Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 00:41:54
Reddü´l Muhtar / Dava
DAVA KÝTABI
YEMÝNLEÞME BABI
DAVALARIN DEF´Ý FASLI
ÝKÝ KÝÞÝNÝN BÝR DÝÐERÝNÝ DAVA ETMESÝ BABI
NESEB DAVASI BABI
ÝKRAR KÝTABI
SULH KÝTABI
DAVA KÝTABI
METÝN
Dava konusunun, husûmete vekâlet konusuyla yakýndan ilgisi var-dýr. Þöyle ki husûmete ve diðer
þeylere vekil olan kimse kimi zaman da-vaya muhtaç olur. Bu yüzden dava konusu, vekâlet
konusundan sonra gelmiþtir.
Dava kelimesi sözlükte; bir kimsenin hakkýný baþkasýnýn üzerine ge-rekli kýlmayý kasdettiði söz
anlamýna gelir.
Bir terim olarak ise dava; kendisiyle baþkasýnýn üzerindeki bir hak-ký isteme kastedilen veya
hasmýný kendi nefsinden defetme murad edi-len ve hâkim huzurunda kabul edilen bir sözdür.
Baþkasý üzerindeki bir hakkýn iþlenebilmesi için, davanýn hâkimin huzurunda dinlenmesi gere-kir.
Ýþte bununla þehâdet ve ikrar davanýn tarafýndan çýkmaktadýr. Çün-kü bunlar da her ne kadar kabul
edilen birer söz iseler de, bunlar hak-ký tesbit etmede birer isbat vasýtasýdýr.
Musannýfin, «Hasmý kendi nefsinden uzaklaþtýrmak» sözüyle, saldý-rýyý uzaklaþtýrma davasý tarife
girmektedir. Meselâ, bir kimse, «falan kimse bana haksýz yere saldýrýyor. Onun saldýrýsýnýn benden
uzaklaþtýrýl-masýný istiyorum» demesi gibi. Böyle bir dava kabul edilir. Bezzâziyye.
Çekiþmeyi kesme (kat´ý niz´a) davasý bunun aksine olup hâkim ta-rafýndan dinlenilmez. Meselâ
hâkime gidip, «Benimle falanca arasýnda çekiþme yardýr. Hakký varsa dava etsin, alsýn. Hakký
yoksa, onun kur-tulmasý için delil göstereceðim» dese davacý davaya zorlanmaz. Sirâciye.
Eðer davacý, davasýný terkederse, davasýný sürdürmeye zorlanamaz. Bunun aksine davacý
mahkemeye gelmediði zaman zorlanýr.
Eðer þehirde iki hâkim varsa, her hâkimin hükmettiði semtler sý-nýrlý ise, Ýmam Muhammed´e göre
davalý muhayyerdir. Ýmam Muhammed´ in bu görüþü ile fetva verilir. Bezzâziyye.
Üstün görüþe göre dört mezhepten hâkimler olsa bile davalý yine muhayyerdir. Bu görüþe uygun
olarak ben birkaç defa fetva verdim. Ba-hýr.
ÝZAH
«Saldýrýnýn uzaklaþtýrýlmasý davasý ilh...» Bahir adlý eserde þöyle de-nilmiþtir: «Kâru´l-Hidâye´den, iki
kiþi arasýndaki çekiþmenin kesilmesi da-vasý sorulduðunda «Davacý, davaya devam etmesi için
zorlanamaz. Çün-kü hak onundur (bir kimse kendisine ait bir hakký kullanmaya zorlana-maz)
cevabýný vermiþtir».
Kâriü´l-Hidâye´nin bu fetvasý ile fakihlerin, «Saldýrýnýn uzaklaþtýrýl-masý davasýnýn dinleneceði»
fetvasý arasýnda bir çeliþki yoktur. Bezzâ-ziyye ve Hizâne. Bu fetvalar arasýndaki fark açýktýr.
Birincide iddia etti-ði þeyin var olduðunu söylüyor, ancak kendisini temize çýkarýyor. Ýkin-cisinde
ise, baþkasýnýn kendisine haksýz olarak saldýrýsýný iddia ediyor ve bu saldýrýnýn hâkim tarafýndan
uzaklaþtýrýlmasýný istiyor. Hâmiþ´te de böyledir.
«Eðer þehirde iki hâkim varsa ilh...» Musannif bu sözü ile davalý-nýn ancak davanýn aslý ile
zorlanacaðýný yoksa hangi hâkimin huzuru-na götürüleceði konusunda zorlanamayacaðýna iþaret
etmektedir. Bezzâziyye.
Musannýfýn zikrettiði Bezzâziyye´nin ifadesi deðildir. Bezzâziyye´nin ifadesi ise, Minâh´ta olduðu gibi
þöyledir: «Bir þehirde iki hâkim olsa, davacý ve davalýnýn her biri bir hâkimin huzuruna gitmek
isteseler, o zaman muhayyerlik Ýmam Muhammed´e göre davalýya aittir. Fetva da Ýmam
Muhammed´in görüþü üzerinedir.»
Minâh´ta bu görüþten önce Hâniye´den naklen þöyle denilir: «Bir beldede iki hâkim olsa ve her
hâkim beldenin bir bölgesinde kendi ba-þýna hükmetse, iki kiþi arasýnda da bir dava olsa ve her
birisi bir hâ-kimin hükmettiði bölgede yaþasa, davacý, davanýn kendi bölgesindeki hâ-kimin
huzurunda görülmesini isterken davalý da bunu reddederek kendi bölgesindeki hâkimi istese, bu
dava konusunda Ebû Yusuf ile Ýmam Muhammed arasýnda görüþ ayrýlýðý vardýr. Sahih ve muteber
olan, davalý-nýn yeridir. Birisi þehir halkýndan diðeri þehir dýþýndan olsa, yine bunun gibidir.»
Bahýr´da olduðu gibi Muhit´te de bu böyle açýklanmýþtýr: «Ebû Yu-suf, davayý açtýðý için onun
bölgesinin hâkimine itibar ederken, Ýmam Muhammed dâvâlý davaya karþý çýktýðý için onun
bölgesinin hâkimine itibar eder.»
Sarih Bezzâziye´nin ifadesini, Hâniye´de olduðu ve Musannifin da Minâh´da dediði gibi «semtle»
kaydettiðine hamletmiþtir. Bunlarýn hepsi ve fetva sahiplerinin sözleri ifade ediyor ki, Ebû Yusuf ile
Ýmam Muham-med arasýndaki görüþ ayrýlýðý, meselededir: Eðer bir þehirde iki hâkim olsa ve her
hâkim bir semtte baðýmsýz olarak hükmetseler. Ama eðer þehirde semtleri belli olmayan yetkili iki
veya birkaç hâkim olsa, hepsi de eþit haklara sahip olsalar, o zaman davacýnýn davasýna itibar
edilir. O, dilediði hâkimin huzurunda davasýný yürütme hakkýna sahip olur. Çün-kü burada
davacýnýn veya davalýnýn hakimi olmak gibi bir mesele yok-tur. Ýþte bizim bu yazdýklarýmýzýn
saðlamlýðýna Muhit adlý eserin müelli-finin yukarýda naklettiðimiz açýklamasý da þahadet etmektedir.
Yalnýz yukarýda verilen görüþü Hayreddin Remlî reddeder ve bu gö-rüþün hezeyana benzediðini
iddia ederek þöyle der: «Çünkü Ebû Yusuf un illeti, «Davacý husumeti baþlattýðý için hak onundur»
Muhammed´in illeti ise, «Davalý savunma durumunda bulunduðu için hak onundur» esasýna
dayanýr. Bu konuda baþka bir ihtimal bulunmaz. Þüphe yok ki, hüküm illetin bulunduðu yerde
meydana gelir. Þeyhimizin dediði gibi, bu konuda üstün olan görüþ Remlî´nin sözüdür.
Ben derim ki: Bu meselede düzeltilmesi gereken husus, sarihin Mu-sannifin yazýsýndan naklettiði
ve Allâme Makdisî´nin üzerinde yürü-düðü, ondan da Ebussuud´un naklettiði görüþtür. Bunun özeti
þudur: On-larýn zikrettikleri, Ýmam Muhammed´in, «Birden çok hâkim olan beldede, davalýnýn
bulunduðu yer hâkimine itibar edilir» görüþüdür. Ancak bu gö-rüþ; bir beldede bulunan iki
hâkimden her biri ayrý bölgede olur ve bun-lara yalnýz kendi bölgesinde hüküm vermesi emredilmiþ
bulunursa uy-gulanýr. Bu açýklama Ýmâdî´nin sözlerine dayanýr. Yine davacý veya da-valýdan birisi
asker, diðeri sivil olsa, asker olan, hasmýný askerî hâkime götürmek istese, askeri hâkimin asker
olmayan kimse üzerinde hükmet-me velayeti olmadýðý için, burada itibar olunacak, yine davalýnýn
hâkimidir. Çünkü «askerî hâkimin asker olmayan üzerinde hüküm velayeti yoktur» sözü de bunun
açýk delilidir. Ancak memlekette iki hâkim olsa, her iki hâkim de huzuruna gelen kiþinin nereli
olursa olsun, ister Mýsýr´lý, Halep´li veya Þam´lý olsun davasýna bakmaya yetkili ise, devrimizin
hâ-kimlerinde olduðu gibi o zaman uygun olan Ebû Yusuf´un görüþü ile fet-va vermektir. Çünkü
Ebû Yusuf´un görüþü davalýnýn tarifine daha uy-gundur. Yani davacý, kendisinin husumet hakký
olan kimse olup, diledi-ði hâkimin huzurunda hakkýný talep edebilir. Ýþte bundan açýklýða kavuþ-tu ki
Bahýr´da olan, «Eðer Kahire gibi büyük bir þehirde dört mezhep üzerine hâkimler bulunsa,
muhayyerlik davalýnýndýr. Zira hâkim hiçbiri-sinin bölgesinden olmayabilir. Bu yüzden «Ben
bununla birkaç defa fetva verdim» sözünün hiçbir deliIi yoktur.
Ben diyorum ki: Bazý âlimlerin Müfti Ebussuud Ýmâdî´den naklen ba-zý yazýlarýný gördüm. Þöyle ki,
«Devlet idaresinde olan beldelerin hâ-kimleri davalýnýn mezhebinin aksine hüküm veremezler.»
Sarih de buna iþaret etmiþtir.
METÝN
Musannif, «Eðer þehirde iki veya daha fazla eþit velayet yetkisine sahip hâkim bulunursa, davacý
dilediðine baþvurabilir. Eðer Devlet baþ-kaný, hâkim seçiminde davalýnýn isteðinin esas alýnmasýný
emrederse, bu-na uymak gerekir. Çünkü Devlet baþkanýnýn emri, davalýnýn tercih etme-diði
hâkimlerin azli anlamýna gelir. Nitekim daha önce geçtiði gibi hü-küm, yer ve þahýslarla sýnýrlanýr»
demiþtir.
Ben derim ki: «Ýmam Muhammed ile Ebû Yusuf arasýndaki görüþ ayrýlýðý her hâkimin kendisine
ayrýlmýþ bölgede hüküm verme yetkisine sahip olduðu esasýna dayanýr. Eðer bir þehirde, ayný
mecliste Hanefî, Þafiî, Mâlikî ve Hanbelî hâkimler bulunur ve velayet de tek olursa, hâ-kim seçiminin
davacýya ait olduðunda görüþ ayrýlýðý bulunmamasý gerekir. Çünkü davacý hak sahibidir.
Bezzâziyye´nin Hâmiþ´inde Musannif m yazýsý ile bu þekilde nakledilmiþtir.
Davanýn rüknü þudur: Davacý, davayý bizzat açmýþsa, hakký kendi-sine nisbet eder. Meselâ; «Benim,
senin üzerinde þu kadar hakkým var» demesi gibi. Eðer davayý vekil veya vasi açarsa, o zaman da,
bunlarýn istenen hakký, temsil ettikleri kimseye nisbet etmeleri gerekir.
Bir kimsenin davada taraf olabilmesi için âkil ve mümeyyiz olmasý gerekir. Eðer temyiz kudretine
sahip çocuksa, husûmete izinli olmalý-dýr. Aksi halde bulûð çaðýna gelmemiþ olan çocuklar, davada
taraf ola-maz. Eþbâh.
Davanýn cevazýnýn þartlarý þunlardýr:
1) Kaza meclisinin oluþmasý ve hasmýn hazýr olmasý. Buna göre, gâib olan bir kimse hakkýnda
hüküm vermek sahih deðildir.
Eðer, davalý mahkemede hazýr deðilse. Hâkim mücerred dava ile davalýyý mahkemeye celbeder mi?
Eðer davalý þehirde veya þehre yakýn bir mahalde kendi evinde kalýyorsa, hâkim onu mahkemeye
celbeder. Eðer þehirde veya þehre yakýn bir yerde oturuyorsa o zaman, davacý da-vasýný delil ile
veya yemin ile isbat edinceye kadar hâkim davalýyý mahke-meye celbetmez. Minye.
2) Dava konusu olan malýn belirli olmasý. Çünkü, bilinmeyen bir þey için hüküm verilemez.
3) Davanýn, sabit olduktan sonra hasým üzerine bir þeyi gerekli kýlmasý. Eðer dava sabit olduktan
sonra karþý tarafa bir þey yüklenmez-se, boþ iþle uðraþýlmýþ olur.
4) Dava konusunun, sabit olma ihtimalinin bulunmasý. Buna gö-re, aklen veya âdetler bakýmýndan
varlýðý muhal olan bir þeyi dava ko-nusu yapmak bâtýldýr. Çünkü aklen muhal olan bir þeyde
davacýnýn ya-laný ortaya çýkar. Meselâ; nesebi belli olan veya yaþ bakýmýndan ken-disinden
doðmasý aklen mümkün bulunmayan bir kimseyi, «Bu benim oðlumdur» diye dava etmesi gibi.
Âdetler bakýmýndan muhal olan dâva da böyledir: Çevrede fakir olarak bilinen bir kimsenin
baþkasýnýn üze-rinde büyük bir malýnýn bulunduðunu iddia etmesi gibi. Meselâ; «Bu ma-lý ona
ödünç (karz) olarak vermiþtim veya onu benden gasbetmiþti» de-mesi gibi. Ýþte açýk olan, gerek
aklen ve gerek âdetler bakýmýndan muhal olan davalarýn dinlenmemesidir. Bahir.
Ýbnü´l-Gars, bu meseleyi Fevâkihü´l-Bedriyye adlý eserinde zikret-miþtir.
ÝZAH
«Musannýf ilh...» Yani Musannifin, «Bir þehirde iki veya daha fazla eþit velayet yetkisine sahip
hâkim olsa, hâkim seçme yetkisi davacýya aittir» sözünü nakletmesi, Bahr adlý eserin müellifinin
görüþünü red için-dir. Çünkü zamanýmýzda mezhep hâkimlerinin genel ve eþit velayet yet-kisine
sahip olduklarýnda þüphe yoktur.
«Azli anlamýna ilh...» Yani Devlet baþkanýnýn hâkimi tercih etme yetkisini davalýya vermesi
yüzünden, bu davaya nisbetle davacýnýn ter-cih edeceði hâkim davaya bakmaktan azledilmiþ sayýlýr.
«Velayet de birse ilh...» Yani herbir hâkim belirli bir bölgenin dava-larýna bakmakla
görevlendirilmemiþse.» demektir.
«Anlaþmazlýk sýrasýnda ilh...» Bahýr adlý eserde þöyle denilir: «Dava konusu, hakkýn davacýya nisbet
edilmesi, anlaþmazlýk halinde söz konu-su olur. Eðer taraflar anlaþma hâlinde iseler, nisbete ihtiyaç
kalmaz. Her ne kadar taraflarýn sulh yapmasý lügatte bir dava ise de þer´an dava sayýlmaz.
Bunun benzeri Bezzâziyye adlý eserde þöyle ifade edilir: «Bir kimse elinde olan bir mal için, «Bu
benim deðildir» dese, eðer orada, bu ma-lýn kendisine ait olduðunu söyleyen bir hasým yoksa, onun
bu olumsuz ifadesi hüküm doðurmaz. Bundan sonra malýn kendisine ait olduðunu iddia ederse
geçerli olur. Eðer «Bu mal benim deðildir» demesi hasým lehine bir ikrardýr. Bundan sonra malýn
kendisine ait olduðunu iddia et-se, iddiasý sahih olmaz. Asi adlý eserde nakledildiðine göre, elinde
bir mal bulunan kimsenin «Bu benim deðildir» demesi, hasmýn o malda mül-kiyet hakkýný ikrar
etmesi anlamýna gelmez.
Sâyýhânî þöyle der: «Ben derim ki; Bezzâziyye´nin, «Bir þeyin kendi malý olmadýðýný söylemek,
hasým lehine bir ikrar sayýlýr veya sayýlmaz» sözleri nazaridir. Çünkü bu ifadede hasým olmamasý
halinde, malýn kendi mülkü olduðu iddiasý yoktur.
«Davanýn þartý ilh...» Ben mahkemede dava açarken kullanýlacak özel bir sözün þart koþuldugunu
görmedim. Ancak dava açarken, kesin-lik ifade eden ve soruþturma isteðini belirten sözleri þart
koþmak gere-kir. Meselâ; «Þüphe ediyorum veya zannediyorum» gibi sözlerle dava açmak sahih
olmaz. Bahýr.
Sonuç: Bezzâziyye´nin Zahire adlý eserden naklettiðine göre; sýrf ikrara dayalý bir dava dinlenmez.
Meselâ: Bir kimse, «Þu mal onundur» veya «onun falancaya ikrar ettiðine göre, onun elindeki mal
falancaya aittir» der veya ikrar davasýyla iþe baþlar. Meselâ: «Bu malýn bana ait olduðunu ikrar
ediyorum» yahut «Onun üzerinde benim malým vardýr» der. Bazý âlimler, böyle bir davanýn sahih
olduðunu söylemiþse de, ule-mânýn büyük çoðunluðu, istihkak için ikrarýn yeterli olmadýðýný
söyleye-rek sýrf ikrara dayalý davayý muteber saymamýþlardýr. Bahýr. Þahadette ihtilâf faslýndan
naklen. Bu mesele, ikrar konusunun baþ tarafýnda me-tin olarak gelecektir.
«Delil getirir veya yemin teklif eder ilh...» Bunlar bir söz deðil, ayrý ayrý iki sözdür. Burada, davacý
delil getirmekle, karþý tarafa yemin teklif etmek arasýnda muhayyerdir. Bu meselenin ayrýntýlarý için
Bahýr adlý ese-re bakýnýz.
«Dava konusu malýn bilinmesi ilh...» Yani dava konusu malýn cins ve miktarýnýn davacý tarafýndan
açýklanmasý gerekir. Kenz´de de böyledir.
«Bilinmeyen bir þey için hüküm verilemez ilh...» Dava konusunun bilinmemesi, davayý fasid
kýlarken, rehin ve gasp davasý bundan istisna edilmiþtir. Hâniye´de Asi adlý eserin rehin babýna
isnad edilerek þöyle denilmiþtir: Þahitler, «Bu, falanca kimsenin yanýna bir elbise rehin bý-raktý»
diye þahadette bulunsalar fakat bu elbisenin adýný söylemeseler ve þeklini bilmeseler, onlarýn
þahitliði caizdir. Burada hangi elbisenin re-hin olduðuna dair söz, rehin alana aittir. Gaspta da
hüküm böyledir. Bu duruma göre, cins ve miktarý belli olmayan rehin ve gaspta þahitlerin þahadeti
bile geçerli olunca, bu konuda dava açmak öncelikle caiz olur. Bahr.
Ben derim ki: Mi´rac adlý eserde de ayný ifade vardýr ve þöyledir: «Davanýn fasit olmasýnýn sebebi ya
hasmýn hiçbir þeyle sorumlu tutul-mamasý veya dava konusunun kendi bünyesinde bilinmezlik
bulunma-sýdýr. Bu konuda, vasiyet dýþýnda, bir görüþ ayrýlýðý bilinmiyor Meselâ; bir kimse vasiyet
veya ikrara dayanarak bir ma! üzerinde hak iddia et-se, yani malýn kendisine vasiyet veya ikrar
edildiðini dava etse bu ikisi meçhul olmakla birlikte sahih olur. Yine meçhul olan bir haktan dolayý
ibra davasýnýn da sahih olduðu hakkýnda görüþ ayrýlýðý yoktur. Bu du-ruma göre istisnalarýn sayýsý
rehin, gasp, vasiyet, ikrar ve ibra olmak üzere beþe ulaþmaktadýr.
«Hasým sorumlu tutulmazsa dava boþ yere açýlmýþ olur ilh...» Dava-larda sabit olduktan sonra
hasmýn bir þeyle sorumlu tutulmasý asýldýr. Ak-si halde boþ iþle uðraþmýþ olur. Meselâ bir kimse,
hazýr olan diðerini, «Bana vekâlet vermiþtin» diye dava etse, dava sabit olsa bile müvekkilin onu
her an azletme yetkisi bulunduðu için boþ iþle uðraþýlmýþ olur. Bahr´da olduðu gibi Hâmiþ´te de
böyledir.
«Fevâkihu´l-Bedriyye ilh...» Minah adlý eserde þöyle denilmiþtir: «An-cak âdetler bakýmýndan muhal
elan davalarýn menedilmesi hususu, ule-mâdan gelen herhangi bir rivayete dayanmaz.»
Ben derim ki: Mezhepte bir çok fürû meseleler vardýr ki muhal olan davalarýn men´inin ulemâya
istinad ettiðine þehâdet eder. Bunlardan bir tanesi yeminleþme (tehâlüf) konusunun sonunda
gelecektir.
METÝN
Davanýn hükmü ise, davalýnýn «evet» veya «hayýr» þeklinde cevap vermesinin vacip olmasýdýr. Hatta
davalý sükût ederse, sükûtu inkâr sa-yýldýðý için üzerine delil dinlenir. Ancak davalý, dilsiz olursa,
onun sükûtu inkâr sayýlmaz. Bu meseleyi Musannýfýn ilerideki sözlerini açýklarken tetkik edeceðiz.
Davanýn sebebi ise, insanlarýn mukadder olan dünya hayatlarýný sür-dürebilmek için, birbirleriyle
münasebet ve muamelelere muhtaç olmala-rýna baðlanýr. Çünkü insanlararasý muamelelerde,
ziyade, noksan, in-kâr, ikrar, vekâlet verme gibi þeyler cari olmakla dava, mükellefin dün-ya hayatýný
devamýna yardýmcý olur. Eðer dava ihmal olunursa dünyada birtakým haklar zayi olur.
Eðer dava konusu olan menkûl bir malsa. davacýnýn bu malýn has-mýn elinde haksýz olarak
bulunduðunu zikretmesi gerekir. Çünkü böy-le bir menkûlün, hasmýn elinde rehin veya satýþ bedeli
ödenmemiþ bir mebi olma ihtimali de vardýr. Eðer menkûl malýn mahkemede hazýr bu-lundurulmasý
mümkünse, davacý dava, þahadet ve yeminde ona iþaret için huzura getirilmesini isteyebilir.
Eðer dava konusu menkûlün naklinde bir masraf ve zorluk varsa davacý onun kýymetini zikreder.
Veya dava konusu menkûl helak olmuþ veya yeri bilinmemekle kaybolmuþ bulunursa yine kýymetini
zikretmesi gerekir.
Eðer dava konusu menkûl, buðday yýðýný, deðirmen, koyun sürüsü gibi hâkimin huzuruna
getirilmesi mümkün olmayan malsa, hâkim ken-di eminini, belirtilen mallarýn yanýna göndererek
tesbit yaptýrýr. Dava ko-nusu menkûl mevcut deðilse, davada yalnýz kýymetinin zikri ile yetinilir.
Âlimler, «Bir kimse kendisinden bir malýn gasbedildiðini iddia etse ve kýymetini söylemese, davasý
dinlenir. Eðer hasmý inkâr ederse, yemin teklif edilir. Ýkrar ederse, o zaman da onu beyan etmeye
zorlanýr.» de-miþlerdir. Dürer ve Ýbni Melek..
Bu yüzden, çeþitli cins, nevî ve sýfatta olan bir takým mallarý iddia ederek bunlarýn toplum kýymetini
söylemiþ olsa. sahih görüþe göre top-luca tek bir fiyat söylemesi, davanýn kabulü için yeterlidir.
Delili de kabul edilir.
Eðer kýymetlerini ayrý ayrý beyan eder. fakat delili olmazsa, hasým inkâr ettiði takdirde, hepsinin
yerine bir defa yemin teklif edilir. Zira gasp davasý beyansýz sahih olduðundan, çalman mallarýn
hepsinin kýymetini toplam olarak söylemesi evleviyetle sahih olur.
Bazý âlimlere göre hýrsýzlýk davasýnda çalýnan malýn hýrsýzlýk nisa-býna ulaþýp ulaþmadýðýnýn
anlaþýlmasý için kýymetinin zikredilmesi þart-týr. Fakat hýrsýzlýk davasý dýþýndaki davalarda, iddia
olunan þeylerin kýy-metini zikretmesi þart deðildir. Ýmâdiye.
Bu sayýlan þartlarýn hepsi deyn davasýnda delil, ayn davasýnda ge-çerlidir
ÝZAH
«Onun elinde haksýz olarak bulunduðu ilh...» Davalý, dava konusu malý elinde bulundurduðunu
inkâr etse, davacý da, «Bu tarihten bir sene önce onun elinde idi, diye delil getirse, onun delili kabul
edilir ve davalý da malý huzura getirmeye zorlanýr mý?» Câmiü´l-Fusûleyn sahibi, «Uy-gun olan, eðer
iddia olunan þeyin, elinden çýktýðý sabit deðilse, delili kabul edilir ve o þeyin onun elinde kaldýðýna
da hükmedilir» demiþtir. Bahir bunda karar kýlmýþ. Kûhistânî de bunu açýkça ifade etmiþtir. Ancak
Nuru´l-Ayn´da bu görüþ reddedilerek þöyle denilmiþtir. «Bu, istishâbtýr. Ýstishâb ise isbatta deðil,
def etmekte hüccettir.» Usul kitaplarýnda olduðu gibi.
«Huzura getirilmesini talep eder ilh...» Davalý, malý elinde vedîa ola-rak bulundurmadýðý zaman,
davacý malýn huzura getirilmesini- isteyebilir. Eðer davacý vedîa olan bir þeyi taleb ederse, o zaman
davalýya onu huzura getirmesi deðil, onu býrakmasý emredilir. Câmiü´l-Fusûleyn´den naklen
Bahýr´da olduðu gibi.
«Menkûlün naklinde bir külfet varsa ilh...» Deðirmen ve buðday yý-ðýný bu kabildendir. Onun burada
zikredilmesi bir sehivdir. Ýzâhu´l-Islâh´ta þöyle denilmiþtir.» Onun nakli az bile olsa bir külfet
bulunmakla güçse o zaman hâkimin huzuruna getirmek gerekmez.»
«Gâib olmuþ ise ilh...» Yani yerini bilmese. Bunu da Kâdýzade zik-retmiþtir.
Bir mesele: Davacý, dava konusu malýn özelliklerini belirtse, mal hâ-kimin huzuruna getirildiðinde,
bazý özellikler tutmasa, eðer ilk davasýn-dan vazgeçer ve getirilen malý iddia ederse dava dinlenir.
Çünkü bu ye-ni bir dava olur. Aksi halde malýn eski özelliklerinde ýsrar ederse hazýr olan mal
hususundaki davasý dinlenmez. Bezzâziyye´den naklen Bahr.
«Davada kýymetini zikri ile iktifa edilir ilh...» Çünkü dava konusu malýn görülmesi mümkün deðildir.
Onun özelliklerini belirtmekten baþka çare kalmaz. Çünkü kýymet, helak olan bir malýn kendisiyle
bilindiði bir þeydir. Gâyetü´-Beyân.
Ýbn-i Kemal´in þerhinde de, «Dava konusu olan þey elde mevcut de-ðilse, onun özelliklerini
belirtmeye itibar edilmez. Çünkü kýymeti zikredil-meden onun özelliklerinin zikredilmesinde bir
fayda yoktur. Kýymeti zikredildiði takdirde de onun özelliðine artýk ihtiyaç yoktur. Bu hususa
Hidâye´de de iþaret vardýr» denilmiþtir.
Kûhistânî´de ise, «Eðer hazýrlanmasý mümkün deðilse, kýymetinin zikredilmesi» sözü, dava konusu
mal bir hayvan ise, onun renginin, ya-þýnýn, erkek veya diþi olduðunun zikredilmesinin þart
olmadýðýna iþaret eder» denilmiþtir. Kûhistânî´nin bu sözünde, Ýmâdiye´de olduðu gibi ihti-lâf vardýr.
Seyyid Ebû´l-Kâsým da, «Davacý eðer dava konusu malýn aynýsýný veya mislî ise mislini almak
istese, bu tarifler lâzýmdýr. Ama eðer kýymet-li þeylerin ise o kýymetini almak isterse, kýymetini
zikretmek yeterlidir. Hizâne´nin Muhâzir´inde olduðu gibi» demiþtir.
«Bir þeyin kendisinden gasbedildiðini ilh...» Bahýr´da þöyle denir: «Velhâsýl, gasp ve rehin
davasýnda dava ve þahadetin sýhhati için cins ve kýymetin beyan edilmesi þart deðildir. Kýymet
konusunda söz de rehin alan ile gasbedenindir».
Ben derim ki: Miraç adlý eserde vasiyet ve ikrar davasý açýklanarak þöyle denilmiþtir: «Vasiyet ve
ikrar davalarýnda dava konusu olan mal tam bilinmese de dava etmek sahihtir. Meçhul bir þeyin
ibrasýný dava etmek de ihtilafsýz olarak sahihtir. O halde istina edilenler beþ olur.»
«Bundan dolayý ilh...» Yani her ne kadar gasbta kýymeti zikredil-mese bile birþeyin gasbedildiðini
iddia etmesi sahihtir. Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Birisi, «Benden falan þey gasbedildi fakat
kýymetini bilmi-yorum» dese, âlimler onun davasýný kabul edilip dinleneceðini söyle-miþlerdir.»
Kâfi adlý eserde de, «Davacý, «Falan þey benden gasbedildi, o þey helak mý oldu, yoksa duruyor mu,
bilmediðim gibi kýymetini de bilmi-yorum» dese, bütün kitaplarda zikredildiðine göre, onun davasý
dinle-nir ve kabul edilir. Zira insan çoðu kez kendi malýnýn kýymetini bilmez. Eðer onu kýymetinin
beyaný teklif edilse, davacý zarara uðrar», denil-miþtir.
Ben diyorum ki: Dava konusunun bu kadar aþýrý bilinmezliðine rað-men davanýn sahih kabul
edilmesinin faydasý þudur: Davalý, inkâr ettiði takdirde yemin etmeye, ikrar etmesi veya yeminden
kaçýnmasý halinde de beyan etmeye zorlanýr. Zira Kâfi´nin sözleri ancak bu açýklamayla ta-mam olur.
«Kýymetinin zikredilmesinin þart olduðu ilh...» Nehir müellifi Þeyh Ömer, «Bu ifadenin þu þekilde
anlaþýlmasý daha uygundur: Eðer iddia olunan mal hâkimin huzurunda ise, onun kýymetini
zikretmek þart de-ðildir. Ancak hýrsýzlýk davasýnda mal huzurda da olsa, kýymetini söyle-mek
þarttýr.» demiþtir. Hâmevî.
METÝN
Davacý helak olan birþeyin kýymetini dava ederse, dava konusu olan þeyin, dava ve þahadette
cinsini ve nevini beyan etmesi þarttýr. Çünkü hâkim ne üzerine hükmedeceðini bilmelidir.
Ancak istihlâk edilmiþ olan bu mal, canlý hayvan kabilinden ise, onun erkek veya diþi olduðunun
belirtilip ´belirtilmemesi hususu ihtilaflýdýr. Fakih Ebûlleys, «Kýymetinin açýklanmasý þart olduðu
gibi erkek veya diþi olduðunun belirtilmesi de gerekir» demiþtir. Ýhtiyar adlý eser de Ebûl´leys´in bu
görüþünü tercih etmiþtir. Þehîd de, «Kýymetinin, erkeklik veya diþiliðinin açýklanmasý yanýnda
hayvanýn yaþýnýn da belirtilmesi þarttýr» demiþtir. Bu konunun tamamý Ýmâdiye adlý eserdedir.
Dava konusu vedîa ise, emanet verilen þeyin taþýnmasýna ihtiyaç olsun veya olmasýn, koruma
yerinin açýklanmasý gerekir. Çünkü vedîada belirli yerde koruma gereklidir. Ayrýca dava ile talep
edilen kýymeti de-ðil kendisidir.
Gasp davasýnda ise. gasbedilen þey için taþýma ve masrafa ihtiyaç varsa, davanýn sýhhati için
gasbedilenin bulunduðu yeri de belirtmek ge-rekir. Çünkü gasbedilenin aynýný geri vermek asýldýr.
Eðer taþýma külfet ve masrafý söz konusu deðilse, gasbedilenin bulunduðu yerin belirtilme-si
gerekmez.
Mislî olmayan bir þeyin gasbý davasýnda, zahir kavle göre, gasbolduðu günkü kýymetini beyan
etmek lâzýmdýr. Ýmâdiye.
Bir akarýn davasýnda ise, þahadette onun sýnýrlarýný bilmek nasýl þartsa, iddia edilen akar meþhur
dahi olsa, onun sýnýrlarýný beyan etmek de þarttýr. Ancak Ýmameyn buna muhalefet etmiþlerdir. Ama
eðer þahitler iddia edilen binayý bizzat tanýyorlarsa onun hudutlarýný zikretmeye ihti-yaç yoktur.
Nitekim bir akarýn satýþ bedelini dava ettiðinde, akarýn sýnýr-larýný zikretmek þart deðildir. Çünkü
akarýn satýþ bedelini dava etmek, gerçekte bîr alacak davasýdýr. Bahýr.
Bu akarda hudutlar söylendiði gibi, akar veya evin bulunduðu þeh-rin, sonra mahallenin, sonra da
sokaðýn zikredilmesi lâzýmdýr. Nitekim neseb davasýnda da önce kendi adýnýn sonra babasýnýn,
sonra da de-desinin adý zikredilir.
Bu meselede hudutlarýn üçünün zikredilmesi yeterlidir. Dördüncü sýnýrýn zikredilmemesi
mümkündür. Ancak dördüncü sýnýrý da zikreden yanýlýrsa, o zaman dava geçerli olmaz. Mültekâ.
Çünkü bu yanýlma, da-va konusunu ihtilaflý hale getirir. Ancak böyle bir yanlýþlýðýn mahkeme devam
ederken sonradan tavzih edilmesi mümkündür. Fusûleyn.
Bu hudutlarý söylerken, sýnýrlarýn sahiplerini ve neseplerini de zik-retmesi gerekir. Eðer sýnýr
komþusu olan kimse meþhur birisi deðilse, onun dedesinin adýný da zikretmesi gerekir. Sýnýrýn
sahibi meþhur bir kimse ise, maksat hâsýl olduðundan onun adý ile yetinilir. Bu akar veya ev
davasýnýn, «Falan kimsenin elindedir» demesi lâzýmdýr. Eðer dava konusu olan þey, daha önce
geçtiði gibi menkûl bir mal ise, o zaman, «Haksýz olarak onun elindedir» demesi de gerekir.
Davacý ile davalýnýn birbirlerini doðrulamasý ile akardaki el sahibi, belirlenmiþ olmaz. Belki delil
veya hâkimin bizzat bilgisi gereklidir. Çün-kü menkûl malýn zilyedinin görülmesinin aksine, akarda
taraflarýn ya-lan söyleme ihtimali vardýr.
Bizim akar hakkýnda söylediðimiz mutlak deðildir. Belki davacýnýn akarýn mutlak þekilde kendi
mülkü olduðunu iddia etmesi halinde böy-ledir. Ama iddia ettiði akarýn kendisinden gasbedildiðini
veya halen ta-sarruf eden kimseden satýn aldýðýný iddia ederse, o zaman delili gerek kalmaz. Çünkü
fiil davasý, zilyed üzerinde sabit olduðu gibi, baþkasý üzerinde de sabit olabilir. Bezzâziyye.
Davacý, dava konusu þeyi talep ettiðini belirtmelidir. Çünkü eðer bunu zikretmezse, dava konusu
þeyin karþý tarafýn elinde bir rehin veya semen karþýlýðý hapsedilmesi ihtimali, de olabilir. Ýþte bu
talep etme sözü ile «Haksýz yere» sözüne ihtiyaç kalmamaktadýr.
«Cinsini ve nevini beyan etmesi þarttýr ilh...» Ben diyorum ki; bu yerde benim ´bir þüphem vardýr.
Þöyle ki, eðer çeþitli mallarý dava etmiþ olsa, metinde geçtiði gibi bu çeþitli mallarýn toplam fiyatýný
söylemesi yeterli olur. Fusûleyn adlý eserde þöyle zikredilmiþtir: «Davacý, dava ko-nusu þeylerin,
hasmýn elinde mevcut olduðunu iddia etse, o zaman has-mýna", bunlarý mahkemeye getirmesi
emredilir. Dava konusu þeyler ha-zýr olunca, delil kabul edilir.
Davacý, onlarýn helak olduðunu iddia etse ve hepsinin kýymetini top-lam olarak beyan etse, davasý
dinlenir. Bundan anlaþýldýðýna göre; Mu-sannifin eþya davasýnda yukarýda zikrettiði ancak o eþya
helak olursa, o zaman hepsinin kýymetini toplam olarak beyan etmesi kabul edilir. Eðer dava
konusu eþya helak olmamýþsa, o eþyanýn kýymetinin belirtil-mesine ihtiyaç yoktur. Çünkü bu
takdirde dava konusu þeyi hâkimin huzuruna getirmesi istenir.
Yukarýda Ýbn-i Kemal´den naklettiðimiz üzere dava konusu menkûlün, helak olmasý ve benzeri
sebeplerle hâkimin huzuruna getirilmesi güçse, kýymetinin açýklanmasý, özelliklerinin belirtilmesine
ihtiyaç býrakmaz. Ýb-n-i Kemal´den naklettiðimiz ifadeler Musannifin ayný bahsinde zikrettiði,
«Kýymetini zikretmek kâfidir» sözüne uygun düþer. O zaman Musannifin buradaki, «Cinsini ve
nevini beyan etmesi þarttýr» sözünü anlamak güç olur. Eðer desek ki, «Kýymetin zikri ile birlikte
vasýflarýný da beyan lâ-zýmdýr» demiþ olsa, o zaman kýymetinin davasý ile helak olan nesnenin bizzat
aynim dava etmek arasýnda bir fark kalmaz. O zaman artýk Mu-sannifin sözlerinin Bahýr´a uyarak,
«Zikredilen þartlar; deyn davasýnda deðil, ayn davasýnda geçerlidir.» sözünün manasý ne olur?
Burada dü-þünülsün.
Sirâciye´den naklen Bahýr´da, «Sýnýrlanmýþ bir þeyin semenini id-dia ederse, o þeyin hudutlarýný
beyan etme þart deðildir» denilmiþtir.
«Zahir kavle göre ilh...» Nuru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: Mislî olma-yan birþeyin gasb ve helakinde,
zahiri rivayete, göre uygun olan, gasbedildiði gündeki kýymetini beyan etmesidir. Bir rivayete göre
mâlik, nesnenin gasb günündeki veya helak günündeki kýymetini almakla mu-hayyerdir. O halde,
hangi gündeki kýymetini almak istediðini beyan et-mesi lâzýmdýr. Ayn´ýn, istihlâki sebebiyle bin
dinar iddia etse, o ayn´ýn helak edildiði yerdeki kýymetini beyan etmesi lâzým olduðu gibi, ayaný da
beyan etmesi lâzýmdýr. Çünkü ayn´larda bazýsý kýyemî, bazýsý ise mislîdir.»
«Akarýn davasýnda ilh...» Ev, arsa gibi baþka yere nakledilmeyen mala akar denilir. Þuf´a kitabýnda
meþayihimiz açýkça ifade etmiþlerdir ki, mücerred bina ve bað aðaçlarý menkûl mal sayýlýr. Bunlar
arsasýz ola-rak satýldýklarý takdirde orada da þüf´â hakký yoktur. Eðer bunlar arsa ile birlikte
satýlýrlarsa, o zaman arsaya tabi olarak onlarda þüf´â hü-kümleri cereyan eder. Asrýmýzýn bazý
âlimleri yanýlarak bazý akardan say-mýþlardýr. Onlar yanýlmalarý hususunda uyarýlmýþsa da adet
üzerine söz-lerinden dönmemiþlerdir. Bahýr.
Ebussuud Hâþiye´sindeki, «Bina ve baðlarda þüf´â yoktur» sözü, «Toprak, ihtikâr edilmiþ deðilse»
sözü üzerine hamledilir. Yok eðer bina ihtikâr edilmiþ arsa üzerinde ise, bunda þüf´â sabit olur.
Çünkü bu bina-nýn o yer üzerinde kalma hakký vardýr. Bu yüzden, ileride þüf´â bahsinde de geleceði
gibi bina menkûl olmaktan çýkar ve akara dönüþür.
«Dördüncüsü terkedilse de ilh...» Yani davacý veya þahit dördüncü hududu söylemeseler. Ýkisinin
de hükmü, kayýp ve yanýlmada birdir. Ni-tekim bu husus Fusûleyn´de açýklanmýþtýr.
«Yanýlsa, o zaman sahih olmaz ilh...» Bunun benzeri, meselâ, peþin para ile birþeyi aldýðýný iddia
etse, þahitlerin sözü þahadet kabul edilir. Þahitler semenin cinsinin beyanýnda sükût etseler de yine
kabul edilir. Ancak þahitler semenin cinsini zikretmekle birlikte, bu konuda çeliþkili beyanda
bulunsalar, þahadetleri kabul edilmez. Nitekim Zeylâî´de de böy-ledir. Sâyýhânî.
«Fusûleyn ilh...» Davacý yanýldýðýný iddia etse, onun davasý dinlen-mez ve delili kabul edilmez.
Çünkü davalý, davacýnýn iddiasýný kabul et-tiði takdirde, dava konusu gayr-i menkûlün bu hudutlarla
tesbit edildi-ðini tasdik etmiþ olur. Bu kabul ediþten sonra yanýldýðýný iddia etmekle bir önceki
iddiasýný nakzetmiþ sayýlmaz.
Biz, yanýlma iddiasýný þöyle açýklayabiliriz: Davalý, «Hudutlardan bi-risi, þahidin zikrettiði gibi
deðildir» dese veya hududun sahibi, «Hudud doðrudur fakat bu adla deðildir» dese, bunlarýn hepsi
onun davasýný nefyetmektedir. Nefyin üzerine þahadet getirmek de kabul edilmez.
Fusûleyn sahibinin, zikredilen hususta bir araþtýrmasý vardýr ki biz onu Bahýr´ýn hamiþinde yazdýk.
Oraya yazdýðýmýzýn sonucu þöyledir: O za-man davacýnýn, «Bu senin deðildir» diye cevap vermesi
mümkündür. O, bu takdirde çeliþkiye düþmez. Veya baþlangýçta þöyle cevap verebilir: «Bu benim
sýnýrlarýný belirttiðim akara muhaliftir.» derse, o zaman da açýklama yapmasý gerekir. Bu konunun
tamamý Câmiü´l-Fusûleyn´dedir.
Sâyýhânî özet olarak þöyle yazmýþtýr: «Davalý, «Þu hudutlarla sýnýr-lanan akar benim elimde
deðildir.» dediðinde, onun hasmý olan davacý da, «Hayýr o senin elindedir. Fakat bir yanýlma
olmuþtur» der ve onun sözünü men eder. Eðer þahit, dava meclisinde ´yanýldýðýný açýklarsa, ka-bul
edilir. Eðer meclisin dýþýnda yanýldýðýný söylerse, bu söz hâle uygun düþerse yine kabul edilir.
Bezzâziyye.
Bezzâziyye´nin ifadesi þöyledir: «Akar davasýnda þahitler sýnýrlarýn birisinde veya ikisinde
yanýlsalar, sonra dava meclisinde veya dava mec-lisinin dýþýnda yanýldýklarýný telâfi etmeye
çalýþsalar, eðer yanýldýklarý ile düzeltme yaptýklarý ifadeler arasýndaki çeliþki giderilebilirse kabul
edi-lir. Meselâ: «Akarýn doðu sýnýr komþunun adý þu idi, fakat sonradan adý-ný deðiþtirmiþti þu oldu»
veya «Doðu sýnýr komþusu falanca orasýný sattý, adý zikredilen kimse arasýný satýn almýþtý» gibi...
«Dedesinin adýný da zikretmesi lâzýmdýr ilh...» Biz þahadet üzerine, þahadet babýnýn hemen önünde,
þunu ifade etmiþtik: Sýnýrlarý tapu se-nedinde belirlenmiþ olan yerle ilgili dava ve þahadet sahih
olur. Ancak eve (dara) gelince, Ebû Hanîfe´ye göre herkes tarafýndan bilinse bile, onun sýnýrlarýný
söylemek gerekir. Sýnýrlarýn tam söylenmesi ise sýnýr sa-hiplerinin dedelerinin adýný zikretmekle
olur. Ýmameyn´e göre ise, herkes tarafýndan bilinen bir baðýmsýz evde, sýnýrlarý söylemek þart
deðildir. Me-selâ, «Bu ev Kûfe´deki Ömer bin Hâris´in evidir» demek gibi. Buna göre eðer, «Falan
kiþinin evine bitiþiktir» dese ve maruf bir kimse olduðu hal-de isim ve nesebini zikretmese yeterli
olur. Çünkü o kimseyi tanýtmak için adýný ve nesebini söylemeye ihtiyaç vardýr. Kendisi herkes
tarafýn-dan bilinen birisi olunca böyle bir tanýtmaya ihtiyaç kalmaz. Ýþte bunlar gerçekten hatýrda
tutulmasý gereken meselelerdendir. Fusûleyn.
Uygulama örneði: Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir. «Bahçeli ev davasýnda, sýnýrlarýný söylerken,
«Falan kiþinin vârislerinin evine bitiþiktir» dese, tarif tam olmaz. Çünkü tarif ancak isim ve nesebin
söylenmesi ile meydana gelir. Ancak bazý âlimler, ilk tarifin de yeterli olduðunu söylemiþlerdir.
Çünkü, «Falanýn vârisleri» sözü, yeri belirlemek için kâfi gelebilir.
«Birinci görüþ þöyle açýklanmýþtýr: Varisler meçhuldür. Çünkü varis-lerden ashâbü´l-Ferâiz sýfatýyla
miras alanlar olduðu gibi, asâbe veya Zevi´l-Erham olarak hisse alanlar da bulunabilir. Sonra þu
meseleye dik-kat çekilmiþtir: «Falanýn taksimden önceki varislerinin evine bitiþiktir» diye yazýlsa,
sahih olur mu? Bazý âlimler buna sahih olur, derken, bazý-larý, sahih olmaz, demiþlerdir. Yine,
«Falanýn terekesinden olan bir eve bitiþiktir» dese, sýnýr bakýmýndan sahih olur. Eðer sýnýrlardan
birisi olarak sahibi bilinmeyen bir yer söylense, bu yeterli deðildir.
«Ben derim ki: Eðer hudutlar biliniyorsa, onlarýn tasarruf sahiblerini zikretmeye ihtiyaç olmamasý
gerekir. Çünkü hâsýl olmaktadýr».
Bu meselenin, yukarýda Ebû Hanîfe´den naklettiðimiz görüþe muha-lif olduðu acýktýr.
Sonra da þöyle denilmiþtir: «Davacý, sýnýrlardan birisi olarak hazine mülkünü göstermiþ olsa, kimin
elinde olduðunu söylemese de sahihtir. Çünkü o yer, naibinin vasýtasý ile devlet baþkanýnýn
elindedir. Yol ise boyu ve eni beyan edilmeden hudud olarak kabul edilir. Ancak bir gö-rüþe göre
kabul edilmez. Nehir, bazý âlimlere göre kabul edilmez. Yine sur da nehir gibidir. Bu da bir rivayettir.
Mezhebin zahirine göre ise sur sýnýr olarak kabul edilir.
«Akar veya bahçeli ev davasýnda, «Benim iddia ettiðim falanýn arazi-sine bitiþikti» dese, o adamýn
da çok ve daðýnýk yerleri bulunsa bile da-va ve þehâdet sahihtir. Ýddia ettiði ev veya akarýn vakýf
arazisine bitiþik olduðunu söylemesi yeterli deðildir. Uygun olan vakýf, yerinin fakirlere veya
mescide vakfedildiðini söylenmesidir. Mescid veya fukaraya vakfe-dildiðini söylemek, vâkýfý
söylemek gibidir. Bazý âlimlere göre vâkýfý söy-lemekle tarif sabit olmaz. Kimin elinde olduðunu
söylediði zaman tarif tamam olur.
«Ben diyorum ki: «Kimin elinde olduðu» sözünü eklemek, ancak ta-rif o þekilde yapýlabiliyorsa,
gerekir. Yoksa vakfedenin zikredilmesi ye-terlidir. Eðer vakfýn tasarruf sahibini zikretmeden
biliniyorsa, o zaman zaruretsiz olarak onu söylemek fazlalýk olur.» Özetle.
«El sahibi tesbit edilemez ilh...» Bu çok defa meydana gelir. Zamanýmýzýn birçok hâkimleri de
bundan gafildirler. Çünkü onlar tapu senetlerine, «Zikredilen akarýn üzerine el koyduðunu ikrar
etmiþtir.» diye yazarlar, o zaman davacýnýn þöyle demesi lâzýmdýr: «O benim akarýma el
koymuþtur.» Þahitler de ona þehâdet edeceklerdir. Bundan ötürü ben bu meseleyi þu þekilde
manzum olarak ifade ettim: «Sen hiç þüphe etme, akar davasýnda davacý ile davalýnýn birbirini
tasdik etmesiyle akarýn sahibi belirlenmiþ olmaz. Eðer gasb veya davalýnýn satýn aldýðýný iddia
etmezse, delil gereklidir.»
Câmiü´l-Fusûleyn´de, Hâniye´ye iþaretle þöyle denilir: «Baþkasýnýn elinde olan birþeyi dava ederek:
«O benim mülkümdür. Þu adam da ona haksýz yere el koymuþtur» dese, Fukâhâ, bunu böyle
demesi, o ma-la el koyan hakkýnda gasýb davasý deðildir, demiþlerdir.»
Fusûleyn sahibi þöyle diyor: «Ben diyorum ki, Feþ´te geçene kýyas edilirse, «Þu benim mülkümdür,
haksýz yere senin elindedir.» dese, gasb ettiði günü söylemesi dahi, sahihtir. Uygun olan yine
burada da sahih ol-masýdýr.» Bu bahsin tamamý Fusûleyn´in altýncý faslýndadýr.
«Dava konusu þeyi istediðini zikretmelidir ilh...» Ýster o taleb ettiði bir ayn, ister deyn, ister menkûl,
ister akar olsun. O halde, «Falanýn üze-rinde benim on dirhemim vardýr», dese ve baþka birþey
söylemese, hâ-kime, «Ona bana vermesini emret» deyinceye kadar sahih olmaz. Ba-zý âlimler onun
sahih olduðunu söylemiþlerdir. Sahih olan ancak budur. Sâyýhânî, Kuhistânî.
«Eðer bunu zikretmezse ilh...» Yani, «Ben onu taleb ediyorum. Ona emret bana versin» demese
talep de bulunamaz. Çünkü, davalýnýn yanýn-da baþka bir hakla bulunmuþ olmasý mümkündür.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 00:53:42
METÝN
Dava konusu, ölçülecek, tartýlacak, nakit veya gayri nakit bir ala-cak (deyn) olursa, onun iyi veya
kötü cinsten olduðuna dair özelliklerini zikreder. Çünkü o ancak özellikleriyle bilinir. Misliyetten
olan þeyin da-vasýnda da cinsini, nevini, sýfatýný, miktarýný ve nakit para dýþýndaki ala-caklar için,
alacaðýn doðuþ sebebini zikretmesi gerekir.
Eðer bir diðerinin üzerinde bir ölçek buðdayýn olduðunu iddia eder, fakat bu alacaðýn doðuþ
sebebini zikretmezse, onun davasý dinlenmez. Sebebini zikrederse, bunun bir selem akdi olduðu
dikkate alýnarak, onu ancak belirledikleri teslim yerinde isteyebilir. Karz, gasýb veya istihlâk
davasýnda da karz ettiði ve benzeri yerlerde taleb eder. Bahýr.
Hâkim davalýya, davanýn sýhhati kabul edildikten sonra, «Falan sen-den þunu iddia ediyor ne
dersin?» -diye sorar. Eðer davacýnýn davasý sa-hih deðilse, davalýnýn cevap vermesi gerekmez.
Hâkimin sorusu üzerine davalý, ikrar ederse baþka ´bir iþleme gerek kalmaksýzýn dava sona erer.
Eðer inkâr ederse, davacý delil gösterirse, davacý talepte bulunmasa bile hâkim davalý aleyhine
hüküm verir.
Eðer davacý delil getiremez ve davalýnýn yeminini taleb ederse, hâ-kim davalýya yemin verir. Çünkü
bütün davalarda ancak davacý yemin talebinde bulunursa hâkim davalýya yemin teklif edebilir.
Ancak Ebû Yûsuf´a göre, dört yerde davacý talepte bulunmasa da hakim davalýya yemin verebilir.
Bunun dayanaðý Bezzâziyye´deki ifadedir.
Yine Bezzâziyye þöyle demiþtir: «Birisi, ölen bir odamda alacaðý ol-duðunu iddia ederse, varisler
taleb etmese bile hâkim alacaklýya onun borcunu ödemediðine, bir diðerine havale etmediðine ve
borçluyu ibra etmediðine veya iddia olunan meblâðýn bir rehin karþýlýðý olmadýðýna da-ir yemin
teklif edeceði hususunda Fakihler icmâ etmiþlerdir».
Davalý, «Ben ne ikrar, ne de inkâr ederim» dese, yemin teklif edil-mez, inkâr veya ikrar edene kadar
hapsedilir. Yine hiçbir afet olmadan davalý susmaya devam etse, Ýmam Ebû Yûsuf´a göre -Hülâsa-
inkâr veya ikrar edene kadar hapsedilir. Bahir sahibi, «Hükme müteâllik mad-delerde ancak Ýmam
Ebû Yûsuf´un kâvliyie fetva verileceðine binaen ben de bununla birkaç defa fetva verdim» demiþtir.
Sonra Bedâî´den naklen, «Susan bir kimsenin susmasýnýn inkâr sayýlmasý, çok þüpheli bir hâl
olduðu için hâkim ona yemin teklif eder. Burada, «Hâkim ona yemin teklif eder» sözüyle
kayýtlamamýz taraflar, «hâkimin dýþýnda bir kimse-nin yanýnda yemin teklif edilebileceði, eðer davalý
yemin ederse borçtan kurtulacaðý» hususlarýný içine alan bir sözleþme yapsalar, böyle bir
sözleþmenin bâtýl olduðunu belirtmek içindir. Çünkü hasmýn isteði üzerine yemin teklifinde
bulunmak yalnýz hâkimin hakkýdýr. Hâkimden baþkasý yanýnda yapýlan yemine veya yeminden
kaçýnmaya itibar edilmez. Eðer davacý yeminden sonra dava konusu ile ilgili bir delil ikâme etse,
delili kabul edilir. Yoksa hâkimin huzurunda ikinci defa yemin teklif edilir. Ancak birinci yemini
hâkim huzurunda olmuþsa, o yeminle yetinilir. Ýkin-ci yemine ihtiyaç kalmaz» denilmiþtir.
Musannýf, Kýnye´den naklen þöyle der: «Gerçekten, yemin teklif etmek hâkimin hakkýdýr. Hâkim
yemin teklif etmedikçe yapýlan yemine iti-bar edilmez.»
Davalý ile davacý, yemin ederse, davalýnýn zamin olacaðý þeklinde anlaþsalar ve davacý yemin etse,
davalý zamin olmaz. Çünkü bu yemin þeriata aykýrýdýr. Resulûllah´ýn: «Beyyine davacýya, yemin de
ikrar ede-ne aittir» hadisine göre davalýdan sonra davacýya yemin teklif edilemez. Rasulûllah´ýn hem
þahit yem yemin ile birlikte hükmettiklerine dair olan hadisi ise zayýftýr. Ýbn-i Muîn ravisini münker
görerek hadisi reddeder. Aynî.
ÝZAH
«Vasfýný zikreder ilh...» Kenz´de, Vasfýný zikretmekle beraber, «Ben o malý taleb ediyorum» demesi
de ilâve edilmiþtir. Bahýr´da da «Metin ve þerhlerde, «Ben o malý taleb ediyorum» sözü açýkça yer
almýþtýr.» denil-miþtir. Hülâsa ve Bezzâziyye gibi, fetva sahipleri ise, «Ben o malý taleb ediyorum»
sözünü zayýf bir görüþ olarak belirtmiþlerdir. Çünkü mak-sat bu lafzý kullanmak deðil, Umde´de
olduðu gibi talebi ifade eden, me-selâ hâkime, «Ona emret bana hakkýný versin» gibi sözler de
yeterlidir. Bununla birlikte, musannifin, «Ben onu talep ediyorum» sözünü zikretmesi gerekirdi.
Çünkü herkesçe bilindiði gibi fakihler metin ve þerhler-de olan sözleri, fetvalarda olanlara tercih
ederler.
«Cinsini zikretmek ilh...» Meselâ, dava konusu buðdaysa, «sulan-mýþ buðday» onun nev´î, «iyi cins
buðdayýda sýfatý olur. Bu özelliklerin davada belirtilmesi gerekir.
«Davasý dinlenmez ilh...» Dava konusu selem ise, bunun sahih ol-masý için gerekli þartlarý belirtir.
Meselâ, sermayenin cinsi, Selem ko-nusu malýn nev´î sýfatý eðer tartýlacak cinstense tartýsý, akit
meclisinde verdiði nakdi zikredilir. Eðer musannif ayrýntýya girmeksizin, «Davacý ile davalý arasýnda
sahih bir satým akdi cereyan ettiðini» söyleseydi bu yeterli olur ve dava hilâfsýz sahih olurdu.
Bunun üzerinde her bir sebep için birçok, þartlar varsa. Musannifin, «Vücub sebebi» demesi kâfi
gel-mez. Eðer þartlarý az ise, o zaman bu sözle yetinilir. Buna Þemsü´l-Ýslâm, «Bir kimsenin
diðerine, «Sen sahih bir kefaletle kefil ol» demesi, selem gibi sahih olmaz. Çünkü onun kabulü
sahih olmadýðý görüþünde olan Hanefîlere göre deðil ancak onun sýhhatini kabul eden kimseye
göre sahih olur. Bu duruma göre bir kimse, «Bana kefil ol» demiþ olsa, karþý taraf bu teklifi
mecliste kabul etse, sahih olur. Karz´a ise, bir kimsenin, «Sana kendi malýmdan katzettim» diye
zikretmesi lâzýmdýr. Zira böyle demese, o adamýn vekil olmasý da mümkündür. Vekil de talep etme
hak-kýna mâlik deðildir. Karz davasýnda davalý üzerinde borç olmasý için, «Benden aldý ve kendi
ihtiyacýna sarfetti» demesi de gerekir. Bu konu-da icmâ vardýr. Çünkü Ebû Yusuf´a göre; karz olarak
verilen paranýn borç olmasý, paranýn sarfedilmesine, istihlâk edilmesine baðlýdýr. Aksi halde borç
(deyn) olmaz, karzdýr. Bezzâziyye´den özetle.
«Delil gösterirse ilh...» Bu ifadeden açýkça anlaþýldýðýna göre, dava konusu olan malý ikrar eden
davalý aleyhine delil ikâme edilmez. Bahýr´da, «Ancak dört meselede ikrar da etse delil ikâme edilir»
denilmiþ-tir. Yine Bahýr´da, «Delilden sonra davalý ikrar ederse, o zaman delil ile deðil onun ikrarý ile
hüküm verilir. Eðer davalý cevap vermeyerek susar-sa, cevap verinceye kadar hapsedilir.»
denilmiþtir.
«Davalýya yemin ettirir ilh...» Davalýnýn yemin! ile davacýnýn hakký ortadan kalkmaz. Ancak, davasýna
uygun olan bir delil ikâme etmedikçe de davacý olamaz. Eðer delili varsa bunu ikâme eder. Bu delil
ile onun lehine hükmedilir. Hâmiþ´te de böyledir.
«Dört meselede ilh...» Bezzâziyye´de yer alan ve karþý taraf talepte bulunmasa bile hâkimin re´sen
yemin verebileceði dört hâl þunlardýr:
1) Satýlan bir mal, müþteri tarafýndan bir ayýp sebebiyle geri ve-rilse, satýcý talep etmese bile hâkim
müþteriye bu malý ayýplý olarak alýp almadýðýna dair yemin teklif eder.
2) Hâkim, þüf´â hakký sahibine, bu hakkýný iptal etmediðine dair,, þüf´âlý malýn sahibi talep etmese
bile yemin teklif eder.
3) Gâib olan kocasýnýn malýndan nafaka talep eden kadýna, hâ-kim, kocasý ona nafaka olarak bir þey
býrakýp býrakmadýðýna dair yemin teklif eder.
4) Hâkim, istihkak davasýnda, hasým talep etmesi bile, malý sat-madýðýna dair yemin teklif eder.
Hâmiþ´te de böyledir.
Yine Hâmiþ´te þu fer´î mesele vardýr: Birisi diðer birisine, «Senin ba-bama yüz dinar vereceðin
vardýr. Babam bu yüz dinardan hiçbir þey almadan öldü ve bu yüz dinar bana miras kaldý. Bu yüz
dinarý bana tes-lim et» dese, davalý da, «Evet, babana yüz dinar borcum vardý. Ancak ben onun
seksen dinarýný hayatýnda kendisine ödedim, baban da falan þehirdeki evimde falan gün aldýðýný
ikrar etti» dese ve delil de ikâme etse, davacý, «Babamýn seksen dinarýný kabzettiðine dair iddian
bâtýl-dýr. Çünkü babam, ikrarýný iddia ettiðin günde o þehirde deðil, þu þehir-de idi» dese ve delil
ikâme etse, davalýnýn delili, davacýnýn bu delili ile reddedilir mi? Bazý âlimler tarafýndan, «Hayýr,
reddedilmez» denilmiþtir. Ancak davacýnýn babasýnýn davalýnýn þahitlerinin babasýnýn kabzettiðine
dair ikrarda bulunduðuna dair þahadet ettikleri gün baþka bir þehirde bulunduðu herkesçe bilinen
bir þeyse, o zaman hâkim davacýnýn delili jle davalýnýn delilini reddeder ve davalýya borcu ödetir.
Zahîre´de de böyledir. Fetâvâ´l-Hindiyye´nin dokuzuncu babý, Þahadetin nefy ve isbatý bahsinden.
«Ýcma etmiþlerdir ilh...» En uygun olaný musannifin «Ýcma etmiþler-dir» deðil de, «Ancak ölen bir
kimseden bir alacak iddia eden kimseye âlimlerin ittifaký ile hâkim yemin teklif eden» demesiydi.
Yemifiin þekli ise þöyledir: Hâkim ona, «Bizzat ondan olmadýðýna veya onun namýna bir baþkasýnýn
sana ödemediðine veya senin emrinle baþka birisinin on-dan kabzetmediðine veya onu o borçtan
ibra etmediðine veya bir diðe-rini ondan almak üzere havale etmediðine veya alacaðýna karþýlýk
sen-de bir rehin bulunmadýðýna ALLAH´a yemin eder misin?» der ve o da ye-min eder. Bezzâziyye´den
naklen Bahýr´da da böyledir. Bir kimse ölüm hastalýðýnda ikrar etmiþ olsa bile, yine yemin teklif
eder. Nitekim Tatarhâniye´den naklen Eþbâh´ta da böyledir.
«Sonra Bedâi´den naklen ilh...» Bu nakil metindeki meseleye racidir. Bahýr´da þöyle denilmiþtir:
«Mecma´da, «Davalý, «Ben ne ikrar ne de inkâr ederim» dese, hâkim ona yemin teklif edemez.»
denilmiþtir. Sa-rih de der ki, «Ýmam-ý Azam´a göre ikrar veya inkâr edinceye kadar hapsedilir.
Ýmameyn´e göre ise, ona yemin teklif edilir». Bedaî´de de «Onun ne ikrar ne inkâr ederim» sözü
inkârdýr» denilmiþtir. Bedaî´nin bu sözü aþikârdýr ki Ýmameyn´in kavlini tashihtir.» Bezzâziyye´de de
ol-duðu gibi. H.
«Ýtibar edilmez ilh...» Bu mesele, metinde geçen meseleye uygun de-ðildir. Çünkü metindeki
meselede birinci yemin hâkim dýþýndaki bir kimse yanýnda yapýlmýþsa ona itibar edilmez. Bu mesele
ise, hâkimin huzurun-da, fakat hâkimin teklifi ile deðil, davacýnýn teklifi ile yemin etmesidir.
«Anlaþsalar ilh...» Vâkýât-ý Hisamiye´nin Rehin bahsinden hemen •önce þöyle bir ifade vardýr:
«Ýmam Muhammed´e göre, birisi diðerine. «Benim senden bin dirhem alacaðým var» dese, diðeri de,
«O bin dirhe-min senin olduðuna yemin et, ödeyeyim.» dese, o da yemin etse, yemin üzerine davalý
da ödese, eðer kýlmýþ olduðu þart üzere ödemiþse, o þartý batýldýr. Ödeyen, ödediðini geri alabilir.
Çünkü, böyle bir þart Ýslâm´ýn hükümlerine aykýrýdýr. Çünkü þer´î hükümde yemin davacýya, delil
inkâr edene aittir.» Bahýr.
METÝN
Davacý davasýna delil ikâme ettiðinde, davalý hâkimden davacýya, davasýnda haklý olduðuna ve
þahitlerin doðru olduðuna ve þahadetlerin-de hak üzere olduklarýna dair yemin teklif edilmesini
istese, hâkim onun sözünü kabul etmez. Çünkü bir davada, hasma iki defa yemin teklif edilmez.
Eðer edilirse þahide ne gerek kalýr. Çünkü, «Ben þahadet ederim» sözü bizim fakihlerimize göre
yemin niteliðindedir. Yemin de tekrar edilmez. Biz þahitlere iyi davranmakla emrolunduk. Bu
yüzden, þahit hâkimin kendisine yemin teklif edeceðini ve nash edilmiþ bir kaville amel edeceðini
anlarsa, o zaman þahitlik etmekten kaçýnmasý meþru olur. Çünkü böyle olunca onun þahitlik etmesi
lâzým gelmez. Bezzâziyye.
Mutlak mülkte, yani kendisinde irs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilmeyen
malda, hariçten olan bir kiþinin delili da-va konusu malý elinde bulunduranýn delilinden daha
haklýdýr ve kabulü daha uygundur. Çünkü o, davacý durumunda olup, hadis-i þerifle sabit olduðu
üzere, delil ikâme etmek onun görevidir.
Ancak bir hayvanýn yavrusu olmak veya nikâh gibi bir sebep bulunmamakla mukayyet mülk olan
þeyler, bunun hilâfýnadýr. Ýleride açýk-lanacaðý gibi delil, icma ile malý elinde bulunduranýndýr.
Davalý, mahkemede «Ben yemin etmem» gibi açýk ifadelere veya sûkut ederek hükmen yeminden
kaçýnsa ve hâkim onun sükût etmesinin saðýrlýk veya dilsizlik gibi bir âfetten olmadýðýný bilse, sahih
kavle göre onun aleyhine hükmeder. Sirâc. Üç kere yemin teklifinde bulunduktan sonra hüküm
vermesi de ihtiyatlýdýr.
Yeminden kaçýnmasýnýn hemen ardýndan hâkimin hüküm vermesi þart mýdýr? Bu konuda görüþ
ayrýlýðý vardýr. Dürer. Musannýf, «Ben ihtilaflý görüþler arasýnda bir tercih yapýldýðýný tesbit
edemedim» demektedir.
Ben diyorum ki: Biz Kaza kitabýnda yeminden kaçýnmanýn hemen akabinde vakit kaybetmeksizin
hüküm verilmesinin farz olduðunu söyledik. Ancak üç yerde farz deðildir. Eðer yeminden
kaçýnmasýyla davalýnýn aleyhine hüküm verilirse, sonra o yemin etmek isterse, onun ye-minine
iltifat edilmez. Hüküm aynen geçerlidir. Dürer.
O halde, hüküm yolu üç olmaktadýr. Beyyine, ikrar ve yeminden ka-çýnmak, Eþbâh´ta da hüküm
yollarý yedi olarak yazýlmýþtýr. Beyyine, ik-rar, yemin, yeminden kaçýnmak, karþýlýklý yeminleþme
(kasâme) bir de hâkimin tercih olunaný bitmesidir. Yedincisi ise kesin bir karinedir. Þöy-le ki, boþ
bir binadan elinde kanlý bir býçak olan bir adam telâþla çýksa, hemen o binaya girseler, içeride yeni
býçaklanmýþ bir adam görseler, o halde elinde kanlý býçakla içeriden çýkan adamýn katil olduðunda
hiç kimse þüphe etmez.
ÝZAH
«Þahitlerin doðru olduðuna ilh...» Yani davalý hâkimden þahitlerin doðru söylediklerine dair yemin
etmelerini taleb etse, hâkim bu isteði kabul etmez.
«Mutlak mülkte ilh...» Mutlak mülk: irs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilmeyen
mal anlamýna gelir. Musannif, aþaðý-daki sebeplerle mala zilyed olmayanýn delilini zilyed olanýn
delilinden üstün tutma prensibini yalnýz mutlak mülkte, mülk edinme sebebini açýklamamakla
birlikte mülk edindikleri tarihi belirtmeseler yahut ikisi de tarih belirtseler ve zilyed olmayanýn tarihi
zilyedinki ile ayný veya on-dan daha eski olabilir. Eðer -zilyedin mülk edinme tarihi daha eski ise,
ileride konusu içinde geleceði gibi dava konusu malýn zilyedin mülkü olduðuna hükmedilir. Ancak
zilyed olmayan mutlak mülk iddiasýnda bu-lunur ve zilyedde malý falancadan satýn aldýðýný söyler,
her kiþi de delil getirir ve mülk edinme tarihini belirtirlerse, zilyedin tarihi daha eski ol-sa bile, malýn
zilyed olmayana ait bulunduðuna hükmedilir. Nitekim Zahîriye´de de böyledir. Bahr.
«Mukayyed mülk bunun hilâfmadýr Un...» Ýrs veya satýn alma gibi bir mülk edinme sebebi zikredilen
mala «mukayyed mal» denir. Burada delil, zilyed olma dýþýnda baþka bir sebep üzerine ikâme edilir.
Böylece, davacýnýn göstereceði delille zilyedin mücerred zilyedlik delili eþit du-rumda bulunurlar.
Ancak malý elinde bulunduranýn zilyedlik delili tercih edilir. Hüküm de onun lehine verilir. Sahih
olan da budur. Bunun delili ise, Câbir bin Abdillâh´tan rivayet edilen hadis-i þeriftir. Þöyle ki,
Rasûlullah devrinde bir kiþi diðer birisinin yanýndaki deveyi dava konusu yapar. O devenin kendi
devesinin yavrusu olduðuna dair delil ikâme eder. Deveyi elinde bulunduran davalý da devenin
kendisine ait olduðuna ve kendi devesinin yavrusu bulunduðuna dair delil gösterir. Rasûlullah
(S.A.V.) deveyi elinde bulunduran kimsenin lehinde hüküm verir. Bahr. Hâmiþ´te de böyledir. (Buna
göre mukayyed mülkte, delillerde eþitlik halinde zilyedlik delili üstün kabul edilir.)
«Nikâh ilh...» Birisi, bir baþkasýnýn elindeki kadýnýn nikâhlýsý olduðu-na dair delil getirse, karþý taraf
da delille onu isbat etse, hiç birisinin delili ile amel edilmez. Çünkü bundaki mahal ortak olmayý
kabul etmez. Taraflar biribirlerinin delilini ibtal ettikleri zaman hâkim kadýnla onlarýn, arasýný ayýrýr.
Zira Kýnye´de olduðu gibi hiç birisinin diðerine tercih edi-lecek tarafý yoktur.
Eðer bu dava, kadýný elinde bulunduran kimsenin, adamýn duhûlün-den önce ise, taraflarýn üzerine
mehir gerekmez. Ama eðer birbirlerinin delillerini ibtal etme, kadýnýn ölümünden sonra olursa,
taraflardan hiç birisi de kesin nikâh tarihi gösteremezlerse, o zaman o kadýnýn her iki-siyle de
nikâhlandýðýna hükmedilir. Taraflardan her biri kadýnýn yarý mehrini verir, kadýnýn terekesi varsa her
ikisi ondan bir kocanýn miras hakkýný alýr. Bahýr. Bu meselenin tamamý Bahýr´dadýr. Hâmiþ´te olduðu
gibi.
«Sahih kavle göre ilh...» Bu sahih kavilden maksat Ebû Yusuf´un kavlidir. Yukarýda geçtiði gibi fetva
da onunladýr.
«Daha ihtiyatlýdýr ilh...» Yani yemini üç defa teklif etmek ihtiyata daha uygundur. Ebû Yûsuf ve
Ýmam Muhammed´den rivayet edildiðine göre, yemini tekrar ettirmek vacibtir. Hatta hâkim bir defa
yeminden ka-çýnmasý üzerine hüküm verse, hükmü nafiz olmaz. Sahih olan kavle gö-re hükmü
nafizdir. S.
«Musannif ilh...» Remlî, Minah hâþiye´sinde þöyle der: «Bir defa yeminden kaçýndýðý zaman Ebû
Hanîfe ve Muhammed´in kevtine göre o kimse münkir sayýlýr. Ebû Yusuf´un kavline göre ise cevap
verene ka-dar hapsedilir. Þu kadarý var ki. birincisi, dava anýnda, baþlangýçta su-sup cevap
vermemesi hali içindir, ikincisi ise, önce ikrar edip sonra susmasý hali içindir.
«Ýltifat edilmez ilh...» Ama eðer aleyhine verilen hükümden sonra, tamamý geleceði gibi delil ikâme
ederse delili kabul edilir.
«Yedincisi ilh...» Hay reddi n Remlî, Minah hâþiye´sinde bu «yedinci» üzerinde uzun uzun durarak
þöyle demiþtir: «Bu yedinci mutemed bir kitaba istinat etmeden kabul edilmez ve garibtir.» (Hüküm
yollarýndan yedinci «kesin kârine»dir. Yukarýda metin kýsmýnda açýklayýcý bilgi ve-rilmiþti.)
Bahýr´da da, «Bu yedincisinin kaynaðý Ýbnü´l-Gars´ýn üzerinedir. Þu kadarý vardýr ki, Ýbnü´l-Gars´ýn
ifadesi «Yedinci ise kesin bir karinedir», þeklindedir, denilmiþtir.
METÝN
Davalý, dava konusu olan þey hakkýnda þüphe ederse, kendisine uy-gun olan, hasmýný razý edip
yemin etmemesidir. Belki de harama düþ-mekten kaçýnmasý için yeminden kaçýnmasý vaciptir. Eðer
hasmý, razý olmayarak yeminini taleb ederse, o zaman bakar, eðer zann-ý galibi da-vacýnýn
iddiasýnda bâtýl olduðu þeklinde ise yemin- eder. Eðer zann-ý ga-libi davacýnýn haklý olduðu üzerine
ise, yemin etmez. Bezzâziyye.
Davalý yemin ettikten sonra davacý delil ikâme etse, âlimlerin ço-ðunluðuna her ne kadar yeminden
önce «Benim þahidim yoktur» demiþ-se de, Siraç, Muhit´ten, Þerh-i Mecma´da olanýn aksine yine
delili kabul edilir. Nitekim davalý, yeminden kaçmasý ile aleyhinde verilen hükümden sonra delil
ikâme etse, onunda delili kabul edilir. Haniye. Sahih olan kavil budur. Zira Kadý Þureyh,
«Reddedilmeyen yalan yemin, âdil ye-minden daha evlâdýr» demiþtir. Çünkü yemin delilin halefi
gibidir. Asýl ortaya çýktýðý zaman -ki bu delildir- onun halefi olan yemin hiç edilme-miþ gibi olur.
Bahýr.
Yeminden sonra delil ikâme edildiðinde, yemin edenin yalaný orta-ya çýkar. Eðer davacý malý
sebebsiz iddia eder, davalý da yemin eder, yeminden sonra davacý delil ikâme ederse, davalý
yemininde hânis olur. Eðer yapmýþ olduðu yemin boþama veya azad üzerine ise onlar da vaki olur.
Fetva da bunun üzerinedir. Haniye adlý eserin talâk bahsi. Ancak Dürer sahibinin mutlak ifadesi
bunun aksinedir.
Davacýnýn iddia ettiði malý karz gibi bir sebebe dayanarak dava etmesi halinde de davalý borçlu
olmadýðýna yemin ederse, bunun üze-rine davacý delil ikâme ederse, davalýnýn yalaný sabit olmaz.
Çünkü, da-va konusu malýn önce karz olarak alýnmasý, sonra ibra veya ifa edil-miþ olmasý da
mümkündür. Fetva da bu metindeki açýklamalara göredir. Fusûieyn, Sirâç, Þümnî ve diðerleri.
Kocanýn veya karýsýnýn inkâr ettikleri nikâhta, iddetten sonra inkâr ettikleri ricatta, îlâ müddetinden
sonra birisinin inkâr ettiði ilâdan dö-nüþte, veya cariyenin dava ettiði istilâtta (doðurtma) yemin
yoktur. Zi-ra iddet bitmeden ricat her ne kadar kadýn onu yalanlasa da, koçanýn, «Ben ricat ettim»
sözüyle sabit olur. Zira koça ricatý yenilemeye kadir-dir. Ýstilâdýn ise aksi olmaz. Çünkü dava, mevlâ
tarafýndan yapýlýr. Zira istilâd, mevlânýn ikrarý ile sabit olur. Bu sebeple cariyenin inkârýna iti-bar
edilmez.
Kölelik ve neseb iddiasýnda da yine yemin yoktur. Þöyle ki, meselâ
birisinin meçhul bir adam hükmündeki «Bu benim kalemdir» veya «Be-nim oðlumdur» iddiasýnda
veya bunun aksine, birisinin diðeri için, «bu benim efendimdir veya «Babamdýr» iddiasýnda ve
bunlar gibi had ve lianda yemin yoktur. Ancak þu kadarý var ki, fetva, bu saydýðýmýz yedi þeyde
inkâr edene yemin teklifi üzerinedir. Bu görüþ Ýmameyn´e aittir. Bunlarý altý sayanlar çocuðun
anneliðini neseb veya kölelik davasýna ek-lemiþ olmaktadýrlar. Velhâsýl müftabih kavle göre, hadler
hariç hepsinde yemin vardýr.
Yemin olmayan meselelerden ikisi de kâzif haddi ile lian haddidir. Ýcmaen bunlarda da yemin
yoktur. Ancak, efendi kölesinin azadýný ken-disinin zinasýna baðlama gibi hakký tazammun ederse,
o zaman köle efendisine yemin teklif eder. Þu kadarý var ki, köleye lâyýk olan, zina ettiðini
söylemeyerek, «Mevlâm benim azadýmý baðladýðý þeyi iþledi» demesidir. Eðer efendi yeminden
kaçýnýrsa, kölenin azadý sabit olur. fa-kat zina sabit olmaz.
Mal sahibinin talebi üzerine hýrsýza malý çalmadýðýna dair yemin tek-lif edilir. Mal sahibi iddia
etmedikçe hýrsýza yemin teklif edilmez. Hýrsýz yeminden kaçýnýrsa, çalýndýðý iddia edilen mala zamin
olur, fakat eli kesil-mez. Hýrsýzlýðýný ikrar ederse, eli kesilir.
Fukâhaya göre tazir davasýnda yemin teklif edilir. Nitekim Dürer´de açýklandýðýna göre, birisi diðeri
hakkýnda taziri gerektiren birþey iddia ettiðinde, iddia olunan þeyi inkâr etse, hâkim ona yemin teklif
eder.
ÝZAH
«Davalý yemin ettikten sonra ilh...» Zira yeminin hükmü, delil ikâme etmenin sonuna kadar derhal
husûmetin kalkmasý içindir. Sahih olan da budur. Bazý âlimlere göre yemin mutlaka husûmetin
kalkmasý için-dir. T.
«Yeminden kaçýnmasý ile aleyhinde verilen hükümden sonra ilh...»
Zira yeminden kaçýnmak bir ikrardýr. Bu da eksik bir delildir. Ama delil bunun aksine kuvvetli bir
hüccettir. Bu hüküm, bir malýn ayýbýndan do-layý reddi konusunda ortaya çýkar.
«Haniye ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bundan sonra bilmiþ ol ki, yeminden kaçýnma üzerine
hüküm vermek, aleyhinde hüküm verilen kimsenin hükmü iptal için delil ikâmesine mani olmaz.
Bunun dayanaðý Hâniye´deki ifadedir. Þöyle ki, «Birisi diðerinden bir köle satýn alsa, sonra onda bir
ayýp bulsa, satan aleyhinde dava açtýðýnda satan adam onun iddiasýný inkârla yanýnda iken köle de
ayýp olmadýðýný söylese, alý-cý satana yemin teklif etse ve o da yeminden kaçýnsa, hâkim de kö-lenin
geri verilmesine hükmetse, daha sonra satan adam, «Ben ona kö-lenin bu ayýptan ´beri olduðunu
söylemiþtim» diyerek delil ikâme etse, delili sabit olur.»
Ben diyorum ki: Bahir sahibinin Hâniye´den naklettiði genel bir kaide ise, onda bir görüþ vardýr.
Þöyle ki, satýcýnýn yeminden kaçýnmasý ya baðýþlamaktýr veya kölenin kendi yanýnda iken ayýplý
olduðunu ikrardýr. Yeminden kaçýndýktan sonra, sattýðý kölenin satýþ sýrasýndaki «Ayýptan beri
olduðunu söyledim» demesi ve buna dair delil ikâme etmesi, ye-minden kaçýnmasýnýn altýnda ikrar
anlamý bulunduðunu te´kîd eder.
Ama eðer birisi diðerinden bir mal iddia etse o da yeminden ka-çýnsa ve aleyhine hüküm verilse,
onun kaçýnmasý ikrar sayýldýðýndan aley-hinde verilen hüküm sahihtir. Bundan sonra bunun,
aleyhine verilen hükümün ibtali için delil getirmesi çeliþki olur ve hükmü nakzeder. D za-man iki
mesele arasýnda bir fark olduðu ortaya çýkar. Buna göre Hâni-ye´den nakledilen küllî bir kaide
sayýlmaz. Çok açýktýr ki, Bahir sahibi-nin sözleri, aleyhinde hüküm verilen kimsenin delil ikâme
etmesi hususundadýr. Sarihin sözlerinin zahirine göre ise, akýþýn da delâlet ettiði gi-bi, delil ikâme
eden davalý deðil, davacýdýr. O halde Hâniye´de olan buna nasýl delâlet eder?
«Dürer sahibinin meseleyi mutlak olarak ifade etmesi üzerinedir
ilh...» Zira Dürer sahibi þöyle demiþtir: «Minkirin yalaný delil ikâme et-mekle sabit olur mu? Doðru
olan sabit olmamasýdýr. Bu sebeple o, yalan yere þahitlik yapanýn cezasýyla cezalandýrýlmaz». Buna
Zeylâî zikretmiþtir.
«Veya ifâ ilh...» Bu meseleden Allâme Makdisî þöyle bahsetmiþtir: «Sabitte asýl, sübutu üzerine
devam ettirilmesidir. Çünkü siz de hük-mettiniz ki, bir kimsenin lehinde birþeyle þahadet edilirse, o
þey kimsenin olur. Asýl olan da o þeyin devam etmesidir. Sebep mevcut olduðu zaman o þeyde
sabit olur. Asýl olan da sabit olan þeyin devamýdýr.»
Ben derim ki: Bunun cevabý þudur: Bir þeyin bir kimseye ait olduðu-nu tesbit etmek, geçmiþ
zamanda o þeyin onun mülkü olduðunu ifade etmektir. Kiþinin bu sabit olan þeyi sahiplenmesi de o
þeyin mülkiyetinin o kimseye sübûtundan sonra bir diðerinin ona itiraz etmesini defetmeye
elveriþlidir. Çünkü fakihler dava konusu malý hükümden sonra sahiplen-menin isbata deðil defe
uygun olduðunu söylemiþlerdir. Biz bu kimse-nin yemininden hânis duruma düþtüðünü söylersek
asýl olan karzýn be-kasý olur. Karzýn bekasý da sahiplenme ile isbat edilmiþ olur ki, bu da caiz
deðildir:
«Cariyenin dava ettiði ilh...» Yani cariye efendisinden bir çocuk do-ðursa ve o da ölse, veya bütün
azalarý belirmiþ bir çocuk düþürmüþ olsa ve bu çocuðun efendisinden olduðunu iddia etse, efendi
bunu inkâr et-se, buna yemin teklif edilmez. Ýbn-i Kemal.
«Neseb iddiasýnda da ilh...» Manzume´de, «Velâdýn» kelimesi de mevcuttur. Hakâik´te þöyle
denilmiþtir: «Ve nesebin denilmemiþtir. Çünkü ancak Ýmameyn´e göre mücerret neseb davasýnda
münkire yemin tek-lif edilir. Kiþi hakkýnda babalýk veya oðulluk iddiasý, ikrarý ile sabit olacaðý
takdirde yemin teklif edilir.» Ýbn-i Kemal.
«Ýtkin velayetinde ilh...» Yani köle olarak meþhur olan birisinin di-ðeri hakkýnda, «O beni azad
etmiþtir» veya «Benim mevlâmdýr» iddia-sý, karþýsýndaki kimse tarafýndan inkâr edilirse, ona yemin
teklif edilmez.
«Yedi þeyde ilh...» Yani dokuzdan ilk yedi þeyde.Zeylâî, «Dokuzdur sözü, Ýmameyn´in sözüdür.
Yedidir sözü ise Ebû Hanîfe´nin sözüdür» de-miþtir. S. Remli. Bir kimse yeminden kaçýnýrsa,
Ýmameyn´e göre onun aleyhine hüküm verilir» demiþtir.
«Hýrsýza yemin teklif edilir ilh...» Yine nikâhta da kadýn mal iddia etse, yani kadýn erkekle nikâhlý
olduðunu iddia etse, kadýnýn bu iddia-dan maksadý mehir ve nafaka gibi mal ise, nikâhlý olduðunu,
iddia ettiði erkek inkâr etse, erkeðe yemin teklif edilir. Þayet erkek yeminden ka-çýnýrsa, kadýnýn
iddia ettiði malý vermesi lâzýmdýr. Fakat bununla kadýnýn ona helâlliði sabit olmaz. Bu duruma göre
erkeðin yeminden kaçýnmasýyla helâllik deðil, yalnýz mehir, nafaka gibi mâli haklar sabit olur.
Neseb davasýnda da eðer bir hak iddia etmiþ ise. o iddia ettiði na-faka ve miras gibi malsa veya
bulunan bir çocuðun besleme hakký gibi veya mülkiyet sebebiyle ýtk gibi veya hibeden dönmekten
imtina gibi mal olmayan þeyse, inkârý halinde yemin teklif edilir. Yeminden kaçýnýrsa, o zaman iddia
olunan hak sabit olur. Eðer iddia olunan nesne, ikrarla sabit olan birþey deðilse, neseb de sabit
olmaz. Eðer ikrarla sabit olan türden ise yine zikredilen hilaf üzerinedir.
Bunlar gibi akitleri inkâr eden kimseye de yemin teklif edilmesi lâ-zýmdýr. Ýbn-i Kemal.
Kýsasýn inkâr edilmesine gelince, Musannýf bunu ileride zikredecektir.
Sadru´þ-Þerîa´da bilmece þeklinde þöyle bir ifade vardýr: «Hangi ka-dýn iddette olmadýðý halde
nafaka alýr? Aybaþý veya lohusa olmadýðý halde de cinsî tekârrub helâl deðildir? Hangi þahýs,
nesebi sabit olma-dýðý halde miras alýr? Nitekim kardeþlik iddiasýyla irs iddia etse, kardeþ-liði de
inkâr edilmiþ olsa, inkâr eden kiþi yeminden kaçýndýðý takdirde miras alýr.»
Velhâsýl yukarýda sayýlan þeylerin hepsinde, mal iddia edilmediði takdirde, Ebû Hanîfe´ye göre
yemin teklifi yoktur. Bu þeylerde mal id-dia edilirse, hepsinin muvafakatiyle yemin teklif edilir.
Sâyýhânî.
«Eli kesilmez ilh...» Bu kavle þöyle itiraz edilir. Uygun olan, Ebû Hanîfe´ye göre, hýrsýz yeminden
kaçýnýrsa elinin kesilmesidir. Zira elinin kesilmesi, azalarýn kýsasýnda olduðu gibi, hýrsýzlýðýn
bedelidir. Velhâsýl bir azanýn kesilmesinde veya hýrsýzlýkta yeminden kaçýnmanýn kesilmesi
gerektirmesi veya gerektirmemesi hususunda uygun olan, her ikisinin de bir olmasýdýr. Bunu
birbirinden-ayýrarak þöyle cevap vermek mümkün-dür: Azalarýn kýsasý kul hakkýdýr. Mallarda olduðu
gibi, þüphe ile de sabit olur. Hýrsýzlýkta el kesilmesi ise bunun aksine katkýsýz ALLAH hak-kýdýr ki bu
þüphe ile sabit olmaz. O halde hýrsýzlýkta elin kesilmesi ile azalarýn kýsasýndaki kesilmenin
biribirinden ayrý olduðu açýktýr. Yâkûbiye.
«Tazir davasýnda ilh...» Çünkü tazir yalnýz kul hakkýdýr. Bundan do-layý da insan affetmekle taziri
düþürmeye mâliktir. S.
METÝN
Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Birisi bir kadýnýn nikâhýný dava et-tiðinde, kadýnýn yemini def etmesi
için bir diðeri ile evlenmesi gerekir. Bir baþkasý ile evlendiði takdirde kadýna yemin teklif edilemez.»
Hâniye´de, «Otuzbir meselede yemin talebi yoktur» denilmiþtir. Nite-kim bu, vakýf bahsinde
zikredildi.
Niyabet, yeminde deðil, yemin talebinde câridir. Halefin yemin et-mesinde de; niyabet cari deðildir.
Musannif, birinci meseleyi dallandýra-rak: «Vekil, vasi, mütevelli ve küçük çocuðun babasý yemin
taleb etme hakkýna sahiptirler» demiþtir. O halde davadaki hasmýna karþý bunlar-dan herhangi birisi
yemin talebinde bulunabilirler.
Musannýfýn, ikincisini de dallara ayýrarak, «Adý geçenlerden her-hangi birisine yemin teklif
edilemez. Ancak bunlardan birisine, davacý meselâ, vekile, «Satým, alým veya icâre aktini sen
yaptýn» diye iddia et-se, satýcýnýn vekili, asilin yerine ikrarý sahih olan bir davada, ondan ye-min de
taleb edilebilir. Zira müvekkile vekilin ikrarý sahih olduðu gibi, ikrardan kaçýnmasý da sahihtir»
demiþtir.
Hülâsa´da þöyle denilir: «Davalý kendinden iddia olunan bir þeyi ik-rar eylese, ikrar ettiði þeyi
vermesi gerekir. Ayný þeyi inkâr edecek olur-sa, yemin teklif edilir. Ancak üç durum müstesnadýr.
Bu üç durum Va-kýf bahsinin sonunda zikredilmiþtir».
Doðru olan «üç» deðil,"Hâniye´de geçtiði gibi otuzdört olmasýdýr. Bahýr´da da buna altý durum ilâve
edilmiþtir. Musannýfýn oðlu olan Tenvî-rü´l-Besâir sahibi Eþbâh ven-Nazâir´in hâþiye´sinde, on dört
yer daha ilâve etmiþtir. Eðer çok uzatmak korkusu olmasaydý bu durumlarýn hepsini zikrederdim.
Ýnsana kendi fiiline dair yemin teklif edildiðinde, katiyetle; inkâr su-retinde o þeyin olmadýðýna, isbat
suretinde ise, o þeyin olduðuna «val-lahi» diye yemin verilir.
Baþkasýnýn fiili üzerine yemin teklif edildiðinde de , o fiil hakkýnda .«Vallahi benim bilgim yoktur»
diye yemin ettirilir. Zahren baþkasýnýn fii-linden insanýn bilgisi olmayacaðýndan, ancak o adamýn fiili
yemin ede-ne muttasýl ve hükmü kendine müteallik ve kendi fiiline raci olursa, o zaman diðerinin
fiili üzerine de katiyet üzere yemin teklif edilir.
Musannýf geçen istisnada meseleyi dallara ayýrarak þöyle demek-tedir: «Bir köleyi satýn alan kiþi,
kölenin hýrsýz olduðunu veya iþten kaçtýðýný iddia ve isbat eylese, köleyi satana bu hususta kâtî bir
surette yemin ettirilir. Þöyle ki, satana, «Bu kölenin senin yanýnda hýrsýzlýk yap-madýðýna ve iþten
kaçmadýðýna ALLAH´ýn ismi ile yemin eder misin?» deni-lir. Halbuki kölenin fiili bir diðerinin fiilidir».
Bu yemin ettirmenin sýhhati ancak, kölenin her ayýptan salim ola-rak satanýn alana teslim etmesine
baðlýdýr. Öyleyse satanýn kendi fiili olan salimen teslime raci olduðu için katiyetle ona yemin teklif
edilir. Zira kâfi yemin teklifi, bildiði bir husus üzerine yapýlan yemin teklifin-den daha tekidlidir. Bu
sebeple, katiyetle yeminde mutlaka gerek ken-di nefsinin ve gerekse diðerinin fiiline itibar edilir.
Aksi bunun hilâfýna-dýr. Ki, ilme yemin nefsî fiiline yemine kifayet etmez. Dürer. Zeylâî´den.
ÝZAH
«Otuzbir meselede ilh...» Haniye adlý eserde, otuz bir meselede yemin teklif edilmeyeceði
belirtilmiþtir. Bu, vakýf bahsinde geçti. S. Bu otuzbir mesele Bahr´da da bu bahiste zikredilmiþtir.
Hâmiþ´te de Ýmam Hassaftan naklen þöyle denilmektedir: «Ebû Yusuf ve onun dýþýndaki Hanefî
âlimlerinden bazýlarý þöyle derler: «Davalýya her hangi bir se-beple yemin teklif edilir ve o yemin
etmek veya yeminden kaçýnmak yerine ikrarda bulunursa, bu ikrarý yeterli olur. Meselâ bir kimse
diðe-rinin kendi babasý veya oðlu veya karýsý veya efendisi olduðunu iddia etse, davalý inkâr ederse,
yemin teklif edilir. Ýkrarda bulunursa, dava-cýnýn lehine hükmedilir. Eðer davacý, bu kimsenin kendi
kardeþi veya amcasý ve benzeri olduðunu iddia etse, burada davalýya yemin teklif edilmez. Ancak
kardeþi veya amcasý olduðunu iddia ettiði kiþinin zim-metinde irs gibi bir hak iddia ederse, o zaman
davalýya yemin teklif edi-lir. Davalý yeminden kaçýnýrsa, mal sabit ise, mal ile onun aleyhine
hük-medilir. Malýn üçte biri ile vasiyet davasý da zikrettiðimiz üzere, irs da-vasý gibidir. Ancak þu
mesele müstesnadýr: Varis murisinin ölüp ölme-diði üzerine yeminden kaçýnarak elindeki murisin
malýndan, üçte birinin vasiyetini iddia eden kimseye iddia ettiðini verse, sonra muris canlý olarak
gelse, burada yeminden kaçman varis zamîn deðildir.» Bezzâziyye´nin Edebü´l Kadýnýn yemin
bahsinden nakledilmiþtir.
«Yeminde deðil ilh...» Musannýfýn bu sözü, Vehbâniye Þerhinden naklen gelecek olan, «Dilsiz, saðýr
ve kör bir kimse yerine velisi yemin edebilir.» sözünün aksinedir.
«Yemin de taleb edilebilir ilh...» Burada kapalý bir nokta vardýr: Bil-gisi üzerine mi, yoksa katiyyetle
mi yemin teklif edilir? Nuru´l-Ayn´ýn yirmi altýncý faslýnda þöyle zikredilmiþtir: «Vasi, terekeden
birþey satsa, -müþteri de onun ayýplý çýktýðýný iddia etse, o zaman vasi katiyetle yemin eder. Vekil
ise bunun aksine bilmediðine dair yemin eder».
«Musannýfýn oðluna ait ilh...» Musannýfýn oðlu Þeyh Þerefüddin Abdülkadir olup Tenvîru´l-Besair
adlý eserin sahibidir. Bunun kardeþi Þeyh Salih de Zevahir adlý kitabýn yazarýdýr. Nitekim vakýf
bahsinde adý sýkça geçer.
«Kölenin hýrsýz olduðunu ilh...» Yani köleyi alan kiþi, kölenin hýrsýz olduðunu veya iþten kaçtýðýný
iddia ve isbat etse, sonra kölenin satan adamýn yanýnda da hýrsýzlýk yaptýðýný ve iþten kaçtýðýný da
iddia etse, sa-tan adamýn yemin etmesini taleb etse, satan adamýn kölenin müþterinin yanýnda
hýrsýzlýk etmediðine ve iþten kaçmadýðýna dair yemin etmesi gerekir. Ýþte bu þekilde yemin etmek
baþkasýnýn fiili üzerine yemin et-mektir. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.
«Ýþten kaçtýðýný ilh...» Burada iþten kaçmaktan maksat, müþterinin yanýndan iþten kaçmasý deðildir.
Çünkü satan, alanýn yanýnda iþten kaç-týðýný ikrar etse bile hiçbirþey lâzým gelmez. Çünkü iþten
kaçmak çokça rastlanan ayýplardandýr. Yani buradaki «Ýþten kaçmaktan kasýt, hem sa-tanýn hem de
satýn alanýn yanýnda iþten kaçmasýdýr. Bu da ister çocuk-luðunda, ister büyüklüðünde olsun. Bu
mesele kendi yerinde de geçmiþ-tir. Ebussuud.
Havâþî´s-Sa´diyye´de, «Musannýfýn, «Kattiyetle yemin eder» sözünün manasý, «Ýþten kaçmadýðýna
yemin ederim» þeklinde yemin etmesidir» denilmiþtir.
Ben derim ki: Zahir olan, söyle yemin etmesidir. «Yemin ederim ki, sen onu geri veremezsin.»
Çünkü bu sebep üzerine yemin ettiði za-man satan zarar görür veya bazan da müþteri ayýptan
kurtulmuþ olur.
«Kat´î bir surette ilh...» Yemin teklif edilen konuyu bildiðine dair yemin etmek gereken her yerde,
kesin yemin vermesi kâfi gelir ve ken-disinden yemin sakýt olur. Ancak kesin yemin vermesi
gereken yerde bilgisi üzerine yemin etmesi yeterli deðildir. Üzerine vacib olmayan birþeyde
yeminden kaçýnan kimse aleyhine hüküm de verilmez.
«Daha tekididir ilh...», Çünkü kat´î þekilde yemin etmek, bildiðine dair yemin etmekten daha
kuvvetlidir. H.
«Bu sebeple ilh...» Yani katiyet üzere yemin etmek, bilgisine dair yemin etmekten daha te´kidlidir.
Zira katiyet üzere yemin etmeye kendi fiilinde itibar edildiði gibi, bir diðerinin fiilinde de itibar edilir.
«Aksi bunun hilâfýnadýr ilh...» Yani bilgisi üzerine yapacaðý yemin, kendi þahsý fiiline dair yapacaðý
yeminin yerini tutmaz. H. Hâmiþ´te de böyledir.
«Zeylâî´den ilh...» Zeylâî diyor ki: «Kendisinde katiyet üzere yemin gereken her hangi bir yerde,
bilgisine dair yemin etse, muteber olmaz. Ondan yemin de düþmez. Hatta o yemin üzerine hüküm
de verilmez. Ama bilgisi üzerine yemin lâzým gelen yerde katiyet üzerine yemin edilse, bu yemine
itibar edilir ve ondan yemin düþer. Yeminden kaçýndýðý takdirde de aleyhine hüküm verilir. Çünkü
katiyet üzere yemin etmek daha tekidlidir. Buna mutlaka, yani ister kendi, ister diðerinin fiiline dair
ye-min etsin itibar edilir. Aksi bunun hilâfýnadýr.» Câmiü´l-Fusûleyn´de bu meselenin anlaþýlmasýnýn
müþkil olduðu belirtilir. Remlî, anlaþýlamayan yönünü þöyle ifade eder: Kesin yemin etmekle
yükümlü olmayan bir kimse aleyhine nasýl hüküm verilir?
