan bir tanesi yeminleþme (tehâlüf) konusunun sonunda

gelecektir.

METÝN

Davanýn hükmü ise, davalýnýn «evet» veya «hayýr» þeklinde cevap vermesinin vacip olmasýdýr. Hatta

davalý sükût ederse, sükûtu inkâr sa-yýldýðý için üzerine delil dinlenir. Ancak davalý, dilsiz olursa,

onun sükûtu inkâr sayýlmaz. Bu meseleyi Musannýfýn ilerideki sözlerini açýklarken tetkik edeceðiz.

Davanýn sebebi ise, insanlarýn mukadder olan dünya hayatlarýný sür-dürebilmek için, birbirleriyle

münasebet ve muamelelere muhtaç olmala-rýna baðlanýr. Çünkü insanlararasý muamelelerde,

ziyade, noksan, in-kâr, ikrar, vekâlet verme gibi þeyler cari olmakla dava, mükellefin dün-ya hayatýný

devamýna yardýmcý olur. Eðer dava ihmal olunursa dünyada birtakým haklar zayi olur.

Eðer dava konusu olan menkûl bir malsa. davacýnýn bu malýn has-mýn elinde haksýz olarak

bulunduðunu zikretmesi gerekir. Çünkü böy-le bir menkûlün, hasmýn elinde rehin veya satýþ bedeli

ödenmemiþ bir mebi olma ihtimali de vardýr. Eðer menkûl malýn mahkemede hazýr bu-lundurulmasý

mümkünse, davacý dava, þahadet ve yeminde ona iþaret için huzura getirilmesini isteyebilir.

Eðer dava konusu menkûlün naklinde bir masraf ve zorluk varsa davacý onun kýymetini zikreder.

Veya dava konusu menkûl helak olmuþ veya yeri bilinmemekle kaybolmuþ bulunursa yine kýymetini

zikretmesi gerekir.

Eðer dava konusu menkûl, buðday yýðýný, deðirmen, koyun sürüsü gibi hâkimin huzuruna

getirilmesi mümkün olmayan malsa, hâkim ken-di eminini, belirtilen mallarýn yanýna göndererek

tesbit yaptýrýr. Dava ko-nusu menkûl mevcut deðilse, davada yalnýz kýymetinin zikri ile yetinilir.

Âlimler, «Bir kimse kendisinden bir malýn gasbedildiðini iddia etse ve kýymetini söylemese, davasý

dinlenir. Eðer hasmý inkâr ederse, yemin teklif edilir. Ýkrar ederse, o zaman da onu beyan etmeye

zorlanýr.» de-miþlerdir. Dürer ve Ýbni Melek..

Bu yüzden, çeþitli cins, nevî ve sýfatta olan bir takým mallarý iddia ederek bunlarýn toplum kýymetini

söylemiþ olsa. sahih görüþe göre top-luca tek bir fiyat söylemesi, davanýn kabulü için yeterlidir.

Delili de kabul edilir.

Eðer kýymetlerini ayrý ayrý beyan eder. fakat delili olmazsa, hasým inkâr ettiði takdirde, hepsinin

yerine bir defa yemin teklif edilir. Zira gasp davasý beyansýz sahih olduðundan, çalman mallarýn

hepsinin kýymetini toplam olarak söylemesi evleviyetle sahih olur.

Bazý âlimlere göre hýrsýzlýk davasýnda çalýnan malýn hýrsýzlýk nisa-býna ulaþýp ulaþmadýðýnýn

anlaþýlmasý için kýymetinin zikredilmesi þart-týr. Fakat hýrsýzlýk davasý dýþýndaki davalarda, iddia

olunan þeylerin kýy-metini zikretmesi þart deðildir. Ýmâdiye.

Bu sayýlan þartlarýn hepsi deyn davasýnda delil, ayn davasýnda ge-çerlidir

ÝZAH


«Onun elinde haksýz olarak bulunduðu ilh...» Davalý, dava konusu malý elinde bulundurduðunu

inkâr etse, davacý da, «Bu tarihten bir sene önce onun elinde idi, diye delil getirse, onun delili kabul

edilir ve davalý da malý huzura getirmeye zorlanýr mý?» Câmiü´l-Fusûleyn sahibi, «Uy-gun olan, eðer

iddia olunan þeyin, elinden çýktýðý sabit deðilse, delili kabul edilir ve o þeyin onun elinde kaldýðýna

da hükmedilir» demiþtir. Bahir bunda karar kýlmýþ. Kûhistânî de bunu açýkça ifade etmiþtir. Ancak

Nuru´l-Ayn´da bu görüþ reddedilerek þöyle denilmiþtir. «Bu, istishâbtýr. Ýstishâb ise isbatta deðil,

def etmekte hüccettir.» Usul kitaplarýnda olduðu gibi.

«Huzura getirilmesini talep eder ilh...» Davalý, malý elinde vedîa ola-rak bulundurmadýðý zaman,

davacý malýn huzura getirilmesini- isteyebilir. Eðer davacý vedîa olan bir þeyi taleb ederse, o zaman

davalýya onu huzura getirmesi deðil, onu býrakmasý emredilir. Câmiü´l-Fusûleyn´den naklen

Bahýr´da olduðu gibi.

«Menkûlün naklinde bir külfet varsa ilh...» Deðirmen ve buðday yý-ðýný bu kabildendir. Onun burada

zikredilmesi bir sehivdir. Ýzâhu´l-Islâh´ta þöyle denilmiþtir.» Onun nakli az bile olsa bir külfet

bulunmakla güçse o zaman hâkimin huzuruna getirmek gerekmez.»

«Gâib olmuþ ise ilh...» Yani yerini bilmese. Bunu da Kâdýzade zik-retmiþtir.

Bir mesele: Davacý, dava konusu malýn özelliklerini belirtse, mal hâ-kimin huzuruna getirildiðinde,

bazý özellikler tutmasa, eðer ilk davasýn-dan vazgeçer ve getirilen malý iddia ederse dava dinlenir.

Çünkü bu ye-ni bir dava olur. Aksi halde malýn eski özelliklerinde ýsrar ederse hazýr olan mal

hususundaki davasý dinlenmez. Bezzâziyye´den naklen Bahr.

«Davada kýymetini zikri ile iktifa edilir ilh...» Çünkü dava konusu malýn görülmesi mümkün deðildir.

Onun özelliklerini belirtmekten baþka çare kalmaz. Çünkü kýymet, helak olan bir malýn kendisiyle

bilindiði bir þeydir. Gâyetü´-Beyân.

Ýbn-i Kemal´in þerhinde de, «Dava konusu olan þey elde mevcut de-ðilse, onun özelliklerini

belirtmeye itibar edilmez. Çünkü kýymeti zikredil-meden onun özelliklerinin zikredilmesinde bir

fayda yoktur. Kýymeti zikredildiði takdirde de onun özelliðine artýk ihtiyaç yoktur. Bu hususa

Hidâye´de de iþaret vardýr» denilmiþtir.

Kûhistânî´de ise, «Eðer hazýrlanmasý mümkün deðilse, kýymetinin zikredilmesi» sözü, dava konusu

mal bir hayvan ise, onun renginin, ya-þýnýn, erkek veya diþi olduðunun zikredilmesinin þart

olmadýðýna iþaret eder» denilmiþtir. Kûhistânî´nin bu sözünde, Ýmâdiye´de olduðu gibi ihti-lâf vardýr.

Seyyid Ebû´l-Kâsým da, «Davacý eðer dava konusu malýn aynýsýný veya mislî ise mislini almak

istese, bu tarifler lâzýmdýr. Ama eðer kýymet-li þeylerin ise o kýymetini almak isterse, kýymetini

zikretmek yeterlidir. Hizâne´nin Muhâzir´inde olduðu gibi» demiþtir.

«Bir þeyin kendisinden gasbedildiðini ilh...» Bahýr´da þöyle denir: «Velhâsýl, gasp ve rehin

davasýnda dava ve þahadetin sýhhati için cins ve kýymetin beyan edilmesi þart deðildir. Kýymet

konusunda söz de rehin alan ile gasbedenindir».

Ben derim ki: Miraç adlý eserde vasiyet ve ikrar davasý açýklanarak þöyle denilmiþtir: «Vasiyet ve

ikrar davalarýnda dava konusu olan mal tam bilinmese de dava etmek sahihtir. Meçhul bir þeyin

ibrasýný dava etmek de ihtilafsýz olarak sahihtir. O halde istina edilenler beþ olur.»

«Bundan dolayý ilh...» Yani her ne kadar gasbta kýymeti zikredil-mese bile birþeyin gasbedildiðini

iddia etmesi sahihtir. Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Birisi, «Benden falan þey gasbedildi fakat

kýymetini bilmi-yorum» dese, âlimler onun davasýný kabul edilip dinleneceðini söyle-miþlerdir.»

Kâfi adlý eserde de, «Davacý, «Falan þey benden gasbedildi, o þey helak mý oldu, yoksa duruyor mu,

bilmediðim gibi kýymetini de bilmi-yorum» dese, bütün kitaplarda zikredildiðine göre, onun davasý

dinle-nir ve kabul edilir. Zira insan çoðu kez kendi malýnýn kýymetini bilmez. Eðer onu kýymetinin

beyaný teklif edilse, davacý zarara uðrar», denil-miþtir.

Ben diyorum ki: Dava konusunun bu kadar aþýrý bilinmezliðine rað-men davanýn sahih kabul

edilmesinin faydasý þudur: Davalý, inkâr ettiði takdirde yemin etmeye, ikrar etmesi veya yeminden

kaçýnmasý halinde de beyan etmeye zorlanýr. Zira Kâfi´nin sözleri ancak bu açýklamayla ta-mam olur.

«Kýymetinin zikredilmesinin þart olduðu ilh...» Nehir müellifi Þeyh Ömer, «Bu ifadenin þu þekilde

anlaþýlmasý daha uygundur: Eðer iddia olunan mal hâkimin huzurunda ise, onun kýymetini

zikretmek þart de-ðildir. Ancak hýrsýzlýk davasýnda mal huzurda da olsa, kýymetini söyle-mek

þarttýr.» demiþtir. Hâmevî.

METÝN



Davacý helak olan birþeyin kýymetini dava ederse, dava konusu olan þeyin, dava ve þahadette

cinsini ve nevini beyan etmesi þarttýr. Çünkü hâkim ne üzerine hükmedeceðini bilmelidir.

Ancak istihlâk edilmiþ olan bu mal, canlý hayvan kabilinden ise, onun erkek veya diþi olduðunun

belirtilip ´belirtilmemesi hususu ihtilaflýdýr. Fakih Ebûlleys, «Kýymetinin açýklanmasý þart olduðu

gibi erkek veya diþi olduðunun belirtilmesi de gerekir» demiþtir. Ýhtiyar adlý eser de Ebûl´leys´in bu

görüþünü tercih etmiþtir. Þehîd de, «Kýymetinin, erkeklik veya diþiliðinin açýklanmasý yanýnda

hayvanýn yaþýnýn da belirtilmesi þarttýr» demiþtir. Bu konunun tamamý Ýmâdiye adlý eserdedir.

Dava konusu vedîa ise, emanet verilen þeyin taþýnmasýna ihtiyaç olsun veya olmasýn, koruma

yerinin açýklanmasý gerekir. Çünkü vedîada belirli yerde koruma gereklidir. Ayrýca dava ile talep

edilen kýymeti de-ðil kendisidir.

Gasp davasýnda ise. gasbedilen þey için taþýma ve masrafa ihtiyaç varsa, davanýn sýhhati için

gasbedilenin bulunduðu yeri de belirtmek ge-rekir. Çünkü gasbedilenin aynýný geri vermek asýldýr.

Eðer taþýma külfet ve masrafý söz konusu deðilse, gasbedilenin bulunduðu yerin belirtilme-si

gerekmez.

Mislî olmayan bir þeyin gasbý davasýnda, zahir kavle göre, gasbolduðu günkü kýymetini beyan

etmek lâzýmdýr. Ýmâdiye.

Bir akarýn davasýnda ise, þahadette onun sýnýrlarýný bilmek nasýl þartsa, iddia edilen akar meþhur

dahi olsa, onun sýnýrlarýný beyan etmek de þarttýr. Ancak Ýmameyn buna muhalefet etmiþlerdir. Ama

eðer þahitler iddia edilen binayý bizzat tanýyorlarsa onun hudutlarýný zikretmeye ihti-yaç yoktur.

Nitekim bir akarýn satýþ bedelini dava ettiðinde, akarýn sýnýr-larýný zikretmek þart deðildir. Çünkü

akarýn satýþ bedelini dava etmek, gerçekte bîr alacak davasýdýr. Bahýr.

Bu akarda hudutlar söylendiði gibi, akar veya evin bulunduðu þeh-rin, sonra mahallenin, sonra da

sokaðýn zikredilmesi lâzýmdýr. Nitekim neseb davasýnda da önce kendi adýnýn sonra babasýnýn,

sonra da de-desinin adý zikredilir.

Bu meselede hudutlarýn üçünün zikredilmesi yeterlidir. Dördüncü sýnýrýn zikredilmemesi

mümkündür. Ancak dördüncü sýnýrý da zikreden yanýlýrsa, o zaman dava geçerli olmaz. Mültekâ.

Çünkü bu yanýlma, da-va konusunu ihtilaflý hale getirir. Ancak böyle bir yanlýþlýðýn mahkeme devam

ederken sonradan tavzih edilmesi mümkündür. Fusûleyn.

Bu hudutlarý söylerken, sýnýrlarýn sahiplerini ve neseplerini de zik-retmesi gerekir. Eðer sýnýr

komþusu olan kimse meþhur birisi deðilse, onun dedesinin adýný da zikretmesi gerekir. Sýnýrýn

sahibi meþhur bir kimse ise, maksat hâsýl olduðundan onun adý ile yetinilir. Bu akar veya ev

davasýnýn, «Falan kimsenin elindedir» demesi lâzýmdýr. Eðer dava konusu olan þey, daha önce

geçtiði gibi menkûl bir mal ise, o zaman, «Haksýz olarak onun elindedir» demesi de gerekir.

Davacý ile davalýnýn birbirlerini doðrulamasý ile akardaki el sahibi, belirlenmiþ olmaz. Belki delil

veya hâkimin bizzat bilgisi gereklidir. Çün-kü menkûl malýn zilyedinin görülmesinin aksine, akarda

taraflarýn ya-lan söyleme ihtimali vardýr.

Bizim akar hakkýnda söylediðimiz mutlak deðildir. Belki davacýnýn akarýn mutlak þekilde kendi

mülkü olduðunu iddia etmesi halinde böy-ledir. Ama iddia ettiði akarýn kendisinden gasbedildiðini

veya halen ta-sarruf eden kimseden satýn aldýðýný iddia ederse, o zaman delili gerek kalmaz. Çünkü

fiil davasý, zilyed üzerinde sabit olduðu gibi, baþkasý üzerinde de sabit olabilir. Bezzâziyye.

Davacý, dava konusu þeyi talep ettiðini belirtmelidir. Çünkü eðer bunu zikretmezse, dava konusu

þeyin karþý tarafýn elinde bir rehin veya semen karþýlýðý hapsedilmesi ihtimali, de olabilir. Ýþte bu

talep etme sözü ile «Haksýz yere» sözüne ihtiyaç kalmamaktadýr.

«Cinsini ve nevini beyan etmesi þarttýr ilh...» Ben diyorum ki; bu yerde benim ´bir þüphem vardýr.

Þöyle ki, eðer çeþitli mallarý dava etmiþ olsa, metinde geçtiði gibi bu çeþitli mallarýn toplam fiyatýný

söylemesi yeterli olur. Fusûleyn adlý eserde þöyle zikredilmiþtir: «Davacý, dava ko-nusu þeylerin,

hasmýn elinde mevcut olduðunu iddia etse, o zaman has-mýna", bunlarý mahkemeye getirmesi

emredilir. Dava konusu þeyler ha-zýr olunca, delil kabul edilir.

Davacý, onlarýn helak olduðunu iddia etse ve hepsinin kýymetini top-lam olarak beyan etse, davasý

dinlenir. Bundan anlaþýldýðýna göre; Mu-sannifin eþya davasýnda yukarýda zikrettiði ancak o eþya

helak olursa, o zaman hepsinin kýymetini toplam olarak beyan etmesi kabul edilir. Eðer dava

konusu eþya helak olmamýþsa, o eþyanýn kýymetinin belirtil-mesine ihtiyaç yoktur. Çünkü bu

takdirde dava konusu þeyi hâkimin huzuruna getirmesi istenir.

Yukarýda Ýbn-i Kemal´den naklettiðimiz üzere dava konusu menkûlün, helak olmasý ve benzeri


sebeplerle hâkimin huzuruna getirilmesi güçse, kýymetinin açýklanmasý, özelliklerinin belirtilmesine

ihtiyaç býrakmaz. Ýb-n-i Kemal´den naklettiðimiz ifadeler Musannifin ayný bahsinde zikrettiði,

«Kýymetini zikretmek kâfidir» sözüne uygun düþer. O zaman Musannifin buradaki, «Cinsini ve

nevini beyan etmesi þarttýr» sözünü anlamak güç olur. Eðer desek ki, «Kýymetin zikri ile birlikte

vasýflarýný da beyan lâ-zýmdýr» demiþ olsa, o zaman kýymetinin davasý ile helak olan nesnenin bizzat

aynim dava etmek arasýnda bir fark kalmaz. O zaman artýk Mu-sannifin sözlerinin Bahýr´a uyarak,

«Zikredilen þartlar; deyn davasýnda deðil, ayn davasýnda geçerlidir.» sözünün manasý ne olur?

Burada dü-þünülsün.

Sirâciye´den naklen Bahýr´da, «Sýnýrlanmýþ bir þeyin semenini id-dia ederse, o þeyin hudutlarýný

beyan etme þart deðildir» denilmiþtir.

«Zahir kavle göre ilh...» Nuru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: Mislî olma-yan birþeyin gasb ve helakinde,

zahiri rivayete, göre uygun olan, gasbedildiði gündeki kýymetini beyan etmesidir. Bir rivayete göre

mâlik, nesnenin gasb günündeki veya helak günündeki kýymetini almakla mu-hayyerdir. O halde,

hangi gündeki kýymetini almak istediðini beyan et-mesi lâzýmdýr. Ayn´ýn, istihlâki sebebiyle bin

dinar iddia etse, o ayn´ýn helak edildiði yerdeki kýymetini beyan etmesi lâzým olduðu gibi, ayaný da

beyan etmesi lâzýmdýr. Çünkü ayn´larda bazýsý kýyemî, bazýsý ise mislîdir.»

«Akarýn davasýnda ilh...» Ev, arsa gibi baþka yere nakledilmeyen mala akar denilir. Þuf´a kitabýnda

meþayihimiz açýkça ifade etmiþlerdir ki, mücerred bina ve bað aðaçlarý menkûl mal sayýlýr. Bunlar

arsasýz ola-rak satýldýklarý takdirde orada da þüf´â hakký yoktur. Eðer bunlar arsa ile birlikte

satýlýrlarsa, o zaman arsaya tabi olarak onlarda þüf´â hü-kümleri cereyan eder. Asrýmýzýn bazý

âlimleri yanýlarak bazý akardan say-mýþlardýr. Onlar yanýlmalarý hususunda uyarýlmýþsa da adet

üzerine söz-lerinden dönmemiþlerdir. Bahýr.

Ebussuud Hâþiye´sindeki, «Bina ve baðlarda þüf´â yoktur» sözü, «Toprak, ihtikâr edilmiþ deðilse»

sözü üzerine hamledilir. Yok eðer bina ihtikâr edilmiþ arsa üzerinde ise, bunda þüf´â sabit olur.

Çünkü bu bina-nýn o yer üzerinde kalma hakký vardýr. Bu yüzden, ileride þüf´â bahsinde de geleceði

gibi bina menkûl olmaktan çýkar ve akara dönüþür.

«Dördüncüsü terkedilse de ilh...» Yani davacý veya þahit dördüncü hududu söylemeseler. Ýkisinin

de hükmü, kayýp ve yanýlmada birdir. Ni-tekim bu husus Fusûleyn´de açýklanmýþtýr.

«Yanýlsa, o zaman sahih olmaz ilh...» Bunun benzeri, meselâ, peþin para ile birþeyi aldýðýný iddia

etse, þahitlerin sözü þahadet kabul edilir. Þahitler semenin cinsinin beyanýnda sükût etseler de yine

kabul edilir. Ancak þahitler semenin cinsini zikretmekle birlikte, bu konuda çeliþkili beyanda

bulunsalar, þahadetleri kabul edilmez. Nitekim Zeylâî´de de böy-ledir. Sâyýhânî.

«Fusûleyn ilh...» Davacý yanýldýðýný iddia etse, onun davasý dinlen-mez ve delili kabul edilmez.

Çünkü davalý, davacýnýn iddiasýný kabul et-tiði takdirde, dava konusu gayr-i menkûlün bu hudutlarla

tesbit edildi-ðini tasdik etmiþ olur. Bu kabul ediþten sonra yanýldýðýný iddia etmekle bir önceki

iddiasýný nakzetmiþ sayýlmaz.

Biz, yanýlma iddiasýný þöyle açýklayabiliriz: Davalý, «Hudutlardan bi-risi, þahidin zikrettiði gibi

deðildir» dese veya hududun sahibi, «Hudud doðrudur fakat bu adla deðildir» dese, bunlarýn hepsi

onun davasýný nefyetmektedir. Nefyin üzerine þahadet getirmek de kabul edilmez.

Fusûleyn sahibinin, zikredilen hususta bir araþtýrmasý vardýr ki biz onu Bahýr´ýn hamiþinde yazdýk.

Oraya yazdýðýmýzýn sonucu þöyledir: O za-man davacýnýn, «Bu senin deðildir» diye cevap vermesi

mümkündür. O, bu takdirde çeliþkiye düþmez. Veya baþlangýçta þöyle cevap verebilir: «Bu benim

sýnýrlarýný belirttiðim akara muhaliftir.» derse, o zaman da açýklama yapmasý gerekir. Bu konunun

tamamý Câmiü´l-Fusûleyn´dedir.

Sâyýhânî özet olarak þöyle yazmýþtýr: «Davalý, «Þu hudutlarla sýnýr-lanan akar benim elimde

deðildir.» dediðinde, onun hasmý olan davacý da, «Hayýr o senin elindedir. Fakat bir yanýlma

olmuþtur» der ve onun sözünü men eder. Eðer þahit, dava meclisinde ´yanýldýðýný açýklarsa, ka-bul

edilir. Eðer meclisin dýþýnda yanýldýðýný söylerse, bu söz hâle uygun düþerse yine kabul edilir.

Bezzâziyye.

Bezzâziyye´nin ifadesi þöyledir: «Akar davasýnda þahitler sýnýrlarýn birisinde veya ikisinde

yanýlsalar, sonra dava meclisinde veya dava mec-lisinin dýþýnda yanýldýklarýný telâfi etmeye

çalýþsalar, eðer yanýldýklarý ile düzeltme yaptýklarý ifadeler arasýndaki çeliþki giderilebilirse kabul

edi-lir. Meselâ: «Akarýn doðu sýnýr komþunun adý þu idi, fakat sonradan adý-ný deðiþtirmiþti þu oldu»

veya «Doðu sýnýr komþusu falanca orasýný sattý, adý zikredilen kimse arasýný satýn almýþtý» gibi...


«Dedesinin adýný da zikretmesi lâzýmdýr ilh...» Biz þahadet üzerine, þahadet babýnýn hemen önünde,

þunu ifade etmiþtik: Sýnýrlarý tapu se-nedinde belirlenmiþ olan yerle ilgili dava ve þahadet sahih

olur. Ancak eve (dara) gelince, Ebû Hanîfe´ye göre herkes tarafýndan bilinse bile, onun sýnýrlarýný

söylemek gerekir. Sýnýrlarýn tam söylenmesi ise sýnýr sa-hiplerinin dedelerinin adýný zikretmekle

olur. Ýmameyn´e göre ise, herkes tarafýndan bilinen bir baðýmsýz evde, sýnýrlarý söylemek þart

deðildir. Me-selâ, «Bu ev Kûfe´deki Ömer bin Hâris´in evidir» demek gibi. Buna göre eðer, «Falan

kiþinin evine bitiþiktir» dese ve maruf bir kimse olduðu hal-de isim ve nesebini zikretmese yeterli

olur. Çünkü o kimseyi tanýtmak için adýný ve nesebini söylemeye ihtiyaç vardýr. Kendisi herkes

tarafýn-dan bilinen birisi olunca böyle bir tanýtmaya ihtiyaç kalmaz. Ýþte bunlar gerçekten hatýrda

tutulmasý gereken meselelerdendir. Fusûleyn.

Uygulama örneði: Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir. «Bahçeli ev davasýnda, sýnýrlarýný söylerken,

«Falan kiþinin vârislerinin evine bitiþiktir» dese, tarif tam olmaz. Çünkü tarif ancak isim ve nesebin

söylenmesi ile meydana gelir. Ancak bazý âlimler, ilk tarifin de yeterli olduðunu söylemiþlerdir.

Çünkü, «Falanýn vârisleri» sözü, yeri belirlemek için kâfi gelebilir.

«Birinci görüþ þöyle açýklanmýþtýr: Varisler meçhuldür. Çünkü varis-lerden ashâbü´l-Ferâiz sýfatýyla

miras alanlar olduðu gibi, asâbe veya Zevi´l-Erham olarak hisse alanlar da bulunabilir. Sonra þu

meseleye dik-kat çekilmiþtir: «Falanýn taksimden önceki varislerinin evine bitiþiktir» diye yazýlsa,

sahih olur mu? Bazý âlimler buna sahih olur, derken, bazý-larý, sahih olmaz, demiþlerdir. Yine,

«Falanýn terekesinden olan bir eve bitiþiktir» dese, sýnýr bakýmýndan sahih olur. Eðer sýnýrlardan

birisi olarak sahibi bilinmeyen bir yer söylense, bu yeterli deðildir.

«Ben derim ki: Eðer hudutlar biliniyorsa, onlarýn tasarruf sahiblerini zikretmeye ihtiyaç olmamasý

gerekir. Çünkü hâsýl olmaktadýr».

Bu meselenin, yukarýda Ebû Hanîfe´den naklettiðimiz görüþe muha-lif olduðu acýktýr.

Sonra da þöyle denilmiþtir: «Davacý, sýnýrlardan birisi olarak hazine mülkünü göstermiþ olsa, kimin

elinde olduðunu söylemese de sahihtir. Çünkü o yer, naibinin vasýtasý ile devlet baþkanýnýn

elindedir. Yol ise boyu ve eni beyan edilmeden hudud olarak kabul edilir. Ancak bir gö-rüþe göre

kabul edilmez. Nehir, bazý âlimlere göre kabul edilmez. Yine sur da nehir gibidir. Bu da bir rivayettir.

Mezhebin zahirine göre ise sur sýnýr olarak kabul edilir.

«Akar veya bahçeli ev davasýnda, «Benim iddia ettiðim falanýn arazi-sine bitiþikti» dese, o adamýn

da çok ve daðýnýk yerleri bulunsa bile da-va ve þehâdet sahihtir. Ýddia ettiði ev veya akarýn vakýf

arazisine bitiþik olduðunu söylemesi yeterli deðildir. Uygun olan vakýf, yerinin fakirlere veya

mescide vakfedildiðini söylenmesidir. Mescid veya fukaraya vakfe-dildiðini söylemek, vâkýfý

söylemek gibidir. Bazý âlimlere göre vâkýfý söy-lemekle tarif sabit olmaz. Kimin elinde olduðunu

söylediði zaman tarif tamam olur.

«Ben diyorum ki: «Kimin elinde olduðu» sözünü eklemek, ancak ta-rif o þekilde yapýlabiliyorsa,

gerekir. Yoksa vakfedenin zikredilmesi ye-terlidir. Eðer vakfýn tasarruf sahibini zikretmeden

biliniyorsa, o zaman zaruretsiz olarak onu söylemek fazlalýk olur.» Özetle.

«El sahibi tesbit edilemez ilh...» Bu çok defa meydana gelir. Zamanýmýzýn birçok hâkimleri de

bundan gafildirler. Çünkü onlar tapu senetlerine, «Zikredilen akarýn üzerine el koyduðunu ikrar

etmiþtir.» diye yazarlar, o zaman davacýnýn þöyle demesi lâzýmdýr: «O benim akarýma el

koymuþtur.» Þahitler de ona þehâdet edeceklerdir. Bundan ötürü ben bu meseleyi þu þekilde

manzum olarak ifade ettim: «Sen hiç þüphe etme, akar davasýnda davacý ile davalýnýn birbirini

tasdik etmesiyle akarýn sahibi belirlenmiþ olmaz. Eðer gasb veya davalýnýn satýn aldýðýný iddia

etmezse, delil gereklidir.»

Câmiü´l-Fusûleyn´de, Hâniye´ye iþaretle þöyle denilir: «Baþkasýnýn elinde olan birþeyi dava ederek:

«O benim mülkümdür. Þu adam da ona haksýz yere el koymuþtur» dese, Fukâhâ, bunu böyle

demesi, o ma-la el koyan hakkýnda gasýb davasý deðildir, demiþlerdir.»

Fusûleyn sahibi þöyle diyor: «Ben diyorum ki, Feþ´te geçene kýyas edilirse, «Þu benim mülkümdür,

haksýz yere senin elindedir.» dese, gasb ettiði günü söylemesi dahi, sahihtir. Uygun olan yine

burada da sahih ol-masýdýr.» Bu bahsin tamamý Fusûleyn´in altýncý faslýndadýr.

«Dava konusu þeyi istediðini zikretmelidir ilh...» Ýster o taleb ettiði bir ayn, ister deyn, ister menkûl,

ister akar olsun. O halde, «Falanýn üze-rinde benim on dirhemim vardýr», dese ve baþka birþey

söylemese, hâ-kime, «Ona bana vermesini emret» deyinceye kadar sahih olmaz. Ba-zý âlimler onun

sahih olduðunu söylemiþlerdir. Sahih olan ancak budur. Sâyýhânî, Kuhistânî.


«Eðer bunu zikretmezse ilh...» Yani, «Ben onu taleb ediyorum. Ona emret bana versin» demese

talep de bulunamaz. Çünkü, davalýnýn yanýn-da baþka bir hakla bulunmuþ olmasý mümkündür.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 00:53:42
METÝN

Dava konusu, ölçülecek, tartýlacak, nakit veya gayri nakit bir ala-cak (deyn) olursa, onun iyi veya

kötü cinsten olduðuna dair özelliklerini zikreder. Çünkü o ancak özellikleriyle bilinir. Misliyetten

olan þeyin da-vasýnda da cinsini, nevini, sýfatýný, miktarýný ve nakit para dýþýndaki ala-caklar için,

alacaðýn doðuþ sebebini zikretmesi gerekir.

Eðer bir diðerinin üzerinde bir ölçek buðdayýn olduðunu iddia eder, fakat bu alacaðýn doðuþ

sebebini zikretmezse, onun davasý dinlenmez. Sebebini zikrederse, bunun bir selem akdi olduðu

dikkate alýnarak, onu ancak belirledikleri teslim yerinde isteyebilir. Karz, gasýb veya istihlâk

davasýnda da karz ettiði ve benzeri yerlerde taleb eder. Bahýr.

Hâkim davalýya, davanýn sýhhati kabul edildikten sonra, «Falan sen-den þunu iddia ediyor ne

dersin?» -diye sorar. Eðer davacýnýn davasý sa-hih deðilse, davalýnýn cevap vermesi gerekmez.

Hâkimin sorusu üzerine davalý, ikrar ederse baþka ´bir iþleme gerek kalmaksýzýn dava sona erer.

Eðer inkâr ederse, davacý delil gösterirse, davacý talepte bulunmasa bile hâkim davalý aleyhine

hüküm verir.

Eðer davacý delil getiremez ve davalýnýn yeminini taleb ederse, hâ-kim davalýya yemin verir. Çünkü

bütün davalarda ancak davacý yemin talebinde bulunursa hâkim davalýya yemin teklif edebilir.

Ancak Ebû Yûsuf´a göre, dört yerde davacý talepte bulunmasa da hakim davalýya yemin verebilir.

Bunun dayanaðý Bezzâziyye´deki ifadedir.

Yine Bezzâziyye þöyle demiþtir: «Birisi, ölen bir odamda alacaðý ol-duðunu iddia ederse, varisler

taleb etmese bile hâkim alacaklýya onun borcunu ödemediðine, bir diðerine havale etmediðine ve

borçluyu ibra etmediðine veya iddia olunan meblâðýn bir rehin karþýlýðý olmadýðýna da-ir yemin

teklif edeceði hususunda Fakihler icmâ etmiþlerdir».

Davalý, «Ben ne ikrar, ne de inkâr ederim» dese, yemin teklif edil-mez, inkâr veya ikrar edene kadar

hapsedilir. Yine hiçbir afet olmadan davalý susmaya devam etse, Ýmam Ebû Yûsuf´a göre -Hülâsa-

inkâr veya ikrar edene kadar hapsedilir. Bahir sahibi, «Hükme müteâllik mad-delerde ancak Ýmam

Ebû Yûsuf´un kâvliyie fetva verileceðine binaen ben de bununla birkaç defa fetva verdim» demiþtir.

Sonra Bedâî´den naklen, «Susan bir kimsenin susmasýnýn inkâr sayýlmasý, çok þüpheli bir hâl

olduðu için hâkim ona yemin teklif eder. Burada, «Hâkim ona yemin teklif eder» sözüyle

kayýtlamamýz taraflar, «hâkimin dýþýnda bir kimse-nin yanýnda yemin teklif edilebileceði, eðer davalý

yemin ederse borçtan kurtulacaðý» hususlarýný içine alan bir sözleþme yapsalar, böyle bir

sözleþmenin bâtýl olduðunu belirtmek içindir. Çünkü hasmýn isteði üzerine yemin teklifinde

bulunmak yalnýz hâkimin hakkýdýr. Hâkimden baþkasý yanýnda yapýlan yemine veya yeminden

kaçýnmaya itibar edilmez. Eðer davacý yeminden sonra dava konusu ile ilgili bir delil ikâme etse,

delili kabul edilir. Yoksa hâkimin huzurunda ikinci defa yemin teklif edilir. Ancak birinci yemini

hâkim huzurunda olmuþsa, o yeminle yetinilir. Ýkin-ci yemine ihtiyaç kalmaz» denilmiþtir.

Musannýf, Kýnye´den naklen þöyle der: «Gerçekten, yemin teklif etmek hâkimin hakkýdýr. Hâkim

yemin teklif etmedikçe yapýlan yemine iti-bar edilmez.»

Davalý ile davacý, yemin ederse, davalýnýn zamin olacaðý þeklinde anlaþsalar ve davacý yemin etse,

davalý zamin olmaz. Çünkü bu yemin þeriata aykýrýdýr. Resulûllah´ýn: «Beyyine davacýya, yemin de

ikrar ede-ne aittir» hadisine göre davalýdan sonra davacýya yemin teklif edilemez. Rasulûllah´ýn hem

þahit yem yemin ile birlikte hükmettiklerine dair olan hadisi ise zayýftýr. Ýbn-i Muîn ravisini münker

görerek hadisi reddeder. Aynî.

ÝZAH

«Vasfýný zikreder ilh...» Kenz´de, Vasfýný zikretmekle beraber, «Ben o malý taleb ediyorum» demesi

de ilâve edilmiþtir. Bahýr´da da «Metin ve þerhlerde, «Ben o malý taleb ediyorum» sözü açýkça yer

almýþtýr.» denil-miþtir. Hülâsa ve Bezzâziyye gibi, fetva sahipleri ise, «Ben o malý taleb ediyorum»

sözünü zayýf bir görüþ olarak belirtmiþlerdir. Çünkü mak-sat bu lafzý kullanmak deðil, Umde´de

olduðu gibi talebi ifade eden, me-selâ hâkime, «Ona emret bana hakkýný versin» gibi sözler de

yeterlidir. Bununla birlikte, musannifin, «Ben onu talep ediyorum» sözünü zikretmesi gerekirdi.

Çünkü herkesçe bilindiði gibi fakihler metin ve þerhler-de olan sözleri, fetvalarda olanlara tercih

ederler.

«Cinsini zikretmek ilh...» Meselâ, dava konusu buðdaysa, «sulan-mýþ buðday» onun nev´î, «iyi cins


buðdayýda sýfatý olur. Bu özelliklerin davada belirtilmesi gerekir.

«Davasý dinlenmez ilh...» Dava konusu selem ise, bunun sahih ol-masý için gerekli þartlarý belirtir.

Meselâ, sermayenin cinsi, Selem ko-nusu malýn nev´î sýfatý eðer tartýlacak cinstense tartýsý, akit

meclisinde verdiði nakdi zikredilir. Eðer musannif ayrýntýya girmeksizin, «Davacý ile davalý arasýnda

sahih bir satým akdi cereyan ettiðini» söyleseydi bu yeterli olur ve dava hilâfsýz sahih olurdu.

Bunun üzerinde her bir sebep için birçok, þartlar varsa. Musannifin, «Vücub sebebi» demesi kâfi

gel-mez. Eðer þartlarý az ise, o zaman bu sözle yetinilir. Buna Þemsü´l-Ýslâm, «Bir kimsenin

diðerine, «Sen sahih bir kefaletle kefil ol» demesi, selem gibi sahih olmaz. Çünkü onun kabulü

sahih olmadýðý görüþünde olan Hanefîlere göre deðil ancak onun sýhhatini kabul eden kimseye

göre sahih olur. Bu duruma göre bir kimse, «Bana kefil ol» demiþ olsa, karþý taraf bu teklifi

mecliste kabul etse, sahih olur. Karz´a ise, bir kimsenin, «Sana kendi malýmdan katzettim» diye

zikretmesi lâzýmdýr. Zira böyle demese, o adamýn vekil olmasý da mümkündür. Vekil de talep etme

hak-kýna mâlik deðildir. Karz davasýnda davalý üzerinde borç olmasý için, «Benden aldý ve kendi

ihtiyacýna sarfetti» demesi de gerekir. Bu konu-da icmâ vardýr. Çünkü Ebû Yusuf´a göre; karz olarak

verilen paranýn borç olmasý, paranýn sarfedilmesine, istihlâk edilmesine baðlýdýr. Aksi halde borç

(deyn) olmaz, karzdýr. Bezzâziyye´den özetle.

«Delil gösterirse ilh...» Bu ifadeden açýkça anlaþýldýðýna göre, dava konusu olan malý ikrar eden

davalý aleyhine delil ikâme edilmez. Bahýr´da, «Ancak dört meselede ikrar da etse delil ikâme edilir»

denilmiþ-tir. Yine Bahýr´da, «Delilden sonra davalý ikrar ederse, o zaman delil ile deðil onun ikrarý ile

hüküm verilir. Eðer davalý cevap vermeyerek susar-sa, cevap verinceye kadar hapsedilir.»

denilmiþtir.

«Davalýya yemin ettirir ilh...» Davalýnýn yemin! ile davacýnýn hakký ortadan kalkmaz. Ancak, davasýna

uygun olan bir delil ikâme etmedikçe de davacý olamaz. Eðer delili varsa bunu ikâme eder. Bu delil

ile onun lehine hükmedilir. Hâmiþ´te de böyledir.

«Dört meselede ilh...» Bezzâziyye´de yer alan ve karþý taraf talepte bulunmasa bile hâkimin re´sen

yemin verebileceði dört hâl þunlardýr:

1) Satýlan bir mal, müþteri tarafýndan bir ayýp sebebiyle geri ve-rilse, satýcý talep etmese bile hâkim

müþteriye bu malý ayýplý olarak alýp almadýðýna dair yemin teklif eder.

2) Hâkim, þüf´â hakký sahibine, bu hakkýný iptal etmediðine dair,, þüf´âlý malýn sahibi talep etmese

bile yemin teklif eder.

3) Gâib olan kocasýnýn malýndan nafaka talep eden kadýna, hâ-kim, kocasý ona nafaka olarak bir þey

býrakýp býrakmadýðýna dair yemin teklif eder.

4) Hâkim, istihkak davasýnda, hasým talep etmesi bile, malý sat-madýðýna dair yemin teklif eder.

Hâmiþ´te de böyledir.

Yine Hâmiþ´te þu fer´î mesele vardýr: Birisi diðer birisine, «Senin ba-bama yüz dinar vereceðin

vardýr. Babam bu yüz dinardan hiçbir þey almadan öldü ve bu yüz dinar bana miras kaldý. Bu yüz

dinarý bana tes-lim et» dese, davalý da, «Evet, babana yüz dinar borcum vardý. Ancak ben onun

seksen dinarýný hayatýnda kendisine ödedim, baban da falan þehirdeki evimde falan gün aldýðýný

ikrar etti» dese ve delil de ikâme etse, davacý, «Babamýn seksen dinarýný kabzettiðine dair iddian

bâtýl-dýr. Çünkü babam, ikrarýný iddia ettiðin günde o þehirde deðil, þu þehir-de idi» dese ve delil

ikâme etse, davalýnýn delili, davacýnýn bu delili ile reddedilir mi? Bazý âlimler tarafýndan, «Hayýr,

reddedilmez» denilmiþtir. Ancak davacýnýn babasýnýn davalýnýn þahitlerinin babasýnýn kabzettiðine

dair ikrarda bulunduðuna dair þahadet ettikleri gün baþka bir þehirde bulunduðu herkesçe bilinen

bir þeyse, o zaman hâkim davacýnýn delili jle davalýnýn delilini reddeder ve davalýya borcu ödetir.

Zahîre´de de böyledir. Fetâvâ´l-Hindiyye´nin dokuzuncu babý, Þahadetin nefy ve isbatý bahsinden.

«Ýcma etmiþlerdir ilh...» En uygun olaný musannifin «Ýcma etmiþler-dir» deðil de, «Ancak ölen bir

kimseden bir alacak iddia eden kimseye âlimlerin ittifaký ile hâkim yemin teklif eden» demesiydi.

Yemifiin þekli ise þöyledir: Hâkim ona, «Bizzat ondan olmadýðýna veya onun namýna bir baþkasýnýn

sana ödemediðine veya senin emrinle baþka birisinin on-dan kabzetmediðine veya onu o borçtan

ibra etmediðine veya bir diðe-rini ondan almak üzere havale etmediðine veya alacaðýna karþýlýk

sen-de bir rehin bulunmadýðýna ALLAH´a yemin eder misin?» der ve o da ye-min eder. Bezzâziyye´den

naklen Bahýr´da da böyledir. Bir kimse ölüm hastalýðýnda ikrar etmiþ olsa bile, yine yemin teklif

eder. Nitekim Tatarhâniye´den naklen Eþbâh´ta da böyledir.

«Sonra Bedâi´den naklen ilh...» Bu nakil metindeki meseleye racidir. Bahýr´da þöyle denilmiþtir:

«Mecma´da, «Davalý, «Ben ne ikrar ne de inkâr ederim» dese, hâkim ona yemin teklif edemez.»


denilmiþtir. Sa-rih de der ki, «Ýmam-ý Azam´a göre ikrar veya inkâr edinceye kadar hapsedilir.

Ýmameyn´e göre ise, ona yemin teklif edilir». Bedaî´de de «Onun ne ikrar ne inkâr ederim» sözü

inkârdýr» denilmiþtir. Bedaî´nin bu sözü aþikârdýr ki Ýmameyn´in kavlini tashihtir.» Bezzâziyye´de de

ol-duðu gibi. H.

«Ýtibar edilmez ilh...» Bu mesele, metinde geçen meseleye uygun de-ðildir. Çünkü metindeki

meselede birinci yemin hâkim dýþýndaki bir kimse yanýnda yapýlmýþsa ona itibar edilmez. Bu mesele

ise, hâkimin huzurun-da, fakat hâkimin teklifi ile deðil, davacýnýn teklifi ile yemin etmesidir.

«Anlaþsalar ilh...» Vâkýât-ý Hisamiye´nin Rehin bahsinden hemen •önce þöyle bir ifade vardýr:

«Ýmam Muhammed´e göre, birisi diðerine. «Benim senden bin dirhem alacaðým var» dese, diðeri de,

«O bin dirhe-min senin olduðuna yemin et, ödeyeyim.» dese, o da yemin etse, yemin üzerine davalý

da ödese, eðer kýlmýþ olduðu þart üzere ödemiþse, o þartý batýldýr. Ödeyen, ödediðini geri alabilir.

Çünkü, böyle bir þart Ýslâm´ýn hükümlerine aykýrýdýr. Çünkü þer´î hükümde yemin davacýya, delil

inkâr edene aittir.» Bahýr.

METÝN

Davacý davasýna delil ikâme ettiðinde, davalý hâkimden davacýya, davasýnda haklý olduðuna ve

þahitlerin doðru olduðuna ve þahadetlerin-de hak üzere olduklarýna dair yemin teklif edilmesini

istese, hâkim onun sözünü kabul etmez. Çünkü bir davada, hasma iki defa yemin teklif edilmez.

Eðer edilirse þahide ne gerek kalýr. Çünkü, «Ben þahadet ederim» sözü bizim fakihlerimize göre

yemin niteliðindedir. Yemin de tekrar edilmez. Biz þahitlere iyi davranmakla emrolunduk. Bu

yüzden, þahit hâkimin kendisine yemin teklif edeceðini ve nash edilmiþ bir kaville amel edeceðini

anlarsa, o zaman þahitlik etmekten kaçýnmasý meþru olur. Çünkü böyle olunca onun þahitlik etmesi

lâzým gelmez. Bezzâziyye.

Mutlak mülkte, yani kendisinde irs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilmeyen

malda, hariçten olan bir kiþinin delili da-va konusu malý elinde bulunduranýn delilinden daha

haklýdýr ve kabulü daha uygundur. Çünkü o, davacý durumunda olup, hadis-i þerifle sabit olduðu

üzere, delil ikâme etmek onun görevidir.

Ancak bir hayvanýn yavrusu olmak veya nikâh gibi bir sebep bulunmamakla mukayyet mülk olan

þeyler, bunun hilâfýnadýr. Ýleride açýk-lanacaðý gibi delil, icma ile malý elinde bulunduranýndýr.

Davalý, mahkemede «Ben yemin etmem» gibi açýk ifadelere veya sûkut ederek hükmen yeminden

kaçýnsa ve hâkim onun sükût etmesinin saðýrlýk veya dilsizlik gibi bir âfetten olmadýðýný bilse, sahih

kavle göre onun aleyhine hükmeder. Sirâc. Üç kere yemin teklifinde bulunduktan sonra hüküm

vermesi de ihtiyatlýdýr.

Yeminden kaçýnmasýnýn hemen ardýndan hâkimin hüküm vermesi þart mýdýr? Bu konuda görüþ

ayrýlýðý vardýr. Dürer. Musannýf, «Ben ihtilaflý görüþler arasýnda bir tercih yapýldýðýný tesbit

edemedim» demektedir.

Ben diyorum ki: Biz Kaza kitabýnda yeminden kaçýnmanýn hemen akabinde vakit kaybetmeksizin

hüküm verilmesinin farz olduðunu söyledik. Ancak üç yerde farz deðildir. Eðer yeminden

kaçýnmasýyla davalýnýn aleyhine hüküm verilirse, sonra o yemin etmek isterse, onun ye-minine

iltifat edilmez. Hüküm aynen geçerlidir. Dürer.

O halde, hüküm yolu üç olmaktadýr. Beyyine, ikrar ve yeminden ka-çýnmak, Eþbâh´ta da hüküm

yollarý yedi olarak yazýlmýþtýr. Beyyine, ik-rar, yemin, yeminden kaçýnmak, karþýlýklý yeminleþme

(kasâme) bir de hâkimin tercih olunaný bitmesidir. Yedincisi ise kesin bir karinedir. Þöy-le ki, boþ

bir binadan elinde kanlý bir býçak olan bir adam telâþla çýksa, hemen o binaya girseler, içeride yeni

býçaklanmýþ bir adam görseler, o halde elinde kanlý býçakla içeriden çýkan adamýn katil olduðunda

hiç kimse þüphe etmez.

ÝZAH

«Þahitlerin doðru olduðuna ilh...» Yani davalý hâkimden þahitlerin doðru söylediklerine dair yemin

etmelerini taleb etse, hâkim bu isteði kabul etmez.

«Mutlak mülkte ilh...» Mutlak mülk: irs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilmeyen

mal anlamýna gelir. Musannif, aþaðý-daki sebeplerle mala zilyed olmayanýn delilini zilyed olanýn

delilinden üstün tutma prensibini yalnýz mutlak mülkte, mülk edinme sebebini açýklamamakla

birlikte mülk edindikleri tarihi belirtmeseler yahut ikisi de tarih belirtseler ve zilyed olmayanýn tarihi

zilyedinki ile ayný veya on-dan daha eski olabilir. Eðer -zilyedin mülk edinme tarihi daha eski ise,

ileride konusu içinde geleceði gibi dava konusu malýn zilyedin mülkü olduðuna hükmedilir. Ancak


zilyed olmayan mutlak mülk iddiasýnda bu-lunur ve zilyedde malý falancadan satýn aldýðýný söyler,

her kiþi de delil getirir ve mülk edinme tarihini belirtirlerse, zilyedin tarihi daha eski ol-sa bile, malýn

zilyed olmayana ait bulunduðuna hükmedilir. Nitekim Zahîriye´de de böyledir. Bahr.

«Mukayyed mülk bunun hilâfmadýr Un...» Ýrs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilen

mala «mukayyed mal» denir. Burada delil, zilyed olma dýþýnda baþka bir sebep üzerine ikâme edilir.

Böylece, davacýnýn göstereceði delille zilyedin mücerred zilyedlik delili eþit du-rumda bulunurlar.

Ancak malý elinde bulunduranýn zilyedlik delili tercih edilir. Hüküm de onun lehine verilir. Sahih

olan da budur. Bunun delili ise, Câbir bin Abdillâh´tan rivayet edilen hadis-i þeriftir. Þöyle ki,

Rasûlullah devrinde bir kiþi diðer birisinin yanýndaki deveyi dava konusu yapar. O devenin kendi

devesinin yavrusu olduðuna dair delil ikâme eder. Deveyi elinde bulunduran davalý da devenin

kendisine ait olduðuna ve kendi devesinin yavrusu bulunduðuna dair delil gösterir. Rasûlullah

(S.A.V.) deveyi elinde bulunduran kimsenin lehinde hüküm verir. Bahr. Hâmiþ´te de böyledir. (Buna

göre mukayyed mülkte, delillerde eþitlik halinde zilyedlik delili üstün kabul edilir.)

«Nikâh ilh...» Birisi, bir baþkasýnýn elindeki kadýnýn nikâhlýsý olduðu-na dair delil getirse, karþý taraf

da delille onu isbat etse, hiç birisinin delili ile amel edilmez. Çünkü bundaki mahal ortak olmayý

kabul etmez. Taraflar biribirlerinin delilini ibtal ettikleri zaman hâkim kadýnla onlarýn, arasýný ayýrýr.

Zira Kýnye´de olduðu gibi hiç birisinin diðerine tercih edi-lecek tarafý yoktur.

Eðer bu dava, kadýný elinde bulunduran kimsenin, adamýn duhûlün-den önce ise, taraflarýn üzerine

mehir gerekmez. Ama eðer birbirlerinin delillerini ibtal etme, kadýnýn ölümünden sonra olursa,

taraflardan hiç birisi de kesin nikâh tarihi gösteremezlerse, o zaman o kadýnýn her iki-siyle de

nikâhlandýðýna hükmedilir. Taraflardan her biri kadýnýn yarý mehrini verir, kadýnýn terekesi varsa her

ikisi ondan bir kocanýn miras hakkýný alýr. Bahýr. Bu meselenin tamamý Bahýr´dadýr. Hâmiþ´te olduðu

gibi.

«Sahih kavle göre ilh...» Bu sahih kavilden maksat Ebû Yusuf´un kavlidir. Yukarýda geçtiði gibi fetva

da onunladýr.

«Daha ihtiyatlýdýr ilh...» Yani yemini üç defa teklif etmek ihtiyata daha uygundur. Ebû Yûsuf ve

Ýmam Muhammed´den rivayet edildiðine göre, yemini tekrar ettirmek vacibtir. Hatta hâkim bir defa

yeminden ka-çýnmasý üzerine hüküm verse, hükmü nafiz olmaz. Sahih olan kavle gö-re hükmü

nafizdir. S.

«Musannif ilh...» Remlî, Minah hâþiye´sinde þöyle der: «Bir defa yeminden kaçýndýðý zaman Ebû

Hanîfe ve Muhammed´in kevtine göre o kimse münkir sayýlýr. Ebû Yusuf´un kavline göre ise cevap

verene ka-dar hapsedilir. Þu kadarý var ki. birincisi, dava anýnda, baþlangýçta su-sup cevap

vermemesi hali içindir, ikincisi ise, önce ikrar edip sonra susmasý hali içindir.

«Ýltifat edilmez ilh...» Ama eðer aleyhine verilen hükümden sonra, tamamý geleceði gibi delil ikâme

ederse delili kabul edilir.

«Yedincisi ilh...» Hay reddi n Remlî, Minah hâþiye´sinde bu «yedinci» üzerinde uzun uzun durarak

þöyle demiþtir: «Bu yedinci mutemed bir kitaba istinat etmeden kabul edilmez ve garibtir.» (Hüküm

yollarýndan yedinci «kesin kârine»dir. Yukarýda metin kýsmýnda açýklayýcý bilgi ve-rilmiþti.)

Bahýr´da da, «Bu yedincisinin kaynaðý Ýbnü´l-Gars´ýn üzerinedir. Þu kadarý vardýr ki, Ýbnü´l-Gars´ýn

ifadesi «Yedinci ise kesin bir karinedir», þeklindedir, denilmiþtir.

METÝN

Davalý, dava konusu olan þey hakkýnda þüphe ederse, kendisine uy-gun olan, hasmýný razý edip

yemin etmemesidir. Belki de harama düþ-mekten kaçýnmasý için yeminden kaçýnmasý vaciptir. Eðer

hasmý, razý olmayarak yeminini taleb ederse, o zaman bakar, eðer zann-ý galibi da-vacýnýn

iddiasýnda bâtýl olduðu þeklinde ise yemin- eder. Eðer zann-ý ga-libi davacýnýn haklý olduðu üzerine

ise, yemin etmez. Bezzâziyye.

Davalý yemin ettikten sonra davacý delil ikâme etse, âlimlerin ço-ðunluðuna her ne kadar yeminden

önce «Benim þahidim yoktur» demiþ-se de, Siraç, Muhit´ten, Þerh-i Mecma´da olanýn aksine yine

delili kabul edilir. Nitekim davalý, yeminden kaçmasý ile aleyhinde verilen hükümden sonra delil

ikâme etse, onunda delili kabul edilir. Haniye. Sahih olan kavil budur. Zira Kadý Þureyh,

«Reddedilmeyen yalan yemin, âdil ye-minden daha evlâdýr» demiþtir. Çünkü yemin delilin halefi

gibidir. Asýl ortaya çýktýðý zaman -ki bu delildir- onun halefi olan yemin hiç edilme-miþ gibi olur.

Bahýr.

Yeminden sonra delil ikâme edildiðinde, yemin edenin yalaný orta-ya çýkar. Eðer davacý malý


sebebsiz iddia eder, davalý da yemin eder, yeminden sonra davacý delil ikâme ederse, davalý

yemininde hânis olur. Eðer yapmýþ olduðu yemin boþama veya azad üzerine ise onlar da vaki olur.

Fetva da bunun üzerinedir. Haniye adlý eserin talâk bahsi. Ancak Dürer sahibinin mutlak ifadesi

bunun aksinedir.

Davacýnýn iddia ettiði malý karz gibi bir sebebe dayanarak dava etmesi halinde de davalý borçlu

olmadýðýna yemin ederse, bunun üze-rine davacý delil ikâme ederse, davalýnýn yalaný sabit olmaz.

Çünkü, da-va konusu malýn önce karz olarak alýnmasý, sonra ibra veya ifa edil-miþ olmasý da

mümkündür. Fetva da bu metindeki açýklamalara göredir. Fusûieyn, Sirâç, Þümnî ve diðerleri.

Kocanýn veya karýsýnýn inkâr ettikleri nikâhta, iddetten sonra inkâr ettikleri ricatta, îlâ müddetinden

sonra birisinin inkâr ettiði ilâdan dö-nüþte, veya cariyenin dava ettiði istilâtta (doðurtma) yemin

yoktur. Zi-ra iddet bitmeden ricat her ne kadar kadýn onu yalanlasa da, koçanýn, «Ben ricat ettim»

sözüyle sabit olur. Zira koça ricatý yenilemeye kadir-dir. Ýstilâdýn ise aksi olmaz. Çünkü dava, mevlâ

tarafýndan yapýlýr. Zira istilâd, mevlânýn ikrarý ile sabit olur. Bu sebeple cariyenin inkârýna iti-bar

edilmez.

Kölelik ve neseb iddiasýnda da yine yemin yoktur. Þöyle ki, meselâ

birisinin meçhul bir adam hükmündeki «Bu benim kalemdir» veya «Be-nim oðlumdur» iddiasýnda

veya bunun aksine, birisinin diðeri için, «bu benim efendimdir veya «Babamdýr» iddiasýnda ve

bunlar gibi had ve lianda yemin yoktur. Ancak þu kadarý var ki, fetva, bu saydýðýmýz yedi þeyde

inkâr edene yemin teklifi üzerinedir. Bu görüþ Ýmameyn´e aittir. Bunlarý altý sayanlar çocuðun

anneliðini neseb veya kölelik davasýna ek-lemiþ olmaktadýrlar. Velhâsýl müftabih kavle göre, hadler

hariç hepsinde yemin vardýr.

Yemin olmayan meselelerden ikisi de kâzif haddi ile lian haddidir. Ýcmaen bunlarda da yemin

yoktur. Ancak, efendi kölesinin azadýný ken-disinin zinasýna baðlama gibi hakký tazammun ederse,

o zaman köle efendisine yemin teklif eder. Þu kadarý var ki, köleye lâyýk olan, zina ettiðini

söylemeyerek, «Mevlâm benim azadýmý baðladýðý þeyi iþledi» demesidir. Eðer efendi yeminden

kaçýnýrsa, kölenin azadý sabit olur. fa-kat zina sabit olmaz.

Mal sahibinin talebi üzerine hýrsýza malý çalmadýðýna dair yemin tek-lif edilir. Mal sahibi iddia

etmedikçe hýrsýza yemin teklif edilmez. Hýrsýz yeminden kaçýnýrsa, çalýndýðý iddia edilen mala zamin

olur, fakat eli kesil-mez. Hýrsýzlýðýný ikrar ederse, eli kesilir.

Fukâhaya göre tazir davasýnda yemin teklif edilir. Nitekim Dürer´de açýklandýðýna göre, birisi diðeri

hakkýnda taziri gerektiren birþey iddia ettiðinde, iddia olunan þeyi inkâr etse, hâkim ona yemin teklif

eder.

ÝZAH

«Davalý yemin ettikten sonra ilh...» Zira yeminin hükmü, delil ikâme etmenin sonuna kadar derhal

husûmetin kalkmasý içindir. Sahih olan da budur. Bazý âlimlere göre yemin mutlaka husûmetin

kalkmasý için-dir. T.

«Yeminden kaçýnmasý ile aleyhinde verilen hükümden sonra ilh...»

Zira yeminden kaçýnmak bir ikrardýr. Bu da eksik bir delildir. Ama delil bunun aksine kuvvetli bir

hüccettir. Bu hüküm, bir malýn ayýbýndan do-layý reddi konusunda ortaya çýkar.

«Haniye ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bundan sonra bilmiþ ol ki, yeminden kaçýnma üzerine

hüküm vermek, aleyhinde hüküm verilen kimsenin hükmü iptal için delil ikâmesine mani olmaz.

Bunun dayanaðý Hâniye´deki ifadedir. Þöyle ki, «Birisi diðerinden bir köle satýn alsa, sonra onda bir

ayýp bulsa, satan aleyhinde dava açtýðýnda satan adam onun iddiasýný inkârla yanýnda iken köle de

ayýp olmadýðýný söylese, alý-cý satana yemin teklif etse ve o da yeminden kaçýnsa, hâkim de kö-lenin

geri verilmesine hükmetse, daha sonra satan adam, «Ben ona kö-lenin bu ayýptan ´beri olduðunu

söylemiþtim» diyerek delil ikâme etse, delili sabit olur.»

Ben diyorum ki: Bahir sahibinin Hâniye´den naklettiði genel bir kaide ise, onda bir görüþ vardýr.

Þöyle ki, satýcýnýn yeminden kaçýnmasý ya baðýþlamaktýr veya kölenin kendi yanýnda iken ayýplý

olduðunu ikrardýr. Yeminden kaçýndýktan sonra, sattýðý kölenin satýþ sýrasýndaki «Ayýptan beri

olduðunu söyledim» demesi ve buna dair delil ikâme etmesi, ye-minden kaçýnmasýnýn altýnda ikrar

anlamý bulunduðunu te´kîd eder.

Ama eðer birisi diðerinden bir mal iddia etse o da yeminden ka-çýnsa ve aleyhine hüküm verilse,

onun kaçýnmasý ikrar sayýldýðýndan aley-hinde verilen hüküm sahihtir. Bundan sonra bunun,

aleyhine verilen hükümün ibtali için delil getirmesi çeliþki olur ve hükmü nakzeder. D za-man iki


mesele arasýnda bir fark olduðu ortaya çýkar. Buna göre Hâni-ye´den nakledilen küllî bir kaide

sayýlmaz. Çok açýktýr ki, Bahir sahibi-nin sözleri, aleyhinde hüküm verilen kimsenin delil ikâme

etmesi hususundadýr. Sarihin sözlerinin zahirine göre ise, akýþýn da delâlet ettiði gi-bi, delil ikâme

eden davalý deðil, davacýdýr. O halde Hâniye´de olan buna nasýl delâlet eder?

«Dürer sahibinin meseleyi mutlak olarak ifade etmesi üzerinedir

ilh...» Zira Dürer sahibi þöyle demiþtir: «Minkirin yalaný delil ikâme et-mekle sabit olur mu? Doðru

olan sabit olmamasýdýr. Bu sebeple o, yalan yere þahitlik yapanýn cezasýyla cezalandýrýlmaz». Buna

Zeylâî zikretmiþtir.

«Veya ifâ ilh...» Bu meseleden Allâme Makdisî þöyle bahsetmiþtir: «Sabitte asýl, sübutu üzerine

devam ettirilmesidir. Çünkü siz de hük-mettiniz ki, bir kimsenin lehinde birþeyle þahadet edilirse, o

þey kimsenin olur. Asýl olan da o þeyin devam etmesidir. Sebep mevcut olduðu zaman o þeyde

sabit olur. Asýl olan da sabit olan þeyin devamýdýr.»

Ben derim ki: Bunun cevabý þudur: Bir þeyin bir kimseye ait olduðu-nu tesbit etmek, geçmiþ

zamanda o þeyin onun mülkü olduðunu ifade etmektir. Kiþinin bu sabit olan þeyi sahiplenmesi de o

þeyin mülkiyetinin o kimseye sübûtundan sonra bir diðerinin ona itiraz etmesini defetmeye

elveriþlidir. Çünkü fakihler dava konusu malý hükümden sonra sahiplen-menin isbata deðil defe

uygun olduðunu söylemiþlerdir. Biz bu kimse-nin yemininden hânis duruma düþtüðünü söylersek

asýl olan karzýn be-kasý olur. Karzýn bekasý da sahiplenme ile isbat edilmiþ olur ki, bu da caiz

deðildir:

«Cariyenin dava ettiði ilh...» Yani cariye efendisinden bir çocuk do-ðursa ve o da ölse, veya bütün

azalarý belirmiþ bir çocuk düþürmüþ olsa ve bu çocuðun efendisinden olduðunu iddia etse, efendi

bunu inkâr et-se, buna yemin teklif edilmez. Ýbn-i Kemal.

«Neseb iddiasýnda da ilh...» Manzume´de, «Velâdýn» kelimesi de mevcuttur. Hakâik´te þöyle

denilmiþtir: «Ve nesebin denilmemiþtir. Çünkü ancak Ýmameyn´e göre mücerret neseb davasýnda

münkire yemin tek-lif edilir. Kiþi hakkýnda babalýk veya oðulluk iddiasý, ikrarý ile sabit olacaðý

takdirde yemin teklif edilir.» Ýbn-i Kemal.

«Ýtkin velayetinde ilh...» Yani köle olarak meþhur olan birisinin di-ðeri hakkýnda, «O beni azad

etmiþtir» veya «Benim mevlâmdýr» iddia-sý, karþýsýndaki kimse tarafýndan inkâr edilirse, ona yemin

teklif edilmez.

«Yedi þeyde ilh...» Yani dokuzdan ilk yedi þeyde.Zeylâî, «Dokuzdur sözü, Ýmameyn´in sözüdür.

Yedidir sözü ise Ebû Hanîfe´nin sözüdür» de-miþtir. S. Remli. Bir kimse yeminden kaçýnýrsa,

Ýmameyn´e göre onun aleyhine hüküm verilir» demiþtir.

«Hýrsýza yemin teklif edilir ilh...» Yine nikâhta da kadýn mal iddia etse, yani kadýn erkekle nikâhlý

olduðunu iddia etse, kadýnýn bu iddia-dan maksadý mehir ve nafaka gibi mal ise, nikâhlý olduðunu,

iddia ettiði erkek inkâr etse, erkeðe yemin teklif edilir. Þayet erkek yeminden ka-çýnýrsa, kadýnýn

iddia ettiði malý vermesi lâzýmdýr. Fakat bununla kadýnýn ona helâlliði sabit olmaz. Bu duruma göre

erkeðin yeminden kaçýnmasýyla helâllik deðil, yalnýz mehir, nafaka gibi mâli haklar sabit olur.

Neseb davasýnda da eðer bir hak iddia etmiþ ise. o iddia ettiði na-faka ve miras gibi malsa veya

bulunan bir çocuðun besleme hakký gibi veya mülkiyet sebebiyle ýtk gibi veya hibeden dönmekten

imtina gibi mal olmayan þeyse, inkârý halinde yemin teklif edilir. Yeminden kaçýnýrsa, o zaman iddia

olunan hak sabit olur. Eðer iddia olunan nesne, ikrarla sabit olan birþey deðilse, neseb de sabit

olmaz. Eðer ikrarla sabit olan türden ise yine zikredilen hilaf üzerinedir.

Bunlar gibi akitleri inkâr eden kimseye de yemin teklif edilmesi lâ-zýmdýr. Ýbn-i Kemal.

Kýsasýn inkâr edilmesine gelince, Musannýf bunu ileride zikredecektir.

Sadru´þ-Þerîa´da bilmece þeklinde þöyle bir ifade vardýr: «Hangi ka-dýn iddette olmadýðý halde

nafaka alýr? Aybaþý veya lohusa olmadýðý halde de cinsî tekârrub helâl deðildir? Hangi þahýs,

nesebi sabit olma-dýðý halde miras alýr? Nitekim kardeþlik iddiasýyla irs iddia etse, kardeþ-liði de

inkâr edilmiþ olsa, inkâr eden kiþi yeminden kaçýndýðý takdirde miras alýr.»

Velhâsýl yukarýda sayýlan þeylerin hepsinde, mal iddia edilmediði takdirde, Ebû Hanîfe´ye göre

yemin teklifi yoktur. Bu þeylerde mal id-dia edilirse, hepsinin muvafakatiyle yemin teklif edilir.

Sâyýhânî.

«Eli kesilmez ilh...» Bu kavle þöyle itiraz edilir. Uygun olan, Ebû Hanîfe´ye göre, hýrsýz yeminden

kaçýnýrsa elinin kesilmesidir. Zira elinin kesilmesi, azalarýn kýsasýnda olduðu gibi, hýrsýzlýðýn


bedelidir. Velhâsýl bir azanýn kesilmesinde veya hýrsýzlýkta yeminden kaçýnmanýn kesilmesi

gerektirmesi veya gerektirmemesi hususunda uygun olan, her ikisinin de bir olmasýdýr. Bunu

birbirinden-ayýrarak þöyle cevap vermek mümkün-dür: Azalarýn kýsasý kul hakkýdýr. Mallarda olduðu

gibi, þüphe ile de sabit olur. Hýrsýzlýkta el kesilmesi ise bunun aksine katkýsýz ALLAH hak-kýdýr ki bu

þüphe ile sabit olmaz. O halde hýrsýzlýkta elin kesilmesi ile azalarýn kýsasýndaki kesilmenin

biribirinden ayrý olduðu açýktýr. Yâkûbiye.

«Tazir davasýnda ilh...» Çünkü tazir yalnýz kul hakkýdýr. Bundan do-layý da insan affetmekle taziri

düþürmeye mâliktir. S.

METÝN

Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Birisi bir kadýnýn nikâhýný dava et-tiðinde, kadýnýn yemini def etmesi

için bir diðeri ile evlenmesi gerekir. Bir baþkasý ile evlendiði takdirde kadýna yemin teklif edilemez.»

Hâniye´de, «Otuzbir meselede yemin talebi yoktur» denilmiþtir. Nite-kim bu, vakýf bahsinde

zikredildi.

Niyabet, yeminde deðil, yemin talebinde câridir. Halefin yemin et-mesinde de; niyabet cari deðildir.

Musannif, birinci meseleyi dallandýra-rak: «Vekil, vasi, mütevelli ve küçük çocuðun babasý yemin

taleb etme hakkýna sahiptirler» demiþtir. O halde davadaki hasmýna karþý bunlar-dan herhangi birisi

yemin talebinde bulunabilirler.

Musannýfýn, ikincisini de dallara ayýrarak, «Adý geçenlerden her-hangi birisine yemin teklif

edilemez. Ancak bunlardan birisine, davacý meselâ, vekile, «Satým, alým veya icâre aktini sen

yaptýn» diye iddia et-se, satýcýnýn vekili, asilin yerine ikrarý sahih olan bir davada, ondan ye-min de

taleb edilebilir. Zira müvekkile vekilin ikrarý sahih olduðu gibi, ikrardan kaçýnmasý da sahihtir»

demiþtir.

Hülâsa´da þöyle denilir: «Davalý kendinden iddia olunan bir þeyi ik-rar eylese, ikrar ettiði þeyi

vermesi gerekir. Ayný þeyi inkâr edecek olur-sa, yemin teklif edilir. Ancak üç durum müstesnadýr.

Bu üç durum Va-kýf bahsinin sonunda zikredilmiþtir».

Doðru olan «üç» deðil,"Hâniye´de geçtiði gibi otuzdört olmasýdýr. Bahýr´da da buna altý durum ilâve

edilmiþtir. Musannýfýn oðlu olan Tenvî-rü´l-Besâir sahibi Eþbâh ven-Nazâir´in hâþiye´sinde, on dört

yer daha ilâve etmiþtir. Eðer çok uzatmak korkusu olmasaydý bu durumlarýn hepsini zikrederdim.

Ýnsana kendi fiiline dair yemin teklif edildiðinde, katiyetle; inkâr su-retinde o þeyin olmadýðýna, isbat

suretinde ise, o þeyin olduðuna «val-lahi» diye yemin verilir.

Baþkasýnýn fiili üzerine yemin teklif edildiðinde de , o fiil hakkýnda .«Vallahi benim bilgim yoktur»

diye yemin ettirilir. Zahren baþkasýnýn fii-linden insanýn bilgisi olmayacaðýndan, ancak o adamýn fiili

yemin ede-ne muttasýl ve hükmü kendine müteallik ve kendi fiiline raci olursa, o zaman diðerinin

fiili üzerine de katiyet üzere yemin teklif edilir.

Musannýf geçen istisnada meseleyi dallara ayýrarak þöyle demek-tedir: «Bir köleyi satýn alan kiþi,

kölenin hýrsýz olduðunu veya iþten kaçtýðýný iddia ve isbat eylese, köleyi satana bu hususta kâtî bir

surette yemin ettirilir. Þöyle ki, satana, «Bu kölenin senin yanýnda hýrsýzlýk yap-madýðýna ve iþten

kaçmadýðýna ALLAH´ýn ismi ile yemin eder misin?» deni-lir. Halbuki kölenin fiili bir diðerinin fiilidir».

Bu yemin ettirmenin sýhhati ancak, kölenin her ayýptan salim ola-rak satanýn alana teslim etmesine

baðlýdýr. Öyleyse satanýn kendi fiili olan salimen teslime raci olduðu için katiyetle ona yemin teklif

edilir. Zira kâfi yemin teklifi, bildiði bir husus üzerine yapýlan yemin teklifin-den daha tekidlidir. Bu

sebeple, katiyetle yeminde mutlaka gerek ken-di nefsinin ve gerekse diðerinin fiiline itibar edilir.

Aksi bunun hilâfýna-dýr. Ki, ilme yemin nefsî fiiline yemine kifayet etmez. Dürer. Zeylâî´den.

ÝZAH

«Otuzbir meselede ilh...» Haniye adlý eserde, otuz bir meselede yemin teklif edilmeyeceði

belirtilmiþtir. Bu, vakýf bahsinde geçti. S. Bu otuzbir mesele Bahr´da da bu bahiste zikredilmiþtir.

Hâmiþ´te de Ýmam Hassaftan naklen þöyle denilmektedir: «Ebû Yusuf ve onun dýþýndaki Hanefî

âlimlerinden bazýlarý þöyle derler: «Davalýya her hangi bir se-beple yemin teklif edilir ve o yemin

etmek veya yeminden kaçýnmak yerine ikrarda bulunursa, bu ikrarý yeterli olur. Meselâ bir kimse

diðe-rinin kendi babasý veya oðlu veya karýsý veya efendisi olduðunu iddia etse, davalý inkâr ederse,

yemin teklif edilir. Ýkrarda bulunursa, dava-cýnýn lehine hükmedilir. Eðer davacý, bu kimsenin kendi

kardeþi veya amcasý ve benzeri olduðunu iddia etse, burada davalýya yemin teklif edilmez. Ancak

kardeþi veya amcasý olduðunu iddia ettiði kiþinin zim-metinde irs gibi bir hak iddia ederse, o zaman

davalýya yemin teklif edi-lir. Davalý yeminden kaçýnýrsa, mal sabit ise, mal ile onun aleyhine


hük-medilir. Malýn üçte biri ile vasiyet davasý da zikrettiðimiz üzere, irs da-vasý gibidir. Ancak þu

mesele müstesnadýr: Varis murisinin ölüp ölme-diði üzerine yeminden kaçýnarak elindeki murisin

malýndan, üçte birinin vasiyetini iddia eden kimseye iddia ettiðini verse, sonra muris canlý olarak

gelse, burada yeminden kaçman varis zamîn deðildir.» Bezzâziyye´nin Edebü´l Kadýnýn yemin

bahsinden nakledilmiþtir.

«Yeminde deðil ilh...» Musannýfýn bu sözü, Vehbâniye Þerhinden naklen gelecek olan, «Dilsiz, saðýr

ve kör bir kimse yerine velisi yemin edebilir.» sözünün aksinedir.

«Yemin de taleb edilebilir ilh...» Burada kapalý bir nokta vardýr: Bil-gisi üzerine mi, yoksa katiyyetle

mi yemin teklif edilir? Nuru´l-Ayn´ýn yirmi altýncý faslýnda þöyle zikredilmiþtir: «Vasi, terekeden

birþey satsa, -müþteri de onun ayýplý çýktýðýný iddia etse, o zaman vasi katiyetle yemin eder. Vekil

ise bunun aksine bilmediðine dair yemin eder».

«Musannýfýn oðluna ait ilh...» Musannýfýn oðlu Þeyh Þerefüddin Abdülkadir olup Tenvîru´l-Besair

adlý eserin sahibidir. Bunun kardeþi Þeyh Salih de Zevahir adlý kitabýn yazarýdýr. Nitekim vakýf

bahsinde adý sýkça geçer.

«Kölenin hýrsýz olduðunu ilh...» Yani köleyi alan kiþi, kölenin hýrsýz olduðunu veya iþten kaçtýðýný

iddia ve isbat etse, sonra kölenin satan adamýn yanýnda da hýrsýzlýk yaptýðýný ve iþten kaçtýðýný da

iddia etse, sa-tan adamýn yemin etmesini taleb etse, satan adamýn kölenin müþterinin yanýnda

hýrsýzlýk etmediðine ve iþten kaçmadýðýna dair yemin etmesi gerekir. Ýþte bu þekilde yemin etmek

baþkasýnýn fiili üzerine yemin et-mektir. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.

«Ýþten kaçtýðýný ilh...» Burada iþten kaçmaktan maksat, müþterinin yanýndan iþten kaçmasý deðildir.

Çünkü satan, alanýn yanýnda iþten kaç-týðýný ikrar etse bile hiçbirþey lâzým gelmez. Çünkü iþten

kaçmak çokça rastlanan ayýplardandýr. Yani buradaki «Ýþten kaçmaktan kasýt, hem sa-tanýn hem de

satýn alanýn yanýnda iþten kaçmasýdýr. Bu da ister çocuk-luðunda, ister büyüklüðünde olsun. Bu

mesele kendi yerinde de geçmiþ-tir. Ebussuud.

Havâþî´s-Sa´diyye´de, «Musannýfýn, «Kattiyetle yemin eder» sözünün manasý, «Ýþten kaçmadýðýna

yemin ederim» þeklinde yemin etmesidir» denilmiþtir.

Ben derim ki: Zahir olan, söyle yemin etmesidir. «Yemin ederim ki, sen onu geri veremezsin.»

Çünkü bu sebep üzerine yemin ettiði za-man satan zarar görür veya bazan da müþteri ayýptan

kurtulmuþ olur.

«Kat´î bir surette ilh...» Yemin teklif edilen konuyu bildiðine dair yemin etmek gereken her yerde,

kesin yemin vermesi kâfi gelir ve ken-disinden yemin sakýt olur. Ancak kesin yemin vermesi

gereken yerde bilgisi üzerine yemin etmesi yeterli deðildir. Üzerine vacib olmayan birþeyde

yeminden kaçýnan kimse aleyhine hüküm de verilmez.

«Daha tekididir ilh...», Çünkü kat´î þekilde yemin etmek, bildiðine dair yemin etmekten daha

kuvvetlidir. H.

«Bu sebeple ilh...» Yani katiyet üzere yemin etmek, bilgisine dair yemin etmekten daha te´kidlidir.

Zira katiyet üzere yemin etmeye kendi fiilinde itibar edildiði gibi, bir diðerinin fiilinde de itibar edilir.

«Aksi bunun hilâfýnadýr ilh...» Yani bilgisi üzerine yapacaðý yemin, kendi þahsý fiiline dair yapacaðý

yeminin yerini tutmaz. H. Hâmiþ´te de böyledir.

«Zeylâî´den ilh...» Zeylâî diyor ki: «Kendisinde katiyet üzere yemin gereken her hangi bir yerde,

bilgisine dair yemin etse, muteber olmaz. Ondan yemin de düþmez. Hatta o yemin üzerine hüküm

de verilmez. Ama bilgisi üzerine yemin lâzým gelen yerde katiyet üzerine yemin edilse, bu yemine

itibar edilir ve ondan yemin düþer. Yeminden kaçýndýðý takdirde de aleyhine hüküm verilir. Çünkü

katiyet üzere yemin etmek daha tekidlidir. Buna mutlaka, yani ister kendi, ister diðerinin fiiline dair

ye-min etsin itibar edilir. Aksi bunun hilâfýnadýr.» Câmiü´l-Fusûleyn´de bu meselenin anlaþýlmasýnýn

müþkil olduðu belirtilir. Remlî, anlaþýlamayan yönünü þöyle ifade eder: Kesin yemin etmekle

yükümlü olmayan bir kimse aleyhine nasýl hüküm verilir?

Mecma Þerhi´nde Zeylâî´den naklen þöyle denilmektedir: «Ýddiayý in-kâr eden davalý davacýya, iddia

ettiðin þey konusunda hiç bir bilgim yoktur» dediðinde, davacý onun bildiðini iddia ederse, davalýya

kesin yemin teklif edilir. Meselâ, vedîa alanýn, bu vedîayý sahibinin kabzettiðini iddia etmesi gibi. Bu

her ne kadar baþkasýnýn fiili ise de, kabzý tesbite yönelik dava açtýðý için kesin yemin teklif edilir.

Musannif baþkasýnýn fiili hakkýndaki bilgisi üzerine yemin teklif edil-mesi hususunu açýklayarak

þöyle demektedir: Meselâ, Bekir, kendisinin bir malý Amr´dan, Zeyd´den önce satýn aldýðýný dava

ettiði halde delili olmazsa, hasmý olan Zeyd´e bilgisi olup olmadýðýna dair, «Bekir´in sen-den önce


satýn aldýðýna dair bilgin olmadýðýna ALLAH ismi ile yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir. Bu

teklif, baþkasýnýn fiili hususunda bil-gisi olduðuna dair yemin teklifi kabilindendir. Yine bir kimse,

varisin üze-rine bir miktar alacak veya malý dava ederek, «Bu alacak veya mal se-nin murisinin

üzerinde iken vefat etti. Ben muriste olan alacaðýmý al-madým» dese hâkim, o aynýn miras olduðunu

bilir veya iddia olunan mi-ras olduðunu davacý ikrar ederse veya hasým ona delil ikâme ederse,

varise bu konuda bilgisinin olup olmadýðýna dair yemin teklif eder.

Varis, murisinin baþkasýnýn üzerinde alacak veya malý olduðunu id-dia eder, davalý da inkâr ederse,

hibe ve satýn almada olduðu gibi dava-lýya kesin yemin teklif edilir.

Kýsas davasýnda, kýsasý inkâr edene, âlimlerin icmal ile yemin tek-lif edilir. Eðer yeminden

kaçýnýrsa, yeminden kaçýnmasý nefis hakkýn-daki kýsas davasýnda olursa, ikrar veya yemin edinceye

kadar hapsedilir. Eðer azalarýn kýsasý davasýnda yeminden kaçýnýrsa o zaman kýsas edilir. Çünkü

insanýn uzuvlarý, mal gibi insanýn nefsini korumak için yaratýlmýþtýr. Bunlarda kullaným sürekli olur.

Bu meselede Ýmam-ý Azam ile Ýmameyn arasýnda görüþ ayrýlýðý vardýr. Ýmameyn´e göre, eðer

aza-larýn kýsasý davasýnda yeminden kaçýnýrsa, o zaman aza diyeti (erþ) vermesi gerekir.

Davacý, «Benim þehirde (sefer mesafesi olmayan yerde) bulunan delilim vardýr» dese ve hasmýna

yemin teklif edilmesini taleb etse, yemin teklif edilmez... Çünkü davacý hakkýný delil ile isbat

edemediði takdirde davalýya yemini teklif edebilir.

Ýmameyn buna karþý çýkmýþtýr. Ýmameyn´e göre yemin inkâr edenin hakký olduðu için burada yemin

teklif edilebilir. Davacýnýn delili hüküm meselesinde hazýr ise, ittifakla yemin teklif edemez. Fakat

delili gaib ise, yine ittifakla yemin teklif edilir. Ýbn-i Melek, Müctebâ adlý eserde; de-lilin gâib olmasý

sefer süresi ile sýnýrlandýrýlmýþtýr, demiþtir.

Hâkim, metinde geçen meselede, þüphe ile düþmeyen suçlarda davalýdan, kaçmayacaðýndan emin

olunan güvenilir bir kefil ister. Bahr. Bu kefil, kendisi asil, mal bakýmýndan ise düþkün olabilir. Kefil,

sahih kavle göre, üç gün süreyle tutulur. Ebû Yusuf´tan nakledildiðine göre, kefil ancak ikinci

duruþmaya kadar tutabilir. Bu görüþ sahih görülmüþ-tür.

Þüphe ile düþen cezalar had cezalarýdýr. Bir hadis-i þerifte þöyle buyrulur: «Gücünüzün yettiði

kadar þüphelerle had cezalarýný düþürünüz.» Ebû Davud, Salât, 14; Tirmizî, Hudud, 2. (H.

Döndüren).

Eðer davalý kefil vermekten kaçýnýrsa, tekeffül edilecek süre zar-fýnda davacýnýn bizzat kendisi veya

güvendiði bir kimse onunla birlikte, dolaþýr. Ancak hasým, garib bir yolcu ise, zararý önlemek için ya

göz altýnda tutulur veya mahkeme sonuna kadar kendisine bir vekil tutar. Eðer hasmýn yolculuða

çýkma saati biliniyorsa, davacý karþý çýksa bile, kendisinden kefil istenir, durumu ile ilgilenilir ve yol

arkadaþlarýyla ha-berleþmesi saðlanýr. Bezzâziyye. Davalý, «Benim delilim yoktur, yemin edeceðim»

derse hâkim ona yemin verir. Davasý üzerine yemin ettikten sonra delil getirirse, .Ebû Hanîfe´ye

göre getirdiði delil kabul edilir.

Davacý, «Benim getireceðim þahitlerin hepsi yalancýdýr» veya «Ye-min edersen o maldan

kurtulursun» dese, davalý da yemin etse sonra davacý haklý olduðuna dair delil getirse, yine delili

kabul edilir. Haniye. Sirâç isimli kitapta da bu mesele açýk olarak söylenmiþtir. Ayný mesele

yukarýda da geçmiþti.

Bazý âlimler tarafýndan, «Onun delili kabul edilmez» denilmiþtir. Bu sözü söyleyen Ýmâdiye´nin de

yazdýðý gibi Ýmam Muhammed´dir. Bunun aksini de Ýbn-i Melek söylemiþtir.

Davalý, «Ýddiayý çürütecek bir delilim yoktur» dese, daha sonra de-lil getirse veya bir þahit, «Bu

hususta þahadet edecek birþeyim yok-tur» dedikten sonra þahitlik yapsa en saðlam görüþe göre,

ikisininki de kabul edilir. Çünkü unutmasý ve sonra hatýrlamasý mümkündür. Nitekim bu mesele

Dürer´de geçti. Musannif da bunu oradan naklen yazmýþtýr.

ÝZAH


«Hasmý olan Zeyd´e ilh...» Ben derim ki, sarih bu meselede Musannýf´a ve Dürer sahibine uymuþtur.

Meþâyih´ten bazýsý da, «Zeyd´in ye-min etmesi gerekir. Çünkü o münkirdir, yemin de münkirindir»

demiþler-dir. Bu sözden maksat, davacýnýn yemin teklif etmesi deðil, hâkimden davalýya yemin

teklif etmesini taleb etmesidir. Çünkü yemin teklif etme velayeti hâkime aittir.

«Hâkim miras olduðunu bitir ilh...» Uygun olan burada ayn ile takyid edilmesidir. Yani hâkimin,

dava konusu borcun delil ayn´ýn miras olduðunu bitmesidir. Nitekim bu mesele Ýmâdiye´de de

açýktýr. Zira hâ-kimin borcu bilmesi güçtür. Azmî. Bahýr´da borç davasý ayrýntýlý bir þe-kilde

geçmiþtir. Önemine binaen oraya bakýnýz.


«Bilgisi üzerine yemin teklif eder ilh...» Eðer hâkim gerçek durumu ve davacýnýn ikrarýný bilmez,

davalý da delil ikâme etmezse o zaman da-valýya kesin yemin teklif edilir. Ýmâdiye, Azmî.

«Mevhûb ilh...» Yani birisi diðerine bir köle hibe etse, o da köleyi kabzetse veya birisi diðerinden bir

köle satýn alsa, sonra bir baþkasý kölenin kendi kölesi olduðunu zannederek gelse ve delili de

olmasa, davalýnýn yemin etmesini taleb etse, o zaman davalýya kesin yemin tek-lif edilir. H.

«Bu meselede ihtilâf vardýr ilh...» Ýmameyn´e göre bu kimsenin her iki meselede de erþ (aza diyeti)

vermesi lâzýmdýr. Çünkü onun yeminden kaçýnmasý Ýmameyn´e göre þüpheli bir ikrardýr. Þüpheli

olan ikrarla da kýsas uygulanamaz.

«Þehirde bulunan delilim vardýr ilh...» Burada musannif delilin hazýr bulunmasýný mutlak bir þekilde

zikretmiþtir. O halde bu ifade,´ þehirde hasta olarak bulunan þahidi de kapsamýna alýr.

Hizânetü´l-Müftî´nin ifadesinin zahiri ise bunun aksinedir. Zira ora-da þöyle denilmiþtir: «Yemin

teklifi sahih davalarda, davalý inkâr ettiði takdirde ve davacý da, «Benim þahidim yok» veya «Benim

þahitlerim burada deðiller veya þehirdeler» dediði takdirde icara edilir.» Bahýr.

«Hâkim bir kefil tutar ilh...» Yeni davacýnýn talebi ile hâkim bir kefil tutar. Hâniye´de olduðu gibi.

Suðrâ kitabýnda da, «Davacý, kefil tutma talebinin kendisine ait olduðunu biliyorsa, hâkimden kefil

tutmasý-ný taleb eder. Ama cahil olur. Bilmezse hâkim kefili kendisi taleb eder. Ýbn-i Sem´â bunu

Ýmam Muhammed´den rivayet etmiþtir» denilmiþtir. Ba-hir.

«Metinde geçen meselede ilh...» Musannifin burada, «metindeki mesele» ile kayýtlamasýnýn sebebi

þudur: Eðer davacý, «Benim delilim yok veya þahidim burada deðil» derse, kefil tutulmaz. Çünkü

kefil tutmakta bir fayda yoktur. Hidâye´de de ´böyledir.

«Kaçmayacaðýndan emin olunan ilh...» Yani tutulacak kefil kirada oturmayan, belli bir evi ve iþyeri

olan ve orayý terkedip kaçamayacak bir kimse olmalýdýr. Minâh.

Bu mesele önemine, binaen hatýrda tutulmalýdýr. Bahýr, Suðrâ´dan.

Yine Suðrâ´dan naklen Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Uygun olan fakihin her ne kadar oturduðu ev

kendi mülkü olmasa da vakýflardaki görevlerinde güvenilir (sika) olmalýdýr. Böyle olunca, oturduðu

evi býra-kýp kaçamaz».

Bahýr´da, Suðrâ´nýn kefalet bahsinden naklen þöyle denilir: «Hâ-kim, veya elçisi, davasýnýn bizzat

kendisinden bir kefil aldýklarý zaman ister davacýnýn talebi jle olsun, ister olmasýn, bakýlýr: Kefaleti

davacýya izafe etmediði takdirde þöyle denilir: «Sen kendin bir kefil ver» Kefil ta-leb edene hukukun

hâkim veya elçisine döneceðini söylemeseler de ke-fil hâkime teslim edildiði zaman davalý beri

olur. Kefil davacýya teslim edi-lirse, davalý beri olmaz. Fakat kefalet davacýya izafe edilirse, cevap

bunun aksi olur.»

Yine Bahýr´da Suðrâ´nýn Kefalet bahsinden naklen, «Davacý hâkim-den menkûl davasýnda nefsî

kefaletle iktifa etmeyerek âdil bir kimsenin yanýna konulmasýný taleb etse, eðer davalý âdil bir kimse

ise hâ-kim davacýya olumlu cevap vermez. Fakat davalý fâsýk ise, davacýnýn talebini yerine getirir.

Akâr´da ise, davalý fasýk da olsa hâkim davacý-nýn talebine icabet etmez. Ancak üzerinde meyve

olan aðaçta icabet eder. Çünkü meyve nakledilebilir» denilmiþtir.

Bahýr´da bu ifadeden sonra, «Bunun zahiri, aðacýn da akardan ol-duðunu ifade etmektedir. Halbuki

biz yukarýda bunu aksini yani aðacýn •akardan olmadýðýný nakletmiþtik» denilmiþtir.

Ebussuud, Hâmevî´den, o da Makdisî´den naklen þöyle demektedir: «Aðaç akardandýr.»

«Sahih kavle göre ilh...» Bahýr´da, Kýnye´den naklen þöyle denil-mektedir: «Katil, Maktulün

velilerinin beni affettiklerine dair hazýr þa-hitlerim vardýr.» dese, kendisine mahkeme üç gün süre

verir. Eðer süre içinde delillerini ibraz edemez ve «Benim delilim vardý, kaybolmuþ» derse, mal

davalarýna kýyas yapýlarak kýsasa hükmedilir. Ýstihsan deliline göre ise, adam öldürme, aðýr ceza

davalarýndan olduðu için davalýya yeni bir süre daha verilir».

Yine Bahýr´da Suðrâ adlý eserin Kaza bahsinden naklen þöyle de-nilir: «Kefaletin üç gün ve benzeri

þekilde süre bakýmýndan sýnýrlandý-rýlmasý, bu süre geçtikten sonra kefilin sorumluluktan

kurtulacaðý anla-mýna gelmez. Meselâ, bir kimse bir ay süreli kefil yapýlsa, bir ay geçtik-ten sonra

borçtan kurtulmuþ olmaz. Fakat bir aylýk süre kefile geniþlik içindir. Çünkü bu süre geçmedikçe

kefilden davalýya teslimi istenemez. Eðer süreden önce teslim ederse bu geçerli olmaz. Çünkü

buradaki ge-niþlik davacý içindir. Kefil onu derhal teslim etmekle yükümlülükten kur-tulmuþ olmaz.

Zira davacý delil getirmekten âciz kalabilir. Veya delilini temin ettiði halde, mahkemeye ibraz

etmekten âciz olabilir.- Belirlenen süre dolduktan sonra, sanýk davacýya teslim edilir. Hatta sanýk,


vaktin-den önce delili hazýrlasa bile, süresi içinde hâkime ibraz edemeyince ke-filden

yükümlülüðünü yerine getirmesi istenir.»

«Davalý kefil vermekten kaçýnýrsa ilh...» Bu takdirde, kefalet süre-since bizzat davacý veya güvendiði

birisi, davalý ile beraber onun dolaþ-týðý yerlerde birlikte dolaþýrlar. Ancak bu konuda bir yer

sýnýrlamasý ya-pýlmaz.

Suðrâ adlý eserde, «Mescidde davalý ile beraber dolaþmasý gerek-mez. Çünkü mescit zikir için bina

edilmiþtir» denilir. Fetva da bununla verilmiþtir. Ayný eserde daha sonra þöyle denilmiþtir: «Davacý,

davalý ile dolaþmasý için güvendiði bir kimseyi gönderir. Ben bazý meþayihin ilâvelerinde þöyle bir

ifade gördüm: Ebû Hanîfe´ye göre davalý, davacý-nýn güvendiði kimsenin yanýnda dolaþmasýna razý

olmayabilir. Ýmameyn ise, «Davacý, hasmýn rýzasýna gerek olmaksýzýn, kendisine vekil tayin

ede-bilir» Prensibinden hareket ederek bu konuda Ebû Hanîfe´ye muhalefet etmiþlerdir. Bahýr.

Özetle. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

«Sefer gününü biliyorsa ilh...» Yani, davalýnýn, «Ben yarýn gidiyo-rum» demesi gibi. Bu takdirde

hâkim, yola çýkma zamanýna kadar on-dan kefil ister.

«Yukarýda geçti ilh...» Yani Musannýfýn, «Davacý ve davalý, hâkim-den baþka bir kimsenin yanýnda

yemin teklif etmek üzere anlaþsalar ilh...» ifadesinde geçmiþti. Ancak burada, Musannifin bu

ifadesinin de-vamýnda, «Yemin eðer davacýya ait olursa» ifadesi vardýr. Nitekim yu-karýda

Musannifin, «Yeminden sonra delil ikâme ederse, delili kabul edilir.» sözünde de bu mesele

geçmiþtir.

METÝN


Borçlu (medyun) deynin alacaklýya ulaþtýðýný iddia etse, davacý olan alacaklý da ikrar etse, fakat

delili olmasa, borçlu, «yemin et» dese, da-vacý, «senden alacaðým parayý hazýrla, þu para cüzdanýna

koy, sonra yemin teklif et» dese, bunu bu þekilde söylemesi mümkündür: Kýnye.

Yemin ancak ALLAH lafzýyla olur. Zira Resûlullah (S.A.V.) «Her kim yemin eder veya yemin etmek

isterse, ALLAH lafzýyla yemin etsin veya hiç yemin etmesin» buyurmuþtur. Bu hadise göre, yemin

ancak, «Vallahi» sözüyle olur. Hizâne.

Hýzâne adlý eserin açýk ifadesinden anlaþýldýðýna göre, bir kimse, «ALLAH» sözünden baþkasýyla

yemin ederse, bu, yemin olmaz. Bahýr adlý eserin müellifi de, «Ben bu konuda fakihlerin açýk bir

ifadesini görme-dim» demiþtir.

Hâkim, hasým ýsrar etse bile boþama ve azad üzerine yemin teklif edemez. (Meselâ. «Bu iþ böyle

deðilse hanýmým boþ olsun veya kölem azad olsun» diye yemin etmek gibi) Fetvaya esas olan

görüþ de budur.Tatarhâniye. Çünkü bunlar üzerine yemin etmek haramdýr.

Bazý âlimlere göre, zaruret halinde yemin þekli hâkime havale edi-lir. Yani hâkim dilerse boþama ve

azad ile de yemin teklif edebilir. Hâ-kim, davalýya boþama ve azad üzerine yemin teklif etse, davalý

da bu mal ile hüküm verse, onun bu hükmü fakihlerin çoðunluðuna nafiz ol-maz. Hizanetü´l-Müftî´de

de böyle açýklanmýþtýr.

Uygulama mesele ve örnekleri çoðunluðun bu görüþüne göre çö-zümlenmiþtir. Bazý âlimlerin,

«boþama ve azad üzerine yemin teklih edi-lebilir» görüþüne gelince; davalýnýn böyle bir yeminden

kaçýnmasý ge-çerli sayýlarak onun aleyhine mal ile hüküm verilir. Çünkü hüküm ve-rilmezse, onlara

böyle bir yemin teklif etmenin pratikte faydasý olmaz. Bahir. Musannif da bu görüþe dayanmýþtýr.

Ben derim ki: Bir kimse, kendisi üzerinde mal veya borç olmadýðý-na boþama üzerine yemin etse,

sonra davacý onda alacak malý olduðuna dair þahit getirse, bakýlýr: Eðer þahitler karz gibi borcun

sebebine dair þahitlik derlerse, yemin eden kimse ile hanýmý birbirinden ayrýlmaz. Ama eðer

davalýnýn borçlu olduðuna dair þehitlik ederlerse o zaman yemin eden kimseyle hanýmýn evliliði

sona ermiþ olur. Çünkü borç sebebinin bulunmasý borcun halen mevcut olmasýný gerektirmez. Bu

kimsenin bor-cunu ödemiþ olmasý, hibe veya ibra edilmesi muhtemeldir.

