> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Hz.Muhammedin İslam Daveti > İnancın ve Hayatın Referansı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İnancın ve Hayatın Referansı  (Okunma Sayısı 1474 defa)
01 Ağustos 2011, 11:59:18
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 01 Ağustos 2011, 11:59:18 »



İnancın ve Hayatın Referansı


Kavmin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, horlanan ve zayıf görülen müminlere dediler ki: 'Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi oldu­ğuna emin raisiniz?' Onlar da 'Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona iman ediyoruz' dediler. [70]

Risâletin ilk yıllarında islâm davetini kabul edenler, müminlerin ilklerinden ol­malarının yanı sıra, ayırıcı ve önemli bir özelliğe daha sahiptiler. Onlar, kendile­rine sunulan daveti, davetin konusu nedeniyle kabul etmediler. Davet edildikleri şeyin mutlak hakikat olması, ilâhî olması, insanlığın inanç ve hayat tarzını en doğ­ru ve en güzel tarzda inşa edecek olması, onların iman edişlerinde belirleyici un­sur değildi, islâm'ın bu özelliklerinin, davetin ilk yıllarında iman edenlerin bu ka­rarlarındaki etkisi çok azdı. Hatta daha da erken bir zamanda, risâletin daha ilk günlerinde, iman edenler için mensubu oldukları dinin özelikleri hiçbir şekilde kararlarının belirleyici unsuru olmadı. İlk müminler, Kur'an'm insanı şaşkınlıkla­ra sürükleyen üslûp mükemmelliğini duyarak veya sahip olduğu mükemmel me­sajı kavrayarak İslâm'a girmediler. İnancı ve hayat tarzım dosdoğru, en güzel kı­lan İslâm ile diğer inanç ve hayat tarzlarını karşılaştırıp, birbirlerine göre eksikle­rini ve yanlışlarını tespit edip, bu inceleme ve araştırmaların sonunda islâm'ın en doğru ve en güzel din olduğuna karar vererek Müslüman olmadılar. Zaten istese­ler de bunu yapamazlardı. Çünkü henüz çok az sayıda ayet vahyohmmuştu. Ne Kur'an'ın tamamı indirilmiş, ne de bir inanç sistemi ve hayat tarzı olarak islâm ta­mamlanmıştı. Tarihsel bir gerçek olarak biliyoruz ki, ilk müminlerin İslâm'a gir­meleri için Resulüllah'm 'Ben Allah'ın elçisiyim' demesi yetmişti. Onlar öncelikle ve hatta sadece ResulüUah'm şahsına güvenerek mümin olmuşlar, daha sonra da aşama aşama vahyolunan ayetleri okuyup İslâm'ı öğrenmişlerdi. Onlar için önemli olan tek şey neye davet edildikleri değil, kimin davet ettiğiydi. Davet edene gü­venleri, davet edildiklerine de güvenmelerine vesile olmuştu. Bu açıdan onların bir çoğundan rivayet edilen şu söz oldukça anlamlıdır; 'Biz önce güvenmeyi, sonra Kur'an'ı öğrendik ve güvenimiz daha da arttı'.[71] İlk müminler, işte bu özellikleriyle, ilâhî mesajı duyup, düşünüp, bu mesajla insanlığa sunulan ebedî saadetin yolunu fark ederek İslâm'a mensup olan sonraki müminlerden ayrıldılar. Ve bu durum onlar için bir kusur veya eksiklik değil, erdem oldu. Bu nedenledir ki, risâletin son yıllarında veya raşit halifeler zamanında müminler erdemlerine göre tabaka­lara ayrıldığında, bu ilk müminler erdem piramidinin en üstünde yer aldılar; tüm Müslümanların takdirlerini ve övgülerini kazandılar.