Mecma Þerhi´nde Zeylâî´den naklen þöyle denilmektedir: «Ýddiayý in-kâr eden davalý davacýya, iddia
ettiðin þey konusunda hiç bir bilgim yoktur» dediðinde, davacý onun bildiðini iddia ederse, davalýya
kesin yemin teklif edilir. Meselâ, vedîa alanýn, bu vedîayý sahibinin kabzettiðini iddia etmesi gibi. Bu
her ne kadar baþkasýnýn fiili ise de, kabzý tesbite yönelik dava açtýðý için kesin yemin teklif edilir.
Musannif baþkasýnýn fiili hakkýndaki bilgisi üzerine yemin teklif edil-mesi hususunu açýklayarak
þöyle demektedir: Meselâ, Bekir, kendisinin bir malý Amr´dan, Zeyd´den önce satýn aldýðýný dava
ettiði halde delili olmazsa, hasmý olan Zeyd´e bilgisi olup olmadýðýna dair, «Bekir´in sen-den önce
satýn aldýðýna dair bilgin olmadýðýna ALLAH ismi ile yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir. Bu
teklif, baþkasýnýn fiili hususunda bil-gisi olduðuna dair yemin teklifi kabilindendir. Yine bir kimse,
varisin üze-rine bir miktar alacak veya malý dava ederek, «Bu alacak veya mal se-nin murisinin
üzerinde iken vefat etti. Ben muriste olan alacaðýmý al-madým» dese hâkim, o aynýn miras olduðunu
bilir veya iddia olunan mi-ras olduðunu davacý ikrar ederse veya hasým ona delil ikâme ederse,
varise bu konuda bilgisinin olup olmadýðýna dair yemin teklif eder.
Varis, murisinin baþkasýnýn üzerinde alacak veya malý olduðunu id-dia eder, davalý da inkâr ederse,
hibe ve satýn almada olduðu gibi dava-lýya kesin yemin teklif edilir.
Kýsas davasýnda, kýsasý inkâr edene, âlimlerin icmal ile yemin tek-lif edilir. Eðer yeminden
kaçýnýrsa, yeminden kaçýnmasý nefis hakkýn-daki kýsas davasýnda olursa, ikrar veya yemin edinceye
kadar hapsedilir. Eðer azalarýn kýsasý davasýnda yeminden kaçýnýrsa o zaman kýsas edilir. Çünkü
insanýn uzuvlarý, mal gibi insanýn nefsini korumak için yaratýlmýþtýr. Bunlarda kullaným sürekli olur.
Bu meselede Ýmam-ý Azam ile Ýmameyn arasýnda görüþ ayrýlýðý vardýr. Ýmameyn´e göre, eðer
aza-larýn kýsasý davasýnda yeminden kaçýnýrsa, o zaman aza diyeti (erþ) vermesi gerekir.
Davacý, «Benim þehirde (sefer mesafesi olmayan yerde) bulunan delilim vardýr» dese ve hasmýna
yemin teklif edilmesini taleb etse, yemin teklif edilmez... Çünkü davacý hakkýný delil ile isbat
edemediði takdirde davalýya yemini teklif edebilir.
Ýmameyn buna karþý çýkmýþtýr. Ýmameyn´e göre yemin inkâr edenin hakký olduðu için burada yemin
teklif edilebilir. Davacýnýn delili hüküm meselesinde hazýr ise, ittifakla yemin teklif edemez. Fakat
delili gaib ise, yine ittifakla yemin teklif edilir. Ýbn-i Melek, Müctebâ adlý eserde; de-lilin gâib olmasý
sefer süresi ile sýnýrlandýrýlmýþtýr, demiþtir.
Hâkim, metinde geçen meselede, þüphe ile düþmeyen suçlarda davalýdan, kaçmayacaðýndan emin
olunan güvenilir bir kefil ister. Bahr. Bu kefil, kendisi asil, mal bakýmýndan ise düþkün olabilir. Kefil,
sahih kavle göre, üç gün süreyle tutulur. Ebû Yusuf´tan nakledildiðine göre, kefil ancak ikinci
duruþmaya kadar tutabilir. Bu görüþ sahih görülmüþ-tür.
Þüphe ile düþen cezalar had cezalarýdýr. Bir hadis-i þerifte þöyle buyrulur: «Gücünüzün yettiði
kadar þüphelerle had cezalarýný düþürünüz.» Ebû Davud, Salât, 14; Tirmizî, Hudud, 2. (H.
Döndüren).
Eðer davalý kefil vermekten kaçýnýrsa, tekeffül edilecek süre zar-fýnda davacýnýn bizzat kendisi veya
güvendiði bir kimse onunla birlikte, dolaþýr. Ancak hasým, garib bir yolcu ise, zararý önlemek için ya
göz altýnda tutulur veya mahkeme sonuna kadar kendisine bir vekil tutar. Eðer hasmýn yolculuða
çýkma saati biliniyorsa, davacý karþý çýksa bile, kendisinden kefil istenir, durumu ile ilgilenilir ve yol
arkadaþlarýyla ha-berleþmesi saðlanýr. Bezzâziyye. Davalý, «Benim delilim yoktur, yemin edeceðim»
derse hâkim ona yemin verir. Davasý üzerine yemin ettikten sonra delil getirirse, .Ebû Hanîfe´ye
göre getirdiði delil kabul edilir.
Davacý, «Benim getireceðim þahitlerin hepsi yalancýdýr» veya «Ye-min edersen o maldan
kurtulursun» dese, davalý da yemin etse sonra davacý haklý olduðuna dair delil getirse, yine delili
kabul edilir. Haniye. Sirâç isimli kitapta da bu mesele açýk olarak söylenmiþtir. Ayný mesele
yukarýda da geçmiþti.
Bazý âlimler tarafýndan, «Onun delili kabul edilmez» denilmiþtir. Bu sözü söyleyen Ýmâdiye´nin de
yazdýðý gibi Ýmam Muhammed´dir. Bunun aksini de Ýbn-i Melek söylemiþtir.
Davalý, «Ýddiayý çürütecek bir delilim yoktur» dese, daha sonra de-lil getirse veya bir þahit, «Bu
hususta þahadet edecek birþeyim yok-tur» dedikten sonra þahitlik yapsa en saðlam görüþe göre,
ikisininki de kabul edilir. Çünkü unutmasý ve sonra hatýrlamasý mümkündür. Nitekim bu mesele
Dürer´de geçti. Musannif da bunu oradan naklen yazmýþtýr.
ÝZAH
«Hasmý olan Zeyd´e ilh...» Ben derim ki, sarih bu meselede Musannýf´a ve Dürer sahibine uymuþtur.
Meþâyih´ten bazýsý da, «Zeyd´in ye-min etmesi gerekir. Çünkü o münkirdir, yemin de münkirindir»
demiþler-dir. Bu sözden maksat, davacýnýn yemin teklif etmesi deðil, hâkimden davalýya yemin
teklif etmesini taleb etmesidir. Çünkü yemin teklif etme velayeti hâkime aittir.
«Hâkim miras olduðunu bitir ilh...» Uygun olan burada ayn ile takyid edilmesidir. Yani hâkimin,
dava konusu borcun delil ayn´ýn miras olduðunu bitmesidir. Nitekim bu mesele Ýmâdiye´de de
açýktýr. Zira hâ-kimin borcu bilmesi güçtür. Azmî. Bahýr´da borç davasý ayrýntýlý bir þe-kilde
geçmiþtir. Önemine binaen oraya bakýnýz.
«Bilgisi üzerine yemin teklif eder ilh...» Eðer hâkim gerçek durumu ve davacýnýn ikrarýný bilmez,
davalý da delil ikâme etmezse o zaman da-valýya kesin yemin teklif edilir. Ýmâdiye, Azmî.
«Mevhûb ilh...» Yani birisi diðerine bir köle hibe etse, o da köleyi kabzetse veya birisi diðerinden bir
köle satýn alsa, sonra bir baþkasý kölenin kendi kölesi olduðunu zannederek gelse ve delili de
olmasa, davalýnýn yemin etmesini taleb etse, o zaman davalýya kesin yemin tek-lif edilir. H.
«Bu meselede ihtilâf vardýr ilh...» Ýmameyn´e göre bu kimsenin her iki meselede de erþ (aza diyeti)
vermesi lâzýmdýr. Çünkü onun yeminden kaçýnmasý Ýmameyn´e göre þüpheli bir ikrardýr. Þüpheli
olan ikrarla da kýsas uygulanamaz.
«Þehirde bulunan delilim vardýr ilh...» Burada musannif delilin hazýr bulunmasýný mutlak bir þekilde
zikretmiþtir. O halde bu ifade,´ þehirde hasta olarak bulunan þahidi de kapsamýna alýr.
Hizânetü´l-Müftî´nin ifadesinin zahiri ise bunun aksinedir. Zira ora-da þöyle denilmiþtir: «Yemin
teklifi sahih davalarda, davalý inkâr ettiði takdirde ve davacý da, «Benim þahidim yok» veya «Benim
þahitlerim burada deðiller veya þehirdeler» dediði takdirde icara edilir.» Bahýr.
«Hâkim bir kefil tutar ilh...» Yeni davacýnýn talebi ile hâkim bir kefil tutar. Hâniye´de olduðu gibi.
Suðrâ kitabýnda da, «Davacý, kefil tutma talebinin kendisine ait olduðunu biliyorsa, hâkimden kefil
tutmasý-ný taleb eder. Ama cahil olur. Bilmezse hâkim kefili kendisi taleb eder. Ýbn-i Sem´â bunu
Ýmam Muhammed´den rivayet etmiþtir» denilmiþtir. Ba-hir.
«Metinde geçen meselede ilh...» Musannifin burada, «metindeki mesele» ile kayýtlamasýnýn sebebi
þudur: Eðer davacý, «Benim delilim yok veya þahidim burada deðil» derse, kefil tutulmaz. Çünkü
kefil tutmakta bir fayda yoktur. Hidâye´de de ´böyledir.
«Kaçmayacaðýndan emin olunan ilh...» Yani tutulacak kefil kirada oturmayan, belli bir evi ve iþyeri
olan ve orayý terkedip kaçamayacak bir kimse olmalýdýr. Minâh.
Bu mesele önemine, binaen hatýrda tutulmalýdýr. Bahýr, Suðrâ´dan.
Yine Suðrâ´dan naklen Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Uygun olan fakihin her ne kadar oturduðu ev
kendi mülkü olmasa da vakýflardaki görevlerinde güvenilir (sika) olmalýdýr. Böyle olunca, oturduðu
evi býra-kýp kaçamaz».
Bahýr´da, Suðrâ´nýn kefalet bahsinden naklen þöyle denilir: «Hâ-kim, veya elçisi, davasýnýn bizzat
kendisinden bir kefil aldýklarý zaman ister davacýnýn talebi jle olsun, ister olmasýn, bakýlýr: Kefaleti
davacýya izafe etmediði takdirde þöyle denilir: «Sen kendin bir kefil ver» Kefil ta-leb edene hukukun
hâkim veya elçisine döneceðini söylemeseler de ke-fil hâkime teslim edildiði zaman davalý beri
olur. Kefil davacýya teslim edi-lirse, davalý beri olmaz. Fakat kefalet davacýya izafe edilirse, cevap
bunun aksi olur.»
Yine Bahýr´da Suðrâ´nýn Kefalet bahsinden naklen, «Davacý hâkim-den menkûl davasýnda nefsî
kefaletle iktifa etmeyerek âdil bir kimsenin yanýna konulmasýný taleb etse, eðer davalý âdil bir kimse
ise hâ-kim davacýya olumlu cevap vermez. Fakat davalý fâsýk ise, davacýnýn talebini yerine getirir.
Akâr´da ise, davalý fasýk da olsa hâkim davacý-nýn talebine icabet etmez. Ancak üzerinde meyve
olan aðaçta icabet eder. Çünkü meyve nakledilebilir» denilmiþtir.
Bahýr´da bu ifadeden sonra, «Bunun zahiri, aðacýn da akardan ol-duðunu ifade etmektedir. Halbuki
biz yukarýda bunu aksini yani aðacýn •akardan olmadýðýný nakletmiþtik» denilmiþtir.
Ebussuud, Hâmevî´den, o da Makdisî´den naklen þöyle demektedir: «Aðaç akardandýr.»
«Sahih kavle göre ilh...» Bahýr´da, Kýnye´den naklen þöyle denil-mektedir: «Katil, Maktulün
velilerinin beni affettiklerine dair hazýr þa-hitlerim vardýr.» dese, kendisine mahkeme üç gün süre
verir. Eðer süre içinde delillerini ibraz edemez ve «Benim delilim vardý, kaybolmuþ» derse, mal
davalarýna kýyas yapýlarak kýsasa hükmedilir. Ýstihsan deliline göre ise, adam öldürme, aðýr ceza
davalarýndan olduðu için davalýya yeni bir süre daha verilir».
Yine Bahýr´da Suðrâ adlý eserin Kaza bahsinden naklen þöyle de-nilir: «Kefaletin üç gün ve benzeri
þekilde süre bakýmýndan sýnýrlandý-rýlmasý, bu süre geçtikten sonra kefilin sorumluluktan
kurtulacaðý anla-mýna gelmez. Meselâ, bir kimse bir ay süreli kefil yapýlsa, bir ay geçtik-ten sonra
borçtan kurtulmuþ olmaz. Fakat bir aylýk süre kefile geniþlik içindir. Çünkü bu süre geçmedikçe
kefilden davalýya teslimi istenemez. Eðer süreden önce teslim ederse bu geçerli olmaz. Çünkü
buradaki ge-niþlik davacý içindir. Kefil onu derhal teslim etmekle yükümlülükten kur-tulmuþ olmaz.
Zira davacý delil getirmekten âciz kalabilir. Veya delilini temin ettiði halde, mahkemeye ibraz
etmekten âciz olabilir.- Belirlenen süre dolduktan sonra, sanýk davacýya teslim edilir. Hatta sanýk,
vaktin-den önce delili hazýrlasa bile, süresi içinde hâkime ibraz edemeyince ke-filden
yükümlülüðünü yerine getirmesi istenir.»
«Davalý kefil vermekten kaçýnýrsa ilh...» Bu takdirde, kefalet süre-since bizzat davacý veya güvendiði
birisi, davalý ile beraber onun dolaþ-týðý yerlerde birlikte dolaþýrlar. Ancak bu konuda bir yer
sýnýrlamasý ya-pýlmaz.
Suðrâ adlý eserde, «Mescidde davalý ile beraber dolaþmasý gerek-mez. Çünkü mescit zikir için bina
edilmiþtir» denilir. Fetva da bununla verilmiþtir. Ayný eserde daha sonra þöyle denilmiþtir: «Davacý,
davalý ile dolaþmasý için güvendiði bir kimseyi gönderir. Ben bazý meþayihin ilâvelerinde þöyle bir
ifade gördüm: Ebû Hanîfe´ye göre davalý, davacý-nýn güvendiði kimsenin yanýnda dolaþmasýna razý
olmayabilir. Ýmameyn ise, «Davacý, hasmýn rýzasýna gerek olmaksýzýn, kendisine vekil tayin
ede-bilir» Prensibinden hareket ederek bu konuda Ebû Hanîfe´ye muhalefet etmiþlerdir. Bahýr.
Özetle. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.
«Sefer gününü biliyorsa ilh...» Yani, davalýnýn, «Ben yarýn gidiyo-rum» demesi gibi. Bu takdirde
hâkim, yola çýkma zamanýna kadar on-dan kefil ister.
«Yukarýda geçti ilh...» Yani Musannýfýn, «Davacý ve davalý, hâkim-den baþka bir kimsenin yanýnda
yemin teklif etmek üzere anlaþsalar ilh...» ifadesinde geçmiþti. Ancak burada, Musannifin bu
ifadesinin de-vamýnda, «Yemin eðer davacýya ait olursa» ifadesi vardýr. Nitekim yu-karýda
Musannifin, «Yeminden sonra delil ikâme ederse, delili kabul edilir.» sözünde de bu mesele
geçmiþtir.
METÝN
Borçlu (medyun) deynin alacaklýya ulaþtýðýný iddia etse, davacý olan alacaklý da ikrar etse, fakat
delili olmasa, borçlu, «yemin et» dese, da-vacý, «senden alacaðým parayý hazýrla, þu para cüzdanýna
koy, sonra yemin teklif et» dese, bunu bu þekilde söylemesi mümkündür: Kýnye.
Yemin ancak ALLAH lafzýyla olur. Zira Resûlullah (S.A.V.) «Her kim yemin eder veya yemin etmek
isterse, ALLAH lafzýyla yemin etsin veya hiç yemin etmesin» buyurmuþtur. Bu hadise göre, yemin
ancak, «Vallahi» sözüyle olur. Hizâne.
Hýzâne adlý eserin açýk ifadesinden anlaþýldýðýna göre, bir kimse, «ALLAH» sözünden baþkasýyla
yemin ederse, bu, yemin olmaz. Bahýr adlý eserin müellifi de, «Ben bu konuda fakihlerin açýk bir
ifadesini görme-dim» demiþtir.
Hâkim, hasým ýsrar etse bile boþama ve azad üzerine yemin teklif edemez. (Meselâ. «Bu iþ böyle
deðilse hanýmým boþ olsun veya kölem azad olsun» diye yemin etmek gibi) Fetvaya esas olan
görüþ de budur.Tatarhâniye. Çünkü bunlar üzerine yemin etmek haramdýr.
Bazý âlimlere göre, zaruret halinde yemin þekli hâkime havale edi-lir. Yani hâkim dilerse boþama ve
azad ile de yemin teklif edebilir. Hâ-kim, davalýya boþama ve azad üzerine yemin teklif etse, davalý
da bu mal ile hüküm verse, onun bu hükmü fakihlerin çoðunluðuna nafiz ol-maz. Hizanetü´l-Müftî´de
de böyle açýklanmýþtýr.
Uygulama mesele ve örnekleri çoðunluðun bu görüþüne göre çö-zümlenmiþtir. Bazý âlimlerin,
«boþama ve azad üzerine yemin teklih edi-lebilir» görüþüne gelince; davalýnýn böyle bir yeminden
kaçýnmasý ge-çerli sayýlarak onun aleyhine mal ile hüküm verilir. Çünkü hüküm ve-rilmezse, onlara
böyle bir yemin teklif etmenin pratikte faydasý olmaz. Bahir. Musannif da bu görüþe dayanmýþtýr.
Ben derim ki: Bir kimse, kendisi üzerinde mal veya borç olmadýðý-na boþama üzerine yemin etse,
sonra davacý onda alacak malý olduðuna dair þahit getirse, bakýlýr: Eðer þahitler karz gibi borcun
sebebine dair þahitlik derlerse, yemin eden kimse ile hanýmý birbirinden ayrýlmaz. Ama eðer
davalýnýn borçlu olduðuna dair þehitlik ederlerse o zaman yemin eden kimseyle hanýmýn evliliði
sona ermiþ olur. Çünkü borç sebebinin bulunmasý borcun halen mevcut olmasýný gerektirmez. Bu
kimsenin bor-cunu ödemiþ olmasý, hibe veya ibra edilmesi muhtemeldir.
Ýmam Muhammed´e göre þahitler malýn olduðuna dair þahadette bu-lunsalar, yemin eden kimse
yemininden ötürü hânis olmaz. Zira doðru söyleme ihtimali vardýr. Þurunbulâliye´nin, Vehbâniye
üzerine olan þer-hinde de böyle geçmiþtir. Halbuki bu mesele yukarýda geçmiþti.
Yemin, ALLAH´ýn sýfatlarýnýn ilâvesiyle kuvvetlendirilir. Bazý âlimler ye-minin ALLAH-u Teâlâ´nýn sýfatlarý
ile kuvvetlendirilmesini, yemin teklif edi-len kiþinin fâsýk ve dava konusu malýn da büyük bir mal
olmasý þartýna baðlamýþlardýr. Yeminde ve yeminin ALLAH´ýn sýfatý ile kuvvetlendirilme-sinde tercih
hakký hâkimindir, Yeminde tekrar olmamasý için atýf harfle-rini kullanmaktan kaçýnmak gerekir. O
halde ALLAH´ýn ismi ile yemin et-se sýfatla kuvvetlendirmekten kaçýnsa, bu kaçýnma sebebiyle
aleyhinde mal ile hüküm verilmez. Çünkü maksat ALLAH´ýn ismi ile yemin etmektir. O da hâsýl
olmuþtur.
Bir müslümanýn bir yer ve zamanla yeminini kuvvetlendirmesi müstehâb deðildir. Hâvî adlý eserde
böyle zikredilmiþtir. Buradan, yer ve zamanla yemini kuvvetlendirmenin mubah olduðu
anlaþýlmaktadýr.
Yahûdiye, «Musa aleyhisselâma Tevrat´ý indiren ALLAH´ýn ismi ile», hýristiyana da, «Ýsa aleyhisselâma
Ýncil´i indiren ALLAH´ýn ismi ile» þeklinde yemin teklif edilir. Mecûsiye ise, «Ateþi yaratan ALLAH´ýn ismi
ile» yemin teklif edilir. Kýsaca yemin, yemin teklifi yapýlacak kiþinin inanýp itikâd et-tiði bir ilâve ile
kuvvetlendirilir. Bunlara müslüman gibi yalnýz ALLAH´ýn ismi ile yemin teklif edilse, yeterli olur.
Ýhtiyar. Putpereste gelince, ona ALLAH´ýn ismi ile yemin teklif edilir. Zira o, her ne kadar ALLAH´tan
baþka-sýna ibadet ediyorsa da ALLAH´ýn varlýðýný ikrar etmektedir.
Ýbn-i Kemal, Dehrilerin ALLAH-u Teâlâ´ya inanmadýklarýný açýk bir þe-kilde ifade etmiþtir.
Ben derim ki: Dehriler, ALLAH-u Teâlâ´ya inanmadýklarýna göre on-lara ne ile yemin teklif edilir?
Dilsizlerin yemin ettirilmesine gelince, hâkim ona «Þu madde þöyle þöyle ise ALLAH´ýn yemin ve
misâki senin üzerine olsun mu?» der, onun baþýyla iþaret etmesi, yemin olur.
Saðýr bir kiþiye gelince, eðer yazý biliyorsa, ona yemin teklifi yazý ile yapýlýr, onun da yazarak cevap
vermesi gerekir. Eðer yazmayý bilmi-yorsa, iþarette yemin ettirilir.
Saðýr ve dilsiz olduðu gibi ama da olursa, onun babasý veya dedesi ,veya velisi veya hâkimin
nasbettiði bir kiþi, onun yerine yemin eder. Vehbâniye Þerhi.
Ehli kitabýn kilise ve havra gibi yerlerine girilmesi mekruh olduðu için ora lorda onlara yemin teklif
edilmez.
ÝZAH
«Para cüzdanýna koy ilh...» Bu sözün anlamý, «Bana delilini de içine alan bir senet yaz. Bundan
sonra benden yemin talebinde bulun» demektir. Medenî. Veya bu sözden maksat, borcu bizzat
hazýrla ve mü-hürlü bir kasaya koy, sonra benden yemin talep et» demektir. En acýk ifade de budur.
Fettâl´in Hâþiye´sinde, Fetâvâ´l-Ankarâvi´den naklen bu ifadenin þer-hinde þöyle denmektedir: «Yani
önce hakkýný hazýrla, sonra benden ye-min taleb et.» Bunun benzeri bir ifade Sâyýhânî´nin
yazdýklarýnda da var-dýr. Hâmidiye´de de benzer ifadeler bulunmaktadýr.
«ALLAH lâfzýndan baþka bir sözle yemin ederse ilh...» Yani Rahman ve Rahîm gibi ALLAH´ýn sýfatlarý ile
yemin etse. yemin olmaz. Bahýr. Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Ben bu konuda açýk bir þey
görmedim» Bahýr´ýn bu sözünde. «Fakihlerin görüþünün yemini kuvvetlendirmekle ilgili ol-duðu»
anlamý vardýr. Yine aþaðýda geleceði gibi yeminin tekrarlanma-masý için atýf harflerini kullanmaktan
kaçýnmak gerekir. Bahir sahibinin bizzat kendisi ALLAH ismi dýþýndaki sýfatlarýyle yemin edildiði
takdirde, bunun yemin olacaðýný açýklýkla söylemiþtir. Fukâhâ´nýn yeminler kita-býndaki, «ALLAH lâfzý
ile veya Rahman, Rahim, Hak gibi veya Ýzzetullâh, Celâlûllah, veya O´nun kibriyâsý, azameti ve
kudreti gibi sýfatlarla ye-min edebilir» sözleri, bunlarýn herhangi birisiyle yemin edildiði takdirde
yemin olacaðýnda delâlet eder. Þeyhimiz.
«Yemin teklif etmenin pratik bir faydasý kalmaz ilh...» Boþama ve azad üzerine yapýlacak yeminin
pratik faydasý, yemin edecek kimsenin yeminden kaçýnmasýna itibar edilmeyeceðini bilmemesi
hâlinde ortaya çýkar. Bu nedenle, kendisinden boþama veya azad üzerine yemin talep edildiðinde
çoðu defa bunlar üzerine yeminden kaçýnýr ve dava konusu-nu ikrar eder. Düreru´l-Bihâr. Musannif
da bu görüþe dayanmýþtýr.
Þu kadarý var ki Ýbn-i Kemal þöyle der: «Hasým eðer boþama veya azad üzerine yemin etmek için
ýsrar ederse, bazý âlimler tarafýndan za-manýmýzda bu ikisi üzerine yemin edilmesinin sahih olduðu
söylenmiþtir. Þu kadarý var ki bunlarla yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhinde mal ile hükmedilemez.
Zira o, þer´an yasaklanan bir þeyden kaçýnmýþ olur. Eðer boþama ve azad üzerine yeminden
kaçýnan kiþinin aleyhine mal ile hükmedilirse, bu hüküm nafiz deðildir.» Ýbn-i Kemal´in ifadesinin
benzeri Zeylâî ve Dürerü´l-Bihâr þerhinde de mevcuttur.
Bu ifadelerden açýkça anlaþýldýðýna göre, «Boþama ve azad üzeri-ne yemin teklif edilebilir»
görüþünde olan kimse, gerçekte böyle bir ye-minin meþru olmadýðýný söylemektedir. Boþama ve
azad üzerine yemin, hasmýn kaçýnacaðý umularak teklif edilir. Çünkü dine baðlýlýðý çok za-yýf olan
kimseler bile yalan bir konuda boþama ve azad üzerine yemin etmek istemezler. Aksi hâlde bu
yemin yalan yere yapýlýnca evliliði so-na erdirir ve cariyenin azadýný da gerekli kýlar veya onlarý
haram bir þekilde yanýnda tutmasýna yol açar. ALLAH lâfzý ile yemin etmek ise bu-nun aksinedir. Zira
devrimizde bu sözle yemin etmek çoðu kez kolay kabul edilir.
Ýbn Kemal´in ifadesindeki «Davalý þer´an yasaklanmýþ plan bir þey-den kaçýnmýþ olur» sözünün
anlamý þudur: Ben diyorum ki, durum böyle olunca, þer´an yasaklanmýþ bir þeyf hâkimin teklif
etmesi nasýl câzi olur? Umulur ki, boþama ve azad üzerine yemin teklif edilebilir diyenlere gö-re
bunlarla yemin teklifinin yasak oluþu, tahrimen deðil tenzihen mek-ruhtur. Sadiye.
«Zikri yukarýda geçmiþti ilh...» Yani Musannýýin, «Boþama ve rýc´î talâkla boþamada eþine dönmede
yemin teklifi yoktur» sözünden hemen önce geçmiþtir.
«Yemin kuvvetlendirir ilh...» Yani yemin, ALLAH´ýn sýfatlarýnýn zikri ile tekid edilir. Þöyle ki davalýya,
«Rahman ve rahîm olan, hazýr olaný veya hazýr bulunmayaný bilen ve kendisinden baþka kulluk
edilecek ilâh ol-mayan ALLAH´ýn ismi ile yemin eder misin? O öyle ALLAH´týr ki açýk olaný bildiði gibi
gizliyi de bilir. Falan kimsenin senin üzerinde veya senin tara-fýndan iddia ettiði malýn olmadýðýna
dair yemin eder misin?» denir. Çün-kü halkýn durumlarý çeþitlidir. Bazý kimseler bu þekilde tekid
edilince ye-min etmekten kaçýnýrlar, tekid edilmediði takdirde de hile yaparlar. Ýþte yeminin daha
etkili olmasý ve te´kid yardýmýyle yeminden kaçýnmanýn saðlanmasý amacýyla te´kidli yemin
talebinde bulunulur. Zeylâî.
«Zeylâî ilh...» Zeylâî´nin ifadesi þöyledir: «Hâkim davalýya atýfla ya-ni peþpeþe yemin teklif etse, o da
bunlarýn bir tanesi ile yemin ederek diðerlerinden kaçýnsa, diðerlerinden kaçýndýðý için onun
aleyhine hük-medilmez. Çünkü davalýnýn bir defa yemin etmesi yeterlidir. O da bir defa yemin
etmiþtir».
«Buna göre, yer ve zaman üzerine yemin etmek mubahtýr ilh...» Bahýr´da, Muhit adlý eserden naklen
þöyle denilmektedir: «Yemini mukad-des bir yerle tekid etmek caiz deðildir.»
«Ýnanýp itikâd ettiði ile te´kid edilir ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Eðer, «Kâfir bir kimse yalnýz
ALLAH lafzý ile yemin etmiþ olsa, zikredilen te´kid edici sözlerden kaçýnsa, bu yemin ona yeterli olur
mu, olmaz mý?» diye sorulsa, derim ki, ben bu konuda açýk bir ifade görmedim. Fakihlerin, «Yemin
zikredilen vasýflarla te´kid edilir, sözlerinden te´kidin þart olduðu anlamý çýkmaz. Kâfir yalnýz ALLAH
lafzý ile yemin etse, diðer vasýflarýn ilâvesinden kaçýnsa, bu kaçýnmasý sebebiyle aleyhinde mal ile
hükmedilemez».
«Baþý ile iþaret etmesi yemin olur ilh...» Böyle bir kimseye yalnýz, «ALLAH´ýn ismi ile...» denilmez.
Çünkü eðer böyle denilse, o da baþýyla ´evet´ dese, bu yemin deðil, ikrar olur. Þurunbulâliye´de
olduðu gibi. S.
«Vasisi veya hâkimin nasbettiði bir kiþi ilh...» Yani saðýr ve dilsiz olan kimse ayný zamanda âmâ ise.
onun yerine babasý veya vasisi ya-hut da hâkimin nasbettiði bir kimse yemin eder. Bu hüküm
fakihlerin, «Yeminde niyabet (temsil) cari deðildir» prensibinin istisnasýdýr.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:13:35
METÝN
Mülkiyet veya tazminat sebebinin kaldýrýlmasý davasýnda hâkim da-valýnýn inkâr þekline uygun
olarak yemin teklifi yapar. Musannif bunu þu þekilde açýklamýþtýr: Yani hâkim, «Aranýzda halen
nikâh veya satým akdinin mevcut olmadýðýna Allah´a yemin eder misin?» veya «Eðer sa-tým akdi
mevcutsa malýn bizzat kendisinin, mal helak olmuþsa bede-linin geri verilmesinin gerekli
olmadýðýna veya karýnýn senden bâin ta-lâkla boþ düþmediðine Allah´ýn üzerine yemin eder misin?»
diye yemin teklif eder. Ýþte bu durumlarda sebebin kaldýrýlmasý satým akdinin karþýlýklý rýza ile
bozulmasý, boþanmanýn olmasý ve helak olan þeyin bede-linin verilmiþ bulunmasý hallerinde
gerçekleþir. Yani, «Halen, aranýzda saydýðým þeylerden bir þey olmadýðýna Allah´ýn üzerine yemin
eder misin?» demek olur.
Bu duruma göre, yemin teklifi meydana gelmiþ olan veya meydana geldiði iddia olunan noktalar
üzerinde yapýlýr. Yoksa sebepler üzerinde yapýlmaz. Yani, «Vallahi, ben bu kadýný nikahlamadým
veya bu malý sat-madým» denilmez. Ancak Ebû Yusuf aksi görüþtedir. O, boþama ve ikâlenin
gerçekleþmiþ olmasý ihtimaline karþý davalýyý korumak istemiþtir. Ancak nasýl sonuç üzerine yemin
gerektiði zaman davacýnýn hakkýnýn korunmasý terkedilmiþ olursa, o zaman icmâ ile, sebep üzerine
yani da-vacýnýn iddia ettiði þekil üzere yemin teklim edilir. Komþuluk sebebiy-le þüf´â ve bâin talâkla
boþanan kadýnýn nafakasý davalarýnda olduðu gibi. Meselâ davalý Þafiî mezhebine mensub olduðu
için, komþuluk þûra-sýný ve bâin talâkla boþanan kadýnýn nafakasýný kabul etmiyorsa, bun-dan
davacý zarar görür. Çünkü Þâfiîlere göre sebeb üzerine deðil sonuç (hâsýl) üzerine yemin teklif
edilir. Ýþte bundan ötürü davanýn sonucu üze-rine deðil, sebebi üzerine yemin teklifi yapýlýr.
Ben derim ki: Musannifin sözlerinin anlamý þudur: Davalý olan has-mýn mezhebine itibar edilmez.
Davacýnýn mezhebine gelince, onun mez-hebine itibar edip etmemekte ise âlimler arasýnda görüþ
ayrýlýðý vardýr. En uygun olaný, hâkimin davacýya, «Sen civar þüf´asýný kabul ediyor mu-sun, etmiyor
musun?» diye sormasýdýr. Musannýf da bu son görüþe itibar etmiþtir.
Yemin teklifinin sebep üzerine yapýlmasý gerektiði konusunda icma vardýr. Bu sebep, sabit olduktan
sonra, hak sahibince kaldýrýlmayan bir sebep olsa da hüküm deðiþmez. Meselâ, müslüman bir köle
efendi-sinin kendisini azad ettiðini dava etse, efendiye; kölelik sebebinin olup olmadýðýna dair
yemin teklif edilir. Çünkü kölelik tekerrür etmez. Fakat müslüman da olsa cariyenin ve kâfir bir
kölenin dâru´l-harbe iltihâklarý halinde kölelikleri tekerrür ettiðinden onlarýn efendisi, mevcut durum
üzerine yemin eder. Özetleyecek olursak, yemin teklifinde mevcut duruma itibar edilir. Ancak
mevcut duruma göre yemin teklif etmek davacý için zararlý olur veya sebep tekerrür etmeyen
sebeplerden bulunursa, o zaman da sebebin olup olmadýðýna dair yemine itibar edilir.
Yemine fidye vermek, yani bir miktar mal vererek yeminden kaçýn-mak ve bu konuda anlaþma
yapmak mümkün ve caizdir. Zira, Resûlullah: «Irzýnýzý arýz olacak eksiklik ve ayýbý malýnýzla
menediniz» buyur-muþtur. Þehîd adlý âlim: «Doðru yeminden kaçýnmak vacibtir» demiþtir. Bahir
sahibi de þahidin sözündeki «vacib» kelimesini doðru yeminin ce-vazýnýn delili ile «sabit» kelimesi
ile tefsir etmiþtir.
Yemin konusunda anlaþma yaptýktan sonra, artýk hasma ayný ko-nuda bundan sonra bir daha
yemin teklif edilmez. Çünkü davacý mal konusundaki hakkýný düþürmüþtür. Musannifin burada
yemini Midye ve sulh ile kayda baðlamasýnýn sebebi þudur: Zira davacý «Seni yeminden ibra ettim»
veya «Onu sana terkettim» veya hibe ettim» sözleriyle ye-mini kasten iskât etmesi caiz deðildir.
Yine ondan yemin taleb edebilir. Maldan ibra etme, yeminden ibra etmenin aksinedir. Çünkü
maldan ib-ra, davacýnýn tek baþýna hakký olduðu için bunu kendi baþýna yapabilir. Fakat yemin
teklifi hâkimin hakký olduðu için, davacý ibra etse bile, is-kât edemez. Bezzâziyye.
Dava konusunu inkâr eden davalý, yeminini satýn alsa, satým ak-dinin bir rüknü olan mebî mevcut
olmadýðý için caiz deðildir.
Pratik ,bir mesele: Bir kimse hasmýndan yemin talebinde bulunsa, hasmý da, «Ben bir kez yemin
ettim» dese bakýlýr: Eðer yemini hâkim veya hakem kýlýnan kimsenin huzurunda yapmýþsa ve buna
dair delil ikâme ederse delili kabul edilir. Ama eðer hâkimin veya hâkemin veya hâkem kýlýnan
kimsenin yanýnda yemin etmemiþse o zaman yine yemin teklif edilir. Çünkü hâkimin yanýnda
yapýlmayan yemine itibar edilemez. Eðer davalý yemin ettiðine dair delil ikâme edemezse davacýdan
yemin taleb edebilir.
Ben derim ki: «Ben talâk ite yemin etmiþtim, artýk yemin etmem» di-yen kimsenin hükmüne dair bir
görüþe rastlamadým. Bu þekilde düzel-tilsin.
ÝZAH
«Hâkim yemin teklif eder ilh...» Nuru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: «Mev-cut durum ve sebeb üzerine
yemin teklif edilen yerlerin üçüncüsü de topluca yemin teklif etmektir. Sonra mesele birkaç kýsma
ayrýlýr. Þöyle ki, davacý ya deyn iddia eder, ya da bir malda mülkiyet veya hak iddia eder. Bunlarýn
herbiri de iki kýsma ayrýlýr. Dava konusu ya mutlak (se-bepsiz) olur veya bir sebebe baðlý bulunur.
Buna göre, bir kimse diðe-rinden sebebini zikretmeden bir alacak iddia etse, ona dava konusu olan
borcun onun tarafýnda olmadýðýna dair yemin teklif edilir. Yine bunun gibi hazýr olan bir malda
mülkiyet veya bir hak iddia etse ve bu iddia-sýnda hiçbir sebep zikretmese, mevcut duruma göre
yemin teklif edilir. Meselâ, «Bu malýn falancaya ait olmadýðýna ve bu maldan hiçbir þeyin falancanýn
malý bulunmadýðýna dair yemin eder misin?» denilir. Ancak bu mal bir sebebe dayanýlarak dava
edilirse, meselâ ödünç (karz) veya satýn alma sebebiyle davalýdan bir borç iddia edilse veya satým
yahut hibe sebebiyle ondan bir mülk iddia olunsa veya birþeyin gasb, ariyet veya vedîa olduðu
iddia edilse, yine sebebin üzerine deðil, mevcut du-rum üzerine yemin teklif edilir. Söyle ki, «Ödünç
almadýðýna, gasbetmediðine, vedîa olarak almadýðýna veya satýn almadýðýna yemin eder misin?»
denilir. Ebû Yusuf´a göre, bu durumlarýn hepsinde, hâkim tarafýndan se-bep üzerine yemin teklif
edileceði rivayet edilmiþtir. Ancak davalýnýn, «Sayýn hâkim, insan bazan bir þey satýn alýr, sonra da
ikâle yapar» þek-linde üstü kapalý bir ifadeyle konuþmasý hâlinde hâkim ona mevcut du-ruma göre
yemin teklif eder. Minah.
Þemsü´l-Eimme Halvânî, Ebû Yusuf´tan baþka bir rivayet daha nakletmiþtir. Eðer davalý sebebi inkâr
ederse, yine sebep üzerine yemin teklif edilir. Ancak davalý, davacýnýn benden iddia ettiði þey benim
üze-rimde deðildir» dese yine mevcut durum üzerine yemin teklif edilir. Kâdýhan.
Kâdýhan´ýn bu rivayeti bana göre görüþlerin en güzelidir. Hâkimle-rin çoðu da bu görüþe göre
hüküm verirler.
Hâkîr der ki: Hidaye sahibinin Mühtârâtü´n-Nevâzil isimli kitabýnda da böyledir.
«Aranýzda hâlen nikâh ilh...» Ýmameyn´e göre, nikâhýn mevcut du-rum üzerine yemin edilen
meseleler arasýna katýlmasý Hidaye sahibinin ve sarihlerin gafletindendir. Çünkü Ebû Hanîfe nikâhta
yemin teklif edi-lemeyeceði görüþündedir. Ancak þöyle denebilir: Ebû Hanîfe, ziraat ortakçýlýðý
konusunda meseleyi Ýmameyn´in görüþüne uygun þekilde açýk-ladýðý gibi, burada da onlarýn
görüþüne göre hükme baðlamýþtýr. Bahýr.
Makdisî´den de þöyle nakledilmiþtir: «Nikâhta mevcut durum üze-rine yemin teklifi hususu, «Eðer
nikâhla birlikte mal davasý da varsa ye-min teklif edilebilir» þeklinde anlaþýlmýþtýr».
«Aranýzda satým akdi olmadýðýna ilh...» Hýzâne adlý eserde yer alan açýklamalar doðrudur. Þöyle ki;
«Müþteri, satýn aldýðýný iddia ederse ba-kýlýr: Eðer iddia ettiði, sebeple de onu almamýþtýr». «Billahi
ben onu sat-madým» diye yemin ettirilmez. Eðer müþteri semenin nakit olduðunu zik-retmezse, o
zaman müþteriye, «Sen semeni hazýrla» denilir. Hazýrladýðý takdirde, «Billahi o, bu semenin kabzýna
ve þu kölenin teslimine iddia edilen þekilde mâlik olmamýþtýr» diye yemin teklif edilir. Hâkim isterse.
«Þu kimse ile senin aranda bu saatte mevcut olan bir alýþ olmadýðýna Allah´ýn üzerine yemin eder
misin?» diye de yemin teklif edebilir. Velhâ-sýl alým davasý semenin nakit olmasýyla birlikte bir akit
davasý deðil, mebiin mutlak mülkiyet davasýdýr. Bundan dolayý semen mana bakýmýn-dan bilinmese
bile dava sahihtir. Bu dava akit davasý da deðildir. Bu yüzden mebiin bilinmezliðiyle birlikte de dava
sahih olur. Davalýya bu semen üzerine yemin teklifi yapýlabilir.» Bahýr.
«Eðer kâim ise ilh...» Musannif bu cümleyi Bahýr´da olan ifadeye dayanarak ilâve etmiþtir. Müellifin,
«Senin dava konusu olan malý geri» vermen gerekmediðine Allah´ýn üzerine yemin eder misin?»
sözünde bir aksilik vardýr. Doðru olan ifade Hülâsa adlý kitaptaki sözler olup þöyledir: «Senin, dava
konusu malý geri vermen veya onun misli veya bedeli ve- ya ondan hiçbir þey gerekmediðine
Allah´ýn üzerine yemin eder misin?» sözünde de eksilik vardýr. Çünkü böyle bir ifade, yalnýz bâin
talâkla bo-þanan kadýna hâs kýlýnmaktadýr. Rýc´î (dönülebilir) talâkla boþanan kadý-na
boþamadýðýma dair verilecek yemine gelince, «Karýnýn aranýzdaki ni-kâhta senden boþanmadýðýna
Allah´ýn üzerine yemin eder misin?» þeklindedir. Eðer dava üç talâk ile boþanmayla ilgiliyse,
Ýsbîcâbî´de þöyle denilir: «Aranýzdaki nikâhta karýný üç talâkla boþamadýðýma Allah´ýn üzerine yemin
eder misin?» diye yemin teklif edilir. «Bahýr´da bu meselede «Mevcut durum üzerine yemin teklif
edilir» þeklinde bir cümle vardýr. Oraya bakýnýz.
Bahir sahibi bu cümleden sonra da þöyle demektedir: «Bilmiþ ol ki, fakihlere göre yeminin lafzýnda
deðil, yeminin teklifinin bazý þekillerin-de tekrar vardýr. Özellikle ölümün üzerinde borç iddia eden
kimseye ye-min teklifi hususunda yemin þekli beþe ulaþmaktadýr. Ýstihkak suretinde de dörde
ulaþmaktadýr. Bununla birlikte yeminler kitabýnda fakihler, ye-minin atýf harfinin tekrarýyla la sözü
ile birlikte tekrar edildiðini söyle-miþlerdir. Meselâ bir kimsenin, «Ben taam yemem ve bir þey de
içmem.» demesi gibi. Halbuki yeminin tekidi bahsinde de fakihler, «Yeminde atýf-tan kaçýnmak
vaçibtir» demiþlerdir. Zira vacib olan yemin bir yemindir. Üzerine atýf yapýldýðý zaman birkaç yemin
olmaktadýr. Ben bu itirazlara ne cevap vereni, ne de cevap vermeye çalýþaný gördüm».
Remli þöyle der: «Ben derim ki: Düþünüldüðünde, dava konusunun çeþitli unsurlarý olur ve dava,
bunlarýn hepsini içine alýyorsa yeminin de bu unsurlara göre ayrý ayrý teklif edilmesi gerek:.». Yani
davacý, söz olarak birþeyi dava eder. Fakat bu davanýn kapsamýnda birçok þeyler bu-lunursa,
yeminin de ihtiyaten bu þeylere uygun þekilde ayrý ayrý teklif edilmesi gerekir.
«Kasým Þafiî olduðu için ilh...» Yani Þafiî mezhebine göre üç talâk-la boþanan kadýn iddet nafakasý
talep edemediði gibi yine ayný mezhebe göre komþuluk þüf´âsý da yoktur. Böyle bir davada hasým
(davalý) Þafiî mezhebinden olur ve mevcut durum üzerine de yemin teklif edilirse da-vacýnýn
menfaati zayi olur. Mevcut duruma göre, yemin þöyle olur: Üç ta-lâkla boþandýðýný iddia eden bir
kadýn mahkemeden iddet nafakasý ta-lep eder veya þüf´â hakký sahibi bu hakkýný kullanmak için
dava açmýþ bulunur ve burada dava konularý delille isbat edilmezse Þafiî mezhebin-den olan
davalýya, «Üzerinde iddet nafakasý olmadýðýna veya komþuluk þüf´â hakký bulunmadýðýna Allah´ýn
üzerine yemin eder misin?» Bu hak-lar Þafiî mezhebinde kabul edilmediði için yemin eder ve davacý
olan Hanefî kimsenin hakký zayi olur. Ýþte böyle bir zararý önlemek için bu-rada mevcut durum
üzerine deðil, sebep üzerine yemin teklif edilir. Me-selâ, «Bu kadýný boþamadýðýma veya bu yerin
satýlmadýðýna Allah´ýn üze-rine yemin eder misin?» denilir. Böylece davacýnýn menfaati korunmuþ
olur. Çünkü onun tarafýný gözetmek daha uygundur. Bir de sebep sabit olduðu zaman hak da sabit
olur. Hakkýn düþmesinin ihtimali iþe, zanna dayanan bir engelle olur. Asýl olan bu engelin
bulunmamasýdýr. Ancak hak, engel üzerine delil ikâme edildiði zaman düþer.
«Görüþ ayrýlýðý vardýr ilh...» Mahkemede taraflar deðiþik mezhepten olunca, hangi mezhebin
uygulanacaðý konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr. Bazý âlimler, «Davacý veya davalýnýn mezhebi dikkate
alýnmaksýzýn, hâ-kimin esas aldýðý mezhebe itibar edilir» demiþlerdir. Musannif, hâki-min mezhep
tercihini davacýnýn kanaatini sorarak yapmasýnýn daha uy-gun olacaðý prensibine dayanmýþtýr.
«Sulh yapmak ilh...» Yani belki bir meblâð karþýlýðý yemin konusun-da anlaþma yapmak mümkün ve
caizdir. Ancak yeminin ifadesi ile yemin için sulh yapmak arasýnda ne fark vardýr? Þüphesiz
yeminden pa-ra karþýlýðý sulh yoluyla kurtulmada, bu para dava konusundan daha az olur. Yeminin
fidyesi ise bazen dava konusu þeyin misli kadar olabilir. Kûhistâni´de de böyledir. H.
«Davacý husûmet hakkýný düþürmüþtür ilh...» Yani davacý davalý-dan yemin fidyesi olarak veya
onunla bu konuda para karþýlýðý sulh an-laþmasý yaparak husûmete dair hakkýný düþürmüþtür.
Bahir adlý eserde-ki ifade ise þöyledir: «Çünkü davacý, davalýdan aldýðý mal karþýlýðýnda davasýný
düþürmüþ olur. Medenî.
«Delil ikâme ederse, delili kabul edilir ilh...» Bahýr´da Bezzâziyye´ den naklen þöyle denilmektedir:
«Eðer davalý, hâkim kendisine yemin teklif etmek istediði zaman, «Davacý, bana bu malla ilgili
olarak baþka bir hâkimin huzurunda yemin teklif etmiþti» veya «Beni dava konusu olan maldan ibra
etmiþti» dese ve delil getirse, delili kabul edilir ve kendisin-den dava da düþürülür. Eðer delil
getiremezse, Ýmam Pezdevî, «O zaman davacý davalý durumuna düþer. Onun yemin etmesi gerekir.
Eðer yeminden kaçýnýrsa, dava yine düþer. Eðer yemin ederse, dava ko-nusu malý almak hakký
doðar. Çünkü davalýnýn maldan ibrayý dava et-mesi, malýn kendi üzerinde bulunduðunu ikrar etmesi
demektir. Ancak mal davasýndan ibrayý iddia etmek bunun aksinedir» demiþtir.
Dürer´in ifadesi ayný dava konusu mal için kendine daha önce ye-min teklif edildiðini veya bu
maldan ibra edildiðini öne süren davalý bu iddiasýný isbat edemezse ve davacýnýn yemin etmesini
isterse câizdir.»
«Delil ikâme etmezse, davacýdan yemin taleb edebilir ilh...» Nûru´l-ayn´da þöyle denilmiþtir: «Davacý
davalýya yemin teklifini talep etse. o da, «Davacý bu dava ile ilgili olarak bana falan hâkimin
huzurunda ye-min teklif etmiþti» diyerek delil getirse, delili olmasa da sözü kabul edi-lir. O halde
davacýya yemin teklifi talebinde de bulunabilir. Çünkü da-vacý yemin konusundaki hakkýnýn devam
ettiðini iddia etmektedir. Fa-kat «Davacý beni bu davadan ibra etmiþti» dese. ibraya dair delil
geti-rinceye kadar davacýya yemin teklif etme hakkýna sahip deðildir. Çünkü davacý davasý ile
davalýdan cevap isteme hakkýna sahiptir. Cevap da ya ikrar veya inkâr þeklinde olacaktýr. «Beni bu
davadan ibra etti.» sözüne gelince, bu ne ikrar ve ne de inkârdýr. Böyle bir söz dinlenmez. Ona,
«Önce hasmýna cevap ver, sonra dilediðini iddia et» denilir. Ama bunun aksine, «Beni þu bin
liradan ibra etti» dese, yemin teklif edilir. Çünkü maldan ibrayý dava etmek malýn kendi üzerinde
bulunduðunu ik-rar etmek, demektir. Ýkrar ise cevaptýr. Ýbrayý iddia etmek hakký düþürücü olduðu
için, karþý tarafa yemin lâzým gelir. Âlimlerden bazýlarý da þöyle demektedirler: «Doðru olan þudur:
Davalý, «Davacý bana daha önce ayný dava konusunda baþka hâkimin huzurunda yemin teklif
et-miþti» diyerek davacýya yemin teklif edebiliyorsa, «Beni bu mardan ib-ra etmiþti» demesi halinde
de davacýya yemin teklif edebilir. Ancak her iki halde de yemin teklif etmesi, delil getirmemesi
halinde mümkün-dür. Dinâh sahibi de bu görüþe meyletmiþtir. Zamanýmýz hâkimlerinin çoðu da bu
görüþ üzere uygulama yapmaktadýrlar.
Dürer´in ifadesi de þöyledir: «Davalý yemin ettiðine dair delil geti-remez ve davacýnýn kendi
yeminine dair yemin etmesini taleb ederse, caizdir.» Ýþte bu nakil de gösteriyor ki Sarihin
ifadesinde kapalýlýk var-dýr. Uyanýk olunuz.
«Bir söz görmedim ilh...» Ben, þeyhimize ait kitap nüshasýnýn Hâmiþi´nde bazý âlimlerin yazýsýyla þu
ifadeleri buldum: «Ben bazý hüküm sonlarýnda, Fetâvâ-yý Kerenbeþî´den naklen,
Cevâhirü´l-Fetâvâ´nýn Kaza bahsinin baþ taraflarýna isnad ederek Kitabü´þ-Þehâdetin hemen
öncesin-de þöyle gördüm: «Birisi diðerinden birþey dava etse, davalýya yemin düþse, hâkim ona
yemin teklif ettiðinde, «Ben hiçbir zaman yemin et-meyeceðine dair talâk üzerine yemin ettim.
Talâkýn gerçekleþmemesi için þimdi de yemin etmem» dese hâkim ona üç defa yemin teklif eder ve
sonra da yeminden kaçýndýðý için aleyhindeki mal davasýna hükmeder. Talâk üzerine yemin etmesi
sebebiyle ondan yemin düþmez.»
«Aþaðýdaki þekilde düzeltilsin ilh...» Ben derim ki: Yukarýda Ýnâye´den naklen þöyle geçti: «Hâkim
ister sebep, ister mevcut durum üzerine yemin teklif etsin, taraflardan birisi mutlaka zarara uðrar.
Durum böy-le olunca, davacýnýn tarafýný gözetmek daha uygundur. Ýþte bu sebeple, yemin
etmeyeceðine dair talâk üzerine yemin ettiðini iddia eden kim-senin mazur sayýlmamasý daha
uygundur. Çünkü talâk üzerine yemin et-tiði için hanýmýnýn boþ düþmesinden korkarak, yeminden
kaçman kimse, zararý kendi peþine takmýþ olur. Ebussuud.
Ben derim ki: Talâk üzerine yemin etmek, yeminden kaçýnmak için bir delil sayýlsaydý, üzerine
yemin gerekli olan herkes böyle yemin eder ve daha sonraki muhtemel yemin tekliflerinden bu yolla
kurtulmaya ça-lýþabilirdi. Bu hak belirtilen þekilde kötüye kullanýlýnca da, davacýnýn hak-ký zayi
olduðu gibi, Hz. Peygamber (S.A.V.) in: «Yemin dava konusunu inkâr edene aittir» hadisine
muhalefet edilmiþ olurdu.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:16:38
YEMÝNLEÞME BABI
METÝN
Musannýf davada, taraflardan yalnýz birisinin yeminiyle ilgili mese-leleri zikrettikten sonra, aþaðýda
taraflardan her ikisinin karþýlýklý yeminleþmesine dair meseleleri zikir ve açýklamaya baþladý, satýcý
ile alýcý, satýþ bedelinin miktarýnda veya vasfýnda veya cinsinde yahut mebîin miktarýnda ihtilâf
etseler, bunlardan hangisi delil getirse, onun lehine hüküm verilir. Zira o, davasýný delille isbat
etmiþ olur. Eðer her ikisi de delil getirirlerse, kimin delili dava konusunu daha fazla isbat ederse,
onun lehine hüküm verilir. Zira deliller isbat içindir.
Eðer taraflar semen ve mebîden her ikisinde ihtilâf ederlerse, deli-lin ziyadeyi isbat durumuna
bakýlarak eðer ihtilâflarý semende ise satý-cýnýn delili öne geçirilir. Ýhtilâflarý mebîde ise müþterinin
delili önde gelir. Eðer her üç durumda da ihtilâf halinde delil getirmezlerse, bakýlýr: Eðer birisi
diðerinin sözüne razý olursa ne âlâ. Eðer razý olmazlarsa, aralarýn-da muhayyerlik de yoksa, o
zaman her ikisi de yemin ederler. Aralarýnda muhayyerlik varsa, muhayyerlik hakký sahibi akdi
fesheder. Taraflarýn yemin etmesi söz konusu olunca; eðer satým akdi peþin deðil de vere-siye
yapýlmýþsa, önce müþteri yemin eder. Çünkü dava konusunu ilk in-kâr eden odur.
Eðer satým akdi veresiye deðil de, malýn malla trampasý veya pa-ranýn parayla mübadelesi tarzýnda
olmuþsa, o zaman hâkim muhayyer-dir. Bazý âlimler tarafýndan, davacý ile davalý arasýnda kur´a
çekileceði söylenmiþtir. Ýbn Melek. En saðlam görüþe göre buradaki yeminin, da-va konusunun
iddia edilen þekilde olmadýðýna dair yaný olumsuz þekil-de teklif edilmesi gerekir.
Taraflardan birisi veya her ikisi satým akdinin feshini talep ederse, hâkim, akdi fesheder. Satým akdi
karþýlýklý yemin sonucu kendiliðinden feshedilmiþ olmadýðý gibi, taraflardan birisinin tek yanlý
iradesiyle de feshedilmez. Ancak ikisi beraber feshetmek isterlerse feshedebilirler. Bahýr.
Taraflardan herhangi birisi yeminden kaçýnýrsa, diðerinin iddia et-tiði þey hâkimin hükmüyle ona
gerekli olur. Bunun delili, Resûlullah (S.A.V.) in: «Satýcý ile müþteri ihtilâf ettiklerinde satýlan þey
mevcutsa, ikisi de yemin eder ve herkes elindekilerini geri verir» hadisidir.
Yukarýda belirtilen hususlar, ihtilâfýn satýþ bedeli üzerinde olmasýyla ilgilidir. Eðer ihtilâf, satýlan
þeyin iç bünyesiyle ilgili ise, meselâ, sa-týcý ile alýcý mebîin çeþidi üzerinde ihtilâf etmiþlerse, o
zaman yemin et-mezler söz alýcýnýndýr.
Ama eðer mebîin vasfýnda ihtilâf ederlerse, meselâ müþteri, «Ben onu okur-yazar veya fýrýncý
olmasý þartýyla aldým» dese, satýcý da, «Ben böyle bir þart koþmamýþtým» dese, yine yemin yoktur.
Söz, satýcýnýndýr. Zâhîriyye.
ÝZAH
«Vasfýnda ilh...» Taraflar satýþ bedelinin vasfýnda ihtilâf ederlerse, meselâ satýcý «Falan ülkenin
veya falan þehrin parasý ile satýþ yapmýþ-tým» derken alýcý aksini iddia edebilir, bu takdirde delil
getirenin lehine hüküm verilir.
«Cinsinde ilh...» Taraflar satýþ bedelinin cinsinde, yani altýn veya gümüþ para olup olmadýðýnda
ihtilâf edebilir. Yine delil ikâme edenin lehine hüküm verilir.
«Miktarýnda ilh...» Taraflar satýþ bedelinin miktarýnda ihtilâf ede-cekleri gibi mebiin miktarýnda da
ihtilâf edebilirler. Eðer mebîin vasfýn-da ihtilâf ederlerse yeminleþme olmaz. Söz satýcýnýndýr.
Nitekim bunu ileride sarih de zikredecektir.
«Semende ihtilaf ederlerse ilh...» Hidâye´nin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Eðer semen ve mebîde
beraber ihtilâf ederlerse, satýcýnýn de-lili semende, alýcýnýn delili ise mebîde isbat bakýmýndan
fazlalýk duru-muna bakýlarak daha önde gelir. Bu açýklamayý babamýn þeyhi Müfti Muhammed
Taceddin Medenî yapmýþtýr.»
«Birisi diðerinin sözüne razý olursa ilh...» Bu ifade ancak semen ve mebîdeki ihtilâf þeklini
kapsamýna alýr. Üç durumu kapsamaz. Baþkala-rýnýn dediði gibi, sarihin «Mebî veya semenden
yalnýz birisinde ihtilâf halinde taraflardan ikisi de ayný þeye yani satýcý müþterinin iddia ettiði
semene veya müþteri satýcýnýn iddia ettiði satýþa razý olsalar yahut ihtilafýn mebî ve semenin her
ikisinde birlikte olmasý halinde herbiri, di-ðerinin sözüne razý olsalar» demesi daha uygun olurdu.
Halebî de Musannifin ifadesinin yanlýþ olduðunu.söyleyerek, «Bu-rada doðrusu, diðer âlimlerin de
dediði gibi, sarihin ifadesinin de, «Eðer her ikisi ayný þeye razý olurlarsa» þeklinde olmasý idi.
«Eðer birisinin muhayyerliði varsa, satým akdini fesheder ilh...» Bahýr´da þöyle denilmiþtir:
«Musannýf, «Delil getiremezlerse» sözüyle sa-tým akdinde hiçbirisine muhayyerlik hakký olmadýðýna
iþaret etmiþtir. Bundan dolayý Hülâsa´da, «Müþteriye görme, ayýp ve þart muhayyerliði tanýnmýþsa
zaten yemin etmezler» denilmiþtir. Burada satýcý da alýcý gibidir» denilmiþtir. Yani bu ifadeden
kasdolunan muhayyerlik hakký ola-nýn satým akdini feshetmesi mümkündür. Durum böyle olunca
karþýlýklý yemine ihtiyaç kalmaz. Ancak uygun olan satýcý beyi eðer semenin faz-lalýðýný iddia eder,
müþteri ete onu inkâr ederse, müþterinin muhayyer-lik hakký karþýlýklý yeminleþmeye engel olur.
Satýcýnýn muhayyerlik hak-kýna gelince, o yeminleþmeye engel olmaz. Ama eðer müþteri mebîin
ziyadeliðini iddia eder, satýcý da o ziyadeyi inkâr ederse satýcýnýn muhay-yerliði bu yeminleþmeye
mani olur. Zira muhayyer olduðunda fesih im-kâný vardýr. Müþterinin muhayyerlik hakkýna gelince,
burada da onun muhayyerliði yeminleþmeye mani deðildir. Bu açýklamayý, baþka bir yer-den naklen
deðil, araþtýrmaya dayanarak yaptým.»
Meselenin özeti þudur: Kimin muhayyerlik hakký varsa o, her za-man satým akdini feshedemez. Bu
seheble uygun olan, bu meseleleri tahsis etmektir.
«Önce müþteri yemin eder ilh...» Yani Ýbn Kemal´in þerhinde de zikredildiði gibi taraflarýn ihtilâfý
ister semende, ister mebîde veya isterse her ikisinde birlikte olsun, bu üç durumda da önce
müþteri yemin eder. Musannifin, «Çünkü dava konusunu ilk inkâr eden müþteridir» sözü eðer
yeminleþme semende ise doðrudur. Fakat yeminleþme mebîde ise durum deðiþir. Çünkü o takdirde
satýcý inkâr eden durumundadýr. Bu son durumda en uygun olan, önce satýcýnýn yemin etmesidir.
Bunu aþa-ðýdaki mesele de teyid etmektedir. Þöyle ki, kiracý ile, kiraya veren kira süresi hakkýnda
ihtilâf etseler, yeminleþmeye kiraya verenin, yemini ile baþlanýr. Kûhistânî de buna iþaret etmiþtir.
Bu konunun benzerini Allâme Remlî de zikretmiþtir.
«Yemin olumsuz þekilde teklif edilir ilh...» Yani satýcý bin liraya sat-madýðýna yemin ettiði gibi.
müþteri de ikibine almadýðýna yemin eder.
«Saðlam görüþe göre ilh...» Ziyâdât adlý eserde, «Satýcý, «Ben bin liraya deðil vallahi ikibin liraya
sattým» der. Müþteri ise, «Billahi ben ikibin liraya deðil, bin liraya aldým» der, denilmektedir.
«Ýkisi beraber feshetmek isterlerse, feshedebilirler ilh...» Sarihlerin zikrettiklerine bakýlýrsa, taraflar
satým akdini feshederlerse, hâkime git-meden satým akdi kendiliðinden feshedilir. Fakat hâkimin
feshi için ta-raflardan birisinin talebi yeterli ise de satým akdi tek taraflý olarak feshedilemez. Bahýr.
Feshedilmemesinin faydasý ise yeminleþmedir.
«Ýhtilâf, mebîin kabý üzerinde ise ilh...» Yani eðer ihtilâflarý kapta olur ve satýcý, satýlan malýn kabýnýn
kendisinin olduðunu inkâr ederse, meselenin þekli Zeylâî´de olduðu gibi þöyledir: «Birisi
diðerinden kabýyla birlikte yüz kilo aðýrlýðýnda yað alsa, sonra boþaltarak meselâ yirmi kilo
aðýrlýðýndaki kabý sahibine vermek üzere getirse satýcý, «Bu benim kabým deðildir» dese, müþteri de
onun olduðunu söylese yaðýn fiyatý is-ter kilogram baþýna belirlensin, isterse tamamýnýn toplam
fiyatý söyle-miþ olsun, söz müþterinindir. Ýþte bu mesele, kabzolunan þeydeki ihti-lâfla ilgilidir.
METÝN
Musannýf, yeminleþmenin yalnýz semen ve mebîde taraflarýn ihti-lâfý halinde söz konusu olacaðýný
belirtmiþtir. Çünkü bu ikisi dýþýndaki .ihtilâflarda yeminleþme cereyan etmez. Zira bunlar akdin
özüne zarar vermez. Meselâ; mebî ve semen dýþýnda süre, þart, rehin veya muhay-yerlik, dýman yeni
birisinin kefaletini þart koþmak veya semenin bir kýs-mýnýn alýnmasý gibi þeylerde ihtilâf
olunduðunda yeminleþme yoktur. Bun-larda yeminleþme olmadýðýna göre, söz, yemini ile birlikte
dava konusu-nu inkâr edene aittir. Ýmam Züfer ile Þafiî´ye göre yukarýda sayýlan þey-lerde ihtilâf
vukuunda da taraflar yine yemin ederler.
Mebîin helakinden veya müþterinin mülkiyetinden çýkmasýndan ve-ya geri verilmesini imkânsýz
kýlacak bir ayýpla ayýplanmasýndan sonra olan semen üzerindeki ihtilâfta yeminleþme yoktur. Bu
mesele de semen deyn olursa, yalnýz müþteri yemin eder. Ancak mebiî satýcýnýn elinde iken müþteri
dýþýndaki birisinin onu helak etmesi halinde yeminleþme vardýr, Ýmam Muhammed ve Ýmam Þafiî´ye
göre yeminleþme vardýr, sa-tým akdinde helak olanýn kýymeti üzerine feshedilir.
Ama eðer satým akdi, malý malla deðiþtirmek git» trampa þeklinde olursa, icmaen yeminleþme
vardýr. Çünkü trampa akdinde hem satýlan, hem de bedeli ayný zamanda mebî hükmündedir. O
zaman helak olan misli olan þeylerden ise misli, kýymet takdir edilen þeylerden ise, kýy-meti geri
verilir. Nitekim bir ticaret malýnýn helakinden sonra semenin cinsinde ihtilâf etseler, þöyle ki, birisini
gümüþ para ile aldýðýný iddia ederken, diðeri altýn parayý iddia ederse, karþýlýklý yemin ederler.
Müþte-riye de helak olan malýn kýymetini ödemek lâzým gelir. Sirâç.
Ama malýn bir kýsmý müþteri elinde helak edilmiþse veya müþterinin mülkünden çýkmýþsa, meselâ
müþterinin satýn aldýðý iki hayvaný kabzetmesinden sonra birisinin normal ölümle ölmesi gibi. Bu
durumda sa-týlan malýn semeninin meblâðýnda ihtilâf ederlerse, o zaman Ýmam-ý Azam´a göre yemin
etmezler. Ancak yemini, satýcý eðer helak olmadan hissesine düþen kýsmýn aslýný terketmeye razý
olursa, yemin ederler. Bu açýklama da büyük çoðunluk, âlimlerin araþtýrmasýna dayanýr. Buhara
âlimleri ise, «Burada yeminleþme deðil, yalnýz müþteriye yemin düþer» þeklinde tefsir etmiþlerdir.
Kitabet bedelinin meblâðýnda efendi ile köle arasýnda ihtilâf anýn-da yeminleþme yoktur. Selem
aktinde ikâleden sonra selem edilen ser-mayenin meblâðýnda ihtilâf ederlerse yine yeminleþme
yoktur. Kitabet bedelindeki ihtilâfta söz kölenin, selem meblâðýndaki ihtilâfta ise sa-týcýnýndýr.
´Ancak burada selem tekrar avdet etmez. Akit feshedilir.
ÝZAH
«Süre þart vb. ilh...» Bir akdin süresi ve þartlarý gibi, mevcut olma-dýðý zaman akdin özü zarar
görmeyen unsurlardaki ihtilâf yüzünden ye-minleþme olmaz. Çünkü süre ve þart, þartýn meydana
gelmesiyle sabit olur. Burada sözde sonradan gerçekleþen unsurlarý inkâr edene aittir. Bu
meselede fakihler, akitte muhayyerlik olduðunu inkâr edenin söz sa-hibi bulunduðunu kesinlikle
söylemiþlerdir. Fakihler þart muhayyerliði ile ilgili iki görüþ ortaya koymuþ olup biz onlarý konusu
içinde ifade etmiþtik. Mezhebin asýl görüþü ise, burada zikrettikleridir. Bahýr.
Musannýf burada süreyle ilgili ihtilâfý mutlak bir þekilde zikretmiþ-tir. Bununla, akdin süresinin aslý
veya miktarý hakkýndaki ihtilâf da kap-sama alýnmýþtýr. Öyleyse burada, söz, sürenin fazlalýðýný inkâr
edene ait-tir. Ancak, selemin süresi üzerindeki ihtilâfta, bunun aksine yeminleþme cereyan eder.
Bunu, kendi konusu içinde zikretmiþtik.
Akdin süresinin dolup dolmadýðý konusundaki ihtilâf bu meselenin istisnasýdýr. Çünkü oradaki
ihtilâf halinde söz müþterinindir. Zira hak onundur. Çünkü o, hakkýn tam verildiðini inkâr
etmektedir. Nihâye adlý eserde de böyledir. Bahýr.
Bahýr´da þöyle denilir: «Süredeki ihtilâftan taraflarýn selemin süresi konusundaki ihtilâflarý da
istisna edilmiþtir. Birisi selemin süresini id-dia ederken, diðeri ona karþý çýkmýþ olsa, selemde
makbul olan söz Ebû Hanîfe´ye göre süreyi iddia edenindir. Çünkü selemde süre þarttýr ve süreyi
konuþmamak akdi fâsid kýlar. Öyleyse selemde taraflarýn süreyi öne geçirmesi selemin ancak
süreyle geçerli olduðunu gösterir.» Fakat açýkladýðýmýz mesele bunun aksinedir. Çünkü bu
meselenin geçerli olup olmamasýnýn sürenin þart kýlýnmasý ile hiçbir ilgisi yoktur.
«Semenin bir kýsmýnýn alýnmasý ilh...» Veya bir kýsmýný düþürmek veya hapsini ibra etmekle ihtilâf
etseler, yine yeminleþme yoktur. Bahýr. Burada «semenin bir kýsmý» ile kayýtlamak konusunda
görüþ birliði var-dýr. Çünkü, semenin tamamýnýn kabzýnda ihtilâf etmek de bir kýsmýnda ihtilâf etmek
gibidir. Bu da ancak satýcýnýn sözünün kabul edilmesidir.
«Yemini ile ilh...» Çünkü buradaki ihtilâf, üzerinde akit yapýlan þey-de deðildir. O zaman fiyat
düþürme veya semenden ibra gibi ihtilâflara benzer. Zira bunda ihtilâf etmek akdin özüne zarar
vermez. Ama se-menin vasfýnda veya cinsinde ihtilâf etmek bunun aksinedir. Çünkü se-menin
özellik veya cinsindeki ihtilâf bizzat semenin kendisine racidir. Zira semen deyndir. O da özelliði ile
bilinir. Ama süredeki ihtilâf bu-nun gibi deðildir. Bilindiði gibi, semen süre geçtikten sonra da var
ol-maya devam etmektedir. Bahýr.
«Mebiin helakinden sonra ilh...» Musannýfýn bu sözünden anlaþýl-dýðýna göre süre ve sonra
gelenlerdeki ihtilâfýn helakten önce veya son-ra olmasý arasýnda hiçbir fark yoktur.
«Mebii ilh...» Yani mebî müþterinin elinde helak olduktan sonra ye-minleþme cereyan etmez. Eðer
mebî, müþteri kabzetmeden önce helak olursa zaten akit fesholur. Miraç.
«Ayýplanmasýndan ilh...» Yani, mebî geri vermeye engel olacak þe-kilde ayýplandýktan sonra
yeminleþme olmaz. Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü bu durum helak kapsamýna girmektedir.
Fakihlerin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Müþterinin mebîi meydana gelen ayýpla birlikte geri
vermeye gücünün yetmemesi ölçüsündeki ayýplama helak hükmündedir. Kifâye adlý eserde de,
«Mebî bitiþik veya ayrý bir artýþla artsa» denilmiþ-tir. Meselâ, mebîin kendi bünyesinden bir artýþýn
olmasý; yaðlanma, þiþ-manlama veya doðurma ve benzeri þekillerde olabilir. Gururu´l-Efkâr adlý
eserde de, «Eðer artýþ mebîin bünyesinden deðilse, meselâ; fiyatýn-da artýþ olmuþsa, bu artýþ
kabýzdan önce veya sonra olsun, bütün âlim-lerin ittifakiyle müþteriye ait olur» denilmiþtir.
«Müþteri dýþýndaki ilh...» Zira taraflarýn her ikisi de helak olan me-bîin kýymeti onun yerine geçtiði
için yemin ederler.
«Helak olanýn kýymeti üzerine feshedilir ilh...» Akit, helak olan þey kýymetli mallardan ise kýymeti,
mislî mallardan ise misli geri verilmek üzere feshedilir. Hayreddin, S.
«Ýcmaen yeminleþme vardýr ilh...» Eðer malýn bedelinin deyn veya ayn olduðunda ihtilâf ederlerse,
ikisi de yemin ederler. Ama müþteri malýn bedelinin bir ayn olduðunu iddia ederse, Ýmameyn´e göre
yemin ederler. Ama satýcý, mal bedelinin ayn olduðunu iddia eder, müþteri de deyn olduðunu iddia
ederse, o zaman yemin etmezler. Söz müþterinin-dir. Kifâye.
«Hem satýlan, hem de bedeli mebî durumunda olur ilh...» Böyle bir durumda üzerinde akit yapýlan
mal mevcut olduðu için akit de mevcut-tur. Alýcý ve satýcý, yeminleþmeden sonra kendi ellerindekini
geri verir-ler. Bahýr.
«Semenin cinsinde ihtilâf etseler ilh...» Semenin cinsindeki ihtilâf, miktarýndaki ihtilâf gibidir. Ancak
mebîin helak olmasý durumunda böyle deðildir. Bahýr.
«Karþýlýklý yemin ederler ilh...» Taraflar semen üzerinde ittifak ede-medikleri için akdin feshi için
karþýlýklý yemin etmeleri gerekir.
«Bir kýsmý müþteri elinde helak edilmiþse ilh...» Yani bir kýsmý kabzdan sonra helak olursa,
yeminleþme cereyan etmez. Bu hususu Mu-sannýf yakýnda zikredecektir.
«Ýki hayvaný kabzetmesinden sonra ilh...» Ama hayvanýn biri veya ikisi kabzdan önce ölürse
karþýlýklý yemin ederler. Mebîin artýþýnda ih-tilâf ederlerse inkâr iki taraftan olduðundan her ikisi de
yemin ederler. Kifâye.
«Ebû Hcmîfe´ye göre yemin etmezler ilh...» Çünkü yeminleþme, mebîin tamamýnýn mevcut olmasý ve
kabzedilmiþ bulunmasýndan sonra uy-gulanýr. Buna göre mebîin bir bölümü helak olsa,
yeminleþmenin þartý bulunmadýðý için Ebû Hanîfe´ye göre söz, yeminiyle birlikte müþteriye aittir.
Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Gurerü´l-Efkâr.
«Aslýný ilh...» Yani satýcý helak olan þeyin kýymetinden hiçbir þey almaz. Sanki o þey hiç helak
olmamýþ gibi akit mevcut olanýn üzerine yapýlýr. O zaman mevcut olanýn semeninde yeminleþme
uygulanýr. Bun-larýn hangisi yeminden kaçýnýrsa, diðerinin iddiasýný kabul etmiþ sayýlýr.
«Buhara âlimleri ilh...» Yani cümlenin anlamý, mebîin bir kýsmý he-lak olduktan sonra yeminleþme
deðil, yalnýz müþterinin yemin etmesi gerekir. Ancak satýcý eðer helak olan þeydeki hissesini
semenden terke razý olursa, o zaman karþýlýklý yemin ederler.
Gûrerü´l-Efkâr´da þöyle denilmiþtir: «Bizim meseleyi zikretmemizden sonra bazý âlimler tarafýndan
ifadedeki istisna, ifadenin siyakýndan an-laþýlan, müþterinin yemin etmesindendir. Yani satýcý,
müþterinin ikrar ettiði semenin miktarý helak olan þeyin semeninden alýr. Zira satýcý, müþ-teriden
almayý dava ettiðinin toplamýndan, sulh yoluyla mebîden mev-cut olaný almýþtýr. O zaman müþteriye
yemin teklifine ihtiyaç kalmaz. Ebû Hanîfe´den de «Satýcý müfterinin ikrar ettiði miktarý helak olan
mebîin semeninden alýr, fazlasýný alamaz. O halde her ikisi de yemin eder. Mebî-den mevcut olaný
da geri verirler. Yani müþteri, mebîden geri kalaný sa-týcý da semeninden geri kalaný iade eder» diye
nakledilmiþtir.»
«Müþteriye yemin düþer ilh...» O zaman satýcý sulhen müþteri tara-fýndan iddia edilen þeyi canlý
olarak alýr. Zeylâî.
aikâleden sonra ilh...» Musannif burada niçin, «ikâleden sonra ih-tilâf» kaydýný koymuþtur? Zira
onlar selemin sermayesinin miktarýnda ihtilâf etmiþ olsalar ve yemin de etseler, o zaman miktardaki
ihtilâf se-lemin sermayesinin cinsindeki, nev´indeki, vasfýndaki ihtilâf ve selem yapýlan maldaki
ihtilâf gibi olur. Nitekim biz bu hususu selem bahsinde zikretmiþtik. Bahýr.
«Selem aklinde ilh...» Burada neden yeminleþme caiz deðildir? Zira ikâlenin kaldýrýlmasýný gerekli
kýlan selem davasýdýr. Selem ise borç-tur. Düþen bir daha dönmez. Sâyýhâni.
«Selen tekrar avdet etmez ilh...» Selem konusunda ikâle selem akdini bozmayý kapsamýna almaz.
Çünkü selem konusunda ikale, düþürmek demektir. Bundan sonra tekrar dönmez. Satým akdi ise
Herkle geleceði gibi bunun aksinedir. Fakihlerin açýklamalarýna göre, bu konuda uygun olan durum
þudur: Selem akdinde eðer taraflar ikâleden sonra cin-sinde, türünde, sýfatýnda ihtilâf ederlerse
hüküm yine yukarýdaki gibidir. Ancak ben bu konuda bir açýklýk görmedim. Bahýr.
Yine Bahýr´da, «Fakihlerin bu meseledeki yazdýklarýndan anlaþýldý-ðýna göre, ikâle yapýlan akitte,
ikinci bir ikâle daha yapýlabilir. Ancak selemde yapýlan ikâle bunun dýþýndadýr. Yani selem akti ikâle
ile fesh-edildikten sonra tekrar ikâle yapýlamaz. Ýbre de ikâleyi kabul etmez. Biz bu konuyu Fevâid
adlý eserde yazmýþtýk» denilmiþtir.
METÝN
Akit yapan taraflar ikâleden sonra semenin miktarýnda ihtilâf etse-ler ve delilleri de olmasa,
karþýlýklý yemin ederler. Eðer mebî ve semen kabzedilmiþ olur ve alýcý ikâle hükmü ile mebîi satýcýya
geri vermemiþ bu-lunursa, bu takdirde þeminleþmeden sonra satýn akdi, eski hali üzere devam
eder. Eðer alýcý, ikâle hükmü ile mebîi geri vermiþse, o zaman yeminleþme cereyan etmez ve söz,
yemini ile birlikte inkâr edenindir. Ýmam Muhammed buna karþý çýkmýþtýr.
Eðer karý koca kim delil ikâme ederse onun lehine hüküm verilir. Eðer her ikisi de delil getirirlerse,
o zaman emsal mehir, kocanýn deli-linin tercih edilmesi daha uygundur. Çünkü burada kadýn dýþ
görünüþe aykýrý olan bir durumu isbat etmiþ olur ki, bu tercih edilmez. Eðer emsal mehir eþlerden
her ikisine þâhid deðilse, yani eþlerin öne sürdüðü mehir miktarýna uygun düþmüyorsa, deliller eþit
olduklarý için birbirleri-ni ibtal ederler. Bu durumda saðlam görüþe göre, kadýna emsal mehir
gerekir.
Karý kocadan her ikisi de delil getirmekten aciz olurlarsa, karþýlýklý yemin ederler. Bu yeminleþme
ile nikâh akdi feshedilmiþ olmaz. Çünkü mehir nikâha baðlý bir hak olup, onun tesbit edilmemiþ
olmasý nikâhýn ak-dinde semenin belirlenmemiþ olmasý akdi fâsid kýlar. Mehir konusundaki
yeminleþmede önce koca yemin eder. Çünkü mehri daha önce teslim et-mek kocanýn hakkýdýr. O
halde iki yeminden ilkini erkeðin yapmasý ge-rekir. Yeminleþmeden sonra da erkeðin kadýna emsal
mehir vermesine hükmedilir. Zira yeminleþme olduktan sonra, artýk nikâh sýrasýnda mik-tarý
belirlenen mehre itibar edilmez. O halde yeminleþmede eðer mehir erkeðin iddia ettiði miktarda
veya daha az olursa, onun sözü ile hü-küm verilir. Eðer kadýnýn dediði kadar veya daha fazla olursa,
o zaman da karýnýn sözü ile hüküm verilir. Eðer her ikisinin iddialarý gibi olmasa o zaman da emsal
mehre hükmedilir.
Kiracý ile kiralayan, kira bedelinde veya kira akdinin süresinde, he-nüz kiracý yararlanmadan önce
ihtilâf ederlerse her ikisine de yemin teklif edilir. Hangisi yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhinde
hüküm verilir. Taraflardan birisi delil getirirse, delili kabul edilir. Ýhtilâflarý kira bedeli üzerinde ise,
önce kiracýya yemin teklif edilir. Eðer anlaþmazlýk kira sü-resi üzerinde ise, önce kiraya verene
yemin teklif edilir. Eðer her ikisi de delil getirirlerse, bedel konusunda mal sahibinin, süre
konusunda kira-cýnýn delili tercih edilir. Fakat kiracý, kiraladýðý þeyden henüz yararlanmamýþsa o
zaman yeminleþme cereyan etmez. Söz, yeminiyle birlikte kiracýnýndýr. Çünkü o, ziyadeyi inkâr
etmektedir.
Eðer kiraya verilen þeyin bir bölümünden yararlanýldýktan sonra ta-raflar arasýnda ihtilâf çýkarsa,
yeminleþme olur ve akit geri kalan kýsým için feshedilir. Geçmiþe ait söz de kiracýnýndýr. Çünkü kira
akdi önceki bölümde saat saat yerini bulmuþtur. Zira onun her bir sözü bir akit gi-bidir. Sözün akdi
ise bunun aksinedir.
Karý ile koca, altýn veya gümüþ cinsinden de olsa, evde bulunan eþ-yalar konusunda ihtilâf etseler,
bunlardan her birinin kendisine uygun olan eþyada yeminiyle birlikte söz hakký vardýr. Burada
eþlerin köle, mükâteb emsaliyle karý koca hayatý yaþanabilen çocuk yahut müslüman er-kekle evli
zimmî kadýn olmasý, nikâhýn hâlen mevcut olup olmamasý, eþ-lerin her ikisine veya yalnýz birisine
ait bir evde oturmalarý hükmü de-ðiþmez. Hizânetü´l-Ekmel. Çünkü burada mülk sahibi olmaya
deðil, zil-yedliðe itibar edilir. Ancak eþler, oturduklarý evde bulunan eþyayý üreten, eþya alým
satýmýný yapan kimselerden iseler, bu takdirde söz dýþ görü-nüþün çeliþkili olmasý sebebiyle erkeðe
aittir. Dürer. Eþya hem erkeklere hem de kadýnlara elveriþli bulunursa söz yine erkeðindir. Çünkü
kadýnýn kendisi de, elinde bulunan eþyasý da kocanýn zilyedliði altýnda bulunmaktadýr. Bu sebeple
söz zilyed olan kocaya aittir. Ancak yalnýz kadýn-lara ait olan eþyada ihtilâf ederlerse, o zaman dýþ
görünüþ bakýmýndan kadýnýn delili erkeðin delilinden daha kuvvetli olduðu için söz, yukardakinin
aksine kadýnýndýr. Böyle bir ihtilâf vukuunda karý kocadan her ikisi de delil ikâme etseler, o zaman
da kadýnýn delili ile hükmedilir. Çünkü onun delili, kendisi zilyed sayýlmadýðý için, dýþa ait bir delil
sayýlýr. Haniye.
Eðer eþler arasýnda ev konusunda ihtilâf olursa, karý evin kendisine ait olduðuna dair bir delil
ikâme etmedikçe, ev prensip olarak kocaya aittir. Bahýr.
Yukarýda yazdýðýmýz hükümlerin hepsi, karý kocanýn ikisinin de hatta olmalarý hali içindir. Ama eðer
karý-kocadan birisi ölür ve onun varisi hayatta olanla karý kocanýn her ikisine de uygun olan eþyada
ih-tilâf ederse, burada söz, köle bile olsa yemini ile birlikte hayatta olan eþe aittir, imam-ý Þafiî ile
Ýmam Mâlik, «Ýhtilâf edilen mal hayatta olan-la ölenin varisinindir» demiþlerdir. Ýbn-i Ebî Leylâ,
«Malýn hepsi hayatta olanýndýr» derken, Hasanü´l-Basrî de, «Malýn hepsi kadýnýndýr» demiþtir.
Ýþte bu konuda fakihler arasýnda yedi görüþ vardýr. Hâniye´de de bu mesele hakkýnda dokuz ayrý
görüþ olduðu söylenmiþtir.
Ýhtilâf eden karý kocadan birisi ticarette izinli köle veya mükâteb olursa imameyn ile Ýmam Þafiî
demiþlerdir ki, burada izinli köle ile mü-kâteb hür gibidir. Hayatta ise burada söz, hürün sözüdür.
Ölümden son-ra ise söz hayatta kalanýndýr. Çünkü hürün tasarruf kölenin tasarru-fundan daha
kuvvetlidir. Ölene ise tasarruf yoktur.
ÝZAH
«Cinsi üzerinde ihtilâf etseler ilh...» Meselâ mehirin cinsi ile ilgili anlaþmazlýklarýnda erkek, «Senin
mehrin þu köledir.» kadýn da. «Hayýr þu câriyedir» dese, o zaman cins ve miktarýn hükmü eþit olur.
Ancak þu durum müstesnadýr: Eðer kadýnýn emsal mehri cariyenin kýymeti ka-dar veya daha fazla
olursa, o zaman bizzat cariye deðil, kýymeti kadý-nýn mehri olur. Nitekim Zahiriye ve Hidâye´de de
böyledir. Bahýr.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir. «Musannýf, cinsî tekârrübten önce boþa-ma halinde, taraflar arasýnda
çýkacak mehir anlaþmazlýðýnýn hükmünü zikretmemiþtir. Bunun hükmü Zahîrîye´de olduðu gibi
þudur: Cinsi tekârübten önce, boþama halinde, eþler arasýnda çýkacak mehir anlaþmaz-lýðýnda,
kadýnýn mahir hakký, kocanýn iddia ettiðinin yarýsýdýr. Eðer bu eþler köle ve câriye statüsünde ise, o
zaman kadýnýn hakký mut´adýr. An-cak ayrýlan karý koca aralarýnda cariyenin kýymetinin yarýsý
üzerinde anlaþýrlarsa, o zaman cariyenin kýymetinin yarýsý kadýnýn hakkýdýr.
«Delilin ilh...» Kadýnýn delilinin kabulüne gelince, bu açýktýr. Zira kadýn meselâ, iki bin lira mehir
iddia ediyorsa, bu iddiasýnda kapalý yön yoktur. Ancak kapalýlýk kocanýn delilinin kabulü hususunda
vardýr. Çünkü erkek ziyadeyi inkâr etmektedir, öyleyse ona düþen delil deðil yemin-dir. Onun delili
nasýl kabul edilir diye sorulursa, deriz ki, erkek burada þekil bakýmýndan iddia edendir. Zira erkek
ikrar ettiði mehrin karþýsýn-da kadýnýn ona kendisini teslim ettiðini iddia ediyor. Kadýn ise inkâr
edi-yor. Nasýl vedîa alanýn delili vediayý sahibine geri verdiði davasýnda ka-bul edilirse, burada da
erkeðin delili kabul edilir. Miraç.
«Erkeðin delili tercih edilir ilh...» Þârih´in bu ifadesi geçen iki me-selenin de illetidir. Hâmiþ´te,
«Eðer kadýn, kocasý üzerinde bakiyye ka-lan mehri hususunda kocasýnýn varisleri ile ihtilâfa düþer
ve davasýna delil ikâme edemezse, emsal mehrin miktarý hususunda söz, yeminiyle birlikte kadýna
aittir» denilmiþtir. Hâmidiye, Bahýr´dan.
«Nikâhlarý fesholmaz ilh...» Eþlerin nikâh akdi sýrasýnda mehir mik-tarýný tesbit etmemiþ olmalarý
halinde, daha sonra bu konuda çýkacak ihtilâf yüzünden yeminleþme yoluna gidilse, bu durum
nikâhýn sýhhatine zarar vermez. Çünkü mehir satým akdinin aksine nikâha tabidir. Yuka-rýda geçtiði
gibi satým akdinde semenin belirlenmemiþ olmasý akdi fasid kýlar. Minah ve Bahýr.
«Önce erkek yemin eder ilh...» Remlî, Bahýr´ýn Mehir bahsinden o da Kâyetü´l-Beyân´dan naklen
þöyle demektedir: «Eþlerden her ikisinin de yemin etmesi gerekiyorsa, hangisinin önce yemin
edeceðinin kur´a ile belirlenmesi müstehâb olur. Zahiriye adlý eserde tercih edilen ve bir çok
âlimlerce de benimsenen görüþe göre yemin önce kocaya teklif edi-lir. Buradaki ihtilâf öncelikle
ilgilidir.»
«Teslim etmek kocanýn hakkýdýr ilh...» Yani önce koca mehri öder, sonra da kadýn kendisini teslim
eder.
«Emsal mehir hükmedilir ilh...» Yani önce iddialarý hususunda kar-þýlýklý yemin ederler, sonra da
kocanýn karýsýna emsal mehri vermesi için hükmedilir. Bu Ýmam Kerhî´nin görüþüdür. Zira mehri
müsemma bulun-duðu yerde emsal mehre itibar edilmez. Yeminleþme sonucu, nikâh ak-di
sýrasýnda konuþulan mehre itibar düþtüðü için kadýna emsal mehir ve-rilir. Bu yüzden, bütün
durumlarda yeminleþme, emsal mehre hüküm vermekten önce gelir.
Ýmam Râzi´nin araþtýrmasýna göre ise emsal mehre yeminleþmeden önce hükmedilir. Biz bu konuyu
ve Ebû Yusuf´un karþý çýkýþýný, Mehir bahsinde zikretmiþtik. Bahýr.
«Kiralanan þeyi kullanmazdan önce ilh...» Taraflar, kiracý henüz kiralanan yeri kullanmazdan önce
kira bedeli veya süresi hakkýnda ih-tilâf etseler, yeminleþirler. Çünkü satým akdinde yeminleþme
kýyasa uy-gun olarak kabzdan önce olduðu gibi, onun benzeri olan icarede de ki-ralanan þeyi
kiracýnýn kullanmasýndan önce olur. Bahir. Burada, kira-lanandan yararlanmanýn anlamý, kira
süresince ondan faydalanma imkânýnýn bulunmasýdýr. Yararlanmanýn yokluðunun anlamý da
kullanma im-kânýnýn olmamasýdýr. Çünkü bilindiði gibi, kullanma imkâný da ücretin gerekli olmasý
bakýmýndan kullanma gibidir. Bahýr.
«Önce kiracýya yemin teklif edilir ilh...» Yeminden kaçýnmanýn ya-rarýnýn bir an önce görülmesi için,
ilkönce kiraya verene yemin teklif edilmesi gerekir. Çünkü kiralanan þeyin teslimi gereklidir,
denilirse, þöy-le cevap verilir: Eðer kira bedelinin peþin verilmesi þart kýlýnmýþsa, o za-man sanki
daha önce inkâr etmiþ sayýldýðýndan, önce kiracýnýn yemini ile baþlanýr. Eðer kira bedelinin peþin
verilmesi þart kýlýnmamýþsa, mal sahibi kiraya verdiði þeyi teslim etmekten kaçýnamaz. Zira onun
teslimi kira bedelinin peþin olarak teslimi þart koþulmadýðý takdirde, kira bede-linin kabzýna baðlý,
deðildir. Ebussuud. Ýmâye´den.
«Eðer ihtilâf kira süresi üzerine ise ilh...» Ama eðer ihtilâf hem kira bedeli hem de süre üzerinde ise,
her iki tarafýn da fazlalýk hususunda ge-tirmiþ olduklarý deliller kabul edilir. Meselâ, mal sahibi
kiraya verdiði þeyin aylýðýnýn on dirhem olduðunu kiracý da iki aylýðýnýn beþ dirhem olduðunu iddia
eder ve bu iddialarýna delil getirirlerse, iki aylýðýnýn on dirheme kiraya verilmiþ olduðuna hükmedilir.
«Eþler, ev eþyasý konusunda anlaþmazlýða düþseler ilh...» Musan-nýfýn burada karý koca sözünü
zikretmesi yalnýz eþler arasýndaki ev eþ-yasý ile ilgili ihtilâflarý belirtmek içindir. Böylece aþaðýdaki
ihtilâf konu-laný dýþarýda kalmýþ olur.
1) Koca dýþýnda, diðer birden çok eþlerinin ev eþyasý ile ilgili anlaþmazlýklarý,
2} Babanýn, kýzýyla arasýnda, çeyiz eþyasý konusundaki anlaþmaz-lýklarý,
3) Babanýn oðlu ile, ev konusundaki anlaþmazlýklarý,
4)Ayakkabý tamircisi ile kokucunun, ellerindeki aletler konusunda-ki anlaþmazlýklarý,
5) Ev sahibi ile kiracý arasýnda, evin demirbaþ eþyasý konusundaki anlaþmazlýklarý.
Ýþte, eðer yukarýda «eþler» tabiri kullanýlmasaydý, buradaki ihtilâfýn karý-koca arasýnda mý, yoksa
sayýlanlar arasýnda mý olduðu bilinmezdi. Bu saydýklarýmýz. Bahir adlý eserde açýklanmýþtýr. Bazýsý
ileride ayrýca gelecektir.
«Söz yemini ile birlikte her birine uygun olan eþyada onundur ilh...» Kýnye´de kýz çocuklarýna çeyiz
hazýrlama konusunda þöyle denir: «Karý ile koca birbirinden ayrýlsalar, kadýn odasýnda hizmet
gören cariyeyi beraberinde götürerek bir yýl istihdam etse, kocasý da bunu bildiði halde sussa,
sonra da onu iddia etse kocanýn iddiasý kabul edilir ve cariye ona teslim edilir. Çünkü kocanýn
mülkiyeti devam etmektedir. Bu mül-kiyetin ortadan kalktýðý da ispat edilmiþ deðildir.»
Kýnye´den yapýlan bu nakilden anlaþýlýyor ki karý-kocaya elveriþli olan bir þey, karý tarafýndan
götürülürken kocanýn susmasý, kocanýn da-vasýný bâtýl kýlmýyor. Eðer kadýn, götürdüðü þeyi
kocasýnýn satýn aldýðý-ný ikrar etmezse durum böyledir. Ama eðer kocasýnýn satýn aldýðýný ik-rar
ederse karýnýn davasý düþer. Çünkü kocasýnýn satýn aldýðýný söyle-mesi, onun kocasýnýn mülkü
olduðunu ikrar etmesidir. Kocasýnýn mülkü olduðunu ikrar ettikten sonra o þeyin kendi mülkiyetine
geçtiðini iddia etse, bu el deðiþtirme ancak delil ile sabit olur.
Kadýn, kocasýnýn aldýðýný ikrar ettikten sonra o þeyi ayrýldýðý kocasýn-dan satýn aldýðýný iddia etse,
bu da ancak delil ile sabit olur. Hâniye´de olduðu gibi.
Buradan açýkça anlaþýldýðýna göre, eþinden ayrýlan koca, dava ko-nusu þeyi satýn aldýðýna dair delil
getirse, bu delili, karýsýnýn kocasýnýn aldýðýný ikrar etmesi gibi olur. Yine dava konusu þeyin ayrýlan
kocadan boþadýðý karýsýna hibe ve benzeri yollarla intikal ettiðine dair iddiada da delil gereklidir.
Karýnýn ayrýldýðý kocasýnýn aldýðý bir þeyi onan rýzasý ile kullanmasý, kocasýnýn o þeyi, kadýnlarýn ve
halkýn anladýðý gibi, karýsýna temlik ettiðine delâlet etmez. Bununla birkaç defa fetva verdim. Bahýr.
Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Kadýnlara mahsus eþyanýn mülkiyet id-diasýnda kabul edilen söz,
yemini ile birlikte kadýnýndýr. Kadýn ve erkeðe mahsus olan eþyada da durum böyledir. Yine söz,
yemini ile birlikte ka-dýnýndýr. Kadýn, yalnýz kadýnlara mahsus veya kadýn ve erkeðin beraber
kullanacaðý eþyanýn davasýnda, yanýnda vedîa olarak kaldýðýný iddia ederse, söz yine yemini ile
birlikte kadýnýndýr. Allah daha iyisini bilir. Hamidiye´de de Þelbî´den naklen böyledir.»
«Zahir delilleri ilh...» Yani biz burada zilyedliði dýþ görünüþü olan açýk bir delil saydýk. Eðer
zilyedliði esas almazsak, her iki eþin dýþ görü-nüþlü delillerinin çatýþmasý, davalarýnýn düþmesine
yol açar.
«Dürer ilh...» Dürer´in ifadesi þöyledir: «Ayrýlan karý-kocanýn her iki-si de ihtilâf ettikleri þeyi üretiyor
veya alým-satýmýný yapýyorsa, meselâ: erkek kuyumcu ise, onda birtakým bilezik, yüzük ve benzeri
takýlar var-sa, bunlar kadýna mahsus olmakla birlikte kadýnýn olamaz. Yine, ka-dýn erkek elbisesi
satan bir dellal ise, veya erkek ve kadýn elbisesi veya yalnýz erkek elbisesi ticareti yapýyorsa, bunlar
da erkeðin olamaz.» Hidâye þerhlerinde de böyledir.
Þurunbulâiiye´de de þöyle denilmiþtir: «Musannýfýn, «Karý ile arasýnda ihtilâf konusu olan eþyada
söz, herkesin kullanabileceði eþya-da yemini ile birlikte onundur. Ancak karý-kocanýn her ikisi de
diðerine elveriþli olaný alýp satýyorsa» sözü genel deðildir. Zira Musannýfýn, «Üre-tir veya
alým-satýmýný yaparsa» sözü genel olamaz. Zira kadýn evliliði sýrasýnda eðer erkek elbisesi veya
kadýna ve erkeðe elveriþli olan kap; altýn, gümüþ, ev eþyasý ve arsa gibi þeyleri satýyorsa, yine
bunlar er-keðindir. Çünkü kadýn ve elindeki eþya erkeðin zilyedliði altýndadýr. Da-valarda söz de
zilyed olana aittir. Yalnýz kadýna has olan bir eþya bunun aksine kadýna aittir. Ýnâye´de olduðu gibi.»
Bu hükümler, aþaðýda zikredilecek meselelerde daha iyi anlaþýla-caktýr.
«Söz hayatta olanýndýr, ilh...» Yemini ile birlikte söz hayatta olanýn-dýr. Dürr-i Müntekâ. Çünkü
ölünün tasarrufu yoktur. Bahýr´da da Hizâne´den naklen, þu mesele istisna edilmiþtir: Kadýn eðer
zifafý kocasýnýn evinde yaptý ise, o zaman her ikisine uygun olan eþya ile kadýnýn em-sali kadýnlara
çeyiz yapýlan eþyanýn kocaya verilmesi istihsan olmaz. Ancak koca o cins eþyanýn ticaretini
yapmakla biliniyorsa o zaman´ o eþ-ya erkeðindir.
«Dokuz ayrý görüþ ilh...» Bu görüþlerden birincisi kitapta olandýr. Ýkincisi ise Ebû Yusuf´un
görüþüdür ki, kadýna emsali kadýnlarýn çeyizi kadar eþya verilir, geri kalaný erkeðindir. Üçüncüsü
Ýbn Ebî Leylâ´nýn gö-rüþüdür ki, eþyanýn hepsi erkeðindir. Yalnýz elbisesi kadýnýndýr. Dördün-cüsü,
Ýbn Muin ile Þarîk´in görüþüdür ki, ihtilâf edilen eþya ikisi arasýn-da taksim edilir. Beþincisi, Hasan-ý
Basrî´nin görüþüdür ki, hepsi kadý-nýndýr. Yalnýz elbisesi erkeðindir. Altýncýsý, Þureyh´in sözüdür ki,
ev ka-dýnýndýr. Yedincisi, Ýmam Muhammed´in görüþüdür ki, talâk ve ölümde her ikisine de uygun
olan eþya kocanýndýr. Ýmam Muhammed, müþkil olmayanda Ebû Hanife´ye uymuþtur. Sekizincisi,
Züfer´in görüþüdür ki, her ikisinin kullanabileceði eþya her ikisinindir. Dokuzuncusu, Ýmam Malik´in
görüþüdür ki, hepsi ikisinin arasýnda taksim edilir. Bu görüþleri, Hizânetü´l-Ekmel nakletmiþtir.