Ýmam Muhammed´e göre þahitler malýn olduðuna dair þahadette bu-lunsalar, yemin eden kimse

yemininden ötürü hânis olmaz. Zira doðru söyleme ihtimali vardýr. Þurunbulâliye´nin, Vehbâniye

üzerine olan þer-hinde de böyle geçmiþtir. Halbuki bu mesele yukarýda geçmiþti.

Yemin, ALLAH´ýn sýfatlarýnýn ilâvesiyle kuvvetlendirilir. Bazý âlimler ye-minin ALLAH-u Teâlâ´nýn sýfatlarý

ile kuvvetlendirilmesini, yemin teklif edi-len kiþinin fâsýk ve dava konusu malýn da büyük bir mal

olmasý þartýna baðlamýþlardýr. Yeminde ve yeminin ALLAH´ýn sýfatý ile kuvvetlendirilme-sinde tercih

hakký hâkimindir, Yeminde tekrar olmamasý için atýf harfle-rini kullanmaktan kaçýnmak gerekir. O

halde ALLAH´ýn ismi ile yemin et-se sýfatla kuvvetlendirmekten kaçýnsa, bu kaçýnma sebebiyle


aleyhinde mal ile hüküm verilmez. Çünkü maksat ALLAH´ýn ismi ile yemin etmektir. O da hâsýl

olmuþtur.

Bir müslümanýn bir yer ve zamanla yeminini kuvvetlendirmesi müstehâb deðildir. Hâvî adlý eserde

böyle zikredilmiþtir. Buradan, yer ve zamanla yemini kuvvetlendirmenin mubah olduðu

anlaþýlmaktadýr.

Yahûdiye, «Musa aleyhisselâma Tevrat´ý indiren ALLAH´ýn ismi ile», hýristiyana da, «Ýsa aleyhisselâma

Ýncil´i indiren ALLAH´ýn ismi ile» þeklinde yemin teklif edilir. Mecûsiye ise, «Ateþi yaratan ALLAH´ýn ismi

ile» yemin teklif edilir. Kýsaca yemin, yemin teklifi yapýlacak kiþinin inanýp itikâd et-tiði bir ilâve ile

kuvvetlendirilir. Bunlara müslüman gibi yalnýz ALLAH´ýn ismi ile yemin teklif edilse, yeterli olur.

Ýhtiyar. Putpereste gelince, ona ALLAH´ýn ismi ile yemin teklif edilir. Zira o, her ne kadar ALLAH´tan

baþka-sýna ibadet ediyorsa da ALLAH´ýn varlýðýný ikrar etmektedir.

Ýbn-i Kemal, Dehrilerin ALLAH-u Teâlâ´ya inanmadýklarýný açýk bir þe-kilde ifade etmiþtir.

Ben derim ki: Dehriler, ALLAH-u Teâlâ´ya inanmadýklarýna göre on-lara ne ile yemin teklif edilir?

Dilsizlerin yemin ettirilmesine gelince, hâkim ona «Þu madde þöyle þöyle ise ALLAH´ýn yemin ve

misâki senin üzerine olsun mu?» der, onun baþýyla iþaret etmesi, yemin olur.

Saðýr bir kiþiye gelince, eðer yazý biliyorsa, ona yemin teklifi yazý ile yapýlýr, onun da yazarak cevap

vermesi gerekir. Eðer yazmayý bilmi-yorsa, iþarette yemin ettirilir.

Saðýr ve dilsiz olduðu gibi ama da olursa, onun babasý veya dedesi ,veya velisi veya hâkimin

nasbettiði bir kiþi, onun yerine yemin eder. Vehbâniye Þerhi.

Ehli kitabýn kilise ve havra gibi yerlerine girilmesi mekruh olduðu için ora lorda onlara yemin teklif

edilmez.

ÝZAH

«Para cüzdanýna koy ilh...» Bu sözün anlamý, «Bana delilini de içine alan bir senet yaz. Bundan

sonra benden yemin talebinde bulun» demektir. Medenî. Veya bu sözden maksat, borcu bizzat

hazýrla ve mü-hürlü bir kasaya koy, sonra benden yemin talep et» demektir. En acýk ifade de budur.

Fettâl´in Hâþiye´sinde, Fetâvâ´l-Ankarâvi´den naklen bu ifadenin þer-hinde þöyle denmektedir: «Yani

önce hakkýný hazýrla, sonra benden ye-min taleb et.» Bunun benzeri bir ifade Sâyýhânî´nin

yazdýklarýnda da var-dýr. Hâmidiye´de de benzer ifadeler bulunmaktadýr.

«ALLAH lâfzýndan baþka bir sözle yemin ederse ilh...» Yani Rahman ve Rahîm gibi ALLAH´ýn sýfatlarý ile

yemin etse. yemin olmaz. Bahýr. Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Ben bu konuda açýk bir þey

görmedim» Bahýr´ýn bu sözünde. «Fakihlerin görüþünün yemini kuvvetlendirmekle ilgili ol-duðu»

anlamý vardýr. Yine aþaðýda geleceði gibi yeminin tekrarlanma-masý için atýf harflerini kullanmaktan

kaçýnmak gerekir. Bahir sahibinin bizzat kendisi ALLAH ismi dýþýndaki sýfatlarýyle yemin edildiði

takdirde, bunun yemin olacaðýný açýklýkla söylemiþtir. Fukâhâ´nýn yeminler kita-býndaki, «ALLAH lâfzý

ile veya Rahman, Rahim, Hak gibi veya Ýzzetullâh, Celâlûllah, veya O´nun kibriyâsý, azameti ve

kudreti gibi sýfatlarla ye-min edebilir» sözleri, bunlarýn herhangi birisiyle yemin edildiði takdirde

yemin olacaðýnda delâlet eder. Þeyhimiz.

«Yemin teklif etmenin pratik bir faydasý kalmaz ilh...» Boþama ve azad üzerine yapýlacak yeminin

pratik faydasý, yemin edecek kimsenin yeminden kaçýnmasýna itibar edilmeyeceðini bilmemesi

hâlinde ortaya çýkar. Bu nedenle, kendisinden boþama veya azad üzerine yemin talep edildiðinde

çoðu defa bunlar üzerine yeminden kaçýnýr ve dava konusu-nu ikrar eder. Düreru´l-Bihâr. Musannif

da bu görüþe dayanmýþtýr.

Þu kadarý var ki Ýbn-i Kemal þöyle der: «Hasým eðer boþama veya azad üzerine yemin etmek için

ýsrar ederse, bazý âlimler tarafýndan za-manýmýzda bu ikisi üzerine yemin edilmesinin sahih olduðu

söylenmiþtir. Þu kadarý var ki bunlarla yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhinde mal ile hükmedilemez.

Zira o, þer´an yasaklanan bir þeyden kaçýnmýþ olur. Eðer boþama ve azad üzerine yeminden

kaçýnan kiþinin aleyhine mal ile hükmedilirse, bu hüküm nafiz deðildir.» Ýbn-i Kemal´in ifadesinin

benzeri Zeylâî ve Dürerü´l-Bihâr þerhinde de mevcuttur.

Bu ifadelerden açýkça anlaþýldýðýna göre, «Boþama ve azad üzeri-ne yemin teklif edilebilir»

görüþünde olan kimse, gerçekte böyle bir ye-minin meþru olmadýðýný söylemektedir. Boþama ve

azad üzerine yemin, hasmýn kaçýnacaðý umularak teklif edilir. Çünkü dine baðlýlýðý çok za-yýf olan

kimseler bile yalan bir konuda boþama ve azad üzerine yemin etmek istemezler. Aksi hâlde bu

yemin yalan yere yapýlýnca evliliði so-na erdirir ve cariyenin azadýný da gerekli kýlar veya onlarý


haram bir þekilde yanýnda tutmasýna yol açar. ALLAH lâfzý ile yemin etmek ise bu-nun aksinedir. Zira

devrimizde bu sözle yemin etmek çoðu kez kolay kabul edilir.

Ýbn Kemal´in ifadesindeki «Davalý þer´an yasaklanmýþ plan bir þey-den kaçýnmýþ olur» sözünün

anlamý þudur: Ben diyorum ki, durum böyle olunca, þer´an yasaklanmýþ bir þeyf hâkimin teklif

etmesi nasýl câzi olur? Umulur ki, boþama ve azad üzerine yemin teklif edilebilir diyenlere gö-re

bunlarla yemin teklifinin yasak oluþu, tahrimen deðil tenzihen mek-ruhtur. Sadiye.

«Zikri yukarýda geçmiþti ilh...» Yani Musannýýin, «Boþama ve rýc´î talâkla boþamada eþine dönmede

yemin teklifi yoktur» sözünden hemen önce geçmiþtir.

«Yemin kuvvetlendirir ilh...» Yani yemin, ALLAH´ýn sýfatlarýnýn zikri ile tekid edilir. Þöyle ki davalýya,

«Rahman ve rahîm olan, hazýr olaný veya hazýr bulunmayaný bilen ve kendisinden baþka kulluk

edilecek ilâh ol-mayan ALLAH´ýn ismi ile yemin eder misin? O öyle ALLAH´týr ki açýk olaný bildiði gibi

gizliyi de bilir. Falan kimsenin senin üzerinde veya senin tara-fýndan iddia ettiði malýn olmadýðýna

dair yemin eder misin?» denir. Çün-kü halkýn durumlarý çeþitlidir. Bazý kimseler bu þekilde tekid

edilince ye-min etmekten kaçýnýrlar, tekid edilmediði takdirde de hile yaparlar. Ýþte yeminin daha

etkili olmasý ve te´kid yardýmýyle yeminden kaçýnmanýn saðlanmasý amacýyla te´kidli yemin

talebinde bulunulur. Zeylâî.

«Zeylâî ilh...» Zeylâî´nin ifadesi þöyledir: «Hâkim davalýya atýfla ya-ni peþpeþe yemin teklif etse, o da

bunlarýn bir tanesi ile yemin ederek diðerlerinden kaçýnsa, diðerlerinden kaçýndýðý için onun

aleyhine hük-medilmez. Çünkü davalýnýn bir defa yemin etmesi yeterlidir. O da bir defa yemin

etmiþtir».

«Buna göre, yer ve zaman üzerine yemin etmek mubahtýr ilh...» Bahýr´da, Muhit adlý eserden naklen

þöyle denilmektedir: «Yemini mukad-des bir yerle tekid etmek caiz deðildir.»

«Ýnanýp itikâd ettiði ile te´kid edilir ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Eðer, «Kâfir bir kimse yalnýz

ALLAH lafzý ile yemin etmiþ olsa, zikredilen te´kid edici sözlerden kaçýnsa, bu yemin ona yeterli olur

mu, olmaz mý?» diye sorulsa, derim ki, ben bu konuda açýk bir ifade görmedim. Fakihlerin, «Yemin

zikredilen vasýflarla te´kid edilir, sözlerinden te´kidin þart olduðu anlamý çýkmaz. Kâfir yalnýz ALLAH

lafzý ile yemin etse, diðer vasýflarýn ilâvesinden kaçýnsa, bu kaçýnmasý sebebiyle aleyhinde mal ile

hükmedilemez».

«Baþý ile iþaret etmesi yemin olur ilh...» Böyle bir kimseye yalnýz, «ALLAH´ýn ismi ile...» denilmez.

Çünkü eðer böyle denilse, o da baþýyla ´evet´ dese, bu yemin deðil, ikrar olur. Þurunbulâliye´de

olduðu gibi. S.

«Vasisi veya hâkimin nasbettiði bir kiþi ilh...» Yani saðýr ve dilsiz olan kimse ayný zamanda âmâ ise.

onun yerine babasý veya vasisi ya-hut da hâkimin nasbettiði bir kimse yemin eder. Bu hüküm

fakihlerin, «Yeminde niyabet (temsil) cari deðildir» prensibinin istisnasýdýr.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:13:35
METÝN

Mülkiyet veya tazminat sebebinin kaldýrýlmasý davasýnda hâkim da-valýnýn inkâr þekline uygun

olarak yemin teklifi yapar. Musannif bunu þu þekilde açýklamýþtýr: Yani hâkim, «Aranýzda halen

nikâh veya satým akdinin mevcut olmadýðýna Allah´a yemin eder misin?» veya «Eðer sa-tým akdi

mevcutsa malýn bizzat kendisinin, mal helak olmuþsa bede-linin geri verilmesinin gerekli

olmadýðýna veya karýnýn senden bâin ta-lâkla boþ düþmediðine Allah´ýn üzerine yemin eder misin?»

diye yemin teklif eder. Ýþte bu durumlarda sebebin kaldýrýlmasý satým akdinin karþýlýklý rýza ile

bozulmasý, boþanmanýn olmasý ve helak olan þeyin bede-linin verilmiþ bulunmasý hallerinde

gerçekleþir. Yani, «Halen, aranýzda saydýðým þeylerden bir þey olmadýðýna Allah´ýn üzerine yemin

eder misin?» demek olur.

Bu duruma göre, yemin teklifi meydana gelmiþ olan veya meydana geldiði iddia olunan noktalar

üzerinde yapýlýr. Yoksa sebepler üzerinde yapýlmaz. Yani, «Vallahi, ben bu kadýný nikahlamadým

veya bu malý sat-madým» denilmez. Ancak Ebû Yusuf aksi görüþtedir. O, boþama ve ikâlenin

gerçekleþmiþ olmasý ihtimaline karþý davalýyý korumak istemiþtir. Ancak nasýl sonuç üzerine yemin

gerektiði zaman davacýnýn hakkýnýn korunmasý terkedilmiþ olursa, o zaman icmâ ile, sebep üzerine

yani da-vacýnýn iddia ettiði þekil üzere yemin teklim edilir. Komþuluk sebebiy-le þüf´â ve bâin talâkla

boþanan kadýnýn nafakasý davalarýnda olduðu gibi. Meselâ davalý Þafiî mezhebine mensub olduðu

için, komþuluk þûra-sýný ve bâin talâkla boþanan kadýnýn nafakasýný kabul etmiyorsa, bun-dan

davacý zarar görür. Çünkü Þâfiîlere göre sebeb üzerine deðil sonuç (hâsýl) üzerine yemin teklif

edilir. Ýþte bundan ötürü davanýn sonucu üze-rine deðil, sebebi üzerine yemin teklifi yapýlýr.


Ben derim ki: Musannifin sözlerinin anlamý þudur: Davalý olan has-mýn mezhebine itibar edilmez.

Davacýnýn mezhebine gelince, onun mez-hebine itibar edip etmemekte ise âlimler arasýnda görüþ

ayrýlýðý vardýr. En uygun olaný, hâkimin davacýya, «Sen civar þüf´asýný kabul ediyor mu-sun, etmiyor

musun?» diye sormasýdýr. Musannýf da bu son görüþe itibar etmiþtir.

Yemin teklifinin sebep üzerine yapýlmasý gerektiði konusunda icma vardýr. Bu sebep, sabit olduktan

sonra, hak sahibince kaldýrýlmayan bir sebep olsa da hüküm deðiþmez. Meselâ, müslüman bir köle

efendi-sinin kendisini azad ettiðini dava etse, efendiye; kölelik sebebinin olup olmadýðýna dair

yemin teklif edilir. Çünkü kölelik tekerrür etmez. Fakat müslüman da olsa cariyenin ve kâfir bir

kölenin dâru´l-harbe iltihâklarý halinde kölelikleri tekerrür ettiðinden onlarýn efendisi, mevcut durum

üzerine yemin eder. Özetleyecek olursak, yemin teklifinde mevcut duruma itibar edilir. Ancak

mevcut duruma göre yemin teklif etmek davacý için zararlý olur veya sebep tekerrür etmeyen

sebeplerden bulunursa, o zaman da sebebin olup olmadýðýna dair yemine itibar edilir.

Yemine fidye vermek, yani bir miktar mal vererek yeminden kaçýn-mak ve bu konuda anlaþma

yapmak mümkün ve caizdir. Zira, Resûlullah: «Irzýnýzý arýz olacak eksiklik ve ayýbý malýnýzla

menediniz» buyur-muþtur. Þehîd adlý âlim: «Doðru yeminden kaçýnmak vacibtir» demiþtir. Bahir

sahibi de þahidin sözündeki «vacib» kelimesini doðru yeminin ce-vazýnýn delili ile «sabit» kelimesi

ile tefsir etmiþtir.

Yemin konusunda anlaþma yaptýktan sonra, artýk hasma ayný ko-nuda bundan sonra bir daha

yemin teklif edilmez. Çünkü davacý mal konusundaki hakkýný düþürmüþtür. Musannifin burada

yemini Midye ve sulh ile kayda baðlamasýnýn sebebi þudur: Zira davacý «Seni yeminden ibra ettim»

veya «Onu sana terkettim» veya hibe ettim» sözleriyle ye-mini kasten iskât etmesi caiz deðildir.

Yine ondan yemin taleb edebilir. Maldan ibra etme, yeminden ibra etmenin aksinedir. Çünkü

maldan ib-ra, davacýnýn tek baþýna hakký olduðu için bunu kendi baþýna yapabilir. Fakat yemin

teklifi hâkimin hakký olduðu için, davacý ibra etse bile, is-kât edemez. Bezzâziyye.

Dava konusunu inkâr eden davalý, yeminini satýn alsa, satým ak-dinin bir rüknü olan mebî mevcut

olmadýðý için caiz deðildir.

Pratik ,bir mesele: Bir kimse hasmýndan yemin talebinde bulunsa, hasmý da, «Ben bir kez yemin

ettim» dese bakýlýr: Eðer yemini hâkim veya hakem kýlýnan kimsenin huzurunda yapmýþsa ve buna

dair delil ikâme ederse delili kabul edilir. Ama eðer hâkimin veya hâkemin veya hâkem kýlýnan

kimsenin yanýnda yemin etmemiþse o zaman yine yemin teklif edilir. Çünkü hâkimin yanýnda

yapýlmayan yemine itibar edilemez. Eðer davalý yemin ettiðine dair delil ikâme edemezse davacýdan

yemin taleb edebilir.

Ben derim ki: «Ben talâk ite yemin etmiþtim, artýk yemin etmem» di-yen kimsenin hükmüne dair bir

görüþe rastlamadým. Bu þekilde düzel-tilsin.

ÝZAH


«Hâkim yemin teklif eder ilh...» Nuru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: «Mev-cut durum ve sebeb üzerine

yemin teklif edilen yerlerin üçüncüsü de topluca yemin teklif etmektir. Sonra mesele birkaç kýsma

ayrýlýr. Þöyle ki, davacý ya deyn iddia eder, ya da bir malda mülkiyet veya hak iddia eder. Bunlarýn

herbiri de iki kýsma ayrýlýr. Dava konusu ya mutlak (se-bepsiz) olur veya bir sebebe baðlý bulunur.

Buna göre, bir kimse diðe-rinden sebebini zikretmeden bir alacak iddia etse, ona dava konusu olan

borcun onun tarafýnda olmadýðýna dair yemin teklif edilir. Yine bunun gibi hazýr olan bir malda

mülkiyet veya bir hak iddia etse ve bu iddia-sýnda hiçbir sebep zikretmese, mevcut duruma göre

yemin teklif edilir. Meselâ, «Bu malýn falancaya ait olmadýðýna ve bu maldan hiçbir þeyin falancanýn

malý bulunmadýðýna dair yemin eder misin?» denilir. Ancak bu mal bir sebebe dayanýlarak dava

edilirse, meselâ ödünç (karz) veya satýn alma sebebiyle davalýdan bir borç iddia edilse veya satým

yahut hibe sebebiyle ondan bir mülk iddia olunsa veya birþeyin gasb, ariyet veya vedîa olduðu

iddia edilse, yine sebebin üzerine deðil, mevcut du-rum üzerine yemin teklif edilir. Söyle ki, «Ödünç

almadýðýna, gasbetmediðine, vedîa olarak almadýðýna veya satýn almadýðýna yemin eder misin?»

denilir. Ebû Yusuf´a göre, bu durumlarýn hepsinde, hâkim tarafýndan se-bep üzerine yemin teklif

edileceði rivayet edilmiþtir. Ancak davalýnýn, «Sayýn hâkim, insan bazan bir þey satýn alýr, sonra da

ikâle yapar» þek-linde üstü kapalý bir ifadeyle konuþmasý hâlinde hâkim ona mevcut du-ruma göre

yemin teklif eder. Minah.

Þemsü´l-Eimme Halvânî, Ebû Yusuf´tan baþka bir rivayet daha nakletmiþtir. Eðer davalý sebebi inkâr

ederse, yine sebep üzerine yemin teklif edilir. Ancak davalý, davacýnýn benden iddia ettiði þey benim

üze-rimde deðildir» dese yine mevcut durum üzerine yemin teklif edilir. Kâdýhan.


Kâdýhan´ýn bu rivayeti bana göre görüþlerin en güzelidir. Hâkimle-rin çoðu da bu görüþe göre

hüküm verirler.

Hâkîr der ki: Hidaye sahibinin Mühtârâtü´n-Nevâzil isimli kitabýnda da böyledir.

«Aranýzda hâlen nikâh ilh...» Ýmameyn´e göre, nikâhýn mevcut du-rum üzerine yemin edilen

meseleler arasýna katýlmasý Hidaye sahibinin ve sarihlerin gafletindendir. Çünkü Ebû Hanîfe nikâhta

yemin teklif edi-lemeyeceði görüþündedir. Ancak þöyle denebilir: Ebû Hanîfe, ziraat ortakçýlýðý

konusunda meseleyi Ýmameyn´in görüþüne uygun þekilde açýk-ladýðý gibi, burada da onlarýn

görüþüne göre hükme baðlamýþtýr. Bahýr.

Makdisî´den de þöyle nakledilmiþtir: «Nikâhta mevcut durum üze-rine yemin teklifi hususu, «Eðer

nikâhla birlikte mal davasý da varsa ye-min teklif edilebilir» þeklinde anlaþýlmýþtýr».

«Aranýzda satým akdi olmadýðýna ilh...» Hýzâne adlý eserde yer alan açýklamalar doðrudur. Þöyle ki;

«Müþteri, satýn aldýðýný iddia ederse ba-kýlýr: Eðer iddia ettiði, sebeple de onu almamýþtýr». «Billahi

ben onu sat-madým» diye yemin ettirilmez. Eðer müþteri semenin nakit olduðunu zik-retmezse, o

zaman müþteriye, «Sen semeni hazýrla» denilir. Hazýrladýðý takdirde, «Billahi o, bu semenin kabzýna

ve þu kölenin teslimine iddia edilen þekilde mâlik olmamýþtýr» diye yemin teklif edilir. Hâkim isterse.

«Þu kimse ile senin aranda bu saatte mevcut olan bir alýþ olmadýðýna Allah´ýn üzerine yemin eder

misin?» diye de yemin teklif edebilir. Velhâ-sýl alým davasý semenin nakit olmasýyla birlikte bir akit

davasý deðil, mebiin mutlak mülkiyet davasýdýr. Bundan dolayý semen mana bakýmýn-dan bilinmese

bile dava sahihtir. Bu dava akit davasý da deðildir. Bu yüzden mebiin bilinmezliðiyle birlikte de dava

sahih olur. Davalýya bu semen üzerine yemin teklifi yapýlabilir.» Bahýr.

«Eðer kâim ise ilh...» Musannif bu cümleyi Bahýr´da olan ifadeye dayanarak ilâve etmiþtir. Müellifin,

«Senin dava konusu olan malý geri» vermen gerekmediðine Allah´ýn üzerine yemin eder misin?»

sözünde bir aksilik vardýr. Doðru olan ifade Hülâsa adlý kitaptaki sözler olup þöyledir: «Senin, dava

konusu malý geri vermen veya onun misli veya bedeli ve- ya ondan hiçbir þey gerekmediðine

Allah´ýn üzerine yemin eder misin?» sözünde de eksilik vardýr. Çünkü böyle bir ifade, yalnýz bâin

talâkla bo-þanan kadýna hâs kýlýnmaktadýr. Rýc´î (dönülebilir) talâkla boþanan kadý-na

boþamadýðýma dair verilecek yemine gelince, «Karýnýn aranýzdaki ni-kâhta senden boþanmadýðýna

Allah´ýn üzerine yemin eder misin?» þeklindedir. Eðer dava üç talâk ile boþanmayla ilgiliyse,

Ýsbîcâbî´de þöyle denilir: «Aranýzdaki nikâhta karýný üç talâkla boþamadýðýma Allah´ýn üzerine yemin

eder misin?» diye yemin teklif edilir. «Bahýr´da bu meselede «Mevcut durum üzerine yemin teklif

edilir» þeklinde bir cümle vardýr. Oraya bakýnýz.

Bahir sahibi bu cümleden sonra da þöyle demektedir: «Bilmiþ ol ki, fakihlere göre yeminin lafzýnda

deðil, yeminin teklifinin bazý þekillerin-de tekrar vardýr. Özellikle ölümün üzerinde borç iddia eden

kimseye ye-min teklifi hususunda yemin þekli beþe ulaþmaktadýr. Ýstihkak suretinde de dörde

ulaþmaktadýr. Bununla birlikte yeminler kitabýnda fakihler, ye-minin atýf harfinin tekrarýyla la sözü

ile birlikte tekrar edildiðini söyle-miþlerdir. Meselâ bir kimsenin, «Ben taam yemem ve bir þey de

içmem.» demesi gibi. Halbuki yeminin tekidi bahsinde de fakihler, «Yeminde atýf-tan kaçýnmak

vaçibtir» demiþlerdir. Zira vacib olan yemin bir yemindir. Üzerine atýf yapýldýðý zaman birkaç yemin

olmaktadýr. Ben bu itirazlara ne cevap vereni, ne de cevap vermeye çalýþaný gördüm».

Remli þöyle der: «Ben derim ki: Düþünüldüðünde, dava konusunun çeþitli unsurlarý olur ve dava,

bunlarýn hepsini içine alýyorsa yeminin de bu unsurlara göre ayrý ayrý teklif edilmesi gerek:.». Yani

davacý, söz olarak birþeyi dava eder. Fakat bu davanýn kapsamýnda birçok þeyler bu-lunursa,

yeminin de ihtiyaten bu þeylere uygun þekilde ayrý ayrý teklif edilmesi gerekir.

«Kasým Þafiî olduðu için ilh...» Yani Þafiî mezhebine göre üç talâk-la boþanan kadýn iddet nafakasý

talep edemediði gibi yine ayný mezhebe göre komþuluk þüf´âsý da yoktur. Böyle bir davada hasým

(davalý) Þafiî mezhebinden olur ve mevcut durum üzerine de yemin teklif edilirse da-vacýnýn

menfaati zayi olur. Mevcut duruma göre, yemin þöyle olur: Üç ta-lâkla boþandýðýný iddia eden bir

kadýn mahkemeden iddet nafakasý ta-lep eder veya þüf´â hakký sahibi bu hakkýný kullanmak için

dava açmýþ bulunur ve burada dava konularý delille isbat edilmezse Þafiî mezhebin-den olan

davalýya, «Üzerinde iddet nafakasý olmadýðýna veya komþuluk þüf´â hakký bulunmadýðýna Allah´ýn

üzerine yemin eder misin?» Bu hak-lar Þafiî mezhebinde kabul edilmediði için yemin eder ve davacý

olan Hanefî kimsenin hakký zayi olur. Ýþte böyle bir zararý önlemek için bu-rada mevcut durum

üzerine deðil, sebep üzerine yemin teklif edilir. Me-selâ, «Bu kadýný boþamadýðýma veya bu yerin

satýlmadýðýna Allah´ýn üze-rine yemin eder misin?» denilir. Böylece davacýnýn menfaati korunmuþ

olur. Çünkü onun tarafýný gözetmek daha uygundur. Bir de sebep sabit olduðu zaman hak da sabit

olur. Hakkýn düþmesinin ihtimali iþe, zanna dayanan bir engelle olur. Asýl olan bu engelin


bulunmamasýdýr. Ancak hak, engel üzerine delil ikâme edildiði zaman düþer.

«Görüþ ayrýlýðý vardýr ilh...» Mahkemede taraflar deðiþik mezhepten olunca, hangi mezhebin

uygulanacaðý konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr. Bazý âlimler, «Davacý veya davalýnýn mezhebi dikkate

alýnmaksýzýn, hâ-kimin esas aldýðý mezhebe itibar edilir» demiþlerdir. Musannif, hâki-min mezhep

tercihini davacýnýn kanaatini sorarak yapmasýnýn daha uy-gun olacaðý prensibine dayanmýþtýr.

«Sulh yapmak ilh...» Yani belki bir meblâð karþýlýðý yemin konusun-da anlaþma yapmak mümkün ve

caizdir. Ancak yeminin ifadesi ile yemin için sulh yapmak arasýnda ne fark vardýr? Þüphesiz

yeminden pa-ra karþýlýðý sulh yoluyla kurtulmada, bu para dava konusundan daha az olur. Yeminin

fidyesi ise bazen dava konusu þeyin misli kadar olabilir. Kûhistâni´de de böyledir. H.

«Davacý husûmet hakkýný düþürmüþtür ilh...» Yani davacý davalý-dan yemin fidyesi olarak veya

onunla bu konuda para karþýlýðý sulh an-laþmasý yaparak husûmete dair hakkýný düþürmüþtür.

Bahir adlý eserde-ki ifade ise þöyledir: «Çünkü davacý, davalýdan aldýðý mal karþýlýðýnda davasýný

düþürmüþ olur. Medenî.

«Delil ikâme ederse, delili kabul edilir ilh...» Bahýr´da Bezzâziyye´ den naklen þöyle denilmektedir:

«Eðer davalý, hâkim kendisine yemin teklif etmek istediði zaman, «Davacý, bana bu malla ilgili

olarak baþka bir hâkimin huzurunda yemin teklif etmiþti» veya «Beni dava konusu olan maldan ibra

etmiþti» dese ve delil getirse, delili kabul edilir ve kendisin-den dava da düþürülür. Eðer delil

getiremezse, Ýmam Pezdevî, «O zaman davacý davalý durumuna düþer. Onun yemin etmesi gerekir.

Eðer yeminden kaçýnýrsa, dava yine düþer. Eðer yemin ederse, dava ko-nusu malý almak hakký

doðar. Çünkü davalýnýn maldan ibrayý dava et-mesi, malýn kendi üzerinde bulunduðunu ikrar etmesi

demektir. Ancak mal davasýndan ibrayý iddia etmek bunun aksinedir» demiþtir.

Dürer´in ifadesi ayný dava konusu mal için kendine daha önce ye-min teklif edildiðini veya bu

maldan ibra edildiðini öne süren davalý bu iddiasýný isbat edemezse ve davacýnýn yemin etmesini

isterse câizdir.»

«Delil ikâme etmezse, davacýdan yemin taleb edebilir ilh...» Nûru´l-ayn´da þöyle denilmiþtir: «Davacý

davalýya yemin teklifini talep etse. o da, «Davacý bu dava ile ilgili olarak bana falan hâkimin

huzurunda ye-min teklif etmiþti» diyerek delil getirse, delili olmasa da sözü kabul edi-lir. O halde

davacýya yemin teklifi talebinde de bulunabilir. Çünkü da-vacý yemin konusundaki hakkýnýn devam

ettiðini iddia etmektedir. Fa-kat «Davacý beni bu davadan ibra etmiþti» dese. ibraya dair delil

geti-rinceye kadar davacýya yemin teklif etme hakkýna sahip deðildir. Çünkü davacý davasý ile

davalýdan cevap isteme hakkýna sahiptir. Cevap da ya ikrar veya inkâr þeklinde olacaktýr. «Beni bu

davadan ibra etti.» sözüne gelince, bu ne ikrar ve ne de inkârdýr. Böyle bir söz dinlenmez. Ona,

«Önce hasmýna cevap ver, sonra dilediðini iddia et» denilir. Ama bunun aksine, «Beni þu bin

liradan ibra etti» dese, yemin teklif edilir. Çünkü maldan ibrayý dava etmek malýn kendi üzerinde

bulunduðunu ik-rar etmek, demektir. Ýkrar ise cevaptýr. Ýbrayý iddia etmek hakký düþürücü olduðu

için, karþý tarafa yemin lâzým gelir. Âlimlerden bazýlarý da þöyle demektedirler: «Doðru olan þudur:

Davalý, «Davacý bana daha önce ayný dava konusunda baþka hâkimin huzurunda yemin teklif

et-miþti» diyerek davacýya yemin teklif edebiliyorsa, «Beni bu mardan ib-ra etmiþti» demesi halinde

de davacýya yemin teklif edebilir. Ancak her iki halde de yemin teklif etmesi, delil getirmemesi

halinde mümkün-dür. Dinâh sahibi de bu görüþe meyletmiþtir. Zamanýmýz hâkimlerinin çoðu da bu

görüþ üzere uygulama yapmaktadýrlar.

Dürer´in ifadesi de þöyledir: «Davalý yemin ettiðine dair delil geti-remez ve davacýnýn kendi

yeminine dair yemin etmesini taleb ederse, caizdir.» Ýþte bu nakil de gösteriyor ki Sarihin

ifadesinde kapalýlýk var-dýr. Uyanýk olunuz.

«Bir söz görmedim ilh...» Ben, þeyhimize ait kitap nüshasýnýn Hâmiþi´nde bazý âlimlerin yazýsýyla þu

ifadeleri buldum: «Ben bazý hüküm sonlarýnda, Fetâvâ-yý Kerenbeþî´den naklen,

Cevâhirü´l-Fetâvâ´nýn Kaza bahsinin baþ taraflarýna isnad ederek Kitabü´þ-Þehâdetin hemen

öncesin-de þöyle gördüm: «Birisi diðerinden birþey dava etse, davalýya yemin düþse, hâkim ona

yemin teklif ettiðinde, «Ben hiçbir zaman yemin et-meyeceðine dair talâk üzerine yemin ettim.

Talâkýn gerçekleþmemesi için þimdi de yemin etmem» dese hâkim ona üç defa yemin teklif eder ve

sonra da yeminden kaçýndýðý için aleyhindeki mal davasýna hükmeder. Talâk üzerine yemin etmesi

sebebiyle ondan yemin düþmez.»

«Aþaðýdaki þekilde düzeltilsin ilh...» Ben derim ki: Yukarýda Ýnâye´den naklen þöyle geçti: «Hâkim

ister sebep, ister mevcut durum üzerine yemin teklif etsin, taraflardan birisi mutlaka zarara uðrar.

Durum böy-le olunca, davacýnýn tarafýný gözetmek daha uygundur. Ýþte bu sebeple, yemin


etmeyeceðine dair talâk üzerine yemin ettiðini iddia eden kim-senin mazur sayýlmamasý daha

uygundur. Çünkü talâk üzerine yemin et-tiði için hanýmýnýn boþ düþmesinden korkarak, yeminden

kaçman kimse, zararý kendi peþine takmýþ olur. Ebussuud.

Ben derim ki: Talâk üzerine yemin etmek, yeminden kaçýnmak için bir delil sayýlsaydý, üzerine

yemin gerekli olan herkes böyle yemin eder ve daha sonraki muhtemel yemin tekliflerinden bu yolla

kurtulmaya ça-lýþabilirdi. Bu hak belirtilen þekilde kötüye kullanýlýnca da, davacýnýn hak-ký zayi

olduðu gibi, Hz. Peygamber (S.A.V.) in: «Yemin dava konusunu inkâr edene aittir» hadisine

muhalefet edilmiþ olurdu.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:16:38
YEMÝNLEÞME BABI

METÝN


Musannýf davada, taraflardan yalnýz birisinin yeminiyle ilgili mese-leleri zikrettikten sonra, aþaðýda

taraflardan her ikisinin karþýlýklý yeminleþmesine dair meseleleri zikir ve açýklamaya baþladý, satýcý

ile alýcý, satýþ bedelinin miktarýnda veya vasfýnda veya cinsinde yahut mebîin miktarýnda ihtilâf

etseler, bunlardan hangisi delil getirse, onun lehine hüküm verilir. Zira o, davasýný delille isbat

etmiþ olur. Eðer her ikisi de delil getirirlerse, kimin delili dava konusunu daha fazla isbat ederse,

onun lehine hüküm verilir. Zira deliller isbat içindir.

Eðer taraflar semen ve mebîden her ikisinde ihtilâf ederlerse, deli-lin ziyadeyi isbat durumuna

bakýlarak eðer ihtilâflarý semende ise satý-cýnýn delili öne geçirilir. Ýhtilâflarý mebîde ise müþterinin

delili önde gelir. Eðer her üç durumda da ihtilâf halinde delil getirmezlerse, bakýlýr: Eðer birisi

diðerinin sözüne razý olursa ne âlâ. Eðer razý olmazlarsa, aralarýn-da muhayyerlik de yoksa, o

zaman her ikisi de yemin ederler. Aralarýnda muhayyerlik varsa, muhayyerlik hakký sahibi akdi

fesheder. Taraflarýn yemin etmesi söz konusu olunca; eðer satým akdi peþin deðil de vere-siye

yapýlmýþsa, önce müþteri yemin eder. Çünkü dava konusunu ilk in-kâr eden odur.

Eðer satým akdi veresiye deðil de, malýn malla trampasý veya pa-ranýn parayla mübadelesi tarzýnda

olmuþsa, o zaman hâkim muhayyer-dir. Bazý âlimler tarafýndan, davacý ile davalý arasýnda kur´a

çekileceði söylenmiþtir. Ýbn Melek. En saðlam görüþe göre buradaki yeminin, da-va konusunun

iddia edilen þekilde olmadýðýna dair yaný olumsuz þekil-de teklif edilmesi gerekir.

Taraflardan birisi veya her ikisi satým akdinin feshini talep ederse, hâkim, akdi fesheder. Satým akdi

karþýlýklý yemin sonucu kendiliðinden feshedilmiþ olmadýðý gibi, taraflardan birisinin tek yanlý

iradesiyle de feshedilmez. Ancak ikisi beraber feshetmek isterlerse feshedebilirler. Bahýr.

Taraflardan herhangi birisi yeminden kaçýnýrsa, diðerinin iddia et-tiði þey hâkimin hükmüyle ona

gerekli olur. Bunun delili, Resûlullah (S.A.V.) in: «Satýcý ile müþteri ihtilâf ettiklerinde satýlan þey

mevcutsa, ikisi de yemin eder ve herkes elindekilerini geri verir» hadisidir.

Yukarýda belirtilen hususlar, ihtilâfýn satýþ bedeli üzerinde olmasýyla ilgilidir. Eðer ihtilâf, satýlan

þeyin iç bünyesiyle ilgili ise, meselâ, sa-týcý ile alýcý mebîin çeþidi üzerinde ihtilâf etmiþlerse, o

zaman yemin et-mezler söz alýcýnýndýr.

Ama eðer mebîin vasfýnda ihtilâf ederlerse, meselâ müþteri, «Ben onu okur-yazar veya fýrýncý

olmasý þartýyla aldým» dese, satýcý da, «Ben böyle bir þart koþmamýþtým» dese, yine yemin yoktur.

Söz, satýcýnýndýr. Zâhîriyye.

ÝZAH

«Vasfýnda ilh...» Taraflar satýþ bedelinin vasfýnda ihtilâf ederlerse, meselâ satýcý «Falan ülkenin

veya falan þehrin parasý ile satýþ yapmýþ-tým» derken alýcý aksini iddia edebilir, bu takdirde delil

getirenin lehine hüküm verilir.

«Cinsinde ilh...» Taraflar satýþ bedelinin cinsinde, yani altýn veya gümüþ para olup olmadýðýnda

ihtilâf edebilir. Yine delil ikâme edenin lehine hüküm verilir.

«Miktarýnda ilh...» Taraflar satýþ bedelinin miktarýnda ihtilâf ede-cekleri gibi mebiin miktarýnda da

ihtilâf edebilirler. Eðer mebîin vasfýn-da ihtilâf ederlerse yeminleþme olmaz. Söz satýcýnýndýr.

Nitekim bunu ileride sarih de zikredecektir.

«Semende ihtilaf ederlerse ilh...» Hidâye´nin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Eðer semen ve mebîde

beraber ihtilâf ederlerse, satýcýnýn de-lili semende, alýcýnýn delili ise mebîde isbat bakýmýndan

fazlalýk duru-muna bakýlarak daha önde gelir. Bu açýklamayý babamýn þeyhi Müfti Muhammed

Taceddin Medenî yapmýþtýr.»

«Birisi diðerinin sözüne razý olursa ilh...» Bu ifade ancak semen ve mebîdeki ihtilâf þeklini

kapsamýna alýr. Üç durumu kapsamaz. Baþkala-rýnýn dediði gibi, sarihin «Mebî veya semenden

yalnýz birisinde ihtilâf halinde taraflardan ikisi de ayný þeye yani satýcý müþterinin iddia ettiði

semene veya müþteri satýcýnýn iddia ettiði satýþa razý olsalar yahut ihtilafýn mebî ve semenin her

ikisinde birlikte olmasý halinde herbiri, di-ðerinin sözüne razý olsalar» demesi daha uygun olurdu.

Halebî de Musannifin ifadesinin yanlýþ olduðunu.söyleyerek, «Bu-rada doðrusu, diðer âlimlerin de

dediði gibi, sarihin ifadesinin de, «Eðer her ikisi ayný þeye razý olurlarsa» þeklinde olmasý idi.

«Eðer birisinin muhayyerliði varsa, satým akdini fesheder ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir:

«Musannýf, «Delil getiremezlerse» sözüyle sa-tým akdinde hiçbirisine muhayyerlik hakký olmadýðýna


iþaret etmiþtir. Bundan dolayý Hülâsa´da, «Müþteriye görme, ayýp ve þart muhayyerliði tanýnmýþsa

zaten yemin etmezler» denilmiþtir. Burada satýcý da alýcý gibidir» denilmiþtir. Yani bu ifadeden

kasdolunan muhayyerlik hakký ola-nýn satým akdini feshetmesi mümkündür. Durum böyle olunca

karþýlýklý yemine ihtiyaç kalmaz. Ancak uygun olan satýcý beyi eðer semenin faz-lalýðýný iddia eder,

müþteri ete onu inkâr ederse, müþterinin muhayyer-lik hakký karþýlýklý yeminleþmeye engel olur.

Satýcýnýn muhayyerlik hak-kýna gelince, o yeminleþmeye engel olmaz. Ama eðer müþteri mebîin

ziyadeliðini iddia eder, satýcý da o ziyadeyi inkâr ederse satýcýnýn muhay-yerliði bu yeminleþmeye

mani olur. Zira muhayyer olduðunda fesih im-kâný vardýr. Müþterinin muhayyerlik hakkýna gelince,

burada da onun muhayyerliði yeminleþmeye mani deðildir. Bu açýklamayý, baþka bir yer-den naklen

deðil, araþtýrmaya dayanarak yaptým.»

Meselenin özeti þudur: Kimin muhayyerlik hakký varsa o, her za-man satým akdini feshedemez. Bu

seheble uygun olan, bu meseleleri tahsis etmektir.

«Önce müþteri yemin eder ilh...» Yani Ýbn Kemal´in þerhinde de zikredildiði gibi taraflarýn ihtilâfý

ister semende, ister mebîde veya isterse her ikisinde birlikte olsun, bu üç durumda da önce

müþteri yemin eder. Musannifin, «Çünkü dava konusunu ilk inkâr eden müþteridir» sözü eðer

yeminleþme semende ise doðrudur. Fakat yeminleþme mebîde ise durum deðiþir. Çünkü o takdirde

satýcý inkâr eden durumundadýr. Bu son durumda en uygun olan, önce satýcýnýn yemin etmesidir.

Bunu aþa-ðýdaki mesele de teyid etmektedir. Þöyle ki, kiracý ile, kiraya veren kira süresi hakkýnda

ihtilâf etseler, yeminleþmeye kiraya verenin, yemini ile baþlanýr. Kûhistânî de buna iþaret etmiþtir.

Bu konunun benzerini Allâme Remlî de zikretmiþtir.

«Yemin olumsuz þekilde teklif edilir ilh...» Yani satýcý bin liraya sat-madýðýna yemin ettiði gibi.

müþteri de ikibine almadýðýna yemin eder.

«Saðlam görüþe göre ilh...» Ziyâdât adlý eserde, «Satýcý, «Ben bin liraya deðil vallahi ikibin liraya

sattým» der. Müþteri ise, «Billahi ben ikibin liraya deðil, bin liraya aldým» der, denilmektedir.

«Ýkisi beraber feshetmek isterlerse, feshedebilirler ilh...» Sarihlerin zikrettiklerine bakýlýrsa, taraflar

satým akdini feshederlerse, hâkime git-meden satým akdi kendiliðinden feshedilir. Fakat hâkimin

feshi için ta-raflardan birisinin talebi yeterli ise de satým akdi tek taraflý olarak feshedilemez. Bahýr.

Feshedilmemesinin faydasý ise yeminleþmedir.

«Ýhtilâf, mebîin kabý üzerinde ise ilh...» Yani eðer ihtilâflarý kapta olur ve satýcý, satýlan malýn kabýnýn

kendisinin olduðunu inkâr ederse, meselenin þekli Zeylâî´de olduðu gibi þöyledir: «Birisi

diðerinden kabýyla birlikte yüz kilo aðýrlýðýnda yað alsa, sonra boþaltarak meselâ yirmi kilo

aðýrlýðýndaki kabý sahibine vermek üzere getirse satýcý, «Bu benim kabým deðildir» dese, müþteri de

onun olduðunu söylese yaðýn fiyatý is-ter kilogram baþýna belirlensin, isterse tamamýnýn toplam

fiyatý söyle-miþ olsun, söz müþterinindir. Ýþte bu mesele, kabzolunan þeydeki ihti-lâfla ilgilidir.

METÝN

Musannýf, yeminleþmenin yalnýz semen ve mebîde taraflarýn ihti-lâfý halinde söz konusu olacaðýný

belirtmiþtir. Çünkü bu ikisi dýþýndaki .ihtilâflarda yeminleþme cereyan etmez. Zira bunlar akdin

özüne zarar vermez. Meselâ; mebî ve semen dýþýnda süre, þart, rehin veya muhay-yerlik, dýman yeni

birisinin kefaletini þart koþmak veya semenin bir kýs-mýnýn alýnmasý gibi þeylerde ihtilâf

olunduðunda yeminleþme yoktur. Bun-larda yeminleþme olmadýðýna göre, söz, yemini ile birlikte

dava konusu-nu inkâr edene aittir. Ýmam Züfer ile Þafiî´ye göre yukarýda sayýlan þey-lerde ihtilâf

vukuunda da taraflar yine yemin ederler.

Mebîin helakinden veya müþterinin mülkiyetinden çýkmasýndan ve-ya geri verilmesini imkânsýz

kýlacak bir ayýpla ayýplanmasýndan sonra olan semen üzerindeki ihtilâfta yeminleþme yoktur. Bu

mesele de semen deyn olursa, yalnýz müþteri yemin eder. Ancak mebiî satýcýnýn elinde iken müþteri

dýþýndaki birisinin onu helak etmesi halinde yeminleþme vardýr, Ýmam Muhammed ve Ýmam Þafiî´ye

göre yeminleþme vardýr, sa-tým akdinde helak olanýn kýymeti üzerine feshedilir.

Ama eðer satým akdi, malý malla deðiþtirmek git» trampa þeklinde olursa, icmaen yeminleþme

vardýr. Çünkü trampa akdinde hem satýlan, hem de bedeli ayný zamanda mebî hükmündedir. O

zaman helak olan misli olan þeylerden ise misli, kýymet takdir edilen þeylerden ise, kýy-meti geri

verilir. Nitekim bir ticaret malýnýn helakinden sonra semenin cinsinde ihtilâf etseler, þöyle ki, birisini

gümüþ para ile aldýðýný iddia ederken, diðeri altýn parayý iddia ederse, karþýlýklý yemin ederler.

Müþte-riye de helak olan malýn kýymetini ödemek lâzým gelir. Sirâç.

Ama malýn bir kýsmý müþteri elinde helak edilmiþse veya müþterinin mülkünden çýkmýþsa, meselâ

müþterinin satýn aldýðý iki hayvaný kabzetmesinden sonra birisinin normal ölümle ölmesi gibi. Bu


durumda sa-týlan malýn semeninin meblâðýnda ihtilâf ederlerse, o zaman Ýmam-ý Azam´a göre yemin

etmezler. Ancak yemini, satýcý eðer helak olmadan hissesine düþen kýsmýn aslýný terketmeye razý

olursa, yemin ederler. Bu açýklama da büyük çoðunluk, âlimlerin araþtýrmasýna dayanýr. Buhara

âlimleri ise, «Burada yeminleþme deðil, yalnýz müþteriye yemin düþer» þeklinde tefsir etmiþlerdir.

Kitabet bedelinin meblâðýnda efendi ile köle arasýnda ihtilâf anýn-da yeminleþme yoktur. Selem

aktinde ikâleden sonra selem edilen ser-mayenin meblâðýnda ihtilâf ederlerse yine yeminleþme

yoktur. Kitabet bedelindeki ihtilâfta söz kölenin, selem meblâðýndaki ihtilâfta ise sa-týcýnýndýr.

´Ancak burada selem tekrar avdet etmez. Akit feshedilir.

ÝZAH

«Süre þart vb. ilh...» Bir akdin süresi ve þartlarý gibi, mevcut olma-dýðý zaman akdin özü zarar

görmeyen unsurlardaki ihtilâf yüzünden ye-minleþme olmaz. Çünkü süre ve þart, þartýn meydana

gelmesiyle sabit olur. Burada sözde sonradan gerçekleþen unsurlarý inkâr edene aittir. Bu

meselede fakihler, akitte muhayyerlik olduðunu inkâr edenin söz sa-hibi bulunduðunu kesinlikle

söylemiþlerdir. Fakihler þart muhayyerliði ile ilgili iki görüþ ortaya koymuþ olup biz onlarý konusu

içinde ifade etmiþtik. Mezhebin asýl görüþü ise, burada zikrettikleridir. Bahýr.

Musannýf burada süreyle ilgili ihtilâfý mutlak bir þekilde zikretmiþ-tir. Bununla, akdin süresinin aslý

veya miktarý hakkýndaki ihtilâf da kap-sama alýnmýþtýr. Öyleyse burada, söz, sürenin fazlalýðýný inkâr

edene ait-tir. Ancak, selemin süresi üzerindeki ihtilâfta, bunun aksine yeminleþme cereyan eder.

Bunu, kendi konusu içinde zikretmiþtik.

Akdin süresinin dolup dolmadýðý konusundaki ihtilâf bu meselenin istisnasýdýr. Çünkü oradaki

ihtilâf halinde söz müþterinindir. Zira hak onundur. Çünkü o, hakkýn tam verildiðini inkâr

etmektedir. Nihâye adlý eserde de böyledir. Bahýr.

Bahýr´da þöyle denilir: «Süredeki ihtilâftan taraflarýn selemin süresi konusundaki ihtilâflarý da

istisna edilmiþtir. Birisi selemin süresini id-dia ederken, diðeri ona karþý çýkmýþ olsa, selemde

makbul olan söz Ebû Hanîfe´ye göre süreyi iddia edenindir. Çünkü selemde süre þarttýr ve süreyi

konuþmamak akdi fâsid kýlar. Öyleyse selemde taraflarýn süreyi öne geçirmesi selemin ancak

süreyle geçerli olduðunu gösterir.» Fakat açýkladýðýmýz mesele bunun aksinedir. Çünkü bu

meselenin geçerli olup olmamasýnýn sürenin þart kýlýnmasý ile hiçbir ilgisi yoktur.

«Semenin bir kýsmýnýn alýnmasý ilh...» Veya bir kýsmýný düþürmek veya hapsini ibra etmekle ihtilâf

etseler, yine yeminleþme yoktur. Bahýr. Burada «semenin bir kýsmý» ile kayýtlamak konusunda

görüþ birliði var-dýr. Çünkü, semenin tamamýnýn kabzýnda ihtilâf etmek de bir kýsmýnda ihtilâf etmek

gibidir. Bu da ancak satýcýnýn sözünün kabul edilmesidir.

«Yemini ile ilh...» Çünkü buradaki ihtilâf, üzerinde akit yapýlan þey-de deðildir. O zaman fiyat

düþürme veya semenden ibra gibi ihtilâflara benzer. Zira bunda ihtilâf etmek akdin özüne zarar

vermez. Ama se-menin vasfýnda veya cinsinde ihtilâf etmek bunun aksinedir. Çünkü se-menin

özellik veya cinsindeki ihtilâf bizzat semenin kendisine racidir. Zira semen deyndir. O da özelliði ile

bilinir. Ama süredeki ihtilâf bu-nun gibi deðildir. Bilindiði gibi, semen süre geçtikten sonra da var

ol-maya devam etmektedir. Bahýr.

«Mebiin helakinden sonra ilh...» Musannýfýn bu sözünden anlaþýl-dýðýna göre süre ve sonra

gelenlerdeki ihtilâfýn helakten önce veya son-ra olmasý arasýnda hiçbir fark yoktur.

«Mebii ilh...» Yani mebî müþterinin elinde helak olduktan sonra ye-minleþme cereyan etmez. Eðer

mebî, müþteri kabzetmeden önce helak olursa zaten akit fesholur. Miraç.

«Ayýplanmasýndan ilh...» Yani, mebî geri vermeye engel olacak þe-kilde ayýplandýktan sonra

yeminleþme olmaz. Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü bu durum helak kapsamýna girmektedir.

Fakihlerin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Müþterinin mebîi meydana gelen ayýpla birlikte geri

vermeye gücünün yetmemesi ölçüsündeki ayýplama helak hükmündedir. Kifâye adlý eserde de,

«Mebî bitiþik veya ayrý bir artýþla artsa» denilmiþ-tir. Meselâ, mebîin kendi bünyesinden bir artýþýn

olmasý; yaðlanma, þiþ-manlama veya doðurma ve benzeri þekillerde olabilir. Gururu´l-Efkâr adlý

eserde de, «Eðer artýþ mebîin bünyesinden deðilse, meselâ; fiyatýn-da artýþ olmuþsa, bu artýþ

kabýzdan önce veya sonra olsun, bütün âlim-lerin ittifakiyle müþteriye ait olur» denilmiþtir.

«Müþteri dýþýndaki ilh...» Zira taraflarýn her ikisi de helak olan me-bîin kýymeti onun yerine geçtiði

için yemin ederler.

«Helak olanýn kýymeti üzerine feshedilir ilh...» Akit, helak olan þey kýymetli mallardan ise kýymeti,

mislî mallardan ise misli geri verilmek üzere feshedilir. Hayreddin, S.


«Ýcmaen yeminleþme vardýr ilh...» Eðer malýn bedelinin deyn veya ayn olduðunda ihtilâf ederlerse,

ikisi de yemin ederler. Ama müþteri malýn bedelinin bir ayn olduðunu iddia ederse, Ýmameyn´e göre

yemin ederler. Ama satýcý, mal bedelinin ayn olduðunu iddia eder, müþteri de deyn olduðunu iddia

ederse, o zaman yemin etmezler. Söz müþterinin-dir. Kifâye.

«Hem satýlan, hem de bedeli mebî durumunda olur ilh...» Böyle bir durumda üzerinde akit yapýlan

mal mevcut olduðu için akit de mevcut-tur. Alýcý ve satýcý, yeminleþmeden sonra kendi ellerindekini

geri verir-ler. Bahýr.

«Semenin cinsinde ihtilâf etseler ilh...» Semenin cinsindeki ihtilâf, miktarýndaki ihtilâf gibidir. Ancak

mebîin helak olmasý durumunda böyle deðildir. Bahýr.

«Karþýlýklý yemin ederler ilh...» Taraflar semen üzerinde ittifak ede-medikleri için akdin feshi için

karþýlýklý yemin etmeleri gerekir.

«Bir kýsmý müþteri elinde helak edilmiþse ilh...» Yani bir kýsmý kabzdan sonra helak olursa,

yeminleþme cereyan etmez. Bu hususu Mu-sannýf yakýnda zikredecektir.

«Ýki hayvaný kabzetmesinden sonra ilh...» Ama hayvanýn biri veya ikisi kabzdan önce ölürse

karþýlýklý yemin ederler. Mebîin artýþýnda ih-tilâf ederlerse inkâr iki taraftan olduðundan her ikisi de

yemin ederler. Kifâye.

«Ebû Hcmîfe´ye göre yemin etmezler ilh...» Çünkü yeminleþme, mebîin tamamýnýn mevcut olmasý ve

kabzedilmiþ bulunmasýndan sonra uy-gulanýr. Buna göre mebîin bir bölümü helak olsa,

yeminleþmenin þartý bulunmadýðý için Ebû Hanîfe´ye göre söz, yeminiyle birlikte müþteriye aittir.

Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Gurerü´l-Efkâr.

«Aslýný ilh...» Yani satýcý helak olan þeyin kýymetinden hiçbir þey almaz. Sanki o þey hiç helak

olmamýþ gibi akit mevcut olanýn üzerine yapýlýr. O zaman mevcut olanýn semeninde yeminleþme

uygulanýr. Bun-larýn hangisi yeminden kaçýnýrsa, diðerinin iddiasýný kabul etmiþ sayýlýr.

«Buhara âlimleri ilh...» Yani cümlenin anlamý, mebîin bir kýsmý he-lak olduktan sonra yeminleþme

deðil, yalnýz müþterinin yemin etmesi gerekir. Ancak satýcý eðer helak olan þeydeki hissesini

semenden terke razý olursa, o zaman karþýlýklý yemin ederler.

Gûrerü´l-Efkâr´da þöyle denilmiþtir: «Bizim meseleyi zikretmemizden sonra bazý âlimler tarafýndan

ifadedeki istisna, ifadenin siyakýndan an-laþýlan, müþterinin yemin etmesindendir. Yani satýcý,

müþterinin ikrar ettiði semenin miktarý helak olan þeyin semeninden alýr. Zira satýcý, müþ-teriden

almayý dava ettiðinin toplamýndan, sulh yoluyla mebîden mev-cut olaný almýþtýr. O zaman müþteriye

yemin teklifine ihtiyaç kalmaz. Ebû Hanîfe´den de «Satýcý müfterinin ikrar ettiði miktarý helak olan

mebîin semeninden alýr, fazlasýný alamaz. O halde her ikisi de yemin eder. Mebî-den mevcut olaný

da geri verirler. Yani müþteri, mebîden geri kalaný sa-týcý da semeninden geri kalaný iade eder» diye

nakledilmiþtir.»

«Müþteriye yemin düþer ilh...» O zaman satýcý sulhen müþteri tara-fýndan iddia edilen þeyi canlý

olarak alýr. Zeylâî.

aikâleden sonra ilh...» Musannif burada niçin, «ikâleden sonra ih-tilâf» kaydýný koymuþtur? Zira

onlar selemin sermayesinin miktarýnda ihtilâf etmiþ olsalar ve yemin de etseler, o zaman miktardaki

ihtilâf se-lemin sermayesinin cinsindeki, nev´indeki, vasfýndaki ihtilâf ve selem yapýlan maldaki

ihtilâf gibi olur. Nitekim biz bu hususu selem bahsinde zikretmiþtik. Bahýr.

«Selem aklinde ilh...» Burada neden yeminleþme caiz deðildir? Zira ikâlenin kaldýrýlmasýný gerekli

kýlan selem davasýdýr. Selem ise borç-tur. Düþen bir daha dönmez. Sâyýhâni.

«Selen tekrar avdet etmez ilh...» Selem konusunda ikâle selem akdini bozmayý kapsamýna almaz.

Çünkü selem konusunda ikale, düþürmek demektir. Bundan sonra tekrar dönmez. Satým akdi ise

Herkle geleceði gibi bunun aksinedir. Fakihlerin açýklamalarýna göre, bu konuda uygun olan durum

þudur: Selem akdinde eðer taraflar ikâleden sonra cin-sinde, türünde, sýfatýnda ihtilâf ederlerse

hüküm yine yukarýdaki gibidir. Ancak ben bu konuda bir açýklýk görmedim. Bahýr.

Yine Bahýr´da, «Fakihlerin bu meseledeki yazdýklarýndan anlaþýldý-ðýna göre, ikâle yapýlan akitte,

ikinci bir ikâle daha yapýlabilir. Ancak selemde yapýlan ikâle bunun dýþýndadýr. Yani selem akti ikâle

ile fesh-edildikten sonra tekrar ikâle yapýlamaz. Ýbre de ikâleyi kabul etmez. Biz bu konuyu Fevâid

adlý eserde yazmýþtýk» denilmiþtir.

METÝN

Akit yapan taraflar ikâleden sonra semenin miktarýnda ihtilâf etse-ler ve delilleri de olmasa,


karþýlýklý yemin ederler. Eðer mebî ve semen kabzedilmiþ olur ve alýcý ikâle hükmü ile mebîi satýcýya

geri vermemiþ bu-lunursa, bu takdirde þeminleþmeden sonra satýn akdi, eski hali üzere devam

eder. Eðer alýcý, ikâle hükmü ile mebîi geri vermiþse, o zaman yeminleþme cereyan etmez ve söz,

yemini ile birlikte inkâr edenindir. Ýmam Muhammed buna karþý çýkmýþtýr.

Eðer karý koca kim delil ikâme ederse onun lehine hüküm verilir. Eðer her ikisi de delil getirirlerse,

o zaman emsal mehir, kocanýn deli-linin tercih edilmesi daha uygundur. Çünkü burada kadýn dýþ

görünüþe aykýrý olan bir durumu isbat etmiþ olur ki, bu tercih edilmez. Eðer emsal mehir eþlerden

her ikisine þâhid deðilse, yani eþlerin öne sürdüðü mehir miktarýna uygun düþmüyorsa, deliller eþit

olduklarý için birbirleri-ni ibtal ederler. Bu durumda saðlam görüþe göre, kadýna emsal mehir

gerekir.

Karý kocadan her ikisi de delil getirmekten aciz olurlarsa, karþýlýklý yemin ederler. Bu yeminleþme

ile nikâh akdi feshedilmiþ olmaz. Çünkü mehir nikâha baðlý bir hak olup, onun tesbit edilmemiþ

olmasý nikâhýn ak-dinde semenin belirlenmemiþ olmasý akdi fâsid kýlar. Mehir konusundaki

yeminleþmede önce koca yemin eder. Çünkü mehri daha önce teslim et-mek kocanýn hakkýdýr. O

halde iki yeminden ilkini erkeðin yapmasý ge-rekir. Yeminleþmeden sonra da erkeðin kadýna emsal

mehir vermesine hükmedilir. Zira yeminleþme olduktan sonra, artýk nikâh sýrasýnda mik-tarý

belirlenen mehre itibar edilmez. O halde yeminleþmede eðer mehir erkeðin iddia ettiði miktarda

veya daha az olursa, onun sözü ile hü-küm verilir. Eðer kadýnýn dediði kadar veya daha fazla olursa,

o zaman da karýnýn sözü ile hüküm verilir. Eðer her ikisinin iddialarý gibi olmasa o zaman da emsal

mehre hükmedilir.

Kiracý ile kiralayan, kira bedelinde veya kira akdinin süresinde, he-nüz kiracý yararlanmadan önce

ihtilâf ederlerse her ikisine de yemin teklif edilir. Hangisi yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhinde

hüküm verilir. Taraflardan birisi delil getirirse, delili kabul edilir. Ýhtilâflarý kira bedeli üzerinde ise,

önce kiracýya yemin teklif edilir. Eðer anlaþmazlýk kira sü-resi üzerinde ise, önce kiraya verene

yemin teklif edilir. Eðer her ikisi de delil getirirlerse, bedel konusunda mal sahibinin, süre

konusunda kira-cýnýn delili tercih edilir. Fakat kiracý, kiraladýðý þeyden henüz yararlanmamýþsa o

zaman yeminleþme cereyan etmez. Söz, yeminiyle birlikte kiracýnýndýr. Çünkü o, ziyadeyi inkâr

etmektedir.

Eðer kiraya verilen þeyin bir bölümünden yararlanýldýktan sonra ta-raflar arasýnda ihtilâf çýkarsa,

yeminleþme olur ve akit geri kalan kýsým için feshedilir. Geçmiþe ait söz de kiracýnýndýr. Çünkü kira

akdi önceki bölümde saat saat yerini bulmuþtur. Zira onun her bir sözü bir akit gi-bidir. Sözün akdi

ise bunun aksinedir.

Karý ile koca, altýn veya gümüþ cinsinden de olsa, evde bulunan eþ-yalar konusunda ihtilâf etseler,

bunlardan her birinin kendisine uygun olan eþyada yeminiyle birlikte söz hakký vardýr. Burada

eþlerin köle, mükâteb emsaliyle karý koca hayatý yaþanabilen çocuk yahut müslüman er-kekle evli

zimmî kadýn olmasý, nikâhýn hâlen mevcut olup olmamasý, eþ-lerin her ikisine veya yalnýz birisine

ait bir evde oturmalarý hükmü de-ðiþmez. Hizânetü´l-Ekmel. Çünkü burada mülk sahibi olmaya

deðil, zil-yedliðe itibar edilir. Ancak eþler, oturduklarý evde bulunan eþyayý üreten, eþya alým

satýmýný yapan kimselerden iseler, bu takdirde söz dýþ görü-nüþün çeliþkili olmasý sebebiyle erkeðe

aittir. Dürer. Eþya hem erkeklere hem de kadýnlara elveriþli bulunursa söz yine erkeðindir. Çünkü

kadýnýn kendisi de, elinde bulunan eþyasý da kocanýn zilyedliði altýnda bulunmaktadýr. Bu sebeple

söz zilyed olan kocaya aittir. Ancak yalnýz kadýn-lara ait olan eþyada ihtilâf ederlerse, o zaman dýþ

görünüþ bakýmýndan kadýnýn delili erkeðin delilinden daha kuvvetli olduðu için söz, yukardakinin

aksine kadýnýndýr. Böyle bir ihtilâf vukuunda karý kocadan her ikisi de delil ikâme etseler, o zaman

da kadýnýn delili ile hükmedilir. Çünkü onun delili, kendisi zilyed sayýlmadýðý için, dýþa ait bir delil

sayýlýr. Haniye.

Eðer eþler arasýnda ev konusunda ihtilâf olursa, karý evin kendisine ait olduðuna dair bir delil

ikâme etmedikçe, ev prensip olarak kocaya aittir. Bahýr.

Yukarýda yazdýðýmýz hükümlerin hepsi, karý kocanýn ikisinin de hatta olmalarý hali içindir. Ama eðer

karý-kocadan birisi ölür ve onun varisi hayatta olanla karý kocanýn her ikisine de uygun olan eþyada

ih-tilâf ederse, burada söz, köle bile olsa yemini ile birlikte hayatta olan eþe aittir, imam-ý Þafiî ile

Ýmam Mâlik, «Ýhtilâf edilen mal hayatta olan-la ölenin varisinindir» demiþlerdir. Ýbn-i Ebî Leylâ,

«Malýn hepsi hayatta olanýndýr» derken, Hasanü´l-Basrî de, «Malýn hepsi kadýnýndýr» demiþtir.

Ýþte bu konuda fakihler arasýnda yedi görüþ vardýr. Hâniye´de de bu mesele hakkýnda dokuz ayrý

görüþ olduðu söylenmiþtir.


Ýhtilâf eden karý kocadan birisi ticarette izinli köle veya mükâteb olursa imameyn ile Ýmam Þafiî

demiþlerdir ki, burada izinli köle ile mü-kâteb hür gibidir. Hayatta ise burada söz, hürün sözüdür.

Ölümden son-ra ise söz hayatta kalanýndýr. Çünkü hürün tasarruf kölenin tasarru-fundan daha

kuvvetlidir. Ölene ise tasarruf yoktur.

ÝZAH

«Cinsi üzerinde ihtilâf etseler ilh...» Meselâ mehirin cinsi ile ilgili anlaþmazlýklarýnda erkek, «Senin

mehrin þu köledir.» kadýn da. «Hayýr þu câriyedir» dese, o zaman cins ve miktarýn hükmü eþit olur.

Ancak þu durum müstesnadýr: Eðer kadýnýn emsal mehri cariyenin kýymeti ka-dar veya daha fazla

olursa, o zaman bizzat cariye deðil, kýymeti kadý-nýn mehri olur. Nitekim Zahiriye ve Hidâye´de de

böyledir. Bahýr.

Bahýr´da þöyle denilmiþtir. «Musannýf, cinsî tekârrübten önce boþa-ma halinde, taraflar arasýnda

çýkacak mehir anlaþmazlýðýnýn hükmünü zikretmemiþtir. Bunun hükmü Zahîrîye´de olduðu gibi

þudur: Cinsi tekârübten önce, boþama halinde, eþler arasýnda çýkacak mehir anlaþmaz-lýðýnda,

kadýnýn mahir hakký, kocanýn iddia ettiðinin yarýsýdýr. Eðer bu eþler köle ve câriye statüsünde ise, o

zaman kadýnýn hakký mut´adýr. An-cak ayrýlan karý koca aralarýnda cariyenin kýymetinin yarýsý

üzerinde anlaþýrlarsa, o zaman cariyenin kýymetinin yarýsý kadýnýn hakkýdýr.

«Delilin ilh...» Kadýnýn delilinin kabulüne gelince, bu açýktýr. Zira kadýn meselâ, iki bin lira mehir

iddia ediyorsa, bu iddiasýnda kapalý yön yoktur. Ancak kapalýlýk kocanýn delilinin kabulü hususunda

vardýr. Çünkü erkek ziyadeyi inkâr etmektedir, öyleyse ona düþen delil deðil yemin-dir. Onun delili

nasýl kabul edilir diye sorulursa, deriz ki, erkek burada þekil bakýmýndan iddia edendir. Zira erkek

ikrar ettiði mehrin karþýsýn-da kadýnýn ona kendisini teslim ettiðini iddia ediyor. Kadýn ise inkâr

edi-yor. Nasýl vedîa alanýn delili vediayý sahibine geri verdiði davasýnda ka-bul edilirse, burada da

erkeðin delili kabul edilir. Miraç.

«Erkeðin delili tercih edilir ilh...» Þârih´in bu ifadesi geçen iki me-selenin de illetidir. Hâmiþ´te,

«Eðer kadýn, kocasý üzerinde bakiyye ka-lan mehri hususunda kocasýnýn varisleri ile ihtilâfa düþer

ve davasýna delil ikâme edemezse, emsal mehrin miktarý hususunda söz, yeminiyle birlikte kadýna

aittir» denilmiþtir. Hâmidiye, Bahýr´dan.

«Nikâhlarý fesholmaz ilh...» Eþlerin nikâh akdi sýrasýnda mehir mik-tarýný tesbit etmemiþ olmalarý

halinde, daha sonra bu konuda çýkacak ihtilâf yüzünden yeminleþme yoluna gidilse, bu durum

nikâhýn sýhhatine zarar vermez. Çünkü mehir satým akdinin aksine nikâha tabidir. Yuka-rýda geçtiði

gibi satým akdinde semenin belirlenmemiþ olmasý akdi fasid kýlar. Minah ve Bahýr.

«Önce erkek yemin eder ilh...» Remlî, Bahýr´ýn Mehir bahsinden o da Kâyetü´l-Beyân´dan naklen

þöyle demektedir: «Eþlerden her ikisinin de yemin etmesi gerekiyorsa, hangisinin önce yemin

edeceðinin kur´a ile belirlenmesi müstehâb olur. Zahiriye adlý eserde tercih edilen ve bir çok

âlimlerce de benimsenen görüþe göre yemin önce kocaya teklif edi-lir. Buradaki ihtilâf öncelikle

ilgilidir.»

«Teslim etmek kocanýn hakkýdýr ilh...» Yani önce koca mehri öder, sonra da kadýn kendisini teslim

eder.

«Emsal mehir hükmedilir ilh...» Yani önce iddialarý hususunda kar-þýlýklý yemin ederler, sonra da

kocanýn karýsýna emsal mehri vermesi için hükmedilir. Bu Ýmam Kerhî´nin görüþüdür. Zira mehri

müsemma bulun-duðu yerde emsal mehre itibar edilmez. Yeminleþme sonucu, nikâh ak-di

sýrasýnda konuþulan mehre itibar düþtüðü için kadýna emsal mehir ve-rilir. Bu yüzden, bütün

durumlarda yeminleþme, emsal mehre hüküm vermekten önce gelir.

Ýmam Râzi´nin araþtýrmasýna göre ise emsal mehre yeminleþmeden önce hükmedilir. Biz bu konuyu

ve Ebû Yusuf´un karþý çýkýþýný, Mehir bahsinde zikretmiþtik. Bahýr.

«Kiralanan þeyi kullanmazdan önce ilh...» Taraflar, kiracý henüz kiralanan yeri kullanmazdan önce

kira bedeli veya süresi hakkýnda ih-tilâf etseler, yeminleþirler. Çünkü satým akdinde yeminleþme

kýyasa uy-gun olarak kabzdan önce olduðu gibi, onun benzeri olan icarede de ki-ralanan þeyi

kiracýnýn kullanmasýndan önce olur. Bahir. Burada, kira-lanandan yararlanmanýn anlamý, kira

süresince ondan faydalanma imkânýnýn bulunmasýdýr. Yararlanmanýn yokluðunun anlamý da

kullanma im-kânýnýn olmamasýdýr. Çünkü bilindiði gibi, kullanma imkâný da ücretin gerekli olmasý

bakýmýndan kullanma gibidir. Bahýr.

«Önce kiracýya yemin teklif edilir ilh...» Yeminden kaçýnmanýn ya-rarýnýn bir an önce görülmesi için,

ilkönce kiraya verene yemin teklif edilmesi gerekir. Çünkü kiralanan þeyin teslimi gereklidir,


denilirse, þöy-le cevap verilir: Eðer kira bedelinin peþin verilmesi þart kýlýnmýþsa, o za-man sanki

daha önce inkâr etmiþ sayýldýðýndan, önce kiracýnýn yemini ile baþlanýr. Eðer kira bedelinin peþin

verilmesi þart kýlýnmamýþsa, mal sahibi kiraya verdiði þeyi teslim etmekten kaçýnamaz. Zira onun

teslimi kira bedelinin peþin olarak teslimi þart koþulmadýðý takdirde, kira bede-linin kabzýna baðlý,

deðildir. Ebussuud. Ýmâye´den.

«Eðer ihtilâf kira süresi üzerine ise ilh...» Ama eðer ihtilâf hem kira bedeli hem de süre üzerinde ise,

her iki tarafýn da fazlalýk hususunda ge-tirmiþ olduklarý deliller kabul edilir. Meselâ, mal sahibi

kiraya verdiði þeyin aylýðýnýn on dirhem olduðunu kiracý da iki aylýðýnýn beþ dirhem olduðunu iddia

eder ve bu iddialarýna delil getirirlerse, iki aylýðýnýn on dirheme kiraya verilmiþ olduðuna hükmedilir.

«Eþler, ev eþyasý konusunda anlaþmazlýða düþseler ilh...» Musan-nýfýn burada karý koca sözünü

zikretmesi yalnýz eþler arasýndaki ev eþ-yasý ile ilgili ihtilâflarý belirtmek içindir. Böylece aþaðýdaki

ihtilâf konu-laný dýþarýda kalmýþ olur.

1) Koca dýþýnda, diðer birden çok eþlerinin ev eþyasý ile ilgili anlaþmazlýklarý,

2} Babanýn, kýzýyla arasýnda, çeyiz eþyasý konusundaki anlaþmaz-lýklarý,

3) Babanýn oðlu ile, ev konusundaki anlaþmazlýklarý,

4)Ayakkabý tamircisi ile kokucunun, ellerindeki aletler konusunda-ki anlaþmazlýklarý,

5) Ev sahibi ile kiracý arasýnda, evin demirbaþ eþyasý konusundaki anlaþmazlýklarý.

Ýþte, eðer yukarýda «eþler» tabiri kullanýlmasaydý, buradaki ihtilâfýn karý-koca arasýnda mý, yoksa

sayýlanlar arasýnda mý olduðu bilinmezdi. Bu saydýklarýmýz. Bahir adlý eserde açýklanmýþtýr. Bazýsý

ileride ayrýca gelecektir.

«Söz yemini ile birlikte her birine uygun olan eþyada onundur ilh...» Kýnye´de kýz çocuklarýna çeyiz

hazýrlama konusunda þöyle denir: «Karý ile koca birbirinden ayrýlsalar, kadýn odasýnda hizmet

gören cariyeyi beraberinde götürerek bir yýl istihdam etse, kocasý da bunu bildiði halde sussa,

sonra da onu iddia etse kocanýn iddiasý kabul edilir ve cariye ona teslim edilir. Çünkü kocanýn

mülkiyeti devam etmektedir. Bu mül-kiyetin ortadan kalktýðý da ispat edilmiþ deðildir.»

Kýnye´den yapýlan bu nakilden anlaþýlýyor ki karý-kocaya elveriþli olan bir þey, karý tarafýndan

götürülürken kocanýn susmasý, kocanýn da-vasýný bâtýl kýlmýyor. Eðer kadýn, götürdüðü þeyi

kocasýnýn satýn aldýðý-ný ikrar etmezse durum böyledir. Ama eðer kocasýnýn satýn aldýðýný ik-rar

ederse karýnýn davasý düþer. Çünkü kocasýnýn satýn aldýðýný söyle-mesi, onun kocasýnýn mülkü

olduðunu ikrar etmesidir. Kocasýnýn mülkü olduðunu ikrar ettikten sonra o þeyin kendi mülkiyetine

geçtiðini iddia etse, bu el deðiþtirme ancak delil ile sabit olur.

Kadýn, kocasýnýn aldýðýný ikrar ettikten sonra o þeyi ayrýldýðý kocasýn-dan satýn aldýðýný iddia etse,

bu da ancak delil ile sabit olur. Hâniye´de olduðu gibi.

Buradan açýkça anlaþýldýðýna göre, eþinden ayrýlan koca, dava ko-nusu þeyi satýn aldýðýna dair delil

getirse, bu delili, karýsýnýn kocasýnýn aldýðýný ikrar etmesi gibi olur. Yine dava konusu þeyin ayrýlan

kocadan boþadýðý karýsýna hibe ve benzeri yollarla intikal ettiðine dair iddiada da delil gereklidir.

Karýnýn ayrýldýðý kocasýnýn aldýðý bir þeyi onan rýzasý ile kullanmasý, kocasýnýn o þeyi, kadýnlarýn ve

halkýn anladýðý gibi, karýsýna temlik ettiðine delâlet etmez. Bununla birkaç defa fetva verdim. Bahýr.

Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Kadýnlara mahsus eþyanýn mülkiyet id-diasýnda kabul edilen söz,

yemini ile birlikte kadýnýndýr. Kadýn ve erkeðe mahsus olan eþyada da durum böyledir. Yine söz,

yemini ile birlikte ka-dýnýndýr. Kadýn, yalnýz kadýnlara mahsus veya kadýn ve erkeðin beraber

kullanacaðý eþyanýn davasýnda, yanýnda vedîa olarak kaldýðýný iddia ederse, söz yine yemini ile

birlikte kadýnýndýr. Allah daha iyisini bilir. Hamidiye´de de Þelbî´den naklen böyledir.»

«Zahir delilleri ilh...» Yani biz burada zilyedliði dýþ görünüþü olan açýk bir delil saydýk. Eðer

zilyedliði esas almazsak, her iki eþin dýþ görü-nüþlü delillerinin çatýþmasý, davalarýnýn düþmesine

yol açar.

«Dürer ilh...» Dürer´in ifadesi þöyledir: «Ayrýlan karý-kocanýn her iki-si de ihtilâf ettikleri þeyi üretiyor

veya alým-satýmýný yapýyorsa, meselâ: erkek kuyumcu ise, onda birtakým bilezik, yüzük ve benzeri

takýlar var-sa, bunlar kadýna mahsus olmakla birlikte kadýnýn olamaz. Yine, ka-dýn erkek elbisesi

satan bir dellal ise, veya erkek ve kadýn elbisesi veya yalnýz erkek elbisesi ticareti yapýyorsa, bunlar

da erkeðin olamaz.» Hidâye þerhlerinde de böyledir.

Þurunbulâiiye´de de þöyle denilmiþtir: «Musannýfýn, «Karý ile arasýnda ihtilâf konusu olan eþyada

söz, herkesin kullanabileceði eþya-da yemini ile birlikte onundur. Ancak karý-kocanýn her ikisi de


diðerine elveriþli olaný alýp satýyorsa» sözü genel deðildir. Zira Musannýfýn, «Üre-tir veya

alým-satýmýný yaparsa» sözü genel olamaz. Zira kadýn evliliði sýrasýnda eðer erkek elbisesi veya

kadýna ve erkeðe elveriþli olan kap; altýn, gümüþ, ev eþyasý ve arsa gibi þeyleri satýyorsa, yine

bunlar er-keðindir. Çünkü kadýn ve elindeki eþya erkeðin zilyedliði altýndadýr. Da-valarda söz de

zilyed olana aittir. Yalnýz kadýna has olan bir eþya bunun aksine kadýna aittir. Ýnâye´de olduðu gibi.»

Bu hükümler, aþaðýda zikredilecek meselelerde daha iyi anlaþýla-caktýr.

«Söz hayatta olanýndýr, ilh...» Yemini ile birlikte söz hayatta olanýn-dýr. Dürr-i Müntekâ. Çünkü

ölünün tasarrufu yoktur. Bahýr´da da Hizâne´den naklen, þu mesele istisna edilmiþtir: Kadýn eðer

zifafý kocasýnýn evinde yaptý ise, o zaman her ikisine uygun olan eþya ile kadýnýn em-sali kadýnlara

çeyiz yapýlan eþyanýn kocaya verilmesi istihsan olmaz. Ancak koca o cins eþyanýn ticaretini

yapmakla biliniyorsa o zaman´ o eþ-ya erkeðindir.

«Dokuz ayrý görüþ ilh...» Bu görüþlerden birincisi kitapta olandýr. Ýkincisi ise Ebû Yusuf´un

görüþüdür ki, kadýna emsali kadýnlarýn çeyizi kadar eþya verilir, geri kalaný erkeðindir. Üçüncüsü

Ýbn Ebî Leylâ´nýn gö-rüþüdür ki, eþyanýn hepsi erkeðindir. Yalnýz elbisesi kadýnýndýr. Dördün-cüsü,

Ýbn Muin ile Þarîk´in görüþüdür ki, ihtilâf edilen eþya ikisi arasýn-da taksim edilir. Beþincisi, Hasan-ý

Basrî´nin görüþüdür ki, hepsi kadý-nýndýr. Yalnýz elbisesi erkeðindir. Altýncýsý, Þureyh´in sözüdür ki,

ev ka-dýnýndýr. Yedincisi, Ýmam Muhammed´in görüþüdür ki, talâk ve ölümde her ikisine de uygun

olan eþya kocanýndýr. Ýmam Muhammed, müþkil olmayanda Ebû Hanife´ye uymuþtur. Sekizincisi,

Züfer´in görüþüdür ki, her ikisinin kullanabileceði eþya her ikisinindir. Dokuzuncusu, Ýmam Malik´in

görüþüdür ki, hepsi ikisinin arasýnda taksim edilir. Bu görüþleri, Hizânetü´l-Ekmel nakletmiþtir.

Herkesçe anlaþýlmaktadýr ki, dokuzuncu görüþ dördüncü görüþün aynýsýdýr. Bahýr. Hâmiþ´te de

böyledir.

Bir cariye veya mükâteb yahut müdebber statüsünde bulunan bir câriye azad edilse, azad edilmekle

nikâhý feshedildiðinden ayrýlmayý ko-canýn yanýnda kalmaya tercih etse, azad edilmezden önceki

evde bulu-nan eþya kocasýna aittir. Cariyenin bir hakký bulunmaz. Ama azad edil-dikten sonra ve

ayrýlmayý tercih etmezden önce alýnan eþyada, azad eden efendi ile azad edilen câriye, bizim daha

önce boþanma konusunda açýkladýðýmýz gibi, her ikisi de hür kimselerin tâbi olduklarý hükümlere

tâbi olurlar. Bahýr.

Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Kocasý karýsýný boþarsa, kadýnýn iddeti dolsa, her ikisinin de

kullanabileceði eþya kocasý hayatta iken kocasý-nýn, kocasý öldükten sonra da varislerinindir.

Çünkü iddeti dolan kadýn artýk bir yabancý gibi olmuþtur. Onun hiçbir tasarruf hakký yoktur. Bir de

zikrettiðimiz gibi her ikisinin kullanacaðý eþya boþanmakla kocasýna ait olur. Öldükten sonra da

varislerine aittir. Ama kadýn iddet beklerken kocasý ölürse, her ikisinin ortak kullanabileceði eþya

kadýna düþer. Zira erkek, iddeti bitmeden onu hiç boþamamýþ gibidir ve bu halde kadýn ko-casýna

mirasçý olmaktadýr.»

Mal sahibi ile kiracý kiralýk evin eþyasýnda ihtilâf etseler, burada ye-mini ile birlikte kiracýnýndýr.

Kiraya veren yalnýz üzerindeki elbiseyi ata-bilir.

Bir ayakkabý imalâtçýsý ile esans imalâtçýsý ayakkabý imalâtýnda ve esans imalâtýnda kullanýlan

aletler hakkýnda ihtilâf etseler, bu aletler iki-sinin de elinde bulunsa, o zaman hangisinin hangisine

uygun olduðuna bakýlmaksýzýn o aletler ikisinin ortak malý sayýlýr. Bu konunun tamamý Sirâç´tadýr.

Fakih ve ihtiyaç içinde olduðu bilinen birinin evinde, boynunda yir-mi bin dirhemlik kese bulunan

köle bir çocuk olsa, zenginlikle meþhur olan birisi bu köle çocuðun kendisine ait olduðunu iddia

etse, çocuðu elinde bulunduran da kendisinin olduðunu ileri sürse köle zenginlikle tanýnanýndýr.

Bir evde temizleyicilik yapan birisinin üzerinde ipekli bir elbise bulunsa, temizleyici elbisenin

kendisine ait olduðunu iddia etse, ev sahibi de kendisinin olduðunu iddia etse, elbise ev

sahibinindir.

Yük dolu bir gemide bulunan birisi un tüccarý, diðeri gemici iki ki-þiden her birisi gemiyi ve içindeki

yükü iddia etseler, içindeki un, un tüccarýna, gemi de gemiciye verilir. Çünkü burada ikisinin de dýþ

görü-þüne göre amel edilir. Bir gemide bir yolcu, bir dümenci, bir halatçý, bir de asker olsa, bunlarýn

hepsi geminin kendisinin olduðunu iddia etse-ler, ocakçýnýn ücretle çalýþabileceði ihtimali göz

önüne alýnarak gemi diðer üçü arasýnda taksim edilir.

Birisi bir deve katarýný çekse, bir diðeri de katardaki develerden birine binmiþ olsa, her ikisi de deve

katarýnýn kendisinin olduðunu iddia etseler, eðer katara yüklü eþyanýn hepsi deveye binenin ise,

develer yük-leri ile birlikte deveye binenin olur. Katarý çeken kiþi de onun ücretli iþçisi kabul edilir.

Eðer deveye binenin develerden yükte birþeyi yoksa, ona yalnýz bindiði deve verilir. Katarýn diðer


kýsmý da katarý çekenin olur. Ama sýðýr ile koyun bunun aksinedir. Koyun ve sýðýr sürüsünü birisi

ön-den çekse, diðeri arkadan sürse, her ikisi de sürünün kendisine ait ol-duðunu iddia etse, sürü

arkadan sürenin olur. Bu konunun tamamý Hizânetü´l-Ekmel´dedir.

ÝZAH

«Boþanma konusunda açýkladýðýmýz gibi ilh...» Yani, eþlerden her ikisine de elveriþli olan ev eþyasý

kocaya aittir. Kadýna elveriþli olan eþ-ya kadýna aittir. Çünkü azatlý câriye, bu eþyanýn alýndýðý sýrada

hür du-rumdadýr. Nitekim bu husus, ifadenin gidiþinden de anlaþýlmaktadýr. Bu açýklamayý Sirâc

adlý eserdeki ifadeler de teyid etmektedir.

Eðer koca hür, karý kitabet yapmýþ veya müdebbere veya Ümmü´l-Veled statüsünde bir cariye ise,

ayrýlmazdan önce de azad edilmiþse, sonra evin eþyasý hakkýnda ihtilâf etmiþlerse, azad edilmeden

önce alý-nan bütün eþya kocanýndýr. Azad edildikten sonra alýnan eþyalar hak-kýnda ise her iki

hürün ayrýldýklarýnda uygulanacak hükümler burada da uygulanýr. Sayýhânî.

«Kadýn artýk bir yabancý gibi olmuþtur ilh...» Bu ifadeden anlaþýlý-yor ki eðer karý-kocanýn her ikisi

de ölmüþ olsalar, müþtereken kullanabi-lecekleri eþyanýn hükmü bunun gibidir.

PRATÝK BÝR MESELE: Bir kimse uzun bir süre bir toprakta tasarruf etse, diðer bir kimse de bu

topraðý ve baþkasýnýn onu tasarruf etmekte olduðunu görse ve bir hak iddia etmeden ölse,

ölümünden sonra oð-lu, o araziyi iddia etse, iddiasý dinlenmez. O toprak mutasarrýfa terkedilir.

Çünkü halk ona þahitlik etmektedir. Velvâliciye´den Hâmidiye.

«Sýðýr ile koyun bunun aksinedir ilh...» Minah´ta þöyle denilmiþtir. «Eðer bir sürü koyun veya sýðýr

olsa, birisi sürüyü önden çeken diðeri arkadan süren iki kiþi sürünün kendilerine ait olduðunu iddia

etseler, sürü, sürene aittir. Ancak sürücü bu sürüden yalnýz bir koyunun önün-den giderse, yalnýz o

koyun onundur.» Hâmiþ´te de böyledir.

PRATÝK BÝR MESELE: Bir kimse, temizleyiciye temizlenmek üzere dört parça keten bezi gönderse,

temizleyici bezleri temizledikten sonra mal sahibine, «Elçini gönder, malýný göndereyim» dese, elçi

mal sahibi-ne üç parça bez götürse, temizleyici dört parça gönderdiðini iddia etse, elçi de, «Bana

sayarak vermedi» dese, o zaman mal sahibine, «Bunlar-dan dilediðinin sözünü tasdik et» denilir.

Mal sahibi eðer elçisinin sö-zünü tasdik ederse, elçi davadan beri olur. Temizleyicinin yemin etmesi

gerekir. Eðer yemin ederse, o da davadan beri olur. Eðer yeminden kaçý-nýrsa malý tazmin etmesi

gerekir.

Mal sahibi eðer temizleyiciyi tasdik ederse, temizleyici beri olur, elçinin temizlik ücretini vermesi

gerekir. Çünkü temizleyici yemin edin-ce, onun kanaatine göre dört parça bez verdiði doðruluk

kazanýr. Bu sebeple temizlik ücreti elçiden alýnýr. Velvâliciye, ikinci fasýldan.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:18:40
DAVALARIN DEF´Ý FASLI

METÝN


Musannif önceki fasýllarda davada hesûmeti meþru ve davasý dinle-nilecek kimseleri zikretti. Þimdi

de birbirlerine hasým olamayan kimseleri zikredecektir.

Bir menkûl veya gayr-i menkûl malý elinde bulunduran kimse, «Bu malý gâib olan Zeyd, bana vedia,

ariyet, icara veya rehin olarak býraktý» veya, «Bu, malý gâib olan Zeyd´den gasbettim» diye iddia

etse ve zikret-tiðine dair delil getirse, eðer mal elinde mevcutsa, davacýnýn husûmeti def edilir. Eðer

davalý delil ikâme edemezse, davacýya yemin teklif edi-lir. Yemin ederse hasým olabilir; yeminden

kaçýnýrsa hasým olamaz.

Bu þekildeki bir davada, dava konusu malýn hâkim huzurunda mev-cut olmasý gerekir. Eðer mal,

helak olmuþ ise, husûmet ortadan kalkmýþ bulunmaz. Çünkü bu halde davacý helak olan þeyin

kendisini deðil, kýy-metini dava etmiþ olmaktadýr. Deyn´in vedîa olarak verilmesi ise müm-kün

deðildir.

Þahitler, «Vediayý veren gâib kimsenin adýný, nesebini veya yüzünü tanýyoruz» deseler, Ýmam

Muhammed, isim ve neseb ile birlikte yüzün de tanýnmasýný þart koþmuþtur.

Þahitlerden birisi, «Ben onu tanýmýyorum, yalnýz yüzünü tanýyorum» dese ve tanýmadýðýna dair

yemin etse, hânis olmaz. Zeylâî böyle zikret-miþtir.

Þurunbulâliye´de, Allâme Makdisî´nin yazýsý ile Bezzâziyye´den nak-len, «Bu mesele hususunda

müctehidler Ýmam Muhammed´in görüþüne dayanmýþlardýr» denilmiþtir.

Ebû Yusuf da söyle demiþtir: «Dava konusu þeyi elinde bulunduran kimse (zilyed), hilekârlýðý ile

bilinen bir kimse ise, dava def edilmez.» Ebû Yusuf´un bu görüþü ile amel edilir. Mültekâ. Muhtar

adlý eserde de bu görüþ tercih edilmiþtir.

Bu mesele dava kitabýnýn beþinci meselesidir. Zira bu meselede âlimlerin ayrý ayrý beþ görüþü

vardýr. Bunlarý Dürer adlý eserin müellifi Molla Hüsrev açýklamýþtýr. Yahut da bu mesele beþ

þekildedir. Aynî ve diðerleri.

Ben diyorum ki: Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü bir kimse, «Bu malý korumam için sahibi beni vekil

etti.» veya «Gâib olan Zeyd beni o evde jskân etti.» veya «Ben bu þeyi gâib olan Zeyd´den çaldým»

veya «Ben bu þeyi Zeyd´den çekip aldým» veya «Gâib Zeyd kaybetmiþti, ben bul-dum.» Bahýr. Veya

«O toprak benim elimde ziraat ortakçýlýðý sözleþmesi gereðince kalýyor.» -Bezzâziyye- derse, hüküm

yine aynýdýr. Yani bütün bu durumlarda davalý olan kimse yukarýdaki def´ileri öne sürünce

husû-meti bertaraf etmiþ olur. Bu duruma göre, meselenin þekli de beþ deðil, onbir olur.

Ben derim ki: Þu kadarý var ki, Bezzâziyye´de ziraat ortakçýlýðý, icâre veya vedîaya tabi kýlýnmýþtýr.

Yine Bezzâziyye bu meseledeki þekillerin beþten fazla olmadýðýný söylemiþtir. Ben bu meseleyi

Mültekâ Þerhi´nde tashih ettim.

Dava konusu mal helak olmuþ ise veya þahitler, «Bu malý bizim bilmediðimiz bir kimse ona vedîa

olarak verdi» diyorlar, veya zilyad (malý elinde bulunduran adam) malý elinde husûmetle

bulundurduðunu ikrar ediyor, meselâ, «Ben onu gâib olan falan kimseden satýn aldým» veya «Bana

hibe etti» diyorsa, veya davacý mutlak mülkiyeti iddia etmeyerek mülkiyet fiilini iddia ediyor,

meselâ, «Sen onu benden gasbettin» veya «O benden çalýndý.» diyorsa, Buradaki ´çaldý´ þeklindeki

meçhul ifade, çalan adamýn ayýbýný örtmek içindir. Yani aslýnda, «Sen onu benden çaldýn.»

demektedir. Dava düþmez. Ama, «Gâib olan falan kimse ben den gasbetti» derse, yukarýdaki

meselenin aksine ileride geleceði gibi dava düþer. Bezzâziyye. Veya zilyed, «Falan kimse bana

vedîa olarak verdi» diyor ve buna delil getiriyorsa, yukarýda zikrettiðimiz illetten ötü-rü bu

durumlarýn hepsinde dava düþmez.

ÝZAH


«Vedia ilh...» «Onu bana vedîa olarak verdi» sözünden ve bundan sonra gelenlerin açýk ifadesinden

anlaþýldýðýna göre, mala zilyed olan kimse, bütün malýn kendisine vedîa olarak verildiðini iddia

etmektedir. Halbuki durum böyle deðildir. Çünkü Ýhtiyar adlý eserde þöyle bir ifade vardýr: «Dâva

konusu malý elinde bulunduran kimse, «Bunun yarýsý be-nim malýmdýr, yarýsý da falan tarafýndan

bana vedîa olarak verilmiþtir» dese ve bu hususta delil ikâme etse, malýn yarýsýný ayýrdetmek güç

ola-caðý için dava konusu malýn hepsinden dava düþer.» Bahýr.

Bahýr´da þöyle denilmektedir: Müellif ifade ediyor ki, zilyed, «Bu, benim deðildir» veya «Falan

kimsenindir» diyerek baþka bir þey söyle-mese, dava düþmez. Burada müellifin yalnýz «def» ile


kayýtlamasýnýn sebebi þudur: Zilyed böyle dedikten sonra, «Bu benim evimdi falan kim-seye sattým

o da kabzettikten sonra bana vedîa olarak verdi» sözünü ilâve etse, dava düþmez. Ancak davacý,

davalýnýn bu sözlerini ikrar eder veya hâkim durumu bilirse dava düþer.»

«Zeyd rehin olarak býraktý ilh...» Musannif rehin býrakan kimsenin bilinmesinin þart olduðunu

göstermek için burada Zeyd ismini kullan-mýþtýr. Çünkü, davalý, Bunu tanýmadýðým bir kimse vedîa

veya rehin ola-rak býraktý» dese dava düþmez. Çünkü davanýn düþmesi için gâib olan kiþinin tayini

gerekir. Sarihin de ileride zikredeceði gibi þahadetlerde de durum böyledir. Bu duruma göre, davalý,

malýn meçhul bir kimse ta-rafýndan vedîa veya rehin edildiðini iddia etse, þahitler de belli bir kiþi

tarafýndan vedîa veya rehin edildiðine þahadet etseler, veya bunun ak-si olsa, dava yine düþmez.

Bahýr.

Bahýr´da Hizânetü´l-Ekmel ve Hâniye´den þöyle nakledilmektedir: «Davacý, «Bana ait olan bu malý

birisi davalýya vermiþtir» dese veya þa-hitler davacýnýn böyle bir ikrarda bulunduðuna þahadet

etseler, arala-rýnda dava kalmaz, yine düþer.»