îlk müminlerin iman edişlerindeki özel durumun sebeplerine ve süreç içerisin­de nasıl eğitildiklerine geçmeden, onların sırf Resulüllah'ın şahsına olan güvenle­ri nedeniyle daveti kabul edip islâm'a girdikleri tespitinin somut dayanaklarını ha­tırlamakta fayda var. Bu açıdan öncelikle dikkate alınması gereken kişi Hz. Hati­ce'dir. O, Resulüllah'ın dahi kendi durumu ve görevi konusunda bazı tereddütler içerisinde olduğu bir zamanda, kocasının elçiliğini tasdik edip, hiç kuşku duyma­dan ve tereddüt etmeden mümin oldu. Zira, daha önceleri bir komşusu, hemşeh­risi olarak yakından tanıdığı Muhammed b. Abdullah, 15 yıldır da kocasıydı. O'nun yanlış bir yolda veya kötü bir gidişatta olabileceğine hiçbir şekilde ihtimal vermedi, böylesi bir düşünceye hiçbir şekilde sahip olmadı. Böylesine mükemmel bir şahsiyetin yanlışların aracısı veya aleti olacağını düşünmedi. Bu nedenlerle, in­sanların en mükemmeli olarak tanıdığı kocasma inanmakta bir an dahi tereddüt etmedi. Üstelik bizzat kocası elçiliğiyle ilgili bazı kuşkulara sahip olmasına rağ­men, onun elçiliğini tasdik edip, bu kararının gerekçesini de açıkça ifade etti: 'Böyle yanlış şeyler düşünme, sevin! Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, işini görmek­ten aciz olanların yardımına koşarsın, fakire verir, onlara kimsenin yapmadığı iyilik­leri yaparsın. Hak yolunda gerçekleşenler karşısında insanlara yardım edersin.[72]

Hz. Peygamber'in çocukluğundan itibaren yakın arkadaşı olan Ebû Bekir, Mekkelilerin şikayetleri üzerine durumu anlamak için görüşmeye gelip olup/bilerin mahiyetini sorduğunda, 'Ben Allah'ın elçisiyim. Beni, bazı şeyleri tebliğ et-iCİn gönderdi. Seni bu şeyleri kabule davet ediyorum. Vallahi bu bir gerçektir.

Seni bir olan, kendisine ibadet edilmeye tek başına layık olan, ortağı ve benzeri bu­lunmayan Allah'a iman etmeye; O'na itaat etmeye davet ediyorum [73] sözleri karşısın­da hiç tereddüt etmeden sevgili arkadaşının elçiliğini tasdik etti. Resulüllahâse onun bu durumunu daha sonraları şöyle açıkladı ve güveninden dolayı takdirle­rini ifade etti: ıHer kimi İslâm'a davet ettimse duraklamış ve tereddüt edip bir baha­ne göstermiştir. Yalnızca Ebû Bekir, İslâm'a davet edildiği zaman kabulde gecikmedi ve tereddüt etmedi.' Öyle de olması gerekiyordu, çünkü Ebû Bekir, bizzat sahabe­lerin ifadesiyle Resulüllah'ı en iyi tanıyanlardan birisiydi.

Zeyd b. Haris de, Resulüllah'ı çok yakından ve iyi tanıyanlardan birisiydi. O'nu yıllardır tanıyordu. O'nu babasına dahi tercih etmekte tereddüt etmemişti. Önce­leri efendisi, şimdi babalığı olan Resulüllah'ın, 'Ben Allah'ın elçisiyim' sözlerini hiç tereddüt etmeden tasdik etti.

Burada Hz. Ali'den bahsetmek, konunun mahiyeti açısından önemli olmayabi­lir. Çünkü o Müslüman olduğu zaman henüz bir çocuktu. Onun bu durumunu diğer Müslümanlardan daha farklı değerlendirip, bir çocuğun tercih ve onayının çok fazla önem ifade etmediği düşünülebilir. Fakat yine de bilinmelidir ki, onun da, kuzeni olan Resulüllah'ın elçiliğini tasdik etmesinin öncelikli nedeni, O'na olan sevgi ve güveniydi.