Herkesçe anlaþýlmaktadýr ki, dokuzuncu görüþ dördüncü görüþün aynýsýdýr. Bahýr. Hâmiþ´te de
böyledir.
Bir cariye veya mükâteb yahut müdebber statüsünde bulunan bir câriye azad edilse, azad edilmekle
nikâhý feshedildiðinden ayrýlmayý ko-canýn yanýnda kalmaya tercih etse, azad edilmezden önceki
evde bulu-nan eþya kocasýna aittir. Cariyenin bir hakký bulunmaz. Ama azad edil-dikten sonra ve
ayrýlmayý tercih etmezden önce alýnan eþyada, azad eden efendi ile azad edilen câriye, bizim daha
önce boþanma konusunda açýkladýðýmýz gibi, her ikisi de hür kimselerin tâbi olduklarý hükümlere
tâbi olurlar. Bahýr.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Kocasý karýsýný boþarsa, kadýnýn iddeti dolsa, her ikisinin de
kullanabileceði eþya kocasý hayatta iken kocasý-nýn, kocasý öldükten sonra da varislerinindir.
Çünkü iddeti dolan kadýn artýk bir yabancý gibi olmuþtur. Onun hiçbir tasarruf hakký yoktur. Bir de
zikrettiðimiz gibi her ikisinin kullanacaðý eþya boþanmakla kocasýna ait olur. Öldükten sonra da
varislerine aittir. Ama kadýn iddet beklerken kocasý ölürse, her ikisinin ortak kullanabileceði eþya
kadýna düþer. Zira erkek, iddeti bitmeden onu hiç boþamamýþ gibidir ve bu halde kadýn ko-casýna
mirasçý olmaktadýr.»
Mal sahibi ile kiracý kiralýk evin eþyasýnda ihtilâf etseler, burada ye-mini ile birlikte kiracýnýndýr.
Kiraya veren yalnýz üzerindeki elbiseyi ata-bilir.
Bir ayakkabý imalâtçýsý ile esans imalâtçýsý ayakkabý imalâtýnda ve esans imalâtýnda kullanýlan
aletler hakkýnda ihtilâf etseler, bu aletler iki-sinin de elinde bulunsa, o zaman hangisinin hangisine
uygun olduðuna bakýlmaksýzýn o aletler ikisinin ortak malý sayýlýr. Bu konunun tamamý Sirâç´tadýr.
Fakih ve ihtiyaç içinde olduðu bilinen birinin evinde, boynunda yir-mi bin dirhemlik kese bulunan
köle bir çocuk olsa, zenginlikle meþhur olan birisi bu köle çocuðun kendisine ait olduðunu iddia
etse, çocuðu elinde bulunduran da kendisinin olduðunu ileri sürse köle zenginlikle tanýnanýndýr.
Bir evde temizleyicilik yapan birisinin üzerinde ipekli bir elbise bulunsa, temizleyici elbisenin
kendisine ait olduðunu iddia etse, ev sahibi de kendisinin olduðunu iddia etse, elbise ev
sahibinindir.
Yük dolu bir gemide bulunan birisi un tüccarý, diðeri gemici iki ki-þiden her birisi gemiyi ve içindeki
yükü iddia etseler, içindeki un, un tüccarýna, gemi de gemiciye verilir. Çünkü burada ikisinin de dýþ
görü-þüne göre amel edilir. Bir gemide bir yolcu, bir dümenci, bir halatçý, bir de asker olsa, bunlarýn
hepsi geminin kendisinin olduðunu iddia etse-ler, ocakçýnýn ücretle çalýþabileceði ihtimali göz
önüne alýnarak gemi diðer üçü arasýnda taksim edilir.
Birisi bir deve katarýný çekse, bir diðeri de katardaki develerden birine binmiþ olsa, her ikisi de deve
katarýnýn kendisinin olduðunu iddia etseler, eðer katara yüklü eþyanýn hepsi deveye binenin ise,
develer yük-leri ile birlikte deveye binenin olur. Katarý çeken kiþi de onun ücretli iþçisi kabul edilir.
Eðer deveye binenin develerden yükte birþeyi yoksa, ona yalnýz bindiði deve verilir. Katarýn diðer
kýsmý da katarý çekenin olur. Ama sýðýr ile koyun bunun aksinedir. Koyun ve sýðýr sürüsünü birisi
ön-den çekse, diðeri arkadan sürse, her ikisi de sürünün kendisine ait ol-duðunu iddia etse, sürü
arkadan sürenin olur. Bu konunun tamamý Hizânetü´l-Ekmel´dedir.
ÝZAH
«Boþanma konusunda açýkladýðýmýz gibi ilh...» Yani, eþlerden her ikisine de elveriþli olan ev eþyasý
kocaya aittir. Kadýna elveriþli olan eþ-ya kadýna aittir. Çünkü azatlý câriye, bu eþyanýn alýndýðý sýrada
hür du-rumdadýr. Nitekim bu husus, ifadenin gidiþinden de anlaþýlmaktadýr. Bu açýklamayý Sirâc
adlý eserdeki ifadeler de teyid etmektedir.
Eðer koca hür, karý kitabet yapmýþ veya müdebbere veya Ümmü´l-Veled statüsünde bir cariye ise,
ayrýlmazdan önce de azad edilmiþse, sonra evin eþyasý hakkýnda ihtilâf etmiþlerse, azad edilmeden
önce alý-nan bütün eþya kocanýndýr. Azad edildikten sonra alýnan eþyalar hak-kýnda ise her iki
hürün ayrýldýklarýnda uygulanacak hükümler burada da uygulanýr. Sayýhânî.
«Kadýn artýk bir yabancý gibi olmuþtur ilh...» Bu ifadeden anlaþýlý-yor ki eðer karý-kocanýn her ikisi
de ölmüþ olsalar, müþtereken kullanabi-lecekleri eþyanýn hükmü bunun gibidir.
PRATÝK BÝR MESELE: Bir kimse uzun bir süre bir toprakta tasarruf etse, diðer bir kimse de bu
topraðý ve baþkasýnýn onu tasarruf etmekte olduðunu görse ve bir hak iddia etmeden ölse,
ölümünden sonra oð-lu, o araziyi iddia etse, iddiasý dinlenmez. O toprak mutasarrýfa terkedilir.
Çünkü halk ona þahitlik etmektedir. Velvâliciye´den Hâmidiye.
«Sýðýr ile koyun bunun aksinedir ilh...» Minah´ta þöyle denilmiþtir. «Eðer bir sürü koyun veya sýðýr
olsa, birisi sürüyü önden çeken diðeri arkadan süren iki kiþi sürünün kendilerine ait olduðunu iddia
etseler, sürü, sürene aittir. Ancak sürücü bu sürüden yalnýz bir koyunun önün-den giderse, yalnýz o
koyun onundur.» Hâmiþ´te de böyledir.
PRATÝK BÝR MESELE: Bir kimse, temizleyiciye temizlenmek üzere dört parça keten bezi gönderse,
temizleyici bezleri temizledikten sonra mal sahibine, «Elçini gönder, malýný göndereyim» dese, elçi
mal sahibi-ne üç parça bez götürse, temizleyici dört parça gönderdiðini iddia etse, elçi de, «Bana
sayarak vermedi» dese, o zaman mal sahibine, «Bunlar-dan dilediðinin sözünü tasdik et» denilir.
Mal sahibi eðer elçisinin sö-zünü tasdik ederse, elçi davadan beri olur. Temizleyicinin yemin etmesi
gerekir. Eðer yemin ederse, o da davadan beri olur. Eðer yeminden kaçý-nýrsa malý tazmin etmesi
gerekir.
Mal sahibi eðer temizleyiciyi tasdik ederse, temizleyici beri olur, elçinin temizlik ücretini vermesi
gerekir. Çünkü temizleyici yemin edin-ce, onun kanaatine göre dört parça bez verdiði doðruluk
kazanýr. Bu sebeple temizlik ücreti elçiden alýnýr. Velvâliciye, ikinci fasýldan.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:18:40
DAVALARIN DEF´Ý FASLI
METÝN
Musannif önceki fasýllarda davada hesûmeti meþru ve davasý dinle-nilecek kimseleri zikretti. Þimdi
de birbirlerine hasým olamayan kimseleri zikredecektir.
Bir menkûl veya gayr-i menkûl malý elinde bulunduran kimse, «Bu malý gâib olan Zeyd, bana vedia,
ariyet, icara veya rehin olarak býraktý» veya, «Bu, malý gâib olan Zeyd´den gasbettim» diye iddia
etse ve zikret-tiðine dair delil getirse, eðer mal elinde mevcutsa, davacýnýn husûmeti def edilir. Eðer
davalý delil ikâme edemezse, davacýya yemin teklif edi-lir. Yemin ederse hasým olabilir; yeminden
kaçýnýrsa hasým olamaz.
Bu þekildeki bir davada, dava konusu malýn hâkim huzurunda mev-cut olmasý gerekir. Eðer mal,
helak olmuþ ise, husûmet ortadan kalkmýþ bulunmaz. Çünkü bu halde davacý helak olan þeyin
kendisini deðil, kýy-metini dava etmiþ olmaktadýr. Deyn´in vedîa olarak verilmesi ise müm-kün
deðildir.
Þahitler, «Vediayý veren gâib kimsenin adýný, nesebini veya yüzünü tanýyoruz» deseler, Ýmam
Muhammed, isim ve neseb ile birlikte yüzün de tanýnmasýný þart koþmuþtur.
Þahitlerden birisi, «Ben onu tanýmýyorum, yalnýz yüzünü tanýyorum» dese ve tanýmadýðýna dair
yemin etse, hânis olmaz. Zeylâî böyle zikret-miþtir.
Þurunbulâliye´de, Allâme Makdisî´nin yazýsý ile Bezzâziyye´den nak-len, «Bu mesele hususunda
müctehidler Ýmam Muhammed´in görüþüne dayanmýþlardýr» denilmiþtir.
Ebû Yusuf da söyle demiþtir: «Dava konusu þeyi elinde bulunduran kimse (zilyed), hilekârlýðý ile
bilinen bir kimse ise, dava def edilmez.» Ebû Yusuf´un bu görüþü ile amel edilir. Mültekâ. Muhtar
adlý eserde de bu görüþ tercih edilmiþtir.
Bu mesele dava kitabýnýn beþinci meselesidir. Zira bu meselede âlimlerin ayrý ayrý beþ görüþü
vardýr. Bunlarý Dürer adlý eserin müellifi Molla Hüsrev açýklamýþtýr. Yahut da bu mesele beþ
þekildedir. Aynî ve diðerleri.
Ben diyorum ki: Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü bir kimse, «Bu malý korumam için sahibi beni vekil
etti.» veya «Gâib olan Zeyd beni o evde jskân etti.» veya «Ben bu þeyi gâib olan Zeyd´den çaldým»
veya «Ben bu þeyi Zeyd´den çekip aldým» veya «Gâib Zeyd kaybetmiþti, ben bul-dum.» Bahýr. Veya
«O toprak benim elimde ziraat ortakçýlýðý sözleþmesi gereðince kalýyor.» -Bezzâziyye- derse, hüküm
yine aynýdýr. Yani bütün bu durumlarda davalý olan kimse yukarýdaki def´ileri öne sürünce
husû-meti bertaraf etmiþ olur. Bu duruma göre, meselenin þekli de beþ deðil, onbir olur.
Ben derim ki: Þu kadarý var ki, Bezzâziyye´de ziraat ortakçýlýðý, icâre veya vedîaya tabi kýlýnmýþtýr.
Yine Bezzâziyye bu meseledeki þekillerin beþten fazla olmadýðýný söylemiþtir. Ben bu meseleyi
Mültekâ Þerhi´nde tashih ettim.
Dava konusu mal helak olmuþ ise veya þahitler, «Bu malý bizim bilmediðimiz bir kimse ona vedîa
olarak verdi» diyorlar, veya zilyad (malý elinde bulunduran adam) malý elinde husûmetle
bulundurduðunu ikrar ediyor, meselâ, «Ben onu gâib olan falan kimseden satýn aldým» veya «Bana
hibe etti» diyorsa, veya davacý mutlak mülkiyeti iddia etmeyerek mülkiyet fiilini iddia ediyor,
meselâ, «Sen onu benden gasbettin» veya «O benden çalýndý.» diyorsa, Buradaki ´çaldý´ þeklindeki
meçhul ifade, çalan adamýn ayýbýný örtmek içindir. Yani aslýnda, «Sen onu benden çaldýn.»
demektedir. Dava düþmez. Ama, «Gâib olan falan kimse ben den gasbetti» derse, yukarýdaki
meselenin aksine ileride geleceði gibi dava düþer. Bezzâziyye. Veya zilyed, «Falan kimse bana
vedîa olarak verdi» diyor ve buna delil getiriyorsa, yukarýda zikrettiðimiz illetten ötü-rü bu
durumlarýn hepsinde dava düþmez.
ÝZAH
«Vedia ilh...» «Onu bana vedîa olarak verdi» sözünden ve bundan sonra gelenlerin açýk ifadesinden
anlaþýldýðýna göre, mala zilyed olan kimse, bütün malýn kendisine vedîa olarak verildiðini iddia
etmektedir. Halbuki durum böyle deðildir. Çünkü Ýhtiyar adlý eserde þöyle bir ifade vardýr: «Dâva
konusu malý elinde bulunduran kimse, «Bunun yarýsý be-nim malýmdýr, yarýsý da falan tarafýndan
bana vedîa olarak verilmiþtir» dese ve bu hususta delil ikâme etse, malýn yarýsýný ayýrdetmek güç
ola-caðý için dava konusu malýn hepsinden dava düþer.» Bahýr.
Bahýr´da þöyle denilmektedir: Müellif ifade ediyor ki, zilyed, «Bu, benim deðildir» veya «Falan
kimsenindir» diyerek baþka bir þey söyle-mese, dava düþmez. Burada müellifin yalnýz «def» ile
kayýtlamasýnýn sebebi þudur: Zilyed böyle dedikten sonra, «Bu benim evimdi falan kim-seye sattým
o da kabzettikten sonra bana vedîa olarak verdi» sözünü ilâve etse, dava düþmez. Ancak davacý,
davalýnýn bu sözlerini ikrar eder veya hâkim durumu bilirse dava düþer.»
«Zeyd rehin olarak býraktý ilh...» Musannif rehin býrakan kimsenin bilinmesinin þart olduðunu
göstermek için burada Zeyd ismini kullan-mýþtýr. Çünkü, davalý, Bunu tanýmadýðým bir kimse vedîa
veya rehin ola-rak býraktý» dese dava düþmez. Çünkü davanýn düþmesi için gâib olan kiþinin tayini
gerekir. Sarihin de ileride zikredeceði gibi þahadetlerde de durum böyledir. Bu duruma göre, davalý,
malýn meçhul bir kimse ta-rafýndan vedîa veya rehin edildiðini iddia etse, þahitler de belli bir kiþi
tarafýndan vedîa veya rehin edildiðine þahadet etseler, veya bunun ak-si olsa, dava yine düþmez.
Bahýr.
Bahýr´da Hizânetü´l-Ekmel ve Hâniye´den þöyle nakledilmektedir: «Davacý, «Bana ait olan bu malý
birisi davalýya vermiþtir» dese veya þa-hitler davacýnýn böyle bir ikrarda bulunduðuna þahadet
etseler, arala-rýnda dava kalmaz, yine düþer.»
Yine Bahýr´da, «Burada «gâib» kelimesi, mutlak kullanýlmasý sebe-biyle vedîa veya rehin býrakan
tanýnmýþ fakat kendisine ulaþmak çok zor olan bir uzaklýktaki kimseyi de kapsamýna alýr. Hülâsa ve
Bezzâziyye´de olduðu gibi.» denilmiþtir.
«Zikrettiðine dair delil getirse ilh...» þu kadarý var ki, delilin Hizânetül-Ekmel´de de olduðu gibi iddia
ettiðinin aynýna da uygun olmasý þart deðildir. Meselâ þahitler, dava konusu malý ona falan
kimsenin ver-diðine þahitlik etseler ve «Yalnýz biz o malýn kimin olduðunu bilmiyoruz» deseler,
aralarýndaki husûmet kalkar, dava düþer
Musannýfýn burada delilden kastý, delilin bulunmasýdýr. Bu delil ister davacýnýn göstereceði bir delil,
ister hâkimin bilgisi, ister davacýnýn ikrarý kabilinden olsun hüküm deðiþmez. Nitekim Hülâsa adlý
eserde de böyledir.
Ama davalý delil getiremez ve davacýnýn dava konusu þeyin kendi-sine ait olduðuna dair yemin
etmesini taleb ederse, davalýya hasým ola-bilir, yani dava açabilir. Nitekim Hizânetü´l-Ekmel´de de
böyledir. Bahýr.
«Dava konusu mal davalýnýn elinde mevcutsa ilh...» Sarih bu kaydý Musannifin «Bu mal» sözünün
iþaretinden almýþtýr. Zira hissî iþaret an-cak dýþarýda mevcut olan birþey için yapýlýr. Nitekim bu
Bahýr´da da ifade edilmiþtir. Bu meselenin dýþta kalan unsurlarý ileride gelecektir.
Hâmiþ´te þöyle denilir: Bir kimsenin elinde bir köle helak olsa, di-ðer birisi ölen kölenin kendisine
ait olduðuna dair delil ikâme etse, buna karþýlýk kölenin yanýnda öldüðü adam köleyi gâib olan bir
baþkasýnýn kendisine vedîa veya icare ettiðine dair delil ikâme etse, bunun delili kabul edilmez. Zira
davacý ondan helak olan kölenin kýymetini iddia et-mektedir. Deynin vedîa olarak verilmesi ise
mümkün deðildir. Daha son-ra gâib olan kimse gelerek vedîa verme, kiralama ve rehin hususunda
davalýyý tasdik etse, o zaman davalý tazmin ettiðinin kýymeti ile davacýya rücû ederek ondan geri
alýr. Ama burada davalý gâsýb ise, rücû edemez. Ariyet ve ibâk (kölenin kaçmasý) da bu meselede
kölenin helak olmasý gibidir. Ama kaçan köle bir gün geri dönerse, onun kimin tazmin etmesi
gerekiyorsa onun kölesi olur.» Bahýr.
«Veya yüzünü ilh...» Ebû Hanîfe´ye göre þahitlerin yalnýz yüzünü ta-nýmalarý yeterlidir. Bezzâziyye.
«Þart koþmuþtur ilh...» Burada ihtilâf noktasý, «Davalý, dava konusu malýn isim ve nesebi ile
muayyen bir kimsenin kendisine ariyet veya ve-dîa olarak verdiðini yahut kiraladýðýný iddia etse,
þahitler de þehâdetlerinde, «Biz onun yalnýz yüzünü tanýyoruz, isim ve nesebini tanýmýyoruz.»
deseler meselesidir. Çünkü Ýmam Muhammed´e göre bu meselede gâib üzerine þahadette bulunan
þahitlerin gâib olan kimseyi isim ve nesebi ile bilmeleri þart olduðu gibi yüzü ile de tanýmalarý
þarttýr. Ama davalý, dava konusu malýn, kendisince bilinmeyen bir kimse tarafýndan ariyet veya
vedîa olarak verildiðini yahut kiralandýðýný iddia ederse, o zaman zaten mezhep âlimlerinin icma ile
þahitlerin þahadeti kabul edilmez. Hassâf´ýn Edebü´l-Kâdý þerhinde de böyledir.
«Yemin etse ilh...» Sarihin buradaki ifadesi açýk deðildir. Uygun olan þarihin, «Ýmam Muhammed
þahitlerin gârb kimsenin yalnýz yüzünü taný-malarý ile iktifa etmemiþtir» demesi idi. Zeylâî´nin,
«Yalnýz yüzü ile ta-nýmak, tanýmak deðildir» sözü de bizim uygun dediðimize delâlet eder. Nitekim
þu hadis-i þerif de bu hususu açýkça belirtmektedir: Resûlullah (S.A.V.) ashabtan birisine, «Sen
falan kimseyi tanýyor musun?» diye sordu. O da, «Evet, tanýyorum» dedi. Resûlullah (S.A.V.)
«Ýsmini ve ne-sebini biliyor musun?» diye sorunca sahabî, «hayýr» dedi. Bunun üze-rine Resûlullah
(S.A.V.), «O zaman sen onu tanýmýyorsun» buyurdu.
«Davacýnýn husûmeti ortadan kalkar ilh...» Yani hâkim, davalýnýn malý davacýya vermesine
hükmedemez. Musannifin bu.ifadesi, davacý di-ðer bir hâkime baþvurarak davasýný yenilese,
davalýnýn ikinci davanýn define muhtaç olmadýðýný ifade eder. Davalý yalnýz birinci hâkimin
hük-münü isbat eder. Nitekim fakihler bu meseleyi açýkça ifade etmiþlerdir.
Musannifin, «husûmeti ortadan kalkar» sözüne göre, hâkim, dava-cýya yemin teklif etmez. Yani
hâkimin onun iddiasýný kabul etmesi ge-rekmez. Ben bu ifadeyi þimdi görmedim. Bahýr.
Bahýr´ýn bu ifadesinde bir görüþ vardýr. Görüþ þudur: Zaten delil-den sonra davacýya yemin teklif
edilemez. Delilden önce ise Bezzâziyye´ den nakledilene göre hâkim, dava konusu malý davalýya
vedîa olarak verdiðine dair davacýya kesin yemin teklif eder. Bezzâziyye´den sonra, Zahîre´den
þöyle nakledilmiþtir: «Davalý vedîa olarak verildiðini iddia et-tiði için, zaten yemin etmez. Eðer
yemin ederse, dava düþmez. Belki davacý, onun bilmediðine dair yemin eder.»
«Mutlak mülkte ilh...» Vakýf gelirine ait dava da mutlak mülkiyet davasýndandýr. Nitekim Bahýr´da,
gelecek faslýn baþýnda bu mesele açýk-lanmýþtýr.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Müellif davacýnýn dava þeklini zikretmemiþtir. Musannif dava þeklinden
þunu kasdetmiþtir ki, davacý dava konusu malda mutlak bir mülkiyet iddia etmektedir. Yoksa
zilyedliðe dayanan bir fiili iddia etmemektedir. Bu meseleye karþý gelen meseleler de buna delâlet
etmektedir. Davacýnýn cevabýnýn özeti þudur: Davalý zilyed olunan malýn emanet olduðunu ve helak
olduðu takdirde tazmin edi-leceðini ve mülkün de baþkasýnýn olduðunu iddia etmektedir. Musannif
burada davacýnýn delilini de zikretmemiþtir. Halbuki onun delilini zikretmesi gerekirdi. Çünkü
bilindiði gibi, zilyed olmayan dýþta kalan kim-seden delil istenir. Delil getirene kadar da davalý defe
muhtaç deðildir. Meselenin özeti þudur: Davacý, davalýnýn elinde bulunan malýn mutlak mülkiyetini
iddia ettiðinde davalý onun iddiasýný inkâr ederek ondan de-lil taleb eder. Davacý delilini ikâme etse
bile hâkim yine onun delili ile davalýnýn zikredilen noktalarda davayý def etmesi ve bu define delil
getirmesine kadar hükmetmez».
«Hilekârlýðý ile ilh...» Þöyle ki, hilekâr kimse birisinin malýný gasbeder, sonra onun gizlice yolculuða
çýkacak bir kimseye verir, yolculuða çýkacak kimseye bu malý bazý insanlarýn huzurunda vedia
olarak verir, mal sahibi gelip mülkiyetini isbat etmek istediði zaman zilyed, «Falan kimsenin bana
vedîa olarak verdiðine dair delilim vardýr» diyerek delilini ikâme eder. Ýkâme ettiði delil ile mal
sahibinin hakký ibtâl edilir. Dürer´de de böyledir. H.
«Muhtar ilh...» Miraç´ta þöyle denilmiþtir: «Ebû Yusuf kadýlýk yapar-ken, halkýn hallerini anladýktan
sonra bu görüþe dönerek þöyle demiþ-tir: «Hilekâr kimse bir malý gasbederek, þahitlerin huzurunda
kendisine vedîa olarak vermesi için onu yolculuða gidecek birisine verir. Mal sa-hibi malýný tesbit
ettikten sonra onun mülkü olduðunu isbat edeceði za-man malý gasbeden kimse malýn baþka birisi
tarafýndan kendisine vedîa olarak verildiðine delil ikâme eder. O zaman mal sahibinin hakký iptal
olur ve dava düþürülür. «Mebsut´ta böyledir». .
«Dürer sahibi açýklamýþtýr ilh...» Molla Hüsrev bu konuda bizim üç imamýn sözlerini zikretmiþtir.
Dördüncüsü Ýbni Þübrüme´nin, «Mutlaka dava düþürülmez.» sözü, beþinci de Ýbni Ebî Leylâ´nýn
sözüdür. Buna göre, dava delilsiz de def edilir. Zira davalý elinde bulunan malýn bir gaibin mülkü
olduðunu ikrar etmektedir. S.
«Bunda bir görüþ vardýr ilh...» Musannýfýn, «Bunda bir görüþ var-dýr» sözünde de bir görüþ vardýr.
Zira davalýnýn, «Beni vekil etti.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Beni bu evde iskân etti»
sözü, «Ba-na ariyet olarak verdi» sözüne, «Ben ondan çaldým» sözü «Ben ondan gasbettim»
sözüne, «O kaybetmiþti, ben buldum.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Akar ziraat
ortakçýlýðý sözleþmesi gereðince be-nim elimdedir.» sözü de icare veya vedîaya irca edilir. O halde
mesele-nin þekilleri beþten yukarýya çýkmaz. Hâmiþ´te de böyledir.
«Bahýr ilh...» Bahýr´da bu meseleden sonra þöyle denilmiþtir: «Eðer sonuncusunda þahadet yoksa,
birincilerin ikisi emanete, son üçü de taz-minata raci olur. Eðer sonuncuda þahadet varsa, o zaman
o emânete râcî olur. Buna göre, bu meselenin þekilleri ona yükselir. Bundan anlaþýl-dýðý gibi bu
meselenin þekilleri beþten ibaret deðildir.»
Ancak þu hususu belirtmek gerekir ki, arttýrdýðý þekilleri, zikrettiði þekillere döndürülürse, sayý,
«Beþten ibaret deðildir» sözü itiraz yeri ola-maz.
«Ýkrar etse ilh...» Ýkrardan sonra vedia olduðuna dair delil getirirse davasý dinlenmez. Bezzâziyye.
«Satýn aldým ilh...» Bu meselelerin özeti þudur: Davacý mülkiyet se-bebini zikretmeden kendi malý
olduðunu iddia etse, davalý inkâr etse, davacý mülkü olduðuna dair delil getirse, zilyed malý gâib
olan bir kim-seden satýn aldýðýný iddia ederek delil getirse, husûmet ortadan kalkmaz. Yani hâkim
davacýnýn delili ile hüküm verir. Çünkü davalý baþka birisin-den olarak mülk edindiðini söylemesiyle
hasým olduðunu ikrar etmiþ olmaktadýr. Bahýr.
Bahýr´da, Zeylâî´den þöyle nakledilir: «Bu mesele davalýnýn delili ile defedilmediðine göre zilyed
olmayan davacýnýn deliline dayanarak ona hükmedilir.
«Hibe etti ilh...» Musannif bu ifadesi ile satýn almadan maksadýn zilyedin mutlak mülkiyeti iddia
ettiðine iþaret etmektedir.
«Mülkiyet fiilini iddia etse ilh...» Musannif burada bunu baþka biri-sinden dava etmesi durumundan
kaçýnmak için kayýtlamýþtýr. Eðer zil-yed zikredilenlerden birisi ile davayý def eder ve delil getirirse,
o za-man mutlak mülk davasý gibi bu dava da def edilir. Bezzâziyye´de olduðu gibi. Bahýr.
Sarih buna yine ilerideki, «Gâib olan falan kimse benden gasbetti dese, yukarýdaki meselenin
aksine» sözüyle iþaret etmiþtir.
«Benden çalýndý ilh...» Burada «gâsýb» kelimesini kullanmasý misal içindir. Çünkü davacýnýn
maksadý davalýnýn elindeki malýn hangi yolla eline geçtiðini söylemektir. Ama davacý, «Ben onu
sana vedîa olarak verdim» veya «Onu senden satýn aldým.» dese, zilyed yukarýda zikrettiði-miz
þekilde delil getirse, dava yine düþmez. Bezzâziyye´de de böyledir. Bahýr.
«Bezzâziyye ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Davacý iddia ettiði malýn kendi mülkü olduðunu
iddia ederek davalýnýn elinde gasb yoluyla bulunduðunu söylese zilyed de malýn bir baþkasý
tarafýndan ken-disine vedîa olarak verildiðine dair delil getirse, bazý âlimler tarafýndan davanýn
düþeceði söylenmiþtir. Çünkü davacý, davalýnýn malý hangi fiille eline geçirdiðini zikretmemektedir.
Ama doðru olan, davanýn düþmeme-sidir. Bahýr. S.
«Delil getirse îlh...» Musannýfýn burada «delil»den maksadý, delil ikâme etmektir. O halde ikrar
buradan çýkmaktadýr.
Bezzâziyye´de, Zahîre´ye dayanýlarak þöyle denilmektedir: «Dava ko-nusu malýn mülkiyet fiili
hususundaki davada davalý, davacýnýn gâib olan bir kimsenin malý kendisine vedîa olarak verdiðine
dair ikrarý üzerine de-lil ikâme etse, dava düþer. Kendisine vedîa olarak verildiðine dair delil ikâme
ettiðinde davanýn düþtüðü gibi. Zira davacýnýn ikrarý ile kendisinin elinin husûmet eli olmadýðý sabit
olmuþtur.» Bahýr.
«Zikrettiðimiz illetten ötürü ilh...» Çünkü davalý mülkiyeti mutlak olarak deðil, mülkiyet fiili ile iddia
etmektedir. Metindeki meselelere ge-lince: Musannif birinci illete, «Eðer zilyed husûmet eli
olduðunu ikrar ederse» sözüyle iþaret etmiþtir. Çünkü davalýdan fiil iddiasýnda bulun-duðunda
davalýya hasým olmaktadýr. Bundan ötürü de dava düþmemek-tedir. Ama mutlak mülkiyet davasý
bunun aksinedir. Çünkü mutlak mül-kiyette elinde olmasý itibariyle hasýmdýr. Bahýr´da da böyledir.
Ama Musannýf, malýn helak olmasý halindeki meselede illeti iþaret etmemiþtir. Onun illeti de þudur:
Davacý deyni iddia etmektedir. Deynin yeri ise zimmettir. Burada davalý zimmeti ile hasým
olmaktadýr. Elinde vedîa olduðuna dair delil getirmesinden açýða çýkmaktadýr ki, zimme-tinde olan
mal kendi malý deðil, baþkasýnýn malýdýr. O halde bu delili bir fayda vermez ve davayý düþürmez.
Miraç adlý eserde de böyledir.
Musannýf, «Þahitler, «Bu malý bizim bilmediðimiz bir adam ona ve-dîa olarak verdi» deseler
sözünün de illetine iþaret etmemiþtir. Bunun illeti de þudur: Þahitler davacýyý hasým olmasý
mümkün olacak bir kim-seye havale etmemektedirler. Bunun için dava düþmez. Böyle denilmiþtir.
METÝN
Zilyed, mahkeme dýþýnda «Dava konusu mal benim mülkümdür» de-se, sonra mahkemede,
«Yanýmda falan kimsenin rehini veya vedîasýdýr» dese ve zikrettiðine dair delil ikâme etse, husûmet
düþer. Ama. davacý davalýnýn birinci sözü üzerine delil ikâme ederse, o zaman delili onu ha-sým
kýlar ve defe mani olan ikrarý daha önce olduðu için davalýnýn aley-hine hüküm verilir. Bezzâziyye.
Davacý, «Gâib olan falan kimseden satýn aldým» dese, zilyed de, «Gâ-ib olan falan kimse bana bizzat
kendisi vedîa olarak verdi» dese, delil getirmeseler de dava düþer. «Ama, «Bana vekili vedîa olarak
verdi» de-se, vekâlete dair delil getirmedikçe dava düþmez. Fakat delil getirirse husûmet ortadan
kalkar, dava düþer. Çünkü her ikisi de asýl mülkün gâib olan kimsenin olduðunda birleþmiþlerdir.
Yok eðer davacý, «Gâib olan falan kimseden satýn aldým. Beni kabzýna vekil etti» der ve delil
getiri-þe, malýn ona verilmesine hükmedilir. Fakat davacý delil getirmezse, da-valý onu satýn aldýðý
iddiasýnda tasdik etse bile, gâib aleyhine hüküm ve-rilmemek için onun ikrarý ile malýn teslimi
emredilemez.
Dürer sahibi ile diðerlerinin bu meseleyi açýklamada, satýn alma da-vasýna hasretmeleri ittifaklý bir
kayýttýr. Bu sebeple Musannif diyor ki: «Davacý: «Bu mal benimdir. Benden, gâib olan falan kimse
gasbetti.» dese ve buna deli! getirse, zilyed, o malýn gâib kimse tarafýndan vedîa olarak verildiðini
zannetse, dava delilsiz düþer. Çünkü her ikisi de mâ-likin gâib olan kiþi olduðundan birleþmiþlerdir.
Bu sebeple istihsanen dava düþmez. Bezzâziyye. Düþmezdi, çünkü zilyed gâib olan kimsenin vedîa
olarak verdiðini zannet-mektedir.
Bu sebeple istihsanen dava düþmez. Bezzâziye.
Þurunbilâlî, Vehbâniye þerhinde þöyle demiþtir: «Ýki kiþi bir malýn Zeyd´in mülkü olduðunda ittifak
etseler, her ikisi de o malý Zeyd´den ki-raladýklarýný iddia etseler, ikinci adam birinci adama hasým
olamaz. Ýkin-ci adam rehin ve satýn alma davasýnda da hasým olamaz. Müþteriye ge-lince, o
hepsinde de hasým olur.»
PRATÝK MESELELER :
Davalý, «Benim müdafam vardýr.» dese, dava ikinci oturuma ertelenir. Suðra.
Davacý, malýn kendisine vedîa olarak verildiðini iddia eden kimseye kesin yemin teklif edebilir.
Dürer. Vedîa iddiasýnda bulunan kimse de davacýya bilgisi üzerine yemin teklif edebilir. Bu
konunun tamamý Bezzâziye´dedir.
Birisi, diðer bir kimseyi cariyesinin nakli için vekil tayin etse, cariye efendisinin kendisini azad
ettiðine dair delil getirse, efendisi hazýr olmadýðý sürece delili azad için deðil davanýn düþmesi için
kabul edilir. Ýbni Melek.
ÝZAH
«Vekâlete dair delil getirmedikçe ilh...» Çünkü vekâlet onun mücerred kendi sözü ile sabit olmaz.
Miraç. Ayrýca zilyed onu inkâr ettiðinden davacýnýn malý kimden aldýðý tesbit edilmemiþtir. Davalýnýn
vekilinden aldýðýna dair iddiasý da tasdik edilmez. Çünkü davacý inkâr etmektedir. Bahýr.
«Delil getirmeseler de ilh...» Binâye´de þöyle denilir: «Davacý, dava-lýdan malýn yanýnda vedîa olarak
bulunup bulunmadýðýna dair yemin talep ederse, kendisine kesin yemin teklif edilir. Bahýr.
«Musannýf diyor ki ilh...» Bu mesele, vekilin azli konusundan baþ-kasýný itirafa zorlama olarak
delille isbat edilmiþtir.
Ben derim ki: Davacýnýn, «davalýnýn elindeki malý ben falan kimse-den ariyet olarak almýþtým»
demesindeki hüküm de bunun gibidir. Nitekim meselenin illetinden de bu anlaþýlmaktadýr.
Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Nesebin iþbatý davasýnda beþ çeþit ha-sým olabilir: Bunlar: Mirasçý,
vasî, lehine mal vasiyet edilen kimse, mi-ras býrakana borçlu veya ondan alacaklý olan kimselerdir.
Bezzâziyye. Ýrste de bunun gibidir. Câmiü´l-Fusûleyn.
«Hýrsýzlýk davasý olsa, dava düþmez ilh...» Davacý, «Bu elbise benimdi, Zeyd benden çaldý» dese,
zilyed de, «Zeyd onu ´bana vedîa olarak verdi» dese istihsanen dava düþmez.
Hakir derim ki: Burada istihsan delilinin açýklanmasý þöyle olur: Gasb, bir mal üzerinde bâtýl olan
tasarrufu sabit kýlarak haklý tasarrufu kaldýrmaktýr. Nitekim bu fýkýh kitaplarýnda zikredilmiþtir. Bu
duruma göre, gasb´da el gasbedenindir.
Hýrsýzlýk meselesi bunun aksinedir. Çünkü hýrsýzlýkta el, zilyedindir. Zira þer´an hýrsýza tasarruf eli
yoktur. Bu ifadenin, yasaðý koyan baký-mýndan güzel bir yönü bulunduðu açýktýr. Bu, fiilin özelliðine
daha uy-gundur. Sâyýhânî´nin sözleri, davacýnýn, «Benden çalýndý» sözüne hamledilmesi gerekir.
Ama eðer davacý «Gâib olan falan kimse benden çal-dý» derse dava düþer. Çünkü davacý ile
davalýnýn her ikisi de tasarrufun gaibe ait olduðunda ittifak etmiþlerdir. Ýþte bu mesele, zilyedden
baþka-sý üzerine fiil dava etmesi meselesi kabilindendir. Bahýr adlý eserde ol-duðu gibi bu
meselede dava düþer.
«Dava düþmez ilh...» Bahir sahibi þöyle der: «Ben bu konuyu te´lif ettikten sonra, bir gün bana þu
mesele soruldu: Birisi kýz kardeþinin evin-den bir eþya alsa, bunu birisine rehin olarak býraksa ve
gâib olsa, kýz kardeþi bu eþyayý zilyedden dava etse, zilyed de, «Bunu bana kardeþin rehin verdi«
dese, bu meseleye þöyle cevap verdim: Eðer kadýn karde-þinin gasbettiðini iddia eder, zilyed de
rehin olduðuna dair delil getirir-se, dava düþer. Kadýn eðer hýrsýzlýðý iddia ederse, dava düþmez.»
Bahýr´ýn ifadesinin acýk anlamý þudur ki, kadýn kardeþinin çaldýðýný iddia etmektedir. Halbuki
bununla birlikte yukarýda biz Bahýr´dan, «Mu-sannif burada bunu baþka birisinden dava etmesi
durumundan kaçýnmak için kayýtlamýþtýr. Eðer zilyed zikredilenlerden birisi ile davayý def eder ve
delil getirirse, o zaman mutlak mülk davasý gibi bu dava da def edi-lir.» ifadesini nakletmiþtik. O
halde kadýnýn kardeþinin çaldýðýný deðil, meçhul olarak kendisinden çalýndýðýný iddia etmesi
þeklinde tefsir et-mek gerekir ki, zilyed aleyhine dava açabilsin.
«Ýkinci oturuma ertelenir, ilh...» Hâkim, davalýdan meseleyi sorar ve yapacaðý savunmanýn doðru
olduðunu anlarsa, davayý ikinci oturu-ma erteler. Nitekim biz bu meseleyi tahkim babýndan önce
zikretmiþtik.
«Davacý, vedia davasýnda bulunan kiþiye kesin yemin teklif edebilir ilh...» Çünkü vediayý iddia
etmiþtir. O zaman davacýya yemin düþmez, Hâmiþ´te de durum böyledir.
PRATÝK MESELELER :
Birisi evli bir kadýnýn kendi nikâhlýsý olduðunu iddia etse, kocanýn hazýr olmasý þarttýr.
Câmiü´l-Fusûleyn.
Sipahi, topraðýn mülkiyetini veya vakýf olduðunu iddia eden kimse-ye hasým olamaz. Hayriye, dava
bahsi.
Asýl olan, bir sebeple mukayyet olan deðil, mutlak mülkiyet davasýn-da davanýn düþmesidir. Dürr-i
Müntekâ.
Müþteri, kiracý veya rehin alana hasým olamaz. Câmiü´l-Fusûleyn, üçüncü fasýl.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:21:25
ÝKÝ KÝÞÝNÝN BÝR DÝÐERÝNÝ DAVA ETMESÝ BABI
METÝN
Bir kimse miras veya satýn alma gibi bir sebebe dayanmaksýzýn, baþka birisinin elindeki malýn
mutlak mülkiyetini dava etse, dýþtan ola-nýn delili zilyedin deliline tercih edilir. Nitekim bu mesele
yukarýda geç-ti. Dýþtan olan kiþi davacý olduðundan hadis-i þerife dayanýlarak delil getirme külfeti
ona düþer. Bu bakýmdan onun delili diðerininkine tercih edilir.
Bunlardan yalnýz birisi dava konusu malýn kendi mülkü olduðu hu-susunda bir tarih belirlerse, yine
dýþtan olanýn delili geçerlidir. Yalnýz Ebû Yusuf, tarih belirten kiþinin daha haklý ve muteber olanýn
da onun delili olduðunu söylemiþtir. Bu ihtilâfýn sonucu þu meselede görülür: Dýþtan olan kiþi,
davasýnda, «Bu benim kalemdir, bir aydýr kayýptý.» dese, zilyed de, «Bir senedir benimdir» dese,
davacý olan dýþtan kiþinin zikret-tiði tarih mülk tarihi deðil, kaybolma tarihi olduðundan sanki iki
tarafýn da tarih söylemedikleri düþünülerek davacýnýn delili ile hükmedilir. Ýmam Ebû Yusuf,
hükmün tarih beyan eden lehine verileceðini söylemiþtir. Ýmam Ebû Yusuf´un görüþü daha acýk
olduðundan uygun olan onun görüþü daha açýk olduðundan uygun olan onun görüþü ile fetva ve
hüküm vermektir. Bu Câmiü´l-Fusûleyn´de zikredilmiþ, Musannif da bunu ikrar eylemiþtir.
Ýki kiþi ayrý ayrý bir diðerinin elindeki malýn kendi mülkü olduðunu bir sebep zikretmeden iddia etse
ve ikisi de delil ikâme etse, dava ko-nusu malýn her kiþine ait olduðuna hükmedilir.
Ýki kiþi bir kadýnýn nikâhýný iddia ederek ayrý ayrý delil getirseler, eðer kadýn hayatta ise, ikisinin
birden koca olmasý mümkün olmadýðýndan her ikisinin davasý da düþer. Ve hâkim onlarý birbirinden
ayýrýr. Eðer kadýn ölmüþ ise, kadýnýn her ikisinin de nikâhlýsý olduðuna hükmedilir. Davacýlarýn her
biri kadýnýn mehrinin yarýsýný vermek zorundadýrlar. Ka-dýnýn terekesi varsa, iki davacý ondan bir
kocanýn almasý gereken payý ortaklaþa alýrlar.
Bu kadýn doðum yaptýktan sonra ölmüþ ise, çocuðun nesebi iki da-vacýya birden sabit olur. Bu
çocuk her ikisinden de ayrý ayrý bir oðlan çocuðu mirasý alýr. Çocuk öldüðünde ise iki davacý onun
terekesinden yalnýz bir baba payý alýrlar. Bu meselenin tamamý Hülâsa´dadýr.
Kadýn nikâhýný dava edenlerden birisinin sözünü tasdik ederse, eðer sözünü tekzib ettiði kiþinin
yanýnda deðilse ve onunla cinsî tekârrübde bulunmamýþsa, tasdik ettiði kimseye verilir. Bu, her iki
davacý da ni-kâh tarihi beyan etmemiþlerse böyledir. Eðer her ikisi de nikâh tarihi-ni beyan etmiþ
iseler, hangisinin nikâh tarihi daha eski ise kadýn onun olur.
Davacýlardan yalnýz birisi tarih belirtiyor, fakat kadýn diðerinin sö-zünü tasdik ediyorsa veya
diðerinin zilyedinde bulunuyorsa, kadýn onun olur. Ebû Yusuf´tan nakledilene dayanýlarak uygun
olan tarih getirenin sözüne itibar edilmesidir. Ancak ben bu hususta uyarýda bulunan kim-seyi de
görmedim. Düþün.
ÝZAH
Bu konunun, iki kiþinin üçüncü bir kimseye aleyhine dava açmala-rýna dair olduðunda þüphe
yoktur. Böyle olmasaydý, zaten bütün dava-lar iki kiþi arasýnda olmaktadýr. Eðer iki kiþinin bir
üçüncü kiþi hakkýn-da açtýklarý dava konusunda olmasaydý, ayrýca bir bab açýlmasýna ge-rek
kalmazdý. Ýþte bundan ötürü Hidâye ve Kenz sahipleri bu babý, Dava kitabýnýn baþlarýnda
zikretmiþlerdir.
Ben derim ki: Dürer sahibinin bu babý orada yazmasýnýn sebebi, Vi-kaye sahibine uymasýdýr. Çünkü
dava kitabý ile bu babýn meseleleri ara-sýnda þüphesiz bir münasebet vardýr. Ki, dava kitabý bu
meselelerin fa-tihasý olmaktadýr. Azmî.
«Dýþtan olan kimsenin delili ilh...» Dýþtan olan kimse ile zilyed bir malýn baþkasýndan miras olarak
geldiðini iddia etseler, satýn almada olduðu gibi o malýn zilyede verilmesi daha uygundur. Bu
meselede eðer dýþtan olan ile zilyed mülkiyetin ayný kiþiden geldiðini iddia ederlerse hüküm
böyledir. Fakat malýn mülkiyetini ayrý ayrý iki kiþiden iddia ederlerse, o zaman o malýn dýþtan olanýn
olduðuna hükmedilir. Ancak zilye-din tarihi sabit olursa mal zilyede verilir. Ama dýþtan olan da tarih
isbat eder ve tarihi daha eski olursa mal dýþtan olana verilir. Yani hangisinin tarihi eski ise hak
onundur.
Ýki satýcý hazýr olsalar ve ikisi de mebîi kendisinin sattýðýna delil ge-tirse, bunlarýn her ikisi de tarih
beyan ediyorlarsa, birisinin tarih daha eski ve mebî de diðerinin elinde bulunuyorsa, hüküm tarihi
eski olanýn lehine verilir. Fusûleyn. Sekizinci bab. Bu bahsin tamamý Fusûleyn´dedir.
«Mutlak mülkiyetini ilh...» Zira dýþtan olan davacý olduðundan, ha-dîs ile sabit olduðu üzere delil
davacýnýndýr. Musannifin burada mülkiye-ti mutlak kelimesi ile kayýtlamasý aþaðýda zikredeceðimiz
kayýtlý mülki-yetten kaçýnmak teindir. Kayýtlý mülkiyet davasýna þöyle bir misal verile-bilir: Davacý da
zilyed de malýn mülkiyetinin birisinden intikâl ettiðini veya ikisinin de o þeyi birisinden aldýklarýný
iddia etseler, bunlardan bi-risinin tarihi eski olsa iþte bu kayýtlý mülkiyette icmâ ile zilyedin delili
kabul edilir. Nitekim bu mesele ileride gelecektir. Dürer.
PRATÝK BÝR MESELE:
Hâmiþ´te þöyle denilir: «Dýþtan olan ile zilyed bir çocuðun nesebini iddia etseler, burada zilyedin
delili önde gelir. Ancak þu iki mesele müs-tesnadýr: Hizâne´de «Birinci mesele þudur: Dýþtan olan
kimse, çocuðun kendisinden ve kendi karýsýndan olduðuna kendisini ve karýsý hür olduðu halde
delil getirse, zilyed de kendi oðlu olduðuna dair delil getirse fakat bir karýsýna isnad etmese, o
çocuk zilyedin deðil, dýþtan olana ait bulu-nur. Ýkinci mesele de þudur: Yine çocuk davasýnda zilyed
zýmmi, dýþtan olan kimse müslüman olsa, zýmmî, kâfirlerden þahit, dýþtan olan da de-lil getirseler,
dýþtan olanýn delili öne geçirilir ve tercih edilir. Dýþtan ola-nýn getirdiði þahitler ister müslüman
olsun ister kâfir sonuç deðiþmez. Ama eðer zýmmî olan zilyed, iki tane müslüman þahit getiriþe o
zaman onun delili kayýtsýz þartsýz davacý müslümanýnkine tercih edilir.» denilmiþtir. Eþbah vekâlet
bahsinin baþ tarafýnda.
«Yalnýz birisi ilh...» Musannýfýn «yalnýz» kelimesi ile kayýtlamasý-nýn sebebi þudur. Eðer her ikisi de
mülk edinmenin baþlangýcý için tarih belirtirlerse, o zaman tarih eski olan geçerli olur Nitekim bu
husus me-tinde gelecektir. O halde, bunlarýn her ikisinin veya yalnýz birisinin tarih belirtmesi
arasýnda bir fark yoktur. Eðer her ikisinin belirttiði tarih eþit olursa, o zaman davacý olan dýþtan kiþi
daha uygun olur. Burada en genel ifade, Gûrer sahibinin. «Mutlak mülkte dýþtan olanýn delili daha
uygundur» ifadesidir. Ancak her ikisinin de tarih belirtmeleri halinde zilyedin tarihi daha eski
olursa, o zaman zilyedin delili daha uygundur. Sâyýhânî.
«Kaybolma Tarihi ilh...» Çünkü dýþtan olan davacýnýn «bir aydýn sözü kaybolma tarihini ifade
etmektedir. Zilyedin, «bir yýldýr benimdir» sözü ise «benimdir» sözüne taallûk eder. Geçerli olan,
mülkiyet tarihi-nin baþlangýcýdýr. Burada her iki tarafýn da tarihi bulunmamaktadýr. Bi-naenaleyh,
dýþtan olanýn delili ile hükmedilir.
«Câmiü´l-Fusûleyn´de zikredilmiþ ilh...» Câmiül´-Fusûleyn bu mesele-yi on altýncý fasýlda zikretmiþtir
ifadesi þöyledir: «Satýlan bir hayvanýn üzerinde üçüncü bir þahýs hak iddia etse ve hayvanýn satýþ
bedelini sa-tandan istese, satýcý üçüncü þahsa, «Bu hayvaný ne zaman kaybettin» di-ye sorsa, o da,
«Bir yýldan beri» diye cevap verse, satýcý hayvanýn on yýl-dýr kendi mülkü olduðuna delil getirse, o
hayvanýn semeni üçüncü þahsa hükmedilir. Çünkü üçüncü þahýs kaybolma tarihini beyan etmiþtir,
mül-kiyet tarihini deðil. Satýcý ise dava müþterinin davasý olduðu halde bu-nu müþteri tarafýndan
almýþ ve mülkiyet tarihi beyan etmiþtir. O halde bu mesele sanki müþterinin hayvanýn on yýldan beri
satýcýnýn mülkü olduðunu iddia etmesi gibi olur. Þüphesiz Ebû Hanîfe´ye göre taraflardan yalnýz
birisinin mülkiyet tarihi belirtmesi muteber deðildir. O zaman ortada kalan yalnýz mutlak mülkiyet
davasýdýr. Üçüncü þahýs da mutlak mülkiyeti iddia ettiðinden hayvanýn onun olduðuna hükmedilir.
Ben derim ki, bu hayvan Ebû Yusuf´a göre tarih belirtene verilir. Çünkü Ebû Yusuf taraflardan yalnýz
birisinin tarih beyan etmesini de tercih sebebi saymaktadýr.» Özetle.
Halbuki Fusûleyn sahibi sekizinci fasýlda þöyle demiþtir: «Þu ka-darý var ki, Ebû Hanîfe´nin
mezhebinde sahih ve meþhur olan yalnýz zil-yedin tarihi muteber deðildir.» Bunu Hayreddin Remlî
Minah haþiyesinde zikretmiþtir.
«Ýkisi de delil ikâme etseler ilh...» Yani iki kiþi üçüncü bir þahsýn elindeki malý iddia etseler ve her
biri o malýn kendi mülkü olduðuna inansa, mülkiyet sebeb ve tarihini zikretmeseler, o malýn iki
davacý ara-sýnda taksim edilmesine hükmedilir. Çünkü burada herhangi bir öncelik sebebi
bulunmamaktadýr.
Musannýfýn bu meseleyi mutlak þekilde zikretmesi, þu meseleyi de kapsamýna alýr: Ýki kiþi, üçüncü
bir þahsýn elinde bulunan bir malýn üzerlerine vakfedildiðini ayrý ayrý iddia etseler, o zaman her
birine o vak-fedilen malýn yarýsý hükmedilir. Vakfýn mülkü nazarý dikkate alýnarak bu mesele de
mutlak mülk davasýndan sayýlýr. Bu konunun açýklamasýnýn tamamý Bahýr´dadýr. Yine Bahýr´da
vakfýn gelirinin de vakýf gibi olduðu açýklanmýþtýr.
Musannýfýn meseleyi her ikisinin de delil getirmesiyle kayýtlama-sýnýn sebebi de, eðer bunlardan
yalnýz birisi delil getirse, o zaman malýn tamamýnýn ona verilmesine hükmedilir. Sonra diðeri de
delil getirmiþ ol-sa, bu defa malýn tamamý ona hükmedilir. Zira birinci defa hükmedilen kimse,
hükümle birlikte ziiyed olmaktadýr. Diðer davacý olan dýþtan kim-senin delili onun önüne geçirilir.
Bahýr.
«Tamamý Hülâsa´dadýr ilh...» Yani o çocuk her ikisinden de tam bir oðul mirasý alýr. Onlarýn ikisi de
çocuktan yalnýz bir baba mirasý alýr.
«Kadýn tasdik ettiði kimsenin olur ilh...» Bu ifade þu meseleyi de kapsamýna alýr. O tasdiki hâkim
duymuþ olsa veya kadýnýn inkârýndan sonra davacý delil getirse, Bahir. Hülâsa´dan.
«Zilyedinde bulunuyorsa ilh...» Ama eðer kadýn iddiasýný tekzib et-tiði kimsenin elinde bulunuyorsa
veya bu erkekle cinsi temasta bulun-muþsa, bu kimse tasdik ettiðinden daha uygundur. Çünkü o
kadýnýn nakil ve cinsi temas imkâný vermesi, onun nikâhýnýn daha önce olduðunu gösterir. Eðer
diðeri daha önce evlendiðine dair delil ikâme ederse, ka-dýn onun olur. Çünkü bununki açýktýr.»
Açýk olan her zaman delâletten daha uygundur. Zeylâî.
Yalnýz þu kalmýþtýr: Kadýn bir diðerinin evinde olduðu halde öteki da-vacý kadýnla cinsi temasta
bulunmuþ olsa, Zahîriye´den naklen Bahýr´da þu ifade vardýr: «Kimin evinde ise uygun olan odur.»
«Nikâh tarihi daha önce ise ilh...» Yani kadýn diðerinin elinde olsa, onunla cinsi temasta bulunsa ve
onu tasdik etse bile yine de tarihi eski olanýndýr. Zeylâî´de olduðu gibi. Özetleyecek olursak, iki
kimse bir ka-dýnýn kendi karýsýný olduðu iddia ederek delil getirirler ve tarih beyan et-seler,
hangisinin tarihi daha eski ise kadýnýn ona verilmesi daha uy-gundur. Ama eðer tarih belirtmezler
veya tarihleri eþit olursa, cinsi te-mas veya elinde bulunma gibi bir kabz hali varsa, kadýnýn ona
verilme-si daha uygun olur. Eðer saydýklarýmýzdan hiçbiri bulunmazsa, kadýnýn tasdikine
baþvurulur.
«Birisi tarih belirtir ilh...» Kadýn diðerini tasdik etse veya o diðeri zilyed olsa veya kadýnýn tasdiki ile
zilyed bulunmasa, o zaman tarih getiren tercih edilir. Yalnýz tasdik veya zilyedlik tarihten daha
kuvvetlidir. Bundan anlaþýlýyor ki, zilyed tasdik ve cinsi temastan daha fazla tercihe þayandýr.
«Zilyedinde bulunuyorsa ilh...» Yani birisi nikâh tarihini beyan et-se, kadýn da diðerinin zilyedinde
olsa, kadýn zilyedin olur.
«Ebû Yusuf´tan ilh...» Yani yalnýz bir tarafýn tarih belirtmesi halin-de her ne kadar diðer taraf zilyed
ise de kadýnýn tarih belirtenin oldu-ðuna hükmedilir. Çünkü tek tarafýn tarih belirtmesi halinde Ebû
Yusuf´a göre tarih beyan eden taraf tercih edilir. Zeylâî´den yukarýda naklettiði-miz gibi eðer birisi
tarih getirenden daha önce evli bulunduðuna dair delil getirirse, davada haklý olan odur. Bu mesele
ileride metin halinde gelecektir.
METÝN
Kadýn delili olmayan davacýlardan birisinin karýsý olduðunu ikrar ederse, onun olur. Ama bu
hükümden sonra diðeri kadýnýn kendi nikâh-lýsý olduðuna dair delil ikâme ederse, kadýnýn onun
olduðuna hükmedilir. Çünkü o, davasýný delil ile aydýnlatmýþtýr. Delil ikâmesi kadýnýn ikrarýndan
daha kuvvetlidir.
Bu davada davacýlardan birisi delil ikâme etse, kadýn ona hükmedi-lir. Diðer davacý daha sonra delil
ikâme ederse kadýn ona hükmedilmez. Ancak sonradan delil getirenin nikâhýnýn daha eski olduðu
sabit olursa, o zaman kadýn ona verilir. Zira tarihle birlikte delil ikâmesi tarihsiz de-lilden daha
kuvvetlidir. Nitekim dýþtan olan davacýnýn delili ile,´nikâhýnýn daha eski olduðu ortaya çýkan zilyed
aleyhine hükmedilemez.
Davacýlardan ikisi de üçüncü þahsýn elindeki malýn mülkiyet sebe-bini zikretseler, meselâ her ikisi
de o malý zilyedden satýn aldýðýna dair delil getirse, dilerlerse dava konusu malýn semeni yarý yarýya
ikisi ara-sýnda bölüþtürülür, dilerlerse, terkederler. Ancak burada, mal üzerindeki pazarlýðýn ayrý
ayrý yapýldýðýný göstermek için davacýlar muhayyer býra-kýldý.
Dava konusu malýn her iki davacýnýn ortak malý olduðuna hükmedil-dikten sonra bunlardan birisi
kendisine düþeni terkederse, diðeri, o ma-lýn hepsini alamaz. Çünkü akit, hükümle feshedilmiþtir.
Eðer hükümden önce terkederse, diðeri malýn tamamýný alýr.
Davacýlarýn her ikisi ete satýn alma tarihini bildirirse, dava konusu mal, alýþ tarihi eski olanýndýr.
Satýcý da diðerinden kabzettiði semeni ge-ri verir. Sirâç.
Davacýlar eðer tarih beyan etmezlerse veya yalnýz birisi tarih beyan ederse, o zaman dava konusu
mal zilyed olanýndýr. Tarih beyan ettik-lerinde her ikisinin tarihi eþit ise, mal yine zilyed olanýndýr.
Tarih beyan ettiklerinde her ikisinin tarihi eþit ise, mal yine zilyed olanýndýr.
Davacýlardan her ikisi de zilyed deðillerse, yalnýz birisi satýn aldýðý tarihi belirtirse, dava konusu mal
onun olur. Eðer ikisi de satýn alma tarihini belirtmezse, yukarýda geçtiði gibi mal ikisi arasýnda
bölüþtürülür.
Davacýlardan birisi dava konusu malý satýn aldýðýný, diðer,! de ken-disine hibe veya sadaka veya
rehin olarak verildiðini ve kendisinin kabzettiðini iddia eder ve aralarýnda bir tarih beyan
etmezlerse, satýn alma .davasýný kabul etmek daha uygundur. Ama eðer satýn alma davasýnda
bulunanla hibe veya sadaka davasýnda bulunan malýn kendilerine intikâli konusunda bir tarih
bildirirlerse, eðer satan veya temlik eden ayný kiþi ise o zaman mal, tarihi eski olana hükmedilir.
Eðer satanla temlik eden ayrý ayrý kimseler ise, o zaman eþit olur-lar. Mal her ikisinin de elinde olur
ve birisinin tarihi daha eski ol-mazsa, yine eþit olurlar. Bir hayvan veya köle gibi taksimi mümkün
ol-mayan þeylerde eþit olmalarý gerektiði konusunda görüþ birliði vardýr. Yalnýz bina gibi taksimi
mümkün olan þeyde ise, Hangi görüþün daha sahih olduðu hususunda ihtilâf vardýr. En sahih
görüþ, dava konusu malýn hepsi, satýn aldýðýný iddia edenindir. Çünkü istihkak, sonradan olan bir
þüyu deðil, mülkiyetle birlikte doðan þüyu kabilindendir. Dürer. Hibe bahsi.
Davacýlardan birisi dava konusu malý satýn aldýðýný, diðeri de koca-sýnýn o malý kendisine mehir
olarak verdiðini iddia etse, her ikisinin du-rumu da eþit olduðundan, dava konusu mal aralarýnda
taksim edilir. Ka-dýn rücû ederek dava konusu malýn yarýsýný kocasýndan alýr. Satýn al-dýðýný iddia
eden de rücû ederek semenin yarýsýný alýr veya satým akdini fesheder. Satýn alma ile mehirin eþit
olmasý, davacýlar tarafýndan tarih tesbit edilmemesi veya tarihlerinin eþit olmasý halindedir. Ama
eðer tarih tayin ederlerse, o zaman mal tarihi eski olanýndýr.
Musannifin burada satýn alma ile kayýtlamasýnýn sebebi, nikâhýn, hibe, rehin ve sadakadan daha
haklý ve daha uygun olmasýdýr. Nikâhtan maksat mehirdir. Nitekim Bahir sahibi de Cami adlý eserin
sahibinin yan-lýþ tefsir ettiðini belirterek nikâhtan maksadýn mehir olduðunu yazmýþtýr.
Nikâh ile satýn alma þu meselede eþittirler: Davacýlardan birisi bir cariyenin nikâhlý karýsý olduðunu
iddia ederken diðeri cariyeyi satýn al-dýðýný iddia eder ve hiç birisinin davasýný tercih ettirecek bir
delili bulun-mazsa, o zaman câriye birisinin mülkü, diðerinin de nikâhlýsý olur.
ÝZAH
«Kadýn delili olmayan davacýlardan birisinin karýsý olduðunu .ikrar ederse, onun olur ilh...» Bu
hususta Sâyýhânî þöyle demiþtir: «Musannif m þöyle demesi gerekirdi: Eðer davacýlardan birisi delil
ikâme ede-mezse, o zaman kadýn kimin karýsý olduðunu ikrar ederse, onun olur. Sonra diðeri delil
ikâme ederse, kadýn ona hükmedilir.»
«Semenin yarýsý ilh...» Yani iki kiþi bir malý zilyed´den satýn aldýðýna dair delil ikâme etseler,
dilerlerse semen yarý yarýya bölüþtürülür. Fa-kat birisi dava konusu malý yüze satýn aldýðýný iddia
ederken, diðeri ikiyüze aldýðýný iddia ederse, birincisi dava konusu malýn yarýsýný elliye alýrken,
diðeri de yüze almýþ olur.
«Dava konusu mal zilyed olana aittir, ilh...» Bu meselenin özeti þöy-ledir: Dýþtan olan davacý ile
zilyed bir malýn üçüncü bir þahýstan alýn-dýðýný iddia etseler, her üç durumda da zilyed tercih edilir.
Ancak dýþtan olan davacý bir durumda tercih edilir. Musannif buna, «Birisi satýn alma tarihini
belirtirse, dava konusu mal onun olur» sözüyle iþaret etmiþtir. Ancak Musannifin bu durumu, «Dava
konusu mal zilyedindir» sözünden sonra zikretmesi gerekirdi. Çünkü bu, birinci meseleyi
tamamlayýcý bir meseledir.
PRATÝK BÝR MESELE :
Parlak bir genç, içyüzünü yalnýz kendisinin bildiði birþeyden ötürü çalýþtýðý yerden ayrýlsa, onu
çalýþtýran kiþi evine zorla girerek parasýný çaldýðýný söyleyip onu hýrsýzlýkla itham etse, emarelerden
o adamýn ih-tarýmdan kastýnýn genci yanýnda tutmak olduðu anlaþýlsa, ayný zaman-da halk içinde bu
kimsenin parlak gençlere ilgi duyduðu bilinse, hâkim böyle bir kimsenin davasýný dinler ve onun
yanýnda çalýþanlarýn þehâdetlerini kabul eder mi? Bu sorunun cevabý nedir? Cevabý þudur: Daha
önce geçtiði gibi, Þeyhülislâm Ebussuud Ýmâdî´nin bu meselede þöyle bir fetvasý vardýr: Hâkimlerin
böyle davalarý dinlemesi haramdýr. Çünkü bu gibi hileler sapýk kiþiler arasýnda bilinen þeylerdendir.
Onlarýn durum-larý halk tarafýndan da bilinmektedir.
Yine þu da merhum Þeyhülislâm´ýn sözlerindendir: «Hâkimlerin böy-le davalarý hiç dinlemeleri, bu
tür davalarý açmak isteyenleri men ederek onlara dava açma fýrsatý vermemeleri gerekir».
Tenvîrü´l-Ebsâr adlý eserin sahibi de böyle davalar köy ve þehirlerde yaygýn olduðundan ayný fetvayý
vermiþtir. Dava bahsinde, davacý da da-valýnýn deðiþik durumlarýný bildiren babta zikredilen
müteferrik mese-leler de tu fetvayý teyid etmektedir. Bu gibi davalarýn çirkinliðini göste-ren
þeylerden birisi de onlara yalnýzca sabah akþam onun ekmeðini yi-yen kimselerin þahitlik
etmeleridir. Allah taâlâ daha iyisini bilir. Hayriye.
Musannif fetvalarýnda Þeyhülislâm Ebussuud´un fetvasýný zikrettik-ten sonra þöyle demiþtir: «Ben
diyorum ki, eðer bu davayý açan kimse halk arasýnda fýsk, hilekârlýk ve oðlan çocuklarýna ilgi
duymakla meþhur ise hâkim onun davasýný dinlemez ve ona iltifat etmez. Eðer bu kimse salih bir
zat olarak biliniyorsa hâkim onun davasýný dinleyebilir.» Allah en iyisini bilendir.
«Yalnýz birisi ilh...» Ben diyorum ki, mutlak mülkiyet davasýnda yal-nýz bir tarafýn tarih tesbitine
itibar edilmez. Ama sebebe dayalý mülkiyet iddiasýnda bunun aksine tarihe itibar edilir. Nitekim bu
bilinmektedir. Babamýn þeyhi de böyle söylemiþtir. Medenî.
«Satýn alma davasýný kabul etmek hibeden daha uygundur ilh...»
Zilyed olmayan iki kiþiden birisi zilyedin elindeki malý satýn aldýðýna, di-ðeri de kendisine hibe
edildiðine dair delil getirseler, satýn aldýðýna da-ir getirilen delil daha uygundur. Çünkü satýn alma,
alan ve satan taraf-lar arasýnda ivazlý bir akit olduðundan daha kuvvetlidir. Ayrýca mücerred satýn
alma akdi kendi baþýna mülkiyet isbatý için yeterli olurken, hi-bedeki mülkiyet kabza baðlýdýr.
Burada mülkiyet; ancak kabzla gerçek-leþir.
Ayný meselede davacýlardan birisi zilyed olsa, o zaman dýþtan ola-na veya hangisinin tarihi daha
eski ise ona hükmedilir. Eðer birisi tarih beyan eder, diðeri de zilyed olursa, hiçbirisi tercih edilmez.
Ayný meselede ikisi de zilyed olursa o zaman o mal ya ikisinin veya hangisinin tarihi eski ise onun
olur. Nitekim mutlak mülk davasýnda da hüküm böyledir.
Musannýf burada hibe, taksimle kayýtlanmýþ iken mutlak olarak zik-retmiþtir. Ayrýca buradaki
hibenin karþýlýksýz (ivazsýz) hibe olmasý da ge-rekir. Eðer karþýlýklý hibe olursa, o zaman zaten satým
akdi olur.
Musannýf, kabzedilen hibe ile sadakanýn teberruda eþit olduðuna da iþaret etmiþtir. Sadakanýn
lüzum ifade etmesi de tercih sebebi ola-maz. Çünkü o ancak ikinci durumda açýklanýr. Ki o da,
gelecekte sada-kadan dönülmesi mümkün deðildir. Hibe ise bazen lüzum ifade eder. yani kesinlik
kazanýr ve rücû imkâný bulunmaz. Meselâ, mahrem hýsým-lara yapýlan hibeden rücû edilemez.
Sadaka ise, zengine verildiði tak-dirde bazen lüzum ifade etmez. Bahýr´dan özetle.
Bahýr´da þöyle denilir: «Ben fasid satým akdindeki kabz ile hibenin kabzý arasýnda hüküm
bakýmýndan bir fark görmedim. Çünkü her ikisin-de de mülkiyet kabza baðlýdýr. Ancak burada ivazlý
bir akit olmasý, ba-kýmýndan satýn alma akdini tercih etmek gerekir.» Makdisî buna karþý çýkarak:
«Uygun olan hibeyi tercih etmektir. Çünkü hibe meþru, fasit satýn alma akdi ise meþru deðildir»
demiþtir.
«Satanla temlik eden ayrý ayrý kimseler ise ilh...» Çünkü her birisi kendi baþýna temlik edicisinden
mülkünü isbat için hasýmdýr. O halde dava konusu malda her ikisi de eþittir. Ama temlik eden, bir
kiþi olursa, durum bunun aksinedir. Çünkü her birisi mülkiyet sebebini isbat etme-ye muhtaçtýr. Ýþte
bu meselede hangisinin delil ve sebebi daha kuvvetli ise o tercih edilir.
Bahýr´da þöyle denilir: «Birisi bir malý diðerinden satýn aldýðýný, di-ðer davacý da ayný malýn
kendisine bir baþkasý tarafýndan hibe edildiði-ni ve kabzettiðini, üçüncü bir kimse de o malýn
kendisine babasýndan miras kaldýðýný, dördüncü bir kimse de o malý bir baþka kimsenin ken-disine
sadaka olarak verdiðini iddia etseler, dava konusu malýn dördü-nün arasýnda taksim edilmesine
hükmedilir. Çünkü bunlarýn hepsi tem-lik edicilerinden, mülkiyeti devir almýþlardýr. O halde bunlarýn
durumu, bir arada ayný malýn mutlak mülkiyetini iddia ederek delil ikâme etmiþ kimselerin durumu
gibidir»
«Çünkü istihkak ilh...» Musannifin bu sözü Ýmâdiye sahibinin Ýmâdiye´deki «Sahih olan her ikisinin
eþit olmasýdýr. Zira sonradan olan þuyu hibe ve sadakayý fâsid kýlmaz» sözünün cevabýdýr. Bahir
sahibi ve Sadru´þ-Þerîa da bunu kabul etmiþlerdir.
Musannýf, Dürer´den naklen, «Ýmâdiye sahibinin istihkak þeklini son-radan meydana gelen þüyûun
örneklerinden sayýlmasý sahih deðildir. Sa-hih olan Kâfi ve Fusûleyn isimli eserlerde yer alan, «Zira
istihkak delil ile sabit olursa, hibeden önce olduðu kabul edilir. O zaman þüyu hibe ile birlikte
bulunmuþ olur. Hibeden sonra meydana gelen bir þüyu ol-maz.» sözüdür. Öyleyse herhangi bir
yerdeki istihkak birlikte bulunan þüyu kabilinden olursa o istihkak icma ile hibeyi bâtýl kýlar. O
zaman delille satýn almayý iddia eden kimse tek baþýna kalýr. Bu itibarla ona hükmedilmesi uygun
olur» demiþtir.
«Sonradan olan ilh...» Zira sonradan olan þüyu hibe ve satýn almayý fasit kýlmaz. Birlikte bulunan
þüyu ise fasit kýlar.
«Mal tarihi eski olanýndýr ilh...» Þu kadarý var ki, þahadette þahidin, falan kimseden satýn aldýðýný ve
ona malik olduðunu söylemesi þarttýr. Nitekim bu mesele Hâmidiye´nin, Bahýr´dan naklettiði,
Bahýr.m da, Hizânetü´l-Ekmel´e isnad ettiði dava bahsinde de böyledir. Hâmiþ´te de böy-ledir.
«Câmi´in sahibinin yanlýþ tefsir ettiðini belirterek ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´in yanlýþ sayýlan ifadesi
þöyledir: «Bir cariye hakkýnda nikâh ve hibe iddiasý birlikte bulunsa her iki delille de amel edilmesi
mümkündür. Eðer cariyenin nikâhlý olmasý ve efendisinin böyle bir cariyeyi hibe et-mesi þeklinde
davacýlar eþit durumda bulunursa, mümini yalanlamaktan kaçýnmak ve onun halini salâha
hamletmek için hibe delilinin iptal edil-memesi gerekir. Nikâhla sadakanýn ve nikâhla rehinin
birlikte bulunma-sý halinde de hüküm böyledir.»
Mevlânâ, Bahir kitabýnda þöyle der: «Ben Câmi´nin haþiyesinde bu ifadenin vehim olduðunu
yazdým. Çünkü Câmiü´l-Fusûleyn´in sahibi me-seleyi þöyle anlamýþtýr: Ýki kiþi bir cariyeyi dava
etseler, birisi hibe yo-luyla kendisine temlik edildiðini iddia ederken diðeri cariyenin nikâhlý-sý
olduðunu iddia etse, halbuki fukâhanýn maksadý mehirdir. Nitekim ki-tapta da mehirle tabir
edilmiþtir. Minah. Bahsin tamamý Minah´tadýr.
METÝN
Bir kimse bir malýn kendisine rehin olarak verildiðini ve kabzettiðini diðeri de ayný malýn kendisine
karþýlýksýz hibe edildiðini ve kabzettiðini iddia etseler, rehin davasýnýn kabul edilmesi istihsân
deliline göre hibe davasýndan daha uygundur. Ama eðer hibe karþýlýklý yapýlmýþsa, o zaman hibe
davasýný kabul etmek daha uygun olur. Çünkü karþýlýklý hibe sonuç bakýmýndan satým akdi
olmaktadýr. Satým akdi de bir bakýma rehinden daha kuvvetlidir.
Eðer dava konusu mal her ikisinin elinde bulunuyorsa, yani her ikisi de zilyed ise, eðer tarih beyan
etmezlerse, davada eþit olurlar. Ama tarih beyan ederlerse, dava konusu mal tarihi eski olanýn olur.
Üçüncü bir þahsýn elinde plan mülkiyeti tarihle tesbit edilmiþ bir malý iki kiþi iddia etseler veya
zilyed olmayan bir baþkasýndan tarihli olarak aldýklarýna dair delil getirseler veya dýþtan olan bir
kimse mül-kiyet tarihi sabit olan bir þey üzerine delil getirse, zilyed de daha es-ki bir tarihle mülkü
olduðuna delil getirse, o zaman mal tarihi eski ola-na ait bulunur.
Davacýlardan ikisi de satýn alma tarihleri ayný veya farklý olan -Ay-nî- bir malý iddia etseler, bunlarýn
her birisi ayrý bir kimseden aldýðýný söylese veya bunlardan yalnýz birisi tarih beyan etse, eðer satýcý
ayrý ayrý ise bu davada ikisi eþittirler. Eðer satýcý bir ise, tarih beyan eden daha haklý görülür.
Ayrýca, eðer mebî satýcýnýn elinde deðilse davacýnýn ve þahitlerin satýcýnýn mülkü olduðunu ifade
edecek birþey zikretmeleri gerekir. Eðer þahitler satýcýnýn mülkü olduðuna deðil de, elinde
olduðuna þahitlik ederlerse, bunda iki görüþ vardýr. Bezzâziyye.
Dýþtan olan birisi bir malýn mülkiyeti hakkýnda delil getirse, zilyed de ondan aldýðýna dair delil ikâme
etse veya her ikisi de doðum veya bu manada olan, dokuma, pamuðun eðirilmesi, sütün saðýlmasý,
yünün kesilmesi gibi tekerrür etmeyen bir mülkiyet sebebi ile delil getirseler, zilyedin delili icmâ
ile dýþtan olanýn delilinden daha haklýdýr.
Ancak dýþtan olan kimse zilyedin üzerine doðum veya benzeri þeyle-ri deðil, gasb, vedîa veya icâre
gibi sebeplerle zilyede geçtiðini iddia et-se -Dürer´in rivayeti- veya dýþtan olan kimse bina, aðaç
dikme, buðday ekme, yün dokuma veya bilirkiþilere onun tekerrür edip etmeyeceði an-laþýlamayan
bu mal gibi bir sebep iddia etse, bu sayýlanlarýn hepsinde dýþtan olan davacý tercih edilir. Çünkü
asýl, o malýn dýþtan olan kimsenin olmasýdýr. Yalnýz doðum meselesinde bu asýldan rücû
edilmektedir. Bu-nun sebebi de Resûlullah (S.A.V.) m hayvanýn doðuracaðý yavru (nitâç) hakkýndaki
hadisidir.
Dýþtan olan iki kimse veya zilyedler veya dýþtan olan kimse ile bir zilyed bir malý baþka birisinden
aldýklarýný tarih zikretmeden iddia etseler ve delil getirseler, hepsinin davalarý düþer. Dava konusu
mal kimin elinde ise ona býrakýlýr, Ýmam Muhammed de zilyed olmayan lehine hük-medileceðim
söylemiþtir.
Biz deriz ki: Dýþtan kimsenin veya zilyedin dava ettikleri malýn sa-týn alýndýðýný iddia etmeleri, o
malýn satýn aldýklarý kiþinin mülkü oldu-ðunu ikrardýr. Kabzý isbat ederlerse bunun biribirlerini iptal
etmeyi ge-rektireceði konusunda görüþ birliði vardýr. Dürer.
ÝZAH
«Ýkisi de eþit olanlar ilh...» Ýmadî bu konuda þöyle demiþtir: «Son-radan meydana gelen þüyu rehni
fasit kýlar. O lâhde malýn tamamýnýn satýn alýndýðýný iddia edene verilmesine hükmedilmesi gerekir.
Çünkü re-hini iddia eden kimse fasit olan bir rehini isbat etmiþtir. Bu yüzden de-lili kabul edilmez. O
zaman satýn aldýðýný iddia- eden kimse, sanki tek baþýna delil ikâme etmiþ gibi olur.» Bu konunun
tamamý Bahýr´dadýr.
Ben derim ki: Biraz önce zikredilen, «Ýstihkak birlikte bulunan þüyu kabilindendir» sözüne
dayanarak öncelikle satýn almayý iddia eden kim-senin lehinde hükmedilmesi uygundur. O halde
her iki görüþün eþit ol-duðuna hükmetmek güç olur.
«Zilyed olmayan bir baþkasýndan ilh...» Musannýfýn bunu belirtmesi yukarýda geçtiði gibi, her
ikisinin de zilyed´den satýn aldýklarýný iddia etmeleri yüzündendir.
«Mülkiyet tarihi sabit olan ilh...» Musannifin burada «mülk» keli-mesi ile kayýtlamasýnýn sebebi
þudur: Eðer zilyed dava konusu malýn iki yýldan beri elinde olduðuna dair deli! ikâme etse, þahitler
de o malýn onun mülkü olmadýðýna dair þahadet etseler, o malýn dýþtan davacý olan kimsenin malý
olduðuna hükmedilir. Zira,þahitler mülkiyet için deðil, zilyedlik için þahitlik etmiþlerdir. Bahýr.
«Hüküm, tarihi eski olanýndýr ilh...» Çünkü o, tarih belirtmekle iki mâlikten ilki olduðunu isbat etmiþ
olmaktadýr. O halde mülk ancak eski tarihe göre tesbit edilir. Diðeri ise, mülkü o tarihte temellük
etmemiþtir. Minah.
Musannifin burada zilyed ile zilyed olmayanýn her ikisinin de tarih belirtmelerini zikretmesinin
sebebi þudur: Eðer her ikisi de tarih beyan etmezlerse veya beyan ettikleri tarih ayný olursa, dava
konusu mal bi-rinci iki meselede ikisinin arasýnda taksim edilir. Eðer birisinin tarihi diðerinkinden
eski ise, eski olan daha haklýdýr. Birisi tarih getirir, diðeri ge-tirmezse, birinci meselede deðil, ikinci
meselede davanýn kabulü için daha haklýdýr. Yukarýdaki iki meseleden ikincisinde ise, her üç
þekilde de dýþtan olan kimse zilyedden daha uygundur. Bu konunun tamamý Bahýr´ dadýr.
«Muhtelif olan ilh...» Yani tarihleri çeþitli olan. Bakâni.
Davacýlardan her biri dava konusu malý ayrý ayrý kimselerden al-dýklarýný iddia etseler, birisi, «Falan
kimsenin mülkü iken ben ondan aldým» diyerek aldýðýna dair delil getirse, diðeri de, «Ben mâlik
olan falan kimseden satýn aldým.» diyerek satýn aldýðýna dair delil ikâme et-se, o zaman hâkim, dava
konusu malýn ikisi arasýnda ortak olduðuna hükmeder.
Eðer her ikisi de aldýklarý tarihi beyan ederlerse, zahiri rivayete gö-re birinci tarihin sahibi ötekinden
daha haklýdýr. Ýmam Muhammed´den bu hususta tarihe itibar edilmeyeceði rivayet edilmiþtir. O
halde dava konusu malýn ikisinin olduðuna hükmedilir. Eðer bunlardan birisinin kab-zý olur,
diðerinin olmazsa, diðerine hükmetmek daha uygundur. Ama iki ayrý satýcý iddia etseler, bunlardan
birisi zilyed olsa, zilyed olmayan le-hine hükmedilir. Kâdýhan. Hâmiþ´te de böyledir.
«Aynî ilh...» Aynî´de olanýn benzeri Kâfi isimli esere dayanarak zeylâî´de de mevcuttur. Bahýr´da da
Aynî´den nakledilen bu görüþte sehv olduðu iddia edilir. Bir þahýstan bir malýn satýn alýnmasý
davasýnda, ta-rihi eski olan tercih edilirse burada da tarihi eski olan tercih edilir. Remli Bahýr´ýn bu
sehv iddiasýna karþý çýkarak, «Sehveden ancak Bahir sahi-bidir» demiþtir. Zira bu meselede çeþitli
rivayetler vardýr.
Bu konuda Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Eðer davacýlar iki ayrý kimseden aldýklarýný iddia
ederlerse, hangisinin tarihi daha eski ise, kitaplarda bu mesele hakkýnda çeþitli rivayetler vardýr.
Hidâye´de zikredilen rivayet tarihin eskiliðine itibar edilemeyeceðine iþaret etmek-tedir. Mebsut´ta
olan rivayet ise, tarihi daha eski olanýn daha uygun ol-duðuna delâlet etmektedir.» Fusûleyn sahibi
daha sonra, bunlardan bi-rinci görüþü tercih ettiðini söylemiþtir.
Ben derim ki: Nûru´l-Ayn´da Kâdýhan´dan naklen þöyle bir ifade var-dýr: «Ýki davacý, dava konusu
malý iki ayrý kiþiden aldýklarýný iddia etseler aralarýnda yarý yarýya taksim edilir. Eðer tarih beyan
ederlerse, zahiri rivayete göre malýn tarihi eski olana hükmedilmesi hakka daha uygun-dur. Ýmam
Muhammed´den de bu davacýlarýn arasýnda tarihe itibar edil-meyeceði rivayet edilmiþtir. Eðer
davacýlardan yalnýz birisi tarih beyan ederse, yine ittifakla, her ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim
edilir. Ama bunlardan birisi zilyed ise, malýn zilyed olmayana hükmedilmesi daha uygundur.»
Nûru´l-Ayn´da bu nakilden sonra þöyle denilmiþtir: «Mebsut´ta ge-çen ifade de Kâdýhan´da olan
zahiri rivayeti teyid etmektedir. Hidâye´ de olan ifade ise Ýmam Muhammed´in tercih ettiði görüþtür.»
Nûru´l-Ayn sahibi daha sonra da: «Mebsût ve Kâdýhan´da olan ifa-delerin delilleri þudur: Tarihi eski
olan mülkiyeti kendisine öyle bir za-manda izafe ediyor ki, o tarihte ona kimse davacý
olmamaktadýr. Bun-larýn bu delilleri Hidâye´de olanýn delilinden daha kuvvetlidir. Hidâye´de olan
ifadenin delili de þudur: Davacýlarýn her ikisi de dava konusu malýn mülkiyetini satýcýsýna isbat
etmektedirler. O zaman sanki onlarýn her ikisi de tarihsiz olarak mülkiyeti iddia etmektedirler.
Birinci delilin kuv-vet yönü, düþünen kimse tarafýndan akýca anlaþýlabilir.» demiþtir.
Bu açýklamalardan anlaþýlýyor ki, Musannifin tarihleri ittifakla kay-detmesi zahiri rivayete göredir. O
halde Musannifin buradaki kayýtla-masý sarihin yaptýðý her ne kadar Kâfi ve Kidâye´ye uygun ise de
daha haklýdýr.
« ikisi eþittirler ilh...» Zira birincisinde onlar mülkü ayrý ayrý satý-cýlara isnad etmektedirler. Sanki
satýcýlarýn her ikisi de hazýr olmuþ gi-bidirler. Eðer bunlardan bir tanesi tarih belirlerse, onun bu
tarih belirt-mesi mülkün daha önce onda olduðunu göstermez. Çünkü diðerinin mülkiyetinin daha
önce olmasý da mümkündür.
Ama ikisinin .satýcýsýnýn da bir olmasý meselesi bunun aksinedir. Zira onlarýn her ikisi de mülkiyetin
satýcý tarafýndan alýndýðýnda görüþ birli-ði halindedirler. Ýþte bunlardan bir tanesi tarih ´beyan ettiði
takdirde, di-ðerinin alýþýnýn daha önceki bir tarihte olduðu ispat edilinceye kadar, onun lehine
hükmedilir. Bahýr.
Bahýr´da bundan sonra metindeki mesele hakkýnda, «Dava konusu malýn yarý yarýya her ikisinin
olduðuna hükmedilir. Hükümden sonra da onlarýn her ikisi muhayyerdirler. Eðer dava konusu bir
köle ise, dilerlerse birisi onun yarý fiyatýný vererek alýr ve arkadaþýna býrakýr» denilmiþtir.
«Þahitlerin satýcýnýn mülkü olduðunu ifade edecek ilh...» Þöyle ki, þahitlerin. «Falan adamýn mülkü
idi, ondan satýn aldý» demeleri gerekir. Bahýr.
«Delil getirseler ilh...» Yani dýþtan olan ile zilyed. Bahýr´da bu mut-lak zikredilmiþtir. O halde
Bahýr´daki mutlak ifade þu meseleyi de kapsa-mýna alýr: Davacýlarýn her ikisi de tarih beyan etseler,
tarihleri eþit olsa, veya birisinin tarihi eski olsa veya hiç tarih beyan etmeseler, o zaman doðumla
birlikte tarihe itibar edilmez. Ancak birisi imkânsýz olan bir tarih beyan etse, meselâ dava konusu
malýn yaþý ile zilyedin elinde kal-dýðý süre arasýnda çeliþki bulunsa zilyed olmayanýn belirttiði tarihe
uy-gun düþse, o zaman bu zilyed olmayanýn lehine hükmedilir. Ama eðer beyan edilen tarih her iki
tarafýn da bildirdiði yaþa uygun deðilse, o za-man bütün âlimlere göre her ikisinin de delili lâðv olur.
Dava konusu mal bir rivayete göre zilyede býrakýlýr. Diðer bir rivayete göre ise ikisi arasýnda yarý
yarýya taksim edilir. Câmiü´l-Fusûleyn´de de böyledir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Hâriç, «Þu benim cariyemdir. þu köleyi de benim mülkümde
doðurmuþtur» diye delil getirse, zilyed de aynen onun benzeri gibi delil getirse, o câriye dýþtan olan
davacýya hükmedilir. Zira her ikisi de mutlak mülk iddia etmektedirler. O cariye davacýya
hükmedildikten sonra davacý annesine tâbi olarak o köleye de hak kazanýr.»
Bu açýklamalardan anlaþýldýðý gibi, doðum davasýnda yavrunun annesi konusunda bir anlaþmazlýk
yoksa, zilyed, dýþtan olan kimseye tercih edilir. Fakat mutlak mülkiyette anlaþmazlýk varsa, mutlak
mülkiyetini iddia ettikleri mal ile yavrusu hakkýnda delil getiriyorlarsa, o zaman zil-yed, dýþtan olana
tercih edilmez. Bu hatýrda tutulmasý gerekli olan meselelerdendir.
«Dürer ilh...» Bu meseleyi Zeylâî, Bahir sahibi ve Hidâye sarihleri; kýsa geçmiþlerdir. Gelecekte
Musannifin, «Eðer tarih belirtmezlerse zilyed lehine hükmedilir sözünün altýnda bizim yazdýklarýmýz
da bunu teyid etmektedir.
Zeylâî, doðum davasýnda zilyedin tercih edilmesini gerçekleþtirdikten sonra þöyle demiþtir.
«Zilliyetlik mülkün baþlangýcýna delâlet etmez. O halde dýþtan olan kimse ile zilyed eþit olurlar.
Zilyedin yavruyu (nitaç) isbatý ile dýþtan olan kimse dava dýþý býrakýlmýþ olur. Zilyedin delili de
husûmeti red için kabul edilir. Fakat bu mesele þu durumu gerektirmez. Dýþtan olan kimse, zilyedin
zilyedliðine dair bir fiil iddia etmiþ olsa, o zaman onun delili zilyedin deliline tercih edilir. Fakat
zilyed yav-ruyu iddia ettiði takdirde iþbatý daha kesin olduðundan, ki aslen sabit olmayan bir þeyi
ispat etmiþtir. Ona hükmedilir.» Hülâsâ´dan özetle.
«Hayvanýn yavrusu hakkýndaki hadis ilh...» Cabir bin Abdillah (r.a.) tan þöyle rivayet edilmiþtir: «Bir
kiþi Resûlullah (S.A.V.) a gelerek diðer birisinin elindeki kýsrak devenin kendisinin olduðunu iddia
ederek o kýs-rak devenin kendi yanýnda doðurduðuna delil ikâme etti. Zilyad de o kýsrak devenin
kendi malý olduðuna ve kendi yanýnda doðurduðuna delil ikâme ettL Rasûlullah (S.A.V.) devenin
zilyedin olduðuna hükmetti.»
Bu hadis meþhur ve sahihtir. Buna göre yavru meselesi diðer me-selelerden istisna edilmiþtir.
Bahýr.
«Vakit tayin etmeden ilh...» Eðer davacýlar mülkiyetin baþlangýcý için bir tarih belirtseler, dava
konusu mal zilyedin deðil, dýþtan olan kimsenin olur. Bahýr.
«Ýmam Muhammed de dýþtan olan davacý lehine hükmedileceðini söylemiþtir ilh...» Çünkü her
ikisinin delili ile amel etmek de mümkündür. O halde, sanki zilyed diðerinden satýn alarak
kabzetmiþ, sonra da sat-mýþ gibi kabul edilerek dýþtan olan davacý lehine hükmedilir.
«Satýn aldýklarý kiþinin mülkü olduðunu ikrar etmektir ilh...» Sanki her iki davacý da mülkiyetin satýn
aldýklarý kimseye ait olduðunu ikrar etmiþ gibi olurlar ki bunda icmaen tehâtür (delillerin ibtali)
vardýr. Bu-rada da delillerin ibtali söz konusu olur. Çünkü delillerin birarada deðerendirilmesi
mümkün olmaz. Bahýr.
Bu hükümler menkul mallarla ilgilidir. Gayr-i menkûllerin açýklama-sý ise Bahir adlý eserde
yapýlmýþtýr.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:23:21
METÝN
Davada þahitlerin sayýsýnýn çokluðu tercih sebebi deðildir. Bizim mezhebimize göre tercih, delillerin
çokluðu ile deðil kuvveti iledir. Sonra Musannif, bu prensibi aþaðýdaki pratik meseleye
uygulamýþtýr: «Dava-cýlardan birisi iki þahit diðeri de dört þahit getirmiþ bulunsa, bu delille-rin ikisi
de eþittir». Yine adaletin aslýdýr. Çünkü adaletli olmanýn bir sý-nýrý yoktur. Birisinin elinde bir bina
olsa, birisi onun yarýsýný, bir diðeri de hepsini iddia etseler ve bu iddialarýna delil getirseler,
münazaa yoluyla birincisine binanýn dörtte biri ikincisine de binanýn geri kalaný hükm-edilir.
Husûmet yoluyla taksim þöyle olur: O binanýn yarýsý salimen husûmetsiz tamamýný iddia edene
verilir. Çünkü bu yarý üzerinde hasmýn bir isteði yoktur. Sonra geri kalan yarýsýnda ikisinin
husûmeti de eþit olduðundan yarýsý birisine, yarýsý da diðerine verilir. Bu Ebû Hanîfe´ye göredir.
Ýmameyn´e göre ise, bu binanýn üçte biri avl yoluyla yarýsýný iddia edene, geri kalaný da tamamýný
iddia edene verilir. Çünkü, meselede hem bütün hem de yarým hisse bulunduðu zaman meselenin
taksimi iki or-tak payda üzerinden yapýlýr. Ýkinin de taksimi mümkün olmadýðýndan üçe avledilir
(yükseltilir). Yani üç ortak payda üzerinden taksim edilir.
Hesap þöyle olur: 1/2÷2/2:3/2 burada ortak payda 2 hisseler toplamý ise 3 olur. Hisseler toplamý
ortak payda yapýlýr. Binanýn yarýsýný iddia edene 1/23 hisse düþer. Geri kalan da 2/23 hisse olur. Bu
iþleme feraiz, ilminde «avliye» denir. (H. DÖNDÜREN)
Taksimin dört çeþidi vardýr. Taksimi avl yoluyla yapýlan sekiz mesele þunlardýr: Miras, borçlar,
vasiyet, satýþta müsamaha etmek, baþka-sýna gönderilen dirhemler, zekât toplama iþe ve kölenin
cinayeti.
Münazaa yoluyla taksim þekli Ebû Hanîfe´nin görüþü alýp, bu da icmâ ile fuzâlîlerin meselesidir.
Ýmameyn´e göre avl yoluyla taksim esas olup, bu da üç durumda bulunabilir. Birincisi þudur: Bir
kimse malýnýn tamamýný veya belirli bir kölesinin hepsini baþka birisine yarýsýný da diðer bir
kimseye vasiyet etse, üç ortak payda üzerinden birincisi iki, ikincisi ise bir hisse alýr.
Taksimin dördüncü þekli, Ýmam-ý Azam´a göre avl yoluyla, Ýmameyn´e göre münazaa yoluyla taksim
yapýlmasýdýr. Bu da beþ meseledir. Nitekim bunu Zeylâî ve Aynî ayrýntýlarýyla yazmýþlardýr. Bunun
tamamý Bahýr´dadýr.
Ýmam-ý Azam´a göre asýl, ayn veya zimmette þâyien sabit olan bir
hakkýn taksimi gerekse bu avl yoluyla olur. Þâyien deðil de ayýrdedilerek olsa veya davacýlardan
birine þâyien, diðerine tamamý sabit olsa, o hakkýn taksimi münazaa ile olur.
Ýmameyn´e göre ise, o haklarýn ikisi de birlikte þüyûen sabit olurlar-sa, av! yoluyla taksim edilirler.
Eðer þüyûen sabit olmazsa, o zaman münazaa yoluyla taksim edilir.
Her ikisi de zilyed olan iki davacýdan birisi binanýn yarýsýný, diðeri de tamamýný iddia etseler, ikinci
davacýya yansý doðrudan, diðer yarýsý da hükmen verilir. Çünkü diðer yarýsýnda o dýþtan olan davacý
durumunda-dýr.
Bu bina üç kiþinin elinde bulunsa, bunlardan birisi tamamýný, birisi yarýsýný, diðeri de üçte birini
iddia etseler ve delil getirseler, bu bina Ýmam-ý Azam´a göre münazaa yoluyla aralarýnda taksim
edilir. Ýmameyn´e göre ise avl yoluyla taksim yapýlýr. Bu meselenin açýklamasý Kâfi isimli eserdedir.
Her iki davacý da her ikisinin elinde veya yalnýz birisinin elinde ve-ya bir diðerinin elinde bulunan
malýn yavrusu hakkýnda delil getirseler, her ikisi de buna tarih beyan etseler, hangisinin tarihi
yavrunun yaþýna uygun olursa dýþ görünüþün þehadetiyle onun olduðuna hükmedilir. Eðer tarih
beyan etmezlerse, mal zilyede hükmedilir.
Eðer mal her ikisinin de zilyedinde ise veya davacýlarýn deðil de üçüncü bir þahsýn zilyedinde ise,
onun yaþý Ýkisinin beyan ettiði tarihe de uymuyorsa, yani onlarýn beyan ettikleri tarihe muhalif veya
her ikisi de dýþtan olan davacý iseler, Ýkisinin olduðuna hükmedilir. Ama eðer dava konusu mal
birisinin zilyedinde ise, daha saðlam görülen görüþe göre dava konusu malýn zilyedin olduðuna
hükmedilir.
Ben derim ki: Musannifin buradaki ifadesi, Kenz´de, Dürer´de ve mültekâ´da olan ifadelerden daha
uygundur.
Dýþtan olan davacýlardan birisi dava konusu malýn Zeyd´den gasbedildiðini iddia ederken, diðeri
onun Zeyd´den vedîa olduðunu iddia eder-se, onlarýn ikisi de davada eþit olduklarýndan malýn
aralarýnda yan yarý-ya taksimine hükmedilir. Çünkü vedîa da inkâr halinde gasba dönüþ-mektedir.
Ýnsanlar, açýklamalarýna gerek olmaksýzýn prensip olarak hürdürler. Ancak dört þey bundan
müstesnadýr: Þahitlik, hadler, kýsas ve katil. Bu dört meselede, aksi durum, sonucu etkilediði için
hür olduklarýný beyan etmeleri gerekir. Musannifin nüshasýnda böyledir. Diðer bir nüshada ise,
«katil» yerine «akýl» kelimesi vardýr. Eþbâh´ýn ifadesinde ise «katil» kelimesi yerinde «diyet»
kelimesi bulunmaktadýr. Üç kelimenin de anla-mý birdir.
Bir kimse, durumu bilinmeyen birisinin kendi kölesi olduðunu iddia etse, o da, o kölesi olduðunu
inkâr ederek, «Ben aslen hürüm» dese asýl olan prensibe dayandýðý için söz onundur.
Dava konusu elbise davacýlardan birisinin üzerinde, diðeri de onu eteðinden tutmuþ olsa, burada
elbiseyi giyen haklýdýr.
Birisi dava konusu ata binmiþ diðeri de atýn geminden tutmuþ du-rumda ise, hak binenindir. Birisi
dava konusu atýn eyerine, diðeri de ter-kisine binmiþ olsa, eyere binmiþ olan daha haklýdýr.
Birisi dava konusu hayvana yükünü yüklemiþ, diðeri de su testisini asmýþ olsa, yükünü yüklemiþ
olan daha haklýdýr. Çünkü onun tasarruflarý daha çoktur.
Birisi halýnýn üzerinde oturmuþ, diðeri de onu tutmuþ olsa, ikisi de eþit kabul edilirler. Ýkisi de
oturmuþ veya ikisi de eyere binmiþ gibi. Nitekim bir elbise birisinin kucaðýnda olsa, bir kýsmý da
diðerinin elinde olsa, yine bunlar eþittirler. Ama bir binada oturan iki kiþi anlaþmazlýða dü-þerlerse,
onun aksine her ikisine hükmedilemez. Çünkü binanýn bunlarýn dýþýndaki bir kimsenin zilyedinde
olma ihtimali vardýr. Aynî.
Ýki kimse bir duvarý iddia ederlerse, duvar aðaç kolonlarý üzerinde duran kimseye aittir. Veya dört
taraftan bitiþik duvarlarý olanýndýr. Þöy-le ki, dava konusu duvarýn kerpiç veya taþlarý veya ahþapsa
aðaçlarý diðer duvarlar içerisine geçmiþse, o duvar, bitiþik duvarlarýn sahibinin-dir.
Fakat duvarlar birbirine geçmemiþse veya duvarlar birbirine bitiþikse veya adam duvarý delerek
merteðini koymuþsa veya duvarýn üze-rine kamýþ uzatarak üzerine hasýr koymuþsa, adam bunlarla
duvar üze-rinde hak sahibi olamaz. Anlaþmazlýk halinde bu duvarýn iki komþu ara-sýnda ortak
olduðuna hükmedilir. Ama duvar üzerinde bir kiriþi olan kimse, duvarýn üzerinde kamýþý olandan
daha haklýdýr. Haniye.