Yine Bahýr´da, «Burada «gâib» kelimesi, mutlak kullanýlmasý sebe-biyle vedîa veya rehin býrakan

tanýnmýþ fakat kendisine ulaþmak çok zor olan bir uzaklýktaki kimseyi de kapsamýna alýr. Hülâsa ve

Bezzâziyye´de olduðu gibi.» denilmiþtir.

«Zikrettiðine dair delil getirse ilh...» þu kadarý var ki, delilin Hizânetül-Ekmel´de de olduðu gibi iddia

ettiðinin aynýna da uygun olmasý þart deðildir. Meselâ þahitler, dava konusu malý ona falan

kimsenin ver-diðine þahitlik etseler ve «Yalnýz biz o malýn kimin olduðunu bilmiyoruz» deseler,

aralarýndaki husûmet kalkar, dava düþer

Musannýfýn burada delilden kastý, delilin bulunmasýdýr. Bu delil ister davacýnýn göstereceði bir delil,

ister hâkimin bilgisi, ister davacýnýn ikrarý kabilinden olsun hüküm deðiþmez. Nitekim Hülâsa adlý

eserde de böyledir.

Ama davalý delil getiremez ve davacýnýn dava konusu þeyin kendi-sine ait olduðuna dair yemin

etmesini taleb ederse, davalýya hasým ola-bilir, yani dava açabilir. Nitekim Hizânetü´l-Ekmel´de de

böyledir. Bahýr.

«Dava konusu mal davalýnýn elinde mevcutsa ilh...» Sarih bu kaydý Musannifin «Bu mal» sözünün

iþaretinden almýþtýr. Zira hissî iþaret an-cak dýþarýda mevcut olan birþey için yapýlýr. Nitekim bu

Bahýr´da da ifade edilmiþtir. Bu meselenin dýþta kalan unsurlarý ileride gelecektir.

Hâmiþ´te þöyle denilir: Bir kimsenin elinde bir köle helak olsa, di-ðer birisi ölen kölenin kendisine

ait olduðuna dair delil ikâme etse, buna karþýlýk kölenin yanýnda öldüðü adam köleyi gâib olan bir

baþkasýnýn kendisine vedîa veya icare ettiðine dair delil ikâme etse, bunun delili kabul edilmez. Zira

davacý ondan helak olan kölenin kýymetini iddia et-mektedir. Deynin vedîa olarak verilmesi ise

mümkün deðildir. Daha son-ra gâib olan kimse gelerek vedîa verme, kiralama ve rehin hususunda

davalýyý tasdik etse, o zaman davalý tazmin ettiðinin kýymeti ile davacýya rücû ederek ondan geri

alýr. Ama burada davalý gâsýb ise, rücû edemez. Ariyet ve ibâk (kölenin kaçmasý) da bu meselede

kölenin helak olmasý gibidir. Ama kaçan köle bir gün geri dönerse, onun kimin tazmin etmesi

gerekiyorsa onun kölesi olur.» Bahýr.

«Veya yüzünü ilh...» Ebû Hanîfe´ye göre þahitlerin yalnýz yüzünü ta-nýmalarý yeterlidir. Bezzâziyye.

«Þart koþmuþtur ilh...» Burada ihtilâf noktasý, «Davalý, dava konusu malýn isim ve nesebi ile

muayyen bir kimsenin kendisine ariyet veya ve-dîa olarak verdiðini yahut kiraladýðýný iddia etse,

þahitler de þehâdetlerinde, «Biz onun yalnýz yüzünü tanýyoruz, isim ve nesebini tanýmýyoruz.»

deseler meselesidir. Çünkü Ýmam Muhammed´e göre bu meselede gâib üzerine þahadette bulunan

þahitlerin gâib olan kimseyi isim ve nesebi ile bilmeleri þart olduðu gibi yüzü ile de tanýmalarý

þarttýr. Ama davalý, dava konusu malýn, kendisince bilinmeyen bir kimse tarafýndan ariyet veya

vedîa olarak verildiðini yahut kiralandýðýný iddia ederse, o zaman zaten mezhep âlimlerinin icma ile

þahitlerin þahadeti kabul edilmez. Hassâf´ýn Edebü´l-Kâdý þerhinde de böyledir.

«Yemin etse ilh...» Sarihin buradaki ifadesi açýk deðildir. Uygun olan þarihin, «Ýmam Muhammed

þahitlerin gârb kimsenin yalnýz yüzünü taný-malarý ile iktifa etmemiþtir» demesi idi. Zeylâî´nin,

«Yalnýz yüzü ile ta-nýmak, tanýmak deðildir» sözü de bizim uygun dediðimize delâlet eder. Nitekim

þu hadis-i þerif de bu hususu açýkça belirtmektedir: Resûlullah (S.A.V.) ashabtan birisine, «Sen

falan kimseyi tanýyor musun?» diye sordu. O da, «Evet, tanýyorum» dedi. Resûlullah (S.A.V.)

«Ýsmini ve ne-sebini biliyor musun?» diye sorunca sahabî, «hayýr» dedi. Bunun üze-rine Resûlullah

(S.A.V.), «O zaman sen onu tanýmýyorsun» buyurdu.


«Davacýnýn husûmeti ortadan kalkar ilh...» Yani hâkim, davalýnýn malý davacýya vermesine

hükmedemez. Musannifin bu.ifadesi, davacý di-ðer bir hâkime baþvurarak davasýný yenilese,

davalýnýn ikinci davanýn define muhtaç olmadýðýný ifade eder. Davalý yalnýz birinci hâkimin

hük-münü isbat eder. Nitekim fakihler bu meseleyi açýkça ifade etmiþlerdir.

Musannifin, «husûmeti ortadan kalkar» sözüne göre, hâkim, dava-cýya yemin teklif etmez. Yani

hâkimin onun iddiasýný kabul etmesi ge-rekmez. Ben bu ifadeyi þimdi görmedim. Bahýr.

Bahýr´ýn bu ifadesinde bir görüþ vardýr. Görüþ þudur: Zaten delil-den sonra davacýya yemin teklif

edilemez. Delilden önce ise Bezzâziyye´ den nakledilene göre hâkim, dava konusu malý davalýya

vedîa olarak verdiðine dair davacýya kesin yemin teklif eder. Bezzâziyye´den sonra, Zahîre´den

þöyle nakledilmiþtir: «Davalý vedîa olarak verildiðini iddia et-tiði için, zaten yemin etmez. Eðer

yemin ederse, dava düþmez. Belki davacý, onun bilmediðine dair yemin eder.»

«Mutlak mülkte ilh...» Vakýf gelirine ait dava da mutlak mülkiyet davasýndandýr. Nitekim Bahýr´da,

gelecek faslýn baþýnda bu mesele açýk-lanmýþtýr.

Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Müellif davacýnýn dava þeklini zikretmemiþtir. Musannif dava þeklinden

þunu kasdetmiþtir ki, davacý dava konusu malda mutlak bir mülkiyet iddia etmektedir. Yoksa

zilyedliðe dayanan bir fiili iddia etmemektedir. Bu meseleye karþý gelen meseleler de buna delâlet

etmektedir. Davacýnýn cevabýnýn özeti þudur: Davalý zilyed olunan malýn emanet olduðunu ve helak

olduðu takdirde tazmin edi-leceðini ve mülkün de baþkasýnýn olduðunu iddia etmektedir. Musannif

burada davacýnýn delilini de zikretmemiþtir. Halbuki onun delilini zikretmesi gerekirdi. Çünkü

bilindiði gibi, zilyed olmayan dýþta kalan kim-seden delil istenir. Delil getirene kadar da davalý defe

muhtaç deðildir. Meselenin özeti þudur: Davacý, davalýnýn elinde bulunan malýn mutlak mülkiyetini

iddia ettiðinde davalý onun iddiasýný inkâr ederek ondan de-lil taleb eder. Davacý delilini ikâme etse

bile hâkim yine onun delili ile davalýnýn zikredilen noktalarda davayý def etmesi ve bu define delil

getirmesine kadar hükmetmez».

«Hilekârlýðý ile ilh...» Þöyle ki, hilekâr kimse birisinin malýný gasbeder, sonra onun gizlice yolculuða

çýkacak bir kimseye verir, yolculuða çýkacak kimseye bu malý bazý insanlarýn huzurunda vedia

olarak verir, mal sahibi gelip mülkiyetini isbat etmek istediði zaman zilyed, «Falan kimsenin bana

vedîa olarak verdiðine dair delilim vardýr» diyerek delilini ikâme eder. Ýkâme ettiði delil ile mal

sahibinin hakký ibtâl edilir. Dürer´de de böyledir. H.

«Muhtar ilh...» Miraç´ta þöyle denilmiþtir: «Ebû Yusuf kadýlýk yapar-ken, halkýn hallerini anladýktan

sonra bu görüþe dönerek þöyle demiþ-tir: «Hilekâr kimse bir malý gasbederek, þahitlerin huzurunda

kendisine vedîa olarak vermesi için onu yolculuða gidecek birisine verir. Mal sa-hibi malýný tesbit

ettikten sonra onun mülkü olduðunu isbat edeceði za-man malý gasbeden kimse malýn baþka birisi

tarafýndan kendisine vedîa olarak verildiðine delil ikâme eder. O zaman mal sahibinin hakký iptal

olur ve dava düþürülür. «Mebsut´ta böyledir». .

«Dürer sahibi açýklamýþtýr ilh...» Molla Hüsrev bu konuda bizim üç imamýn sözlerini zikretmiþtir.

Dördüncüsü Ýbni Þübrüme´nin, «Mutlaka dava düþürülmez.» sözü, beþinci de Ýbni Ebî Leylâ´nýn

sözüdür. Buna göre, dava delilsiz de def edilir. Zira davalý elinde bulunan malýn bir gaibin mülkü

olduðunu ikrar etmektedir. S.

«Bunda bir görüþ vardýr ilh...» Musannýfýn, «Bunda bir görüþ var-dýr» sözünde de bir görüþ vardýr.

Zira davalýnýn, «Beni vekil etti.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Beni bu evde iskân etti»

sözü, «Ba-na ariyet olarak verdi» sözüne, «Ben ondan çaldým» sözü «Ben ondan gasbettim»

sözüne, «O kaybetmiþti, ben buldum.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Akar ziraat

ortakçýlýðý sözleþmesi gereðince be-nim elimdedir.» sözü de icare veya vedîaya irca edilir. O halde

mesele-nin þekilleri beþten yukarýya çýkmaz. Hâmiþ´te de böyledir.

«Bahýr ilh...» Bahýr´da bu meseleden sonra þöyle denilmiþtir: «Eðer sonuncusunda þahadet yoksa,

birincilerin ikisi emanete, son üçü de taz-minata raci olur. Eðer sonuncuda þahadet varsa, o zaman

o emânete râcî olur. Buna göre, bu meselenin þekilleri ona yükselir. Bundan anlaþýl-dýðý gibi bu

meselenin þekilleri beþten ibaret deðildir.»

Ancak þu hususu belirtmek gerekir ki, arttýrdýðý þekilleri, zikrettiði þekillere döndürülürse, sayý,

«Beþten ibaret deðildir» sözü itiraz yeri ola-maz.

«Ýkrar etse ilh...» Ýkrardan sonra vedia olduðuna dair delil getirirse davasý dinlenmez. Bezzâziyye.

«Satýn aldým ilh...» Bu meselelerin özeti þudur: Davacý mülkiyet se-bebini zikretmeden kendi malý

olduðunu iddia etse, davalý inkâr etse, davacý mülkü olduðuna dair delil getirse, zilyed malý gâib


olan bir kim-seden satýn aldýðýný iddia ederek delil getirse, husûmet ortadan kalkmaz. Yani hâkim

davacýnýn delili ile hüküm verir. Çünkü davalý baþka birisin-den olarak mülk edindiðini söylemesiyle

hasým olduðunu ikrar etmiþ olmaktadýr. Bahýr.

Bahýr´da, Zeylâî´den þöyle nakledilir: «Bu mesele davalýnýn delili ile defedilmediðine göre zilyed

olmayan davacýnýn deliline dayanarak ona hükmedilir.

«Hibe etti ilh...» Musannif bu ifadesi ile satýn almadan maksadýn zilyedin mutlak mülkiyeti iddia

ettiðine iþaret etmektedir.

«Mülkiyet fiilini iddia etse ilh...» Musannif burada bunu baþka biri-sinden dava etmesi durumundan

kaçýnmak için kayýtlamýþtýr. Eðer zil-yed zikredilenlerden birisi ile davayý def eder ve delil getirirse,

o za-man mutlak mülk davasý gibi bu dava da def edilir. Bezzâziyye´de olduðu gibi. Bahýr.

Sarih buna yine ilerideki, «Gâib olan falan kimse benden gasbetti dese, yukarýdaki meselenin

aksine» sözüyle iþaret etmiþtir.

«Benden çalýndý ilh...» Burada «gâsýb» kelimesini kullanmasý misal içindir. Çünkü davacýnýn

maksadý davalýnýn elindeki malýn hangi yolla eline geçtiðini söylemektir. Ama davacý, «Ben onu

sana vedîa olarak verdim» veya «Onu senden satýn aldým.» dese, zilyed yukarýda zikrettiði-miz

þekilde delil getirse, dava yine düþmez. Bezzâziyye´de de böyledir. Bahýr.

«Bezzâziyye ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Davacý iddia ettiði malýn kendi mülkü olduðunu

iddia ederek davalýnýn elinde gasb yoluyla bulunduðunu söylese zilyed de malýn bir baþkasý

tarafýndan ken-disine vedîa olarak verildiðine dair delil getirse, bazý âlimler tarafýndan davanýn

düþeceði söylenmiþtir. Çünkü davacý, davalýnýn malý hangi fiille eline geçirdiðini zikretmemektedir.

Ama doðru olan, davanýn düþmeme-sidir. Bahýr. S.

«Delil getirse îlh...» Musannýfýn burada «delil»den maksadý, delil ikâme etmektir. O halde ikrar

buradan çýkmaktadýr.

Bezzâziyye´de, Zahîre´ye dayanýlarak þöyle denilmektedir: «Dava ko-nusu malýn mülkiyet fiili

hususundaki davada davalý, davacýnýn gâib olan bir kimsenin malý kendisine vedîa olarak verdiðine

dair ikrarý üzerine de-lil ikâme etse, dava düþer. Kendisine vedîa olarak verildiðine dair delil ikâme

ettiðinde davanýn düþtüðü gibi. Zira davacýnýn ikrarý ile kendisinin elinin husûmet eli olmadýðý sabit

olmuþtur.» Bahýr.

«Zikrettiðimiz illetten ötürü ilh...» Çünkü davalý mülkiyeti mutlak olarak deðil, mülkiyet fiili ile iddia

etmektedir. Metindeki meselelere ge-lince: Musannif birinci illete, «Eðer zilyed husûmet eli

olduðunu ikrar ederse» sözüyle iþaret etmiþtir. Çünkü davalýdan fiil iddiasýnda bulun-duðunda

davalýya hasým olmaktadýr. Bundan ötürü de dava düþmemek-tedir. Ama mutlak mülkiyet davasý

bunun aksinedir. Çünkü mutlak mül-kiyette elinde olmasý itibariyle hasýmdýr. Bahýr´da da böyledir.

Ama Musannýf, malýn helak olmasý halindeki meselede illeti iþaret etmemiþtir. Onun illeti de þudur:

Davacý deyni iddia etmektedir. Deynin yeri ise zimmettir. Burada davalý zimmeti ile hasým

olmaktadýr. Elinde vedîa olduðuna dair delil getirmesinden açýða çýkmaktadýr ki, zimme-tinde olan

mal kendi malý deðil, baþkasýnýn malýdýr. O halde bu delili bir fayda vermez ve davayý düþürmez.

Miraç adlý eserde de böyledir.

Musannýf, «Þahitler, «Bu malý bizim bilmediðimiz bir adam ona ve-dîa olarak verdi» deseler

sözünün de illetine iþaret etmemiþtir. Bunun illeti de þudur: Þahitler davacýyý hasým olmasý

mümkün olacak bir kim-seye havale etmemektedirler. Bunun için dava düþmez. Böyle denilmiþtir.

METÝN

Zilyed, mahkeme dýþýnda «Dava konusu mal benim mülkümdür» de-se, sonra mahkemede,

«Yanýmda falan kimsenin rehini veya vedîasýdýr» dese ve zikrettiðine dair delil ikâme etse, husûmet

düþer. Ama. davacý davalýnýn birinci sözü üzerine delil ikâme ederse, o zaman delili onu ha-sým

kýlar ve defe mani olan ikrarý daha önce olduðu için davalýnýn aley-hine hüküm verilir. Bezzâziyye.

Davacý, «Gâib olan falan kimseden satýn aldým» dese, zilyed de, «Gâ-ib olan falan kimse bana bizzat

kendisi vedîa olarak verdi» dese, delil getirmeseler de dava düþer. «Ama, «Bana vekili vedîa olarak

verdi» de-se, vekâlete dair delil getirmedikçe dava düþmez. Fakat delil getirirse husûmet ortadan

kalkar, dava düþer. Çünkü her ikisi de asýl mülkün gâib olan kimsenin olduðunda birleþmiþlerdir.

Yok eðer davacý, «Gâib olan falan kimseden satýn aldým. Beni kabzýna vekil etti» der ve delil

getiri-þe, malýn ona verilmesine hükmedilir. Fakat davacý delil getirmezse, da-valý onu satýn aldýðý

iddiasýnda tasdik etse bile, gâib aleyhine hüküm ve-rilmemek için onun ikrarý ile malýn teslimi

emredilemez.


Dürer sahibi ile diðerlerinin bu meseleyi açýklamada, satýn alma da-vasýna hasretmeleri ittifaklý bir

kayýttýr. Bu sebeple Musannif diyor ki: «Davacý: «Bu mal benimdir. Benden, gâib olan falan kimse

gasbetti.» dese ve buna deli! getirse, zilyed, o malýn gâib kimse tarafýndan vedîa olarak verildiðini

zannetse, dava delilsiz düþer. Çünkü her ikisi de mâ-likin gâib olan kiþi olduðundan birleþmiþlerdir.

Bu sebeple istihsanen dava düþmez. Bezzâziyye. Düþmezdi, çünkü zilyed gâib olan kimsenin vedîa

olarak verdiðini zannet-mektedir.

Bu sebeple istihsanen dava düþmez. Bezzâziye.

Þurunbilâlî, Vehbâniye þerhinde þöyle demiþtir: «Ýki kiþi bir malýn Zeyd´in mülkü olduðunda ittifak

etseler, her ikisi de o malý Zeyd´den ki-raladýklarýný iddia etseler, ikinci adam birinci adama hasým

olamaz. Ýkin-ci adam rehin ve satýn alma davasýnda da hasým olamaz. Müþteriye ge-lince, o

hepsinde de hasým olur.»

PRATÝK MESELELER :

Davalý, «Benim müdafam vardýr.» dese, dava ikinci oturuma ertelenir. Suðra.

Davacý, malýn kendisine vedîa olarak verildiðini iddia eden kimseye kesin yemin teklif edebilir.

Dürer. Vedîa iddiasýnda bulunan kimse de davacýya bilgisi üzerine yemin teklif edebilir. Bu

konunun tamamý Bezzâziye´dedir.

Birisi, diðer bir kimseyi cariyesinin nakli için vekil tayin etse, cariye efendisinin kendisini azad

ettiðine dair delil getirse, efendisi hazýr olmadýðý sürece delili azad için deðil davanýn düþmesi için

kabul edilir. Ýbni Melek.

ÝZAH

«Vekâlete dair delil getirmedikçe ilh...» Çünkü vekâlet onun mücerred kendi sözü ile sabit olmaz.

Miraç. Ayrýca zilyed onu inkâr ettiðinden davacýnýn malý kimden aldýðý tesbit edilmemiþtir. Davalýnýn

vekilinden aldýðýna dair iddiasý da tasdik edilmez. Çünkü davacý inkâr etmektedir. Bahýr.

«Delil getirmeseler de ilh...» Binâye´de þöyle denilir: «Davacý, dava-lýdan malýn yanýnda vedîa olarak

bulunup bulunmadýðýna dair yemin talep ederse, kendisine kesin yemin teklif edilir. Bahýr.

«Musannýf diyor ki ilh...» Bu mesele, vekilin azli konusundan baþ-kasýný itirafa zorlama olarak

delille isbat edilmiþtir.

Ben derim ki: Davacýnýn, «davalýnýn elindeki malý ben falan kimse-den ariyet olarak almýþtým»

demesindeki hüküm de bunun gibidir. Nitekim meselenin illetinden de bu anlaþýlmaktadýr.

Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Nesebin iþbatý davasýnda beþ çeþit ha-sým olabilir: Bunlar: Mirasçý,

vasî, lehine mal vasiyet edilen kimse, mi-ras býrakana borçlu veya ondan alacaklý olan kimselerdir.

Bezzâziyye. Ýrste de bunun gibidir. Câmiü´l-Fusûleyn.

«Hýrsýzlýk davasý olsa, dava düþmez ilh...» Davacý, «Bu elbise benimdi, Zeyd benden çaldý» dese,

zilyed de, «Zeyd onu ´bana vedîa olarak verdi» dese istihsanen dava düþmez.

Hakir derim ki: Burada istihsan delilinin açýklanmasý þöyle olur: Gasb, bir mal üzerinde bâtýl olan

tasarrufu sabit kýlarak haklý tasarrufu kaldýrmaktýr. Nitekim bu fýkýh kitaplarýnda zikredilmiþtir. Bu

duruma göre, gasb´da el gasbedenindir.

Hýrsýzlýk meselesi bunun aksinedir. Çünkü hýrsýzlýkta el, zilyedindir. Zira þer´an hýrsýza tasarruf eli

yoktur. Bu ifadenin, yasaðý koyan baký-mýndan güzel bir yönü bulunduðu açýktýr. Bu, fiilin özelliðine

daha uy-gundur. Sâyýhânî´nin sözleri, davacýnýn, «Benden çalýndý» sözüne hamledilmesi gerekir.

Ama eðer davacý «Gâib olan falan kimse benden çal-dý» derse dava düþer. Çünkü davacý ile

davalýnýn her ikisi de tasarrufun gaibe ait olduðunda ittifak etmiþlerdir. Ýþte bu mesele, zilyedden

baþka-sý üzerine fiil dava etmesi meselesi kabilindendir. Bahýr adlý eserde ol-duðu gibi bu

meselede dava düþer.

«Dava düþmez ilh...» Bahir sahibi þöyle der: «Ben bu konuyu te´lif ettikten sonra, bir gün bana þu

mesele soruldu: Birisi kýz kardeþinin evin-den bir eþya alsa, bunu birisine rehin olarak býraksa ve

gâib olsa, kýz kardeþi bu eþyayý zilyedden dava etse, zilyed de, «Bunu bana kardeþin rehin verdi«

dese, bu meseleye þöyle cevap verdim: Eðer kadýn karde-þinin gasbettiðini iddia eder, zilyed de

rehin olduðuna dair delil getirir-se, dava düþer. Kadýn eðer hýrsýzlýðý iddia ederse, dava düþmez.»

Bahýr´ýn ifadesinin acýk anlamý þudur ki, kadýn kardeþinin çaldýðýný iddia etmektedir. Halbuki

bununla birlikte yukarýda biz Bahýr´dan, «Mu-sannif burada bunu baþka birisinden dava etmesi

durumundan kaçýnmak için kayýtlamýþtýr. Eðer zilyed zikredilenlerden birisi ile davayý def eder ve


delil getirirse, o zaman mutlak mülk davasý gibi bu dava da def edi-lir.» ifadesini nakletmiþtik. O

halde kadýnýn kardeþinin çaldýðýný deðil, meçhul olarak kendisinden çalýndýðýný iddia etmesi

þeklinde tefsir et-mek gerekir ki, zilyed aleyhine dava açabilsin.

«Ýkinci oturuma ertelenir, ilh...» Hâkim, davalýdan meseleyi sorar ve yapacaðý savunmanýn doðru

olduðunu anlarsa, davayý ikinci oturu-ma erteler. Nitekim biz bu meseleyi tahkim babýndan önce

zikretmiþtik.

«Davacý, vedia davasýnda bulunan kiþiye kesin yemin teklif edebilir ilh...» Çünkü vediayý iddia

etmiþtir. O zaman davacýya yemin düþmez, Hâmiþ´te de durum böyledir.

PRATÝK MESELELER :

Birisi evli bir kadýnýn kendi nikâhlýsý olduðunu iddia etse, kocanýn hazýr olmasý þarttýr.

Câmiü´l-Fusûleyn.

Sipahi, topraðýn mülkiyetini veya vakýf olduðunu iddia eden kimse-ye hasým olamaz. Hayriye, dava

bahsi.

Asýl olan, bir sebeple mukayyet olan deðil, mutlak mülkiyet davasýn-da davanýn düþmesidir. Dürr-i

Müntekâ.

Müþteri, kiracý veya rehin alana hasým olamaz. Câmiü´l-Fusûleyn, üçüncü fasýl.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:21:25
ÝKÝ KÝÞÝNÝN BÝR DÝÐERÝNÝ DAVA ETMESÝ BABI

METÝN


Bir kimse miras veya satýn alma gibi bir sebebe dayanmaksýzýn, baþka birisinin elindeki malýn

mutlak mülkiyetini dava etse, dýþtan ola-nýn delili zilyedin deliline tercih edilir. Nitekim bu mesele

yukarýda geç-ti. Dýþtan olan kiþi davacý olduðundan hadis-i þerife dayanýlarak delil getirme külfeti

ona düþer. Bu bakýmdan onun delili diðerininkine tercih edilir.

Bunlardan yalnýz birisi dava konusu malýn kendi mülkü olduðu hu-susunda bir tarih belirlerse, yine

dýþtan olanýn delili geçerlidir. Yalnýz Ebû Yusuf, tarih belirten kiþinin daha haklý ve muteber olanýn

da onun delili olduðunu söylemiþtir. Bu ihtilâfýn sonucu þu meselede görülür: Dýþtan olan kiþi,

davasýnda, «Bu benim kalemdir, bir aydýr kayýptý.» dese, zilyed de, «Bir senedir benimdir» dese,

davacý olan dýþtan kiþinin zikret-tiði tarih mülk tarihi deðil, kaybolma tarihi olduðundan sanki iki

tarafýn da tarih söylemedikleri düþünülerek davacýnýn delili ile hükmedilir. Ýmam Ebû Yusuf,

hükmün tarih beyan eden lehine verileceðini söylemiþtir. Ýmam Ebû Yusuf´un görüþü daha acýk

olduðundan uygun olan onun görüþü daha açýk olduðundan uygun olan onun görüþü ile fetva ve

hüküm vermektir. Bu Câmiü´l-Fusûleyn´de zikredilmiþ, Musannif da bunu ikrar eylemiþtir.

Ýki kiþi ayrý ayrý bir diðerinin elindeki malýn kendi mülkü olduðunu bir sebep zikretmeden iddia etse

ve ikisi de delil ikâme etse, dava ko-nusu malýn her kiþine ait olduðuna hükmedilir.

Ýki kiþi bir kadýnýn nikâhýný iddia ederek ayrý ayrý delil getirseler, eðer kadýn hayatta ise, ikisinin

birden koca olmasý mümkün olmadýðýndan her ikisinin davasý da düþer. Ve hâkim onlarý birbirinden

ayýrýr. Eðer kadýn ölmüþ ise, kadýnýn her ikisinin de nikâhlýsý olduðuna hükmedilir. Davacýlarýn her

biri kadýnýn mehrinin yarýsýný vermek zorundadýrlar. Ka-dýnýn terekesi varsa, iki davacý ondan bir

kocanýn almasý gereken payý ortaklaþa alýrlar.

Bu kadýn doðum yaptýktan sonra ölmüþ ise, çocuðun nesebi iki da-vacýya birden sabit olur. Bu

çocuk her ikisinden de ayrý ayrý bir oðlan çocuðu mirasý alýr. Çocuk öldüðünde ise iki davacý onun

terekesinden yalnýz bir baba payý alýrlar. Bu meselenin tamamý Hülâsa´dadýr.

Kadýn nikâhýný dava edenlerden birisinin sözünü tasdik ederse, eðer sözünü tekzib ettiði kiþinin

yanýnda deðilse ve onunla cinsî tekârrübde bulunmamýþsa, tasdik ettiði kimseye verilir. Bu, her iki

davacý da ni-kâh tarihi beyan etmemiþlerse böyledir. Eðer her ikisi de nikâh tarihi-ni beyan etmiþ

iseler, hangisinin nikâh tarihi daha eski ise kadýn onun olur.

Davacýlardan yalnýz birisi tarih belirtiyor, fakat kadýn diðerinin sö-zünü tasdik ediyorsa veya

diðerinin zilyedinde bulunuyorsa, kadýn onun olur. Ebû Yusuf´tan nakledilene dayanýlarak uygun

olan tarih getirenin sözüne itibar edilmesidir. Ancak ben bu hususta uyarýda bulunan kim-seyi de

görmedim. Düþün.

ÝZAH

Bu konunun, iki kiþinin üçüncü bir kimseye aleyhine dava açmala-rýna dair olduðunda þüphe

yoktur. Böyle olmasaydý, zaten bütün dava-lar iki kiþi arasýnda olmaktadýr. Eðer iki kiþinin bir

üçüncü kiþi hakkýn-da açtýklarý dava konusunda olmasaydý, ayrýca bir bab açýlmasýna ge-rek

kalmazdý. Ýþte bundan ötürü Hidâye ve Kenz sahipleri bu babý, Dava kitabýnýn baþlarýnda

zikretmiþlerdir.

Ben derim ki: Dürer sahibinin bu babý orada yazmasýnýn sebebi, Vi-kaye sahibine uymasýdýr. Çünkü

dava kitabý ile bu babýn meseleleri ara-sýnda þüphesiz bir münasebet vardýr. Ki, dava kitabý bu

meselelerin fa-tihasý olmaktadýr. Azmî.

«Dýþtan olan kimsenin delili ilh...» Dýþtan olan kimse ile zilyed bir malýn baþkasýndan miras olarak

geldiðini iddia etseler, satýn almada olduðu gibi o malýn zilyede verilmesi daha uygundur. Bu

meselede eðer dýþtan olan ile zilyed mülkiyetin ayný kiþiden geldiðini iddia ederlerse hüküm

böyledir. Fakat malýn mülkiyetini ayrý ayrý iki kiþiden iddia ederlerse, o zaman o malýn dýþtan olanýn

olduðuna hükmedilir. Ancak zilye-din tarihi sabit olursa mal zilyede verilir. Ama dýþtan olan da tarih

isbat eder ve tarihi daha eski olursa mal dýþtan olana verilir. Yani hangisinin tarihi eski ise hak

onundur.

Ýki satýcý hazýr olsalar ve ikisi de mebîi kendisinin sattýðýna delil ge-tirse, bunlarýn her ikisi de tarih

beyan ediyorlarsa, birisinin tarih daha eski ve mebî de diðerinin elinde bulunuyorsa, hüküm tarihi

eski olanýn lehine verilir. Fusûleyn. Sekizinci bab. Bu bahsin tamamý Fusûleyn´dedir.

«Mutlak mülkiyetini ilh...» Zira dýþtan olan davacý olduðundan, ha-dîs ile sabit olduðu üzere delil

davacýnýndýr. Musannifin burada mülkiye-ti mutlak kelimesi ile kayýtlamasý aþaðýda zikredeceðimiz


kayýtlý mülki-yetten kaçýnmak teindir. Kayýtlý mülkiyet davasýna þöyle bir misal verile-bilir: Davacý da

zilyed de malýn mülkiyetinin birisinden intikâl ettiðini veya ikisinin de o þeyi birisinden aldýklarýný

iddia etseler, bunlardan bi-risinin tarihi eski olsa iþte bu kayýtlý mülkiyette icmâ ile zilyedin delili

kabul edilir. Nitekim bu mesele ileride gelecektir. Dürer.

PRATÝK BÝR MESELE:

Hâmiþ´te þöyle denilir: «Dýþtan olan ile zilyed bir çocuðun nesebini iddia etseler, burada zilyedin

delili önde gelir. Ancak þu iki mesele müs-tesnadýr: Hizâne´de «Birinci mesele þudur: Dýþtan olan

kimse, çocuðun kendisinden ve kendi karýsýndan olduðuna kendisini ve karýsý hür olduðu halde

delil getirse, zilyed de kendi oðlu olduðuna dair delil getirse fakat bir karýsýna isnad etmese, o

çocuk zilyedin deðil, dýþtan olana ait bulu-nur. Ýkinci mesele de þudur: Yine çocuk davasýnda zilyed

zýmmi, dýþtan olan kimse müslüman olsa, zýmmî, kâfirlerden þahit, dýþtan olan da de-lil getirseler,

dýþtan olanýn delili öne geçirilir ve tercih edilir. Dýþtan ola-nýn getirdiði þahitler ister müslüman

olsun ister kâfir sonuç deðiþmez. Ama eðer zýmmî olan zilyed, iki tane müslüman þahit getiriþe o

zaman onun delili kayýtsýz þartsýz davacý müslümanýnkine tercih edilir.» denilmiþtir. Eþbah vekâlet

bahsinin baþ tarafýnda.

«Yalnýz birisi ilh...» Musannýfýn «yalnýz» kelimesi ile kayýtlamasý-nýn sebebi þudur. Eðer her ikisi de

mülk edinmenin baþlangýcý için tarih belirtirlerse, o zaman tarih eski olan geçerli olur Nitekim bu

husus me-tinde gelecektir. O halde, bunlarýn her ikisinin veya yalnýz birisinin tarih belirtmesi

arasýnda bir fark yoktur. Eðer her ikisinin belirttiði tarih eþit olursa, o zaman davacý olan dýþtan kiþi

daha uygun olur. Burada en genel ifade, Gûrer sahibinin. «Mutlak mülkte dýþtan olanýn delili daha

uygundur» ifadesidir. Ancak her ikisinin de tarih belirtmeleri halinde zilyedin tarihi daha eski

olursa, o zaman zilyedin delili daha uygundur. Sâyýhânî.

«Kaybolma Tarihi ilh...» Çünkü dýþtan olan davacýnýn «bir aydýn sözü kaybolma tarihini ifade

etmektedir. Zilyedin, «bir yýldýr benimdir» sözü ise «benimdir» sözüne taallûk eder. Geçerli olan,

mülkiyet tarihi-nin baþlangýcýdýr. Burada her iki tarafýn da tarihi bulunmamaktadýr. Bi-naenaleyh,

dýþtan olanýn delili ile hükmedilir.

«Câmiü´l-Fusûleyn´de zikredilmiþ ilh...» Câmiül´-Fusûleyn bu mesele-yi on altýncý fasýlda zikretmiþtir

ifadesi þöyledir: «Satýlan bir hayvanýn üzerinde üçüncü bir þahýs hak iddia etse ve hayvanýn satýþ

bedelini sa-tandan istese, satýcý üçüncü þahsa, «Bu hayvaný ne zaman kaybettin» di-ye sorsa, o da,

«Bir yýldan beri» diye cevap verse, satýcý hayvanýn on yýl-dýr kendi mülkü olduðuna delil getirse, o

hayvanýn semeni üçüncü þahsa hükmedilir. Çünkü üçüncü þahýs kaybolma tarihini beyan etmiþtir,

mül-kiyet tarihini deðil. Satýcý ise dava müþterinin davasý olduðu halde bu-nu müþteri tarafýndan

almýþ ve mülkiyet tarihi beyan etmiþtir. O halde bu mesele sanki müþterinin hayvanýn on yýldan beri

satýcýnýn mülkü olduðunu iddia etmesi gibi olur. Þüphesiz Ebû Hanîfe´ye göre taraflardan yalnýz

birisinin mülkiyet tarihi belirtmesi muteber deðildir. O zaman ortada kalan yalnýz mutlak mülkiyet

davasýdýr. Üçüncü þahýs da mutlak mülkiyeti iddia ettiðinden hayvanýn onun olduðuna hükmedilir.

Ben derim ki, bu hayvan Ebû Yusuf´a göre tarih belirtene verilir. Çünkü Ebû Yusuf taraflardan yalnýz

birisinin tarih beyan etmesini de tercih sebebi saymaktadýr.» Özetle.

Halbuki Fusûleyn sahibi sekizinci fasýlda þöyle demiþtir: «Þu ka-darý var ki, Ebû Hanîfe´nin

mezhebinde sahih ve meþhur olan yalnýz zil-yedin tarihi muteber deðildir.» Bunu Hayreddin Remlî

Minah haþiyesinde zikretmiþtir.

«Ýkisi de delil ikâme etseler ilh...» Yani iki kiþi üçüncü bir þahsýn elindeki malý iddia etseler ve her

biri o malýn kendi mülkü olduðuna inansa, mülkiyet sebeb ve tarihini zikretmeseler, o malýn iki

davacý ara-sýnda taksim edilmesine hükmedilir. Çünkü burada herhangi bir öncelik sebebi

bulunmamaktadýr.

Musannýfýn bu meseleyi mutlak þekilde zikretmesi, þu meseleyi de kapsamýna alýr: Ýki kiþi, üçüncü

bir þahsýn elinde bulunan bir malýn üzerlerine vakfedildiðini ayrý ayrý iddia etseler, o zaman her

birine o vak-fedilen malýn yarýsý hükmedilir. Vakfýn mülkü nazarý dikkate alýnarak bu mesele de

mutlak mülk davasýndan sayýlýr. Bu konunun açýklamasýnýn tamamý Bahýr´dadýr. Yine Bahýr´da

vakfýn gelirinin de vakýf gibi olduðu açýklanmýþtýr.

Musannýfýn meseleyi her ikisinin de delil getirmesiyle kayýtlama-sýnýn sebebi de, eðer bunlardan

yalnýz birisi delil getirse, o zaman malýn tamamýnýn ona verilmesine hükmedilir. Sonra diðeri de

delil getirmiþ ol-sa, bu defa malýn tamamý ona hükmedilir. Zira birinci defa hükmedilen kimse,

hükümle birlikte ziiyed olmaktadýr. Diðer davacý olan dýþtan kim-senin delili onun önüne geçirilir.

Bahýr.


«Tamamý Hülâsa´dadýr ilh...» Yani o çocuk her ikisinden de tam bir oðul mirasý alýr. Onlarýn ikisi de

çocuktan yalnýz bir baba mirasý alýr.

«Kadýn tasdik ettiði kimsenin olur ilh...» Bu ifade þu meseleyi de kapsamýna alýr. O tasdiki hâkim

duymuþ olsa veya kadýnýn inkârýndan sonra davacý delil getirse, Bahir. Hülâsa´dan.

«Zilyedinde bulunuyorsa ilh...» Ama eðer kadýn iddiasýný tekzib et-tiði kimsenin elinde bulunuyorsa

veya bu erkekle cinsi temasta bulun-muþsa, bu kimse tasdik ettiðinden daha uygundur. Çünkü o

kadýnýn nakil ve cinsi temas imkâný vermesi, onun nikâhýnýn daha önce olduðunu gösterir. Eðer

diðeri daha önce evlendiðine dair delil ikâme ederse, ka-dýn onun olur. Çünkü bununki açýktýr.»

Açýk olan her zaman delâletten daha uygundur. Zeylâî.

Yalnýz þu kalmýþtýr: Kadýn bir diðerinin evinde olduðu halde öteki da-vacý kadýnla cinsi temasta

bulunmuþ olsa, Zahîriye´den naklen Bahýr´da þu ifade vardýr: «Kimin evinde ise uygun olan odur.»

«Nikâh tarihi daha önce ise ilh...» Yani kadýn diðerinin elinde olsa, onunla cinsi temasta bulunsa ve

onu tasdik etse bile yine de tarihi eski olanýndýr. Zeylâî´de olduðu gibi. Özetleyecek olursak, iki

kimse bir ka-dýnýn kendi karýsýný olduðu iddia ederek delil getirirler ve tarih beyan et-seler,

hangisinin tarihi daha eski ise kadýnýn ona verilmesi daha uy-gundur. Ama eðer tarih belirtmezler

veya tarihleri eþit olursa, cinsi te-mas veya elinde bulunma gibi bir kabz hali varsa, kadýnýn ona

verilme-si daha uygun olur. Eðer saydýklarýmýzdan hiçbiri bulunmazsa, kadýnýn tasdikine

baþvurulur.

«Birisi tarih belirtir ilh...» Kadýn diðerini tasdik etse veya o diðeri zilyed olsa veya kadýnýn tasdiki ile

zilyed bulunmasa, o zaman tarih getiren tercih edilir. Yalnýz tasdik veya zilyedlik tarihten daha

kuvvetlidir. Bundan anlaþýlýyor ki, zilyed tasdik ve cinsi temastan daha fazla tercihe þayandýr.

«Zilyedinde bulunuyorsa ilh...» Yani birisi nikâh tarihini beyan et-se, kadýn da diðerinin zilyedinde

olsa, kadýn zilyedin olur.

«Ebû Yusuf´tan ilh...» Yani yalnýz bir tarafýn tarih belirtmesi halin-de her ne kadar diðer taraf zilyed

ise de kadýnýn tarih belirtenin oldu-ðuna hükmedilir. Çünkü tek tarafýn tarih belirtmesi halinde Ebû

Yusuf´a göre tarih beyan eden taraf tercih edilir. Zeylâî´den yukarýda naklettiði-miz gibi eðer birisi

tarih getirenden daha önce evli bulunduðuna dair delil getirirse, davada haklý olan odur. Bu mesele

ileride metin halinde gelecektir.

METÝN


Kadýn delili olmayan davacýlardan birisinin karýsý olduðunu ikrar ederse, onun olur. Ama bu

hükümden sonra diðeri kadýnýn kendi nikâh-lýsý olduðuna dair delil ikâme ederse, kadýnýn onun

olduðuna hükmedilir. Çünkü o, davasýný delil ile aydýnlatmýþtýr. Delil ikâmesi kadýnýn ikrarýndan

daha kuvvetlidir.

Bu davada davacýlardan birisi delil ikâme etse, kadýn ona hükmedi-lir. Diðer davacý daha sonra delil

ikâme ederse kadýn ona hükmedilmez. Ancak sonradan delil getirenin nikâhýnýn daha eski olduðu

sabit olursa, o zaman kadýn ona verilir. Zira tarihle birlikte delil ikâmesi tarihsiz de-lilden daha

kuvvetlidir. Nitekim dýþtan olan davacýnýn delili ile,´nikâhýnýn daha eski olduðu ortaya çýkan zilyed

aleyhine hükmedilemez.

Davacýlardan ikisi de üçüncü þahsýn elindeki malýn mülkiyet sebe-bini zikretseler, meselâ her ikisi

de o malý zilyedden satýn aldýðýna dair delil getirse, dilerlerse dava konusu malýn semeni yarý yarýya

ikisi ara-sýnda bölüþtürülür, dilerlerse, terkederler. Ancak burada, mal üzerindeki pazarlýðýn ayrý

ayrý yapýldýðýný göstermek için davacýlar muhayyer býra-kýldý.

Dava konusu malýn her iki davacýnýn ortak malý olduðuna hükmedil-dikten sonra bunlardan birisi

kendisine düþeni terkederse, diðeri, o ma-lýn hepsini alamaz. Çünkü akit, hükümle feshedilmiþtir.

Eðer hükümden önce terkederse, diðeri malýn tamamýný alýr.

Davacýlarýn her ikisi ete satýn alma tarihini bildirirse, dava konusu mal, alýþ tarihi eski olanýndýr.

Satýcý da diðerinden kabzettiði semeni ge-ri verir. Sirâç.

Davacýlar eðer tarih beyan etmezlerse veya yalnýz birisi tarih beyan ederse, o zaman dava konusu

mal zilyed olanýndýr. Tarih beyan ettik-lerinde her ikisinin tarihi eþit ise, mal yine zilyed olanýndýr.

Tarih beyan ettiklerinde her ikisinin tarihi eþit ise, mal yine zilyed olanýndýr.

Davacýlardan her ikisi de zilyed deðillerse, yalnýz birisi satýn aldýðý tarihi belirtirse, dava konusu mal

onun olur. Eðer ikisi de satýn alma tarihini belirtmezse, yukarýda geçtiði gibi mal ikisi arasýnda

bölüþtürülür.


Davacýlardan birisi dava konusu malý satýn aldýðýný, diðer,! de ken-disine hibe veya sadaka veya

rehin olarak verildiðini ve kendisinin kabzettiðini iddia eder ve aralarýnda bir tarih beyan

etmezlerse, satýn alma .davasýný kabul etmek daha uygundur. Ama eðer satýn alma davasýnda

bulunanla hibe veya sadaka davasýnda bulunan malýn kendilerine intikâli konusunda bir tarih

bildirirlerse, eðer satan veya temlik eden ayný kiþi ise o zaman mal, tarihi eski olana hükmedilir.

Eðer satanla temlik eden ayrý ayrý kimseler ise, o zaman eþit olur-lar. Mal her ikisinin de elinde olur

ve birisinin tarihi daha eski ol-mazsa, yine eþit olurlar. Bir hayvan veya köle gibi taksimi mümkün

ol-mayan þeylerde eþit olmalarý gerektiði konusunda görüþ birliði vardýr. Yalnýz bina gibi taksimi

mümkün olan þeyde ise, Hangi görüþün daha sahih olduðu hususunda ihtilâf vardýr. En sahih

görüþ, dava konusu malýn hepsi, satýn aldýðýný iddia edenindir. Çünkü istihkak, sonradan olan bir

þüyu deðil, mülkiyetle birlikte doðan þüyu kabilindendir. Dürer. Hibe bahsi.

Davacýlardan birisi dava konusu malý satýn aldýðýný, diðeri de koca-sýnýn o malý kendisine mehir

olarak verdiðini iddia etse, her ikisinin du-rumu da eþit olduðundan, dava konusu mal aralarýnda

taksim edilir. Ka-dýn rücû ederek dava konusu malýn yarýsýný kocasýndan alýr. Satýn al-dýðýný iddia

eden de rücû ederek semenin yarýsýný alýr veya satým akdini fesheder. Satýn alma ile mehirin eþit

olmasý, davacýlar tarafýndan tarih tesbit edilmemesi veya tarihlerinin eþit olmasý halindedir. Ama

eðer tarih tayin ederlerse, o zaman mal tarihi eski olanýndýr.

Musannifin burada satýn alma ile kayýtlamasýnýn sebebi, nikâhýn, hibe, rehin ve sadakadan daha

haklý ve daha uygun olmasýdýr. Nikâhtan maksat mehirdir. Nitekim Bahir sahibi de Cami adlý eserin

sahibinin yan-lýþ tefsir ettiðini belirterek nikâhtan maksadýn mehir olduðunu yazmýþtýr.

Nikâh ile satýn alma þu meselede eþittirler: Davacýlardan birisi bir cariyenin nikâhlý karýsý olduðunu

iddia ederken diðeri cariyeyi satýn al-dýðýný iddia eder ve hiç birisinin davasýný tercih ettirecek bir

delili bulun-mazsa, o zaman câriye birisinin mülkü, diðerinin de nikâhlýsý olur.

ÝZAH

«Kadýn delili olmayan davacýlardan birisinin karýsý olduðunu .ikrar ederse, onun olur ilh...» Bu

hususta Sâyýhânî þöyle demiþtir: «Musannif m þöyle demesi gerekirdi: Eðer davacýlardan birisi delil

ikâme ede-mezse, o zaman kadýn kimin karýsý olduðunu ikrar ederse, onun olur. Sonra diðeri delil

ikâme ederse, kadýn ona hükmedilir.»

«Semenin yarýsý ilh...» Yani iki kiþi bir malý zilyed´den satýn aldýðýna dair delil ikâme etseler,

dilerlerse semen yarý yarýya bölüþtürülür. Fa-kat birisi dava konusu malý yüze satýn aldýðýný iddia

ederken, diðeri ikiyüze aldýðýný iddia ederse, birincisi dava konusu malýn yarýsýný elliye alýrken,

diðeri de yüze almýþ olur.

«Dava konusu mal zilyed olana aittir, ilh...» Bu meselenin özeti þöy-ledir: Dýþtan olan davacý ile

zilyed bir malýn üçüncü bir þahýstan alýn-dýðýný iddia etseler, her üç durumda da zilyed tercih edilir.

Ancak dýþtan olan davacý bir durumda tercih edilir. Musannif buna, «Birisi satýn alma tarihini

belirtirse, dava konusu mal onun olur» sözüyle iþaret etmiþtir. Ancak Musannifin bu durumu, «Dava

konusu mal zilyedindir» sözünden sonra zikretmesi gerekirdi. Çünkü bu, birinci meseleyi

tamamlayýcý bir meseledir.

PRATÝK BÝR MESELE :

Parlak bir genç, içyüzünü yalnýz kendisinin bildiði birþeyden ötürü çalýþtýðý yerden ayrýlsa, onu

çalýþtýran kiþi evine zorla girerek parasýný çaldýðýný söyleyip onu hýrsýzlýkla itham etse, emarelerden

o adamýn ih-tarýmdan kastýnýn genci yanýnda tutmak olduðu anlaþýlsa, ayný zaman-da halk içinde bu

kimsenin parlak gençlere ilgi duyduðu bilinse, hâkim böyle bir kimsenin davasýný dinler ve onun

yanýnda çalýþanlarýn þehâdetlerini kabul eder mi? Bu sorunun cevabý nedir? Cevabý þudur: Daha

önce geçtiði gibi, Þeyhülislâm Ebussuud Ýmâdî´nin bu meselede þöyle bir fetvasý vardýr: Hâkimlerin

böyle davalarý dinlemesi haramdýr. Çünkü bu gibi hileler sapýk kiþiler arasýnda bilinen þeylerdendir.

Onlarýn durum-larý halk tarafýndan da bilinmektedir.

Yine þu da merhum Þeyhülislâm´ýn sözlerindendir: «Hâkimlerin böy-le davalarý hiç dinlemeleri, bu

tür davalarý açmak isteyenleri men ederek onlara dava açma fýrsatý vermemeleri gerekir».

Tenvîrü´l-Ebsâr adlý eserin sahibi de böyle davalar köy ve þehirlerde yaygýn olduðundan ayný fetvayý

vermiþtir. Dava bahsinde, davacý da da-valýnýn deðiþik durumlarýný bildiren babta zikredilen

müteferrik mese-leler de tu fetvayý teyid etmektedir. Bu gibi davalarýn çirkinliðini göste-ren

þeylerden birisi de onlara yalnýzca sabah akþam onun ekmeðini yi-yen kimselerin þahitlik

etmeleridir. Allah taâlâ daha iyisini bilir. Hayriye.


Musannif fetvalarýnda Þeyhülislâm Ebussuud´un fetvasýný zikrettik-ten sonra þöyle demiþtir: «Ben

diyorum ki, eðer bu davayý açan kimse halk arasýnda fýsk, hilekârlýk ve oðlan çocuklarýna ilgi

duymakla meþhur ise hâkim onun davasýný dinlemez ve ona iltifat etmez. Eðer bu kimse salih bir

zat olarak biliniyorsa hâkim onun davasýný dinleyebilir.» Allah en iyisini bilendir.

«Yalnýz birisi ilh...» Ben diyorum ki, mutlak mülkiyet davasýnda yal-nýz bir tarafýn tarih tesbitine

itibar edilmez. Ama sebebe dayalý mülkiyet iddiasýnda bunun aksine tarihe itibar edilir. Nitekim bu

bilinmektedir. Babamýn þeyhi de böyle söylemiþtir. Medenî.

«Satýn alma davasýný kabul etmek hibeden daha uygundur ilh...»

Zilyed olmayan iki kiþiden birisi zilyedin elindeki malý satýn aldýðýna, di-ðeri de kendisine hibe

edildiðine dair delil getirseler, satýn aldýðýna da-ir getirilen delil daha uygundur. Çünkü satýn alma,

alan ve satan taraf-lar arasýnda ivazlý bir akit olduðundan daha kuvvetlidir. Ayrýca mücerred satýn

alma akdi kendi baþýna mülkiyet isbatý için yeterli olurken, hi-bedeki mülkiyet kabza baðlýdýr.

Burada mülkiyet; ancak kabzla gerçek-leþir.

Ayný meselede davacýlardan birisi zilyed olsa, o zaman dýþtan ola-na veya hangisinin tarihi daha

eski ise ona hükmedilir. Eðer birisi tarih beyan eder, diðeri de zilyed olursa, hiçbirisi tercih edilmez.

Ayný meselede ikisi de zilyed olursa o zaman o mal ya ikisinin veya hangisinin tarihi eski ise onun

olur. Nitekim mutlak mülk davasýnda da hüküm böyledir.

Musannýf burada hibe, taksimle kayýtlanmýþ iken mutlak olarak zik-retmiþtir. Ayrýca buradaki

hibenin karþýlýksýz (ivazsýz) hibe olmasý da ge-rekir. Eðer karþýlýklý hibe olursa, o zaman zaten satým

akdi olur.

Musannýf, kabzedilen hibe ile sadakanýn teberruda eþit olduðuna da iþaret etmiþtir. Sadakanýn

lüzum ifade etmesi de tercih sebebi ola-maz. Çünkü o ancak ikinci durumda açýklanýr. Ki o da,

gelecekte sada-kadan dönülmesi mümkün deðildir. Hibe ise bazen lüzum ifade eder. yani kesinlik

kazanýr ve rücû imkâný bulunmaz. Meselâ, mahrem hýsým-lara yapýlan hibeden rücû edilemez.

Sadaka ise, zengine verildiði tak-dirde bazen lüzum ifade etmez. Bahýr´dan özetle.

Bahýr´da þöyle denilir: «Ben fasid satým akdindeki kabz ile hibenin kabzý arasýnda hüküm

bakýmýndan bir fark görmedim. Çünkü her ikisin-de de mülkiyet kabza baðlýdýr. Ancak burada ivazlý

bir akit olmasý, ba-kýmýndan satýn alma akdini tercih etmek gerekir.» Makdisî buna karþý çýkarak:

«Uygun olan hibeyi tercih etmektir. Çünkü hibe meþru, fasit satýn alma akdi ise meþru deðildir»

demiþtir.

«Satanla temlik eden ayrý ayrý kimseler ise ilh...» Çünkü her birisi kendi baþýna temlik edicisinden

mülkünü isbat için hasýmdýr. O halde dava konusu malda her ikisi de eþittir. Ama temlik eden, bir

kiþi olursa, durum bunun aksinedir. Çünkü her birisi mülkiyet sebebini isbat etme-ye muhtaçtýr. Ýþte

bu meselede hangisinin delil ve sebebi daha kuvvetli ise o tercih edilir.

Bahýr´da þöyle denilir: «Birisi bir malý diðerinden satýn aldýðýný, di-ðer davacý da ayný malýn

kendisine bir baþkasý tarafýndan hibe edildiði-ni ve kabzettiðini, üçüncü bir kimse de o malýn

kendisine babasýndan miras kaldýðýný, dördüncü bir kimse de o malý bir baþka kimsenin ken-disine

sadaka olarak verdiðini iddia etseler, dava konusu malýn dördü-nün arasýnda taksim edilmesine

hükmedilir. Çünkü bunlarýn hepsi tem-lik edicilerinden, mülkiyeti devir almýþlardýr. O halde bunlarýn

durumu, bir arada ayný malýn mutlak mülkiyetini iddia ederek delil ikâme etmiþ kimselerin durumu

gibidir»

«Çünkü istihkak ilh...» Musannifin bu sözü Ýmâdiye sahibinin Ýmâdiye´deki «Sahih olan her ikisinin

eþit olmasýdýr. Zira sonradan olan þuyu hibe ve sadakayý fâsid kýlmaz» sözünün cevabýdýr. Bahir

sahibi ve Sadru´þ-Þerîa da bunu kabul etmiþlerdir.

Musannýf, Dürer´den naklen, «Ýmâdiye sahibinin istihkak þeklini son-radan meydana gelen þüyûun

örneklerinden sayýlmasý sahih deðildir. Sa-hih olan Kâfi ve Fusûleyn isimli eserlerde yer alan, «Zira

istihkak delil ile sabit olursa, hibeden önce olduðu kabul edilir. O zaman þüyu hibe ile birlikte

bulunmuþ olur. Hibeden sonra meydana gelen bir þüyu ol-maz.» sözüdür. Öyleyse herhangi bir

yerdeki istihkak birlikte bulunan þüyu kabilinden olursa o istihkak icma ile hibeyi bâtýl kýlar. O

zaman delille satýn almayý iddia eden kimse tek baþýna kalýr. Bu itibarla ona hükmedilmesi uygun

olur» demiþtir.

«Sonradan olan ilh...» Zira sonradan olan þüyu hibe ve satýn almayý fasit kýlmaz. Birlikte bulunan

þüyu ise fasit kýlar.

«Mal tarihi eski olanýndýr ilh...» Þu kadarý var ki, þahadette þahidin, falan kimseden satýn aldýðýný ve


ona malik olduðunu söylemesi þarttýr. Nitekim bu mesele Hâmidiye´nin, Bahýr´dan naklettiði,

Bahýr.m da, Hizânetü´l-Ekmel´e isnad ettiði dava bahsinde de böyledir. Hâmiþ´te de böy-ledir.

«Câmi´in sahibinin yanlýþ tefsir ettiðini belirterek ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´in yanlýþ sayýlan ifadesi

þöyledir: «Bir cariye hakkýnda nikâh ve hibe iddiasý birlikte bulunsa her iki delille de amel edilmesi

mümkündür. Eðer cariyenin nikâhlý olmasý ve efendisinin böyle bir cariyeyi hibe et-mesi þeklinde

davacýlar eþit durumda bulunursa, mümini yalanlamaktan kaçýnmak ve onun halini salâha

hamletmek için hibe delilinin iptal edil-memesi gerekir. Nikâhla sadakanýn ve nikâhla rehinin

birlikte bulunma-sý halinde de hüküm böyledir.»

Mevlânâ, Bahir kitabýnda þöyle der: «Ben Câmi´nin haþiyesinde bu ifadenin vehim olduðunu

yazdým. Çünkü Câmiü´l-Fusûleyn´in sahibi me-seleyi þöyle anlamýþtýr: Ýki kiþi bir cariyeyi dava

etseler, birisi hibe yo-luyla kendisine temlik edildiðini iddia ederken diðeri cariyenin nikâhlý-sý

olduðunu iddia etse, halbuki fukâhanýn maksadý mehirdir. Nitekim ki-tapta da mehirle tabir

edilmiþtir. Minah. Bahsin tamamý Minah´tadýr.

METÝN

Bir kimse bir malýn kendisine rehin olarak verildiðini ve kabzettiðini diðeri de ayný malýn kendisine

karþýlýksýz hibe edildiðini ve kabzettiðini iddia etseler, rehin davasýnýn kabul edilmesi istihsân

deliline göre hibe davasýndan daha uygundur. Ama eðer hibe karþýlýklý yapýlmýþsa, o zaman hibe

davasýný kabul etmek daha uygun olur. Çünkü karþýlýklý hibe sonuç bakýmýndan satým akdi

olmaktadýr. Satým akdi de bir bakýma rehinden daha kuvvetlidir.

Eðer dava konusu mal her ikisinin elinde bulunuyorsa, yani her ikisi de zilyed ise, eðer tarih beyan

etmezlerse, davada eþit olurlar. Ama tarih beyan ederlerse, dava konusu mal tarihi eski olanýn olur.

Üçüncü bir þahsýn elinde plan mülkiyeti tarihle tesbit edilmiþ bir malý iki kiþi iddia etseler veya

zilyed olmayan bir baþkasýndan tarihli olarak aldýklarýna dair delil getirseler veya dýþtan olan bir

kimse mül-kiyet tarihi sabit olan bir þey üzerine delil getirse, zilyed de daha es-ki bir tarihle mülkü

olduðuna delil getirse, o zaman mal tarihi eski ola-na ait bulunur.

Davacýlardan ikisi de satýn alma tarihleri ayný veya farklý olan -Ay-nî- bir malý iddia etseler, bunlarýn

her birisi ayrý bir kimseden aldýðýný söylese veya bunlardan yalnýz birisi tarih beyan etse, eðer satýcý

ayrý ayrý ise bu davada ikisi eþittirler. Eðer satýcý bir ise, tarih beyan eden daha haklý görülür.

Ayrýca, eðer mebî satýcýnýn elinde deðilse davacýnýn ve þahitlerin satýcýnýn mülkü olduðunu ifade

edecek birþey zikretmeleri gerekir. Eðer þahitler satýcýnýn mülkü olduðuna deðil de, elinde

olduðuna þahitlik ederlerse, bunda iki görüþ vardýr. Bezzâziyye.

Dýþtan olan birisi bir malýn mülkiyeti hakkýnda delil getirse, zilyed de ondan aldýðýna dair delil ikâme

etse veya her ikisi de doðum veya bu manada olan, dokuma, pamuðun eðirilmesi, sütün saðýlmasý,

yünün kesilmesi gibi tekerrür etmeyen bir mülkiyet sebebi ile delil getirseler, zilyedin delili icmâ

ile dýþtan olanýn delilinden daha haklýdýr.

Ancak dýþtan olan kimse zilyedin üzerine doðum veya benzeri þeyle-ri deðil, gasb, vedîa veya icâre

gibi sebeplerle zilyede geçtiðini iddia et-se -Dürer´in rivayeti- veya dýþtan olan kimse bina, aðaç

dikme, buðday ekme, yün dokuma veya bilirkiþilere onun tekerrür edip etmeyeceði an-laþýlamayan

bu mal gibi bir sebep iddia etse, bu sayýlanlarýn hepsinde dýþtan olan davacý tercih edilir. Çünkü

asýl, o malýn dýþtan olan kimsenin olmasýdýr. Yalnýz doðum meselesinde bu asýldan rücû

edilmektedir. Bu-nun sebebi de Resûlullah (S.A.V.) m hayvanýn doðuracaðý yavru (nitâç) hakkýndaki

hadisidir.

Dýþtan olan iki kimse veya zilyedler veya dýþtan olan kimse ile bir zilyed bir malý baþka birisinden

aldýklarýný tarih zikretmeden iddia etseler ve delil getirseler, hepsinin davalarý düþer. Dava konusu

mal kimin elinde ise ona býrakýlýr, Ýmam Muhammed de zilyed olmayan lehine hük-medileceðim

söylemiþtir.

Biz deriz ki: Dýþtan kimsenin veya zilyedin dava ettikleri malýn sa-týn alýndýðýný iddia etmeleri, o

malýn satýn aldýklarý kiþinin mülkü oldu-ðunu ikrardýr. Kabzý isbat ederlerse bunun biribirlerini iptal

etmeyi ge-rektireceði konusunda görüþ birliði vardýr. Dürer.

ÝZAH

«Ýkisi de eþit olanlar ilh...» Ýmadî bu konuda þöyle demiþtir: «Son-radan meydana gelen þüyu rehni

fasit kýlar. O lâhde malýn tamamýnýn satýn alýndýðýný iddia edene verilmesine hükmedilmesi gerekir.

Çünkü re-hini iddia eden kimse fasit olan bir rehini isbat etmiþtir. Bu yüzden de-lili kabul edilmez. O

zaman satýn aldýðýný iddia- eden kimse, sanki tek baþýna delil ikâme etmiþ gibi olur.» Bu konunun


tamamý Bahýr´dadýr.

Ben derim ki: Biraz önce zikredilen, «Ýstihkak birlikte bulunan þüyu kabilindendir» sözüne

dayanarak öncelikle satýn almayý iddia eden kim-senin lehinde hükmedilmesi uygundur. O halde

her iki görüþün eþit ol-duðuna hükmetmek güç olur.

«Zilyed olmayan bir baþkasýndan ilh...» Musannýfýn bunu belirtmesi yukarýda geçtiði gibi, her

ikisinin de zilyed´den satýn aldýklarýný iddia etmeleri yüzündendir.

«Mülkiyet tarihi sabit olan ilh...» Musannifin burada «mülk» keli-mesi ile kayýtlamasýnýn sebebi

þudur: Eðer zilyed dava konusu malýn iki yýldan beri elinde olduðuna dair deli! ikâme etse, þahitler

de o malýn onun mülkü olmadýðýna dair þahadet etseler, o malýn dýþtan davacý olan kimsenin malý

olduðuna hükmedilir. Zira,þahitler mülkiyet için deðil, zilyedlik için þahitlik etmiþlerdir. Bahýr.

«Hüküm, tarihi eski olanýndýr ilh...» Çünkü o, tarih belirtmekle iki mâlikten ilki olduðunu isbat etmiþ

olmaktadýr. O halde mülk ancak eski tarihe göre tesbit edilir. Diðeri ise, mülkü o tarihte temellük

etmemiþtir. Minah.

Musannifin burada zilyed ile zilyed olmayanýn her ikisinin de tarih belirtmelerini zikretmesinin

sebebi þudur: Eðer her ikisi de tarih beyan etmezlerse veya beyan ettikleri tarih ayný olursa, dava

konusu mal bi-rinci iki meselede ikisinin arasýnda taksim edilir. Eðer birisinin tarihi diðerinkinden

eski ise, eski olan daha haklýdýr. Birisi tarih getirir, diðeri ge-tirmezse, birinci meselede deðil, ikinci

meselede davanýn kabulü için daha haklýdýr. Yukarýdaki iki meseleden ikincisinde ise, her üç

þekilde de dýþtan olan kimse zilyedden daha uygundur. Bu konunun tamamý Bahýr´ dadýr.

«Muhtelif olan ilh...» Yani tarihleri çeþitli olan. Bakâni.

Davacýlardan her biri dava konusu malý ayrý ayrý kimselerden al-dýklarýný iddia etseler, birisi, «Falan

kimsenin mülkü iken ben ondan aldým» diyerek aldýðýna dair delil getirse, diðeri de, «Ben mâlik

olan falan kimseden satýn aldým.» diyerek satýn aldýðýna dair delil ikâme et-se, o zaman hâkim, dava

konusu malýn ikisi arasýnda ortak olduðuna hükmeder.

Eðer her ikisi de aldýklarý tarihi beyan ederlerse, zahiri rivayete gö-re birinci tarihin sahibi ötekinden

daha haklýdýr. Ýmam Muhammed´den bu hususta tarihe itibar edilmeyeceði rivayet edilmiþtir. O

halde dava konusu malýn ikisinin olduðuna hükmedilir. Eðer bunlardan birisinin kab-zý olur,

diðerinin olmazsa, diðerine hükmetmek daha uygundur. Ama iki ayrý satýcý iddia etseler, bunlardan

birisi zilyed olsa, zilyed olmayan le-hine hükmedilir. Kâdýhan. Hâmiþ´te de böyledir.

«Aynî ilh...» Aynî´de olanýn benzeri Kâfi isimli esere dayanarak zeylâî´de de mevcuttur. Bahýr´da da

Aynî´den nakledilen bu görüþte sehv olduðu iddia edilir. Bir þahýstan bir malýn satýn alýnmasý

davasýnda, ta-rihi eski olan tercih edilirse burada da tarihi eski olan tercih edilir. Remli Bahýr´ýn bu

sehv iddiasýna karþý çýkarak, «Sehveden ancak Bahir sahi-bidir» demiþtir. Zira bu meselede çeþitli

rivayetler vardýr.

Bu konuda Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Eðer davacýlar iki ayrý kimseden aldýklarýný iddia

ederlerse, hangisinin tarihi daha eski ise, kitaplarda bu mesele hakkýnda çeþitli rivayetler vardýr.

Hidâye´de zikredilen rivayet tarihin eskiliðine itibar edilemeyeceðine iþaret etmek-tedir. Mebsut´ta

olan rivayet ise, tarihi daha eski olanýn daha uygun ol-duðuna delâlet etmektedir.» Fusûleyn sahibi

daha sonra, bunlardan bi-rinci görüþü tercih ettiðini söylemiþtir.

Ben derim ki: Nûru´l-Ayn´da Kâdýhan´dan naklen þöyle bir ifade var-dýr: «Ýki davacý, dava konusu

malý iki ayrý kiþiden aldýklarýný iddia etseler aralarýnda yarý yarýya taksim edilir. Eðer tarih beyan

ederlerse, zahiri rivayete göre malýn tarihi eski olana hükmedilmesi hakka daha uygun-dur. Ýmam

Muhammed´den de bu davacýlarýn arasýnda tarihe itibar edil-meyeceði rivayet edilmiþtir. Eðer

davacýlardan yalnýz birisi tarih beyan ederse, yine ittifakla, her ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim

edilir. Ama bunlardan birisi zilyed ise, malýn zilyed olmayana hükmedilmesi daha uygundur.»

Nûru´l-Ayn´da bu nakilden sonra þöyle denilmiþtir: «Mebsut´ta ge-çen ifade de Kâdýhan´da olan

zahiri rivayeti teyid etmektedir. Hidâye´ de olan ifade ise Ýmam Muhammed´in tercih ettiði görüþtür.»

Nûru´l-Ayn sahibi daha sonra da: «Mebsût ve Kâdýhan´da olan ifa-delerin delilleri þudur: Tarihi eski

olan mülkiyeti kendisine öyle bir za-manda izafe ediyor ki, o tarihte ona kimse davacý

olmamaktadýr. Bun-larýn bu delilleri Hidâye´de olanýn delilinden daha kuvvetlidir. Hidâye´de olan

ifadenin delili de þudur: Davacýlarýn her ikisi de dava konusu malýn mülkiyetini satýcýsýna isbat

etmektedirler. O zaman sanki onlarýn her ikisi de tarihsiz olarak mülkiyeti iddia etmektedirler.

Birinci delilin kuv-vet yönü, düþünen kimse tarafýndan akýca anlaþýlabilir.» demiþtir.

Bu açýklamalardan anlaþýlýyor ki, Musannifin tarihleri ittifakla kay-detmesi zahiri rivayete göredir. O


halde Musannifin buradaki kayýtla-masý sarihin yaptýðý her ne kadar Kâfi ve Kidâye´ye uygun ise de

daha haklýdýr.

« ikisi eþittirler ilh...» Zira birincisinde onlar mülkü ayrý ayrý satý-cýlara isnad etmektedirler. Sanki

satýcýlarýn her ikisi de hazýr olmuþ gi-bidirler. Eðer bunlardan bir tanesi tarih belirlerse, onun bu

tarih belirt-mesi mülkün daha önce onda olduðunu göstermez. Çünkü diðerinin mülkiyetinin daha

önce olmasý da mümkündür.

Ama ikisinin .satýcýsýnýn da bir olmasý meselesi bunun aksinedir. Zira onlarýn her ikisi de mülkiyetin

satýcý tarafýndan alýndýðýnda görüþ birli-ði halindedirler. Ýþte bunlardan bir tanesi tarih ´beyan ettiði

takdirde, di-ðerinin alýþýnýn daha önceki bir tarihte olduðu ispat edilinceye kadar, onun lehine

hükmedilir. Bahýr.

Bahýr´da bundan sonra metindeki mesele hakkýnda, «Dava konusu malýn yarý yarýya her ikisinin

olduðuna hükmedilir. Hükümden sonra da onlarýn her ikisi muhayyerdirler. Eðer dava konusu bir

köle ise, dilerlerse birisi onun yarý fiyatýný vererek alýr ve arkadaþýna býrakýr» denilmiþtir.

«Þahitlerin satýcýnýn mülkü olduðunu ifade edecek ilh...» Þöyle ki, þahitlerin. «Falan adamýn mülkü

idi, ondan satýn aldý» demeleri gerekir. Bahýr.

«Delil getirseler ilh...» Yani dýþtan olan ile zilyed. Bahýr´da bu mut-lak zikredilmiþtir. O halde

Bahýr´daki mutlak ifade þu meseleyi de kapsa-mýna alýr: Davacýlarýn her ikisi de tarih beyan etseler,

tarihleri eþit olsa, veya birisinin tarihi eski olsa veya hiç tarih beyan etmeseler, o zaman doðumla

birlikte tarihe itibar edilmez. Ancak birisi imkânsýz olan bir tarih beyan etse, meselâ dava konusu

malýn yaþý ile zilyedin elinde kal-dýðý süre arasýnda çeliþki bulunsa zilyed olmayanýn belirttiði tarihe

uy-gun düþse, o zaman bu zilyed olmayanýn lehine hükmedilir. Ama eðer beyan edilen tarih her iki

tarafýn da bildirdiði yaþa uygun deðilse, o za-man bütün âlimlere göre her ikisinin de delili lâðv olur.

Dava konusu mal bir rivayete göre zilyede býrakýlýr. Diðer bir rivayete göre ise ikisi arasýnda yarý

yarýya taksim edilir. Câmiü´l-Fusûleyn´de de böyledir.

Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Hâriç, «Þu benim cariyemdir. þu köleyi de benim mülkümde

doðurmuþtur» diye delil getirse, zilyed de aynen onun benzeri gibi delil getirse, o câriye dýþtan olan

davacýya hükmedilir. Zira her ikisi de mutlak mülk iddia etmektedirler. O cariye davacýya

hükmedildikten sonra davacý annesine tâbi olarak o köleye de hak kazanýr.»

Bu açýklamalardan anlaþýldýðý gibi, doðum davasýnda yavrunun annesi konusunda bir anlaþmazlýk

yoksa, zilyed, dýþtan olan kimseye tercih edilir. Fakat mutlak mülkiyette anlaþmazlýk varsa, mutlak

mülkiyetini iddia ettikleri mal ile yavrusu hakkýnda delil getiriyorlarsa, o zaman zil-yed, dýþtan olana

tercih edilmez. Bu hatýrda tutulmasý gerekli olan meselelerdendir.

«Dürer ilh...» Bu meseleyi Zeylâî, Bahir sahibi ve Hidâye sarihleri; kýsa geçmiþlerdir. Gelecekte

Musannifin, «Eðer tarih belirtmezlerse zilyed lehine hükmedilir sözünün altýnda bizim yazdýklarýmýz

da bunu teyid etmektedir.

Zeylâî, doðum davasýnda zilyedin tercih edilmesini gerçekleþtirdikten sonra þöyle demiþtir.

«Zilliyetlik mülkün baþlangýcýna delâlet etmez. O halde dýþtan olan kimse ile zilyed eþit olurlar.

Zilyedin yavruyu (nitaç) isbatý ile dýþtan olan kimse dava dýþý býrakýlmýþ olur. Zilyedin delili de

husûmeti red için kabul edilir. Fakat bu mesele þu durumu gerektirmez. Dýþtan olan kimse, zilyedin

zilyedliðine dair bir fiil iddia etmiþ olsa, o zaman onun delili zilyedin deliline tercih edilir. Fakat

zilyed yav-ruyu iddia ettiði takdirde iþbatý daha kesin olduðundan, ki aslen sabit olmayan bir þeyi

ispat etmiþtir. Ona hükmedilir.» Hülâsâ´dan özetle.

«Hayvanýn yavrusu hakkýndaki hadis ilh...» Cabir bin Abdillah (r.a.) tan þöyle rivayet edilmiþtir: «Bir

kiþi Resûlullah (S.A.V.) a gelerek diðer birisinin elindeki kýsrak devenin kendisinin olduðunu iddia

ederek o kýs-rak devenin kendi yanýnda doðurduðuna delil ikâme etti. Zilyad de o kýsrak devenin

kendi malý olduðuna ve kendi yanýnda doðurduðuna delil ikâme ettL Rasûlullah (S.A.V.) devenin

zilyedin olduðuna hükmetti.»

Bu hadis meþhur ve sahihtir. Buna göre yavru meselesi diðer me-selelerden istisna edilmiþtir.

Bahýr.

«Vakit tayin etmeden ilh...» Eðer davacýlar mülkiyetin baþlangýcý için bir tarih belirtseler, dava

konusu mal zilyedin deðil, dýþtan olan kimsenin olur. Bahýr.

«Ýmam Muhammed de dýþtan olan davacý lehine hükmedileceðini söylemiþtir ilh...» Çünkü her

ikisinin delili ile amel etmek de mümkündür. O halde, sanki zilyed diðerinden satýn alarak

kabzetmiþ, sonra da sat-mýþ gibi kabul edilerek dýþtan olan davacý lehine hükmedilir.


«Satýn aldýklarý kiþinin mülkü olduðunu ikrar etmektir ilh...» Sanki her iki davacý da mülkiyetin satýn

aldýklarý kimseye ait olduðunu ikrar etmiþ gibi olurlar ki bunda icmaen tehâtür (delillerin ibtali)

vardýr. Bu-rada da delillerin ibtali söz konusu olur. Çünkü delillerin birarada deðerendirilmesi

mümkün olmaz. Bahýr.

Bu hükümler menkul mallarla ilgilidir. Gayr-i menkûllerin açýklama-sý ise Bahir adlý eserde

yapýlmýþtýr.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:23:21
METÝN

Davada þahitlerin sayýsýnýn çokluðu tercih sebebi deðildir. Bizim mezhebimize göre tercih, delillerin

çokluðu ile deðil kuvveti iledir. Sonra Musannif, bu prensibi aþaðýdaki pratik meseleye

uygulamýþtýr: «Dava-cýlardan birisi iki þahit diðeri de dört þahit getirmiþ bulunsa, bu delille-rin ikisi

de eþittir». Yine adaletin aslýdýr. Çünkü adaletli olmanýn bir sý-nýrý yoktur. Birisinin elinde bir bina

olsa, birisi onun yarýsýný, bir diðeri de hepsini iddia etseler ve bu iddialarýna delil getirseler,

münazaa yoluyla birincisine binanýn dörtte biri ikincisine de binanýn geri kalaný hükm-edilir.

Husûmet yoluyla taksim þöyle olur: O binanýn yarýsý salimen husûmetsiz tamamýný iddia edene

verilir. Çünkü bu yarý üzerinde hasmýn bir isteði yoktur. Sonra geri kalan yarýsýnda ikisinin

husûmeti de eþit olduðundan yarýsý birisine, yarýsý da diðerine verilir. Bu Ebû Hanîfe´ye göredir.

Ýmameyn´e göre ise, bu binanýn üçte biri avl yoluyla yarýsýný iddia edene, geri kalaný da tamamýný

iddia edene verilir. Çünkü, meselede hem bütün hem de yarým hisse bulunduðu zaman meselenin

taksimi iki or-tak payda üzerinden yapýlýr. Ýkinin de taksimi mümkün olmadýðýndan üçe avledilir

(yükseltilir). Yani üç ortak payda üzerinden taksim edilir.

Hesap þöyle olur: 1/2÷2/2:3/2 burada ortak payda 2 hisseler toplamý ise 3 olur. Hisseler toplamý

ortak payda yapýlýr. Binanýn yarýsýný iddia edene 1/23 hisse düþer. Geri kalan da 2/23 hisse olur. Bu

iþleme feraiz, ilminde «avliye» denir. (H. DÖNDÜREN)

Taksimin dört çeþidi vardýr. Taksimi avl yoluyla yapýlan sekiz mesele þunlardýr: Miras, borçlar,

vasiyet, satýþta müsamaha etmek, baþka-sýna gönderilen dirhemler, zekât toplama iþe ve kölenin

cinayeti.

Münazaa yoluyla taksim þekli Ebû Hanîfe´nin görüþü alýp, bu da icmâ ile fuzâlîlerin meselesidir.

Ýmameyn´e göre avl yoluyla taksim esas olup, bu da üç durumda bulunabilir. Birincisi þudur: Bir

kimse malýnýn tamamýný veya belirli bir kölesinin hepsini baþka birisine yarýsýný da diðer bir

kimseye vasiyet etse, üç ortak payda üzerinden birincisi iki, ikincisi ise bir hisse alýr.

Taksimin dördüncü þekli, Ýmam-ý Azam´a göre avl yoluyla, Ýmameyn´e göre münazaa yoluyla taksim

yapýlmasýdýr. Bu da beþ meseledir. Nitekim bunu Zeylâî ve Aynî ayrýntýlarýyla yazmýþlardýr. Bunun

tamamý Bahýr´dadýr.

Ýmam-ý Azam´a göre asýl, ayn veya zimmette þâyien sabit olan bir

hakkýn taksimi gerekse bu avl yoluyla olur. Þâyien deðil de ayýrdedilerek olsa veya davacýlardan

birine þâyien, diðerine tamamý sabit olsa, o hakkýn taksimi münazaa ile olur.

Ýmameyn´e göre ise, o haklarýn ikisi de birlikte þüyûen sabit olurlar-sa, av! yoluyla taksim edilirler.

Eðer þüyûen sabit olmazsa, o zaman münazaa yoluyla taksim edilir.

Her ikisi de zilyed olan iki davacýdan birisi binanýn yarýsýný, diðeri de tamamýný iddia etseler, ikinci

davacýya yansý doðrudan, diðer yarýsý da hükmen verilir. Çünkü diðer yarýsýnda o dýþtan olan davacý

durumunda-dýr.

Bu bina üç kiþinin elinde bulunsa, bunlardan birisi tamamýný, birisi yarýsýný, diðeri de üçte birini

iddia etseler ve delil getirseler, bu bina Ýmam-ý Azam´a göre münazaa yoluyla aralarýnda taksim

edilir. Ýmameyn´e göre ise avl yoluyla taksim yapýlýr. Bu meselenin açýklamasý Kâfi isimli eserdedir.

Her iki davacý da her ikisinin elinde veya yalnýz birisinin elinde ve-ya bir diðerinin elinde bulunan

malýn yavrusu hakkýnda delil getirseler, her ikisi de buna tarih beyan etseler, hangisinin tarihi

yavrunun yaþýna uygun olursa dýþ görünüþün þehadetiyle onun olduðuna hükmedilir. Eðer tarih

beyan etmezlerse, mal zilyede hükmedilir.

Eðer mal her ikisinin de zilyedinde ise veya davacýlarýn deðil de üçüncü bir þahsýn zilyedinde ise,

onun yaþý Ýkisinin beyan ettiði tarihe de uymuyorsa, yani onlarýn beyan ettikleri tarihe muhalif veya

her ikisi de dýþtan olan davacý iseler, Ýkisinin olduðuna hükmedilir. Ama eðer dava konusu mal

birisinin zilyedinde ise, daha saðlam görülen görüþe göre dava konusu malýn zilyedin olduðuna

hükmedilir.


Ben derim ki: Musannifin buradaki ifadesi, Kenz´de, Dürer´de ve mültekâ´da olan ifadelerden daha

uygundur.

Dýþtan olan davacýlardan birisi dava konusu malýn Zeyd´den gasbedildiðini iddia ederken, diðeri

onun Zeyd´den vedîa olduðunu iddia eder-se, onlarýn ikisi de davada eþit olduklarýndan malýn

aralarýnda yan yarý-ya taksimine hükmedilir. Çünkü vedîa da inkâr halinde gasba dönüþ-mektedir.

Ýnsanlar, açýklamalarýna gerek olmaksýzýn prensip olarak hürdürler. Ancak dört þey bundan

müstesnadýr: Þahitlik, hadler, kýsas ve katil. Bu dört meselede, aksi durum, sonucu etkilediði için

hür olduklarýný beyan etmeleri gerekir. Musannifin nüshasýnda böyledir. Diðer bir nüshada ise,

«katil» yerine «akýl» kelimesi vardýr. Eþbâh´ýn ifadesinde ise «katil» kelimesi yerinde «diyet»

kelimesi bulunmaktadýr. Üç kelimenin de anla-mý birdir.

Bir kimse, durumu bilinmeyen birisinin kendi kölesi olduðunu iddia etse, o da, o kölesi olduðunu

inkâr ederek, «Ben aslen hürüm» dese asýl olan prensibe dayandýðý için söz onundur.

Dava konusu elbise davacýlardan birisinin üzerinde, diðeri de onu eteðinden tutmuþ olsa, burada

elbiseyi giyen haklýdýr.

Birisi dava konusu ata binmiþ diðeri de atýn geminden tutmuþ du-rumda ise, hak binenindir. Birisi

dava konusu atýn eyerine, diðeri de ter-kisine binmiþ olsa, eyere binmiþ olan daha haklýdýr.

Birisi dava konusu hayvana yükünü yüklemiþ, diðeri de su testisini asmýþ olsa, yükünü yüklemiþ

olan daha haklýdýr. Çünkü onun tasarruflarý daha çoktur.

Birisi halýnýn üzerinde oturmuþ, diðeri de onu tutmuþ olsa, ikisi de eþit kabul edilirler. Ýkisi de

oturmuþ veya ikisi de eyere binmiþ gibi. Nitekim bir elbise birisinin kucaðýnda olsa, bir kýsmý da

diðerinin elinde olsa, yine bunlar eþittirler. Ama bir binada oturan iki kiþi anlaþmazlýða dü-þerlerse,

onun aksine her ikisine hükmedilemez. Çünkü binanýn bunlarýn dýþýndaki bir kimsenin zilyedinde

olma ihtimali vardýr. Aynî.

Ýki kimse bir duvarý iddia ederlerse, duvar aðaç kolonlarý üzerinde duran kimseye aittir. Veya dört

taraftan bitiþik duvarlarý olanýndýr. Þöy-le ki, dava konusu duvarýn kerpiç veya taþlarý veya ahþapsa

aðaçlarý diðer duvarlar içerisine geçmiþse, o duvar, bitiþik duvarlarýn sahibinin-dir.

Fakat duvarlar birbirine geçmemiþse veya duvarlar birbirine bitiþikse veya adam duvarý delerek

merteðini koymuþsa veya duvarýn üze-rine kamýþ uzatarak üzerine hasýr koymuþsa, adam bunlarla

duvar üze-rinde hak sahibi olamaz. Anlaþmazlýk halinde bu duvarýn iki komþu ara-sýnda ortak

olduðuna hükmedilir. Ama duvar üzerinde bir kiriþi olan kimse, duvarýn üzerinde kamýþý olandan

daha haklýdýr. Haniye.

Dava konusu duvar üzerinde birisinin kiriþi olsa, diðerinin de du-varlarýna bitiþikse duvar bitiþik

olana verilir. Kiriþi olana da yalnýz direk koyma hakký verilir. Bazý âlimler de bu duvarýn direk

sahibine verilmesi gerektiðini söylemiþlerdir. Müþtekâ. Bu konunun tamamý Aynî ve diðerlerindedir.

«Ýkisi de eþittir ilh...» Þeyhlerimizin þeyhi þöyle demiþtir: «Uygun olan Musannýfýn, «Bu delillerden

birisi tevatür derecesine ulaþmadýðý takdirde» þeklinde kayýtlamasýydý. Zira taraflardan birisinin

delili, þahit-leri tevatür sýnýrýna ulaþtýrma, kesin ilim ifade eder ki, bunu tevatür de-recesine

ulaþmayan delille bir tutmasý uygun olmaz.»

Ben derim ki: Þümnî ve Zeylâî´de olan ifadeden bu açýkça anlaþýl-maktadýr. Zira, Þümnî sahibi,

«Bizim için taraflarýn ikiþer þahidinin þa-hadeti tam bir illettir. Nitekim yalnýz bir tarafýn iki þahidi

tam bir illt kabul edilmektedir. Delillerin çokluðu tercih sebebi deðildir. Tercih, de-lillerin kuvveti ile

yapýlýr. Meselâ taraflardan birisinin delilleri tevatür de-recesinde olsa, diðerininki ehâdî -tek kiþinin-

nakline dayansa veya biri-sininki ayrýntýlý, diðerininki kýsa olsa, o zaman tevatür derecesindeki tek

kiþinin nakline dayanana, ayrýntýlý olan da, kýsa olana tercih edilir.» de-miþtir. Biri.

«Münazaa yoluyla ilh...» Bil ki Ýmam-ý Azam bu meselede münazaa yoluna itibar etmiþtir. Münazaa

yoluyla taksim de þöyle yapýlýr: Dava ko-nusu binanýn yarýsý tamamýný iddia edene verilir. Geriye

kalan yarýsýn-da da her ikisinin anlaþmazlýðý eþit olduðundan ikisi taksim edilir. Buna göre binanýn

hepsini iddia edene binanýn dörtte üçü, yarýsýný iddia edene de dörtte biri verilmektedir.

Ýmameyn ise bu meselede taksimi avl ve çarpým yoluyla yapmýþlar-dýr. Bu taksim þekline avl

denilmesinin sebebi þudur: Çünkü meselede hem bütün ve hem de yarým hisse vardýr. Bu sebeple

taksim ikiden ya-pýlýr. Ýki de davacýlar arasýnda taksim edilemeyeceðine göre üçe yüksel-tilir. O

zaman hepsini iddia edene iki pay, yarýsýný iddia edene de bir pay verilir. Ýþte bu taksim þekli avl

yoludur.


Çarpma yoluyla taksim de þöyledir: Davacýlardan herbiri kendi hak-ký kadar çarpým yapar. Meselâ,

binanýn üçte ikisi hepsini iddia eden ada-mýn olduðundan binanýn üçte ikisini binanýn tümüne

çarpar. Binanýn yarýsýný iddia eden kimse de binanýn üçte birini alacaðýndan bir üçte biri bina ile

çarpar. O zaman binanýn üçte biri hâsýl olur. Çünkü küsurun çar-pýlmasý izafi yolla olur. O zaman

üçte biri altý ile çarptýðýndan bunun manasý altýnýn üçte biri olur ki bu da altýda iki eder. Minah.

Hak sahiplerinin hisselerini hakký tamamýna çarpma iþlemi þöyle olur: Bir mülkün tamamýný iddia

edenin hissesi 2/2 yarýsýný iddia edenin ise 1/2 olur. 2 ortak payda üzerinde 2 ve l hisse alýrlar.

Hisseler toplamý 3 yani ortak pay-dadan büyük olduðu için ortak payda 3´e yükseltilir. Bu iþleme avl

denilir. Bu-radaki hisselerin mülkün tam hissesine çarpýmý ise þöyle olur. Mülkün tamamý-ný iddia

edenin 2/23 olan hissesi 2/2 ile çarpýlýr 2/2x2/3: 4/6 olur. Yarýsýný iddia edenin hissesi olan 1/3´te

yine 2/2 ile çarpýlýr 2/2x1/23: 2/6 olur. Sonuç, çarpým yoluyla; mülkün tamamýný iddia eden 6 ortak

payda üzerinden 4; yarý-sýný iddia eden ise 2 hisse alýr. Gerçekte 4/6: 2/32, 2/6: 1/23 demektir. (H.

DÖNDÜREN).

«Mühâbât ilh...» Mühâbât ile vasiyet þöyledir: Meselâ bir kimse, üçbin dirhem kýymetindeki kölesini

birisine ikibin dirheme sat diye va-siyet etse, bir diðerine de iki bin dirhem kýymetindeki bir köleyi

bin dir-heme satmayý vasiyet etse. vasiyet edilen her iki kimse için de ikibin dirhemle müsamahalý

muamele hâsýl olur. O zaman üçte bir aralarýnda avl yoluyla taksim edilir.

Derâhim-i mürsele ile vasiyete gelince, bu da þöyledir: Bir kimse birisine bin dirhem, bir diðerine de

iki bin dirhem vasiyet etmiþ olsa, bu kimsenin servetinin üçte biri ikisinin arasýnda avl yoluyla

taksim edilir.

Azad´la vasiyet de þöyle olur: Meselâ bir kimse birisine þu kölenin yarýsýný azad et diye vasiyet etse,

birisine de þu kölenin üçte birini azat et diye vasiyet etse, malýn üçte biri bu kimselerin arasýnda avl

yo-luyla taksim edilir. O kölelerin onlarýn hisselerine düþen miktar ile on-lara çalýþmasý gerekmez.

H. Hâmiþ´te de böyledir.

Yine Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Bir minval üzere müdebber bir kö-le cinayet iþlese, cinayetin

velilerine müdebber kölenin kýymeti verilir, o kýymet aralarýnda avl yoluyla taksim edilir.

Bütün imamlara .göre münazaa yoluyla taksim, Câmiü´l-Fusûleyn sa-hibinin zikrettiði tek bir

meselede yapýlýr. Þöyle ki. bir fuzûlî, bir adamýn kölesini bin dirheme satsa, diðer bir fuzûlî de ayný

kölenin yarýsýný baþ-ka bir müþteriye beþyüz dirheme satsa, kölenin efendisi her iki satýþa da izin

verse, her iki müþteri de muhayyerdirler. Eðer ikisi birlikte kö-leyi almak isterlerse kölenin bedelini

münazaa yoluyla öderler. Yani kölenin bedelinin dörtte üçünü hepsini almak isteyen, dörtte birini

de yarýsýný almak isteyen kimse öder.

Bahýr´da da þöyle denilir: «Köle birisinin gözünü kör etse, bir diðerini de hataen öldürmüþ olsa,

köle cinayet sahiplerine verilir. Bu kölenin kýymeti onlarýn arasýnda avl yoluyla taksim, edilir.

Kölenin kýymetinin üçte ikisi ölen adamýn velileri ne üçte biri de gözü kör olan adama ve-rilir.».

Müellif diyor ki: Ýbni Vehbân azadla vasiyeti orada zikretmemiþtir. Halbuki ancak azadla vasiyetle

yukarýdaki meseleler sekize tamamlanýr.

«Çünkü diðer yarýsýnda o dýþtan olan davacý olmaktadýr ilh...» Çün-kü yarýyý iddia eden adamýn

davasý, kendi elinde olana döner. Arkadaþý-nýn elinde olan birþeyi iddia etmemektedir.

«Yavrusu hakkýnda delil getirseler ilh...» Bu mesele þöyle tasavvur edilir: Ýki þahit o yavrunun

davacýlarýn birisinin elinde bulunan bir diþi hayvaný emdiðini gördüklerine þahadet etseler, diðer iki

þahit de o yav-runun diðer davacýnýn mülkündeki diþiyi emdiðini gördüklerine dair þa-hitlik etseler,

bu þahadet her iki taraf için de helâl olur. Yavru ikisinin arasýnda taksim edilir. Bahýr, Hülâsa´dan.

Biz yukarýda yavru ile birlikte tarihe itibar edilmeyeceðini söylemiþ-tik. Ancak tarih, yavru ile birlikte

beyan edildiði takdirde, birisinin ta-rihi uyuþmasa, yani beyan ettiði tarihte yavru henüz doðmamýþ

olsa, o zaman tarihi yavrunun yaþýna uygun olan kimseye hükmedilir.

«Yavru zilyede hükmedilir ilh...» Bu ifade þunun kaydýdýr ki, eðer davacýlardan her ikisi de yalnýz

yavruyu iddia ederlerse, zilyad lehine hükmedilir. Çünkü eðer hariç zilyedin gasb, icare veya ariyet

gibi zilli-yet fiilini iddia ederse, o zaman dýþtan olan davacýnýn delili hüküm için, zilyedindekinden

daha kuvvetlidir. Zira dýþtan olanýn delili zilyed üzerine zilyedlik fiili isbat ettiðinden, isbat

bakýmýndan daha üstündür. Nitekim, Bahýr´da da Zeylâî´den naklen böyledir. Bu ifadeyi Nûru´l-Ayn,

Zahîre´den Mebsût´ta olan ifadenin aksine olarak nakletmiþtir. Kanaatimizce Zahire´ de olan

Mebsût´takinden daha saðlam ve daha kuvvetlidir. Zira Hülâsa da Herzâde´nin Velâ kitabýndan

naklen þöyle bir ifade vardýr: «Zilyed yavruyu iddia ederken zilyed olmayan davacý da onun kendi


mülkü oldu-ðunu iddia eder ve zilyedin kendisinden gasbettiðini veya o malý zilyede vedia veya

ariyet olarak verdiðini beyan ederse, onun delili zilyedden daha kuvvetli olur. Zira zilyedin delili

ancak yavru iddiasýnda zilyed ol-mayan davacý zilyedin mülkiyet fiilini iddia etmediði sürece tercih

edi-lir. Ama eðer zilyed olmayan davacý satýn almaya benzer zilyedin fiilini iddia ederse yine hüküm

için dýþtan olanýn delili daha kuvvetli olur. Çünkü onun delili isbat bakýmýndan daha fazladýr. Ayrýca

bu delil, zilyad jçin zilyedlik fiilini de sabit kýlmaktadýr.»

«Kenz´de ilh...» Zira Kenz adlý eserin sahibi þöyle demektedir: «Da-va konusu mal üçüncü bir

þahsýn elinde olsa ve tarih tesbit edilemese, o zaman dava konusu mal her ikisinin olur. Çünkü

Musannifin, «Zilyed •olan ve zilyed olmayan iki davacýnýn beyan ettiði tarihe hayvanýn yav-rusunun

yaþý uygun düþmüyorsa» sözü Kenz adlý eserdeki görüþten da-ha geneldir. Yine Kenz´in, «Her

ikisinin olur» sözü «Eðer onlardan biri-sinin elinde olmazsa» sözü ile de kayýtlýdýr.

Gûrer ve Mültekâ´nýn ifadeleri ise, «Eðer güçlük olursa, o takdirde dava konusu mal her ikisinindir.

Eðer her ikisine de muhâlifse, bâtýl olur» þeklindedir. Sârin, Mültekâ Þerhinde þöyle der: «Dava

konusu mal zilyede istihkak sebebiyle deðil terk için hükmedilir. Hidâye ve Kâfî adlý eserlerde de bu

görüþ tercih edilmiþtir.»

Ben derim ki: Davacýlarýn hayvanýn yavrusu için beyan ettikleri ta-rihin hayvanýn gerçek durumuna

uymamasý, yavrunun yaþýnýn tesbit edi-lememesi ile ayný nitelikte oluþunda þüphe yoktur. Nitekim

bu Tenvir, Dürer, Bahir ve diðer eserlerde açýk ifade edilmiþtir.

Ben derim ki: Þurunbulâlî, Hâkimin Kâfi adlý eserinden naklen ilk görüþün daha kuvvetli olduðunu

söylemiþtir. Çünkü iki delilden birisinin yalan olmasý kesindir. O zaman malýn mülkiyeti zilyede

terkedilir.

«Zeyd´den ilh...» Bu ifade elimizdeki nüshalarda böyledir. Ama bu-nun doðrusu, «Zilyed olmayan

davacýlardan birisi, o malýn kendi elinden gasbedildiðini iddia etse» þeklindedir.

Zeylâî ve Minah´ta þöyle denilmiþtir: Bir mal bir kimsenin elinde ol-sa dýþarýdan iki kiþi de ayrý ayrý o

malýn kendisinin olduðunu iddia etse-ler, birisi o malýn kendisinden zilyed tarafýndan

gasbedildiðine delil ge-tirirken, diðeri de o malý zilyede vedîa olarak verdiðine dair delil getir-se,

ikisinin davasý da eþit olduðundan o mal her ikisinin arasýnda yarý yarýya olmak üzere hükmedilir.

Zira vedîa da inkâr halinde gasb sayýl-maktadýr. Hatta onu tazmin ettirmek de gerekli olur.» Medenî.