Dava konusu duvar üzerinde birisinin kiriþi olsa, diðerinin de du-varlarýna bitiþikse duvar bitiþik
olana verilir. Kiriþi olana da yalnýz direk koyma hakký verilir. Bazý âlimler de bu duvarýn direk
sahibine verilmesi gerektiðini söylemiþlerdir. Müþtekâ. Bu konunun tamamý Aynî ve diðerlerindedir.
«Ýkisi de eþittir ilh...» Þeyhlerimizin þeyhi þöyle demiþtir: «Uygun olan Musannýfýn, «Bu delillerden
birisi tevatür derecesine ulaþmadýðý takdirde» þeklinde kayýtlamasýydý. Zira taraflardan birisinin
delili, þahit-leri tevatür sýnýrýna ulaþtýrma, kesin ilim ifade eder ki, bunu tevatür de-recesine
ulaþmayan delille bir tutmasý uygun olmaz.»
Ben derim ki: Þümnî ve Zeylâî´de olan ifadeden bu açýkça anlaþýl-maktadýr. Zira, Þümnî sahibi,
«Bizim için taraflarýn ikiþer þahidinin þa-hadeti tam bir illettir. Nitekim yalnýz bir tarafýn iki þahidi
tam bir illt kabul edilmektedir. Delillerin çokluðu tercih sebebi deðildir. Tercih, de-lillerin kuvveti ile
yapýlýr. Meselâ taraflardan birisinin delilleri tevatür de-recesinde olsa, diðerininki ehâdî -tek kiþinin-
nakline dayansa veya biri-sininki ayrýntýlý, diðerininki kýsa olsa, o zaman tevatür derecesindeki tek
kiþinin nakline dayanana, ayrýntýlý olan da, kýsa olana tercih edilir.» de-miþtir. Biri.
«Münazaa yoluyla ilh...» Bil ki Ýmam-ý Azam bu meselede münazaa yoluna itibar etmiþtir. Münazaa
yoluyla taksim de þöyle yapýlýr: Dava ko-nusu binanýn yarýsý tamamýný iddia edene verilir. Geriye
kalan yarýsýn-da da her ikisinin anlaþmazlýðý eþit olduðundan ikisi taksim edilir. Buna göre binanýn
hepsini iddia edene binanýn dörtte üçü, yarýsýný iddia edene de dörtte biri verilmektedir.
Ýmameyn ise bu meselede taksimi avl ve çarpým yoluyla yapmýþlar-dýr. Bu taksim þekline avl
denilmesinin sebebi þudur: Çünkü meselede hem bütün ve hem de yarým hisse vardýr. Bu sebeple
taksim ikiden ya-pýlýr. Ýki de davacýlar arasýnda taksim edilemeyeceðine göre üçe yüksel-tilir. O
zaman hepsini iddia edene iki pay, yarýsýný iddia edene de bir pay verilir. Ýþte bu taksim þekli avl
yoludur.
Çarpma yoluyla taksim de þöyledir: Davacýlardan herbiri kendi hak-ký kadar çarpým yapar. Meselâ,
binanýn üçte ikisi hepsini iddia eden ada-mýn olduðundan binanýn üçte ikisini binanýn tümüne
çarpar. Binanýn yarýsýný iddia eden kimse de binanýn üçte birini alacaðýndan bir üçte biri bina ile
çarpar. O zaman binanýn üçte biri hâsýl olur. Çünkü küsurun çar-pýlmasý izafi yolla olur. O zaman
üçte biri altý ile çarptýðýndan bunun manasý altýnýn üçte biri olur ki bu da altýda iki eder. Minah.
Hak sahiplerinin hisselerini hakký tamamýna çarpma iþlemi þöyle olur: Bir mülkün tamamýný iddia
edenin hissesi 2/2 yarýsýný iddia edenin ise 1/2 olur. 2 ortak payda üzerinde 2 ve l hisse alýrlar.
Hisseler toplamý 3 yani ortak pay-dadan büyük olduðu için ortak payda 3´e yükseltilir. Bu iþleme avl
denilir. Bu-radaki hisselerin mülkün tam hissesine çarpýmý ise þöyle olur. Mülkün tamamý-ný iddia
edenin 2/23 olan hissesi 2/2 ile çarpýlýr 2/2x2/3: 4/6 olur. Yarýsýný iddia edenin hissesi olan 1/3´te
yine 2/2 ile çarpýlýr 2/2x1/23: 2/6 olur. Sonuç, çarpým yoluyla; mülkün tamamýný iddia eden 6 ortak
payda üzerinden 4; yarý-sýný iddia eden ise 2 hisse alýr. Gerçekte 4/6: 2/32, 2/6: 1/23 demektir. (H.
DÖNDÜREN).
«Mühâbât ilh...» Mühâbât ile vasiyet þöyledir: Meselâ bir kimse, üçbin dirhem kýymetindeki kölesini
birisine ikibin dirheme sat diye va-siyet etse, bir diðerine de iki bin dirhem kýymetindeki bir köleyi
bin dir-heme satmayý vasiyet etse. vasiyet edilen her iki kimse için de ikibin dirhemle müsamahalý
muamele hâsýl olur. O zaman üçte bir aralarýnda avl yoluyla taksim edilir.
Derâhim-i mürsele ile vasiyete gelince, bu da þöyledir: Bir kimse birisine bin dirhem, bir diðerine de
iki bin dirhem vasiyet etmiþ olsa, bu kimsenin servetinin üçte biri ikisinin arasýnda avl yoluyla
taksim edilir.
Azad´la vasiyet de þöyle olur: Meselâ bir kimse birisine þu kölenin yarýsýný azad et diye vasiyet etse,
birisine de þu kölenin üçte birini azat et diye vasiyet etse, malýn üçte biri bu kimselerin arasýnda avl
yo-luyla taksim edilir. O kölelerin onlarýn hisselerine düþen miktar ile on-lara çalýþmasý gerekmez.
H. Hâmiþ´te de böyledir.
Yine Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Bir minval üzere müdebber bir kö-le cinayet iþlese, cinayetin
velilerine müdebber kölenin kýymeti verilir, o kýymet aralarýnda avl yoluyla taksim edilir.
Bütün imamlara .göre münazaa yoluyla taksim, Câmiü´l-Fusûleyn sa-hibinin zikrettiði tek bir
meselede yapýlýr. Þöyle ki. bir fuzûlî, bir adamýn kölesini bin dirheme satsa, diðer bir fuzûlî de ayný
kölenin yarýsýný baþ-ka bir müþteriye beþyüz dirheme satsa, kölenin efendisi her iki satýþa da izin
verse, her iki müþteri de muhayyerdirler. Eðer ikisi birlikte kö-leyi almak isterlerse kölenin bedelini
münazaa yoluyla öderler. Yani kölenin bedelinin dörtte üçünü hepsini almak isteyen, dörtte birini
de yarýsýný almak isteyen kimse öder.
Bahýr´da da þöyle denilir: «Köle birisinin gözünü kör etse, bir diðerini de hataen öldürmüþ olsa,
köle cinayet sahiplerine verilir. Bu kölenin kýymeti onlarýn arasýnda avl yoluyla taksim, edilir.
Kölenin kýymetinin üçte ikisi ölen adamýn velileri ne üçte biri de gözü kör olan adama ve-rilir.».
Müellif diyor ki: Ýbni Vehbân azadla vasiyeti orada zikretmemiþtir. Halbuki ancak azadla vasiyetle
yukarýdaki meseleler sekize tamamlanýr.
«Çünkü diðer yarýsýnda o dýþtan olan davacý olmaktadýr ilh...» Çün-kü yarýyý iddia eden adamýn
davasý, kendi elinde olana döner. Arkadaþý-nýn elinde olan birþeyi iddia etmemektedir.
«Yavrusu hakkýnda delil getirseler ilh...» Bu mesele þöyle tasavvur edilir: Ýki þahit o yavrunun
davacýlarýn birisinin elinde bulunan bir diþi hayvaný emdiðini gördüklerine þahadet etseler, diðer iki
þahit de o yav-runun diðer davacýnýn mülkündeki diþiyi emdiðini gördüklerine dair þa-hitlik etseler,
bu þahadet her iki taraf için de helâl olur. Yavru ikisinin arasýnda taksim edilir. Bahýr, Hülâsa´dan.
Biz yukarýda yavru ile birlikte tarihe itibar edilmeyeceðini söylemiþ-tik. Ancak tarih, yavru ile birlikte
beyan edildiði takdirde, birisinin ta-rihi uyuþmasa, yani beyan ettiði tarihte yavru henüz doðmamýþ
olsa, o zaman tarihi yavrunun yaþýna uygun olan kimseye hükmedilir.
«Yavru zilyede hükmedilir ilh...» Bu ifade þunun kaydýdýr ki, eðer davacýlardan her ikisi de yalnýz
yavruyu iddia ederlerse, zilyad lehine hükmedilir. Çünkü eðer hariç zilyedin gasb, icare veya ariyet
gibi zilli-yet fiilini iddia ederse, o zaman dýþtan olan davacýnýn delili hüküm için, zilyedindekinden
daha kuvvetlidir. Zira dýþtan olanýn delili zilyed üzerine zilyedlik fiili isbat ettiðinden, isbat
bakýmýndan daha üstündür. Nitekim, Bahýr´da da Zeylâî´den naklen böyledir. Bu ifadeyi Nûru´l-Ayn,
Zahîre´den Mebsût´ta olan ifadenin aksine olarak nakletmiþtir. Kanaatimizce Zahire´ de olan
Mebsût´takinden daha saðlam ve daha kuvvetlidir. Zira Hülâsa da Herzâde´nin Velâ kitabýndan
naklen þöyle bir ifade vardýr: «Zilyed yavruyu iddia ederken zilyed olmayan davacý da onun kendi
mülkü oldu-ðunu iddia eder ve zilyedin kendisinden gasbettiðini veya o malý zilyede vedia veya
ariyet olarak verdiðini beyan ederse, onun delili zilyedden daha kuvvetli olur. Zira zilyedin delili
ancak yavru iddiasýnda zilyed ol-mayan davacý zilyedin mülkiyet fiilini iddia etmediði sürece tercih
edi-lir. Ama eðer zilyed olmayan davacý satýn almaya benzer zilyedin fiilini iddia ederse yine hüküm
için dýþtan olanýn delili daha kuvvetli olur. Çünkü onun delili isbat bakýmýndan daha fazladýr. Ayrýca
bu delil, zilyad jçin zilyedlik fiilini de sabit kýlmaktadýr.»
«Kenz´de ilh...» Zira Kenz adlý eserin sahibi þöyle demektedir: «Da-va konusu mal üçüncü bir
þahsýn elinde olsa ve tarih tesbit edilemese, o zaman dava konusu mal her ikisinin olur. Çünkü
Musannifin, «Zilyed •olan ve zilyed olmayan iki davacýnýn beyan ettiði tarihe hayvanýn yav-rusunun
yaþý uygun düþmüyorsa» sözü Kenz adlý eserdeki görüþten da-ha geneldir. Yine Kenz´in, «Her
ikisinin olur» sözü «Eðer onlardan biri-sinin elinde olmazsa» sözü ile de kayýtlýdýr.
Gûrer ve Mültekâ´nýn ifadeleri ise, «Eðer güçlük olursa, o takdirde dava konusu mal her ikisinindir.
Eðer her ikisine de muhâlifse, bâtýl olur» þeklindedir. Sârin, Mültekâ Þerhinde þöyle der: «Dava
konusu mal zilyede istihkak sebebiyle deðil terk için hükmedilir. Hidâye ve Kâfî adlý eserlerde de bu
görüþ tercih edilmiþtir.»
Ben derim ki: Davacýlarýn hayvanýn yavrusu için beyan ettikleri ta-rihin hayvanýn gerçek durumuna
uymamasý, yavrunun yaþýnýn tesbit edi-lememesi ile ayný nitelikte oluþunda þüphe yoktur. Nitekim
bu Tenvir, Dürer, Bahir ve diðer eserlerde açýk ifade edilmiþtir.
Ben derim ki: Þurunbulâlî, Hâkimin Kâfi adlý eserinden naklen ilk görüþün daha kuvvetli olduðunu
söylemiþtir. Çünkü iki delilden birisinin yalan olmasý kesindir. O zaman malýn mülkiyeti zilyede
terkedilir.
«Zeyd´den ilh...» Bu ifade elimizdeki nüshalarda böyledir. Ama bu-nun doðrusu, «Zilyed olmayan
davacýlardan birisi, o malýn kendi elinden gasbedildiðini iddia etse» þeklindedir.
Zeylâî ve Minah´ta þöyle denilmiþtir: Bir mal bir kimsenin elinde ol-sa dýþarýdan iki kiþi de ayrý ayrý o
malýn kendisinin olduðunu iddia etse-ler, birisi o malýn kendisinden zilyed tarafýndan
gasbedildiðine delil ge-tirirken, diðeri de o malý zilyede vedîa olarak verdiðine dair delil getir-se,
ikisinin davasý da eþit olduðundan o mal her ikisinin arasýnda yarý yarýya olmak üzere hükmedilir.
Zira vedîa da inkâr halinde gasb sayýl-maktadýr. Hatta onu tazmin ettirmek de gerekli olur.» Medenî.
«Þehâdette ilh...» Hasým eðer þahidin köle olduðunu ileri sürerse, o zaman þahidin, «Ben hürüm»
sözü kabul edilmez. Ancak hür olduðuna dair delil getirirse, o zaman hür kabul edilir. Fakat hasým
þahidi itham etmezse, o zaman, «Ben hürüm» demesi yeterlidir.
Birisi bir diðerine zina iftirasý atsa, sonra da iftira attýðý kimsenin köle olduðunu bu sebeple
kendisine had vurulmayacaðýný iddia etse, ona had vurulmaz. Ýftira atana had, ancak iftira atýlan
kimse hür olduðunu ispat ettiði zaman vurulur.
Birisi diðerinin elini kesse veya onu öldürse, katilin hýsýmlarý öldü-rülen kimsenin köle olduðunu
iddia etseler, o zaman öldürülen kimsenin vârisleri onun hür olduðunu ispat edene kadar tam diyet
veya kýsasa hükmedilemez. T.
«Elbiseyi giyen îlh...» Þeyh Kasým þöyle demiþtir: «Elbise, onun gi-yen kimseye hak ettiði için deðil
terkedilmek için hükmedilir. Hatta giyene terkedilmesi hükmünden sonra, eteðinden tutan kimse
elbisenin kendisi-nin olduðuna dair delil ikâme etse, elbise ona hükmedilir.» Þurunbulâliye.
«Eyere binmiþ olan ilh...» Nâtifî bu rivayeti Nevâdir eserlerinden yapmýþtýr. Zahiri rivayette ise, o
hayvan eyerin üstüne binenle terkisine binen arasýnda yarý yarýya taksim edilir.
Ben diyorum ki: Þu kadarý var ki, Hidâye ve Mültekâ´da olan ifade metinde olanýn aynýsýdýr. Ama
bunun aksine her ikisi de eyere binmiþ iseler, tek sözle o hayvanýn ikisinin olduðuna hükmedilir.
Gayet adlý eserde olduðu gibi. Ýþte bundan þu da anlaþýlmaktadýr ki, eðer bindikleri hayvan eyerli
deðilse, her ikisinin arasýnda ortaktýr. Þurunbulâliye.
«Yükünü yüklemiþ olan ilh...» Bu söz þu ifadeden kaçýnmak için konulmuþtur. Bir hayvana yük
yükleyen iki kimseden birisinin yükü çok, diðerininki az olsa, Meselâ, birisinin yükü bir batman,
diðerininki yüz batman olsa, bu hayvan iki kiþi arasýnda ortaktýr. Tebyîn adlý eserde de böyledir.
«Bir binada oturan iki adam ilh...» Ýnaye´de de böyledir. Bedîyiu´s-Sanâyi adlý eserde olan, Ýnâye adlý
eserde olanýn aksinedir. Bedâyiu´s-Sanâyi´in ifadesi þöyledir: «Eðer iki kiþi bir binayý iddia etseler,
birisi o evde ikâmet ediyorsa, ev ikâmet edenindir. Davacýlardan birisi binaya bir ek yapsa veya
orada bir kuyu kazsa, bina onundur. Ama böyle her-hangi bir ilâve yapmasalar, birisi binanýn
içinde, diðeri dýþýnda olsa, bi-nanýn ikisinin olduðuna hükmedilir. Ýkisinin binanýn içinde olmalarý
hali de yine böyledir. Zira gayri Menkûlün üzerindeki, Gayri menkûlün içinde bulunmakla sabit
olmaz. Onun sahibi ancak tasarrufla sabit
BÝR UYARI: Bedâyiu´s-Sanâyi´de þöyle denilmiþtir: «Herhangi bir þe-yin tasarrufunda bulunduðu
için davacýlardan birisinin mülkü olduðuna hükmedilirse, karþý taraf talep ederse onun yemin
etmesi gerekir. Eðer yeminden kaçýnýrsa, onun aleyhine hükmedilir. Þurunbulâliye.
«Bundan biliniyor ki ilh... » Yani serginin üzerine oturma meselesinden Zeylâî: «Yine her ikisi de o
serginin üzerinde otururlarsa, sergicinin ikisinin olduðuna hükmedilir. Ama bunun aksine iki kiþi
bir binada oturur ve her ikisi de benim diye iddia ederlerse, o binanýn onlarýn ikisi-nin olduðuna
hükmedilemez. Çünkü baþka bir adamýn tasarrufunda bu-lunma ihtimali vardýr. Ýþte bundan
biliniyor ki, o sergi bunlarýn dýþýndaki bir kimsenin elinde deðildir» demiþtir.
«Duvar, direkleri üzerine olanýndýr ilh...» Eðer duvarýn üzerinde biri-sinin bir veya iki kiriþi diðerinin
de duvar üzerinde üç veya daha fazla kiþi varsa, Nevâzil´de zikredilmiþtir ki, duvar, üç veya daha
fazla kiriþi olana hükmedilir. Üçten aþaðý kiriþi olana da kiriþlerini koyma hakký ve-rilir. Nevazil
sahibi, «Bu istihsânen böyledir» demiþtir. Bu istihsanî hü-küm de Ebû Hanîfe´nin görüþü ve Ebû
Yusuf´un son görüþüdür.
Ebû Yusuf, «Kýyasen duvarýn ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim edilmesi gereklidir» der. Ebû
Hanîfe de önce bu kýyasla hükmetmiþ, son-ra da istihsana dönmüþtür. Kâdýhân duvar ve yol davasý
bahsinde. Hâmi-dî de bu görüþe göre fetva vermiþtir. Böyle bir duvarýn tamiri gerekirse, duvarýn
üzerine kiriþini koymaya hak kazanan kimse kiriþinin yerini Hâmidiye´de de olduðu gibi alttan
kiriþine kadar tamir eder. Nitekim benim kanaatim de bu yöndedir. Sâyýhânî.
Sâyýhânî þöyle der: «Bezzâziyye´de, «Ýki kimse arasýnda ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisinin
duvar üzerinde bir yükü bulunsa, diðeri de eðer duvar taþýrsa bir öncekinin yüklediði yük kadar yük
yükleyebilir. Eðer duvar taþýmazsa yükünü koyan kimsenin dilerse yükünü kaldýrma-sýna, dilerse
yükünün bir kýsmýný kaldýrmasýna hükmedilir. Bu þekilde her iki durumda da aralarýnda adalet
saðlanmýþ olmaktadýr» denilmiþtir. Özetle.
Yine Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Ýki kimsenin ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisi duvarýn
üzerine bir kat çýkmak istese, ona engel olu-nur. Yine ortaklardan birisi duvarýn üzerine bir
merdiven koymak isterse, engel olunur. Ancak eskiden duvar üzerinde merdiveni varsa, engel
olunmaz.» Hâmidiye.
«Dört yandan bitiþik ilh...» Bir taraftan ortak bir duvara bitiþik ola-rak dört köþeli ek yapýlýrsa yeterli
olur mu? Zahiri rivayette dört taraf-tan bitiþik dört köþeli ek yapýlmasý þart ise de, Tahâvî´nin
rivayetine gö-re bir taraftan bitiþik olmasý da yeterlidir. Tahâvî´nin bu rivayeti daha da açýktýr. Eðer
böyle bir duvar üzerine taraflarýn her ikisi de delil getirirler-se, duvarýn ikisinin olduðuna
hükmedilir. Eðer davacýlardan yalnýz bir tanesi delil ikâme ederse, ona hükmedilir. Hâmidiye´den
özetle. Hâmiþ´te de böyledir.
Davacýlarýn her ikisinin duvarlarýna dört taraftan veya komþu olarak bitiþik olursa duvarýn ikisinin
olduðuna hükmedilir. Eðer duvar, birisine dört taraftan bitiþik diðerine de yapýþýksa, duvar dört
taraftan bitiþik ola-nýn sahibine hükmedilir. Ama bu duvar birisine dört taraftan bitiþik ve diðeri de
üzerine kiriþlerini koymuþ ise. duvarý bitiþik olan lehine hüküm vermek daha uygundur.
Duvarýn üzerinde birisinin kiriþleri bulunuyor, diðerinin de duvarla-rýna bitiþik bulunuyorsa, kiriþleri
bulunan daha uygundur. Molla Ali´nin yazýsýnda da böyledir.
«Birisinin kiriþi olsa ilh...» Molla Ali, þöyle demiþtir: «Birisinin kiriþ-leri altta diðerinin kiriþleri bir
tabaka üstte ise, o zaman kiriþleri altta olana hükmedilir. Çünkü altta oluþu onun tasarrufunun eski
olduðuna delâlet eder. Ancak bir tabaka yukarýya kiriþlerini koymuþ olanýn kiriþ-leri de kaldýrýlmaz.»
Ýmâdiye. otuz beþinci fasýl.
METÝN
Sahibinin rýzasý olmaksýzýn bir duvara konulan kiriþlerin kaldýrýlmasý-ný isteme hakký kiriþlerin
kaldýrýlmasýndan ibra edilmekle düþmez. Bu hak, kiriþlerin konulusu sýrasýnda anlaþma yoluyla
birþey vermekle de düþmez. Satým akdi ve af ile de sakýt olmaz. Çünkü kiriþlerin ne kadar
konulacaðý meçhuldür.
Bir kimsenin evini binasýnýn duvarýna kiriþlerini koyan kimseye ki-raya vermiþ olsa, yine kiriþlerini
kaldýrma isteðinde bulunma hakký düþ-mez. Bu konu Eþbâh´ýn sakýt olan haklarýn dönmemesinin
hükümleri bahsindedir.
Bir bina içerisinde iki dairesi olan kimse ile bir dairesi olan kimse, binanýn .avlusu, hususunda yol
gibi ortaktýrlar. Ama sulama hakký bina meselesinin aksinedir. Zira sulama hakký herkesin
topraðýnýn miktarýna göre verilir.
Zilyed olmayan iki kiþi bir toprak parçasýnýn zilyedi olduklarýna dair delil ikâme etseler, topraðýn
ikisinin olduðuna hükmedilir. Ýkisi yarý ya-rýya o topraða mâlik olurlar. Ama birisi zilyed olduðuna
dair delil getir-se veya ona tasarruf etse, onun zilyed olduðuna hükmedilir.
Bir kimse bir malýn mülkü olduðunu iddia etse, þahitler o malýn geç-miþ zamanýndan beri onun
mülkü olduðuna þahitlik etseler, þahitlikleri kabul edilir. Çünkü herhangi bir zamanda mülkiyeti
sahip olan bir þeyin mülkiyeti izale edecek bir þey bulunmadýðý takdirde, mülkiyetin devamý-na
hükmedilir. Dürer.
Ne söylediðini bilen bir çocuk, «Ben hürüm» dese, balið olan gibi onun sözü de kabul edilir. Ama o
çocuk birisinin zilyedinde olduðu halde baþka bir kimsenin kölesi olduðunu söylerse, bu .sözü
kabul edilmeye-rek o çocuðun zilyedin kölesi olduðuna hükmedilir. Çünkü o çocuk, ne söylediðini
bilmeyen çocuk gibi kölesi olduðunu söylediði kiþinin zilyed olmadýðýný ikrar etmiþtir.
Bu çocuk büyüse, hürriyetini iddia etse, hür olduðuna dair delil getirirse kabul edilir. Çünkü sabit
olmuþtur ki, hürriyet davasýnda çe-liþki, davanýn sýhhatine engel deðildir.
ÝZAH
«Bu konu Eþbâh´ýn ilh...» Bir kimse komþusundan duvarýnýn üzerine kiriþini koymak veya duvarýnýn
dibinde kuyu açmak için izin istese, o da verse, izin isteyen de bunlarý yapsa, daha sonra duvarýn
sahibi evi satsa, alan kimse kiriþlerin kaldýrýlmasýný veya kuyunun kapatýlmasýný iste-se, her ikisini
de yapabilir. Ancak eski ev sahibi evi satarken kiriþlerin kaldýrýlmamasýný veya kuyunun
kapatýlmamasýný þart koþsa, müþteri de bu þartlarý kabul etse, o zaman kiriþleri kaldýrma veya
kuyuyu kapatma isteðinde bulunamaz. Kâdýhân´ýn satým akdine giren meseleler babýnýn birinci
faslýndan. Bunun benzeri Bezzâziyye´nin kýsmet bahsi ile Eþbâh´ýn ariyet bahsinde de
bulunmaktadýr. Mesele ariyet bahsinde yeni-den gelecektir.
«Avlusu hususunda ilh...» Eðer hisseleri bilinmiyorsa, Minyetü´l-Müfti.
«Yol gibi ilh...» Yol, evdeki hisselerine göre deðil, evde oturanlarýn sayýsýna göre taksim edtlir. Ama
sulama hakkýnda, sulanacak arazinin sahiplerinin paylarý bilinmediði takdirde su, mülkte tasarruf
eden kiþiler sayýsýnca deðil, mülkte tasarruf oranlarýna göre taksim edilir.
PRATÝK BÝR MESELE:
Sâbât (iki duvar arasýndaki örtü) birisinin duvarýnýn üzerinde olsa, duvar yýkýlsa, kitap sahibi o
örtüyü asmanýn yine duvar sahibine ait ol-duðunu söylemiþtir. Zira örtünün konulmasý onun
hakkýdýr. Ebû Bekir Harezmî de bununla fetva vermiþtir. Yani yýkýlan duvarýn sahibinden du-varý
yeniden yapmasý istenir. Kasým bin Kutluboða´mn Duvar kitabýnýn üçüncü faslýndan.
«Sulama hakký ilh...» Bir binadaki on dairenin sahibi olan birisi ile ayný binadaki bir evin sahibi olan
diðer bir kimse, binanýn avlusu husu-sunda anlaþmazlýða düþseler veya birisinin elindeki elbisenin
bir kýsmýný tutan kimse diðeriyle elbise hususunda niza etse, avlu veya elbise iki-sinin arasýnda
ortak olarak taksim edilir. Zira þahitlerin çokluðuna iti-bar edilmediði gibi delillerin çokluðu da bir
tercih sebebi deðildir. Bura-da tasarrufun çok olmasýna da itibar edilemez. Bezzâziyye. Onüçüncü
fasýl. Bu açýklamadan anlaþýldýðýna göre, bu mesele eðer mülkün aslý meçhul ise böyledir. Mülkün
aslý biliniyorsa, meselâ o binanýn hepsi bir kimsenin olsa, sonra birkaç çocuk býrakarak ölse, o bina
çocuklarý ara-sýnda taksim edildiði gibi, avlu da herkesin hissesine göre taksim edilir.
«Topraðýn miktarýna göre ilh...» Arazi çoðaldýkça onun su ihtiyacý da artar o Zaman sulama hakký
da arazinin büyüklüðüne göre takdir edilir. Ama evin avlusundan yararlanma hakký bunun
aksinedir. Çünkü o yoldan geçiþ gibi mülkün çoðalmasýyla yararlanma çoðalacak birþey deðildir.
Zeylâî.
Avluda, þüf´â hakkýnda, taksim memuruna verilen ücret, zulmen alý-nan vergiler, âkile, batma
korkusuyla gemiden atýlan yüklerde insanla-rýn sayýsýna göre taksim yapýlýr. Þeyh Þâhin´in yazdýðý
da böyledir. Ebus-suud.
«Zilyed olmayan iki kimse ilh...» Minah ve Dürer´de de böyledir. Hidâye ve Zeylâî ile diðer kitaplarýn
ifadesine göre bu dýþtan olan dava-cýlarýn her ikisi de zilyeddir. Fusûleyn´de ise, «Her ikisi de malýn
kendi-sine ait olduðunu ve kendi elinde bulunduðunu iddia etse, Ýmam Muhammed, Asi adlý kitapta
zikretmiþtir ki, her ikisinin de delil ikâme etmeleri gerekir. Eðer delil ikâme edemezlerse, yemin
etmeleri gerekir. Zira her ikisi de davanýn kendi aleyhine yöneldiðini ikrar etmektedir. Zira onlar-dan
her biri zilyedin kendisi olduðunu iddia etmektedir. Bunlardan birisi delil getirse, onun zilyed
olduðuna hükmedilir, o davalý durumuna diðe-ri de davacý durumuna gelir. Her ikisi de delil
getirseler, o zaman dava konusu mal, her ikisi de zilliyeti isbat ettiklerinden her ikisine taksim
edilir. Gayr-i menkûldeki mülk davasýnda, ancak zilyedin davasý dinle-nir. Zilliyet davasýnda ise
zilyed olmayan münazaa ederse dava onun aleyhine kabul edilir. Bu durumda o, asýl maksadý
zilyedlik olmakla bir-likte bunun tebean gayri menkûlün mülkiyetine davacý sayýlmýþ olur.»
denilmiþtir.
Kifâye´de þöyle denilmiþtir: «Timurtaþî þöyle zikretmiþtir: Davacýlar-dan her biri diðerinden
kendisinin elinde bulunmadýðýna dair yemin et-mesini taleb etse, bunlarýn herbiri kesin yemin
ederler. Bunlarýn her iki-si yemin ettiklerinde karþý tarafýn elinde olmadýðýna dair yemin etseler, her
ikisinin de zilyed olduðuna hükmedilemez. Bunlarýn ikisi de hasýmýn davasýndan beri olurlar, dava
edilen mal da kime ait olduðu ortaya çýkana kadar bekletilir. Böyle bir yemin talebinde
bulunulduðunda her ikisi de yeminden kaçýnsalar, o zaman yarýsý birisine, yarýsý da diðerine
hükm-edilir. Bunlardan yalnýz bir tanesi yeminden kaçýnýrsa onun aleyhine hükmedilerek onun
zilliyetinde olana ötekine teslim edilir. Böyle dava edilen bir bina üçüncü bir kimse için delil teþkil
etmez».
«Zilyedin kölesi olduðuna hükmedilir ilh...» Kölelik ikrarýnýn zararlý bir tasarruf olduðu ve çocuktan
böyle bir ikrar sadýr olursa, buna itibar edilmeyeceði söylenemez. Çünkü biz burada bu hükmü
çocuðun sözü ile deðil, zilyedin muarýzý bulunmadýðýndan onun davasýyla tesbit ettik. Bir de, kölelik
ikrarýnýn zararlý olduðunu kabul etmiyoruz. Çünkü daha son-ra hürriyet davasý ile bu durum telâfi
edilebilir. Ýnsanda asýl olan hürri-yettir de denilmesin. Çünkü dava delilsiz kabul edilmez. Çocuðun
zilye-din elinde bulunmasý onun sözü zilyedin aleyhine kabul edilmesini ge-rektirmez. Bulunan bir
çocuk gibi. Çocuðu bulan kimsenin onun kölesi olduðunu iddia etmesi halinde sözü kabul
edilmemesi de böyledir. Zira biz deriz ki, aslýn üzerine ona muhalif olan bir delil arýz olsa, aslý ibtal
eder. Zilliyetin sübutu mülkiyetin delilidir. Bir de bulunan çocuk akýllýca konuþarak köleliðini ikrar
etse, hüküm asla muhalif olduðunu kabul et-meyiz. Eðer çocuk kendi adýna konuþup köleliðini ikrar
etmese, her yö-nüyle bulan kimsenin elinde deðildir. Çünkü bulan kimse yed-i emindir. Zeylâî. özet
olarak.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:25:57
NESEB DAVASI BABI
METÝN
Neseb konusuyla ilgili iddialar iki kýsma ayrýlýr. Birincisi, hamile býrakma iddiasý olup hamililiðin
baþlangýcýnýn davacýnýn mülkiyetinde meydana gelmesi demektir. Ýkincisi de hürriyet davasý olup
bu onun aksinedir. Birincisi daha önce olduðundan daha kuvvetlidir. Çünkü o. gebeliðin
baþlangýcýna dayanmaktadýr. Hürriyet davasý ise, yalnýz mevcut durumla ilgili bulunur. Bunun
açýklamasý ileride gelecektir.
Satýlan bir câriye, satýldýðý günün tarihi itibariyle altý aydan az bir zaman zarfýnda doðum yapsa,
satýcý cariyenin doðurduðu çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, o çocuðun nesebi
istihsanen satýcýya sabit olur. Çünkü onun annesi olan cariye satýcýnýn mülkü iken onu kan pýhtýsý
olarak almýþtý. Neseb davasý gizlilik üzerine bina edildiðinden ondaki çeliþki affedilir. Satýcýnýn
davasý sahih olduðu zaman satýlan cariye satan erkeðin Ümmü´l-veled olur ve satým akdi feshedilir.
Satýcý onun semenini geri verir.
Ümmü´l-veled; efendisinden çocuk doðuran cariye anlamýna gelir. Böyle bir cariye artýk satýlamaz.
Baðýþlanamaz. Efendisi ölünce de hür olur.
Þu kadarý var ki. müþteri satýcýdan önce çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, çocuðun
nesebi ona teslim edilir, cariyenin onun ümmü´l-veledi olduðu onun ikrarý ile sabit olur. Bazý âlimler
tarafýndan da müþterinin sözü þöyle yorumlanýr: Müþteri, aldýðý cariyeyi daha önce nikâhlamýþ.
Çocuðu dava etmiþ ve sonra da satýn almýþtýr.
Satýcý ile müþteri çocuðun kendisinin olduðunu iddia etseler veya müþteri satýcýdan sonra çocuðu
kendisinden olduðunu iddia ederse. o zaman neseb müþteriye tesbit edilemez. Çünkü onun
satýcýdan sonraki davasý, çocuðun hürriyet davasýdýr. Satýcýnýn davasý ile çocuk isteme davasý
olduðundan müþterinin davasýndan daha kuvvetlidir. Bu sebeple çocuðun nesebi satýcýya tesbit
edilir. Nitekim bu mesele yukarýda geçmiþtir.
Böyle bir çocuðun nesebi, annesinin ölümünden sonra dava edilesi halinde de yine satýcýya tesbit
edilir. Ama çocuðun ölmesi bunun aksinedir. Çünkü asýl dava konusu fevt olmuþtur. O zaman
annesinin ölümünden sonra satýcý çocuðu atýr, müþteri de cariyenin bütün semenini Ebû Hanîfe´ye
göre geri alýr. Ýmameyn´e göre ise, yalnýz kýymetten çocuðun hissesine düþeni geri alýr.
Müþterinin anne ve çocuðu beraberce azad etmesinin hükmü de onlarýn ikisinin beraber ölümü
gibidir. Burada müdebber kýlma sözleþmesi yapmak da azad gibidir. Çünkü tedbir de yine azad gibi
ibtali kabul etmez. Satýcý bütün imamlarýn ittifaký ile müþteriye yalnýz semenden çocuðun hissesine
düþen kýsmý geri verir. Mültekâ ve baþkalan.
Yine müdebber kýlma ve azad durumlarýnda Ebû Hanîfe´nin saðlam görülen görüþüne göre. satýcý
hem çocuðun hemde annesinin semenini müþteriye geri verir. Nitekim Kûhistanî ve Bürhan´da da
böyle zikredilmiþtir.
Dürer ve Minah´ta da Hidöye´den naklen annenin semeninin geri verileceði be´yan edilmiþtir. Kâfî´de
de Mebsut´tan naklen bunlara karþý çýkarýlarak geri verilemeyeceði beyan edilmiþtir.
Mevâhib´in ifadesi ise þöyledir: «Çocuðun annesi olan cariyenin azadýndan veya ölümünden sonra
satýcý onun kendi çocuðu olduðunu iddia ederse, nesebi ona sabit olur. Ýmam-ý Azam´a göre
semenin tamamýný müþteriye geri verir. Ýmameyn ise, yalnýz çocuðun semeninin geri verilmesine
hükmetmiþlerdir. Bazý âlimler tarafýndan ise azad da ittifakla cariyenin hissesini geri vermeyeceði
söylenmiþtir».
Yukarýdan beri zikredilen bu cariye, satýldýktan itibaren iki yýl sonra doðum yaparsa, satýcý bu
çocuðun kendisine ait olduðunu iddia etse, müþteri de onu tasdik ederse. müþterinin tasdiki ile
onun nesebi tesbit edilir ve o cariye sözlük anlamda satýcýnýn nikâhla Ümmü´l-veled´i olur. Zira, biz
burada satýcýnýn iþini salâh üzere yorumlarýz.
Yalnýz þu mesele kalmýþtýr: Bu cariye hamlin enaz süresi olan altý aydan çok ve iki yýldan az bir süre
içinde doðurursa ve satýcý bu çocuðu iddia ederse. müþteri onu tasdik ederse, bunun hükmü birinci
meselenin hükmü gibidir. Çünkü hamlin bey´den evvel olma ihtimali mevcuttur. Eðer müþteri
satýcýyý tasdik etmezse o çocuðun nesebi tasdik edilemez.
Satýcý ile müþteri böyle bir çocuk hakkýnda onlaþmazlýða düþmüþ olsalar, burada kabul edilebilir
söz, ittifakla müþterinindir. Delil de Ebû Yusuf´a göre müþterinindir. Ýmam Muhammed buna karþý
çýkmýþtýr. Surunbulâliye ve Þerh-i Mecma.
Efendisi, yanýnda doðum yapan cariyeyi satsa, onu alan müþteri de onu sattýktan sonra birinci
satýcý cariyenin çocuðunun kendisinin olduðunu iddia etse, hamilelik onun mülkünde iken
olduðundan çocuðun nesebi ona tesbit edilir ve satýþý da reddedilir.
Mecmâ´da þöyle denilmiþtir: «Eðer o cariye müþterinin yanýnda iki defa doðum yapsa, bu
çocuklardan bir tanesi satýþ tarihinden itibaren altý aydan az bir süre içinde, diðeri ise altý aydan
fazla bir zaman içinde doðsa. satýcý birinci çocuðun kendisinden olduðunu iddia etse, müþteri onu
tasdik etmese de çocuðun nesebi satýcýya tesbit edilir.»
ÝZAH
«Da´vetü sözü ilh...» Bu kelime dal harfi esre olunca, «Neseb, iddia etmek» üstün hareketi olunca,
«Yemeðe davet etmek» anlamýna gelir.
«Davacýnýn mülkünde ilh...» Nitekim bir kimse oðlunun cariyesi ile cinsi iliþkide bulunmuþ olsa
câriye de doðum yapsa bu kimse çocuðun kendisinin olduðunu iddia etse, onun câriye üzerinde
mülkiyet hakký doðduðu gibi çocuðun da azadý sabit olur. Ancak bu kimse oðluna cariyenin
kýymetini tazmin eder.
«Altý oydan îlh...» Bu cariye satým tarihinden itibaren en geç altý ayýn içinde doðum yaparsa, satýcý
bu çocuðun kendisine ait olduðunu iddia ettiði takdirde çocuðun nesebi ona baðlanýr. Ancak
Musannýf´ýn bu sözü satýcý ile satýcýnýn satýþ tarihi üzerinde ittifak etmeleri halinde geçerlidir. Eðer
tarih üzerinde görüþ ayrýlýðý varsa Tatarhâniye´de Kâfî adlý eserden naklen þöyle denilmiþtir:
«Satýcý, «Ben cariyeyi þu ayda sana sattým, doðurduðu çocuk bendendir» müþteri de, «Sen bana
satalý bir yýldan fazla zaman geçti, çocuk senden deðildir» deseler, burada söz hakkýnýn müþteriye
ait olduðunda görüþ birliði vardýr.
Satýcý ve müþterinin her ikisi de delil ikâme ederlerse. Ebû Yusuf´a göre delil de yine müþterinindir.
Ýmam Muhammed´e göre ise delil satýcýnýndýr. Beyyine Þarih bu meseleyi ileride, «eðer
anlaþmazlýða düþseler» konusu içinde zikretmiþtir.
Musannýf´ýn burada satýcýnýn davasý þeklinde kayýtlamasý, eðer bu eðer bu davayý bey´i deðil satýcý
deðil de oðlu açmýþ olsa, Müþteri de onu yalanlasa, satýcý ister oðlunu tasdik etsin, ister tasdik
etmesin oðlunun davasý bâtýldýr. Bu meselenin tamamý Tatarhâniye´dedir.
«Ýddia etse ilh...» Musannýf´ýn bu sözü iddia kelimesinin baþýna «fa» harfini eklemesinden de
anlaþýldýðý gibi, satýcýnýn doðumdan önceki davasý doðuma kadar bekletilir. Eðer kadýn çocuðu
canlý doðurursa, neseb sâbit olur. Çocuk canlý doðmazsa neseb sabit olmaz. Nitekim Ýhtiyâr´da da
böyledir.
Cariye birkaç kiþinin ortak malý olsa, cariyeyi birisi satýn alsa, carive doðum yapsa, ortak olanlarýn
hepsi o çocuðun kendisine ait olduðunu iddia etseler, Ebû Hanîfe´ye göre bu çocuðun nesebi
onlarýn hepsine sabit olur. Ýmameyn ise o çocuðun nesebinin ancak iki kiþiye sâbit olabileceðini
söylemiþlerdir. Ortaklar çocuðu iddia etmezlerse, Nazým adlý eserde olduðu gibi çocuðun nesebi
sâbit olmaz.
Musannýf´ýn mutlak ´ifadesinden anlaþýlýyor ki, müþteri eðer satýcýyý tasdik etmez ve satýcýya,
«Hamilelik cariye senin yanýnda iken olmamýþtýr» derse. dýþ görünüþün þahâdetiyle söz satýcýnýn
olur. Bunlardan hangisi delil getirirse, onun delili kabul edilir. Her ikisi de delil getirirlerse, Ebû
Yusuf´a göre müþterinin delili, Ýmam Muhammed´e göre satýcýnýn delili kabul edilir. Nitekim Mülteka
þerhi Minye´de de böyledir.
«Nesebi istihsânen sotýcýya sabit olur ilh...» Müþteri satýcýyý ister tasdik etsin, ister tasdik etmesin.
Nitekim Gûrerii´l-Efkâr´da da böyledir.
Musannýf´ýn satýcý kelimesini mutlak zikretmesi sebebiyle «satýcý» kelimesi müslim, zýmmî, hür ve
mükâtebi de kapsamýna alýr. Ben Ýhtiyâr´dan naklen böyle gördüm.
«Ýstihsânen ilh...» Kýyas´a göre deðil. Çünkü satýcýnýn cariyeyi satmasý, Ümmü´l-veled deðil cariye
olduðunu ikrardýr. Kýyâsa göre bakýldýðýnda satýcýnýn çeliþkiye düþmüþ olmasý gerekir.
«Onun Ümmü´l-Veled oluþu ilh...» Eðer câriyenin durumu meçhul olursa hüküm böyledir. Çünkü,
«Çocuðun kendisinden olduðu iddiasý» konusunda geçtiði gibi, bir kimse bir câriye ile zina etse,
cariye doðum yapsa müteakip de o cariyeyi satýn alsa, o cariye Ümmü´l-Veled olmaz. Eðer çocuðu
satýn alýrsa, çocuk azad edilmiþ olur.
Birisi anne veya babasýnýn cariyesi ile zina etse, cariye bu zinadan gebe kalarak doðursa, adam
helâl olduðunu sanarak zina ettiðini iddia etse, o çocuðun nesebi sabit olmaz. Ama o adam o
çocuða mâlik olursa, çocuk azad olur.
Þârih çocuðun kendisinden olduðunu iddia konusunda þöyle demiþtir: «Bir kimse anne veya
babasýnýn câriyesi ile zina ettikten sonra ona malik olsa, o cariye Ümmü´l-Veled´i olmaz. Zira ondan
doðan çocuðun nesebi sabit olmamýþtýr. Sâyýhânî.
«Ýkrarý ile ilh...» Satýcýnýn müþterinin iddiasýndan sonra davasý sahih olmaz. Çocuðun nesebi sabit
olduðundan o çocuðun neseb sübutuna ihtiyacý yoktur. Hem de, neseb davasý ibtali ihtimal kabul
etmez. Zeylâî.
«Çocuðun ölmesi bunun aksinedir. îlh...» Yani bu cariye, altý aydan az bir zaman içinde doðum
yapsa, asýl olan çocuðun ölümü ile cariye olan annesinde Ümmü´l-Veled´lik sabit olmaz. Çünkü
çocuk ölünce nesebe ihtiyaç kalmadý.
«Bütün semenini ilh...» Yukarýda da açýklandýðý gibi efendi Ümmü´l-Veledini satmýþ durumdadýr.
Ebû Hanîfe´ye göre, onun maliyeti akitte ve gasbta mütekâvvim deðildir. Bu yüzden müþteri onu
tazmin etmez. Ýmameyn´e göre ise, onun maliyeti takdir edilir ve müþteri onun kýymetine zamindir.
Hidâye.
«Kýymetten çocuðun hissesine düþeni ilh...» Anne ve çocuðun azad edilmesi ölümleri gibidir. Hatta
bir kimse, anne olan cariyeyi azad ettiði halde çocuðunu azad etmese, bu satýcý çocuðun
kendisinden olduðunu iddia etse, davasý sahih olur, o çocuðun nesebi ona sabit olur. Ama eðer bu
kimse anneyi deðil de doðurduðu çocuðu azad ederse, ölüm gibi satýcýnýn davasý ne çocuk ve ne
de câriye olan annesi hakkýnda geçerli olmaz. Minah.
«Çocuðun hissesine düþen kýsmýný geri verir ilh...» Eðer çocuðun annesi olan cariyeyi azad eder
veya onu müdebber statüsüne sokarsa.
«Annesinin semenini ilh...» Bu meselenin özeti þöyledir: Satýcý, annesinin hissesi olan semeni geri
verir. Ölüm ve azad halinde Ebû Hanife´ye göre yalnýz çocuðun hissesine düþen semeni geri verir.
Ýmameyn´e göre ise, her iki durumda da semenden yalnýz çocuðun hissesine düþeni verir.
Kâfi adlý eserde olan ifadeye göre ise, satýcý yalnýz azatta çocuðun geri verir. Çünkü azatta Ebû
Hanîfe´nin görüþü de Ýmameyn´in görüþü gibidir.
«Yine ilh...» Yani müdebber statüsünde ve azatta, demektir. Ölümü gelince ölümde de satýcý yine
anne olan cariyenin semenden olan hissesini Ebû Hanîfe´ye göre geriye iade eder. Nitekim bu
hususta Dürer´in sözü de delâlet etmektedir. Zira Dürer´de þöyle denilmiþtir: «Müþteri cariye olan
anneyi azad veya müdebber kýlsa Ýmameyn´e göre satýcý yalnýz onun semeni karþýlýðýný müþteriye
geri verir. Ebû Hanîfe´ye göre ise satýcý semenin hepsini sahih görüþünde olduðu gibi, müþteriye
iade eder. Nitekim ölümü de böyledir.» Hidâye´de de böyledir. H.
«Dürer ilh...» Mebsut´ta þöyle zikredilmiþtir: «Anne olan cariyenin hissesini deðil, ittifakla çocuðun
hissesini geriye verir. Bu görüþ ile ölümle azadýn arasý ayýrt edilir. Þöyle ki, hâkim, satýcýyý
kanaatinde yalanlamýþtýr. Zira hâkim o cariyeyi müþterinin azadlýsý saymýþtýr. Buna göre satýcýnýn
inancý bâtýl olmuþtur. Ölüm kýsmýnda ise yalanlama bulunmadýðýndan, satýcý kendi inancýyla
muâheze edileceðinden, anne olan cariyenin hissesine düþen semeni müþteriye geri verir. Kâfi´de
de böyledir.
Þu kadarý var ki, Zeylâî´de, Mebsût´un Ýfadesi rivayet edilerek tercih edilmiþtir. Zeylâî´de de bu
rivayete zýd olan ve Hidâye´den yapýlan nakli saðlam gördüðünü belirttikten sonra þöyle demiþtir:
«Müþteri cariye için yapýlan satým akdi bâtýl olmadan semenin tamamýný nasýl geri isteyebilir?
Burada onun azad tasarrufu. ibtal edilmediði için yalnýz çocuðun hissesini geri verir. Bu þöyle olur:
Semen anne olan câriye ile çocuðunun kýymetlerine göre taksim edilir. Annenin kýymeti kabz
günündeki deðerine göre belirlenir. Çünkü câriye, müþterinin dýmanýna nabzla girmiþtir. Çocuðun
kýymeti ise, doðum tarihindeki deðerine göre belirlenir. Çünkü onun kýymeti doðum ile meydana
gelir.»
«Onun nesebi tesbit edilir ilh...» Eðer neseb iddiasýný câriyenin azadýndan veya ölümünden sonra
yaparsa, çocuðun nesebi ona sâbit olur. Ama çocuðun nesebini yalnýz müþteri iddia ederse. bu da
sahih olur. Böyle bir davada, hamile býrakma (istilâd) satýcý ile müþterinin her ikisi de çocuðun
nesebini iddia etseler veya birisi diðerinden daha önce iddia etse, satýcýnýn deðil, müþterinin davasý
sahih olur. Tatarhâniye.
«Nikâhla ilh...» Cariye, satýþtan iki yýl sonra doðum yapsa, müþteri satýcýnýn çocuðu isteme iddiasýný
tasdik etse, çocuðun nesebi satýcýya baðlanýr. Bu, müþterinin satýcýyý o câriye ile evlendirdiði
anlamýna gelir. Eðer böyle bir deðerlendirme yapýlmazsa, o zaman satýcýnýn zina ettiðini kabul
etmek gerekir.
«Birinci meselenin hükmü gibidir ilh...» Yani çocuk altý ayla iki yýl arasýnda doðmuþsa, satýcý bu
çocuðu iddia ederse, müþterinin tasdiki ile neseb sabit olur. Satým akdi ibtal edilir ve câriyede
satýcýnýn ümmü´l-Veledi olur. Tatarhâniye.
«Hamlin satýþtan önce olmasý ilh... Yani. hamileliðin baþlangýcýnýn satýþtan önceye ait olmasý
muhtemel bulunduðu için hamileliðin en az ve en çok süresi arasýndaki doðum sebebiyle, satýcýya
neseb sabit olur. Tatarhâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bizim burada zikrettiklerimiz. eðer doðum tarihi
bilinirse geçerlidir. Eðer bu cariyenin satýþtan itibaren altý aydan önce veya ki yýldan sonra doðum
yaptýðýnýn bilinmemesi halinde bakýlýr: Eðer bu durumdaki çocuðu satýcý iddia ederse. onun iddiasý
ancak, müþterinin tasdiki ile muteber olur. Ama çocuðun nesebini her ikisi birden iddia ederlerse, o
zaman hiçbirisinin davasý sahih olmaz. Ama bunlardan birisinin iddiasý daha eski olursa;
müþterinin davasý daha eski ise, davasý sahih olur. Eðer satýcýnýn davasý daha eski ise, o zaman
hiçbirisinin davasý sahih deðildin» denilmiþtir.
METÝN
Böyle doðan bir çocukla nesebi kendisine baðlanan baba, kitabet yapsa, veya rehin verse veya onu
evlendirmiþ olsa, sonra bu çocuðun kendisinin olduðunu iddia etse, hüküm yine böyledir. Bu
tasarruflarýn hepsi reddolunur. Ama azad meselesi bunun aksinedir. Nitekim bu konu yukarýda da
geçmiþti.
Bir kimse, yanýnda doðan ikiz çocuklardan birisini satsa, müþteri aldýðý çocuðu azad etse, sonra
satýcý yanýnda kalan diðer çocuðun kendi çocuðu olduðunu iddia etse, her iki çocuðun da nesebi
sabit kýlýnýr. Müþterinin azadý ibtal edilir. Çünkü o aslen hür olmaktadýr. Çünkü o çocuklarýn her ikisi
de satýcýnýn mülkünde iken anne rahmine düþmüþlerdir.
Satýcý ikiz doðuran cariyeyi gebe olarak almýþ olsaydý, onun azadý ibtal edilmezdi. Çünkü onun
davasý hürriyet davasýdýr. Çünkü hamilelik onun mülkünde iken meydana gelmiþ deðildir. O zaman
dava yalnýz hürriyet davasýna tahsis edilmiþtir. Aynî ve baþkasý. Musannýf do bu durumu özellikle
belirtmiþtir.
Bundan sonra Musannýf þöyle der: Satýcýnýn davasýnýn düþmesinin þöyledir: Satýcý, o çocuðun falan
isimli kölesinin oðlu olduðunu ikrar ederse, onun davasý kesinlikle sahih olmaz. Müctebâ. Musannýf
bu hileyi kendi deyimiyle þöyle ifade etmiþtir: Amr ismindeki bir adam kendisinin veya bir diðerinin
yanýndaki çocuk için, «Bu gâib olan Zeyd´in oðludur demiþ olsa, sonra da o benim oðlumdur dese,
ebediyyen onun oðlu olamaz.
Fakat gâib olan Zeyd aksine, Ýmameyn, o çocuðun ikrar edenin olduðunu söylemiþlerdir. Zira neseb
davasý sabit olduktan sonra, artýk onun bozulma ihtimali bulunmaz. Ama yalanladýktan sonra tasdik
ederse, o zaman davasý sahih olur. Ýþte bundan dolayý adam yanýndaki çocuðun önce kendisinin
olduðunu söylese, sonra do kendisinin olmadýðýný söylese, onun inkâr ediþi sahih deðildir. Zira
ikrardan sonra inkâr etmekle, iddia sürekli olarak bertaraf edilmiþ olmaz. Bu sebeple ikinci defa
ikrara da ihtiyaç yoktur. O halde Ýmâdiye´nin ifadesinde Molla Hüsrev´in zannettiði gibi sehv yoktur.
Nitekim Þurunbulâliye´de bunu ifade etmiþtir.
Adam kendi oðlu olduðunu söyledikten sonra çocuk onu tasdik ederse, sözü doðrudur. Ama tasdik
etmezse, sözü doðru olmaz. Eðer çocuk yeniden tasdike dönerse, babanýn ikrarýnýn devamlýlýðý
dikkate alýnarak çocuðun tasdiki yararlý olur.
Baba ikrarýný inkâr ederse, oðlu onun ikrarý üzerine delil getirirse delili kabul edilir. Ama onun
kardeþi olduðunu ikrar etse, o zaman onun delili kabul edilmez. Çünkü bu baþkasýna olan ikrardýr.
PRATÝK MESELELER:
Bir kimse, «Ben falan kimsenin varisi deðilim» dedikten sonra, ayný adamýn varisi olduðunu iddia
ederek irsiyetin hangi yönden geldiðini beyan etse, iddiasý sahih olur. Zira nesebte çeliþkiye
düþmek affedilir.
Bir kimse bir diðerinin amcasý oðlu olduðunu iddia etse, dedesinin adýný zikretmedikçe iddiasý
sahih olmaz. «Ölen falan kimse benim oðlu olduðumu inkâr etti» diyerek delil getirirse, onun delili
kabul edilir. Zira ölenin ikrarý ile neseb sabit olur. Ancak bu dava varis veya alacaklý olan veya
ölene borçlu olan veya kendisine vasiyet edilen kimse hakkýnda ise kabul edilir.
Birisi bir diðerini hâkim huzuruna getirerek onda babasýnýn bir hakký olduðunu iddia etse, o adam
ister ikrar etsin, ister etmesin, adam nesebini hâkimin ve davalýnýn huzurunda delil ile isbat etmek
zorundadýr Ama adam diðerine, «Sende babamdan bana miras yoluyla intikâl eden þu kadar
olacaðým vardýr.» dese, davalý ikrar ederse, ona borcunu ödemesi emredilir. Bu babanýn aleyhinde
gýyabî ´bir hüküm de olmaz. Hatta baba sað olarak, gelse, borçlusundan malýný alýr. Borçlu da
oðluna rücû ederek verdiðini geri alýr.
Ama davalý inkâr ederse, oðuldan babasýnýn öldüðüne ve onun vasisi olduðuna dair delil istenir. Bu
hususta yemin yoktur. Sahih olan münkire davacýnýn onun oðlu olmadýðýna ve ölmediðine bilgisi
üzerine yemin teklif etmektir. Davalýnýn yemini üzerine davacýdan delil istenilir. Bu bâhsin tamamý
Câmiü´l-Fusûleyn´in yirmi yedinci faslýndadýr.
Bir çocuk bir kâfir ve bir müslümanýn elinde olsa, müslüman çocuðun kölesi olduðunu iddia etse,
kâfir de çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse, o çocuðun hür ve kâfirin oðlu olduðuna
hükmedilir. Çünkü kâfirin oðlu olmakla halen hürriyetine kavuþmaktadýr. Ýslâm´a ise gelecekte nail
olacaktýr. Þu kadarý var ki Ýbni Kemal bu çocuðun müslim olduðunu söylemiþti. Çünkü hüküm
darü´l-Ýslâm hükmüdür. Ýbni Kemal bu kesin kanaatini Tuhfe´ye nisbet etmiþtir.
Bir koca, kendisi ile karýsýnýn yanýndaki çocuðun kendi oðlu olduðunu, ancak annesinin baþka ´bir
kadýn olduðunu söylese, kadýn da o çocuðun kendi oðlu olduðunu, fakat babasýnýn baþka bir adam
olduðunu söylese, eðer ikisi beraber iddia ederlerse, çocuk her ikisinin olur. Eðer beraber iddia
etmezlerse, bu hususta Ýbni Kemal´in açýklamasý vardýr. Bu mesele çocuk eðer konuþamýyorsa
böyledir. Eðer çocuk konuþuyorsa çocuk kimi tasdik ederse, onun olur. Zira çocuðun ikisinin
yanýnda bulunmasý ve karý kocanýn beraber yaþamasý çocuðun ikisinin olduðunu ifade eder.
ÝZAH
«Kitabet yapsa ilh...» Bil ki. Hidâye´nin ifadesi de böyledir. Öyleyse birisi, yanýnda doðan bir köleyi
satsa, onu alan adam da bir diðerine satsa, sonra birinci satýcý o kölenin kendi oðlu olduðunu iddia
etse, çocuk onun olur. Sattým akdi bâtýl olur. Zira sattým akdinde bozulma ihtimali bulunur. Neseb
iddiasý ise bozulma ihtimalini kabul etmez. Bu yüzden sattým akdi bozulur.
Bir kimse almýþ olduðu köle ile kitabet yapsa veya rehin veya icâre veya dava konusu çocuðun
annesi olan cariye ile kitabet yapsa, re ve rehin veya icare verse. veya onu evlendirse, sonra onu
satýcý iddia veya yine bu muamelelerin hepsi bozulur. Çünkü bu sonradan köle üzerinde yapýlan
iþlemlerde gerektiðinde bozulma ihtimali vardýr. Bu durumda tümü nakzedilir ve dava sahih olur.
Ancak yukarýda geçtiði gibi âzad müdebber kýlma bunun aksinedir.
«Yanýnda kalan diðer çocuðun ilh...» Zira, beyiin davasý ikizlerin satmadýðýnda sahihtir. Çünkü
hamilelik iddiasý ve davanýn her ikisi de onun mülkündedir. O zaman onun nesebi sabit olur: Onun
nesebi sabit olunca, zaruri olarak satýlanýn da nesebi sabit kýlýnýr. Çünkü her ikisi bir sudan
yaratýlmýþtýr. O zaman müþterinin alýp azad ettiði diðer çocuðun azadý ibtal edilir. Ama eðer çocuk
tek olursa mesele bunun aksinedir. Bu bahsin tamamý Zeylâî´dedir.
«Aslen hür olmaktadýr ilh...» Çünkü insanlar aslý itibariyle hürdür. Ama azadla gelen hürriyet arýzî
bir hürriyettir.
«Satýcýnýn mülkünde anne rahmine düþmüþlerdir ilh...» Bu mesele. eðer çocuk bir olursa, onun
aksinedir. Zira onda müþterinin azadý, ibtal edilmez. Zira unun azadý batýl olsa, satýcýnýn iddiasý
yüzünden kasten batýl olmuþ olur. Bâtýl olan birþeyin ibtal edilmesi caiz deðildir. Ýkiz meselesinde
ise hürriyet satýlmayan ikizde sabit olmuþtur. Sonra da o hürriyet onun ikizine sirayet etmiþtir.
Çünkü bir takým þeyler vardýr ki, kasten sabit olmasa da zýmnen sabit olur.
«Gebe olarak almýþ olsaydý ilh...» O zaman müþterinin azadý ibtal edilmezdi.
«Ýbtal edilmezdi ilh...» Ekmel þöyle der: «Bu mesele þununla nakzedilir: Adam ikizlerden birisini
satýn alsa, diðerini de ayný adamýn babasý satýn olsa, sonunda bunlardan bir tanesi elinde olan
çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse, onlarýn ikisinin nesebi de iddia eden sabit kýlýnýr ve her
ikisi de azad olurlar. Dava yalnýz birisinin üzerine ihtisar edilmez.»
Bu bertaraf etmeye þöyle cevap verilir: Bu ancak baþka bir gerekçe ile olur. Elindeki çocuðun oðlu
olduðunu iddia eden kimse eðer baba ise, o zaman oðul kardeþine mâlik olmaktadýr. Eðer davacý
oðul ise baba, torununa mâlik olmaktadýr. Ki torunu azad edilir. Bu sebeple bu mesele diðerine
benzemez ve nakzetmez.
Bir kimsenin cariyesi ikiz doðursa, adam ikizlerden birini satsa sonra satýcýnýn babasý her iki
çocuðun da kendisinin olduðunu iddia etse, iddia eden babayý satýcý olan oðlu ile müþteri
yalanlasalar, o cariye kýymeti ile satýcýnýn babasýnýn Ümmü´l-veledi olur. Çocuklarýn her ikisinin de
nesebi sabit kýlýnýr. Satýcýsý elinde olan ikiz eþi azad edilir, fakat satýlan çocuk azad edilmez. Çünkü
onda açýk olan, müþterinin mülkünün ibtali vardýr. Ama neseb bunun aksinedir. Çünkü onda alan
adamýn bir zararý yoktur. Burada satýcý ile müþteri arasýndaki fark, davacý eðer satýcý olmuþ ise
neseb satýcýnýn davasýnda hamileliðin baþlangýcý onun mülkünde olduðu için sabit kýlýnýr. Ama
babanýn delili ise, «Çocuklar ve mallarý babanýndýr» hadis-i þerifidir. Babanýn bu delili yalnýz satýcý
olan oðlunun mülkünde gerçekleþir. Bu konunun tamamý Sâyýhânî´nin, Makdisî´den naklettiði
nüshadadýr.
«Tahsis edilir ilh...» Ama birinci mesele bunun aksinedir. Þöyle ki, hamileliðin baþlangýcý eðer
satýcýnýn mülkünde ise o zaman her ikisi de azad edilmiþ olur. Çünkü bu dava kadýný hamile
býrakma iddiasýna (istîlât) dayanmaktadýr. Ýstîlât davasýnýn gereði olarak ikisi beraber doðduklarý
için beraber azad edilirler. Çünkü aslen hürdürler. Böylece satýcýnýn aslen hür olan bir kimseyi
sattýðý açýða çýktýðý için müþterinin azadý ibtal edilir.
«Aksine ilh...» Ýmameyn buna muhâlefet ederek þöyle demiþlerdir: Gâib olan Zeyd o çocuðun kendi
oðlu olduðunu inkâr ederse, o çocuk ikrar edenin olur. Ama eðer Zeyd onu tasdik ederse, veya
yalanladýðý bilinmese, imamlarýn hepsine göre ikrar edenin davasý sahih olmaz. Dürer.
«Sabit olduktan sonra îlh...» Burada da neseb davasý ikrar eden kimse tarafýndan ikrar olunan
kiþiye sabit olmuþtur.
«Tasdik ederse ilh...» Burada Musannýf´ýn pratiðe yönelik açýklamasýnda bir kapalýlýk vardýr.
Dürer´in bu husustaki ifadesi þöyledir: «Ebû Hanîfe´nin bu meseledeki delili þudur: Neseb sabit
olduktan sonra artýk bozulma ihtimali bulunmaz. Ýkrar misli ile hakkýnda ikrar edilen kimsenin
hakkýyle ilgili bulunursa. reddedilemez. Eðer yalanladýktan sonra tasdik ederse, neseb ona sabit
olur. Çocuðun hakký da ona baðlý olur. O halde ikrar olunan kiþinin reddi ile nesebin sabit oluþu
reddedilemez. Bu açýklamalardan anlaþýldýðý gibi. Musannýf´ýn buradaki pratiðe yönelik açýklamasý,
ikrar olunan kiþinin neseble ilgili hakký üzerine hamledilir.
«Yok olmaz ilh...» Bu meselede eðer çocuk tasdik ederse. Ama eðer çocuk tasdik etmezse. o
zaman neseb sabit olmaz. Yalanlamasýndan sonra tasdik ederse, neseb sabit olur. Çünkü babanýn
ikrarý oðlunun tasdik etmemesiyle ibtal edilmez. Fusûleyn.
«Ýmâdiye´nin ifadesinde ilh...» Ýmâdiye´nin ifadesi þöyledir: «Adam çocuðun kendisinden olmadýðýný
söylese, sonra da çocuðun kendisinden olduðunu söylese, sahih olur. Çocuk bendendir ikrarýyla
neseb sabit olur. O halde onun inkâr etmesi sahih olmaz.» Ýþte Molla Hüsrev´in dediði gibi bu
ifadede sehv vardýr. Zira ifadede inkâr etmekten önce ikrar geçmemiþtir. Hâmiþ´te de böyledir.
«Molla Hüsrev´in söylediði gibi ilh...» Bu ifade olumsuz olanýn örneðidir. þurunbulâliye´nin ifadesi
de inkâr etmenin örneðidir.
Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Burada Ýmâdiye´nin ifadesinde sehv yoktur» Hâmiþ´in ifadesinin metni
þöyledir: Kanaatimce, «O çocuk bendendir» demesi halinde davasý sahihtir» þeklindeki üçüncü
cümle, nesebin sübutunun sýhhati için bir yarar saðlamaz. Çünkü baþlangýçta nesebi ikrar ettikten
sonra artýk inkâr etmekle bu konudaki hak ortadan kalkmýþ olmaz. Ýnkâr ettikten sonra da tekrar
inkâra ihtiyaç da yoktur.
«Dedesinin adýný zikretmedikçe ilh...» Ama kardeþlik davasý bunun aksinedir. Zira kardeþlik
davasýnda dedesinin ismini zikretmese de davasý sahih olur. Dürer´de olduðu gibi.
Bilinsin ki, kardeþlik ve davalýnýn ikrarýný gerektiren buna benzer davalarda, davadan önce mal
iddiasýnda bulunmazsa, davasý kabul edilmez. Velvâliciye´de þöyle denilir: «Adam birisinin ana
baba bir kardeþi olduðunu iddia etse, o da inkâr etse, o zaman hâkim davacýya miras nafaka veya
alýnmasý ancak nesebin isbatýna baðlý olan bir hakkýnýn bulunup bulunmadýðýný sorar. Böyle bir
hakký olduðunu iddia eder ve iddiasý da doðru olursa, hâkým o zaman nesebin isbatý için delilini
kabul eder. Eðer böyle bir hak iddiasý yoksa, o zaman aralarýnda husumet olmaz. Zira hiçbir hak
dava etmemektedir. Ancak sulbte ve rahimde iki kardeþ arasýndaki kardeþliði dava etmiþtir.
«Bir kimse diðerinin babasý olduðunu iddia etse, o da inkâr etse, davacý bunu isbat etse, isbatý
kabul edilir. Bunun aksi de böyledir. Her ne kadar bir hak iddia etmese bile. Eðer diðeri de ikrar
edense, sahih olur. O zaman hasým olur. Bunun böyle olmasý, çocuðun bir hak iddia etmesinden
dolayýdýr. Çünkü çocuk, babasýna nesebçe baðlanma hakký taleb etmektedir. Baba ise çocuðun
nesebinin baðlanmasýnýn þer´an kendi nefsine vâcip olduðunu iddia etmektedir. Rasûlullah (S.A.V.)
«Babasý olmayan birisinin nesebini iddia edene veya mevlâsý olmayan birisinin mevlâsý olduðunu
iddia edene Allah´ýn meleklerin ve bütün insanlarýn lânetî olsun» buyurmuþtur. Velvâliciye´den
özetle. Bu konunun tamamý onda ve Bezzâziyye´dedir.
«Alacaklý olan ilh...» Bu meselenin þekli þöyledir: Birisi, ölen bir kimse üzerinde alacaðý olduðunu
iddia etse, hâkim ona, alacaklý olduðunu isbatta yardýmcý olacak birisini nasbeder. Böylece o, ölen
kimsenin mirasýný iddia edenlere hasým olur. Bunun benzeri lehine vasiyet olunan kimse için de
söylenebilir.
«Davalý ikrar ederse ilh...» Davalý onun oðlu olduðunu ikrar ederse.
«Bilgisi üzerine ilh...» Yani bilgiyi inkâr etmek üzere yemin teklif edilir. Þöyle ki, «Sen o adamýn oðlu
olduðunu bilmediðine yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir.
«Oðlu olmadýðýna ve ölmediðine ilh...» Doðru olan. onun falan kimsenin oðlu olmadýðý üzerine
yemin teklif etmektir. Bu da ancak davacý ölümü isbat ederse mümkündür. Eðer ölümü isbat
edemezse, zaten ona yemin teklif etmenin bir faydasý yoktur. Ancak o zaman da ölümü bilmediðine
dair yemin teklif edebilir.
«Yirmi yedinci faslýndadýr ilh...» Doðrusu yirmi sekizinci fasýldýr. Hâmiþ´te de böyledir.
«Kâfir de çocuðun kendi oðlu olduðunu iddia etse ilh...» Mültekâ þerhinde, «Bu mesele, eðer kâfir
ile müslüman davayý ayný zamanda açarlarsa. metindeki gibidir. Ama eðer müslüman kâfirden önce
çocuðun kölesi olduðunu iddia ederse, çocuðun onun kölesi olduðuna hükmedilir. Eðer her ikisi
çocuðun oðullarý olduðunu ayný zamanda iddia ederlerse, çocuðun müslümanýn olduðuna
hükmedilir. Zira mezkûr çocuðun nesebinin müslimden gelmesine hükmetmek. onun Ýslâm oluþuna
hükmetmektir.» denilmiþtir.
«Ýslâm´a gelecekte ilh...» Zira. her akýllý için tevhit delilleri acýktýr. Bunun aksine müslüman onun
çocuðu, fakir de onun kölesi olduðunu iddia etseler. o zaman babasýna tâbi olarak çocuðun
müslüman olduðuna hükmedîlir. Ancak bu çocuða, elde etmekten âciz olduðu için hürriyet söz
konusu olmaz. Dürer.
«Ýbni Kemal bu çocuðun müslim olduðunu söylemiþtir ilh...» Ýbni Kemal´in bu sözlerinde bir görüþ
vardýr. Þöyle ki. anne ve babadan birisinin varlýðý ile çocuk için ülkeye itibar edilmez. H.
Ben derim ki: Lâkit bahsindeki zikredilenler buna muhâliftir. Þöyleki çocuðun nesebini bir zýmmî
iddia etse, o çocuðun nesebi zýmmî!f sabit olur. Ama oturduðu yere tabi olarak müslüman kabul
edilir. Biz bu meseleyi Velvâliciye´den Lakît kitabý bahsinde zikretmiþtik;
«Koca, kendisi ile kansýnýn yanýndaki ilh...» Yani, çocuk ikisinin de zilliyetinde olsa koca bunun
baþka kadýndan, karý da baþka kocadan olduðunu iddia etse çocuk ikisine ait olur. Musannýf bu
sözüyle, çocuðun, birisinin elinde olmasý halinden kaçýnmýþtýr. Zira Tatarhâniye´de þöyle
denilmektedir: «Eðer çocuk yalnýz kocanýn zilliyetinde ise veya kadýnýn zilliyetinde ise, bu iki halde
de kocanýndýr. «Musannýf burada her ikisinin de çocuðu bu baþkasýna isnad etmeleriyle
kayýtlanmasý, yine Tatarhâniye´de Mültekâ´dan nakledilen þu meseleden kaçýnmak içindir: «Bir
çocuk bir karý kocanýn zilliyetinde olsa, kadýn çocuðun kocasýndan olan oðlu olduðunu, erkek de
kendi oðlu olduðunu fakat baþka bir kadýndan olduðunu iddia ederlerse, çocuðun kadýnýn deðil,
kocanýn olduðuna hükmedilir. Ama daha sonra kadýn, çocuðu kocasýndan doðurduðuna dair bir
kadýn þahit getirse, o çocuk, o kadýnýn o erkekten olan oðlu olur. Bu þehadetle de kadýn kocanýn
zevcesi olmuþ olur. Eðer çocuk erkeðin zilliyetinde ve çocuðu iddia ediyorsa. kadýn o çocuðun o
erkekten kendi oðlu olduðuna hükmedilemez, çocuðun iddia eden erkeðin oðlu olduðuna
hükmedilir. Çünkü onun elindedir. Musannýf bu kayýtla yine, þu meseleden kalýnmaktadýr: Çocuk bir
erkeðin zilliyetinde olsa fakat onun çocuðu olduðunu iddia etmese, kadýn da o çocuðun oðlu
olduðuna ve kendisinin doðurduðuna dair delil ikâme etse. fakat babasýnýn ismini vermese, erkek
de o çocuðun kendi yataðýnda doðduðuna delil ikâme etse, fakat annesinin ismini vermese. o
çocuðun o kadýndan o erkeðin olduðuna hükmedilir. Burada el´e itibar edilerek tercih yapýlamaz.
Fakat bunun aksine, bir çocuk bir adamýn zilliyetinde olsa, zilyed ve bir baþkasý çocuðu iddia
etseler. o çocuðun zilyedin olduðuna hükmedilir.»
METÝN
Bir kimsenin satýn aldýðý cariye doðum yapsa, sonra o cariyede baþka birisinin hak sahibi olduðu
ortaya çýksa, eðer baba olan müþteri çocuðun nesebini iddia ederse onun husûmet günündeki
kýymetini borçlanýr ve çocuk hür olur.
Bu çocuk husûmetten önce ölse, çocuðun geri verilmesini engelleme durumu ortadan kalktýðý için
baba. hak sahibine karþý hiçbir þev ´borçlanmaz. Ölen çocuðun malý varsa, babasý ona mirasçý olur.
Çocuk kendisi prensip olarak hür kabul edilir.
Bu çocuðu, babasý veya baþka birisi öldürse, babasý öldüren kimseden kýymeti kadar diyet almýþ
olursa, her iki durumda da baba, hak sahibine karþý, çocuðun hayatta olduðu gibi, zamin olur. Eðer
baba diyet almamýþsa, hiçbir þeyi zamin olmaz. Fakat babasý kýymetinden az bir diyet almýþsa,
aldýðý diyet kadar zamin olur. Aynî.
Baba her iki durumda da hak sahibine ödediði kýymet kadarýyle satýcýya rücû ederek ödediðini
ondan geri alýr. Helâk halinde de hüküm böyledir. Yine ikinci müþteri çocuðu neseb iddiasýyla
istediði takdirde o çocuðun kýymetini öder. Ancak ilk müþteri ilk satýcýya teselli hediyesi (ukr) ile
deðil yalnýz semenle rücû edebilir. Mevâhib ve diðer eserlerde böyledir. Çünkü teselli hediyesini
ikinci müþteriden hak sahibi almýþtýr. Zira, ikinci müþteri murabaha bahsinde de geçtiði gibi
kadýndan faydalanmýþtýr. Ýstikâk meseleleri, çeliþkiye düþme meseleleri ile birlikte çoðu kazanýn
müteferrik meseleler bahsinde geçti Ýkrar bahsinde de ayrýca gelecektir
PRATÝK MESELELER:
Gizlilik hallerinde çeliþkiye düþme affedilir. Meselâ bir kimse, «Þu kýz benim süt kardeþimdir» diye
ikrar ettikten sonra yanýldýðýný itiraf etse yanýlma iddiasýnda tasdik edilir ve ayný kýzla evlenmesi
caiz olur.
Ölen kimsenin borçlusunun veya alacaklýsýnýn bir diðerinin de ölen kimseden alacaklý olduðu veya
borçlu olduðu þeklindeki davasý dinlenilmez.
Ancak ölen kimse hayatta iken bütün malýný bir yabancýya hibe ve teslim ederse, o zaman
alacaklýnýn bu davasý dinlenir. Çünkü o kimse zilyeddir.
Hakký bilen bir davalýnýn hakký inkâr etmesi caiz deðildir. Ancak ayýp davasýnda ispat edildiðinde
kendisinin satýcýya geri vermeye gücü yetebilecek durumda olunca inkâr edebilir. Bir de vasi, borcu
bilirse, davayý inkâr edebilir.
Delille birlikte yemin ancak üç meselede yemin teklif edilebilir. Bu þunlardýr: Ölen kimseden alacak
mebîin istihkak davasý ve kaçan kölenin davasý.
Ýkrar delil ile bir arada olmaz. Ancak dört mesele bundan müstesnadýr Vekâlet, vasiyetler, ölen
kimseden alacak dava etmek, müþteriden bir aynýn istihkâký, bir de kaçan köle davasý.
Bilinmeyen þey üzerine yemin teklif edilemez. Ancak altý durum müstesnadýr: Hâkim yetimin
vasisini veya vakfýn mütevellisinde þüpheli bir durum görürse, onlara yemin teklif eder. Bilinmeyen
birþeyin rehininde, hýrsýzlýk davasýnda, gasb ve vedîa verilenin hýyaneti davalarýnda da davalýya
yemin teklif edilir.
Davacý, davalý yemin ettiði takdirde, yemin etmez. Ancak bir mesele bunun istisnasýdýr. Bahýr´ýn
dava bahsinde yer alan bu mesele hakkýnda þöyle denilir: «Bu mesele hatýrda tutulmalýdýr.» Eþbâh.
Ben derim ki: O mesele þudur: Bir malý gasbedilen kimse, «Gasbedilen eþyamýn kýymeti yüz
dirhemdir.» dese, gasbeden de bilmediðini fakat onun kýymetinin yüz dirhem olamayacaðýný
söylese ve yemin etse, yemini tasdik edilir. Ancak eþyayý beyan etmesi de gerekir. Ama eþyayý
beyan etmezse, fazla olmadýðýna dair yemin teklif edilir. Sonra eþyasý gasbedilen de eþyasýnýn yüz
dirhem olduðuna dair yemin teklif edilir. Bundan sonra eþya ortaya çýkarsa, gasbeden kimse, aynýn
veya kýymetini ödemekte muhayyerdir. Hatýrda tutulsun Allah daha iyisini bilir.
ÝZAH
«Husûmet günü ilh...» Yani Þurunbulâliye´de olduðu gibi hüküm günü deðil. Musannýfýn «husûmet
günü çocuðun geri verilmesini engelleme günüdür» kavli de buna iþaret etmektedir. Bu bahsin
tamamý Þurunbilâliye´dedir.
«Hangi sebeple olursa olsun ilh...» Meselâ o kadýný evinin kira bedeli olarak almýþ olsa veya hibe,
sadaka ve vasiyet edilmiþ olsa. durum yine aynýdýr. Ancak, cariyenin cinsel yönünden yararlanmýþ
olan (maðrûr) kimse bu üç yolla elde ettiði cariyenin bedelini dönüp onlara tazmin ettiremez.
Ebussuud´da da böyledir.
«Mirasý babasýna kalýr ilh...» Ancak adam, hiçbir þeye zamin olmaz. Çünkü irs, çocuða karþýlýk
olmaz. O halde karþýlýk, çocuðun yerine kâim olmaz. Çünkü mirasçýlýðýn selâmeti, çocuðun hayatta
kalmasý gibi deðildir.
«Kýymet kadarýyla ilh...» Yani katil çocuðun babasýndan baþka birisi olursa. Ama katil çocuðun
babasý olursa. artýk nasýl rücû eder de kendi telef ettiði birþeyi satýcýdan alýr. Zeylâî, katil babadan
baþka birisi olduðu takdirde rücû edebileceðini, katil kendisi olursa rücû edemeyeceðini açýkça
söylemiþtir. Þurunbulâliye.
Zeylâî´nin bu açýk ifadesi üzerine þarihin, «her iki durumda» sözünün manasý babasýnýn çocuðun
diyetini kýymeti kadar olmasý suretiyle veya çocuðun kýymetinden az bir meblâðý kabzetmesi
þekilleridir. Veya, iki durumdan maksat, satýn alma ve evlenme durumlarýdýr. Nitekim Makdisî´den
de böyle nakledilmiþtir.
Sâyýhânî de þöyle der: «Sârihin ifadesindeki iki durumdan maksat, satýn alma ve evlenme
durumlarýdýr. O halde, satýn almasa da birisi ona hibe, sadaka veya vasiyet etse, cariye baþkasýnýn
istihkâký çýktýðý takdirde, hak sahibine çocuðun kýymeti kadar verdiðini onlardan alamaz.» Makdisî.
«Çocuðun kendisine ait olduðunu iddia ettiði takdirde ilh...» Zira ikinci müþteri de birinci
müþteriden baþkasýnýn hak sahibi olduðu cariyenin semeni ile çocuðun kýymetini alýr.
«Satýn alma ve evlenme durumlarýdýr. O halde, satýn almasa da birisi ona durumu bilmediklerinden
çeliþkiye düþseler, mazur sayýlýrlar. Zira onlardan herhangi birisi murisin veya vasiyet edenin veya
onu mütevelli eden kimsenin ne yaptýklarýný bilmemektedirler.»
Ankaravî´nin Dava bahsinde þöyle denilir: «Borçlu borcunu ödedikten sonra, muhâlea akdi yapan
kadýn muhâlen bedelini ödedikten sonra çeliþkiye düþmüþ olsalar, bunlarýn çeliþkisi affedilir. Ama
eðer kadýn muhâleadan önce kocasýnýn kendisini boþadýðýna dair delil getirse, koca da muhâlea
yaptýðýný ve kadýný muhâlea bedelinden ibra ettiðini söyleyerek delil getirse kocanýn delili kabul
edilir. Þu kadarý var ki. þöyle nakledilmiþtir: Bu kimse önce borcu ödemek için mühlet istese, sonra
da borçtan ibra edildiðini iddia etse, onun davasý dinlenmez.» Sâyýhânî.
«Câiz deðildir ilh...» Büyük zatlardan bazýlarý. «Bu meseleye mebîin istihkâkýný iddia eden de dâhil
edilir. Çünkü.´o da bir hakký inkâr etmektedir ki, isbat edildiði takdirde satýcýsýna rücû imkaný elde
etmiþ olur. Ýnkâr etmeyerek ikrar etse buna gücü yetmez. Yine vekâlet ve vasiliðin sabit olduðu do
iddia edilemez. Ancak inkâr eden hasmýn yuvasý karþý iddia edebilir. Ama eðer davalý vekâlet veya
vasiyetin þer´an sahih olmasý için sübutunu inkâr ederse, caiz olur. Bu da yine vesayet ile ayýp
davasýna dahil edilir. Vasiye varislerden birisi. ölen kimsenin üzerinde alacaðý olduðunu iddia
ederse, o zaman onun inkârý da sahih olur Zira onun hakký olduðunu ikrar etse, borcun hepsini
kendi hissesinden vermesi gerekir. Ýnkâr ettiði takdirde ise, deynin olduðuna deli? ikâme edilir. O
zaman borç hem onun, hem de diðerlerinin hissesinden ödenir.» demiþlerdir. Hamevî.
«Alacaklýnýn bu davasý dinlenir ilh...» Âlimlere göre icmaen, ölen kimse üzerinde alacak iddia eden
adam, vasi ve varisin talebi olmadan da, ölenden alacaðýný alýp almadýðý veya kimsenin onun adýna
ödeyip ödemediði veya kimsenin ondan kabzedip etmediði veya onu ibra edip etmediði veya o
borcun bir rehin karþýlýðý olup olmadýðý üzerine yemin; teklif edilir. Hülâsa, o halde hâkim yemin
taleb etmeden önce paranýn ödenmesine hükmederse, hükmü nafiz olmaz. Bu bahsin tamamý
Hâmidiye´nin Dava bahsinin baþlarýndadýr.
«Bir de kaçan kölenin davasýnda ilh...» Bunun þekli þöyledir: Birisi bir diðerinin kölesi olduðunu ve
yanýndan kaçtýðýný iddia ederek delil ikame etse, o kimseye delili ile birlikte yemin de teklif edilir.
Çünkü onun, satmýþ olmasý da muhtemeldir.
Ben, bu þerhin þerhi hususunda Fetih adlý eserden naklen þöyle bir ifade gördüm: «Bu kölenin þu
ana kadar senin mülkün olduðuna, senin mülkünden satýþla, hibe ile, veya baþka bir yolla
çýkmadýðýna ve senin kölen olarak kaçtýðýna yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir.»
«Ýkrar delil ile bir arada olmaz ilh...» Çünkü delil ancak inkâr edene karþý ikâme edilir. Bu prensibi
Eþbâh, Hâniye´den naklen Ýkrar kitabýnda zikretmiþtir. Bu prensipten kölenin kaçma meselesi
dýþýnda dört mesele daha istisnâ edilmiþtir. Ýstisna edilen bu meseleleri Eþbâh. Kaza ve Þehâdet
kitaplarýnda zikretmiþtir. Yalnýz beþinci meseleyi zikretmemiþtir. Belki. dört meselenin üzerine
beþinci meselenin haricinde bir mesele eklemiþtir. Ýfadesi ise þöyledir: «Delil ikrar eden bir
kimsenin üzerine ikâme edilemez. Ancak bir varis ölen adam üzerinde alacaðý olduðunu ikrar
ederse, o zaman haksýzlýða yol açmamasý için delil ikâme ettirilir. Bir de davalý vasâyetle ikrar etmiþ
olsa, vasi de delil getirmiþ bulunsa. o zaman davalýdan delil ikâme etmesi istenir. Bir de davalý,
vekâlete ikrar etmiþ olsa, zararýn def´i için vekil o vekâletini delil ikâme ederek isbat eder. Ýstihkâka
da müstehâkkýn aleyhhin ikrarý ile birlikte delil ikâme edilir ki, satýcýya rücû hakkýna sahip olsun. Bir
de çocuktan istenen bir hakla babasý hasým kýlýnsa, sonra babasý o hakký ikrar etse, yine davadan
çýkmaz. Onun ikrarýyla birlikte onun aleyhine delil ikâme edilir. Ama vasi bunun aksinedir. Bir de
hâkimin emini ikrar ettiði takdirde husûmetten çýkar. Ama vâris vasiyet olunan þahsa, murisin
vasiyet ettiðine dair ikrarda bulunsa, ancak ikrar ettiði malýn isbatý için delil de ikâme ettirilir. Bir
kimse diðerine bir hayvan kiralasa, sonra da bir diðerine kiralasa, birinci müstecir, kendisinin
kiraladýðýna dair delil ikâme etse, mal sahibî hazýr ve iddiasýný ikrar ederse, onun delili kabul edilir.»
Özette. Buna göre istisna edilen meseleler yedi olmaktadýr.
«Müþteriden bir ayýn istihkaký ilh...» Hak istenen kimsenin ikrarla birlikte delili de kabul edilir. Zira
satýcýnýn üzerine, hak istenilenin rücû hakký ancak bu þekilde saðlanabilir. Eþbâh sahibi böyle
zikretmiþtir.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:28:13
ÝKRAR KÝTABI
METÝN
Ýkrarýn dava konusu ile ilgisi þudur: Davalý, dava konusu olan þeyi ya inkâr veya ikrar eder.
Müslümanýn dürüstlüðüne uygun olan hakký ikrar etmesidir. O halde ikrar. müslüman ve muvahhid
olan kimsenin haline daha yakýn ve daha uygundur.
Ýkrar lügâtte, yerinde býrakmak, gerçekleþtirmek ve ispat etmek anlamlarýna gelir. Çünkü sabti olan
þeye, «o þey karar kýldý» denilir. Þeriatta ikrar bir bakýma baþkasýnýn kendi üzerindeki hakkýný haber
vermek yani daha önce mevcut olan bu hakký meydana getirmektir.
Musannýf´ýn, ikrarý bir baþkasýnýn kendi üzerinde olan hakký olarak kayýtlamasýnýn sebebi þudur:
Çünkü malý kendi þahsý için ikrar etmiþ olsa, o zaman ikrar deðil, dava olurdu.
Sonra Musannýf ikrarýn ihbar ve inþaya benzemesi ile ilgili pratik örneklere geçti. Ýhbar kabilinden
ikrar þöyle olur: Bir kimse yanýnda bulunan bir malýn baþkasýna ait olduðunu ikrar etse bu
geçerlidir. Böyle bir ikrardan sonra onun bir süre kendi mülkiyetinde kalan bu malý, sahibine teslim
etmesi gerekir. Eðer kendi yanýnda bulunan fakat baþkasýna ait olan böyle bir malý inþa kabilinden
ikrar etse o þahýs için yeni bir mülkiyet ihdas etmiþ olmaz. Bu ikrar sahih olmaz. Çünkü ikrar
sýrasýnda malýn mülkiyeti kendisinde deðildir. Eþbâh adlý eserde þöyle denilir: «Bir kölenin hür
olduðunu ikrar etse, sonra da onu satýn alsa. köle hür olur. Kölenin semenini de satýcýdan geri
alamaz. Veya bir binanýn vakýf malý olduðunu ikrar etmiþ olsa, sonra ayný binayý satýn veya miras
yoluyla almýþ bulunsa o bina vakýf olur. Böylece bu kimse kendi kanaatiyle müâheze edilmiþ olur.»
Mükrehin boþama ve azadý ikrar etmesi geçerli deðildir. Buradaki ikrar ihbar deðil, inþa olmuþ
olsaydý, ikrarý sahih olurdu. Çünkü inþâ mefhumu ihbardan geri kalmaz. Meselâ eþini daha önce
boþadýðýný haber vermekle. ikrah sýrasýnda boþamayý ikrar etmek farklý tasarruflardýr. Ticaret izni
olan bir kölenin elindeki bir mal ile müslümanýn þarapla veya kendi yarýsýný þuyu´lu olarak veya
kadýnýn þahitsiz olarak nikâhladýðýný ikrarlarý geçerlidir. Eðer inþa olsaydý, bu ikrarlar sahîh olmazdý.
Lehine ikrarda bulunulanýn, ikrara dayanarak belirli bir þeyi dava etmesi dinlenmez. Bununla da
fetva verilir. Çünkü ikrarda bulunanýn buradaki ikrarý ihbar olduðundan yalan olmasý ihtimali de
vardýr. Hatta ikrarý yapan yalan yere ikrarda bulunmuþ olsa, ikrar edilen þey, lehine ikrar yapýlana
helâl olmaz. Çünkü ikrar mülkiyet sebebi deðildir. Fakat ikrarda bulunan kimse bu malý kendi
rýzasýyla teslim ederse, o zaman hibe olur. En uygun olan da budur. Bezzâziyye.
Ancak mükarrünleh davasýnda, «Ýkrar olunan mal benimdir, çünkü o bana ikrar etti» dese, ikrarý
yapan da aynýsýný ikrar etmiþ olsa, o zaman icamen onun davasý dinlenir. Çünkü burada ikrar, malýn
vücubuna sebep olmamýþtýr. Ama lehine ikrar yapýlanýn davasýndan sonra ikrarda bulunan ikrarýný
inkâr ederse, yemin teklif edilir mi? Fetva, ikrarý üzerine yemin teklif edilmeyeceði þeklindedir.
Ancak mal üzerine yemin teklif edilir.
Defide ikrar davasý bütün âlimlere göre dinlenir.
Ýkrarýn ikinci þekli inþâdýr. Lehine ikrar yapýlan ikrarda bulunanýn ikrarýný önce reddetse, sonra da
kabul etse geçerli olmaz. Eðer bu ikrar ihbâr kabilinden olmuþ bulunsaydý geçerli olurdu. Ancak
kabulden sonra red ile ikrar reddedilmiþ olmaz.
Ýkrarda bulunan redden sonra ikrarýný tekrar etse, lehine ikrar yapýlan bunu tasdik etmiþ olsa, lehine
ikrar yapýlanýn o þeyi almasý gerekir. Zira bu baþka bir ikrar sayýlýr. Eðer sonra ikrarda bulunan
ikinci ikrarýný inkâr.etmiþ olsa, yemin teklif edilmez ve onun aleyhine delil de kabul edilmez.
Bedî þöyle demiþtir: «En uygun olan delilin kabulüdür. Ýbni Þýhne buna dayanmýþ, Þurunbulâlî de
ikrar eylemiþtir.»
Ýkrarla sabit olan mülk, helâk edilen fazlalýklarý kapsamýna almaz. O halde lehine ikrarda bulunulan
kimse, istihlâk edilmiþ olan fazlalýklara da mâlik olamaz. Eðer bu ikrar ihbâr olsa idi, mâlik olmasý
gerekirdi. Meselâ bir koyunu ihbar yoluyla ikrar eden kimse daha önce bu koyunun kuzusunu
istihlâk etmiþ olsa bile ikrar onu da kapsamýna alýr. Ancak kendi mülkiyetindeki bir koyunu inþa
yoluyla ikrar ederse, bu ikrar kuzuyu kapsamýna almaz.
Hür bir mükellef veya ticaretle izinli bir köle veya çocuk, belirli ve belirsiz bir hakký ikrar etseler,
ikrarlarý geçerlidir. Çünkü, ikrar edilen malýn bilinmemesi ikrara zarar vermez. Ancak ikrarda
bulunan sattým ve kira gibi bir sebep beyan etmiþ olsa, o zaman bilinmezlik zarar verir. Ama eðer
bunlarýn ikrarlarý bir ticaret malýnda olursa. geçerli olmaz. Zira ikrar ticaretin zaruretlerindedir.
Bunlarýn suç iþleme, kefâlet gibi ticaretle doðrudan baðlantýlý olmayan þeyler hakkýndaki ikrarlarý
geçerli olmaz. Ticaret, malý mal ile deðiþmektir. Mehir ise, malýn mal olmayan bir þeye deðiþimidir.
Suçlarda ise mübâdele söz konusu deðildir. Uykudaki kimse ile baygýn kimsenin ikrarý akýl
hastasýnýn ikrarý gibidir. Sarhoþun ikrarý ise ileride gelecektir.
Ýkrarda bulunanýn bilinmezliði ikrara zarar verir. Meselâ bir kimsenin «Senin birimiz üzerinde bin
dirhemin vardýr» demesi gibi. Çünkü burada borcu ödeyecek kimse bilinmemektedir. Ancak bu
kimse, «Senin benim ve kölemin üzerinde þu kadar alacaðýn vardýr» dese geçerli olur.
Lehine ikrar yapýlanýn bilinmezliði de eðer fahiþ olursa, ikrara zarar verir. Meselâ bir kimse,
«Ýnsanlardan birisinin benim üzerinde þu kadar alacaðý vardýr» dese, bu ikrara zarar verir. Ama eðer
lehine ikrar yapýlanýn bilinmezliði az olursa, meselâ, «Þu iki kiþinin benim üzerimde þu kadar
olacaðý vardýr.» dese, bu ikrara zarar vermez. Burada ikrarda bulunan beyan etmeye de zorlanamaz.
Çünkü davacý meçhuldür. Bahýr. Bu Dürer´de de nakledilmiþtir.
Yalnýz þu kadarý var ki, Dürer´de konu, anlaþýlamayacak derecede kýsaltýlmýþtýr. Nitekim. bunu
Azmizâde de beyân etmiþtir.
ÝZAH
«Baþkasýnýn kendisi üzerindeki hakkýný ihbardýr ilh...» Umulur ki, Musannýf´ýn bu ifadesi, «Falan
kimsenin falan kimse üzerinde bir hakký yoktur» þeklinde ibra ve deynin iskâtý ifadesiyle nakzedilir.
Halbuki bunlar da ihbardýr. Sadiye.
Ancak Musannýf´ýn bu tarifi þöyle anlaþýlmalýdýr denilebilir: Yani îkrarda bulunanýn baþkasýnýn
kendisi üzerindeki hakkýnýn ihbarý demek, yani o hakký vacib olmamasý demektir. Düþün.
«Bir vechile de ikrar, inþadýr ilh...» Sahih olan da budur. Bazý âlimler de ikrar inþadýr demiþlerdir.
Gelecek olan da bunun üzerine bina kýlýnýr. Þu kadarý var ki, Gayetü´l-Beyân´da, Üstürþüniye´den
naklen þöyle zikredilmiþtir: «Halâvanî Meþpayih îkrarýn mülkiyete sebep olup olmadýðýnda ihtilâf
etmiþlerdir. Ýbn Fazl iki mesele ile delil getirerek ikrarýn mülkiyete sebep olmadýðýný söylemiþtir.
Meselelerden birincisi þudur: Borçlu olan bir hasta, malýnýn hepsini bir ecnebiye varisleri icazet
vermeseler dahi, ikrar etmesi sahihtir. Eðer ikrar mülke sebep olmuþ olsaydý, o hastanýn sözü
varisler icazet vermediði takdirde ancak malýnýn üçte birinde geçerli olurdu. Ýkinci mesele de þudur:
Ticaretle izinli bir köle, elindeki muayyen bir malýn bir kimsenin olduðunu ikrar etmiþ olsa, o ikrarý
sahihtir. Eðer temlik olmuþ olsa, o mal o kimseye kölenin ikrarý teberru olurdu. Kölenin teberruu ise
sahih deðildir. Cürcânî de ikrarýn temlik etmek olduðunu söylemiþtir. Bu sözüne de birkaç
meseleden delil getirmiþtir. Bu meselelerden birisi þudur: Bir kimse hastalýðýnda varislerinden
birisine borçlu olduðuna ikrar etmiþ olsa, bu ikrarý sahih olmaz.» Özetle.
Yukarýda nakledilenlerden anlaþýlýyor ki, Musannýf ve Bahýr sahibinin zikrettikleri her iki görüþün
birleþtirilmesidir. Bu birleþtirmenin þekli ise her iki fýrkanýn da istidlâl ettiði meselelerin sabit
oluþudur.
«Kendi þahsý için ilh...» þahýs kendisinin bir baþkasýnda alacaðý olduðunu ihbar etmiþ olsa bu dava
olur. Ama eðer bir diðerinin bir baþkasý üzerinde alacaklý olduðunu ihbar ederse, bu da þahâdet
olur.
«Ýkrar deðil ilh...» Buna göre Musannýf´ýn tarifi vekil, veli ve benzerlerinin ikrarý ile nakzedilmez.
Çünkü bunlar þer´an asýllarýn yerine kâimdirler. Mülteka Þerhî.
«Ýkrarý sahih olduðu îçin ilh...» O zaman birisi elindeki malý bir diðer kimseden gasbettiðini ikrar
ederse, beyan etmesi için icbar edilir. Çünkü meçhul bir kýymeti ikrar etmiþtir. Eðer beyan etmezse,
o malýn malikinin daha fazla iddia ettiði üzerine yemin teklif edilir. Eðer yemin ederse, malikin iddia
ettiði ziyade sabit olmazsa, o zaman malik, gasbedilen malýn kýymeti üzerine yemin teklif edilir. O
zaman gasýbtan da malikin yemini ile isbat ettiði kýymet alýnýr. Malik bu kýymeti alsa, sonra da
gasbedilen mal ortaya çýksa, burada gasýb o malý almada veya o malý malikine iade edip ödediði
kýymeti almakta muhayyerdir.
Hâkim, Ebû Muhammed Aynî´den þöyle rivayet etmiþtir: Gasbedîlen malýn sahibine yemin teklif
edilmesi ve onun yemini ile isbat edilen kýymetin gasbedenden alýnmasý ancak onun inkârý ile sahih
olur.» Ebû Muhammed Aynî ayrýca þöyle de derdi: «Gasbeden beyan etmesi için zorlanýr. Eðer
beyan etmezse, hâkim ona gasbedilen malýn yüz lira kýymetinde mi olduðunu sorar. Eðer o hayýr
derse, elli midir? diye sorar. Eðer o hayýr derse, onun kýymeti yirmi beþ miydi? diye sorulur. Ta ki,
örfen o malýn en az kýymetine varýncaya kadar sorulur. O zaman onun son ikrar ettiðini vermesi
gerekir». Tatarhâniye, Ýkrar bahsi. müteferrik meseleler.
«Semenini de satýcýdan geri alamaz. ilh...» Çünkü onun ikrarý ancak ona mahsustur. Bir diðerine
geçmez.
«Ýkrara dayanarak Ýlh...» Çünkü yalanýn delili mevcut olup, o do zorlamadýr. Çünkü ikrar doðruluk ve
yolan ihtimali bulunan bir haberdir. Onun delâlet ettiði mananýn geri kalmasý caizdir. Minah.
«Ýhbar inþadan geri kalmaz îlh...» Ýnþanýn delâlet ettiði mananýn ihbardan geri kalmasý sahih
deðildir. Hâmiþ´te de böyledir. Zira inþanýn delâlet ettiði mana ihbardan geri kalmaz.
«Müslümanýn þarapla ilh...» Yani bir müslüman bir zýmmînin yanýnda þarabý olduðunu îkrar etse, bu
ikrarý sahih olur, hatta ona þarabý teslim etmesi emredilir. Eðer baþlangýçta ikrar temlik olmuþ
olsaydý, bu ikrar sahih olmazdý. Dürer´de. «Bu ifade iþaret ediyor ki, hamr mevcut ve kâimdir. Zira
müslümana hamrin bedelini vermek vacib deðildir. Bu mesele Muhit´te de ifade edilmiþtir»
Þurunbulâliye´de olduðu gibi.
«Ýkrarýna dayanarak ilh...» Yani lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunandan birþey iddia etmiþ olsa,
onun davasý dinlenmez. Çünkü ikrar, ikrar olunan þeyin lüzumuna sebep deðil, yalnýz ihbardýr.
Çünkü davalý dava konusu þeyi ikrar edenin ikrarýna dayandýrmýþtýr. Sanki vücubuna bir sebeb
olmadan ancak, «Bu þeyi karþý tarafýn ikrarý ile taleb ediyorum» demektir. Bu ise bâtýl bir sözdür.
Minah.
Buradan anlaþýlmaktadýr ki, muayyen birþeyi ikrara dayanarak dava etmektedir. Nitekim metnin açýk
ifadesi böyledir. Yoksa, ikrar ile ikrara dayanarak dava etmek deðildir.
«Ýkrarýný inkâr ederse ilh...» Alacak davasýnda eðer davalý, «Davacý benim olacaðýmý tam olarak
ödediðini ve delil getirdiðini ikrar etti.» dese, denilmiþtir ki. davalýnýn bu deyn davasý dinlenilmez.
Çünkü o, istihkak yolundan deyn davasýdýr. Deyn de ancak misli ile ödenir. Sonuçta bu mesele
kendi nefsi için deyn davasýdýr. O zaman istihkâk yolundan ikrar davasý olur ki, o da dinlenmez.
Mûhit ve Zâhire, Câmiü´l-Fusûleyn ve Fetâvâ-yý Kûdurî.
Câmiü´l-Fusûleyn´de yazýlanýn benzeri, Bezzâziye´de de mevcuttur Bezzâziyye de þu da ilâve
edilmiþtir: «Bazý âlimler tarafýndan bu davanýn dinleneceði söylenilmiþtir. Çünkü sonuçta mesele
deynin edâsýný kendi nefsinden def´tir. O zaman bir tarafta olmuþ oluyor ki, davasý dinlenir. Muhit´te
bunu zikretmiþtir.»
Þeyhülislâm þunu zikretmiþtir: «Eðer matlûb, davacýnýn iddia ettiði mal üzerinde bir hakký
olmadýðýna dair ikrarý üzerine delil getirse, eðer maruf bir kimseye ikrar etmemiþse dava reddedilir.
Yine miras malý olarak iddia etmiþ olsa, kendisinden istenen kimse de mürisin ikrar ettiðine dair
delil getirmiþ olsa, davasý reddedilir. Nitekim biz bunu zikrettik. Bu meselenin tamamý Muhit´tedir.
Hâmiþ´te de böyledir.»
«Defide ikrar davasý îlh...» Yani dava konusu malýn davalýnýn mülkü olduðu ikrar edilse. âlimlerin
çoðunluðuna göre bu dava dinlenir. Fakat alacaðýný tam olarak aldýðýný ikrar davasýnýn
dinlenmeyeceði bazý âlimlere söylenmiþtir.
Hâmiþ´te þöyle denilmektedir: «Defi yolunda ikrar davasýnýn sahih olup olmadýðýnda ihtilâf
edilmiþtir. Þöyle ki, davalý, davacýnýn iddia ettiði malýn davalýnýn mülkü olduðunu ikrar etmesi
üzerine delil ikâme etse, bu delili kabul edilir mi, edilmez mi? Bazý âlimler kabul edilmeyeceðini
söylemiþtir. Ama bu meselede âlimlerin çoðunluðunun sözü, delil ve davanýn kabul edileceði
üzerinedir.» Dürer.
«Sonra da kabul etse, geçerli olmaz ilh...» Ýnþâ kabilinden olan ikrarý lehine ikrar yapýlan kimse
önce reddetse.sonra kabul etse sahih olmaz. Bunun yeri þudur: Hak; hibe ve sadaka gibi bir kiþiye
ait olursa bu böyledir. Fakat satýn alma ve nikâh gibi iki kiþiye ait olursa o zaman sahih olmaz.
Burada Musannýf´ýn bu sözü mukayyet söyleyeceði yerde mutlak söylemiþtir. Bu meselenin þu
þekilde kayýtlanmasý gerekir: «Eðer ikrarda bulunan. ikrarý üzerinde ýsrar etmiyorsa» Lehine ikrar
yapýlan önce red, sonra kabul etse sahih olmaz. Çünkü aþaðýda da geleceði gibi lehinde ikrar
yapýlana bir þey yoktur. Ancak ikrarda bulunan ikrarýnda ýsrar ederse, lehine ikrar onun tasdikine
dönerse, o zaman alabilir. Sâyýhâni´nin yazýsý ile Hülâsa, adlý eserden þöyle bir nakil vardýr: «Birisi,
diðerine, «Sana bu köleyi bin liraya satmýþtým» dese, müþterî de, «Ben bunu senden olmadým»
dese, satýcý sussa, sonunda müþteri o mecliste veya ondan sonra, «evet ben senden aldým» demiþ
olsa, bu ikrar caiz olur. Yine nikâh ve iki kiþinin hakký olan þeylerde ikrar caizdir. Ama hibe ve
sadakada, redden sonra ikrar fayda vermez.
«Reddolunmaz ilh...» Çünkü kabulden sonra ikrarla malý onun mülkü olmuþtur. Malýn maliki olan
kimsenin husûmet olmayan bir yerde bu malýn kendisine ait olmadýðýný iddia etmesi geçerli
deðildir. Ancak taraflar yekdiðerinde kendisine ait bir hak olmadýðýný tasdik ederlerse bu geçerli
olur. Çünkü fasit satým akdi konusunda þöyle bir þey geçti: Birisi diðer birisinden iddia ettiði malýn
kârýný taleb etse, diðeri de onun bu talebini tasdik etse ve verse, sonra da ikisinin tasdikiyle kârýn
olmadýðý ortaya çýksa, bu sahih olur. Ýþte, sonunda gelen tasdik, önceki nakzý bozdu. Halbuki o kâr,
temiz ve helâl idi. Sâyýhânî.
«Helâk edilen fazlalýk hakkýnda ilh...» Musannýf´ýn bu sözü zahiri ile ikrar ile sabit olan mülkün
istihlâk edilmeyen fazlalýðý da kapsamýna aldýðýný ifade etmektedir. Halbuki bu da Hâniye´de olana
aykýrýdýr.
Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bir câriye ile çocuðu birisinin zilyedliðinde olsa, o cariyenin falan
kimsenin olduðunu ikrar etse, çocuk o ikrara dahil olmaz. Mukârrünleh eðer cariyenin kendisine ait
olduðuna dair delil ikâme ederse. o zaman çocuða da sahip olur. Bir kimse birisine, «Bu köle senin
cariyenin oðludur» dese, veya, «Bu kuzu senin koyunundur» dese kölenin veya kuzunun o adamýn
olduðunu ikrar etmiþ sayýlmaz. Bu þekilde düzeltilmesi gerekir. Hamevî. S.
«Malik olamaz ilh...» Bir kimse bir cariye alsa. o cariye bir çocuk doðursa, sonra o cariyenin
baþkasýnýn istihkâký olduðu delil ile sabit olsa, çocuk da annesine tabi olur. Ama eðer böyle bir
cariyenin baþka birisinin olduðunu kendisi ikrar etse, o çocuk annesine tabi olmaz. Aradaki fark,
delil ile çocuðu aslýyla birlikte hak etmesidir. Bundan ötürü de biz diyoruz ki, satýcýlar kendi
aralarýnda delil ile muamele yaparlar. Ýkrar bunun aksinedir. Çünkü onunla muamele yapmazlar. F.
Annenin birisine ait olduðuna hükmetmek, çocuðun da onun olduðuna hükmetmektir. Hayvan da
böyledir. Çünkü hüküm tam bir delildir. Ama ikrar bunun aksinedir. Cariyenin birisine ait olduðu
ikrar etmek, çocuðun do onun olduðunu ikrar etmek deðildir. Çünkü ikrar eksik bir delildir.
«Hür bir mükellef ilh...» Biliniz ki, ikrarýn þartý ikrarda bulunanýn âkýl ve balið yaný mükellef olmasý
ve ikrarýn istekle yapýlmasýdýr. Hür olmak ise, ikrarýn mutlak deðil, o anda nafiz olmasý için
þarttýr.´Bu sebeple had ve kýsas gibi töhmet olmayan þeylerde kölenin ikrarý derhal sahih olur.
Töhmet olan þeylerde ise, onun ikrarýnýn sahih olmasý. azadýndan sonraya tehir edilir.
Ticaretle mezun olan bir kölenin ticari muamelelerle ilgili ikrarý derhal geçerli olur. Ama mezun
kölenin cinayet, izinsiz olarak evlendiði kadýnýn mehri gibi ticaretten olmayan meseleler hakkýndaki
ikrarý azad edilmesinden sonraya tehir edilir. Ticarî konularda ticaretle izinli çocuk da köle gibidir.
Ama kefâlet gibi ticaretle ilgili olmayan hususlardaki ikrarýnda köle gibi deðildir. Haram bir içkiyi
kendi isteðiyle kullanma sonucu sarhoþ olan kimsenin ikrarý ancak ikrardan rücûu mümkün olan
zina ve þarap içme suçlarýný ikrarý geçerli olmaz. Eðer sarhoþluk mübah bir yolla olmuþsa ikrarý
geçerli deðildir. Minah.
«Ýkrarlarý bir ticaret malýnda olursa ilh...» Ticarete izinli köle küçük çocuk veya bunak kimse
ticaretle ilgili bir konuda ikrarda bulunurlarsa, bu ikrarlarý geçerli olur. Bunun cevabý. Musannýf´ýn
gelecekteki, «geçerli olur» sözüdür. Yani bunlarýn ikrarý o durum sebebiyle geçerli olur. Þümnî
þunu da ilâve etmiþtir: «Bunlarýn Deyn, vedîa, ariyet, müdârebe ve gasb gibi ticaretin
zaruretlerinden olan þeyler hakkýndaki ikrarlarý da geçerli olur. Ama mehir cinayet ve kefâlet gibi
ticaretin zaruretlerinden olmayan konulardaki ikrarlarý geçerli deðildir. Çünkü ticaret kapsamýna
göre muameleler izne tabi olurken, bu nitelikte olmayan muameleler izni gerektirmez.» Fettâl.
«Bilinmezlik ikrara zarar verir ilh...» Çünkü bir kimse bir þeyi falan kimseye sattýðýný veya
falancadan bir þeyi satýn aldýðýný yahut falancaya bir þeyi kiraya verdiðini ikrar etse, onun ikrarý
geçerli olmaz. Ýkrarda bulunan bu þeyi teslim etmeye de zorlanamaz. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.
Çünkü «yes» belirsizdir.
«Benim ve kölemin üzerinde þu kadar ilh...» Makdisî þöyle der: Burada kendisi ile kölesini birlikte
zikretmesi ikrarý belirli hale getirir. Çünkü kölesi üzerindeki þey, mana bakýmýndan kendisine döner.
Fakat bu da ancak o durumda gerekli olan þeylerde gerçekleþir. Meselâ, kölenin hür olmasýndan
sonra gerekli olacak konularda köle de yabancý gibidir. Bu durumda sanki «Benim ve Zeyd´in
üzerindeki þeyler» demesi gibi olur ki bu geçerli deðildir.
Hâmevî bunu Eþbâh´ýn hâþiyesinde zikretmiþtir. Fettâl.
«Ýkrarda bulunan beyan etmeye de zorlanamaz ilh...» Zeylâî buraya, «Ýkrarda bulunana hatýrlamasý
için emredilir. Çünkü ikrarda bulunan bazen hak sahibini unutabilir» sözünü eklemiþtir.
Gayetü´l-Beyân´da da, eðer lehine ikrarda bulunulanlar ayrý ayrý dava etmiþlerse, «ikrarda bulunana,
her biri için ayrý ayrý yemin teklîf edilir» sözü eklenmiþtir. Tatarhâniye´de Musannýf´ýn burada,
hâkimin her iki lehine ikrar yapýlan için, ikrarda bulunana ayrý ayrý yemin teklif etmesini
zikretmemiþtir. Bazý alimler. «Ýkrarda bulunan her ikisine de ayrý ayrý yemin eder» demiþlerdir. O
zaman hâkim dilerse önce hangisinin yemin edeceði hususunda kura çeker veya dilediði bir
þekilde yemin ettirir» denilmiþtir.
Ýkrarda bulunan her ikisine ayrý ayrý yemin ettiði takdirde üç durum ortaya çýkar: Eðer lehine ikrar
yapýlanlardan birisine, «Senin deðildir» diye yemin ederse, hâkim, kölenin diðer lehine ikrar
yapýlanýn olduðuna hükmeder. Eðer ikrarda bulunan her iki yeminden de kaçýnýrsa, o zaman hâkim,
köle ve kölenin çocuðunu her ikisi arasýnda yarý yarýya hükmeder. Bu meselede hâkimin ikrarda
bulunana ister ikisi için birden yemin teklif etsin, ister her biri için ayrý ayrý yemin teklif etsin durum
deðiþmez. Ýkrarda bulunan her ikisine de yemin ettiði takdirde, ikisinin davasýnda da beri olur.
Lehine ikrar yapýlanlarýn her ikisi de yeminden sonra sulh yapmak ve sulh yoluyla köleyi ondan
almak isteseler, Ebû Yusuf´un birinci görüþüne göre, böyle bir istekte bulunabilirler. Nitekim
yeminden öncesi için Ýmam Muhammed´in görüþü de budur. Ebû Yusuf daha sonra bu birinci
görüþünden dönerek, «yeminden sonra sulh yapmalarý caiz deðildir.» demiþtir. Fakihler Ebû
Hanîfe´den bu hususta bir rivayet olmadýðýný söylemiþlerdir.
METÝN
Bilinmeyen bir þeyin veya bir hakkýn, nakit para veya mislî þeylerden ceviz gibi kýymeti belirli olan
bir þeyle belirtilmesi gerekir. Fakat bunlarýn buðday tanesi veya ölmüþ hayvanýn derisi yahut hür
olan bir çocuk gibi kýymeti olmayan þeylerle belirtilmesi caiz deðildir. Çünkü kýymeti olmayan
þeylere beyan etmek, ikrardan rücû anlamýna gelir ki, bu da geçerli deðildir. Burada söz, yeminle
birlikte ikrarda bulunanýndýr. Çünkü o, inkâr eden durumundadýr. Lehine ikrar yapýlan ikrarda
bulunanýn ikrarýndan daha fazlasýný delilsiz iddia etse de hüküm deðiþmez.
Ýkrarda bulunanýn, «Falan kimsenin benim üzerimde malý vardýr» þeklindeki ikrarýnda, malýn
kýymetini beyan ettiði takdirde bir dirhemden aþaðýsý hakkýndaki beyaný tasdik edilmez. Eðer altýn
ve gümüþten olan büyük mal olduðunu ikrar ederse, zekât nisap ölçüsünden aþaðý beyanlarý esah
kâvle göre kabul edilemez. Ýhtiyâr. Bazý âlimler tarafýndan, eðer ikrarda bulunan fakir ise onun
hakkýnda hýrsýzlýðýn nisabý muteberdir denilmiþtir. Bu görüþ de «büyük mal» olarak düzeltilmiþtir.
Ýkrarda bulunan eðer üzerinde bir baþkasýnýn deve cinsinden büyük malý olduðunu söylerse, yirmi
beþ deveden aþaðý ikrarý tasdik edilmez. Zira deve cinsinde zekât nisabýnýn en aþaðýsý yirmi beþtir.
Zekât mallarýnýn dýþýndaki mallarda da ikrarda bulunanýn zekât nisabýnýn altýndaki bir kýymette olan
beyanlarý tasdik edilmez. Yine ikrarda bulunan üzerinde çok büyük mallar olduðunu söylemiþse, o
zaman da üç nisab miktarýndan aþaðý olan beyanlarý tasdik edilmez.
Ýkrarda bulunan, eðer bu büyük mallarý altýn ve gümüþ dýþýndaki mallar, olarak belirtse, o zaman da
onlarýn kýymeti, nisabýn en alt derecesinde takdir edilir.
Bir kimse kendisinde dirhemler olduðunu söylese, o zaman üç dirhemden aþaðý tasdik edilmez. Bir
kimse kendisi üzerinde çok dirhem veya dinar veya elbise olduðunu ikrar ederse on adetten aþaðý
beyanlarý tasdik edilmez. Çünkü on çoðul isimlerinin sonudur.
Bir kimse kendisinde herhangi bir dirhem (üstün ile) olduðunu söylese, mutemed kâvle göre bir
dirhemden aþaðý beyanlarý kabul edilmez. Fakat bunun esreli «dirhemin» þeklinde söylemiþse, yüz
dirhemden aþaðý olan beyaný tasdik edilmez.
Bir kimse kendisinde «dirhemcik» veya büyük bir dirhem olduðunu söylese, bir dirhemden aþaðý
beyaný tasdik edilmez. Burada muteber olan mutad tartýdýr. Mutad tartýnýn dýþýndaki ancak delille
sabit olur. Zeylâî.
Bir kimse. üzerinde «keza keza dirhemen» olduðunu söylese. beyanýnda on bir dirhemden aþaðýsý
tasdik edilmez. «Keza ve keza dirhemen» olduðunu söylese, o zaman da yirmi bir dirhemden aþaðý
beyaný tasdik edilmez. Zira, onun emsali «vav» ile yirmi birdir. Adam «vav»sýz olarak «keza»
kelimesini üç defa tekrar etse, o zaman on bir dirhemden aþaðýsý kabul edilmez. Çünkü onun
emsali yoktur, tekrara hamledilir.
Bir kimse «keza» kelimesini «vav» ite üç defa tekrar etmiþ olsa, yüz yirmi bir dirhem ödemesi
gerekir. Bundan aþaðý beyanlarý da tasdik edilmez. Ayný kelimeyi «vav» ile dört defa tekrar ederse,
bin adet artarak bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Eðer bu þekilde beþ tekrar ederse, o
zaman on bin ilâvesiyle on bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Altý defa tekrar etmiþ olsa, bu
sefer de yüz bin hem edilir. Eðer yedi kere tekrar ederse, bir milyon ilâve edilir. Tekrarlarda bu
þekilde ilânihâye emsale itibar edilir.
Bir kimse «falan kimsenin benim tarafýmdan veya benim üzerimde alacaðý vardýr.» demiþ olsa, bu
sözü borç ikrarý demektir. Zira «Üzerime» kelimesi gereklilik içindir, «tarafýmda» kelimesi de zamin
olma anlamýndadýr.
Bir kimse, «Benim üzerimde veya tarafýmda falan kimsenin bir þeyi vardýr» dedikten sonra ara
vermeden «vedîadýr» dese, sözü tasdik edilir. Ama eðer ara verirse, tasdik edilmez. Çünkü onun
susmasý ile önceki sözü kesinleþmiþtir.
Bir kimseye, «benim yanýmda veya beraberimde veya evimde veya cüzdanýmda veya sandýðýmda
bir þey vardýr» dese, örf ile amel edilerek emaneti ikrar ettiðine hükmedilir.
Bir kimse, «Bütün malým veya malik olacaðým her þey onundur.» dese, veya «Malýmdan veya
dirhemlerimden þu kadar onun içindir» dese o zaman ikrar deðil hibe olur. Hibenin sýhhati için de
teslim lâzýmdýr. Ama ikrar bunun aksinedir. Ama eðer, «Malýmda veya dirhemlerimde onun þu kadar
hakký vardýr» dese, o zaman da þirketle ikrar etmiþ olur.
Burada asýl kâide, ikrar ettiði malý kendi mülküne izafe ederse, yani, «Benim mülkümden þu kadarý
falan kimsenindir» derse, bu hibe olur. Bu geçen kâideye, «Benim evimde falan kimsenin malý
vardýr» sözü ters düþmüyor mu diye bir soru sorulabilir. Deriz ki, «Benim evimde» sözündeki izafe
mülk izafesi deðil, nisbet izafesi olmaktadýr. Yine, «Hudutlarý þunlar olan topraðým küçük
çocuðumundur.» dese, çocuk kabzetmese bile hibe olur. Çünkü o mal henüz babasýnýn elindedir.
Ancak babasýnýn söylediði mal taksimi kabil birþey ise o zaman onun ifraz yapýlarak kabzý þart olur.
Çünkü burada takdirî bir izafe vardýr. Bunun delili de. Musannýfýn, «Bir çok insan tarafýndan kendi
mülkü olduðu bilinen bir þeyi kendi mülküne izafe etmeden bir diðer kimseye ikrar etse, onun bu
sözü ikrar mý, yoksa mülkiyeti nakletme midir? Mülkiyeti nakletme olarak kabul edilmesi daha
uygundur. Çünkü herkes tarafýndan onun mülkü olduðu bilinmektedir. O halde onda temlikin
þortlarýna riayet edilmesi gerekir» sözüdür.
Bir kimse, birisine, «Benim senin üzerinde binim vardýr» dese, o da «Onu tartayým mý veya onu
nakit para olarak mý ödeyeyim veya bana mühlet ver veya ben sana ödedim ve sen beni ondan beri
ettin veya sen onu bana sadaka vermiþtin veya bana hibe etmiþtin veya ben seni Zeyd´e havale
etmiþtim» dese, bu sözlerin hepsi. o bin ile odamýn ona ikrar etmesi demektir. Çünkü bunlarýn
hepsinde zamir bine raci olur. Azmizâde. Eðer bunu söyleyen kimse alay yoluyla söylememiþse bu
kimse ona cevap vermiþ olmaktadýr. Eðer alayla söylemiþse ve þahitler de alay yoluyla söylediðine
þahâdet ederler ise. hiçbir þey ödemesi gerekmez.
ÝZAH
FER´Ý BÝR MESELE:
Musannýf, ikrarda bulunanýn genel anlamda yapacaðý ikrardan söz etmemiþtir. Bu Minah adlý eserde
zikredilmiþtir. Meselâ, bir kimse, «Benim elimde az veya çok miktarda bulunan köle veya metâ
yahut bana bildirilen yahut da bana nisbet edilen þeylerin hepsi falan kimseye aittir» diye genel
ikrarda bulunsa, bu ikrar geçerlidir. Eðer taraflar ikrar olunan malýn, ikrar sýrasýnda mevcut olup
olmadýðýnda ihtilâf ederlerse, söz ikrarda bulunanýndýr. Ancak, lehine ikrar yapýlan kimse, malýn
ikrar sýrasýnda ikrarda bulunanýn elinde olduðuna dair delil ikâme ederse, o zaman söz delili ile
birlikte lehine ikrar yapýlanýndýr.
Ýkrarýn geçerli olmasý için, lehine ikrar yapýlanýn bunu kabul etmesi þart deðildir. Ancak lehine ikrar
yapýlan ikrarý reddederse, ikrar konusu olan malý da red etmiþ sayýlýr. Hülâsa ve diðer birçok
muteber kaynaklarda bu hüküm açýkça belirtilmiþtir.
Musannýf, bu zikredilenlere dayanarak Kâdýhan ve Ýmâdiye´nin, «Gâib bir kimse lehine yapýlacak
ikrarýn geçerli olmasý, onun tasdikine baðlýdýr» sözlerini kapalý bulmuþtur. Sonra da Musannýf bu
kapalý ifadelere cevap vermiþtir. Remlî´nin cevabýnda da bundan söz edilmiþtir. Musannýf´ýn bu
konudaki cevabý þöyledir: «Ýkrarýn lüzum ifade etmesi ile geçerli olmasý ayrý þeylerdir. Buna göre,
ikrarýn geçerli olmasý, onun lehine ikrar yapýlanýn kabulüne baðlý olmasýna engel deðildir. Kabule
baðlý olan geçerli olma deðil, belki lüzum ifade etmesidir. Gâib lehine ikrar, hemen lüzum ifade
etmez. Bu yüzden ikrar baþkasýna da geçerli olur. Nitekim lehine ikrar yapýlan bakýmýndan da lüzum
ifade etmez. Onun ikrarý reddetmesinin geçerli oluþu bu yüzdendir. Ancak hazýr lehine yapýlan ikrar.
kabulden önce baþkasýna geçerli olmamasý için derhal lüzum ifade eder. Bu lüzum, karþý tarafý
baðlamadýðý için, lehine ikrar zum ikrarý reddetmesi mümkündür. Böylece ikrar her iki taraf için de
kabulsüz geçerlidir.
«Azmizâde ilh...» Azmizâde´nin açýklamasýnýn özeti þöyledir: «Dürer sahibinin, «Ýkrarda bulunanýn
beyan için zorlanmasý» ifadesi lehine ikrar yapýlanýn deðil, ancak ikrar konusu malýn belirsiz olmasý
ile ilgilidir. Çünkü Kâfi adlý eserde: «Bu meçhûl bir þeyi ikrar etmek olacaðý için bir anlam ifade
etmez» denilmiþtir. Beyana zorlamanýn yararý ise, ancak sahibi içindir. Çünkü hak meçhûldür.
«Bir þeyin veya hakkýn ilh...» Eðer ikrarda bulunan, «Ýkrarýmýzdan kastým, Ýslâm´ýn bir hakký idi»
derse, onun fasýlalý söylerse, geçerli olmaz. Ama ikrarla birlikte ara vermeksizin söylerse, geçerli
olur. Tatarhâniye ve Kifâye.
«Bazý âlimler tarafýndan, eðer mukýr fakir ise onun hakkýnda hýrsýzlýðýn nisabý muteberdir
denilmiþtir ilh...» Zeylâî þöyle demiþtir: «Saðlam olan þudur: Bazý âlemlerin bu ifadesi, ikrar edenin
zenginlik ve fakirlik hali üzerine bina edilir. Zira az bir þey fakire göre büyük olabilir. Bunun bir kaç
misli ise, rengine göre hiç de büyük olmayabilir. O halde bu görüþ þerhte olanla çeliþkilidir. Çünkü
ikiyüze ulaþan meblâð zekâtta büyük bir meblâð sayýlýr. Hýrsýzlýk ve mehirde ise on rakamý
büyüktür. O halde, burada ikrarda bulunanýn durumuna bakýlýr. Eðer zenginse zekât nisabý, fakir
ise, hýrsýzlýk nisabý esas alýnýr.» Nihâye´de de böyle zikredilmiþtir. Hýdâye´nin hâþiyelerinde de
Mebsût´a nisbet edilerek ayný hüküm mevcuttur. Þurunbulâliye.
Hâmiþ´te de, Zeylâî´den naklen þöyle denilir: «Uygun olan, Ebû Hanîfe´den rivayet edilene kýyasla bu
meselede ikrarda bulunanýn durumunun ölçü alýnmasýdýr.» Þurunbulâliye.
«Üç nisab miktarý ilh...» Yani, malýn hangi cinsinden ikrar etmiþse, o cinsin üç nisab miktarýndan
aþaðý beyaný kabul edilmez. Çünkü, çoðulun en küçük rakamý üçtür. Hatta, «Benim yanýmda
dirhemlerden çok mal vardýr.» dese, altý yüz dirhemden aþaðý tasdik edilmez. Bunun gibi hangi
cinsi söylesin, meselâ bir kimse, «Benim yanýmda deveden büyük mallarý vardýr» dese, sözünün
tasdik ve tediyesi için yetmiþ beþten aþaðýsý kabul edilemez.
«Onlarýn kýymeti ilh...» Yani, en aþaðý kýymetine itibar edilir. Çünkü en aþaðýsý yakýný olandýr. Zeylâi.
Yani, kýymet bakýmýndan nisabýn en aþaðýsýna itibar edilir. Ebussuud.
«On çoðul isimlerin sonudur ilh...» Yani, «aþeretü derahime (On dirhem) sonra da, «ahadi aþere»
«on bir» denilirse, o zaman ifade bakýmýndan «aþeretü derahime (on dirhem)» daha çoktur. Bu
yüzden de ona itibar edilir. Hidâye´de de böyledir.
«Mutemed kâvle göre ilh...» Zira, metinlerde geçen sözler, fetvâlarda geçen meselelere tercih edilir.
Þurunbulâliye. Tetimme ve Zahire´de, «Mukýr» keza dirhemen» dediði takdirde iki dirheme itibar
edilir. Çünkü keza kelimesi sayýlardan kinâyedir. Sayýlarýn en azý da ikidir. Çünkü «bir» adet
sayýlmaz. Onunla baþka bir sayý daha zikredildiði zaman adet sayýlýr. Muhtar þerhinde bazý âlimler
tarafýndan, «Keza dirhemen» dediði zaman, yirmi dirhem ödemesi gerekir. Kýyas da budur. Çünkü.
sayýlarýn en azý mürekkep deðildir. Bu «keza» kelimesinden sonra «derhem» kelimesi «Dirhemen»
þeklinde zikredildiðinden ondan önce zikredilenin mutlaka «ýþrune (yirmi)» kelimesi olmasý gerekir.
Bu itibarla, «keza dirhemen» dediði zaman yirmi dirhemden aþaðýsý tasdik edilmez ve en az yirmi
dirhem ödemesi gerekir» denilmiþtir.
«Ýkrarda bulunan «keza keza dirhemenû olduðunu söylemese ilh...» Yani «dirhemen» þeklinde
üstün Ýle söylerse, on birden aþaðý sayýlar için sözü tasdik edilmez. Ödemesi gereken de on bir
dirhemdir. Ama, «keza keza dirhemin» þeklinde esre ile söylese en aþaðý üç yüz dirhem kabul edilir.
Eðer, «keza keza dirhemen veya keza keza dinâren» demiþ olsa, her birisinden on birer tane
ödemesi gerekir. Eðer, «keza keza dinâren ve dirhemen» demiþ olsa, tümünden on bir öder. Yalnýz
þu var ki. taksim edilir. Altý dirhem, beþ de dinar þeklinde ihtiyâten taksim edilir. Bunun aksi de
olmaz. Çünkü maliyet bakýmýndan dirhemin kýymeti dinardan azdýr. Kýyas aslýnda her birisinden
beþer bucuk ödemesi þeklindedir. Ancak bu kimsenin ifadesinde küsûra delâlet edecek bir þey
bulunmamaktadýr. Bu bakýmdan yukarýdaki taksim tarzý dikkate alýnýr. Gâyetü´l-Beyan´dan özetle.
«Beþ defa tekrar ederse iIh...» Þârihin bu sözünde þu görüþ vardýr: Bine on bin ilâve edilmesi
gerekir. Halbuki þârihin öyle deðil. on bine bin eklemesi lâzýmdýr demesi gerekirdi.
«On bin ilâvesiyle ilh...» Aynî, bunu «uygundur» sözü ile birlikte nakletmiþtir. Þu kadarý var ki
Aynî´nin naklettiði açýk bir hatadýr. Çünkü on bin, bin ile vavsýz olarak terkib edilir ve «ahâde aþere
elfen (on bir bin)» denilir. O zaman onunla itibar edilen vav mümkün mertebe heder edilmiþ olur Bu
meselede ise vavýn heder edilmesi mümkündür. Çünkü «ahâde ve ýþrûne elfen» yani yirmi bir bin,
«miyetün ve ahâde ve ahâde ve iþrûne dirhemen» yine yüz yirmi bir dirhem, yukarý ile birlikte yirmi
bir bin yüz yirmi bir dirhem denilir. Yalnýz þârihin «altý defa tekrar ederse» sözü doðrudur. Sâyýhânî.
Þöyle ki, «kezâ» kelimesini vav ile birlikte altý defa tekrar etse, «miyetün elfin ve ahâde ve ýþrûne
elfen ve ahâde ýþrûne dirhemen» yani yüz yirmi bir bin yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. «keza
kelimesinin yedi defa tekrar ederse, o zaman da yirmi milyon yirmi bir bin ödemesi gerekir.
«Benim yanýmda veya beraberimde ilh...» Ben zannediyorum ki, Musannýf´ýn yaþadýðý tarihteki örf
böyle idi. Þimdiki örf ise, benim yanýmda veya beraberimde dediði zaman ikrar deðil, deyn
kasdedilir. Ancak fakihlerin zikrettikleri baþka bir gerekçe, bizim örfümüzde buna itibar
edilemeyeceðini ifade etmektedir. Sâyýhânî. Makdis´den naklen þöyle demektedir: «Zira bu yerler
(yanýmda veya beraberimde ve benzerleri ifadeleri) ikrar konusu malla ilgilidir. Deyn yeri deðildir.
Çünkü deyn insanlarýn zimmetinde olur. Nesne ise, yanýnda emaneten veya kefâleten bulunmasý
ihtimalini de taþýr. O zaman, «yanýmda, beraberimde, evimde» dediði zaman sözü emânete
hamledilir. Örf de buna þahâdet eder. Eðer, Ýtiraz yoluyla, «Benim üzerimde yüz vedîa deyn vardýr»
veya «Üzerimde yüz deyn vedîa vardýr» demiþ olsa, burada emanet tesbit edilemez. Halbuki emanet
bu iki sözün de edna derecesidir.» denilebilir. Bu itiraza þöyle cevap verilir: Ýki lâfýzdan birisi
emanete delâlet, birisi de deyne delâlet etse, mukýr bunlarýn ikisini bir arada zikretse, o zaman deyn
tarafý emanet tarafýna tercih edilir.»
Ama iki manayý ihtimal eden bir lâfýz bunun hilâfýnadýr.
«Ýkrar bunun aksinedir ilh...» Zira eðer ikrar olmuþ olsa, ikrar ettiði malý teslime ihtiyaç yoktur.
«Hibe olur ilh...» Zira, ikrar konusu olan þeyi kendi mülküne izafe etmesi, ihbar kabilinden olan
ikrara hamletmeye engel olur. Ýnþa olunca da hibe olur. O zaman hibede þart kýlýnan þartlar bunda
da þart olur. Minah.
Eðer bir kimse. «þahid olunuz, ben falan kimseye bin dirhem vasiyet ettim» ve «Falan kimsenin
benim malýmýn içinde bin dirhemi vardýr, onu da vasiyet ettim.» demiþ olsa, birincisi vasiyet, diðeri
ise ikrar olur. Bu konuda kâide þudur: Bir kimse vasiyetinde. «Benim evimin altýnda biri falan
kimsenindir» dese, bu vasiyettir. Ama eðer. «Benim evimde falan kimsenin altýnda bir hakký vardýr».
demiþ olsa, ikrar olur. Çünkü birincisinde evin altýnda birini yine kendi nefsine izafe etmiþtir. Eðer
temlik kastý varsa bu, vasiyet olur. Ýkincisinde ise, kendi evini baþkasýnýn olan altýda bire zarf
kýlmýþtýr. Onun evi o altýda bire zarf olur, eðer altýda bir bu vasiyetten önce o kimsenin mülkü ise, o
zaman adamýn ikinci sözü, ikrar olmuþ olur. Ama bunu ihbar kabul edersek, ikrar olur Ama eðer
inþa olursa, onun evi zaten o altýda bire zarf olmaz. Çünkü evin hepsi onundur. Bazýsý bazýsýna zarf
olmaz: Binaenaleyh, eðer adam «Falan kimsenin benim malýmdan bin dirhemi vardýr.» demiþ olsa,
eðer bunu vasiyet silsilesinde zikrederse, istihsanen vasiyet olur. Ama eðer «Falan kimsenin benim
malýmda bin dirhemi vardýr.» dese, o zaman ikrar olur. Nihâye´nin Vasiyet kitabýnýn baþýndan.
Buna göre Musannýf´ýn «hibe olur» sözünün anlamý, eðer vasiyet silsilesinde zikretmemiþse hibe
olur þeklinde anlaþýlmalýdýr. Bu asýlda ihtilâf vardýr. Nitekim Minah´ta da zikredilmiþtir.
Bezzâziyye ve diðer kitaplardan naklen þöyle bir ifade gelecektir: «Falan kimse üzerinde olan
deynim falanca adamýndýr» dediði zaman bu, ikrar olur. Biz bu meseleyi orada da açýkladýk.
«Evimde falan kimsenin malý vardýr ilh...» Bu ifadeye, onun evinde olan gündüzleri otlamaya
giderek geceleri evinin ahýrýnda kalan hayvanlar ile gündüzün dýþarýda çalýþarak gece evinde kalan
köleler de dahildir. Tatarhâniye´de olduðu gibi. Bu ifade ikrar sayýlýr.
«Hudutlarý þunlar olan topraðým küçük çocuðumundur ilh...» Çünkü, ondaki izafe, kendi
mülkündedir. Evet, Minah da Hâniye´den naklen bu ifadenin ikrar deðil temlîk olduðunu söylemiþtir.
Sonra da Müntekâ´dan bunun benzerini naklederek bu ifadenin ikrar olduðunu söylemiþtir. Þu
kadarý var ki Kýnye´den o ifadenin temlik olduðunu ifade eden þöyle bir ifade nakletmiþtir: «Babanýn
küçük çocuðuna kendi malýndan bir þeyi ikrarýnda kendi nefsine nisbet ederse, babýnýn o
konuþmasýndan anlaþýlan, o malý çocuðuna temlik etmesidir. Yok eðer, konuþtuðunda kendi
nefsine izafe etmezse, meselâ, «Evimin altýda biri veya þu evin altýda biri çocuðumundur» dese,
ikrar olmuþ olur.
Kýnye´de buna aykýrý bir ifade de vardýr. Minah sahibi þöyle demektedir: «Ben derim ki, fer´î
meselelerin bazýsýnda izafe ile izafesizlik arasýnda eþitlik iktiza eder. O zaman bu meselede bir hilâf
olduðu ifade edilmektedir. Ama küçük çocuðun meselesine gelince, kabzetmeden de ondaki hibe
sahihtir. Zira kabýz olmadan da babasýnýn elindedir. O halde çocuk meselesinde ikrar ile temlik
arasýnda bir fark yoktur. Ýkrarý da de temliktir, temliki zaten temliktir. Ama yabancý bunun aksinedir.
Yalnýz çocuðun meselesinde þöyle bir þey vardýr: Eðer adamýn çocuðuna vereceði þey taksimi
kabul eden mallardan ise, o zaman onda da yabancý gibi ikrar ile temlik arasýnda bir ayrýlýk olduðu
ortaya çýkar. Çünkü taksimi kabul eden þeyde taksim yapýldýktan sonra kabza ihtiyaç vardýr.»
Bundan sonra da Minah sahibi þöyle demiþtir: «Burada bir mesele vardýr ki çokça vâki olur. O
mesele þudur: «Adam bir diðerine ikrar etse ilh...» Þârih bu meseleyi özet olarak zikretmiþtir. "Özet
þöyledir: «Hudutlarý þunlar olan toprak çocuðumundur.» sözünde nakiller muhteliftir. Bu ikrar
mýdýr, hibe midir? Bunun özü þunu ifade ediyor ki, bir kimse çocuðuna böyle deyince, bu sözünden
kastý temlik oluyor ki, ikrar ile temlik arasýnda bir fark kalmýyor. Ancak o mal taksimi kâbil bir þeyse
o zaman oradaki fark ortaya çýkar. Bununla da kabzýn vacib olup olmayacaðý hususundaki ihtilâfýn
sonucu açýða çýkar. Öyle sanýyorum ki, þârihin kastý da Musannýf´ýn sonra zikrettiðine iþaret ederek,
her ikisinin arasýný bulmaktýr. Þöyle ki, adamýn çocuðuna söylediði sözün temlik olduðunu kabul
eden âlimlerin görüþü o malý mülküne izafe etmez de halk içinde onun mülkü olduðu bilinirse, o
zaman ona hamledilir. O halde, onda izafe takdir edilir. Bu söz ikrardýr diyen adamlarýn sözü de.
eðer halk arasýnda o malýn onun mülkü olduðu bilinmiyorsa, o zaman ikrar olduðuna hamledilir. O
zaman Musannýf´ýn yer meselesi geçen asl üzerine itiraz olarak varit olmaz. Çünkü, «Benim þu
hudutlarla çevrili topraðým çocuðumundur.» sözü, o topraðýn onun mülkü olduðu biliniyorsa,
takdiri izafeden ötürü hibe olmuþ olur. Aslýn iktiza ettiði gibi teslime de muhtaç deðildir. Çünkü
kendi elindedir.
«Ýkrar mý ilh...» Ben diyorum ki, Fakihlerin sözlerinden anlaþýlan, mukýr eðer ikrar ettiði veya hibe
ettiði malý kendi nefsine izafe ederse, hibe olur. Eðer o malý kendi nefsine izafe etmezse, hem hibe
hem de ikrar o ihtimali bulunur. O zaman, karinelerle amel edilir. Þu kadarý var ki, «Kendi nefsine
izafe ederse hibe olur» sözüne göre Necmü´l-Eimme Buhârî´den nakledilen, «Ýster malý kendi
nefsine izafe etsin, ister etmesin her iki halde de ikrardýr» sözü kapalý olur. O zaman fakihlerin
sözünün arasýnda muvafakât þöyle saðlanýr: Eðer mülk zahir ise temliktir. Eðer mülk zahir deðilse,
bakýlýr: Eðer ikrara delâlet edecek bir kârine bulunursa, ikrardýr. Yok eðer temlike delâlet edecek bir
karine bulunursa, temliktir. Düþün.
Biz de hâdiselerde bu kârineleri bulabiliriz. Remlî. Sâyýhânî, «Siz bu hususta mezhebimizde çok
görüþ olduðundan haberdarsýnýz. Meþhur olan, þârihin ifadesinde «asýl kâide þudur» sözüdür ilh...»
demiþtir.
Minah´ta da Sadi´den naklen þöyle denilmiþtir: «Babanýn kendinin malýndan çocuðuna bir malý ikrar
etmesi, eðer kendi nefsine izafe ederse temlik olur. Þârihin «Kendi malýndan bir nesneyi» ve «Kendi
küçük çocuðuna» ifadeleri, mahûd olana itibar edilmeyeceðine iþaret etmektedir Muteber olan,
kiþinin ifade tarzýdýr.»
Ben derim ki: Musannýf´ýn ifadesinde geçen «Benim evimde» sözü ile Hâniye´deki «Benimle bilinen
her mal veya «Bana nisbet edilen herþey falan kimsenindir.» sözleri de yukarýdaki ifadeyi teyid
etmektedir Çünkü bir kimsenin evinde olan veya bu kimse ile tanýnan mallar ve ona nisbet edilenler
halkýn birçoðu tarafýndan onun mülkü olarak bilinmektedir. Zira zilliyet ve tasarruf mülkiyetin
delilleridir. Alimler bu sözün ikrar olduðunu açýkça söylemiþlerdir. Hâmidiye´de de ikrar olmasýyla
fetva verilmiþtir. Sâyýhânî´nin bahsi de bununla teyid edilmektedir. Ancak toprak meselesinde
þârihin «hibe» tâbiri o meselede hibe ile ikrarýn arasýnda fark olmadýðý içindir. Ýþte bundan dolayý,
bu mesele Mültekâ´da çocuðun tarafýnýn gayrýnda zikredilmiþtir. Zira orada «Adam, «Benim þu
topraðým -Hudutlarýný zikrederek- falan kimsenindir.» veya «Hudutlarý þunlar olan yerim falan
çocuðumundur» dese o çocuk da küçük olmuþ olsa, bu kimsenin sözü geçerli olup, temlik ifade
eder» denilmiþtir.
«Ýkrar etmesi demektir ilh...» Yine, «Ben onu sana ödemeyeceðim.» veya «Vallâhi ben onu sana
ödemeyeceðim.» veya «Onu sana vermeyeceðim» gibi sözler de ikrar olur.
Hâniye´de, «Ben onu sana vermeyeceðim.» sözü ikrar olmaz. Eðer, «Borçlarýný bana havale et.»
veya «Borçlarýndan bazýsýný bana havale et» veya «Dilediðini bana havale et.» veya «Borçlularýndan
dilediðini bana havale et» demiþ olsa, bu sözlerin hepsi. borçlu olduðuna ikrardýr.» denilmiþtir.
Makdisî.
Makdisî´de þöyle denilmiþtir: Adam, «Sende olan bin liramý ver» demiþ olsa, o da, «sabret.» veya
«Ýleride alýrsýn» demiþ olsa, ikrar olmaz. Ama, «O ikisini inþaallâh tartarým.» sözü ikrardýr.
Bezzâziyye´de de þöyle denilir: «Bir kimse mal davasýnda, «Ben onu senden haksýz olarak
almadým.» demiþ olsa, ikrar olmaz. Ama, «Onu bana ne sebeple verdin?» dese, fakihler bu sözün
ikrar olduðunu söylemiþlerdir. Adam deyn müddeti dolmadan borçluyu hâkime götürse ve ondan
parasýný taleb etmiþ olsa, borçlu. «Bugün için sana ödeyeceðim birþey yoktur.» diye yemin etse,
yemini geçerli olur. Bu sözü de ikrar sayýlmaz. Fakih de bu sözü ikrar kabul edenlerin sözüne itibar
edilemez demiþtir» Sâyýhânî.
«Zamir bine râci olur ilh...» öyleyse sanki adam, «Bende olan senin bin liraný tartayým mý» demiþtir.
«Alay þeklinde söylememiþse ilh...» Sözün alay olup olmadýðý karinelerle bilinir.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 17:31:49
METÝN
Bir kimsenin «Sende bin alacaðým var» sözüne cevap olarak, diðeri bu iddia ile baðlantýlý
kurmaksýzýn; «Hesaplarýz» yahut «Ben tartarým» yahut da «senden baþka veya senden önce veya
sonra hiçbir kimseden ödünç para almadým» dese, bu sözler ikrar sayýlmaz. Çünkü bunlar karþý
tarafýn iddiasý ile baðlantýlý olmadýðý için ilk konuþulan söz gibi olurlar. Bu konuda kâide þudur: Ýlk
olarak söylenmeye deðil de iddiaya cevap niteliðindeki sözler ikrar sayýlýr. Ýlk söylenmeye elveriþli
olan veya hem ilk söylenmeye, hem de cevap almaya elveriþli bulunan sözler «Ýlk söylenmiþ» gibi
sayýlýr. Aksi halde kiþi, Þüpheli bir sözle mâlî yükümlülük altýna sokulmuþ olur. Ýhtiyâr.
Ýkrarda karþý tarafýn iddiasý ile baðlantý kurulmasý meselesi þu þekilde açýklanabilir: Eðer cevap
kendi baþýna bir anlam ifade ediyorsa, baðlantýnýn kurulup kurulmamasý konusunda o zaman
hüküm verilir. Fakat, cevap «evet» kelimesi gibi baðýmsýz deðilse o zaman mutlaka ikrar meydana
gelir. Meselâ: Bir kimse, «Benim þu kölemin elbisesini ver» veya «þu evimin kapýsýný aç» yahut «þu
evimi kireçle» dese, yahut da «þu atýmý eðerle» veya «þu atýmýn eðerini veya gemini bana ver»
demiþ olsa, o da «evet» demiþ olsa, bu evet demesi, köle, ev, binek ve ev ile ikrar demektir. Kâfî.
Eðer adam, «Benim senin üzerinde bin liram yok mu?» dese, o da. «Bela (evet)» demiþ olsa, bu bin
lira ile ikrar sayýlýr. Eðer olumsuz soruyu olumsuz þekilde cevaplamak anlamýnda kullanýlan «neam
(evet)» kelimesiyle cevap verirse, bu ikrar olmaz. Bâzý âlimler ise; «evet» anlamýna gelen deðiþik
kelimelerin kullanmasý sonucu deðiþtirmez, bunlarla da ikrar oluþur,» demiþlerdir. Çünkü ikrar,
arapçanýn incelikleri üzerine deðil, örfe göre yapýlýr. Örfte ise «belâ» ile «neam» arasýnda hiçbir fark
yoktur. Cevhere adlý eserde de böyledir. Konuþan bir kimsenin baþýyle iþareti; mal, azad, boþama,
satým, evlenme, kira ve hibe konularýnda ikrar sayýlmaz. Yalnýz fetvâ vermede, neseb kabulünde,
müslüman olma veya dinden çýkmalarda baþla iþâret ikrar kabul edilir. Ýhramdaki bir kimsenin av
hayvanýný iþareti. âlimin hadis rivayetinde baþýyla iþareti kocanýn boþama sýrasýnda kansýna üç
parmaðý ile iþareti de ikrar sayýlýr. Eþbâh.
Ýþâretin ikrar olduðu yerlerde yemin de iþarete ilâve edilir. Meselâ «Ben falan kimseyi istihdam
etmem veya sýrrýný ifþa etmem veya kendisinin bulunduðu yeri haber vermem diye yemin etmiþ
olsa, sonra da onlara iþaret etmiþ olsa, yemininden dönmüþ olur. Ýmâdiye. Konuþan bir kimsenin
iþaretinin geçersiz olduðu belirtilirken, dokuz yerde bunun muteber olduðuna da iþaret edilmiþtir.
Eðer bir kimse, vadeli bir borcu ikrar etmiþ olsa, lehine ikrar yapýlan da sürenin dolduðunu iddia
etse, ikrarda bulunanýn borcunu peþin olarak ödemesi gerekir. Þafiî´ye göre eðer ikrarda bulunan
vadesi dolmadýðýna dair yemin ederse, onun yemini kabul edilir. Ýkrarda bulunanýn vadeli bir borç
hususundaki ikrarý nasýl kabul edilmezse, elindeki bir kölenin baþka birisinin olduðu veya baþka
birisinden kiraladýðý konularýndaki ikrarý da kabul edilmez. Bu duruma göre vade ve kira
meselesinde delilsiz bir iddia bulunduðu için ikrarda bulunan tasdik de olunamaz. O zaman bu, her
iki meselede de lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunandan yemin taleb eder.
Ama ikrarda bulunan eðer siyah dirhemlerle ikrar ederse, lehine ikrar yapýlan do dirhemlerin
vasfýnda onu yalanlarsa, yukarýdaki meselenin aksine ikrarda bulunanýn yalnýz ikrar ettiði vasýftaki
dirhemleri ödemesi gerekir. Zira siyahlýk bir türdür. Vade ise, arýzidir. ancak þartla sabit olur.
Demek ki, nevide söz ikrarda bulunanýndýr. Örýzî þeylerde de söz lehine ikrar yapýlanýndýr. Nitekim
kefilin borcun vadesinde ikrarý kabul edildiði gibi. Çünkü söz vadede kefilindir. Zira vadeli borçta
vadeye kefâlet þartsýz olarak sabit olur.
Bir kimsenin örtülü bir cariye aldýðýný söylemesi kapalý paketiyle elbise almak gibi, bunun satýcýnýn
mülkü olduðunu ikrar etmesidir. Yine bunun gibi, bir malý almak için pazarlýk yapmak veya vedîa,
âriyet veya hibe olarak verilmesini istemek yahut kiralama talebinde bulunmak bu malýn zilyedin
mülkü olduðunu ikrar etmek anlamýna gelir. Bu muâmeleleri vekil aracýlýðý ile yapmak hükmü
deðiþtirmez. Bu durum, söz konusu malý artýk ne kendisine ve ne de baþkasýna vekâlet veya
vesâyetle dava etmesine engel olur. Çünkü aksi halde çeliþkiye düþmüþ olur. Ancak birisini bütün
davalarýndan ibrâ etse, sonra da vekâlet veya vesâyetle bunlarýn davasýnda bulunsa. çeliþki
bulunmadýðýndan davasý geçerli olur. Bunu Dürer de ikrar babýndan hemen önce zikretmiþtir.
Bunlar câmý adlý eserde de yazýlmýþtýr. Ancak Vehbâniye adlý eserin tesbiti bunun aksinedir.
Vehbâniye þârihi Þurunbulâlî, Vehbâniye´deki ifade ile Câmi´deki ifade arasýný þu þekilde
uzlaþtýrmýþtýr: «Bana þunu sat» derse, ikrar olur. Ama, «Bunu bana satar mýsýn?» dese, bu ikrar
olmaz. Bunu satýþ senedine yazýp mühürlemesi de teyid eder. Çünkü bunlarda onun mülkü
olduðunu veya mülkü olmadýðýný ikrar yoktur.
Adam, «Benim üzerimde falan kimsenin yüz ve bir dirhemi vardýr?» dese, hepsi yüz dirhem olur.
Yine, «Falan kimsenin benim üzerimde yüzü ve ölçülecek veya tartýlacak þeyi vardýr.» demiþ olsa, o
ölçek veya batman yüzü tefsir ettiðinden ona yüz lâzým gelir.
Bir kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve üç elbisesi vardýr.» demiþ olsa, hepsinin elbise olmasý
gerekir. Çünkü burada «üç elbise» kelimeleri yüzü tefsir etmektedir. Ýmam Þâfiî buna muhalefet
etmiþtir.
Biz deriz ki: Burada elbise kelimesi atýf harfi ile zikredilmemiþtir. Öyleyse burada tefsir her ikisine
de irca edilir. Çünkü her ikisinin de tefsire ihtiyacý vardýr.
Bir kimse, «Benim ahýrýmda falan kimsenin bir hayvaný vardýr.» dese, yalnýz hayvaný ödemesi
gerekir. Çünkü burada asýl kâide þudur: Zarf olmaya lâyýk olan her þey onu nakletmek mümkün ise,
içindeki ile birlikte verilir. Eðer nakli mümkün olmayan bir þey ise, yalnýz mazrufun ödenmesi
gerekir. Ýmam Muhammed buna muhâlefet etmiþtir. Ona göre, her ikisini de vermesi gerekir. Çünkü
ona göre gayr-i menkulün de gasbý tasavvur edilir.
Ýkrar edilen þey zarf olmaya uygun deðilse, yalnýz birincisini verir. Meselâ bir kimse, «Falan
kimsenin bende dirhemde bir dirhemi vardýr.» dese, dirhem dirheme zarf olmayacaðý için bir
dirhem vermesi gerekir.
Ben derim ki: Bunun ifade ettiði þudur: Bir kimse. «Falan kimsenin benim yanýmda, çadýrda bir
hayvaný vardýr» dese, hayvaný çadýr ile birlikte ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin benim
yanýmda dirhemde bir elbisesi vardýr» derse, yalnýz elbiseyi ödemesi gerekir. Ben bunu görmedim.
Araþtýrýlsýn.
ÝZAH
«Geçmiþle baðlantýlarý olmadýðýndan ilh...» Yani bunlarýn geçmiþle baðlantýlarý taayyün etmemiþtir.
«Asýl kâide þudur: Ýlk olarak söylenmeye deðil, cevaba uygun olan her kelime ilh...» Yukarýda gecen
sözler gibi, Kâfi´nin ifadesi bundan sonra, Minah´ta olduðu gibi þöyledir: «Eðer iddia ile baðlantý
zikredilirse, karþýdakine cevap vermiþ olur. Eðer baðlantý zikredilmezse, ya cevap olmaz veya hem
cevaba, hem de ilk olarak söylenmeye uygun olur. O zaman da kelâma þüphe girer, ikrarda da
þüphe olmaz.
«Cevap olur ilh...» Meselâ, yüz dirhem üzerine mahkeme edilseler ikrarda bulunan «ben onu sona
ödedim» veya «sen beni ondan ibra ettin» dese, bu bir ikrar olur.
«Ben falan kimseyi istihdam etmem ilh...» Yani, bu sözüyle onun hizmetine iþaret etmektedir.
Hâmiþ´te de böyledir.
BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ :
Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Terekenin taksiminden sonra, varislerden bazýsý, ölen kimseden
olacaðý olduðunu iddia etse, bu iddiasý kabul edilir. Çünkü mirasýn taksimi, borçlardan ibra
anlamýna gelmez. Burada varisin hakký baþkasýna baðlý deðildir. Onun taksime razý olmasý tereke
ile iliþiðinin kesildiði ikrar anlamýna gelmez. Ancak bunun aksine varislerden birisi terekeden belli
bir malý iddia etse, taksimden sonra onun iddiasý dinlenmez. Çünkü onun hakký þekil ve mana
bakýmýndan terekenin bütünü ile ilgilidir. O halde taksim onun hakkýný terekeden kesmiþ olur. Zira
taksim, artýk terekeden belirli bir malýn ona ait olacaðýný gösterir. Bezzâziyye.
«Þartsýz olarak ilh...» O halde vade, kefâletin bir nevidir. Vade ile kefâlet, kefâletin iki nevinden
birisi olur. Bundan ötürü kefil tasdik edilir. Çünkü kefilin, kefâletin çeþitlerinden birisini ikrarý diðer
çeþidi ikrar deðildir. Gâyetü´l-Beyân. Bu meselenin tamamý kefâlet bahsinde geçmiþtir.
«Örtülü bir câriye ilh...» Bezzâziyye´de bu mesele þu þekilde açýklanmýþtýr: «Bu meselede genel
kâide þudur: Eðer ikrar olunan þey pazarIýk sýrasýnda yanýnda oturan örtülü bir cariye gibi tanýnan
bir nesne ise, onun ikrarý tasdik edilmez. Ancak, davalý ikrarda bulunanýn onu tanýmadýðýný tasdik
ederse, ikrarda bulunanýn sözü kabul edilir. Eðer ikrar olunan þey bohça içindeki elbise veya hiçbir
yeri görülmeyen baþý örtülü oturan bir cariye gibi tanýnmayan bir nesne olursa, o zaman kabul
edilir. Ýþte bundan dolayý âlimlerin bu meseledeki görüþleri farklý olmuþtur.»
Kanaatimizce, çuvalýn içindeki kumaþ bohça içindeki kumaþ gibidir. Sâyýhânî.
BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ:
Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Bîrisi diðerine, «Benim senin üzerinde bin dirhemim vardýr.» dese,
davalý da, «Eðer senin onun malýn olduðuna yemin edersen, veririm» dese, davacý yemin etse.
davalý da o dirhemleri ona verse, fakihler, «Eðer o þartla ödemiþse, geçersizdir: Ödeyen kimse o
dirhemleri geri isteyebilir. Çünkü þart geçersizdir» demiþlerdir.» Hâniye.
BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ :
Hâmiþ´te þöyle zikredilmiþtir: «Birisi bir þey almýþ olsa, birisi de onun alýþýna þehâdet etse ve
mühürlese, bu teslim sayýlmaz. Yani. bundan maksadý, birisi alýþla þahâdet etse, þehâdet
senedinde, þehâdet yazýsýyla þahitlik etse ve þehâdet senedini mühürlese. sonra o malýn kendisinin
olduðunu iddia etse, davasý geçerlidir. Þehâdet yazýsý o malýn satýcýnýn olduðunu ikrar deðildir.
Çünkü insan kendi malýný sattýðý gibi bir diðerinin malýný da satabilir. O halde satýþla þehâdet.
satýþýn geçerli olduðunu göstermez.» Câmiü´I-Fusûleyn.
«Bunu Dürer de zikretmiþtir ilh...» Buradaki zamir metinde ve þerhte zikredilen ve ikrar anlamýna
geçen þu iþlemleri kapsamýna alýr: Ýkrara konu olan malý satýn almak için pazarlýk yapmak, vedîa.
âriyet veya hibe olarak kendisine verilmesini istemek kiralama talebinde bulunmak, bunlar
arasýndadýr. Câmi adlý eserdeki ifadede yer alan zamir ise yalnýz metin kýsmýndaki muâmeleleri
ifade eder. Musannýf´ýn Minah´taki ifadesi de bunu gösterir. Bunun açýkça ikrar anlamýna geldiðini
söyleyenlerden bir tanesi de Molla Hüsrev´dir. Velhâsýl Camiin rivayeti, birþeyin pazarlýðýný. icârýný
veya âriyet edilmesini talep etmek ve benzerleri talep ettiði kimsenin mülkü olduðunu ikrar etmektir.
Ziyadât´ýn rivayeti ise, birþeyi pazarlýk etmek, icâre ve âriyet talebinde bulunmak o þeyin talebte
bulunduðu kiþinin mülkiyetini ikrar etmek deðildir. Ancak doðru olan da budur. Ýmâdiye´de de
böyledir.
Ýmâdiye´de «Rivayetlerin ittifaký, birþeyin pazarlýðýný yapmak, o þeyin pazarlýk yaptýðý kiþinin mülkü
olduðunu göstermez» denilmiþtir.
Sâyýhânî þöyle demiþtir: «Kanaatimce, eðer bir özür açýklarsa, Ziyâdât´ta olan. «Bir þeyin pazarlýðýný
talep etmek o þeyin pazarlýk talebinde bulunduðu kiþinin mülkü olduðunu ikrar etmek deðildir.»
ifadesi fetva verilir. Ýmâdiye´de «Sahih olan görüþ de ancak budur.» denilmiþtir Sirâciye´de de, «Bu
en saðlam görüþtür» denilmiþtir. Ankaravî de, «Alimlerin ekserisi Ziyâdât´ta olan ifâdenin en
saðlam ve zahiri rivayet olduðu görüþündedirler» demiþtir.
«Cami´de ilh...» Yani Câmiü´I-Fusûleyn´de. Bu da. Ýmam Muhammed´in Câmii´nin rivâyetidir. O
zaman bundaki zamir, yukardaki «zilyed sahibinin mülkü olduðunu ikrar etmektir» sözüne gider.
Þurunbulâliye´de, «Bu gibi istekler, malýn istekte bulunanýn mülkü olmadýðýna ikrar olduðu
konusunda görüþ birliði vardýr. Ancak, bu iþlemlerin malýn zilyedin mülkü olduðunu ikrar sayýlacaðý
hususunda iki rivayet vardýr. Camiin rivayetine göre bu ikrar zilyedin mülkü olduðunu ifade eder.
Ziyâdât´ýn rivayetine göre ise, zilyedin mülkü olduðunu ifade etmez. Geçerli olan görüþ de budur.
Suðrâ´da da böyledir.» denilmiþtir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de de bu ikrarýn mülk ifade ettiði rivayeti daha saðlam görülmüþtür. Bu duruma
göre her iki rivayetin saðlam olup olmadýðý konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr. Ýkrarý söz konusu olan
malýn, baþkasýna dava edilmesinin câiz oluþu malýn davalýnýn mülkü olmadýðý üzerine bina edilir.
Sâyýhânî de, Ankaravî´den. «Âlimlerin ekserisi Ziyâdât´ta olan rivayetin daha saðlam olduðu ve
bunun zahiri rivayet olduðu görüþündedirler» sözünü nakletmiþtir.
Ben derim ki: Ziyâdât´da olanla fetva verilir. Çünkü o, zamiri rivâyet olduðundan tercih edilir.
TAMAMLAMA: Davalýdan baþka birisinden bir þeyi olma talebinde bulunmak bizzat davalýdan olma
talebinde bulunulmasý malýn onun mülkü olduðunu ikrar etmesi anlamýna gelmediði gibi davacýnýn
mülkü olmadýðýný ikrar anlamýna do gelmez. Hatta, davalý malýn kendi mülkü olduðuna delil getirse,
onun delili davanýn defi olur.
Câmiü´l-Fusûleyn´de, Suðra´dan nakilden sonra þöyle denilir: «Ben derim ki, uygun olan vedîa veya
icâre veya benzeri taleblerde bulunmak da alým talebi gibidir.»
ÖNEMLÝ BÝR MESELE:
Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Hatýrda tutulmasý gereken meselelerden birisi de þudur: Karþýlýklý
pazarlýk yapmak, satýcýnýn mülkü olduðunu ikrar veya zýmmen de olmuþ olsa, onun mülkü
olmadýðýný ikrar demek deðildir. O halde bu Ýkrar açýk olarak «Satýcýnýn mülküdür» demek gibi bir
ikrar olamaz. Aradaki fark þu meselede açýða çýkar: Meselâ, pazarlýk yapan kimse bu malý teslim
almýþ olursa. satýcýya geri vermesi açýk ikrar durumunda emrolunur. Ama karþýlýklý pazarlýk
kýsmýnda ise emrolunmaz. Bunun açýklamasý þöyle olur: Bir kimse, diðerinden bir malý satýn alarak
kabzetse, sonra da satýn olanýn babasý, bu malýn kendisine ait olduðunu delille isbat etse ve
oðlunun elinden alsa, sonra baba ölse müþteri olan oðul, o malý miras yoluyla almýþ olsa. onu
satýcýya geri vermesi emredilmediði gibi, satýcýdan semeni de geri alma hakký doðar. Bu durumda,
mal miras yoluyla alýcýnýn malý olmuþ bulunur. Eðer satýcýnýn yanýnda, malý alýrken, satýcýnýn mülkü
olduðunu ikrar etse. sonra babasý onun kendi malý olduðunu delille isbat etse, sonra da ölse, ayný
malý oðlu babasýndan miras yoluyla alsa, rücû edip semeni satýcýdan alamaz. Çünkü bu mal, onun
tazmin yükümlülüðü sebebiyle, satýn alma hükümleriyle elindedir. Bu konuda þöyle bir kaide vardýr:
Hak sahibi lehine hüküm vermek semenle rücû etmeden önce satým akdinin feshini gerektirmez.»
Bezzâziyye bunu dava kitabýnýn birinci faslýnda zikretmiþtir.
«Bu ikrar olmaz. ilh...» Yani, «Bunu bana satar mýsýn?» sözü ikrar deðil, belki soru olur.
«Ýkrar yoktur ilh...» Burada olan yani soru þeklindeki satýn alma isteði malýn satýcýya ait olduðunu
ikrar anlamýna gelip gelmemesi hususu ya birine eþittir, ya da ikrar sayýlmamasý önde gelir.
Hâmiþ´te þöyle denilmiþtir: «Efendi, kölesinin kendi malýndan birþeyi sattýðýný görse ve sükût etse,
bu izin sayýlmaz. Rehin alan, rehin verenin rehini sattýðýný görse ve sussa, bu izin sayýlmaz ve rehin
de bâtýl olmaz.
Tahâvî de hanefî âlimlerden þöyle rivâyet etmiþtir: «Rehin alan verenin rehini sattýðýný görse ve
sussa bu susma satýþa rýza göstermek demektir. Rehin de bâtýl olur. Hâniye, Kitabü´l-Mezun´da.
«Ölçülecek veya tartýlacak îlh...» Meselâ bir kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve bir ölçek veya
yüz ve bir batman falan þeyi vardýr» demiþ olsa, istihsan prensibine göre. bunlarýn hepsi ölçülecek
veya tartýlacak þeyden olur. Eðer, «Falan kimsenin bende yarým dirhemi, dinarý, kumaþý vardýr»
dese o kimsenin bunlardan her birisinin yarýsýný ödemesi gerekir. Bu kimse yine «Þu cariyenin ve
þu kölenin yarýsý falan kimsenindir» dese adamýn her ikisinin de yarýsýný vermesi gerekir. Çünkü
burada söz hepsinde aynýyla veya ayný olmayanla vâki olduðu zaman «yarýsý» kelimesi hepsine
rücû eder. Ama bunun aksine «Falan kimsenin bende þu dinarýn yarýsý ve dirhemi vardýr dese
dinarýn yarýsýný, dirhemin de hepsini ödemesi gerekir.
Zeylâî þöyle der: «Dirhem kelimesi burada esre okunursa mesele müþkil olur».
Ben diyorum ki: Bunda kapalý bir yön yoktur. Çünkü þehirde yaþayanlar bile konuþmalarýnda
kelimenin okunuþ þekline dikkat etmezler. Avamýn dikkat etmesi nasýl beklenir? Sâyýhânî.
«Hepsinin elbise olmasý gerekir ilh...» Çünkü ikrar da bulunan burada müphem iki adet zikretmiþtir.
Bunlarýn hemen arkasýnda da açýklama yapmýþtýr. Bu durumda açýklama atýf olmadýðý için her
ikisine de râci olur.
«Çadýrda îlh...» Bunda bir görüþ vardýr. Çadýra gerçekte zarf denilmez. Muteber olan gerçek
anlamda zarf olandýr. Minah´ta da böyledir.
«Hayvaný çadýr ile birlikte ödemesi gerekir ilh...» Çünkü gasbettiðini ikrar onun naklini haber
vermedir. Naklin zarfla birlikte naklinin tasavvuru mümkündür. O halde onun ikrarý zorunlu olarak
her ikisinin gasbýný ikrar demektir. Beyanda da ona rücû eder. Çünkü böyle birþey tayin etmemiþtir.
Gâyetü´l-Beyân ve diðer eserlerde bu þekilde yazýlmýþtýr. Gayrýnda tekerrür etmiþtir.
Bunun açýk anlamý ise, yalnýz gasbý ikrar etmektir. Çünkü bunu Hâniye´de olan «falan kimsenin
benim üzerimde bir kumaþý veya kölesi vardýr» demesi ifadeyi teyid eder. O zaman Ýmam Ebû
Yusuf´a göre ortalama bir kýymetle hükmedilir, Ýmam Muhammed de kýymet konusunda söz ikrarda
bulunanýndýr.
Bahýr ve Eþbah´ta, «Burada bu kimsenin adamýn hiçbir þey ödemesi gerekmez» denilmiþtir. Umulur
ki Bahýr ve Eþbâh´ta olan Ebû Hanîfe´nin sözüdür. Ýþte bu da gösteriyor ki, burada gecen yalnýz
gasbla ilgilidir. Eðer mesele yalnýz gasba ait olarak hasretmezsen kýymetini vermesi gerekir.
Ben, Þurunbulâliye´de Cevhere´den naklen þunu gördüm: «Eðer ikrarda bulunan ikrar ettiði þeyi bir
fiile izafe ederse, meselâ. «Ben ondan hurmayý sepet içinde gasbettim» dese. hem hurmayý, hem de
sepeti ödemesi gerekir. Fakat odam. «Benim üzerimde o adamýn sepette hurmasý vardýr» dese, bu
adamýn sepeti deðil, hurmayý ödemesi gerekir. Çünkü ikrar sözdür Kavil de bazýsýný kazýsýndan
seçer. Nitekim. «Ben falan kimseye seledeki zaferaný sattým» dese yalnýz zaferaný sattýðý anlaþýlýr.»
«Yalnýz elbiseyi ödemesi ilh...» Bu açýktýr. Metinde olan «Bohçadaki elbise veya elbisenin içindeki
elbise» ifadesi de bunu gösterir. O halde dirhem elbiseye zarf olmayacaðýna göre yalnýz elbiseyi
vermesi gerekir.
Gâyetü´l-Beyan´da þöyle denilir: «Adam, «Ben þunu þunda gasbettim.» dese, eðer ikincisi
birincisine zarf olacak þeylerden deðilse, her ikisini de ödemesi lâzýmdýr.» Ýkincisi birincisine zorf
olacak þeylerden deðilse, her ikisini de ödemesi lâzýmdýr.»
Yine Gayetü´i-Beyan´da «Eðer, falan kimsenin benim üzerimde buðday ölçeðinde bir dirhemi
vardýr.» dese, her ne kadar ölçek zarf olmaya uygunsa da yalnýz dirhemi vermesi lâzýmdýr.
Meselenin beyaný da Hevâhirzade´nin þu ifadesidir: «O adam kendi zimmetinde bir dirhem
olduðunu ikrar etmiþtir.» Ölçekte olanýn baþka birþeyde mazruf olmasý tasavvur edilemez.»
denilmiþtir.
Kanaatimizce bu, iþin baþýnda ikrar etme meselesi gelir. Fakat gasba gelince, o zaman, o kimseye o
þeyi zarfla birlikte ödemesi gerekir. Nasýl ki, «Ben senden cüzdanda dirhemi çaldým» meselesinde
dirhemle cüzdaný birlikte ödemesi lâzýmdýr. Gerekçe de bunu ifade eder.
METÝN
Bir kimse, «Falan kimsenin bende bir yüzüðü vardýr» dese, yüzüðün hem halkasýný, hem de kaþýný
ödemesi gerekir.
Birisi; «Bende falan kimsenin bir kýlýcý vardýr.» dese. onu kýný, kayýþý ve demiri ile birlikte vermesi
gerekir.
Bir kimse, «Falan kimsenin bende mobilyalý bir evi vardýr.» diye ikrar etse, evi mobilyasý ile birlikte
vermesi gerekir.
Adam, «Falan kimsenin bende sepette hurmasý» veya «Çuvalda yiyeceði» veya «Gemide yiyeceði»
veya «Bohçada bir elbisesi veya «Elbiseye sarýlý bir elbisesi vardýr.» diye ikrarda bulunsa, o
kimsenin zarfýn içindekini ödemesi gerektiði gibi, zarfý da ödemesi gerekir. Ama bu kimse, «Bende
sepetten hurmasý vardýr» dese, ona yalnýz hurmayý ödemesi gerekir. Nitekim, «On tanenin içinde bir
elbisesi vardýr» veya «Evde yiyeceði vardýr» dese, o kimseye yalnýz zarfýn içindeki elbise ve
yiyeceði ödemesi gerekir. Zira yukarýda geçtiði gibi, on bir adetten zarf olmaz.
Bir kimse, «beþi beþte» diye ikrar etse, bundan kastý da beþi beþe çarpmak ise yine beþ ödemesi
gerekir. Ýmam Züfer´e göre ise yirmibes ödemesi gerekir. Ama bundan kastý beþi beþe ilâve
etmekse o zaman da on ödemesi gerekir.
Bir kimse, «Onun bir dirhemden on dirheme kadar» veya «Bir dirhem ile on dirhem arasý alacaðý
vardýr» demiþ olsa, dokuz dirhem ödemesi gerekir. Çünkü birinci sýnýr olan bir dirhem zorunlu
olarak sayýnýn içerisine giriyor. Zira birden yukarý birsiz sayý olamaz. Ama ikinci sýnýr olan on
girmez. Bundan ötürü adam, «Onun bende bir ölçek buðdaydan bir ölçek arpaya kadar alacaðý
vardýr» dese ödemesi gerekir. Ancak, bir ölçek arpayý ödemez. Bunun aksine «Ýki duvar arasý»
dese, duvarlarýn ikisi de girmez. Bir kimse «Onun bende on dirhemden on dinara kadar alacaðý
vardýr.» dese, Ebû Hanîfeîye göre on dirhem, dokuz da dinar ödemesi gerekir. Çünkü ikinci sýnýr
olan onuncu sayý zaruret olmadýðý için miktarýn içine girmemektedir. Nihâye.
Bir kimse, «Benim þu binamdan, þu duvardan þu duvara kadar falan kimsenindir» dese, yalnýz o iki
duvar arasýný vermesi gerekir. Çünkü yukarýda geçtiði gibi ikinci sýnýr dahil olmaz.
Ýkrar vaktinde varlýðý muhtemel bir gebeliði ikrar etmek geçerlidir. Þöyle ki, kadýn iddet bekliyorsa.
iki yýldan önce, kadýn evli ise altý aydan önce gebeliðini ikrar etmesi gibi. Velev ki gebelik insandan
baþka varlýklarda olsun yine böyledir. Çünkü hayvanlardaki ikrar, gebelik süresinin en azý ile takdir
edilir. Bu en az süresi de bilirkiþi tarafýndan tayin edilir. Zeylâî.
Cevhere´de þöyle denilmiþtir: «Koyunlarda gebeliðin en az süresi dört aydýr.»
Ýrs ve vasiyet gibi gebeliðe bir sebep zikrederse, gebelik ikrarý yine geçerli olur. Meselâ, babasýnýn
öldüðünü ve onun kendisine irs kaldýðýný veya birisinin kendisine vasiyet ettiðini söyleyerek
gebeliði ikrar etmesi gibi. Ancak böyle uygun bir sebep zikretmezse, bu ikrarý geçerli olmaz.
Nitekim ileride gelecektir.
Gebeliði ikrar edilen kadýn altý aydan az bir zaman içinde doðurursa. o zaman ikrarý o gebeliðe olur.
Gebeliði ikrar edilen kadýn eðer iki oðlan çocuðu doðurursa varis veya vasiyet olunan kiþinin malý
ikisi bir gebelikten olduklarý için ikisinin arasýnda yarý yarýya taksim edilir. Ama eðer çocuklardan
birisi erkek, diðeri kýz olursa, vasiyette yine böyle, yarý yarýya her ikisi de hak sahibi olurlar. Mirasta
ise. bunun aksine, erkeðe iki, kýza bir hisse verilir.
Hamli ikrar olunan kadýn ölü bir çocuk dünyaya getirirse. o zaman, çocukta irs ehliyeti
bulunmadýðýndan ikrar eden muris veya vasiyet edenin malý varislerine verilir. Eðer kiþi bu ikrarýný
hibe, satým, karz olarak verme gibi tasavvuru mümkün olmayan birþeyle açýklamýþ olsa veya hiçbir
sebep beyan etmeden müphem bir ikrarda bulunsa, bu ikrarý laðv olur.
Ýmam Muhammed, müphem ikrarý uygun sebebe hamletmiþtir. Diðer üç mezhep de Ýmam
Muhammed´in bu görüþü ile hükmetmiþlerdir.
Birisi emzikli bir çocuða birþey ikrar etse, her ne kadar ikrarýna uygun olmayan karz olarak verme
veya satýlan þeyin semeni gibi birþey de zikretse, ikrarý geçerli olur. Çünkü ikrarda bulunan küçük
çocuða o durumda borcun sabit olmasý mahaldir. Eþbah.
Adam ikrarda bulunurken üç gün muhayyerlikle ikrar etse, muhayyersiz olarak o þeyi ödemesi
gerekir. Çünkü ikrar haber vermedir, ihbar ise muhayyerliði kabul etmez. Her ne kadar lehine ikrar
yapýlan onu tasdik de etmiþ olsa, bu tasdike de itibar edilmez. Ancak, üç gün muhayyerlikle bir
satýþýn aktini ikrar etmiþ olsa, buradaki muhayyerliðe itibar edilir. Zira, akte itibar etmek, eðer lehine
ikrar yapýlan tasdik ederse veya delil getirirse, geçerli olur.
Musannýf bundan ötürü «Bir satým aktini ikrar ettikten sonra, lehine ikrar veya delil getirirse, geçerli
olur.
Musannýf bundan ötürü «Bir satým aktini ikrar ettikten sonra, lehine ikrar yapýlan onu tekzib ederse,
o zaman onun ikrarý geçerli olmaz. Çünkü münkirdir. Söz de münkirindir» demiþtir.
Bir akdi ikrar etmenin örneði þöyledir: «Ben falan kimseye kefâlet sebebiyle þu kadar borçluyum.
Ancak ben bir süre muhayyerim» dese, bu süre ister uzun olsun, ister kýsa lehine ikrar yapýlan onu
tasdik ettiði takdirde geçerlidir. Çünkü kefâlet de satým gibi bir akittir. Ama geçen ikrar bunun
aksinedir. Ki onlarda ikrar karz gasb, vedia ve ariyet gibi birtakým fiillerle zikredilmiþtir. Bunlar da
muhayyerliði kabul etmezler. Zeylâî.
Ýkrarýný yazmalarýný emretmek, hükmen ikrardýr. Zira, ikrar lisanla nasýl olursa, elle iþaretle de olur.
Bir kimse yazýcýlara, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi olduðu ikrarýmý yaz» dese, veya
«Evimi falan kimseye sattýðýmý yaz» ve «Karýmýn boþandýðýný yaz» dese, yazýcýlar ister yazsýnlar,
ister yazmasýnlar, ikrarý geçerli olur. Had ve kýsasýn dýþýnda yazýcýlarýn þehâdet etmeleri de helâldir.
Hâniye. Biz þehâdet bahsinde iki yazýnýn birbirine benzemesine itibar edilmeyeceðinî belirtmiþtik.
Ben Hâmiþte ulemanýn bazýsýnýn hattý ile þu ifadeyi gördüm: «Fakihler, eðer koca karýsýnýn
boþanma senedini yazdýrmak istemesinde ihtilâf ederek kimisi o emrin ikrar olduðunu, boþamanýn
da vaki olduðunu söylemiþtir. Diðer bazýlarý da bu bir kimseye karýsýný boþamasý için vekâlet
vermektir, yazdýrana kadar boþama meydana gelmez demiþlerdir. Daha saðlam olduðu için
zamanýmýzda da bu ikinci görüþle fetva verilir. Bazý âlimler de yazdýrsa dahi boþama meydana
gelmez, ancak yazdýrdýðýnda boþamaya niyet ederse o zaman boþama meydana gelir demiþlerdir.
Kinye´de de böyledir.
ÝZAH
«Evde yiyeceði vardýr ilh...» Bir kimse evde baþkasýna ait yiyecek bulunduðunu ikrar etse. Bu
meselelerin cinsinde asýl, eðer zarfýn (yani teneke, çuval, ambalaj gibi þeylerin) gerçekten zarf
olmasý mümkün ise bakýlýr: Eðer onun nakli içindeki ile birlikte mümkün ise her ikisini de ödemesi
gerekir. Eðer içindeki ile nakil mümkün deðilse, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf´a göre yalnýz içindekini,
yani mazrufu ödemesi gerekir. Çünkü tazmin yükümlülüðünü gerektiren gasb, gayr-ý menkûllerde
gerçekleþmez.
Ýkrarda bulunan, mazrufun nakledilemeyeceðini iddia etse, iddiasý tasdik edilmez. Çünkü o tam bir
gasbý ikrar etmiþtir. Bu da mutlak olduðundan kemale hamledilir. Tam olan durumda ise her ikisini
birlikte ödemesi gerekir.
Ýmam Muhammed´e göre ise, kabýn (zarfýn) nakit mümkün olmasa dahi her ikisini birlikte vermesi
gerekir. Zira Ýmam Muhammed´e göre gayr-i menkûlün gasbý da tasavvur edilebilir.
Kap vazifesi gören þey gerçekten zarf olmaya uygun deðilse, ikrarda bulunana ancak mazrufu
ödemesi gerekir. Meselâ, «Dirhemde dirhemi vardýr.» demesi gibi. Ýkincisi ona gerekmez. Zira,
dirhem dirheme zarf olmaz. Minâh. Hâmiþ´te de böyledir.
«Zarf olmaz, ilh...» Ýmam Muhammed buna karþý çýkmýþtýr. Zira Ýmam Muhammed der ki: «Kýymetli
bir elbise on ayrý parçanýn içine sarýlabilir.» Minâh. Hâmiþ´te de böyledir.
«Besi ilh» «Beþi beþte» þeklindeki ikrardan maksat beþi beþle çarpýtma bile olsa yine beþ ödemesi
gerekir. Çünkü çarpma malýn kendisini çoðaltmaz, sadece parçalarýn sayýsýný arttýrmýþ olur. Dürer.
Hâmiþ´te de böyledir.
Velvâliciye´de þöyle denilmiþtir: «Eðer yalnýz onla çarpmayý kasdetse çarpmaktan kastý eczanýn
çoðalmasý ise. o zaman on ödemesi gerekir. Ama eðer çarpmaktan kastý malýn çoðalmasý ise, o
zaman yüz ödemesi gerekir. Sâyýhânî.
«Beþi beþe ilâve etmekse ilh...» Beyâniye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse falan kimsenin benim
üzerimde bir dirhemi bir dirhemle birlikte vardýr» dese veya «Bir dirhemi bir dirhemden önce veya
sonra vardýr» dese, iki dirhem ödemesi gerekir. Ama bunun aksine, «Falan kimsenin behim
üzerimde dirhem üzerinde dirhemi veya dirhem dirhemi vardýr» dese, bir dirhem ödemesi gerekir.
Çünkü ikincisi, birincisine tekid olmaktadýr. Ama eðer «falan kimsenin bende buðday ölçeði içinde
bir dirhemi vardýr» dese, ölçek geçersizdir, bir dirhem ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin
bende bir buðday ölçeðinde bir ölçek zeytinyaðý vardýr» derse, o zaman yalnýz bir ölçek zeytin
yaðýný ödemesi gerekir. Eðer, «Falan kimsenin bende bir dirhemi var, sonra iki dirhemi var diye
ikrar ederse üç dirhem ödemesi gerekir. «Falan kimsenin bende bir dirhemi, bir dirhemi vardýr»
derse, yalnýz bir dirhem ödemesi gerekir. Özetle.
Hâvi-i Kudsî´de þöyle denilir: «Bir kimse, «falan kimsenin bende yüz küsur dirhemi vardýr» dese,
yüzü öder, küsurda da söz ikrarda bulunanýndýr. Adam, «Falan kimsenin bine yakýn alacaðý vardýr»
dese, o adamýn beþyüzden fazla ödemesi gerekir. Bu artýþta söz yine ikrarda bulunanýndýr.»
Hâmiþ´te þöyle denilir: «Bir kimse falan kimseye bine yakýn borcum vardýr» dese sonra da,
«Beþyüzü birlikte irâde ettim» dese, ona bin ödemesi gerekir. Çünkü lafzýn bu anlama gelmesi de
muhtemeldir. Zira Allahu teala da âyetinde, «Ey can iyi kullarýmýn arasýna gir. Cennetime gir.» (Fecr:
29-30) buyurduðunda, «kullarýmla birlikte» demek istemiþtir. Lâfýz beyan edilen sayýyý mecâzen de
olsa kapsamýna alýrsa geçerli olur. Özellikle bu fazlalýkta ikrarda bulunana daha fazla ödeme
gerektiði yerde bu böyledir. Nitekim bu konu kendi kýsmýnda açýklanmýþtýr.»
«Dokuz da dinar ilh...» Ýmameyn demiþlerdir ki: On dinar ödemesi gerekir. Ýmam Züfer de, sekiz
dinar ödemesi gerekir. demiþtir. Kýyas ve Ýmam Züfer´in sözüdür. Çünkü birincisi ile dinarýn
sonuncu sayýsý sýnýrdýr. Sýnýr ise, sýnýrlandýrýlan þeyin içine girmez.
Ýmameyn´in delili, gayenin. sýnýrýn mevcut olmasý gerekir. Çünkü madûmun mevcuda sýnýr olmasý
caiz deðildir. O halde, o sýnýrýn varlýðý mevcudu icap ettirmektedir. O halde her iki sýnýr da sayýnýn
içine girmektedir.
Ýmam-ý Azam´a göre sýnýr, sýnýrlandýrýlan þeyin içine girmez. Çünkü sýnýrýn sýnýrlandýrýlan þeyden
baþka olmasý gerekir. Þu kadarý var ki bu meselede birinci sýnýf olanýn girmesi gerekir. Çünkü ikinci
ve üçüncü dirhemler birinci gerçekleþmeden gerçekleþemezler. O zaman birinci sýnýrýn zorunlu
olarak girmesi gerekir. Ýkinci sýnýrýn ikrar edilen meblâða girmesine ise hiçbir zorunluluk yoktur. O
halde girmez. Dürer. Hâmi´þ´te de böyledir
Sen bil ki, ikinci sýnýrdan maksat, zikredilen rakamý tamamlayandýr. Meselâ, «Ona veya bine kadar»
denildiði zaman sýnýr en son rakamdýr. Kanaatimce, bütün rakamlar da böyledir.
Makdisî de þöyle der: «Ýtkânî, Hasan´dan þunu rivayet etmiþtir: Falan kimsenin bende dirhemden
dinara kadar olacaðý vardýr, dese, dinarý ödemesi gerekmez.»
Eþbâh´ta da þöyle denilmiþtir: «Ýkrar´da bulunan, «Falan kimsenin benim üzerimde bir koyundan
sýðýra kadar alacaðý vardýr» demiþ olsa, bunu ister aynýyla söylesin, ister aynýyla söylemesin, hiçbir
þey gerekmez».
Ben, Eþbâh´ýn þerhine nisbetle þunu gördüm: «Ýmam Ebû Yusuf þöyle demiþtir: «Bir kimse falan
kimsenin bende koyundan sýðýra kadar alacaðý vardýr.» dese ve bu dediðinde de koyun ve sýðýrýn
aynýsýný göstermesi her ikisini de ödemesi gerekir.» Sâyýhânî.
«Ýkinci sýnýr dahil olmaz. ilh...» Evlâ olan zaruret için birinci sýnýrýn girmesidir. Burada ise zaruriyet
yoktur. Düþün. Birinci sýnýrda girmemesi için Þurunbulâliye´de olduðu gibi Bürhân´da da þöyle
açýklanmýþtýr: Her iki duvar da kendi baþlarýna kâimdirler.» Buna göre, «Benim evimden þu duvara
kadar falanca kimsenindir». diye yapýlan ikrarda, duvarlar dahil olmaz.
«Gebeliði îkrar ilh...» Bu gebelik, ister cariyenin hamli olsun, ister baþka canlýnýn sonuç deðiþmez.
Meselâ, bir kimse, «Cariyemin veya koyunumun doðuracaðý yavru falan kimsenindir.» dese, buna
bir sebep de beyan etmese geçerli olur. Çünkü bunun geçerli olmasý için bir açýklamanýn olmasý
gerekir. Bu da, baþkasýna vasiyet þeklinde olabilir. Meselâ, bir kimse diðerine, «Benim þu câriyemin
veya koyunumun hamli falan kimsenindir» diye vasiyet etse ve sonra ölse, oðlu babasýnýn
vasiyetini ikrar etse, iþte hamlin ikrarý meselesi böyle açýklanýr.
«Muhtemel bir gebeliði ilh...» Burada uygun olan Musannýf´ýn, «Ýkrar vaktinde varlýðý þer´an kesin bir
þekilde belli olan gebeliði» demesi idi.
«Gebelik ikrarý yine sahih olur ilh...» Yani ikrar vaktinde varlýðý muhtemel olan gebeliðin ikrarý sahih
olur. Þöyle ki, o cariye o çocuðu altý aydan az bir zaman veya babasý ölmüþse, iki seneden az bir
zaman zarfýnda doðurmuþsa, ikrarý geçerli olur. Çünkü eðer hamli vasiyet edilen cariye ikrarda
bulunanýn babasý hayatta olduðu halde ve cariye ile cinsî iliþkide bulunmak da ona helâl olursa, bu
durumda hamli ikrar etmek geçerli olmaz. Çünkü bu muhâldir. Ýkrar sýrasýnda ne hakikâyen ve ne
de hükmen o hamilin varlýðý sabit olmaz. Beyâniye ve Kifâye.
«Ýkrarý geçerli olur ilh...» Zira ikrar, karþý tarafýn kabul etmesine baðlý bulunmaz. Lehine ikrar
yapýlan tasdik etmese de mülk ona sabit olur. Ama ikrarýn geçersiz oluþu lehine ikrar yapýlanýn iptal
etmesine baðlýdýr. Sâyýhânî. Gebelikle emzikli bir çocuða ikrar etmesi meselelerinin arasýndaki farký
þarih ileride zikredecektir.
«Filcümle îlh...» Yani ikrarda bulunan, o süt çocuðu olan kimsenin velisi ile akýt yapmasýdýr. Ama
haml bunun aksinedir ki, ona kimse velilik yapamaz.
«Ýkrarýný yazmalarýný emretmek, hükmen ikrardýr ilh...» Ama kira akdini yazmayý emretmek ve ona
þahit tutmak bunun aksine caiz deðildir. Çünkü bu, akit olmaz. Eþbâh.
«Elle iþaretle de olur ilh...» Þarihin sözünün gereði, metindeki mesele, elle iþaretin ikrarý
kabilindendir. Halbuki açýk olan, metindeki mesele, lisanla ikrar meselesinden Çünkü, biraz ileride
«yazsýn veya yazmasýn» ifadeleri buna delâlet etmektedir. Minah´ta, Hâniye´den nakledilen ifade de
bunu göstermektedir. Zira orada þöyle denilmektedir: «Ýkrar, sözle olduðu gibi el iþaretiyle de olur.
Meselâ bir kimse bir topluluðun huzurunda borçlu olduðu bir hakký yazsa veya birisine yazdýrsa,
sonunda da hazýr olan topluluða, «Siz þahit olunuz, falan kimsenin benden þu kadar alacaðý
vardýr.» dese, ikrar olur.»
Ýfadenin açýk þekli olan birinci mesele, el iþaretiyle ikrar meselesinin örneðidir. Ýkinci mesele ise,
sözle yapýlan ikrarýn örneðidir. Sen düþün. H.
BÝR UYGULAMA ÖRNEÐÝ: Borçlu, alacaklýnýn el yazýsýyla kendisini olacaðýndan ibra ettiðini
yazdýðýný iddia etse geçerli olur. Borç da düþer. Çünkü böyle kastedilen bir yazý onu sözle
konuþmak gibidir. Ama eðer bu yazýsýnda onu kastetmemiþse. Ýbra geçerli olmadýðý gibi ibra davasý
da geçersiz olur. Bu yazýnýn alacaklý tarafýndan yazýlmasý ile baþkasý tarafýndan yazýlmasý arasýnda
bir fark yoktur. Bezzâziyye. Dava kitabýnýn on dördüncü faslýnýn sonu.
Fakat Eþbâh´ýn yazý hükümleri bahsinde þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse yazsa, fakat hiçbir þey
söylemese, hazýr olan kiþilerin þahâdet etmeleri helâl olmaz. Hâkim Nesefî, «Bir kimse «Falan oðlu
falanýn bende þu kadar alacaðý vardýr» diye bir baþlýk yazsa, kimseye, «Þahit olun» demese bile,
þahidin þahâdet etmesi helâl olur.» demiþtir. Ama genel görüþ bunun aksinedir. Çünkü yazý yazmak
bazen kalem veya mürekkebi tecrübe için de olur. Ama böyle yazdýktan sonra þahitlerin huzurunda
okusa fakat onlarý þahit tutmasa veya yazsa ve onlara okumadan yazdýklarýna þahit olun dese, eðer
onlar yazýlan þeyi biliyorlarsa, ikrar olur. Eðer yazýlaný bilmiyorlarsa, ikrar olmaz. Kadý zikretmiþtir
ki, birisi bir yazý çýkararak ona dayanarak bir diðerinin üzerinde malý olduðunu iddia etse ve «Davalý
bu malý bana vereceðine dair yazmýþtýr.» dese, davalý da o yazýnýn kendi yazýsý olduðunu inkâr etse.
davalýdan yazý yazmasý talep edilse ve yazsa. her iki yazý arasýnda açýk bir benzerlik olsa, bu
benzerlik iki yazýnýn da ayný kimsenin olduðuna delâlet etse, o kimsenin o malý vermesi için saðlam
görüþe göre, hükmedilemez. Çünkü ikinci yazý, davalýnýn «Þu benim yazýmdýr.» veya «Ben yazdým»
demesinde veya «O mal benim üzerimde yoktur.» demesinden fazla birþey ifade etmez. Bu iki
meselede ödemesi gerekmediði gibi, bu meselede de iddia olunan malý ödemesi gerekmez. Ancak
komisyoncularýn, satýcýlarýn ve sarraflarýn defterlerindeki yazý ile hükmedilir. Biz bu konuda Kaza ve
Þehâdet kitaplarýnda geniþ bilgi verdik oraya baþvurunuz.» Bunun benzeri Bezzâziyye´de de vardýr.
Sâyýhânî de þöyle demiþtir: «Makdisi´de, Zâhîriye´den naklen þöyle bir ifade vardýr: Bir kimse,
«Kitabýmda talan kimseye ödeyeceðim bin liranýn yazýlý olduðunu gördüm.» dese veya, «Falan
kimseye bin lira borçlu olduðumu elimle yazdým.» dese, bunlar geçersizdir. Bununla amel edilmez.
Belh âlimlerinden bir topluluk þöyle demiþlerdir: Satýcýlarýn defterinde kendi yazýlarýyla görülen
birþey, ister alacak olsun, ister verecek, onlar için gereklidir. Zira onlar unutmamak için halka
vereceklerini de, halktan alacaklarýný da yazarlar. «Meseleyi adet üzerine bina etmek vacibtir.»
Bu nakilden þunu anlýyoruz ki. Müctehidlerin, «Yazý ile amel edilmez.» sözü, genel kabul edilir.
Simsar ve satýcýlarýn defterini istisna etmek de acýk deðildir. Uygun olan, simsar ve satýcýnýn defteri
ile amel edilmesini Belh imamlarýnýn bir cemaatine isnad etmektir. Bir de, kendi üzerinde onlarla
kayýtlanmalýdýr. Ýþte bundan biliniyor ki, Tarsusî´nin «Yazý ile amel edilmez görüþünü reddetmesi
mezheple teyid edilmiþtir. Biz de mezhebin görüþünden baþkasýný benimseyemeyiz. Bu meselede,
geçmiþteki Kâdý´ya mektubu babýna bakýnýz.
METÝN
Varislerden bir tanesi, dava konusu borcun mûrise ait borç olduðunu ikrar etse, diðer varisler onu
inkâr etseler. eðer miras yoluyla aldýklarý borcu karþýlýyorsa, borcun hepsini ikrar eden öder.
Burhan ve Mecma.
Bazý âlimler de, ikrar eden borçtan yalnýz kendi hissesine düþeni öder demiþlerdir. Ebülleys de,
zararýn def´i için son görüþü tercih etmiþtir. Eðer bu ikrarda bulunanla birlikte diðer birisi de ölenin
borcu olduðuna þehâdet ederse, þehâdet kabul edilir. Bununla bilinir ki, ölenin deyni yalnýz ikrarýyla
ikrar edenin payýndan ödenmez. Ancak onun ödemesine hükmederse, hepsini öder.
Bir kimse bir mecliste bir diðerine sebebini açýklamadan bin lira borçlu olduðunu söylese, diðer bir
mecliste de iki kiþinin huzurunda ayný þeyi söylese, sebepler muhtelif olduðundan ikrar ettiði her
iki bini de ödemesi gerekir. Ama sebep veya þahitler bir olursa veya tek bir senet üzerine yazsa
veya evvelâ þahitler huzurunda, sonra da Kadý´nýn huzurunda ikrar etse veya bunun aksi þekilde
ikrar etse, o zaman yalnýz bin lira ödemesi gerekir.
Bu meselede asýl kâide þudur: Bilinen birþey aynen tekrar edilirse, meselâ iki sebebin bir olmasý
gibi. o zaman yalnýz birini ödemesi gerekir. Eðer þahitleri unutmuþ olsa, ister bir yerde, ister iki
yerde olsun sebeplerin bir olduðu bilinmediðinden iki malý da ödemesi gerekir. Bazý âlimler
tarafýndan da bir malý ödemesi gerektiði söylenmiþtir. Bu meselenin tamamý Hâniye´dedir.
Bir kimse deyn veya gayri ile ikrar ettikten sonra, kendisinin ikrarýnda yalancý olduðunu iddia etse,
o zaman lehine ikrar yapýlan Ebû Yusuf´a göre onun ikrarýnda yalancý olmadýðýna dair yemin eder.
Fetva da bu görüþe göredir. Dürer.
Birisi ikrar ettikten sonra ölse, varisi ikrarda bulunanýn ikrarýnda yalancý olduðunu iddia etse,
hüküm yine böyledir. Yani lehine ikrar yapýlana yemin verdirilir. Adam ikrar etse, sonra da ikrarýnýn
yalan olduðunu iddia etse, o zaman da lehine ikrarýn varisleri onun ikrarýnda yalancý olmadýðýna
yemin ederler. Sadrý Þeria.
ÝZAH
«Varislerden bir tanesi ilh...» Diðer varisler de onu tasdik etseler. Su kadarý var ki onu farklý bir
þekilde tasdir etseler, meselâ adam ölse, geriye üç oðul üçbin dirhem de tereke býraksa, aralarýnda
taksim ederek her biri bin dirhem almýþ olsalar, sonra birisi gelerek babalarý üzerinde üçbin dirhem
alacaðý olduðunu iddia etse, büyük kardeþ adamýn iddiasýný aynen tasdik etse, ikincisi iki bin
dirhem, küçük kardeþ de bin dirhem borçlu olduðunu söyleseler, Ýmam Ebû Yusuf´a göre
büyüðünden bin dirhem, ortancadan binin altýnda beþi, en küçükten de binin üçte biri alýnýr. Ýmam
Muhammed ise, büyükle küçüðü eþit kabul etmiþtir, ortanca da binini öder. Ebû Yusuf ve
Muhammed´in delilleri Kâfi adlý eserde zikredilmiþtir.
UYARI: Davalý hâkimin huzurunda, «Davacýnýn dilekçesinde yazýlý olan herþey benim yazýmla
yazýlmýþtýr. Ben bunu kabul ediyorum» dese, bu ikrar sayýlmaz. Çünkü bu genel ikrar olup. duruma
uygun düþmez. Hanefî fakihlerine göre, falan kimsenin üzerinde ikrar olunan herþeyi ben de aynen
ikrar ediyorum demek ikrar olmaz. Çünkü bu vaade benzemektedir. Muhit´te de böyledir.
Þurunbulâliye.
Bir kimse Zeyd isimli birisinden devamlý borç alýp verse, sonra hesap görseler, o kiþinin bir miktar
borcu çýksa, sonra o kiþi, «Bu çýkan benim son kabzettiðim ve son hesaptýr.» dese, birkaç gün
sonra gelse ve hesabý yeniden görmek için bunun aksini söylemek istese bu mümkün olur mu?