«Þehâdette ilh...» Hasým eðer þahidin köle olduðunu ileri sürerse, o zaman þahidin, «Ben hürüm»

sözü kabul edilmez. Ancak hür olduðuna dair delil getirirse, o zaman hür kabul edilir. Fakat hasým

þahidi itham etmezse, o zaman, «Ben hürüm» demesi yeterlidir.

Birisi bir diðerine zina iftirasý atsa, sonra da iftira attýðý kimsenin köle olduðunu bu sebeple

kendisine had vurulmayacaðýný iddia etse, ona had vurulmaz. Ýftira atana had, ancak iftira atýlan

kimse hür olduðunu ispat ettiði zaman vurulur.

Birisi diðerinin elini kesse veya onu öldürse, katilin hýsýmlarý öldü-rülen kimsenin köle olduðunu

iddia etseler, o zaman öldürülen kimsenin vârisleri onun hür olduðunu ispat edene kadar tam diyet

veya kýsasa hükmedilemez. T.

«Elbiseyi giyen îlh...» Þeyh Kasým þöyle demiþtir: «Elbise, onun gi-yen kimseye hak ettiði için deðil

terkedilmek için hükmedilir. Hatta giyene terkedilmesi hükmünden sonra, eteðinden tutan kimse

elbisenin kendisi-nin olduðuna dair delil ikâme etse, elbise ona hükmedilir.» Þurunbulâliye.

«Eyere binmiþ olan ilh...» Nâtifî bu rivayeti Nevâdir eserlerinden yapmýþtýr. Zahiri rivayette ise, o

hayvan eyerin üstüne binenle terkisine binen arasýnda yarý yarýya taksim edilir.

Ben diyorum ki: Þu kadarý var ki, Hidâye ve Mültekâ´da olan ifade metinde olanýn aynýsýdýr. Ama

bunun aksine her ikisi de eyere binmiþ iseler, tek sözle o hayvanýn ikisinin olduðuna hükmedilir.

Gayet adlý eserde olduðu gibi. Ýþte bundan þu da anlaþýlmaktadýr ki, eðer bindikleri hayvan eyerli

deðilse, her ikisinin arasýnda ortaktýr. Þurunbulâliye.

«Yükünü yüklemiþ olan ilh...» Bu söz þu ifadeden kaçýnmak için konulmuþtur. Bir hayvana yük

yükleyen iki kimseden birisinin yükü çok, diðerininki az olsa, Meselâ, birisinin yükü bir batman,

diðerininki yüz batman olsa, bu hayvan iki kiþi arasýnda ortaktýr. Tebyîn adlý eserde de böyledir.

«Bir binada oturan iki adam ilh...» Ýnaye´de de böyledir. Bedîyiu´s-Sanâyi adlý eserde olan, Ýnâye adlý

eserde olanýn aksinedir. Bedâyiu´s-Sanâyi´in ifadesi þöyledir: «Eðer iki kiþi bir binayý iddia etseler,

birisi o evde ikâmet ediyorsa, ev ikâmet edenindir. Davacýlardan birisi binaya bir ek yapsa veya

orada bir kuyu kazsa, bina onundur. Ama böyle her-hangi bir ilâve yapmasalar, birisi binanýn

içinde, diðeri dýþýnda olsa, bi-nanýn ikisinin olduðuna hükmedilir. Ýkisinin binanýn içinde olmalarý


hali de yine böyledir. Zira gayri Menkûlün üzerindeki, Gayri menkûlün içinde bulunmakla sabit

olmaz. Onun sahibi ancak tasarrufla sabit

BÝR UYARI: Bedâyiu´s-Sanâyi´de þöyle denilmiþtir: «Herhangi bir þe-yin tasarrufunda bulunduðu

için davacýlardan birisinin mülkü olduðuna hükmedilirse, karþý taraf talep ederse onun yemin

etmesi gerekir. Eðer yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhine hükmedilir. Þurunbulâliye.

«Bundan biliniyor ki ilh... » Yani serginin üzerine oturma meselesinden Zeylâî: «Yine her ikisi de o

serginin üzerinde otururlarsa, sergicinin ikisinin olduðuna hükmedilir. Ama bunun aksine iki kiþi

bir binada oturur ve her ikisi de benim diye iddia ederlerse, o binanýn onlarýn ikisi-nin olduðuna

hükmedilemez. Çünkü baþka bir adamýn tasarrufunda bu-lunma ihtimali vardýr. Ýþte bundan

biliniyor ki, o sergi bunlarýn dýþýndaki bir kimsenin elinde deðildir» demiþtir.

«Duvar, direkleri üzerine olanýndýr ilh...» Eðer duvarýn üzerinde biri-sinin bir veya iki kiriþi diðerinin

de duvar üzerinde üç veya daha fazla kiþi varsa, Nevâzil´de zikredilmiþtir ki, duvar, üç veya daha

fazla kiriþi olana hükmedilir. Üçten aþaðý kiriþi olana da kiriþlerini koyma hakký ve-rilir. Nevazil

sahibi, «Bu istihsânen böyledir» demiþtir. Bu istihsanî hü-küm de Ebû Hanîfe´nin görüþü ve Ebû

Yusuf´un son görüþüdür.

Ebû Yusuf, «Kýyasen duvarýn ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim edilmesi gereklidir» der. Ebû

Hanîfe de önce bu kýyasla hükmetmiþ, son-ra da istihsana dönmüþtür. Kâdýhân duvar ve yol davasý

bahsinde. Hâmi-dî de bu görüþe göre fetva vermiþtir. Böyle bir duvarýn tamiri gerekirse, duvarýn

üzerine kiriþini koymaya hak kazanan kimse kiriþinin yerini Hâmidiye´de de olduðu gibi alttan

kiriþine kadar tamir eder. Nitekim benim kanaatim de bu yöndedir. Sâyýhânî.

Sâyýhânî þöyle der: «Bezzâziyye´de, «Ýki kimse arasýnda ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisinin

duvar üzerinde bir yükü bulunsa, diðeri de eðer duvar taþýrsa bir öncekinin yüklediði yük kadar yük

yükleyebilir. Eðer duvar taþýmazsa yükünü koyan kimsenin dilerse yükünü kaldýrma-sýna, dilerse

yükünün bir kýsmýný kaldýrmasýna hükmedilir. Bu þekilde her iki durumda da aralarýnda adalet

saðlanmýþ olmaktadýr» denilmiþtir. Özetle.

Yine Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Ýki kimsenin ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisi duvarýn

üzerine bir kat çýkmak istese, ona engel olu-nur. Yine ortaklardan birisi duvarýn üzerine bir

merdiven koymak isterse, engel olunur. Ancak eskiden duvar üzerinde merdiveni varsa, engel

olunmaz.» Hâmidiye.

«Dört yandan bitiþik ilh...» Bir taraftan ortak bir duvara bitiþik ola-rak dört köþeli ek yapýlýrsa yeterli

olur mu? Zahiri rivayette dört taraf-tan bitiþik dört köþeli ek yapýlmasý þart ise de, Tahâvî´nin

rivayetine gö-re bir taraftan bitiþik olmasý da yeterlidir. Tahâvî´nin bu rivayeti daha da açýktýr. Eðer

böyle bir duvar üzerine taraflarýn her ikisi de delil getirirler-se, duvarýn ikisinin olduðuna

hükmedilir. Eðer davacýlardan yalnýz bir tanesi delil ikâme ederse, ona hükmedilir. Hâmidiye´den

özetle. Hâmiþ´te de böyledir.

Davacýlarýn her ikisinin duvarlarýna dört taraftan veya komþu olarak bitiþik olursa duvarýn ikisinin

olduðuna hükmedilir. Eðer duvar, birisine dört taraftan bitiþik diðerine de yapýþýksa, duvar dört

taraftan bitiþik ola-nýn sahibine hükmedilir. Ama bu duvar birisine dört taraftan bitiþik ve diðeri de

üzerine kiriþlerini koymuþ ise. duvarý bitiþik olan lehine hüküm vermek daha uygundur.

Duvarýn üzerinde birisinin kiriþleri bulunuyor, diðerinin de duvarla-rýna bitiþik bulunuyorsa, kiriþleri

bulunan daha uygundur. Molla Ali´nin yazýsýnda da böyledir.

«Birisinin kiriþi olsa ilh...» Molla Ali, þöyle demiþtir: «Birisinin kiriþ-leri altta diðerinin kiriþleri bir

tabaka üstte ise, o zaman kiriþleri altta olana hükmedilir. Çünkü altta oluþu onun tasarrufunun eski

olduðuna delâlet eder. Ancak bir tabaka yukarýya kiriþlerini koymuþ olanýn kiriþ-leri de kaldýrýlmaz.»

Ýmâdiye. otuz beþinci fasýl.

METÝN


Sahibinin rýzasý olmaksýzýn bir duvara konulan kiriþlerin kaldýrýlmasý-ný isteme hakký kiriþlerin

kaldýrýlmasýndan ibra edilmekle düþmez. Bu hak, kiriþlerin konulusu sýrasýnda anlaþma yoluyla

birþey vermekle de düþmez. Satým akdi ve af ile de sakýt olmaz. Çünkü kiriþlerin ne kadar

konulacaðý meçhuldür.

Bir kimsenin evini binasýnýn duvarýna kiriþlerini koyan kimseye ki-raya vermiþ olsa, yine kiriþlerini

kaldýrma isteðinde bulunma hakký düþ-mez. Bu konu Eþbâh´ýn sakýt olan haklarýn dönmemesinin

hükümleri bahsindedir.

Bir bina içerisinde iki dairesi olan kimse ile bir dairesi olan kimse, binanýn .avlusu, hususunda yol


gibi ortaktýrlar. Ama sulama hakký bina meselesinin aksinedir. Zira sulama hakký herkesin

topraðýnýn miktarýna göre verilir.

Zilyed olmayan iki kiþi bir toprak parçasýnýn zilyedi olduklarýna dair delil ikâme etseler, topraðýn

ikisinin olduðuna hükmedilir. Ýkisi yarý ya-rýya o topraða mâlik olurlar. Ama birisi zilyed olduðuna

dair delil getir-se veya ona tasarruf etse, onun zilyed olduðuna hükmedilir.

Bir kimse bir malýn mülkü olduðunu iddia etse, þahitler o malýn geç-miþ zamanýndan beri onun

mülkü olduðuna þahitlik etseler, þahitlikleri kabul edilir. Çünkü herhangi bir zamanda mülkiyeti

sahip olan bir þeyin mülkiyeti izale edecek bir þey bulunmadýðý takdirde, mülkiyetin devamý-na

hükmedilir. Dürer.

Ne söylediðini bilen bir çocuk, «Ben hürüm» dese, balið olan gibi onun sözü de kabul edilir. Ama o

çocuk birisinin zilyedinde olduðu halde baþka bir kimsenin kölesi olduðunu söylerse, bu .sözü

kabul edilmeye-rek o çocuðun zilyedin kölesi olduðuna hükmedilir. Çünkü o çocuk, ne söylediðini

bilmeyen çocuk gibi kölesi olduðunu söylediði kiþinin zilyed olmadýðýný ikrar etmiþtir.

Bu çocuk büyüse, hürriyetini iddia etse, hür olduðuna dair delil getirirse kabul edilir. Çünkü sabit

olmuþtur ki, hürriyet davasýnda çe-liþki, davanýn sýhhatine engel deðildir.

ÝZAH

«Bu konu Eþbâh´ýn ilh...» Bir kimse komþusundan duvarýnýn üzerine kiriþini koymak veya duvarýnýn

dibinde kuyu açmak için izin istese, o da verse, izin isteyen de bunlarý yapsa, daha sonra duvarýn

sahibi evi satsa, alan kimse kiriþlerin kaldýrýlmasýný veya kuyunun kapatýlmasýný iste-se, her ikisini

de yapabilir. Ancak eski ev sahibi evi satarken kiriþlerin kaldýrýlmamasýný veya kuyunun

kapatýlmamasýný þart koþsa, müþteri de bu þartlarý kabul etse, o zaman kiriþleri kaldýrma veya

kuyuyu kapatma isteðinde bulunamaz. Kâdýhân´ýn satým akdine giren meseleler babýnýn birinci

faslýndan. Bunun benzeri Bezzâziyye´nin kýsmet bahsi ile Eþbâh´ýn ariyet bahsinde de

bulunmaktadýr. Mesele ariyet bahsinde yeni-den gelecektir.

«Avlusu hususunda ilh...» Eðer hisseleri bilinmiyorsa, Minyetü´l-Müfti.

«Yol gibi ilh...» Yol, evdeki hisselerine göre deðil, evde oturanlarýn sayýsýna göre taksim edtlir. Ama

sulama hakkýnda, sulanacak arazinin sahiplerinin paylarý bilinmediði takdirde su, mülkte tasarruf

eden kiþiler sayýsýnca deðil, mülkte tasarruf oranlarýna göre taksim edilir.

PRATÝK BÝR MESELE:

Sâbât (iki duvar arasýndaki örtü) birisinin duvarýnýn üzerinde olsa, duvar yýkýlsa, kitap sahibi o

örtüyü asmanýn yine duvar sahibine ait ol-duðunu söylemiþtir. Zira örtünün konulmasý onun

hakkýdýr. Ebû Bekir Harezmî de bununla fetva vermiþtir. Yani yýkýlan duvarýn sahibinden du-varý

yeniden yapmasý istenir. Kasým bin Kutluboða´mn Duvar kitabýnýn üçüncü faslýndan.

«Sulama hakký ilh...» Bir binadaki on dairenin sahibi olan birisi ile ayný binadaki bir evin sahibi olan

diðer bir kimse, binanýn avlusu husu-sunda anlaþmazlýða düþseler veya birisinin elindeki elbisenin

bir kýsmýný tutan kimse diðeriyle elbise hususunda niza etse, avlu veya elbise iki-sinin arasýnda

ortak olarak taksim edilir. Zira þahitlerin çokluðuna iti-bar edilmediði gibi delillerin çokluðu da bir

tercih sebebi deðildir. Bura-da tasarrufun çok olmasýna da itibar edilemez. Bezzâziyye. Onüçüncü

fasýl. Bu açýklamadan anlaþýldýðýna göre, bu mesele eðer mülkün aslý meçhul ise böyledir. Mülkün

aslý biliniyorsa, meselâ o binanýn hepsi bir kimsenin olsa, sonra birkaç çocuk býrakarak ölse, o bina

çocuklarý ara-sýnda taksim edildiði gibi, avlu da herkesin hissesine göre taksim edilir.

«Topraðýn miktarýna göre ilh...» Arazi çoðaldýkça onun su ihtiyacý da artar o Zaman sulama hakký

da arazinin büyüklüðüne göre takdir edilir. Ama evin avlusundan yararlanma hakký bunun

aksinedir. Çünkü o yoldan geçiþ gibi mülkün çoðalmasýyla yararlanma çoðalacak birþey deðildir.

Zeylâî.

Avluda, þüf´â hakkýnda, taksim memuruna verilen ücret, zulmen alý-nan vergiler, âkile, batma

korkusuyla gemiden atýlan yüklerde insanla-rýn sayýsýna göre taksim yapýlýr. Þeyh Þâhin´in yazdýðý

da böyledir. Ebus-suud.

«Zilyed olmayan iki kimse ilh...» Minah ve Dürer´de de böyledir. Hidâye ve Zeylâî ile diðer kitaplarýn

ifadesine göre bu dýþtan olan dava-cýlarýn her ikisi de zilyeddir. Fusûleyn´de ise, «Her ikisi de malýn

kendi-sine ait olduðunu ve kendi elinde bulunduðunu iddia etse, Ýmam Muhammed, Asi adlý kitapta

zikretmiþtir ki, her ikisinin de delil ikâme etmeleri gerekir. Eðer delil ikâme edemezlerse, yemin

etmeleri gerekir. Zira her ikisi de davanýn kendi aleyhine yöneldiðini ikrar etmektedir. Zira onlar-dan

her biri zilyedin kendisi olduðunu iddia etmektedir. Bunlardan birisi delil getirse, onun zilyed


olduðuna hükmedilir, o davalý durumuna diðe-ri de davacý durumuna gelir. Her ikisi de delil

getirseler, o zaman dava konusu mal, her ikisi de zilliyeti isbat ettiklerinden her ikisine taksim

edilir. Gayr-i menkûldeki mülk davasýnda, ancak zilyedin davasý dinle-nir. Zilliyet davasýnda ise

zilyed olmayan münazaa ederse dava onun aleyhine kabul edilir. Bu durumda o, asýl maksadý

zilyedlik olmakla bir-likte bunun tebean gayri menkûlün mülkiyetine davacý sayýlmýþ olur.»

denilmiþtir.

Kifâye´de þöyle denilmiþtir: «Timurtaþî þöyle zikretmiþtir: Davacýlar-dan her biri diðerinden

kendisinin elinde bulunmadýðýna dair yemin et-mesini taleb etse, bunlarýn herbiri kesin yemin

ederler. Bunlarýn her iki-si yemin ettiklerinde karþý tarafýn elinde olmadýðýna dair yemin etseler, her

ikisinin de zilyed olduðuna hükmedilemez. Bunlarýn ikisi de hasýmýn davasýndan beri olurlar, dava

edilen mal da kime ait olduðu ortaya çýkana kadar bekletilir. Böyle bir yemin talebinde

bulunulduðunda her ikisi de yeminden kaçýnsalar, o zaman yarýsý birisine, yarýsý da diðerine

hükm-edilir. Bunlardan yalnýz bir tanesi yeminden kaçýnýrsa onun aleyhine hükmedilerek onun

zilliyetinde olana ötekine teslim edilir. Böyle dava edilen bir bina üçüncü bir kimse için delil teþkil

etmez».

«Zilyedin kölesi olduðuna hükmedilir ilh...» Kölelik ikrarýnýn zararlý bir tasarruf olduðu ve çocuktan

böyle bir ikrar sadýr olursa, buna itibar edilmeyeceði söylenemez. Çünkü biz burada bu hükmü

çocuðun sözü ile deðil, zilyedin muarýzý bulunmadýðýndan onun davasýyla tesbit ettik. Bir de, kölelik

ikrarýnýn zararlý olduðunu kabul etmiyoruz. Çünkü daha son-ra hürriyet davasý ile bu durum telâfi

edilebilir. Ýnsanda asýl olan hürri-yettir de denilmesin. Çünkü dava delilsiz kabul edilmez. Çocuðun

zilye-din elinde bulunmasý onun sözü zilyedin aleyhine kabul edilmesini ge-rektirmez. Bulunan bir

çocuk gibi. Çocuðu bulan kimsenin onun kölesi olduðunu iddia etmesi halinde sözü kabul

edilmemesi de böyledir. Zira biz deriz ki, aslýn üzerine ona muhalif olan bir delil arýz olsa, aslý ibtal

eder. Zilliyetin sübutu mülkiyetin delilidir. Bir de bulunan çocuk akýllýca konuþarak köleliðini ikrar

etse, hüküm asla muhalif olduðunu kabul et-meyiz. Eðer çocuk kendi adýna konuþup köleliðini ikrar

etmese, her yö-nüyle bulan kimsenin elinde deðildir. Çünkü bulan kimse yed-i emindir. Zeylâî. özet

olarak.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:25:57
NESEB DAVASI BABI

METÝN

Neseb konusuyla ilgili iddialar iki kýsma ayrýlýr. Birincisi, hamile býrakma iddiasý olup hamililiðin

baþlangýcýnýn davacýnýn mülkiyetinde meydana gelmesi demektir. Ýkincisi de hürriyet davasý olup

bu onun aksinedir. Birincisi daha önce olduðundan daha kuvvetlidir. Çünkü o. gebeliðin

baþlangýcýna dayanmaktadýr. Hürriyet davasý ise, yalnýz mevcut durumla ilgili bulunur. Bunun

açýklamasý ileride gelecektir.

Satýlan bir câriye, satýldýðý günün tarihi itibariyle altý aydan az bir zaman zarfýnda doðum yapsa,

satýcý cariyenin doðurduðu çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, o çocuðun nesebi

istihsanen satýcýya sabit olur. Çünkü onun annesi olan cariye satýcýnýn mülkü iken onu kan pýhtýsý

olarak almýþtý. Neseb davasý gizlilik üzerine bina edildiðinden ondaki çeliþki affedilir. Satýcýnýn

davasý sahih olduðu zaman satýlan cariye satan erkeðin Ümmü´l-veled olur ve satým akdi feshedilir.

Satýcý onun semenini geri verir.

Ümmü´l-veled; efendisinden çocuk doðuran cariye anlamýna gelir. Böyle bir cariye artýk satýlamaz.

Baðýþlanamaz. Efendisi ölünce de hür olur.

Þu kadarý var ki. müþteri satýcýdan önce çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, çocuðun

nesebi ona teslim edilir, cariyenin onun ümmü´l-veledi olduðu onun ikrarý ile sabit olur. Bazý âlimler

tarafýndan da müþterinin sözü þöyle yorumlanýr: Müþteri, aldýðý cariyeyi daha önce nikâhlamýþ.

Çocuðu dava etmiþ ve sonra da satýn almýþtýr.

Satýcý ile müþteri çocuðun kendisinin olduðunu iddia etseler veya müþteri satýcýdan sonra çocuðu

kendisinden olduðunu iddia ederse. o zaman neseb müþteriye tesbit edilemez. Çünkü onun

satýcýdan sonraki davasý, çocuðun hürriyet davasýdýr. Satýcýnýn davasý ile çocuk isteme davasý

olduðundan müþterinin davasýndan daha kuvvetlidir. Bu sebeple çocuðun nesebi satýcýya tesbit

edilir. Nitekim bu mesele yukarýda geçmiþtir.

Böyle bir çocuðun nesebi, annesinin ölümünden sonra dava edilesi halinde de yine satýcýya tesbit

edilir. Ama çocuðun ölmesi bunun aksinedir. Çünkü asýl dava konusu fevt olmuþtur. O zaman

annesinin ölümünden sonra satýcý çocuðu atýr, müþteri de cariyenin bütün semenini Ebû Hanîfe´ye

göre geri alýr. Ýmameyn´e göre ise, yalnýz kýymetten çocuðun hissesine düþeni geri alýr.

Müþterinin anne ve çocuðu beraberce azad etmesinin hükmü de onlarýn ikisinin beraber ölümü

gibidir. Burada müdebber kýlma sözleþmesi yapmak da azad gibidir. Çünkü tedbir de yine azad gibi

ibtali kabul etmez. Satýcý bütün imamlarýn ittifaký ile müþteriye yalnýz semenden çocuðun hissesine

düþen kýsmý geri verir. Mültekâ ve baþkalan.

Yine müdebber kýlma ve azad durumlarýnda Ebû Hanîfe´nin saðlam görülen görüþüne göre. satýcý

hem çocuðun hemde annesinin semenini müþteriye geri verir. Nitekim Kûhistanî ve Bürhan´da da

böyle zikredilmiþtir.

Dürer ve Minah´ta da Hidöye´den naklen annenin semeninin geri verileceði be´yan edilmiþtir. Kâfî´de

de Mebsut´tan naklen bunlara karþý çýkarýlarak geri verilemeyeceði beyan edilmiþtir.

Mevâhib´in ifadesi ise þöyledir: «Çocuðun annesi olan cariyenin azadýndan veya ölümünden sonra

satýcý onun kendi çocuðu olduðunu iddia ederse, nesebi ona sabit olur. Ýmam-ý Azam´a göre

semenin tamamýný müþteriye geri verir. Ýmameyn ise, yalnýz çocuðun semeninin geri verilmesine

hükmetmiþlerdir. Bazý âlimler tarafýndan ise azad da ittifakla cariyenin hissesini geri vermeyeceði

söylenmiþtir».

Yukarýdan beri zikredilen bu cariye, satýldýktan itibaren iki yýl sonra doðum yaparsa, satýcý bu

çocuðun kendisine ait olduðunu iddia etse, müþteri de onu tasdik ederse. müþterinin tasdiki ile

onun nesebi tesbit edilir ve o cariye sözlük anlamda satýcýnýn nikâhla Ümmü´l-veled´i olur. Zira, biz

burada satýcýnýn iþini salâh üzere yorumlarýz.

Yalnýz þu mesele kalmýþtýr: Bu cariye hamlin enaz süresi olan altý aydan çok ve iki yýldan az bir süre

içinde doðurursa ve satýcý bu çocuðu iddia ederse. müþteri onu tasdik ederse, bunun hükmü birinci

meselenin hükmü gibidir. Çünkü hamlin bey´den evvel olma ihtimali mevcuttur. Eðer müþteri

satýcýyý tasdik etmezse o çocuðun nesebi tasdik edilemez.

Satýcý ile müþteri böyle bir çocuk hakkýnda onlaþmazlýða düþmüþ olsalar, burada kabul edilebilir

söz, ittifakla müþterinindir. Delil de Ebû Yusuf´a göre müþterinindir. Ýmam Muhammed buna karþý

çýkmýþtýr. Surunbulâliye ve Þerh-i Mecma.


Efendisi, yanýnda doðum yapan cariyeyi satsa, onu alan müþteri de onu sattýktan sonra birinci

satýcý cariyenin çocuðunun kendisinin olduðunu iddia etse, hamilelik onun mülkünde iken

olduðundan çocuðun nesebi ona tesbit edilir ve satýþý da reddedilir.

Mecmâ´da þöyle denilmiþtir: «Eðer o cariye müþterinin yanýnda iki defa doðum yapsa, bu

çocuklardan bir tanesi satýþ tarihinden itibaren altý aydan az bir süre içinde, diðeri ise altý aydan

fazla bir zaman içinde doðsa. satýcý birinci çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, müþteri onu

tasdik etmese de çocuðun nesebi satýcýya tesbit edilir.»

ÝZAH

«Da´vetü sözü ilh...» Bu kelime dal harfi esre olunca, «Neseb, iddia etmek» üstün hareketi olunca,

«Yemeðe davet etmek» anlamýna gelir.

«Davacýnýn mülkünde ilh...» Nitekim bir kimse oðlunun cariyesi ile cinsi iliþkide bulunmuþ olsa

câriye de doðum yapsa bu kimse çocuðun kendisinin olduðunu iddia etse, onun câriye üzerinde

mülkiyet hakký doðduðu gibi çocuðun da azadý sabit olur. Ancak bu kimse oðluna cariyenin

kýymetini tazmin eder.

«Altý oydan îlh...» Bu cariye satým tarihinden itibaren en geç altý ayýn içinde doðum yaparsa, satýcý

bu çocuðun kendisine ait olduðunu iddia ettiði takdirde çocuðun nesebi ona baðlanýr. Ancak

Musannýf´ýn bu sözü satýcý ile satýcýnýn satýþ tarihi üzerinde ittifak etmeleri halinde geçerlidir. Eðer

tarih üzerinde görüþ ayrýlýðý varsa Tatarhâniye´de Kâfî adlý eserden naklen þöyle denilmiþtir:

«Satýcý, «Ben cariyeyi þu ayda sana sattým, doðurduðu çocuk bendendir» müþteri de, «Sen bana

satalý bir yýldan fazla zaman geçti, çocuk senden deðildir» deseler, burada söz hakkýnýn müþteriye

ait olduðunda görüþ birliði vardýr.

Satýcý ve müþterinin her ikisi de delil ikâme ederlerse. Ebû Yusuf´a göre delil de yine müþterinindir.

Ýmam Muhammed´e göre ise delil satýcýnýndýr. Beyyine Þarih bu meseleyi ileride, «eðer

anlaþmazlýða düþseler» konusu içinde zikretmiþtir.

Musannýf´ýn burada satýcýnýn davasý þeklinde kayýtlamasý, eðer bu eðer bu davayý bey´i deðil satýcý

deðil de oðlu açmýþ olsa, Müþteri de onu yalanlasa, satýcý ister oðlunu tasdik etsin, ister tasdik

etmesin oðlunun davasý bâtýldýr. Bu meselenin tamamý Tatarhâniye´dedir.

«Ýddia etse ilh...» Musannýf´ýn bu sözü iddia kelimesinin baþýna «fa» harfini eklemesinden de

anlaþýldýðý gibi, satýcýnýn doðumdan önceki davasý doðuma kadar bekletilir. Eðer kadýn çocuðu

canlý doðurursa, neseb sâbit olur. Çocuk canlý doðmazsa neseb sabit olmaz. Nitekim Ýhtiyâr´da da

böyledir.

Cariye birkaç kiþinin ortak malý olsa, cariyeyi birisi satýn alsa, carive doðum yapsa, ortak olanlarýn

hepsi o çocuðun kendisine ait olduðunu iddia etseler, Ebû Hanîfe´ye göre bu çocuðun nesebi

onlarýn hepsine sabit olur. Ýmameyn ise o çocuðun nesebinin ancak iki kiþiye sâbit olabileceðini

söylemiþlerdir. Ortaklar çocuðu iddia etmezlerse, Nazým adlý eserde olduðu gibi çocuðun nesebi

sâbit olmaz.

Musannýf´ýn mutlak ´ifadesinden anlaþýlýyor ki, müþteri eðer satýcýyý tasdik etmez ve satýcýya,

«Hamilelik cariye senin yanýnda iken olmamýþtýr» derse. dýþ görünüþün þahâdetiyle söz satýcýnýn

olur. Bunlardan hangisi delil getirirse, onun delili kabul edilir. Her ikisi de delil getirirlerse, Ebû

Yusuf´a göre müþterinin delili, Ýmam Muhammed´e göre satýcýnýn delili kabul edilir. Nitekim Mülteka

þerhi Minye´de de böyledir.

«Nesebi istihsânen sotýcýya sabit olur ilh...» Müþteri satýcýyý ister tasdik etsin, ister tasdik etmesin.

Nitekim Gûrerii´l-Efkâr´da da böyledir.

Musannýf´ýn satýcý kelimesini mutlak zikretmesi sebebiyle «satýcý» kelimesi müslim, zýmmî, hür ve

mükâtebi de kapsamýna alýr. Ben Ýhtiyâr´dan naklen böyle gördüm.

«Ýstihsânen ilh...» Kýyas´a göre deðil. Çünkü satýcýnýn cariyeyi satmasý, Ümmü´l-veled deðil cariye

olduðunu ikrardýr. Kýyâsa göre bakýldýðýnda satýcýnýn çeliþkiye düþmüþ olmasý gerekir.

«Onun Ümmü´l-Veled oluþu ilh...» Eðer câriyenin durumu meçhul olursa hüküm böyledir. Çünkü,

«Çocuðun kendisinden olduðu iddiasý» konusunda geçtiði gibi, bir kimse bir câriye ile zina etse,

cariye doðum yapsa müteakip de o cariyeyi satýn alsa, o cariye Ümmü´l-Veled olmaz. Eðer çocuðu

satýn alýrsa, çocuk azad edilmiþ olur.

Birisi anne veya babasýnýn cariyesi ile zina etse, cariye bu zinadan gebe kalarak doðursa, adam

helâl olduðunu sanarak zina ettiðini iddia etse, o çocuðun nesebi sabit olmaz. Ama o adam o


çocuða mâlik olursa, çocuk azad olur.

Þârih çocuðun kendisinden olduðunu iddia konusunda þöyle demiþtir: «Bir kimse anne veya

babasýnýn câriyesi ile zina ettikten sonra ona malik olsa, o cariye Ümmü´l-Veled´i olmaz. Zira ondan

doðan çocuðun nesebi sabit olmamýþtýr. Sâyýhânî.

«Ýkrarý ile ilh...» Satýcýnýn müþterinin iddiasýndan sonra davasý sahih olmaz. Çocuðun nesebi sabit

olduðundan o çocuðun neseb sübutuna ihtiyacý yoktur. Hem de, neseb davasý ibtali ihtimal kabul

etmez. Zeylâî.

«Çocuðun ölmesi bunun aksinedir. îlh...» Yani bu cariye, altý aydan az bir zaman içinde doðum

yapsa, asýl olan çocuðun ölümü ile cariye olan annesinde Ümmü´l-Veled´lik sabit olmaz. Çünkü

çocuk ölünce nesebe ihtiyaç kalmadý.

«Bütün semenini ilh...» Yukarýda da açýklandýðý gibi efendi Ümmü´l-Veledini satmýþ durumdadýr.

Ebû Hanîfe´ye göre, onun maliyeti akitte ve gasbta mütekâvvim deðildir. Bu yüzden müþteri onu

tazmin etmez. Ýmameyn´e göre ise, onun maliyeti takdir edilir ve müþteri onun kýymetine zamindir.

Hidâye.

«Kýymetten çocuðun hissesine düþeni ilh...» Anne ve çocuðun azad edilmesi ölümleri gibidir. Hatta

bir kimse, anne olan cariyeyi azad ettiði halde çocuðunu azad etmese, bu satýcý çocuðun

kendisinden olduðunu iddia etse, davasý sahih olur, o çocuðun nesebi ona sabit olur. Ama eðer bu

kimse anneyi deðil de doðurduðu çocuðu azad ederse, ölüm gibi satýcýnýn davasý ne çocuk ve ne

de câriye olan annesi hakkýnda geçerli olmaz. Minah.

«Çocuðun hissesine düþen kýsmýný geri verir ilh...» Eðer çocuðun annesi olan cariyeyi azad eder

veya onu müdebber statüsüne sokarsa.

«Annesinin semenini ilh...» Bu meselenin özeti þöyledir: Satýcý, annesinin hissesi olan semeni geri

verir. Ölüm ve azad halinde Ebû Hanife´ye göre yalnýz çocuðun hissesine düþen semeni geri verir.

Ýmameyn´e göre ise, her iki durumda da semenden yalnýz çocuðun hissesine düþeni verir.

Kâfi adlý eserde olan ifadeye göre ise, satýcý yalnýz azatta çocuðun geri verir. Çünkü azatta Ebû

Hanîfe´nin görüþü de Ýmameyn´in görüþü gibidir.

«Yine ilh...» Yani müdebber statüsünde ve azatta, demektir. Ölümü gelince ölümde de satýcý yine

anne olan cariyenin semenden olan hissesini Ebû Hanîfe´ye göre geriye iade eder. Nitekim bu

hususta Dürer´in sözü de delâlet etmektedir. Zira Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Müþteri cariye olan

anneyi azad veya müdebber kýlsa Ýmameyn´e göre satýcý yalnýz onun semeni karþýlýðýný müþteriye

geri verir. Ebû Hanîfe´ye göre ise satýcý semenin hepsini sahih görüþünde olduðu gibi, müþteriye

iade eder. Nitekim ölümü de böyledir.» Hidâye´de de böyledir. H.

«Dürer ilh...» Mebsut´ta þöyle zikredilmiþtir: «Anne olan cariyenin hissesini deðil, ittifakla çocuðun

hissesini geriye verir. Bu görüþ ile ölümle azadýn arasý ayýrt edilir. Þöyle ki, hâkim, satýcýyý

kanaatinde yalanlamýþtýr. Zira hâkim o cariyeyi müþterinin azadlýsý saymýþtýr. Buna göre satýcýnýn

inancý bâtýl olmuþtur. Ölüm kýsmýnda ise yalanlama bulunmadýðýndan, satýcý kendi inancýyla

muâheze edileceðinden, anne olan cariyenin hissesine düþen semeni müþteriye geri verir. Kâfi´de

de böyledir.

Þu kadarý var ki, Zeylâî´de, Mebsût´un Ýfadesi rivayet edilerek tercih edilmiþtir. Zeylâî´de de bu

rivayete zýd olan ve Hidâye´den yapýlan nakli saðlam gördüðünü belirttikten sonra þöyle demiþtir:

«Müþteri cariye için yapýlan satým akdi bâtýl olmadan semenin tamamýný nasýl geri isteyebilir?

Burada onun azad tasarrufu. ibtal edilmediði için yalnýz çocuðun hissesini geri verir. Bu þöyle olur:

Semen anne olan câriye ile çocuðunun kýymetlerine göre taksim edilir. Annenin kýymeti kabz

günündeki deðerine göre belirlenir. Çünkü câriye, müþterinin dýmanýna nabzla girmiþtir. Çocuðun

kýymeti ise, doðum tarihindeki deðerine göre belirlenir. Çünkü onun kýymeti doðum ile meydana

gelir.»

«Onun nesebi tesbit edilir ilh...» Eðer neseb iddiasýný câriyenin azadýndan veya ölümünden sonra

yaparsa, çocuðun nesebi ona sâbit olur. Ama çocuðun nesebini yalnýz müþteri iddia ederse. bu da

sahih olur. Böyle bir davada, hamile býrakma (istilâd) satýcý ile müþterinin her ikisi de çocuðun

nesebini iddia etseler veya birisi diðerinden daha önce iddia etse, satýcýnýn deðil, müþterinin davasý

sahih olur. Tatarhâniye.

«Nikâhla ilh...» Cariye, satýþtan iki yýl sonra doðum yapsa, müþteri satýcýnýn çocuðu isteme iddiasýný

tasdik etse, çocuðun nesebi satýcýya baðlanýr. Bu, müþterinin satýcýyý o câriye ile evlendirdiði

anlamýna gelir. Eðer böyle bir deðerlendirme yapýlmazsa, o zaman satýcýnýn zina ettiðini kabul


etmek gerekir.

«Birinci meselenin hükmü gibidir ilh...» Yani çocuk altý ayla iki yýl arasýnda doðmuþsa, satýcý bu

çocuðu iddia ederse, müþterinin tasdiki ile neseb sabit olur. Satým akdi ibtal edilir ve câriyede

satýcýnýn ümmü´l-Veledi olur. Tatarhâniye.

«Hamlin satýþtan önce olmasý ilh... Yani. hamileliðin baþlangýcýnýn satýþtan önceye ait olmasý

muhtemel bulunduðu için hamileliðin en az ve en çok süresi arasýndaki doðum sebebiyle, satýcýya

neseb sabit olur. Tatarhâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bizim burada zikrettiklerimiz. eðer doðum tarihi

bilinirse geçerlidir. Eðer bu cariyenin satýþtan itibaren altý aydan önce veya ki yýldan sonra doðum

yaptýðýnýn bilinmemesi halinde bakýlýr: Eðer bu durumdaki çocuðu satýcý iddia ederse. onun iddiasý

ancak, müþterinin tasdiki ile muteber olur. Ama çocuðun nesebini her ikisi birden iddia ederlerse, o

zaman hiçbirisinin davasý sahih olmaz. Ama bunlardan birisinin iddiasý daha eski olursa;

müþterinin davasý daha eski ise, davasý sahih olur. Eðer satýcýnýn davasý daha eski ise, o zaman

hiçbirisinin davasý sahih deðildin» denilmiþtir.

METÝN

Böyle doðan bir çocukla nesebi kendisine baðlanan baba, kitabet yapsa, veya rehin verse veya onu

evlendirmiþ olsa, sonra bu çocuðun kendisinin olduðunu iddia etse, hüküm yine böyledir. Bu

tasarruflarýn hepsi reddolunur. Ama azad meselesi bunun aksinedir. Nitekim bu konu yukarýda da

geçmiþti.

Bir kimse, yanýnda doðan ikiz çocuklardan birisini satsa, müþteri aldýðý çocuðu azad etse, sonra

satýcý yanýnda kalan diðer çocuðun kendi çocuðu olduðunu iddia etse, her iki çocuðun da nesebi

sabit kýlýnýr. Müþterinin azadý ibtal edilir. Çünkü o aslen hür olmaktadýr. Çünkü o çocuklarýn her ikisi

de satýcýnýn mülkünde iken anne rahmine düþmüþlerdir.

Satýcý ikiz doðuran cariyeyi gebe olarak almýþ olsaydý, onun azadý ibtal edilmezdi. Çünkü onun

davasý hürriyet davasýdýr. Çünkü hamilelik onun mülkünde iken meydana gelmiþ deðildir. O zaman

dava yalnýz hürriyet davasýna tahsis edilmiþtir. Aynî ve baþkasý. Musannýf do bu durumu özellikle

belirtmiþtir.

Bundan sonra Musannýf þöyle der: Satýcýnýn davasýnýn düþmesinin þöyledir: Satýcý, o çocuðun falan

isimli kölesinin oðlu olduðunu ikrar ederse, onun davasý kesinlikle sahih olmaz. Müctebâ. Musannýf

bu hileyi kendi deyimiyle þöyle ifade etmiþtir: Amr ismindeki bir adam kendisinin veya bir diðerinin

yanýndaki çocuk için, «Bu gâib olan Zeyd´in oðludur demiþ olsa, sonra da o benim oðlumdur dese,

ebediyyen onun oðlu olamaz.

Fakat gâib olan Zeyd aksine, Ýmameyn, o çocuðun ikrar edenin olduðunu söylemiþlerdir. Zira neseb

davasý sabit olduktan sonra, artýk onun bozulma ihtimali bulunmaz. Ama yalanladýktan sonra tasdik

ederse, o zaman davasý sahih olur. Ýþte bundan dolayý adam yanýndaki çocuðun önce kendisinin

olduðunu söylese, sonra do kendisinin olmadýðýný söylese, onun inkâr ediþi sahih deðildir. Zira

ikrardan sonra inkâr etmekle, iddia sürekli olarak bertaraf edilmiþ olmaz. Bu sebeple ikinci defa

ikrara da ihtiyaç yoktur. O halde Ýmâdiye´nin ifadesinde Molla Hüsrev´in zannettiði gibi sehv yoktur.

Nitekim Þurunbulâliye´de bunu ifade etmiþtir.

Adam kendi oðlu olduðunu söyledikten sonra çocuk onu tasdik ederse, sözü doðrudur. Ama tasdik

etmezse, sözü doðru olmaz. Eðer çocuk yeniden tasdike dönerse, babanýn ikrarýnýn devamlýlýðý

dikkate alýnarak çocuðun tasdiki yararlý olur.

Baba ikrarýný inkâr ederse, oðlu onun ikrarý üzerine delil getirirse delili kabul edilir. Ama onun

kardeþi olduðunu ikrar etse, o zaman onun delili kabul edilmez. Çünkü bu baþkasýna olan ikrardýr.

PRATÝK MESELELER:

Bir kimse, «Ben falan kimsenin varisi deðilim» dedikten sonra, ayný adamýn varisi olduðunu iddia

ederek irsiyetin hangi yönden geldiðini beyan etse, iddiasý sahih olur. Zira nesebte çeliþkiye

düþmek affedilir.

Bir kimse bir diðerinin amcasý oðlu olduðunu iddia etse, dedesinin adýný zikretmedikçe iddiasý

sahih olmaz. «Ölen falan kimse benim oðlu olduðumu inkâr etti» diyerek delil getirirse, onun delili

kabul edilir. Zira ölenin ikrarý ile neseb sabit olur. Ancak bu dava varis veya alacaklý olan veya

ölene borçlu olan veya kendisine vasiyet edilen kimse hakkýnda ise kabul edilir.

Birisi bir diðerini hâkim huzuruna getirerek onda babasýnýn bir hakký olduðunu iddia etse, o adam

ister ikrar etsin, ister etmesin, adam nesebini hâkimin ve davalýnýn huzurunda delil ile isbat etmek

zorundadýr Ama adam diðerine, «Sende babamdan bana miras yoluyla intikâl eden þu kadar


olacaðým vardýr.» dese, davalý ikrar ederse, ona borcunu ödemesi emredilir. Bu babanýn aleyhinde

gýyabî ´bir hüküm de olmaz. Hatta baba sað olarak, gelse, borçlusundan malýný alýr. Borçlu da

oðluna rücû ederek verdiðini geri alýr.

Ama davalý inkâr ederse, oðuldan babasýnýn öldüðüne ve onun vasisi olduðuna dair delil istenir. Bu

hususta yemin yoktur. Sahih olan münkire davacýnýn onun oðlu olmadýðýna ve ölmediðine bilgisi

üzerine yemin teklif etmektir. Davalýnýn yemini üzerine davacýdan delil istenilir. Bu bâhsin tamamý

Câmiü´l-Fusûleyn´in yirmi yedinci faslýndadýr.

Bir çocuk bir kâfir ve bir müslümanýn elinde olsa, müslüman çocuðun kölesi olduðunu iddia etse,

kâfir de çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse, o çocuðun hür ve kâfirin oðlu olduðuna

hükmedilir. Çünkü kâfirin oðlu olmakla halen hürriyetine kavuþmaktadýr. Ýslâm´a ise gelecekte nail

olacaktýr. Þu kadarý var ki Ýbni Kemal bu çocuðun müslim olduðunu söylemiþti. Çünkü hüküm

darü´l-Ýslâm hükmüdür. Ýbni Kemal bu kesin kanaatini Tuhfe´ye nisbet etmiþtir.

Bir koca, kendisi ile karýsýnýn yanýndaki çocuðun kendi oðlu olduðunu, ancak annesinin baþka ´bir

kadýn olduðunu söylese, kadýn da o çocuðun kendi oðlu olduðunu, fakat babasýnýn baþka bir adam

olduðunu söylese, eðer ikisi beraber iddia ederlerse, çocuk her ikisinin olur. Eðer beraber iddia

etmezlerse, bu hususta Ýbni Kemal´in açýklamasý vardýr. Bu mesele çocuk eðer konuþamýyorsa

böyledir. Eðer çocuk konuþuyorsa çocuk kimi tasdik ederse, onun olur. Zira çocuðun ikisinin

yanýnda bulunmasý ve karý kocanýn beraber yaþamasý çocuðun ikisinin olduðunu ifade eder.

ÝZAH

«Kitabet yapsa ilh...» Bil ki. Hidâye´nin ifadesi de böyledir. Öyleyse birisi, yanýnda doðan bir köleyi

satsa, onu alan adam da bir diðerine satsa, sonra birinci satýcý o kölenin kendi oðlu olduðunu iddia

etse, çocuk onun olur. Sattým akdi bâtýl olur. Zira sattým akdinde bozulma ihtimali bulunur. Neseb

iddiasý ise bozulma ihtimalini kabul etmez. Bu yüzden sattým akdi bozulur.

Bir kimse almýþ olduðu köle ile kitabet yapsa veya rehin veya icâre veya dava konusu çocuðun

annesi olan cariye ile kitabet yapsa, re ve rehin veya icare verse. veya onu evlendirse, sonra onu

satýcý iddia veya yine bu muamelelerin hepsi bozulur. Çünkü bu sonradan köle üzerinde yapýlan

iþlemlerde gerektiðinde bozulma ihtimali vardýr. Bu durumda tümü nakzedilir ve dava sahih olur.

Ancak yukarýda geçtiði gibi âzad müdebber kýlma bunun aksinedir.

«Yanýnda kalan diðer çocuðun ilh...» Zira, beyiin davasý ikizlerin satmadýðýnda sahihtir. Çünkü

hamilelik iddiasý ve davanýn her ikisi de onun mülkündedir. O zaman onun nesebi sabit olur: Onun

nesebi sabit olunca, zaruri olarak satýlanýn da nesebi sabit kýlýnýr. Çünkü her ikisi bir sudan

yaratýlmýþtýr. O zaman müþterinin alýp azad ettiði diðer çocuðun azadý ibtal edilir. Ama eðer çocuk

tek olursa mesele bunun aksinedir. Bu bahsin tamamý Zeylâî´dedir.

«Aslen hür olmaktadýr ilh...» Çünkü insanlar aslý itibariyle hürdür. Ama azadla gelen hürriyet arýzî

bir hürriyettir.

«Satýcýnýn mülkünde anne rahmine düþmüþlerdir ilh...» Bu mesele. eðer çocuk bir olursa, onun

aksinedir. Zira onda müþterinin azadý, ibtal edilmez. Zira unun azadý batýl olsa, satýcýnýn iddiasý

yüzünden kasten batýl olmuþ olur. Bâtýl olan birþeyin ibtal edilmesi caiz deðildir. Ýkiz meselesinde

ise hürriyet satýlmayan ikizde sabit olmuþtur. Sonra da o hürriyet onun ikizine sirayet etmiþtir.

Çünkü bir takým þeyler vardýr ki, kasten sabit olmasa da zýmnen sabit olur.

«Gebe olarak almýþ olsaydý ilh...» O zaman müþterinin azadý ibtal edilmezdi.

«Ýbtal edilmezdi ilh...» Ekmel þöyle der: «Bu mesele þununla nakzedilir: Adam ikizlerden birisini

satýn alsa, diðerini de ayný adamýn babasý satýn olsa, sonunda bunlardan bir tanesi elinde olan

çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse, onlarýn ikisinin nesebi de iddia eden sabit kýlýnýr ve her

ikisi de azad olurlar. Dava yalnýz birisinin üzerine ihtisar edilmez.»

Bu bertaraf etmeye þöyle cevap verilir: Bu ancak baþka bir gerekçe ile olur. Elindeki çocuðun oðlu

olduðunu iddia eden kimse eðer baba ise, o zaman oðul kardeþine mâlik olmaktadýr. Eðer davacý

oðul ise baba, torununa mâlik olmaktadýr. Ki torunu azad edilir. Bu sebeple bu mesele diðerine

benzemez ve nakzetmez.

Bir kimsenin cariyesi ikiz doðursa, adam ikizlerden birini satsa sonra satýcýnýn babasý her iki

çocuðun da kendisinin olduðunu iddia etse, iddia eden babayý satýcý olan oðlu ile müþteri

yalanlasalar, o cariye kýymeti ile satýcýnýn babasýnýn Ümmü´l-veledi olur. Çocuklarýn her ikisinin de

nesebi sabit kýlýnýr. Satýcýsý elinde olan ikiz eþi azad edilir, fakat satýlan çocuk azad edilmez. Çünkü

onda açýk olan, müþterinin mülkünün ibtali vardýr. Ama neseb bunun aksinedir. Çünkü onda alan


adamýn bir zararý yoktur. Burada satýcý ile müþteri arasýndaki fark, davacý eðer satýcý olmuþ ise

neseb satýcýnýn davasýnda hamileliðin baþlangýcý onun mülkünde olduðu için sabit kýlýnýr. Ama

babanýn delili ise, «Çocuklar ve mallarý babanýndýr» hadis-i þerifidir. Babanýn bu delili yalnýz satýcý

olan oðlunun mülkünde gerçekleþir. Bu konunun tamamý Sâyýhânî´nin, Makdisî´den naklettiði

nüshadadýr.

«Tahsis edilir ilh...» Ama birinci mesele bunun aksinedir. Þöyle ki, hamileliðin baþlangýcý eðer

satýcýnýn mülkünde ise o zaman her ikisi de azad edilmiþ olur. Çünkü bu dava kadýný hamile

býrakma iddiasýna (istîlât) dayanmaktadýr. Ýstîlât davasýnýn gereði olarak ikisi beraber doðduklarý

için beraber azad edilirler. Çünkü aslen hürdürler. Böylece satýcýnýn aslen hür olan bir kimseyi

sattýðý açýða çýktýðý için müþterinin azadý ibtal edilir.

«Aksine ilh...» Ýmameyn buna muhâlefet ederek þöyle demiþlerdir: Gâib olan Zeyd o çocuðun kendi

oðlu olduðunu inkâr ederse, o çocuk ikrar edenin olur. Ama eðer Zeyd onu tasdik ederse, veya

yalanladýðý bilinmese, imamlarýn hepsine göre ikrar edenin davasý sahih olmaz. Dürer.

«Sabit olduktan sonra îlh...» Burada da neseb davasý ikrar eden kimse tarafýndan ikrar olunan

kiþiye sabit olmuþtur.

«Tasdik ederse ilh...» Burada Musannýf´ýn pratiðe yönelik açýklamasýnda bir kapalýlýk vardýr.

Dürer´in bu husustaki ifadesi þöyledir: «Ebû Hanîfe´nin bu meseledeki delili þudur: Neseb sabit

olduktan sonra artýk bozulma ihtimali bulunmaz. Ýkrar misli ile hakkýnda ikrar edilen kimsenin

hakkýyle ilgili bulunursa. reddedilemez. Eðer yalanladýktan sonra tasdik ederse, neseb ona sabit

olur. Çocuðun hakký da ona baðlý olur. O halde ikrar olunan kiþinin reddi ile nesebin sabit oluþu

reddedilemez. Bu açýklamalardan anlaþýldýðý gibi. Musannýf´ýn buradaki pratiðe yönelik açýklamasý,

ikrar olunan kiþinin neseble ilgili hakký üzerine hamledilir.

«Yok olmaz ilh...» Bu meselede eðer çocuk tasdik ederse. Ama eðer çocuk tasdik etmezse. o

zaman neseb sabit olmaz. Yalanlamasýndan sonra tasdik ederse, neseb sabit olur. Çünkü babanýn

ikrarý oðlunun tasdik etmemesiyle ibtal edilmez. Fusûleyn.

«Ýmâdiye´nin ifadesinde ilh...» Ýmâdiye´nin ifadesi þöyledir: «Adam çocuðun kendisinden olmadýðýný

söylese, sonra da çocuðun kendisinden olduðunu söylese, sahih olur. Çocuk bendendir ikrarýyla

neseb sabit olur. O halde onun inkâr etmesi sahih olmaz.» Ýþte Molla Hüsrev´in dediði gibi bu

ifadede sehv vardýr. Zira ifadede inkâr etmekten önce ikrar geçmemiþtir. Hâmiþ´te de böyledir.

«Molla Hüsrev´in söylediði gibi ilh...» Bu ifade olumsuz olanýn örneðidir. þurunbulâliye´nin ifadesi

de inkâr etmenin örneðidir.

Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Burada Ýmâdiye´nin ifadesinde sehv yoktur» Hâmiþ´in ifadesinin metni

þöyledir: Kanaatimce, «O çocuk bendendir» demesi halinde davasý sahihtir» þeklindeki üçüncü

cümle, nesebin sübutunun sýhhati için bir yarar saðlamaz. Çünkü baþlangýçta nesebi ikrar ettikten

sonra artýk inkâr etmekle bu konudaki hak ortadan kalkmýþ olmaz. Ýnkâr ettikten sonra da tekrar

inkâra ihtiyaç da yoktur.

«Dedesinin adýný zikretmedikçe ilh...» Ama kardeþlik davasý bunun aksinedir. Zira kardeþlik

davasýnda dedesinin ismini zikretmese de davasý sahih olur. Dürer´de olduðu gibi.

Bilinsin ki, kardeþlik ve davalýnýn ikrarýný gerektiren buna benzer davalarda, davadan önce mal

iddiasýnda bulunmazsa, davasý kabul edilmez. Velvâliciye´de þöyle denilir: «Adam birisinin ana

baba bir kardeþi olduðunu iddia etse, o da inkâr etse, o zaman hâkim davacýya miras nafaka veya

alýnmasý ancak nesebin isbatýna baðlý olan bir hakkýnýn bulunup bulunmadýðýný sorar. Böyle bir

hakký olduðunu iddia eder ve iddiasý da doðru olursa, hâkým o zaman nesebin isbatý için delilini

kabul eder. Eðer böyle bir hak iddiasý yoksa, o zaman aralarýnda husumet olmaz. Zira hiçbir hak

dava etmemektedir. Ancak sulbte ve rahimde iki kardeþ arasýndaki kardeþliði dava etmiþtir.

«Bir kimse diðerinin babasý olduðunu iddia etse, o da inkâr etse, davacý bunu isbat etse, isbatý

kabul edilir. Bunun aksi de böyledir. Her ne kadar bir hak iddia etmese bile. Eðer diðeri de ikrar

edense, sahih olur. O zaman hasým olur. Bunun böyle olmasý, çocuðun bir hak iddia etmesinden

dolayýdýr. Çünkü çocuk, babasýna nesebçe baðlanma hakký taleb etmektedir. Baba ise çocuðun

nesebinin baðlanmasýnýn þer´an kendi nefsine vâcip olduðunu iddia etmektedir. Rasûlullah (S.A.V.)

«Babasý olmayan birisinin nesebini iddia edene veya mevlâsý olmayan birisinin mevlâsý olduðunu

iddia edene Allah´ýn meleklerin ve bütün insanlarýn lânetî olsun» buyurmuþtur. Velvâliciye´den

özetle. Bu konunun tamamý onda ve Bezzâziyye´dedir.

«Alacaklý olan ilh...» Bu meselenin þekli þöyledir: Birisi, ölen bir kimse üzerinde alacaðý olduðunu


iddia etse, hâkim ona, alacaklý olduðunu isbatta yardýmcý olacak birisini nasbeder. Böylece o, ölen

kimsenin mirasýný iddia edenlere hasým olur. Bunun benzeri lehine vasiyet olunan kimse için de

söylenebilir.

«Davalý ikrar ederse ilh...» Davalý onun oðlu olduðunu ikrar ederse.

«Bilgisi üzerine ilh...» Yani bilgiyi inkâr etmek üzere yemin teklif edilir. Þöyle ki, «Sen o adamýn oðlu

olduðunu bilmediðine yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir.

«Oðlu olmadýðýna ve ölmediðine ilh...» Doðru olan. onun falan kimsenin oðlu olmadýðý üzerine

yemin teklif etmektir. Bu da ancak davacý ölümü isbat ederse mümkündür. Eðer ölümü isbat

edemezse, zaten ona yemin teklif etmenin bir faydasý yoktur. Ancak o zaman da ölümü bilmediðine

dair yemin teklif edebilir.

«Yirmi yedinci faslýndadýr ilh...» Doðrusu yirmi sekizinci fasýldýr. Hâmiþ´te de böyledir.

«Kâfir de çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse ilh...» Mültekâ þerhinde, «Bu mesele, eðer kâfir

ile müslüman davayý ayný zamanda açarlarsa. metindeki gibidir. Ama eðer müslüman kâfirden önce

çocuðun kölesi olduðunu iddia ederse, çocuðun onun kölesi olduðuna hükmedilir. Eðer her ikisi

çocuðun oðullarý olduðunu ayný zamanda iddia ederlerse, çocuðun müslümanýn olduðuna

hükmedilir. Zira mezkûr çocuðun nesebinin müslimden gelmesine hükmetmek. onun Ýslâm oluþuna

hükmetmektir.» denilmiþtir.

«Ýslâm´a gelecekte ilh...» Zira. her akýllý için tevhit delilleri acýktýr. Bunun aksine müslüman onun

çocuðu, fakir de onun kölesi olduðunu iddia etseler. o zaman babasýna tâbi olarak çocuðun

müslüman olduðuna hükmedîlir. Ancak bu çocuða, elde etmekten âciz olduðu için hürriyet söz

konusu olmaz. Dürer.

«Ýbni Kemal bu çocuðun müslim olduðunu söylemiþtir ilh...» Ýbni Kemal´in bu sözlerinde bir görüþ

vardýr. Þöyle ki. anne ve babadan birisinin varlýðý ile çocuk için ülkeye itibar edilmez. H.

Ben derim ki: Lâkit bahsindeki zikredilenler buna muhâliftir. Þöyleki çocuðun nesebini bir zýmmî

iddia etse, o çocuðun nesebi zýmmî!f sabit olur. Ama oturduðu yere tabi olarak müslüman kabul

edilir. Biz bu meseleyi Velvâliciye´den Lakît kitabý bahsinde zikretmiþtik;

«Koca, kendisi ile kansýnýn yanýndaki ilh...» Yani, çocuk ikisinin de zilliyetinde olsa koca bunun

baþka kadýndan, karý da baþka kocadan olduðunu iddia etse çocuk ikisine ait olur. Musannýf bu

sözüyle, çocuðun, birisinin elinde olmasý halinden kaçýnmýþtýr. Zira Tatarhâniye´de þöyle

denilmektedir: «Eðer çocuk yalnýz kocanýn zilliyetinde ise veya kadýnýn zilliyetinde ise, bu iki halde

de kocanýndýr. «Musannýf burada her ikisinin de çocuðu bu baþkasýna isnad etmeleriyle

kayýtlanmasý, yine Tatarhâniye´de Mültekâ´dan nakledilen þu meseleden kaçýnmak içindir: «Bir

çocuk bir karý kocanýn zilliyetinde olsa, kadýn çocuðun kocasýndan olan oðlu olduðunu, erkek de

kendi oðlu olduðunu fakat baþka bir kadýndan olduðunu iddia ederlerse, çocuðun kadýnýn deðil,

kocanýn olduðuna hükmedilir. Ama daha sonra kadýn, çocuðu kocasýndan doðurduðuna dair bir

kadýn þahit getirse, o çocuk, o kadýnýn o erkekten olan oðlu olur. Bu þehadetle de kadýn kocanýn

zevcesi olmuþ olur. Eðer çocuk erkeðin zilliyetinde ve çocuðu iddia ediyorsa. kadýn o çocuðun o

erkekten kendi oðlu olduðuna hükmedilemez, çocuðun iddia eden erkeðin oðlu olduðuna

hükmedilir. Çünkü onun elindedir. Musannýf bu kayýtla yine, þu meseleden kalýnmaktadýr: Çocuk bir

erkeðin zilliyetinde olsa fakat onun çocuðu olduðunu iddia etmese, kadýn da o çocuðun oðlu

olduðuna ve kendisinin doðurduðuna dair delil ikâme etse. fakat babasýnýn ismini vermese, erkek

de o çocuðun kendi yataðýnda doðduðuna delil ikâme etse, fakat annesinin ismini vermese. o

çocuðun o kadýndan o erkeðin olduðuna hükmedilir. Burada el´e itibar edilerek tercih yapýlamaz.

Fakat bunun aksine, bir çocuk bir adamýn zilliyetinde olsa, zilyed ve bir baþkasý çocuðu iddia

etseler. o çocuðun zilyedin olduðuna hükmedilir.»

METÝN


Bir kimsenin satýn aldýðý cariye doðum yapsa, sonra o cariyede baþka birisinin hak sahibi olduðu

ortaya çýksa, eðer baba olan müþteri çocuðun nesebini iddia ederse onun husûmet günündeki

kýymetini borçlanýr ve çocuk hür olur.

Bu çocuk husûmetten önce ölse, çocuðun geri verilmesini engelleme durumu ortadan kalktýðý için

baba. hak sahibine karþý hiçbir þev ´borçlanmaz. Ölen çocuðun malý varsa, babasý ona mirasçý olur.

Çocuk kendisi prensip olarak hür kabul edilir.

Bu çocuðu, babasý veya baþka birisi öldürse, babasý öldüren kimseden kýymeti kadar diyet almýþ

olursa, her iki durumda da baba, hak sahibine karþý, çocuðun hayatta olduðu gibi, zamin olur. Eðer


baba diyet almamýþsa, hiçbir þeyi zamin olmaz. Fakat babasý kýymetinden az bir diyet almýþsa,

aldýðý diyet kadar zamin olur. Aynî.

Baba her iki durumda da hak sahibine ödediði kýymet kadarýyle satýcýya rücû ederek ödediðini

ondan geri alýr. Helâk halinde de hüküm böyledir. Yine ikinci müþteri çocuðu neseb iddiasýyla

istediði takdirde o çocuðun kýymetini öder. Ancak ilk müþteri ilk satýcýya teselli hediyesi (ukr) ile

deðil yalnýz semenle rücû edebilir. Mevâhib ve diðer eserlerde böyledir. Çünkü teselli hediyesini

ikinci müþteriden hak sahibi almýþtýr. Zira, ikinci müþteri murabaha bahsinde de geçtiði gibi

kadýndan faydalanmýþtýr. Ýstikâk meseleleri, çeliþkiye düþme meseleleri ile birlikte çoðu kazanýn

müteferrik meseleler bahsinde geçti Ýkrar bahsinde de ayrýca gelecektir

PRATÝK MESELELER:

Gizlilik hallerinde çeliþkiye düþme affedilir. Meselâ bir kimse, «Þu kýz benim süt kardeþimdir» diye

ikrar ettikten sonra yanýldýðýný itiraf etse yanýlma iddiasýnda tasdik edilir ve ayný kýzla evlenmesi

caiz olur.

Ölen kimsenin borçlusunun veya alacaklýsýnýn bir diðerinin de ölen kimseden alacaklý olduðu veya

borçlu olduðu þeklindeki davasý dinlenilmez.

Ancak ölen kimse hayatta iken bütün malýný bir yabancýya hibe ve teslim ederse, o zaman

alacaklýnýn bu davasý dinlenir. Çünkü o kimse zilyeddir.

Hakký bilen bir davalýnýn hakký inkâr etmesi caiz deðildir. Ancak ayýp davasýnda ispat edildiðinde

kendisinin satýcýya geri vermeye gücü yetebilecek durumda olunca inkâr edebilir. Bir de vasi, borcu

bilirse, davayý inkâr edebilir.

Delille birlikte yemin ancak üç meselede yemin teklif edilebilir. Bu þunlardýr: Ölen kimseden alacak

mebîin istihkak davasý ve kaçan kölenin davasý.

Ýkrar delil ile bir arada olmaz. Ancak dört mesele bundan müstesnadýr Vekâlet, vasiyetler, ölen

kimseden alacak dava etmek, müþteriden bir aynýn istihkâký, bir de kaçan köle davasý.

Bilinmeyen þey üzerine yemin teklif edilemez. Ancak altý durum müstesnadýr: Hâkim yetimin

vasisini veya vakfýn mütevellisinde þüpheli bir durum görürse, onlara yemin teklif eder. Bilinmeyen

birþeyin rehininde, hýrsýzlýk davasýnda, gasb ve vedîa verilenin hýyaneti davalarýnda da davalýya

yemin teklif edilir.

Davacý, davalý yemin ettiði takdirde, yemin etmez. Ancak bir mesele bunun istisnasýdýr. Bahýr´ýn

dava bahsinde yer alan bu mesele hakkýnda þöyle denilir: «Bu mesele hatýrda tutulmalýdýr.» Eþbâh.

Ben derim ki: O mesele þudur: Bir malý gasbedilen kimse, «Gasbedilen eþyamýn kýymeti yüz

dirhemdir.» dese, gasbeden de bilmediðini fakat onun kýymetinin yüz dirhem olamayacaðýný

söylese ve yemin etse, yemini tasdik edilir. Ancak eþyayý beyan etmesi de gerekir. Ama eþyayý

beyan etmezse, fazla olmadýðýna dair yemin teklif edilir. Sonra eþyasý gasbedilen de eþyasýnýn yüz

dirhem olduðuna dair yemin teklif edilir. Bundan sonra eþya ortaya çýkarsa, gasbeden kimse, aynýn

veya kýymetini ödemekte muhayyerdir. Hatýrda tutulsun Allah daha iyisini bilir.

ÝZAH

«Husûmet günü ilh...» Yani Þurunbulâliye´de olduðu gibi hüküm günü deðil. Musannýfýn «husûmet

günü çocuðun geri verilmesini engelleme günüdür» kavli de buna iþaret etmektedir. Bu bahsin

tamamý Þurunbilâliye´dedir.

«Hangi sebeple olursa olsun ilh...» Meselâ o kadýný evinin kira bedeli olarak almýþ olsa veya hibe,

sadaka ve vasiyet edilmiþ olsa. durum yine aynýdýr. Ancak, cariyenin cinsel yönünden yararlanmýþ

olan (maðrûr) kimse bu üç yolla elde ettiði cariyenin bedelini dönüp onlara tazmin ettiremez.

Ebussuud´da da böyledir.

«Mirasý babasýna kalýr ilh...» Ancak adam, hiçbir þeye zamin olmaz. Çünkü irs, çocuða karþýlýk

olmaz. O halde karþýlýk, çocuðun yerine kâim olmaz. Çünkü mirasçýlýðýn selâmeti, çocuðun hayatta

kalmasý gibi deðildir.

«Kýymet kadarýyla ilh...» Yani katil çocuðun babasýndan baþka birisi olursa. Ama katil çocuðun

babasý olursa. artýk nasýl rücû eder de kendi telef ettiði birþeyi satýcýdan alýr. Zeylâî, katil babadan

baþka birisi olduðu takdirde rücû edebileceðini, katil kendisi olursa rücû edemeyeceðini açýkça

söylemiþtir. Þurunbulâliye.

Zeylâî´nin bu açýk ifadesi üzerine þarihin, «her iki durumda» sözünün manasý babasýnýn çocuðun

diyetini kýymeti kadar olmasý suretiyle veya çocuðun kýymetinden az bir meblâðý kabzetmesi


þekilleridir. Veya, iki durumdan maksat, satýn alma ve evlenme durumlarýdýr. Nitekim Makdisî´den

de böyle nakledilmiþtir.

Sâyýhânî de þöyle der: «Sârihin ifadesindeki iki durumdan maksat, satýn alma ve evlenme

durumlarýdýr. O halde, satýn almasa da birisi ona hibe, sadaka veya vasiyet etse, cariye baþkasýnýn

istihkâký çýktýðý takdirde, hak sahibine çocuðun kýymeti kadar verdiðini onlardan alamaz.» Makdisî.

«Çocuðun kendisine ait olduðunu iddia ettiði takdirde ilh...» Zira ikinci müþteri de birinci

müþteriden baþkasýnýn hak sahibi olduðu cariyenin semeni ile çocuðun kýymetini alýr.

«Satýn alma ve evlenme durumlarýdýr. O halde, satýn almasa da birisi ona durumu bilmediklerinden

çeliþkiye düþseler, mazur sayýlýrlar. Zira onlardan herhangi birisi murisin veya vasiyet edenin veya

onu mütevelli eden kimsenin ne yaptýklarýný bilmemektedirler.»

Ankaravî´nin Dava bahsinde þöyle denilir: «Borçlu borcunu ödedikten sonra, muhâlea akdi yapan

kadýn muhâlen bedelini ödedikten sonra çeliþkiye düþmüþ olsalar, bunlarýn çeliþkisi affedilir. Ama

eðer kadýn muhâleadan önce kocasýnýn kendisini boþadýðýna dair delil getirse, koca da muhâlea

yaptýðýný ve kadýný muhâlea bedelinden ibra ettiðini söyleyerek delil getirse kocanýn delili kabul

edilir. Þu kadarý var ki. þöyle nakledilmiþtir: Bu kimse önce borcu ödemek için mühlet istese, sonra

da borçtan ibra edildiðini iddia etse, onun davasý dinlenmez.» Sâyýhânî.

«Câiz deðildir ilh...» Büyük zatlardan bazýlarý. «Bu meseleye mebîin istihkâkýný iddia eden de dâhil

edilir. Çünkü.´o da bir hakký inkâr etmektedir ki, isbat edildiði takdirde satýcýsýna rücû imkaný elde

etmiþ olur. Ýnkâr etmeyerek ikrar etse buna gücü yetmez. Yine vekâlet ve vasiliðin sabit olduðu do

iddia edilemez. Ancak inkâr eden hasmýn yuvasý karþý iddia edebilir. Ama eðer davalý vekâlet veya

vasiyetin þer´an sahih olmasý için sübutunu inkâr ederse, caiz olur. Bu da yine vesayet ile ayýp

davasýna dahil edilir. Vasiye varislerden birisi. ölen kimsenin üzerinde alacaðý olduðunu iddia

ederse, o zaman onun inkârý da sahih olur Zira onun hakký olduðunu ikrar etse, borcun hepsini

kendi hissesinden vermesi gerekir. Ýnkâr ettiði takdirde ise, deynin olduðuna deli? ikâme edilir. O

zaman borç hem onun, hem de diðerlerinin hissesinden ödenir.» demiþlerdir. Hamevî.

«Alacaklýnýn bu davasý dinlenir ilh...» Âlimlere göre icmaen, ölen kimse üzerinde alacak iddia eden

adam, vasi ve varisin talebi olmadan da, ölenden alacaðýný alýp almadýðý veya kimsenin onun adýna

ödeyip ödemediði veya kimsenin ondan kabzedip etmediði veya onu ibra edip etmediði veya o

borcun bir rehin karþýlýðý olup olmadýðý üzerine yemin; teklif edilir. Hülâsa, o halde hâkim yemin

taleb etmeden önce paranýn ödenmesine hükmederse, hükmü nafiz olmaz. Bu bahsin tamamý

Hâmidiye´nin Dava bahsinin baþlarýndadýr.

«Bir de kaçan kölenin davasýnda ilh...» Bunun þekli þöyledir: Birisi bir diðerinin kölesi olduðunu ve

yanýndan kaçtýðýný iddia ederek delil ikame etse, o kimseye delili ile birlikte yemin de teklif edilir.

Çünkü onun, satmýþ olmasý da muhtemeldir.

Ben, bu þerhin þerhi hususunda Fetih adlý eserden naklen þöyle bir ifade gördüm: «Bu kölenin þu

ana kadar senin mülkün olduðuna, senin mülkünden satýþla, hibe ile, veya baþka bir yolla

çýkmadýðýna ve senin kölen olarak kaçtýðýna yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir.»

«Ýkrar delil ile bir arada olmaz ilh...» Çünkü delil ancak inkâr edene karþý ikâme edilir. Bu prensibi

Eþbâh, Hâniye´den naklen Ýkrar kitabýnda zikretmiþtir. Bu prensipten kölenin kaçma meselesi

dýþýnda dört mesele daha istisnâ edilmiþtir. Ýstisna edilen bu meseleleri Eþbâh. Kaza ve Þehâdet

kitaplarýnda zikretmiþtir. Yalnýz beþinci meseleyi zikretmemiþtir. Belki. dört meselenin üzerine

beþinci meselenin haricinde bir mesele eklemiþtir. Ýfadesi ise þöyledir: «Delil ikrar eden bir

kimsenin üzerine ikâme edilemez. Ancak bir varis ölen adam üzerinde alacaðý olduðunu ikrar

ederse, o zaman haksýzlýða yol açmamasý için delil ikâme ettirilir. Bir de davalý vasâyetle ikrar etmiþ

olsa, vasi de delil getirmiþ bulunsa. o zaman davalýdan delil ikâme etmesi istenir. Bir de davalý,

vekâlete ikrar etmiþ olsa, zararýn def´i için vekil o vekâletini delil ikâme ederek isbat eder. Ýstihkâka

da müstehâkkýn aleyhhin ikrarý ile birlikte delil ikâme edilir ki, satýcýya rücû hakkýna sahip olsun. Bir

de çocuktan istenen bir hakla babasý hasým kýlýnsa, sonra babasý o hakký ikrar etse, yine davadan

çýkmaz. Onun ikrarýyla birlikte onun aleyhine delil ikâme edilir. Ama vasi bunun aksinedir. Bir de

hâkimin emini ikrar ettiði takdirde husûmetten çýkar. Ama vâris vasiyet olunan þahsa, murisin

vasiyet ettiðine dair ikrarda bulunsa, ancak ikrar ettiði malýn isbatý için delil de ikâme ettirilir. Bir

kimse diðerine bir hayvan kiralasa, sonra da bir diðerine kiralasa, birinci müstecir, kendisinin

kiraladýðýna dair delil ikâme etse, mal sahibî hazýr ve iddiasýný ikrar ederse, onun delili kabul edilir.»

Özette. Buna göre istisna edilen meseleler yedi olmaktadýr.

«Müþteriden bir ayýn istihkaký ilh...» Hak istenen kimsenin ikrarla birlikte delili de kabul edilir. Zira


satýcýnýn üzerine, hak istenilenin rücû hakký ancak bu þekilde saðlanabilir. Eþbâh sahibi böyle

zikretmiþtir.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:28:13
ÝKRAR KÝTABI

METÝN

Ýkrarýn dava konusu ile ilgisi þudur: Davalý, dava konusu olan þeyi ya inkâr veya ikrar eder.

Müslümanýn dürüstlüðüne uygun olan hakký ikrar etmesidir. O halde ikrar. müslüman ve muvahhid

olan kimsenin haline daha yakýn ve daha uygundur.

Ýkrar lügâtte, yerinde býrakmak, gerçekleþtirmek ve ispat etmek anlamlarýna gelir. Çünkü sabti olan

þeye, «o þey karar kýldý» denilir. Þeriatta ikrar bir bakýma baþkasýnýn kendi üzerindeki hakkýný haber

vermek yani daha önce mevcut olan bu hakký meydana getirmektir.

Musannýf´ýn, ikrarý bir baþkasýnýn kendi üzerinde olan hakký olarak kayýtlamasýnýn sebebi þudur:

Çünkü malý kendi þahsý için ikrar etmiþ olsa, o zaman ikrar deðil, dava olurdu.

Sonra Musannýf ikrarýn ihbar ve inþaya benzemesi ile ilgili pratik örneklere geçti. Ýhbar kabilinden

ikrar þöyle olur: Bir kimse yanýnda bulunan bir malýn baþkasýna ait olduðunu ikrar etse bu

geçerlidir. Böyle bir ikrardan sonra onun bir süre kendi mülkiyetinde kalan bu malý, sahibine teslim

etmesi gerekir. Eðer kendi yanýnda bulunan fakat baþkasýna ait olan böyle bir malý inþa kabilinden

ikrar etse o þahýs için yeni bir mülkiyet ihdas etmiþ olmaz. Bu ikrar sahih olmaz. Çünkü ikrar

sýrasýnda malýn mülkiyeti kendisinde deðildir. Eþbâh adlý eserde þöyle denilir: «Bir kölenin hür

olduðunu ikrar etse, sonra da onu satýn alsa. köle hür olur. Kölenin semenini de satýcýdan geri

alamaz. Veya bir binanýn vakýf malý olduðunu ikrar etmiþ olsa, sonra ayný binayý satýn veya miras

yoluyla almýþ bulunsa o bina vakýf olur. Böylece bu kimse kendi kanaatiyle müâheze edilmiþ olur.»

Mükrehin boþama ve azadý ikrar etmesi geçerli deðildir. Buradaki ikrar ihbar deðil, inþa olmuþ

olsaydý, ikrarý sahih olurdu. Çünkü inþâ mefhumu ihbardan geri kalmaz. Meselâ eþini daha önce

boþadýðýný haber vermekle. ikrah sýrasýnda boþamayý ikrar etmek farklý tasarruflardýr. Ticaret izni

olan bir kölenin elindeki bir mal ile müslümanýn þarapla veya kendi yarýsýný þuyu´lu olarak veya

kadýnýn þahitsiz olarak nikâhladýðýný ikrarlarý geçerlidir. Eðer inþa olsaydý, bu ikrarlar sahîh olmazdý.

Lehine ikrarda bulunulanýn, ikrara dayanarak belirli bir þeyi dava etmesi dinlenmez. Bununla da

fetva verilir. Çünkü ikrarda bulunanýn buradaki ikrarý ihbar olduðundan yalan olmasý ihtimali de

vardýr. Hatta ikrarý yapan yalan yere ikrarda bulunmuþ olsa, ikrar edilen þey, lehine ikrar yapýlana

helâl olmaz. Çünkü ikrar mülkiyet sebebi deðildir. Fakat ikrarda bulunan kimse bu malý kendi

rýzasýyla teslim ederse, o zaman hibe olur. En uygun olan da budur. Bezzâziyye.

Ancak mükarrünleh davasýnda, «Ýkrar olunan mal benimdir, çünkü o bana ikrar etti» dese, ikrarý

yapan da aynýsýný ikrar etmiþ olsa, o zaman icamen onun davasý dinlenir. Çünkü burada ikrar, malýn

vücubuna sebep olmamýþtýr. Ama lehine ikrar yapýlanýn davasýndan sonra ikrarda bulunan ikrarýný

inkâr ederse, yemin teklif edilir mi? Fetva, ikrarý üzerine yemin teklif edilmeyeceði þeklindedir.

Ancak mal üzerine yemin teklif edilir.

Defide ikrar davasý bütün âlimlere göre dinlenir.

Ýkrarýn ikinci þekli inþâdýr. Lehine ikrar yapýlan ikrarda bulunanýn ikrarýný önce reddetse, sonra da

kabul etse geçerli olmaz. Eðer bu ikrar ihbâr kabilinden olmuþ bulunsaydý geçerli olurdu. Ancak

kabulden sonra red ile ikrar reddedilmiþ olmaz.

Ýkrarda bulunan redden sonra ikrarýný tekrar etse, lehine ikrar yapýlan bunu tasdik etmiþ olsa, lehine

ikrar yapýlanýn o þeyi almasý gerekir. Zira bu baþka bir ikrar sayýlýr. Eðer sonra ikrarda bulunan

ikinci ikrarýný inkâr.etmiþ olsa, yemin teklif edilmez ve onun aleyhine delil de kabul edilmez.

Bedî þöyle demiþtir: «En uygun olan delilin kabulüdür. Ýbni Þýhne buna dayanmýþ, Þurunbulâlî de

ikrar eylemiþtir.»

Ýkrarla sabit olan mülk, helâk edilen fazlalýklarý kapsamýna almaz. O halde lehine ikrarda bulunulan

kimse, istihlâk edilmiþ olan fazlalýklara da mâlik olamaz. Eðer bu ikrar ihbâr olsa idi, mâlik olmasý

gerekirdi. Meselâ bir koyunu ihbar yoluyla ikrar eden kimse daha önce bu koyunun kuzusunu

istihlâk etmiþ olsa bile ikrar onu da kapsamýna alýr. Ancak kendi mülkiyetindeki bir koyunu inþa

yoluyla ikrar ederse, bu ikrar kuzuyu kapsamýna almaz.

Hür bir mükellef veya ticaretle izinli bir köle veya çocuk, belirli ve belirsiz bir hakký ikrar etseler,

ikrarlarý geçerlidir. Çünkü, ikrar edilen malýn bilinmemesi ikrara zarar vermez. Ancak ikrarda

bulunan sattým ve kira gibi bir sebep beyan etmiþ olsa, o zaman bilinmezlik zarar verir. Ama eðer

bunlarýn ikrarlarý bir ticaret malýnda olursa. geçerli olmaz. Zira ikrar ticaretin zaruretlerindedir.

Bunlarýn suç iþleme, kefâlet gibi ticaretle doðrudan baðlantýlý olmayan þeyler hakkýndaki ikrarlarý

geçerli olmaz. Ticaret, malý mal ile deðiþmektir. Mehir ise, malýn mal olmayan bir þeye deðiþimidir.


Suçlarda ise mübâdele söz konusu deðildir. Uykudaki kimse ile baygýn kimsenin ikrarý akýl

hastasýnýn ikrarý gibidir. Sarhoþun ikrarý ise ileride gelecektir.

Ýkrarda bulunanýn bilinmezliði ikrara zarar verir. Meselâ bir kimsenin «Senin birimiz üzerinde bin

dirhemin vardýr» demesi gibi. Çünkü burada borcu ödeyecek kimse bilinmemektedir. Ancak bu

kimse, «Senin benim ve kölemin üzerinde þu kadar alacaðýn vardýr» dese geçerli olur.

Lehine ikrar yapýlanýn bilinmezliði de eðer fahiþ olursa, ikrara zarar verir. Meselâ bir kimse,

«Ýnsanlardan birisinin benim üzerinde þu kadar alacaðý vardýr» dese, bu ikrara zarar verir. Ama eðer

lehine ikrar yapýlanýn bilinmezliði az olursa, meselâ, «Þu iki kiþinin benim üzerimde þu kadar

olacaðý vardýr.» dese, bu ikrara zarar vermez. Burada ikrarda bulunan beyan etmeye de zorlanamaz.

Çünkü davacý meçhuldür. Bahýr. Bu Dürer´de de nakledilmiþtir.

Yalnýz þu kadarý var ki, Dürer´de konu, anlaþýlamayacak derecede kýsaltýlmýþtýr. Nitekim. bunu

Azmizâde de beyân etmiþtir.

ÝZAH

«Baþkasýnýn kendisi üzerindeki hakkýný ihbardýr ilh...» Umulur ki, Musannýf´ýn bu ifadesi, «Falan

kimsenin falan kimse üzerinde bir hakký yoktur» þeklinde ibra ve deynin iskâtý ifadesiyle nakzedilir.

Halbuki bunlar da ihbardýr. Sadiye.

Ancak Musannýf´ýn bu tarifi þöyle anlaþýlmalýdýr denilebilir: Yani îkrarda bulunanýn baþkasýnýn

kendisi üzerindeki hakkýnýn ihbarý demek, yani o hakký vacib olmamasý demektir. Düþün.

«Bir vechile de ikrar, inþadýr ilh...» Sahih olan da budur. Bazý âlimler de ikrar inþadýr demiþlerdir.

Gelecek olan da bunun üzerine bina kýlýnýr. Þu kadarý var ki, Gayetü´l-Beyân´da, Üstürþüniye´den

naklen þöyle zikredilmiþtir: «Halâvanî Meþpayih îkrarýn mülkiyete sebep olup olmadýðýnda ihtilâf

etmiþlerdir. Ýbn Fazl iki mesele ile delil getirerek ikrarýn mülkiyete sebep olmadýðýný söylemiþtir.

Meselelerden birincisi þudur: Borçlu olan bir hasta, malýnýn hepsini bir ecnebiye varisleri icazet

vermeseler dahi, ikrar etmesi sahihtir. Eðer ikrar mülke sebep olmuþ olsaydý, o hastanýn sözü

varisler icazet vermediði takdirde ancak malýnýn üçte birinde geçerli olurdu. Ýkinci mesele de þudur:

Ticaretle izinli bir köle, elindeki muayyen bir malýn bir kimsenin olduðunu ikrar etmiþ olsa, o ikrarý

sahihtir. Eðer temlik olmuþ olsa, o mal o kimseye kölenin ikrarý teberru olurdu. Kölenin teberruu ise

sahih deðildir. Cürcânî de ikrarýn temlik etmek olduðunu söylemiþtir. Bu sözüne de birkaç

meseleden delil getirmiþtir. Bu meselelerden birisi þudur: Bir kimse hastalýðýnda varislerinden

birisine borçlu olduðuna ikrar etmiþ olsa, bu ikrarý sahih olmaz.» Özetle.

Yukarýda nakledilenlerden anlaþýlýyor ki, Musannýf ve Bahýr sahibinin zikrettikleri her iki görüþün

birleþtirilmesidir. Bu birleþtirmenin þekli ise her iki fýrkanýn da istidlâl ettiði meselelerin sabit

oluþudur.

«Kendi þahsý için ilh...» þahýs kendisinin bir baþkasýnda alacaðý olduðunu ihbar etmiþ olsa bu dava

olur. Ama eðer bir diðerinin bir baþkasý üzerinde alacaklý olduðunu ihbar ederse, bu da þahâdet

olur.

«Ýkrar deðil ilh...» Buna göre Musannýf´ýn tarifi vekil, veli ve benzerlerinin ikrarý ile nakzedilmez.

Çünkü bunlar þer´an asýllarýn yerine kâimdirler. Mülteka Þerhî.

«Ýkrarý sahih olduðu îçin ilh...» O zaman birisi elindeki malý bir diðer kimseden gasbettiðini ikrar

ederse, beyan etmesi için icbar edilir. Çünkü meçhul bir kýymeti ikrar etmiþtir. Eðer beyan etmezse,

o malýn malikinin daha fazla iddia ettiði üzerine yemin teklif edilir. Eðer yemin ederse, malikin iddia

ettiði ziyade sabit olmazsa, o zaman malik, gasbedilen malýn kýymeti üzerine yemin teklif edilir. O

zaman gasýbtan da malikin yemini ile isbat ettiði kýymet alýnýr. Malik bu kýymeti alsa, sonra da

gasbedilen mal ortaya çýksa, burada gasýb o malý almada veya o malý malikine iade edip ödediði

kýymeti almakta muhayyerdir.

Hâkim, Ebû Muhammed Aynî´den þöyle rivayet etmiþtir: Gasbedîlen malýn sahibine yemin teklif

edilmesi ve onun yemini ile isbat edilen kýymetin gasbedenden alýnmasý ancak onun inkârý ile sahih

olur.» Ebû Muhammed Aynî ayrýca þöyle de derdi: «Gasbeden beyan etmesi için zorlanýr. Eðer

beyan etmezse, hâkim ona gasbedilen malýn yüz lira kýymetinde mi olduðunu sorar. Eðer o hayýr

derse, elli midir? diye sorar. Eðer o hayýr derse, onun kýymeti yirmi beþ miydi? diye sorulur. Ta ki,

örfen o malýn en az kýymetine varýncaya kadar sorulur. O zaman onun son ikrar ettiðini vermesi

gerekir». Tatarhâniye, Ýkrar bahsi. müteferrik meseleler.

«Semenini de satýcýdan geri alamaz. ilh...» Çünkü onun ikrarý ancak ona mahsustur. Bir diðerine

geçmez.


«Ýkrara dayanarak Ýlh...» Çünkü yalanýn delili mevcut olup, o do zorlamadýr. Çünkü ikrar doðruluk ve

yolan ihtimali bulunan bir haberdir. Onun delâlet ettiði mananýn geri kalmasý caizdir. Minah.

«Ýhbar inþadan geri kalmaz îlh...» Ýnþanýn delâlet ettiði mananýn ihbardan geri kalmasý sahih

deðildir. Hâmiþ´te de böyledir. Zira inþanýn delâlet ettiði mana ihbardan geri kalmaz.

«Müslümanýn þarapla ilh...» Yani bir müslüman bir zýmmînin yanýnda þarabý olduðunu îkrar etse, bu

ikrarý sahih olur, hatta ona þarabý teslim etmesi emredilir. Eðer baþlangýçta ikrar temlik olmuþ

olsaydý, bu ikrar sahih olmazdý. Dürer´de. «Bu ifade iþaret ediyor ki, hamr mevcut ve kâimdir. Zira

müslümana hamrin bedelini vermek vacib deðildir. Bu mesele Muhit´te de ifade edilmiþtir»

Þurunbulâliye´de olduðu gibi.

«Ýkrarýna dayanarak ilh...» Yani lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunandan birþey iddia etmiþ olsa,

onun davasý dinlenmez. Çünkü ikrar, ikrar olunan þeyin lüzumuna sebep deðil, yalnýz ihbardýr.

Çünkü davalý dava konusu þeyi ikrar edenin ikrarýna dayandýrmýþtýr. Sanki vücubuna bir sebeb

olmadan ancak, «Bu þeyi karþý tarafýn ikrarý ile taleb ediyorum» demektir. Bu ise bâtýl bir sözdür.

Minah.

Buradan anlaþýlmaktadýr ki, muayyen birþeyi ikrara dayanarak dava etmektedir. Nitekim metnin açýk

ifadesi böyledir. Yoksa, ikrar ile ikrara dayanarak dava etmek deðildir.

«Ýkrarýný inkâr ederse ilh...» Alacak davasýnda eðer davalý, «Davacý benim olacaðýmý tam olarak

ödediðini ve delil getirdiðini ikrar etti.» dese, denilmiþtir ki. davalýnýn bu deyn davasý dinlenilmez.

Çünkü o, istihkak yolundan deyn davasýdýr. Deyn de ancak misli ile ödenir. Sonuçta bu mesele

kendi nefsi için deyn davasýdýr. O zaman istihkâk yolundan ikrar davasý olur ki, o da dinlenmez.

Mûhit ve Zâhire, Câmiü´l-Fusûleyn ve Fetâvâ-yý Kûdurî.

Câmiü´l-Fusûleyn´de yazýlanýn benzeri, Bezzâziye´de de mevcuttur Bezzâziyye de þu da ilâve

edilmiþtir: «Bazý âlimler tarafýndan bu davanýn dinleneceði söylenilmiþtir. Çünkü sonuçta mesele

deynin edâsýný kendi nefsinden def´tir. O zaman bir tarafta olmuþ oluyor ki, davasý dinlenir. Muhit´te

bunu zikretmiþtir.»

Þeyhülislâm þunu zikretmiþtir: «Eðer matlûb, davacýnýn iddia ettiði mal üzerinde bir hakký

olmadýðýna dair ikrarý üzerine delil getirse, eðer maruf bir kimseye ikrar etmemiþse dava reddedilir.

Yine miras malý olarak iddia etmiþ olsa, kendisinden istenen kimse de mürisin ikrar ettiðine dair

delil getirmiþ olsa, davasý reddedilir. Nitekim biz bunu zikrettik. Bu meselenin tamamý Muhit´tedir.

Hâmiþ´te de böyledir.»

«Defide ikrar davasý îlh...» Yani dava konusu malýn davalýnýn mülkü olduðu ikrar edilse. âlimlerin

çoðunluðuna göre bu dava dinlenir. Fakat alacaðýný tam olarak aldýðýný ikrar davasýnýn

dinlenmeyeceði bazý âlimlere söylenmiþtir.

Hâmiþ´te þöyle denilmektedir: «Defi yolunda ikrar davasýnýn sahih olup olmadýðýnda ihtilâf

edilmiþtir. Þöyle ki, davalý, davacýnýn iddia ettiði malýn davalýnýn mülkü olduðunu ikrar etmesi

üzerine delil ikâme etse, bu delili kabul edilir mi, edilmez mi? Bazý âlimler kabul edilmeyeceðini

söylemiþtir. Ama bu meselede âlimlerin çoðunluðunun sözü, delil ve davanýn kabul edileceði

üzerinedir.» Dürer.

«Sonra da kabul etse, geçerli olmaz ilh...» Ýnþâ kabilinden olan ikrarý lehine ikrar yapýlan kimse

önce reddetse.sonra kabul etse sahih olmaz. Bunun yeri þudur: Hak; hibe ve sadaka gibi bir kiþiye

ait olursa bu böyledir. Fakat satýn alma ve nikâh gibi iki kiþiye ait olursa o zaman sahih olmaz.

Burada Musannýf´ýn bu sözü mukayyet söyleyeceði yerde mutlak söylemiþtir. Bu meselenin þu

þekilde kayýtlanmasý gerekir: «Eðer ikrarda bulunan. ikrarý üzerinde ýsrar etmiyorsa» Lehine ikrar

yapýlan önce red, sonra kabul etse sahih olmaz. Çünkü aþaðýda da geleceði gibi lehinde ikrar

yapýlana bir þey yoktur. Ancak ikrarda bulunan ikrarýnda ýsrar ederse, lehine ikrar onun tasdikine

dönerse, o zaman alabilir. Sâyýhâni´nin yazýsý ile Hülâsa, adlý eserden þöyle bir nakil vardýr: «Birisi,

diðerine, «Sana bu köleyi bin liraya satmýþtým» dese, müþterî de, «Ben bunu senden olmadým»

dese, satýcý sussa, sonunda müþteri o mecliste veya ondan sonra, «evet ben senden aldým» demiþ

olsa, bu ikrar caiz olur. Yine nikâh ve iki kiþinin hakký olan þeylerde ikrar caizdir. Ama hibe ve

sadakada, redden sonra ikrar fayda vermez.

«Reddolunmaz ilh...» Çünkü kabulden sonra ikrarla malý onun mülkü olmuþtur. Malýn maliki olan

kimsenin husûmet olmayan bir yerde bu malýn kendisine ait olmadýðýný iddia etmesi geçerli

deðildir. Ancak taraflar yekdiðerinde kendisine ait bir hak olmadýðýný tasdik ederlerse bu geçerli

olur. Çünkü fasit satým akdi konusunda þöyle bir þey geçti: Birisi diðer birisinden iddia ettiði malýn

kârýný taleb etse, diðeri de onun bu talebini tasdik etse ve verse, sonra da ikisinin tasdikiyle kârýn


olmadýðý ortaya çýksa, bu sahih olur. Ýþte, sonunda gelen tasdik, önceki nakzý bozdu. Halbuki o kâr,

temiz ve helâl idi. Sâyýhânî.

«Helâk edilen fazlalýk hakkýnda ilh...» Musannýf´ýn bu sözü zahiri ile ikrar ile sabit olan mülkün

istihlâk edilmeyen fazlalýðý da kapsamýna aldýðýný ifade etmektedir. Halbuki bu da Hâniye´de olana

aykýrýdýr.

Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bir câriye ile çocuðu birisinin zilyedliðinde olsa, o cariyenin falan

kimsenin olduðunu ikrar etse, çocuk o ikrara dahil olmaz. Mukârrünleh eðer cariyenin kendisine ait

olduðuna dair delil ikâme ederse. o zaman çocuða da sahip olur. Bir kimse birisine, «Bu köle senin

cariyenin oðludur» dese, veya, «Bu kuzu senin koyunundur» dese kölenin veya kuzunun o adamýn

olduðunu ikrar etmiþ sayýlmaz. Bu þekilde düzeltilmesi gerekir. Hamevî. S.

«Malik olamaz ilh...» Bir kimse bir cariye alsa. o cariye bir çocuk doðursa, sonra o cariyenin

baþkasýnýn istihkâký olduðu delil ile sabit olsa, çocuk da annesine tabi olur. Ama eðer böyle bir

cariyenin baþka birisinin olduðunu kendisi ikrar etse, o çocuk annesine tabi olmaz. Aradaki fark,

delil ile çocuðu aslýyla birlikte hak etmesidir. Bundan ötürü de biz diyoruz ki, satýcýlar kendi

aralarýnda delil ile muamele yaparlar. Ýkrar bunun aksinedir. Çünkü onunla muamele yapmazlar. F.

Annenin birisine ait olduðuna hükmetmek, çocuðun da onun olduðuna hükmetmektir. Hayvan da

böyledir. Çünkü hüküm tam bir delildir. Ama ikrar bunun aksinedir. Cariyenin birisine ait olduðu

ikrar etmek, çocuðun do onun olduðunu ikrar etmek deðildir. Çünkü ikrar eksik bir delildir.

«Hür bir mükellef ilh...» Biliniz ki, ikrarýn þartý ikrarda bulunanýn âkýl ve balið yaný mükellef olmasý

ve ikrarýn istekle yapýlmasýdýr. Hür olmak ise, ikrarýn mutlak deðil, o anda nafiz olmasý için

þarttýr.´Bu sebeple had ve kýsas gibi töhmet olmayan þeylerde kölenin ikrarý derhal sahih olur.

Töhmet olan þeylerde ise, onun ikrarýnýn sahih olmasý. azadýndan sonraya tehir edilir.

Ticaretle mezun olan bir kölenin ticari muamelelerle ilgili ikrarý derhal geçerli olur. Ama mezun

kölenin cinayet, izinsiz olarak evlendiði kadýnýn mehri gibi ticaretten olmayan meseleler hakkýndaki

ikrarý azad edilmesinden sonraya tehir edilir. Ticarî konularda ticaretle izinli çocuk da köle gibidir.

Ama kefâlet gibi ticaretle ilgili olmayan hususlardaki ikrarýnda köle gibi deðildir. Haram bir içkiyi

kendi isteðiyle kullanma sonucu sarhoþ olan kimsenin ikrarý ancak ikrardan rücûu mümkün olan

zina ve þarap içme suçlarýný ikrarý geçerli olmaz. Eðer sarhoþluk mübah bir yolla olmuþsa ikrarý

geçerli deðildir. Minah.