El-Cevap: þöyle denilir: «Bir þirket ortaklarý muhasebecinin yaptýðý hesaplarýn doðru olduðunu
zannederek kabul etseler, ancak daha sonra, baþka muhasebecinin yaptýðý hesapta, ilk hesabýn
yanlýþ olduðu ortaya çýksa, hesabý yeniden görebilirler mi? El-Cevap: Görebilirler. Çünkü, Eþbâh
adlý eserde, «Yanlýþlýk olduðu ortaya çýkýnca, zanna itibar edilmez» denilir. Ýnan þirketinin ortaklan
hesap görerek ibrasýz ayrýlsalar, veya ortaklýklarýna devam etseler, sonra ortaklardan bir tanesi
ortaðýna þirket mallarýndan gecen bazý þeylerin hesaba katýlmadýðýný hatýrlasa, diðer ortak onu
inkâr etse. davacýnýn delili de .olmasa, davacý ondan yemin talep etse. ondan yemin talebi hakký var
mýdýr? El-Cevab: Evet, yemin talebinde bulunabilir. Çünkü yemin münkire aittir.»
«Hissesine düþeni öder ilh...» Musannýf´ýn burada «kîyle(denildi)» ifadesini kullanmasý birinci
rivâyetin Musannýf´ýn fetvasýnda olduðu gibi zahiri rivayet olmasýndandýr. Bu mesele ileride yine
gelecektir. Bu, vaziyetin aksinedir. Çünkü Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle bir ifade vardýr: «Varislerden
bir tanesi murisinin birþey vasiyet ettiðini ikrar etse, ittifakla o vasiyet, terekeden ikrarda bulunana
ait olan kýsmýndan alýnýr. Bir kimse ölse, üç oðun býraksa, üç bin dirhem de tereke býraksa, herbirisi
bin dirhemini alsa. dýþtan birisi gelerek ölen adamýn malýnýn üçte birisini kendisine vasiyet ettiðini
iddia etse, oðullarýndan bir tanesi bu iddiayý tasdik etse, kýyasen onun elinde olanýn beþte üçünün
alýnmasý gerekir Bu da Züfer´in görüþüdür. Ýstihsana göre, onun elindekinin üçte birinin alýnmasý
gerekir. Bu da diðer üç âlimin görüþüdür. Ulema için delil þudur: Ýkrarda bulunan, üçünün arasýnda
þayi olan bin dirhemi ikrar etmiþtir. Ýkrar olunan binin üçte biri onun elindedir. Binin üçte ikisi ise
kardeþlerinin elindedir. Onun elinde olan malýn ikrarý kabul edilir. Onun gayrýnýn elinde olanýn ikrarý
ise kabul edilemez. O zaman, davacýya ikrarda bulunanýn elindekinin üçte birinin verilmesi vacibtir.»
«Þehâdet ederse ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de H. þöyle denilmiþtir: «Hâkime uygun olan, davalýya
murisinin ölüp ölmediðini sormasýdýr. Eðer davalý öldüðünü ikrar ederse, o zaman ondan mal
davasýný sorar. Mal davasýnda murisinin borçlu olduðunu ikrar etse, diðer varisler onu tekzib
etseler, hâkim onun ikrarý ile hükmetmez. O ikrarda bulunan ve bir de yabancý, murisin borçlu
olduðuna þahâdet ettikleri zaman kabul edilir ve o borcun hepsinden alýnmasýna hükmeder. Hâkim
yalnýz onun ikrarýyla hükmettikten sonra, ikrarda bulunan baþka birisini þahit olarak getirse, onun
þehâdeti kabul edilmez.
Eðer delil ikâme etmezse, ikrar varis ikrar etsin, ister ikrardan kaçýnsýn, zahiri rivayete göre, borcun
hepsi, ikrarda bulunanýn hissesinden alýnýr. Çünkü ikrarda bulunan borcun mirastan önce
olduðunu ikrar etmiþtir.
«S. Þöyle demiþtir: «Kýyas da budur. Buna göre tercih edilen görüþe 9ore, ikrarda bulunanýn
ödemesi gereken kýsým borçtan ona düþen kýsýmdýr. Bu da Þa´bî, Hasan-ý Baþrî, Mâlik, Süfyân ve
ibni Ebî Leylâ ve bunlara uyan diðer âlimlerin görüþüdür. En adil ve zarardan en uzak görüþ de
budur.»
«Eðer ikrarda bulunan delil. getirirse ittifakla ondan ancak onun hissesine düþen alýnýr.»
Yalnýz þu mesele kalmýþtýr: Eðer iki kiþi varislerden birisine terekenin taksiminden sonra murisinin
borçlu olduðuna dair delil getirmiþ olsalar, alacaklý bu borcun hepsini huzurda olanýn hissesinden
mi alýr? Musannýf, fetvâsýnda þöyle demiþtir: «Bu hususta âlimler ihtilâf etmiþtir. Bazý âlimler,
hepsini ondan alýr, gâib olan varis döndüðü zaman ödeyen onun hissesine düþeni rücû ederek alýr,
demiþlerdir. Bazý âlimler de hazýr olandan ancak borçtan ona düþen kýsým alýnýr demiþlerdir» Özetle.
Yine Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmektedir: «Tâlib bu borcu ikrar eden üzerine delil ikâme
ederse, delili dinlenir. Nitekim bir malýn kabzý için vekil olduðunu ikrar etse, onun ikrarý yeterli
deðildir. Vekile vekâletinin ispatý için delil ikâme etmesi teklif edilir ki, vekâletini ispat etsin ve o
malý kabzedebilsin. Ýþte bu mesele de aynen bunun gibidir.»
«Yalnýz ikrarýyla ilh...» Deyn eðer, yalnýz onun ikrarýyla onun hissesine düþmüþ olsaydý, onun
þehâdeti kabul edilmezdi. Çünkü þehâdetinin kabulünden maksat, ondan zararý def etmektir.
Bâkanî. Dürer. Hâmiþ´te de böyledir.
«Bin lira borçlu olduðu söylese ilh...» Musannýf, Minâh´ta Hâniye´den naklinde Ebû Hanîfe´den iki
rivayet olduðunu söylemiþtir. Metinde ise bu rivâyetlerin hiçbiri yoktur. Bu rivayetlerden birisi
þudur: Bir kimse ikinci meclisteki ikrarýnda da birinci meclisteki þahýslan þahit gösterirse, o zaman
her iki malý da ayrý ayrý ödemesi gerekir. Diðeri de þudur; Eðer ikinci mecliste, birinci meclisteki
þahitlerden baþka iki þahit daha gösterse, o zaman da bir mal ödemesi gerekir. Bu rivayetlerden en
uygunu þudur: Ýkrarda bulunan eðer, her ikrarýna iki þahit gösterirse iki malý birlikte ödemesi
gerekir. Ýster ikincisi ikrarý üzerine birinci þahitleri þahit etsin, ister baþkalarýný etsin deðiþmez.
Buna göre Musannýf´ýn sözünü ettiði diðer bir mecliste diðer iki kiþiyi þahit göstermesi halinde ona
iki malý ayrý ayrý ödemesi lüzumu nakledilen iki rivayetten de deðildir. Dürer´de de Ebû Hanîfe´den
görüþ nakledilerek ikincisi de Musannýf´a uyularak Musannýf´ýn yazdýklarýna uyularak
deðiþtirilmiþtir. Azmiye´de de yukarýdaki nakillerimiz ile Dürer´e itiraz edilmiþ, Dürer´de deðiþtirilmiþ
olan ikinci rivayet olmadýðý, bunun üçüncü bir görüþ olduðu, fakat bu görüþün hiçbir muteber
kitapta yer almadýðý hiçbir müctehide isnad edilmediði söylenmiþtir.
«Diðer bir mecliste ilh...» Ama bir mecliste ikrarda bulunan, bir kimseyi ikrarýna þahit kýlsa, diðer bir
mecliste de ikinci bir kimseyi þahit gösterse, þahitlerin bir veya iki yerde olmalarý sonucu
etkilemez, âlimlerin ittifakýyla metindeki meselenin aksine bir mal öder. Yine, birincisinde bir adamý
þahit etse, ikinci ikrarý üzerine de ikinci bir mecliste birden fazla adamý þahit göstermiþ olsa, yine
Ýmameyn´e göre bir mal ödemesi gerekir. Ýmam-ý Azam´ýn açýk görüþüne göre de böyledir. Minah.
«Her iki bini de ödemesi gerekir. ilh...» Bilmiþ olunuz ki, ikrarýn tekrarý ya bir sebebe istinad edilir
veya mutlak þekilde yapýlýr. Eðer her iki ikrarýn da sebebi bir olursa, o zaman bir mal ödemesi
gerekir. Eðer ikrar meclisleri çeþitli veya sebebler çeþitli olursa, o zaman mutlaka iki malý da
ödemesi gerekir. Ama eðer ikrarýn tekrarý hiçbir sebeble kayýtlamadan mutlak olarak yapýlmýþsa, o
ikrar ya senetle veya senetsiz yapýlmýþtýr. Eðer senetle yapýlmýþsa, o da iki þekilde olur. Her iki
.ikrar bir senetle otursa, ikrarda bulunanýn ödemesi gereken malýn bir olmasý gerekir. Eðer iki
senetle olursa, mutlaka iki malý da ödemesi gerekir.
Ama ikrarýn tekrarý sebebsiz yapýlmýþsa, eðer ikrarýn her ikisi de bir mecliste yapýlmýþsa Ýmam-ý
Azam´a göre iki malý, Ýmameyn´e göre ayrý ayrý meclislerde ikrar edilmiþ olsa bile yine bir malý
ödemesi gerekir.
Eðer ikinci ikrarýna, birinci ikrarýnâ þahit ettiði kiþileri þahit gösterse, yine Ebû Hanîfe´ye göre bir
mal ödemesi gerekir. Ancak, davalý eðer iki mal olduðunu söylerse, o zaman iki mal ödemesi
gerekir.
Eðer ikinci ikrarýnda birinci ikrarýndaki þahitleri deðil, baþka iki kiþiyi þahit gösterse, iki mal
ödemesi gerekir. Diðer bir yerde de Ebû Hanîfe´den bunun aksine bir rivayet daha vardýr: Bu rivayet
þudur: Eðer müþahede edilen þey bir olursa Ýmama göre bir mal ayrý ayrý mal olursa, Ýmameyn´e
göre bir mal ödemesi gerekir. Ebû Hanîfe´nin kâvli üzerinde ise fukaha ihtilâf etmiþtir. Bunlardan
bazýlarý Ebû Hanîfe´nin üzerine kýyas yapýldýðýnda iki malý ödemesi gerekir demiþlerdir. Ýstihsâna
ise, bir mal ödemesi gerekir. Ýstihsâna dayanan bu görüþü Ýmam Serahsî de benimsemiþtir.
Fakihlerin bazýlarý da Kerhî´nin görüþü üzerine iki mal ödemesi gerekir demiþlerdir. Tahavî´nin
görüþüne göre ise tek bir mal ödemesi gerekir. Þeyhülislâm da Tahâvî´nin görüþünü benimsemiþtir.
Tatarhâniye´den özetle.
Yukarýda naklettiklerimizin hepsi þerhten anlaþýlýr. Ýþte bu nakillerden de anlaþýldýðý gibi, metinde
olan Ebû Hanîfe´den nakledilen rivayettir. Azmiye´nin, Dürer´e itiraz ederek hiçbir müctehide isnad
edilmediðini, hiçbir muteber kitapta yer almadýðýný söylemesi de reddedilmiþtir. Azmiye bu
görüþünü Hâniye´ye isnad etmiþtir ki, Hâniye´de bu meselede iki rivayet vardýr. Birincisi, eðer
þahitler bir tane ise, iki mal gerekeceði fakat þahitler bir deðilse yalnýz bir malý ödemesi lâzým
geleceðidir. Ýkincisi ise, her ikrarýna iki kimseyi þahid göstermiþse bu þahitler ister ayný ister farklý
olsun, iki malý ödemesinin gerektiði rivayetidir. Mesele Velvâliciye´de açýklanmýþtýr.
«Sebebler muhtelif olduðundan ilh...» Ýkrar bir mecliste de olmuþ olsa, sebebler bir olunca böyledir.
Bezzâziyye´de sýfat da sebeb gibi kýlýnmýþtýr.
Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse önce bin beyaz dirhemi ikrar etse, sonra da bin siyah
dirhemi ikrar etse, iki mal ödemesi gerekir. Lehine ikrar yapýlan sebeblerin muhtelif olduðunu iddia
etse. ikrarda bulunan da sebeblerin bir olduðunu zannetse, geçerli olan görüþ, ikrarda bulunandýr.
Eðer ikrar sebepleri bir olursa, ikinci ikrarýndaki malýn birinci ikrarýndakinden fazla olmasý halinde
iki malý da ödemesi gerekir. Ýmameyn´e göre ise, ikisini birden deðil, yalnýz çok olaný ödemesi
gerekir.» Sâyýhânî.
«Bilinen ilh...» Meselâ, bir olan sebeblerle ikrar etmek gibi.
«Fetva da bu kâvle göredir ilh...» Tercih edilen görüþ de budur. Bezzâziyye. Bu ifadenin açýk þekli
þöyledir: Ýkrarda bulunan yalandan ikrar ettiðim iddia ederse lehine ikrar yapýlan veya varisi, -Ebû
Yusuf´tan rivayet edilen fetvaya esas olan görüþe göre,- mutabaka yemin teklif edilir. Ýkrarda
bulunan, bu ikrarý ister zaruret gereði yapsýn, isterse zaruret olmaksýzýn yapmýþ bulunsun sonuç
deðiþmez.
Þeyhimiz þöyle demiþtir: «Bu mesele hiç böyle deðildir. Zira Sulh kitabýnýn hemen öncesinde çeþitli
meseleler bahsinde Musannýf´ýn, «Birisi senetle bir malý ikrar etse, o ikrarýna da þahit getirmiþ olsa,
sonra ikrar ettiði malýn bir kýsmýnýn karz, bir kýsmýnýn da faiz olduðunu iddia etse ilh...» Ýfadelerinin
þerhinde þârih Þurunbulâliye´nm Vehbâniye þerhinden naklen þunu söylemektedir: «Ebû Yusuf´un»
«lehine ikrar yapýlan ikrarda bulunanýn hiçbir þekilde yalan ikrarda bulunmasýna bir zaruret
olmadýðýna dair yemin teklif edilir.» sözü gösteriyor ki, fetva ancak bu hususta verilir.» Þeyh
Muhammed Ebussuud el-Mýsrî´nin Molla Miskin hâþiyesinde de böyledir.
«Lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir ilh...» Bazý âlimler de lehine ikrar yapýlana yemin teklif
edilemez. demiþlerdir. Ama saðlam olan görüþe göre, lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir.
Hâmidiye. Sadrý Þeria´dan. Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Bir kimse herhangi bir kimseye bir
mal ikrar etse ve ölse, varisleri murislerinin ikrarýnýn caiz olmadýðýný çünkü yalan ikrarda
bulunduðunu söyleseler, lehine ikrar yapýlan da durumu bilse, varisler lehine ikrar yapýlana yemin
teklif edemezler. Zira ikrarda bulunanýn ikrar ettiði vakit henüz varislere ikrarda bulunanýn malý
taalluk etmemiþti. O zaman ikrarý sahih olur. O mal varislere taalluk etmeden önce, mukarrünlehe
taalluk etmiþtir.» S.
Bir kimse bir malý birisine ikrar etse, sonra varisleri onun zorla ikrar ettiðini söyleseler. lehine ikrar
yapýlana ikrarda bulunanýn sahih bir ikrarda bulunduðuna dair yemin teklif edilir. T.
Varis, murisinin zorla ikrar ettiðini iddia etse, âlimlerden bazýlarýna göre o varis mukarrünlehe
mukýrr zorla ikrarda bulunmadýðýna dair yemin teklif eder.
Varis, murisinin yalan yere ikrarda bulunduðunu iddia etse, sözü kabul edilmez.
Nûru´l-Ayn´da þöyle þöyle denilmiþtir: «Uygun olan, zahiren her iki meselenin hükmünün de bir
olmasýdýr. Zira, yalan ikrar tehdit altýnda yapýlan ikrarda da mevcuttur.»
Yalan ikrar davasý, ancak genel bir ibra olmadýðý zaman dinlenir. Eðer genel bir ibra varsa. dava
dinlenmez. Þu kadarý var ki, Allâme Ýbni Nüceym´in bu hususta bir risalesi vardýr. Ýbni Nüceym bu
risalede þöyle demektedir: «Bir kadýn sýhhatinde kýzýna muayyen bir meblaðý ikrar etse, sonra
onunla kýzý arasýnda genel bir ibra olsa, ibradan sonra kadýn ölse, vasi kýzýn yalan söylediðini iddia
etse, o kýzýn davasýnýn dinlenmesine ve kýzýn yemin etmesine fetva verilir. Kýza yemin teklif
etmeden önce verilen hüküm de sahih deðildir. Zira kendisiyle fetvâ verilen görüþün aksine hüküm
verilmiþtir. Buradaki ibra da davanýn dinlenmesine mani deðildir. Çünkü vasi, hiçbir þeyin
gerekmediðini iddia etmektedir. Ama bunun aksine, ikrarda bulunan eðer ikrar ettiði malý lehine
ikrar yapýlana verirse, artýk lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilmez. Çünkü ikrarda bulunan, malýn
geri alýnmasýný iddia etmektedir. Beraet buna manidir. Ama birinci meselede ise. ikrarda bulunan,
hiçbir þeyin geri alýnmasýný iddia etmemekte, yalnýz kendini savunmaktadýr. Bu yönüyle her iki
mesele birbirinden ayrýlmýþ olmaktadýr. Doðrusunu Allah bilir.»
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:41:06
ÝSTÝSNA VE ÝSTÝSNA MANASINA GELENLER BABI
METÝN
Ýstisna þart ve benzerleri gibi sözü deðiþtirir. Meselâ; ikrarda bulunan «Falan kimsenin benim
üzerimde kabzetmediðim kölenin bin dirhem semeni vardýr.» dese onun sözündeki
«kabzetmediðim». ifadesi istisna anlamýna gelir.
Bize göre istisna, istisna edilen þeyler dýþýnda kalan unsurlarýn tamamýna itibar ederek
konuþmaktýr. Bu da, cüzleri bakýmýndan olumsuzluk ve sâbit kýlmaktýr. Meselâ: bir kimse, «Falan
kimsenin benim üzerimde on dirhem alacaðý vardýr, ancak üçü yoktur» dese, bu ikrarýn iki ifade
þekli vardýr. Birisi bizim zikrettiðimiz uzun ifade diðeri de þu ifadedir: «Falan kimsenin benim
üzerimde yedi dirhemi vardýr.»
Ýþte bu açýklama, fakihlerin «istisna, istisnadan sonra kalanla konuþmaktýr» demelerinin anlamýdýr.
Ýstisnanýn þartý ise. istisna konusu ile istisna edilenin birlikte bulunmasý gerekir. Ancak, nefes
almak veya aðzýný tutmak gibi zarurî durumlarda araya girecek fasýla zarar vermez. Ýstisna ile
istisna edilen arasýndaki nida da zarar vermez. Çünkü nida, uyarý ve tekid için yapýlýr. Meselâ,
«Benim üzerimde senin bin dirhemin vardýr, ey kiþi, ancak bu deðil.» demesi gibi. Ama. «Benim
üzerimde senin bin dirhemin vardýr, siz de þahit olun, ancak þu kadarý deðil.» dese, bu fasýla sayýlýr.
Çünkü þahit göstermek ikrarýn tamamýndan sonra olur. O halde buradaki istisna geçerli olmaz.
Ýkrar eden kimsenin ikrar konusunun bir bölümünü istisna etmesi geçerlidir. Âlimlerin çoðuna
göre, ikrarda cüzlerin çoðunu istisna etse, geçerli olur. Böyle ikrar eden kimseye velev köle gibi
taksim edilemeyen þeyde olsa, istisnadan geri kalanýný vermesi gerekir. Meselâ, «Yanýmdaki þu
köle falan kimsenindir. ancak üçte biri veya üçte ikisi deðil.» demiþ olsa, mezhepteki tercih edilen
görüþe göre, ikrarý geçerli olur.
Ýstisna edilen kýsmýn, kalan kýsmý yok ettiði istisnalar geçersizdir. Velev ki vasiyet gibi rücûu kabul
eden þeylerden olsun, Çünkü bütünü istisna etmek rücû deðildir. Belki fasit bir istisna olur. Geçerli
olan görüþ de budur. Cevhere.
Kendisinden istisna edilenle, istisnanýn ayný veya benzeri sözlerle , edildiði külli istisnalar
geçersizdir. Meselâ, «Kadýnlarýmýn hepsi boþtur ancak kadýnlarým veya zevcelerim deðil.»
denilmesi gibi. Bu istisna geçerli deðildir. Çünkü müstesna lafzý kendisinden istisna edilen lafzýn
aynýsýdýr. Nitekim ileride gelecektir.
Ýstisna, kendisinden istisna edilenle ayný ifade deðilse, meselâ, «Benim kölelerim hürdürler, ancak
þunlar deðil.» ve «Benim kölelerim hürdürler, ancak Salih, Galib ve Raþid deðil» veya bunlar gibi
«Benim ailelerim boþtur, ancak Zeyneb, Fatma. Ayþe deðil.» dese, bu istisnalar külli istisna da olsa,
geçerlidir. Hiçbir þey de gerekmez.
Bir kimse, «Malýmýn üçte biri Zeyd´in ancak bini deðil.» dese, halbuki malýnýn üçte biri bin olsa,
hiçbir þey vermesi gerekmez. Çünkü þarî, birþeyin hakikâti deðil. o þeyin devam etmesidir. Hatta bir
kimse karýsýný altý talâkla boþasa, altýdan dördünü istisna etse, istisnasý geçerli ve iki talâký vaki
olur. Buna göre ölçü tartý ve sayý ile ifade edilmesi mümkün olan þeylerin istisnasý geçerlidir.
Meselâ, ceviz ve bozuk paralarýn. dirhem ve dinarlarýn istisnasý gibi. Meselâ, bir kimse, «Falan
kimsenin bende on dirhemi var, ancak yüz ceviz deðil.» dese, o zaman istisna edilen, istihsânen
cevezlerin kýymetidir. Çünkü zimmette sabittir. O zaman o, dirhem ve dinar gibi olmuþ olur. Her ne
kadar istisna ettiðinin kýymeti, kendisinden istisna edilen þeyin kýymetinin hepsini içine alsa da
sonuç deðiþmez. Ama bunun aksine, bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde dinarý vardýr,
ancak yüz. dirhemi deðil.» dese, burada eþit olan bir þeyi karþýlýk gösterdiðinden istisna bâtýl olur.
Çünkü küllü, küllün aynýyla istisna etmiþtir. Bahýr.
Ancak, Cevhere diðerlerinde þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse falan kimsenin benden yüz dirhem
alacaðý vardýr, ancak on dinar deðil.» dese, on dinarýn kýymeti yüz dirhem veya daha fazla olsa,
adamýn hiç birþey ödemesi gerekmez.»
Bir kimse aralarýnda þüphe harfi olan iki sayýyý istisna etse, muhreç bakýmýndan en az olaný vermesi
gerekir. Meselâ, «Falan kimsenin bende bin dirhemi vardýr, ancak yüz veya elli dirhemi deðil» dese,
o kimsenin saðlam görüþe göre dokuz yüz elli dirhem ödemesi gerekir. Bahýr.
Eðer müstesna meçhul olursa, çoðunluk sabit olur. Meselâ, «Falan kimsenin bende yüz dirhemi
vardýr, ancak birþeyi veya azý veya bazýsý deðil.» dese, o zaman, elli bir dirhem ödemesi gerekir.
Çünkü istisna edilene þüphe girmiþtir. Bu durumda en azýn çýkmasý ile hükmedilir
Bir kimse ikrarýna «inþaallah» veya «Falan dilerse» sözlerini ekler yahut onu meydana gelmesi
þüpheli olan bir þeye baðlarsa, meselâ «Yemin edersen, dava ettiðin meblâð senin için sabit
sayýlacaktýr.» derse. ikrarý bâtýl olur. Ama ikrarýný ölüm gibi muhakkak olacak þeye baðlarsa ölsün
veya ölmesin ikrar ettiði meblaðý ödemesi gerekir.
Ýkrarda bulunan, «Ben ikrarýmda hiç ara vermeden inþaallah demiþtim.» diye dava etse, davasý
tasdik olunur mu? Ýkrar bahsinde fakihlerin buna dair bir sözünü görmedim. Þu kadarý var ki, talâk
bahsinde, «Mutemed olan görüþe göre tasdik olunmaz.» diye zikretmiþtik. Burada da kul hakký ile
ilgili olduðu için tasdik olunmamasý gerekir. Bunu baþka bir kîtabýnda Musannýf söylemiþtir. Fetva
da bu sözle verilir.
ÝZAH
«Geri kalanla konuþmaktýr ilh...» Yani istisna þekil bakýmýndan deðil mana bakýmýndan istisna
edilenle konuþmaktýr. Þöyle ki bir kimse, «Falan kimsenin bende on dinarý var, ancak üçü deðil.»
dese, bu ifadede istisnadan sonra yedidir. Yani sanki þeklen deðil mana bakýmýndan, «Onun bende
yedi dinarý vardýr.» demiþ gibi olur.
«Uyarlamak içindir ilh...» Yani muhatabý uyarmak ve yapýlan hitabý tekid etmektir. Zira nida edilen
muhatabýn kendisidir. Bu ifadeden anlaþýlýyor ki, eðer nida edilen lehine ikrar yapýlandan baþkasý
ise, o zaman müstesna ile kendisinden istisna edilen arasýndaki nida ile ortaya çýkan fasýla zarar
verir.
Lâkin Cevhere´den. «Ben bu hususta hiçbir þey görmedim.» sözü nakledilmiþtir. Þu kadarý var ki,
Gâyetü´l-Beyân´da þöyle denilmektedir: «Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi
vardýr, ey falan kimse, ancak on deðil.» dese. bu ifade caiz olur. Çünkü burada ifadeyi muayyen bir
þahsa haber verme þeklinde yapmýþtýr. O halde buradaki nida fasýla sayýlmaz.»
Velvâliciye´de de þöyle denilir: «Nida muhatabýn uyarýlmasý içindir. Muhatabý uyarmak da hitab ve
ikrarýn tekidi için ihtiyaç duyulan birþeydir. O zaman buradaki nida da ikrar ifadesinden sayýlýr.»
«Ayný lâfýz deðilse ilh...» Yani mefhum itibariyle müstesna, kendisinden istisna edilenden daha
saðlam olursa, o zaman caizdir.
«Devam etmesini düþünmektir ilh...» Yani ifadenin þekli bakýmýndan bu böyledir. Çünkü istisna,
söze ait bir tasarruftur. Manayý ihmal etmek ona zarar vermez.
«Ýki talâk vaki olur ilh...» Altý talâk her ne kadar hüküm itibariyle de sahih deðilse de yine bu sözde
iki talâk vaki olur. Zira hüküm bakýmýndan talâk üçten fazla olmaz. Bununla birlikte, «Ben seni altý
talâkla boþadým ancak dördü deðil.» sözü, «Sen üç talâkla boþsun, ancak dört deðil.» sözü gibi
olmaz. Çünkü burada lâfza itibar etmek daha uygundur. Ýnâye.
«Nasýl geçerli ise ilh...» Musannýf bunu öncesindeki meselelerden ayrý olarak zikretmiþtir. Zira
öncesindeki meseleler, kendi cinsinden yapýlan istisnalardý. Bu ise istisnanýn cinsinin aksi ile
yapýlmasýnýn beyanýdýr. Zira miktarý belli bir þeyi, yine miktarý belli birþeyden istisna etmek
Ýmameyn´e göre istihsanen geçerlidir. O zaman bu kimsenin ikrar ettiði þeyden istisna edilenin
kýymeti düþülür. Kýyasa göre ise, bu istisna geçerli deðildir. Bu da Ýmam Muhammed ve Züfer´in
görüþleridir. Ama miktarý belli olmayan birþeyi miktarý belli olandan istisna etmek biz Hanefîlere
göre kýyasen de, istihsanen de geçerli deðildir. Ancak Ým om Þâfiî, «Bir kimse, «Falan kimsenin
bende yüz dirhemi vardýr, ancak bir elbise deðil.» ifadesinde bize muhâlefet etmiþtir.
Gâyetü´l-Beyân.
Þu kadarý var ki, burada istisna geçerli deðilse o zaman ikrarda bulunan beyana zorlanýr. Bu durum
ikrarýn sýhhatine mâni olmaz. Çünkü açýklandýðý gibi ikrar konusunun bilinmezliði ikrarýn sýhhatine
mâni deðildir. Lâkin þu kadarý var ki, istisna ancak, istisna edilenin bilinmezliði istisnanýn sýhhatine
manidir. Bunu Kâdýzâde´den naklen Þurunbulâliye de zikretmiþtir.
«Dirhem ve dinar gibi olmuþ olur ilh...» Zira onlar vasýflarýyla zaten semendirler. Hatta onlarý tayýn
etmiþ olsa, akit bunlarla meydana gelir. Eðer bunlarla vasýflandýrýlmýþ olsa bunlarýn hükmü dinar
hükmü gibi olur. Kifâye.
«Cevhere ilh...» Bunun misli Yenabî´dedir. Onu Kâdýzâde Zahire´ den nakletmiþtir. Þurunbulâliye´de
olduðu gibi.
Þurunbulâliye´de þöyle denilir: «Þeyh demiþtir ki, mükellef, «Benim üzerimde on dirhem vardýr,
ancak bir dinar deðil.» dese, o dinarýn kýymeti on dirhemden fazla olsa, veya, «Benim üzerimde on
dirhemi vardýr ancak bir ölçek buðday deðil.» dese, buðdayýn kýymeti yine on dirhemden fazla olsa,
eðer biz bütünü bütünden sözünden baþkasýyle istisna sahihtir görüþünü takib etsek, o zaman
uygun olan, yukarýdaki ikrarýn geçersiz olmasýdýr.
Þu kadarý var ki Bezzâziyye´de bunûn aksine delâlet edecek þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse,
«Benim üzerimde bir dinarý vardýr, ancak yüz dirhem deðil.» dese, istisna bâtýldýr. Çünkü istisna,
istisna edilenden daha çoktur. Adam, «Þu cüzdanda olan dirhemlerin hepsi falan kimsenindir,
ancak bini deðil.» dese. o zaman bakýlýr: eðer cüzdandaki dirhemler binden fazla ise, fazlasý ikrarda
bulunanýn, bin de lehine ikrar yapýlanýndýr. Eðer cüzdandaki bin veya binden az ise, o zaman hepsi
lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü burada istisna geçerli deðildir.»
Ben derim ki: Bunun þekli düþünerek anlaþýlabilir. Yine ben derim ki, Musannýf´a da uygun olan,
Cevhere´de olan ifadenin aynýsýný takip etmesiydi. Çünkü Musannýf da daha önce «Eðer tamamýný
içine alýrsa» demiþti.
«Düzeltilsin ilh...» Zahir olan, meselede iki rivayet vardýr, Þöyle ki, dirhemle dinar bir cins midir.
Yoksa iki ayrý cins midir? H.
«Dokuz yüz ilh...» Çünkü burada istisnada þekli ifade eden birþey zikredilmiþtir. O zaman, bunlarýn
en azý sabit kýlýnýr. Bu da Ebû Süleyman´ýn rivayetidir. Ebû Hafs´ýn rivâyetine göre ise, yalnýz dokuz
yüz ödemesi gerekir.
Fakihler birinci rivayetin daha saðlam olduðunu söylemiþlerdir. Kakî.
Kâdýhan da Ziyâdât þerhinde ikinci sahih´ rivayeti sahih görmüþtür. Remiz´de de olduðu gibi ikinci
rivayet, mezhebin prensiplerine daha uygundur. Hamevî.
Sâyýhânî de birinci rivayeti naklederken, «Bu Þâfiî mezhebinin zahiri üzerine bir görüþtür.» demiþtir.
Çünkü giriþten sonra çýkmaktýr. Ama bizim mezhebimize göre. bu terkibin ifade ettiði tek birþeydir.
O halde sanki o kimse, ya onun bende dokuz yüzü vardýr demiþtir veya dokuz yüz ellisi vardýr
demiþtir. O zaman dokuz yüz elli gerekli olur. Çünkü dokuz yüz daha azdýr. Hatta fakihler bizimle
Þâfiî orasýndaki ihtilâfýn semeresi bu terkibin mislinde ortaya çýkar. O halde bize göre, ikrarda
bulunana gerekli olan en azýný vermektir. Bu da dokuz yüzdür. Zira istisna, istisnadan sonra kalanla
konuþmaktýr. O zaman biz, burada ikrarda bulunanýn ne ile konuþtuðu hususunda þüpheye
düþüyoruz. Asýl olan da, zimmetlerin borçsuz olmasýdýr. Bu sebeple dokuz yüz ödemesi gerekir
diyoruz.
Þâfiî´ye göre ise, istisnaya dahil olan bindir. O zaman þüphe binden çýkarýlacak rakamdadýr. Burada
da en azý çýkarýlýrsa, dokuz yüz elli kalýr. Zeylâî. Kâdýhan da buna sahih demiþtir.
Fakihlerin birinci görüþü daha saðlam görmeleri, ibrayý ifade eder. Düþün.
«En azýn çýkmasý ile hükmedilir ilh...» Bu da yarýmdan azýdýr. Çünkü bir þeyi istisna, örfen azýný
istisnadýr. O zaman biz burada yarýsýný ve yandan bir fazlasýný gerekli gördük. Çünkü azlýðýn
tahakkuk etmesinin en aþaðý derecesi yarýdan bir aþaðý olmaktýr.
«Meydana gelmeme tehlikesi olan bir þeye ilh...» Meselâ, ikrarda bulunan, «sana ait olsun.» dese, o
da yemin etse, hiç birþey vermesi gerekmez. Eðer yemini üzerine iddia ettiðini ona verirse, ona geri
alma hakkýna sahip olur. Nitekim Bahýr´ýn varislerin sulh bahsinde de böyledir.
Bahýr´da ikrarý meydana gelmeme tehlikesi olan bir þeye baðlama þununla kayýtlanmýþtýr: Yani o
baðlama, eðer vade davasýný içine almýyorsa bu böyledir. Bahýr´da devamla, «Eðer, «Aybaþý
geldiðinde senin benim üzerimde þu kadar meblâðýn vardýr.» derse, bu vade davasýný içine
aldýðýndan halen onu ödemesi gerekir. Ancak lehine ikrarda bulunan vade hususunda yemin teklif
edilebilir.» denilmiþtir.
Yine Bahýr´da þöyle denilir: «Ýkrarý geçersiz kýlan baðlamalar þunlardýr: Meselâ bir kimse, «senin
bende bin dirhemin vardýr, ancak bana ondan baþkasý üstün olur veya ben ondan baþkasýný
görürüm veya benim bildiðim kadarýyla veya siz þahit olun benim bildiðime göre falan kimsenin
benden þu kadar alacaðý vardýr.» ifadelerindeki baðlamalardýr.»
«Meydana geleceði kesin olan bir þeye baðlarsa ilh...» Çünkü, bu gerçekte bir þeye baðlama
deðildir.
Belki bundan kastý, varisleri, ölümünden sonra inkâr ettikleri takdirde, zimmetinin beraeti için onlarý
þahit göstermektir. Bunun için ister ölsün, ister yaþasýn her durumda ikrar ettiði þeyi ödemesi
gerekir.
«Ýkrarý bâtýl olur ilh...» Ýmam Ebû Yusuf´un görüþü üzerine bâti olur, ki ona göre, iþi Allah´ýn
dilemesine baðlamak, ikrarý geçersiz kýlmak demektir. Ýmam Muhammed ise, «Ýkrarýný Allah´ýn
dilemesine baðlamak, herhangi bir þarta baðlamak gibidir.» demiþtir. Bu ikisinin arasýndaki ihtilâfýn
faydasý, ikrarda bulunanýn iþi Allah´ýn dilemesine baðlamasý ikrardan önce söylemesinde ortaya
çýkar. Meselâ bir kimse karýsýna «Eðer Allah dilerse sen boþsun» dese, Ebû Yusuf´a göre, talâk vaki
olmaz. Çünkü Allah´ýn dilemesine baðlamak, sözü geçersiz kýlmaktýr. Ýmam Muhammed´e göre ise,
bu ifade ile talâk vaki olur. Çünkü bunda bir þeye baðlama vardýr. Fakat eðer önce þartý zikreder,
cezayý zikretmezse, o zaman talik etmiþ olmaz, talâk da þartsýz olarak vâki olur.
Ama eðer hiçbir kastý olmadan «inþaallah» derse, halbuki kastý boþamayý gerçekleþtirmek ise, talâk
vâki olmaz. Çünkü istisna gerçekten mevcuttur. Ýstisna ile zikredilen sözle talâk vâki olmaz. Aynî.
«Musannýf söylemiþtir ilh...» Remlî, hâþiyelerinde þöyle demiþtir: «Ben diyorum ki, fýkhî kâide þunu
gerektirir: Eðer ikrarý delil ise, sabit ise, ikrardan sonraki, «Ýnþaallah demiþ olduðu» davasý da
ancak delil ile tasdik olunur. Ama eðer baþlangýçta, «Ben þu adama istisna ile birlikte þu kadar
ikrarda bulundum» dese, sözü delilsiz kabul edilir. Sanki, «Falan kimsenin benim yanýmda Allah
dilerse þu, kadar malý vardýr.» demiþ gibi kabul edilir. Ama birinci sözü, bunun aksinedir. Çünkü
ikrarý açýkladýktan sonra, onu geçersiz kýlmak istemektedir.» Sen düþün.
METÝN
Bir evden bir odayý istisna etmek mümkündür. Ama, yapýyý oda veya evde istisna etmek geçerli
deðildir. Çünkü, yapý, taban, oda ve eve dahildir. O zaman. bu ifade bir vasýf olur ki, vasfýn da
istisnasý caiz deðildir. Dürer.
Ýkrarda bulunan, «Evin binasý benim arsasý senindir.» dese, dediði gibi olur. Çünkü arsa ancak bir
toprak parçasý olup buk´adýr, bina deðildir. Fakat. «Bina benimdir, yeri senindir.» dese hem bina,
hem de yer lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü taban bina yere dahildir. Ancak, ikrarda bulunan, «Bina
Zeyd´indir, yeri Amr´ýndýr.» dese, dediði gibi olur.
Yüzüðün kaþýný, bahçedeki meyve aðaçlarýný, cariyenin boynundaki gerdanlýðý istisna etmek, kapýyý
evden istisna etmek gibigeçerli deðildir.
Bir kimse, «Falan kimsenin bende kabzetmediðim kölenin semeninden bin dirhemi vardýr.» dese ve
köle de lehine ikrar yapýlanýn elinde olduðu halde onu tayin etmiþ olsa, bakýlýr: Eðer lehine ikrar
yapýlan köleyi ikrarda bulunana teslim ederse, ikrarda bulunanýn bin lira ödemesi gerekir. Eðer
lehine ikrar yapýlan köleyi teslim etmezse, ikrarda bulunanýn bin dirhemi ödemesi gerekmez. Ama
ikrarda bulunan köleyi tayin etmezse, bin dirhemi mutlaka ödemesi gerekir. Ýster fasýlalý, ister
fasýlsýz söylesin sonuç deðiþmez. Bu durumda, onun «Kabzetmediðim» sözü de lâðv olur. Çünkü
bu bir bakýma ikrardan rücû olur. Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde þarap, domuz eti,
kumar malý, ölmüþ hayvan veya kanýn satýþ bedeli vardýr» diye ikrarda bulunmasý gibi ki, bunlarda
mutlaka ödemesi gerekir. Ancak eðer lehine ikrar yapýlan da bunu tasdik ederse veya ikrarda
bulunan davasýnýn doðru, ikrarýnýn hatalý olduðuna delil ikâme ederse, o zaman hiçbir þey ödemesi
gerekmez.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhem haram malý veya faiz parasý vardýr» dese,
bunlarý birlikte veya ayrý ayrý söylesin ödemesi gerekir. Çünkü diðerine göre helâl olma ihtimali
vardýr.
Bir kimse, «Benim üzerimde falan kimsenin yalan ve bâtýl yolla þu kadar malý vardýr» dese, eðer
lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tekzib ederse, ödemesi gerekir. Eðer tasdik ederse, hiçbir þey
ödemesi gerekmez. Satýþý ikrara zorlanan kimsenin durumu da yukarýdaki açýklamaya göre olur.
Lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tasdik ederse, satýþ gerekmez, tekzib ederse satýþ lâzým gelir.
Bir kimse. «Benim üzerimde falan kimsenin bin tane züyuf dirhemi vardýr» dese sebebi de
zikretmese, saðlam görüþe göre aynen onun dediði gibidir. Bahýr.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde metâ semeni veya karz olarak bin züyûf dirhemi vardýr»
dese tasdik edilmez. Çünkü züyûf demekçe, ikrarýndan rücû etmiþ olmaktadýr.
Ama, «Falan kimsenin bende gasb veya vedia yoluyla alýnmýþ züyûf veya nebehrece bin dirhemi
vardýr.» dese, bu sözü tasdik edilir. Ama. «Falan kimsenin bende gasb veya vedia olarak bin
dirhemi vardýr ancak onlar hileli veya için kalay dýþý gümüþ paradýr.» dese, eðer bu istisnasýný ara
vermeksizin yapmýþsa, tasdik edilir. Eðer istisnayý aralýklý yapmýþsa, tasdik olunmaz. Çünkü, bunlar
mecazen dirhemdirler
Bir kimse, «Ben bunu gasbettim veya bana vedia etmiþti.» diyerek ayýplý bir elbise getirse, elbisenin
daha önce saðlam olduðuna dair delil yoksa, yemin ederse, yemini ile birlikte tasdik edilir.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardýr, ancak þu kadar noksan.» dese,
velev ki o metaya ait semen olsun, sözü tasdik edilir.
Bir kimse ora vermeksizin, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardýr, ancak o
dirhemlerin aðýrlýklarý yedi miskal deðil, beþ miskal noksandýrlar.» dese, velev o meta semeni
olsun, sözü tasdik edilir. Ama eðer zaruret olmadýðý halde aralýklý söylerse, tasdik edilmez. Çünkü,
paranýn zuyûf olmasý gibi vasfýn deðil miktarýn istisnasý geçerlidir.
Birisi bir diðerine, «Ben senden vedia olarak bin dirhem almýþtým. Bu para bir kasýt olmaksýzýn
elimde helâk oldu.» dese diðeri buna karþý, «Hayýr, o bin dirhemi benden gasbettin.» dese ikrarda
bulunan o bin dirheme zamindir. Çünkü tazmin etme sebebi olan alým ikrar etmiþtir.
Ama, «Sen bana bin dirhemi vedia olarak verdin.» dese. karþýdaki de, «Hayýr sen onu benden
gasbettin.» dese, ikrarda bulunan burada zamin olmaz. Makbul olan söz de, zýmaný inkâr ettiðinden
dolayý ikrarda bulunanýndýr.
Bir kimse, «Þu malým senin yanýnda karz veya vedia idi, ben onu aldým.» dese lehine ikrar yapýlan.
«Hayýr o benimdi, sen aldýn.» dese, lehine ikrar yapýlan eðer zayolmamýþsa o þeyi alýr. Eðer
zayolmuþsa, onun kýymetini alýr. Çünkü ikrarda bulunan, önce lehine ikrar yapýlanýn zilyed
olduðunu ikrar eylemiþ, sonra da ondan aldýðýný söylemiþtir. Ki bu da
tazmin etme sebebidir.
Bir kimse, «Falan kimseye þu atýmý, veya elbisemi kiraya verdim. o da o atýma bindi veya o elbisemi
giydi veya ben elbisemi ona âriyet olarak vermiþtim veya onu evimde iskân etmiþtim, o da bana geri
verdi» dese, karþýdaki adam da, «Hayýr benimdir.» dese, ikrarda bulunanýn sözü istihsanen tasdik
olunur. Çünkü ikrarda zilyedlik zorunludur. Ama vedia bunun aksinedir.
Ama bir kimse, «þu bin falan kimsenin vedîasýdýr.» hemen peþine «Hayýr, falan kimsenin
vedîasýdýr.» dese. o bin birinci adamýndýr. Ýkrarda bulunan ikinci odama da binin mislini öder. Ama
bunun aksine. ey falan kimsenindir.» devamla, «Hayýr, falan kimsenindir.» dese. O zaman onun
üzerine ikinci adam için birþey vermesi gerekmez. Zira o þeyin vedîa olarak verildiðini ikrar
etmemiþtir. Ama bu açýklamalar, eðer ikrar ettiði þey belirli bir mal ise böyledir. Ama eðer belirli bir
deðilse, ikinci adama da aynýsýný vermesi gerekir. Meselâ, «Ben falan kimseden yüz dirhem, yüz
dinar ve bir ölçek buðday gasbettim» dese, peþine de ara vermeden, «Hayýr, ondan deðil, falan
kimseden gasbettim.» dese, ikrarda bulunanýn þahsa da ikrar ettiði þeylerin hepsini vermesi
gerekir. Eðer o þeyler ayný ile iki, ikrar ettiði dirhem, dinar ve buðday birinci adamýndýr. Ýkinci
adama da onun mislini verir.
Ama bu durumlarda lehine ikrar yapýlan bir adam ise, o zaman ikrar ettiði þeylerin hangisi miktar
bakýmýndan daha üstün ise onu verir. Meselâ bir kimse, «Onun bende bin dirhemi vardýr, hayýr
ikibin dirhemi vardýr.» veya «Onun bende bin dirhem geçerli parasý vardýr, hayýr bin dirhem
geçersiz parasý vardýr.» dese, bunlarýn hangisinin miktarý çok ve vasfý daha üstün ise onu vermesi
gerekir.
Bir kimse, «Benim falan kimse üzerindeki alacaðým falan kimsenindir.» veya «Falan kimsenin
yanýndaki vediam falan kimsenindir.» dese, bu sözler o adama ikrardýr. Kabz hakký da ikrarda
bulunana aittir. Yalnýz borçlu ve vedîa verilen kimse, lehine ikrar yapýlana teslim etmiþ olsalar,
ikrarda bulunan borçtan kurtulur. Ancak bu durum, ikrar konusunun baþ tarafýnda geçene aykýrý
olup, gerçekte malý kendisine izâfe ettiði için bu bir hibe olur. O zaman da teslimi gerekir. Bundan
ötürü Hâvi-i Kudsî´nin sâhibi, «Eðer ikrar ettiði kiþiyi kabza yetkili kýlmamýþsa teslimi gerekir.»
demiþtir.
Ama adam, «Benim ismim deyn kitabýnda âriyet olarak yazýlýdýr.» dese. ikrarý geçerli olur. Eðer
böyle demezse, ikrarý geçerli olmaz. belki hibe olur. Musannýf diyor ki, bütün muteber kitaplarda,
zikr olunan da budur. Ancak, Hülâsa buna muhâlefet etmiþtir. Bu konuda fetva istenirse düþünerek
fetvâ ver. Yani muteber kaynaklarda zikredilene itibar ederek onlarýn sözü ile fetva ver.
ÝZAH
«Yapý tebean oda ve eve dahildir ilh...» Bundan dolayý da kabýzdan önce, satýþta yapý baþkasýna ait
bir hak çýkmýþ olsa, o yapýnýn karþýlýðýnda mebiin satýþ bedelinden hiçbir þey düþülmez. Müþteri
muhayyer olur. Ama bir evden bir oda baþka birisinin hakký çýksa, bunun aksine bu satýþ
bedelinden odanýn hissesine düþen çýkarýlýr.
«Binasý benimdir ilh...» Zahire´de þöyle denilmiþtir: «Bilmiþ olunuz ki bunlar beþ meseledir. Bu beþ
mesele de iki asýl kaideden çýkarýlmaktadýr. Birinci asýl; Ýkrardan önce dava, davadan sonraki
ikrarýn sýhhatine mani deðildir. Ýkrardan sonra ikrar ettiði þeye dahil olan bazý þeyleri dava etmek
ise geçerli deðildir. Ýkinci asýl: Þahsýn ikrarý, diðerinin deðil kendi nefsi üzerine delildir. Bu iki aslý
bildikten sonra, biz diyoruz ki ikrarda bulunan. «Binasý benimdir. yeri falan kimsenindir.» dese,
hem bina, hem de yeri, yerine ikrar ettiði kimsenin olur. Çünkü davadan sonra ikrar geçerlidir. Eðer,
«Yeri benimdir, binasý falan kimsenindir.» derse her ikisi de ikrarda bulunanýn olur. Çünkü
baþlangýçta yapýnýn yere tebean kendisinin olduðunu iddia etmiþtir. Ýkinci olarak, yapýnýn baþkasýna
ait olduðunu ikrar etmiþtir. Davadan sonra ikrar ise geçerlidir. O halde lehine ikrar yapýlana,
yapýsýný ikrarda bulunanýn mülkünden kaldýrýlmasý emredilir. Ama, «Yeri falan kimsenindir, binasý
benimdir.» dese, her ikisi de lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü ilk olarak binayý lehine ikrar yapýlana
ikrar etti, ikinci olarak da binanýn kendisinin olduðunu iddia etti. Ýkrardan sonra ikrara dahil olan
bazý þeyleri iddia etmek ise geçerli deðildir. Ama. «Yer falan kimsenindir, yapý da bir diðer
adamýndýr.» dese her ikisi de birinci lehine ikrar yapýlanýndýr. Çünkü önce ona binayý ikrar etmiþ
olmaktadýr. Sonra da bina falan kimsenin demekle ikincisine ikrar etmiþ olmaktadýr. Baþkasýnýn
üzerine ikrar etmek de geçerli deðildir. Ama, «Yapý falan kimsenin, yer de falan kimsenindir.» dese
dediði gibi olur. Çünkü önce yapýyý birinci adama îkrar etti, ikinci olarak da yine birinci adam
üzerine ikinci adam için bina ile ikrar etti ki bu ikrar geçerli deðildir.» Kifâye. Özetle.
«Bahçedeki meyve aðaçlarýný ilh...» Ancak, aðaçlarý kökleriyle istisna ederse, o zaman geçerli olur.
Zira kökleri de ikrara bilerek dahil edilmiþ olur.
Hâniye´de yüzük kaþýný, bahçedeki aðaçlarý zikrettikten sonra þöyle denilmiþtir: «Bahçe ve yüzüðün
ikrarýnda, yüzüðün kaþýný veya bahçedeki meyve aðaçlarýný ara vermeden istisna etse, istisnasý
geçerli deðildir. Ancak davacý, dava ettiðine dair delil ikâme ederse, o zaman geçerli olur. Þu kadarý
var ki, Zahire´de, «Birisi bir baþkasýna yeri veya evi ikrar ederse, o evin yapýsý ile yerdeki aðaçlar
ikrara dahil olur. Hatta ikrarda bulunan, bina ve aðaçlarýn kendisine ait olduðuna dair delil ikâme
etse, delili kabul edilmez.» denilmiþtir.»
Ancak, onun istisnasý aralýklý ikrar yaptýðýna yorumlanýrsa, o zaman delili kabul edilir. Nitekim
Hâniye´de de buna iþaret edilmiþtir. Sâyýhânî.
«Cariyenin boynundaki gerdanlýðý ilh...» Ýþte bu mesele kapalýdýr. Þöyle ki, fakihler cariyenin
satýþýnda gerdanlýðýn satýþa girmediðini söy-lemiþlerdir. Ancak, adet üzere iþ için boynuna taktýðý
önlük onun satý-þýna dahildir. Metinde gecen mesele ise, kýymeti olmayan bir gerdan-lýk þeklinde
tefsir edilmelidir ki, doðru olsun.
Ben derim ki: Yukarýda zikrettiðimiz, satýþdadýr. Çünkü, cariye üs-tündeki giysi ve takýlarla birlikte
satýcýya aittir. Ýkrarda ise, cariyeyi baþkasýna ikrar ettiðinde, cariyenin lehine ikrar yapýlana ait
olduðu ortaya çýkmaktadýr. Bu ikrardan açýða çýkan þudur ki, cariyenin üzerin-de olanlar da velev ki
çok kýymetli olsun, cariye ile birlikte malikindir. Dü-þün.
«Bin dirhemi vardýr ilh...» Musannýfýn burada cümleyi böyle kayýtlamasýnýn sebebi þudur: Eðer
adam baþlangýçta, «Ben falan kimseden bir mal aldým, ancak onu kabzetmedim.» dese, sözü kabul
edilir. Nite-kim, mal elinde olduðu halde satýcýnýn «Ben þunu sattým ama henüz se-menini
kabzetmedim.» sözü de kabul edilmektedir. Çünkü mebîin veya semenin kabzýný inkâr etmektedir.
Makbul olan söz de münkirindir. Ama bu ikrar meselesi bunun aksinedir. Çünkü «kabzetmediðim»
sözü, «Onun benim üzerimde þu kadar malý vardýr.» sözünden sonradýr. Bu ise söz-den rücû
etmektir. O zaman bu geçerli deðildir. Remlî böyle ifade etmiþ-tir.
«Köleyi ikrarda bulunana teslim ederse ilh...» Umulur ki, fakihlerin bu meselede «teslim»den
kasýtlarý hazýr bulundurmaktýr. Veya bu me-sele fakihlerin «Müþterinin önce satýþ bedelini teslim
etmesi gerekir.» sözünden tahsis edilmelidir. Çünkü bu acýk birþey deðildir. Makdisî. Ebus-suud.
Özetle.
«Tekzib ederse satýþ gerekir ilh...» Bedâye´de þöyle denilmiþtir: «Zor-la satým akdi nasýl caiz
deðilse, zorla ikrar da geçerli deðildir. Zorla ik-rar þöyle olur: Adam, «Ben sana dýþa karþý bir malý
ikrar edeceðim.» dese, ikrarýn fasit olduðuna dair de kendi aralarýnda gizli bir anlaþma (muvazaa)
yapsalar, bunun ikrarý sahih deðildir. Hatta lehine ikrar ya-pýlan da ikrar edilen þeye mâlik olmaz.»
«Bu sözü tasdik edilir ilh...» Çünkü gasbedilen kimse, rastgele gasbettiði gibi vedîa verilen kimse
de kendisine ne vedia verilirse onu saklar. Bu duruma göre gasb ve vedîa ikrarýnýn doðru olmasý
gerekmez. Tatarhâniye´de bir mesele vardýr ki, çokça meydana gelir. Þöyle ki: «Bir kimse, «Bu
meyvaný sen bana vedîa olarak verdin.» dese, o da «Hayýr sen onu benden gasbettin.» dese, eðer
bir hayvaný ariyet olarak alan, ona binmemiþse, zamin olmaz. Yok eðer binmiþse, zamin olur.
Bunun gibi, adam, «Sen onu bana ariyet olarak verdin.» dese, bu mesele de aynen önceki gibidir.
Ebû Hanîfe þöyle demiþtir: «Bir kimse, «Þu þeyi ben senden ariyet olarak aldým.» dese, öteki de
onu ariyet olarak aldýðýný inkâr etse, zamin olur. Ama eðer, «Bu elbiseyi senden ariyet olarak
aldým.» dese, o da, «Hayýr, sen onu benden satýn aldýn.» dese, ikrar eden eðer o elbiseyi
giymemiþse söz onundur. Çünkü o münkirdir. Eðer elbiseyi giymiþse, zamin olur. Adam, «Þunu sen
bana ariyet olarak verdin» dese, o da, «Hayýr ben sana kiraya verdim.» dese, helak olduðu takdirde
zamin ol-maz. Ama «Ben senden gasbettim.» sözü bunun aksinedir. Þu kadarý var ki, «Sen bana
emanet olarak verdin» sözünde eðer kullanmýþsa za-min olur.»
«Kýymetini alýr ilh...» Burada þöyle bir görüþ vardýr: Meselenin na-zarî þekli iþaret edilendedir.
Burada ise iþaret edilen mevcut deðildir. Ancak, denilebilir ki, iþaret ettiði þey mevcuttu, sonra
ikrarda bulunan .onu helak etti. Fettâl.
«Þu bin falan kimsenin vedîasýdýr ilh...» Bu meselenin tamamý Sulh bahsinin hemen öncesinde þu
meselenin açýklamasýnda gelecektir. Bir kimse, «Benim babam malýnýn üçte birini falan kimseye
vasiyet etti.» fasýlasýz olarak hemen, «Hayýr, falan kimseye» dese.
«Vedîa olarak verildiðini ikrar etmemiþtir ilh...» Yani, tazmin etme sebebi ile ikrar etmemiþtir. Ama
birinci mesele bunun aksinedir. Çünkü birinci meselede ikinci þahsa vedia olduðunu ikrar etmiþtir.
Orada za-min olur. Çünkü vediayý birinciye ikrar etmiþ ve ikrarý da birinci þahsa geçerli olduðundan
onun mülkü olmuþtur. Artýk onu ikinci þahsa teslim etmesi mümkün deðildir. Ama bunun aksine
vediayý satar, müþteriye tes-lim etmezse, yalnýz satýþla o vediaya zamin olmaz. Zira vediayý
sahibi-ne teslim etmesi mümkündür. Bana açýklanan da þudur.
BÝR UYGULAMA MESELESÝ:
Tam ehliyetli olan bir kimse, iki mal için ikrarda bulunsa, her iki maldan bir istisna yapsa, meselâ,
«Benim üzerimde bin dirhem ve yüz dinar borç vardýr, ancak bir dirhem deðil.» dese. eðer her iki
malda da lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri üzeredir. Ýmam Muhammed´e göre ise.
eðer ikrar bir kiþiye ise, istisna hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise, istisna
hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise, istisna asla geçerli deðildir.
Tatarhâniye. Muhit´ten.
Eðer lehine ikrar yapýlan iki ayrý þahýs ise. istisna mutlaka ikinci ma-la ait sayýlýr. Meselâ, «Falan
kimsenin bende bin dirhemi, falanýn da bende yüz dinarý vardýr, ancak bir dirhem deðil.» demesi
gibi. Bu mese-lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri üzeredir. Ýmam Muhammed´e göre
ise, eðer ikrar bir kiþiye ise istisna hangi cinsten ise ona ait sayýlýr. Eðer ikrar iki ayrý kiþiye ise,
istisna asla geçerli deðildir. Tatar-hâniye. Muhit´ten.
«Hangisi miktar bakýmýndan çok ilh...» Eðer ayný cinsten ise. Eðer farklý iki cinsten ise, meselâ,
«Falan kimsenin benim üzerimde bin dir-hemi vardýr.» peþine de «Hayýr, bin dinarý vardýr.» derse,
iki bini de ödemesi gerekir. T. Özetle.
«Alacaðým ilh...» Hâvi-i Kudsî´nin ifadesi þöyledir- «Benim falan kim-sedeki alacaðým falan
kimsenindir, diyerek ona kabz yetkisi vermese, bu o kimse için bir ikrardýr.» Hâmiþ´te de böyledir.
«Teslimi gerekir, ilh...» Yani üzerinde borç olmayan kimseye hibe etmek geçerli deðildir. Ancak onu
kabza yetkili kýlarsa geçerli olur.
«Benim ismim ilh...» Bunun özeti þöyledir: Ýster kabza yetki versin, ister etmesin, «Benim ismim
deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» dese, bu sözü geçerlidir. Nitekim Musannýfýn fetvasýnda da
böyledir. Birinci görüþe göre hibe, ikinciye göre ise ikrar olur. Onun o malý kendine iza-fe etmesi,
mülk izafesi deðil, nisbet izafesidir. Nitekim sarih de yukarýda bunu zikretti.
«Benim ismim deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» demesi niçin þarttýr? Onun nisbet izafesini
irade etmesine karine olduðu içindir. Ýþ-te bunun üzerine de metnin ifadesi yorumlanýr. O halde,
bunu ikrar say-makta kapalýlýk kalmaz. Gecen asla da açýk bir karine bulunduðu için bu geçen asla
da zýd olmaz.
Vehbâniye þerhinde þöyle bir ifade vardýr: «Kadýn, «Benim kocam üzerindeki mehir alacaðýmda bir
hakkým yoktur. O, falan kimsenindir.» dese lehine ikrar yapýlan da kadýný tasdik etse, sonra kadýn
kocasýný mehinden ibra etmiþ olsa, bazý âlimlere göre, kocasý borçtan kurtulur, bazý âlimlere göre
ise, koca borçtan "kurtulamaz. Ama en açýk olan, ko-canýn borçtan kurtulmasýdýr. Zira Merginanî,
bu ikrarýn geçerli olmadýðý-na iþaret etmiþtir. O zaman, ibra tam mahalline rastlamýþ oluyor.»
Burada ise, izafenin mülk için olduðu açýktýr. Çünkü kadýnýn mehri, baþka kimsenin olamaz. Kadýnýn
mehrini baþkasýna ikrar etmesi kab-za yetki vermeden hibe olur. Kabzsýz hibe de geçerli deðildir.
Musannýf bu meseleyi çeþitli hibe meseleleri konusunda kapalý görmüþtür. Hal-buki Allah´ýn yardýmý
ile bu meseledeki kapalýlýðýn nasýl halledildiðini gör-dünüz.
«Zikrolunan ilh...» Yani eðer,. «Benim ismim deyn kitabýnda ariyet olarak yazýlýdýr.» demezse,
geçerli deðildir.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:44:59
HASTANIN ÝKRARI BABI
METÝN
Bu hastalýktan kasýt, son ölüm hastalýðýdýr. Yalnýz bunun tarifi, has-tanýn boþamasý bahsinde
geçmiþtir. Vasiyetler bahsinde de gelecektir.
Hz. Ömer´in uygulamasýna göre hasta, varislerden olmayan birisine borçlu olduðunu ikrar ederse,
borcun malýn tamamýndan alýnmasý gere-kir. Hastanýn ikrarý borç deðil, bir mal olsa bu da yine borç
gibidir.
Ancak, ikrar ettiði borç veya malý hastalýðýnda temellük ettiði bili-nirse, o zaman malýn tamamýndan
deðil, üçte birinden alýnýr. Musannýf bunu Muin isimli kitabýnda da zikretmiþtir.
Ýrs, ikrardan sonraya tehir edilir. Saðlýðýndaki mutlak borç ile de-lil veya hâkimin muayenesi gibi
bilinen bir sebeble ikrarda bulunanýn hastalýðý sýrasýnda sarfedilen birþey, ölüm hastalýðýndaki
ikrardan önde gelir. Velevki, ikrar ettiði þey vedia olsun.
Ýmam Þafiî´ye göre ise, hepsi eþittir.
Bilinen sebeb, müþahede edilen bir nikâh gibi teberru edilmeyen bir þeydir. Eðer nikâh, mehr-i misil
ile ise, geçerlidir. Eðer mehr-i misilden fazla bir mehirle evlenmiþse, nikâh caiz olsa da ziyadelik
bâtýldýr. Ýnâye.
Yine, þahitler huzurunda yapýlan satýþla itilâf da ikrardýr. Ölüm has-tasý olan bir kimse borçlarýnýn
bir kýsmýný ödemek, bir kýsmýný da ver-memek gibi bir hakka sahip deðildir. Velevki, ödemiþ olduðu
mehri ve icare ücreti gibi olsun. Çünkü borçlarýn hepsi onun elindeki mala taalluk eder. Onlardan
salim olmaz. Ancak iki meselede deðil.
Müstesna olan meseleler þunlardýr: Hastalýðý sýrasýnda karz olarak aldýðý birþeyi ödemesi ve yine
hasta iken satýn aldýðý birþeyin bedelini nakit olarak ödemesi bunlardandýr. Bürhan´da olduðu gibi.
Hastalýðýndaki ödünç para almasý ve hastalýðýnda aldýðý þeyin be-deli ikrarý ile deðil, delille
biliniyorsa, müstesnadýr.
Ama hastalýðýnda vereceði mehir ve ölüme kadar ödemediði borç yukarýdakilerin aksinedir.
Bunlarda diðer borçlarla eþîttir. Ancak eðer, satýlan þey, satýcýnýn elinde deðilse, eþit olurlar. Ama
eðer satýcýnýn elin-de ise satýcý o zaman diðer varislerle eþit deðil, mebîin bedelini almaya daha
haklýdýr.
Hasta önce bir borcu, sonra da diðer bir borcu ikrar etse, eðer o borçlarýn ikisi de hastalýk ve saðlýk
gibi durumlarda eþit iseler, o zaman onlarýn ödemesi de eþittir. Ama eðer önce bir borç olduðunu,
sonra da bir vedia olduðunu ikrar etse, veya bunun aksine önce vediayý, son-ra borcu ikrar etse,
eðer borç ile vedianýn sýhhat ve hastalýk durumlarý eþit ise, o zaman vediayý vermek her iki þekilde
de daha uygundur.
Eðer akrabasý deðilse borçlu olan hastanýn borçlusunu ibra etmesi caiz deðildir. Ama borçlu varisi
ise, mutlaka caiz olmaz. Hasta, baþka birisine ister borçlu olsun, ister olmasýn, sonuç deðiþmez.
Bunun sýh-hatinin, hilesi þudur: Hastanýn «Benim onun üzerinde hiçbir hakkým yok-tur.» demesidir.
Nitekim bunu Musannif, «Benim þu isteðim üzerinde hiçbir þeyim yoktur.» demesi, -ki bu söz hem
varisi hem de baþkasýný içine alýr- diyâneten deðil, kazaen sahihtir.» sözüyle de ifade etmiþtir,
Bununla ahiretteki deðil dünyadaki mutalebe kalkar. Hâvi. Ancak bu sözü ile mehirden kaçýnamaz.
Bezzâziyye.
Çünkü, mehrin üzerinde olduðu açýktýr. Ama kýzýn hastalýðýndaki, «Falan þey babamýn veya
annemindir, benim onda hakkým yoktur.» sözü veya «O ariyet olarak benim yanýmda idi.» sözü
geçerlidir. Kocasýnýn bu ´konudaki davasý da dinlenmez. Nitekim bu Eþbâh´ta da açýklanmýþtýr.
ÝZAH
«Yalnýz ilh...» Hindiyye´de þöyle denilmiþtir: «Ölüm hastalýðý, bir kimsenin ihtiyaçlarýný karþýlamak
için bile dýþarýya çýkamayacaðý hasta-lýktýr. Saðlam olan görüþ de budur.»
Ýsmâiliye´de de þöyle denilir: «Bir kimse hastadýr ama, bazan soka-ða çýkar kendi iþlerini görür. Bu
hastalýk ölüm hastalýðý deðildir. Böyle bir hastanýn hastalýðýnda yaptýðý teberrular malýnýn üçte
birinden deðil, tamamýndan ödenir. Böyle bir hasta varisine birþey satsa veya hibe etse, diðer
varislerin icazet vermeleri gerekmez.»
«Malýn mamamýndan alýnmasý gerekir ilh...» Þu kadarý var ki, ala-caklý yemin eder. Nitekim Tahkim
babýndan hemen önce de bu mesele geçti. Bunun misli Eþbâh´ýn Kaza bahsinde mevcuttur.
Asi adlý kitapta da þöyle denilmektedir: «Kiþi hastalýðýnda varis ol-mayan birisine borçlu olduðunu
ikrar etse, bu borcu bütün malýný kap-sasa dahi, caizdir. Ama eðer, hastalýðýnda varislerden bir
tanesine borç-lu olduðunu ikrar ederse, bu ikrarý geçersizdir. Ancak, diðer varisler de lehine ikrar
yapýlan varisi tasdik ederlerse, ikrar bâtýl deðildir.»
Câmiu´l-Kebîr ve baþkasýnýn özet olan muteber kitaplarýnýn hepsinde böyledir. Þu kadarý var ki,
Fusûl-i Imâdiye´de þöyle bir ifade vardýr: «Has-tanýn varisine ikrarý, ne hikâye ve ne de baþlangýç
bakýmýndan caiz de-ðildir. Bir yabancýya ise malýnýn hepsinden hikâye olarak ikrarý caizdir.
Baþlangýç bakýmýndan da üçte birinde caizdir.»
Ben derim ki: Fusûl-i Ýmâdiye´de geçen ifade meþayihin mutlak zik-rettiðine aykýrýdýr. Bunlarýn
arasýný birleþtirmeye ihtiyaç vardýr. Uygun olan, meþayihin mutlak zikrettiði ile Fusûl-i Ýmâdiye´de
zikredilen ifa-denin arasýný þöyle birleþtirmektir: Baþlangýçtan maksat, þekli ikrar þek-linde olandýr.
O da gerçekte temlikin baþlangýcýdýr. Yani herhangi bir yolla, hastanýn ikrar ettiði þey hastanýn
mülkü olduðu bilinmelidir.
Hasta, kendisine müdahale edilmemesi veya varislerin hased ederek bir eziyette bulunmamalarý
için verdiðini ikrar suretinde söylemiþ ola-bilir. Nitekim böyle þeyler de vakidir. Ýnsan bir fakire
birþey verdiði za-man halkýn arasýnda ona karz olarak vermiþ gibi verir. Yalnýz kalýnca da ona hibe
eder. Hikâye olarak ikrar da, gerçek ikrar sayýlýr. Ýþte bu farkla yüzyýlýmýzýn araþtýrýcý âlimlerinden
bazýlarý cevap vermiþlerdir. Bu âlim de Allâme Makdisî´dir. Nitekim Remlî´nin Fusûleyn haþiyesinde
de böyledir.
Ben derim ki: Bizim zikrettiðimiz farkýn sýhhatine Kýnye adlý eserin sahibinin açýkça zikrettiði de
þehadet eder. Hasta olmayan bir kimse babasýnýn zilyedliðinde olan bir kölenin falan´ kimsenin
olduðunu ikrar etse, sonra da baba ölse. ikrar eden oðul hasta olsa, o zaman o köle oðulun malýnýn
üçte birinden çýkarýlmasýna itibar edilir. Çünkü onun ikrarý oðulun ölmesi veya ölmemesi ile bâtýl
olur veya babanýn ölüp ölmemesi ile geçerli kýlýnýr. Çünkü bu tereddütlü bir ikrardýr. O zaman
hastalýkta yapýlan ibtidai bir ikrara benzer. Üstadýmýz, «Bu ifade, «Hasta elindeki bir malý bir
ecnebiye ikrar etse, onun ikrarý, hastalýðý zamanýnda temlik etmediði bilinirse malýnýn hepsi
hakkýnda geçerli olduðuna has gibidir. Ama eðer onu hastalýk halinde temlik ettiði bilinirse onun
ikrarý ancak malýnýn üçte biri hakkýnda geçerli olur.» dedikten sonra, «Bu ifade ma-na bakýmýndan
daha güzeldir.» demiþtir.
Ben derim ki: Üstad, «Mana bakýmýndan daha güzeldir» demiþtir. Zira, rivayet bakýmýndan
Câmiü´l-Kebir´in muhtasarlarýndaki fakihlerin zikrettiklerine aykýrýdýr, o halde, hastanýn varisinden
baþkasýna ikrarý mutlaka geçerlidir. Velevki, ikrarý malýnýn hepsini içine alsýn. Allah daha iyisini bilir.
Muînü´l-Müfti.
Þeyhlerimizin þeyhi Molla Ali de uzun bir ifadeden sonra þöyle demektedir: «Bize metin ve
þerhlerde yazýyla ulaþan, hastanýn yabancýya ikrarý geçerlidir. Velevki malýnýn hepsini içine alsýn.
Bu ikrar da ister deyn ile, ister ayn ile olsun. Metinler çoðunlukla zahiri rivayet üzere gi-derler.
Bahýr´da Fevaid kazalarý, babýnda þöyle denilmektedir: «Tercihte, ihtilâf edilirse, metinlerdeki
mutlak ifadeler diðer ifadelere tercih edilir.»
«Ziyadelik bâtýldýr ilh...» Yani eðer varisler caiz görmezlerse ziyadelik bâtýl olur, demektir. Çünkü o
ziyadelik, varis olan zevcesine vasiyettir. Bu vasiyet de varislerin iznine baðlýdýr.
«Bir hakka sahip deðildir ilh...» Yani hasta için bu hak yoldur. Bu ifade ediyor ki, sýhhatli olan bir
kiþi, borçlarýn bir bölümünü ödeyip de bir bölümünü ödemese bu geçerlidir. Nitekim Nihâye´nin
Hicir bahsinde de geçmiþtir. Serh-i Mültekâ.
«Onlardan salif olmaz ilh...» Yani saðlýðýndaki alacaklýlarý onun vereceði mehirle kira ücretine
ortaktýrlar. Çünkü nikâh ve oturduðu bina dan meydana gelen þeyler ona elveriþli deðildir. Bunlar,
saðlýðýndaki borç ettiði kimselerin hakkýna taallûk eder. O zaman eðer ölüm hastalýðýndaki mehirle
kira ücretini ödemiþ olsa, alacaklýlarýn hakkýný ibtal etmis olur. Ama bundan sonra gelecek olan
bunun aksinedir. Zira elinde hâsýl olan hakten ödediði kadardýr. Alacaklýlarýn hakký ise, terekenin iki
mesele sureti ile deðil terekenin manasý ile tallûk eder. Ona ödediði naktin nýsfý kadar hâsýl olduðu
zaman artýk o alacaklýlarýn hakkýný fevtetmiþ sayýlmaz. Kifâye.
«Önce bir borcu ikrar etse ilh...» Bir varise borçlu olsa, onun da kabzýný ikrar etse, o ikrarý caiz
deðildir. Ýster o borç saðlýðýnda olsun, ister hastalýðýnda ve ister hastanýn üzerinde borç olsun, ister
olmasýn. K. T. N. T.
Kadýn kocasýnýn mehrinin kabzýný ikrar etse, sonra onun zevcesi ve-ya iddetlisi olarak ölse, o
kadýnýn ikrarý caiz deðildir. Eðer ikrar etme-se, yani koca kadýný duhûldan önce boþasa, kadýnýn
ikrarý caizdir. C. G. Fusûleyn. Kadý Abdülcebbâr Ülâtâcirin.
Bir hasta ölüm hastalýðýnda, «Dünyada benim hiçbir þeyim yoktur.» dedikten sonra ölse, varisleri
karýsý ve kýzýný müteveffanýn terekesinden hiçbir þey bilmediklerine dair yemin teklif edebilirler.
Esrar. Necmeddin.
Kadýn kocasýný ölüm hastalýðýnda mehrinden ibra etmiþ olsa, bu di-ðer varislerin icazetine baðlý
bulunur. Fetâv-yi Silbî. Hâmidiye. Hâmiþ´te de böyledir.
«Vediayý vermek her iki þekilde de daha uygundur, ilh...» Zira ve-diayý ikrar ettiðinde, o vedianýn
onun terekesinden olmadýðý anlaþýlmýþ olmaktadýr. Sonra deyn ile ikrar etmesi, terekeden olmayan
birþeyle meþgul olmadýðýndan vediayý vermek daha uygun olur. Bezzâziyye.
«Borçlusunu ibra etmesi ilh...» Musannif burada hastayý borçlulukla takyid etmiþtir. Bundan
maksadý, borçlu olmayan kimseden kaçýnmak içindir. Zira hasta haklarýndan yabancý birisini ibra
etse, terekesinin üçte birinden geçerli olur. Cevhere´de olduðu gibi. Sâyýhânî.
BÝR SONUÇ: Birisi hastalýðýnda birþeyi ikrar etse, sonra da, «Ben onu sýhhatli olduðum sýrada da
söylemiþtim.» dese, onun bu ikrarý has-talýktaki ikrarý gibidir. Eþbâh.
Bezzâziyye´de, Mültekâ´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Hastalýðýnda, «Ben kölemi falan kimseye
satmýþ ve parasýný da saðlýðýmda almýþtým.» dese, müþteri bu ikrarý tasdik etse, hasta olan ikrarda
bulunanýn sözü, sa-týþta tasdik edilir. Semenin kabzýnda ise, ancak malýnýn üçte birinden tasdik
edilir.»
Nûru´l-Ayn´da, Hülâsa´dan, ondan önce de Hâniye´den þu nakledil-miþtir: «Hasta, falan kimseyi
saðlýðýnda borcundan ibra ettiðini ikrar et-se, caiz deðildir. Çünkü ölüm hastalýðýndaki hasta
alacaklarýný hastalý-ðýnda ibraya mâlik deðildir. Bunun gibi, geçmiþte ibre ettiðini söylemesi de yine
geçerli deðildir. Ama, bir þeyi kabzettiðini ikrar etmesi bunun ak-sinedir. Çünkü hastalýðýnda da
birþeyi kabzedebilir. O halde, onun kabz ile ikrarý sahihtir.» Daha sonra bu meselede iki rivayet
olduðu söylene-rek þöyle denilmektedir: «Bunlardan birisinin sehv olmasý gerekir. Açýk olan,
Hâniye´deki ifadenin daha saðlam olduðudur.»
«Akrabasý deðilse ilh...» Ancak, varis o yabancýya kefil olsa da yine caiz deðildir. Çünkü kefil, asilin
berâetiyle borçtan kurtulur. Câmiü´l-Fusûleyn.
Ama hastalýðýnda borçludan alacaðýný tamamen aldýðýný söylese, sö-zü tasdik edilir. Nitekim bu
mesele Velvâliciye´de de ayrýntýlý olarak geç-miþtir.
«Mutiaka caiz deðildir ilh...» Bu borçlu, ikrarda bulunana ister asa-leten borçlu olsun, ister
kefâleten. Ýbranýn ikrarý caiz olmadýðý gibi onu kabzetmek, onu baþkasýna havale etmek de caiz
olmaz. Fusûleyn.
Hâmiþ´te de þöyle denilmiþtir: «Hasta, karýsý Hind´de hiçbir hakký olmadýðýný söyleyerek bütün þer´i
haklardan onun zimmetini ibra ettiðini ikrar etse, sonra ölse, Hind´in zilliyetinde onun birçok malý
olsa, Hind´in zimmetinde borç da olsa, varisler hastanýn tekrar ve ibrasýna icazet vermeseler, onun
ikrar ve ibrasý geçerli olmaz.» Hâmidiye.
«Hem vârisi ilh...» Bu mesele Câmiü´l-Fusûleyn´de açýkça zikredil-miþtir. Zira, Fusûleyn sahibi þöyle
demektedir: «Hastanýn varislerden birisi üzerinde alacaðý olsa, onu ibra etse, caiz deðildir. Ama,
«Benim sende hiçbir þeyim yoktur.» dese ve sonra ölse, kazaen -diyâneten de-ðil- bu ikrarý caizdir.»
Uygun olan, þöyle denilmesiydi: Diðer varis de ikrarda bulunanýn ik-rarýnda yalancý olduðunu iddia
etse, lehine ikrar yapýlan ikrarda buluna-nýn ikrarýnda yalancý olmadýðýna dair yemin teklif edebilir.
Bu da Ebû Yusuf´un kendisiyle fetva verilen görüþü üzeredir. Nitekim bu mesele, Ýs-tisna babýndan
hemen önce geçmiþtir.
Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Ölen kimsenin yanýnda birçok ve-dia ve borç olduðu iddia edilse,
istekte bulunan gizlice az bir mal üze-rine sulh yapsa, ama dýþa karþý davalýda hiçbir hakký
olmadýðýný ikrar etse, bu da davacýnýn hastalýðýnda olsa, sonra davacý ölse, varis, murisinin falan
kimse üzerinde çok malý olduðuna dair delil getirse, murisin borçlu ve yanýnda birçok vedia
olduðunun iddia edilmesinin kendisini miras-tan mahrum býrakmak maksadýna matuf olduðunu
söylese, varisin da-vasý dinlenmez. Ama davalý, davacýnýn varisi olsa, zikredilen aralarýnda aynen
cereyan etse, diðer varisler de babalarýnýn bu ikrarla kendilerini mirastan mahrum etmeyi
kasdettiðine delil getirseler, onlarýn davasý din-lenir.»
Uygun olan, bizim meselemizde de böyle olmasýdýr. Þu kadarý var ki, Eþbâh´ta bizim meselemizle
Bezzâziyye´de zikredilen iki meselenin ayrý olduðu söylenmiþtir. Çünkü Bezzâziyye´deki meselede
dava, ikrar-dan önce gelmiþ, ikrarla birlikte de az bir mal üzerine sulh yapýlmýþtýr. iþte bundan ötürü
bu meseleye töhmet girmektedir. Halbuki bizim sözümüz, töhmete delâlet edecek bir kârine
olmayan bir mesele üzerinedir.
Ben derim ki: Zamanýmýzda birçok ikrar yapan, varislerini tereke-den mahrum etmek için
varislerden bir tanesine borçlu olduðunu ikrar etmektedir. Buna da çok açýk karineler delâlet
etmektedir. Ýþte bundan ötürü onlarýn murislerinin yalancý olduðu þeklindeki davalarý dinlenir ve
onlarýn lehine ikrar yapýlan üzerine hakkýn kâim olmasý için delilleri de kabul edilir. Bundan ötürü
Sâyýhânî, «Metinde geçen ifadeden anla-þýlan, ikrar ve ibradýr. Bunlarýn her ikisi de varis için sahih
deðildir. Bü-tün metin ve þerhlerde de böyledir.» demiþtir.
O halde bu ikrar ve ibraya itibar edilmez. Zira itibar edildiði takdirde, diðer varisler hile ile mirastan
düþürülmüþ olur.
«Kazaen sahihtir, ilh...» Bu mesele Dava bahsinden önce fer´î meselelerde geçmiþti.
«Eþbâh´ta da bahsedilmiþtir ilh...» Ben derim ki, Eþbâh sahibine, asrýnýn âlimleri karþý çýkarak
metinde geçen meselenin geçerli olmadýðý-na dair fetva vermiþlerdir. Ona karþý çýkanlar arsýnda
Ýbni Abdülâli, Makdiî, Musannýfýn kardeþi, Hâmutî ve Remlî de vardýr. Hâmevî de Eþbâh sahibinin
söylediðine, geçen âlimlerden naklen bir reddiye yazmýþtýr.
Remli´nin zikrettiðinin özeti þudur: «Ben derim ki, onun «Onun üze-rinde bir þey yoktur.» kavli, asýl
olan zimmetin borçtan hali olmasýna uygundur. Yalnýz bu ikrar deðildir. Belki bu. Zeyd´in zilliyetinde
olan bir þeyin Zeyd´in olduðunu itiraf etmek gibi olur. O zaman da burada töh-met kalmaz. Bunun
misli, kýzýn, «Babam üzerinde annesinin terekesinden birsey yoktur» ve kadýnýn, «Kocam üzerinde
mehirden hiçbir hakkým yok-tur.» sözleridir. Ama buradaki mesele yukarýda naklettiklerimin
aksine-dir. Zira o kýzýn elinde olan bir þeyde ikrar etmesi seksiz varisin mülkü olduðunu ikrar
etmektir. Çünkü mülkiyete delâlet edecek en uzak de-lil zilliyettir. Öyleyse töhmet nasýl yok olur ve
ikrar nasýl geçerli olur? Bütün nakiller de þunu açýkça söylerler ki, ikrarda bulunanýn þeyi ik-rar
etmesi, deyn ile ikrar etmesi gibidir. O zaman, saðlam sonuç sahih kavle göre, mehirde de sahih
deðildir. Bununla beraber asýl da zimme-tin beraetidir. Artýk ikrar nasýl sahih olur ki, mülk zilliyet ile
müþahede edilmektedir. Ama þöyle olursa geçerli olur: Eðer kýzýn babasýnýn mül-kü olduðunu ikrar
ettiði emtia babýnýn elinde olur. Bu ikrarýn sahih ol-duðunda ihtilâf yoktur.»
METÝN
Hasta yalnýz varisine veya bir yabancý ile birlikte bir mal veya deyn ikrar ederse, bu ikrarý bâtýl olur.
Ýmam Þafiî buna muhalefet etmiþtir. Bu husustaki delil, «Varise vasiyet ve deyn ile ikrar yoktur.»
hadisidir.
Ancak diðer varisler onun ikrarýný tasdik ederlerse veya baþka bir varisi yok ise ikrarý geçerlidir.
Ancak baþka hiçbir mirasçýsý olmadýðý halde zevcesine veya zevcesinin ona ikrar etmeleri
geçerlidir. Ama bu ikisinden baþka varis varsa, bunlar zevi´lerhâmdan da olsa, belirli his-seye veya
red yoluyla terekeye varis olurlar. O zaman artýk vasiyete ih-tiyaç, kalmaz. Þurunbulâlîye.
Þurunbulâli´nin, Vehbâniye þerhinde þöyle denilmektedir: «Varisi ol-mayan bir kimse birþeyi
vakfettiðini ikrar etse, eðer vakfettiði köprü gi-bi amme hizmetine tahsis edilecek birþey ise sultan
veya naibinin tas-diki ile o ikrarý geçerlidir. Yine vakfý da geçerlidir.» Burada Tarsusî´nin zanna
düþtüðü konusunda görüþ ayrýlýðý vardýr.
Hastanýn varisi üzerindeki deyni kabzettiðini veya kasbedileni veya rehin ettiðini veya varisinin
kölesi veya mükâtebi üzerindeki deynini kabzettiði ikrarý da sahih deðildir. Çünkü, köleye verilen
þey onun efen-disine ulaþýr.
Hasta böyle ikrar etse, sonra iyileþse, sonra ölse, bu yapmýþ olduðu ikrarlarýn hepsi geçerli olur.
Çünkü ikrar ettiði hastalýk, ölüm hastalýðý deðildir. Ýhtiyar.
Lehine ikrar yapýlan ölse, sonra da ikrarda bulunan ölse, lehine ik-rar yapýlanýn mirasçýlarý ayný
zamanda hastanýn da varisleri ise, ikrarda bulunanýn yabancýya olan ikrarý gibi bu ikrarý da caizdir.
Bahýr. Seyrefiye´ den naklen bunun açýklamasý ileride gelecektir.
Hastanýn, varisinin kendisinde bir vediasý olduðunu ve o vediayý telâk ettiðini ikrar etmesi caizdir.
Bunun þekli þöyle olur: «Þu varisimin bende bir vediasý vardý, onu istihlâk ettim.» Cevhere.
Sonuç olarak, ölüm hastasýnýn bir mirasçý lehine yapacaðý ikrar, diðer varislerin icazetine baðlýdýr.
Ancak Eþbâh´ta zikredilen üç me-sele müstesnadýr.
1) Bir þeyin emânet olduðunu ikrar etmesi.
2) Anne ve babasý üzerinde hiçbir hakkýnýn bulunmadýðýný ikrar et-mesi,
3) Belli bir malýn anne veya babasýna ait olduðunu ve kendi ya-nýnda vedîa olarak bulunduðunu
ikrar etmesi bunlardandýr. Ancak bu sonuncunun geçerli olmasý için, malýn anne veya babasýný
mülkü olma-dýðýna dair kârine bulunmamalýdýr.
Bu konunun tamamý Eþbâh´tadýr.
Ölüm hastalýðýnda varisine birþey ikrar etse, derhal teslim edilme-sini emreder. Eðer teslim
etmeden ölürse, onun ikrarý reddedilir. Bezzâziyye.
Kýnye´de þöyle denilmiþtir: «Hastanýn tasarruflarý geçerlidir. Bunlar ancak onun ölümünden sonra
bozulabilir.» Buradaki varisten maksat, ikrar tarihindeki veraset deðil, ölümden sonraki verasettir.
O halde, bir kimse kardeþine birþey ikrar etmiþ olsa, sonra da bir oðlu olmuþ bulun-sa, ölümden
sonra kardeþi varis olamayacaðý için ikrarý geçerlidir.
Ancak, ölüm sýrasýnda evlenmek veya muvâlât akti yapmak gibi yeni bir sebeble ikrarý caizdir.
Meselâ, bir kimse yabancý bir kadýna bir þey ikrar etse, sonra onunla evlense, o ikrarý geçerlidir.
Ama bunun ak-sine küfür gibi, bir nedenle onun verasetinden menedilen bir kardeþine birþey ikrar
etmiþ olsa, o kardeþinin yeniden müslüman olmasýyla o en-gel ortadan kalksa, ona yapmýþ olduðu
ikrar geçerli olmaz. Çünkü onun mirasçýlýðý yeni bir sebeple deðil, eski bir sebeble idi.
Yabancý bir kadýna ölüm hastalýðýnda birþeyi hibe etmesi veya ona birþey vasiyet etmesi, sonra
onunla evlenmesi halinde o hibe ve vasiyeti geçerli olmaz. Çünkü vasiyet ölümden sonra temliktir.
Adý geçen kadýn ise ölümden sonra mirasçýdýr.
Bir kimse ölüm hastalýðýnda, «Ölen kýzým üzerinde on dirhem ala-caðým vardý, onu tamamen
almýþtým.» diye ikrar etse, oðlu da bunu in-kâr etse, babanýn ikrarý geçerlidir. Çünkü ölen kimse
varis deðildir. Nitekim adam, ölüm hastalýðýnda karýsýna borcu olduðunu ikrar etse, son-ra da karýsý
ondan önce ölse, adam da varis kalmýþ olsa, adamýn ikrarý geçerlidir. Âlimlerden Bedîüddin bu
ikrarýn geçerli olmadýðýný söylemiþ-tir.
Bir kimse ölüm hastalýðýnda bir varisine ve bir yabancýya borcu ol-duðunu ikrar etse, bu ikrarý
geçerli deðildir. Ýmam Muhammed buna kar-þý çýkmýþtýr. Ýmâdiye.
Nesebi meçhul olan, bir yabancýya birþey ikrar etse, sonra o yaban-cýnýn kendi oðlu olduðunu ikrar
etse, yabancý da onu tasdik etse, onun nesebi hâmile kalma vaktine dayanýlarak sabit olur. Eðer
nesebi sabit olursa, ikrarý bâtýl olur. Ama eðer hamile kalma vaktine dayanýlarak ne-sebi sabit
olmazsa, yani, oðlu olduðunu ikrar ettiðinde onu tekzib eder-se veya ikrardan sonra nesebi baþka
birisine sabit olsa, ikrarý geçerli olur. Bunlarý Þurunbulâli, Yenabî´ye dayanarak söylemiþtir.
Bir kimse, ölüm hastalýðýnda üç boþama ile boþadýðý kadýna birþey ikrar etse, o kadýna mirastan
veya alacaktan hangi meblâð daha az ise, bu ikrar hükmüyle verilir. Terekeye ortak olmamasý için
miras hükmüyle verilmez. Kadýn iddeti içinde olur ve onu kocasý kendi arzusu ile boþamýþsa hüküm
böyledir. Eðer kadýnýn iddeti dolmuþ bulunursa, ona ikrar edi-len þey, töhmet bulunmadýðý için ona
verilir.
Ancak, koca karýsýný, onun isteði üzerine deðil, kendi isteði ile boþamýþsa iddette ise, o kadýna
onun mirasýndan isabet eden verilir. An-cak ikrarý geçerli deðildir. Çünkü kadýn o zaman varistir. Bu
meseleyi meþayihin çoðu bu babta zikretmemiþlerdir. Çünkü talâk babýnda bu mesele acýktýr.
Doðduðu veya yaþadýðý yerde nesebi bilinmeyen bir çocuða birþey ikrar etse, o çocuðun onun oðlu
olma ihtimali kuvvetli olsa, sonra o çocuðun kendi oðlu olduðunu ikrar etse, çocuk mümeyyiz ise
ve onu tasdik ederse, -eðer mümeyyiz deðilse zaten tasdikine gerek yoktur- o zaman onun nesebi
sabit olur. Ýkrarda bulunan hasta bile olsa, hüküm böyledir. Çocuk diðer varislere verasette ortak
olur.
Eðer bu þartlar olmazsa, o zaman ikrarda bulunan mal üzerinde hak iddia edileceði için sorumlu
tutulur. Nitekim, bir kimse, baþkasýnýn ken-di kardeþi olduðunu ikrar edince de sorumlu olur.
Yenâbiye´den nak-len. Þurunbulüliye´de de böyledir.
ÝZAH
«Yabancý île birlikte ilh...» Nûru´l-Ayn´da þöyle denilmiþtir: «Varis-le bir yabancýya müþtereken
borçlu olduðunu ikrar etse, Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´a göre o borcun ortaklýðýnda ister ikrarda
bulunaný tekzib, is-ter tasdik etsinler, ikrar geçersizdir. Ýmam Muhammed´e göre ise, yaban-cýnýn
hissesinde ikrar caizdir. Eðer yabancý, varisin ortak olduðunu in-kâr ederse yine hüküm böyledir.
Bunun aksi ise, Ýmam Muhamed ta-rafýndan zikredilmemiþtir. Bunun aksinin geçen ihtilâf üzerine
olduðunu söylemek caizdir. Doðru olan, Ýmam Muhammed´in görüþüne göre de caiz olmamasýdýr.
Nitekim Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un görüþleri de böy-ledir.
«Vârisler tasdik ederlerse ilh...» Yani ölümünden sonra varisler tasdik ederse ikrar geçerli olur.
Ölümden önceki icazetlerine itibar edil-mez. Hidâye sahibi her ne kadar bunun zýddýna iþaret
etmiþse de sonuç deðiþmez. Hizanetü´l-Müftîyyîn.
Ta´miye´de þöyle denilmiþtir: «Vârisler, hastanýn saðlýðýnda varisle-rinden birisine bir mal ikrarýný
tasdik ederlerse, hastanýn ölümünden son-ra varislerin tasdikine ihtiyaç kalmaz.» Ta´miye bunu
Miskin´in haþiyesi-ne dayandýrarak þöyle demiþtir: «O halde icazet tasdik gibi deðildir.»
Sarih de, Fuzulî babýnda: «Hastanýn varislerine sattýðý varislerin ica-zetine baðlý olur« demiþtir.
Hülâsa´da þöyle denilmiþtir: «Hastanýn hastalýðýnda varise birþey satmasý geçerli deðildir. Ancak
varisleri icazet verirlerse, geçerli olur. Saðlam olan görüþ de ancak budur. Ýmameyn´e göre caizdir.
Þu kadarý var ki, eðer o satýþta bir aldatma veya müsamahalý davranma varsa, alýcý malý geri
vermekle satýþ bedelini tamamlama konusunda muhayyer-dir.» Sâyýhânî.
«Zevcesine ilh...» Yani baþka vârisi yoksa, ölüm hastasý olan ko-canýn kendi karýsýna vasiyeti
geçerlidir. Þurunbulâliye´de olduðu gibi.
«Bu ikisinden baþkasýnda ilh...» Bir kimse ölüm hastasý iken zilyedliðindeki bir yerin vakýf olduðunu
ikrar etse. bakýlýr: Eðer kendi ta-rafýndan vakfedildiðini ikrar ederse, sülüs üçte birden sayýlýr.
Nitekim hasta, kölesinin azadýný ikrar etse veya bir baþkasýna tasadduk ettiðini ikrar etse, bunlar da
üçte birden sayýlýr.
Eðer baþka bir kimse tarafýndan vakfedildiðini ikrar ederse, o veya onun varisleri tasdik ederlerse,
caiz olur.
Ama yerin vakýf olduðunun ikrar ettiði halde onun kendisi tarafýn-dan mý, baþkasý tarafýndan mý
vakfedildiðini söylemezse, o zaman o yer terekenin üçte birinden sayýlýr. Ýbni Þýhne. Hâmiþ´te de
böyledir.
«Tarsusî´nin zannettiði ilh...» Tarsusî þöyle demiþtir: «Sultan tasdik etse bile yine üçte birden
sayýlýr.» H. Hâmiþ´te de böyledir.
«Deyni kabzettiðini ilh...» Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Hastanýn ölüm hastalýðýnda varisindeki
alacaðýný veya varisinin kefilinde olan ala-caðýnýn kabzýný ikrar etmesi geçerli deðildir. Ama, bir
yabancýnýn alaca-ðýný tamamen kabzettiðini ikrar etmesi geçerlidir.»
Bunda asýl kaide þudur: Eðer yabancýya deyni saðlýðýnda verdiði sabit olursa, hastalýðýnda onu
kabzettiðine dair ikrarý caizdir. Velevki, onun üzerinde belli bir borç olsun. Kabzýný ikrar ettiði ister
malýn seme-ni olsun, ister mehir veya bir sulh bedeli olsun, sonuç deðiþmez.
Ama eðer bu deyn hastalýk sýrasýnda olmuþsa ve üzerinde de belli bir borç varsa veya þahitler
önünde o deyn vacib olmuþsa, o zaman bakýlýr: Eðer kabzýný ikrar ettiði deyn bir malýn semeni ise,
onun ikrarý saðlýðýndaki alacaklarý hakkýnda caiz deðildir. Nitekim Sâyýhânî. bunun benzerini
Bedâyi´den nakletmiþtir.
Ama eðer, kabzýný ikrar ettiði deyn, sattýðý bir malýn semeni deðil-se, üzerinde belli bir borç da olsa,
ikrarý caizdir. Câmiü´l-Fusûleyn.
Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Bir kimse hastalýðýnda bir þeyi kýymetinden yüksek bir fiyatla
satsa ve semenini kabzettiðini ikrar etse, onun ikrarý tasdik edilmez. Ebû Yusuf´a göre alýcýya: «Ya
satýþý boz ve-ya malýn kýymetini bir defa daha öde» denilir. Ýmam Muhammed´e göre ise, müþteri
kýymeti kadarýný öder veya satým akdini bozar.»
BÝR UYGULAMA MESELESÝ:
Hasta, varisine veya baþkasýna bir borcu olduðunu ikrar etse, son-ra iyileþse, onun o borcu, saðlýklý
zamanýndaki borcu gibidir.
Bir kimse varisine birþey vasiyet etse, sonra iyileþse, onun vasiyeti geçersiz olur. Câmiü´l-Fusûleyn.
Tatarhâniye´de, Natýfî´nin Vâkýât adlý eserinden naklen þöyle denil-miþtir: «Bir kadýn kocasýna zarar
vermek maksadýyle malýnýn bir bölümü-nün oðlunun veya kardeþinin olduðuna þahitler edinse,
veya bir þahýs diðer çocuklarýna zarar vermek maksadýyla malýnýn bir bölümünün bazý çocuklarýna
ait olduðuna þahit tutsa, þahitler de bunu bilseler, onlara düþen görev, þahitlik yapmamalarýdýr.»
Allâme Birî.
Buna kýyasla uygun olan þudur ki, hâkim de eðer bunu biliyorsa, hükmetmemesidir. Ebussuud´un
Eþbâh ve Nezâir üzerindeki haþiyelerin-de de böyledir.
«Hastanýn da varisleri ise ilh...» Meselâ bir kimse, oðlunun oðluna birþey ikrar etse, sonra da lehine
ikrar yapýlan kimse ölse, iþte bu, le-hine ikrar yapýlanýn varisi olan babasý, hastanýn da varislerinden
oldu-ðu için bu ikrar caizdir.
«Þekli þöyledir ilh...» Bu mesele, Velvâliciye´de açýklanmýþ, ama bu þekiller beyan edilmemiþtir.
Eþbâh´ta da bu belirtilmiþtir.
Câmiü´l-Fusûleyn, bu meselenin þeklini yazmýþtýr: «Babasýna, ba-basýnýn hastalýðýnda veya
saðlýðýnda þahitler huzurunda vedia olarak bin dirhem verse babasý ölüm sýrasýnda o vedianýn
helak olduðunu ik-rar etse, tasdik olunur. Zira, sükût etse ve ölse, ne yaptýðý da bilinmese, o vedia
onun malýndan olur. Bunu telef etmesindeki ikrarý daha uy-gundur.»
Sonuç olarak, burada ikrarýn dayanaðý mutlak bir vedia deðil, bili-nen bir vedianýn istihlâki ile
ilgilidir.
«Sonuç olarak ilh...» Bu açýklama Eþbâh´a muhalefet vardýr. Eþbâh´ýn ifadesi þöyledir: «Varise
birþey ikrar etmek, ister malla, ister nakit pa-ra ile ilgili olsun, ister ondan kabz olsun, ister onu ibra
olsun, diðer va-rislerin icazetine baðlýdýr. Ancak üç mesele müstesnadýr. 1. Bilinen bir vedianýn
telef olduðunu ikrar etmek, 2. Yanýnda olan vedianýn kabzýný ikrar etmek, 3. Vekâletiyle varisinin
borçludan kabzettiðini ikrar etmek. Camiin telhisinde de böyledir. Uygun olan, emânetlerin, ne türlü
olursa olsun, þirket veya ariyet malý bile olsa, ikrarýný da yukarýdaki ikinci me-seleye ilhak etmektir.
Bunlarýn hepsinde varislerin bazýsýný bazýsýna ter-cih etmek söz konusu deðildir.» T.
Fetâvâ-yý Ýsmaili´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse ölüm hastalýðýn-da, yanýndaki emtianýn kendi
kýzýna ait olduðunu, kendisinin onda bir hakký olmadýðýný ikrar etse ve þer´an kýzýnýn o mallarda hak
sahibi oldu-ðunu söylese, bu mallar da onun zilliyetinde ve onun mülkiyeti de açýk olsa,
hastalýðýnda da ölse, bunun bu ikrarý bâtýl olur mu? El-Cevap: Araþ-týrýcý âlimlerin güvendiði görüþe
göre evet, bâtýldýr.»
Hâmidiye´de deþöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse hastalýðýnda karýsý Hind´in yanýnda hiçbir hakký
olmadýðýný ikrar etse ve hanýmýnýn zimmeti-ni bütün þer´î haklardan ibra etse, o hastalýðýnýn
sonucunda ölse, karýsý ile baþka varisleri de olsa, Hind´in zilliyetinde de onun birçok malý olsa,
bununla beraber adamýn Hind´de alacaðý da olsa, varisler bu ikrara icazet vermeseler, bu ikrar
geçerli olur mu? El-Cevap: Hâl böyle ise bu ikrar geçerli deðildir.»
«Þu þey ilh...» Bahýr´ýn Kaza kitabýnýn müteferrik meseleler bahsin-de þöyle denilir: «Bir kimse,
«Falan kimse üzerinde benim hiçbir þeyim yoktur.» dese, sonra da onda malý olduðunu iddia
ederek ona yemin teklif etmek istese, o kimse yemin etmez. Ebû Yûsuf´a göre örfe uyarak yemin
eder. Dava kitabýnýn sonunda çeþitli meseleler bahsinde, «Fetva Ebû Yusuf´un kavli üzeredir.»
denilmiþtir. Harezm ulemasý da bunu ter-cih etmiþlerdir. Þu kadarý var ki, fakihler, «O malý ikrarda
bulunanýn va-risi iddia ederse.» meselesinde iki görüþe ayrýlmýþlardýr. Bezzâziyye´de bu
görüþlerden hiçbirisi tercih edilmemiþtir. Sadrý Þehîd, yemin teklif etme konusunda, «Hâkimin
reyine baþvurulur» demiþtir. Fethü´l-Kedîr´de Ýbnü´l-Hümâm, Sadrý Þehîd´in bu sözünü þöyle tefsir
etmiþtir: «Hâkim, olayýn özelliðine göre ictihad eder. Hâkimin gâlib zannýna göre ikrar ettiði zaman
kabzetmemiþse, hasým yemin eder. Eðer ikrar ettiði zaman kabzettiðine kanaat getirirse, yemin
teklif etmez. Bu görüþ ancak da-valarda uzman olan hâkimler içindir.»
TAMAMLAMA: Tatarhâniye´de, Hülâsa´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Hasta, «Halktaki bütün
alacaklarýmý tamamen aldým.» diye ikrar etse, bu ikrarý geçerli deðildir. Yine, «Bütün borçlularý ibra
ettim.» diye ikrarda bulunsa, bu ikrarý da geçerli deðildir. Ancak, «Falan kimsenin kabilesin-den
olan kimselerde olan alacaklarýmý ibra ettim.» diye ikrar etse, ikra-rý da ibrasý da geçerli olur.»
«Eski bir sebeble ilh...» Yani ikrar sýrasýnda mevcut olan bir sebeble. Eðer hem ikrar, hem de ölüm
sýrasýnda varis olan birisine ikrar etmiþ ise, o varis bu arada onun verasetinden çýkmýþ olsa, Ebû
Yusuf´a göre ikrarý geçersiz olur. Ýmam Muhammed´e göre ise, geçersiz olmaz. Nûru´l-Ayn.
Kâdýhân´dan.
Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilir: «Köle olan oðluna birþey ikrar etse, sonra oðlu azad edilse, baba
da ölse, o ikrarý caizdir. Çünkü o ik-rar köle için deðil, kölenin efendisi içindir. Bunun aksine köle
olan oð-luna birþey vasiyet etse, sonra oðlu azad edilmiþ olsa, o vasiyet bâtýl olur. Çünkü o zaman
o vasiyet oðul için yapýlmýþ olur ki, oðul için va-siyet bâtýldýr.» Bunun açýklamasý Minâh´tadýr.
Vasiyet bahsinde yazdýk-larýmýza bakýnýz.
«Ölen kimse varis deðildir ilh...» Metindeki bu cümle ifade ediyor ki, o kýz eðer hayatta olsa idi varis
olurdu. Varise de ikrar etmek geçerli olmazdý.
Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Öldüðü hastalýðýnda hastanýn varisin-de ve varisinin kefilinde, -o
kefalet onun saðlýðýnda yapýlmýþ olsa bile- bulunan borcu aldýðýný ikrar etse, bu ikrarý geçerli
deðildir. Varisine teberruen o alacaðýný bir yabancýnýn kendisine ödediðini ikrar etmesi de yine
geçerli deðildir. Bir kimse birisini muayyen bir þeyin satýþý için vekil tayin etse vekil o malý
müvekkilin oðluna satsa, müvekkil semeni oð-lundan kabzettiðini veya vekilinin ondan kabzettiðini
ikrar ederse, tasdik edilmez. Hasta olan vekil ve müvekkil saðlam ise, vekil müþteriden se-meni
kabzettiðini ikrar etse. müvekkil de onu inkâr etse, vekil tasdik edilir. Eðer müþteri, vekilin varisi
ise, müvekkil ve vekilin her ikisi de hasta iseler, vekil semeni kabzettiðini ikrar etse, sözü tasdik
edilmez. Çünkü vekilin hastalýðý halinde varisine kabzla ikrarý, ikrarýnýn geçersiz olmasý için
yeterlidir. Ýkisinin hastalýðý ise ikrarýn geçersiz olmasý için daha uygundur.»
Hastanýn bütün terekesini ihata edecek meblâðda borcu olsa, o da bir vedianýn veya ariyetin veya
varisinin yanýndaki mudarebe malýnýn kabzýný ikrar etse, ikrarý geçerlidir. Zira eðer varis, emaneti
hasta olan murisine geri verdiðini iddia etse, muris de onu yalanlasa, varisin sözü kabul edilir.
Nûru´l-Ayn. Vasiyet kitabýnýn baþ tarafýndan.
BÝR UYGULAMA MESELESÝ:
Bir kimse ölüm hastalýðýnda bir yabancýya bir köle satsa, yabancý da o köleyi satýcýnýn varisine
satsa veya hibe etse, eðer o yabancý kabzettikten sonra satmýþ ise, geçerlidir. Çünkü varis,
murisinden deðil, o köleyi yabancýdan temellük etmiþtir. Bezzaziyye.
BÝR UYGULAMAYA MESELESÝ:
Karýsýna mehr-i misil kadar mehirle ikrarda bulunmak, duhûldan son-ra da olsa, geçerlidir. Çünkü
bunda töhmet yoktur. Ýmam Zâhirüddîn þöyle demiþtir: «Bazý âiimier, «Adaletlere göre, kadýnlar
mehirden bir bölümünü almadýkça kendisini kocasýna teslim etmez. Kabzettiðini iti-raf edene kadar,
o miktarla da hükmedilmez.» demiþlerdir.
Doðru olan, kadýnýn mehrini tam olarak almasý ise de erkeðin ikra-rý emsal mehir miktarýnýn
tamamýna kadar tasdik edilir. Bezzâziyye.
Yine Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: «Kendisine bir çocuk býraka-rak ölen karýsýna, hastalýðý
sýrasýnda emsal, mehir kadar ikrarda bu-lunsa, bu ikrarda bulunanýn diðer varisleri de olsa, varisler
onu bu ik-rarýnda tasdik etmezler. Kadý Ýmam, «Onun ikrarý geçerli deðildir.» de-miþtir.»
Bezzâziyye´den yapýlan bu nakil, yukarýda geçenle çeliþmez. Çün-kü kadýnýn ölümünden sonraki
ikrarda galib olan, kadýnýn varislerinin veya vasisinin kadýnýn mehrini tam olarak almalarýdýr. Ama
birinci ise, bunun tam aksinedir. Orada kadýn hayattadýr.
BÝR UYGULAMA MESELESÝ :
Sirâciye´den naklen Tatarhâniye´de þöyle denilir: «Bir kimsenin, «Bu ev ortak malýdýr veya ben bu
eve ortaðým» demesi, o evin yarýsýný, bir baþkasýna ikrardýr.»
Ýtâbiye adlý eserde de: «Mutlak ortaklýk ifadesini kullansa, Ebû Yu-suf´a göre yarý yarýya ikrardýr.
Ýmam Muhammed´e göre ise, mutlak or-taklýk sözünden sonra ikrarda bulunanýn, o ortaklýðý
açýklamasýna bað-lýdýr. O halde, bu evde ortaklýk vardýr dedikten sonra ara vermeden, «Üç-te
ikisinde» dese, onun ikrarý tasdik edilir. Yine, ortaklýk sözünden son-ra, «Benimle onun
arasýndadýr.» veya «Benimle onundur.» dese, yarýsýný diðerine ikrar etmiþ sayýlýr.» denilmiþtir.
«Yaþadýðý yerde ilh...» Bu söz, diðer bir görüþün hikâyesidir. Hevâþi-i Yakûbîye´de þöyle
denilmiþtir: «Nesebi meçhul olan, Ekmelüddin´in Þerhi Telhisü-l Câmi´deki ifadesine dayanýlarak
nesebi bilinmeyenden maksat, kendi ülkesinde babasý bilinmeyendir. Üstün görüþe göre, ne-sebi
bilinmeyenden maksat doðum yeri, yaþadýðý memlekette nesebinin bilinmemesidir. Kýnye´de
olduðu gibi. Çünkü, Batýda yaþayan bir kimse, Doðuya gittikten sonra baþýndan bir olay geçse, o
zaman onun batýdaki nesebinin araþtýrýlmasý gerekir. Bunun da çok güç olduðu herkesçe
bilinmektedir.»
METÝN
Ölüm hastasý, yukarýda gecen üç þartla, bir baþkasýnýn babasý, an-nesi veya oðlu olduðunu ikrar
etse, bu ikrar dede ve ninelere kadar yükselse bile geçerlidir.
Makdisî´de þöyle denilir: «Zeylâi´nin görüþüne dayanýlarak bunda bir görüþ vardýr. Þöyle ki, eðer
dedesi veya oðuldan torunu olduðunu ikrar etse, geçerli deðildir. Çünkü, bu ikrarlarýnda nesebi bir
diðeri üzerine hami vardýr.»
Bir hastanýn nikâhlýsý olmayan, baþkasýnýn da iddetlisi bulunmayan bir kadýnýn kendi karýsý
olduðunu ikrar etmesi, karýlarýnýn sayýsý dörtten aþaðý ve mukarrünleh olan kadýnýn baldýzý
olmamasý þartý ile geçerlidir.
Hastanýn, baþka bir efendisi olduðu sabit deðilse, bir adamýn efen-disi olduðunu ikrar etmesi
geçerlidir.
Kadýnýn hastalýðýnda bir diðerinin babasý, annesi, kocasý veya efen-disi olduðunu ikrar etmesi de
geçerlidir. Çünkü bunda asýl kaide þudur: «Ýnsanýn hakkýnda deðil, kendisi üzerine ikrarý bir
delildir.»
Ben derim ki: Anne hakkýndaki ikrarýn, baba gibi geçerli olmasý, âlimlerin çoðunluðunun üzerinde
durduklarý meþhur görüþtür. Ýmam Ýtabî, Ferâiz adlý eserinde, «Anne hakkýnda ikrar etmek geçerli
deðildir.» de-miþtir. Dâv-i Sirâc isimli eserde de böyledir. Çünkü neseb, annelere deðil, babalara
isnad edilir. Ancak Ýtabî ve Dâv-i Sirâc´ýn zikrettiklerin-de þöyle bir görüþ vardýr: Onlar kocalýðý
baþkasýna yüklemektedirler. Bu da geçerli deðildir.
Þu kadarý var ki, doðru olan, annesi olduðunu ikrar etmesi de ba-basý olduðunu ikrar etmesi gibi
geçerlidir. Çünkü her ikisi de asýldýr. As-lý ikrar ise geçerlidir. O halde anneyi ikrar da babayý ikrar
gibidir.
Kadýnýn, «Þu benim oðlumdur.» diye ikrar etmesi halinde kocasý ona itiraz ederse, bir kadýnýn veya
ebenin çocuðun tayini hususunda þehâdetleri ile, geçerlidir. Ama çocuðun nesebi zaten yataðýnda
doðduðu kadýn ile sabit olmaktadýr. Þümnî.
Doðumu ikrar edilen böyle bir kadýnýn doðumunu isbatý. Nesebin sübutu konusunda geçtiði gibi,
tam bir delille veya varsa kocasýnýn tasdiki ile sabit olur.
Evli olmayan, iddet de beklemeyen bir kadýnýn ise, «Þu benim oðlumdur.» diye ikrar etmesi
geçerlidir. Ama kadýn evli bir kadýn ise ve ço-cuðun baþka bir erkekten olduðunu iddia ederse,
tasdik edilir.
Ben derim ki: Þöyle birþey kaldý: Eðer kadýnýn o kocadan baþka bir kocasý olduðu bilinmiyorsa, bu
mesele hakkýnda ben birþey görmedim.
Adý geçen kimselerin, ikrarýnda kadýný tasdik etmeleri gerekir. An-cak bunlarýn tasdiki eðer çocuk
meramýný anlatamýyorsa gereklidir.
Kadýnýn oðlu olduðunu ikrar ettiði kimse baþka birisinin kölesi ise, ikrarýnýn tasdik edilmesi için,
çocuðun efendisinin kadýný tasdik etmesi gerekir. Çünkü hak onundur.
Ýkrarda bulunanýn ölümünden sonra lehine ikrar yapýlanýn onu tas-dik etmesi geçerlidir. Çünkü
neseb ve iddet, ölümünden sonra devam eder. Ancak, kadýn kocasýný ikrar ettikten sonra ölürse,
ondan sonra kocasý onun karýsý olduðu tasdik ederse, Ebû Hanîfe´ye göre kocanýn tasdiki ge-çerli
olmaz. Çünkü kocanýn ölümü üzerine nikâh her bakýmdan sona er-miþtir. Hatta, kocanýn karýsýný
yýkamasý da caiz deðildir. Ama bunun ak-si mümkündür. Yani koca ölürse, kadýn kocasýný
yýkayabilir. Çünkü ka-dýnýn iddeti olduðu için nikâh baðlarý kopmamýþtýr.
Bir kimse, nesebi baþkasýna yükleyecek bir neseb ikrarýnda bulunsa, amca, kardeþ dede ve
oðuldan torunu gibi, baþkasý hakkýndaki ikrarý geçerli deðildir. Varisler tasdik ehli olduklarý halde
onu tasdik etseler de sonuç deðiþmez. Bu ikrar, ancak delil ile geçerli olur. Ýki kiþinin ik-rarý bu
delilden sayýlýr.
Bir kimsenin kendi hakkýndaki ikrarý ise geçerlidir. Hatta, kendi ço-cuðu olduðunu ikrar ederse,
nafakasýný vermesi, bakýmýndan yapmasý ge-rekir. Eðer lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tasdik
ederse, çocuk onun varisi olur. Çünkü bunlarýn ikrarlarý, kendileri için delildir. Bu hü-küm, ikrarda
bulunanýn lehine ikrar yapýlanýn dýþýnda yakýn veya zevil erhâm ve muvâlât gibi uzak varisleri
olmamasýna baðlýdýr. Eðer böyle bir varisi varsa, lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunanýn mirasçýsý
olmaz. Çünkü nesebi sabit deðildir. O halde bilinen varise hasým olamaz.
Burada lehine ikrar yapýlanýn mirasçý olmasýna engel olacak va-risten maksat, karý ile kocanýn
dýþýndaki varislerdir. Çünkü karý veya ko-canýn varlýðý, baþkalarýnýn miras almasýna engel deðildir.
Bunu Ýbni Ke-mal zikretmiþtir.
Ýkrarda bulunan ikrarýndan dönme hakkýna sahiptir. Çünkü ikrar bir yönüyle vasiyettir. Zeylâî.
Lehine ikrar yapýlan tasdik etse bile ikrar-da bulunan ikrarýndan yine dönebilir. Bedâyî´de de
böyledir.
Þu kadarý var ki Musannýf, Sirâciye´nin þerhlerinden, «Tasdik ile neseb sabit olur. O zaman ikrardan
dönemez.» ifadesini de nakletmiþtir. O halde fetva zamanýnda bu noktanýn araþtýrýlmasý gerekir.
Babasý ölen bir kimse, herhangi bir kimsenin kardeþi olduðu ikrar ederse nesebi sabit olmasa da,
lehine ikrar yapýlan mirasta ona ortak olur. Zira yukarýda, þahsýn yalnýz kendi nefsi hakkýndaki
ikrarýnýn ge-çerli olduðu zikredilmiþti. O zaman lehine ikrar yapýlan ikrarda bulu-nanýn hissesinin
yarýsý üzerinde hak sahibi olur.
Ben derim ki: Geride bir mesele kaldý ki, ölen adamýn kardeþi, bir çocuðun ölen kardeþinin oðlu
olduðunu ikrar etse, bu ikrar geçerli olur mu? Þafiî âlimlerine göre, geçerli olmaz. Zira, çocuðun
varlýðý kendisi-nin mirasçý olamamasýna sebep olur. Ben bu meselede bizim âlimleri-mizden açýk
bir nakil görmedim. Ancak, âlimlerimizin metinlerinin açýk ifadesinden anlaþýlan, bu ikrarýn da
geçerli olmasýdýr.
Bir diðerinde, yüz dirhem alacaðý olan bir kimse ölse, iki varisin-den birisi babasýnýn alacaðýnýn
yarýsýný aldýðýný ikrar ederse, ikrarda bu-lunan borçludan hiçbir þey alamaz. Zira onun ikrarý kendi
hissesine dö-ner. Diðer kardeþ de babasýnýn yarýsýný aldýðýný bilmediðine dair yemin ettikten sonra
borçludan yarýsýný alýr. Ekmel böyle demiþtir.
Ben derim ki: Varislerden birisi, babasýnýn alacaðýnýn hepsini aldýðýný ikrar etse, yine hüküm
böyledir. Þu kadarý var ki, diðer varisin burada borçlunun hakký için yemin etmesi gerekir. Zeylâî.
ÝZAH
«Dede ve ninelere kadar yükselse bile ilh...» Musannýfýn bu sözün-de bir görüþ vardýr ki onun þekli
de açýktýr. Zira, dede ve nine ile ikrarý, «Oðlumun kýzý» ikrarý gibidir. Bu nasýl geçerli deðilse, o da
geçerli de-ðildir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de þöyle denilmiþtir: «Hasta, bir kadýnýn kýzý ol-duðunu ikrar ederse, ikrarda
bulunanýn terekesinin yarýsý o kýzýndýr. Di-ðer kýsmý da asabe yoluyla varis olanlarýndýr. Zira kýzý için
ikrarda bu-lunmak caizdir. «Oðlumun kýzýdýr.» diye ikrar etmek caiz deðildir.»
Çünkü burada nesebi baþkasýna, yani oðluna yüklemektedir. T.
«Veya ebenin ilh...» Musannifin bundan sonraki, «Kocasýnýn tasdiki ile» sözü ifade ediyor ki,
kadýnýn ikrarý, kocasý inkâr ederse, ancak bu þehâdetle tasdik edilir. Ayrýca þunu da ifade ediyor ki,
kadýn, evli, ko-casý olan bir kadýn ise bu böyledir. Ama iddet bekleyen kadýn, sarihin de açýkça ifade
ettiði gibi bunun aksinedir.
Çocukla ikrarda bulunan kadýn evli deðil ve iddet de beklemiyorsa, veya kocasý olduðu halde kadýn
o çocuðun baþka bir kocadan olduðu-nu iddia ediyorsa, o zaman kadýnýn ikrarýndan baþka bir þeye
ihtiyaç yoktur. Naklettiklerimizi Ýbni Kemal açýklýkla ifade etmiþtir. Nitekim ile-ride de gelecektir.
«Çocuðun tayini hususunda ilh...» Yukarýdaki ifadelerden anlaþýldý-ðý üzere, burada sözün akýþý,
kocanýn kendi çocuðu olduðunu inkârý hususundadýr. Ebenin þehâdetinin makbul olmasý da, karý
kocanýn çocuk kendilerine ait olduðu konusunda birleþmeleri, ancak kocanýn çocuðun tayinini
inkârý halindedir.
Gâyetü´l-Beyân´ýn ifadesi de Þerh-i ikta´dan naklen þöyledir: « O za-man velayet her ikisinin
þehâdetiyle sabit olur. Neseb de hangi erkeðin yataðýnda doðum olmuþsa ona ait olur.»
Zahir olan, sarihin ifade ettiðinin hükmü de böyle olmasýdýr.
Açýkça ifade etmek gerekirse, sarihin sözünün hükmü de böyle ol-malýdýr.
«Mutlaka sahihtir ilh...» Bu ifade ediyor ki, Musannýfýn zikrettiði þartlar, ancak neseble ikrarýn
sýhhati içindir ki, kocanýn üzerine yüklen-mesin. Eðer bu þartlardan birisi bulunmazsa, kadýnýn
kendi üzerine ik-rarý geçerlidir. Ýkrar ettiði çocuk ondan miras alýr. Çocuk onu tasdik ettiði takdirde,
o da çocuktan miras alabilir. Eðer ikisinin de baþka va-risleri yoksa. O zaman bu ikrar kardeþ ile
ikrar gibi olur.
Gâyetü´l-Beyân´da þöyle denilmektedir: «Çocuk kadýný tasdik etse de, yine çocukla ikrarý caiz
deðildir. Þu kadarý var ki, kadýnýn bu ikrarý ile, baþka varisleri olmamalarý halinde birbirlerinden
miras alýrlar. Çün-kü kadýnýn kendi hakkýndaki ikrarý muteberdir. Ama kadýnýn ikrarý ile çocuðun
nesebine hükmedilemez. Çünkü neseb delilsiz sabit olmaz. Ka-dýn ikrar ettikten ve çocuk da onu
tasdik ettikten sonra ebe de ona þehâdet ederse, bu delil olarak kabul edilir ve çocuðun nesebi
sabit olur. Çünkü bunlarýn birbirlerini doðrulamalarý, onlardan baþkasýna geçmez.»
«Ben derim ki ilh...» Ben diyorum ki, kadýnýn baþka bir kocasý ol-duðu bilinmemesi halinde onun
zinadan olmasý gerekir. Çocuðun zina-dan olduðu gerçekleþtiði takdirde, kadýnýn ona miras
vermesi gerekir. Çünkü veledi zina, yalnýz anne tarafýndan miras alabilir. O zaman bu meselede
kapalý bir taraf kalmaz. Ebussuud-i Mýsrî´nin Miskin haþiye-sinde de böyledir.
«Tasdik etmesi geçerlidir ilh...» Bezzâziyye´nin sözüne dayanýlarak ikrarda bulunanýn, ikrarýný
inkârdan sonra olsa da tasdik etmesi geçerli-dir. Bezzâziyye´nin sözü þöyledir: «Adam, saðlýðýnda
veya hastalýðýnda falan kadýnla evlendiðini ikrar etse, sonra da inkâr etse, kadýn onu ha-yatta veya
ölümünden sonra tasdik ederse, bu tasdiki caizdir.» Sâyýhânî.
«Nesebin sübutu konusunda da geçti ilh...» Zira Musannif orada, «Ýkrarý varislerden bazýlarý tasdik
etseler, o zaman tasdik edenlerin hak-kýnda neseb sabit olur. Bunlardan baþkasý hakkýnda nesebin
sübutu ise, ancak þahadetin nisabý onlarla tamamlanýrsa, sabit olur. Eðer þehâdet nisabý
tamamlanmazsa, ikrarda bulunaný tekzib edenler, onlara ortak olmazlar.» demiþtir.
«Varisler tasdik etseler bile ilh...» Musannýfýn yukarýdaki iki kiþinin ikrarý sözü, bu sözün tekrarýna
lüzum býrakmamaktadýr. T.
Þu kadarý var ki, burada bizim sözümüz, ikrarda bulunanýn tasdiki hakkýndadýr. Orada ise, bizzat
ikrar hakkýndadýr. Bunlar her ne kadar mana bakýmýndan bir iseler de aralarýnda fark vardýr. Fark
þudur: Bil-dikten sonra tasdik, «evet veya doðrudur» sözleri gibi birinci ikrarý tas-diktir. Ama ikrar
ise bilgi ile gerekmez.
«Zevil erham ilh...» «Yakýn»lar, Ýtâbiye´de Zevil-Fürûz ve asabât, asâbeler ile tefsir edilmiþtir. Uzak
varisler ise zevi´l-erhâm ile tefsir edil-miþtir. Metinde olan birinci görüþ daha kapsamlýdýr. Çünkü
mevle-l-muvâlât, zevi´l-erhâm´dan sonra miras alýr. Þurunbulâliye.
«Çocuk onun varisi olur ilh...» Lehine ikrar yapýlana ulaþan miras, eðer ikrarda bulunanýn baþka
varisi yoksa, «kalan»dýr, lehine ikrar yapý-lanýn mirasý, yalnýz þahsýyla sýnýrlý olup, onun usûl ve
furûuna intikâl et-mez. Çünkü bir þeyi ikrar etmek vasiyet gibidir. Þeyhimiz bunu
Çâmiü´l-Fusûleyn´den nakletmiþtir. Miskin´in haþiyesinde de böyledir.
«Bilinen varisle ilh...» Bu bilinen varis ister yakýn, ister uzak olsun. O. mirasçý olmakta, lehine ikrar
yapýlandan daha hak sahibidir. Hatta adam halasý ve teyzesi olduðu halde, birisinin kardeþi
olduðunu ikrar etse, onun mirasý halasý ve teyzesine ulaþýr. Çünkü lehine ikrar yapýla-nýn nesebi
sabit deðildir. O halde lehine ikrar yapýlan hala ve teyze gibi bilinen bir varisle çekiþemez. Dürer.
Hâmis´te de böyledir.
«Lehine ikrar yapýlan tasdik etse bile ilh...» Bunun doðrusu, lehine ikrar yapýlan deðil, yukarýda da
geçtiði gibi aleyhine ikrarda bulunulan olmasýdýr. Minah´ýn ifadesi de buna delâlet eder. Zira Minah
sahibi, Zeylâî´nin «Ýkrarda bulunan ikrarýndan rücû edebilir.» sözü hakkýnda, «Bu sözün yeri, lehine
ikrar yapýlan ikrarda bulunaný tasdik etmezse veya lehine ikrar yapýlan, ikrar yapanýn ikrarý gibi
bahisleridir.» O zaman doðrusu, lehine ikrar yapýlan deðil, aleyhine ikrarda bulunulan olmasýdýr.
Zira Minah sahibinin, «Tasdikle neseb sabit olur. Bu tasdikde ancak le-hine ikrar yapýlanýn tasdiki
olabilir» sözü de buna delâlet eder.
Siraciye üzerine olan Rûhu´þ-Þuru adlý eserde de þöyle denilir: «Ýk-rarda bulunanýn aleyhine ikrar
yapýlan veya ikrar ehli olan varisler tas-dik etseler, o zaman ölüme kadar ikrarýn üzerinde ýsrar
etmek þart ol-madýðý gibi dönmek de bir fayda vermez. Çünkü neseb sabittir.» H.
Trablusî´nin, Mültekâ Ferâizi Þerhinde de þöyle denilir: «Ýkrarda bu-lunanýn ikrardan rücûu
geçerlidir. Çünkü mânâ itibariyle ikrar, vasiyet niteliðindedir. Rücû ettiði takdirde de lehine ikrar
yapýlan, onun tere-kesinden birþey alamaz. Siraciye´nin Minhac isimli þerhinde de þöyle
de-nilmektedir: «Yani eðer aleyhine ikrar yapýlan, onu tasdik etmemiþ ve-ya onun ikrar ettiði gibi
ikrar etmemiþse rücûu geçerlidir. Ama rücûundan önce onun ikrarýný tasdik eder, veya onun ikrarý
gibi ikrar ederse, ik-rarda bulunanýn ikrarý fayda vermez. Çünkü lehine ikrar yapýlanýn ne-sebi
aleyhine ikrarda bulunulan üzerinde sabit olmuþtur.»
«Fetva zamanýnda ilh...» Ben diyorum ki, konunun açýklamasý þöy-ledir: Eðer lehine ikrar yapýlan
onu tasdik etmiþse, rücû edebilir. Çünkü, onun nesebi tesbit edilmemiþtir. Bidaye adlý eserde olan
da ancak budur. Eðer ikrarýný aleyhine ikrar yapýlan tasdik ederse, onun ikrarýndan rücûu geçerli
deðildir. Çünkü bu, nesebin sübutundan sonradýr. Bu zikrettikleri-miz Siraciye þerhlerinde olandýr.
O zaman buradaki þüphenin menþei aleyhine ikrar yapýlan yerine lehine ikrar yapýlan denilmesidir.
Veya me-sele çeþitlidir. Açýktýr ki, bu meselelerin hepsi çocukla ikrar olmayan yerdedir.
«Kendi nefsi hakkýndaki ikrarý ilh...» Buradaki ikrarda bulunanýn du-rumu müþteri gibi olur. Meselâ
müþteri, satýcýnýn nebi olan köleyi azad ettiðini ikrar etse, onun azaddaki ikrarý kabul edilir. Semen
ile rücûunda ise kabul edilmez. Beyâniye.
Zeylâî de þöyle denilmiþtir: «Eðer kendi hakkýndaki ikrarý kabul edi-lirse, bize göre mutlaka lehine
ikrar yapýlan, ikrarý yapanýn hissesinin yarýsýna hak kazanýr. Ýmam Malik ile Ýbni Ebî Leylâ´ya göre
ise, onun ikra-rý terekede þayi bir cüz olur. O zaman ikrarda bulunana terekeden ona ait olan
hissesi verilir. Hatta babasý öldüðü halde üçüncü bir kardeþi da-ha olduðunu ikrar etse, belli olan
kardeþi onun ikrarýný inkâr etse, ik-rarda bulunanýn eline geçenin yarýsý lehine ikrar yapýlana verilir.
Ýmam Malik ve Ýbni Ebî Leylâ´ya göre, ikrarda bulunanýn elinde olanýn üçte biri lehine ikrar yapýlana
verilir. Çünkü ikrarda bulunan, ona iki yarýmda þayi olan üçte birini ikrar etmiþtir. Onun ikrarý kendi
hissesi hakkýnda geçerlidir. Kardeþinin hissesine düþen ikrarý bâtýl olur. O halde lehine ik-rar
yapýlana ikrarda bulunanýn elindekinin üçte biri düþer. Bu üçte bir de tüm malýn altýda biridir. Diðer
altýda bir de onun belirli kardeþinin hissesindedir ki, ondaki ikrarý geçersizdir. Bunun sebebini de
zikrettik. Biz diyoruz ki, ikrarda bulunanýn zannýna göre lehine ikrar yapýlan is-tihkakta eþittir.
Münkir ise inkâriyle zulmetmiþ olur. O zaman inkâr ede-nin elinde olan helak olmuþ sayýldýðýndan
geri kalan kýsým ikrarda bu-lunan ile lehine ikrar yapýlan arasýnda taksim edilir. Eðer bir kýz karde-þi
olduðunu ikrar etse, bu kýz kardeþi, onun elindekinin üçte birisini alýr. Ýmam Mâlik ve Ýbn Ebî
Leylâ´ya göre ise, elindekinin beþte birini alýr. Bir erkek kardeþle kýz kardeþ birlikte bir erkek
kardeþleri oldu-ðunu ikrar etseler, diðer bir erkek kardeþ ile kýz kardeþ de onlarý ,tekzib etseler, o
zaman ikrar edenlerin hissesi Hanefî mezhebine göre be-þe, Ýmam Malik ile Ýbni Ebî Leylâ´ya göre
ise dörde taksim edilir. Bu me-selenin sekli açýktýr. Bir erkek, bir kadýnýn babasýnýn karýsý olduðunu
ik-rar ederse, ikrarda bulunanýn elindeki babasýndan intikal eden malýn sekizde birini o kadýn alýr.
Adam, bir kadýnýn ölen babasýnýn annesi oldu-ðunu ikrar etse, o kadýn ikrar edenin elinde olanýn
altýda birini alýr. Onun elindeki ile de muamele edilir. Ýkrarda bulunanýn ikrar ettiði sa-bit olunca,
onunla muamele edildiði gibi, ikrar edenin elindeki ile de mua-mele edilir. Bu konunun tamamý
Zeylâî´dedir.
«Çocuðun varlýðý ikrar edenin mirasçýlýðýna engel olur ilh...» Bu mesele, Þâfiîler´in miras engeli
saydýklarý hükmen devir meselesidir. Çün-kü, ikrar yoluyla, baþkasýný mirasçý kýlmak, ikrar edenin
mirasçý olama-yýþýna yol açar. Bunun açýklamasý þöyledir: Mirasçý olan bir kimse, ölen kardeþinin
bir oðlu olduðunu ikrar etse, lehine ikrar yapýlanýn nesebi sabit olmaz, varis de olamaz. Çünkü eðer
varis olmuþ olsa, ölenin kar-deþini mirastan mahrum eder. Zira oðul varken kardeþ miras alamaz.
Bu durumda, onun miras býrakanýn bir oðlu bulunduðu yolundaki ikrarý kabul ´edilmez. Çocuðun
nesebi sabit olmadýðý gibi, mirasçý da olamaz. Çünkü, çocuðun mirasçý olduðunun isbatý, ikrar
edenin mirastan mah-rum olmasýna yol açar. Onun mirasçýlýktan çýkaran isbat ise, aslýnda yok
sayýlýr. Ancak, ikrarda bulunan eðer ikrarýnda doðru ise, lehine ik-rar yapýlana terekeden bir hak
vermesi gerekir.
«Metinlerinin zahirinden anlaþýlan ilh...» Yani, Hanefî fakihlerinin sözlerinin açýk ifadesi, ölen
kardeþinin oðlu olduðu ikrarýnýn geçerli ol-duðunu ifade eder. O çocuðun yalnýz ikrarda bulunanýn
kendisi hakkýnda nesebi sabit olur. O halde ikrarda bulunan deðil, yalnýz çocuk ölen kardeþe varis
olur. Çünkü fakihler neseble ikrar, kendi nefsi hakkýnda geçerlidir, demiþlerdir. Hatta ona nafaka
ve* bakým gibi hükümlerde ge-rekli olur. Baþkasý hakkýnda gerekmez. Ben bu meseleyi allâme
Kasým bin Kutluboða´nýn fetvalarýndan naklen görmüþümdür. Bu fetvanýn met-ni þöyledir: «Ýmam
Muhammed, Ýmlâ´da, «Eðer kiþinin bir halasý olsa, o hala da babasýndan olan ölmüþ kardeþinin bir
oðlu olduðunu ikrar et-se, lehine ikrar yapýlan mirasýn hepsini alýr. Çünkü bilinen mirasçý, le-hine
ikrar yapýlanýn kendisinden önce mala hak sahibi olduðunu ikrar etmiþtir. Ýkrarda bulunanýn kendi
nefsi aleyhine ikrarý da delildir.» demiþ-tir.» Sonra Allâme þöyle demektedir: «Bu mesele, bize göre,
devir ol-madýðýndan irse mani olacak hallerden sayýlmamýþtýr. Bu mesele kendi konusu "içinde
zikredilmiþtir.»
«Kendi hissesine ilh...» O zaman sanki kendi payýný tamamen almýþ gibi sayýlýr. Çünkü hakkýný tam
almak, zamin olduðu þeyin kabzý ile olur. Zira borçlar emsaliyle ödenir. Sonra kýsasa mülâki olur.
Meselâ, varis-lerden birisi ölenin üzerinde borç olduðunu ikrar etse, o zaman, yalnýz ikrarda
bulunanýn ödemesi gerekir. Nitekim, bu mesele istisna konusun-dan önce geçmiþti.
«Yemin ettikten sonra ilh...» Yani, inkâr edenin yemin etmesi kar-deþi içindir. Borçlu için deðildir.
Çünkü borçluya hiçbir zararý yoktur. Öy-leyse, gelecek meseleye zýd da deðildir. Eðer yeminden
kaçýnýrsa, onun aldýðý beþyüze ikrarda bulunan ortak olur. Þu kadarý var ki, buradaki açýklama
birinci meselede münkirin yemin etmemesini gerekli kýlar. Zeylâî de bunu açýkça zikretmiþtir.
Halbuki, Zeylâî´nin yukarýda Ekmel´den naklettiðine de aykýrýdýr. Bunun cevabý yukarýda geçti.
«Yemin etmesi gerekir ilh...» Yani minkir, babasýnýn alacaðýný aldý-ðýný bilmediðine dair yemin eder.
Eðer yeminden kaçýnýrsa, borçlu borçtan kurtulmuþ olur. Eðer yemin ederse, kendisine hissesi
verilir. Ama birinci mesele bunun aksine idi. Zira orada borçlunun hakký için yemin etmiyor, kardeþi
için yemin ediyordu. Çünkü onun hakkýnýn hepsi ikrar-da bulunan bakýmýndan onun için meydana
gelmiþtir. Ona yemin teklif etmeye ihtiyaç yoktur. Burada ise, ona ancak yarým hisse meydana
gel-miþtir. Onun için yemin eder. Zeylâî.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:46:58
ÇEÞÝTLÝ MESELELER FASLI
METÝN
Hür ve mükellef evli bir kadýn, bir baþkasýna borçlu olduðunu ikrar etse, kocasý da onu tekzib etse,
kadýnýn ikrarý Ebû Henîfe´ye göre hem kendi hakkýnda, hem de kocasý hakkýnda geçerlidir. Her ne
kadar kocasý rahatsýz olsa da kadýn hapsedilerek para ondan istenir. Bu mesele Eþbâh´ta
zikredilen, «Ýkrar eksik bir delildir. Ýkrarda bulunanýn baþkasýna zararý geçmez.» kaidesinden çýkan
altý meseleden birisidir. Bu da Eþbah´tadýr. Uygun olan, yine baþkasýnýn kiraladýðý birþeyin de
çýkmasýdýr. Þöyle ki, bir kimse diðer birisine borçlu olduðunu ikrar etse, diðer adam kiracý arar
görse bile onu hapsedebilir. Bu fetva ya esas olan bir olay-dýr. Ben bunu açýkça hiçbir kitapta
görmedim.
Ýmameyn´e göre ise, koca hakkýnda o kadýn tasdik olunmaz. O hal-de, kadýn hapsedilmediði gibi
borcu da ondan taleb edilmez. Dürer.
Ben derim ki: Uygun olan, ifta ve kazada Ýmameyn´in görüþüne da-yanmaktýr. Çünkü üstün olan
görüþe göre baba kýzýna, kendisi veya bazý yakýnlarý için ikrarý öðretir ki, o vasýta ile kocasýndan
para için baba sýnýn yanýnda hapsedilir. Nitekim ben, hâkimlik görevi ile vazifeli oldu-ðum sýralarda
birkaç defa bu tür hilelere þahid oldum. Musannýf bunu böylece zikretmiþtir.
Nesebi bilinmeyen bir kadýn, bir kimsenin cariyesi olduðunu ikrar etse, cariyenin kocasýndan
çocuklarý olduðu halde lehine ikrar yapýlan onu tasdik etse, kocasý karýsýný tekzib etse, kadýnýn
ikrarý özellikle ken-disi hakkýnda geçerli olur. Ýkrardan sonra ana rahmine düþen çocuk da köledir.
Ýmam Muhammed buna muhalefet etmiþtir.
Ancak bu görüþe, onun boþamasýnýn üçten ikiye düþmesi sebebiyle itiraz varid olur. Cariye olduðu
için iddeti de iki hayýz müddetine dü-þer. Nitekim Þurunbulâliye de bunu ortaya koymuþtur. O
zaman onun nikâhý bâtýl olmaz.
Kadýnýn ikrarý, kocasý ve çocuklarý hakkýnda sahih deðildir. Ýkrar-dan önce doðan çocuklar ile ikrar
sýrasýnda hâmile olduðu çocuklarý hürdürler. Çünkü bu çocuklar onun kölelik ikrarýndan önce
meydana gel-miþlerdir.
Nesebi bilinmeyen bir adam, kölesini azad etse, sonra kendisinin di-ðer birisinin kölesi olduðunu
ikrar etse, lehine ikrar yapýlan onu tasdik etse, onun ikrarý kendi nefsi hakkýnda geçerli, azad ettiði
kölenin azadý hakkýnda geçerli deðildir. Eðer azad edilmiþ köle ölürse, onun terekesinin hepsini,
varsa varisleri alýr, azad edene birþey kalmaz. Yok eðer varisi yoksa, onu azad eden bütün
terekesine varis olur veya terekenin hep-sini alamayacak bir varisi varsa, azad eden onun payýna
düþenden ge-riye kalan kýsmý alýr. Kâfi ve Þurunbulâliye.
Sözü edilen köle ölür, sonra da azad ettiði köle ölürse, azad edilen kölenin mirasý, ikrar edenin
asabesine verilir. Azad edilen köle cinayet iþlerse, cinayet karþýlýðýnda ödeyeceði diyet hususunda
kendisi çalýþýr. Çünkü onun diyeti tazmin edecek âkilesi yoktur.
Bir baþkasý azad edilen köleyi yaralarsa, o zaman onun alacaðý erþ (yaralama tazminatý) bir köle
erþ´i kadar olur. O, þahidlikte yine köle gi-bidir. Çünkü onun hürriyeti dýþ görünüþe göre olup, bu da
ancak istih-kaka deðil, defe elveriþlidir.
Bir kimse diðerine, «Benim senin üzerinde bin dirhemim vardýr.» de-se, karþýdaki adam da ona
cevap olarak, «Bu söz haktýr ve doðrudur.» dese, veya «Haktýr, haktýr.» seklinde «hak» sözünü
tekrar etse, veya «Ha-yýr söylemek haktýr.» dese bu sözlerin hepsi ikrar olur. Ama eðer, «Hak haktýr,
doðru doðrudur, yakýn yakýndýr.» dese, ikrar olmaz. Zira, bu tam bir sözdür: Ama geçmiþ mesele
bunun aksinedir. Çünkü o mesele, baþ-langýçta bir söz olmaz. Ancak bir cevap olur. Bu sözlerle
sanki, karþý tarafa, iddia ettiðin hak doðrudur demek istemiþtir.
Bir efendi cariyesine, «Ey hýrsýz, ey zâniye, ey deli veya kaçak» ve-ya «Þu hýrsýz cariye þunu yaptý.»
dese ve satsa, o cariyede sayýlan ayýp-lardan bir tanesi görülse, bu ayýptan dolayý cariye iade
edilemez. Çün-kü, onu satan kimse ona, «hýrsýz, zâniye, deli kaçak» dediði zaman bu-nu haber
vermek için deðil, nida ve hakaret için söylemiþtir.
Ama bunun aksine, «Þu hýrsýz cariye, zâniye cariye; deli cariye, kaçkýn cariye» dese ve satsa, sonra
bu vasýflardan birisi onda görülse, o cariye geri verilir. Çünkü satanýn o ifadeleri haber verme olup,
bu da bir vasfýn araþtýrýlmasý içindir.
Yine yukarýdakinin aksine, adam karýsýna. «Ey boþ kadýn» veya «Þu boþanmýþ kadýn þöyle yaptý.»
dese, kadýn kocasýndan boþanmýþ olur. Çünkü, þer´an kocasýnýn onda boþamayý meydana
getirmesi mümkün-dür. Ama yukarýdaki birinci mesele bunun aksinedir. Zira efendi, o va-sýflarý
cariyede meydana getirmeye muktedir deðildir. Dürer.
Sarhoþ bir kiþinin haram ve yasak edilen birþeyi ikrar etmesi, bütün haklarda geçerlidir. O durumda
sarhoþ bir kiþi, bir adam öldürdüðünü ikrar etse, o sarhoþluk halinde ona had cezasý uygulanýr.
Eðer hýrsýz-lýk yaptýðýný ikrar etse, çaldýðýný ikrar ettiði þeyi nesneyi tazmin etmesi gerekir. Nitekim
Sadi Efendi bu meseleyi içki haddi konusunda ayrýntý-lý bir þekilde zikretmiþtir.
Ancak sarhoþun ikrarý, irtidat, zina haddi, içki haddi gibi rücûu ka-bul edecek hükümlerde geçerli
deðildir.
Bir kimse mubah yolla sarhoþ olmuþ ise, zorla içirilme gibi, ikrarýna itibar olunmaz. Ancak o baygýn
kimse gibidir. Þu kadarý var ki, onun yirmidört saatlik namazý kaza etmesi gerekir. Halbuki baygýnlýk
halinde geçen namaz kaza edilmez. Bu konunun tamamý Eþbâh´ýn hükümler ko-nusundadýr.
Lehine ikrar yapýlan, ikrarda bulunaný tekzib ederse, ikrarda bulu-nanýn ikrarý bâtýl olur. Çünkü
yukarýda geçtiði gibi ikrar, lehine ikrar ya-pýlanýn reddi ile red olunur. Ancak Eþbâh adlý eserde
belirtildiðine göre, altý husustaki ikrar, lehine ikrar yapýlanýn reddi ile de red olunmaz. Efen-dinin
kölesinin hür olduðunu ikrar etmesi, neseb ikrarý, azad edilen kö-lenin velayet ikrarý, Vakýf ikrarý
gibi ikrarlarda lehine ikrar yapýlan reddetse bile ikrar bâtýl olmaz.
Ýs´af adlý kitapta þöyle denilir: «Birisi bir adama birþey vakfetse, o da kabul etse, sonra reddetse, o
ikrar reddolunmaz. Eðer kabulden önce reddederse, o zaman ikrar bâtýl olur.»
Yine boþama, kölelik ikrarý da lehine ikrar yapýlanýn reddi ile redd-olunmaz. Bezzâziyye. Nikâhla
ikrar da lehine ikrar yapýlanýn reddi ile reddolunmaz. Nitekim Bahir kitabda Kaza kitabýnýn çeþitli
meseleler bah-sinde açýklanmýþtýr. Yalnýz orada ibradan iki mesele istisna edilmiþtir. Bunlarýn birisi
kefilin ibrasýdýr ki, kefil ibrayý reddetse bile ibra reddolmaz. Birisi de borçlu alacaklýsýna beni ibra et
dese, o da ibra etse, sonra borçlu reddetse, ibra reddolmaz. O zaman istisna edilen meseleler on
olmaktadýr.
Vehbâniye´nin, Vekâlet bahsinde þöyle denilir: «Lehine ikrar yapýlan,, ikrar edeni tasdik etse,
yukarýdaki meselelerin herhangi birinde ikrar yapanýn ikrarý reddolunmaz. Bu reddin geçerli olmasý
için ibra meclisi þart mýdýr, deðil midir? Bu meselede âlimler arasýnda görüþ ayrýlýðý var-dýr. Bazýlarý
þart olduðunu, bazýlarý da þart olmadýðýný söylemiþlerdir.»
Reddedilme ile ibranýn reddedilip edilmeyeceði hususunda küllî kaide þudur: Herhangi bir
bakýmdan bir mal temlîki söz konusu olan ibra, red-di kabul eder. Fakat bir malýn temliki yoksa,
meselâ ortaklýðýn ibtali, ta-lâk ve azad gibi þeylerde ibra, reddi kabul etmez. Bu güzel bir kaidedir.
Hatýrda tutunuz.
Varislerden birisi vasi ile sulh yaparak vasiyi umumî bir þekilde ibra etse, veya «Vasinin yanýndaki
babamýn terekesinde benim hiçbir hakkým Katmadý.» veya «Bütün haklarýmý kabzettim.» dese,
sonra vasinin elinde, sulh zamaný mevcut olmayan birþey ortaya çýksa, saðlam olan görüþe göre
varisin o þey hakkýndaki hissesi kadar olan davasý dinlenir. Bezzâziyye´nin Sulh bahsi.
Buna göre adamýn, «Benim onda hakkým kalmadý.» sözü, «Ondan kabzettiðim mallarda hakkým
kalmadý.» þeklinde yorumlamakta bir çe-liþki yoktur. Varisin vasiyyet ibrasý, mallardan ibra bâtýl
olduðu için da-vasýnda çeliþkiye düþmüþ olmaz. O zaman iyi þekil üzere ibrasýnýn ge-çerli olmadýðý
ortaya çýkmaktadýr. Nitekim Ýbni Þýhne bunu ifade etmiþ, Þurunbulâlî de ona itimad etmiþtir. Biz de
Sulh bahsinde açýklayacaðýz.
ÝZAH
«Eþbâh´tadýr ilh...» Eþbâh´ýn ifadesi þöyledir: «Ýkrar ikrarda buluna-na ait eksik bir delildir. Bu
sebeble baþkasý hakkýnda geçerli deðildir. Buna göre, mülkünü kiraya veren bir kimse, «Bu bina
baþkasýnýndýr.» dese kira fesholmaz. Ancak birkaç mesele istisnadýr. Evli bir kadýn borç-lu
olduðunu ikrar etse, kocasý zarar da görse, alacaklý kadýný hapsettire-rek alacaðýný alabilir. Mülkünü
kiraya veren kimse, ancak kiraya verdiði mülkün kýymeti ile karþýlanabilecek bir borcu olduðunu
ikrar etse, bu borcun ödenmesi için kiracý zarar da görse, kiraya verdiði mülkü sata-bilir. Nesebi
belli olmayan bir kadýn, kendisinin kocasýnýn babasýnýn kýzý olduðunu ikrar etse, baba onu tasdik
ederse, aralarýndaki nikâh fesholur. Ama bunun aksine mürted olduðunu ikrar ederse, veya
kendisinin cariye olduðunu ikrar ederse, o zaman kocasý rücûa mâlik olmaz. Adam sattýðý
cariyesinin çocuðunun kendi çocuðu olduðunu iddia etse, o adamýn bir kardeþi de olmuþ olsa, o
cariyenin çocuðunun nesebi sabit olur ve onun kardeþinin ikrar edenin mirasýndan mahrum olduðu
sabit olur. Çünkü miras oðlunundur. Bir mükâteb hür bir kadýnýn çocuðunu, kendi kar-deþi hayatta
olduðu halde, iddia etse, bu ikrarý geçerli ve mirasý da kar-deþine deðil, çocuðuna kalýr. Cami adlý
eserde olduðu gibi.»
«Nesebi bilinmeyen bir kadýn ilh...» Bu söz, Eþbâh´ta olana göre mutlaklýk ifade etmez. Eþbâh´ta
þöyle denilir: «Nesebi bilinmeyen bir kimse, birisinin kölesi olduðunu ikrar etse, lehine ikrar yapýlan
da onu tasdik etse, ikrar geçerli olur. Onun hürriyeti, hâkimin hükmüyle tekid edilmeden önce onun
kölesi olur. Ama Hâkim ona hür bir insan gibi tam had uygulanmasýna hükmetse, veya azalardaki
kýsasla hükmetse, bu hükümden sonra onun köle olduðunu ikrar etmesi geçerli deðildir. » Sâyýhânî.
«Þurunbulâliye de bunu araþtýrmýþtýr ilh...» Zira Þurunbulâlîye´de þöyle denilmiþtir: «O kadýnýn
talâký ikidir. Ýddeti de icmâ ile iki hayýzdýr. Çünkü o kadýn cariye olmuþtur. Bu da cariyeye ait olan
hükümdür.» Son-ra da Ziyâdât´tan þöyle bir nakil yapýlmaktadýr: «Erkek karýsýný iki ta-lâkla boþasa,
karýsýnýn cariye olduðuna dair ikrarýný da bilmese, onun talâkýndan ricat etmeye maliktir. Ama eðer
ikrarýný bilirse, ricata ma-lik deðildir. Zira cariyenin talâký ikidir.»
Cami adlý eserde þöyle denilmiþtir: «Ýkrarýný ister bilsin, ister bil-mesin, ricata malik deðildir.»
Bazý âlimler tarafýndan Ziyâdât´ta zikredilen kýyasa, Câmi´de zikre-dilen ise istihsana göredir
denilmiþtir.
Kâfi adlý eserde de þöyle bir ifade vardýr: «Bir kimse karýsý ile «îlâ» yapsa iki ay tamamlanmazdan
önce kadýn cariye olduðunu ikrar etse, o iki ay kadýnýn îlâ iddetidir. Eðer iki ay geçtikten sonra
cariye olduðu-nu ikrar ederse, o zaman îlâ süresi dört ay olur.»
Bu meselede asýl kaide þudur: Kaçýrýlmasýndan korkulan bir hük-mün elde edilmesi, baþkasýnýn
ikrarý ile mümkün ise, bu kimse ikrar etmezse hakký bâtýl olur. Çünkü onun hakkýnýn kaybolmasý
kendi ku-suruna izafe edilmiþ olur. Eðer elde edilmesi, baþkasýnýn ikrarý ile müm-kün deðilse, onun
hakkýnda ikrarý geçerli deðildir. O zaman, eðer kadýn îlâ´dan bir ay geçtikten sonra cariye olduðunu
ikrar ederse, kocasýnýn îlâ´dan rücû etme hakký vardýr. Kadýnýn ikrarý iki aydan sonra olursa,
ko-canýn o hükmü elde etmesi mümkün olmaz.
Talâk ve iddetin hükmü de böyledir. O halde adam iki talâkla karý-sýný boþasa, sonra karýsý cariye
olduðunu ikrar etse. koca üçüncü ta-lâka mâliktir. Ama eðer kadýn boþamadan önce cariye
olduðunu ikrar ederse, kocasýnýn onun iki talâkla boþamasý halinde, iki talâkla koca-sýndan
boþanmýþ olur.
Kocanýn iki talâkla boþamasýnýn üzerinden iki hayýz müddeti geçtik-ten sonra kadýn cariye
olduðunu ikrar ederse, kocasý ricata maliktir. Ama iki talâktan bir hayýz müddeti geçtikten sonra
kadýn cariye olduðunu ik-rar ederse, o zaman iki hayýzla kadýn kocasýndan boþanmýþ olur.
«Þurunbulâlîye ilh...» Þurunbulâlîye´nin ifadesi Muhit´ten naklen þöy-ledir: «Eðer ölen adamýn bir
kýzý varsa, terekesinin yarýsý ona, yarýsý da lehine ikrar yapýlanadýr.»
Azad edilen köle cinayet iþlerse, kendi cinayetinin karþýlýðý olan ersi ödemeye kendisi çalýþýr. Eðer
kendisi yaralanýrsa, o zaman onun alacaðý erþ bir köle erþidir. Çünkü o, þahadette bir köle gibidir.
Çünkü onun hürriyeti dýþ görünüþtedir. Dýþ görünüþteki hürriyet de istihkaka deðil, def´e elveriþlidir.
«Köle erþ´i ilh...» Bu görüþe göre ikrar, üzerinde suç iþlenilen kim-se hakkýnda bir delil olmaktadýr.
O zaman uygun olan, bu meselenin de yukarýda geçen meselelere eklenmesidir.
«Geri verilir ilh...» Yani o cariyeyi bunu haber vermeyi bilmeyen bir kimse alýrsa, geri iade eder.
«Sadi Efendi zikretmiþtir ilh...» Sadi Efendi´nin ifadesi kitabýndadýr. Nihâye sahibi de þöyle
demektedir: «Ýmam Timurtâþî, «Sarhoþ bir kim-se zina veya hýrsýzlýk ikrarýnda bulunsa, ona
sarhoþluk halinde had vu-rulmaz. Zira o uyandýktan sonra, ikrarýndan rücû ederse, ikrarý bâtýl olur.
Þu kadarý var ki, çalýnan þeyi tazmin eder. Ama kýsas ile kâzif haddi bun-larýn aksinedir. Þöyle ki,
sarhoþluðunda birisine zina iftirasý atsa veya kýsasý gerektirecek bir suç iþlediðini ikrar etse,
sarhoþluk halinde had veya kýsas cezasý uygulanýr. Zira onlarý geri býrakmakta bir fayda yok-tur.
Çünkü bunlar kul haklarýndan olduðundan onlardan rücûya malik deðildir. O halde bunlar mal ile
talâk ve azad ikrarý gibidirler.» demiþtir.
Miracý Dirâye´de de þöyle bir ifade vardýr: «Kazif bunun aksinedir. Zira sarhoþluk halinde birisine
zina iftirasý atsa, kendisine gelinceye kadar hapsedilir. Sonra da iftira haddi vurulur. Haddin
arkasýnda haddin aðrýlarý geçinceye kadar hapse devam edilir. Sonra da içkiden dolayý had icra
edilir.» Bunu Mebsut´da zikretmiþtir.
Miracý Dirâye´de bu mesele ikrarla sýnýrlandýrýlmýþtýr. Þöyle ki: «Eðer adam sarhoþ iken zina yapsa
´veya hýrsýzlýk etse, ancak kendine geldik-ten sonra had vurulur. Ama ikrar bunun aksinedir. Eðer
sarhoþluðunda ikrar ederse, hüküm sarhoþluðunda icra edilir.» Zahire´de de böyledir.
«Hür olduðunu ilh...» Adam zilliyetinde bulunan bir kölenin hür ol-duðunu ikrar ederse, köle onu
tekzib etse bile hürriyeti sabit olur.,
«Ýs´af adlý kitapta ilh...» Onun metni þöyledir: «Ona vakfedilen birþeyi kabulden sonra reddedemez.
Vakýf yapýlýrken reddederse, sonra da kabul edemez.» Bu meselenin ayrýntýsý Ýs´aftadýr.
Yine Ýs´af´ta, «Bir kimse zilliyetindeki bir tarlayý iki kimseye ve on-larýn nesilleri üzerine, onlardan
sonra da fakirlere vakfettiðini ikrar etse, ikisinin de çocuklarý olmadýðý halde birisi tasdik, diðeri de
tekzib etse, o tarlanýn yarýsý tasdik edene vakýf olur, diðer yarýsý da fakirlere vakýf olur. Sonra
münkir tasdike dönerse, vakfýn geliri ona verilir. Ama þu mesele bunun aksinedir: Adam tarlasýnýn
birisinin mülkü olduðunu ik-rar etse, lehine ikrar yapýlan onu tekzib etse, sonra tasdike dönse,
ik-rarda bulunan ikinci defa ikrar edene kadar tarla onun mülkü olmaz. Bu iki mesele arasýndaki
fark þudur: Vakýf olduðu ikrar edilen yer, lehine ikrar yapýlanýn tekzibi ile hiç kimseye mülk olmaz.
Tekzib eden kimse tekzibinden dönerse, vakfýn geliri ona döner. Ama mülkiyeti ikrar edi-len tarla,
lehine ikrar yapýlanýn tekzibi ile ikrar edenin mülkü olur.» de-nilmiþtir.
«Bahýr kitabýnýn kaza ilh...» Bahýr´ýn ifadesi þöyledir: «Musannýf bu-rada ikrarý mal ile kaydetmesinin
sebebi, kölelik, talâk, azad, neseb ve velâ gibi ikrarlardan kaçýnmaktýr. Çünkü onlar, lehine ikrar
yapýlanýn reddi ile reddolunmazlar. Kölelik, talâk ve azada gelince, Bezzâziye´de. «Birisi diðerine,
ben senin kölenim dese, lehine ikrar yapýlan onun sö-zünü reddetse, sonra tasdik etse, o onun
kalesidir. Zira kölelik ikrarý, lehine ikrar yapýlanýn ikrarý ile iptal edilmez. Nitekim efendinin inkârý ile
ibtal edilmediði gibi. Nesne ve deyn ikrarý ise bunun aksine redle ibtal edilir. Talâk ve azad ise,
lehine ikrar yapýlanýn reddi ile reddolun-mazlar. Zira onlar hakkýný düþürmektir. Hakký düþürme de
yalnýz düþü-renle tamamlanýr. Nikâhla ikrar ise, þu anda ben o hususta hiçbir þey görmedim.»
denilmiþtir.»
Orada iki mesele istisna edilmiþtir. O iki meselenin burada zikredil-mesine gerek yoktur. Zira
onlarýn ikisi de konumuz dýþýndadýr. Çünkü bu-rada söz ikrar üzerinedir. Orada ise ibra hakkýndadýr.
ÝKÝ UYGULAMA MESELESÝ: Ýbra redle reddolunur. Ancak borçlu ala-caklýya beni ibra et dese, o da
onu ibra etse, sonra borçlu ibrayý reddetse ibra reddolmaz. Bezzâziyye´de olduðu gibi. Kefilin ibrasý
da böy-ledir. Kefil ibrayý reddetse de ibra reddolmaz. O halde istisna olunan iki meseledir. Nitekim
fakihlerin, «Ýbra kabule baðlý olmaz.» sözünün ifa-de ettiði küllî kaidenin sarf ve selem bedeli çýkar.
Çünkü bunlarýn ibtal edilmesi için karþý tarafýn kabul etmesi gerekir. Nitekim biz bu mese-leyi selem
bahsinde açýkladýk.
«Dese ilh...» Bu ikinci bir meseledir. Hânutî´nin Fetevasý´nda bu me-sele hakkýnda uzun açýklama
vardýr. Oraya bakýnýz.
Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Ölünün vasisi ölen adamýn terekesin-den elinde bulunaný ölen kiþinin
oðluna verse ve çocuða, «Babanýn ya-nýmda az veya çok hiç bir þeyi kalmadýðýna, hepsini aldýðýna
þahit ol.» de-se, sonra ölenin oðlu vasinin elindeki birþeyin babasýnýn terekesinden olduðunu iddia
etse ve delil getirse ve yine varis, babasýndan kalan her-þeyi aldýðýný ikrar etse, sonra da bir adamýn
üzerinde babasýnýn alacaðý olduðu iddia etse, bu dava her iki durumda da dinlenir.»
Ben derim kî: Ölen kimsenin davasýnýn dinlenmesinin þekli þudur: Çocuðun ikrarý belirli bir
kimsenin ibrasýný tazammun kapsamýna etmez. Varisin de murisinin halk üzerinde bulunan
herþeyini aldýðý ikrarý da ikrar deðildir. Bunun beraet olduðunu söylersek, doðru olmaz. Çünkü
ayandan beraet sahih deðildir. Þurunbulâlî´nin Vehbâniye Þerhi.
Ancak Vehbâniye Þerhi´nde olanla da bir görüþ vardýr. Þöyle ki, zira, «Ayanda beraet sahih
deðildir.» sözünün manasý, o nesnenin da-valýya mülk olmamasýdýr. Yok eðer davalýya mülk olursa
zaten dava din-lenmez. Nitekim sulh babýnda gelecektir.
«Bezzâziyye´nin sulh bahsi ilh...» Bezzâziyye´nin ifadesi þöyledir:
«Varislerden birisi vasi ile sulh etse ve vasiyi umumî bir þekilde ibra
etse, sonra terekede sulh zamaný bulunmayan birþey zuhur etse, varisin
zuhur eden þey hakkýndaki davasýnýn cevazý hususunda hiçbir rivayet
yoktur. Ama herhangi bir konuþucu sonradan terekede zuhur eden nesnedeki hissesini dava
etmesi caizdir diyebilir. Esah olan da budur. Ama caiz deðildir de denilebilir.»
Þurunbulâlî´nin ikrar ve umumî ve hususî ibra bahsinde Tenkihü´l-Ahkâm isimli bir risalesi vardýr. O
risalede buna þöyle cevap verilmiþtir: «Varisler arasýnda beraetten önce ister nesne, ister deyn,
ister mirasýn gayrý ile olsun, umumî bir beraet, beraetten evvel geçen bir nesnenin dava edilmesine
manidir.»
Þurunbulâlî, bu cevabý þöyle açýklamýþtýr: «Beraet, ya, «falan kim-sede benim hiçbir hakkým, hiçbir
davam, hiçbir husûmetim yoktur.» ve-ya «O benim bütün haklarýmdan beridir.» veya «Benim için
onun üze-rinde hiçbir hak yoktur.» veya «Onun üzerinde hiçbir hak alacaðým yok-tur.» veya «Onun
bütün haklarýmdan ibra ettim.» gibi umumî ifadeler beraet´tir veya bir mala ait hususî bir beraettir.
Bu davaya mani olmamak-la birlikte tazminat yükünün kalkmasý için geçerlidir. O zaman bu
beraetle muhatabýna veya baþkasýna, gayrýna dava açabilir.
«Ýbra, bilinmeyen bir þahýs için ise, geçerli deðildir. Velev meçhul birþey için olsun, Bilinen bir
kimsenin ibrasý geçerli olur. Buna göre, «Murisimin terekesinin tamamýný kabzettim.» veya
«Herhangi bir kimse üzerinde olan mal veya paradan o adam beridir.» dese, bu sözü ne umumî, ne
de hususî bir ibradýr. Yalnýz mücerret bir ikrardýr. Ki, bu da davaya engel deðildir. Zira Muhit´te
þöyle bir ifade vardýr: «Adam, «Be-nim hiç kimse üzerinde alacaðým yoktur.» dese, sonra bir
adamda ala-caðý olduðunu iddia etse, geçerlidir. Çünkü, o alacaðýn ikrardan sonra olmasý
muhtemeldir.» Yine Muhit adlý eserde þöyle denilir: «O adam, ya-nýnda bulunan bütün haklarýmdan
beridir, sözü beraetin sübutu için bir haber vermedir. Yoksa beraeti inþa deðildir.»
«Hülâsa adlý eserde de þöyle denilir: «Bir kimse, «Benim falan kim-se tarafýndan hiçbir hakkým
yoktur.» dese bunun bu sözüne mal, borç, kefalet, kira, kýsmî cinayet ve had gibi bütün haklar
girer.»
«Ýmam Muhammed´in el-AsI adlý eserinde de þöyle denilmiþtir: «Ýbra eden kiþi, irs, nefsî kefalet,
malî kefalet, deyn, mudarebe, þirket, vedîa, dar, köle gibi þeylerden hiçbirisini iddia edemez. Ancak
beraetten sonra meydana gelen iddia edebilir.»
METÝN
Bir adam bir senette bir mal ikrarýnda bulunarak þahit tutsa, sonra bu malýn bir kýsmýnýn karz, bir
kýsmýnýn da faiz olduðunu söylese, eðer iddiasýna delil getirirse, her ne kadar çeliþkili de olsa, delili
kabul edilir. Çünkü biliyoruz ki bu adam bu ikrarý zaruretten dolayý yapmýþtýr.
Ben derim ki: Vehbâniye sarihi Þurunbulâlî, yazýlý olan fer´ ile fetva verilmeyeceðini tahrir etmiþtir.
Çünkü, mukýrrýn bir özrü yoktur. Bunun hasýlý þudur: Ebû Yusuf´tan nakledilen muhtar kavle göre,
mukarrünleh mukýrrýn davasýnda sadýk olmadýðýna dair yemine verdirilir. Musannif da bunu
kat´iyetle söylemiþtir.
Adam duhûldan sonra, «kadýný duhûldan önce» boþadýðýný ikrar etse, bir mehir duhûlla, yarým
mehir de ikrarla vermesi lâzýmdýr.
Üzerine birþey vakfedilen kimse, vakfýn gelirinin kendisinin deðil bir baþkasýnýn istihkaký olduðunu
ikrar etse, ikrarý geçerli olup, hakký dü-þer. Vakýf senedi bunun aksine de olsa böyledir.
Adam, vakfýn gelirini baþkasýna verse, veya vakfýn gelirini muayyen bir kimseye deðil, benim
hakkým yoktur diyerek düþürse, bu ikrarý geçerli olmaz. Vakfa mütevelli olarak tayin edilen kimse,
«Ben mütevelli deðilim, mütevelli falan kimsedir.» dese, onun ikrarý geçerli olur. Nitekim bu me-sele
vakýf bahsinde geçmiþtir. Eþbâh´ta da hem vakýf bahsinde, hem de ikrarýn çeþitli meseleler
bahsinde zikredilmiþtir.
Hâkime verilen dilekçe ve benzeri yazýlarýn kapsamýndaki ikrar ve çeliþkiden dolayý onu hâkime
veren sorumlu olur. Ancak bu sorumluluk onun dilekçede yer alan hususlarý açýkça ifade etmesi
halinde söz konusu olur.
Adam, «Benim bildiðime veya hesapladýðýma ve zannýma göre fa-lan kimsenin bende bin dirhemi
vardýr.» dese, onun hiçbir þey vermesi gerekmez. Ancak bu ifadenin birinci þýkkýna Ýmam Ebû
Yusuf muhalefet etmiþtir.
Ben derim ki: Bu sözler, örfe göre þüphe ifade eder. Onun için hiç-bir þey gerekmez. Ama, «Falan
kimsenin benim üzerimde bin dirhemi olduðunu biliyorum.» dese ittifakla o kimseye ikrar ettiði
meblâðý verme-si gerekir.
Bir kimse, «Biz falan kimseden bin dirhem gasbettik.» dese, sonra da, «Biz on kiþi idik.» dese, malý
gasbedilen kimse de, «Benden yalnýz gasbetti.» dese, ikrarda bulunan kiþi bin dirhemin tamamýný
ödemek zo-rundadýr. Ýmam Züfer ise onun onda birini ödemesi gerektiðini söyler.
Ben derim ki: «Biz tabiri tek kiþi için de kullanýlýr. Dýþ görünüþ ba-kýmýndan da kiþi baþkasýnýn
deðil, kendi fiilini haber vermektedir. O zaman, sonunda «Biz on kiþi idik.» demesi, ikrarýndan rücû
olur ki, geçerli deðildir.
Bir kimse, «Bizim hepimiz onu gasbettik.» dese, sonra da, «Biz on kiþi idik.» dese, bu ifadesi, ikrarý
geçerli olur. Çünkü, «Bizim hepimiz» tabri tek kimse için kullanýlmaz.
Birisi, «Benim babam malýnýn üçte birini Zeyd´e vasiyet etti.» dese, «Belki Amr´a da, belki Bekr´e de
vasiyet etti.» dese, birincisine malýn üçte biri verilir. Diðerlerine hiçbir þey verilmez. Ýmam Züfer ise
her bi-rine ayrý ayrý üçte bir verilir, oðluna hiçbir þey kalmaz, demiþtir.
Biz deriz ki: Vasiyet ancak üçte birde geçerli olur. Bu kimsede üçte biri, birinci kimse olan Zeyd´e
ikrar ettiðine göre Zeyd buna hak kaza-nýr. Ýkrarýn ikinci ve üçüncü kiþilere döndürülmesi geçerli
deðildir. An-cak borçlar bunun aksinedir. Borçlar, terekenin üçte birinden deðil, hep-sinden
geçerlidir. Bu þekilde hepsine vasiyet deðil borç ikrarýnda bulun-sa, ikrar ettiði meblâð alacaklýlara
malýn tamamýndan verilir.
UYGULAMA MESELELERÝ:
Bir kimse, bir konuda ikrarda bulunduktan sonra yanýldýðýný iddia etse, iddiasý kabul edilmez. Yine
bir kimse müftinin fetvasýna dayana-rak boþamayý ikrar etse, daha sonra kendisine boþamanýn
meydana gel-mediði beyan edilse, boþama diyanet bakýmýndan meydana gelmiþ ol-maz. Kýnye.
Mükrehin ikrarý bâtýldýr. Ancak, hýrsýz zorla hýrsýzlýðýný ikrar ederse, bazý âlimler onun ikrarýnýn
geçerli olduðuna fetva vermiþlerdir.
Gerçekleþmesi mümkün olmayan bir þeyi ve ibra edilen bir borcu ikrar geçersizdir. Kadýnýn mehrini
kocasýna hibe etmesinden sonra mehir ikrarý da geçersizdir.
Bir kimse genel bir ibradan sonra yeni bir sebeble bir borcu iddia etmiþ olsa ve o borcu ikrar etmiþ
bulunsa, ikrar ettiði þeyi vermesi ge-rekir. Musannýf bunu Feteva´sýnda zikretmiþtir.
Ben derim ki: Bunun yeni bir sebeble takyid edilmesinin faydasý, eðer borcun devam etmesini ikrar
etmiþ olursa birinci mesele gibi bunda da ikrarýn geçersiz olmasýdýr.
Hastanýn tasarrufu saðlýklý kiþinin tasarrufundan daha zayýftýr. Me-selâ, ölüm hastasýnýn ikrar ettiði
borç, hasta olmazdan önce ikrar et-tiði borçtan sonra ödenir. Ancak mütevellinin vakfedenin þartý
olmak-sýzýn, vakýf mütevelliliðini baþkasýna ölüm hasta iken havale etmesi ge-çerli, hasta olmazdan
önce ise geçerli deðildir. Tetimme. Konunun ta-mamý Eþbâh adlý eserdedir.
Vehbâniye´de þöyle denilmektedir: «Bir kimse ölüm hastalýðýnda ka-rýsýna mehri mislini borçlu
olduðunu ikrar etse, varisleri kadýnýn kocasýna saðlýðýnda iken mehrini hibe ettiðini iddia ederek
delil ikâme et-seler, delilleri geçersiz sayýlýr, kabul edilmez. Ölüm hastalýðýnda, «Ben þu malý hasta
olmazdan önce satmýþ ve parasýný da almýþtým.» dese, müþteri de onu tasdik etse, satýþ hakkýndaki
ikrarý tasdik olunur, seme-nin kabzý hakkýndaki ikrarý ise tasdik olunmaz. Ancak malýnýn üçte
bi-rinden sayýlýr. Bir kimse, «Benim falan kimseye bin dirhem borcum var þahitlik ,etme.» dese, o
meblâðý ikrar etmiþ sayýlmaz. Bu sözü, «Bu hususta sizin bir þahitliðiniz yoktur.» demek olur. Ama,
«Borçlu olduðu-mu haber vermeyin.» derse, bunda fakihler ihtilâf etmiþtir. Belh âlim-leri bunun
ikrar sayýlmadýðý görüþündedirler. Kýnye ve Minye sahipleri ile Buhara âlimleri ise bunun ikrar
olduðunu söylemiþlerdir. Bir kimse, «Benim þu mülküm falan kimsenindir.» dese, bu sözle malý o
kimseye hibe etmiþ olur ki bunda hibenin þarjlarýna riayet edilir. Bir kimse. «Þu mülk falan
kimsenindir.» dese, bu ikrar olur. Birisi, «Falan kimse ile bugün bir devam yoktur.» dedikten sonra
yeni bir hak zuhur etmedikçe o gün ve geçen günlerde davaya müteallik hiçbir þey isteyemez. Eðer
is-terse, eski ikrarýný inkâr etmiþ olur ki onu Ýslâm hukuku kabul etmez.»
ÝZAH
«Hasýlý ilh...» Ýkrarda bulunanýn ikrar ettiði þeyin bir kýsmýnýn faiz olduðunu iddia etmesinde bir
fayda yoktur. Ancak lehine ikrar yapýlana yemin teklif edilir.
«Baþkasýnýn hak kazanmasý ilh...» Yani hak kazanma konusunda ik-rarda bulunan ile lehine ikrar
yapýlanýn birbirlerini tasdik etmeleri ile amel edilir. Bu, Vakýf kitabýnda yazýlý olana muhtelif olsa da
sonuç de-ðiþmez. Þu kadarý var ki, bu hüküm yalnýz ikrarda bulunan içindir.
«Hakký düþer ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, hakkýnýn düþ-mesinden maksat, hakkýn dýþ
görünüþ bakýmýndan düþmesidir. Eðer, ik-rarda bulunanýn bu ikrarý olaya uygun deðilse, lehine
ikrar yapýlanýn onu almasý helâl olmaz. Sonra bu düþmede ikrarda bulunan hayatta olduðu
sürecedir. Öldüðü zaman, o olay, vakfedenin þartýna döner.
Hassâf´ta þöyle denilmiþtir: «Bir kiþi malýný Zeyd´e ve çocuklarýna vakfetse, sonra do fakirlere
vakfetse, Zeyd, vakfýn Bekr´e de yapýldýðýný ikrar etse, sonra Zeyd ölse, Zeyd´in Bekr hakkýndaki
ikrarý geçersiz sa-yýlýr. Hamidiye´de, «Vakýf cemaati birbirlerini doðrulasalar, sonra o ce-maatten
birisi bir çocuk býrakarak ölse, ölen kimsenin tasdik edilmesi oðlu hakkýnda batýl olur mu?
el-Cevap: Evet, bâtýl olur.» denilmiþtir.»
Bundan anlaþýldýðýna göre uzun zaman geçtiði için vakýf üzerindeki haklarýndan men edilen kimse
öldüðü zaman onun çocuðu vakfedenin babasýna þart kýldýðýný alabilir. Çünkü ölen adamýn oðlu,
vakýfta olan geliri babasýndan deðil, ancak vakfedenden temellük etmektedir.
«Baþkasýna verse ilh...» Ýsmailiye´nin Ýkrarý konusunda þöyle de-nilmiþtir: «Birisi. «Falan kimse,
vakfýn bana ait olan gelirine þu kadar süre için hak sahibidir. Çünkü ondan belirli bir meblâðý
aldým.» dese, bu ikrarý geçersizdir. Çünkü ikrar sýrasýnda mevcut olmayan hakkýný be-lirli bir
meblâð karþýlýðýnda satmýþtýr. O halde, fakihlerin, «Vakfýn geli-rinin kendisinin deðil, bir baþkasýnýn
istihkaký olduðunu ikrar etse, ikra-rý geçerlidir ve hakký düþer.» ve «Bir kimse vakfýn gelirini
baþkasýna ver-se... bu ikrarý geçerli olmaz.» ifadelerinin mutlak manasý yukarýdaki me-seleyi ibtal
eder. Zira ivazla ikrar, muâvezedir.» Özetle.
Hassâr da þöyle der: «Bir kimse tarlasýný Zeyd´e, sonra da fakirlere vakfetse, Zeyd, «Evet, tarlasýný
bana ve þu adama vakfetti.» dese, o adam hayatta olduðu sürece vakfýn gelirine ortak olur. Eðer
Zeyd ölürse, va-kýf fakirlere geçer. Eðer lehine ikrar yapýlan ölürse, Zeyd hayatta ise, Zeyd´in ikrar
ettiði mülkün yarýsý fakirlerin olur. Yarýsý da Zeyd´indir. Eðer Zeyd de ölürse, gelirin hepsi fakirlerin
olur. Adam Zeyd´e vakfetse, Zeyd de, «Benim deðil, þu adamýndýr.» dese, Zeyd hayatta olduðu
süre-ce vakfýn gelirinin hepsi o adamýndýr. Zeyd ölürse gelirin hepsi fakirle-rindir. Zeyd onlarý tasdik
etmez. Zeyd ancak hayatta olduðu sürece ken-di hakkýnýn ibtalini tasdik eder.» Özetle.
Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre hakla ilgili tasdik, ikrar edenin ölümü ile bâtýl olur. Çünkü ikrarda
bulunanýn ölümünden sonra gelenlere za-rarý dokunur. Ama tasdik lehine ikrar yapýlanýn ölümü ile
ibtal edilmez. Çünkü ikrar edenin kendi nefsi üzerine ikrarý ile amel edilir. Burada bir mesele kaldý
ki, meselâ üç kardeþ gibi bir topluluk, «Þu þey eþit ola-rak bizim üzerimize vakfedilmiþtir.» diye
ikrar etseler, Zeyd´in de kendilerinden olduðunda birbirlerini doðrulasalar, Zeyd, o vakfýn gelirinin
yarýsýna hak kazanýr. Eðer Zeyd ölürse, doðrulama devam eder. Eðer ikrarda bulunanlardan ikisi
ölürse, doðrulama bâtýl olur. Biri ölürse, yalnýz onun hissesinde doðrulama bâtýl olur. Bizim
zamanýmýzda çok vaki olan meselelerden birisi de vakfa bakan kimse hakkýndaki doðrulama-dýr.
Bunun butlanýný gerektiren sebeb de, vakfýn nazýrý veya onu tasdik edenlerden birisinin ölümüdür.
O zaman, vakfa yön verilmesi hâkime düþer.
«Müftinin fetvasýna dayanarak ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilir: «Bir kimse, fetvaya ehil olmayan
birisinin fetvasýyla üç talâkýnýn vaki olduðunu zannederek yazýcýya boþanma senedinin yazýlmasýný
emretse, o da yazsa, sonra bir âlim onun talâkýnýn vaki olmadýðýna fetva verse, a adam karýsýna
dönebilir. Þu kadarý var ki ,senet mevcut olduðundan, hâ-kim onu tasdik etmez.» Sâyýhânî.
«Gerçekleþmesi mümkün olmayan birþeyle ilh...» Yani, her iki eli de saðlam olduðu halde ona
kesilmiþ elinin ersi olarak beþyüz dirhem ikrar edilmiþ olsa, ona hiçbir þey gerekmez. Nitekim
Tatarhâniye´nin hi-le bahsinde de böyledir. Ýþte bu görüþ üzerine ben, varislerden birisine þer´î
farizeden fazla birþey ikrar edilmiþ olsa, bu ikrarýn butlanýna fet-va verdim. Çünkü þer´an mümkün
deðildir. Ancak mümkün olmayan þeyin her yönüyle muhal olmasý gerekir. Eðer her yönüyle muhal
ol-mazsa, meselâ, «Þu çocuðun benim üzerimde karz olarak verdiði bin dirhem parasý vardýr.» veya
«Bana sattýðý mebîin semeninden bin dir-hemi vardýr.» diye ikrarda bulunsa, bu ikrar geçerlidir.
Nitekim Eþbâh´ ta geçmiþtir.
«Borcu ikrar ilh» Musannýf burada, «Borçtan ibradan sonra» ile kay-detmesinin sebebi, zira genel
ibradan sonra bu ibra maldan ibrayý do içine alýyorsa da bir ayný ikrar etmek geçerlidir. Nitekim bu,
Eþbâh´ta açýklýkla zikredilmiþtir. Aradaki fark, Þurunbulâlî´nin umumî ibra hakkýn-daki risalesinde
açýklanmýþtýr.
«Kadýnýn mehir ikrarý ilh...» Bezzâziyye´de þöyle denilmiþtir: Muhit-te þöyle denilir: «Kadýn mehrini
kocasýna hibe ettikten sonra kocasý,. «Karýmýn benim üzerimde þu kadar mehri olduðuna þahit
olun.» dese, Fakih´e göre tercih edilen görüþ erkeðin ikrarýnýn caiz olmasýdýr. Ka-dýn kabul ettiði
takdirde de ikrarda zikrettiði meblâðý kadýna ödeme-si gerekir. Çünkü kadýn kabul etmeden mehrin
fazlasýný vermesi geçerli deðildir. Ama en uygunu bu ikrarýn geçerli olmamasýdýr. Ziyadeyi
kasdetmeden ziyade kýlýnmaz.»
Hamevî´de de þöyle denilir: «Adam falan kimsenin kendisini þu da-vadan ibra ettiðine dair delil
getirse, sonra davacý ikinci defa olarak, kendisinin ibrasýndan sonra davalýnýn kendisine bir mal
ikrarýnda bulun-duðunu iddia etse, eðer davalý, «O beni ibra etti, ben de kabul ettim.» der, davacý
da, «Ben onu tasdik ettim.» derse, ikrar davasýndan def geçerli olmaz. Ama onu tasdik etmezse,
ikrar davasýndan def ge-çerli olur. Çünkü red ihtimali bulunmaktadýr. Zira ibra, reddetmekle
reddolunur. Ýkrar ettiði mal da davalýnýn üzerinde kalýr. Ama tasdik etmesi bunun aksinedir. Zira
kabulden sonra red ile ibra reddolunmaz.» Câmiü´l-Fusûleyn.
Þu kadarý var ki, Hamevî´den nakledilen doðru olmakla birlikte, bu-rada söz deynden ibra
hakkýndadýr. Hamevî´den nakledilen mesele ise, davadan ibradýr.
Tatarhâniye´nin yirmidördüncü faslýnda þöyle denilir: «Adam, «Benim senin üzerinde olandan seni
ibra ettim.» dese lehine ikrar yapýlanda, «Senin benim üzerimde bin dirhemin vardý, ben onu sadaka
olarak ver-dim» dese istihsan deliline göre bu borçtan kurtulmuþ olur. Ama, «Be-nim þu konakta
hakkým yoktur.» dese, diðeri de, «Altýda biri senin idi, ben senden satýn aldým.» dese, ikrarda
bulunan, «Ben onu satmadým.» dese, konaðýn altýnda biri onundur. Ama, «Ben þu konaktaki bütün
hak-larýmdan çýktým.» dese, veya «Konaktaki hakkýmdan senin için beri ol-dum.» veya «Konaktaki
hakkýmý sana ikrar ettim.» dese, diðeri de, «Ben o konaktaki hakkýmý senden satýn aldým.» dese,
ikrar eden, «Ben senden onun semenini kabzetmedim.» dese, semeni ondan alýr.
Yine Tatarhâniye´de, Ýtâbiye´den naklen þöyle denilir: «Adam, «Be-nim için hiçbir hak yoktur.» dese,
bazý âlimlere göre her ayýp ve borç-tan kurtulmuþ olur. Bu görüþe göre, eðer adam, «Falan kimse
benim on-da olan her hakkýmdan beridir.» dese, zamin olduðu herþeyle birlikte emânet de bu ibraya
girer. Ama, «O, kendisinde olan alacaðýmdan beri-dir.» dese, yanýnda emaneten bulunanlar deðil,
zamin olduðu þeyler ib-raya, dahil olur. Ama, «O, kendisinin yanýnda olan herþeyimden beridir.»
dese, aslý emânet olan herþeyden beridir. Fakat zamin olduðu þeylerden berî olmaz. Ýkrar eden bu
ibrasýndan sonra bir hak taleb eder ve delil ikâme ederse, bakýlýr: Eðer beraetten sonra bir tarih
kaydetmiþse, dava-sý dinlenir, delili de kabul edilir. Eðer herhangi bir tarih kaydetmemiþse, kýyas,
davasýnýn dinlenmesidir. Bu talebi, beraetten sonra ortaya çýkan bir hakla yorumlanýr, istihsana
göre ise, delili kabul edilmez.»
«Feteva´sýnda zikretmiþtir ilh...» Musannýfýn Fetvâ´sýndaki ifadesi þöyledir: «Ýki kiþi arasýnda umumî
bir ibra cereyanýndan sonra, onlardan birisi diðerinin kendisi üzerinde muayyen bir meblâðý
olduðunu ikrar et-se, bu meblâðý vermesi gerekir mi, gerekmez mi? Eðer borçtan ibradan sonra
borcu ikrar etmiþse, hiçbir þey gerekmez. Nitekim Tatarhâhiye´den naklen Fevâid-i Zeyniye´de de
böyledir. Ama umumî ibradan sonra ye-ni bir sebebden dolayý bir alacak iddia ederse, borçlu da bu
borcu ik-rar ederse, vermesi gerekir.» Bu hususta Gânim-i Baðdâdî´nin Ýkrar-u Taâruzý´l-Beyyinât
bahsine bakýnýz.
«Yeni bir sebeble takyid edilmesinin faydasý ilh...» Yani yeni bir sebeble takyidin gereði borcu
ikrarý, «Beni ibra ettiði borç benim zimmetimde devam etmektedir.» þeklinde olursa vardýr.
Bununla, geçen borç ib-rasýndan sonra borç ikrarý meselesi arasýndaki fark nedir? Bir kimsenin
borç ibrasýndan sonra borç ikrar etmesi, «Falan kimsenin ibradan sonra benim üzerinde þu kadar
meblâðý vardýr.» demesidir ki, bu ikrar bâtýldýr. Çünkü bu muhaldir. Burada ise, yeni bir sebepten
dolayý, umumî ibradan sonra, borç ikrar etmektir ki, o sebeble ödemesi gerekir.
«Birinci mesele ilh...» Yani borçtan ibradan sonra borcu ikrar etmek meselesi gibi.
«Mehr-i mislini ikrar etse ilh...» Musannýf burada mehr-i misil ile kaydetmiþtir. Çünkü ikrar mehr-i
misilden fazla olursa geçerli olmaz.
«Varisleri kadýnýn kocasýna saðlýðýnda iken mehrini hibe ettiðini iddia ederek delil ikâme etseler,
delilleri geçersiz olur ilh...» yani varisleri kadýnýn kocasýnýn hasta olmazdan önce, kalan mehrini
hibe ettiðini id-dia etseler ve delil ikâme etseler, bu delilleri kabul edilmez. Bu söz sa-rihin,
«Hibeden sonra ikrar bâtýldýr.» sözüne aykýrý deðildir. Çünkü, ko-casýnýn kadýný bir talâkla
boþadýktan sonra zikredilen mehirle yeniden evlenmesi ihtimalini taþýr. Bazý âlimler tarafýndan
böyle denilmiþtir.
«Parasýný da almýþtým dese ilh.,.» Müntekâ´da þöyle denilmiþtir: «Ölüm hastalýðý sýrasýnda, «Ben þu
köleyi hasta olmazdan önce falan kimseye satarak parasýný aldým.» diye ikrar etse, onun ikrar
ettiðini müþ-teri de iddia etse, ikrar eden satýþta tasdik edilir, semenin kabzýnda ise ancak malýnýn
üçte biri kadarýnda tasdik edilir.» Ýþte nazmýn meselesi de budur.
«Fakihler görüþ ayrýlýðýna düþmüþtür ilh...» Makdisî þöyle der: «Ýmam, Muhammed, «Bir kimse,
«Falan kimsenin benim üzerimde þu kadar pa-rasý vardýr ama sen haber verme.» demesi ikrardýr»
demiþtir. Serahsî de, bu meselede iki rivayet olduðunu zikretmiþtir. Sâyýhânî.
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:56:16
SULH KÝTABI
METÝN
Sulh ile ikrar arasýndaki münasebet þudur: Ýki kiþi arasýndaki bir meselede taraflardan birinin ikrar
edecek yerde inkâr etmesi husûmete sebep olur. Husûmet ise sulhu gerektirir.
Sulh sözlükte, lügâtta karþýlýklý anlaþma anlamýna gelir. Þeriatta ise, taraflar arasýndaki nizaý
(anlaþmazlýðý) kaldýran, husûmeti sona erdiren akde denir.
Sulhun rüknü icabtýr. Eðer sulh bedeli tayin edilebilen cinsten bir-þey olursa bunun kabulü de
sulhun rüknü olur. Sulh bedeli dirhem gibi tayin edilemeyen birþey olursa sulh kabulsüz de
tamamlanýr. Ýnâye.
Sulhun þartý akýldýr. Sulhta hürriyet ve bulûð þart deðildir. Öyleyse acýk bir zarardan âri olmak
þartýyla ticarete izinli bir çocuðun sulhu ve bir menfaat olmasý kaydýyla izinli olan köle ile mükâtebe
yapýlmýþ kölenin yaptýklarý sulh geçerlidir.
Sulhun þartlarýndan biri de kabzý gerektiren sulh bedelinin belirli ol-masýdýr. Sulhun bir diðer þartý
da dava konusunun mal ile karþýlanmasý caiz olan sabit bir hak olmasýdýr. Sulh konusundaki hak
mal cinsinden deðil, kýsas ve tazir gibi haklar olursa ister malûm, ister meçhul olsun sulh geçerlidir.
Þuf´a hakký, kâzif haddi, nefis kefaleti gibi ivazý caiz olmayan ko-nularda sulh yapmak geçerli
deðildir. Çünkü sulh ile þuf´a ve nefis ke-faleti, hakký bâtýl olur. Kâzifde de yine böyledir. Hâkime
gidilmeden sulh anlaþmasý yapýlýrsa, sulh bâtýl ve had sakýt olur.
Dava hâkime götürülsün veya götürülmesin zina ve içki hadleri sulhle mutlaka düþmez.
Dava konusu dirhem ve dinar gibi tayinle muayyen olmayan cinsten ise, davalýnýn sulhu taleb
etmesi ve davacýnýn kabul etmesi ile sulh tamam olur. Ayrýca davalýnýn, «Kabul ettim» demesine
ihtiyaç yoktur. Da-valýnýn sulhu taleb etmesi yeterlidir. Çünkü sulh dava konusu olan þe-yin bir
kýsmýný düþürmektir. Bu iskât ise düþürücü ile düþer.
Eðer dava konusu tayinle muayyen olabilecek cinsten ise, yapýlan sulh satýþ gibi olacaðýndan
davalýnýn kabul etmesi gerekir. Bahýr.
ÝZAH
«Mutlaka ilh...» Yani ister tayinle muayyen olan cinsten olsun ister olmasýn.
«Kabulsüz de ilh...» Çünkü sulh, dava konusunun bir kýsmýný düþür-mektir. Açýklamasý yakýnda
gelecektir.
«Sulhun þartlarýndan biri de ilh...» Bedelinin kabzedilmesidir. Eðer sulh bedeli ödünç olursa ödünç
ile olur. Eðer borç deðilse kabul edil-mez. Bu bahis kitabýn sonunda, «Çeþitli meseleler»
konusunda gelecek-tir. Oraya bakýnýz. Bu mesele Dürer´de bu konuda açýklanmýþtýr.
«Bir çocuðun sulhu ilh...» Çocuðun yerine bir baþkasýnýn sulh yap-masý da geçerlidir. Meselâ, bir
kimsenin çocuðun evinde hak iddia et-mesi ve delil (þahit) getirmesi halinde çocuk yerine babasý
davacý ile sulh yapabilir.
«Bir menfaat olmasý kaydýyla ilh...» Musannif bu sözün yerine, «Açýk bir zarar olmamasý kaydýyla»
deseydi daha uygun olurdu. Çünkü bu ifa-de, «zarar ve menfaat olmayan» veya «zarar olsa bile açýk
olmayan» ma-nalarýný da kapsamýna alýrdý. T.
«Malum olmasý ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn de, Mebsut´a dayanýlarak sulhun beþ þekilde yapýlacaðý
söylenmektedir:
1 - Sulh altýn, gümüþ veya normal para üzerine yapýlýyorsa, mik-tarý tayin edilmelidir.
2 - Sulh taþýnma ve zahmet gerektirmeyen buðday veya ölçülecek, tartýlacak birþey üzerine
yapýlýyorsa, yine miktarý tayin ve vasfý beyan edilmelidir. Çünkü mal iyi kalite olabileceði gibi orta ve
düþük kalitede de olabilir.
3 - Sulh taþýnma ve zahmet gerektiren cinsten tartýlacak ve ölçülecek bir þey üzerine yapýlýyorsa,
miktar ve sýfatý tesbit edilmelidir. Ebû Hanîfe´ye göre, selemde olduðu gibi teslim yeri de tayin
edilmelidir.
4 - Sulh bir kumaþ üzerine yapýlýyorsa ölçüsü, vasfý ve teslim zamaný tayin edilmelidir. Çünkü
kumaþ borçla alýnamaz, ancak peþin olarak alýnýr. Ancak kumaþ üzerine selem yapýlmýþ ise borç
olabilir. Çünkü selemde tecil olduðu bellidir.
5 - Sulh bir hayvan üzerine yapýlýyorsa, ancak hayvanýn bizzat tayin edilmesiyle caizdir. Zira sulh
ticarettendir, hayvan ise borca verilemez.
«Kabzý gerektiren ilh...» Kabzý gerektirmeyen mal bunun aksinedir. Meselâ, bir kimse diðer birinin
evinde hakký olduðunu iddia etse, buna karþýlýk ev sahibi de davacýnýn elinde bulunan bir toprak
üzerinde hale iddia etse, taraflarýn karþýlýklý olarak davalarýnýn terki üzerine sulh yap-malarý caizdir.
«Tazir ilh...» Kul hakký olursa. H.
«Meçhul olursa ilh...» Teslimi gerektirmeyen birþeyde olmak þartýy-la. Fakat davalýnýn teslim
etmesini gerektiren þey bunun aksinedir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de bu hususta þöyle denmektedir: «Birisi diðeri üzerinde belirli bir malýnýn
olduðunu iddia etse, sonra bin dirhem üzerine sulh yaparak bunu alsa ve davalýyý bütün
davalarýndan umumî ve geçer-li bir þekilde ibra etmiþ olsa, bunu da hazýrlamýþ olduklarý senedin
so-nunda zikrederse, bu sulh geçerli deðildir. Çünkü dava konusu olan ma-lýn miktarýný tayin
etmemiþtir. Bu sulhun ivaz karþýlýðýnda mý; hakkýný dü-þürerek mi; yoksa sarf akdi yoluyla mý -ki bu
sonuncusunda sulh mecli-sinde karþýlýklý alýp vermek þarttýr- yapýldýðýnýn bilinmesi için malýn
mik-tarý tayin edilmelidir. Halbuki yapýlan sulhta sulh bedeli zikredildiði hal-de sulh meclisinden söz
edilmemiþtir. Sulh meclisinin zikredildiði ihti-mali olsa bile sulhun sýhhatine hükmetmek mümkün
deðildir. Ýbraya gelince, bu umumî bir þekilde olmuþtur. Bundan sonra davacýnýn herhangi birþey
iddia etmesi halinde davasý kabul edilmez. Davasýnýn kabul edil-memesi yaptýðý sulhtan dolayý
deðil, ettiði umumî ibradan dolayýdýr.»
Bu konu istihkak bahsinde açýk bir þekilde geçmiþtir. Bizim, «Ayýp-lý bir malýn satýþýnýn
muhayyerliði» bahsinin sonunda Fetih´ten naklen yazdýklarýmýza bakýnýz.
«Þuf´a hakký ilh...» Þuf´a hakký, birþey üzerinde talebte bulunabilme hakkýna sahip olmaktýr. Þuf´ayý
teslim etmenin de bir kýymeti yoktur. Öy-leyse onun karþýlýðýnda mal alýnmasý da caiz deðildir.
«Nefis kefaleti ilh...» Bu, iki rivayetten birisidir. Fetva da bununla verilir. Þurunbulâlîye´nin
Suðra´dan naklettiði gibi.
«Þuf´a hakký»nýn butlanýna gelince, Þurunbulâlîye´nin Suðra´dan ri-vayet ettiði gibi bu tek rivayettir.
«Hâkime ilh...» Bu ifade sulh ile kâzif had .cezasýnýn aslýndan ibtal edildiðini, gösteriyor.
Þurunbulâlîye´de, Kâdýhân´dan nakledilen de budur. Zira onda, «Dava hâkime götürülmeden sulh
yapýlmýþsa sulh bâtýl, had sakýt olur. Sulh, dava, hâkime götürüldükten sonra yapýlmýþ ise kâzif
haddi bâtýl olmaz. Had bahsinde geçtiði gibi bir had ancak hak sahi-binin affý ile düþebilir. Hak
sahibi affettikten sonra yeniden had talebin-de bulunsa bile had düþmüþtür. Çünkü aftan sonra
taleb hakký yoktur.» denilmiþtir.
Haniye´de gecen ifade ise, henüz af taleb etmediðine hamledilir.
«Mutlaka ilh...» Sulh, ister dava hâkime götürülmeden, ister hâkime götürüldükten sonra yapýlsýn
sonuç deðiþmez.
«Hakký düþürücü ile tamamlanýr ilh...» Bu kabul etmenin þart ol-madýðý gibi taleb etmenin de þart
olmadýðýný ifade eder. T.
METÝN
Sulhun üzerine tereddüb eden hüküm, davalýnýn davadan berî ol-masý, davacýnýn sulh olunan
meblâða, davalýnýn da dava konusu meblâðý ikrar etmiþse, zimmetine kalana mâlik olmasýdýr.
Davalýnýn dava konusu olan nesneyi ikrar, sükût ve inkâr etmesi hallerinde yapýlan sulh sahih olur.
Ýkrar ile yapýlan sulhun hükmü, mal davasýndan mal üzerine olursa satým akdi gibidir. Þuf´a hakký,
ayýp, görme ve þart muhâyyerliði benzeri hükümler satým akdinde cari olduðu gibi ikrar üzere
yapýlan bu sulhta da caridir.
Sulh bedelinin bilinmemesi sulhu fâsid kýlar. Çünkü davalýnýn sulh bedelini teslime muktedir olmasý
þarttýr. Fakat sulh konusu olan malýn bilinmemesi sulhu fasid kýlmaz. Çünkü sulh dava konusu olan
þeyin dü-þürülmesi demektir.
Davacý aldýðý sulh bedelinden dava konusu malda bir baþkasýnýn hakký olan kýsmý kadarýný geri
verir. Eðer baþkasýnýn hakký bütün sulh be-delini kapsýyorsa, hepsini; bir kýsmýný kapsýyorsa, yalnýz
o kýsmý, geri ve-rir. Davacý, sulh bedelinden baþkasýnýn hakký için geri verdiði miktarý olmak üzere
dava konusu maldaki hissesine rücû eder. Çünkü sulh akdi ivazlý bir akiddir. ivazlý akidlerin hükmü
de böyledir.
Sulh, mal davasýndan bir kölenin zimmeti veya bir evde oturmak gibi menfaatler üzerine yapýlýrsa,
sulhun hükmü icare gibidir. Bu sulhta eðer vakit tayinine ihtiyaç varsa, vakti tayin etmek´ þarttýr.
Sulh eðer kumaþ boyamak gibi vakit tayini gerektirmeyen birþey üzerine yapýlmýþsa süre beyaný
þart kýlýnmaz.
Sulh, birþeyin menfaati davasýndan bir mal üzerine veya birþeyin menfaati iddiasýndan baþka
birþeyin menfaati üzerine yapýlýrsa, taraf-lardan birinin ölümü veya sulh mahallinin tayin edilen süre
içinde helak olmasý ile bâtýl olur. Ýbni Kemal. Çünkü bu sulhun hükmü icare gibidir.
Susma veya inkâr ile yapýlan sulh, davacý hakkýnda, aldýðý sulh be-deli kendi zannýna göre hakkýnýn
karþýlýðý olduðu için bir ivazlý akiddir. Davalý hakkýnda ise anlaþmazlýða son vermek ve yemini feda
etmektir. Çünkü sulh olmasa kendisine yemin gerekir ve anlaþmazlýk devam eder.