«Ýkrarlarý bir ticaret malýnda olursa ilh...» Ticarete izinli köle küçük çocuk veya bunak kimse

ticaretle ilgili bir konuda ikrarda bulunurlarsa, bu ikrarlarý geçerli olur. Bunun cevabý. Musannýf´ýn

gelecekteki, «geçerli olur» sözüdür. Yani bunlarýn ikrarý o durum sebebiyle geçerli olur. Þümnî

þunu da ilâve etmiþtir: «Bunlarýn Deyn, vedîa, ariyet, müdârebe ve gasb gibi ticaretin

zaruretlerinden olan þeyler hakkýndaki ikrarlarý da geçerli olur. Ama mehir cinayet ve kefâlet gibi

ticaretin zaruretlerinden olmayan konulardaki ikrarlarý geçerli deðildir. Çünkü ticaret kapsamýna

göre muameleler izne tabi olurken, bu nitelikte olmayan muameleler izni gerektirmez.» Fettâl.

«Bilinmezlik ikrara zarar verir ilh...» Çünkü bir kimse bir þeyi falan kimseye sattýðýný veya

falancadan bir þeyi satýn aldýðýný yahut falancaya bir þeyi kiraya verdiðini ikrar etse, onun ikrarý

geçerli olmaz. Ýkrarda bulunan bu þeyi teslim etmeye de zorlanamaz. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.

Çünkü «yes» belirsizdir.

«Benim ve kölemin üzerinde þu kadar ilh...» Makdisî þöyle der: Burada kendisi ile kölesini birlikte

zikretmesi ikrarý belirli hale getirir. Çünkü kölesi üzerindeki þey, mana bakýmýndan kendisine döner.

Fakat bu da ancak o durumda gerekli olan þeylerde gerçekleþir. Meselâ, kölenin hür olmasýndan

sonra gerekli olacak konularda köle de yabancý gibidir. Bu durumda sanki «Benim ve Zeyd´in

üzerindeki þeyler» demesi gibi olur ki bu geçerli deðildir.

Hâmevî bunu Eþbâh´ýn hâþiyesinde zikretmiþtir. Fettâl.

«Ýkrarda bulunan beyan etmeye de zorlanamaz ilh...» Zeylâî buraya, «Ýkrarda bulunana hatýrlamasý

için emredilir. Çünkü ikrarda bulunan bazen hak sahibini unutabilir» sözünü eklemiþtir.

Gayetü´l-Beyân´da da, eðer lehine ikrarda bulunulanlar ayrý ayrý dava etmiþlerse, «ikrarda bulunana,

her biri için ayrý ayrý yemin teklîf edilir» sözü eklenmiþtir. Tatarhâniye´de Musannýf´ýn burada,

hâkimin her iki lehine ikrar yapýlan için, ikrarda bulunana ayrý ayrý yemin teklif etmesini

zikretmemiþtir. Bazý alimler. «Ýkrarda bulunan her ikisine de ayrý ayrý yemin eder» demiþlerdir. O

zaman hâkim dilerse önce hangisinin yemin edeceði hususunda kura çeker veya dilediði bir

þekilde yemin ettirir» denilmiþtir.

Ýkrarda bulunan her ikisine ayrý ayrý yemin ettiði takdirde üç durum ortaya çýkar: Eðer lehine ikrar


yapýlanlardan birisine, «Senin deðildir» diye yemin ederse, hâkim, kölenin diðer lehine ikrar

yapýlanýn olduðuna hükmeder. Eðer ikrarda bulunan her iki yeminden de kaçýnýrsa, o zaman hâkim,

köle ve kölenin çocuðunu her ikisi arasýnda yarý yarýya hükmeder. Bu meselede hâkimin ikrarda

bulunana ister ikisi için birden yemin teklif etsin, ister her biri için ayrý ayrý yemin teklif etsin durum

deðiþmez. Ýkrarda bulunan her ikisine de yemin ettiði takdirde, ikisinin davasýnda da beri olur.

Lehine ikrar yapýlanlarýn her ikisi de yeminden sonra sulh yapmak ve sulh yoluyla köleyi ondan

almak isteseler, Ebû Yusuf´un birinci görüþüne göre, böyle bir istekte bulunabilirler. Nitekim

yeminden öncesi için Ýmam Muhammed´in görüþü de budur. Ebû Yusuf daha sonra bu birinci

görüþünden dönerek, «yeminden sonra sulh yapmalarý caiz deðildir.» demiþtir. Fakihler Ebû

Hanîfe´den bu hususta bir rivayet olmadýðýný söylemiþlerdir.

METÝN

Bilinmeyen bir þeyin veya bir hakkýn, nakit para veya mislî þeylerden ceviz gibi kýymeti belirli olan

bir þeyle belirtilmesi gerekir. Fakat bunlarýn buðday tanesi veya ölmüþ hayvanýn derisi yahut hür

olan bir çocuk gibi kýymeti olmayan þeylerle belirtilmesi caiz deðildir. Çünkü kýymeti olmayan

þeylere beyan etmek, ikrardan rücû anlamýna gelir ki, bu da geçerli deðildir. Burada söz, yeminle

birlikte ikrarda bulunanýndýr. Çünkü o, inkâr eden durumundadýr. Lehine ikrar yapýlan ikrarda

bulunanýn ikrarýndan daha fazlasýný delilsiz iddia etse de hüküm deðiþmez.

Ýkrarda bulunanýn, «Falan kimsenin benim üzerimde malý vardýr» þeklindeki ikrarýnda, malýn

kýymetini beyan ettiði takdirde bir dirhemden aþaðýsý hakkýndaki beyaný tasdik edilmez. Eðer altýn

ve gümüþten olan büyük mal olduðunu ikrar ederse, zekât nisap ölçüsünden aþaðý beyanlarý esah

kâvle göre kabul edilemez. Ýhtiyâr. Bazý âlimler tarafýndan, eðer ikrarda bulunan fakir ise onun

hakkýnda hýrsýzlýðýn nisabý muteberdir denilmiþtir. Bu görüþ de «büyük mal» olarak düzeltilmiþtir.

Ýkrarda bulunan eðer üzerinde bir baþkasýnýn deve cinsinden büyük malý olduðunu söylerse, yirmi

beþ deveden aþaðý ikrarý tasdik edilmez. Zira deve cinsinde zekât nisabýnýn en aþaðýsý yirmi beþtir.

Zekât mallarýnýn dýþýndaki mallarda da ikrarda bulunanýn zekât nisabýnýn altýndaki bir kýymette olan

beyanlarý tasdik edilmez. Yine ikrarda bulunan üzerinde çok büyük mallar olduðunu söylemiþse, o

zaman da üç nisab miktarýndan aþaðý olan beyanlarý tasdik edilmez.

Ýkrarda bulunan, eðer bu büyük mallarý altýn ve gümüþ dýþýndaki mallar, olarak belirtse, o zaman da

onlarýn kýymeti, nisabýn en alt derecesinde takdir edilir.

Bir kimse kendisinde dirhemler olduðunu söylese, o zaman üç dirhemden aþaðý tasdik edilmez. Bir

kimse kendisi üzerinde çok dirhem veya dinar veya elbise olduðunu ikrar ederse on adetten aþaðý

beyanlarý tasdik edilmez. Çünkü on çoðul isimlerinin sonudur.

Bir kimse kendisinde herhangi bir dirhem (üstün ile) olduðunu söylese, mutemed kâvle göre bir

dirhemden aþaðý beyanlarý kabul edilmez. Fakat bunun esreli «dirhemin» þeklinde söylemiþse, yüz

dirhemden aþaðý olan beyaný tasdik edilmez.

Bir kimse kendisinde «dirhemcik» veya büyük bir dirhem olduðunu söylese, bir dirhemden aþaðý

beyaný tasdik edilmez. Burada muteber olan mutad tartýdýr. Mutad tartýnýn dýþýndaki ancak delille

sabit olur. Zeylâî.

Bir kimse. üzerinde «keza keza dirhemen» olduðunu söylese. beyanýnda on bir dirhemden aþaðýsý

tasdik edilmez. «Keza ve keza dirhemen» olduðunu söylese, o zaman da yirmi bir dirhemden aþaðý

beyaný tasdik edilmez. Zira, onun emsali «vav» ile yirmi birdir. Adam «vav»sýz olarak «keza»

kelimesini üç defa tekrar etse, o zaman on bir dirhemden aþaðýsý kabul edilmez. Çünkü onun

emsali yoktur, tekrara hamledilir.

Bir kimse «keza» kelimesini «vav» ite üç defa tekrar etmiþ olsa, yüz yirmi bir dirhem ödemesi

gerekir. Bundan aþaðý beyanlarý da tasdik edilmez. Ayný kelimeyi «vav» ile dört defa tekrar ederse,

bin adet artarak bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Eðer bu þekilde beþ tekrar ederse, o

zaman on bin ilâvesiyle on bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Altý defa tekrar etmiþ olsa, bu

sefer de yüz bin hem edilir. Eðer yedi kere tekrar ederse, bir milyon ilâve edilir. Tekrarlarda bu

þekilde ilânihâye emsale itibar edilir.

Bir kimse «falan kimsenin benim tarafýmdan veya benim üzerimde alacaðý vardýr.» demiþ olsa, bu

sözü borç ikrarý demektir. Zira «Üzerime» kelimesi gereklilik içindir, «tarafýmda» kelimesi de zamin

olma anlamýndadýr.

Bir kimse, «Benim üzerimde veya tarafýmda falan kimsenin bir þeyi vardýr» dedikten sonra ara

vermeden «vedîadýr» dese, sözü tasdik edilir. Ama eðer ara verirse, tasdik edilmez. Çünkü onun


susmasý ile önceki sözü kesinleþmiþtir.

Bir kimseye, «benim yanýmda veya beraberimde veya evimde veya cüzdanýmda veya sandýðýmda

bir þey vardýr» dese, örf ile amel edilerek emaneti ikrar ettiðine hükmedilir.

Bir kimse, «Bütün malým veya malik olacaðým her þey onundur.» dese, veya «Malýmdan veya

dirhemlerimden þu kadar onun içindir» dese o zaman ikrar deðil hibe olur. Hibenin sýhhati için de

teslim lâzýmdýr. Ama ikrar bunun aksinedir. Ama eðer, «Malýmda veya dirhemlerimde onun þu kadar

hakký vardýr» dese, o zaman da þirketle ikrar etmiþ olur.

Burada asýl kâide, ikrar ettiði malý kendi mülküne izafe ederse, yani, «Benim mülkümden þu kadarý

falan kimsenindir» derse, bu hibe olur. Bu geçen kâideye, «Benim evimde falan kimsenin malý

vardýr» sözü ters düþmüyor mu diye bir soru sorulabilir. Deriz ki, «Benim evimde» sözündeki izafe

mülk izafesi deðil, nisbet izafesi olmaktadýr. Yine, «Hudutlarý þunlar olan topraðým küçük

çocuðumundur.» dese, çocuk kabzetmese bile hibe olur. Çünkü o mal henüz babasýnýn elindedir.

Ancak babasýnýn söylediði mal taksimi kabil birþey ise o zaman onun ifraz yapýlarak kabzý þart olur.

Çünkü burada takdirî bir izafe vardýr. Bunun delili de. Musannýfýn, «Bir çok insan tarafýndan kendi

mülkü olduðu bilinen bir þeyi kendi mülküne izafe etmeden bir diðer kimseye ikrar etse, onun bu

sözü ikrar mý, yoksa mülkiyeti nakletme midir? Mülkiyeti nakletme olarak kabul edilmesi daha

uygundur. Çünkü herkes tarafýndan onun mülkü olduðu bilinmektedir. O halde onda temlikin

þortlarýna riayet edilmesi gerekir» sözüdür.

Bir kimse, birisine, «Benim senin üzerinde binim vardýr» dese, o da «Onu tartayým mý veya onu

nakit para olarak mý ödeyeyim veya bana mühlet ver veya ben sana ödedim ve sen beni ondan beri

ettin veya sen onu bana sadaka vermiþtin veya bana hibe etmiþtin veya ben seni Zeyd´e havale

etmiþtim» dese, bu sözlerin hepsi. o bin ile odamýn ona ikrar etmesi demektir. Çünkü bunlarýn

hepsinde zamir bine raci olur. Azmizâde. Eðer bunu söyleyen kimse alay yoluyla söylememiþse bu

kimse ona cevap vermiþ olmaktadýr. Eðer alayla söylemiþse ve þahitler de alay yoluyla söylediðine

þahâdet ederler ise. hiçbir þey ödemesi gerekmez.

ÝZAH

FER´Ý BÝR MESELE:


Musannýf, ikrarda bulunanýn genel anlamda yapacaðý ikrardan söz etmemiþtir. Bu Minah adlý eserde

zikredilmiþtir. Meselâ, bir kimse, «Benim elimde az veya çok miktarda bulunan köle veya metâ

yahut bana bildirilen yahut da bana nisbet edilen þeylerin hepsi falan kimseye aittir» diye genel

ikrarda bulunsa, bu ikrar geçerlidir. Eðer taraflar ikrar olunan malýn, ikrar sýrasýnda mevcut olup

olmadýðýnda ihtilâf ederlerse, söz ikrarda bulunanýndýr. Ancak, lehine ikrar yapýlan kimse, malýn

ikrar sýrasýnda ikrarda bulunanýn elinde olduðuna dair delil ikâme ederse, o zaman söz delili ile

birlikte lehine ikrar yapýlanýndýr.

Ýkrarýn geçerli olmasý için, lehine ikrar yapýlanýn bunu kabul etmesi þart deðildir. Ancak lehine ikrar

yapýlan ikrarý reddederse, ikrar konusu olan malý da red etmiþ sayýlýr. Hülâsa ve diðer birçok

muteber kaynaklarda bu hüküm açýkça belirtilmiþtir.

Musannýf, bu zikredilenlere dayanarak Kâdýhan ve Ýmâdiye´nin, «Gâib bir kimse lehine yapýlacak

ikrarýn geçerli olmasý, onun tasdikine baðlýdýr» sözlerini kapalý bulmuþtur. Sonra da Musannýf bu

kapalý ifadelere cevap vermiþtir. Remlî´nin cevabýnda da bundan söz edilmiþtir. Musannýf´ýn bu

konudaki cevabý þöyledir: «Ýkrarýn lüzum ifade etmesi ile geçerli olmasý ayrý þeylerdir. Buna göre,

ikrarýn geçerli olmasý, onun lehine ikrar yapýlanýn kabulüne baðlý olmasýna engel deðildir. Kabule

baðlý olan geçerli olma deðil, belki lüzum ifade etmesidir. Gâib lehine ikrar, hemen lüzum ifade

etmez. Bu yüzden ikrar baþkasýna da geçerli olur. Nitekim lehine ikrar yapýlan bakýmýndan da lüzum

ifade etmez. Onun ikrarý reddetmesinin geçerli oluþu bu yüzdendir. Ancak hazýr lehine yapýlan ikrar.

kabulden önce baþkasýna geçerli olmamasý için derhal lüzum ifade eder. Bu lüzum, karþý tarafý

baðlamadýðý için, lehine ikrar zum ikrarý reddetmesi mümkündür. Böylece ikrar her iki taraf için de

kabulsüz geçerlidir.

«Azmizâde ilh...» Azmizâde´nin açýklamasýnýn özeti þöyledir: «Dürer sahibinin, «Ýkrarda bulunanýn

beyan için zorlanmasý» ifadesi lehine ikrar yapýlanýn deðil, ancak ikrar konusu malýn belirsiz olmasý

ile ilgilidir. Çünkü Kâfi adlý eserde: «Bu meçhûl bir þeyi ikrar etmek olacaðý için bir anlam ifade

etmez» denilmiþtir. Beyana zorlamanýn yararý ise, ancak sahibi içindir. Çünkü hak meçhûldür.

«Bir þeyin veya hakkýn ilh...» Eðer ikrarda bulunan, «Ýkrarýmýzdan kastým, Ýslâm´ýn bir hakký idi»

derse, onun fasýlalý söylerse, geçerli olmaz. Ama ikrarla birlikte ara vermeksizin söylerse, geçerli

olur. Tatarhâniye ve Kifâye.


«Bazý âlimler tarafýndan, eðer mukýr fakir ise onun hakkýnda hýrsýzlýðýn nisabý muteberdir

denilmiþtir ilh...» Zeylâî þöyle demiþtir: «Saðlam olan þudur: Bazý âlemlerin bu ifadesi, ikrar edenin

zenginlik ve fakirlik hali üzerine bina edilir. Zira az bir þey fakire göre büyük olabilir. Bunun bir kaç

misli ise, rengine göre hiç de büyük olmayabilir. O halde bu görüþ þerhte olanla çeliþkilidir. Çünkü

ikiyüze ulaþan meblâð zekâtta büyük bir meblâð sayýlýr. Hýrsýzlýk ve mehirde ise on rakamý

büyüktür. O halde, burada ikrarda bulunanýn durumuna bakýlýr. Eðer zenginse zekât nisabý, fakir

ise, hýrsýzlýk nisabý esas alýnýr.» Nihâye´de de böyle zikredilmiþtir. Hýdâye´nin hâþiyelerinde de

Mebsût´a nisbet edilerek ayný hüküm mevcuttur. Þurunbulâliye.

Hâmiþ´te de, Zeylâî´den naklen þöyle denilir: «Uygun olan, Ebû Hanîfe´den rivayet edilene kýyasla bu

meselede ikrarda bulunanýn durumunun ölçü alýnmasýdýr.» Þurunbulâliye.

«Üç nisab miktarý ilh...» Yani, malýn hangi cinsinden ikrar etmiþse, o cinsin üç nisab miktarýndan

aþaðý beyaný kabul edilmez. Çünkü, çoðulun en küçük rakamý üçtür. Hatta, «Benim yanýmda

dirhemlerden çok mal vardýr.» dese, altý yüz dirhemden aþaðý tasdik edilmez. Bunun gibi hangi

cinsi söylesin, meselâ bir kimse, «Benim yanýmda deveden büyük mallarý vardýr» dese, sözünün

tasdik ve tediyesi için yetmiþ beþten aþaðýsý kabul edilemez.

«Onlarýn kýymeti ilh...» Yani, en aþaðý kýymetine itibar edilir. Çünkü en aþaðýsý yakýný olandýr. Zeylâi.

Yani, kýymet bakýmýndan nisabýn en aþaðýsýna itibar edilir. Ebussuud.

«On çoðul isimlerin sonudur ilh...» Yani, «aþeretü derahime (On dirhem) sonra da, «ahadi aþere»

«on bir» denilirse, o zaman ifade bakýmýndan «aþeretü derahime (on dirhem)» daha çoktur. Bu

yüzden de ona itibar edilir. Hidâye´de de böyledir.

«Mutemed kâvle göre ilh...» Zira, metinlerde geçen sözler, fetvâlarda geçen meselelere tercih edilir.

Þurunbulâliye. Tetimme ve Zahire´de, «Mukýr» keza dirhemen» dediði takdirde iki dirheme itibar

edilir. Çünkü keza kelimesi sayýlardan kinâyedir. Sayýlarýn en azý da ikidir. Çünkü «bir» adet

sayýlmaz. Onunla baþka bir sayý daha zikredildiði zaman adet sayýlýr. Muhtar þerhinde bazý âlimler

tarafýndan, «Keza dirhemen» dediði zaman, yirmi dirhem ödemesi gerekir. Kýyas da budur. Çünkü.

sayýlarýn en azý mürekkep deðildir. Bu «keza» kelimesinden sonra «derhem» kelimesi «Dirhemen»

þeklinde zikredildiðinden ondan önce zikredilenin mutlaka «ýþrune (yirmi)» kelimesi olmasý gerekir.

Bu itibarla, «keza dirhemen» dediði zaman yirmi dirhemden aþaðýsý tasdik edilmez ve en az yirmi

dirhem ödemesi gerekir» denilmiþtir.

«Ýkrarda bulunan «keza keza dirhemenû olduðunu söylemese ilh...» Yani «dirhemen» þeklinde

üstün Ýle söylerse, on birden aþaðý sayýlar için sözü tasdik edilmez. Ödemesi gereken de on bir

dirhemdir. Ama, «keza keza dirhemin» þeklinde esre ile söylese en aþaðý üç yüz dirhem kabul edilir.

Eðer, «keza keza dirhemen veya keza keza dinâren» demiþ olsa, her birisinden on birer tane

ödemesi gerekir. Eðer, «keza keza dinâren ve dirhemen» demiþ olsa, tümünden on bir öder. Yalnýz

þu var ki. taksim edilir. Altý dirhem, beþ de dinar þeklinde ihtiyâten taksim edilir. Bunun aksi de

olmaz. Çünkü maliyet bakýmýndan dirhemin kýymeti dinardan azdýr. Kýyas aslýnda her birisinden

beþer bucuk ödemesi þeklindedir. Ancak bu kimsenin ifadesinde küsûra delâlet edecek bir þey

bulunmamaktadýr. Bu bakýmdan yukarýdaki taksim tarzý dikkate alýnýr. Gâyetü´l-Beyan´dan özetle.

«Beþ defa tekrar ederse iIh...» Þârihin bu sözünde þu görüþ vardýr: Bine on bin ilâve edilmesi

gerekir. Halbuki þârihin öyle deðil. on bine bin eklemesi lâzýmdýr demesi gerekirdi.

«On bin ilâvesiyle ilh...» Aynî, bunu «uygundur» sözü ile birlikte nakletmiþtir. Þu kadarý var ki

Aynî´nin naklettiði açýk bir hatadýr. Çünkü on bin, bin ile vavsýz olarak terkib edilir ve «ahâde aþere

elfen (on bir bin)» denilir. O zaman onunla itibar edilen vav mümkün mertebe heder edilmiþ olur Bu

meselede ise vavýn heder edilmesi mümkündür. Çünkü «ahâde ve ýþrûne elfen» yani yirmi bir bin,

«miyetün ve ahâde ve ahâde ve iþrûne dirhemen» yine yüz yirmi bir dirhem, yukarý ile birlikte yirmi

bir bin yüz yirmi bir dirhem denilir. Yalnýz þârihin «altý defa tekrar ederse» sözü doðrudur. Sâyýhânî.

Þöyle ki, «kezâ» kelimesini vav ile birlikte altý defa tekrar etse, «miyetün elfin ve ahâde ve ýþrûne

elfen ve ahâde ýþrûne dirhemen» yani yüz yirmi bir bin yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. «keza

kelimesinin yedi defa tekrar ederse, o zaman da yirmi milyon yirmi bir bin ödemesi gerekir.

«Benim yanýmda veya beraberimde ilh...» Ben zannediyorum ki, Musannýf´ýn yaþadýðý tarihteki örf

böyle idi. Þimdiki örf ise, benim yanýmda veya beraberimde dediði zaman ikrar deðil, deyn

kasdedilir. Ancak fakihlerin zikrettikleri baþka bir gerekçe, bizim örfümüzde buna itibar

edilemeyeceðini ifade etmektedir. Sâyýhânî. Makdis´den naklen þöyle demektedir: «Zira bu yerler

(yanýmda veya beraberimde ve benzerleri ifadeleri) ikrar konusu malla ilgilidir. Deyn yeri deðildir.

Çünkü deyn insanlarýn zimmetinde olur. Nesne ise, yanýnda emaneten veya kefâleten bulunmasý


ihtimalini de taþýr. O zaman, «yanýmda, beraberimde, evimde» dediði zaman sözü emânete

hamledilir. Örf de buna þahâdet eder. Eðer, Ýtiraz yoluyla, «Benim üzerimde yüz vedîa deyn vardýr»

veya «Üzerimde yüz deyn vedîa vardýr» demiþ olsa, burada emanet tesbit edilemez. Halbuki emanet

bu iki sözün de edna derecesidir.» denilebilir. Bu itiraza þöyle cevap verilir: Ýki lâfýzdan birisi

emanete delâlet, birisi de deyne delâlet etse, mukýr bunlarýn ikisini bir arada zikretse, o zaman deyn

tarafý emanet tarafýna tercih edilir.»

Ama iki manayý ihtimal eden bir lâfýz bunun hilâfýnadýr.

«Ýkrar bunun aksinedir ilh...» Zira eðer ikrar olmuþ olsa, ikrar ettiði malý teslime ihtiyaç yoktur.

«Hibe olur ilh...» Zira, ikrar konusu olan þeyi kendi mülküne izafe etmesi, ihbar kabilinden olan

ikrara hamletmeye engel olur. Ýnþa olunca da hibe olur. O zaman hibede þart kýlýnan þartlar bunda

da þart olur. Minah.

Eðer bir kimse. «þahid olunuz, ben falan kimseye bin dirhem vasiyet ettim» ve «Falan kimsenin

benim malýmýn içinde bin dirhemi vardýr, onu da vasiyet ettim.» demiþ olsa, birincisi vasiyet, diðeri

ise ikrar olur. Bu konuda kâide þudur: Bir kimse vasiyetinde. «Benim evimin altýnda biri falan

kimsenindir» dese, bu vasiyettir. Ama eðer. «Benim evimde falan kimsenin altýnda bir hakký vardýr».

demiþ olsa, ikrar olur. Çünkü birincisinde evin altýnda birini yine kendi nefsine izafe etmiþtir. Eðer

temlik kastý varsa bu, vasiyet olur. Ýkincisinde ise, kendi evini baþkasýnýn olan altýda bire zarf

kýlmýþtýr. Onun evi o altýda bire zarf olur, eðer altýda bir bu vasiyetten önce o kimsenin mülkü ise, o

zaman adamýn ikinci sözü, ikrar olmuþ olur. Ama bunu ihbar kabul edersek, ikrar olur Ama eðer

inþa olursa, onun evi zaten o altýda bire zarf olmaz. Çünkü evin hepsi onundur. Bazýsý bazýsýna zarf

olmaz: Binaenaleyh, eðer adam «Falan kimsenin benim malýmdan bin dirhemi vardýr.» demiþ olsa,

eðer bunu vasiyet silsilesinde zikrederse, istihsanen vasiyet olur. Ama eðer «Falan kimsenin benim

malýmda bin dirhemi vardýr.» dese, o zaman ikrar olur. Nihâye´nin Vasiyet kitabýnýn baþýndan.

Buna göre Musannýf´ýn «hibe olur» sözünün anlamý, eðer vasiyet silsilesinde zikretmemiþse hibe

olur þeklinde anlaþýlmalýdýr. Bu asýlda ihtilâf vardýr. Nitekim Minah´ta da zikredilmiþtir.

Bezzâziyye ve diðer kitaplardan naklen þöyle bir ifade gelecektir: «Falan kimse üzerinde olan

deynim falanca adamýndýr» dediði zaman bu, ikrar olur. Biz bu meseleyi orada da açýkladýk.

«Evimde falan kimsenin malý vardýr ilh...» Bu ifadeye, onun evinde olan gündüzleri otlamaya

giderek geceleri evinin ahýrýnda kalan hayvanlar ile gündüzün dýþarýda çalýþarak gece evinde kalan

köleler de dahildir. Tatarhâniye´de olduðu gibi. Bu ifade ikrar sayýlýr.

«Hudutlarý þunlar olan topraðým küçük çocuðumundur ilh...» Çünkü, ondaki izafe, kendi

mülkündedir. Evet, Minah da Hâniye´den naklen bu ifadenin ikrar deðil temlîk olduðunu söylemiþtir.

Sonra da Müntekâ´dan bunun benzerini naklederek bu ifadenin ikrar olduðunu söylemiþtir. Þu

kadarý var ki Kýnye´den o ifadenin temlik olduðunu ifade eden þöyle bir ifade nakletmiþtir: «Babanýn

küçük çocuðuna kendi malýndan bir þeyi ikrarýnda kendi nefsine nisbet ederse, babýnýn o

konuþmasýndan anlaþýlan, o malý çocuðuna temlik etmesidir. Yok eðer, konuþtuðunda kendi

nefsine izafe etmezse, meselâ, «Evimin altýda biri veya þu evin altýda biri çocuðumundur» dese,

ikrar olmuþ olur.

Kýnye´de buna aykýrý bir ifade de vardýr. Minah sahibi þöyle demektedir: «Ben derim ki, fer´î

meselelerin bazýsýnda izafe ile izafesizlik arasýnda eþitlik iktiza eder. O zaman bu meselede bir hilâf

olduðu ifade edilmektedir. Ama küçük çocuðun meselesine gelince, kabzetmeden de ondaki hibe

sahihtir. Zira kabýz olmadan da babasýnýn elindedir. O halde çocuk meselesinde ikrar ile temlik

arasýnda bir fark yoktur. Ýkrarý da de temliktir, temliki zaten temliktir. Ama yabancý bunun aksinedir.

Yalnýz çocuðun meselesinde þöyle bir þey vardýr: Eðer adamýn çocuðuna vereceði þey taksimi

kabul eden mallardan ise, o zaman onda da yabancý gibi ikrar ile temlik arasýnda bir ayrýlýk olduðu

ortaya çýkar. Çünkü taksimi kabul eden þeyde taksim yapýldýktan sonra kabza ihtiyaç vardýr.»

Bundan sonra da Minah sahibi þöyle demiþtir: «Burada bir mesele vardýr ki çokça vâki olur. O

mesele þudur: «Adam bir diðerine ikrar etse ilh...» Þârih bu meseleyi özet olarak zikretmiþtir. "Özet

þöyledir: «Hudutlarý þunlar olan toprak çocuðumundur.» sözünde nakiller muhteliftir. Bu ikrar

mýdýr, hibe midir? Bunun özü þunu ifade ediyor ki, bir kimse çocuðuna böyle deyince, bu sözünden

kastý temlik oluyor ki, ikrar ile temlik arasýnda bir fark kalmýyor. Ancak o mal taksimi kâbil bir þeyse

o zaman oradaki fark ortaya çýkar. Bununla da kabzýn vacib olup olmayacaðý hususundaki ihtilâfýn

sonucu açýða çýkar. Öyle sanýyorum ki, þârihin kastý da Musannýf´ýn sonra zikrettiðine iþaret ederek,

her ikisinin arasýný bulmaktýr. Þöyle ki, adamýn çocuðuna söylediði sözün temlik olduðunu kabul

eden âlimlerin görüþü o malý mülküne izafe etmez de halk içinde onun mülkü olduðu bilinirse, o


zaman ona hamledilir. O halde, onda izafe takdir edilir. Bu söz ikrardýr diyen adamlarýn sözü de.

eðer halk arasýnda o malýn onun mülkü olduðu bilinmiyorsa, o zaman ikrar olduðuna hamledilir. O

zaman Musannýf´ýn yer meselesi geçen asl üzerine itiraz olarak varit olmaz. Çünkü, «Benim þu

hudutlarla çevrili topraðým çocuðumundur.» sözü, o topraðýn onun mülkü olduðu biliniyorsa,

takdiri izafeden ötürü hibe olmuþ olur. Aslýn iktiza ettiði gibi teslime de muhtaç deðildir. Çünkü

kendi elindedir.

«Ýkrar mý ilh...» Ben diyorum ki, Fakihlerin sözlerinden anlaþýlan, mukýr eðer ikrar ettiði veya hibe

ettiði malý kendi nefsine izafe ederse, hibe olur. Eðer o malý kendi nefsine izafe etmezse, hem hibe

hem de ikrar o ihtimali bulunur. O zaman, karinelerle amel edilir. Þu kadarý var ki, «Kendi nefsine

izafe ederse hibe olur» sözüne göre Necmü´l-Eimme Buhârî´den nakledilen, «Ýster malý kendi

nefsine izafe etsin, ister etmesin her iki halde de ikrardýr» sözü kapalý olur. O zaman fakihlerin

sözünün arasýnda muvafakât þöyle saðlanýr: Eðer mülk zahir ise temliktir. Eðer mülk zahir deðilse,

bakýlýr: Eðer ikrara delâlet edecek bir kârine bulunursa, ikrardýr. Yok eðer temlike delâlet edecek bir

karine bulunursa, temliktir. Düþün.

Biz de hâdiselerde bu kârineleri bulabiliriz. Remlî. Sâyýhânî, «Siz bu hususta mezhebimizde çok

görüþ olduðundan haberdarsýnýz. Meþhur olan, þârihin ifadesinde «asýl kâide þudur» sözüdür ilh...»

demiþtir.

Minah´ta da Sadi´den naklen þöyle denilmiþtir: «Babanýn kendinin malýndan çocuðuna bir malý ikrar

etmesi, eðer kendi nefsine izafe ederse temlik olur. Þârihin «Kendi malýndan bir nesneyi» ve «Kendi

küçük çocuðuna» ifadeleri, mahûd olana itibar edilmeyeceðine iþaret etmektedir Muteber olan,

kiþinin ifade tarzýdýr.»

Ben derim ki: Musannýf´ýn ifadesinde geçen «Benim evimde» sözü ile Hâniye´deki «Benimle bilinen

her mal veya «Bana nisbet edilen herþey falan kimsenindir.» sözleri de yukarýdaki ifadeyi teyid

etmektedir Çünkü bir kimsenin evinde olan veya bu kimse ile tanýnan mallar ve ona nisbet edilenler

halkýn birçoðu tarafýndan onun mülkü olarak bilinmektedir. Zira zilliyet ve tasarruf mülkiyetin

delilleridir. Alimler bu sözün ikrar olduðunu açýkça söylemiþlerdir. Hâmidiye´de de ikrar olmasýyla

fetva verilmiþtir. Sâyýhânî´nin bahsi de bununla teyid edilmektedir. Ancak toprak meselesinde

þârihin «hibe» tâbiri o meselede hibe ile ikrarýn arasýnda fark olmadýðý içindir. Ýþte bundan dolayý,

bu mesele Mültekâ´da çocuðun tarafýnýn gayrýnda zikredilmiþtir. Zira orada «Adam, «Benim þu

topraðým -Hudutlarýný zikrederek- falan kimsenindir.» veya «Hudutlarý þunlar olan yerim falan

çocuðumundur» dese o çocuk da küçük olmuþ olsa, bu kimsenin sözü geçerli olup, temlik ifade

eder» denilmiþtir.

«Ýkrar etmesi demektir ilh...» Yine, «Ben onu sana ödemeyeceðim.» veya «Vallâhi ben onu sana

ödemeyeceðim.» veya «Onu sana vermeyeceðim» gibi sözler de ikrar olur.

Hâniye´de, «Ben onu sana vermeyeceðim.» sözü ikrar olmaz. Eðer, «Borçlarýný bana havale et.»

veya «Borçlarýndan bazýsýný bana havale et» veya «Dilediðini bana havale et.» veya «Borçlularýndan

dilediðini bana havale et» demiþ olsa, bu sözlerin hepsi. borçlu olduðuna ikrardýr.» denilmiþtir.

Makdisî.

Makdisî´de þöyle denilmiþtir: Adam, «Sende olan bin liramý ver» demiþ olsa, o da, «sabret.» veya

«Ýleride alýrsýn» demiþ olsa, ikrar olmaz. Ama, «O ikisini inþaallâh tartarým.» sözü ikrardýr.

Bezzâziyye´de de þöyle denilir: «Bir kimse mal davasýnda, «Ben onu senden haksýz olarak

almadým.» demiþ olsa, ikrar olmaz. Ama, «Onu bana ne sebeple verdin?» dese, fakihler bu sözün

ikrar olduðunu söylemiþlerdir. Adam deyn müddeti dolmadan borçluyu hâkime götürse ve ondan

parasýný taleb etmiþ olsa, borçlu. «Bugün için sana ödeyeceðim birþey yoktur.» diye yemin etse,

yemini geçerli olur. Bu sözü de ikrar sayýlmaz. Fakih de bu sözü ikrar kabul edenlerin sözüne itibar

edilemez demiþtir» Sâyýhânî.

«Zamir bine râci olur ilh...» öyleyse sanki adam, «Bende olan senin bin liraný tartayým mý» demiþtir.

«Alay þeklinde söylememiþse ilh...» Sözün alay olup olmadýðý karinelerle bilinir.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:31:49
METÝN

Bir kimsenin «Sende bin alacaðým var» sözüne cevap olarak, diðeri bu iddia ile baðlantýlý

kurmaksýzýn; «Hesaplarýz» yahut «Ben tartarým» yahut da «senden baþka veya senden önce veya

sonra hiçbir kimseden ödünç para almadým» dese, bu sözler ikrar sayýlmaz. Çünkü bunlar karþý

tarafýn iddiasý ile baðlantýlý olmadýðý için ilk konuþulan söz gibi olurlar. Bu konuda kâide þudur: Ýlk

olarak söylenmeye deðil de iddiaya cevap niteliðindeki sözler ikrar sayýlýr. Ýlk söylenmeye elveriþli


olan veya hem ilk söylenmeye, hem de cevap almaya elveriþli bulunan sözler «Ýlk söylenmiþ» gibi

sayýlýr. Aksi halde kiþi, Þüpheli bir sözle mâlî yükümlülük altýna sokulmuþ olur. Ýhtiyâr.

Ýkrarda karþý tarafýn iddiasý ile baðlantý kurulmasý meselesi þu þekilde açýklanabilir: Eðer cevap

kendi baþýna bir anlam ifade ediyorsa, baðlantýnýn kurulup kurulmamasý konusunda o zaman

hüküm verilir. Fakat, cevap «evet» kelimesi gibi baðýmsýz deðilse o zaman mutlaka ikrar meydana

gelir. Meselâ: Bir kimse, «Benim þu kölemin elbisesini ver» veya «þu evimin kapýsýný aç» yahut «þu

evimi kireçle» dese, yahut da «þu atýmý eðerle» veya «þu atýmýn eðerini veya gemini bana ver»

demiþ olsa, o da «evet» demiþ olsa, bu evet demesi, köle, ev, binek ve ev ile ikrar demektir. Kâfî.

Eðer adam, «Benim senin üzerinde bin liram yok mu?» dese, o da. «Bela (evet)» demiþ olsa, bu bin

lira ile ikrar sayýlýr. Eðer olumsuz soruyu olumsuz þekilde cevaplamak anlamýnda kullanýlan «neam

(evet)» kelimesiyle cevap verirse, bu ikrar olmaz. Bâzý âlimler ise; «evet» anlamýna gelen deðiþik

kelimelerin kullanmasý sonucu deðiþtirmez, bunlarla da ikrar oluþur,» demiþlerdir. Çünkü ikrar,

arapçanýn incelikleri üzerine deðil, örfe göre yapýlýr. Örfte ise «belâ» ile «neam» arasýnda hiçbir fark

yoktur. Cevhere adlý eserde de böyledir. Konuþan bir kimsenin baþýyle iþareti; mal, azad, boþama,

satým, evlenme, kira ve hibe konularýnda ikrar sayýlmaz. Yalnýz fetvâ vermede, neseb kabulünde,

müslüman olma veya dinden çýkmalarda baþla iþâret ikrar kabul edilir. Ýhramdaki bir kimsenin av

hayvanýný iþareti. âlimin hadis rivayetinde baþýyla iþareti kocanýn boþama sýrasýnda kansýna üç

parmaðý ile iþareti de ikrar sayýlýr. Eþbâh.

Ýþâretin ikrar olduðu yerlerde yemin de iþarete ilâve edilir. Meselâ «Ben falan kimseyi istihdam

etmem veya sýrrýný ifþa etmem veya kendisinin bulunduðu yeri haber vermem diye yemin etmiþ

olsa, sonra da onlara iþaret etmiþ olsa, yemininden dönmüþ olur. Ýmâdiye. Konuþan bir kimsenin

iþaretinin geçersiz olduðu belirtilirken, dokuz yerde bunun muteber olduðuna da iþaret edilmiþtir.

Eðer bir kimse, vadeli bir borcu ikrar etmiþ olsa, lehine ikrar yapýlan da sürenin dolduðunu iddia

etse, ikrarda bulunanýn borcunu peþin olarak ödemesi gerekir. Þafiî´ye göre eðer ikrarda bulunan

vadesi dolmadýðýna dair yemin ederse, onun yemini kabul edilir. Ýkrarda bulunanýn vadeli bir borç

hususundaki ikrarý nasýl kabul edilmezse, elindeki bir kölenin baþka birisinin olduðu veya baþka

birisinden kiraladýðý konularýndaki ikrarý da kabul edilmez. Bu duruma göre vade ve kira

meselesinde delilsiz bir iddia bulunduðu için ikrarda bulunan tasdik de olunamaz. O zaman bu, her

iki meselede de lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunandan yemin taleb eder.

Ama ikrarda bulunan eðer siyah dirhemlerle ikrar ederse, lehine ikrar yapýlan do dirhemlerin

vasfýnda onu yalanlarsa, yukarýdaki meselenin aksine ikrarda bulunanýn yalnýz ikrar ettiði vasýftaki

dirhemleri ödemesi gerekir. Zira siyahlýk bir türdür. Vade ise, arýzidir. ancak þartla sabit olur.

Demek ki, nevide söz ikrarda bulunanýndýr. Örýzî þeylerde de söz lehine ikrar yapýlanýndýr. Nitekim

kefilin borcun vadesinde ikrarý kabul edildiði gibi. Çünkü söz vadede kefilindir. Zira vadeli borçta

vadeye kefâlet þartsýz olarak sabit olur.

Bir kimsenin örtülü bir cariye aldýðýný söylemesi kapalý paketiyle elbise almak gibi, bunun satýcýnýn

mülkü olduðunu ikrar etmesidir. Yine bunun gibi, bir malý almak için pazarlýk yapmak veya vedîa,

âriyet veya hibe olarak verilmesini istemek yahut kiralama talebinde bulunmak bu malýn zilyedin

mülkü olduðunu ikrar etmek anlamýna gelir. Bu muâmeleleri vekil aracýlýðý ile yapmak hükmü

deðiþtirmez. Bu durum, söz konusu malý artýk ne kendisine ve ne de baþkasýna vekâlet veya

vesâyetle dava etmesine engel olur. Çünkü aksi halde çeliþkiye düþmüþ olur. Ancak birisini bütün

davalarýndan ibrâ etse, sonra da vekâlet veya vesâyetle bunlarýn davasýnda bulunsa. çeliþki

bulunmadýðýndan davasý geçerli olur. Bunu Dürer de ikrar babýndan hemen önce zikretmiþtir.

Bunlar câmý adlý eserde de yazýlmýþtýr. Ancak Vehbâniye adlý eserin tesbiti bunun aksinedir.

Vehbâniye þârihi Þurunbulâlî, Vehbâniye´deki ifade ile Câmi´deki ifade arasýný þu þekilde

uzlaþtýrmýþtýr: «Bana þunu sat» derse, ikrar olur. Ama, «Bunu bana satar mýsýn?» dese, bu ikrar

olmaz. Bunu satýþ senedine yazýp mühürlemesi de teyid eder. Çünkü bunlarda onun mülkü

olduðunu veya mülkü olmadýðýný ikrar yoktur.

Adam, «Benim üzerimde falan kimsenin yüz ve bir dirhemi vardýr?» dese, hepsi yüz dirhem olur.

Yine, «Falan kimsenin benim üzerimde yüzü ve ölçülecek veya tartýlacak þeyi vardýr.» demiþ olsa, o

ölçek veya batman yüzü tefsir ettiðinden ona yüz lâzým gelir.

Bir kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve üç elbisesi vardýr.» demiþ olsa, hepsinin elbise olmasý

gerekir. Çünkü burada «üç elbise» kelimeleri yüzü tefsir etmektedir. Ýmam Þâfiî buna muhalefet

etmiþtir.

Biz deriz ki: Burada elbise kelimesi atýf harfi ile zikredilmemiþtir. Öyleyse burada tefsir her ikisine


de irca edilir. Çünkü her ikisinin de tefsire ihtiyacý vardýr.

Bir kimse, «Benim ahýrýmda falan kimsenin bir hayvaný vardýr.» dese, yalnýz hayvaný ödemesi

gerekir. Çünkü burada asýl kâide þudur: Zarf olmaya lâyýk olan her þey onu nakletmek mümkün ise,

içindeki ile birlikte verilir. Eðer nakli mümkün olmayan bir þey ise, yalnýz mazrufun ödenmesi

gerekir. Ýmam Muhammed buna muhâlefet etmiþtir. Ona göre, her ikisini de vermesi gerekir. Çünkü

ona göre gayr-i menkulün de gasbý tasavvur edilir.

Ýkrar edilen þey zarf olmaya uygun deðilse, yalnýz birincisini verir. Meselâ bir kimse, «Falan

kimsenin bende dirhemde bir dirhemi vardýr.» dese, dirhem dirheme zarf olmayacaðý için bir

dirhem vermesi gerekir.

Ben derim ki: Bunun ifade ettiði þudur: Bir kimse. «Falan kimsenin benim yanýmda, çadýrda bir

hayvaný vardýr» dese, hayvaný çadýr ile birlikte ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin benim

yanýmda dirhemde bir elbisesi vardýr» derse, yalnýz elbiseyi ödemesi gerekir. Ben bunu görmedim.

Araþtýrýlsýn.

ÝZAH

«Geçmiþle baðlantýlarý olmadýðýndan ilh...» Yani bunlarýn geçmiþle baðlantýlarý taayyün etmemiþtir.

«Asýl kâide þudur: Ýlk olarak söylenmeye deðil, cevaba uygun olan her kelime ilh...» Yukarýda gecen

sözler gibi, Kâfi´nin ifadesi bundan sonra, Minah´ta olduðu gibi þöyledir: «Eðer iddia ile baðlantý

zikredilirse, karþýdakine cevap vermiþ olur. Eðer baðlantý zikredilmezse, ya cevap olmaz veya hem

cevaba, hem de ilk olarak söylenmeye uygun olur. O zaman da kelâma þüphe girer, ikrarda da

þüphe olmaz.

«Cevap olur ilh...» Meselâ, yüz dirhem üzerine mahkeme edilseler ikrarda bulunan «ben onu sona

ödedim» veya «sen beni ondan ibra ettin» dese, bu bir ikrar olur.

«Ben falan kimseyi istihdam etmem ilh...» Yani, bu sözüyle onun hizmetine iþaret etmektedir.

Hâmiþ´te de böyledir.

BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ :

Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Terekenin taksiminden sonra, varislerden bazýsý, ölen kimseden

olacaðý olduðunu iddia etse, bu iddiasý kabul edilir. Çünkü mirasýn taksimi, borçlardan ibra

anlamýna gelmez. Burada varisin hakký baþkasýna baðlý deðildir. Onun taksime razý olmasý tereke

ile iliþiðinin kesildiði ikrar anlamýna gelmez. Ancak bunun aksine varislerden birisi terekeden belli

bir malý iddia etse, taksimden sonra onun iddiasý dinlenmez. Çünkü onun hakký þekil ve mana

bakýmýndan terekenin bütünü ile ilgilidir. O halde taksim onun hakkýný terekeden kesmiþ olur. Zira

taksim, artýk terekeden belirli bir malýn ona ait olacaðýný gösterir. Bezzâziyye.

«Þartsýz olarak ilh...» O halde vade, kefâletin bir nevidir. Vade ile kefâlet, kefâletin iki nevinden

birisi olur. Bundan ötürü kefil tasdik edilir. Çünkü kefilin, kefâletin çeþitlerinden birisini ikrarý diðer

çeþidi ikrar deðildir. Gâyetü´l-Beyân. Bu meselenin tamamý kefâlet bahsinde geçmiþtir.

«Örtülü bir câriye ilh...» Bezzâziyye´de bu mesele þu þekilde açýklanmýþtýr: «Bu meselede genel

kâide þudur: Eðer ikrar olunan þey pazarIýk sýrasýnda yanýnda oturan örtülü bir cariye gibi tanýnan

bir nesne ise, onun ikrarý tasdik edilmez. Ancak, davalý ikrarda bulunanýn onu tanýmadýðýný tasdik

ederse, ikrarda bulunanýn sözü kabul edilir. Eðer ikrar olunan þey bohça içindeki elbise veya hiçbir

yeri görülmeyen baþý örtülü oturan bir cariye gibi tanýnmayan bir nesne olursa, o zaman kabul

edilir. Ýþte bundan dolayý âlimlerin bu meseledeki görüþleri farklý olmuþtur.»

Kanaatimizce, çuvalýn içindeki kumaþ bohça içindeki kumaþ gibidir. Sâyýhânî.

BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ:

Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Bîrisi diðerine, «Benim senin üzerinde bin dirhemim vardýr.» dese,

davalý da, «Eðer senin onun malýn olduðuna yemin edersen, veririm» dese, davacý yemin etse.

davalý da o dirhemleri ona verse, fakihler, «Eðer o þartla ödemiþse, geçersizdir: Ödeyen kimse o

dirhemleri geri isteyebilir. Çünkü þart geçersizdir» demiþlerdir.» Hâniye.

BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ :

Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Birisi bir þey almýþ olsa, birisi de onun alýþýna þehâdet etse ve

mühürlese, bu teslim sayýlmaz. Yani. bundan maksadý, birisi alýþla þahâdet etse, þehâdet

senedinde, þehâdet yazýsýyla þahitlik etse ve þehâdet senedini mühürlese. sonra o malýn kendisinin

olduðunu iddia etse, davasý geçerlidir. Þehâdet yazýsý o malýn satýcýnýn olduðunu ikrar deðildir.

Çünkü insan kendi malýný sattýðý gibi bir diðerinin malýný da satabilir. O halde satýþla þehâdet.


satýþýn geçerli olduðunu göstermez.» Câmiü´I-Fusûleyn.

«Bunu Dürer de zikretmiþtir ilh...» Buradaki zamir metinde ve þerhte zikredilen ve ikrar anlamýna

geçen þu iþlemleri kapsamýna alýr: Ýkrara konu olan malý satýn almak için pazarlýk yapmak, vedîa.

âriyet veya hibe olarak kendisine verilmesini istemek kiralama talebinde bulunmak, bunlar

arasýndadýr. Câmi adlý eserdeki ifadede yer alan zamir ise yalnýz metin kýsmýndaki muâmeleleri

ifade eder. Musannýf´ýn Minah´taki ifadesi de bunu gösterir. Bunun açýkça ikrar anlamýna geldiðini

söyleyenlerden bir tanesi de Molla Hüsrev´dir. Velhâsýl Camiin rivayeti, birþeyin pazarlýðýný. icârýný

veya âriyet edilmesini talep etmek ve benzerleri talep ettiði kimsenin mülkü olduðunu ikrar etmektir.

Ziyadât´ýn rivayeti ise, birþeyi pazarlýk etmek, icâre ve âriyet talebinde bulunmak o þeyin talebte

bulunduðu kiþinin mülkiyetini ikrar etmek deðildir. Ancak doðru olan da budur. Ýmâdiye´de de

böyledir.

Ýmâdiye´de «Rivayetlerin ittifaký, birþeyin pazarlýðýný yapmak, o þeyin pazarlýk yaptýðý kiþinin mülkü

olduðunu göstermez» denilmiþtir.

Sâyýhânî þöyle demiþtir: «Kanaatimce, eðer bir özür açýklarsa, Ziyâdât´ta olan. «Bir þeyin pazarlýðýný

talep etmek o þeyin pazarlýk talebinde bulunduðu kiþinin mülkü olduðunu ikrar etmek deðildir.»

ifadesi fetva verilir. Ýmâdiye´de «Sahih olan görüþ de ancak budur.» denilmiþtir Sirâciye´de de, «Bu

en saðlam görüþtür» denilmiþtir. Ankaravî de, «Alimlerin ekserisi Ziyâdât´ta olan ifâdenin en

saðlam ve zahiri rivayet olduðu görüþündedirler» demiþtir.

«Cami´de ilh...» Yani Câmiü´I-Fusûleyn´de. Bu da. Ýmam Muhammed´in Câmii´nin rivâyetidir. O

zaman bundaki zamir, yukardaki «zilyed sahibinin mülkü olduðunu ikrar etmektir» sözüne gider.

Þurunbulâliye´de, «Bu gibi istekler, malýn istekte bulunanýn mülkü olmadýðýna ikrar olduðu

konusunda görüþ birliði vardýr. Ancak, bu iþlemlerin malýn zilyedin mülkü olduðunu ikrar sayýlacaðý

hususunda iki rivayet vardýr. Camiin rivayetine göre bu ikrar zilyedin mülkü olduðunu ifade eder.

Ziyâdât´ýn rivayetine göre ise, zilyedin mülkü olduðunu ifade etmez. Geçerli olan görüþ de budur.

Suðrâ´da da böyledir.» denilmiþtir.

Câmiü´l-Fusûleyn´de de bu ikrarýn mülk ifade ettiði rivayeti daha saðlam görülmüþtür. Bu duruma

göre her iki rivayetin saðlam olup olmadýðý konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr. Ýkrarý söz konusu olan

malýn, baþkasýna dava edilmesinin câiz oluþu malýn davalýnýn mülkü olmadýðý üzerine bina edilir.

Sâyýhânî de, Ankaravî´den. «Âlimlerin ekserisi Ziyâdât´ta olan rivayetin daha saðlam olduðu ve

bunun zahiri rivayet olduðu görüþündedirler» sözünü nakletmiþtir.

Ben derim ki: Ziyâdât´da olanla fetva verilir. Çünkü o, zamiri rivâyet olduðundan tercih edilir.

TAMAMLAMA: Davalýdan baþka birisinden bir þeyi olma talebinde bulunmak bizzat davalýdan olma

talebinde bulunulmasý malýn onun mülkü olduðunu ikrar etmesi anlamýna gelmediði gibi davacýnýn

mülkü olmadýðýný ikrar anlamýna do gelmez. Hatta, davalý malýn kendi mülkü olduðuna delil getirse,

onun delili davanýn defi olur.

Câmiü´l-Fusûleyn´de, Suðra´dan nakilden sonra þöyle denilir: «Ben derim ki, uygun olan vedîa veya

icâre veya benzeri taleblerde bulunmak da alým talebi gibidir.»

ÖNEMLÝ BÝR MESELE:


Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Hatýrda tutulmasý gereken meselelerden birisi de þudur: Karþýlýklý

pazarlýk yapmak, satýcýnýn mülkü olduðunu ikrar veya zýmmen de olmuþ olsa, onun mülkü

olmadýðýný ikrar demek deðildir. O halde bu Ýkrar açýk olarak «Satýcýnýn mülküdür» demek gibi bir

ikrar olamaz. Aradaki fark þu meselede açýða çýkar: Meselâ, pazarlýk yapan kimse bu malý teslim

almýþ olursa. satýcýya geri vermesi açýk ikrar durumunda emrolunur. Ama karþýlýklý pazarlýk

kýsmýnda ise emrolunmaz. Bunun açýklamasý þöyle olur: Bir kimse, diðerinden bir malý satýn alarak

kabzetse, sonra da satýn olanýn babasý, bu malýn kendisine ait olduðunu delille isbat etse ve

oðlunun elinden alsa, sonra baba ölse müþteri olan oðul, o malý miras yoluyla almýþ olsa. onu

satýcýya geri vermesi emredilmediði gibi, satýcýdan semeni de geri alma hakký doðar. Bu durumda,

mal miras yoluyla alýcýnýn malý olmuþ bulunur. Eðer satýcýnýn yanýnda, malý alýrken, satýcýnýn mülkü

olduðunu ikrar etse. sonra babasý onun kendi malý olduðunu delille isbat etse, sonra da ölse, ayný

malý oðlu babasýndan miras yoluyla alsa, rücû edip semeni satýcýdan alamaz. Çünkü bu mal, onun

tazmin yükümlülüðü sebebiyle, satýn alma hükümleriyle elindedir. Bu konuda þöyle bir kaide vardýr:

Hak sahibi lehine hüküm vermek semenle rücû etmeden önce satým akdinin feshini gerektirmez.»

Bezzâziyye bunu dava kitabýnýn birinci faslýnda zikretmiþtir.

«Bu ikrar olmaz. ilh...» Yani, «Bunu bana satar mýsýn?» sözü ikrar deðil, belki soru olur.


«Ýkrar yoktur ilh...» Burada olan yani soru þeklindeki satýn alma isteði malýn satýcýya ait olduðunu

ikrar anlamýna gelip gelmemesi hususu ya birine eþittir, ya da ikrar sayýlmamasý önde gelir.

Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Efendi, kölesinin kendi malýndan birþeyi sattýðýný görse ve sükût etse,

bu izin sayýlmaz. Rehin alan, rehin verenin rehini sattýðýný görse ve sussa, bu izin sayýlmaz ve rehin

de bâtýl olmaz.

Tahâvî de hanefî âlimlerden þöyle rivâyet etmiþtir: «Rehin alan verenin rehini sattýðýný görse ve

sussa bu susma satýþa rýza göstermek demektir. Rehin de bâtýl olur. Hâniye, Kitabü´l-Mezun´da.

«Ölçülecek veya tartýlacak îlh...» Meselâ bir kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve bir ölçek veya

yüz ve bir batman falan þeyi vardýr» demiþ olsa, istihsan prensibine göre. bunlarýn hepsi ölçülecek

veya tartýlacak þeyden olur. Eðer, «Falan kimsenin bende yarým dirhemi, dinarý, kumaþý vardýr»

dese o kimsenin bunlardan her birisinin yarýsýný ödemesi gerekir. Bu kimse yine «Þu cariyenin ve

þu kölenin yarýsý falan kimsenindir» dese adamýn her ikisinin de yarýsýný vermesi gerekir. Çünkü

burada söz hepsinde aynýyla veya ayný olmayanla vâki olduðu zaman «yarýsý» kelimesi hepsine

rücû eder. Ama bunun aksine «Falan kimsenin bende þu dinarýn yarýsý ve dirhemi vardýr dese

dinarýn yarýsýný, dirhemin de hepsini ödemesi gerekir.

Zeylâî þöyle der: «Dirhem kelimesi burada esre okunursa mesele müþkil olur».

Ben diyorum ki: Bunda kapalý bir yön yoktur. Çünkü þehirde yaþayanlar bile konuþmalarýnda

kelimenin okunuþ þekline dikkat etmezler. Avamýn dikkat etmesi nasýl beklenir? Sâyýhânî.

«Hepsinin elbise olmasý gerekir ilh...» Çünkü ikrar da bulunan burada müphem iki adet zikretmiþtir.

Bunlarýn hemen arkasýnda da açýklama yapmýþtýr. Bu durumda açýklama atýf olmadýðý için her

ikisine de râci olur.

«Çadýrda îlh...» Bunda bir görüþ vardýr. Çadýra gerçekte zarf denilmez. Muteber olan gerçek

anlamda zarf olandýr. Minah´ta da böyledir.

«Hayvaný çadýr ile birlikte ödemesi gerekir ilh...» Çünkü gasbettiðini ikrar onun naklini haber

vermedir. Naklin zarfla birlikte naklinin tasavvuru mümkündür. O halde onun ikrarý zorunlu olarak

her ikisinin gasbýný ikrar demektir. Beyanda da ona rücû eder. Çünkü böyle birþey tayin etmemiþtir.

Gâyetü´l-Beyân ve diðer eserlerde bu þekilde yazýlmýþtýr. Gayrýnda tekerrür etmiþtir.

Bunun açýk anlamý ise, yalnýz gasbý ikrar etmektir. Çünkü bunu Hâniye´de olan «falan kimsenin

benim üzerimde bir kumaþý veya kölesi vardýr» demesi ifadeyi teyid eder. O zaman Ýmam Ebû

Yusuf´a göre ortalama bir kýymetle hükmedilir, Ýmam Muhammed de kýymet konusunda söz ikrarda

bulunanýndýr.

Bahýr ve Eþbah´ta, «Burada bu kimsenin adamýn hiçbir þey ödemesi gerekmez» denilmiþtir. Umulur

ki Bahýr ve Eþbâh´ta olan Ebû Hanîfe´nin sözüdür. Ýþte bu da gösteriyor ki, burada gecen yalnýz

gasbla ilgilidir. Eðer mesele yalnýz gasba ait olarak hasretmezsen kýymetini vermesi gerekir.

Ben, Þurunbulâliye´de Cevhere´den naklen þunu gördüm: «Eðer ikrarda bulunan ikrar ettiði þeyi bir

fiile izafe ederse, meselâ. «Ben ondan hurmayý sepet içinde gasbettim» dese. hem hurmayý, hem de

sepeti ödemesi gerekir. Fakat odam. «Benim üzerimde o adamýn sepette hurmasý vardýr» dese, bu

adamýn sepeti deðil, hurmayý ödemesi gerekir. Çünkü ikrar sözdür Kavil de bazýsýný kazýsýndan

seçer. Nitekim. «Ben falan kimseye seledeki zaferaný sattým» dese yalnýz zaferaný sattýðý anlaþýlýr.»

«Yalnýz elbiseyi ödemesi ilh...» Bu açýktýr. Metinde olan «Bohçadaki elbise veya elbisenin içindeki

elbise» ifadesi de bunu gösterir. O halde dirhem elbiseye zarf olmayacaðýna göre yalnýz elbiseyi

vermesi gerekir.

Gâyetü´l-Beyan´da þöyle denilir: «Adam, «Ben þunu þunda gasbettim.» dese, eðer ikincisi

birincisine zarf olacak þeylerden deðilse, her ikisini de ödemesi lâzýmdýr.» Ýkincisi birincisine zorf

olacak þeylerden deðilse, her ikisini de ödemesi lâzýmdýr.»

Yine Gayetü´i-Beyan´da «Eðer, falan kimsenin benim üzerimde buðday ölçeðinde bir dirhemi

vardýr.» dese, her ne kadar ölçek zarf olmaya uygunsa da yalnýz dirhemi vermesi lâzýmdýr.

Meselenin beyaný da Hevâhirzade´nin þu ifadesidir: «O adam kendi zimmetinde bir dirhem

olduðunu ikrar etmiþtir.» Ölçekte olanýn baþka birþeyde mazruf olmasý tasavvur edilemez.»

denilmiþtir.

Kanaatimizce bu, iþin baþýnda ikrar etme meselesi gelir. Fakat gasba gelince, o zaman, o kimseye o

þeyi zarfla birlikte ödemesi gerekir. Nasýl ki, «Ben senden cüzdanda dirhemi çaldým» meselesinde

dirhemle cüzdaný birlikte ödemesi lâzýmdýr. Gerekçe de bunu ifade eder.


METÝN


Bir kimse, «Falan kimsenin bende bir yüzüðü vardýr» dese, yüzüðün hem halkasýný, hem de kaþýný

ödemesi gerekir.

Birisi; «Bende falan kimsenin bir kýlýcý vardýr.» dese. onu kýný, kayýþý ve demiri ile birlikte vermesi

gerekir.

Bir kimse, «Falan kimsenin bende mobilyalý bir evi vardýr.» diye ikrar etse, evi mobilyasý ile birlikte

vermesi gerekir.

Adam, «Falan kimsenin bende sepette hurmasý» veya «Çuvalda yiyeceði» veya «Gemide yiyeceði»

veya «Bohçada bir elbisesi veya «Elbiseye sarýlý bir elbisesi vardýr.» diye ikrarda bulunsa, o

kimsenin zarfýn içindekini ödemesi gerektiði gibi, zarfý da ödemesi gerekir. Ama bu kimse, «Bende

sepetten hurmasý vardýr» dese, ona yalnýz hurmayý ödemesi gerekir. Nitekim, «On tanenin içinde bir

elbisesi vardýr» veya «Evde yiyeceði vardýr» dese, o kimseye yalnýz zarfýn içindeki elbise ve

yiyeceði ödemesi gerekir. Zira yukarýda geçtiði gibi, on bir adetten zarf olmaz.

Bir kimse, «beþi beþte» diye ikrar etse, bundan kastý da beþi beþe çarpmak ise yine beþ ödemesi

gerekir. Ýmam Züfer´e göre ise yirmibes ödemesi gerekir. Ama bundan kastý beþi beþe ilâve

etmekse o zaman da on ödemesi gerekir.

Bir kimse, «Onun bir dirhemden on dirheme kadar» veya «Bir dirhem ile on dirhem arasý alacaðý

vardýr» demiþ olsa, dokuz dirhem ödemesi gerekir. Çünkü birinci sýnýr olan bir dirhem zorunlu

olarak sayýnýn içerisine giriyor. Zira birden yukarý birsiz sayý olamaz. Ama ikinci sýnýr olan on

girmez. Bundan ötürü adam, «Onun bende bir ölçek buðdaydan bir ölçek arpaya kadar alacaðý

vardýr» dese ödemesi gerekir. Ancak, bir ölçek arpayý ödemez. Bunun aksine «Ýki duvar arasý»

dese, duvarlarýn ikisi de girmez. Bir kimse «Onun bende on dirhemden on dinara kadar alacaðý

vardýr.» dese, Ebû Hanîfeîye göre on dirhem, dokuz da dinar ödemesi gerekir. Çünkü ikinci sýnýr

olan onuncu sayý zaruret olmadýðý için miktarýn içine girmemektedir. Nihâye.

Bir kimse, «Benim þu binamdan, þu duvardan þu duvara kadar falan kimsenindir» dese, yalnýz o iki

duvar arasýný vermesi gerekir. Çünkü yukarýda geçtiði gibi ikinci sýnýr dahil olmaz.

Ýkrar vaktinde varlýðý muhtemel bir gebeliði ikrar etmek geçerlidir. Þöyle ki, kadýn iddet bekliyorsa.

iki yýldan önce, kadýn evli ise altý aydan önce gebeliðini ikrar etmesi gibi. Velev ki gebelik insandan

baþka varlýklarda olsun yine böyledir. Çünkü hayvanlardaki ikrar, gebelik süresinin en azý ile takdir

edilir. Bu en az süresi de bilirkiþi tarafýndan tayin edilir. Zeylâî.

Cevhere´de þöyle denilmiþtir: «Koyunlarda gebeliðin en az süresi dört aydýr.»

Ýrs ve vasiyet gibi gebeliðe bir sebep zikrederse, gebelik ikrarý yine geçerli olur. Meselâ, babasýnýn

öldüðünü ve onun kendisine irs kaldýðýný veya birisinin kendisine vasiyet ettiðini söyleyerek

gebeliði ikrar etmesi gibi. Ancak böyle uygun bir sebep zikretmezse, bu ikrarý geçerli olmaz.

Nitekim ileride gelecektir.

Gebeliði ikrar edilen kadýn altý aydan az bir zaman içinde doðurursa. o zaman ikrarý o gebeliðe olur.

Gebeliði ikrar edilen kadýn eðer iki oðlan çocuðu doðurursa varis veya vasiyet olunan kiþinin malý

ikisi bir gebelikten olduklarý için ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim edilir. Ama eðer çocuklardan

birisi erkek, diðeri kýz olursa, vasiyette yine böyle, yarý yarýya her ikisi de hak sahibi olurlar. Mirasta

ise. bunun aksine, erkeðe iki, kýza bir hisse verilir.

Hamli ikrar olunan kadýn ölü bir çocuk dünyaya getirirse. o zaman, çocukta irs ehliyeti

bulunmadýðýndan ikrar eden muris veya vasiyet edenin malý varislerine verilir. Eðer kiþi bu ikrarýný

hibe, satým, karz olarak verme gibi tasavvuru mümkün olmayan birþeyle açýklamýþ olsa veya hiçbir

sebep beyan etmeden müphem bir ikrarda bulunsa, bu ikrarý laðv olur.

Ýmam Muhammed, müphem ikrarý uygun sebebe hamletmiþtir. Diðer üç mezhep de Ýmam

Muhammed´in bu görüþü ile hükmetmiþlerdir.

Birisi emzikli bir çocuða birþey ikrar etse, her ne kadar ikrarýna uygun olmayan karz olarak verme

veya satýlan þeyin semeni gibi birþey de zikretse, ikrarý geçerli olur. Çünkü ikrarda bulunan küçük

çocuða o durumda borcun sabit olmasý mahaldir. Eþbah.

Adam ikrarda bulunurken üç gün muhayyerlikle ikrar etse, muhayyersiz olarak o þeyi ödemesi

gerekir. Çünkü ikrar haber vermedir, ihbar ise muhayyerliði kabul etmez. Her ne kadar lehine ikrar

yapýlan onu tasdik de etmiþ olsa, bu tasdike de itibar edilmez. Ancak, üç gün muhayyerlikle bir

satýþýn aktini ikrar etmiþ olsa, buradaki muhayyerliðe itibar edilir. Zira, akte itibar etmek, eðer lehine


ikrar yapýlan tasdik ederse veya delil getirirse, geçerli olur.

Musannýf bundan ötürü «Bir satým aktini ikrar ettikten sonra, lehine ikrar veya delil getirirse, geçerli

olur.

Musannýf bundan ötürü «Bir satým aktini ikrar ettikten sonra, lehine ikrar yapýlan onu tekzib ederse,

o zaman onun ikrarý geçerli olmaz. Çünkü münkirdir. Söz de münkirindir» demiþtir.

Bir akdi ikrar etmenin örneði þöyledir: «Ben falan kimseye kefâlet sebebiyle þu kadar borçluyum.

Ancak ben bir süre muhayyerim» dese, bu süre ister uzun olsun, ister kýsa lehine ikrar yapýlan onu

tasdik ettiði takdirde geçerlidir. Çünkü kefâlet de satým gibi bir akittir. Ama geçen ikrar bunun

aksinedir. Ki onlarda ikrar karz gasb, vedia ve ariyet gibi birtakým fiillerle zikredilmiþtir. Bunlar da

muhayyerliði kabul etmezler. Zeylâî.

Ýkrarýný yazmalarýný emretmek, hükmen ikrardýr. Zira, ikrar lisanla nasýl olursa, elle iþaretle de olur.

Bir kimse yazýcýlara, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi olduðu ikrarýmý yaz» dese, veya

«Evimi falan kimseye sattýðýmý yaz» ve «Karýmýn boþandýðýný yaz» dese, yazýcýlar ister yazsýnlar,

ister yazmasýnlar, ikrarý geçerli olur. Had ve kýsasýn dýþýnda yazýcýlarýn þehâdet etmeleri de helâldir.

Hâniye. Biz þehâdet bahsinde iki yazýnýn birbirine benzemesine itibar edilmeyeceðinî belirtmiþtik.

Ben Hâmiþte ulemanýn bazýsýnýn hattý ile þu ifadeyi gördüm: «Fakihler, eðer koca karýsýnýn

boþanma senedini yazdýrmak istemesinde ihtilâf ederek kimisi o emrin ikrar olduðunu, boþamanýn

da vaki olduðunu söylemiþtir. Diðer bazýlarý da bu bir kimseye karýsýný boþamasý için vekâlet

vermektir, yazdýrana kadar boþama meydana gelmez demiþlerdir. Daha saðlam olduðu için

zamanýmýzda da bu ikinci görüþle fetva verilir. Bazý âlimler de yazdýrsa dahi boþama meydana

gelmez, ancak yazdýrdýðýnda boþamaya niyet ederse o zaman boþama meydana gelir demiþlerdir.

Kinye´de de böyledir.

ÝZAH


«Evde yiyeceði vardýr ilh...» Bir kimse evde baþkasýna ait yiyecek bulunduðunu ikrar etse. Bu

meselelerin cinsinde asýl, eðer zarfýn (yani teneke, çuval, ambalaj gibi þeylerin) gerçekten zarf

olmasý mümkün ise bakýlýr: Eðer onun nakli içindeki ile birlikte mümkün ise her ikisini de ödemesi

gerekir. Eðer içindeki ile nakil mümkün deðilse, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf´a göre yalnýz içindekini,

yani mazrufu ödemesi gerekir. Çünkü tazmin yükümlülüðünü gerektiren gasb, gayr-ý menkûllerde

gerçekleþmez.

Ýkrarda bulunan, mazrufun nakledilemeyeceðini iddia etse, iddiasý tasdik edilmez. Çünkü o tam bir

gasbý ikrar etmiþtir. Bu da mutlak olduðundan kemale hamledilir. Tam olan durumda ise her ikisini

birlikte ödemesi gerekir.

Ýmam Muhammed´e göre ise, kabýn (zarfýn) nakit mümkün olmasa dahi her ikisini birlikte vermesi

gerekir. Zira Ýmam Muhammed´e göre gayr-i menkûlün gasbý da tasavvur edilebilir.

Kap vazifesi gören þey gerçekten zarf olmaya uygun deðilse, ikrarda bulunana ancak mazrufu

ödemesi gerekir. Meselâ, «Dirhemde dirhemi vardýr.» demesi gibi. Ýkincisi ona gerekmez. Zira,

dirhem dirheme zarf olmaz. Minâh. Hâmiþ´te de böyledir.

«Zarf olmaz, ilh...» Ýmam Muhammed buna karþý çýkmýþtýr. Zira Ýmam Muhammed der ki: «Kýymetli

bir elbise on ayrý parçanýn içine sarýlabilir.» Minâh. Hâmiþ´te de böyledir.

«Besi ilh» «Beþi beþte» þeklindeki ikrardan maksat beþi beþle çarpýtma bile olsa yine beþ ödemesi

gerekir. Çünkü çarpma malýn kendisini çoðaltmaz, sadece parçalarýn sayýsýný arttýrmýþ olur. Dürer.

Hâmiþ´te de böyledir.

Velvâliciye´de þöyle denilmiþtir: «Eðer yalnýz onla çarpmayý kasdetse çarpmaktan kastý eczanýn

çoðalmasý ise. o zaman on ödemesi gerekir. Ama eðer çarpmaktan kastý malýn çoðalmasý ise, o

zaman yüz ödemesi gerekir. Sâyýhânî.

«Beþi beþe ilâve etmekse ilh...» Beyâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse falan kimsenin benim

üzerimde bir dirhemi bir dirhemle birlikte vardýr» dese veya «Bir dirhemi bir dirhemden önce veya

sonra vardýr» dese, iki dirhem ödemesi gerekir. Ama bunun aksine, «Falan kimsenin behim

üzerimde dirhem üzerinde dirhemi veya dirhem dirhemi vardýr» dese, bir dirhem ödemesi gerekir.

Çünkü ikincisi, birincisine tekid olmaktadýr. Ama eðer «falan kimsenin bende buðday ölçeði içinde

bir dirhemi vardýr» dese, ölçek geçersizdir, bir dirhem ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin

bende bir buðday ölçeðinde bir ölçek zeytinyaðý vardýr» derse, o zaman yalnýz bir ölçek zeytin

yaðýný ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin bende bir dirhemi var, sonra iki dirhemi var diye

ikrar ederse üç dirhem ödemesi gerekir. «Falan kimsenin bende bir dirhemi, bir dirhemi vardýr»


derse, yalnýz bir dirhem ödemesi gerekir. Özetle.

Hâvi-i Kudsî´de þöyle denilir: «Bir kimse, «falan kimsenin bende yüz küsur dirhemi vardýr» dese,

yüzü öder, küsurda da söz ikrarda bulunanýndýr. Adam, «Falan kimsenin bine yakýn alacaðý vardýr»

dese, o adamýn beþyüzden fazla ödemesi gerekir. Bu artýþta söz yine ikrarda bulunanýndýr.»

Hâmiþ´te þöyle denilir: «Bir kimse falan kimseye bine yakýn borcum vardýr» dese sonra da,

«Beþyüzü birlikte irâde ettim» dese, ona bin ödemesi gerekir. Çünkü lafzýn bu anlama gelmesi de

muhtemeldir. Zira Allahu teala da âyetinde, «Ey can iyi kullarýmýn arasýna gir. Cennetime gir.» (Fecr:

29-30) buyurduðunda, «kullarýmla birlikte» demek istemiþtir. Lâfýz beyan edilen sayýyý mecâzen de

olsa kapsamýna alýrsa geçerli olur. Özellikle bu fazlalýkta ikrarda bulunana daha fazla ödeme

gerektiði yerde bu böyledir. Nitekim bu konu kendi kýsmýnda açýklanmýþtýr.»

«Dokuz da dinar ilh...» Ýmameyn demiþlerdir ki: On dinar ödemesi gerekir. Ýmam Züfer de, sekiz

dinar ödemesi gerekir. demiþtir. Kýyas ve Ýmam Züfer´in sözüdür. Çünkü birincisi ile dinarýn

sonuncu sayýsý sýnýrdýr. Sýnýr ise, sýnýrlandýrýlan þeyin içine girmez.

Ýmameyn´in delili, gayenin. sýnýrýn mevcut olmasý gerekir. Çünkü madûmun mevcuda sýnýr olmasý

caiz deðildir. O halde, o sýnýrýn varlýðý mevcudu icap ettirmektedir. O halde her iki sýnýr da sayýnýn

içine girmektedir.

Ýmam-ý Azam´a göre sýnýr, sýnýrlandýrýlan þeyin içine girmez. Çünkü sýnýrýn sýnýrlandýrýlan þeyden

baþka olmasý gerekir. Þu kadarý var ki bu meselede birinci sýnýf olanýn girmesi gerekir. Çünkü ikinci

ve üçüncü dirhemler birinci gerçekleþmeden gerçekleþemezler. O zaman birinci sýnýrýn zorunlu

olarak girmesi gerekir. Ýkinci sýnýrýn ikrar edilen meblâða girmesine ise hiçbir zorunluluk yoktur. O

halde girmez. Dürer. Hâmi´þ´te de böyledir

Sen bil ki, ikinci sýnýrdan maksat, zikredilen rakamý tamamlayandýr. Meselâ, «Ona veya bine kadar»

denildiði zaman sýnýr en son rakamdýr. Kanaatimce, bütün rakamlar da böyledir.

Makdisî de þöyle der: «Ýtkânî, Hasan´dan þunu rivayet etmiþtir: Falan kimsenin bende dirhemden

dinara kadar olacaðý vardýr, dese, dinarý ödemesi gerekmez.»

Eþbâh´ta da þöyle denilmiþtir: «Ýkrar´da bulunan, «Falan kimsenin benim üzerimde bir koyundan

sýðýra kadar alacaðý vardýr» demiþ olsa, bunu ister aynýyla söylesin, ister aynýyla söylemesin, hiçbir

þey gerekmez».

Ben, Eþbâh´ýn þerhine nisbetle þunu gördüm: «Ýmam Ebû Yusuf þöyle demiþtir: «Bir kimse falan

kimsenin bende koyundan sýðýra kadar alacaðý vardýr.» dese ve bu dediðinde de koyun ve sýðýrýn

aynýsýný göstermesi her ikisini de ödemesi gerekir.» Sâyýhânî.

«Ýkinci sýnýr dahil olmaz. ilh...» Evlâ olan zaruret için birinci sýnýrýn girmesidir. Burada ise zaruriyet

yoktur. Düþün. Birinci sýnýrda girmemesi için Þurunbulâliye´de olduðu gibi Bürhân´da da þöyle

açýklanmýþtýr: Her iki duvar da kendi baþlarýna kâimdirler.» Buna göre, «Benim evimden þu duvara

kadar falanca kimsenindir». diye yapýlan ikrarda, duvarlar dahil olmaz.

«Gebeliði îkrar ilh...» Bu gebelik, ister cariyenin hamli olsun, ister baþka canlýnýn sonuç deðiþmez.

Meselâ, bir kimse, «Cariyemin veya koyunumun doðuracaðý yavru falan kimsenindir.» dese, buna

bir sebep de beyan etmese geçerli olur. Çünkü bunun geçerli olmasý için bir açýklamanýn olmasý

gerekir. Bu da, baþkasýna vasiyet þeklinde olabilir. Meselâ, bir kimse diðerine, «Benim þu câriyemin

veya koyunumun hamli falan kimsenindir» diye vasiyet etse ve sonra ölse, oðlu babasýnýn

vasiyetini ikrar etse, iþte hamlin ikrarý meselesi böyle açýklanýr.

«Muhtemel bir gebeliði ilh...» Burada uygun olan Musannýf´ýn, «Ýkrar vaktinde varlýðý þer´an kesin bir

þekilde belli olan gebeliði» demesi idi.

«Gebelik ikrarý yine sahih olur ilh...» Yani ikrar vaktinde varlýðý muhtemel olan gebeliðin ikrarý sahih

olur. Þöyle ki, o cariye o çocuðu altý aydan az bir zaman veya babasý ölmüþse, iki seneden az bir

zaman zarfýnda doðurmuþsa, ikrarý geçerli olur. Çünkü eðer hamli vasiyet edilen cariye ikrarda

bulunanýn babasý hayatta olduðu halde ve cariye ile cinsî iliþkide bulunmak da ona helâl olursa, bu

durumda hamli ikrar etmek geçerli olmaz. Çünkü bu muhâldir. Ýkrar sýrasýnda ne hakikâyen ve ne

de hükmen o hamilin varlýðý sabit olmaz. Beyâniye ve Kifâye.

«Ýkrarý geçerli olur ilh...» Zira ikrar, karþý tarafýn kabul etmesine baðlý bulunmaz. Lehine ikrar

yapýlan tasdik etmese de mülk ona sabit olur. Ama ikrarýn geçersiz oluþu lehine ikrar yapýlanýn iptal

etmesine baðlýdýr. Sâyýhânî. Gebelikle emzikli bir çocuða ikrar etmesi meselelerinin arasýndaki farký

þarih ileride zikredecektir.


«Filcümle îlh...» Yani ikrarda bulunan, o süt çocuðu olan kimsenin velisi ile akýt yapmasýdýr. Ama

haml bunun aksinedir ki, ona kimse velilik yapamaz.

«Ýkrarýný yazmalarýný emretmek, hükmen ikrardýr ilh...» Ama kira akdini yazmayý emretmek ve ona

þahit tutmak bunun aksine caiz deðildir. Çünkü bu, akit olmaz. Eþbâh.

«Elle iþaretle de olur ilh...» Þarihin sözünün gereði, metindeki mesele, elle iþaretin ikrarý

kabilindendir. Halbuki açýk olan, metindeki mesele, lisanla ikrar meselesinden Çünkü, biraz ileride

«yazsýn veya yazmasýn» ifadeleri buna delâlet etmektedir. Minah´ta, Hâniye´den nakledilen ifade de

bunu göstermektedir. Zira orada þöyle denilmektedir: «Ýkrar, sözle olduðu gibi el iþaretiyle de olur.

Meselâ bir kimse bir topluluðun huzurunda borçlu olduðu bir hakký yazsa veya birisine yazdýrsa,

sonunda da hazýr olan topluluða, «Siz þahit olunuz, falan kimsenin benden þu kadar alacaðý

vardýr.» dese, ikrar olur.»

Ýfadenin açýk þekli olan birinci mesele, el iþaretiyle ikrar meselesinin örneðidir. Ýkinci mesele ise,

sözle yapýlan ikrarýn örneðidir. Sen düþün. H.

BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ:
Borçlu, alacaklýnýn el yazýsýyla kendisini olacaðýndan ibra ettiðini

yazdýðýný iddia etse geçerli olur. Borç da düþer. Çünkü böyle kastedilen bir yazý onu sözle

konuþmak gibidir. Ama eðer bu yazýsýnda onu kastetmemiþse. Ýbra geçerli olmadýðý gibi ibra davasý

da geçersiz olur. Bu yazýnýn alacaklý tarafýndan yazýlmasý ile baþkasý tarafýndan yazýlmasý arasýnda

bir fark yoktur. Bezzâziyye. Dava kitabýnýn on dördüncü faslýnýn sonu.

Fakat Eþbâh´ýn yazý hükümleri bahsinde þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse yazsa, fakat hiçbir þey

söylemese, hazýr olan kiþilerin þahâdet etmeleri helâl olmaz. Hâkim Nesefî, «Bir kimse «Falan oðlu

falanýn bende þu kadar alacaðý vardýr» diye bir baþlýk yazsa, kimseye, «Þahit olun» demese bile,

þahidin þahâdet etmesi helâl olur.» demiþtir. Ama genel görüþ bunun aksinedir. Çünkü yazý yazmak

bazen kalem veya mürekkebi tecrübe için de olur. Ama böyle yazdýktan sonra þahitlerin huzurunda

okusa fakat onlarý þahit tutmasa veya yazsa ve onlara okumadan yazdýklarýna þahit olun dese, eðer

onlar yazýlan þeyi biliyorlarsa, ikrar olur. Eðer yazýlaný bilmiyorlarsa, ikrar olmaz. Kadý zikretmiþtir

ki, birisi bir yazý çýkararak ona dayanarak bir diðerinin üzerinde malý olduðunu iddia etse ve «Davalý

bu malý bana vereceðine dair yazmýþtýr.» dese, davalý da o yazýnýn kendi yazýsý olduðunu inkâr etse.

davalýdan yazý yazmasý talep edilse ve yazsa. her iki yazý arasýnda açýk bir benzerlik olsa, bu

benzerlik iki yazýnýn da ayný kimsenin olduðuna delâlet etse, o kimsenin o malý vermesi için saðlam

görüþe göre, hükmedilemez. Çünkü ikinci yazý, davalýnýn «Þu benim yazýmdýr.» veya «Ben yazdým»

demesinde veya «O mal benim üzerimde yoktur.» demesinden fazla birþey ifade etmez. Bu iki

meselede ödemesi gerekmediði gibi, bu meselede de iddia olunan malý ödemesi gerekmez. Ancak

komisyoncularýn, satýcýlarýn ve sarraflarýn defterlerindeki yazý ile hükmedilir. Biz bu konuda Kaza ve

Þehâdet kitaplarýnda geniþ bilgi verdik oraya baþvurunuz.» Bunun benzeri Bezzâziyye´de de vardýr.

Sâyýhânî de þöyle demiþtir: «Makdisi´de, Zâhîriye´den naklen þöyle bir ifade vardýr: Bir kimse,

«Kitabýmda talan kimseye ödeyeceðim bin liranýn yazýlý olduðunu gördüm.» dese veya, «Falan

kimseye bin lira borçlu olduðumu elimle yazdým.» dese, bunlar geçersizdir. Bununla amel edilmez.

Belh âlimlerinden bir topluluk þöyle demiþlerdir: Satýcýlarýn defterinde kendi yazýlarýyla görülen

birþey, ister alacak olsun, ister verecek, onlar için gereklidir. Zira onlar unutmamak için halka

vereceklerini de, halktan alacaklarýný da yazarlar. «Meseleyi adet üzerine bina etmek vacibtir.»

Bu nakilden þunu anlýyoruz ki. Müctehidlerin, «Yazý ile amel edilmez.» sözü, genel kabul edilir.

Simsar ve satýcýlarýn defterini istisna etmek de acýk deðildir. Uygun olan, simsar ve satýcýnýn defteri

ile amel edilmesini Belh imamlarýnýn bir cemaatine isnad etmektir. Bir de, kendi üzerinde onlarla

kayýtlanmalýdýr. Ýþte bundan biliniyor ki, Tarsusî´nin «Yazý ile amel edilmez görüþünü reddetmesi

mezheple teyid edilmiþtir. Biz de mezhebin görüþünden baþkasýný benimseyemeyiz. Bu meselede,

geçmiþteki Kâdý´ya mektubu babýna bakýnýz.

METÝN

Varislerden bir tanesi, dava konusu borcun mûrise ait borç olduðunu ikrar etse, diðer varisler onu

inkâr etseler. eðer miras yoluyla aldýklarý borcu karþýlýyorsa, borcun hepsini ikrar eden öder.

Burhan ve Mecma.

Bazý âlimler de, ikrar eden borçtan yalnýz kendi hissesine düþeni öder demiþlerdir. Ebülleys de,

zararýn def´i için son görüþü tercih etmiþtir. Eðer bu ikrarda bulunanla birlikte diðer birisi de ölenin

borcu olduðuna þehâdet ederse, þehâdet kabul edilir. Bununla bilinir ki, ölenin deyni yalnýz ikrarýyla

ikrar edenin payýndan ödenmez. Ancak onun ödemesine hükmederse, hepsini öder.

Bir kimse bir mecliste bir diðerine sebebini açýklamadan bin lira borçlu olduðunu söylese, diðer bir


mecliste de iki kiþinin huzurunda ayný þeyi söylese, sebepler muhtelif olduðundan ikrar ettiði her

iki bini de ödemesi gerekir. Ama sebep veya þahitler bir olursa veya tek bir senet üzerine yazsa

veya evvelâ þahitler huzurunda, sonra da Kadý´nýn huzurunda ikrar etse veya bunun aksi þekilde

ikrar etse, o zaman yalnýz bin lira ödemesi gerekir.

Bu meselede asýl kâide þudur: Bilinen birþey aynen tekrar edilirse, meselâ iki sebebin bir olmasý

gibi. o zaman yalnýz birini ödemesi gerekir. Eðer þahitleri unutmuþ olsa, ister bir yerde, ister iki

yerde olsun sebeplerin bir olduðu bilinmediðinden iki malý da ödemesi gerekir. Bazý âlimler

tarafýndan da bir malý ödemesi gerektiði söylenmiþtir. Bu meselenin tamamý Hâniye´dedir.

Bir kimse deyn veya gayri ile ikrar ettikten sonra, kendisinin ikrarýnda yalancý olduðunu iddia etse,

o zaman lehine ikrar yapýlan Ebû Yusuf´a göre onun ikrarýnda yalancý olmadýðýna dair yemin eder.

Fetva da bu görüþe göredir. Dürer.

Birisi ikrar ettikten sonra ölse, varisi ikrarda bulunanýn ikrarýnda yalancý olduðunu iddia etse,

hüküm yine böyledir. Yani lehine ikrar yapýlana yemin verdirilir. Adam ikrar etse, sonra da ikrarýnýn

yalan olduðunu iddia etse, o zaman da lehine ikrarýn varisleri onun ikrarýnda yalancý olmadýðýna

yemin ederler. Sadrý Þeria.

ÝZAH

«Varislerden bir tanesi ilh...» Diðer varisler de onu tasdik etseler. Su kadarý var ki onu farklý bir

þekilde tasdir etseler, meselâ adam ölse, geriye üç oðul üçbin dirhem de tereke býraksa, aralarýnda

taksim ederek her biri bin dirhem almýþ olsalar, sonra birisi gelerek babalarý üzerinde üçbin dirhem

alacaðý olduðunu iddia etse, büyük kardeþ adamýn iddiasýný aynen tasdik etse, ikincisi iki bin

dirhem, küçük kardeþ de bin dirhem borçlu olduðunu söyleseler, Ýmam Ebû Yusuf´a göre

büyüðünden bin dirhem, ortancadan binin altýnda beþi, en küçükten de binin üçte biri alýnýr. Ýmam

Muhammed ise, büyükle küçüðü eþit kabul etmiþtir, ortanca da binini öder. Ebû Yusuf ve

Muhammed´in delilleri Kâfi adlý eserde zikredilmiþtir.

UYARI: Davalý hâkimin huzurunda, «Davacýnýn dilekçesinde yazýlý olan herþey benim yazýmla

yazýlmýþtýr. Ben bunu kabul ediyorum» dese, bu ikrar sayýlmaz. Çünkü bu genel ikrar olup. duruma

uygun düþmez. Hanefî fakihlerine göre, falan kimsenin üzerinde ikrar olunan herþeyi ben de aynen

ikrar ediyorum demek ikrar olmaz. Çünkü bu vaade benzemektedir. Muhit´te de böyledir.

Þurunbulâliye.

Bir kimse Zeyd isimli birisinden devamlý borç alýp verse, sonra hesap görseler, o kiþinin bir miktar

borcu çýksa, sonra o kiþi, «Bu çýkan benim son kabzettiðim ve son hesaptýr.» dese, birkaç gün

sonra gelse ve hesabý yeniden görmek için bunun aksini söylemek istese bu mümkün olur mu?

El-Cevap: þöyle denilir: «Bir þirket ortaklarý muhasebecinin yaptýðý hesaplarýn doðru olduðunu

zannederek kabul etseler, ancak daha sonra, baþka muhasebecinin yaptýðý hesapta, ilk hesabýn

yanlýþ olduðu ortaya çýksa, hesabý yeniden görebilirler mi? El-Cevap: Görebilirler. Çünkü, Eþbâh

adlý eserde, «Yanlýþlýk olduðu ortaya çýkýnca, zanna itibar edilmez» denilir. Ýnan þirketinin ortaklan

hesap görerek ibrasýz ayrýlsalar, veya ortaklýklarýna devam etseler, sonra ortaklardan bir tanesi

ortaðýna þirket mallarýndan gecen bazý þeylerin hesaba katýlmadýðýný hatýrlasa, diðer ortak onu

inkâr etse. davacýnýn delili de .olmasa, davacý ondan yemin talep etse. ondan yemin talebi hakký var

mýdýr? El-Cevab: Evet, yemin talebinde bulunabilir. Çünkü yemin münkire aittir.»

«Hissesine düþeni öder ilh...» Musannýf´ýn burada «kîyle(denildi)» ifadesini kullanmasý birinci

rivâyetin Musannýf´ýn fetvasýnda olduðu gibi zahiri rivayet olmasýndandýr. Bu mesele ileride yine

gelecektir. Bu, vaziyetin aksinedir. Çünkü Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle bir ifade vardýr: «Varislerden

bir tanesi murisinin birþey vasiyet ettiðini ikrar etse, ittifakla o vasiyet, terekeden ikrarda bulunana

ait olan kýsmýndan alýnýr. Bir kimse ölse, üç oðun býraksa, üç bin dirhem de tereke býraksa, herbirisi

bin dirhemini alsa. dýþtan birisi gelerek ölen adamýn malýnýn üçte birisini kendisine vasiyet ettiðini

iddia etse, oðullarýndan bir tanesi bu iddiayý tasdik etse, kýyasen onun elinde olanýn beþte üçünün

alýnmasý gerekir Bu da Züfer´in görüþüdür. Ýstihsana göre, onun elindekinin üçte birinin alýnmasý

gerekir. Bu da diðer üç âlimin görüþüdür. Ulema için delil þudur: Ýkrarda bulunan, üçünün arasýnda

þayi olan bin dirhemi ikrar etmiþtir. Ýkrar olunan binin üçte biri onun elindedir. Binin üçte ikisi ise

kardeþlerinin elindedir. Onun elinde olan malýn ikrarý kabul edilir. Onun gayrýnýn elinde olanýn ikrarý

ise kabul edilemez. O zaman, davacýya ikrarda bulunanýn elindekinin üçte birinin verilmesi vacibtir.»

«Þehâdet ederse ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de H. þöyle denilmiþtir: «Hâkime uygun olan, davalýya

murisinin ölüp ölmediðini sormasýdýr. Eðer davalý öldüðünü ikrar ederse, o zaman ondan mal

davasýný sorar. Mal davasýnda murisinin borçlu olduðunu ikrar etse, diðer varisler onu tekzib


etseler, hâkim onun ikrarý ile hükmetmez. O ikrarda bulunan ve bir de yabancý, murisin borçlu

olduðuna þahâdet ettikleri zaman kabul edilir ve o borcun hepsinden alýnmasýna hükmeder. Hâkim

yalnýz onun ikrarýyla hükmettikten sonra, ikrarda bulunan baþka birisini þahit olarak getirse, onun

þehâdeti kabul edilmez.

Eðer delil ikâme etmezse, ikrar varis ikrar etsin, ister ikrardan kaçýnsýn, zahiri rivayete göre, borcun

hepsi, ikrarda bulunanýn hissesinden alýnýr. Çünkü ikrarda bulunan borcun mirastan önce

olduðunu ikrar etmiþtir.

«S. Þöyle demiþtir: «Kýyas da budur. Buna göre tercih edilen görüþe 9ore, ikrarda bulunanýn

ödemesi gereken kýsým borçtan ona düþen kýsýmdýr. Bu da Þa´bî, Hasan-ý Baþrî, Mâlik, Süfyân ve

ibni Ebî Leylâ ve bunlara uyan diðer âlimlerin görüþüdür. En adil ve zarardan en uzak görüþ de

budur.»

«Eðer ikrarda bulunan delil. getirirse ittifakla ondan ancak onun hissesine düþen alýnýr.»

Yalnýz þu mesele kalmýþtýr: Eðer iki kiþi varislerden birisine terekenin taksiminden sonra murisinin

borçlu olduðuna dair delil getirmiþ olsalar, alacaklý bu borcun hepsini huzurda olanýn hissesinden

mi alýr? Musannýf, fetvâsýnda þöyle demiþtir: «Bu hususta âlimler ihtilâf etmiþtir. Bazý âlimler,

hepsini ondan alýr, gâib olan varis döndüðü zaman ödeyen onun hissesine düþeni rücû ederek alýr,

demiþlerdir. Bazý âlimler de hazýr olandan ancak borçtan ona düþen kýsým alýnýr demiþlerdir» Özetle.

Yine Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmektedir: «Tâlib bu borcu ikrar eden üzerine delil ikâme

ederse, delili dinlenir. Nitekim bir malýn kabzý için vekil olduðunu ikrar etse, onun ikrarý yeterli

deðildir. Vekile vekâletinin ispatý için delil ikâme etmesi teklif edilir ki, vekâletini ispat etsin ve o

malý kabzedebilsin. Ýþte bu mesele de aynen bunun gibidir.»

«Yalnýz ikrarýyla ilh...» Deyn eðer, yalnýz onun ikrarýyla onun hissesine düþmüþ olsaydý, onun

þehâdeti kabul edilmezdi. Çünkü þehâdetinin kabulünden maksat, ondan zararý def etmektir.

Bâkanî. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.

«Bin lira borçlu olduðu söylese ilh...» Musannýf, Minâh´ta Hâniye´den naklinde Ebû Hanîfe´den iki

rivayet olduðunu söylemiþtir. Metinde ise bu rivâyetlerin hiçbiri yoktur. Bu rivayetlerden birisi

þudur: Bir kimse ikinci meclisteki ikrarýnda da birinci meclisteki þahýslan þahit gösterirse, o zaman

her iki malý da ayrý ayrý ödemesi gerekir. Diðeri de þudur; Eðer ikinci mecliste, birinci meclisteki

þahitlerden baþka iki þahit daha gösterse, o zaman da bir mal ödemesi gerekir. Bu rivayetlerden en

uygunu þudur: Ýkrarda bulunan eðer, her ikrarýna iki þahit gösterirse iki malý birlikte ödemesi

gerekir. Ýster ikincisi ikrarý üzerine birinci þahitleri þahit etsin, ister baþkalarýný etsin deðiþmez.

Buna göre Musannýf´ýn sözünü ettiði diðer bir mecliste diðer iki kiþiyi þahit göstermesi halinde ona

iki malý ayrý ayrý ödemesi lüzumu nakledilen iki rivayetten de deðildir. Dürer´de de Ebû Hanîfe´den

görüþ nakledilerek ikincisi de Musannýf´a uyularak Musannýf´ýn yazdýklarýna uyularak

deðiþtirilmiþtir. Azmiye´de de yukarýdaki nakillerimiz ile Dürer´e itiraz edilmiþ, Dürer´de deðiþtirilmiþ

olan ikinci rivayet olmadýðý, bunun üçüncü bir görüþ olduðu, fakat bu görüþün hiçbir muteber

kitapta yer almadýðý hiçbir müctehide isnad edilmediði söylenmiþtir.

«Diðer bir mecliste ilh...» Ama bir mecliste ikrarda bulunan, bir kimseyi ikrarýna þahit kýlsa, diðer bir

mecliste de ikinci bir kimseyi þahit gösterse, þahitlerin bir veya iki yerde olmalarý sonucu

etkilemez, âlimlerin ittifakýyla metindeki meselenin aksine bir mal öder. Yine, birincisinde bir adamý

þahit etse, ikinci ikrarý üzerine de ikinci bir mecliste birden fazla adamý þahit göstermiþ olsa, yine

Ýmameyn´e göre bir mal ödemesi gerekir. Ýmam-ý Azam´ýn açýk görüþüne göre de böyledir. Minah.

«Her iki bini de ödemesi gerekir. ilh...» Bilmiþ olunuz ki, ikrarýn tekrarý ya bir sebebe istinad edilir

veya mutlak þekilde yapýlýr. Eðer her iki ikrarýn da sebebi bir olursa, o zaman bir mal ödemesi

gerekir. Eðer ikrar meclisleri çeþitli veya sebebler çeþitli olursa, o zaman mutlaka iki malý da

ödemesi gerekir. Ama eðer ikrarýn tekrarý hiçbir sebeble kayýtlamadan mutlak olarak yapýlmýþsa, o

ikrar ya senetle veya senetsiz yapýlmýþtýr. Eðer senetle yapýlmýþsa, o da iki þekilde olur. Her iki

.ikrar bir senetle otursa, ikrarda bulunanýn ödemesi gereken malýn bir olmasý gerekir. Eðer iki

senetle olursa, mutlaka iki malý da ödemesi gerekir.

Ama ikrarýn tekrarý sebebsiz yapýlmýþsa, eðer ikrarýn her ikisi de bir mecliste yapýlmýþsa Ýmam-ý

Azam´a göre iki malý, Ýmameyn´e göre ayrý ayrý meclislerde ikrar edilmiþ olsa bile yine bir malý

ödemesi gerekir.

Eðer ikinci ikrarýna, birinci ikrarýnâ þahit ettiði kiþileri þahit gösterse, yine Ebû Hanîfe´ye göre bir

mal ödemesi gerekir. Ancak, davalý eðer iki mal olduðunu söylerse, o zaman iki mal ödemesi


gerekir.

Eðer ikinci ikrarýnda birinci ikrarýndaki þahitleri deðil, baþka iki kiþiyi þahit gösterse, iki mal

ödemesi gerekir. Diðer bir yerde de Ebû Hanîfe´den bunun aksine bir rivayet daha vardýr: Bu rivayet

þudur: Eðer müþahede edilen þey bir olursa Ýmama göre bir mal ayrý ayrý mal olursa, Ýmameyn´e

göre bir mal ödemesi gerekir. Ebû Hanîfe´nin kâvli üzerinde ise fukaha ihtilâf etmiþtir. Bunlardan

bazýlarý Ebû Hanîfe´nin üzerine kýyas yapýldýðýnda iki malý ödemesi gerekir demiþlerdir. Ýstihsâna

ise, bir mal ödemesi gerekir. Ýstihsâna dayanan bu görüþü Ýmam Serahsî de benimsemiþtir.

Fakihlerin bazýlarý da Kerhî´nin görüþü üzerine iki mal ödemesi gerekir demiþlerdir. Tahavî´nin

görüþüne göre ise tek bir mal ödemesi gerekir. Þeyhülislâm da Tahâvî´nin görüþünü benimsemiþtir.

Tatarhâniye´den özetle.

Yukarýda naklettiklerimizin hepsi þerhten anlaþýlýr. Ýþte bu nakillerden de anlaþýldýðý gibi, metinde

olan Ebû Hanîfe´den nakledilen rivayettir. Azmiye´nin, Dürer´e itiraz ederek hiçbir müctehide isnad

edilmediðini, hiçbir muteber kitapta yer almadýðýný söylemesi de reddedilmiþtir. Azmiye bu

görüþünü Hâniye´ye isnad etmiþtir ki, Hâniye´de bu meselede iki rivayet vardýr. Birincisi, eðer

þahitler bir tane ise, iki mal gerekeceði fakat þahitler bir deðilse yalnýz bir malý ödemesi lâzým

geleceðidir. Ýkincisi ise, her ikrarýna iki kimseyi þahid göstermiþse bu þahitler ister ayný ister farklý

olsun, iki malý ödemesinin gerektiði rivayetidir. Mesele Velvâliciye´de açýklanmýþtýr.

«Sebebler muhtelif olduðundan ilh...» Ýkrar bir mecliste de olmuþ olsa, sebebler bir olunca böyledir.

Bezzâziyye´de sýfat da sebeb gibi kýlýnmýþtýr.

Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse önce bin beyaz dirhemi ikrar etse, sonra da bin siyah

dirhemi ikrar etse, iki mal ödemesi gerekir. Lehine ikrar yapýlan sebeblerin muhtelif olduðunu iddia

etse. ikrarda bulunan da sebeblerin bir olduðunu zannetse, geçerli olan görüþ, ikrarda bulunandýr.

Eðer ikrar sebepleri bir olursa, ikinci ikrarýndaki malýn birinci ikrarýndakinden fazla olmasý halinde

iki malý da ödemesi gerekir. Ýmameyn´e göre ise, ikisini birden deðil, yalnýz çok olaný ödemesi

gerekir.» Sâyýhânî.

«Bilinen ilh...» Meselâ, bir olan sebeblerle ikrar etmek gibi.

«Fetva da bu kâvle göredir ilh...» Tercih edilen görüþ de budur. Bezzâziyye. Bu ifadenin açýk þekli

þöyledir: Ýkrarda bulunan yalandan ikrar ettiðim iddia ederse lehine ikrar yapýlan veya varisi, -Ebû

Yusuf´tan rivayet edilen fetvaya esas olan görüþe göre,- mutabaka yemin teklif edilir. Ýkrarda

bulunan, bu ikrarý ister zaruret gereði yapsýn, isterse zaruret olmaksýzýn yapmýþ bulunsun sonuç

deðiþmez.

Þeyhimiz þöyle demiþtir: «Bu mesele hiç böyle deðildir. Zira Sulh kitabýnýn hemen öncesinde çeþitli

meseleler bahsinde Musannýf´ýn, «Birisi senetle bir malý ikrar etse, o ikrarýna da þahit getirmiþ olsa,

sonra ikrar ettiði malýn bir kýsmýnýn karz, bir kýsmýnýn da faiz olduðunu iddia etse ilh...» Ýfadelerinin

þerhinde þârih Þurunbulâliye´nm Vehbâniye þerhinden naklen þunu söylemektedir: «Ebû Yusuf´un»

«lehine ikrar yapýlan ikrarda bulunanýn hiçbir þekilde yalan ikrarda bulunmasýna bir zaruret

olmadýðýna dair yemin teklif edilir.» sözü gösteriyor ki, fetva ancak bu hususta verilir.» Þeyh

Muhammed Ebussuud el-Mýsrî´nin Molla Miskin hâþiyesinde de böyledir.

«Lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir ilh...» Bazý âlimler de lehine ikrar yapýlana yemin teklif

edilemez. demiþlerdir. Ama saðlam olan görüþe göre, lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir.

Hâmidiye. Sadrý Þeria´dan. Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Bir kimse herhangi bir kimseye bir

mal ikrar etse ve ölse, varisleri murislerinin ikrarýnýn caiz olmadýðýný çünkü yalan ikrarda

bulunduðunu söyleseler, lehine ikrar yapýlan da durumu bilse, varisler lehine ikrar yapýlana yemin

teklif edemezler. Zira ikrarda bulunanýn ikrar ettiði vakit henüz varislere ikrarda bulunanýn malý

taalluk etmemiþti. O zaman ikrarý sahih olur. O mal varislere taalluk etmeden önce, mukarrünlehe

taalluk etmiþtir.» S.

Bir kimse bir malý birisine ikrar etse, sonra varisleri onun zorla ikrar ettiðini söyleseler. lehine ikrar

yapýlana ikrarda bulunanýn sahih bir ikrarda bulunduðuna dair yemin teklif edilir. T.

Varis, murisinin zorla ikrar ettiðini iddia etse, âlimlerden bazýlarýna göre o varis mukarrünlehe

mukýrr zorla ikrarda bulunmadýðýna dair yemin teklif eder.

Varis, murisinin yalan yere ikrarda bulunduðunu iddia etse, sözü kabul edilmez.

Nûru´l-Ayn´da þöyle þöyle denilmiþtir: «Uygun olan, zahiren her iki meselenin hükmünün de bir

olmasýdýr. Zira, yalan ikrar tehdit altýnda yapýlan ikrarda da mevcuttur.»

Yalan ikrar davasý, ancak genel bir ibra olmadýðý zaman dinlenir. Eðer genel bir ibra varsa. dava


dinlenmez. Þu kadarý var ki, Allâme Ýbni Nüceym´in bu hususta bir risalesi vardýr. Ýbni Nüceym bu

risalede þöyle demektedir: «Bir kadýn sýhhatinde kýzýna muayyen bir meblaðý ikrar etse, sonra

onunla kýzý arasýnda genel bir ibra olsa, ibradan sonra kadýn ölse, vasi kýzýn yalan söylediðini iddia

etse, o kýzýn davasýnýn dinlenmesine ve kýzýn yemin etmesine fetva verilir. Kýza yemin teklif

etmeden önce verilen hüküm de sahih deðildir. Zira kendisiyle fetvâ verilen görüþün aksine hüküm

verilmiþtir. Buradaki ibra da davanýn dinlenmesine mani deðildir. Çünkü vasi, hiçbir þeyin

gerekmediðini iddia etmektedir. Ama bunun aksine, ikrarda bulunan eðer ikrar ettiði malý lehine

ikrar yapýlana verirse, artýk lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilmez. Çünkü ikrarda bulunan, malýn

geri alýnmasýný iddia etmektedir. Beraet buna manidir. Ama birinci meselede ise. ikrarda bulunan,

hiçbir þeyin geri alýnmasýný iddia etmemekte, yalnýz kendini savunmaktadýr. Bu yönüyle her iki

mesele birbirinden ayrýlmýþ olmaktadýr. Doðrusunu Allah bilir.»

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:41:06
ÝSTÝSNA VE ÝSTÝSNA MANASINA GELENLER BABI

METÝN


Ýstisna þart ve benzerleri gibi sözü deðiþtirir. Meselâ; ikrarda bulunan «Falan kimsenin benim

üzerimde kabzetmediðim kölenin bin dirhem semeni vardýr.» dese onun sözündeki

«kabzetmediðim». ifadesi istisna anlamýna gelir.

Bize göre istisna, istisna edilen þeyler dýþýnda kalan unsurlarýn tamamýna itibar ederek

konuþmaktýr. Bu da, cüzleri bakýmýndan olumsuzluk ve sâbit kýlmaktýr. Meselâ: bir kimse, «Falan

kimsenin benim üzerimde on dirhem alacaðý vardýr, ancak üçü yoktur» dese, bu ikrarýn iki ifade

þekli vardýr. Birisi bizim zikrettiðimiz uzun ifade diðeri de þu ifadedir: «Falan kimsenin benim

üzerimde yedi dirhemi vardýr.»

Ýþte bu açýklama, fakihlerin «istisna, istisnadan sonra kalanla konuþmaktýr» demelerinin anlamýdýr.

Ýstisnanýn þartý ise. istisna konusu ile istisna edilenin birlikte bulunmasý gerekir. Ancak, nefes

almak veya aðzýný tutmak gibi zarurî durumlarda araya girecek fasýla zarar vermez. Ýstisna ile

istisna edilen arasýndaki nida da zarar vermez. Çünkü nida, uyarý ve tekid için yapýlýr. Meselâ,

«Benim üzerimde senin bin dirhemin vardýr, ey kiþi, ancak bu deðil.» demesi gibi. Ama. «Benim

üzerimde senin bin dirhemin vardýr, siz de þahit olun, ancak þu kadarý deðil.» dese, bu fasýla sayýlýr.

Çünkü þahit göstermek ikrarýn tamamýndan sonra olur. O halde buradaki istisna geçerli olmaz.

Ýkrar eden kimsenin ikrar konusunun bir bölümünü istisna etmesi geçerlidir. Âlimlerin çoðuna

göre, ikrarda cüzlerin çoðunu istisna etse, geçerli olur. Böyle ikrar eden kimseye velev köle gibi

taksim edilemeyen þeyde olsa, istisnadan geri kalanýný vermesi gerekir. Meselâ, «Yanýmdaki þu

köle falan kimsenindir. ancak üçte biri veya üçte ikisi deðil.» demiþ olsa, mezhepteki tercih edilen

görüþe göre, ikrarý geçerli olur.

Ýstisna edilen kýsmýn, kalan kýsmý yok ettiði istisnalar geçersizdir. Velev ki vasiyet gibi rücûu kabul

eden þeylerden olsun, Çünkü bütünü istisna etmek rücû deðildir. Belki fasit bir istisna olur. Geçerli

olan görüþ de budur. Cevhere.

Kendisinden istisna edilenle, istisnanýn ayný veya benzeri sözlerle , edildiði külli istisnalar

geçersizdir. Meselâ, «Kadýnlarýmýn hepsi boþtur ancak kadýnlarým veya zevcelerim deðil.»

denilmesi gibi. Bu istisna geçerli deðildir. Çünkü müstesna lafzý kendisinden istisna edilen lafzýn

aynýsýdýr. Nitekim ileride gelecektir.

Ýstisna, kendisinden istisna edilenle ayný ifade deðilse, meselâ, «Benim kölelerim hürdürler, ancak

þunlar deðil.» ve «Benim kölelerim hürdürler, ancak Salih, Galib ve Raþid deðil» veya bunlar gibi

«Benim ailelerim boþtur, ancak Zeyneb, Fatma. Ayþe deðil.» dese, bu istisnalar külli istisna da olsa,

geçerlidir. Hiçbir þey de gerekmez.

Bir kimse, «Malýmýn üçte biri Zeyd´in ancak bini deðil.» dese, halbuki malýnýn üçte biri bin olsa,

hiçbir þey vermesi gerekmez. Çünkü þarî, birþeyin hakikâti deðil. o þeyin devam etmesidir. Hatta bir

kimse karýsýný altý talâkla boþasa, altýdan dördünü istisna etse, istisnasý geçerli ve iki talâký vaki

olur. Buna göre ölçü tartý ve sayý ile ifade edilmesi mümkün olan þeylerin istisnasý geçerlidir.

Meselâ, ceviz ve bozuk paralarýn. dirhem ve dinarlarýn istisnasý gibi. Meselâ, bir kimse, «Falan

kimsenin bende on dirhemi var, ancak yüz ceviz deðil.» dese, o zaman istisna edilen, istihsânen

cevezlerin kýymetidir. Çünkü zimmette sabittir. O zaman o, dirhem ve dinar gibi olmuþ olur. Her ne

kadar istisna ettiðinin kýymeti, kendisinden istisna edilen þeyin kýymetinin hepsini içine alsa da


sonuç deðiþmez. Ama bunun aksine, bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde dinarý vardýr,

ancak yüz. dirhemi deðil.» dese, burada eþit olan bir þeyi karþýlýk gösterdiðinden istisna bâtýl olur.

Çünkü küllü, küllün aynýyla istisna etmiþtir. Bahýr.

Ancak, Cevhere diðerlerinde þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse falan kimsenin benden yüz dirhem

alacaðý vardýr, ancak on dinar deðil.» dese, on dinarýn kýymeti yüz dirhem veya daha fazla olsa,

adamýn hiç birþey ödemesi gerekmez.»

Bir kimse aralarýnda þüphe harfi olan iki sayýyý istisna etse, muhreç bakýmýndan en az olaný vermesi

gerekir. Meselâ, «Falan kimsenin bende bin dirhemi vardýr, ancak yüz veya elli dirhemi deðil» dese,

o kimsenin saðlam görüþe göre dokuz yüz elli dirhem ödemesi gerekir. Bahýr.

Eðer müstesna meçhul olursa, çoðunluk sabit olur. Meselâ, «Falan kimsenin bende yüz dirhemi

vardýr, ancak birþeyi veya azý veya bazýsý deðil.» dese, o zaman, elli bir dirhem ödemesi gerekir.

Çünkü istisna edilene þüphe girmiþtir. Bu durumda en azýn çýkmasý ile hükmedilir

Bir kimse ikrarýna «inþaallah» veya «Falan dilerse» sözlerini ekler yahut onu meydana gelmesi

þüpheli olan bir þeye baðlarsa, meselâ «Yemin edersen, dava ettiðin meblâð senin için sabit

sayýlacaktýr.» derse. ikrarý bâtýl olur. Ama ikrarýný ölüm gibi muhakkak olacak þeye baðlarsa ölsün

veya ölmesin ikrar ettiði meblaðý ödemesi gerekir.

Ýkrarda bulunan, «Ben ikrarýmda hiç ara vermeden inþaallah demiþtim.» diye dava etse, davasý

tasdik olunur mu? Ýkrar bahsinde fakihlerin buna dair bir sözünü görmedim. Þu kadarý var ki, talâk

bahsinde, «Mutemed olan görüþe göre tasdik olunmaz.» diye zikretmiþtik. Burada da kul hakký ile

ilgili olduðu için tasdik olunmamasý gerekir. Bunu baþka bir kîtabýnda Musannýf söylemiþtir. Fetva

da bu sözle verilir.

ÝZAH

«Geri kalanla konuþmaktýr ilh...» Yani istisna þekil bakýmýndan deðil mana bakýmýndan istisna

edilenle konuþmaktýr. Þöyle ki bir kimse, «Falan kimsenin bende on dinarý var, ancak üçü deðil.»

dese, bu ifadede istisnadan sonra yedidir. Yani sanki þeklen deðil mana bakýmýndan, «Onun bende

yedi dinarý vardýr.» demiþ gibi olur.

«Uyarlamak içindir ilh...» Yani muhatabý uyarmak ve yapýlan hitabý tekid etmektir. Zira nida edilen

muhatabýn kendisidir. Bu ifadeden anlaþýlýyor ki, eðer nida edilen lehine ikrar yapýlandan baþkasý

ise, o zaman müstesna ile kendisinden istisna edilen arasýndaki nida ile ortaya çýkan fasýla zarar

verir.

Lâkin Cevhere´den. «Ben bu hususta hiçbir þey görmedim.» sözü nakledilmiþtir. Þu kadarý var ki,

Gâyetü´l-Beyân´da þöyle denilmektedir: «Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi

vardýr, ey falan kimse, ancak on deðil.» dese. bu ifade caiz olur. Çünkü burada ifadeyi muayyen bir

þahsa haber verme þeklinde yapmýþtýr. O halde buradaki nida fasýla sayýlmaz.»

Velvâliciye´de de þöyle denilir: «Nida muhatabýn uyarýlmasý içindir. Muhatabý uyarmak da hitab ve

ikrarýn tekidi için ihtiyaç duyulan birþeydir. O zaman buradaki nida da ikrar ifadesinden sayýlýr.»

«Ayný lâfýz deðilse ilh...» Yani mefhum itibariyle müstesna, kendisinden istisna edilenden daha

saðlam olursa, o zaman caizdir.

«Devam etmesini düþünmektir ilh...» Yani ifadenin þekli bakýmýndan bu böyledir. Çünkü istisna,

söze ait bir tasarruftur. Manayý ihmal etmek ona zarar vermez.

«Ýki talâk vaki olur ilh...» Altý talâk her ne kadar hüküm itibariyle de sahih deðilse de yine bu sözde

iki talâk vaki olur. Zira hüküm bakýmýndan talâk üçten fazla olmaz. Bununla birlikte, «Ben seni altý

talâkla boþadým ancak dördü deðil.» sözü, «Sen üç talâkla boþsun, ancak dört deðil.» sözü gibi

olmaz. Çünkü burada lâfza itibar etmek daha uygundur. Ýnâye.

«Nasýl geçerli ise ilh...» Musannýf bunu öncesindeki meselelerden ayrý olarak zikretmiþtir. Zira

öncesindeki meseleler, kendi cinsinden yapýlan istisnalardý. Bu ise istisnanýn cinsinin aksi ile

yapýlmasýnýn beyanýdýr. Zira miktarý belli bir þeyi, yine miktarý belli birþeyden istisna etmek

Ýmameyn´e göre istihsanen geçerlidir. O zaman bu kimsenin ikrar ettiði þeyden istisna edilenin

kýymeti düþülür. Kýyasa göre ise, bu istisna geçerli deðildir. Bu da Ýmam Muhammed ve Züfer´in

görüþleridir. Ama miktarý belli olmayan birþeyi miktarý belli olandan istisna etmek biz Hanefîlere

göre kýyasen de, istihsanen de geçerli deðildir. Ancak Ým om Þâfiî, «Bir kimse, «Falan kimsenin

bende yüz dirhemi vardýr, ancak bir elbise deðil.» ifadesinde bize muhâlefet etmiþtir.

Gâyetü´l-Beyân.


Þu kadarý var ki, burada istisna geçerli deðilse o zaman ikrarda bulunan beyana zorlanýr. Bu durum

ikrarýn sýhhatine mâni olmaz. Çünkü açýklandýðý gibi ikrar konusunun bilinmezliði ikrarýn sýhhatine

mâni deðildir. Lâkin þu kadarý var ki, istisna ancak, istisna edilenin bilinmezliði istisnanýn sýhhatine

manidir. Bunu Kâdýzâde´den naklen Þurunbulâliye de zikretmiþtir.

«Dirhem ve dinar gibi olmuþ olur ilh...» Zira onlar vasýflarýyla zaten semendirler. Hatta onlarý tayýn

etmiþ olsa, akit bunlarla meydana gelir. Eðer bunlarla vasýflandýrýlmýþ olsa bunlarýn hükmü dinar

hükmü gibi olur. Kifâye.

«Cevhere ilh...» Bunun misli Yenabî´dedir. Onu Kâdýzâde Zahire´ den nakletmiþtir. Þurunbulâliye´de

olduðu gibi.

Þurunbulâliye´de þöyle denilir: «Þeyh demiþtir ki, mükellef, «Benim üzerimde on dirhem vardýr,

ancak bir dinar deðil.» dese, o dinarýn kýymeti on dirhemden fazla olsa, veya, «Benim üzerimde on

dirhemi vardýr ancak bir ölçek buðday deðil.» dese, buðdayýn kýymeti yine on dirhemden fazla olsa,

eðer biz bütünü bütünden sözünden baþkasýyle istisna sahihtir görüþünü takib etsek, o zaman

uygun olan, yukarýdaki ikrarýn geçersiz olmasýdýr.

Þu kadarý var ki Bezzâziyye´de bunûn aksine delâlet edecek þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse,

«Benim üzerimde bir dinarý vardýr, ancak yüz dirhem deðil.» dese, istisna bâtýldýr. Çünkü istisna,

istisna edilenden daha çoktur. Adam, «Þu cüzdanda olan dirhemlerin hepsi falan kimsenindir,

ancak bini deðil.» dese. o zaman bakýlýr: eðer cüzdandaki dirhemler binden fazla ise, fazlasý ikrarda

bulunanýn, bin de lehine ikrar yapýlanýndýr. Eðer cüzdandaki bin veya binden az ise, o zaman hepsi

lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü burada istisna geçerli deðildir.»

Ben derim ki: Bunun þekli düþünerek anlaþýlabilir. Yine ben derim ki, Musannýf´a da uygun olan,

Cevhere´de olan ifadenin aynýsýný takip etmesiydi. Çünkü Musannýf da daha önce «Eðer tamamýný

içine alýrsa» demiþti.

«Düzeltilsin ilh...» Zahir olan, meselede iki rivayet vardýr, Þöyle ki, dirhemle dinar bir cins midir.

Yoksa iki ayrý cins midir? H.

«Dokuz yüz ilh...» Çünkü burada istisnada þekli ifade eden birþey zikredilmiþtir. O zaman, bunlarýn

en azý sabit kýlýnýr. Bu da Ebû Süleyman´ýn rivayetidir. Ebû Hafs´ýn rivâyetine göre ise, yalnýz dokuz

yüz ödemesi gerekir.

Fakihler birinci rivayetin daha saðlam olduðunu söylemiþlerdir. Kakî.

Kâdýhan da Ziyâdât þerhinde ikinci sahih´ rivayeti sahih görmüþtür. Remiz´de de olduðu gibi ikinci

rivayet, mezhebin prensiplerine daha uygundur. Hamevî.

Sâyýhânî de birinci rivayeti naklederken, «Bu Þâfiî mezhebinin zahiri üzerine bir görüþtür.» demiþtir.

Çünkü giriþten sonra çýkmaktýr. Ama bizim mezhebimize göre. bu terkibin ifade ettiði tek birþeydir.

O halde sanki o kimse, ya onun bende dokuz yüzü vardýr demiþtir veya dokuz yüz ellisi vardýr

demiþtir. O zaman dokuz yüz elli gerekli olur. Çünkü dokuz yüz daha azdýr. Hatta fakihler bizimle

Þâfiî orasýndaki ihtilâfýn semeresi bu terkibin mislinde ortaya çýkar. O halde bize göre, ikrarda

bulunana gerekli olan en azýný vermektir. Bu da dokuz yüzdür. Zira istisna, istisnadan sonra kalanla

konuþmaktýr. O zaman biz, burada ikrarda bulunanýn ne ile konuþtuðu hususunda þüpheye

düþüyoruz. Asýl olan da, zimmetlerin borçsuz olmasýdýr. Bu sebeple dokuz yüz ödemesi gerekir

diyoruz.

Þâfiî´ye göre ise, istisnaya dahil olan bindir. O zaman þüphe binden çýkarýlacak rakamdadýr. Burada

da en azý çýkarýlýrsa, dokuz yüz elli kalýr. Zeylâî. Kâdýhan da buna sahih demiþtir.

Fakihlerin birinci görüþü daha saðlam görmeleri, ibrayý ifade eder. Düþün.

«En azýn çýkmasý ile hükmedilir ilh...» Bu da yarýmdan azýdýr. Çünkü bir þeyi istisna, örfen azýný

istisnadýr. O zaman biz burada yarýsýný ve yandan bir fazlasýný gerekli gördük. Çünkü azlýðýn

tahakkuk etmesinin en aþaðý derecesi yarýdan bir aþaðý olmaktýr.

«Meydana gelmeme tehlikesi olan bir þeye ilh...» Meselâ, ikrarda bulunan, «sana ait olsun.» dese, o

da yemin etse, hiç birþey vermesi gerekmez. Eðer yemini üzerine iddia ettiðini ona verirse, ona geri

alma hakkýna sahip olur. Nitekim Bahýr´ýn varislerin sulh bahsinde de böyledir.

Bahýr´da ikrarý meydana gelmeme tehlikesi olan bir þeye baðlama þununla kayýtlanmýþtýr: Yani o

baðlama, eðer vade davasýný içine almýyorsa bu böyledir. Bahýr´da devamla, «Eðer, «Aybaþý

geldiðinde senin benim üzerimde þu kadar meblâðýn vardýr.» derse, bu vade davasýný içine

aldýðýndan halen onu ödemesi gerekir. Ancak lehine ikrarda bulunan vade hususunda yemin teklif


edilebilir.» denilmiþtir.

Yine Bahýr´da þöyle denilir: «Ýkrarý geçersiz kýlan baðlamalar þunlardýr: Meselâ bir kimse, «senin

bende bin dirhemin vardýr, ancak bana ondan baþkasý üstün olur veya ben ondan baþkasýný

görürüm veya benim bildiðim kadarýyla veya siz þahit olun benim bildiðime göre falan kimsenin

benden þu kadar alacaðý vardýr.» ifadelerindeki baðlamalardýr.»

«Meydana geleceði kesin olan bir þeye baðlarsa ilh...» Çünkü, bu gerçekte bir þeye baðlama

deðildir.

Belki bundan kastý, varisleri, ölümünden sonra inkâr ettikleri takdirde, zimmetinin beraeti için onlarý

þahit göstermektir. Bunun için ister ölsün, ister yaþasýn her durumda ikrar ettiði þeyi ödemesi

gerekir.

«Ýkrarý bâtýl olur ilh...» Ýmam Ebû Yusuf´un görüþü üzerine bâti olur, ki ona göre, iþi Allah´ýn

dilemesine baðlamak, ikrarý geçersiz kýlmak demektir. Ýmam Muhammed ise, «Ýkrarýný Allah´ýn

dilemesine baðlamak, herhangi bir þarta baðlamak gibidir.» demiþtir. Bu ikisinin arasýndaki ihtilâfýn

faydasý, ikrarda bulunanýn iþi Allah´ýn dilemesine baðlamasý ikrardan önce söylemesinde ortaya

çýkar. Meselâ bir kimse karýsýna «Eðer Allah dilerse sen boþsun» dese, Ebû Yusuf´a göre, talâk vaki

olmaz. Çünkü Allah´ýn dilemesine baðlamak, sözü geçersiz kýlmaktýr. Ýmam Muhammed´e göre ise,

bu ifade ile talâk vaki olur. Çünkü bunda bir þeye baðlama vardýr. Fakat eðer önce þartý zikreder,

cezayý zikretmezse, o zaman talik etmiþ olmaz, talâk da þartsýz olarak vâki olur.

Ama eðer hiçbir kastý olmadan «inþaallah» derse, halbuki kastý boþamayý gerçekleþtirmek ise, talâk

vâki olmaz. Çünkü istisna gerçekten mevcuttur. Ýstisna ile zikredilen sözle talâk vâki olmaz. Aynî.

«Musannýf söylemiþtir ilh...» Remlî, hâþiyelerinde þöyle demiþtir: «Ben diyorum ki, fýkhî kâide þunu

gerektirir: Eðer ikrarý delil ise, sabit ise, ikrardan sonraki, «Ýnþaallah demiþ olduðu» davasý da

ancak delil ile tasdik olunur. Ama eðer baþlangýçta, «Ben þu adama istisna ile birlikte þu kadar

ikrarda bulundum» dese, sözü delilsiz kabul edilir. Sanki, «Falan kimsenin benim yanýmda Allah

dilerse þu, kadar malý vardýr.» demiþ gibi kabul edilir. Ama birinci sözü, bunun aksinedir. Çünkü

ikrarý açýkladýktan sonra, onu geçersiz kýlmak istemektedir.» Sen düþün.

METÝN


Bir evden bir odayý istisna etmek mümkündür. Ama, yapýyý oda veya evde istisna etmek geçerli

deðildir. Çünkü, yapý, taban, oda ve eve dahildir. O zaman. bu ifade bir vasýf olur ki, vasfýn da

istisnasý caiz deðildir. Dürer.

Ýkrarda bulunan, «Evin binasý benim arsasý senindir.» dese, dediði gibi olur. Çünkü arsa ancak bir

toprak parçasý olup buk´adýr, bina deðildir. Fakat. «Bina benimdir, yeri senindir.» dese hem bina,

hem de yer lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü taban bina yere dahildir. Ancak, ikrarda bulunan, «Bina

Zeyd´indir, yeri Amr´ýndýr.» dese, dediði gibi olur.

Yüzüðün kaþýný, bahçedeki meyve aðaçlarýný, cariyenin boynundaki gerdanlýðý istisna etmek, kapýyý

evden istisna etmek gibigeçerli deðildir.

Bir kimse, «Falan kimsenin bende kabzetmediðim kölenin semeninden bin dirhemi vardýr.» dese ve

köle de lehine ikrar yapýlanýn elinde olduðu halde onu tayin etmiþ olsa, bakýlýr: Eðer lehine ikrar

yapýlan köleyi ikrarda bulunana teslim ederse, ikrarda bulunanýn bin lira ödemesi gerekir. Eðer

lehine ikrar yapýlan köleyi teslim etmezse, ikrarda bulunanýn bin dirhemi ödemesi gerekmez. Ama

ikrarda bulunan köleyi tayin etmezse, bin dirhemi mutlaka ödemesi gerekir. Ýster fasýlalý, ister

fasýlsýz söylesin sonuç deðiþmez. Bu durumda, onun «Kabzetmediðim» sözü de lâðv olur. Çünkü

bu bir bakýma ikrardan rücû olur. Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde þarap, domuz eti,

kumar malý, ölmüþ hayvan veya kanýn satýþ bedeli vardýr» diye ikrarda bulunmasý gibi ki, bunlarda

mutlaka ödemesi gerekir. Ancak eðer lehine ikrar yapýlan da bunu tasdik ederse veya ikrarda

bulunan davasýnýn doðru, ikrarýnýn hatalý olduðuna delil ikâme ederse, o zaman hiçbir þey ödemesi

gerekmez.

Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhem haram malý veya faiz parasý vardýr» dese,

bunlarý birlikte veya ayrý ayrý söylesin ödemesi gerekir. Çünkü diðerine göre helâl olma ihtimali

vardýr.

Bir kimse, «Benim üzerimde falan kimsenin yalan ve bâtýl yolla þu kadar malý vardýr» dese, eðer

lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tekzib ederse, ödemesi gerekir. Eðer tasdik ederse, hiçbir þey

ödemesi gerekmez. Satýþý ikrara zorlanan kimsenin durumu da yukarýdaki açýklamaya göre olur.

Lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tasdik ederse, satýþ gerekmez, tekzib ederse satýþ lâzým gelir.


Bir kimse. «Benim üzerimde falan kimsenin bin tane züyuf dirhemi vardýr» dese sebebi de

zikretmese, saðlam görüþe göre aynen onun dediði gibidir. Bahýr.

Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde metâ semeni veya karz olarak bin züyûf dirhemi vardýr»

dese tasdik edilmez. Çünkü züyûf demekçe, ikrarýndan rücû etmiþ olmaktadýr.

Ama, «Falan kimsenin bende gasb veya vedia yoluyla alýnmýþ züyûf veya nebehrece bin dirhemi

vardýr.» dese, bu sözü tasdik edilir. Ama. «Falan kimsenin bende gasb veya vedia olarak bin

dirhemi vardýr ancak onlar hileli veya için kalay dýþý gümüþ paradýr.» dese, eðer bu istisnasýný ara

vermeksizin yapmýþsa, tasdik edilir. Eðer istisnayý aralýklý yapmýþsa, tasdik olunmaz. Çünkü, bunlar

mecazen dirhemdirler

Bir kimse, «Ben bunu gasbettim veya bana vedia etmiþti.» diyerek ayýplý bir elbise getirse, elbisenin

daha önce saðlam olduðuna dair delil yoksa, yemin ederse, yemini ile birlikte tasdik edilir.

Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardýr, ancak þu kadar noksan.» dese,

velev ki o metaya ait semen olsun, sözü tasdik edilir.

Bir kimse ora vermeksizin, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardýr, ancak o

dirhemlerin aðýrlýklarý yedi miskal deðil, beþ miskal noksandýrlar.» dese, velev o meta semeni

olsun, sözü tasdik edilir. Ama eðer zaruret olmadýðý halde aralýklý söylerse, tasdik edilmez. Çünkü,

paranýn zuyûf olmasý gibi vasfýn deðil miktarýn istisnasý geçerlidir.

Birisi bir diðerine, «Ben senden vedia olarak bin dirhem almýþtým. Bu para bir kasýt olmaksýzýn

elimde helâk oldu.» dese diðeri buna karþý, «Hayýr, o bin dirhemi benden gasbettin.» dese ikrarda

bulunan o bin dirheme zamindir. Çünkü tazmin etme sebebi olan alým ikrar etmiþtir.

Ama, «Sen bana bin dirhemi vedia olarak verdin.» dese. karþýdaki de, «Hayýr sen onu benden

gasbettin.» dese, ikrarda bulunan burada zamin olmaz. Makbul olan söz de, zýmaný inkâr ettiðinden

dolayý ikrarda bulunanýndýr.

Bir kimse, «Þu malým senin yanýnda karz veya vedia idi, ben onu aldým.» dese lehine ikrar yapýlan.

«Hayýr o benimdi, sen aldýn.» dese, lehine ikrar yapýlan eðer zayolmamýþsa o þeyi alýr. Eðer

zayolmuþsa, onun kýymetini alýr. Çünkü ikrarda bulunan, önce lehine ikrar yapýlanýn zilyed

olduðunu ikrar eylemiþ, sonra da ondan aldýðýný söylemiþtir. Ki bu da

tazmin etme sebebidir.

Bir kimse, «Falan kimseye þu atýmý, veya elbisemi kiraya verdim. o da o atýma bindi veya o elbisemi

giydi veya ben elbisemi ona âriyet olarak vermiþtim veya onu evimde iskân etmiþtim, o da bana geri

verdi» dese, karþýdaki adam da, «Hayýr benimdir.» dese, ikrarda bulunanýn sözü istihsanen tasdik

olunur. Çünkü ikrarda zilyedlik zorunludur. Ama vedia bunun aksinedir.

Ama bir kimse, «þu bin falan kimsenin vedîasýdýr.» hemen peþine «Hayýr, falan kimsenin

vedîasýdýr.» dese. o bin birinci adamýndýr. Ýkrarda bulunan ikinci odama da binin mislini öder. Ama

bunun aksine. ey falan kimsenindir.» devamla, «Hayýr, falan kimsenindir.» dese. O zaman onun

üzerine ikinci adam için birþey vermesi gerekmez. Zira o þeyin vedîa olarak verildiðini ikrar

etmemiþtir. Ama bu açýklamalar, eðer ikrar ettiði þey belirli bir mal ise böyledir. Ama eðer belirli bir

deðilse, ikinci adama da aynýsýný vermesi gerekir. Meselâ, «Ben falan kimseden yüz dirhem, yüz

dinar ve bir ölçek buðday gasbettim» dese, peþine de ara vermeden, «Hayýr, ondan deðil, falan

kimseden gasbettim.» dese, ikrarda bulunanýn þahsa da ikrar ettiði þeylerin hepsini vermesi

gerekir. Eðer o þeyler ayný ile iki, ikrar ettiði dirhem, dinar ve buðday birinci adamýndýr. Ýkinci

adama da onun mislini verir.

Ama bu durumlarda lehine ikrar yapýlan bir adam ise, o zaman ikrar ettiði þeylerin hangisi miktar

bakýmýndan daha üstün ise onu verir. Meselâ bir kimse, «Onun bende bin dirhemi vardýr, hayýr

ikibin dirhemi vardýr.» veya «Onun bende bin dirhem geçerli parasý vardýr, hayýr bin dirhem

geçersiz parasý vardýr.» dese, bunlarýn hangisinin miktarý çok ve vasfý daha üstün ise onu vermesi

gerekir.

Bir kimse, «Benim falan kimse üzerindeki alacaðým falan kimsenindir.» veya «Falan kimsenin

yanýndaki vediam falan kimsenindir.» dese, bu sözler o adama ikrardýr. Kabz hakký da ikrarda

bulunana aittir. Yalnýz borçlu ve vedîa verilen kimse, lehine ikrar yapýlana teslim etmiþ olsalar,

ikrarda bulunan borçtan kurtulur. Ancak bu durum, ikrar konusunun baþ tarafýnda geçene aykýrý

olup, gerçekte malý kendisine izâfe ettiði için bu bir hibe olur. O zaman da teslimi gerekir. Bundan

ötürü Hâvi-i Kudsî´nin sâhibi, «Eðer ikrar ettiði kiþiyi kabza yetkili kýlmamýþsa teslimi gerekir.»

demiþtir.


Ama adam, «Benim ismim deyn kitabýnda âriyet olarak yazýlýdýr.» dese. ikrarý geçerli olur. Eðer

böyle demezse, ikrarý geçerli olmaz. belki hibe olur. Musannýf diyor ki, bütün muteber kitaplarda,

zikr olunan da budur. Ancak, Hülâsa buna muhâlefet etmiþtir. Bu konuda fetva istenirse düþünerek

fetvâ ver. Yani muteber kaynaklarda zikredilene itibar ederek onlarýn sözü ile fetva ver.

ÝZAH

«Yapý tebean oda ve eve dahildir ilh...» Bundan dolayý da kabýzdan önce, satýþta yapý baþkasýna ait

bir hak çýkmýþ olsa, o yapýnýn karþýlýðýnda mebiin satýþ bedelinden hiçbir þey düþülmez. Müþteri

muhayyer olur. Ama bir evden bir oda baþka birisinin hakký çýksa, bunun aksine bu satýþ

bedelinden odanýn hissesine düþen çýkarýlýr.

«Binasý benimdir ilh...» Zahire´de þöyle denilmiþtir: «Bilmiþ olunuz ki bunlar beþ meseledir. Bu beþ

mesele de iki asýl kaideden çýkarýlmaktadýr. Birinci asýl; Ýkrardan önce dava, davadan sonraki

ikrarýn sýhhatine mani deðildir. Ýkrardan sonra ikrar ettiði þeye dahil olan bazý þeyleri dava etmek

ise geçerli deðildir. Ýkinci asýl: Þahsýn ikrarý, diðerinin deðil kendi nefsi üzerine delildir. Bu iki aslý

bildikten sonra, biz diyoruz ki ikrarda bulunan. «Binasý benimdir. yeri falan kimsenindir.» dese,

hem bina, hem de yeri, yerine ikrar ettiði kimsenin olur. Çünkü davadan sonra ikrar geçerlidir. Eðer,

«Yeri benimdir, binasý falan kimsenindir.» derse her ikisi de ikrarda bulunanýn olur. Çünkü

baþlangýçta yapýnýn yere tebean kendisinin olduðunu iddia etmiþtir. Ýkinci olarak, yapýnýn baþkasýna

ait olduðunu ikrar etmiþtir. Davadan sonra ikrar ise geçerlidir. O halde lehine ikrar yapýlana,

yapýsýný ikrarda bulunanýn mülkünden kaldýrýlmasý emredilir. Ama, «Yeri falan kimsenindir, binasý

benimdir.» dese, her ikisi de lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü ilk olarak binayý lehine ikrar yapýlana

ikrar etti, ikinci olarak da binanýn kendisinin olduðunu iddia etti. Ýkrardan sonra ikrara dahil olan

bazý þeyleri iddia etmek ise geçerli deðildir. Ama. «Yer falan kimsenindir, yapý da bir diðer

adamýndýr.» dese her ikisi de birinci lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü önce ona binayý ikrar etmiþ

olmaktadýr. Sonra da bina falan kimsenin demekle ikincisine ikrar etmiþ olmaktadýr. Baþkasýnýn

üzerine ikrar etmek de geçerli deðildir. Ama, «Yapý falan kimsenin, yer de falan kimsenindir.» dese

dediði gibi olur. Çünkü önce yapýyý birinci adama îkrar etti, ikinci olarak da yine birinci adam

üzerine ikinci adam için bina ile ikrar etti ki bu ikrar geçerli deðildir.» Kifâye. Özetle.

«Bahçedeki meyve aðaçlarýný ilh...» Ancak, aðaçlarý kökleriyle istisna ederse, o zaman geçerli olur.

Zira kökleri de ikrara bilerek dahil edilmiþ olur.

Hâniye´de yüzük kaþýný, bahçedeki aðaçlarý zikrettikten sonra þöyle denilmiþtir: «Bahçe ve yüzüðün

ikrarýnda, yüzüðün kaþýný veya bahçedeki meyve aðaçlarýný ara vermeden istisna etse, istisnasý

geçerli deðildir. Ancak davacý, dava ettiðine dair delil ikâme ederse, o zaman geçerli olur. Þu kadarý

var ki, Zahire´de, «Birisi bir baþkasýna yeri veya evi ikrar ederse, o evin yapýsý ile yerdeki aðaçlar

ikrara dahil olur. Hatta ikrarda bulunan, bina ve aðaçlarýn kendisine ait olduðuna dair delil ikâme

etse, delili kabul edilmez.» denilmiþtir.»

Ancak, onun istisnasý aralýklý ikrar yaptýðýna yorumlanýrsa, o zaman delili kabul edilir. Nitekim

Hâniye´de de buna iþaret edilmiþtir. Sâyýhânî.

«Cariyenin boynundaki gerdanlýðý ilh...» Ýþte bu mesele kapalýdýr. Þöyle ki, fakihler cariyenin

satýþýnda gerdanlýðýn satýþa girmediðini söy-lemiþlerdir. Ancak, adet üzere iþ için boynuna taktýðý

önlük onun satý-þýna dahildir. Metinde gecen mesele ise, kýymeti olmayan bir gerdan-lýk þeklinde

tefsir edilmelidir ki, doðru olsun.

Ben derim ki: Yukarýda zikrettiðimiz, satýþdadýr. Çünkü, cariye üs-tündeki giysi ve takýlarla birlikte

satýcýya aittir. Ýkrarda ise, cariyeyi baþkasýna ikrar ettiðinde, cariyenin lehine ikrar yapýlana ait

olduðu ortaya çýkmaktadýr. Bu ikrardan açýða çýkan þudur ki, cariyenin üzerin-de olanlar da velev ki

çok kýymetli olsun, cariye ile birlikte malikindir. Dü-þün.

«Bin dirhemi vardýr ilh...» Musannýfýn burada cümleyi böyle kayýtlamasýnýn sebebi þudur: Eðer

adam baþlangýçta, «Ben falan kimseden bir mal aldým, ancak onu kabzetmedim.» dese, sözü kabul

edilir. Nite-kim, mal elinde olduðu halde satýcýnýn «Ben þunu sattým ama henüz se-menini

kabzetmedim.» sözü de kabul edilmektedir. Çünkü mebîin veya semenin kabzýný inkâr etmektedir.

Makbul olan söz de münkirindir. Ama bu ikrar meselesi bunun aksinedir. Çünkü «kabzetmediðim»

sözü, «Onun benim üzerimde þu kadar malý vardýr.» sözünden sonradýr. Bu ise söz-den rücû

etmektir. O zaman bu geçerli deðildir. Remlî böyle ifade etmiþ-tir.

«Köleyi ikrarda bulunana teslim ederse ilh...» Umulur ki, fakihlerin bu meselede «teslim»den

kasýtlarý hazýr bulundurmaktýr. Veya bu me-sele fakihlerin «Müþterinin önce satýþ bedelini teslim

etmesi gerekir.» sözünden tahsis edilmelidir. Çünkü bu acýk birþey deðildir. Makdisî. Ebus-suud.


Özetle.

«Tekzib ederse satýþ gerekir ilh...» Bedâye´de þöyle denilmiþtir: «Zor-la satým akdi nasýl caiz

deðilse, zorla ikrar da geçerli deðildir. Zorla ik-rar þöyle olur: Adam, «Ben sana dýþa karþý bir malý

ikrar edeceðim.» dese, ikrarýn fasit olduðuna dair de kendi aralarýnda gizli bir anlaþma (muvazaa)

yapsalar, bunun ikrarý sahih deðildir. Hatta lehine ikrar ya-pýlan da ikrar edilen þeye mâlik olmaz.»

«Bu sözü tasdik edilir ilh...» Çünkü gasbedilen kimse, rastgele gasbettiði gibi vedîa verilen kimse

de kendisine ne vedia verilirse onu saklar. Bu duruma göre gasb ve vedîa ikrarýnýn doðru olmasý

gerekmez. Tatarhâniye´de bir mesele vardýr ki, çokça meydana gelir. Þöyle ki: «Bir kimse, «Bu

meyvaný sen bana vedîa olarak verdin.» dese, o da «Hayýr sen onu benden gasbettin.» dese, eðer

bir hayvaný ariyet olarak alan, ona binmemiþse, zamin olmaz. Yok eðer binmiþse, zamin olur.

Bunun gibi, adam, «Sen onu bana ariyet olarak verdin.» dese, bu mesele de aynen önceki gibidir.

Ebû Hanîfe þöyle demiþtir: «Bir kimse, «Þu þeyi ben senden ariyet olarak aldým.» dese, öteki de

onu ariyet olarak aldýðýný inkâr etse, zamin olur. Ama eðer, «Bu elbiseyi senden ariyet olarak

aldým.» dese, o da, «Hayýr, sen onu benden satýn aldýn.» dese, ikrar eden eðer o elbiseyi

giymemiþse söz onundur. Çünkü o münkirdir. Eðer elbiseyi giymiþse, zamin olur. Adam, «Þunu sen

bana ariyet olarak verdin» dese, o da, «Hayýr ben sana kiraya verdim.» dese, helak olduðu takdirde

zamin ol-maz. Ama «Ben senden gasbettim.» sözü bunun aksinedir. Þu kadarý var ki, «Sen bana

emanet olarak verdin» sözünde eðer kullanmýþsa za-min olur.»

«Kýymetini alýr ilh...» Burada þöyle bir görüþ vardýr: Meselenin na-zarî þekli iþaret edilendedir.

Burada ise iþaret edilen mevcut deðildir. Ancak, denilebilir ki, iþaret ettiði þey mevcuttu, sonra

ikrarda bulunan .onu helak etti. Fettâl.

«Þu bin falan kimsenin vedîasýdýr ilh...» Bu meselenin tamamý Sulh bahsinin hemen öncesinde þu

meselenin açýklamasýnda gelecektir. Bir kimse, «Benim babam malýnýn üçte birini falan kimseye

vasiyet etti.» fasýlasýz olarak hemen, «Hayýr, falan kimseye» dese.

«Vedîa olarak verildiðini ikrar etmemiþtir ilh...» Yani, tazmin etme sebebi ile ikrar etmemiþtir. Ama

birinci mesele bunun aksinedir. Çünkü birinci meselede ikinci þahsa vedia olduðunu ikrar etmiþtir.

Orada za-min olur. Çünkü vediayý birinciye ikrar etmiþ ve ikrarý da birinci þahsa geçerli olduðundan

onun mülkü olmuþtur. Artýk onu ikinci þahsa teslim etmesi mümkün deðildir. Ama bunun aksine

vediayý satar, müþteriye tes-lim etmezse, yalnýz satýþla o vediaya zamin olmaz. Zira vediayý

sahibi-ne teslim etmesi mümkündür. Bana açýklanan da þudur.

BÝR UYGULAMA MESELESÝ:


Tam ehliyetli olan bir kimse, iki mal için ikrarda bulunsa, her iki maldan bir istisna yapsa, meselâ,

«Benim üzerimde bin dirhem ve yüz dinar borç vardýr, ancak bir dirhem deðil.» dese. eðer her iki

malda da lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri üzeredir. Ýmam Muhammed´e göre ise.

eðer ikrar bir kiþiye ise, istisna hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise, istisna

hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise, istisna asla geçerli deðildir.

Tatarhâniye. Muhit´ten.

Eðer lehine ikrar yapýlan iki ayrý þahýs ise. istisna mutlaka ikinci ma-la ait sayýlýr. Meselâ, «Falan

kimsenin bende bin dirhemi, falanýn da bende yüz dinarý vardýr, ancak bir dirhem deðil.» demesi

gibi. Bu mese-lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri üzeredir. Ýmam Muhammed´e göre

ise, eðer ikrar bir kiþiye ise istisna hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise,

istisna asla geçerli deðildir. Tatar-hâniye. Muhit´ten.

«Hangisi miktar bakýmýndan çok ilh...» Eðer ayný cinsten ise. Eðer farklý iki cinsten ise, meselâ,

«Falan kimsenin benim üzerimde bin dir-hemi vardýr.» peþine de «Hayýr, bin dinarý vardýr.» derse,

iki bini de öde­mesi gerekir. T. Özetle.

«Alacaðým ilh...» Hâvi-i Kudsî´nin ifadesi þöyledir- «Benim falan kim-sedeki alacaðým falan

kimsenindir, diyerek ona kabz yetkisi vermese, bu o kimse için bir ikrardýr.» Hâmiþ´te de böyledir.

«Teslimi gerekir, ilh...» Yani üzerinde borç olmayan kimseye hibe etmek geçerli deðildir. Ancak onu

kabza yetkili kýlarsa geçerli olur.

«Benim ismim ilh...» Bunun özeti þöyledir: Ýster kabza yetki versin, ister etmesin, «Benim ismim

deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» dese, bu sözü geçerlidir. Nitekim Musannýfýn fetvasýnda da

böyledir. Birinci görüþe göre hibe, ikinciye göre ise ikrar olur. Onun o malý kendine iza-fe etmesi,

mülk izafesi deðil, nisbet izafesidir. Nitekim sarih de yukarýda bunu zikretti.

«Benim ismim deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» demesi niçin þarttýr? Onun nisbet izafesini


irade etmesine karine olduðu içindir. Ýþ-te bunun üzerine de metnin ifadesi yorumlanýr. O halde,

bunu ikrar say-makta kapalýlýk kalmaz. Gecen asla da açýk bir karine bulunduðu için bu geçen asla

da zýd olmaz.

Vehbâniye þerhinde þöyle bir ifade vardýr: «Kadýn, «Benim kocam üzerindeki mehir alacaðýmda bir

hakkým yoktur. O, falan kimsenindir.» dese lehine ikrar yapýlan da kadýný tasdik etse, sonra kadýn

kocasýný mehinden ibra etmiþ olsa, bazý âlimlere göre, kocasý borçtan kurtulur, bazý âlimlere göre

ise, koca borçtan "kurtulamaz. Ama en açýk olan, ko-canýn borçtan kurtulmasýdýr. Zira Merginanî,

bu ikrarýn geçerli olmadýðý-na iþaret etmiþtir. O zaman, ibra tam mahalline rastlamýþ oluyor.»

Burada ise, izafenin mülk için olduðu açýktýr. Çünkü kadýnýn mehri, baþka kimsenin olamaz. Kadýnýn

mehrini baþkasýna ikrar etmesi kab-za yetki vermeden hibe olur. Kabzsýz hibe de geçerli deðildir.

Musannýf bu meseleyi çeþitli hibe meseleleri konusunda kapalý görmüþtür. Hal-buki Allah´ýn yardýmý

ile bu meseledeki kapalýlýðýn nasýl halledildiðini gör-dünüz.

«Zikrolunan ilh...» Yani eðer,. «Benim ismim deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» demezse,

geçerli deðildir.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:44:59
HASTANIN ÝKRARI BABI

METÝN


Bu hastalýktan kasýt, son ölüm hastalýðýdýr. Yalnýz bunun tarifi, has-tanýn boþamasý bahsinde

geçmiþtir. Vasiyetler bahsinde de gelecektir.

Hz. Ömer´in uygulamasýna göre hasta, varislerden olmayan birisine borçlu olduðunu ikrar ederse,

borcun malýn tamamýndan alýnmasý gere-kir. Hastanýn ikrarý borç deðil, bir mal olsa bu da yine borç

gibidir.

Ancak, ikrar ettiði borç veya malý hastalýðýnda temellük ettiði bili-nirse, o zaman malýn tamamýndan

deðil, üçte birinden alýnýr. Musannýf bunu Muin isimli kitabýnda da zikretmiþtir.

Ýrs, ikrardan sonraya tehir edilir. Saðlýðýndaki mutlak borç ile de-lil veya hâkimin muayenesi gibi

bilinen bir sebeble ikrarda bulunanýn hastalýðý sýrasýnda sarfedilen birþey, ölüm hastalýðýndaki

ikrardan önde gelir. Velevki, ikrar ettiði þey vedia olsun.

Ýmam Þafiî´ye göre ise, hepsi eþittir.

Bilinen sebeb, müþahede edilen bir nikâh gibi teberru edilmeyen bir þeydir. Eðer nikâh, mehr-i misil

ile ise, geçerlidir. Eðer mehr-i misilden fazla bir mehirle evlenmiþse, nikâh caiz olsa da ziyadelik

bâtýldýr. Ýnâye.

Yine, þahitler huzurunda yapýlan satýþla itilâf da ikrardýr. Ölüm has-tasý olan bir kimse borçlarýnýn

bir kýsmýný ödemek, bir kýsmýný da ver-memek gibi bir hakka sahip deðildir. Velevki, ödemiþ olduðu

mehri ve icare ücreti gibi olsun. Çünkü borçlarýn hepsi onun elindeki mala taalluk eder. Onlardan

salim olmaz. Ancak iki meselede deðil.

Müstesna olan meseleler þunlardýr: Hastalýðý sýrasýnda karz olarak aldýðý birþeyi ödemesi ve yine

hasta iken satýn aldýðý birþeyin bedelini nakit olarak ödemesi bunlardandýr. Bürhan´da olduðu gibi.

Hastalýðýndaki ödünç para almasý ve hastalýðýnda aldýðý þeyin be-deli ikrarý ile deðil, delille

biliniyorsa, müstesnadýr.

Ama hastalýðýnda vereceði mehir ve ölüme kadar ödemediði borç yukarýdakilerin aksinedir.

Bunlarda diðer borçlarla eþîttir. Ancak eðer, satýlan þey, satýcýnýn elinde deðilse, eþit olurlar. Ama

eðer satýcýnýn elin-de ise satýcý o zaman diðer varislerle eþit deðil, mebîin bedelini almaya daha

haklýdýr.

Hasta önce bir borcu, sonra da diðer bir borcu ikrar etse, eðer o borçlarýn ikisi de hastalýk ve saðlýk

gibi durumlarda eþit iseler, o zaman onlarýn ödemesi de eþittir. Ama eðer önce bir borç olduðunu,

sonra da bir vedia olduðunu ikrar etse, veya bunun aksine önce vediayý, son-ra borcu ikrar etse,

eðer borç ile vedianýn sýhhat ve hastalýk durumlarý eþit ise, o zaman vediayý vermek her iki þekilde

de daha uygundur.

Eðer akrabasý deðilse borçlu olan hastanýn borçlusunu ibra etmesi caiz deðildir. Ama borçlu varisi

ise, mutlaka caiz olmaz. Hasta, baþka birisine ister borçlu olsun, ister olmasýn, sonuç deðiþmez.

Bunun sýh-hatinin, hilesi þudur: Hastanýn «Benim onun üzerinde hiçbir hakkým yok-tur.» demesidir.


Nitekim bunu Musannif, «Benim þu isteðim üzerinde hiçbir þeyim yoktur.» demesi, -ki bu söz hem

varisi hem de baþkasýný içine alýr- diyâneten deðil, kazaen sahihtir.» sözüyle de ifade etmiþtir,

Bununla ahiretteki deðil dünyadaki mutalebe kalkar. Hâvi. Ancak bu sözü ile mehirden kaçýnamaz.

Bezzâziyye.

Çünkü, mehrin üzerinde olduðu açýktýr. Ama kýzýn hastalýðýndaki, «Falan þey babamýn veya

annemindir, benim onda hakkým yoktur.» sözü veya «O ariyet olarak benim yanýmda idi.» sözü

geçerlidir. Kocasýnýn bu ´konudaki davasý da dinlenmez. Nitekim bu Eþbâh´ta da açýklanmýþtýr.

ÝZAH

«Yalnýz ilh...» Hindiyye´de þöyle denilmiþtir: «Ölüm hastalýðý, bir kimsenin ihtiyaçlarýný karþýlamak

için bile dýþarýya çýkamayacaðý hasta-lýktýr. Saðlam olan görüþ de budur.»

Ýsmâiliye´de de þöyle denilir: «Bir kimse hastadýr ama, bazan soka-ða çýkar kendi iþlerini görür. Bu

hastalýk ölüm hastalýðý deðildir. Böyle bir hastanýn hastalýðýnda yaptýðý teberrular malýnýn üçte

birinden deðil, tamamýndan ödenir. Böyle bir hasta varisine birþey satsa veya hibe etse, diðer

varislerin icazet vermeleri gerekmez.»

«Malýn mamamýndan alýnmasý gerekir ilh...» Þu kadarý var ki, ala-caklý yemin eder. Nitekim Tahkim

babýndan hemen önce de bu mesele geçti. Bunun misli Eþbâh´ýn Kaza bahsinde mevcuttur.

Asi adlý kitapta da þöyle denilmektedir: «Kiþi hastalýðýnda varis ol-mayan birisine borçlu olduðunu

ikrar etse, bu borcu bütün malýný kap-sasa dahi, caizdir. Ama eðer, hastalýðýnda varislerden bir

tanesine borç-lu olduðunu ikrar ederse, bu ikrarý geçersizdir. Ancak, diðer varisler de lehine ikrar

yapýlan varisi tasdik ederlerse, ikrar bâtýl deðildir.»

Câmiu´l-Kebîr ve baþkasýnýn özet olan muteber kitaplarýnýn hepsinde böyledir. Þu kadarý var ki,

Fusûl-i Imâdiye´de þöyle bir ifade vardýr: «Has-tanýn varisine ikrarý, ne hikâye ve ne de baþlangýç

bakýmýndan caiz de-ðildir. Bir yabancýya ise malýnýn hepsinden hikâye olarak ikrarý caizdir.

Baþlangýç bakýmýndan da üçte birinde caizdir.»

Ben derim ki: Fusûl-i Ýmâdiye´de geçen ifade meþayihin mutlak zik-rettiðine aykýrýdýr. Bunlarýn

arasýný birleþtirmeye ihtiyaç vardýr. Uygun olan, meþayihin mutlak zikrettiði ile Fusûl-i Ýmâdiye´de

zikredilen ifa-denin arasýný þöyle birleþtirmektir: Baþlangýçtan maksat, þekli ikrar þek-linde olandýr.

O da gerçekte temlikin baþlangýcýdýr. Yani herhangi bir yolla, hastanýn ikrar ettiði þey hastanýn

mülkü olduðu bilinmelidir.

Hasta, kendisine müdahale edilmemesi veya varislerin hased ederek bir eziyette bulunmamalarý

için verdiðini ikrar suretinde söylemiþ ola-bilir. Nitekim böyle þeyler de vakidir. Ýnsan bir fakire

birþey verdiði za-man halkýn arasýnda ona karz olarak vermiþ gibi verir. Yalnýz kalýnca da ona hibe

eder. Hikâye olarak ikrar da, gerçek ikrar sayýlýr. Ýþte bu farkla yüzyýlýmýzýn araþtýrýcý âlimlerinden

bazýlarý cevap vermiþlerdir. Bu âlim de Allâme Makdisî´dir. Nitekim Remlî´nin Fusûleyn haþiyesinde

de böyledir.

Ben derim ki: Bizim zikrettiðimiz farkýn sýhhatine Kýnye adlý eserin sahibinin açýkça zikrettiði de

þehadet eder. Hasta olmayan bir kimse babasýnýn zilyedliðinde olan bir kölenin falan´ kimsenin

olduðunu ikrar etse, sonra da baba ölse. ikrar eden oðul hasta olsa, o zaman o köle oðulun malýnýn

üçte birinden çýkarýlmasýna itibar edilir. Çünkü onun ikrarý oðulun ölmesi veya ölmemesi ile bâtýl

olur veya babanýn ölüp ölmemesi ile geçerli kýlýnýr. Çünkü bu tereddütlü bir ikrardýr. O zaman

hastalýkta yapýlan ibtidai bir ikrara benzer. Üstadýmýz, «Bu ifade, «Hasta elindeki bir malý bir

ecnebiye ikrar etse, onun ikrarý, hastalýðý zamanýnda temlik etmediði bilinirse malýnýn hepsi

hakkýnda geçerli olduðuna has gibidir. Ama eðer onu hastalýk halinde temlik ettiði bilinirse onun

ikrarý ancak malýnýn üçte biri hakkýnda geçerli olur.» dedikten sonra, «Bu ifade ma-na bakýmýndan

daha güzeldir.» demiþtir.

Ben derim ki: Üstad, «Mana bakýmýndan daha güzeldir» demiþtir. Zira, rivayet bakýmýndan

Câmiü´l-Kebir´in muhtasarlarýndaki fakihlerin zikrettiklerine aykýrýdýr, o halde, hastanýn varisinden

baþkasýna ikrarý mutlaka geçerlidir. Velevki, ikrarý malýnýn hepsini içine alsýn. Allah daha iyisini bilir.

Muînü´l-Müfti.

Þeyhlerimizin þeyhi Molla Ali de uzun bir ifadeden sonra þöyle demektedir: «Bize metin ve

þerhlerde yazýyla ulaþan, hastanýn yabancýya ikrarý geçerlidir. Velevki malýnýn hepsini içine alsýn.

Bu ikrar da ister deyn ile, ister ayn ile olsun. Metinler çoðunlukla zahiri rivayet üzere gi-derler.

Bahýr´da Fevaid kazalarý, babýnda þöyle denilmektedir: «Tercihte, ihtilâf edilirse, metinlerdeki

mutlak ifadeler diðer ifadelere tercih edilir.»


«Ziyadelik bâtýldýr ilh...» Yani eðer varisler caiz görmezlerse ziyadelik bâtýl olur, demektir. Çünkü o

ziyadelik, varis olan zevcesine vasiyettir. Bu vasiyet de varislerin iznine baðlýdýr.

«Bir hakka sahip deðildir ilh...» Yani hasta için bu hak yoldur. Bu ifade ediyor ki, sýhhatli olan bir

kiþi, borçlarýn bir bölümünü ödeyip de bir bölümünü ödemese bu geçerlidir. Nitekim Nihâye´nin

Hicir bahsinde de geçmiþtir. Serh-i Mültekâ.

«Onlardan salif olmaz ilh...» Yani saðlýðýndaki alacaklýlarý onun vereceði mehirle kira ücretine

ortaktýrlar. Çünkü nikâh ve oturduðu bina dan meydana gelen þeyler ona elveriþli deðildir. Bunlar,

saðlýðýndaki borç ettiði kimselerin hakkýna taallûk eder. O zaman eðer ölüm hastalýðýndaki mehirle

kira ücretini ödemiþ olsa, alacaklýlarýn hakkýný ibtal etmis olur. Ama bundan sonra gelecek olan

bunun aksinedir. Zira elinde hâsýl olan hakten ödediði kadardýr. Alacaklýlarýn hakký ise, terekenin iki

mesele sureti ile deðil terekenin manasý ile tallûk eder. Ona ödediði naktin nýsfý kadar hâsýl olduðu

zaman artýk o alacaklýlarýn hakkýný fevtetmiþ sayýlmaz. Kifâye.

«Önce bir borcu ikrar etse ilh...» Bir varise borçlu olsa, onun da kabzýný ikrar etse, o ikrarý caiz

deðildir. Ýster o borç saðlýðýnda olsun, ister hastalýðýnda ve ister hastanýn üzerinde borç olsun, ister

olmasýn. K. T. N. T.

Kadýn kocasýnýn mehrinin kabzýný ikrar etse, sonra onun zevcesi ve-ya iddetlisi olarak ölse, o

kadýnýn ikrarý caiz deðildir. Eðer ikrar etme-se, yani koca kadýný duhûldan önce boþasa, kadýnýn

ikrarý caizdir. C. G. Fusûleyn. Kadý Abdülcebbâr Ülâtâcirin.

Bir hasta ölüm hastalýðýnda, «Dünyada benim hiçbir þeyim yoktur.» dedikten sonra ölse, varisleri

karýsý ve kýzýný müteveffanýn terekesinden hiçbir þey bilmediklerine dair yemin teklif edebilirler.

Esrar. Necmeddin.

Kadýn kocasýný ölüm hastalýðýnda mehrinden ibra etmiþ olsa, bu di-ðer varislerin icazetine baðlý

bulunur. Fetâv-yi Silbî. Hâmidiye. Hâmiþ´te de böyledir.

«Vediayý vermek her iki þekilde de daha uygundur, ilh...» Zira ve-diayý ikrar ettiðinde, o vedianýn

onun terekesinden olmadýðý anlaþýlmýþ olmaktadýr. Sonra deyn ile ikrar etmesi, terekeden olmayan

birþeyle meþgul olmadýðýndan vediayý vermek daha uygun olur. Bezzâziyye.

«Borçlusunu ibra etmesi ilh...» Musannif burada hastayý borçlulukla takyid etmiþtir. Bundan

maksadý, borçlu olmayan kimseden kaçýnmak içindir. Zira hasta haklarýndan yabancý birisini ibra

etse, terekesinin üçte birinden geçerli olur. Cevhere´de olduðu gibi. Sâyýhânî.

BÝR SONUÇ: Birisi hastalýðýnda birþeyi ikrar etse, sonra da, «Ben onu sýhhatli olduðum sýrada da

söylemiþtim.» dese, onun bu ikrarý has-talýktaki ikrarý gibidir. Eþbâh.

Bezzâziyye´de, Mültekâ´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Hastalýðýnda, «Ben kölemi falan kimseye

satmýþ ve parasýný da saðlýðýmda almýþtým.» dese, müþteri bu ikrarý tasdik etse, hasta olan ikrarda

bulunanýn sözü, sa-týþta tasdik edilir. Semenin kabzýnda ise, ancak malýnýn üçte birinden tasdik

edilir.»

Nûru´l-Ayn´da, Hülâsa´dan, ondan önce de Hâniye´den þu nakledil-miþtir: «Hasta, falan kimseyi

saðlýðýnda borcundan ibra ettiðini ikrar et-se, caiz deðildir. Çünkü ölüm hastalýðýndaki hasta

alacaklarýný hastalý-ðýnda ibraya mâlik deðildir. Bunun gibi, geçmiþte ibre ettiðini söylemesi de yine

geçerli deðildir. Ama, bir þeyi kabzettiðini ikrar etmesi bunun ak-sinedir. Çünkü hastalýðýnda da

birþeyi kabzedebilir. O halde, onun kabz ile ikrarý sahihtir.» Daha sonra bu meselede iki rivayet

olduðu söylene-rek þöyle denilmektedir: «Bunlardan birisinin sehv olmasý gerekir. Açýk olan,

Hâniye´deki ifadenin daha saðlam olduðudur.»

«Akrabasý deðilse ilh...» Ancak, varis o yabancýya kefil olsa da yine caiz deðildir. Çünkü kefil, asilin

berâetiyle borçtan kurtulur. Câmiü´l-Fusûleyn.

Ama hastalýðýnda borçludan alacaðýný tamamen aldýðýný söylese, sö-zü tasdik edilir. Nitekim bu

mesele Velvâliciye´de de ayrýntýlý olarak geç-miþtir.

«Mutiaka caiz deðildir ilh...» Bu borçlu, ikrarda bulunana ister asa-leten borçlu olsun, ister

kefâleten. Ýbranýn ikrarý caiz olmadýðý gibi onu kabzetmek, onu baþkasýna havale etmek de caiz

olmaz. Fusûleyn.

Hâmiþ´te de þöyle denilmiþtir: «Hasta, karýsý Hind´de hiçbir hakký olmadýðýný söyleyerek bütün þer´i

haklardan onun zimmetini ibra ettiðini ikrar etse, sonra ölse, Hind´in zilliyetinde onun birçok malý

olsa, Hind´in zimmetinde borç da olsa, varisler hastanýn tekrar ve ibrasýna icazet vermeseler, onun

ikrar ve ibrasý geçerli olmaz.» Hâmidiye.


«Hem vârisi ilh...» Bu mesele Câmiü´l-Fusûleyn´de açýkça zikredil-miþtir. Zira, Fusûleyn sahibi þöyle

demektedir: «Hastanýn varislerden birisi üzerinde alacaðý olsa, onu ibra etse, caiz deðildir. Ama,

«Benim sende hiçbir þeyim yoktur.» dese ve sonra ölse, kazaen -diyâneten de-ðil- bu ikrarý caizdir.»

Uygun olan, þöyle denilmesiydi: Diðer varis de ikrarda bulunanýn ik-rarýnda yalancý olduðunu iddia

etse, lehine ikrar yapýlan ikrarda buluna-nýn ikrarýnda yalancý olmadýðýna dair yemin teklif edebilir.

Bu da Ebû Yusuf´un kendisiyle fetva verilen görüþü üzeredir. Nitekim bu mesele, Ýs-tisna babýndan

hemen önce geçmiþtir.

Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Ölen kimsenin yanýnda birçok ve-dia ve borç olduðu iddia edilse,

istekte bulunan gizlice az bir mal üze-rine sulh yapsa, ama dýþa karþý davalýda hiçbir hakký

olmadýðýný ikrar etse, bu da davacýnýn hastalýðýnda olsa, sonra davacý ölse, varis, murisinin falan

kimse üzerinde çok malý olduðuna dair delil getirse, murisin borçlu ve yanýnda birçok vedia

olduðunun iddia edilmesinin kendisini miras-tan mahrum býrakmak maksadýna matuf olduðunu

söylese, varisin da-vasý dinlenmez. Ama davalý, davacýnýn varisi olsa, zikredilen aralarýnda aynen

cereyan etse, diðer varisler de babalarýnýn bu ikrarla kendilerini mirastan mahrum etmeyi

kasdettiðine delil getirseler, onlarýn davasý din-lenir.»

Uygun olan, bizim meselemizde de böyle olmasýdýr. Þu kadarý var ki, Eþbâh´ta bizim meselemizle

Bezzâziyye´de zikredilen iki meselenin ayrý olduðu söylenmiþtir. Çünkü Bezzâziyye´deki meselede

dava, ikrar-dan önce gelmiþ, ikrarla birlikte de az bir mal üzerine sulh yapýlmýþtýr. iþte bundan ötürü

bu meseleye töhmet girmektedir. Halbuki bizim sözü­müz, töhmete delâlet edecek bir kârine

olmayan bir mesele üzerinedir.

Ben derim ki: Zamanýmýzda birçok ikrar yapan, varislerini tereke-den mahrum etmek için

varislerden bir tanesine borçlu olduðunu ikrar etmektedir. Buna da çok açýk karineler delâlet

etmektedir. Ýþte bundan ötürü onlarýn murislerinin yalancý olduðu þeklindeki davalarý dinlenir ve

onlarýn lehine ikrar yapýlan üzerine hakkýn kâim olmasý için delilleri de kabul edilir. Bundan ötürü

Sâyýhânî, «Metinde geçen ifadeden anla-þýlan, ikrar ve ibradýr. Bunlarýn her ikisi de varis için sahih

deðildir. Bü-tün metin ve þerhlerde de böyledir.» demiþtir.

O halde bu ikrar ve ibraya itibar edilmez. Zira itibar edildiði takdirde, diðer varisler hile ile mirastan

düþürülmüþ olur.

«Kazaen sahihtir, ilh...» Bu mesele Dava bahsinden önce fer´î meselelerde geçmiþti.

«Eþbâh´ta da bahsedilmiþtir ilh...» Ben derim ki, Eþbâh sahibine, asrýnýn âlimleri karþý çýkarak

metinde geçen meselenin geçerli olmadýðý-na dair fetva vermiþlerdir. Ona karþý çýkanlar arsýnda

Ýbni Abdülâli, Makdiî, Musannýfýn kardeþi, Hâmutî ve Remlî de vardýr. Hâmevî de Eþbâh sahibinin

söylediðine, geçen âlimlerden naklen bir reddiye yazmýþtýr.

Remli´nin zikrettiðinin özeti þudur: «Ben derim ki, onun «Onun üze-rinde bir þey yoktur.» kavli, asýl

olan zimmetin borçtan hali olmasýna uygundur. Yalnýz bu ikrar deðildir. Belki bu. Zeyd´in zilliyetinde

olan bir þeyin Zeyd´in olduðunu itiraf etmek gibi olur. O zaman da burada töh-met kalmaz. Bunun

misli, kýzýn, «Babam üzerinde annesinin terekesinden birsey yoktur» ve kadýnýn, «Kocam üzerinde

mehirden hiçbir hakkým yok-tur.» sözleridir. Ama buradaki mesele yukarýda naklettiklerimin

aksine-dir. Zira o kýzýn elinde olan bir þeyde ikrar etmesi seksiz varisin mülkü olduðunu ikrar

etmektir. Çünkü mülkiyete delâlet edecek en uzak de-lil zilliyettir. Öyleyse töhmet nasýl yok olur ve

ikrar nasýl geçerli olur? Bütün nakiller de þunu açýkça söylerler ki, ikrarda bulunanýn þeyi ik-rar

etmesi, deyn ile ikrar etmesi gibidir. O zaman, saðlam sonuç sahih kavle göre, mehirde de sahih

deðildir. Bununla beraber asýl da zimme-tin beraetidir. Artýk ikrar nasýl sahih olur ki, mülk zilliyet ile

müþahede edilmektedir. Ama þöyle olursa geçerli olur: Eðer kýzýn babasýnýn mül-kü olduðunu ikrar

ettiði emtia babýnýn elinde olur. Bu ikrarýn sahih ol-duðunda ihtilâf yoktur.»

METÝN

Hasta yalnýz varisine veya bir yabancý ile birlikte bir mal veya deyn ikrar ederse, bu ikrarý bâtýl olur.

Ýmam Þafiî buna muhalefet etmiþtir. Bu husustaki delil, «Varise vasiyet ve deyn ile ikrar yoktur.»

hadisidir.

Ancak diðer varisler onun ikrarýný tasdik ederlerse veya baþka bir varisi yok ise ikrarý geçerlidir.

Ancak baþka hiçbir mirasçýsý olmadýðý halde zevcesine veya zevcesinin ona ikrar etmeleri

geçerlidir. Ama bu ikisinden baþka varis varsa, bunlar zevi´lerhâmdan da olsa, belirli his-seye veya

red yoluyla terekeye varis olurlar. O zaman artýk vasiyete ih-tiyaç, kalmaz. Þurunbulâlîye.

Þurunbulâli´nin, Vehbâniye þerhinde þöyle denilmektedir: «Varisi ol-mayan bir kimse birþeyi


vakfettiðini ikrar etse, eðer vakfettiði köprü gi-bi amme hizmetine tahsis edilecek birþey ise sultan

veya naibinin tas-diki ile o ikrarý geçerlidir. Yine vakfý da geçerlidir.» Burada Tarsusî´nin zanna

düþtüðü konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr.

Hastanýn varisi üzerindeki deyni kabzettiðini veya kasbedileni veya rehin ettiðini veya varisinin

kölesi veya mükâtebi üzerindeki deynini kabzettiði ikrarý da sahih deðildir. Çünkü, köleye verilen

þey onun efen-disine ulaþýr.

Hasta böyle ikrar etse, sonra iyileþse, sonra ölse, bu yapmýþ olduðu ikrarlarýn hepsi geçerli olur.

Çünkü ikrar ettiði hastalýk, ölüm hastalýðý deðildir. Ýhtiyar.

Lehine ikrar yapýlan ölse, sonra da ikrarda bulunan ölse, lehine ik-rar yapýlanýn mirasçýlarý ayný

zamanda hastanýn da varisleri ise, ikrarda bulunanýn yabancýya olan ikrarý gibi bu ikrarý da caizdir.

Bahýr. Seyrefiye´ den naklen bunun açýklamasý ileride gelecektir.

Hastanýn, varisinin kendisinde bir vediasý olduðunu ve o vediayý telâk ettiðini ikrar etmesi caizdir.

Bunun þekli þöyle olur: «Þu varisimin bende bir vediasý vardý, onu istihlâk ettim.» Cevhere.

Sonuç olarak, ölüm hastasýnýn bir mirasçý lehine yapacaðý ikrar, diðer varislerin icazetine baðlýdýr.

Ancak Eþbâh´ta zikredilen üç me-sele müstesnadýr.

1) Bir þeyin emânet olduðunu ikrar etmesi.

2) Anne ve babasý üzerinde hiçbir hakkýnýn bulunmadýðýný ikrar et-mesi,

3) Belli bir malýn anne veya babasýna ait olduðunu ve kendi ya-nýnda vedîa olarak bulunduðunu

ikrar etmesi bunlardandýr. Ancak bu sonuncunun geçerli olmasý için, malýn anne veya babasýný

mülkü olma-dýðýna dair kârine bulunmamalýdýr.

Bu konunun tamamý Eþbâh´tadýr.

Ölüm hastalýðýnda varisine birþey ikrar etse, derhal teslim edilme-sini emreder. Eðer teslim

etmeden ölürse, onun ikrarý reddedilir. Bezzâziyye.

Kýnye´de þöyle denilmiþtir: «Hastanýn tasarruflarý geçerlidir. Bunlar ancak onun ölümünden sonra

bozulabilir.» Buradaki varisten maksat, ikrar tarihindeki veraset deðil, ölümden sonraki verasettir.

O halde, bir kimse kardeþine birþey ikrar etmiþ olsa, sonra da bir oðlu olmuþ bulun-sa, ölümden

sonra kardeþi varis olamayacaðý için ikrarý geçerlidir.

Ancak, ölüm sýrasýnda evlenmek veya muvâlât akti yapmak gibi yeni bir sebeble ikrarý caizdir.

Meselâ, bir kimse yabancý bir kadýna bir þey ikrar etse, sonra onunla evlense, o ikrarý geçerlidir.

Ama bunun ak-sine küfür gibi, bir nedenle onun verasetinden menedilen bir kardeþine birþey ikrar

etmiþ olsa, o kardeþinin yeniden müslüman olmasýyla o en-gel ortadan kalksa, ona yapmýþ olduðu

ikrar geçerli olmaz. Çünkü onun mirasçýlýðý yeni bir sebeple deðil, eski bir sebeble idi.

Yabancý bir kadýna ölüm hastalýðýnda birþeyi hibe etmesi veya ona birþey vasiyet etmesi, sonra

onunla evlenmesi halinde o hibe ve vasi­yeti geçerli olmaz. Çünkü vasiyet ölümden sonra temliktir.

Adý geçen kadýn ise ölümden sonra mirasçýdýr.

Bir kimse ölüm hastalýðýnda, «Ölen kýzým üzerinde on dirhem ala-caðým vardý, onu tamamen

almýþtým.» diye ikrar etse, oðlu da bunu in-kâr etse, babanýn ikrarý geçerlidir. Çünkü ölen kimse

varis deðildir. Nitekim adam, ölüm hastalýðýnda karýsýna borcu olduðunu ikrar etse, son-ra da karýsý

ondan önce ölse, adam da varis kalmýþ olsa, adamýn ikrarý geçerlidir. Âlimlerden Bedîüddin bu

ikrarýn geçerli olmadýðýný söylemiþ-tir.

Bir kimse ölüm hastalýðýnda bir varisine ve bir yabancýya borcu ol-duðunu ikrar etse, bu ikrarý

geçerli deðildir. Ýmam Muhammed buna kar-þý çýkmýþtýr. Ýmâdiye.

Nesebi meçhul olan, bir yabancýya birþey ikrar etse, sonra o yaban-cýnýn kendi oðlu olduðunu ikrar

etse, yabancý da onu tasdik etse, onun nesebi hâmile kalma vaktine dayanýlarak sabit olur. Eðer

nesebi sabit olursa, ikrarý bâtýl olur. Ama eðer hamile kalma vaktine dayanýlarak ne-sebi sabit

olmazsa, yani, oðlu olduðunu ikrar ettiðinde onu tekzib eder-se veya ikrardan sonra nesebi baþka

birisine sabit olsa, ikrarý geçerli olur. Bunlarý Þurunbulâli, Yenabî´ye dayanarak söylemiþtir.

Bir kimse, ölüm hastalýðýnda üç boþama ile boþadýðý kadýna birþey ikrar etse, o kadýna mirastan

veya alacaktan hangi meblâð daha az ise, bu ikrar hükmüyle verilir. Terekeye ortak olmamasý için

miras hükmüyle verilmez. Kadýn iddeti içinde olur ve onu kocasý kendi arzusu ile boþamýþsa hüküm

böyledir. Eðer kadýnýn iddeti dolmuþ bulunursa, ona ikrar edi-len þey, töhmet bulunmadýðý için ona

verilir.


Ancak, koca karýsýný, onun isteði üzerine deðil, kendi isteði ile boþamýþsa iddette ise, o kadýna

onun mirasýndan isabet eden verilir. An-cak ikrarý geçerli deðildir. Çünkü kadýn o zaman varistir. Bu

meseleyi meþayihin çoðu bu babta zikretmemiþlerdir. Çünkü talâk babýnda bu mesele acýktýr.

Doðduðu veya yaþadýðý yerde nesebi bilinmeyen bir çocuða birþey ikrar etse, o çocuðun onun oðlu

olma ihtimali kuvvetli olsa, sonra o çocuðun kendi oðlu olduðunu ikrar etse, çocuk mümeyyiz ise

ve onu tasdik ederse, -eðer mümeyyiz deðilse zaten tasdikine gerek yoktur- o zaman onun nesebi

sabit olur. Ýkrarda bulunan hasta bile olsa, hüküm böyledir. Çocuk diðer varislere verasette ortak

olur.

Eðer bu þartlar olmazsa, o zaman ikrarda bulunan mal üzerinde hak iddia edileceði için sorumlu

tutulur. Nitekim, bir kimse, baþkasýnýn ken-di kardeþi olduðunu ikrar edince de sorumlu olur.

Yenâbiye´den nak-len. Þurunbulüliye´de de böyledir.

ÝZAH


«Yabancý île birlikte ilh...» Nûru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: «Varis-le bir yabancýya müþtereken

borçlu olduðunu ikrar etse, Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´a göre o borcun ortaklýðýnda ister ikrarda

bulunaný tekzib, is-ter tasdik etsinler, ikrar geçersizdir. Ýmam Muhammed´e göre ise, yaban-cýnýn

hissesinde ikrar caizdir. Eðer yabancý, varisin ortak olduðunu in-kâr ederse yine hüküm böyledir.

Bunun aksi ise, Ýmam Muhamed ta-rafýndan zikredilmemiþtir. Bunun aksinin geçen ihtilâf üzerine

olduðunu söylemek caizdir. Doðru olan, Ýmam Muhammed´in görüþüne göre de caiz olmamasýdýr.

Nitekim Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri de böy-ledir.

«Vârisler tasdik ederlerse ilh...» Yani ölümünden sonra varisler tas­dik ederse ikrar geçerli olur.

Ölümden önceki icazetlerine itibar edil-mez. Hidâye sahibi her ne kadar bunun zýddýna iþaret

etmiþse de sonuç deðiþmez. Hizanetü´l-Müftîyyîn.

Ta´miye´de þöyle denilmiþtir: «Vârisler, hastanýn saðlýðýnda varisle-rinden birisine bir mal ikrarýný

tasdik ederlerse, hastanýn ölümünden son-ra varislerin tasdikine ihtiyaç kalmaz.» Ta´miye bunu

Miskin´in haþiyesi-ne dayandýrarak þöyle demiþtir: «O halde icazet tasdik gibi deðildir.»

Sarih de, Fuzulî babýnda: «Hastanýn varislerine sattýðý varislerin ica-zetine baðlý olur« demiþtir.

Hülâsa´da þöyle denilmiþtir: «Hastanýn hastalýðýnda varise birþey satmasý geçerli deðildir. Ancak

varisleri icazet verirlerse, geçerli olur. Saðlam olan görüþ de ancak budur. Ýmameyn´e göre caizdir.

Þu kadarý var ki, eðer o satýþta bir aldatma veya müsamahalý davranma varsa, alýcý malý geri

vermekle satýþ bedelini tamamlama konusunda muhayyer-dir.» Sâyýhânî.

«Zevcesine ilh...» Yani baþka vârisi yoksa, ölüm hastasý olan ko-canýn kendi karýsýna vasiyeti

geçerlidir. Þurunbulâliye´de olduðu gibi.

«Bu ikisinden baþkasýnda ilh...» Bir kimse ölüm hastasý iken zilyedliðindeki bir yerin vakýf olduðunu

ikrar etse. bakýlýr: Eðer kendi ta-rafýndan vakfedildiðini ikrar ederse, sülüs üçte birden sayýlýr.

Nitekim hasta, kölesinin azadýný ikrar etse veya bir baþkasýna tasadduk ettiðini ikrar etse, bunlar da

üçte birden sayýlýr.

Eðer baþka bir kimse tarafýndan vakfedildiðini ikrar ederse, o veya onun varisleri tasdik ederlerse,

caiz olur.

Ama yerin vakýf olduðunun ikrar ettiði halde onun kendisi tarafýn-dan mý, baþkasý tarafýndan mý

vakfedildiðini söylemezse, o zaman o yer terekenin üçte birinden sayýlýr. Ýbni Þýhne. Hâmiþ´te de

böyledir.

«Tarsusî´nin zannettiði ilh...» Tarsusî þöyle demiþtir: «Sultan tasdik etse bile yine üçte birden

sayýlýr.» H. Hâmiþ´te de böyledir.

«Deyni kabzettiðini ilh...» Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Hastanýn ölüm hastalýðýnda varisindeki

alacaðýný veya varisinin kefilinde olan ala-caðýnýn kabzýný ikrar etmesi geçerli deðildir. Ama, bir

yabancýnýn alaca-ðýný tamamen kabzettiðini ikrar etmesi geçerlidir.»

Bunda asýl kaide þudur: Eðer yabancýya deyni saðlýðýnda verdiði sabit olursa, hastalýðýnda onu

kabzettiðine dair ikrarý caizdir. Velevki, onun üzerinde belli bir borç olsun. Kabzýný ikrar ettiði ister

malýn seme-ni olsun, ister mehir veya bir sulh bedeli olsun, sonuç deðiþmez.

Ama eðer bu deyn hastalýk sýrasýnda olmuþsa ve üzerinde de belli bir borç varsa veya þahitler

önünde o deyn vacib olmuþsa, o zaman bakýlýr: Eðer kabzýný ikrar ettiði deyn bir malýn semeni ise,

onun ikrarý saðlýðýndaki alacaklarý hakkýnda caiz deðildir. Nitekim Sâyýhânî. bunun benzerini

Bedâyi´den nakletmiþtir.


Ama eðer, kabzýný ikrar ettiði deyn, sattýðý bir malýn semeni deðil-se, üzerinde belli bir borç da olsa,

ikrarý caizdir. Câmiü´l-Fusûleyn.

Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Bir kimse hastalýðýnda bir þeyi kýymetinden yüksek bir fiyatla

satsa ve semenini kabzettiðini ikrar etse, onun ikrarý tasdik edilmez. Ebû Yusuf´a göre alýcýya: «Ya

satýþý boz ve-ya malýn kýymetini bir defa daha öde» denilir. Ýmam Muhammed´e göre ise, müþteri

kýymeti kadarýný öder veya satým akdini bozar.»

BÝR UYGULAMA MESELESÝ:

Hasta, varisine veya baþkasýna bir borcu olduðunu ikrar etse, son-ra iyileþse, onun o borcu, saðlýklý

zamanýndaki borcu gibidir.

Bir kimse varisine birþey vasiyet etse, sonra iyileþse, onun vasiyeti geçersiz olur. Câmiü´l-Fusûleyn.

Tatarhâniye´de, Natýfî´nin Vâkýât adlý eserinden naklen þöyle denil-miþtir: «Bir kadýn kocasýna zarar

vermek maksadýyle malýnýn bir bölümü-nün oðlunun veya kardeþinin olduðuna þahitler edinse,

veya bir þahýs diðer çocuklarýna zarar vermek maksadýyla malýnýn bir bölümünün bazý çocuklarýna

ait olduðuna þahit tutsa, þahitler de bunu bilseler, onlara düþen görev, þahitlik yapmamalarýdýr.»

Allâme Birî.

Buna kýyasla uygun olan þudur ki, hâkim de eðer bunu biliyorsa, hükmetmemesidir. Ebussuud´un

Eþbâh ve Nezâir üzerindeki haþiyelerin-de de böyledir.

«Hastanýn da varisleri ise ilh...» Meselâ bir kimse, oðlunun oðluna birþey ikrar etse, sonra da lehine

ikrar yapýlan kimse ölse, iþte bu, le-hine ikrar yapýlanýn varisi olan babasý, hastanýn da varislerinden

oldu-ðu için bu ikrar caizdir.

«Þekli þöyledir ilh...» Bu mesele, Velvâliciye´de açýklanmýþ, ama bu þekiller beyan edilmemiþtir.

Eþbâh´ta da bu belirtilmiþtir.

Câmiü´l-Fusûleyn, bu meselenin þeklini yazmýþtýr: «Babasýna, ba-basýnýn hastalýðýnda veya

saðlýðýnda þahitler huzurunda vedia olarak bin dirhem verse babasý ölüm sýrasýnda o vedianýn

helak olduðunu ik-rar etse, tasdik olunur. Zira, sükût etse ve ölse, ne yaptýðý da bilinmese, o vedia

onun malýndan olur. Bunu telef etmesindeki ikrarý daha uy-gundur.»

Sonuç olarak, burada ikrarýn dayanaðý mutlak bir vedia deðil, bili-nen bir vedianýn istihlâki ile

ilgilidir.

«Sonuç olarak ilh...» Bu açýklama Eþbâh´a muhalefet vardýr. Eþbâh´ýn ifadesi þöyledir: «Varise

birþey ikrar etmek, ister malla, ister nakit pa-ra ile ilgili olsun, ister ondan kabz olsun, ister onu ibra

olsun, diðer va-rislerin icazetine baðlýdýr. Ancak üç mesele müstesnadýr. 1. Bilinen bir vedianýn

telef olduðunu ikrar etmek, 2. Yanýnda olan vedianýn kabzýný ikrar etmek, 3. Vekâletiyle varisinin

borçludan kabzettiðini ikrar etmek. Camiin telhisinde de böyledir. Uygun olan, emânetlerin, ne türlü

olursa olsun, þirket veya ariyet malý bile olsa, ikrarýný da yukarýdaki ikinci me-seleye ilhak etmektir.

Bunlarýn hepsinde varislerin bazýsýný bazýsýna ter-cih etmek söz konusu deðildir.» T.

Fetâvâ-yý Ýsmaili´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse ölüm hastalýðýn-da, yanýndaki emtianýn kendi

kýzýna ait olduðunu, kendisinin onda bir hakký olmadýðýný ikrar etse ve þer´an kýzýnýn o mallarda hak

sahibi oldu-ðunu söylese, bu mallar da onun zilliyetinde ve onun mülkiyeti de açýk olsa,

hastalýðýnda da ölse, bunun bu ikrarý bâtýl olur mu? El-Cevap: Araþ-týrýcý âlimlerin güvendiði görüþe

göre evet, bâtýldýr.»

Hâmidiye´de deþöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse hastalýðýnda karýsý Hind´in yanýnda hiçbir hakký

olmadýðýný ikrar etse ve hanýmýnýn zimmeti-ni bütün þer´î haklardan ibra etse, o hastalýðýnýn

sonucunda ölse, karýsý ile baþka varisleri de olsa, Hind´in zilliyetinde de onun birçok malý olsa,

bununla beraber adamýn Hind´de alacaðý da olsa, varisler bu ikrara icazet vermeseler, bu ikrar

geçerli olur mu? El-Cevap: Hâl böyle ise bu ikrar geçerli deðildir.»

«Þu þey ilh...» Bahýr´ýn Kaza kitabýnýn müteferrik meseleler bahsin-de þöyle denilir: «Bir kimse,

«Falan kimse üzerinde benim hiçbir þeyim yoktur.» dese, sonra da onda malý olduðunu iddia

ederek ona yemin tek­lif etmek istese, o kimse yemin etmez. Ebû Yûsuf´a göre örfe uyarak yemin

eder. Dava kitabýnýn sonunda çeþitli meseleler bahsinde, «Fetva Ebû Yusuf´un kavli üzeredir.»

denilmiþtir. Harezm ulemasý da bunu ter-cih etmiþlerdir. Þu kadarý var ki, fakihler, «O malý ikrarda

bulunanýn va-risi iddia ederse.» meselesinde iki görüþe ayrýlmýþlardýr. Bezzâziyye´de bu

görüþlerden hiçbirisi tercih edilmemiþtir. Sadrý Þehîd, yemin teklif etme konusunda, «Hâkimin

reyine baþvurulur» demiþtir. Fethü´l-Kedîr´de Ýbnü´l-Hümâm, Sadrý Þehîd´in bu sözünü þöyle tefsir

etmiþtir: «Hâkim, olayýn özelliðine göre ictihad eder. Hâkimin gâlib zannýna göre ikrar ettiði zaman


kabzetmemiþse, hasým yemin eder. Eðer ikrar ettiði zaman kabzettiðine kanaat getirirse, yemin

teklif etmez. Bu görüþ ancak da-valarda uzman olan hâkimler içindir.»

TAMAMLAMA: Tatarhâniye´de, Hülâsa´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Hasta, «Halktaki bütün

alacaklarýmý tamamen aldým.» diye ikrar etse, bu ikrarý geçerli deðildir. Yine, «Bütün borçlularý ibra

ettim.» diye ikrarda bulunsa, bu ikrarý da geçerli deðildir. Ancak, «Falan kimsenin kabilesin-den

olan kimselerde olan alacaklarýmý ibra ettim.» diye ikrar etse, ikra-rý da ibrasý da geçerli olur.»

«Eski bir sebeble ilh...» Yani ikrar sýrasýnda mevcut olan bir sebeble. Eðer hem ikrar, hem de ölüm

sýrasýnda varis olan birisine ikrar etmiþ ise, o varis bu arada onun verasetinden çýkmýþ olsa, Ebû

Yusuf´a göre ikrarý geçersiz olur. Ýmam Muhammed´e göre ise, geçersiz olmaz. Nûru´l-Ayn.

Kâdýhân´dan.

Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Köle olan oðluna birþey ikrar etse, sonra oðlu azad edilse, baba

da ölse, o ikrarý caizdir. Çünkü o ik-rar köle için deðil, kölenin efendisi içindir. Bunun aksine köle

olan oð-luna birþey vasiyet etse, sonra oðlu azad edilmiþ olsa, o vasiyet bâtýl olur. Çünkü o zaman

o vasiyet oðul için yapýlmýþ olur ki, oðul için va-siyet bâtýldýr.» Bunun açýklamasý Minâh´tadýr.

Vasiyet bahsinde yazdýk-larýmýza bakýnýz.

«Ölen kimse varis deðildir ilh...» Metindeki bu cümle ifade ediyor ki, o kýz eðer hayatta olsa idi varis

olurdu. Varise de ikrar etmek geçerli olmazdý.

Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Öldüðü hastalýðýnda hastanýn varisin-de ve varisinin kefilinde, -o

kefalet onun saðlýðýnda yapýlmýþ olsa bile- bulunan borcu aldýðýný ikrar etse, bu ikrarý geçerli

deðildir. Varisine teberruen o alacaðýný bir yabancýnýn kendisine ödediðini ikrar etmesi de yine

geçerli deðildir. Bir kimse birisini muayyen bir þeyin satýþý için vekil tayin etse vekil o malý

müvekkilin oðluna satsa, müvekkil semeni oð-lundan kabzettiðini veya vekilinin ondan kabzettiðini

ikrar ederse, tasdik edilmez. Hasta olan vekil ve müvekkil saðlam ise, vekil müþteriden se-meni

kabzettiðini ikrar etse. müvekkil de onu inkâr etse, vekil tasdik edilir. Eðer müþteri, vekilin varisi

ise, müvekkil ve vekilin her ikisi de hasta iseler, vekil semeni kabzettiðini ikrar etse, sözü tasdik

edilmez. Çünkü vekilin hastalýðý halinde varisine kabzla ikrarý, ikrarýnýn geçersiz olmasý için

yeterlidir. Ýkisinin hastalýðý ise ikrarýn geçersiz olmasý için daha uygundur.»

Hastanýn bütün terekesini ihata edecek meblâðda borcu olsa, o da bir vedianýn veya ariyetin veya

varisinin yanýndaki mudarebe malýnýn kabzýný ikrar etse, ikrarý geçerlidir. Zira eðer varis, emaneti

hasta olan murisine geri verdiðini iddia etse, muris de onu yalanlasa, varisin sözü kabul edilir.