Buna göre, bir ev hakkýndaki davadan ötürü davalýnýn susma veya inkârý ile yapýlan sulhta davacý
þuf´a hakký kazanamaz. Lâkin bu me-selede þuf´a hakkýný kullanan- davacý yerine geçerek, davalý
ister inkâr ister sükût etsin, davasýný isbat etme hakkýna sahiptir. Ancak davacýnýn da delili olursa
þuf´a hakkýný kullanan onu da davalýnýn üzerine ikâme ederek eve ortak olur. Çünkü delilinin
ikâmesi ile sulh satým akdi gibi olur. Eðer delili yoksa davalýya yemin teklif eder. Davalý yeminden
ka-çýnýrsa yine evi þuf´a ile alýr. Þurunbulâlîye.
Dava konusu malýn -davalý ister ikrar, ister sükût veya inkâr et-sin- karþýlýðýnda bir ev üzerine sulh
yapýlýrsa, o evde þuf´a vacib olur. Davacý o evi zannýna göre kendi malýnýn ivazý olarak aldýðýndan
þefi´ ken-dini sorumlu tutar.
Dava konusu olan malýn bir kýsmý baþkasý tarafýndan hakedilirse, da-vacý aldýðý sulh bedelinden
onun hissesini çýkararak iade eder. Fakat bu defa hak sahibine rücü eder ve onunla davalaþýr.
Çünkü maksadýna ula-þamamýþ, asýl davalý ile de davasý kapanmýþtýr. Zira asýl davalý husûme-tini
defetmek ve iddia ettiði nesnenin elinde husûmetsiz olarak kalmasý için sulh bedeli vermiþtir. Bu
sebeple davacý maksadýna ulaþmak için hak sahibine rücü eder.
Eðer sulh bedelinin tamamýný veya bir kýsmýný hak eden çýkarsa o zaman davacý, tamamýnda veya
bir kýsmýnda davasýna döner. Eðer yap-týklarý sulh satým akdi lafzýyla yapýlmamýþ ise, dava ile deðil,
iddia ettiðiyle döner. Çünkü davalýnýn satýþ yoluna gitmesi, davacýnýn mülkü ol-duðunu inkâr
etmesidir.
Davacýya tesliminden önce sulh bedelinin tamamýnýn veya bir kýs-mýnýn helak olmasý, her iki fasýlda
da -Yani ister ikrar ile, ister sükût veya inkâr ile olsun- sulh bedelinin istihkaký gibidir. Bu da, eðer
sulh bedeli tayin olunabilen cinsten ise böyledir. Eðer sulh bedeli tayin olu-nabilen bir cinsten
deðilse, sulh ibtal edilmez. Davacý sulh bedelinin misliyle davalýya döner.
ÝZAH
«Sulhun hükmü ilh...» Bahir kitabýnda yazýldýðýna göre sulhun hük-mü, davalý ister ikrar, ister inkâr
etsin, sulh bedelinin davacýnýn mülkü olmasýdýr. Eðer mal gibi temlik ihtimali varsa ve davalý da onu
ikrar ediyorsa dava konusu olan nesnenin de davalýnýn mülkü olmasýdýr. Eðer temlik ihtimali yoksa
-kýsas gibi-, o zaman sulhun hükmü mutlak inkârda olduðu gibi beraatýn vaki olmasýdýr.
«Bey gibidir ilh...» O zaman bu sulhta satým akdi bey´ hükümleri uygulanýr. Bakýlýr: Eðer sulh, dava
konusu malýn cinsinin aksi üzerine yapýlýrsa, bu sulh, alým ve satým oiur. Burada zikredildiði gibi.
Eðer ya-pýlan sulh dava konusu þeyin cinsi üzerine yapýlmýþsa, dava konusun-dan da az ise, o
zaman hakkýnýn bir kýsmýnýn düþmesi ve ibrasý demektir. Eðer aldýðý sulh bedeli iddia ettiðinin misli
ise, o zaman kabz ve tam olarak ifadýr. Eðer alýnan dava konusundan çok ise. o zaman fazlalýk ve
ribâ olur. Remli, Zeylâî´den
Bahýr´da þöyle deniliyor: «Ýki mesele müstesna, eðer yapýlan sulh dava konusunun cinsinden baþka
bir þey üzerine yapýlýrsa, satým akdi sayýlýr.» Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.
«Bu sulhta da câridir ilh...» O zaman sulh bedelini ve dava konu-sunu kapsamýna alýr. Hatta, bir ev
davasýnda baþka bir ev üzerine sulh yapýlmýþ olsa, sulh bedeli olan evde þuf´a vâcib olur. T.
«Zira sulh ivazlý bir akittir. Ývazlý akdin gereði ise, semene hak ka-zandýðý zaman, semen misli
þeylerdense misliyle, yahut kýyemî þeylerdense kýymetiyle rücû eder. Akit fasit olmaz. »
BÝR UYGULAMA MESELESÝ:
Bezzâziyye´de ve Nazmü´l-Fýkýh adlý eserlerde þöyle denilmiþtir: «Bi-risi bir baþkasýnýn evinde bir
hýrsýz yakalasa ve onu mal sahibine gö-türmek istese, hýrsýz kendisini ev sahibine götürmemesi
için yakalaya-na bir miktar mal verse, böyle bir sulh sözleþmesi bâtýldýr. Alýnan sulh bedeli hýrsýza
geri verilir. Çünkü burada hak, hýrsýzý yakalayanýn deðildir. Eðer sulh hýrsýz ile ev sahibi arasýnda
yapýlýrsa, mal sahibi sulh bede-lini alarak husûmetten kurtulur. Hýrsýzlýk haddi, husûmetsiz sabit
olmaz. Bu konuda yapýlacak sulh da geçerlidir.
Yine Bezzâziyye´de, «Birisi hýrsýzlýkla itham edilerek hapsedilse ve sulh yapsa, eðer kork.u
sebebiyle sulha razý olduðu zannedilse bakýlýr: Eðer hýrsýzý vali hapsetmiþse, sulh davasý geçerlidir.
Zira valiler genel-likle zulmen hapsederler. Eðer hýrsýzý hâkim hapsetmiþse, sulh geçerli deðildir.
Zira hâkim genellikle haklý olarak hapseder, kimseyi zulmen hapsetmez.» denilmiþtir.
«Eðer vakit tayinine ihtiyaç varsa ilh...» Bir evde oturmak gibi.
«Sulh, birþeyin menfaati davasýndan mal üzerine ilh...» Yani, bir menfaati iddia ettikten sonra bir
mal üzerine sulh yapmak geçerlidir. Meselâ birisi, kendi su yolunun komþusunun evinden geçtiðini
veya ken-di çatýsýnýn kuyunun komþusunun çatýsýndan geçeceðini veya bir nehir-de sulama hakký
olduðunu iddia etse, davalý ister ikrar, ister inkâr et-sin, belirli bir mal üzerine sulh yapmalarý
caizdir. Kûhistanî´de olduðu gibi. Alâî, Þerh-i Mültekâ. Hâmiþ´te de böyledir.
«Birþeyin menfaati iddiasýndan baþka birþeyin menfaati üzerine ilh...» Meselâ, bir evde oturma
hakký karþýlýðýnda bir kölenin hizmeti üzerine yapýlan sulh gibi.
«Taraflardan birisinin ölümü ilh...» Eðer akdi kendi adýna yapmýþsa. Bahýr.
«Mahallinin, tayin edilen süre içinde helak olmasý ile ilh...» Yani yararlanma süresi dolmadan önce,
Bu meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
«Davacý hakkýnda ivazlý akittir ilh...» Bir miktar para iddiasýndan sonra para üzerine yapýlan sulh,
sulh bedelini kabzdan önce ayrýlmalarý halinde bâtýl olur. Bahýr.
«Bir ev hakkýndaki davadan ötürü ilh...» Meselâ bir kimse bir baþka-sýnda evi olduðunu iddia etse,
o da sükût veya inkâr etse, sonra birþey karþýlýðý sulh yapýlsa, o evde þuf´a gerekmez. Çünkü davalý
kendi zanný üzerine bu sulh ile dava konusu olan evin mülkiyetini almýþ sayýlýr. Da-vacýnýn
husûmetini de defetmiþtir. Davalý o evi satýn almadýðý için þuf´a hakký gerekmez. Davacýnýn iddiasý
da satýn almayý göstermez. Minhâ.
Ýki kiþi, bir baþkasýnýn elindeki topraðýn kendilerine babalarýndan miras olarak intikal ettiðini iddia
etseler, topraðý kullanan kimse bu id-diayý inkâr etse, sonra iki davacýdan birisi yüz lira üzerine sulh
yapsa, diðer davacý bu yüz liraya ortak deðildir. Çünkü bu sulh, davacýnýn zannýna göre ivazlý akit,
davalýnýn zannýna göre de yeminden vazgeçiþtir. Her yönüyle ivazlý akit deðildir. Þüphe sebebiyle
diðer ortak için ortak-lýk hakký sabit olmaz. Ebî ... den(1) rivayete göre, alýnan sulh bedeline diðeri
de ortak olur. Haniye.
«O evde þuf´a vacib olur ilh...» Bir ev üzerine sulh yapýlýrsa o evde þuf´a hakký sabit olur.
«Onunla davalaþýr ilh...» Eðer dava konusu tayinle muayyen olan bir cinsten ise davalý döner. Eðer
tayin ile muayyen olmayan bir cinsten ise -ki dava konusunun cinsindendir- o zaman hak edilenin
misliyle döner ve sulh da bâtýl olmaz. Meselâ, birisi diðerinde bin lirasý olduðu-nu iddia etse, yüz
lira üzerine sulh yaparak alsa, bu yüz lira bir baþka-sýnýn istihkaký ise davalýya yüz lira ile döner. Bu
sulh ister ikrardan ön-ce, ister sonra olsun. Aldýðý yüz lira kalb çýkarsa, nasýl dönme hakkýna
sahipse bunda da öyledir. Ama sulh bedeli dava konusunun cinsinden deðilse, meselâ, dirhem
iddia ettikten sonra dinar üzerine sulh yapmasý gibi, davacý ile davalý birbirlerinden ayrýldýktan
sonra sulh ibtal edilir. Eðer birbirlerinden ayrýlmadan önce baþka birisinin istihkaký olduðu
çý-karsa, davacý misli ile rücu eder. Sulh da bâtýl olmaz. Bahýr.
«Dâvaya döner ilh...» Eþbâh´m Câmiü´l-Kebir´den naklettiði gibi. Da-va konusu kýsas, nikâh, köle
azadý ve muhâlea gibi nakzý kabul etme-yen cinsten ise, o zaman, davacý davalýya sulh bedelinin
kýymeti ile dö-ner ve onu alýr. Bu konuda sözün tamamý Hâmevî´nin hâþiyesindedir.
«Davalýnýn anlaþma yapmaya yönelmesi ilh...» Davacýnýn mülkiyetini ikrardýr. Ama sulh bunun
aksinedir. Sulh bazen yalnýz husûmeti def için yapýldýðýndan, sulh kelimesiyle yapýlan sulhta,
mülkiyetini ikrar ettiðine delâlet edecek herhangi bir þey bulunmaz.
«Sulh bedelinin istihkaký gibidir ilh...» Ya dava ile veya dava ettiði ile rücû eder. Dürr-ü Müntekâ.
Hâmiþ´te de böyledir.
METÝN
Dava edilen þeyin bir kýsmý üzerine sulh yapýlmasý geçerli olmaz. Çünkü sulh bedeli olarak
kabzedilen, iddia edilen hakkýn ayný, geri ka-landan da ibradýr. Ayandan ibra etmek ise bâtýldýr. Bu
borçta olur. Nitekim yakýnda gelecektir.
Birisi bir baþkasýndan bir ev iddia ettikten sonra o evin muayyen bir kýsmý üzerine sulh yapmalarý
geçerli olmaz. Fakat iddia ettiðinden baþka bir evin muayyen bir kýsmý üzerine sulh yapmalarý
geçerlidir. Kûhistânî.
Bu çeþit sulhu sýhhatli kýlmanýn hilesi, Musannýfýn, «birþeyi açtýr-mak» sözüyle zikrettiði mefhumla
olur. Meselâ, sulh bedeline bir miktar kumaþ ve dirhem ilâvesiyle sulh geçerli olur. Bu ilâve edilen
nesne, davacýnýn geri kalan hakkýnýn ivazý olur.
Bu sulhu geçerli hale getirmenin bir baþka yolu da sulha geri kalan davasýndan ibrasýný ilhak
etmektir. Lâkin zahiri rivayete göre, ister ilâ-ve yapýlsýn ister yapýlmasýn böyle bir sulh mutlaka
geçerlidir. Þurunbulâlîye. Ýhtiyâr´da da bu sulhun sýhhati üzerinde durulmuþtur. Bu sulhun sýhhati
meselesi Azmiye´de. Bezzâziyye´ye. isnad edilmiþtir.
Þeyhülislâm´n, Celâliye adlý kitabýnda, «Metinde geçen ibare Ýbni Sema´nýn rivayetidir.» denilmiþtir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra etmek bâtýldýr.» sözünün manasý, «Ayan davasýndan ibra bâtýldýr.»
demektir. Yani ayan davalýya mülk olamaz. Davacýnýn bu ayaný fýrsat bulursa almasý helâldir. Lâkin
mahkemede da-vasý kabul edilmez.
Ödünç paranýn bir kýsmý üzerine sulh yapmak geçerlidir. Davalý, hak-kýn geri kalan kýsmýndan da
diyanetten deðil, hükmen beri olur. Bun-dan ötürü davacýnýn fýrsat bulduðu takdirde almasý
geçerlidir. Kûhistânî. Bu konunun tamamý Eþbâh´ýn «Borcun hükümleri» faslýndadýr. Ben bu-nu
mültekâ þerhinde de araþtýrdým.
ÝZAH
«Bir kýsmý üzerine ilh...» Eðer mal mevcutsa. Helak olan malýn hük-mü ise, metin sahibinin, «Helak
olan gasbedilmiþ þey üzerinde sulh» bah-sinde gelecektir. Kûhistânî. Çünkü davacý bu sulhla
hakkýnýn bir kýsmý-ný almýþ, geri kalanýndan da ibra etmiþtir. Ayandan, ibra ise bâtýldýr. Medenî.
«Bakî kalan davasýndan ibrasýný ilh...» Burada, «ibra»yý «dava» ile kayýtlamasýndan maksat, birþeyin
aynýndan ibra etmenin geçerli olma-dýðýný anlatmaktýr. Mebsut´ta da böyledir.
Ýbni Melek bu konuda, «Davalýyý bakî kalan davasýndan ibra için, «Ben o davadan beri oldum.» veya
«O davadaki» veya «þu binadaki hu-sûmetimden beri oldum.» dese, artýk davasý kabul edilmediði
gibi delili de kabul edilmez. Fakat, «Ben seni o davadan» veya «O davadaki husûmetimden beri
ettim.» demesi bâtýldýr. Böyle söyleyen davacý yeniden hak iddia edebilir. Elinde bir köle bulunan
adam, «Ben ondan berî oldum.» dese, köle berî olur. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» dese, köle berî
olmaz. Çünkü burada köleyi tazmin yükümlülüðünden ibra etmiþ olmaktadýr. Eþbâh´ýn «Deynin
hükümleri» bahsinde olduðu gibi.» demiþtir.
Ben derim ki: Fakihler, «Ben seni ibra ettim.» sözü ile, «Ben berî oldum.» sözü arasýnda fark
olduðunu kabul etmiþlerdir. Zira, «Ben berî oldum.» sözünde berâet nefsine izafe edildiði için
umumîlik ifade et-mektedir ve herkesi kapsamýna alýr. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» sözü bunun
aksinedir. Çünkü, «Ben seni ibra ettim» sözü birisine hitab etti-ðinden ondan baþkasýyla
hasýmlaþabilir. Eþbâh, haþiyesinde de Velûciye´ye izafe edilerek böyle denmiþtir. Þerhü´l-Mültekâ.
Bahýr´da da þöyle denilmiþtir: «Eðer ibra (yeni tesis edilen bir hak) inþa üzerine olursa bakýlýr: Eðer
ibra birþeyin aynýndan ise dava baký-mýndan bâtýldýr. Böyle bir ibradan sonra muhatabýný veya bir
baþkasýný ye-niden dava edebilir. Ýbra eðer tazminatý kaldýrmasý bakýmýndan ise ge-çerlidir. Fakat
eðer bu ibra ayndan deðilde aynýn davasýndan ise bakýlýr: Eðer ibra muhataba izafe edilmiþse,
meselâ, «Ben seni bu evden» veya «bu evin davasýndan ibra ettim.» demiþ ise, yalnýz o muhataba
ait davasý artýk kabul edilmez. Eðer burada ibrayý kendi nefsine izafe "ederse, yani, «Ben o davadan
beriyim.» veya «Ben beriyim.» derse, bu-nun davasý mutlaka kabul edilmez.
Eðer ibra özel bir ayna izafe edilmiþse, o aynla ilgili davasý kabul edilmez. Eðer umumî bir ibrada
bulunmuþ ise, muhatabýndan ve baþka-sýndan dava etmek hakký vardýr. Meselâ karýkoca birbirlerini
bütün da-valarýndan ibra etseler, koca karýsýndan ayanýný dava edebilir. Çünkü onun ibrasý, ayana
deðil borçlara yönelik kabul edilir.
«Eðer ibra ihbar (daha önce mevcut olan bir hakký haber verme) üzere ise, meselâ, «O, üzerinde
olan haklarýmdan beridir.» demiþ ise, bu ibra hem borcu, hem de ayný kapsamýna aldýðýndan
geçerlidir. Onun için davasý kabul edilmez.
Yine, «Þu aynda benim mülkiyetim yoktur.» sözü de hem ayný, hem de deyni kapsadýðý için ibra
geçerlidir. Dava hakký kalmaz. Bu, Mebsut ve Muhit´te de zikredilmiþtir.
«Bu açýklamalardan anlaþýlýyor ki, «Benim onda ne bir hakkým, ne de bir devam vardýr.»
denilmesi,-hem ayný, hem de deyni dava etme hakkýný ortadan kaldýrýr. Oünkü Mebsutta olduðu
gibi, «Onda benim bil hakkým yoktur.» demesi, hem ayný, hem de deyni kapsamýna alýr. Bun-dan
sonra bir hak iddia ederse, bu hakkýn berâetinden sonraya ait ol-duðunu isbat edene kadar davasý
kabul makbul edilmez.»
Bahýr sahibinin, «berâetinden sonraya» sözü, davacýnýn, «Benim on-da bir hakkým yoktur.»
sözünün ikrar deðil, umumî bir ibra olduðunu ifa-de eder.
«Mutlaka ilh...» Yani, ister bu iki þeyden birisi mevcut olsun, ister olmasýn. Geri kalan kýsmýn davasý
geçerli deðildir.
«Fakihlerin sözü ilh...» Bu söz, zahiri rivayetin üzerine deðil, metin sahibinin sözleri üzerine varit
olan sorunun cevabýdýr. Çünkü zahirî ri-vayette, «ibra» kelimesi yoktur. Sulhun burada içine aldýðý
þey bir kýs-mýný alýp bir kýsmýndan ibra etmek deðil, bir kýsmýný alýp diðer kýsmýný düþürmektir.
«Ayan davasýndan ilh...» Kûhistânî´nin ifadesi böyledir. «Dava» lâf-zýný bu ifadeden düþürmek
vacibtir. Çünkü gelecekteki açýklama bunu göstermektedir.
Hâmevî, Hâfid´in Sadrý Þeria haþiyelerinden naklen, «Ayandan berâet geçerli deðildir sözünün
manasý, «ayn davalýya mülk olmaz.» demek-tir. Yoksa davacý, davasý üzerinde kalmaz demek
deðildir.» demiþtir. Ebussuud.
Ebussuud, «Hâmevî´nin, Hâfid´in naklettiði bu ifade, metindeki «Ayandan ibra bâtýldýr.» ifadesinden
daha açýktýr» demiþtir.
Sâyýhânî de, «En güzeli, «Ayandan ibra etmek hükmen deðil, diyaneten bâtýldýr.» demektir.»
demiþtir.
Hâmiþ´te de, -ki bu ifade Mültekâ Þerhi´ndedir- «Fakihlerin, «Ayan-dan ibra bâtýldýr.» sözünün
mânâsý, ibradan sonra da o ayn davalýya mülk olmaz demektir. Davasýnda baki kalýr anlamýnda
deðildir. Deynlerin ba´-zýnda sulh geçerli olduðu gibi burada da dava hükümden düþer. Çün-kü
borçta ibra etmek diyanette deðil, hükümde geri kalan kýsmýndan ib-radýr. Eðer fýrsat düþerse kalan
kýsmýný alabilir. Kûhistâni, Bercendî ve baþkalarý da böyle zikretmiþlerdir. Ayanýn davasýnda ibra ise
geçerlidir.» denilmiþtir.
Bu hüküm bizim biraz önce Mültekâ Þerhi´nde naklettiðimizin aksi-nedir. Hülâsa´da, «Ben seni þu
binadan veya ondaki husûmetimden veya ondaki davamdan ibra ettim dedikten sonra, dava etse,
davasý dinlenir, delili kabul edilir.» denilmiþtir.
«Fakat ödünç paranýn bir kýsmý üzerine sulh yapmak geçerlidir ilh...» Makdisî, Muhit´te, «Bir adamýn
diðerinde bin lirasý olsa, borçlu inkâr etse, sonra üçyüz lira üzerine sulh yapýlmýþ olsa, sulh
geçerlidir. Davalý diyâneten deðil, hükmen kalan kýsýmdan beri olur. Borçlu bin lirayý ta-mamen
ödese, alacaklý aldýðý parayý inkâr etse, yüz lira üzerine sulh yapsalar geçerlidir. Yalnýz alacaklýnýn
bu yüz lirayý almasý diyâneten helâl deðildir.» demiþtir. Bu ifadeden, bir de, «Ribânýn ayný kaldýðý
süre-ce ondan ibra geçerli deðildir.» Küllî kaidesinden zamanýmýzýn hâkim ve âlimlerinin, aldýklarý
ribâdan ötürü ibra taleb ederek kendilerini ib-ra ettirmeleri yolundaki uygulamalarýnýn geçerli
olmadýðý anlaþýlýyor. Çün-kü ribâdan alýnan, haram olmama bakýmýndan daha derindir.
Haniye kitabýnda sulhtaki adem-i berâetten davacýnýn davalýya, «Ben seni bakiyeden ibra ettim.»
ifadesinin ilâve edilmesiyle yapýlan sulh is-tisna edilmiþtir. Sâyýhânî. Bundan anlaþýlýyor ki, sulhun
içine aldýðý dü-þürme her yönüyle ibra deðildir. Eðer her yönüyle ibra olmuþ olsa, da-vacýnýn
davalýya, «Ben seni bakiyesinden ibra ettim.» demesine gerek kalmazdý.
«Hükmen ilh...» O zaman zahirî rivayete göre deyn ile ayn arasýn-da bir fark yoktur.
«Eþbâh ilh...» Eþbâh´ta, Haniye kitabýndan naklen, «Gasbedilen bir þeyden ibra etmek, gasbedeni
onun zamin oluþundan ibra etmektir. O zaman gasbedilen þey gasbedenin elinde emânet olur.
Þayet gasbedilen þey gasbedenin elinde helak olmuþ ise, ibra geçerli olur ve gasbedende
kýymetinden beri olur.» denilmiþtir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtýldýr.» sözünün mânâsý, ayan ibra edilmekte davalýya mülk olmaz
demektir. Eðer mülk olsaydý, o zaman ayan-dan ibra etmekle o ayanýn dýmanýnýn düþmesi geçerli
olurdu. Veya «Ayandan ibra bâtýldýr.» sözü emânete hamledilirdi. Yani ayandan ibra-nýn bâtýl oluþu,
ayan emânet olduðu zaman ibra olunamayacaðý mana-sýna gelirdi. Çünkü emânet olunca ayan
davalýnýn uhdesinde sayýlmaz. Bu sebeble ibra ile ilgili bir mesele de kalmaz.
Bu konunun özeti þöyledir: Ayan ile ilgili ibra, ya davasýndan ibra-dýr -ki bu ihtilafsýz olarak
geçerlidir- veya bizzat ayanla ilgilidir. Eðer ib-ra olunan gasbedilmiþ ve helak olmuþ ise, borcun bir
kýsmýnýn ibrasý ge-çerli olduðu gibi onun da ibrasý geçerlidir. Eðer gasbedilen þey mevcut ise,
bunda ibranýn mânâsý, helak olduðu takdirde onun kefaletinden ib-radýr. Onun aynýndan ibradan
sonra da o ayn, gasbedenin elinde emânet gibi olur. Tazmin etmek gerekmez. Olsa bile ancak zorla
olur.
Eðer ayn emânet ise, ondan ibra diyâneten geçerli deðildir. Yani sa-hibi alma fýrsatý bulursa alýr.
Fakat hükmen geçerlidir. Hâkim ibradan sonra davacýnýn davasýný dinelmez. Bu açýklama bu
konuda özetle isti-fade olunandýr.
Þarihin, «bunun mânâsý» sözü emânete hamledilir. Yalnýz þu var ki, eðer birisi diðerinin elindeki
þeyi iddia ve o da inkâr ederse, sonra da-vacý davalýyý o nesneden ibra ederse, bu dava da gasb
davasý gibi olur. Çünkü davalý nesneyi inkâr etmekle onun gasbedeni oluyor. Fakat bu inkâr ve
ibradan sonra davacýnýn davasý hâkim tarafýndan dinlenir mi eðer idda ettiði mal mevcut ise,
dinlenir.
METÝN
Mal ve menfaat davasýnda inkâr, inkâr ve susma ile mal ve men-faat karþýlýðý sulh geçerlidir. Sulh
ikrar ile olursa, sulh yapan taraflar için satýþ olur. Sulh inkâr ve sükût ile olursa, davacý hakkýnda
satýþ olur. Bir menfaat davasýndan diðer bir menfaat üzerine sulh yapmak da geçerlidir.
Rakik davasýnda sulh geçerlidir. Eðer köle mal karþýlýðý azad edil-miþse ve köle de ikrar ediyorsa
velayet efendisine sabit olur. Eðer köle ikrar etmiyorsa, o zaman, velayet ancak delil ile tesbit edilir.
Dürer.
Ben derim ki: Azad edilen, delil ile de köle olamaz. Sulh´tan sonra nerede delil ikâme edilirse
edilsin, davacý iddia ettiðine hak kazanamaz. Çünkü kendi ihtiyarýyla sulh bedeli almakla satýcý
olmaktadýr.
Yine, evlenmediði bekâr bir kadýn için nikâh iddia etmek muhâlea olur. Eðer davasýnda ibtal edici
ise sulh bedelini yemesi helâl olmaz. Nikâh dava ettiði kadýnla, cinsi temas olmadýðýndan
evlenmesi de helâl olur.
Eðer nikâhý kadýn iddia ederse, erkeðin kadýnla yaptýðý sulh geçerli deðildir. Vikaye, Nikâye, Dürer,
Mültekâ ve Müctebâ´da da düzeltilmiþ-tir. Dürrerü´l-Bihâr´da da bu sulh anlaþmasý geçerli
görülmüþtür.
ÝZAH
«Ýkrar ile ilh...» Yani mal davasýnda ikrar yolu ile sulh geçerlidir. Davalýnýn ikrarý ile sulh geçerlidir.
Bu sulh ister mal, ister menfaat üzerine olsun.
«Menfaat karþýlýðý ilh...» Menfaatle sulhun þekli þöyledir: Bir kim-se varislerden, «Ölen þu kölenin
hizmetini bana vasiyet etti.» diyerek hak iddia etse, varisler de inkâr etseler, yapýlan sulh geçerlidir.
Çünkü rivâ* yet þu þekildedir: «Bir kimse bir þeyi kiraladýðýný iddia eder, mal sahibi de inkâr eder ve
sonra da sulh yaparsa bu caiz deðildir.»
Fakat Eþbâh kitabýnda, «Bütün menfaatlerde cinsinden olmayan bir
menfaatle -kira davasý dýþýnda- sulh geçerlidir. Mustafa adlý eserde ol-
duðu gibi.» denilmiþtir. Remli. Bu Eþbâh´ta olan Bahýr´da olanýn aksine-dir.
«Bir menfaat davasýnda diðer bir menfaat üzerine ilh...» Bir evde oturma davasýndan sonra, bir
kölenin hizmeti üzerine yapýlan sulh gibi. Fakat bir evde oturma davasýndan sonra bir baþka evde
oturmak üze-re sulh yapýlmasý caiz deðildir. Aynî ve Zeylâî´de olduðu gibi.
Seyyid Hâmevî, «Þurasý muhakkaktýr ki, Velvelûciye´de olan bunun aksinedir. Çünkü Velvelûciye
sahibi, «Bir adam bir evde oturma hakký olduðunu iddia ederse diðer bir evde belli bir müddet
oturmak üzere sulh yaparsa caizdir. Fakat bir evi, oturacaðý ev kirasýna karþý kirala-mak caiz
deðildir. Çünkü bu, bir malý bir malla temlik etmek gibi ol-maktadýr.» demiþtir. Ebussuud, «Ýbni
Melek, Nikâye´nin þerhinde, Mecmâ´nýn þerhinde zikredilenin aksine olan birþey zikretmiþtir.»
demiþtir. Yâ´kûbîye kitabýnýn sahibi de, «Kitaplara uygun olan Mecmâ þerhinde olandýr.» demiþtir.»
demektedir.
«Mal karþýlýðý azad edilmiþse ilh...» Yani davacý hakkýnda mal üze-re, diðerinin hakkýnda da
husûmeti def için. Bahýr.
«Bekâr bir kadýn için ilh...» Çünkü evli bir kadýn üzerine sulh yapýl-masý geçerli olmadýðý gibi,
kadýna iddet beklemeye ve kocasý ile nikâh ye-nilemeye de gerek yoktur. Ýmâdiye´de olduðu gibi.
Kûhistânî.
«Hûlû dur ilh...» Bunun acýk manasý böyle bir kadýnýn talâk sayý-sýnýn da noksanlaþacaðýný ifade
eder. Onda nikâh iddia eden erkek da-ha sonra onunla evlenirse, iki talâka mâlik olur. Eðer bu sulh
ikrar yo-luyla olursa, acýktýr. Fakat inkâr veya susmayla olursa, o zaman, erke-ðin zanýsý ile
muamele olmuþ olur. T.
«Ýbtal edici ise ilh...» Davacý iddiasýnda, «ibtal edici ise aldýðý sulh bedelini yemesi helâl deðildir.»
ifadesi, sulhun bütün çeþitlerinde geçer-lidir. Kifâye.
«Dürerü´l-Bihârdc ilh...» Dürerü´l-Bihâr´ýn þerhi olan Gûrerü´l-Efkâr´da da sulhun sýhhati ifade
edilmiþtir. Bahýr´da da yalnýz Gûrerü´l-Efkâr´ýn ifa-desi ile yetinilmiþtir. Yalnýz Bahýr´da bu sulhun
sýhhati üzerinde görüþ ayrýlýðý vardýr. Mecmâ´mn ifadesi de, «Eðer kadýn erkeðin nikâhýnýn
en-gelleyici bir sebebe raðmen olduðunu iddia ederse, erkeðin onunla sulh yapmasý caizdir.
Âlimlerin bazýsý da bunun caiz olmadýðýný söylemiþtir.» seklindedir.
METÝN
Ticaretle izinli köle bir kimseyi kasden öldürdükten sonra öldürüle-nin yakýnlarýna bir miktar mal
vererek sulh yaparsa, verdiði mal kendi ticaretinden olmadýðý için sulh caiz ve efendisi için geçerli
deðildir. Fa-kat bu sulh ile kýsas düþer. Azad edildikten sonra sulh bedeli ile so-rumlu tutulur.
Ticaretle izinli kölenin kölesi, bir kimseyi kasden öldürse, izinli kö-lenin öldürülenin yakýnlarýyla
sulh yapmasý caizdir. Çünkü bu sulh be-deli kendi ticaretindendir.
Helak olan, gasbedilen þeyden ötürü, kýymeti takdir edilmezden ön-ce, kýymetinden fazla bir meblâð
üzere sulh caizdir. Arz bedeli sulhu-nun caiz olmasý gibi.
Sulhtan sonra gasbedenin, gasbedilen þeyin kýymetinin sulh bede-linden daha az olduðuna dair
delil ikâme etmesi kabul edilmez. Sulhtan sonra her iki taraf sulh olunan þeyin kýymetinin sulh
bedelinden daha az olduðunda birleþseler de yine gasbeden hiçbir þeyle gasbedilenin sa-hibine
dönemez.
ÝZAH
«Kasden ilh...» Bu kaydý koymuþtur. Eðer hatâen öldürmüþse sul-hun caiz olduðu açýktýr.(1) Çünkü
burada mallarýn mesleðinden gidilir. T.
«Efendisi için geçerli deðildir ilh...» Makdisî, «Eðer efendisi izinli kölenin nefsinden yaptýðý sulhe
izin verirse, sulh cazdir.» demiþtir. Sâyýhânî.
«Gasbedilenden ötürü ilh...» Eðer gasbedilen kýymet takdir edi-len cinsten ise, zira eðer kýymet
takdir edilen cinsten deðil de misliyetten ise, helak olsa, o zaman, eðer sulh bedeli maðsubun
cinsinden ise, fazla alýnmasý ittifakla caiz deðildir. Eðer baþka bir cinsten ise, ittifakla caizdir. Ýbni
Melek.
Musannif bundan sonra da hükümden önce kaydýnýn muhterizini zikredecektir. Musannifin,
«Kýymetinden fazla» kaydýný koymasýnýn sebebi, ihtilâf sebebinin bu fazlalýk olmasýdýr.
Câmiü´l-Fusûleyn´de de bu hususta þöyle denilmiþtir: «Adam bir ölçek buðday veya bin dirhem
gasbetse bunun yarýsý üzerine sulh yapsa, eðer gasbedilen helak olmuþ ise sulh geçerlidir.
Gasbediien helak ol-mamýþ, ancak gasbeden ikrar veya inkâr ettiði halde onu gizlemiþse, sulh
diyâneten deðil hükmen caizdir. Eðer gasbedilen mevcut ve ha-zýrda ise, sahibi onu gördüðü halde
gasbedilen inkâr ediyorsa yine yarýsý üzerine sulh yapmak caizdir. Eðer bu sulhtan sonra mâlik,
malýnýn geri kalanýna dair delil ikâme ederse, o geriye´ kalanýn ona verilmesine hükmedilir.
«Mevcut olduðu halde ölçülecek ve tartýlacak cinsten olan gasbedilenin bir kýsmý üzerine sulh
yapýlmasý bâtýldýr. Eðer gasbeden, gasbettiðini açýktan ikrar ediyor ve mâlikin de geri alma kudreti
varsa, yarýsý üzerine sulh edip diðer yarýsýndan da ibra etmesi istihsana göre deðil, kýyâsa göre
caizdir.
Gasbedenin ikrarýyla birlikte bir kumaþ üzerine sulh olsa ve kumaþý verse, bu, sulhun bütün
çeþitlerinde caizdir. Çünkü burada davacý gasbedilen malý ile kumaþý satýn almýþ gibi olmaktadýr.
Eðer maðsub bir köle veya bir arz ise, gasb, mâlik ile yarýsý üzerine sulh yapmýþ olsa, gasb köle
veya arzý mâlikinden gizlemiþse, ister ik-rar, ister sükût etsin bu sulh geçerli deðildir. Çünkü
gasbedenin yarýsý üzerine sulh yapmasý gasbedilenin varlýðýný ikrar etmesi demektir. Fakat,
ölçülecek ve tartýlacak cinsten olan birþey bunun aksinedir.» Çünkü onlarýn bir kýsmýnýn helak
olmasý, bir kýsmýnýn da mevcut olmasý âdet-lere göre tasavvur edilir. Fakat köle ve kumaþ böyle
deðildir.»
«Kýymetinden fazla ilh...» Bu, fahiþ bir fazlalýk da olsa böyledir. Gâyetü´l-Beyân´da, «Eðer az bir
fazlalýk ise bunun aksinedir. Çünkü o fazlalýk, takdir edicilerin takdirine girmiþse, artýk fazlalýk
sayýlmaz. Ýmameyn´e göre rjbâ da olmaz.» denilmiþtir.
«Kýymeti takdir edilmezden önce ilh...» Çünkü cinslerin ihtilâfý ha-linde ziyâdelik açýk olmaz. O
zaman ribâ da olmaz. Bu Ýmam-ý Azam´a göre caizdir. Ýmameyn ise, burada Ýmam-ý Azam´a
muhalefet etmiþlerdir. Çünkü mâlikin, helak olan gasbedilenden hakký kesilip kýymete
dönme-miþtir. O zaman bu sulh gasbedilenin deðil, kendisinden yapýlmaktadýr.
«Eþya bedeli üzerinde sulhun caiz olmasý gibi ilh...» Bu eþyanýn kýymeti, helak olan gasbedilenin
kýymeti kadar veya ister az, ister çok ol-sun. Sarihin burada arzý zikretmesi -halbuki ilerde
gelecektir- meselenin yerinin burasý olduðuna iþaret etmektedir.
METÝN
Zengin bir kimse ortak olduðu köleyi azad ederek ortaðýyla kölenin yarý kýymetinin fazlasý üzerine
sulh yapsa caiz deðildir. Çünkü kölenin kýymeti þer´ân takdir edilmiþtir. Fazlalýðýn geçersiz olduðu
konusunda görüþ birliði vardýr. Nitekim birinci meselede kýymeti takdir edildikten sonra
gasbedilenin kýymetinden fazla bir þey üzerine sulh yapýlmasý da caiz deðildir. Zira hâkimin takdiri
Sarihin takdiri gibidir.
Yine gasbedilenden ötürü bir eþya üzerine sulh yapýlmasý geçerlidir.. Eþyanýn kýymeti telef olan
gasbedilenin kýymetinden fazla da olsa hüküm deðiþmez. Çünkü burada ribâ söz konusu deðildir.
Kasden cinayet hâlinde sulh anlaþmasý mutlak olarak geçerlidir. Bu cinayet ister adam öldürme,
ister yaralama veya sakat býrakma tarzýn-da olsun hüküm deðiþmez. Ýkrar ile diyetten ve erþten
(azalarýn diyeti) fazla veya noksan olmuþ olsa, geçerlidir. Çünkü burada ribâ yoktur. Ama bu cinayet
hataen olursa fazlalýk geçerli olmaz. Zira hata, diyette þer´ân takdir edilmiþtir. Diyet için takdir
edilen kýymetlerden baþka bir bedel ile sulh yapýlmasý da geçerlidir. Davalýnýn zimmetinde olan
borçla meclisten ayrýlmamasý için, sulh bedelinin mecliste kabzý þarttýr.
Hâkimin diyet miktarýndan herhangi birisini tayin etmesi, diðerlerini baþka bir cins gibi yapar.
Sulh þarap üzerine yapýlýrsa, fasit olur. Hataen cinayette diyet gerekir. Kasden öldürmede sulh
þarap üzerine yapýlmýþsa, sulh fasit ol-duðu gibi kýsas da düþer. Halbuki sulh fasit olursa
dönülecek baþka bir þey yoktur.Ýhtiyar.
ÝZAH
«Zengin bir kimse ilh...» Musannýfýn, «zengin» kelimesiyle kayýtlamasýnýn sebebi, köleyi azad eden
kiþi fakir ise, köle yine yarýsý ile diðe-rine çalýþýr.
«Kasden cinayette sulh mutlak olarak geçerlidir ilh...» Bu ifade ci-nayette katil sayýsý tek veya çok
olsun, hepsini kapsamýna alýr. Hatta katil birkaç kiþi olsa, bunlardan bir tanesi diyetten fazlasý ile
maktulün velileri ile sulh yapsa caizdir. Maktulün velisi geri kalan katillerle sulh veya kýsas yapma
hakkýna sahiptir. Çünkü kýsas hakký bütün katiller için ayrý ayrý sabittir.
«Çünkü ribâ yoktur ilh...» Zira kasdan cinayette vacib olan kýsas-týr. Kýsas da mal cinsinden
deðildir. Bu yüzden ribâ da söz konusu ol-maz. Hataen cinayette ise ister nefiste ikrar ile olsun
diyetinden fazlasýný noksaný üzerine sulh yapýlmasý caizdir. Çünkü hataen cinayette vacib olan
maldýr. Malda fazlalýk ise ribâdýr. Fakat diyetin noksaný olur-sa elbetteki sulh geçerlidir. Çünkü
burada ribâ sözkonusu deðildir.
«Dîyet için takdir edilen kýymetlerden baþkasý ile ilh...» Bu söz ifa-de ediyor ki, diyetin
miktarlarýndan -ki yüz deve veya ikiyüz koyun(dipnotgoster42194) veya iki yüz hülle veya bin dinar
veya onbin dirhemdir- herhangi bi-ri üzerine sulh yapýlmasý sahihtir. Kâfi´den naklen Azmiye´de
olduðu gibi.
(*) Doðru olan bin koyundur. (**) Hülle, aðýr kumaþtan yapýlan iki parçalý pahalý bir elbisedir.
«Mecliste kabzý þarttýr. ilh...» Bu, sulhun tartýlacak, ölçülecek birþey üzerine yapýlmasý kaydý iledir.
Nitekim Ýnâye´de böyle kayýtlanmýþtýr. H.
«Hâkimin diyet miktarlarýndan herhangi birisini tayin etmesi ilh...» Meselâ, yüz deveyi tayin ederse,
diðerleri baþka bir cins gibi olur. Hâkim yüz deveyi tayin ederse, katil bunun karþýlýðýnda ikiyüz
sýðýrdan fazla-sýyla sulh yapar ve sýðýrlarý teslim ederse bu sulh caizdir. Bu meselenin tamamý
Çevhere´dedir.
«Kýsas da düþer ilh...» Yani kasden cinayette, gereken kýsasý fasit sulh, affa çevirir. Sulhun domuz
üzerine yapýlmasý da böyledir. Hindiye´de olduðu gibi. Yâyýhânî. Fakat sulh, bedeli yoluyla deðil de
cehalet yoluyla fasit olursa bunun aksinedir.
Minah adlý eserde, «Sulhta tayin edilen þey fasit olursa, meselâ bel-li olmayan bir hayvan veya
kumaþ üzerine sulh yapýlýrsa diyet vacib olur. Çünkü velî, hakkýnýn meccanen düþmesine razý
deðildir. Fakat sulhta hiçbir þey tayin edilmezse veya þarap gibi kýymet ifade etmeyen birþey tayin
edilirse, o zaman hiçbir þey gerekmez. Çünkü zikredildiði gibi ký-sas ancak bir kýymet kabul edilen
birþeyle takdir edilebilir. Burada ise bu mevcut deðildir.» denilmiþtir.
«Dönülecek baþka birþey yoktur ilh...» Çünkü kasden cinayette di-yet yoktur, fakat hataen cinayet
bunun aksinedir. Zira hataen cinayette sulh fasid olduðu takdirde diyete dönülür.
METÝN
Zeyd, bir kasten cinayetten veya bir kimsenin kendisinden ölçülen veya tartýlan bir deyn
iddiasýndan ötürü bazýsý üzerine sulh yapmak üzere Amr´ý vekil tayin etse, sulh bedelini kendisinin
(Zeyd´in) vermesi ge-rekir. Sulh; Katilden kýsasý, davacýdan deynin bir kýsmýný düþürmek ol-duðu
için vekil elçi gibidir. Ancak vekil, sulhta kefil olursa kefaleti ile sorumlu tutulur.
Maldan dolayý bir mal üzerinde ikrar ile sulh yapýldýðý takdirde sulh bedelini vekil verir. Sonra
verdiðini müvekkilinden alýr. Çünkü o zaman sulh, satým akdi gibidir. Fakat bu sulh inkâr ile olursa,
vekile mutlaka hiçbir þey gerekmez. Bahir ve Dürer.
Fuzûlî (yetkisiz temsilci) davalýnýn emri olmadan kendiliðinden sulh yaparsa geçerli olur. Fuzûlî´nin
sulhu dört þekilde olabilir:
1 - Dava konusu mal için davalýya kefil olabilir.
2 - Sulhu kendi malýna izafe edebilir.
3 - Davacýya kendi malýndan, «Seninle bin liraya sulh oldum» di-yebilir. Veya bir,miktar nakit veya
ana iþaret ederek, «Þunun üzerine» ´ diyebilir.
4 - Mutlak bir ifade ile, «Þu kadar, meselâ bin liraya sulh oldum» diyerek sulh yaparsa bu geçerli
olur. Ancak bu sonucunda, sulh bedeli-ni hemen teslim etmesi gerekir. Böylece davacýnýn rýzasý
tamam olur. Bu onun kefil olmasýndan veya malýna izafe etmesinden daha üstün-dür. Fuzûlî bütün
bu tasarruflarý teberru olarak yapmýþ olur.
Ancak o, müvekkilin emriyle kefil olursa sulh bedelini teberru ola-rak vermiþ sayýlmaz. Azmîzâde.
Dördüncü þekilde fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse sulh davalýnýn iznine baðlý olarak sahihtir.
Eðer davalý izin verirse, bu sulh caizdir. Sulh bedelini ödemek vekile lâzým gelir. Eðer izin
vermezse, sulh bâ-týldýr.
Bir fuzûlî bir kadýn adýna izin almadan kocasý ile muhâlea yapmýþ olsa bu, zikredilen beþ þekilde
yapýlan sulh gibidir.
ÝZAH
«Kefaleti ile sorumlu olur ilh...» Yani ödedikten sonra müvekkiline dönerek ondan alýr. Muhâleada
ödenen sulh bedeli de bunun gibidir. Aþaðýdaki þekillerin hepsinde vekil ödediði sulh bedellerini
müvekkilin-den alýr. Makdisî´de olduðu gibi. Sâyýhânî.
«Sulh bedelini vekil verir ilh...» Sonra da bu sulh bedelini müvekki-linden alýr.
«Çünkü o zaman sulh satým akdi gibidir, ilh...» Satým akdindeki bütün haklar akdi bizzat yapana
döndüðü gibi bu sulhta da bütün haklar akdi bizzat yapana döner.
«Mutlaka ilh...» ister maldan mal ile olsun, ister maldan mal ile olmasýn. H.
«Fuzûlî davalýnýn emri olmadan ilh...» Bu sulhun sýhhati, eðer akdi< b?¶yledir.» da yapmak sulh
yerine baþkasýnýn Bir zorundadýr. ödemek bedelini da-hi, etmese izafe zimmetine veya malýna kendi
olmasa, kefil ederse kendisine akdi fuzûlî, dolayý, illetten olan hususunda tasarruflarý «fuzûlînin
Çâmiü´l-Fusûleyn´de, Çünkü vardýr. sahibine dava
«Malý teslim ederek ilh...» Dürer´den özetle, «Birinci sulhun geçerli olmasý, davalýnýn borçtan
kurtulmasý sebebiyledir. Borçtan kurtulmasý hu-susunda da yabancý biri ile davalý eþittirler. Fuzûlî,
muhâlea´da nasýl´ ´bedele kefil olduðunda asil gibi olursa, sulh bedeline kefil olduðu za-man da asil
gibi olur. Ýkincisinin sahih olmasý, fuzulînin akdi kendi ma-lýna izafe ederek sulh bedelinin teslimini
üzerine almýþ olmasýndandýr. Üçüncüsünde de. teslim edeceðini iþaret ettiðinden davacýya ivazýn
ha-zýr olduðunu belirtmesidir. Akit de davacýnýn kabulüyle tamamlanýr. Dördüncüsünün geçerli
olmasý, malý teslim etmek, davacýnýn razý olma-sýna delâlet etmesi ve fuzûlî´nin sulh bedeline kefil
olmasýna üstün ol-duðu içindir. Malý kendi nefsine izafe etmesi, davacýnýn razý olmasýna delâlet
ediyor.» denilmiþtir.
«Bütün þekillerde ilh...» Davacý zikredilen bütün þekillerde ivaza müstahak olursa veya sulh bedeli
kalp çýkarsa davalýya dönmez. Çün-kü fuzûlî teberru etmiþtir. Belirli birþeyi teslim etmeyi
baþkasýnýn yerine deðil, kendi nefsine yüklemiþtir. Yalnýz davacý asýl davasýna dönebilir. Zira
hakkýný meccanen terketmez. Ancak davalý fuzûlîye kefil olursa, davacý hakkýný davalýdan alýr. Zira
davalýnýn zimmetinde borç olmakta-dýr. Bundan ötürü teslimden kaçýnýrsa, teslim etmeye zorlanýr.
Zeylâî.
«Müvekkilin emriyle kefil olursa ilh...» O zaman fuzûlî davalýya rücû eder. Ödediði sulh bedelini
ondan alýr. Burada, «Kefalet» kaydý ittifaklý bir kayýttýr. Çünkü birisinin, «Benim yerime sulh yap.»
veya bir kadýnýn «Benim yerime muhâlea yap.» demesi sulh bedelini ödemeye kefil olmasý
demektir. Zira sulhun ve muhâleanýn geçerli olmalarý «emr»e deðil, «kefâlet»e baðlýdýr. O yüzden
davalýnýn sulh yapmasý için emretmesi, vekile rücû hakkýný isbat eder. Ama borcu ödeme emrini
vermesi bunun aksinedir.
Sulh bedelini ödemekle borcu ödemek arasýnda bir fark yoktur. Bu sebeple doðru olan bu emrin de
rücu hakkýný vermesidir.
«Azmizâde ilh...» Ben bu meseleyi Azmîzâde´de bulamadým. Yine de baþvurulabilir.
«Fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse ilh...» Dürer´den naklettiðimiz gibi, «Bu dört þeklin hiçbirisi
bulunmazsa sulh davalýnýn icazetine baðlý olur.» demesi daha uygun olurdu. Beþinci bir þekildir ki,
cevaz ile butlan arasýnda bulunur. Dürer´de olduðu gibi bu þekilleri beþe hasretmenin yolu þudur:
Fuzûlî ya mala kefil olur veya olmaz. Olmazsa ya kendi ma-lýný izafe eder veya etmez. Eðer kendi
malýna izafe etmezse bir ayna veya nakte iþaret eder veya etmez. Eðer iþaret etmezse ivazý teslim
eder veya etmez. Ýþte bu þekillerin hepsinde sulh caizdir. Ancak sonucu olan þu þekilde caiz
deðjldir. Ne sulh bedelinde kefil olur. ne onu kendi malýna izafe eder, ne ona iþaret, ne de davacýya
teslim eder. Ýþte bunun cevazýna hükmedilemez. Bu son þekil davalýnýn icazetine baðlýdýr. Çün-kü
davacýya hiçbir ivaz teslim edilmemiþtir.
Zeylâî, bu þekilleri, iþaret olunan þekil, izafe edilen þekle katarak dörde hasretmiþtir.
«Beþ þekilde yapýlan sulh gibidir ilh... » Bunun beþincisi, «Eðer ver-mezse sulh bâtýldýr.» veya
«mevkuf» olan kýsmýdýr. Buna göre nakit veya ayna iþaret kýsmý da bir þekil sayýlýr. Bunu, sarihin
«dördüncü þe-kilde» sözü de tekid etmektedir.
METÝN
Bir þahýs delili olmadýðý halde bir evin kendisine vakfedildiðini iddia etse, binayý tasarrufunda
bulunduran ve vakýf olduðunu inkâr eden kim-senin husûmetin defi için sulh yapmasý caizdir. Eðer
davacý iddiasýnda doðru ise aldýðý sulh bedeli helâldir. Ecnâs sahibi, «Almýþ olduðu sulh bedeli
helâl deðildir. Çünkü bu sulh mânâ bakýmýnda bir satým akdidir. Vakfý satmak ise caiz deðidir.»
demiþtir.
Ayný davada sulhtan sonra yapýlan ikinci sulh bâtýldýr. Nikâhtan son-ra ayný zevceye sebebsiz yere
yapýlan ikinci nikâh da, bir þahýstaki alacak için yapýlan bir havaleden sonra yapýlan ikinci bir
havale de bâtýldýr. Bir malý satýn aldýktan sonra, ayný mal üzerine sulh yapmak da bâtýldýr.
Bunda asýl þudur: Bir akit aynen iade edilirse ikincisi bâtýldýr. An-cak Eþbâh´ýn, «Büyü» bahsinde,
«Üç þey müstesna: Kefalet, satýnalma (þýra) ve icâre.» denilmiþtir, Oraya baþvurulabilir.
Ýnkâr ile yapýlan sulhtan sonra davalý davacýnýn sulhtan önce, «Be-nim falan kimse üzerinde hiçbir
hakkým yoktur.» dediðine dair delil ikâ-me etse, sulh geçerli olarak kalýr. Fakat davacý sulhtan
sonra, «Benim davalý üzerinde hiçbir hakkým yoktu.» dese, sulh bâtýl olur. Bahýr.
Musannýf, «Bu mesele Ýmâdiye´de mutlak zikredilmiþtir. Halbuki mut-lak deðil kayýtlýdýr.»
demektedir. Daha sonra Bezzâziyye´nin, «Dava ba-bandan naklen, «Davacý baþka bir yönüyle
mülkiyet iddiasýnda bulunsa da sulh bâtýl olmaz.» demiþtir.
ÝZAH
«Ýddiasýnda ilh...» Bu ifadede bir görüþ vardýr. Þöyle ki: Eðer da-vasýnda doðru ise, alacaðý sulh
bedeli ona nasýl helâl olur? Zira ona göre ev vakýftýr. Vakfýn bedelini hiçbir cevaz sebebi olmadan
mülkiyete geçirmek haramdýr. Onun aldýðý ise sýrf davasýndan vazgeçmek için mü-cerret bir rüþvet
olmaktadýr. Buna göre davasýnda doðrucu deðilmiþ gibi olur. Burada, «Sulh bedelini vakfiyeti ibtal
için deðil, davasýndan vaz-geçmek için almýþtýr. Baþka bir davacý da bulunabilir.» denilebilir. T.
Ben derim ki: Buna Hâmidiye´nin, «Vakýf bahsinin baþlarýnda, «Bu sulh geçerli deðildir.» denilerek
mutlak bir þekilde cevap verilmiþtir. Hâmidiye´de, «Sulh yapan kiþi kendi zanný üzerine sulh
bedelini hakkýnýn karþýlýðýnda almaktadýr. O vakit bu ivazlý akit gibi olmaktadýr. Vakýfta ise ivaz
olmaz. Çünkü vakfedilen mal, vakfolunanýn malý olmaz. Öyley-se onu satmasý da caiz deðildir. Bu
meselede, eðer bir yerin vakýf olu-þu sabitse onun için bedel taleb etmek caiz deðildir. Eðer vakýf
oluþ sabit deðilse, o zaman da kendisine sabit olmayan birþeyden dolayý sulh bedeli almýþ
olmaktadýr ki, bu da hiçbir þekilde geçerli, deðildir. Cevâhirü´l-Fetâvâ´da da böyledir.» denildikten
sonra, «düþünün.» ifadesi ek-lenmiþtir. Bizim, «Fasit be´y» babýnda Nehir´deki, «Bir köleyi
müdebbir bir köleye ekleyerek satýþ» bahsi hakkýnda söylediklerimize bakýnýz.
«Sulhtan sonra yapýlan ikinci sulh bâtýldýr ilh...» Bâtýl olan sulhtan murad, hakkýn bir kýsmýný
düþüren sulhtur. Ama bir ivaz üzerine sulh yapýldýktan sonra bunu bozarak baþka bir ivaz üzerine
sulh yapmalarý geçerlidir. Týpký satýþta olduðu gibi birinci sulh feshedilmiþ, ikinci sulh caiz olur.
Nûrü´l-Ayn, Hülâsa´dan böyle nakletmiþtir.
«Ýkinci sulh bâtýldýr ilh...» Bunu Kadý Ýmam söylemiþtir.
«Nikâhtan sonra ayný zevceye sebebsiz yere yapýlan ikinci nikâh da ilh...» Bu meselenin tamamý
Câmiü´l-Fusûleyn´in onuncu (aslýndadýr. Hâmiþ´te de böyledir.
«Nikâhtan sonra ilh...» Bunda ihtilâf vardýr. Bazý âlimlere göre ikin-ci mehri vermek vacibtir. Bazý
âlimlere göre iki nikâhta tesmiye edilen mehirlerin toplamýný vermek vacibtir.
«Bir havaleden sonra ilh...» Meselâ birisinin diðerinde olan bin lira alacaðýný almak üzere birisini
havale ettikten sonra, ayný alacak için ikinci bir adamý da havale etmesi gibi. Þeyhimiz böyle tefsir
etmiþtir.
«Satýn aldýktan sonra ilh...» Yani sulh konusu olan þeyi satýn al-dýktan sonra sulh yapmak bâtýldýr.
«Üç þey müstesna ilh...» Ben diyorum ki: Câmiü´l-Fusûleyn´de bu üç þeye sulh konusu olan þeyi
davadan sonra satýn almak da eklenmiþtir.
«Kefalet ilh...» Kefaletten sonra kefaletin caiz olmasý, kefaletin teþ-vik edilmiþ olmasýndandýr.
Eþbâh.
«Satýnalma ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de bu mutlak zikredilmiþtir. Kýnye´de ise, «Ýkinci alýþ fiyat
bakýmýndan birinciden daha fazla, daha az veya baþka bir cinsle olursa.» þeklinde kayýtlanmýþtýr.
Yoksa geçerli ol-maz. Eþbâh.
«Ýcâre ilh...» Birinci kiracýya yeniden kiralamak bu durumda birin-ci kira akdi neshedilmiþ olur.
Eþbâh.
«Musannýf ilh...» Musannifin ifadesi Ýmâdiye´deki, «Birisi birþey id-dia etse, davalý inkâr etse,
inkârdan sonra sulh yapsa, sulhtan sonra davacýnýn davalý üzerinde hiçbir hakký olmadýðý ortaya
çýksa sulh ken-diliðinden fesholur.» sözüdür.
Ben diyorum ki: Ýmâdiye´nin sözündeki, «ortaya çýksa» ifadesinin sulhtan önce ikrarsýzlýkla
kayýtlanmasý gerekir. Zira Muhtasar´ýn meselesinde de böyle birþey geçmiþtir. Bahir sahibi Mevlânâ
da bunu açýk ola-rak söylemiþtir. H.
Metinde geçen meselede, «sulh sýhhat üzere bakîdir» hükmünün il-leti, þehâdetin kabul
edilmemesinin açýk olmasýdýr. Çünkü onda çeliþki vardýr. O zaman davacýnýn davalý üzerinde bir
hakký olmadýðý anlaþýlmaz. Hâl böyle olunca da Ýmâdiye´deki ifade metindeki meseleyi kapsamýna
almaz.
«Bezzâziyye´nin dava babýnda ilh...» Bezzâziyye´nin ifadesi Müntekâ´daki, «Bir kumaþ iddia ettikten
sonra sulh etse, sonra davalý, davacý-nýn sulhtan önce kendisinde bir hakký olmadýðýný ikrar ettiðine
dair de-lil ikâme etse, sulh geçerlidir. Eðer sulhtan sonra ikrar ettiðine delil ge-tirirse sulh bâtýl olur.
Eðer hâkim hakkýnýn olmadýðýný ikrar ettiðini bi-lirse -velevki bu ikrar sulhtan önce olsun- bu sulh
bâtýldýr. Hâkimin sulh-tan önceki ikrarýný bilmesi ile sulhtan sonraki ikrarýný bilmesi birdir. Eðer sulh
ve ikrar ayný mülkiyette ise. Meselâ, «Falanda miras yoluyla bir hakkým yoktur.» dedikten sonra
onda mirastan dolayý hak iddia etmesi gibi. Þayet irs yoluyla hakký olmadýðýný ikrardan sonra,
mülkiyet iddia etmiþ olsa, meselâ, «Ben satýn almýþtým.» veya «Bana hibe edilmiþti.» iddiasýnda
bulunsa sulh bâtýl olmaz» sözüdür.
METÝN
Fasit davalarda sulh geçerli, bâtýl davalarda sulh da bâtýldýr. Fasit dava geçerli hale getirilmesi
mümkün olan davadýr. Bahýr.
Eþbâh´ta tesbit edildiðine göre fasit davadan sonra inkâr ile yapýlan sulh fasittir. Ancak meçhul bir
davada sulh caizdir. Bazý âlimler, «Sulhun geçerli olmasý için mutlaka davanýn geçerli olmasý
þarttýr, denilmesi ge-çerli deðildir. Çünkü bâtýl davalarda yapýlan sulh geçerlidir. Nitekim Sadrý
Þerîa, «Þuh» babýnýn sonunda buna dayanmýþ, Ýbni Kemal ve baþ-kalarý da, «Ýstihkak» babýnda
bunu ikrar etmiþlerdir, geçtiði gibi.» de-miþlerdir.
Geçerli olan görüþe göre, su yolu, þüf´a ve direk koyma haklarý da-vasýnda sulh yapmak geçerlidir.
Bunda kaide, bir adama yemin etme düþse, hangi davada olursa olsun, yemin etmeyerek bir miktar
dirhem üzerine sulh yapmasý geçerlidir. Hatfa tazir davasýnda dahi geçerlidir. Müctebâ. Fakat had
davasý ile neseb davasý bunun aksinedir. Bunlarda sulh geçerli deðildir. Dürer.
Sulhta ivazlý akit manasý olursa, meselâ alacak (deyn) davasýndan sonra bir mal (ayn) üzerine sulh
yapýlýrsa, bu sulh taraflarýn feshiyle mün-fesih olur.
Sulh ivazlý akit manasý taþýmýyor, hakkýnýn bir kýsmýný almak bir kýs-mýný da düþürmek anlamýna
geliyorsa, düþen þey geri dönmediði için bu sulhun ne ikâlesi ne de feshi geçerli deðildir.
ÝZAH
«Fasit davalarda ilh...» Ýslah edilmesi mümkün olmayan davanýn ör-neði: Birisi bir kadýnýn cariyesi
olduðunu iddia etse, kadýn da, «Ben hü-rüm» dese sonra davacý ile kadýn arasýnda sulh yapýlsa, bu
sulh caizdir. Kadýn hür olduðuna dair delil ikâme ederse sulh bâtýl olur. Zira kadýnýn hür olduðuna
dair delil ikâme ederse sulh bâtýl olur. Zira kadýnýn hür olduðu delil ile açýða çýktýktan sonra bu
davanýn Ýslahýna imkân yoktur.
Ýslâhý mümkün olan dava ise þöyledir: Adam, bir kadýnýn cariye ol-duðunu iddia etse, kadýnla sulh
yapsalar, daha sonra kadýn, «Falanýn cariyesi idim, bir sene önce beni azad etti» diyerek delil ikâme
etse, sulh bâtýl olmaz. Çünkü davacýnýn davasý sulh zamanýnda düzeltilebilir. Þöyle ki, davacý, «Seni
azad eden, benden gasbetmiþti.» diyerek delil ikâme ederse davasý dinlenir. Hâmevî. Medenî.
«Eþbâh´ta düzeltme yapýlmýþtýr ki ilh...» Bu düzeltme gerçekte dü-zeltme deðildir. Remlî ve diðerleri
Bezzâziyye´de olan ifade ile bu görü-þü reddetmiþlerdir. Harezm fetva imamlarýnýn üzerinde
durduklarý ve ka-bul ettikleri þudur: Islâhý mümkün olmayan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak
geçerli deðildir. Islâhý mümkün olan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli deðildir. Islâhý
mümkün olan fasit davada sulh yap-mak ise caizdir. Meselâ sulhta davanýn hadlerinden birisi
terkedilse, bu-nun ýslâhý mümkündür. Musannifin zikrettiði de budur. Biliyoruz ki Sadrý Þerîa ve
diðerlerinin dayandýklarý da budur. Buna itibar edilmesi uygun-dur.
«Bazý âlimler ilh...» En kýsa ve uygun olaný Musannifin, «Mutlaka geçerlidir.» demesiydi.
«Sulh babýnýn sonunda ilh...» Bunda bir görüþ vardýr. Çünkü Sadrý Þerîa´nýn ifadesi aynen þöyledir.
«Önemli meselelerden birisi de þudur: Sulhun geçerli olmasý için davanýn geçerli olmasý þart
mýdýr? Âlimlerden bazýlarý «þarttýr» diyorlar. Lâkin bu geçerli deðildir. Zira bir binada meç-hul bir
hak iddia edildikten sonra sulh yapýlsa, sulh geçerlidir. Bu konu, «Hukuk ve Ýstihkak» babýnda
geçmiþti. Þüphesiz meçhul bir hakkýn, da-vasý geçerli deðildir. Zahîre kitabýnda da söylediklerimizi
teyid eden meseleler vardýr.»
Burada ilk akla gelen, Sadrý Þerîa´nm davadan maksadýnýn misalinin de delâlet ettiði gibi bâtýl dava
deðil, fasit olduðudur. Çünkü dava, sulh zamaný meçhul hakkýn tayini ile tashih olunur.
Remlî, Minâh haþiyesinde Sadrý Þerîa´nm ifadesini naklettikten son-ra,» Ben diyorum ki, bu mesele
bâtýl davanýn fasit dava gibi olmasýný ge-rektirmez. Çünkü bâtýl davadan yapýlan sulhun geçerli
olduðuna dair hiçbir delil yoktur. Had, ribâ, kâhine verilen ücret, cenaze üzerine aðla-yan kadýnlarla
þarkýcý kadýnlara verilen ücretten dolayý sulh yapýlmasý bâtýl olduðu gibi.» demiþtir.
Yine Remlî, Fusûleyn üzerindeki haþiyesinde, Musannýf´tan naklen Sadrý Þerîa´nm ifadesini de
zikrettikten sonra þöyle diyor: «Sulhun ge-çerli olmasý için davanýn geçerli olmasý þartýný söylemek
zayýf bir gö-rüþtür.»
«Þüf´a hakký ilh...» Yeminden kurtulmak için sulh yapmak. Ama kendisinin sabit bir hakký için sulh
yapmak bunun aksinedir.
«Seyrefiyye ilh...» Uygun olan bu meseleyi yalnýz Kýnye´ye nisbet etmekti. Çünkü Seyrefiyye´de bu
sulhun geçerli olup olmamasý üzerine görüþ ayrýlýðý nakledilmiþtir. Kýnye´de ise her iki görüþ
zikredildikten son-ra, metinde olduðu gibi iki nakil arasý telif edilmiþtir.
METÝN
Þu üç þekilde sulh yapmak geçerli deðildir:
1 - Dava konusu evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere,
2 - Hasat zamanýna kadar bir miktar dirhem üzerine,
3 - Emanetin helakini iddia etmeden emanetçi ile sulh yapmak.
Musannifin emanet sahibinin, helakini iddia etmemesiyle kayýtla-masýndan anlaþýlýyor ki, helakini
iddia ettikten sonra yapýlan sulh geçer-lidir. Fetva da bununla verilir. Haniye.
Davacýnýn delil ikâmesinden sonra, davalý anlaþmazlýðý def için ye-min etse ve sulh yapsalar geçerli
olur. Fakat davacý, sulhtan sonra da-vasýnýn aslý üzerine delil ikâme etse. makbul deðildir. Ancak
yetimin ma-lýndan dolayý vasi inkâr ile malýn bir kýsmý üzerine sulh yaptýktan sonra delil bulsa, bu
kabul edilir. Yahut çocuk belið olduktan sonra delil ikâ-me etse yine kabul edilir. Sulhtan sonra
yetim, davalýdan yemin taleb etse. yemin etmez. Eþbâh.
Bazýlarýna göre yukarýda açýklanan sulh geçerli deðildir. Bu, Eþbâh´ ta birinci görüþe göre,
Sirâciye´de ise ikinci görüþe göredir. Kýnye´de ise birinci görüþ öne alýnarak her ikisi de
zikredilmiþtir.
Mütekaddimûn âlimlerine göre davalýnýn sulhu veya ibrayý taleb et-mesi, dava ile ikrar etmek
deðildir. Müteahhirûn âlimler ise mütekaddimûne muhalefet etmiþlerdir. Birinci görüþ daha
saðlamdýr. Bezzâziyye.
Maldan sulh veya ibrayý istemek önceki meselenin aksine ikrardýr. Eþbâh.
Bir malýn ayýbýndan dolayý veya deynden ötürü sulh yapýlmýþ olsa, daha sonra ayýp ortadan kalksa
veya deyn olmadýðý ortaya çýksa, sulh bâtýl olur, sulh bedeli iade olunur. Eþbâh ve Dürer.
ÝZAH
«Evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere ilh...» Musannýf burada, «oturmak» kelimesiyle
kayýtlamýþtýr. Zira takyid etmeyerek mutlak þekilde zikretse
Ynt: Dava By: neslinur Date: 08 Þubat 2010, 21:59:15
ÝZAH
«Evin bir odasýnda ebediyyen oturmak üzere ilh...» Musannýf burada, «oturmak» kelimesiyle
kayýtlamýþtýr. Zira takyid etmeyerek mutlak þekilde zikretseydi, o zaman bu sulhun geçerli olmama
sebebi, o ada-nýn dava konusu evin bir parçasý olmasý olurdu. Bu da metinde geçen ve Musannifin
da kabul ettiði zahirî rivayetin aksine bina edilmiþ olurdu.
Yine Musannýfýn «Ebediyyen» kelimesiyle takyid etmesi veya Hâniye´de olduðu gibi, «ölünceye
kadar» þeklinde kayýtlanmasý, sulhun süre tayiniyle geçerli olacaðýný göstermektedir. Çünkü bu
menfaat üzerine sulh yapýlmýþ olurdu ki, bu da kira hükmünde olurdu. Daha önce geç-tiði gibi kira
akdinde de süre tayini gerekmektedir. Bazý haþiye yazarlarý bu konuda þüphe etmiþlerdir.
«Hasat zamanýna kadar ilh...» Bu da bâtýldýr. Çünkü mana baký-mýndan satým akdidir. Satým akdinde
de ödeme tarihinin bilinmemesi ak-di geçersiz kýlar.
«Helakini iddia etmeden ilh...» Yani emanetçinin verilen emaneti he-lak ettiðini iddia etmeksizin.
«Sulh geçerlidir ilh...» Yani bir kimse bir malý dava etse, davalý yemin ederek inkâr etse, sonra
baþka bir hâkimin önünde yine dava ve inkâr etseler, sonra sulh yapsalar geçerli olur. Bu
meselenin emanet me-selesi ile ilgisi yoktur. Eðer emanetçi, «Emanet zayoldu.» veya «Ýade et-tim»
dese, mal sahibi de iadeyi veya helaki inkâr etse, yemini ile ema-netçi tasdik edilir. Ona hiçbir þey
de gerekmez. Bundan sonra mal sa-hibi onunla birþey üzerine sulh yapmýþ olsa, bu dört þekilde
olur:
1 - Mal sahibi emanet koyduðunu iddia, emanetçi ise inkâr eder. Sonra belirli bir miktar üzerine
sulh yaparlar. Bu sulh, ittifakla caizdir.
2 - Mâlik emânet koyduðunu iddia ve malý taleb etse, emanetçi emaneti ikrar ederek sükût etse,
bunun üzerine mâlik emaneti helak et-tiðini iddia etse, sonra belirli birþey üzerine sulh yapsalar, bu
da ittifakla caizdir.
3 - Mâlik, emanetin emanetçi tarafýndan helak edildiðini iddia et-se, emanetçi ise malý geri verdiðini
veya malýn kendiliðinden helak ol-duðunu iddia etse, sonra da belirli bir miktar üzerine sulh
yapsalar, bu. Ýmam Muhammed ve Ebû Yusuf´un son görüþüne göre caizdir. Ebû Hanîfe ile Ebû
Yusuf´un birinci görüþüne göre ise bu sulh caiz deðildir. Fet-va da bununla verilir.
Ancak, eðer bu sulh. emanetçinin emâneti geri verdiðine veya ma-lýn kendiliðinden helak olduðuna
dair yemin etmesinden sonra yapýlýrsa, bunun caiz olmadýðý üzerinde icma etmiþlerdir. Ancak
Ýmamlar arasýn-da yemin etmeden yapýlan sulh hakkýnda ihtilâf vardýr.
4 - Emanetçi emaneti iade ettiðini veya malýn kendiliðinden helak olduðunu iddia etse, mâlik hiçbir
þey söylemeden sussa ve sulh yapsa-lar. Ýmam Ebû Yusuf´a göre yapýlan sulh caiz deðildir. Ýmam
Muhammed´e göre ise caizdir.
Eðer sulhtan sonra emanetçi, mâlike emaneti iade ettiðini veya ma-lýn kendiliðinden helak
olduðunu söylediðini iddia ederse, bu sulh Ebû Hanîfe´nin görüþüne göre geçerli deðildir. Mâlik
emanetçinin sözlerini inkâr etse, burada muteber olan söz inkâr eden mâlikindir. Sulh geçersiz
sayýlmaz. Haniye.
Bunu Hâniye´den kýsaltarak aldým. Hâniye´nin dýþýndakilerde de Hâniye´ye nisbetle ayný þeyi
gördüm. Minâh´ta da bu nakledilmiþtir. Fa-kat þurasý var ki, Minâh´m Hâniye´den yaptýðý nakilde bir
ifade düþmüþtür ki bu, mânâyý deðiþtirmektedir. Minâh´taki ifadede üçüncü þe-kil hakkýnda þöyle
deniliyor: «Sulh caizdir. Ýmam Muhammed ve Ýmam. Ebû Yusuf´un birinci görüþüne göre. Fetva da
buna göredir.» Halbuki be-nim Hâniye´de gördüðüme göre fetva bu sulhun caiz olmadýðýna dairdir.
Makdisî de beþinci bir þekil zikretmiþtir. Bu da, mâlik emanetin ema-netçi tarafýndan helak
edildiðini iddia etse ve sussa yapýlan sulh caizdir. Lâkin bu beþinci sayýlan þekil Hâniye´de ikinci
þekildir.
Malûm olsun ki, burada metin sahibinin ve sarihin sözleri açýklan-mamýþtýr. Çünkü metin sahibinin,
«Helakini iddia etmeden» sözü inkâr., sükût ve red davasýný da kapsamýna alýr. Bu da birinci þekil,
ikinci þe-kil, üçüncü þeklin bir þýkký ve dördüncü þekildir. Halbuki sen bildin ki: bu, birinci þekildir.
Ýkinci þekil zaten ittifakla caizdir. Tercih edilen gö-rüþe göre bu sekideki sulh üçüncü þeklin bir
þýkkýnda ve dördüncü þe-kilde caiz deðildir. Doðru olan Musannifin, «helakini iddia etmeden»
ta-birinin yerine, «red davasýndan veya helak davasýndan sonra» demesiydi. Metindeki, «etmeden»
kelimesini atýp, «sonra» ve «red» kelimeleri kullanmalýydý. O zaman kendisiyle fetva verilen görüþe
göre üçüncü þe-kil Ebû Yusuf´un görüþüne göre de dördüncü þekil bunun içine girerdi. Burada
dayanýlan görüþ de Ýmam Ebû Yusuf´un görüþüdür. Çünkü Ha-niye sahibi adeti üzere onu
diðerlerinin önüne geçirmiþtir.
Musannýfýn, «helakini iddia ettikten sonra sözü mâlikin emanetçi-nin emaneti istihlâk ettiði iddiasýný
da kapsar, ki bu da üçüncü þeklin bir þýkkýdýr.
Helakýný iddia etmeden susmasý da dördüncü þeklin bir þýkkýdýr. Sen de geçen açýklamalarýmýzdan
kesinlikle anladýðýn gibi üçüncü vechin bir þýkkýyla dördüncü þeklin bir þýkkýnda caiz olmamasý
yönü tercih edilir.
Musannýfýn, «Sulh geçerlidir Fetva da bununla verilir.» sözü de ye-rinde deðildir. «Yemin etse ve
sulh yapsalar» sözü de metin sahibinin mutlak ifadesine bir itiraz olmaktadýr. Ben Eþbâh´ýn
ifadesinin de be-nim söylediklerimi tasvib ettiðini gördüm. Eþbâh´ýn ifadesinin metni þu-dur: «Sulh
bir akittir, anlaþmazlýðý kaldýrýr. Emanetçi ile emanetin helak olduðunu söyledikten sonra sulh
yapmak geçerli deðildir. Zira ortada anlaþmazlýk yoktur.»
Daha sonra Meçmâ metninin de benim söylediðim þekilde olduðunu gördüm. Mecmâ sahibi,
metninde ecîr-i has (özel iþçi) ile emanetçinin emanetin helak olduðunu söylemesinden veya iade
ettiðini iddia etme-sinden sonra yapýlan sulhun caiz olduðunu zikretmiþtir.
«Bu makbuldur ilh...» Bu ifâdeden anlaþýlýyor ki, eðer delil sulh anýnda mevcutsa ve sulhta da bir
aldatma veya bir noksanlýk varsa, sulh geçerli deðildir. Bezzâziyye´de de bu açýklanmýþtýr. Sâyýhânî.
«Yemin taleb etse îlh...» Yani çocuk balîð olduktan sonra davalý-dan yemin taleb etse.
«Bazýlarýna göre yukarýda açýklanan sulh geçerli deðildir ilh...» Çün-kü yemin, dava konusunun
delilidir. Yemin edince bedeli ödemiþ olur. Hâmevî Kýnye´den.
«Sirâciye´de ilh...» Bahýr´da da sulhun geçerli olduðu kesin bir ifa-de ile belirtilmiþtir. Hâmevî,
«Eþbâh´ýn benimsediði görüþ Ýmam Muhammed´in, Ebû Hanîfe´den rivayetidir. Bahýr´da benimsenen
görüþ ise iki-sinin görüþüdür. Sahih olan da ikisinin görüþüdür. Muînü´l-Müftî´de ol-duðu gibi.»
demiþtir.
«Birinci görüþ öne alýnarak ilh...» Hâmevî´nin zikrettiðine göre doð-rusu «birinci» deðil, «ikinci»
demesiydi.
«Bir malýn ayýbýndan dolayý ilh...» Hangi ayýp olursa olsun. Burada özel bir ayýp
kasdedilmemektedir. Bunun tamamý Minah´tadýr.
ALACAK (DEYN) DAVALARI FASLI
METÝN
Bir kimsenin diðer bir kimsedeki alacak (deyn) veya gasbedilmiþ hak-kýndan ötürü onun bir kýsmý
üzerine yapýlan sulh hakkýnýn bir kýsmýný almak, kalan kýsmýný düþürmek anlamýndadýr. Bu sulh
anlaþmasý ribâ ihtimalinden dolayý ivazlý akit sayýlmaz. Buna göre bir kimseden peþin alacaðý bin
lira hakkýndan ötürü, sulh bedelinin alýnmasýný þart koþma-dan yüz lira peþine veya vadeli bin liraya
veya bin iyi dirhemden ötürü yüz züyuf dirheme sulh yapýlmasý geçerlidir.
Ayrý cinslerde ivazlý akit ve sarf olmadýðý için geri býrakýlmasý caiz olmadýðýndan dirhemden ötürü
tecil edilmiþ dinar üzerine veya vadeli bin lira hakkýndan ötürü peþin yarýsý üzerine sulh geçerli
deðildir. An-cak mükâtebin efendisi ile vadeli bin liradan ötürü peþin yarýsýna sulh yapmasý caizdir.
Zeylâî.
Bin siyah paradan ötürü yarýsý kadar beyaz para üzerine sulh ya-pýlmasý geçerli deðildir. Bunda asýl
kaide, ihsan ve tenkis alacaklýdan olursa haktan düþürmedir. Eðer her iki taraftan da olursa o
zaman ivazlý akit olur.
Bir kimse bin lira alacaklý olduðu kimseye, «Yarýn beþyüzünü öde geri kalanýndan beri olmak
üzere.» dese o da kabul ederek anlaþýlan meblâðý o gün ödese borçtan kurtulmuþ olur. Söylenilen
gün ödemezse, þart yerine getirilmediði için borcu aynen devam eder.
ÝZAH
«Deyn davalarý faslý ilh...» Uygun olan Musannýfýn, «Alacak dava-larýndan sulh faslý» demesiydi.
Minâh´ta, «Musannýf umumî davalarda sulhun hükmünü zikretti. Bu fasýlda da alacak davalarýndan
sulha has hükmü zikretmiþtir. Çünkü hususî hükümlerden sonra zikredilir.» denil-miþtir.
«Bir kýsmý üzerine ilh...» Musannifin burada, «bir kýsmý» tabirini kullanmasý gösteriyor ki, «ekseri»
üzerine sulh yapmak caiz deðildir. Bu takyid ayrýca dava konusu olan þeyin meblâðýnýn
bilinmesinin þart ol-duðunu da ifade etmektedir. Lâkin Gâyetü´l-Beyân sahibi Kâfi þerhin-den
naklen, «Eðer birinin diðeri üzerinde dirhemleri olsa ve ikisi de onun tartýsýný bilmeseler, ondan
ötürü bir kumaþ veya baþka birþey üzerine sulh yapmalarý caizdir. Çünkü sulh konusunun
miktarýnýn meçhul oluþu sulhun geçerli oluþuna engel deðildir. Eðer dirhemler sulh yaparlarsa, bu
sulh kýyasen fasittir. Zira sulh bedelinin sulh konusu olan dirhemler-den daha çok olma ihtimali
vardýr. Fakat ben bunun istihsan deliline gö-re caiz olduðu kanaatindeyim. Çünkü açýkça
bilinmektedir ki sulhlarda sulh bedeli, sulh konusu olan þeyden her zaman daha azdýr. Çünkü
sul-hun temeli azaltma üzerine atýlýr. Öyleyse taraflarýn bir. sulh bedeli tak-dir etmeleri zahiren dava
konusunun miktarýný bildiklerine ve sulh be-delinin ondan az olduðuna delâlet eder.» demiþtir.
«Deyn ilh...» Bu deyn (alacak) satým akdi, kira veya karz yoluyla olabilir.
«Kalan kýsmýný indirim yapmaktýr ilh...» Davacý, münkir olan davalý-ya, «Ben seninle alacaðým olan
bin lira yerine yüz lira üzerine sulh yap-tým» diyerek yüz lirayý alsa, geri kalan dokuzyüz liradan ibra
etmiþ olur. Bu da diyâneten deðil hükmen geçerlidir. Ancak, «Sulh yaptým.» sözü-ne ilâveten, «ve
seni ibra ettim.» derse, o zaman diyâneten de ibra et-miþ olur. Kûhistânî. Ben bu meselenin
benzerini daha önce Hâniye´ye nisbetle zikrettim.
«Peþin yarýsý üzerine ilh...» Düþürdüðü yarý vadenin karþýlýðý için alýnmasý haramdýr. Harama bina
edilen sulh da haramdýr. Caiz olmaz.
«Caizdir ilh...» Çünkü mükâteb ile mevtasý arasýndaki kölelik vasfý ivazlý akit manasýndan daha
açýktýr. Bunun için de vadeli borçtan bir kýsmýný düþmek vade karþýlýðý sayýlmaz. Efendi kölesini
kitabet bedeli olarak anlaþýlan malýn bir kýsmýný düþürerek bir kýsmý ile onu süresi gel-meden azad
ediyor ki, köle bununla bir an önce hürriyetine kavuþmuþ oluyor.
«Ývazlý akit olur ilh...» Yani bu sulhta ivazlý akdin hükmü uygulanýr. Eðer sulhta ribâ veya ribâ
þüphesi gerçekleþirse sulh fasit olur. Ribâ ve ribâ þüphesi yoksa sulh geçerli olur. T.
T. diyor ki: «Bir kimse meblâð ve vasýf cihetiyle kinde hakkýndan az bir þey üzerine veya vakit
bakýmýndan tayin olunandan daha kýsa bir süre üzerine sulh yaparsa bakýlýr: Eðer alacaklý ile borçlu
arasýnda ala-caklýnýn hakký olmayan bir vasýf -siyah yerine beyaz gibi- veya vasýf an-lamýna gelen
-vadeliyi peþine çevirmek gibi- bir þey sulha girerse veya bir maldan ötürü onun cinsinden olmayan
birþey üzerine sulh yapýlýrsa, ribâ ve ribâ þüphesi bulunmadýðý takdirde sulh geçerlidir.»
METÝN
Bu mesele beþ þekil üzere bulunur. Birincisi yukarýda gecen þekildir.
Ýkincisi, vakit -yarýn gibi- tayin etmeden, «Beþyüzü öde, geri kala-nýndan beri ol.» dese, bu ifade
mutlak þekilde yapýlan bir ibra olduðu için borcun tamamýný ödemesi gerekmez.
Üçüncüsü, alacaðýnýn yarýsý üzerine, yarýn ödemesi þartý ile sulh yapsa, borçlu yarýn yarýsýný ödese
borcun tamamýndan berî olur. Eðer yarýn ödemezse birinci þekilde olduðu gibi þart yerine
gelmediði için borcun tamamý devam eder.
Dördüncüsü, borçluya, «Borcun yarýsýndan seni ibra ettim, kalan kýsmýný yarýn ver.» sözüyle
yapýlan sulhtur. Bu sulhta borçlu, borcun yarýsýný yarýn ister ödesin ister ödemesin yarýsýndan berî
olmuþtur. Çün-kü sulh konuþmasýnda ödeme deðil ibra önce zikredilmiþtir.
Beþincisi, «Bana ne zaman ödersen sana þu kadarýný baðýþlarým.» gibi ibra açýk bir þarta
baðlanýrsa, ibra geçerli deðildir. Zira geçtiði gi-bi ibrayý açýk bir þarta baðlamak bâtýldýr. Ýbra bir
bakýma temliktir. Tem-lik ise açýk bir þarta baðlanmaz.
Borçlu alacaklýya gizlice, «Borcu bir süre ertelemez veya borçtan bir miktar düþürmeden sana
borçlu, olduðumu ikrar etmem» dese, ala-caklý da bunu yapsa, bu fiili geçerli olur. Çünkü borçlu
alacaklýyý zorlamamýþtýr. Fakat borçlu gizlice dediðini daha önce ilân etmiþ olsa, o zaman alacaklý
borcun tamamýný peþinen alýr.
Birisi bin lira alacaklý olduðunu iddia ve borçlu da inkâr etse, ala-caklý, «Yüz lirasýný düþmek
þartýyla borcun tamamýný ikrar et.» dese, bu düþürme caizdir. Fakat, «bana borçlu olduðunu itiraf
et, sana yüz lira vereyim.» dese, bu öncekinin aksine caiz deðildir. Çünkü verdiði rüþvet olmaktadýr.
Alacaklý borçluya, «bana borçlu olduðunu ikrar et, borçtan yüz li-rasýný düþeyim.» dese, o da ikrar
etse, ikrar geçerli, borçtan düþürmek ise geçerli deðildir. Müctebâ.
ÝZAH
«Borcun tamamýný ödemesi gerekmez ilh...» Ýster ödesin, ister öde-mesin.
«Borcun yarýsýndan seni ibra ettim. Kalanýný yarýn ver ilh...» Alacak-lý borçluya, «Seni beþinden ibra
ettim, beþini peþin vermek üzere.» dese, eðer borç, peþin ödenmesi gereken bir borç ise ibra
geçerlidir. Çünkü ödenilen beþ, peþin ödenmesi vacip olan bir borçtu. Zira buradaki ibra, vadeli bir
borcun peþin ödenmesi þartýna baðlanmamaktadýr.
Borç vadeli bir borç ise, ödemeyi kabul ettiði beþi peþinen ödemezse ibra bâtýl olur.
Câmiü´l-Fusûleyn. Hâmiþ´te de böyledir.
«Açýk bir þarta baðlanýrsa ilh...» Kûhistânî, «Bu ifade, eðer þartý deðil de cezayý önce söylemiþ olsa
sulhun geçerli olacaðýný bildirir.´ Zahîriye´de bu, þu örnekle açýklanmaktadýr: «Alacaklý, «Yarýsýný
senden düþürdüm, eðer yarýsýný peþinen ödersen.» dese fakihlere göre bu dü-þürmedir. Velevki
peþinen ödemeee de.» der. Sâyýhânî.
«Ne zaman ödersen ilh,...» Burada hitab borçluya veya kefiledir. Ýsbicabî, Kâfî´nin þerhinde,
Kâdýhân da, Câmi´nin þerhinde kefilin de borçlu gibi olduðunu açýkça zikretmiþlerdir.
Gâyetü´l-Beyân´da da, «Bunda bir çeþit kapalýlýk vardýr: Çünkü ke-filin ibrasý sýrf düþürmektir.
Bundan ötürü kefil, kefaleti reddetse de reddolunmaz. Uygun olan kefili ibra ettiðinde de ibrayý bir
þarta baðlama-sýdýr. Talâkla yemin edilmediði gibi ibra ile de yemin edilmemek cihetiyle kefilin
ibrasý asilin ibrasý gibi olur. O zaman kefilin ibrasý mütaarýf olan bir þarta baðlamakla geçerli olur.
Eðer mütaâraf olmayan bir þarta bað-lanýrsa geçerli olmaz. Bundan ötürü adam birisine mal ile kefil
olduðu gibi yarýn ödemek üzere nefsiyle de kefil olmuþ olsa, mal ile kefaletten berî olur. Kendi nefsi
ile öderse maldan da berî olmuþ olur. Çünkü bura-da beraeti müteâraf bir þarta baðlamýþtýr ki bu da
sahihtir» denilmiþtir.
«Çünkü alacaklýyý zorlamamýþtýr ilh...» Zira alacaklý delil bulana veya yemin edene kadar dileseydi
bunu yapmazdý. Ýtkânî.
«Alacaklý borcun tamamýný peþinen alýr ilh...» Bu söz ifade ediyor ki, .«Ben sana borçlu .olduðumu
ikrar etmem.» demesi ikrardýr. Bundan ötü-rü Gâyetü´l-Beyân´da,«Fakihler Câmiü´s-Cagîr´in
þerhlerinde, «Alacak-lýnýn, «Ýkrar etmem» demesi ancak gizli olabilir. Bu sözü alenen söylerse ikrar
kabul edilir.» demiþlerdir, denilmiþtir.
METÝN
Bir pazarlýkla satýlan ortak malýn kýymeti veya miras kalan bir deyn (alacak) veya helak edilen ortak
bir malýn kýymeti gibi sebebi bir olan müþterek bir deynden ötürü alacaklýnýn biri bir miktar þey
alsa, diðer or-tak dilerse ortaðýnýn aldýðýna ortak olur. Dilerse borçludan o miktar kadar da kendisi
taleb eder.
Buna göre zikri geçen ortaklarýn biri borçlu ile borcun cinsi hilâfýna olan bir kumaþ üzerine sulh
yapsa, diðer ortak o kumaþýn yarýsýný alýr. Ancak sulh yapan ortak asýl borcun dörtte biri için
ortaðýna kefil olur-sa bu takdirde diðer ortaðýn kumaþ üzerinde bir hakký kalmaz.
Ortaðýn biri sulh yapmadan alacaðýn yarýsý karþýlýðýnda birþey sa-týn alsa, ortaðý takas yoluyla
yarýsýný aldýðý için kendisine alacaðýn dörtte birini tazmin ettirir. Ortak kâbz, sulh ve satmalýna gibi
geçmiþ mesele-lerde hakký borçlunun zimmetinde kaldýðý için bunu borçludan taleb eder.
ÝZAH
«Müþterek bir alacak ilh...» Musannýfýn burada «Deyn» (alacak) ile kayýtlamasýnýn sebebi, eðer sulh
müþterek bir maldan olursa, o za-man sulh bedeli yalnýz sulh yapan ortaða aittir. Diðer ortaðýn sulh
be-deline ortak olmak hakký yoktur. Çünkü bu sulh her yönüyle ivazlý akittir. Çünkü dava konusu
maldýr ve sulh bedeli de maldýr. Borç ise bunun aksinedir. Zeylâî. Bu hatýrda tutulsun. Çünkü çok
vakî olan" bir meseledir.
Hâniye´de þöyle denilmiþtir: «Ýki kiþi bir diðerinin elinde olan arsa veya evi iddia ederek, «Bu bize
babamýzdan miras kalmýþtýr.» deseler, ve veya arsayý elinde bulunduran þahýs da bunu inkâr etse,
ortaklar-dan biri iddia ettiði þeydeki hissesine karþýlýk yüz dirhem üzerine sulh yapsa, diðer ortak
veya kardeþ, alýnan yüz dirheme ortak olmak istese, ona ortak olamaz. Çünkü yapýlan sulh,
davacýnýn zannýna göre ivazlý akittir. Davalýnýn zannýna göre ise yemin karþýlýðýdýr. Bu bakýmdan her
yönüyle ivazlý akit olmadýðýndan þüphe ile ortaðýna ortaklýk hakký tesbit edilmez. Ýmam Ebû
Yusuf´tan bir rivayete göre, ortaðý diðer ortaðýn sulh bedeli olarak aldýðý yüz dirheme ortak olabilir.»
«Bir pazarlýkla ilh...» Yani her ortaðýn kendi baþýna bir malý olsa ve-ya ikisinin ortak olduklarý bir
mal olmuþ olsa, ortaklar müþterek malý veya mallarý bir pazarlýkla, mallarýn fiyatlarýný ayrý ayrý tayin
etmeden satsalar. Zeylai.
Musannýf burada, «bir pazarlýk» diyerek iki ayrý pazarlýktan kaçýn-mýþtýr. Þöyle ki, iki adam arasýnda
ortak bir köle olmuþ olsa, ortaklar-dan birisi kölede olan hissesini bir adama beþyüz dirheme satsa,
ortaðý da kendi hissesini ayný adama ikinci bir pazarlýkla beþyüz dirheme sat-sa, ikisinin satýþý
birleþtirilerek bin lira üzerine sened yazmýþ olsalar, or-taklardan bir tanesi satýþ bedelinin bir
kýsmýný almýþ olsa, diðer ortak bu alýnan ortak olambz. Çünkü ikisi deynde ortak deðillerdir. Her
deyn kendi baþýna bir satýþtan dolayý gerekmiþtir. Azmiye. Bahsin tamamý Minah´tadýr.
«Miras kalan bîr deyn ilh...» Veya onlara vasiyet olunan bir mal veya onlarýn mirastaki kendi haklarý.
Ebussuud, þerhinden.
«Kendisi taleb eder ilh...» Borçludan taleb etse fakat hissesine dü-þen mal helak olsa, yani borçlu
iflâs ederek ölse, o zaman, hissesini alan ortaðýn aldýðýnýn yarýsýný alýr. Velev ki dýþarýdan alsýn.
Bahir ve Zeylâî´ ye bakýnýz.
«Borcun cinsi hilâfýna ilh...» Çünkü, eðer ayný cins üzerine sulh yapmýþ olsa, ortaðý ona ortak olur
veya borçluya döner. Hissesini alan ortak için muhayyerlik yoktur. Zira bir yerde deynin bir kýsmýný
almýþ gibi sayýlýr. Zeylâî.
«Yarýsýný alýr ilh...» Sulh bedeli olan kumaþýn yarýsýný ve borçludan deynin yarýsýný alýr. Minâh.
«Borcun dörtte biri için ortaðýna kefil olursa ilh...» Yani sulh yapan! kefil olursa. Bu, ifade ediyor ki,
burada sulh yapan ortak muhayyerdir. Ortaðý ona uymayý arzu ederse sulh yapan ortak dilerse sulh
bedelin-den onun hissesini verir, dilerse borcun aslýnýn dörtte birine kefil olur. Sulh ister ikrar ile.
ister inkâr veya sükût ile olsun sonuç deðiþmez.
METÝN
Ortaklardan biri borçluyu kendi hissesinden ibra etse, geri dönemez. Çünkü bu, kabz (almak) deðil,
telef etmektir. Borçlunun alacaklýlarýn birisi üzerinde onlara borçlanmazdan önceden kalan bir
alacaðý ol-sa, borcu geçmiþ alacaðýna mahsuben takas olur. Bunun hükmü de ayný-dýr, rücû
edemez. Çünkü burada adam parasýný almýþ deðil, borcunu öde-miþtir.
Ortaklardan birisi borçluyu alacaðýn bir kýsmýndan ibra etse, ge-ri kalan kýsmý hisselerine göre
taksim edilir. Takas da böyledir.
Alacaklýlardan birisi alacaðýný tecil etse, ikinci imama göre ge-çerlidir. Kendi hissesi karþýlýðýnda
birþeyi gasb ve icar etmiþ olsa, or-taðý ondan hissesini alýr.
Borçlu kadýn olsa ve ortaklardan birisi alacaðý karþýlýðýnda onunla evlense veya ortaklardan birisi
borçluyu kasden yaralasa ve hissesi üzerine sulh yapmýþ olsa, bunlar kabz deðildir. Ortaðý birþey
taleb edemez.
Hissesini alan adam ortaðýnýn rücû etmesini önlemenin hilesi þu-dur: Borçlu ona borcu kadar
birþey hibe eder. Sonra alacaklý ona alaca-ðýndan ibra eder. Veya borçlu alacaklýya bir miktar
hurma satar, o da bunu borçtan ötürü ibra eder. Bu þekilde aldýðý þey kendisine ait olur, ortaðý
ondan birþey taleb hakkýna sahip olamaz. Mültekâ ve diðer mu-teber kitaplarda bu mesele
zikredilmiþtir. Þirket bahsinde de geçmiþti.
Selem yapan ortaklardan birisi sermayeden kendi hissesi üzerine sulh yapsa, ortaðý ona izin
verirse bu sulh ikisi adýna da geçerlidir. Or-taðý kabul etmeyip reddederse sulh reddolunur. Çünkü
bu surette kabzetmeden önce deynin taksimi gerekir, bu da bâtýldýr. Fakat ortaklýklarý Mufaveze
(mutlak eþitlik esasýna dayanan ortaklýk) ortaklýðý ise, o zaman yapýlan sulh mutlaka caizdir.
ÝZAH
«Borçlanmazdan önceden kalan bir alacaðý ilh...» Fakat ortaklar-dan birisi borçluya onun
borcundan sonra borçlanýrsa, malýný almýþ gi-bi sayýlýr.
«Kalan kýsmý hisselerine göre taksim edilir ilh...» Meselâ iki kiþinin bir kimse üzerinde yirmi
dirhemleri olsa, ortaklardan birisi borçluyu kendi payýnýn yarýsýndan ibra etse, alacaðýndan ancak
beþ dirhem taleb edebilir. Diðer ortak ise, on dirhemini taleb eder. Hâmiþ´te de böyledir.
«Takas da böyledir ilh...» Meselâ borçlu, borçlanmazdan önce ala-caklýlardan birisinden beþ dirhem
alacaklý olsa, bu borcu ile takas edi-lir. Geri kalaný ise hisselerine göre taksim edilir.
«Gasb ilh...» Alacaklýlardan birisi borçludan birþey gasbettikten son-ra itlaf etmiþ olsa, diðer ortaðý
ona ortak olur. Çünkü birbirlerine kefil olduklarý için gasb anýnda diðeri de mala mâlik olmuþtur.
Ortaklardan birisi borçludan kendi hissesine karþýlýk bir seneliðine bir ev icar etse ve otursa hükmü
yine aynýdýr. Kendi hissesine karþýlýk bir kölenin hizmetini veya bir topraðý alýp ekse, yine diðer
ortak buna or-taktýr. Ortaklardan birisi borçludan mutlak þekilde birþey icar etse, hük-mü yine
böyledir.
Ýbni Semâe´nin Ýmam Muhammed´den rivayetine göre. Ortaklardan birisi borçludan kendi hissesine
karþýlýk birþey icar etmiþ olsa, öbürü bu-na ortak olamaz. Ýmam Muhammed bu icâreyi nikâh gibi
kabul etmiþtir. Meselenin tamamý Hidâye þerhindedir.
«Onunla evlense ilh...» Alacaklý, borçlu kadýnla hissesi üzerine evlense, zahirî rivayete göre bu kabz
sayýlmaz ve öbürü ona ortak olamaz. Fakat borçlu kadýnla dirhem vererek veya borçlanarak
evlenirse, bu onun hilâfýnadýr. Çünkü burada vereceði dirhemler alacaðýnýn takasý olur. Burada da
ortak sanki malýný tamamen almýþ gibi olur. Ýtkânî.
«Borçluyu kasden yaralasa ilh...» Yani ortaklardan birisi borçluyu kasden yaralasa ve bunun ersi
(Yaralamanýn, azanýn diyeti) alacaðý ka-dar olsa ve hissesi üzerine sulh yapsa, diðeri buna ortak
olamaz. Daha öncesinden kýsasý varsa hüküm yine aynýdýr. Ýtkânî.
«Selem yapan ortaklardan birisi sermayeden kendi hissesi üzerine sulh yapsa ilh...» Yani kendi
sermayesini alsa ve þirketi feshetmiþ olsa. Ýtkânî. Burada «sulh» kelimesi fesih´ten mecazdýr.
Azmiye.
«Ýkisi adýna ilh...» Alýnan bu para iki ortak arasýnda taksim edilir. Selemde geri kalan sermayeleri de
yine aralarýnda taksim edilir. Dürerü´l-Bihâr.
«Reddolunur ilh...» Sulh reddolununca selem olduðu gibi kalýr.
radyobeyan