Nûru´l-Ayn. Vasiyet kitabýnýn baþ tarafýndan.

BÝR UYGULAMA MESELESÝ:

Bir kimse ölüm hastalýðýnda bir yabancýya bir köle satsa, yabancý da o köleyi satýcýnýn varisine

satsa veya hibe etse, eðer o yabancý kabzettikten sonra satmýþ ise, geçerlidir. Çünkü varis,

murisinden deðil, o köleyi yabancýdan temellük etmiþtir. Bezzaziyye.

BÝR UYGULAMAYA MESELESÝ:


Karýsýna mehr-i misil kadar mehirle ikrarda bulunmak, duhûldan son-ra da olsa, geçerlidir. Çünkü

bunda töhmet yoktur. Ýmam Zâhirüddîn þöyle demiþtir: «Bazý âiimier, «Adaletlere göre, kadýnlar

mehirden bir bölümünü almadýkça kendisini kocasýna teslim etmez. Kabzettiðini iti-raf edene kadar,

o miktarla da hükmedilmez.» demiþlerdir.

Doðru olan, kadýnýn mehrini tam olarak almasý ise de erkeðin ikra-rý emsal mehir miktarýnýn

tamamýna kadar tasdik edilir. Bezzâziyye.

Yine Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Kendisine bir çocuk býraka-rak ölen karýsýna, hastalýðý

sýrasýnda emsal, mehir kadar ikrarda bu-lunsa, bu ikrarda bulunanýn diðer varisleri de olsa, varisler

onu bu ik-rarýnda tasdik etmezler. Kadý Ýmam, «Onun ikrarý geçerli deðildir.» de-miþtir.»

Bezzâziyye´den yapýlan bu nakil, yukarýda geçenle çeliþmez. Çün-kü kadýnýn ölümünden sonraki

ikrarda galib olan, kadýnýn varislerinin veya vasisinin kadýnýn mehrini tam olarak almalarýdýr. Ama

birinci ise, bunun tam aksinedir. Orada kadýn hayattadýr.

BÝR UYGULAMA MESELESÝ :

Sirâciye´den naklen Tatarhâniye´de þöyle denilir: «Bir kimsenin, «Bu ev ortak malýdýr veya ben bu

eve ortaðým» demesi, o evin yarýsýný, bir baþkasýna ikrardýr.»

Ýtâbiye adlý eserde de: «Mutlak ortaklýk ifadesini kullansa, Ebû Yu-suf´a göre yarý yarýya ikrardýr.

Ýmam Muhammed´e göre ise, mutlak or-taklýk sözünden sonra ikrarda bulunanýn, o ortaklýðý


açýklamasýna bað-lýdýr. O halde, bu evde ortaklýk vardýr dedikten sonra ara vermeden, «Üç-te

ikisinde» dese, onun ikrarý tasdik edilir. Yine, ortaklýk sözünden son-ra, «Benimle onun

arasýndadýr.» veya «Benimle onundur.» dese, yarýsýný diðerine ikrar etmiþ sayýlýr.» denilmiþtir.

«Yaþadýðý yerde ilh...» Bu söz, diðer bir görüþün hikâyesidir. Hevâþi-i Yakûbîye´de þöyle

denilmiþtir: «Nesebi meçhul olan, Ekmelüddin´in Þerhi Telhisü-l Câmi´deki ifadesine dayanýlarak

nesebi bilinmeyenden maksat, kendi ülkesinde babasý bilinmeyendir. Üstün görüþe göre, ne-sebi

bilinmeyenden maksat doðum yeri, yaþadýðý memlekette nesebinin bilinmemesidir. Kýnye´de

olduðu gibi. Çünkü, Batýda yaþayan bir kimse, Doðuya gittikten sonra baþýndan bir olay geçse, o

zaman onun batýdaki nesebinin araþtýrýlmasý gerekir. Bunun da çok güç olduðu herkesçe

bi­linmektedir.»

METÝN

Ölüm hastasý, yukarýda gecen üç þartla, bir baþkasýnýn babasý, an-nesi veya oðlu olduðunu ikrar

etse, bu ikrar dede ve ninelere kadar yük­selse bile geçerlidir.

Makdisî´de þöyle denilir: «Zeylâi´nin görüþüne dayanýlarak bunda bir görüþ vardýr. Þöyle ki, eðer

dedesi veya oðuldan torunu olduðunu ikrar etse, geçerli deðildir. Çünkü, bu ikrarlarýnda nesebi bir

diðeri üzerine hami vardýr.»

Bir hastanýn nikâhlýsý olmayan, baþkasýnýn da iddetlisi bulunmayan bir kadýnýn kendi karýsý

olduðunu ikrar etmesi, karýlarýnýn sayýsý dörtten aþaðý ve mukarrünleh olan kadýnýn baldýzý

olmamasý þartý ile geçerlidir.

Hastanýn, baþka bir efendisi olduðu sabit deðilse, bir adamýn efen-disi olduðunu ikrar etmesi

geçerlidir.

Kadýnýn hastalýðýnda bir diðerinin babasý, annesi, kocasý veya efen-disi olduðunu ikrar etmesi de

geçerlidir. Çünkü bunda asýl kaide þudur: «Ýnsanýn hakkýnda deðil, kendisi üzerine ikrarý bir

delildir.»

Ben derim ki: Anne hakkýndaki ikrarýn, baba gibi geçerli olmasý, âlimlerin çoðunluðunun üzerinde

durduklarý meþhur görüþtür. Ýmam Ýtabî, Ferâiz adlý eserinde, «Anne hakkýnda ikrar etmek geçerli

deðildir.» de-miþtir. Dâv-i Sirâc isimli eserde de böyledir. Çünkü neseb, annelere deðil, babalara

isnad edilir. Ancak Ýtabî ve Dâv-i Sirâc´ýn zikrettiklerin-de þöyle bir görüþ vardýr: Onlar kocalýðý

baþkasýna yüklemektedirler. Bu da geçerli deðildir.

Þu kadarý var ki, doðru olan, annesi olduðunu ikrar etmesi de ba-basý olduðunu ikrar etmesi gibi

geçerlidir. Çünkü her ikisi de asýldýr. As-lý ikrar ise geçerlidir. O halde anneyi ikrar da babayý ikrar

gibidir.

Kadýnýn, «Þu benim oðlumdur.» diye ikrar etmesi halinde kocasý ona itiraz ederse, bir kadýnýn veya

ebenin çocuðun tayini hususunda þehâdetleri ile, geçerlidir. Ama çocuðun nesebi zaten yataðýnda

doðduðu kadýn ile sabit olmaktadýr. Þümnî.

Doðumu ikrar edilen böyle bir kadýnýn doðumunu isbatý. Nesebin sübutu konusunda geçtiði gibi,

tam bir delille veya varsa kocasýnýn tasdiki ile sabit olur.

Evli olmayan, iddet de beklemeyen bir kadýnýn ise, «Þu benim oðlumdur.» diye ikrar etmesi

geçerlidir. Ama kadýn evli bir kadýn ise ve ço-cuðun baþka bir erkekten olduðunu iddia ederse,

tasdik edilir.

Ben derim ki: Þöyle birþey kaldý: Eðer kadýnýn o kocadan baþka bir kocasý olduðu bilinmiyorsa, bu

mesele hakkýnda ben birþey görmedim.

Adý geçen kimselerin, ikrarýnda kadýný tasdik etmeleri gerekir. An-cak bunlarýn tasdiki eðer çocuk

meramýný anlatamýyorsa gereklidir.

Kadýnýn oðlu olduðunu ikrar ettiði kimse baþka birisinin kölesi ise, ikrarýnýn tasdik edilmesi için,

çocuðun efendisinin kadýný tasdik etmesi gerekir. Çünkü hak onundur.

Ýkrarda bulunanýn ölümünden sonra lehine ikrar yapýlanýn onu tas-dik etmesi geçerlidir. Çünkü

neseb ve iddet, ölümünden sonra devam eder. Ancak, kadýn kocasýný ikrar ettikten sonra ölürse,

ondan sonra kocasý onun karýsý olduðu tasdik ederse, Ebû Hanîfe´ye göre kocanýn tasdiki ge-çerli

olmaz. Çünkü kocanýn ölümü üzerine nikâh her bakýmdan sona er-miþtir. Hatta, kocanýn karýsýný

yýkamasý da caiz deðildir. Ama bunun ak-si mümkündür. Yani koca ölürse, kadýn kocasýný

yýkayabilir. Çünkü ka-dýnýn iddeti olduðu için nikâh baðlarý kopmamýþtýr.

Bir kimse, nesebi baþkasýna yükleyecek bir neseb ikrarýnda bulunsa, amca, kardeþ dede ve


oðuldan torunu gibi, baþkasý hakkýndaki ikrarý geçerli deðildir. Varisler tasdik ehli olduklarý halde

onu tasdik etseler de sonuç deðiþmez. Bu ikrar, ancak delil ile geçerli olur. Ýki kiþinin ik-rarý bu

delilden sayýlýr.

Bir kimsenin kendi hakkýndaki ikrarý ise geçerlidir. Hatta, kendi ço-cuðu olduðunu ikrar ederse,

nafakasýný vermesi, bakýmýndan yapmasý ge-rekir. Eðer lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tasdik

ederse, çocuk onun varisi olur. Çünkü bunlarýn ikrarlarý, kendileri için delildir. Bu hü-küm, ikrarda

bulunanýn lehine ikrar yapýlanýn dýþýnda yakýn veya zevil erhâm ve muvâlât gibi uzak varisleri

olmamasýna baðlýdýr. Eðer böyle bir varisi varsa, lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunanýn mirasçýsý

olmaz. Çünkü nesebi sabit deðildir. O halde bilinen varise hasým olamaz.

Burada lehine ikrar yapýlanýn mirasçý olmasýna engel olacak va-risten maksat, karý ile kocanýn

dýþýndaki varislerdir. Çünkü karý veya ko-canýn varlýðý, baþkalarýnýn miras almasýna engel deðildir.

Bunu Ýbni Ke-mal zikretmiþtir.

Ýkrarda bulunan ikrarýndan dönme hakkýna sahiptir. Çünkü ikrar bir yönüyle vasiyettir. Zeylâî.

Lehine ikrar yapýlan tasdik etse bile ikrar-da bulunan ikrarýndan yine dönebilir. Bedâyî´de de

böyledir.

Þu kadarý var ki Musannýf, Sirâciye´nin þerhlerinden, «Tasdik ile neseb sabit olur. O zaman ikrardan

dönemez.» ifadesini de nakletmiþtir. O halde fetva zamanýnda bu noktanýn araþtýrýlmasý gerekir.

Babasý ölen bir kimse, herhangi bir kimsenin kardeþi olduðu ikrar ederse nesebi sabit olmasa da,

lehine ikrar yapýlan mirasta ona ortak olur. Zira yukarýda, þahsýn yalnýz kendi nefsi hakkýndaki

ikrarýnýn ge-çerli olduðu zikredilmiþti. O zaman lehine ikrar yapýlan ikrarda bulu-nanýn hissesinin

yarýsý üzerinde hak sahibi olur.

Ben derim ki: Geride bir mesele kaldý ki, ölen adamýn kardeþi, bir çocuðun ölen kardeþinin oðlu

olduðunu ikrar etse, bu ikrar geçerli olur mu? Þafiî âlimlerine göre, geçerli olmaz. Zira, çocuðun

varlýðý kendisi-nin mirasçý olamamasýna sebep olur. Ben bu meselede bizim âlimleri-mizden açýk

bir nakil görmedim. Ancak, âlimlerimizin metinlerinin açýk ifadesinden anlaþýlan, bu ikrarýn da

geçerli olmasýdýr.

Bir diðerinde, yüz dirhem alacaðý olan bir kimse ölse, iki varisin-den birisi babasýnýn alacaðýnýn

yarýsýný aldýðýný ikrar ederse, ikrarda bu-lunan borçludan hiçbir þey alamaz. Zira onun ikrarý kendi

hissesine dö-ner. Diðer kardeþ de babasýnýn yarýsýný aldýðýný bilmediðine dair yemin ettikten sonra

borçludan yarýsýný alýr. Ekmel böyle demiþtir.

Ben derim ki: Varislerden birisi, babasýnýn alacaðýnýn hepsini aldýðýný ikrar etse, yine hüküm

böyledir. Þu kadarý var ki, diðer varisin burada borçlunun hakký için yemin etmesi gerekir. Zeylâî.

ÝZAH


«Dede ve ninelere kadar yükselse bile ilh...» Musannýfýn bu sözün-de bir görüþ vardýr ki onun þekli

de açýktýr. Zira, dede ve nine ile ikrarý, «Oðlumun kýzý» ikrarý gibidir. Bu nasýl geçerli deðilse, o da

geçerli de-ðildir.

Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Hasta, bir kadýnýn kýzý ol-duðunu ikrar ederse, ikrarda

bulunanýn terekesinin yarýsý o kýzýndýr. Di-ðer kýsmý da asabe yoluyla varis olanlarýndýr. Zira kýzý için

ikrarda bu-lunmak caizdir. «Oðlumun kýzýdýr.» diye ikrar etmek caiz deðildir.»

Çünkü burada nesebi baþkasýna, yani oðluna yüklemektedir. T.

«Veya ebenin ilh...» Musannifin bundan sonraki, «Kocasýnýn tasdiki ile» sözü ifade ediyor ki,

kadýnýn ikrarý, kocasý inkâr ederse, ancak bu þehâdetle tasdik edilir. Ayrýca þunu da ifade ediyor ki,

kadýn, evli, ko-casý olan bir kadýn ise bu böyledir. Ama iddet bekleyen kadýn, sarihin de açýkça ifade

ettiði gibi bunun aksinedir.

Çocukla ikrarda bulunan kadýn evli deðil ve iddet de beklemiyorsa, veya kocasý olduðu halde kadýn

o çocuðun baþka bir kocadan olduðu-nu iddia ediyorsa, o zaman kadýnýn ikrarýndan baþka bir þeye

ihtiyaç yoktur. Naklettiklerimizi Ýbni Kemal açýklýkla ifade etmiþtir. Nitekim ile-ride de gelecektir.

«Çocuðun tayini hususunda ilh...» Yukarýdaki ifadelerden anlaþýldý-ðý üzere, burada sözün akýþý,

kocanýn kendi çocuðu olduðunu inkârý hususundadýr. Ebenin þehâdetinin makbul olmasý da, karý

kocanýn çocuk kendilerine ait olduðu konusunda birleþmeleri, ancak kocanýn çocuðun tayinini

inkârý halindedir.

Gâyetü´l-Beyân´ýn ifadesi de Þerh-i ikta´dan naklen þöyledir: « O za-man velayet her ikisinin

þehâdetiyle sabit olur. Neseb de hangi erkeðin yataðýnda doðum olmuþsa ona ait olur.»


Zahir olan, sarihin ifade ettiðinin hükmü de böyle olmasýdýr.

Açýkça ifade etmek gerekirse, sarihin sözünün hükmü de böyle ol-malýdýr.

«Mutlaka sahihtir ilh...» Bu ifade ediyor ki, Musannýfýn zikrettiði þartlar, ancak neseble ikrarýn

sýhhati içindir ki, kocanýn üzerine yüklen-mesin. Eðer bu þartlardan birisi bulunmazsa, kadýnýn

kendi üzerine ik-rarý geçerlidir. Ýkrar ettiði çocuk ondan miras alýr. Çocuk onu tasdik ettiði takdirde,

o da çocuktan miras alabilir. Eðer ikisinin de baþka va-risleri yoksa. O zaman bu ikrar kardeþ ile

ikrar gibi olur.

Gâyetü´l-Beyân´da þöyle denilmektedir: «Çocuk kadýný tasdik etse de, yine çocukla ikrarý caiz

deðildir. Þu kadarý var ki, kadýnýn bu ikrarý ile, baþka varisleri olmamalarý halinde birbirlerinden

miras alýrlar. Çün-kü kadýnýn kendi hakkýndaki ikrarý muteberdir. Ama kadýnýn ikrarý ile çocuðun

nesebine hükmedilemez. Çünkü neseb delilsiz sabit olmaz. Ka-dýn ikrar ettikten ve çocuk da onu

tasdik ettikten sonra ebe de ona þehâdet ederse, bu delil olarak kabul edilir ve çocuðun nesebi

sabit olur. Çünkü bunlarýn birbirlerini doðrulamalarý, onlardan baþkasýna geçmez.»

«Ben derim ki ilh...» Ben diyorum ki, kadýnýn baþka bir kocasý ol-duðu bilinmemesi halinde onun

zinadan olmasý gerekir. Çocuðun zina-dan olduðu gerçekleþtiði takdirde, kadýnýn ona miras

vermesi gerekir. Çünkü veledi zina, yalnýz anne tarafýndan miras alabilir. O zaman bu meselede

kapalý bir taraf kalmaz. Ebussuud-i Mýsrî´nin Miskin haþiye-sinde de böyledir.

«Tasdik etmesi geçerlidir ilh...» Bezzâziyye´nin sözüne dayanýlarak ikrarda bulunanýn, ikrarýný

inkârdan sonra olsa da tasdik etmesi geçerli-dir. Bezzâziyye´nin sözü þöyledir: «Adam, saðlýðýnda

veya hastalýðýnda falan kadýnla evlendiðini ikrar etse, sonra da inkâr etse, kadýn onu ha-yatta veya

ölümünden sonra tasdik ederse, bu tasdiki caizdir.» Sâyýhânî.

«Nesebin sübutu konusunda da geçti ilh...» Zira Musannif orada, «Ýkrarý varislerden bazýlarý tasdik

etseler, o zaman tasdik edenlerin hak-kýnda neseb sabit olur. Bunlardan baþkasý hakkýnda nesebin

sübutu ise, ancak þahadetin nisabý onlarla tamamlanýrsa, sabit olur. Eðer þehâdet nisabý

tamamlanmazsa, ikrarda bulunaný tekzib edenler, onlara ortak olmazlar.» demiþtir.

«Varisler tasdik etseler bile ilh...» Musannýfýn yukarýdaki iki kiþinin ikrarý sözü, bu sözün tekrarýna

lüzum býrakmamaktadýr. T.

Þu kadarý var ki, burada bizim sözümüz, ikrarda bulunanýn tasdiki hakkýndadýr. Orada ise, bizzat

ikrar hakkýndadýr. Bunlar her ne kadar mana bakýmýndan bir iseler de aralarýnda fark vardýr. Fark

þudur: Bil-dikten sonra tasdik, «evet veya doðrudur» sözleri gibi birinci ikrarý tas-diktir. Ama ikrar

ise bilgi ile gerekmez.

«Zevil erham ilh...» «Yakýn»lar, Ýtâbiye´de Zevil-Fürûz ve asabât, asâbeler ile tefsir edilmiþtir. Uzak

varisler ise zevi´l-erhâm ile tefsir edil-miþtir. Metinde olan birinci görüþ daha kapsamlýdýr. Çünkü

mevle-l-muvâlât, zevi´l-erhâm´dan sonra miras alýr. Þurunbulâliye.

«Çocuk onun varisi olur ilh...» Lehine ikrar yapýlana ulaþan miras, eðer ikrarda bulunanýn baþka

varisi yoksa, «kalan»dýr, lehine ikrar yapý-lanýn mirasý, yalnýz þahsýyla sýnýrlý olup, onun usûl ve

furûuna intikâl et-mez. Çünkü bir þeyi ikrar etmek vasiyet gibidir. Þeyhimiz bunu

Çâmiü´l-Fusûleyn´den nakletmiþtir. Miskin´in haþiyesinde de böyledir.

«Bilinen varisle ilh...» Bu bilinen varis ister yakýn, ister uzak olsun. O. mirasçý olmakta, lehine ikrar

yapýlandan daha hak sahibidir. Hatta adam halasý ve teyzesi olduðu halde, birisinin kardeþi

olduðunu ikrar etse, onun mirasý halasý ve teyzesine ulaþýr. Çünkü lehine ikrar yapýla-nýn nesebi

sabit deðildir. O halde lehine ikrar yapýlan hala ve teyze gibi bilinen bir varisle çekiþemez. Dürer.

Hâmis´te de böyledir.

«Lehine ikrar yapýlan tasdik etse bile ilh...» Bunun doðrusu, lehine ikrar yapýlan deðil, yukarýda da

geçtiði gibi aleyhine ikrarda bulunulan olmasýdýr. Minah´ýn ifadesi de buna delâlet eder. Zira Minah

sahibi, Zeylâî´nin «Ýkrarda bulunan ikrarýndan rücû edebilir.» sözü hakkýnda, «Bu sözün yeri, lehine

ikrar yapýlan ikrarda bulunaný tasdik etmezse veya lehine ikrar yapýlan, ikrar yapanýn ikrarý gibi

bahisleridir.» O zaman doðrusu, lehine ikrar yapýlan deðil, aleyhine ikrarda bulunulan olmasýdýr.

Zira Minah sahibinin, «Tasdikle neseb sabit olur. Bu tasdikde ancak le-hine ikrar yapýlanýn tasdiki

olabilir» sözü de buna delâlet eder.

Siraciye üzerine olan Rûhu´þ-Þuru adlý eserde de þöyle denilir: «Ýk-rarda bulunanýn aleyhine ikrar

yapýlan veya ikrar ehli olan varisler tas-dik etseler, o zaman ölüme kadar ikrarýn üzerinde ýsrar

etmek þart ol-madýðý gibi dönmek de bir fayda vermez. Çünkü neseb sabittir.» H.

Trablusî´nin, Mültekâ Ferâizi Þerhinde de þöyle denilir: «Ýkrarda bu-lunanýn ikrardan rücûu


geçerlidir. Çünkü mânâ itibariyle ikrar, vasiyet niteliðindedir. Rücû ettiði takdirde de lehine ikrar

yapýlan, onun tere-kesinden birþey alamaz. Siraciye´nin Minhac isimli þerhinde de þöyle

de-nilmektedir: «Yani eðer aleyhine ikrar yapýlan, onu tasdik etmemiþ ve-ya onun ikrar ettiði gibi

ikrar etmemiþse rücûu geçerlidir. Ama rücûundan önce onun ikrarýný tasdik eder, veya onun ikrarý

gibi ikrar ederse, ik-rarda bulunanýn ikrarý fayda vermez. Çünkü lehine ikrar yapýlanýn ne-sebi

aleyhine ikrarda bulunulan üzerinde sabit olmuþtur.»

«Fetva zamanýnda ilh...» Ben diyorum ki, konunun açýklamasý þöy-ledir: Eðer lehine ikrar yapýlan

onu tasdik etmiþse, rücû edebilir. Çünkü, onun nesebi tesbit edilmemiþtir. Bidaye adlý eserde olan

da ancak budur. Eðer ikrarýný aleyhine ikrar yapýlan tasdik ederse, onun ikrarýndan rücûu geçerli

deðildir. Çünkü bu, nesebin sübutundan sonradýr. Bu zikrettikleri-miz Siraciye þerhlerinde olandýr.

O zaman buradaki þüphenin menþei aleyhine ikrar yapýlan yerine lehine ikrar yapýlan denilmesidir.

Veya me-sele çeþitlidir. Açýktýr ki, bu meselelerin hepsi çocukla ikrar olmayan yerdedir.

«Kendi nefsi hakkýndaki ikrarý ilh...» Buradaki ikrarda bulunanýn du-rumu müþteri gibi olur. Meselâ

müþteri, satýcýnýn nebi olan köleyi azad ettiðini ikrar etse, onun azaddaki ikrarý kabul edilir. Semen

ile rücûunda ise kabul edilmez. Beyâniye.

Zeylâî de þöyle denilmiþtir: «Eðer kendi hakkýndaki ikrarý kabul edi-lirse, bize göre mutlaka lehine

ikrar yapýlan, ikrarý yapanýn hissesinin yarýsýna hak kazanýr. Ýmam Malik ile Ýbni Ebî Leylâ´ya göre

ise, onun ikra-rý terekede þayi bir cüz olur. O zaman ikrarda bulunana terekeden ona ait olan

hissesi verilir. Hatta babasý öldüðü halde üçüncü bir kardeþi da-ha olduðunu ikrar etse, belli olan

kardeþi onun ikrarýný inkâr etse, ik-rarda bulunanýn eline geçenin yarýsý lehine ikrar yapýlana verilir.

Ýmam Malik ve Ýbni Ebî Leylâ´ya göre, ikrarda bulunanýn elinde olanýn üçte biri lehine ikrar yapýlana

verilir. Çünkü ikrarda bulunan, ona iki yarýmda þayi olan üçte birini ikrar etmiþtir. Onun ikrarý kendi

hissesi hakkýnda geçerlidir. Kardeþinin hissesine düþen ikrarý bâtýl olur. O halde lehine ik-rar

yapýlana ikrarda bulunanýn elindekinin üçte biri düþer. Bu üçte bir de tüm malýn altýda biridir. Diðer

altýda bir de onun belirli kardeþinin hissesindedir ki, ondaki ikrarý geçersizdir. Bunun sebebini de

zikrettik. Biz diyoruz ki, ikrarda bulunanýn zannýna göre lehine ikrar yapýlan is-tihkakta eþittir.

Münkir ise inkâriyle zulmetmiþ olur. O zaman inkâr ede-nin elinde olan helak olmuþ sayýldýðýndan

geri kalan kýsým ikrarda bu-lunan ile lehine ikrar yapýlan arasýnda taksim edilir. Eðer bir kýz karde-þi

olduðunu ikrar etse, bu kýz kardeþi, onun elindekinin üçte birisini alýr. Ýmam Mâlik ve Ýbn Ebî

Leylâ´ya göre ise, elindekinin beþte birini alýr. Bir erkek kardeþle kýz kardeþ birlikte bir erkek

kardeþleri oldu-ðunu ikrar etseler, diðer bir erkek kardeþ ile kýz kardeþ de onlarý ,tekzib etseler, o

zaman ikrar edenlerin hissesi Hanefî mezhebine göre be-þe, Ýmam Malik ile Ýbni Ebî Leylâ´ya göre

ise dörde taksim edilir. Bu me-selenin sekli açýktýr. Bir erkek, bir kadýnýn babasýnýn karýsý olduðunu

ik-rar ederse, ikrarda bulunanýn elindeki babasýndan intikal eden malýn sekizde birini o kadýn alýr.

Adam, bir kadýnýn ölen babasýnýn annesi oldu-ðunu ikrar etse, o kadýn ikrar edenin elinde olanýn

altýda birini alýr. Onun elindeki ile de muamele edilir. Ýkrarda bulunanýn ikrar ettiði sa-bit olunca,

onunla muamele edildiði gibi, ikrar edenin elindeki ile de mua-mele edilir. Bu konunun tamamý

Zeylâî´dedir.

«Çocuðun varlýðý ikrar edenin mirasçýlýðýna engel olur ilh...» Bu mesele, Þâfiîler´in miras engeli

saydýklarý hükmen devir meselesidir. Çün-kü, ikrar yoluyla, baþkasýný mirasçý kýlmak, ikrar edenin

mirasçý olama-yýþýna yol açar. Bunun açýklamasý þöyledir: Mirasçý olan bir kimse, ölen kardeþinin

bir oðlu olduðunu ikrar etse, lehine ikrar yapýlanýn nesebi sabit olmaz, varis de olamaz. Çünkü eðer

varis olmuþ olsa, ölenin kar-deþini mirastan mahrum eder. Zira oðul varken kardeþ miras alamaz.

Bu durumda, onun miras býrakanýn bir oðlu bulunduðu yolundaki ikrarý kabul ´edilmez. Çocuðun

nesebi sabit olmadýðý gibi, mirasçý da olamaz. Çünkü, çocuðun mirasçý olduðunun isbatý, ikrar

edenin mirastan mah-rum olmasýna yol açar. Onun mirasçýlýktan çýkaran isbat ise, aslýnda yok

sayýlýr. Ancak, ikrarda bulunan eðer ikrarýnda doðru ise, lehine ik-rar yapýlana terekeden bir hak

vermesi gerekir.

«Metinlerinin zahirinden anlaþýlan ilh...» Yani, Hanefî fakihlerinin sözlerinin açýk ifadesi, ölen

kardeþinin oðlu olduðu ikrarýnýn geçerli ol-duðunu ifade eder. O çocuðun yalnýz ikrarda bulunanýn

kendisi hakkýnda nesebi sabit olur. O halde ikrarda bulunan deðil, yalnýz çocuk ölen kardeþe varis

olur. Çünkü fakihler neseble ikrar, kendi nefsi hakkýnda geçerlidir, demiþlerdir. Hatta ona nafaka

ve* bakým gibi hükümlerde ge-rekli olur. Baþkasý hakkýnda gerekmez. Ben bu meseleyi allâme

Kasým bin Kutluboða´nýn fetvalarýndan naklen görmüþümdür. Bu fetvanýn met-ni þöyledir: «Ýmam

Muhammed, Ýmlâ´da, «Eðer kiþinin bir halasý olsa, o hala da babasýndan olan ölmüþ kardeþinin bir

oðlu olduðunu ikrar et-se, lehine ikrar yapýlan mirasýn hepsini alýr. Çünkü bilinen mirasçý, le-hine

ikrar yapýlanýn kendisinden önce mala hak sahibi olduðunu ikrar etmiþtir. Ýkrarda bulunanýn kendi


nefsi aleyhine ikrarý da delildir.» demiþ-tir.» Sonra Allâme þöyle demektedir: «Bu mesele, bize göre,

devir ol-madýðýndan irse mani olacak hallerden sayýlmamýþtýr. Bu mesele kendi konusu "içinde

zikredilmiþtir.»

«Kendi hissesine ilh...» O zaman sanki kendi payýný tamamen almýþ gibi sayýlýr. Çünkü hakkýný tam

almak, zamin olduðu þeyin kabzý ile olur. Zira borçlar emsaliyle ödenir. Sonra kýsasa mülâki olur.

Meselâ, varis-lerden birisi ölenin üzerinde borç olduðunu ikrar etse, o zaman, yalnýz ikrarda

bulunanýn ödemesi gerekir. Nitekim, bu mesele istisna konusun-dan önce geçmiþti.

«Yemin ettikten sonra ilh...» Yani, inkâr edenin yemin etmesi kar-deþi içindir. Borçlu için deðildir.

Çünkü borçluya hiçbir zararý yoktur. Öy-leyse, gelecek meseleye zýd da deðildir. Eðer yeminden

kaçýnýrsa, onun aldýðý beþyüze ikrarda bulunan ortak olur. Þu kadarý var ki, buradaki açýklama

birinci meselede münkirin yemin etmemesini gerekli kýlar. Zeylâî de bunu açýkça zikretmiþtir.

Halbuki, Zeylâî´nin yukarýda Ekmel´den naklettiðine de aykýrýdýr. Bunun cevabý yukarýda geçti.

«Yemin etmesi gerekir ilh...» Yani minkir, babasýnýn alacaðýný aldý-ðýný bilmediðine dair yemin eder.

Eðer yeminden kaçýnýrsa, borçlu borçtan kurtulmuþ olur. Eðer yemin ederse, kendisine hissesi

verilir. Ama birinci mesele bunun aksine idi. Zira orada borçlunun hakký için yemin etmiyor, kardeþi

için yemin ediyordu. Çünkü onun hakkýnýn hepsi ikrar-da bulunan bakýmýndan onun için meydana

gelmiþtir. Ona yemin teklif etmeye ihtiyaç yoktur. Burada ise, ona ancak yarým hisse meydana

gel-miþtir. Onun için yemin eder. Zeylâî.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:46:58
ÇEÞÝTLÝ MESELELER FASLI

METÝN


Hür ve mükellef evli bir kadýn, bir baþkasýna borçlu olduðunu ikrar etse, kocasý da onu tekzib etse,

kadýnýn ikrarý Ebû Henîfe´ye göre hem kendi hakkýnda, hem de kocasý hakkýnda geçerlidir. Her ne

kadar kocasý rahatsýz olsa da kadýn hapsedilerek para ondan istenir. Bu mesele Eþbâh´ta

zikredilen, «Ýkrar eksik bir delildir. Ýkrarda bulunanýn baþkasýna zararý geçmez.» kaidesinden çýkan

altý meseleden birisidir. Bu da Eþbah´tadýr. Uygun olan, yine baþkasýnýn kiraladýðý birþeyin de

çýkmasýdýr. Þöyle ki, bir kimse diðer birisine borçlu olduðunu ikrar etse, diðer adam kiracý arar

görse bile onu hapsedebilir. Bu fetva ya esas olan bir olay-dýr. Ben bunu açýkça hiçbir kitapta

görmedim.

Ýmameyn´e göre ise, koca hakkýnda o kadýn tasdik olunmaz. O hal-de, kadýn hapsedilmediði gibi

borcu da ondan taleb edilmez. Dürer.

Ben derim ki: Uygun olan, ifta ve kazada Ýmameyn´in görüþüne da-yanmaktýr. Çünkü üstün olan

görüþe göre baba kýzýna, kendisi veya bazý yakýnlarý için ikrarý öðretir ki, o vasýta ile kocasýndan

para için baba sýnýn yanýnda hapsedilir. Nitekim ben, hâkimlik görevi ile vazifeli oldu-ðum sýralarda

birkaç defa bu tür hilelere þahid oldum. Musannýf bunu böylece zikretmiþtir.

Nesebi bilinmeyen bir kadýn, bir kimsenin cariyesi olduðunu ikrar etse, cariyenin kocasýndan

çocuklarý olduðu halde lehine ikrar yapýlan onu tasdik etse, kocasý karýsýný tekzib etse, kadýnýn

ikrarý özellikle ken-disi hakkýnda geçerli olur. Ýkrardan sonra ana rahmine düþen çocuk da köledir.

Ýmam Muhammed buna muhalefet etmiþtir.

Ancak bu görüþe, onun boþamasýnýn üçten ikiye düþmesi sebebiyle itiraz varid olur. Cariye olduðu

için iddeti de iki hayýz müddetine dü-þer. Nitekim Þurunbulâliye de bunu ortaya koymuþtur. O

zaman onun nikâhý bâtýl olmaz.

Kadýnýn ikrarý, kocasý ve çocuklarý hakkýnda sahih deðildir. Ýkrar-dan önce doðan çocuklar ile ikrar

sýrasýnda hâmile olduðu çocuklarý hürdürler. Çünkü bu çocuklar onun kölelik ikrarýndan önce

meydana gel-miþlerdir.

Nesebi bilinmeyen bir adam, kölesini azad etse, sonra kendisinin di-ðer birisinin kölesi olduðunu

ikrar etse, lehine ikrar yapýlan onu tasdik etse, onun ikrarý kendi nefsi hakkýnda geçerli, azad ettiði

kölenin azadý hakkýnda geçerli deðildir. Eðer azad edilmiþ köle ölürse, onun terekesinin hepsini,

varsa varisleri alýr, azad edene birþey kalmaz. Yok eðer varisi yoksa, onu azad eden bütün

terekesine varis olur veya terekenin hep-sini alamayacak bir varisi varsa, azad eden onun payýna

düþenden ge-riye kalan kýsmý alýr. Kâfi ve Þurunbulâliye.

Sözü edilen köle ölür, sonra da azad ettiði köle ölürse, azad edilen kölenin mirasý, ikrar edenin


asabesine verilir. Azad edilen köle cinayet iþlerse, cinayet karþýlýðýnda ödeyeceði diyet hususunda

kendisi çalýþýr. Çünkü onun diyeti tazmin edecek âkilesi yoktur.

Bir baþkasý azad edilen köleyi yaralarsa, o zaman onun alacaðý erþ (yaralama tazminatý) bir köle

erþ´i kadar olur. O, þahidlikte yine köle gi-bidir. Çünkü onun hürriyeti dýþ görünüþe göre olup, bu da

ancak istih-kaka deðil, defe elveriþlidir.

Bir kimse diðerine, «Benim senin üzerinde bin dirhemim vardýr.» de-se, karþýdaki adam da ona

cevap olarak, «Bu söz haktýr ve doðrudur.» dese, veya «Haktýr, haktýr.» seklinde «hak» sözünü

tekrar etse, veya «Ha-yýr söylemek haktýr.» dese bu sözlerin hepsi ikrar olur. Ama eðer, «Hak haktýr,

doðru doðrudur, yakýn yakýndýr.» dese, ikrar olmaz. Zira, bu tam bir sözdür: Ama geçmiþ mesele

bunun aksinedir. Çünkü o mesele, baþ-langýçta bir söz olmaz. Ancak bir cevap olur. Bu sözlerle

sanki, karþý tarafa, iddia ettiðin hak doðrudur demek istemiþtir.

Bir efendi cariyesine, «Ey hýrsýz, ey zâniye, ey deli veya kaçak» ve-ya «Þu hýrsýz cariye þunu yaptý.»

dese ve satsa, o cariyede sayýlan ayýp-lardan bir tanesi görülse, bu ayýptan dolayý cariye iade

edilemez. Çün-kü, onu satan kimse ona, «hýrsýz, zâniye, deli kaçak» dediði zaman bu-nu haber

vermek için deðil, nida ve hakaret için söylemiþtir.

Ama bunun aksine, «Þu hýrsýz cariye, zâniye cariye; deli cariye, kaçkýn cariye» dese ve satsa, sonra

bu vasýflardan birisi onda görülse, o cariye geri verilir. Çünkü satanýn o ifadeleri haber verme olup,

bu da bir vasfýn araþtýrýlmasý içindir.

Yine yukarýdakinin aksine, adam karýsýna. «Ey boþ kadýn» veya «Þu boþanmýþ kadýn þöyle yaptý.»

dese, kadýn kocasýndan boþanmýþ olur. Çünkü, þer´an kocasýnýn onda boþamayý meydana

getirmesi mümkün-dür. Ama yukarýdaki birinci mesele bunun aksinedir. Zira efendi, o va-sýflarý

cariyede meydana getirmeye muktedir deðildir. Dürer.

Sarhoþ bir kiþinin haram ve yasak edilen birþeyi ikrar etmesi, bütün haklarda geçerlidir. O durumda

sarhoþ bir kiþi, bir adam öldürdüðünü ikrar etse, o sarhoþluk halinde ona had cezasý uygulanýr.

Eðer hýrsýz-lýk yaptýðýný ikrar etse, çaldýðýný ikrar ettiði þeyi nesneyi tazmin etmesi gerekir. Nitekim

Sadi Efendi bu meseleyi içki haddi konusunda ayrýntý-lý bir þekilde zikretmiþtir.

Ancak sarhoþun ikrarý, irtidat, zina haddi, içki haddi gibi rücûu ka-bul edecek hükümlerde geçerli

deðildir.

Bir kimse mubah yolla sarhoþ olmuþ ise, zorla içirilme gibi, ikrarýna itibar olunmaz. Ancak o baygýn

kimse gibidir. Þu kadarý var ki, onun yirmidört saatlik namazý kaza etmesi gerekir. Halbuki baygýnlýk

halinde geçen namaz kaza edilmez. Bu konunun tamamý Eþbâh´ýn hükümler ko-nusundadýr.

Lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tekzib ederse, ikrarda bulu-nanýn ikrarý bâtýl olur. Çünkü

yukarýda geçtiði gibi ikrar, lehine ikrar ya-pýlanýn reddi ile red olunur. Ancak Eþbâh adlý eserde

belirtildiðine göre, altý husustaki ikrar, lehine ikrar yapýlanýn reddi ile de red olunmaz. Efen-dinin

kölesinin hür olduðunu ikrar etmesi, neseb ikrarý, azad edilen kö-lenin velayet ikrarý, Vakýf ikrarý

gibi ikrarlarda lehine ikrar yapýlan reddetse bile ikrar bâtýl olmaz.

Ýs´af adlý kitapta þöyle denilir: «Birisi bir adama birþey vakfetse, o da kabul etse, sonra reddetse, o

ikrar reddolunmaz. Eðer kabulden önce reddederse, o zaman ikrar bâtýl olur.»

Yine boþama, kölelik ikrarý da lehine ikrar yapýlanýn reddi ile redd-olunmaz. Bezzâziyye. Nikâhla

ikrar da lehine ikrar yapýlanýn reddi ile reddolunmaz. Nitekim Bahir kitabda Kaza kitabýnýn çeþitli

meseleler bah-sinde açýklanmýþtýr. Yalnýz orada ibradan iki mesele istisna edilmiþtir. Bunlarýn birisi

kefilin ibrasýdýr ki, kefil ibrayý reddetse bile ibra reddolmaz. Birisi de borçlu alacaklýsýna beni ibra et

dese, o da ibra etse, son­ra borçlu reddetse, ibra reddolmaz. O zaman istisna edilen meseleler on

olmaktadýr.

Vehbâniye´nin, Vekâlet bahsinde þöyle denilir: «Lehine ikrar yapýlan,, ikrar edeni tasdik etse,

yukarýdaki meselelerin herhangi birinde ikrar yapanýn ikrarý reddolunmaz. Bu reddin geçerli olmasý

için ibra meclisi þart mýdýr, deðil midir? Bu meselede âlimler arasýnda görüþ ayrýlýðý var-dýr. Bazýlarý

þart olduðunu, bazýlarý da þart olmadýðýný söylemiþlerdir.»

Reddedilme ile ibranýn reddedilip edilmeyeceði hususunda küllî kaide þudur: Herhangi bir

bakýmdan bir mal temlîki söz konusu olan ibra, red-di kabul eder. Fakat bir malýn temliki yoksa,

meselâ ortaklýðýn ibtali, ta-lâk ve azad gibi þeylerde ibra, reddi kabul etmez. Bu güzel bir kaidedir.

Hatýrda tutunuz.

Varislerden birisi vasi ile sulh yaparak vasiyi umumî bir þekilde ibra etse, veya «Vasinin yanýndaki

babamýn terekesinde benim hiçbir hakkým Katmadý.» veya «Bütün haklarýmý kabzettim.» dese,


sonra vasinin elinde, sulh zamaný mevcut olmayan birþey ortaya çýksa, saðlam olan görüþe göre

varisin o þey hakkýndaki hissesi kadar olan davasý dinlenir. Bezzâziyye´nin Sulh bahsi.

Buna göre adamýn, «Benim onda hakkým kalmadý.» sözü, «Ondan kabzettiðim mallarda hakkým

kalmadý.» þeklinde yorumlamakta bir çe-liþki yoktur. Varisin vasiyyet ibrasý, mallardan ibra bâtýl

olduðu için da-vasýnda çeliþkiye düþmüþ olmaz. O zaman iyi þekil üzere ibrasýnýn ge-çerli olmadýðý

ortaya çýkmaktadýr. Nitekim Ýbni Þýhne bunu ifade etmiþ, Þurunbulâlî de ona itimad etmiþtir. Biz de

Sulh bahsinde açýklayacaðýz.

ÝZAH

«Eþbâh´tadýr ilh...» Eþbâh´ýn ifadesi þöyledir: «Ýkrar ikrarda buluna-na ait eksik bir delildir. Bu

sebeble baþkasý hakkýnda geçerli deðildir. Buna göre, mülkünü kiraya veren bir kimse, «Bu bina

baþkasýnýndýr.» dese kira fesholmaz. Ancak birkaç mesele istisnadýr. Evli bir kadýn borç-lu

olduðunu ikrar etse, kocasý zarar da görse, alacaklý kadýný hapsettire-rek alacaðýný alabilir. Mülkünü

kiraya veren kimse, ancak kiraya verdiði mülkün kýymeti ile karþýlanabilecek bir borcu olduðunu

ikrar etse, bu borcun ödenmesi için kiracý zarar da görse, kiraya verdiði mülkü sata-bilir. Nesebi

belli olmayan bir kadýn, kendisinin kocasýnýn babasýnýn kýzý olduðunu ikrar etse, baba onu tasdik

ederse, aralarýndaki nikâh fesholur. Ama bunun aksine mürted olduðunu ikrar ederse, veya

kendisinin cariye olduðunu ikrar ederse, o zaman kocasý rücûa mâlik olmaz. Adam sattýðý

cariyesinin çocuðunun kendi çocuðu olduðunu iddia etse, o adamýn bir kardeþi de olmuþ olsa, o

cariyenin çocuðunun nesebi sabit olur ve onun kardeþinin ikrar edenin mirasýndan mahrum olduðu

sabit olur. Çünkü miras oðlunundur. Bir mükâteb hür bir kadýnýn çocuðunu, kendi kar-deþi hayatta

olduðu halde, iddia etse, bu ikrarý geçerli ve mirasý da kar-deþine deðil, çocuðuna kalýr. Cami adlý

eserde olduðu gibi.»

«Nesebi bilinmeyen bir kadýn ilh...» Bu söz, Eþbâh´ta olana göre mutlaklýk ifade etmez. Eþbâh´ta

þöyle denilir: «Nesebi bilinmeyen bir kimse, birisinin kölesi olduðunu ikrar etse, lehine ikrar yapýlan

da onu tasdik etse, ikrar geçerli olur. Onun hürriyeti, hâkimin hükmüyle tekid edilmeden önce onun

kölesi olur. Ama Hâkim ona hür bir insan gibi tam had uygulanmasýna hükmetse, veya azalardaki

kýsasla hükmetse, bu hükümden sonra onun köle olduðunu ikrar etmesi geçerli deðildir. » Sâyýhânî.

«Þurunbulâliye de bunu araþtýrmýþtýr ilh...» Zira Þurunbulâlîye´de þöyle denilmiþtir: «O kadýnýn

talâký ikidir. Ýddeti de icmâ ile iki hayýzdýr. Çünkü o kadýn cariye olmuþtur. Bu da cariyeye ait olan

hükümdür.» Son-ra da Ziyâdât´tan þöyle bir nakil yapýlmaktadýr: «Erkek karýsýný iki ta-lâkla boþasa,

karýsýnýn cariye olduðuna dair ikrarýný da bilmese, onun talâkýndan ricat etmeye maliktir. Ama eðer

ikrarýný bilirse, ricata ma-lik deðildir. Zira cariyenin talâký ikidir.»

Cami adlý eserde þöyle denilmiþtir: «Ýkrarýný ister bilsin, ister bil-mesin, ricata malik deðildir.»

Bazý âlimler tarafýndan Ziyâdât´ta zikredilen kýyasa, Câmi´de zikre-dilen ise istihsana göredir

denilmiþtir.

Kâfi adlý eserde de þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse karýsý ile «îlâ» yapsa iki ay tamamlanmazdan

önce kadýn cariye olduðunu ikrar etse, o iki ay kadýnýn îlâ iddetidir. Eðer iki ay geçtikten sonra

cariye olduðu-nu ikrar ederse, o zaman îlâ süresi dört ay olur.»

Bu meselede asýl kaide þudur: Kaçýrýlmasýndan korkulan bir hük-mün elde edilmesi, baþkasýnýn

ikrarý ile mümkün ise, bu kimse ikrar etmezse hakký bâtýl olur. Çünkü onun hakkýnýn kaybolmasý

kendi ku-suruna izafe edilmiþ olur. Eðer elde edilmesi, baþkasýnýn ikrarý ile müm-kün deðilse, onun

hakkýnda ikrarý geçerli deðildir. O zaman, eðer kadýn îlâ´dan bir ay geçtikten sonra cariye olduðunu

ikrar ederse, kocasýnýn îlâ´dan rücû etme hakký vardýr. Kadýnýn ikrarý iki aydan sonra olursa,

ko-canýn o hükmü elde etmesi mümkün olmaz.

Talâk ve iddetin hükmü de böyledir. O halde adam iki talâkla karý-sýný boþasa, sonra karýsý cariye

olduðunu ikrar etse. koca üçüncü ta-lâka mâliktir. Ama eðer kadýn boþamadan önce cariye

olduðunu ikrar ederse, kocasýnýn onun iki talâkla boþamasý halinde, iki talâkla koca-sýndan

boþanmýþ olur.

Kocanýn iki talâkla boþamasýnýn üzerinden iki hayýz müddeti geçtik-ten sonra kadýn cariye

olduðunu ikrar ederse, kocasý ricata maliktir. Ama iki talâktan bir hayýz müddeti geçtikten sonra

kadýn cariye olduðunu ik-rar ederse, o zaman iki hayýzla kadýn kocasýndan boþanmýþ olur.

«Þurunbulâlîye ilh...» Þurunbulâlîye´nin ifadesi Muhit´ten naklen þöy-ledir: «Eðer ölen adamýn bir

kýzý varsa, terekesinin yarýsý ona, yarýsý da lehine ikrar yapýlanadýr.»

Azad edilen köle cinayet iþlerse, kendi cinayetinin karþýlýðý olan ersi ödemeye kendisi çalýþýr. Eðer


kendisi yaralanýrsa, o zaman onun alacaðý erþ bir köle erþidir. Çünkü o, þahadette bir köle gibidir.

Çünkü onun hürriyeti dýþ görünüþtedir. Dýþ görünüþteki hürriyet de istihkaka deðil, def´e elveriþlidir.

«Köle erþ´i ilh...» Bu görüþe göre ikrar, üzerinde suç iþlenilen kim-se hakkýnda bir delil olmaktadýr.

O zaman uygun olan, bu meselenin de yukarýda geçen meselelere eklenmesidir.

«Geri verilir ilh...» Yani o cariyeyi bunu haber vermeyi bilmeyen bir kimse alýrsa, geri iade eder.

«Sadi Efendi zikretmiþtir ilh...» Sadi Efendi´nin ifadesi kitabýndadýr. Nihâye sahibi de þöyle

demektedir: «Ýmam Timurtâþî, «Sarhoþ bir kim-se zina veya hýrsýzlýk ikrarýnda bulunsa, ona

sarhoþluk halinde had vu-rulmaz. Zira o uyandýktan sonra, ikrarýndan rücû ederse, ikrarý bâtýl olur.

Þu kadarý var ki, çalýnan þeyi tazmin eder. Ama kýsas ile kâzif haddi bun-larýn aksinedir. Þöyle ki,

sarhoþluðunda birisine zina iftirasý atsa veya kýsasý gerektirecek bir suç iþlediðini ikrar etse,

sarhoþluk halinde had veya kýsas cezasý uygulanýr. Zira onlarý geri býrakmakta bir fayda yok-tur.

Çünkü bunlar kul haklarýndan olduðundan onlardan rücûya malik deðildir. O halde bunlar mal ile

talâk ve azad ikrarý gibidirler.» demiþtir.

Miracý Dirâye´de de þöyle bir ifade vardýr: «Kazif bunun aksinedir. Zira sarhoþluk halinde birisine

zina iftirasý atsa, kendisine gelinceye kadar hapsedilir. Sonra da iftira haddi vurulur. Haddin

arkasýnda haddin aðrýlarý geçinceye kadar hapse devam edilir. Sonra da içkiden dolayý had icra

edilir.» Bunu Mebsut´da zikretmiþtir.

Miracý Dirâye´de bu mesele ikrarla sýnýrlandýrýlmýþtýr. Þöyle ki: «Eðer adam sarhoþ iken zina yapsa

´veya hýrsýzlýk etse, ancak kendine geldik-ten sonra had vurulur. Ama ikrar bunun aksinedir. Eðer

sarhoþluðunda ikrar ederse, hüküm sarhoþluðunda icra edilir.» Zahire´de de böyledir.

«Hür olduðunu ilh...» Adam zilliyetinde bulunan bir kölenin hür ol-duðunu ikrar ederse, köle onu

tekzib etse bile hürriyeti sabit olur.,

«Ýs´af adlý kitapta ilh...» Onun metni þöyledir: «Ona vakfedilen birþeyi kabulden sonra reddedemez.

Vakýf yapýlýrken reddederse, sonra da kabul edemez.» Bu meselenin ayrýntýsý Ýs´aftadýr.

Yine Ýs´af´ta, «Bir kimse zilliyetindeki bir tarlayý iki kimseye ve on-larýn nesilleri üzerine, onlardan

sonra da fakirlere vakfettiðini ikrar etse, ikisinin de çocuklarý olmadýðý halde birisi tasdik, diðeri de

tekzib etse, o tarlanýn yarýsý tasdik edene vakýf olur, diðer yarýsý da fakirlere vakýf olur. Sonra

münkir tasdike dönerse, vakfýn geliri ona verilir. Ama þu mesele bunun aksinedir: Adam tarlasýnýn

birisinin mülkü olduðunu ik-rar etse, lehine ikrar yapýlan onu tekzib etse, sonra tasdike dönse,

ik-rarda bulunan ikinci defa ikrar edene kadar tarla onun mülkü olmaz. Bu iki mesele arasýndaki

fark þudur: Vakýf olduðu ikrar edilen yer, lehine ikrar yapýlanýn tekzibi ile hiç kimseye mülk olmaz.

Tekzib eden kimse tekzibinden dönerse, vakfýn geliri ona döner. Ama mülkiyeti ikrar edi-len tarla,

lehine ikrar yapýlanýn tekzibi ile ikrar edenin mülkü olur.» de-nilmiþtir.

«Bahýr kitabýnýn kaza ilh...» Bahýr´ýn ifadesi þöyledir: «Musannýf bu-rada ikrarý mal ile kaydetmesinin

sebebi, kölelik, talâk, azad, neseb ve velâ gibi ikrarlardan kaçýnmaktýr. Çünkü onlar, lehine ikrar

yapýlanýn reddi ile reddolunmazlar. Kölelik, talâk ve azada gelince, Bezzâziye´de. «Birisi diðerine,

ben senin kölenim dese, lehine ikrar yapýlan onun sö-zünü reddetse, sonra tasdik etse, o onun

kalesidir. Zira kölelik ikrarý, lehine ikrar yapýlanýn ikrarý ile iptal edilmez. Nitekim efendinin inkârý ile

ibtal edilmediði gibi. Nesne ve deyn ikrarý ise bunun aksine redle ibtal edilir. Talâk ve azad ise,

lehine ikrar yapýlanýn reddi ile reddolun-mazlar. Zira onlar hakkýný düþürmektir. Hakký düþürme de

yalnýz düþü-renle tamamlanýr. Nikâhla ikrar ise, þu anda ben o hususta hiçbir þey görmedim.»

denilmiþtir.»

Orada iki mesele istisna edilmiþtir. O iki meselenin burada zikredil-mesine gerek yoktur. Zira

onlarýn ikisi de konumuz dýþýndadýr. Çünkü bu-rada söz ikrar üzerinedir. Orada ise ibra hakkýndadýr.

ÝKÝ UYGULAMA MESELESÝ:
Ýbra redle reddolunur. Ancak borçlu ala-caklýya beni ibra et dese, o da

onu ibra etse, sonra borçlu ibrayý reddetse ibra reddolmaz. Bezzâziyye´de olduðu gibi. Kefilin ibrasý

da böy-ledir. Kefil ibrayý reddetse de ibra reddolmaz. O halde istisna olunan iki meseledir. Nitekim

fakihlerin, «Ýbra kabule baðlý olmaz.» sözünün ifa-de ettiði küllî kaidenin sarf ve selem bedeli çýkar.

Çünkü bunlarýn ibtal edilmesi için karþý tarafýn kabul etmesi gerekir. Nitekim biz bu mese-leyi selem

bahsinde açýkladýk.

«Dese ilh...» Bu ikinci bir meseledir. Hânutî´nin Fetevasý´nda bu me-sele hakkýnda uzun açýklama

vardýr. Oraya bakýnýz.

Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Ölünün vasisi ölen adamýn terekesin-den elinde bulunaný ölen kiþinin

oðluna verse ve çocuða, «Babanýn ya-nýmda az veya çok hiç bir þeyi kalmadýðýna, hepsini aldýðýna


þahit ol.» de-se, sonra ölenin oðlu vasinin elindeki birþeyin babasýnýn terekesinden olduðunu iddia

etse ve delil getirse ve yine varis, babasýndan kalan her-þeyi aldýðýný ikrar etse, sonra da bir adamýn

üzerinde babasýnýn alacaðý olduðu iddia etse, bu dava her iki durumda da dinlenir.»

Ben derim kî: Ölen kimsenin davasýnýn dinlenmesinin þekli þudur: Çocuðun ikrarý belirli bir

kimsenin ibrasýný tazammun kapsamýna etmez. Varisin de murisinin halk üzerinde bulunan

herþeyini aldýðý ikrarý da ikrar deðildir. Bunun beraet olduðunu söylersek, doðru olmaz. Çünkü

ayandan beraet sahih deðildir. Þurunbulâlî´nin Vehbâniye Þerhi.

Ancak Vehbâniye Þerhi´nde olanla da bir görüþ vardýr. Þöyle ki, zira, «Ayanda beraet sahih

deðildir.» sözünün manasý, o nesnenin da-valýya mülk olmamasýdýr. Yok eðer davalýya mülk olursa

zaten dava din-lenmez. Nitekim sulh babýnda gelecektir.

«Bezzâziyye´nin sulh bahsi ilh...» Bezzâziyye´nin ifadesi þöyledir:

«Varislerden birisi vasi ile sulh etse ve vasiyi umumî bir þekilde ibra

etse, sonra terekede sulh zamaný bulunmayan birþey zuhur etse, varisin

zuhur eden þey hakkýndaki davasýnýn cevazý hususunda hiçbir rivayet

yoktur. Ama herhangi bir konuþucu sonradan terekede zuhur eden nesnedeki hissesini dava

etmesi caizdir diyebilir. Esah olan da budur. Ama caiz deðildir de denilebilir.»

Þurunbulâlî´nin ikrar ve umumî ve hususî ibra bahsinde Tenkihü´l-Ahkâm isimli bir risalesi vardýr. O

risalede buna þöyle cevap verilmiþtir: «Varisler arasýnda beraetten önce ister nesne, ister deyn,

ister mirasýn gayrý ile olsun, umumî bir beraet, beraetten evvel geçen bir nesnenin dava edilmesine

manidir.»

Þurunbulâlî, bu cevabý þöyle açýklamýþtýr: «Beraet, ya, «falan kim-sede benim hiçbir hakkým, hiçbir

davam, hiçbir husûmetim yoktur.» ve-ya «O benim bütün haklarýmdan beridir.» veya «Benim için

onun üze-rinde hiçbir hak yoktur.» veya «Onun üzerinde hiçbir hak alacaðým yok-tur.» veya «Onun

bütün haklarýmdan ibra ettim.» gibi umumî ifadeler beraet´tir veya bir mala ait hususî bir beraettir.

Bu davaya mani olmamak-la birlikte tazminat yükünün kalkmasý için geçerlidir. O zaman bu

beraetle muhatabýna veya baþkasýna, gayrýna dava açabilir.

«Ýbra, bilinmeyen bir þahýs için ise, geçerli deðildir. Velev meçhul birþey için olsun, Bilinen bir

kimsenin ibrasý geçerli olur. Buna göre, «Murisimin terekesinin tamamýný kabzettim.» veya

«Herhangi bir kimse üzerinde olan mal veya paradan o adam beridir.» dese, bu sözü ne umumî, ne

de hususî bir ibradýr. Yalnýz mücerret bir ikrardýr. Ki, bu da davaya engel deðildir. Zira Muhit´te

þöyle bir ifade vardýr: «Adam, «Be-nim hiç kimse üzerinde alacaðým yoktur.» dese, sonra bir

adamda ala-caðý olduðunu iddia etse, geçerlidir. Çünkü, o alacaðýn ikrardan sonra olmasý

muhtemeldir.» Yine Muhit adlý eserde þöyle denilir: «O adam, ya-nýnda bulunan bütün haklarýmdan

beridir, sözü beraetin sübutu için bir haber vermedir. Yoksa beraeti inþa deðildir.»

«Hülâsa adlý eserde de þöyle denilir: «Bir kimse, «Benim falan kim-se tarafýndan hiçbir hakkým

yoktur.» dese bunun bu sözüne mal, borç, kefalet, kira, kýsmî cinayet ve had gibi bütün haklar

girer.»

«Ýmam Muhammed´in el-AsI adlý eserinde de þöyle denilmiþtir: «Ýbra eden kiþi, irs, nefsî kefalet,

malî kefalet, deyn, mudarebe, þirket, vedîa, dar, köle gibi þeylerden hiçbirisini iddia edemez. Ancak

beraetten son­ra meydana gelen iddia edebilir.»

METÝN

Bir adam bir senette bir mal ikrarýnda bulunarak þahit tutsa, sonra bu malýn bir kýsmýnýn karz, bir

kýsmýnýn da faiz olduðunu söylese, eðer iddiasýna delil getirirse, her ne kadar çeliþkili de olsa, delili

kabul edilir. Çünkü biliyoruz ki bu adam bu ikrarý zaruretten dolayý yapmýþtýr.

Ben derim ki: Vehbâniye sarihi Þurunbulâlî, yazýlý olan fer´ ile fetva verilmeyeceðini tahrir etmiþtir.

Çünkü, mukýrrýn bir özrü yoktur. Bunun hasýlý þudur: Ebû Yusuf´tan nakledilen muhtar kavle göre,

mukarrünleh mukýrrýn davasýnda sadýk olmadýðýna dair yemine verdirilir. Musannif da bunu

kat´iyetle söylemiþtir.

Adam duhûldan sonra, «kadýný duhûldan önce» boþadýðýný ikrar etse, bir mehir duhûlla, yarým

mehir de ikrarla vermesi lâzýmdýr.

Üzerine birþey vakfedilen kimse, vakfýn gelirinin kendisinin deðil bir baþkasýnýn istihkaký olduðunu

ikrar etse, ikrarý geçerli olup, hakký dü-þer. Vakýf senedi bunun aksine de olsa böyledir.


Adam, vakfýn gelirini baþkasýna verse, veya vakfýn gelirini muayyen bir kimseye deðil, benim

hakkým yoktur diyerek düþürse, bu ikrarý geçerli olmaz. Vakfa mütevelli olarak tayin edilen kimse,

«Ben mütevelli deðilim, mütevelli falan kimsedir.» dese, onun ikrarý geçerli olur. Nitekim bu me-sele

vakýf bahsinde geçmiþtir. Eþbâh´ta da hem vakýf bahsinde, hem de ikrarýn çeþitli meseleler

bahsinde zikredilmiþtir.

Hâkime verilen dilekçe ve benzeri yazýlarýn kapsamýndaki ikrar ve çeliþkiden dolayý onu hâkime

veren sorumlu olur. Ancak bu sorumluluk onun dilekçede yer alan hususlarý açýkça ifade etmesi

halinde söz ko­nusu olur.

Adam, «Benim bildiðime veya hesapladýðýma ve zannýma göre fa-lan kimsenin bende bin dirhemi

vardýr.» dese, onun hiçbir þey vermesi gerekmez. Ancak bu ifadenin birinci þýkkýna Ýmam Ebû

Yusuf muhalefet etmiþtir.

Ben derim ki: Bu sözler, örfe göre þüphe ifade eder. Onun için hiç-bir þey gerekmez. Ama, «Falan

kimsenin benim üzerimde bin dirhemi olduðunu biliyorum.» dese ittifakla o kimseye ikrar ettiði

meblâðý verme-si gerekir.

Bir kimse, «Biz falan kimseden bin dirhem gasbettik.» dese, sonra da, «Biz on kiþi idik.» dese, malý

gasbedilen kimse de, «Benden yalnýz gasbetti.» dese, ikrarda bulunan kiþi bin dirhemin tamamýný

ödemek zo-rundadýr. Ýmam Züfer ise onun onda birini ödemesi gerektiðini söyler.

Ben derim ki: «Biz tabiri tek kiþi için de kullanýlýr. Dýþ görünüþ ba-kýmýndan da kiþi baþkasýnýn

deðil, kendi fiilini haber vermektedir. O zaman, sonunda «Biz on kiþi idik.» demesi, ikrarýndan rücû

olur ki, geçerli deðildir.

Bir kimse, «Bizim hepimiz onu gasbettik.» dese, sonra da, «Biz on kiþi idik.» dese, bu ifadesi, ikrarý

geçerli olur. Çünkü, «Bizim hepimiz» tabri tek kimse için kullanýlmaz.

Birisi, «Benim babam malýnýn üçte birini Zeyd´e vasiyet etti.» dese, «Belki Amr´a da, belki Bekr´e de

vasiyet etti.» dese, birincisine malýn üçte biri verilir. Diðerlerine hiçbir þey verilmez. Ýmam Züfer ise

her bi-rine ayrý ayrý üçte bir verilir, oðluna hiçbir þey kalmaz, demiþtir.

Biz deriz ki: Vasiyet ancak üçte birde geçerli olur. Bu kimsede üçte biri, birinci kimse olan Zeyd´e

ikrar ettiðine göre Zeyd buna hak kaza-nýr. Ýkrarýn ikinci ve üçüncü kiþilere döndürülmesi geçerli

deðildir. An-cak borçlar bunun aksinedir. Borçlar, terekenin üçte birinden deðil, hep-sinden

geçerlidir. Bu þekilde hepsine vasiyet deðil borç ikrarýnda bulun-sa, ikrar ettiði meblâð alacaklýlara

malýn tamamýndan verilir.

UYGULAMA MESELELERÝ:

Bir kimse, bir konuda ikrarda bulunduktan sonra yanýldýðýný iddia etse, iddiasý kabul edilmez. Yine

bir kimse müftinin fetvasýna dayana-rak boþamayý ikrar etse, daha sonra kendisine boþamanýn

meydana gel-mediði beyan edilse, boþama diyanet bakýmýndan meydana gelmiþ ol-maz. Kýnye.

Mükrehin ikrarý bâtýldýr. Ancak, hýrsýz zorla hýrsýzlýðýný ikrar ederse, bazý âlimler onun ikrarýnýn

geçerli olduðuna fetva vermiþlerdir.

Gerçekleþmesi mümkün olmayan bir þeyi ve ibra edilen bir borcu ikrar geçersizdir. Kadýnýn mehrini

kocasýna hibe etmesinden sonra mehir ikrarý da geçersizdir.

Bir kimse genel bir ibradan sonra yeni bir sebeble bir borcu iddia etmiþ olsa ve o borcu ikrar etmiþ

bulunsa, ikrar ettiði þeyi vermesi ge-rekir. Musannýf bunu Feteva´sýnda zikretmiþtir.

Ben derim ki: Bunun yeni bir sebeble takyid edilmesinin faydasý, eðer borcun devam etmesini ikrar

etmiþ olursa birinci mesele gibi bunda da ikrarýn geçersiz olmasýdýr.

Hastanýn tasarrufu saðlýklý kiþinin tasarrufundan daha zayýftýr. Me-selâ, ölüm hastasýnýn ikrar ettiði

borç, hasta olmazdan önce ikrar et-tiði borçtan sonra ödenir. Ancak mütevellinin vakfedenin þartý

olmak-sýzýn, vakýf mütevelliliðini baþkasýna ölüm hasta iken havale etmesi ge-çerli, hasta olmazdan

önce ise geçerli deðildir. Tetimme. Konunun ta-mamý Eþbâh adlý eserdedir.

Vehbâniye´de þöyle denilmektedir: «Bir kimse ölüm hastalýðýnda ka-rýsýna mehri mislini borçlu

olduðunu ikrar etse, varisleri kadýnýn kocasýna saðlýðýnda iken mehrini hibe ettiðini iddia ederek

delil ikâme et-seler, delilleri geçersiz sayýlýr, kabul edilmez. Ölüm hastalýðýnda, «Ben þu malý hasta

olmazdan önce satmýþ ve parasýný da almýþtým.» dese, müþteri de onu tasdik etse, satýþ hakkýndaki

ikrarý tasdik olunur, seme-nin kabzý hakkýndaki ikrarý ise tasdik olunmaz. Ancak malýnýn üçte

bi-rinden sayýlýr. Bir kimse, «Benim falan kimseye bin dirhem borcum var þahitlik ,etme.» dese, o

meblâðý ikrar etmiþ sayýlmaz. Bu sözü, «Bu hususta sizin bir þahitliðiniz yoktur.» demek olur. Ama,


«Borçlu olduðu-mu haber vermeyin.» derse, bunda fakihler ihtilâf etmiþtir. Belh âlim-leri bunun

ikrar sayýlmadýðý görüþündedirler. Kýnye ve Minye sahipleri ile Buhara âlimleri ise bunun ikrar

olduðunu söylemiþlerdir. Bir kimse, «Benim þu mülküm falan kimsenindir.» dese, bu sözle malý o

kimseye hibe etmiþ olur ki bunda hibenin þarjlarýna riayet edilir. Bir kimse. «Þu mülk falan

kimsenindir.» dese, bu ikrar olur. Birisi, «Falan kimse ile bu­gün bir devam yoktur.» dedikten sonra

yeni bir hak zuhur etmedikçe o gün ve geçen günlerde davaya müteallik hiçbir þey isteyemez. Eðer

is-terse, eski ikrarýný inkâr etmiþ olur ki onu Ýslâm hukuku kabul etmez.»

ÝZAH

«Hasýlý ilh...» Ýkrarda bulunanýn ikrar ettiði þeyin bir kýsmýnýn faiz olduðunu iddia etmesinde bir

fayda yoktur. Ancak lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir.

«Baþkasýnýn hak kazanmasý ilh...» Yani hak kazanma konusunda ik-rarda bulunan ile lehine ikrar

yapýlanýn birbirlerini tasdik etmeleri ile amel edilir. Bu, Vakýf kitabýnda yazýlý olana muhtelif olsa da

sonuç de-ðiþmez. Þu kadarý var ki, bu hüküm yalnýz ikrarda bulunan içindir.

«Hakký düþer ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, hakkýnýn düþ-mesinden maksat, hakkýn dýþ

görünüþ bakýmýndan düþmesidir. Eðer, ik-rarda bulunanýn bu ikrarý olaya uygun deðilse, lehine

ikrar yapýlanýn onu almasý helâl olmaz. Sonra bu düþmede ikrarda bulunan hayatta olduðu

sürecedir. Öldüðü zaman, o olay, vakfedenin þartýna döner.

Hassâf´ta þöyle denilmiþtir: «Bir kiþi malýný Zeyd´e ve çocuklarýna vakfetse, sonra do fakirlere

vakfetse, Zeyd, vakfýn Bekr´e de yapýldýðýný ikrar etse, sonra Zeyd ölse, Zeyd´in Bekr hakkýndaki

ikrarý geçersiz sa-yýlýr. Hamidiye´de, «Vakýf cemaati birbirlerini doðrulasalar, sonra o ce-maatten

birisi bir çocuk býrakarak ölse, ölen kimsenin tasdik edilmesi oðlu hakkýnda batýl olur mu?

el-Cevap: Evet, bâtýl olur.» denilmiþtir.»

Bundan anlaþýldýðýna göre uzun zaman geçtiði için vakýf üzerindeki haklarýndan men edilen kimse

öldüðü zaman onun çocuðu vakfedenin babasýna þart kýldýðýný alabilir. Çünkü ölen adamýn oðlu,

vakýfta olan geliri babasýndan deðil, ancak vakfedenden temellük etmektedir.

«Baþkasýna verse ilh...» Ýsmailiye´nin Ýkrarý konusunda þöyle de-nilmiþtir: «Birisi. «Falan kimse,

vakfýn bana ait olan gelirine þu kadar süre için hak sahibidir. Çünkü ondan belirli bir meblâðý

aldým.» dese, bu ikrarý geçersizdir. Çünkü ikrar sýrasýnda mevcut olmayan hakkýný be-lirli bir

meblâð karþýlýðýnda satmýþtýr. O halde, fakihlerin, «Vakfýn geli-rinin kendisinin deðil, bir baþkasýnýn

istihkaký olduðunu ikrar etse, ikra-rý geçerlidir ve hakký düþer.» ve «Bir kimse vakfýn gelirini

baþkasýna ver-se... bu ikrarý geçerli olmaz.» ifadelerinin mutlak manasý yukarýdaki me-seleyi ibtal

eder. Zira ivazla ikrar, muâvezedir.» Özetle.

Hassâr da þöyle der: «Bir kimse tarlasýný Zeyd´e, sonra da fakirlere vakfetse, Zeyd, «Evet, tarlasýný

bana ve þu adama vakfetti.» dese, o adam hayatta olduðu sürece vakfýn gelirine ortak olur. Eðer

Zeyd ölürse, va-kýf fakirlere geçer. Eðer lehine ikrar yapýlan ölürse, Zeyd hayatta ise, Zeyd´in ikrar

ettiði mülkün yarýsý fakirlerin olur. Yarýsý da Zeyd´indir. Eðer Zeyd de ölürse, gelirin hepsi fakirlerin

olur. Adam Zeyd´e vakfetse, Zeyd de, «Benim deðil, þu adamýndýr.» dese, Zeyd hayatta olduðu

süre-ce vakfýn gelirinin hepsi o adamýndýr. Zeyd ölürse gelirin hepsi fakirle-rindir. Zeyd onlarý tasdik

etmez. Zeyd ancak hayatta olduðu sürece ken-di hakkýnýn ibtalini tasdik eder.» Özetle.

Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre hakla ilgili tasdik, ikrar edenin ölümü ile bâtýl olur. Çünkü ikrarda

bulunanýn ölümünden sonra gelenlere za-rarý dokunur. Ama tasdik lehine ikrar yapýlanýn ölümü ile

ibtal edilmez. Çünkü ikrar edenin kendi nefsi üzerine ikrarý ile amel edilir. Burada bir mesele kaldý

ki, meselâ üç kardeþ gibi bir topluluk, «Þu þey eþit ola-rak bizim üzerimize vakfedilmiþtir.» diye

ikrar etseler, Zeyd´in de kendilerinden olduðunda birbirlerini doðrulasalar, Zeyd, o vakfýn gelirinin

yarýsýna hak kazanýr. Eðer Zeyd ölürse, doðrulama devam eder. Eðer ikrarda bulunanlardan ikisi

ölürse, doðrulama bâtýl olur. Biri ölürse, yalnýz onun hissesinde doðrulama bâtýl olur. Bizim

zamanýmýzda çok vaki olan meselelerden birisi de vakfa bakan kimse hakkýndaki doðrulama-dýr.

Bunun butlanýný gerektiren sebeb de, vakfýn nazýrý veya onu tasdik edenlerden birisinin ölümüdür.

O zaman, vakfa yön verilmesi hâkime düþer.

«Müftinin fetvasýna dayanarak ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Bir kimse, fetvaya ehil olmayan

birisinin fetvasýyla üç talâkýnýn vaki olduðunu zannederek yazýcýya boþanma senedinin yazýlmasýný

emretse, o da yazsa, sonra bir âlim onun talâkýnýn vaki olmadýðýna fetva verse, a adam karýsýna

dönebilir. Þu kadarý var ki ,senet mevcut olduðundan, hâ-kim onu tasdik etmez.» Sâyýhânî.

«Gerçekleþmesi mümkün olmayan birþeyle ilh...» Yani, her iki eli de saðlam olduðu halde ona

kesilmiþ elinin ersi olarak beþyüz dirhem ikrar edilmiþ olsa, ona hiçbir þey gerekmez. Nitekim


Tatarhâniye´nin hi-le bahsinde de böyledir. Ýþte bu görüþ üzerine ben, varislerden birisine þer´î

farizeden fazla birþey ikrar edilmiþ olsa, bu ikrarýn butlanýna fet-va verdim. Çünkü þer´an mümkün

deðildir. Ancak mümkün olmayan þeyin her yönüyle muhal olmasý gerekir. Eðer her yönüyle muhal

ol-mazsa, meselâ, «Þu çocuðun benim üzerimde karz olarak verdiði bin dirhem parasý vardýr.» veya

«Bana sattýðý mebîin semeninden bin dir-hemi vardýr.» diye ikrarda bulunsa, bu ikrar geçerlidir.

Nitekim Eþbâh´ ta geçmiþtir.

«Borcu ikrar ilh» Musannýf burada, «Borçtan ibradan sonra» ile kay-detmesinin sebebi, zira genel

ibradan sonra bu ibra maldan ibrayý do içine alýyorsa da bir ayný ikrar etmek geçerlidir. Nitekim bu,

Eþbâh´ta açýklýkla zikredilmiþtir. Aradaki fark, Þurunbulâlî´nin umumî ibra hakkýn-daki risalesinde

açýklanmýþtýr.

«Kadýnýn mehir ikrarý ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: Muhit-te þöyle denilir: «Kadýn mehrini

kocasýna hibe ettikten sonra kocasý,. «Karýmýn benim üzerimde þu kadar mehri olduðuna þahit

olun.» dese, Fakih´e göre tercih edilen görüþ erkeðin ikrarýnýn caiz olmasýdýr. Ka-dýn kabul ettiði

takdirde de ikrarda zikrettiði meblâðý kadýna ödeme-si gerekir. Çünkü kadýn kabul etmeden mehrin

fazlasýný vermesi geçerli deðildir. Ama en uygunu bu ikrarýn geçerli olmamasýdýr. Ziyadeyi

kasdetmeden ziyade kýlýnmaz.»

Hamevî´de de þöyle denilir: «Adam falan kimsenin kendisini þu da-vadan ibra ettiðine dair delil

getirse, sonra davacý ikinci defa olarak, kendisinin ibrasýndan sonra davalýnýn kendisine bir mal

ikrarýnda bulun-duðunu iddia etse, eðer davalý, «O beni ibra etti, ben de kabul ettim.» der, davacý

da, «Ben onu tasdik ettim.» derse, ikrar davasýndan def geçerli olmaz. Ama onu tasdik etmezse,

ikrar davasýndan def ge-çerli olur. Çünkü red ihtimali bulunmaktadýr. Zira ibra, reddetmekle

reddolunur. Ýkrar ettiði mal da davalýnýn üzerinde kalýr. Ama tasdik etmesi bunun aksinedir. Zira

kabulden sonra red ile ibra reddolunmaz.» Câmiü´l-Fusûleyn.

Þu kadarý var ki, Hamevî´den nakledilen doðru olmakla birlikte, bu-rada söz deynden ibra

hakkýndadýr. Hamevî´den nakledilen mesele ise, davadan ibradýr.

Tatarhâniye´nin yirmidördüncü faslýnda þöyle denilir: «Adam, «Benim senin üzerinde olandan seni

ibra ettim.» dese lehine ikrar yapýlanda, «Senin benim üzerimde bin dirhemin vardý, ben onu sadaka

olarak ver-dim» dese istihsan deliline göre bu borçtan kurtulmuþ olur. Ama, «Be-nim þu konakta

hakkým yoktur.» dese, diðeri de, «Altýda biri senin idi, ben senden satýn aldým.» dese, ikrarda

bulunan, «Ben onu satmadým.» dese, konaðýn altýnda biri onundur. Ama, «Ben þu konaktaki bütün

hak-larýmdan çýktým.» dese, veya «Konaktaki hakkýmdan senin için beri ol-dum.» veya «Konaktaki

hakkýmý sana ikrar ettim.» dese, diðeri de, «Ben o konaktaki hakkýmý senden satýn aldým.» dese,

ikrar eden, «Ben senden onun semenini kabzetmedim.» dese, semeni ondan alýr.

Yine Tatarhâniye´de, Ýtâbiye´den naklen þöyle denilir: «Adam, «Be-nim için hiçbir hak yoktur.» dese,

bazý âlimlere göre her ayýp ve borç-tan kurtulmuþ olur. Bu görüþe göre, eðer adam, «Falan kimse

benim on-da olan her hakkýmdan beridir.» dese, zamin olduðu herþeyle birlikte emânet de bu ibraya

girer. Ama, «O, kendisinde olan alacaðýmdan beri-dir.» dese, yanýnda emaneten bulunanlar deðil,

zamin olduðu þeyler ib-raya, dahil olur. Ama, «O, kendisinin yanýnda olan herþeyimden beridir.»

dese, aslý emânet olan herþeyden beridir. Fakat zamin olduðu þeylerden berî olmaz. Ýkrar eden bu

ibrasýndan sonra bir hak taleb eder ve delil ikâme ederse, bakýlýr: Eðer beraetten sonra bir tarih

kaydetmiþse, dava-sý dinlenir, delili de kabul edilir. Eðer herhangi bir tarih kaydetmemiþse, kýyas,

davasýnýn dinlenmesidir. Bu talebi, beraetten sonra ortaya çýkan bir hakla yorumlanýr, istihsana

göre ise, delili kabul edilmez.»

«Feteva´sýnda zikretmiþtir ilh...» Musannýfýn Fetvâ´sýndaki ifadesi þöyledir: «Ýki kiþi arasýnda umumî

bir ibra cereyanýndan sonra, onlardan birisi diðerinin kendisi üzerinde muayyen bir meblâðý

olduðunu ikrar et-se, bu meblâðý vermesi gerekir mi, gerekmez mi? Eðer borçtan ibradan sonra

borcu ikrar etmiþse, hiçbir þey gerekmez. Nitekim Tatarhâhiye´den naklen Fevâid-i Zeyniye´de de

böyledir. Ama umumî ibradan sonra ye-ni bir sebebden dolayý bir alacak iddia ederse, borçlu da bu

borcu ik-rar ederse, vermesi gerekir.» Bu hususta Gânim-i Baðdâdî´nin Ýkrar-u Taâruzý´l-Beyyinât

bahsine bakýnýz.

«Yeni bir sebeble takyid edilmesinin faydasý ilh...» Yani yeni bir sebeble takyidin gereði borcu

ikrarý, «Beni ibra ettiði borç benim zimmetimde devam etmektedir.» þeklinde olursa vardýr.

Bununla, geçen borç ib-rasýndan sonra borç ikrarý meselesi arasýndaki fark nedir? Bir kimsenin

borç ibrasýndan sonra borç ikrar etmesi, «Falan kimsenin ibradan sonra benim üzerinde þu kadar

meblâðý vardýr.» demesidir ki, bu ikrar bâtýldýr. Çünkü bu muhaldir. Burada ise, yeni bir sebepten

dolayý, umumî ibradan sonra, borç ikrar etmektir ki, o sebeble ödemesi gerekir.


«Birinci mesele ilh...» Yani borçtan ibradan sonra borcu ikrar et­mek meselesi gibi.

«Mehr-i mislini ikrar etse ilh...» Musannýf burada mehr-i misil ile kaydetmiþtir. Çünkü ikrar mehr-i

misilden fazla olursa geçerli olmaz.

«Varisleri kadýnýn kocasýna saðlýðýnda iken mehrini hibe ettiðini iddia ederek delil ikâme etseler,

delilleri geçersiz olur ilh...» yani varisleri kadýnýn kocasýnýn hasta olmazdan önce, kalan mehrini

hibe ettiðini id-dia etseler ve delil ikâme etseler, bu delilleri kabul edilmez. Bu söz sa-rihin,

«Hibeden sonra ikrar bâtýldýr.» sözüne aykýrý deðildir. Çünkü, ko-casýnýn kadýný bir talâkla

boþadýktan sonra zikredilen mehirle yeniden evlenmesi ihtimalini taþýr. Bazý âlimler tarafýndan

böyle denilmiþtir.

«Parasýný da almýþtým dese ilh.,.» Müntekâ´da þöyle denilmiþtir: «Ölüm hastalýðý sýrasýnda, «Ben þu

köleyi hasta olmazdan önce falan kimseye satarak parasýný aldým.» diye ikrar etse, onun ikrar

ettiðini müþ-teri de iddia etse, ikrar eden satýþta tasdik edilir, semenin kabzýnda ise ancak malýnýn

üçte biri kadarýnda tasdik edilir.» Ýþte nazmýn meselesi de budur.

«Fakihler görüþ ayrýlýðýna düþmüþtür ilh...» Makdisî þöyle der: «Ýmam, Muhammed, «Bir kimse,

«Falan kimsenin benim üzerimde þu kadar pa-rasý vardýr ama sen haber verme.» demesi ikrardýr»

demiþtir. Serahsî de, bu meselede iki rivayet olduðunu zikretmiþtir. Sâyýhânî.

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:56:16
SULH KÝTABI

METÝN


Sulh ile ikrar arasýndaki münasebet þudur: Ýki kiþi arasýndaki bir meselede taraflardan birinin ikrar

edecek yerde inkâr etmesi husûmete sebep olur. Husûmet ise sulhu gerektirir.

Sulh sözlükte, lügâtta karþýlýklý anlaþma anlamýna gelir. Þeriatta ise, taraflar arasýndaki nizaý

(anlaþmazlýðý) kaldýran, husûmeti sona erdiren akde denir.

Sulhun rüknü icabtýr. Eðer sulh bedeli tayin edilebilen cinsten bir-þey olursa bunun kabulü de

sulhun rüknü olur. Sulh bedeli dirhem gibi tayin edilemeyen birþey olursa sulh kabulsüz de

tamamlanýr. Ýnâye.

Sulhun þartý akýldýr. Sulhta hürriyet ve bulûð þart deðildir. Öyleyse acýk bir zarardan âri olmak

þartýyla ticarete izinli bir çocuðun sulhu ve bir menfaat olmasý kaydýyla izinli olan köle ile mükâtebe

yapýlmýþ kölenin yaptýklarý sulh geçerlidir.

Sulhun þartlarýndan biri de kabzý gerektiren sulh bedelinin belirli ol-masýdýr. Sulhun bir diðer þartý

da dava konusunun mal ile karþýlanmasý caiz olan sabit bir hak olmasýdýr. Sulh konusundaki hak

mal cinsinden deðil, kýsas ve tazir gibi haklar olursa ister malûm, ister meçhul olsun sulh geçerlidir.

Þuf´a hakký, kâzif haddi, nefis kefaleti gibi ivazý caiz olmayan ko-nularda sulh yapmak geçerli

deðildir. Çünkü sulh ile þuf´a ve nefis ke-faleti, hakký bâtýl olur. Kâzifde de yine böyledir. Hâkime

gidilmeden sulh anlaþmasý yapýlýrsa, sulh bâtýl ve had sakýt olur.

Dava hâkime götürülsün veya götürülmesin zina ve içki hadleri sulhle mutlaka düþmez.

Dava konusu dirhem ve dinar gibi tayinle muayyen olmayan cinsten ise, davalýnýn sulhu taleb

etmesi ve davacýnýn kabul etmesi ile sulh tamam olur. Ayrýca davalýnýn, «Kabul ettim» demesine

ihtiyaç yoktur. Da-valýnýn sulhu taleb etmesi yeterlidir. Çünkü sulh dava konusu olan þe-yin bir

kýsmýný düþürmektir. Bu iskât ise düþürücü ile düþer.

Eðer dava konusu tayinle muayyen olabilecek cinsten ise, yapýlan sulh satýþ gibi olacaðýndan

davalýnýn kabul etmesi gerekir. Bahýr.

ÝZAH

«Mutlaka ilh...» Yani ister tayinle muayyen olan cinsten olsun ister olmasýn.

«Kabulsüz de ilh...» Çünkü sulh, dava konusunun bir kýsmýný düþür-mektir. Açýklamasý yakýnda

gelecektir.

«Sulhun þartlarýndan biri de ilh...» Bedelinin kabzedilmesidir. Eðer sulh bedeli ödünç olursa ödünç

ile olur. Eðer borç deðilse kabul edil-mez. Bu bahis kitabýn sonunda, «Çeþitli meseleler»

konusunda gelecek-tir. Oraya bakýnýz. Bu mesele Dürer´de bu konuda açýklanmýþtýr.

«Bir çocuðun sulhu ilh...» Çocuðun yerine bir baþkasýnýn sulh yap-masý da geçerlidir. Meselâ, bir

kimsenin çocuðun evinde hak iddia et-mesi ve delil (þahit) getirmesi halinde çocuk yerine babasý

davacý ile sulh yapabilir.

«Bir menfaat olmasý kaydýyla ilh...» Musannif bu sözün yerine, «Açýk bir zarar olmamasý kaydýyla»

deseydi daha uygun olurdu. Çünkü bu ifa-de, «zarar ve menfaat olmayan» veya «zarar olsa bile açýk

olmayan» ma-nalarýný da kapsamýna alýrdý. T.

«Malum olmasý ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn de, Mebsut´a dayanýlarak sulhun beþ þekilde yapýlacaðý

söylenmektedir:

1 - Sulh altýn, gümüþ veya normal para üzerine yapýlýyorsa, mik-tarý tayin edilmelidir.

2 - Sulh taþýnma ve zahmet gerektirmeyen buðday veya ölçülecek, tartýlacak birþey üzerine

yapýlýyorsa, yine miktarý tayin ve vasfý beyan edilmelidir. Çünkü mal iyi kalite olabileceði gibi orta ve

düþük kalitede de olabilir.

3 - Sulh taþýnma ve zahmet gerektiren cinsten tartýlacak ve ölçülecek bir þey üzerine yapýlýyorsa,

miktar ve sýfatý tesbit edilmelidir. Ebû Hanîfe´ye göre, selemde olduðu gibi teslim yeri de tayin

edilmelidir.

4 - Sulh bir kumaþ üzerine yapýlýyorsa ölçüsü, vasfý ve teslim zamaný tayin edilmelidir. Çünkü

kumaþ borçla alýnamaz, ancak peþin olarak alýnýr. Ancak kumaþ üzerine selem yapýlmýþ ise borç

olabilir. Çünkü selemde tecil olduðu bellidir.

5 - Sulh bir hayvan üzerine yapýlýyorsa, ancak hayvanýn bizzat tayin edilmesiyle caizdir. Zira sulh


ticarettendir, hayvan ise borca verilemez.

«Kabzý gerektiren ilh...» Kabzý gerektirmeyen mal bunun aksinedir. Meselâ, bir kimse diðer birinin

evinde hakký olduðunu iddia etse, buna karþýlýk ev sahibi de davacýnýn elinde bulunan bir toprak

üzerinde hale iddia etse, taraflarýn karþýlýklý olarak davalarýnýn terki üzerine sulh yap-malarý caizdir.

«Tazir ilh...» Kul hakký olursa. H.

«Meçhul olursa ilh...» Teslimi gerektirmeyen birþeyde olmak þartýy-la. Fakat davalýnýn teslim

etmesini gerektiren þey bunun aksinedir.

Câmiü´l-Fusûleyn´de bu hususta þöyle denmektedir: «Birisi diðeri üzerinde belirli bir malýnýn

olduðunu iddia etse, sonra bin dirhem üzerine sulh yaparak bunu alsa ve davalýyý bütün

davalarýndan umumî ve geçer-li bir þekilde ibra etmiþ olsa, bunu da hazýrlamýþ olduklarý senedin

so-nunda zikrederse, bu sulh geçerli deðildir. Çünkü dava konusu olan ma-lýn miktarýný tayin

etmemiþtir. Bu sulhun ivaz karþýlýðýnda mý; hakkýný dü-þürerek mi; yoksa sarf akdi yoluyla mý -ki bu

sonuncusunda sulh mecli-sinde karþýlýklý alýp vermek þarttýr- yapýldýðýnýn bilinmesi için malýn

mik-tarý tayin edilmelidir. Halbuki yapýlan sulhta sulh bedeli zikredildiði hal-de sulh meclisinden söz

edilmemiþtir. Sulh meclisinin zikredildiði ihti-mali olsa bile sulhun sýhhatine hükmetmek mümkün

deðildir. Ýbraya gelince, bu umumî bir þekilde olmuþtur. Bundan sonra davacýnýn herhangi birþey

iddia etmesi halinde davasý kabul edilmez. Davasýnýn kabul edil-memesi yaptýðý sulhtan dolayý

deðil, ettiði umumî ibradan dolayýdýr.»

Bu konu istihkak bahsinde açýk bir þekilde geçmiþtir. Bizim, «Ayýp-lý bir malýn satýþýnýn

muhayyerliði» bahsinin sonunda Fetih´ten naklen yazdýklarýmýza bakýnýz.

«Þuf´a hakký ilh...» Þuf´a hakký, birþey üzerinde talebte bulunabilme hakkýna sahip olmaktýr. Þuf´ayý

teslim etmenin de bir kýymeti yoktur. Öy-leyse onun karþýlýðýnda mal alýnmasý da caiz deðildir.

«Nefis kefaleti ilh...» Bu, iki rivayetten birisidir. Fetva da bununla verilir. Þurunbulâlîye´nin

Suðra´dan naklettiði gibi.

«Þuf´a hakký»nýn butlanýna gelince, Þurunbulâlîye´nin Suðra´dan ri-vayet ettiði gibi bu tek rivayettir.

«Hâkime ilh...» Bu ifade sulh ile kâzif had .cezasýnýn aslýndan ibtal edildiðini, gösteriyor.

Þurunbulâlîye´de, Kâdýhân´dan nakledilen de budur. Zira onda, «Dava hâkime götürülmeden sulh

yapýlmýþsa sulh bâtýl, had sakýt olur. Sulh, dava, hâkime götürüldükten sonra yapýlmýþ ise kâzif

haddi bâtýl olmaz. Had bahsinde geçtiði gibi bir had ancak hak sahi-binin affý ile düþebilir. Hak

sahibi affettikten sonra yeniden had talebin-de bulunsa bile had düþmüþtür. Çünkü aftan sonra

taleb hakký yoktur.» denilmiþtir.

Haniye´de gecen ifade ise, henüz af taleb etmediðine hamledilir.

«Mutlaka ilh...» Sulh, ister dava hâkime götürülmeden, ister hâkime götürüldükten sonra yapýlsýn

sonuç deðiþmez.

«Hakký düþürücü ile tamamlanýr ilh...» Bu kabul etmenin þart ol-madýðý gibi taleb etmenin de þart

olmadýðýný ifade eder. T.

METÝN

Sulhun üzerine tereddüb eden hüküm, davalýnýn davadan berî ol-masý, davacýnýn sulh olunan

meblâða, davalýnýn da dava konusu meblâðý ikrar etmiþse, zimmetine kalana mâlik olmasýdýr.

Davalýnýn dava konusu olan nesneyi ikrar, sükût ve inkâr etmesi hallerinde yapýlan sulh sahih olur.

Ýkrar ile yapýlan sulhun hükmü, mal davasýndan mal üzerine olursa satým akdi gibidir. Þuf´a hakký,

ayýp, görme ve þart muhâyyerliði benzeri hükümler satým akdinde cari olduðu gibi ikrar üzere

yapýlan bu sulhta da caridir.

Sulh bedelinin bilinmemesi sulhu fâsid kýlar. Çünkü davalýnýn sulh bedelini teslime muktedir olmasý

þarttýr. Fakat sulh konusu olan malýn bilinmemesi sulhu fasid kýlmaz. Çünkü sulh dava konusu olan

þeyin dü-þürülmesi demektir.

Davacý aldýðý sulh bedelinden dava konusu malda bir baþkasýnýn hakký olan kýsmý kadarýný geri

verir. Eðer baþkasýnýn hakký bütün sulh be-delini kapsýyorsa, hepsini; bir kýsmýný kapsýyorsa, yalnýz

o kýsmý, geri ve-rir. Davacý, sulh bedelinden baþkasýnýn hakký için geri verdiði miktarý olmak üzere

dava konusu maldaki hissesine rücû eder. Çünkü sulh akdi ivazlý bir akiddir. ivazlý akidlerin hükmü

de böyledir.

Sulh, mal davasýndan bir kölenin zimmeti veya bir evde oturmak gibi menfaatler üzerine yapýlýrsa,


sulhun hükmü icare gibidir. Bu sulhta eðer vakit tayinine ihtiyaç varsa, vakti tayin etmek´ þarttýr.

Sulh eðer kumaþ boyamak gibi vakit tayini gerektirmeyen birþey üzerine yapýlmýþsa süre beyaný

þart kýlýnmaz.

Sulh, birþeyin menfaati davasýndan bir mal üzerine veya birþeyin menfaati iddiasýndan baþka

birþeyin menfaati üzerine yapýlýrsa, taraf-lardan birinin ölümü veya sulh mahallinin tayin edilen süre

içinde helak olmasý ile bâtýl olur. Ýbni Kemal. Çünkü bu sulhun hükmü icare gibidir.

Susma veya inkâr ile yapýlan sulh, davacý hakkýnda, aldýðý sulh be-deli kendi zannýna göre hakkýnýn

karþýlýðý olduðu için bir ivazlý akiddir. Davalý hakkýnda ise anlaþmazlýða son vermek ve yemini feda

etmektir. Çünkü sulh olmasa kendisine yemin gerekir ve anlaþmazlýk devam eder.

Buna göre, bir ev hakkýndaki davadan ötürü davalýnýn susma veya inkârý ile yapýlan sulhta davacý

þuf´a hakký kazanamaz. Lâkin bu me-selede þuf´a hakkýný kullanan- davacý yerine geçerek, davalý

ister inkâr ister sükût etsin, davasýný isbat etme hakkýna sahiptir. Ancak davacýnýn da delili olursa

þuf´a hakkýný kullanan onu da davalýnýn üzerine ikâme ederek eve ortak olur. Çünkü delilinin

ikâmesi ile sulh satým akdi gibi olur. Eðer delili yoksa davalýya yemin teklif eder. Davalý yeminden

ka-çýnýrsa yine evi þuf´a ile alýr. Þurunbulâlîye.

Dava konusu malýn -davalý ister ikrar, ister sükût veya inkâr et-sin- karþýlýðýnda bir ev üzerine sulh

yapýlýrsa, o evde þuf´a vacib olur. Davacý o evi zannýna göre kendi malýnýn ivazý olarak aldýðýndan

þefi´ ken-dini sorumlu tutar.

Dava konusu olan malýn bir kýsmý baþkasý tarafýndan hakedilirse, da-vacý aldýðý sulh bedelinden

onun hissesini çýkararak iade eder. Fakat bu defa hak sahibine rücü eder ve onunla davalaþýr.

Çünkü maksadýna ula-þamamýþ, asýl davalý ile de davasý kapanmýþtýr. Zira asýl davalý husûme-tini

defetmek ve iddia ettiði nesnenin elinde husûmetsiz olarak kalmasý için sulh bedeli vermiþtir. Bu

sebeple davacý maksadýna ulaþmak için hak sahibine rücü eder.

Eðer sulh bedelinin tamamýný veya bir kýsmýný hak eden çýkarsa o zaman davacý, tamamýnda veya

bir kýsmýnda davasýna döner. Eðer yap-týklarý sulh satým akdi lafzýyla yapýlmamýþ ise, dava ile deðil,

iddia ettiðiyle döner. Çünkü davalýnýn satýþ yoluna gitmesi, davacýnýn mülkü ol-duðunu inkâr

etmesidir.

Davacýya tesliminden önce sulh bedelinin tamamýnýn veya bir kýs-mýnýn helak olmasý, her iki fasýlda

da -Yani ister ikrar ile, ister sükût veya inkâr ile olsun- sulh bedelinin istihkaký gibidir. Bu da, eðer

sulh bedeli tayin olunabilen cinsten ise böyledir. Eðer sulh bedeli tayin olu-nabilen bir cinsten

deðilse, sulh ibtal edilmez. Davacý sulh bedelinin misliyle davalýya döner.

ÝZAH

«Sulhun hükmü ilh...» Bahir kitabýnda yazýldýðýna göre sulhun hük-mü, davalý ister ikrar, ister inkâr

etsin, sulh bedelinin davacýnýn mülkü olmasýdýr. Eðer mal gibi temlik ihtimali varsa ve davalý da onu

ikrar ediyorsa dava konusu olan nesnenin de davalýnýn mülkü olmasýdýr. Eðer temlik ihtimali yoksa

-kýsas gibi-, o zaman sulhun hükmü mutlak inkârda olduðu gibi beraatýn vaki olmasýdýr.

«Bey gibidir ilh...» O zaman bu sulhta satým akdi bey´ hükümleri uygulanýr. Bakýlýr: Eðer sulh, dava

konusu malýn cinsinin aksi üzerine yapýlýrsa, bu sulh, alým ve satým oiur. Burada zikredildiði gibi.

Eðer ya-pýlan sulh dava konusu þeyin cinsi üzerine yapýlmýþsa, dava konusun-dan da az ise, o

zaman hakkýnýn bir kýsmýnýn düþmesi ve ibrasý demektir. Eðer aldýðý sulh bedeli iddia ettiðinin misli

ise, o zaman kabz ve tam olarak ifadýr. Eðer alýnan dava konusundan çok ise. o zaman fazlalýk ve

ribâ olur. Remli, Zeylâî´den

Bahýr´da þöyle deniliyor: «Ýki mesele müstesna, eðer yapýlan sulh dava konusunun cinsinden baþka

bir þey üzerine yapýlýrsa, satým akdi sayýlýr.» Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

«Bu sulhta da câridir ilh...» O zaman sulh bedelini ve dava konu-sunu kapsamýna alýr. Hatta, bir ev

davasýnda baþka bir ev üzerine sulh yapýlmýþ olsa, sulh bedeli olan evde þuf´a vâcib olur. T.

«Zira sulh ivazlý bir akittir. Ývazlý akdin gereði ise, semene hak ka-zandýðý zaman, semen misli

þeylerdense misliyle, yahut kýyemî þeylerdense kýymetiyle rücû eder. Akit fasit olmaz. »

BÝR UYGULAMA MESELESÝ:


Bezzâziyye´de ve Nazmü´l-Fýkýh adlý eserlerde þöyle denilmiþtir: «Bi-risi bir baþkasýnýn evinde bir

hýrsýz yakalasa ve onu mal sahibine gö-türmek istese, hýrsýz kendisini ev sahibine götürmemesi

için yakalaya-na bir miktar mal verse, böyle bir sulh sözleþmesi bâtýldýr. Alýnan sulh bedeli hýrsýza

geri verilir. Çünkü burada hak, hýrsýzý yakalayanýn deðildir. Eðer sulh hýrsýz ile ev sahibi arasýnda


yapýlýrsa, mal sahibi sulh bede-lini alarak husûmetten kurtulur. Hýrsýzlýk haddi, husûmetsiz sabit

olmaz. Bu konuda yapýlacak sulh da geçerlidir.

Yine Bezzâziyye´de, «Birisi hýrsýzlýkla itham edilerek hapsedilse ve sulh yapsa, eðer kork.u

sebebiyle sulha razý olduðu zannedilse bakýlýr: Eðer hýrsýzý vali hapsetmiþse, sulh davasý geçerlidir.

Zira valiler genel-likle zulmen hapsederler. Eðer hýrsýzý hâkim hapsetmiþse, sulh geçerli deðildir.

Zira hâkim genellikle haklý olarak hapseder, kimseyi zulmen hapsetmez.» denilmiþtir.

«Eðer vakit tayinine ihtiyaç varsa ilh...» Bir evde oturmak gibi.

«Sulh, birþeyin menfaati davasýndan mal üzerine ilh...» Yani, bir menfaati iddia ettikten sonra bir

mal üzerine sulh yapmak geçerlidir. Meselâ birisi, kendi su yolunun komþusunun evinden geçtiðini

veya ken-di çatýsýnýn kuyunun komþusunun çatýsýndan geçeceðini veya bir nehir-de sulama hakký

olduðunu iddia etse, davalý ister ikrar, ister inkâr et-sin, belirli bir mal üzerine sulh yapmalarý

caizdir. Kûhistanî´de olduðu gibi. Alâî, Þerh-i Mültekâ. Hâmiþ´te de böyledir.

«Birþeyin menfaati iddiasýndan baþka birþeyin menfaati üzerine ilh...» Meselâ, bir evde oturma

hakký karþýlýðýnda bir kölenin hizmeti üzerine yapýlan sulh gibi.

«Taraflardan birisinin ölümü ilh...» Eðer akdi kendi adýna yapmýþsa. Bahýr.

«Mahallinin, tayin edilen süre içinde helak olmasý ile ilh...» Yani yararlanma süresi dolmadan önce,

Bu meselenin tamamý Bahýr´dadýr.

«Davacý hakkýnda ivazlý akittir ilh...» Bir miktar para iddiasýndan sonra para üzerine yapýlan sulh,

sulh bedelini kabzdan önce ayrýlmalarý halinde bâtýl olur. Bahýr.

«Bir ev hakkýndaki davadan ötürü ilh...» Meselâ bir kimse bir baþka-sýnda evi olduðunu iddia etse,

o da sükût veya inkâr etse, sonra birþey karþýlýðý sulh yapýlsa, o evde þuf´a gerekmez. Çünkü davalý

kendi zanný üzerine bu sulh ile dava konusu olan evin mülkiyetini almýþ sayýlýr. Da-vacýnýn

husûmetini de defetmiþtir. Davalý o evi satýn almadýðý için þuf´a hakký gerekmez. Davacýnýn iddiasý

da satýn almayý göstermez. Minhâ.

Ýki kiþi, bir baþkasýnýn elindeki topraðýn kendilerine babalarýndan miras olarak intikal ettiðini iddia

etseler, topraðý kullanan kimse bu id-diayý inkâr etse, sonra iki davacýdan birisi yüz lira üzerine sulh

yapsa, diðer davacý bu yüz liraya ortak deðildir. Çünkü bu sulh, davacýnýn zannýna göre ivazlý akit,

davalýnýn zannýna göre de yeminden vazgeçiþtir. Her yönüyle ivazlý akit deðildir. Þüphe sebebiyle

diðer ortak için ortak-lýk hakký sabit olmaz. Ebî ... den(1) rivayete göre, alýnan sulh bedeline diðeri

de ortak olur. Haniye.

«O evde þuf´a vacib olur ilh...» Bir ev üzerine sulh yapýlýrsa o evde þuf´a hakký sabit olur.

«Onunla davalaþýr ilh...» Eðer dava konusu tayinle muayyen olan bir cinsten ise davalý döner. Eðer

tayin ile muayyen olmayan bir cinsten ise -ki dava konusunun cinsindendir- o zaman hak edilenin

misliyle döner ve sulh da bâtýl olmaz. Meselâ, birisi diðerinde bin lirasý olduðu-nu iddia etse, yüz

lira üzerine sulh yaparak alsa, bu yüz lira bir baþka-sýnýn istihkaký ise davalýya yüz lira ile döner. Bu

sulh ister ikrardan ön-ce, ister sonra olsun. Aldýðý yüz lira kalb çýkarsa, nasýl dönme hakkýna

sahipse bunda da öyledir. Ama sulh bedeli dava konusunun cinsinden deðilse, meselâ, dirhem

iddia ettikten sonra dinar üzerine sulh yapmasý gibi, davacý ile davalý birbirlerinden ayrýldýktan

sonra sulh ibtal edilir. Eðer birbirlerinden ayrýlmadan önce baþka birisinin istihkaký olduðu

çý-karsa, davacý misli ile rücu eder. Sulh da bâtýl olmaz. Bahýr.

«Dâvaya döner ilh...» Eþbâh´m Câmiü´l-Kebir´den naklettiði gibi. Da-va konusu kýsas, nikâh, köle

azadý ve muhâlea gibi nakzý kabul etme-yen cinsten ise, o zaman, davacý davalýya sulh bedelinin

kýymeti ile dö-ner ve onu alýr. Bu konuda sözün tamamý Hâmevî´nin hâþiyesindedir.

«Davalýnýn anlaþma yapmaya yönelmesi ilh...» Davacýnýn mülkiyetini ikrardýr. Ama sulh bunun

aksinedir. Sulh bazen yalnýz husûmeti def için yapýldýðýndan, sulh kelimesiyle yapýlan sulhta,

mülkiyetini ikrar ettiðine delâlet edecek herhangi bir þey bulunmaz.

«Sulh bedelinin istihkaký gibidir ilh...» Ya dava ile veya dava ettiði ile rücû eder. Dürr-ü Müntekâ.

Hâmiþ´te de böyledir.

METÝN

Dava edilen þeyin bir kýsmý üzerine sulh yapýlmasý geçerli olmaz. Çünkü sulh bedeli olarak

kabzedilen, iddia edilen hakkýn ayný, geri ka-landan da ibradýr. Ayandan ibra etmek ise bâtýldýr. Bu

borçta olur. Nitekim yakýnda gelecektir.

Birisi bir baþkasýndan bir ev iddia ettikten sonra o evin muayyen bir kýsmý üzerine sulh yapmalarý


geçerli olmaz. Fakat iddia ettiðinden baþka bir evin muayyen bir kýsmý üzerine sulh yapmalarý

geçerlidir. Kûhistânî.

Bu çeþit sulhu sýhhatli kýlmanýn hilesi, Musannýfýn, «birþeyi açtýr-mak» sözüyle zikrettiði mefhumla

olur. Meselâ, sulh bedeline bir miktar kumaþ ve dirhem ilâvesiyle sulh geçerli olur. Bu ilâve edilen

nesne, davacýnýn geri kalan hakkýnýn ivazý olur.

Bu sulhu geçerli hale getirmenin bir baþka yolu da sulha geri kalan davasýndan ibrasýný ilhak

etmektir. Lâkin zahiri rivayete göre, ister ilâ-ve yapýlsýn ister yapýlmasýn böyle bir sulh mutlaka

geçerlidir. Þurunbulâlîye. Ýhtiyâr´da da bu sulhun sýhhati üzerinde durulmuþtur. Bu sulhun sýhhati

meselesi Azmiye´de. Bezzâziyye´ye. isnad edilmiþtir.

Þeyhülislâm´n, Celâliye adlý kitabýnda, «Metinde geçen ibare Ýbni Sema´nýn rivayetidir.» denilmiþtir.

Fakihlerin, «Ayandan ibra etmek bâtýldýr.» sözünün manasý, «Ayan davasýndan ibra bâtýldýr.»

demektir. Yani ayan davalýya mülk olamaz. Davacýnýn bu ayaný fýrsat bulursa almasý helâldir. Lâkin

mahkemede da-vasý kabul edilmez.

Ödünç paranýn bir kýsmý üzerine sulh yapmak geçerlidir. Davalý, hak-kýn geri kalan kýsmýndan da

diyanetten deðil, hükmen beri olur. Bun-dan ötürü davacýnýn fýrsat bulduðu takdirde almasý

geçerlidir. Kûhistânî. Bu konunun tamamý Eþbâh´ýn «Borcun hükümleri» faslýndadýr. Ben bu-nu

mültekâ þerhinde de araþtýrdým.

ÝZAH

«Bir kýsmý üzerine ilh...» Eðer mal mevcutsa. Helak olan malýn hük-mü ise, metin sahibinin, «Helak

olan gasbedilmiþ þey üzerinde sulh» bah-sinde gelecektir. Kûhistânî. Çünkü davacý bu sulhla

hakkýnýn bir kýsmý-ný almýþ, geri kalanýndan da ibra etmiþtir. Ayandan, ibra ise bâtýldýr. Medenî.

«Bakî kalan davasýndan ibrasýný ilh...» Burada, «ibra»yý «dava» ile kayýtlamasýndan maksat, birþeyin

aynýndan ibra etmenin geçerli olma-dýðýný anlatmaktýr. Mebsut´ta da böyledir.

Ýbni Melek bu konuda, «Davalýyý bakî kalan davasýndan ibra için, «Ben o davadan beri oldum.» veya

«O davadaki» veya «þu binadaki hu-sûmetimden beri oldum.» dese, artýk davasý kabul edilmediði

gibi delili de kabul edilmez. Fakat, «Ben seni o davadan» veya «O davadaki husû­metimden beri

ettim.» demesi bâtýldýr. Böyle söyleyen davacý yeniden hak iddia edebilir. Elinde bir köle bulunan

adam, «Ben ondan berî ol­dum.» dese, köle berî olur. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» dese, köle berî

olmaz. Çünkü burada köleyi tazmin yükümlülüðünden ibra etmiþ olmaktadýr. Eþbâh´ýn «Deynin

hükümleri» bahsinde olduðu gibi.» demiþtir.

Ben derim ki: Fakihler, «Ben seni ibra ettim.» sözü ile, «Ben berî oldum.» sözü arasýnda fark

olduðunu kabul etmiþlerdir. Zira, «Ben berî oldum.» sözünde berâet nefsine izafe edildiði için

umumîlik ifade et-mektedir ve herkesi kapsamýna alýr. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» sözü bunun

aksinedir. Çünkü, «Ben seni ibra ettim» sözü birisine hitab etti-ðinden ondan baþkasýyla

hasýmlaþabilir. Eþbâh, haþiyesinde de Velûciye´ye izafe edilerek böyle denmiþtir. Þerhü´l-Mültekâ.

Bahýr´da da þöyle denilmiþtir: «Eðer ibra (yeni tesis edilen bir hak) inþa üzerine olursa bakýlýr: Eðer

ibra birþeyin aynýndan ise dava baký-mýndan bâtýldýr. Böyle bir ibradan sonra muhatabýný veya bir

baþkasýný ye-niden dava edebilir. Ýbra eðer tazminatý kaldýrmasý bakýmýndan ise ge-çerlidir. Fakat

eðer bu ibra ayndan deðilde aynýn davasýndan ise bakýlýr: Eðer ibra muhataba izafe edilmiþse,

meselâ, «Ben seni bu evden» veya «bu evin davasýndan ibra ettim.» demiþ ise, yalnýz o muhataba

ait davasý artýk kabul edilmez. Eðer burada ibrayý kendi nefsine izafe "ederse, yani, «Ben o davadan

beriyim.» veya «Ben beriyim.» derse, bu-nun davasý mutlaka kabul edilmez.

Eðer ibra özel bir ayna izafe edilmiþse, o aynla ilgili davasý kabul edilmez. Eðer umumî bir ibrada

bulunmuþ ise, muhatabýndan ve baþka-sýndan dava etmek hakký vardýr. Meselâ karýkoca birbirlerini

bütün da-valarýndan ibra etseler, koca karýsýndan ayanýný dava edebilir. Çünkü onun ibrasý, ayana

deðil borçlara yönelik kabul edilir.

«Eðer ibra ihbar (daha önce mevcut olan bir hakký haber verme) üzere ise, meselâ, «O, üzerinde

olan haklarýmdan beridir.» demiþ ise, bu ibra hem borcu, hem de ayný kapsamýna aldýðýndan

geçerlidir. Onun için davasý kabul edilmez.

Yine, «Þu aynda benim mülkiyetim yoktur.» sözü de hem ayný, hem de deyni kapsadýðý için ibra

geçerlidir. Dava hakký kalmaz. Bu, Mebsut ve Muhit´te de zikredilmiþtir.

«Bu açýklamalardan anlaþýlýyor ki, «Benim onda ne bir hakkým, ne de bir devam vardýr.»

denilmesi,-hem ayný, hem de deyni dava etme hakkýný ortadan kaldýrýr. Oünkü Mebsutta olduðu


gibi, «Onda benim bil hakkým yoktur.» demesi, hem ayný, hem de deyni kapsamýna alýr. Bun-dan

sonra bir hak iddia ederse, bu hakkýn berâetinden sonraya ait ol-duðunu isbat edene kadar davasý

kabul makbul edilmez.»

Bahýr sahibinin, «berâetinden sonraya» sözü, davacýnýn, «Benim on-da bir hakkým yoktur.»

sözünün ikrar deðil, umumî bir ibra olduðunu ifa-de eder.

«Mutlaka ilh...» Yani, ister bu iki þeyden birisi mevcut olsun, ister olmasýn. Geri kalan kýsmýn davasý

geçerli deðildir.

«Fakihlerin sözü ilh...» Bu söz, zahiri rivayetin üzerine deðil, metin sahibinin sözleri üzerine varit

olan sorunun cevabýdýr. Çünkü zahirî ri-vayette, «ibra» kelimesi yoktur. Sulhun burada içine aldýðý

þey bir kýs-mýný alýp bir kýsmýndan ibra etmek deðil, bir kýsmýný alýp diðer kýsmýný düþürmektir.

«Ayan davasýndan ilh...» Kûhistânî´nin ifadesi böyledir. «Dava» lâf-zýný bu ifadeden düþürmek

vacibtir. Çünkü gelecekteki açýklama bunu göstermektedir.

Hâmevî, Hâfid´in Sadrý Þeria haþiyelerinden naklen, «Ayandan berâet geçerli deðildir sözünün

manasý, «ayn davalýya mülk olmaz.» demek-tir. Yoksa davacý, davasý üzerinde kalmaz demek

deðildir.» demiþtir. Ebussuud.

Ebussuud, «Hâmevî´nin, Hâfid´in naklettiði bu ifade, metindeki «Ayandan ibra bâtýldýr.» ifadesinden

daha açýktýr» demiþtir.

Sâyýhânî de, «En güzeli, «Ayandan ibra etmek hükmen deðil, diyaneten bâtýldýr.» demektir.»

demiþtir.

Hâmiþ´te de, -ki bu ifade Mültekâ Þerhi´ndedir- «Fakihlerin, «Ayan-dan ibra bâtýldýr.» sözünün

mânâsý, ibradan sonra da o ayn davalýya mülk olmaz demektir. Davasýnda baki kalýr anlamýnda

deðildir. Deynlerin ba´-zýnda sulh geçerli olduðu gibi burada da dava hükümden düþer. Çün-kü

borçta ibra etmek diyanette deðil, hükümde geri kalan kýsmýndan ib-radýr. Eðer fýrsat düþerse kalan

kýsmýný alabilir. Kûhistâni, Bercendî ve baþkalarý da böyle zikretmiþlerdir. Ayanýn davasýnda ibra ise

geçerlidir.» denilmiþtir.

Bu hüküm bizim biraz önce Mültekâ Þerhi´nde naklettiðimizin aksi-nedir. Hülâsa´da, «Ben seni þu

binadan veya ondaki husûmetimden veya ondaki davamdan ibra ettim dedikten sonra, dava etse,

davasý dinlenir, delili kabul edilir.» denilmiþtir.

«Fakat ödünç paranýn bir kýsmý üzerine sulh yapmak geçerlidir ilh...» Makdisî, Muhit´te, «Bir adamýn

diðerinde bin lirasý olsa, borçlu inkâr etse, sonra üçyüz lira üzerine sulh yapýlmýþ olsa, sulh

geçerlidir. Davalý diyâneten deðil, hükmen kalan kýsýmdan beri olur. Borçlu bin lirayý ta-mamen

ödese, alacaklý aldýðý parayý inkâr etse, yüz lira üzerine sulh yapsalar geçerlidir. Yalnýz alacaklýnýn

bu yüz lirayý almasý diyâneten helâl deðildir.» demiþtir. Bu ifadeden, bir de, «Ribânýn ayný kaldýðý

süre-ce ondan ibra geçerli deðildir.» Küllî kaidesinden zamanýmýzýn hâkim ve âlimlerinin, aldýklarý

ribâdan ötürü ibra taleb ederek kendilerini ib-ra ettirmeleri yolundaki uygulamalarýnýn geçerli

olmadýðý anlaþýlýyor. Çün-kü ribâdan alýnan, haram olmama bakýmýndan daha derindir.

Haniye kitabýnda sulhtaki adem-i berâetten davacýnýn davalýya, «Ben seni bakiyeden ibra ettim.»

ifadesinin ilâve edilmesiyle yapýlan sulh is-tisna edilmiþtir. Sâyýhânî. Bundan anlaþýlýyor ki, sulhun

içine aldýðý dü-þürme her yönüyle ibra deðildir. Eðer her yönüyle ibra olmuþ olsa, da-vacýnýn

davalýya, «Ben seni bakiyesinden ibra ettim.» demesine gerek kalmazdý.

«Hükmen ilh...» O zaman zahirî rivayete göre deyn ile ayn arasýn-da bir fark yoktur.

«Eþbâh ilh...» Eþbâh´ta, Haniye kitabýndan naklen, «Gasbedilen bir þeyden ibra etmek, gasbedeni

onun zamin oluþundan ibra etmektir. O zaman gasbedilen þey gasbedenin elinde emânet olur.

Þayet gasbedilen þey gasbedenin elinde helak olmuþ ise, ibra geçerli olur ve gasbedende

kýymetinden beri olur.» denilmiþtir.

Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtýldýr.» sözünün mânâsý, ayan ibra edilmekte davalýya mülk olmaz

demektir. Eðer mülk olsaydý, o zaman ayan-dan ibra etmekle o ayanýn dýmanýnýn düþmesi geçerli

olurdu. Veya «Ayandan ibra bâtýldýr.» sözü emânete hamledilirdi. Yani ayandan ibra-nýn bâtýl oluþu,

ayan emânet olduðu zaman ibra olunamayacaðý mana-sýna gelirdi. Çünkü emânet olunca ayan

davalýnýn uhdesinde sayýlmaz. Bu sebeble ibra ile ilgili bir mesele de kalmaz.

Bu konunun özeti þöyledir: Ayan ile ilgili ibra, ya davasýndan ibra-dýr -ki bu ihtilafsýz olarak

geçerlidir- veya bizzat ayanla ilgilidir. Eðer ib-ra olunan gasbedilmiþ ve helak olmuþ ise, borcun bir

kýsmýnýn ibrasý ge-çerli olduðu gibi onun da ibrasý geçerlidir. Eðer gasbedilen þey mevcut ise,


bunda ibranýn mânâsý, helak olduðu takdirde onun kefaletinden ib-radýr. Onun aynýndan ibradan

sonra da o ayn, gasbedenin elinde emânet gibi olur. Tazmin etmek gerekmez. Olsa bile ancak zorla

olur.

Eðer ayn emânet ise, ondan ibra diyâneten geçerli deðildir. Yani sa-hibi alma fýrsatý bulursa alýr.

Fakat hükmen geçerlidir. Hâkim ibradan sonra davacýnýn davasýný dinelmez. Bu açýklama bu

konuda özetle isti-fade olunandýr.

Þarihin, «bunun mânâsý» sözü emânete hamledilir. Yalnýz þu var ki, eðer birisi diðerinin elindeki

þeyi iddia ve o da inkâr ederse, sonra da-vacý davalýyý o nesneden ibra ederse, bu dava da gasb

davasý gibi olur. Çünkü davalý nesneyi inkâr etmekle onun gasbedeni oluyor. Fakat bu inkâr ve

ibradan sonra davacýnýn davasý hâkim tarafýndan dinlenir mi eðer idda ettiði mal mevcut ise,

dinlenir.

METÝN

Mal ve menfaat davasýnda inkâr, inkâr ve susma ile mal ve men-faat karþýlýðý sulh geçerlidir. Sulh

ikrar ile olursa, sulh yapan taraflar için satýþ olur. Sulh inkâr ve sükût ile olursa, davacý hakkýnda

satýþ olur. Bir menfaat davasýndan diðer bir menfaat üzerine sulh yapmak da geçerlidir.

Rakik davasýnda sulh geçerlidir. Eðer köle mal karþýlýðý azad edil-miþse ve köle de ikrar ediyorsa

velayet efendisine sabit olur. Eðer köle ikrar etmiyorsa, o zaman, velayet ancak delil ile tesbit edilir.

Dürer.

Ben derim ki: Azad edilen, delil ile de köle olamaz. Sulh´tan sonra nerede delil ikâme edilirse

edilsin, davacý iddia ettiðine hak kazanamaz. Çünkü kendi ihtiyarýyla sulh bedeli almakla satýcý

olmaktadýr.

Yine, evlenmediði bekâr bir kadýn için nikâh iddia etmek muhâlea olur. Eðer davasýnda ibtal edici

ise sulh bedelini yemesi helâl olmaz. Nikâh dava ettiði kadýnla, cinsi temas olmadýðýndan

evlenmesi de helâl olur.

Eðer nikâhý kadýn iddia ederse, erkeðin kadýnla yaptýðý sulh geçerli deðildir. Vikaye, Nikâye, Dürer,

Mültekâ ve Müctebâ´da da düzeltilmiþ-tir. Dürrerü´l-Bihâr´da da bu sulh anlaþmasý geçerli

görülmüþtür.

ÝZAH

«Ýkrar ile ilh...» Yani mal davasýnda ikrar yolu ile sulh geçerlidir. Davalýnýn ikrarý ile sulh geçerlidir.

Bu sulh ister mal, ister menfaat üze­rine olsun.

«Menfaat karþýlýðý ilh...» Menfaatle sulhun þekli þöyledir: Bir kim-se varislerden, «Ölen þu kölenin

hizmetini bana vasiyet etti.» diyerek hak iddia etse, varisler de inkâr etseler, yapýlan sulh geçerlidir.

Çünkü rivâ* yet þu þekildedir: «Bir kimse bir þeyi kiraladýðýný iddia eder, mal sahibi de inkâr eder ve

sonra da sulh yaparsa bu caiz deðildir.»

Fakat Eþbâh kitabýnda, «Bütün menfaatlerde cinsinden olmayan bir

menfaatle -kira davasý dýþýnda- sulh geçerlidir. Mustafa adlý eserde ol-

duðu gibi.» denilmiþtir. Remli. Bu Eþbâh´ta olan Bahýr´da olanýn aksine-dir.

«Bir menfaat davasýnda diðer bir menfaat üzerine ilh...» Bir evde oturma davasýndan sonra, bir

kölenin hizmeti üzerine yapýlan sulh gibi. Fakat bir evde oturma davasýndan sonra bir baþka evde

oturmak üze-re sulh yapýlmasý caiz deðildir. Aynî ve Zeylâî´de olduðu gibi.

Seyyid Hâmevî, «Þurasý muhakkaktýr ki, Velvelûciye´de olan bunun aksinedir. Çünkü Velvelûciye

sahibi, «Bir adam bir evde oturma hakký olduðunu iddia ederse diðer bir evde belli bir müddet

oturmak üzere sulh yaparsa caizdir. Fakat bir evi, oturacaðý ev kirasýna karþý kirala-mak caiz

deðildir. Çünkü bu, bir malý bir malla temlik etmek gibi ol-maktadýr.» demiþtir. Ebussuud, «Ýbni

Melek, Nikâye´nin þerhinde, Mecmâ´nýn þerhinde zikredilenin aksine olan birþey zikretmiþtir.»

demiþtir. Yâ´kûbîye kitabýnýn sahibi de, «Kitaplara uygun olan Mecmâ þerhinde olandýr.» demiþtir.»

demektedir.

«Mal karþýlýðý azad edilmiþse ilh...» Yani davacý hakkýnda mal üze-re, diðerinin hakkýnda da

husûmeti def için. Bahýr.

«Bekâr bir kadýn için ilh...» Çünkü evli bir kadýn üzerine sulh yapýl-masý geçerli olmadýðý gibi,

kadýna iddet beklemeye ve kocasý ile nikâh ye-nilemeye de gerek yoktur. Ýmâdiye´de olduðu gibi.

Kûhistânî.


«Hûlû dur ilh...» Bunun acýk manasý böyle bir kadýnýn talâk sayý-sýnýn da noksanlaþacaðýný ifade

eder. Onda nikâh iddia eden erkek da-ha sonra onunla evlenirse, iki talâka mâlik olur. Eðer bu sulh

ikrar yo-luyla olursa, acýktýr. Fakat inkâr veya susmayla olursa, o zaman, erke-ðin zanýsý ile

muamele olmuþ olur. T.

«Ýbtal edici ise ilh...» Davacý iddiasýnda, «ibtal edici ise aldýðý sulh bedelini yemesi helâl deðildir.»

ifadesi, sulhun bütün çeþitlerinde geçer-lidir. Kifâye.

«Dürerü´l-Bihârdc ilh...» Dürerü´l-Bihâr´ýn þerhi olan Gûrerü´l-Efkâr´da da sulhun sýhhati ifade

edilmiþtir. Bahýr´da da yalnýz Gûrerü´l-Efkâr´ýn ifa-desi ile yetinilmiþtir. Yalnýz Bahýr´da bu sulhun

sýhhati üzerinde görüþ ayrýlýðý vardýr. Mecmâ´mn ifadesi de, «Eðer kadýn erkeðin nikâhýnýn

en-gelleyici bir sebebe raðmen olduðunu iddia ederse, erkeðin onunla sulh yapmasý caizdir.

Âlimlerin bazýsý da bunun caiz olmadýðýný söylemiþtir.» seklindedir.

METÝN

Ticaretle izinli köle bir kimseyi kasden öldürdükten sonra öldürüle-nin yakýnlarýna bir miktar mal

vererek sulh yaparsa, verdiði mal kendi ticaretinden olmadýðý için sulh caiz ve efendisi için geçerli

deðildir. Fa-kat bu sulh ile kýsas düþer. Azad edildikten sonra sulh bedeli ile so-rumlu tutulur.

Ticaretle izinli kölenin kölesi, bir kimseyi kasden öldürse, izinli kö-lenin öldürülenin yakýnlarýyla

sulh yapmasý caizdir. Çünkü bu sulh be-deli kendi ticaretindendir.

Helak olan, gasbedilen þeyden ötürü, kýymeti takdir edilmezden ön-ce, kýymetinden fazla bir meblâð

üzere sulh caizdir. Arz bedeli sulhu-nun caiz olmasý gibi.

Sulhtan sonra gasbedenin, gasbedilen þeyin kýymetinin sulh bede-linden daha az olduðuna dair

delil ikâme etmesi kabul edilmez. Sulhtan sonra her iki taraf sulh olunan þeyin kýymetinin sulh

bedelinden daha az olduðunda birleþseler de yine gasbeden hiçbir þeyle gasbedilenin sa-hibine

dönemez.

ÝZAH

«Kasden ilh...» Bu kaydý koymuþtur. Eðer hatâen öldürmüþse sul-hun caiz olduðu açýktýr.(1) Çünkü

burada mallarýn mesleðinden gidilir. T.

«Efendisi için geçerli deðildir ilh...» Makdisî, «Eðer efendisi izinli kölenin nefsinden yaptýðý sulhe

izin verirse, sulh cazdir.» demiþtir. Sâyýhânî.

«Gasbedilenden ötürü ilh...» Eðer gasbedilen kýymet takdir edi-len cinsten ise, zira eðer kýymet

takdir edilen cinsten deðil de misliyetten ise, helak olsa, o zaman, eðer sulh bedeli maðsubun

cinsinden ise, fazla alýnmasý ittifakla caiz deðildir. Eðer baþka bir cinsten ise, ittifakla caizdir. Ýbni

Melek.

Musannif bundan sonra da hükümden önce kaydýnýn muhterizini zikredecektir. Musannifin,

«Kýymetinden fazla» kaydýný koymasýnýn sebebi, ihtilâf sebebinin bu fazlalýk olmasýdýr.

Câmiü´l-Fusûleyn´de de bu hususta þöyle denilmiþtir: «Adam bir ölçek buðday veya bin dirhem

gasbetse bunun yarýsý üzerine sulh yapsa, eðer gasbedilen helak olmuþ ise sulh geçerlidir.

Gasbediien helak ol-mamýþ, ancak gasbeden ikrar veya inkâr ettiði halde onu gizlemiþse, sulh

diyâneten deðil hükmen caizdir. Eðer gasbedilen mevcut ve ha-zýrda ise, sahibi onu gördüðü halde

gasbedilen inkâr ediyorsa yine yarýsý üzerine sulh yapmak caizdir. Eðer bu sulhtan sonra mâlik,

malýnýn geri kalanýna dair delil ikâme ederse, o geriye´ kalanýn ona verilmesine hükmedilir.

«Mevcut olduðu halde ölçülecek ve tartýlacak cinsten olan gasbedilenin bir kýsmý üzerine sulh

yapýlmasý bâtýldýr. Eðer gasbeden, gasbettiðini açýktan ikrar ediyor ve mâlikin de geri alma kudreti

varsa, yarýsý üzerine sulh edip diðer yarýsýndan da ibra etmesi istihsana göre deðil, kýyâsa göre

caizdir.

Gasbedenin ikrarýyla birlikte bir kumaþ üzerine sulh olsa ve kumaþý verse, bu, sulhun bütün

çeþitlerinde caizdir. Çünkü burada davacý gasbedilen malý ile kumaþý satýn almýþ gibi olmaktadýr.

Eðer maðsub bir köle veya bir arz ise, gasb, mâlik ile yarýsý üzerine sulh yapmýþ olsa, gasb köle

veya arzý mâlikinden gizlemiþse, ister ik-rar, ister sükût etsin bu sulh geçerli deðildir. Çünkü

gasbedenin yarýsý üzerine sulh yapmasý gasbedilenin varlýðýný ikrar etmesi demektir. Fakat,

ölçülecek ve tartýlacak cinsten olan birþey bunun aksinedir.» Çünkü onlarýn bir kýsmýnýn helak

olmasý, bir kýsmýnýn da mevcut olmasý âdet-lere göre tasavvur edilir. Fakat köle ve kumaþ böyle

deðildir.»

«Kýymetinden fazla ilh...» Bu, fahiþ bir fazlalýk da olsa böyledir. Gâyetü´l-Beyân´da, «Eðer az bir


fazlalýk ise bunun aksinedir. Çünkü o fazlalýk, takdir edicilerin takdirine girmiþse, artýk fazlalýk

sayýlmaz. Ýmameyn´e göre rjbâ da olmaz.» denilmiþtir.

«Kýymeti takdir edilmezden önce ilh...» Çünkü cinslerin ihtilâfý ha-linde ziyâdelik açýk olmaz. O

zaman ribâ da olmaz. Bu Ýmam-ý Azam´a göre caizdir. Ýmameyn ise, burada Ýmam-ý Azam´a

muhalefet etmiþlerdir. Çünkü mâlikin, helak olan gasbedilenden hakký kesilip kýymete

dönme-miþtir. O zaman bu sulh gasbedilenin deðil, kendisinden yapýlmaktadýr.

«Eþya bedeli üzerinde sulhun caiz olmasý gibi ilh...» Bu eþyanýn kýymeti, helak olan gasbedilenin

kýymeti kadar veya ister az, ister çok ol-sun. Sarihin burada arzý zikretmesi -halbuki ilerde

gelecektir- meselenin yerinin burasý olduðuna iþaret etmektedir.

METÝN

Zengin bir kimse ortak olduðu köleyi azad ederek ortaðýyla kölenin yarý kýymetinin fazlasý üzerine

sulh yapsa caiz deðildir. Çünkü kölenin kýymeti þer´ân takdir edilmiþtir. Fazlalýðýn geçersiz olduðu

konusunda görüþ birliði vardýr. Nitekim birinci meselede kýymeti takdir edildikten sonra

gasbedilenin kýymetinden fazla bir þey üzerine sulh yapýlmasý da caiz deðildir. Zira hâkimin takdiri

Sarihin takdiri gibidir.

Yine gasbedilenden ötürü bir eþya üzerine sulh yapýlmasý geçerlidir.. Eþyanýn kýymeti telef olan

gasbedilenin kýymetinden fazla da olsa hüküm deðiþmez. Çünkü burada ribâ söz konusu deðildir.

Kasden cinayet hâlinde sulh anlaþmasý mutlak olarak geçerlidir. Bu cinayet ister adam öldürme,

ister yaralama veya sakat býrakma tarzýn-da olsun hüküm deðiþmez. Ýkrar ile diyetten ve erþten

(azalarýn diyeti) fazla veya noksan olmuþ olsa, geçerlidir. Çünkü burada ribâ yoktur. Ama bu cinayet

hataen olursa fazlalýk geçerli olmaz. Zira hata, diyette þer´ân takdir edilmiþtir. Diyet için takdir

edilen kýymetlerden baþka bir bedel ile sulh yapýlmasý da geçerlidir. Davalýnýn zimmetinde olan

borçla meclisten ayrýlmamasý için, sulh bedelinin mecliste kabzý þarttýr.

Hâkimin diyet miktarýndan herhangi birisini tayin etmesi, diðerlerini baþka bir cins gibi yapar.

Sulh þarap üzerine yapýlýrsa, fasit olur. Hataen cinayette diyet gerekir. Kasden öldürmede sulh

þarap üzerine yapýlmýþsa, sulh fasit ol-duðu gibi kýsas da düþer. Halbuki sulh fasit olursa

dönülecek baþka bir þey yoktur.Ýhtiyar.

ÝZAH

«Zengin bir kimse ilh...» Musannýfýn, «zengin» kelimesiyle kayýtlamasýnýn sebebi, köleyi azad eden

kiþi fakir ise, köle yine yarýsý ile diðe-rine çalýþýr.

«Kasden cinayette sulh mutlak olarak geçerlidir ilh...» Bu ifade ci-nayette katil sayýsý tek veya çok

olsun, hepsini kapsamýna alýr. Hatta katil birkaç kiþi olsa, bunlardan bir tanesi diyetten fazlasý ile

maktulün velileri ile sulh yapsa caizdir. Maktulün velisi geri kalan katillerle sulh veya kýsas yapma

hakkýna sahiptir. Çünkü kýsas hakký bütün katiller için ayrý ayrý sabittir.

«Çünkü ribâ yoktur ilh...» Zira kasdan cinayette vacib olan kýsas-týr. Kýsas da mal cinsinden

deðildir. Bu yüzden ribâ da söz konusu ol-maz. Hataen cinayette ise ister nefiste ikrar ile olsun

diyetinden fazlasýný noksaný üzerine sulh yapýlmasý caizdir. Çünkü hataen cinayette vacib olan

maldýr. Malda fazlalýk ise ribâdýr. Fakat diyetin noksaný olur-sa elbetteki sulh geçerlidir. Çünkü

burada ribâ sözkonusu deðildir.

«Dîyet için takdir edilen kýymetlerden baþkasý ile ilh...» Bu söz ifa-de ediyor ki, diyetin

miktarlarýndan -ki yüz deve veya ikiyüz koyun(dipnotgoster42194) veya iki yüz hülle veya bin dinar

veya onbin dirhemdir- herhangi bi-ri üzerine sulh yapýlmasý sahihtir. Kâfi´den naklen Azmiye´de

olduðu gibi.

(*) Doðru olan bin koyundur. (**) Hülle, aðýr kumaþtan yapýlan iki parçalý pahalý bir elbisedir.

«Mecliste kabzý þarttýr. ilh...» Bu, sulhun tartýlacak, ölçülecek birþey üzerine yapýlmasý kaydý iledir.

Nitekim Ýnâye´de böyle kayýtlanmýþtýr. H.

«Hâkimin diyet miktarlarýndan herhangi birisini tayin etmesi ilh...» Meselâ, yüz deveyi tayin ederse,

diðerleri baþka bir cins gibi olur. Hâkim yüz deveyi tayin ederse, katil bunun karþýlýðýnda ikiyüz

sýðýrdan fazla-sýyla sulh yapar ve sýðýrlarý teslim ederse bu sulh caizdir. Bu meselenin tamamý

Çevhere´dedir.

«Kýsas da düþer ilh...» Yani kasden cinayette, gereken kýsasý fasit sulh, affa çevirir. Sulhun domuz

üzerine yapýlmasý da böyledir. Hindiye´de olduðu gibi. Yâyýhânî. Fakat sulh, bedeli yoluyla deðil de

cehalet yo­luyla fasit olursa bunun aksinedir.


Minah adlý eserde, «Sulhta tayin edilen þey fasit olursa, meselâ bel-li olmayan bir hayvan veya

kumaþ üzerine sulh yapýlýrsa diyet vacib olur. Çünkü velî, hakkýnýn meccanen düþmesine razý

deðildir. Fakat sulhta hiçbir þey tayin edilmezse veya þarap gibi kýymet ifade etmeyen birþey tayin

edilirse, o zaman hiçbir þey gerekmez. Çünkü zikredildiði gibi ký-sas ancak bir kýymet kabul edilen

birþeyle takdir edilebilir. Burada ise bu mevcut deðildir.» denilmiþtir.

«Dönülecek baþka birþey yoktur ilh...» Çünkü kasden cinayette di-yet yoktur, fakat hataen cinayet

bunun aksinedir. Zira hataen cinayette sulh fasid olduðu takdirde diyete dönülür.

METÝN

Zeyd, bir kasten cinayetten veya bir kimsenin kendisinden ölçülen veya tartýlan bir deyn

iddiasýndan ötürü bazýsý üzerine sulh yapmak üzere Amr´ý vekil tayin etse, sulh bedelini kendisinin

(Zeyd´in) vermesi ge-rekir. Sulh; Katilden kýsasý, davacýdan deynin bir kýsmýný düþürmek ol-duðu

için vekil elçi gibidir. Ancak vekil, sulhta kefil olursa kefaleti ile sorumlu tutulur.

Maldan dolayý bir mal üzerinde ikrar ile sulh yapýldýðý takdirde sulh bedelini vekil verir. Sonra

verdiðini müvekkilinden alýr. Çünkü o zaman sulh, satým akdi gibidir. Fakat bu sulh inkâr ile olursa,

vekile mutlaka hiçbir þey gerekmez. Bahir ve Dürer.

Fuzûlî (yetkisiz temsilci) davalýnýn emri olmadan kendiliðinden sulh yaparsa geçerli olur. Fuzûlî´nin

sulhu dört þekilde olabilir:

1 - Dava konusu mal için davalýya kefil olabilir.

2 - Sulhu kendi malýna izafe edebilir.

3 - Davacýya kendi malýndan, «Seninle bin liraya sulh oldum» di-yebilir. Veya bir,miktar nakit veya

ana iþaret ederek, «Þunun üzerine» ´ diyebilir.

4 - Mutlak bir ifade ile, «Þu kadar, meselâ bin liraya sulh oldum» diyerek sulh yaparsa bu geçerli

olur. Ancak bu sonucunda, sulh bedeli-ni hemen teslim etmesi gerekir. Böylece davacýnýn rýzasý

tamam olur. Bu onun kefil olmasýndan veya malýna izafe etmesinden daha üstün-dür. Fuzûlî bütün

bu tasarruflarý teberru olarak yapmýþ olur.

Ancak o, müvekkilin emriyle kefil olursa sulh bedelini teberru ola-rak vermiþ sayýlmaz. Azmîzâde.

Dördüncü þekilde fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse sulh davalýnýn iznine baðlý olarak sahihtir.

Eðer davalý izin verirse, bu sulh caizdir. Sulh bedelini ödemek vekile lâzým gelir. Eðer izin

vermezse, sulh bâ-týldýr.

Bir fuzûlî bir kadýn adýna izin almadan kocasý ile muhâlea yapmýþ olsa bu, zikredilen beþ þekilde

yapýlan sulh gibidir.

ÝZAH

«Kefaleti ile sorumlu olur ilh...» Yani ödedikten sonra müvekkiline dönerek ondan alýr. Muhâleada

ödenen sulh bedeli de bunun gibidir. Aþaðýdaki þekillerin hepsinde vekil ödediði sulh bedellerini

müvekkilin-den alýr. Makdisî´de olduðu gibi. Sâyýhânî.

«Sulh bedelini vekil verir ilh...» Sonra da bu sulh bedelini müvekki-linden alýr.

«Çünkü o zaman sulh satým akdi gibidir, ilh...» Satým akdindeki bütün haklar akdi bizzat yapana

döndüðü gibi bu sulhta da bütün haklar akdi bizzat yapana döner.

«Mutlaka ilh...» ister maldan mal ile olsun, ister maldan mal ile olmasýn. H.

«Fuzûlî davalýnýn emri olmadan ilh...» Bu sulhun sýhhati, eðer akdi< b?¶yledir.» da yapmak sulh

yerine baþkasýnýn Bir zorundadýr. ödemek bedelini da-hi, etmese izafe zimmetine veya malýna kendi

olmasa, kefil ederse kendisine akdi fuzûlî, dolayý, illetten olan hususunda tasarruflarý «fuzûlînin

Çâmiü´l-Fusûleyn´de, Çünkü vardýr. sahibine dava

«Malý teslim ederek ilh...» Dürer´den özetle, «Birinci sulhun geçerli olmasý, davalýnýn borçtan

kurtulmasý sebebiyledir. Borçtan kurtulmasý hu-susunda da yabancý biri ile davalý eþittirler. Fuzûlî,

muhâlea´da nasýl´ ´bedele kefil olduðunda asil gibi olursa, sulh bedeline kefil olduðu za-man da asil

gibi olur. Ýkincisinin sahih olmasý, fuzulînin akdi kendi ma-lýna izafe ederek sulh bedelinin teslimini

üzerine almýþ olmasýndandýr. Üçüncüsünde de. teslim edeceðini iþaret ettiðinden davacýya ivazýn

ha-zýr olduðunu belirtmesidir. Akit de davacýnýn kabulüyle tamamlanýr. Dördüncüsünün geçerli

olmasý, malý teslim etmek, davacýnýn razý olma-sýna delâlet etmesi ve fuzûlî´nin sulh bedeline kefil

olmasýna üstün ol-duðu içindir. Malý kendi nefsine izafe etmesi, davacýnýn razý olmasýna delâlet

ediyor.» denilmiþtir.


«Bütün þekillerde ilh...» Davacý zikredilen bütün þekillerde ivaza müstahak olursa veya sulh bedeli

kalp çýkarsa davalýya dönmez. Çün-kü fuzûlî teberru etmiþtir. Belirli birþeyi teslim etmeyi

baþkasýnýn yerine deðil, kendi nefsine yüklemiþtir. Yalnýz davacý asýl davasýna dönebilir. Zira

hakkýný meccanen terketmez. Ancak davalý fuzûlîye kefil olursa, davacý hakkýný davalýdan alýr. Zira

davalýnýn zimmetinde borç olmakta-dýr. Bundan ötürü teslimden kaçýnýrsa, teslim etmeye zorlanýr.

Zeylâî.

«Müvekkilin emriyle kefil olursa ilh...» O zaman fuzûlî davalýya rücû eder. Ödediði sulh bedelini

ondan alýr. Burada, «Kefalet» kaydý ittifaklý bir kayýttýr. Çünkü birisinin, «Benim yerime sulh yap.»

veya bir kadýnýn «Benim yerime muhâlea yap.» demesi sulh bedelini ödemeye kefil olmasý

demektir. Zira sulhun ve muhâleanýn geçerli olmalarý «emr»e deðil, «kefâlet»e baðlýdýr. O yüzden

davalýnýn sulh yapmasý için emretmesi, vekile rücû hakkýný isbat eder. Ama borcu ödeme emrini

vermesi bunun aksinedir.

Sulh bedelini ödemekle borcu ödemek arasýnda bir fark yoktur. Bu sebeple doðru olan bu emrin de

rücu hakkýný vermesidir.

«Azmizâde ilh...» Ben bu meseleyi Azmîzâde´de bulamadým. Yine de baþvurulabilir.

«Fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse ilh...» Dürer´den naklettiðimiz gibi, «Bu dört þeklin hiçbirisi

bulunmazsa sulh davalýnýn icazetine baðlý olur.» demesi daha uygun olurdu. Beþinci bir þekildir ki,

cevaz ile butlan arasýnda bulunur. Dürer´de olduðu gibi bu þekilleri beþe hasretmenin yolu þudur:

Fuzûlî ya mala kefil olur veya olmaz. Olmazsa ya kendi ma-lýný izafe eder veya etmez. Eðer kendi

malýna izafe etmezse bir ayna veya nakte iþaret eder veya etmez. Eðer iþaret etmezse ivazý teslim

eder veya etmez. Ýþte bu þekillerin hepsinde sulh caizdir. Ancak sonucu olan þu þekilde caiz

deðjldir. Ne sulh bedelinde kefil olur. ne onu kendi malýna izafe eder, ne ona iþaret, ne de davacýya

teslim eder. Ýþte bunun cevazýna hükmedilemez. Bu son þekil davalýnýn icazetine baðlýdýr. Çün-kü

davacýya hiçbir ivaz teslim edilmemiþtir.

Zeylâî, bu þekilleri, iþaret olunan þekil, izafe edilen þekle katarak dörde hasretmiþtir.

«Beþ þekilde yapýlan sulh gibidir ilh... » Bunun beþincisi, «Eðer ver-mezse sulh bâtýldýr.» veya

«mevkuf» olan kýsmýdýr. Buna göre nakit veya ayna iþaret kýsmý da bir þekil sayýlýr. Bunu, sarihin

«dördüncü þe-kilde» sözü de tekid etmektedir.

METÝN


Bir þahýs delili olmadýðý halde bir evin kendisine vakfedildiðini iddia etse, binayý tasarrufunda

bulunduran ve vakýf olduðunu inkâr eden kim-senin husûmetin defi için sulh yapmasý caizdir. Eðer

davacý iddiasýnda doðru ise aldýðý sulh bedeli helâldir. Ecnâs sahibi, «Almýþ olduðu sulh bedeli

helâl deðildir. Çünkü bu sulh mânâ bakýmýnda bir satým akdidir. Vakfý satmak ise caiz deðidir.»

demiþtir.

Ayný davada sulhtan sonra yapýlan ikinci sulh bâtýldýr. Nikâhtan son-ra ayný zevceye sebebsiz yere

yapýlan ikinci nikâh da, bir þahýstaki alacak için yapýlan bir havaleden sonra yapýlan ikinci bir

havale de bâtýldýr. Bir malý satýn aldýktan sonra, ayný mal üzerine sulh yapmak da bâtýldýr.

Bunda asýl þudur: Bir akit aynen iade edilirse ikincisi bâtýldýr. An-cak Eþbâh´ýn, «Büyü» bahsinde,

«Üç þey müstesna: Kefalet, satýnalma (þýra) ve icâre.» denilmiþtir, Oraya baþvurulabilir.

Ýnkâr ile yapýlan sulhtan sonra davalý davacýnýn sulhtan önce, «Be-nim falan kimse üzerinde hiçbir

hakkým yoktur.» dediðine dair delil ikâ-me etse, sulh geçerli olarak kalýr. Fakat davacý sulhtan

sonra, «Benim davalý üzerinde hiçbir hakkým yoktu.» dese, sulh bâtýl olur. Bahýr.

Musannýf, «Bu mesele Ýmâdiye´de mutlak zikredilmiþtir. Halbuki mut-lak deðil kayýtlýdýr.»

demektedir. Daha sonra Bezzâziyye´nin, «Dava ba-bandan naklen, «Davacý baþka bir yönüyle

mülkiyet iddiasýnda bulunsa da sulh bâtýl olmaz.» demiþtir.

ÝZAH

«Ýddiasýnda ilh...» Bu ifadede bir görüþ vardýr. Þöyle ki: Eðer da-vasýnda doðru ise, alacaðý sulh

bedeli ona nasýl helâl olur? Zira ona göre ev vakýftýr. Vakfýn bedelini hiçbir cevaz sebebi olmadan

mülkiyete geçirmek haramdýr. Onun aldýðý ise sýrf davasýndan vazgeçmek için mü-cerret bir rüþvet

olmaktadýr. Buna göre davasýnda doðrucu deðilmiþ gibi olur. Burada, «Sulh bedelini vakfiyeti ibtal

için deðil, davasýndan vaz-geçmek için almýþtýr. Baþka bir davacý da bulunabilir.» denilebilir. T.

Ben derim ki: Buna Hâmidiye´nin, «Vakýf bahsinin baþlarýnda, «Bu sulh geçerli deðildir.» denilerek

mutlak bir þekilde cevap verilmiþtir. Hâmidiye´de, «Sulh yapan kiþi kendi zanný üzerine sulh


bedelini hakkýnýn karþýlýðýnda almaktadýr. O vakit bu ivazlý akit gibi olmaktadýr. Vakýfta ise ivaz

olmaz. Çünkü vakfedilen mal, vakfolunanýn malý olmaz. Öyley-se onu satmasý da caiz deðildir. Bu

meselede, eðer bir yerin vakýf olu-þu sabitse onun için bedel taleb etmek caiz deðildir. Eðer vakýf

oluþ sabit deðilse, o zaman da kendisine sabit olmayan birþeyden dolayý sulh bedeli almýþ

olmaktadýr ki, bu da hiçbir þekilde geçerli, deðildir. Cevâhirü´l-Fetâvâ´da da böyledir.» denildikten

sonra, «düþünün.» ifadesi ek-lenmiþtir. Bizim, «Fasit be´y» babýnda Nehir´deki, «Bir köleyi

müdebbir bir köleye ekleyerek satýþ» bahsi hakkýnda söylediklerimize bakýnýz.

«Sulhtan sonra yapýlan ikinci sulh bâtýldýr ilh...» Bâtýl olan sulhtan murad, hakkýn bir kýsmýný

düþüren sulhtur. Ama bir ivaz üzerine sulh yapýldýktan sonra bunu bozarak baþka bir ivaz üzerine

sulh yapmalarý geçerlidir. Týpký satýþta olduðu gibi birinci sulh feshedilmiþ, ikinci sulh caiz olur.

Nûrü´l-Ayn, Hülâsa´dan böyle nakletmiþtir.

«Ýkinci sulh bâtýldýr ilh...» Bunu Kadý Ýmam söylemiþtir.

«Nikâhtan sonra ayný zevceye sebebsiz yere yapýlan ikinci nikâh da ilh...» Bu meselenin tamamý

Câmiü´l-Fusûleyn´in onuncu (aslýndadýr. Hâmiþ´te de böyledir.

«Nikâhtan sonra ilh...» Bunda ihtilâf vardýr. Bazý âlimlere göre ikin-ci mehri vermek vacibtir. Bazý

âlimlere göre iki nikâhta tesmiye edilen mehirlerin toplamýný vermek vacibtir.

«Bir havaleden sonra ilh...» Meselâ birisinin diðerinde olan bin lira alacaðýný almak üzere birisini

havale ettikten sonra, ayný alacak için ikinci bir adamý da havale etmesi gibi. Þeyhimiz böyle tefsir

etmiþtir.

«Satýn aldýktan sonra ilh...» Yani sulh konusu olan þeyi satýn al-dýktan sonra sulh yapmak bâtýldýr.

«Üç þey müstesna ilh...» Ben diyorum ki: Câmiü´l-Fusûleyn´de bu üç þeye sulh konusu olan þeyi

davadan sonra satýn almak da eklenmiþtir.

«Kefalet ilh...» Kefaletten sonra kefaletin caiz olmasý, kefaletin teþ-vik edilmiþ olmasýndandýr.

Eþbâh.

«Satýnalma ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de bu mutlak zikredilmiþtir. Kýnye´de ise, «Ýkinci alýþ fiyat

bakýmýndan birinciden daha fazla, daha az veya baþka bir cinsle olursa.» þeklinde kayýtlanmýþtýr.

Yoksa geçerli ol-maz. Eþbâh.

«Ýcâre ilh...» Birinci kiracýya yeniden kiralamak bu durumda birin-ci kira akdi neshedilmiþ olur.

Eþbâh.

«Musannýf ilh...» Musannifin ifadesi Ýmâdiye´deki, «Birisi birþey id-dia etse, davalý inkâr etse,

inkârdan sonra sulh yapsa, sulhtan sonra davacýnýn davalý üzerinde hiçbir hakký olmadýðý ortaya

çýksa sulh ken-diliðinden fesholur.» sözüdür.

Ben diyorum ki: Ýmâdiye´nin sözündeki, «ortaya çýksa» ifadesinin sulhtan önce ikrarsýzlýkla

kayýtlanmasý gerekir. Zira Muhtasar´ýn meselesinde de böyle birþey geçmiþtir. Bahir sahibi Mevlânâ

da bunu açýk ola-rak söylemiþtir. H.

Metinde geçen meselede, «sulh sýhhat üzere bakîdir» hükmünün il-leti, þehâdetin kabul

edilmemesinin açýk olmasýdýr. Çünkü onda çeliþki vardýr. O zaman davacýnýn davalý üzerinde bir

hakký olmadýðý anlaþýlmaz. Hâl böyle olunca da Ýmâdiye´deki ifade metindeki meseleyi kapsamýna

almaz.

«Bezzâziyye´nin dava babýnda ilh...» Bezzâziyye´nin ifadesi Müntekâ´daki, «Bir kumaþ iddia ettikten

sonra sulh etse, sonra davalý, davacý-nýn sulhtan önce kendisinde bir hakký olmadýðýný ikrar ettiðine

dair de-lil ikâme etse, sulh geçerlidir. Eðer sulhtan sonra ikrar ettiðine delil ge-tirirse sulh bâtýl olur.

Eðer hâkim hakkýnýn olmadýðýný ikrar ettiðini bi-lirse -velevki bu ikrar sulhtan önce olsun- bu sulh

bâtýldýr. Hâkimin sulh-tan önceki ikrarýný bilmesi ile sulhtan sonraki ikrarýný bilmesi birdir. Eðer sulh

ve ikrar ayný mülkiyette ise. Meselâ, «Falanda miras yoluyla bir hakkým yoktur.» dedikten sonra

onda mirastan dolayý hak iddia etmesi gibi. Þayet irs yoluyla hakký olmadýðýný ikrardan sonra,

mülkiyet iddia etmiþ olsa, meselâ, «Ben satýn almýþtým.» veya «Bana hibe edilmiþti.» iddiasýnda

bulunsa sulh bâtýl olmaz» sözüdür.

METÝN

Fasit davalarda sulh geçerli, bâtýl davalarda sulh da bâtýldýr. Fasit dava geçerli hale getirilmesi

mümkün olan davadýr. Bahýr.

Eþbâh´ta tesbit edildiðine göre fasit davadan sonra inkâr ile yapýlan sulh fasittir. Ancak meçhul bir

davada sulh caizdir. Bazý âlimler, «Sulhun geçerli olmasý için mutlaka davanýn geçerli olmasý


þarttýr, denilmesi ge-çerli deðildir. Çünkü bâtýl davalarda yapýlan sulh geçerlidir. Nitekim Sadrý

Þerîa, «Þuh» babýnýn sonunda buna dayanmýþ, Ýbni Kemal ve baþ-kalarý da, «Ýstihkak» babýnda

bunu ikrar etmiþlerdir, geçtiði gibi.» de-miþlerdir.

Geçerli olan görüþe göre, su yolu, þüf´a ve direk koyma haklarý da-vasýnda sulh yapmak geçerlidir.

Bunda kaide, bir adama yemin etme düþse, hangi davada olursa olsun, yemin etmeyerek bir miktar

dirhem üzerine sulh yapmasý geçerlidir. Hatfa tazir davasýnda dahi geçerlidir. Müctebâ. Fakat had

davasý ile neseb davasý bunun aksinedir. Bunlarda sulh geçerli deðildir. Dürer.

Sulhta ivazlý akit manasý olursa, meselâ alacak (deyn) davasýndan sonra bir mal (ayn) üzerine sulh

yapýlýrsa, bu sulh taraflarýn feshiyle mün-fesih olur.

Sulh ivazlý akit manasý taþýmýyor, hakkýnýn bir kýsmýný almak bir kýs-mýný da düþürmek anlamýna

geliyorsa, düþen þey geri dönmediði için bu sulhun ne ikâlesi ne de feshi geçerli deðildir.

ÝZAH


«Fasit davalarda ilh...» Ýslah edilmesi mümkün olmayan davanýn ör-neði: Birisi bir kadýnýn cariyesi

olduðunu iddia etse, kadýn da, «Ben hü-rüm» dese sonra davacý ile kadýn arasýnda sulh yapýlsa, bu

sulh caizdir. Kadýn hür olduðuna dair delil ikâme ederse sulh bâtýl olur. Zira kadýnýn hür olduðuna

dair delil ikâme ederse sulh bâtýl olur. Zira kadýnýn hür olduðu delil ile açýða çýktýktan sonra bu

davanýn Ýslahýna imkân yoktur.

Ýslâhý mümkün olan dava ise þöyledir: Adam, bir kadýnýn cariye ol-duðunu iddia etse, kadýnla sulh

yapsalar, daha sonra kadýn, «Falanýn cariyesi idim, bir sene önce beni azad etti» diyerek delil ikâme

etse, sulh bâtýl olmaz. Çünkü davacýnýn davasý sulh zamanýnda düzeltilebilir. Þöyle ki, davacý, «Seni

azad eden, benden gasbetmiþti.» diyerek delil ikâme ederse davasý dinlenir. Hâmevî. Medenî.

«Eþbâh´ta düzeltme yapýlmýþtýr ki ilh...» Bu düzeltme gerçekte dü-zeltme deðildir. Remlî ve diðerleri

Bezzâziyye´de olan ifade ile bu görü-þü reddetmiþlerdir. Harezm fetva imamlarýnýn üzerinde

durduklarý ve ka-bul ettikleri þudur: Islâhý mümkün olmayan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak

geçerli deðildir. Islâhý mümkün olan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli deðildir. Islâhý

mümkün olan fasit davada sulh yap-mak ise caizdir. Meselâ sulhta davanýn hadlerinden birisi

terkedilse, bu-nun ýslâhý mümkündür. Musannifin zikrettiði de budur. Biliyoruz ki Sadrý Þerîa ve

diðerlerinin dayandýklarý da budur. Buna itibar edilmesi uygun-dur.

«Bazý âlimler ilh...» En kýsa ve uygun olaný Musannifin, «Mutlaka geçerlidir.» demesiydi.

«Sulh babýnýn sonunda ilh...» Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü Sadrý Þerîa´nýn ifadesi aynen þöyledir.

«Önemli meselelerden birisi de þudur: Sulhun geçerli olmasý için davanýn geçerli olmasý þart

mýdýr? Âlimlerden bazýlarý «þarttýr» diyorlar. Lâkin bu geçerli deðildir. Zira bir binada meç-hul bir

hak iddia edildikten sonra sulh yapýlsa, sulh geçerlidir. Bu konu, «Hukuk ve Ýstihkak» babýnda

geçmiþti. Þüphesiz meçhul bir hakkýn, da-vasý geçerli deðildir. Zahîre kitabýnda da söylediklerimizi

teyid eden meseleler vardýr.»

Burada ilk akla gelen, Sadrý Þerîa´nm davadan maksadýnýn misalinin de delâlet ettiði gibi bâtýl dava

deðil, fasit olduðudur. Çünkü dava, sulh zamaný meçhul hakkýn tayini ile tashih olunur.

Remlî, Minâh haþiyesinde Sadrý Þerîa´nm ifadesini naklettikten son-ra,» Ben diyorum ki, bu mesele

bâtýl davanýn fasit dava gibi olmasýný ge-rektirmez. Çünkü bâtýl davadan yapýlan sulhun geçerli

olduðuna dair hiçbir delil yoktur. Had, ribâ, kâhine verilen ücret, cenaze üzerine aðla-yan kadýnlarla

þarkýcý kadýnlara verilen ücretten dolayý sulh yapýlmasý bâtýl olduðu gibi.» demiþtir.

Yine Remlî, Fusûleyn üzerindeki haþiyesinde, Musannýf´tan naklen Sadrý Þerîa´nm ifadesini de

zikrettikten sonra þöyle diyor: «Sulhun ge-çerli olmasý için davanýn geçerli olmasý þartýný söylemek

zayýf bir gö-rüþtür.»

«Þüf´a hakký ilh...» Yeminden kurtulmak için sulh yapmak. Ama kendisinin sabit bir hakký için sulh

yapmak bunun aksinedir.

«Seyrefiyye ilh...» Uygun olan bu meseleyi yalnýz Kýnye´ye nisbet etmekti. Çünkü Seyrefiyye´de bu

sulhun geçerli olup olmamasý üzerine görüþ ayrýlýðý nakledilmiþtir. Kýnye´de ise her iki görüþ

zikredildikten son-ra, metinde olduðu gibi iki nakil arasý telif edilmiþtir.

METÝN

Þu üç þekilde sulh yapmak geçerli deðildir:

1 - Dava konusu evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere,


2 - Hasat zamanýna kadar bir miktar dirhem üzerine,

3 - Emanetin helakini iddia etmeden emanetçi ile sulh yapmak.

Musannifin emanet sahibinin, helakini iddia etmemesiyle kayýtla-masýndan anlaþýlýyor ki, helakini

iddia ettikten sonra yapýlan sulh geçer-lidir. Fetva da bununla verilir. Haniye.

Davacýnýn delil ikâmesinden sonra, davalý anlaþmazlýðý def için ye-min etse ve sulh yapsalar geçerli

olur. Fakat davacý, sulhtan sonra da-vasýnýn aslý üzerine delil ikâme etse. makbul deðildir. Ancak

yetimin ma-lýndan dolayý vasi inkâr ile malýn bir kýsmý üzerine sulh yaptýktan sonra delil bulsa, bu

kabul edilir. Yahut çocuk belið olduktan sonra delil ikâ-me etse yine kabul edilir. Sulhtan sonra

yetim, davalýdan yemin taleb etse. yemin etmez. Eþbâh.

Bazýlarýna göre yukarýda açýklanan sulh geçerli deðildir. Bu, Eþbâh´ ta birinci görüþe göre,

Sirâciye´de ise ikinci görüþe göredir. Kýnye´de ise birinci görüþ öne alýnarak her ikisi de

zikredilmiþtir.

Mütekaddimûn âlimlerine göre davalýnýn sulhu veya ibrayý taleb et-mesi, dava ile ikrar etmek

deðildir. Müteahhirûn âlimler ise mütekaddimûne muhalefet etmiþlerdir. Birinci görüþ daha

saðlamdýr. Bezzâziyye.

Maldan sulh veya ibrayý istemek önceki meselenin aksine ikrardýr. Eþbâh.

Bir malýn ayýbýndan dolayý veya deynden ötürü sulh yapýlmýþ olsa, daha sonra ayýp ortadan kalksa

veya deyn olmadýðý ortaya çýksa, sulh bâtýl olur, sulh bedeli iade olunur. Eþbâh ve Dürer.

ÝZAH

«Evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere ilh...» Musannýf burada, «oturmak» kelimesiyle

kayýtlamýþtýr. Zira takyid etmeyerek mutlak þekilde zikretse

Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:59:15
ÝZAH

«Evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere ilh...» Musannýf burada, «oturmak» kelimesiyle

kayýtlamýþtýr. Zira takyid etmeyerek mutlak þekilde zikretseydi, o zaman bu sulhun geçerli olmama

sebebi, o ada-nýn dava konusu evin bir parçasý olmasý olurdu. Bu da metinde geçen ve Musannifin

da kabul ettiði zahirî rivayetin aksine bina edilmiþ olurdu.

Yine Musannýfýn «Ebediyyen» kelimesiyle takyid etmesi veya Hâniye´de olduðu gibi, «ölünceye

kadar» þeklinde kayýtlanmasý, sulhun süre tayiniyle geçerli olacaðýný göstermektedir. Çünkü bu

menfaat üzerine sulh yapýlmýþ olurdu ki, bu da kira hükmünde olurdu. Daha önce geç-tiði gibi kira

akdinde de süre tayini gerekmektedir. Bazý haþiye yazarlarý bu konuda þüphe etmiþlerdir.

«Hasat zamanýna kadar ilh...» Bu da bâtýldýr. Çünkü mana baký-mýndan satým akdidir. Satým akdinde

de ödeme tarihinin bilinmemesi ak-di geçersiz kýlar.

«Helakini iddia etmeden ilh...» Yani emanetçinin verilen emaneti he-lak ettiðini iddia etmeksizin.

«Sulh geçerlidir ilh...» Yani bir kimse bir malý dava etse, davalý yemin ederek inkâr etse, sonra

baþka bir hâkimin önünde yine dava ve inkâr etseler, sonra sulh yapsalar geçerli olur. Bu

meselenin emanet me-selesi ile ilgisi yoktur. Eðer emanetçi, «Emanet zayoldu.» veya «Ýade et-tim»

dese, mal sahibi de iadeyi veya helaki inkâr etse, yemini ile ema-netçi tasdik edilir. Ona hiçbir þey

de gerekmez. Bundan sonra mal sa-hibi onunla birþey üzerine sulh yapmýþ olsa, bu dört þekilde

olur:

1 - Mal sahibi emanet koyduðunu iddia, emanetçi ise inkâr eder. Sonra belirli bir miktar üzerine

sulh yaparlar. Bu sulh, ittifakla caizdir.

2 - Mâlik emânet koyduðunu iddia ve malý taleb etse, emanetçi emaneti ikrar ederek sükût etse,

bunun üzerine mâlik emaneti helak et-tiðini iddia etse, sonra belirli birþey üzerine sulh yapsalar, bu

da ittifak­la caizdir.

3 - Mâlik, emanetin emanetçi tarafýndan helak edildiðini iddia et-se, emanetçi ise malý geri verdiðini

veya malýn kendiliðinden helak ol-duðunu iddia etse, sonra da belirli bir miktar üzerine sulh

yapsalar, bu. Ýmam Muhammed ve Ebû Yusuf´un son görüþüne göre caizdir. Ebû Hanîfe ile Ebû

Yusuf´un birinci görüþüne göre ise bu sulh caiz deðildir. Fet-va da bununla verilir.

Ancak, eðer bu sulh. emanetçinin emâneti geri verdiðine veya ma-lýn kendiliðinden helak olduðuna

dair yemin etmesinden sonra yapýlýrsa, bunun caiz olmadýðý üzerinde icma etmiþlerdir. Ancak

Ýmamlar arasýn-da yemin etmeden yapýlan sulh hakkýnda ihtilâf vardýr.

4 - Emanetçi emaneti iade ettiðini veya malýn kendiliðinden helak olduðunu iddia etse, mâlik hiçbir

þey söylemeden sussa ve sulh yapsa-lar. Ýmam Ebû Yusuf´a göre yapýlan sulh caiz deðildir. Ýmam

Muhammed´e göre ise caizdir.

Eðer sulhtan sonra emanetçi, mâlike emaneti iade ettiðini veya ma-lýn kendiliðinden helak


olduðunu söylediðini iddia ederse, bu sulh Ebû Hanîfe´nin görüþüne göre geçerli deðildir. Mâlik

emanetçinin sözlerini inkâr etse, burada muteber olan söz inkâr eden mâlikindir. Sulh geçer­siz

sayýlmaz. Haniye.

Bunu Hâniye´den kýsaltarak aldým. Hâniye´nin dýþýndakilerde de Hâniye´ye nisbetle ayný þeyi

gördüm. Minâh´ta da bu nakledilmiþtir. Fa-kat þurasý var ki, Minâh´m Hâniye´den yaptýðý nakilde bir

ifade düþmüþtür ki bu, mânâyý deðiþtirmektedir. Minâh´taki ifadede üçüncü þe-kil hakkýnda þöyle

deniliyor: «Sulh caizdir. Ýmam Muhammed ve Ýmam. Ebû Yusuf´un birinci görüþüne göre. Fetva da

buna göredir.» Halbuki be-nim Hâniye´de gördüðüme göre fetva bu sulhun caiz olmadýðýna dairdir.

Makdisî de beþinci bir þekil zikretmiþtir. Bu da, mâlik emanetin ema-netçi tarafýndan helak

edildiðini iddia etse ve sussa yapýlan sulh caizdir. Lâkin bu beþinci sayýlan þekil Hâniye´de ikinci

þekildir.

Malûm olsun ki, burada metin sahibinin ve sarihin sözleri açýklan-mamýþtýr. Çünkü metin sahibinin,

«Helakini iddia etmeden» sözü inkâr., sükût ve red davasýný da kapsamýna alýr. Bu da birinci þekil,

ikinci þe-kil, üçüncü þeklin bir þýkký ve dördüncü þekildir. Halbuki sen bildin ki: bu, birinci þekildir.

Ýkinci þekil zaten ittifakla caizdir. Tercih edilen gö-rüþe göre bu sekideki sulh üçüncü þeklin bir

þýkkýnda ve dördüncü þe-kilde caiz deðildir. Doðru olan Musannifin, «helakini iddia etmeden»

ta-birinin yerine, «red davasýndan veya helak davasýndan sonra» demesiydi. Metindeki, «etmeden»

kelimesini atýp, «sonra» ve «red» kelimeleri kullanmalýydý. O zaman kendisiyle fetva verilen görüþe

göre üçüncü þe-kil Ebû Yusuf´un görüþüne göre de dördüncü þekil bunun içine girerdi. Burada

dayanýlan görüþ de Ýmam Ebû Yusuf´un görüþüdür. Çünkü Ha-niye sahibi adeti üzere onu

diðerlerinin önüne geçirmiþtir.

Musannýfýn, «helakini iddia ettikten sonra sözü mâlikin emanetçi-nin emaneti istihlâk ettiði iddiasýný

da kapsar, ki bu da üçüncü þeklin bir þýkkýdýr.

Helakýný iddia etmeden susmasý da dördüncü þeklin bir þýkkýdýr. Sen de geçen açýklamalarýmýzdan

kesinlikle anladýðýn gibi üçüncü vechin bir þýkkýyla dördüncü þeklin bir þýkkýnda caiz olmamasý

yönü tercih edilir.

Musannýfýn, «Sulh geçerlidir Fetva da bununla verilir.» sözü de ye-rinde deðildir. «Yemin etse ve

sulh yapsalar» sözü de metin sahibinin mutlak ifadesine bir itiraz olmaktadýr. Ben Eþbâh´ýn

ifadesinin de be-nim söylediklerimi tasvib ettiðini gördüm. Eþbâh´ýn ifadesinin metni þu-dur: «Sulh

bir akittir, anlaþmazlýðý kaldýrýr. Emanetçi ile emanetin helak olduðunu söyledikten sonra sulh

yapmak geçerli deðildir. Zira ortada anlaþmazlýk yoktur.»

Daha sonra Meçmâ metninin de benim söylediðim þekilde olduðunu gördüm. Mecmâ sahibi,

metninde ecîr-i has (özel iþçi) ile emanetçinin emanetin helak olduðunu söylemesinden veya iade

ettiðini iddia etme-sinden sonra yapýlan sulhun caiz olduðunu zikretmiþtir.

«Bu makbuldur ilh...» Bu ifâdeden anlaþýlýyor ki, eðer delil sulh anýnda mevcutsa ve sulhta da bir

aldatma veya bir noksanlýk varsa, sulh geçerli deðildir. Bezzâziyye´de de bu açýklanmýþtýr. Sâyýhânî.

«Yemin taleb etse îlh...» Yani çocuk balîð olduktan sonra davalý-dan yemin taleb etse.

«Bazýlarýna göre yukarýda açýklanan sulh geçerli deðildir ilh...» Çün-kü yemin, dava konusunun

delilidir. Yemin edince bedeli ödemiþ olur. Hâmevî Kýnye´den.

«Sirâciye´de ilh...» Bahýr´da da sulhun geçerli olduðu kesin bir ifa-de ile belirtilmiþtir. Hâmevî,

«Eþbâh´ýn benimsediði görüþ Ýmam Muhammed´in, Ebû Hanîfe´den rivayetidir. Bahýr´da benimsenen

görüþ ise iki-sinin görüþüdür. Sahih olan da ikisinin görüþüdür. Muînü´l-Müftî´de ol-duðu gibi.»

demiþtir.

«Birinci görüþ öne alýnarak ilh...» Hâmevî´nin zikrettiðine göre doð-rusu «birinci» deðil, «ikinci»

demesiydi.

«Bir malýn ayýbýndan dolayý ilh...» Hangi ayýp olursa olsun. Burada özel bir ayýp

kasdedilmemektedir. Bunun tamamý Minah´tadýr.

ALACAK (DEYN) DAVALARI FASLI

METÝN


Bir kimsenin diðer bir kimsedeki alacak (deyn) veya gasbedilmiþ hak-kýndan ötürü onun bir kýsmý


üzerine yapýlan sulh hakkýnýn bir kýsmýný almak, kalan kýsmýný düþürmek anlamýndadýr. Bu sulh

anlaþmasý ribâ ihtimalinden dolayý ivazlý akit sayýlmaz. Buna göre bir kimseden peþin alacaðý bin

lira hakkýndan ötürü, sulh bedelinin alýnmasýný þart koþma-dan yüz lira peþine veya vadeli bin liraya

veya bin iyi dirhemden ötürü yüz züyuf dirheme sulh yapýlmasý geçerlidir.

Ayrý cinslerde ivazlý akit ve sarf olmadýðý için geri býrakýlmasý caiz olmadýðýndan dirhemden ötürü

tecil edilmiþ dinar üzerine veya vadeli bin lira hakkýndan ötürü peþin yarýsý üzerine sulh geçerli

deðildir. An-cak mükâtebin efendisi ile vadeli bin liradan ötürü peþin yarýsýna sulh yapmasý caizdir.

Zeylâî.

Bin siyah paradan ötürü yarýsý kadar beyaz para üzerine sulh ya-pýlmasý geçerli deðildir. Bunda asýl

kaide, ihsan ve tenkis alacaklýdan olursa haktan düþürmedir. Eðer her iki taraftan da olursa o

zaman ivazlý akit olur.

Bir kimse bin lira alacaklý olduðu kimseye, «Yarýn beþyüzünü öde geri kalanýndan beri olmak

üzere.» dese o da kabul ederek anlaþýlan meblâðý o gün ödese borçtan kurtulmuþ olur. Söylenilen

gün ödemezse, þart yerine getirilmediði için borcu aynen devam eder.

ÝZAH

«Deyn davalarý faslý ilh...» Uygun olan Musannýfýn, «Alacak dava-larýndan sulh faslý» demesiydi.

Minâh´ta, «Musannýf umumî davalarda sulhun hükmünü zikretti. Bu fasýlda da alacak davalarýndan

sulha has hükmü zikretmiþtir. Çünkü hususî hükümlerden sonra zikredilir.» denil-miþtir.

«Bir kýsmý üzerine ilh...» Musannifin burada, «bir kýsmý» tabirini kullanmasý gösteriyor ki, «ekseri»

üzerine sulh yapmak caiz deðildir. Bu takyid ayrýca dava konusu olan þeyin meblâðýnýn

bilinmesinin þart ol-duðunu da ifade etmektedir. Lâkin Gâyetü´l-Beyân sahibi Kâfi þerhin-den

naklen, «Eðer birinin diðeri üzerinde dirhemleri olsa ve ikisi de onun tartýsýný bilmeseler, ondan

ötürü bir kumaþ veya baþka birþey üzerine sulh yapmalarý caizdir. Çünkü sulh konusunun

miktarýnýn meçhul oluþu sulhun geçerli oluþuna engel deðildir. Eðer dirhemler sulh yaparlarsa, bu

sulh kýyasen fasittir. Zira sulh bedelinin sulh konusu olan dirhemler-den daha çok olma ihtimali

vardýr. Fakat ben bunun istihsan deliline gö-re caiz olduðu kanaatindeyim. Çünkü açýkça

bilinmektedir ki sulhlarda sulh bedeli, sulh konusu olan þeyden her zaman daha azdýr. Çünkü

sul-hun temeli azaltma üzerine atýlýr. Öyleyse taraflarýn bir. sulh bedeli tak-dir etmeleri zahiren dava

konusunun miktarýný bildiklerine ve sulh be-delinin ondan az olduðuna delâlet eder.» demiþtir.

«Deyn ilh...» Bu deyn (alacak) satým akdi, kira veya karz yoluyla olabilir.

«Kalan kýsmýný indirim yapmaktýr ilh...» Davacý, münkir olan davalý-ya, «Ben seninle alacaðým olan

bin lira yerine yüz lira üzerine sulh yap-tým» diyerek yüz lirayý alsa, geri kalan dokuzyüz liradan ibra

etmiþ olur. Bu da diyâneten deðil hükmen geçerlidir. Ancak, «Sulh yaptým.» sözü-ne ilâveten, «ve

seni ibra ettim.» derse, o zaman diyâneten de ibra et-miþ olur. Kûhistânî. Ben bu meselenin

benzerini daha önce Hâniye´ye nisbetle zikrettim.

«Peþin yarýsý üzerine ilh...» Düþürdüðü yarý vadenin karþýlýðý için alýnmasý haramdýr. Harama bina

edilen sulh da haramdýr. Caiz olmaz.

«Caizdir ilh...» Çünkü mükâteb ile mevtasý arasýndaki kölelik vasfý ivazlý akit manasýndan daha

açýktýr. Bunun için de vadeli borçtan bir kýsmýný düþmek vade karþýlýðý sayýlmaz. Efendi kölesini

kitabet bedeli olarak anlaþýlan malýn bir kýsmýný düþürerek bir kýsmý ile onu süresi gel-meden azad

ediyor ki, köle bununla bir an önce hürriyetine kavuþmuþ oluyor.

«Ývazlý akit olur ilh...» Yani bu sulhta ivazlý akdin hükmü uygulanýr. Eðer sulhta ribâ veya ribâ

þüphesi gerçekleþirse sulh fasit olur. Ribâ ve ribâ þüphesi yoksa sulh geçerli olur. T.

T. diyor ki: «Bir kimse meblâð ve vasýf cihetiyle kinde hakkýndan az bir þey üzerine veya vakit

bakýmýndan tayin olunandan daha kýsa bir süre üzerine sulh yaparsa bakýlýr: Eðer alacaklý ile borçlu

arasýnda ala-caklýnýn hakký olmayan bir vasýf -siyah yerine beyaz gibi- veya vasýf an-lamýna gelen

-vadeliyi peþine çevirmek gibi- bir þey sulha girerse veya bir maldan ötürü onun cinsinden olmayan

birþey üzerine sulh yapýlýrsa, ribâ ve ribâ þüphesi bulunmadýðý takdirde sulh geçerlidir.»

METÝN

Bu mesele beþ þekil üzere bulunur. Birincisi yukarýda gecen þekildir.

Ýkincisi, vakit -yarýn gibi- tayin etmeden, «Beþyüzü öde, geri kala-nýndan beri ol.» dese, bu ifade

mutlak þekilde yapýlan bir ibra olduðu için borcun tamamýný ödemesi gerekmez.

Üçüncüsü, alacaðýnýn yarýsý üzerine, yarýn ödemesi þartý ile sulh yapsa, borçlu yarýn yarýsýný ödese


borcun tamamýndan berî olur. Eðer yarýn ödemezse birinci þekilde olduðu gibi þart yerine

gelmediði için borcun tamamý devam eder.

Dördüncüsü, borçluya, «Borcun yarýsýndan seni ibra ettim, kalan kýsmýný yarýn ver.» sözüyle

yapýlan sulhtur. Bu sulhta borçlu, borcun yarýsýný yarýn ister ödesin ister ödemesin yarýsýndan berî

olmuþtur. Çün-kü sulh konuþmasýnda ödeme deðil ibra önce zikredilmiþtir.

Beþincisi, «Bana ne zaman ödersen sana þu kadarýný baðýþlarým.» gibi ibra açýk bir þarta

baðlanýrsa, ibra geçerli deðildir. Zira geçtiði gi-bi ibrayý açýk bir þarta baðlamak bâtýldýr. Ýbra bir

bakýma temliktir. Tem-lik ise açýk bir þarta baðlanmaz.

Borçlu alacaklýya gizlice, «Borcu bir süre ertelemez veya borçtan bir miktar düþürmeden sana

borçlu, olduðumu ikrar etmem» dese, ala-caklý da bunu yapsa, bu fiili geçerli olur. Çünkü borçlu

alacaklýyý zorlamamýþtýr. Fakat borçlu gizlice dediðini daha önce ilân etmiþ olsa, o zaman alacaklý

borcun tamamýný peþinen alýr.

Birisi bin lira alacaklý olduðunu iddia ve borçlu da inkâr etse, ala-caklý, «Yüz lirasýný düþmek

þartýyla borcun tamamýný ikrar et.» dese, bu düþürme caizdir. Fakat, «bana borçlu olduðunu itiraf

et, sana yüz lira vereyim.» dese, bu öncekinin aksine caiz deðildir. Çünkü verdiði rüþvet olmaktadýr.

Alacaklý borçluya, «bana borçlu olduðunu ikrar et, borçtan yüz li-rasýný düþeyim.» dese, o da ikrar

etse, ikrar geçerli, borçtan düþürmek ise geçerli deðildir. Müctebâ.

ÝZAH

«Borcun tamamýný ödemesi gerekmez ilh...» Ýster ödesin, ister öde-mesin.

«Borcun yarýsýndan seni ibra ettim. Kalanýný yarýn ver ilh...» Alacak-lý borçluya, «Seni beþinden ibra

ettim, beþini peþin vermek üzere.» dese, eðer borç, peþin ödenmesi gereken bir borç ise ibra

geçerlidir. Çünkü ödenilen beþ, peþin ödenmesi vacip olan bir borçtu. Zira buradaki ibra, vadeli bir

borcun peþin ödenmesi þartýna baðlanmamaktadýr.

Borç vadeli bir borç ise, ödemeyi kabul ettiði beþi peþinen ödemezse ibra bâtýl olur.

Câmiü´l-Fusûleyn. Hâmiþ´te de böyledir.

«Açýk bir þarta baðlanýrsa ilh...» Kûhistânî, «Bu ifade, eðer þartý deðil de cezayý önce söylemiþ olsa

sulhun geçerli olacaðýný bildirir.´ Zahîriye´de bu, þu örnekle açýklanmaktadýr: «Alacaklý, «Yarýsýný

senden düþürdüm, eðer yarýsýný peþinen ödersen.» dese fakihlere göre bu dü-þürmedir. Velevki

peþinen ödemeee de.» der. Sâyýhânî.

«Ne zaman ödersen ilh,...» Burada hitab borçluya veya kefiledir. Ýsbicabî, Kâfî´nin þerhinde,

Kâdýhân da, Câmi´nin þerhinde kefilin de borçlu gibi olduðunu açýkça zikretmiþlerdir.

Gâyetü´l-Beyân´da da, «Bunda bir çeþit kapalýlýk vardýr: Çünkü ke-filin ibrasý sýrf düþürmektir.

Bundan ötürü kefil, kefaleti reddetse de reddolunmaz. Uygun olan kefili ibra ettiðinde de ibrayý bir

þarta baðlama-sýdýr. Talâkla yemin edilmediði gibi ibra ile de yemin edilmemek cihetiyle kefilin

ibrasý asilin ibrasý gibi olur. O zaman kefilin ibrasý mütaarýf olan bir þarta baðlamakla geçerli olur.

Eðer mütaâraf olmayan bir þarta bað-lanýrsa geçerli olmaz. Bundan ötürü adam birisine mal ile kefil

olduðu gibi yarýn ödemek üzere nefsiyle de kefil olmuþ olsa, mal ile kefaletten berî olur. Kendi nefsi

ile öderse maldan da berî olmuþ olur. Çünkü bura-da beraeti müteâraf bir þarta baðlamýþtýr ki bu da

sahihtir» denilmiþtir.

«Çünkü alacaklýyý zorlamamýþtýr ilh...» Zira alacaklý delil bulana veya yemin edene kadar dileseydi

bunu yapmazdý. Ýtkânî.

«Alacaklý borcun tamamýný peþinen alýr ilh...» Bu söz ifade ediyor ki, .«Ben sana borçlu .olduðumu

ikrar etmem.» demesi ikrardýr. Bundan ötü-rü Gâyetü´l-Beyân´da,«Fakihler Câmiü´s-Cagîr´in

þerhlerinde, «Alacak-lýnýn, «Ýkrar etmem» demesi ancak gizli olabilir. Bu sözü alenen söylerse ikrar

kabul edilir.» demiþlerdir, denilmiþtir.

METÝN

Bir pazarlýkla satýlan ortak malýn kýymeti veya miras kalan bir deyn (alacak) veya helak edilen ortak

bir malýn kýymeti gibi sebebi bir olan müþterek bir deynden ötürü alacaklýnýn biri bir miktar þey

alsa, diðer or-tak dilerse ortaðýnýn aldýðýna ortak olur. Dilerse borçludan o miktar kadar da kendisi

taleb eder.

Buna göre zikri geçen ortaklarýn biri borçlu ile borcun cinsi hilâfýna olan bir kumaþ üzerine sulh

yapsa, diðer ortak o kumaþýn yarýsýný alýr. Ancak sulh yapan ortak asýl borcun dörtte biri için

ortaðýna kefil olur-sa bu takdirde diðer ortaðýn kumaþ üzerinde bir hakký kalmaz.


Ortaðýn biri sulh yapmadan alacaðýn yarýsý karþýlýðýnda birþey sa-týn alsa, ortaðý takas yoluyla

yarýsýný aldýðý için kendisine alacaðýn dörtte birini tazmin ettirir. Ortak kâbz, sulh ve satmalýna gibi

geçmiþ mesele-lerde hakký borçlunun zimmetinde kaldýðý için bunu borçludan taleb eder.

ÝZAH

«Müþterek bir alacak ilh...» Musannýfýn burada «Deyn» (alacak) ile kayýtlamasýnýn sebebi, eðer sulh

müþterek bir maldan olursa, o za-man sulh bedeli yalnýz sulh yapan ortaða aittir. Diðer ortaðýn sulh

be-deline ortak olmak hakký yoktur. Çünkü bu sulh her yönüyle ivazlý akittir. Çünkü dava konusu

maldýr ve sulh bedeli de maldýr. Borç ise bunun aksinedir. Zeylâî. Bu hatýrda tutulsun. Çünkü çok

vakî olan" bir me­seledir.

Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Ýki kiþi bir diðerinin elinde olan arsa veya evi iddia ederek, «Bu bize

babamýzdan miras kalmýþtýr.» deseler, ve veya arsayý elinde bulunduran þahýs da bunu inkâr etse,

ortaklar-dan biri iddia ettiði þeydeki hissesine karþýlýk yüz dirhem üzerine sulh yapsa, diðer ortak

veya kardeþ, alýnan yüz dirheme ortak olmak istese, ona ortak olamaz. Çünkü yapýlan sulh,

davacýnýn zannýna göre ivazlý akittir. Davalýnýn zannýna göre ise yemin karþýlýðýdýr. Bu bakýmdan her

yönüyle ivazlý akit olmadýðýndan þüphe ile ortaðýna ortaklýk hakký tesbit edilmez. Ýmam Ebû

Yusuf´tan bir rivayete göre, ortaðý diðer ortaðýn sulh bedeli olarak aldýðý yüz dirheme ortak olabilir.»

«Bir pazarlýkla ilh...» Yani her ortaðýn kendi baþýna bir malý olsa ve-ya ikisinin ortak olduklarý bir

mal olmuþ olsa, ortaklar müþterek malý veya mallarý bir pazarlýkla, mallarýn fiyatlarýný ayrý ayrý tayin

etmeden satsalar. Zeylai.

Musannýf burada, «bir pazarlýk» diyerek iki ayrý pazarlýktan kaçýn-mýþtýr. Þöyle ki, iki adam arasýnda

ortak bir köle olmuþ olsa, ortaklar-dan birisi kölede olan hissesini bir adama beþyüz dirheme satsa,

ortaðý da kendi hissesini ayný adama ikinci bir pazarlýkla beþyüz dirheme sat-sa, ikisinin satýþý

birleþtirilerek bin lira üzerine sened yazmýþ olsalar, or-taklardan bir tanesi satýþ bedelinin bir

kýsmýný almýþ olsa, diðer ortak bu alýnan ortak olambz. Çünkü ikisi deynde ortak deðillerdir. Her

deyn kendi baþýna bir satýþtan dolayý gerekmiþtir. Azmiye. Bahsin tamamý Minah´tadýr.

«Miras kalan bîr deyn ilh...» Veya onlara vasiyet olunan bir mal veya onlarýn mirastaki kendi haklarý.

Ebussuud, þerhinden.

«Kendisi taleb eder ilh...» Borçludan taleb etse fakat hissesine dü-þen mal helak olsa, yani borçlu

iflâs ederek ölse, o zaman, hissesini alan ortaðýn aldýðýnýn yarýsýný alýr. Velev ki dýþarýdan alsýn.

Bahir ve Zeylâî´ ye bakýnýz.

«Borcun cinsi hilâfýna ilh...» Çünkü, eðer ayný cins üzerine sulh yapmýþ olsa, ortaðý ona ortak olur

veya borçluya döner. Hissesini alan ortak için muhayyerlik yoktur. Zira bir yerde deynin bir kýsmýný

almýþ gibi sayýlýr. Zeylâî.

«Yarýsýný alýr ilh...» Sulh bedeli olan kumaþýn yarýsýný ve borçludan deynin yarýsýný alýr. Minâh.

«Borcun dörtte biri için ortaðýna kefil olursa ilh...» Yani sulh yapan! kefil olursa. Bu, ifade ediyor ki,

burada sulh yapan ortak muhayyerdir. Ortaðý ona uymayý arzu ederse sulh yapan ortak dilerse sulh

bedelin-den onun hissesini verir, dilerse borcun aslýnýn dörtte birine kefil olur. Sulh ister ikrar ile.

ister inkâr veya sükût ile olsun sonuç deðiþmez.

METÝN

Ortaklardan biri borçluyu kendi hissesinden ibra etse, geri dönemez. Çünkü bu, kabz (almak) deðil,

telef etmektir. Borçlunun alacaklýlarýn birisi üzerinde onlara borçlanmazdan önceden kalan bir

alacaðý ol-sa, borcu geçmiþ alacaðýna mahsuben takas olur. Bunun hükmü de ayný-dýr, rücû

edemez. Çünkü burada adam parasýný almýþ deðil, borcunu öde-miþtir.

Ortaklardan birisi borçluyu alacaðýn bir kýsmýndan ibra etse, ge-ri kalan kýsmý hisselerine göre

taksim edilir. Takas da böyledir.

Alacaklýlardan birisi alacaðýný tecil etse, ikinci imama göre ge-çerlidir. Kendi hissesi karþýlýðýnda

birþeyi gasb ve icar etmiþ olsa, or-taðý ondan hissesini alýr.

Borçlu kadýn olsa ve ortaklardan birisi alacaðý karþýlýðýnda onunla evlense veya ortaklardan birisi

borçluyu kasden yaralasa ve hissesi üzerine sulh yapmýþ olsa, bunlar kabz deðildir. Ortaðý birþey

taleb ede­mez.

Hissesini alan adam ortaðýnýn rücû etmesini önlemenin hilesi þu-dur: Borçlu ona borcu kadar

birþey hibe eder. Sonra alacaklý ona alaca-ðýndan ibra eder. Veya borçlu alacaklýya bir miktar

hurma satar, o da bunu borçtan ötürü ibra eder. Bu þekilde aldýðý þey kendisine ait olur, ortaðý


ondan birþey taleb hakkýna sahip olamaz. Mültekâ ve diðer mu-teber kitaplarda bu mesele

zikredilmiþtir. Þirket bahsinde de geçmiþti.

Selem yapan ortaklardan birisi sermayeden kendi hissesi üzerine sulh yapsa, ortaðý ona izin

verirse bu sulh ikisi adýna da geçerlidir. Or-taðý kabul etmeyip reddederse sulh reddolunur. Çünkü

bu surette kabzetmeden önce deynin taksimi gerekir, bu da bâtýldýr. Fakat ortaklýklarý Mufaveze

(mutlak eþitlik esasýna dayanan ortaklýk) ortaklýðý ise, o zaman yapýlan sulh mutlaka caizdir.

ÝZAH


«Borçlanmazdan önceden kalan bir alacaðý ilh...» Fakat ortaklar-dan birisi borçluya onun

borcundan sonra borçlanýrsa, malýný almýþ gi-bi sayýlýr.

«Kalan kýsmý hisselerine göre taksim edilir ilh...» Meselâ iki kiþinin bir kimse üzerinde yirmi

dirhemleri olsa, ortaklardan birisi borçluyu kendi payýnýn yarýsýndan ibra etse, alacaðýndan ancak

beþ dirhem taleb edebilir. Diðer ortak ise, on dirhemini taleb eder. Hâmiþ´te de böyledir.

«Takas da böyledir ilh...» Meselâ borçlu, borçlanmazdan önce ala-caklýlardan birisinden beþ dirhem

alacaklý olsa, bu borcu ile takas edi-lir. Geri kalaný ise hisselerine göre taksim edilir.

«Gasb ilh...» Alacaklýlardan birisi borçludan birþey gasbettikten son-ra itlaf etmiþ olsa, diðer ortaðý

ona ortak olur. Çünkü birbirlerine kefil olduklarý için gasb anýnda diðeri de mala mâlik olmuþtur.

Ortaklardan birisi borçludan kendi hissesine karþýlýk bir seneliðine bir ev icar etse ve otursa hükmü

yine aynýdýr. Kendi hissesine karþýlýk bir kölenin hizmetini veya bir topraðý alýp ekse, yine diðer

ortak buna or-taktýr. Ortaklardan birisi borçludan mutlak þekilde birþey icar etse, hük-mü yine

böyledir.

Ýbni Semâe´nin Ýmam Muhammed´den rivayetine göre. Ortaklardan birisi borçludan kendi hissesine

karþýlýk birþey icar etmiþ olsa, öbürü bu-na ortak olamaz. Ýmam Muhammed bu icâreyi nikâh gibi

kabul etmiþtir. Meselenin tamamý Hidâye þerhindedir.

«Onunla evlense ilh...» Alacaklý, borçlu kadýnla hissesi üzerine evlense, zahirî rivayete göre bu kabz

sayýlmaz ve öbürü ona ortak olamaz. Fakat borçlu kadýnla dirhem vererek veya borçlanarak

evlenirse, bu onun hilâfýnadýr. Çünkü burada vereceði dirhemler alacaðýnýn takasý olur. Burada da

ortak sanki malýný tamamen almýþ gibi olur. Ýtkânî.

«Borçluyu kasden yaralasa ilh...» Yani ortaklardan birisi borçluyu kasden yaralasa ve bunun ersi

(Yaralamanýn, azanýn diyeti) alacaðý ka-dar olsa ve hissesi üzerine sulh yapsa, diðeri buna ortak

olamaz. Daha öncesinden kýsasý varsa hüküm yine aynýdýr. Ýtkânî.

«Selem yapan ortaklardan birisi sermayeden kendi hissesi üzerine sulh yapsa ilh...» Yani kendi

sermayesini alsa ve þirketi feshetmiþ olsa. Ýtkânî. Burada «sulh» kelimesi fesih´ten mecazdýr.

Azmiye.

«Ýkisi adýna ilh...» Alýnan bu para iki ortak arasýnda taksim edilir. Selemde geri kalan sermayeleri de

yine aralarýnda taksim edilir. Dürerü´l-Bihâr.

«Reddolunur ilh...» Sulh reddolununca selem olduðu gibi kalýr.


radyobeyan