Her ne kadar risâlet dönemine kadar yaşamamış ve islâm davetine muhatap ol­mamışsa da burada Varaka b. Nevfel'den de bahsetmek gerekiyor. Risâletin ilk günlerine şahit olan Varaka b. Nevfel'in tutumu, konu dahilinde son derece önemlidir. Varaka, tereddüt ve korkular içerisinde yanma gelen Muhammed b. Abdullah'ın anlattığı şeyleri dinledikten sonra, 'Yalan söylüyorsun', ' Hastasın1 ve­ya 'Bu anlattıkların Tevrat ve incil'de bahsedilen Peygamberlerin durumlarına benzi­yor, fakat sen peygamber olamayacağına, peygamberliğin gerektirdiği sıfatlara sahip olmadığına göre, sana ancak cinler musallat olmuş olabilir' demedi. Böylesi veya benzeri bir kanaat dile getirmedi. En ufak kuşku duymadan ve hiç tereddüt etme­den şunları söyledi; 'Bu gördüğün Musa'ya gelen Namus-u Ekber'dir. [74] Çünkü, Re­sulüllah'ı doğduğu günden beri çok yakından tanıyor, O'nun ne kadar mükemmel bir şahsiyet olduğunu çok iyi biliyordu. O'nun yalan söylediğini, açık veya gizli planlara sahip olduğunu, bazı oyunlar kurguladığını düşünmedi. Bunları en kü-Çük ihtimal olarak dahi aklına getirmedi. Hatta daha da önemlisi, Muhammed'in söylediklerinde doğru olduğunu söyledi ve cinlerin etkisi altına girmiş olabilece­ğini dahi düşünmedi. Böylesi bir ihtimali de, aynen Hz. Hatice'de olduğu üzere, mÇbir şekilde mümkün görmedi. Halbuki yaşadıkları toplumun cinlerle ilgili mançları böyle düşünmelerine müsaitti. O, hiç tereddüt etmeden Muhammed b. Abdullah'ın anlattıklarının gerçek olduğunu tasdik etti. Ve hatta bu tasdikinin neden olacağı zorluklara ortak olmayı büyük bir özlemle dile getirdi: 'Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım. Keşke kavminin seni Mekke'den çıkaracakları gün hayatta bulunsaydım [75] dedi. Ancak ne var kt, kısa süre sonra vefat etti.

Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, ilk müminlerin iman edişlerinin tek nede­ni, Resulüllah'm şahsına duydukları sevgi ve güven idi. Gerçi zaman ilerledikçe ve vahiy arttıkça iman edişte vahyin bizzat kendisi etkili olmaya başlamışsa da, baş­langıçta vahyin iman ediş üzerinde etkisi olmamıştır. Bu konuda farklı bir görüş ileri sürmek mümkün değildir. İlk müminlerden Osman b. Maz'ûn'un İslâm da­vetini kabul edişiyle ilgili açıklaması konunun delillerinden birisi olarak önemli­dir. Osman, islâm davetini kabul ediş nedenini şöyle açıklamıştır: 'Ben başlangıç­ta yalnız Muhammed'den utandığım için Müslüman olmuştum. Esasen îslâm kalbime yerleşmemişti. [76]

Şurası açık ve kesindir ki, eğer elçi olarak Muhammed b. Abdullah değil de bir başkası seçilseydi, onun kendisine vahyolunan birkaç ayeti okuması ve ıBen Al­lah'ın elçisiyim' demesi karşısında en yakınları bile 'Senin söylediklerinin doğru ol­duğuna nasıl inanalımV derlerdi. Hatta bir çoğu bunu bile demeden 'zavallı aklını kaybetti' veya 'saçmalıyor' diye tepki gösterirdi. Olaya biraz daha olumlu yaklaşan­lar bile, elçi olduğunu söyleyen kişinin doğru söylediğine, insanları aldatmadığı­na ikna olmaya çalışırlardı. Elçiliğin delili için delil isterlerdi. Davete çok daha olumlu yaklaşanlar ise en azından yemin ettirirlerdi. Ama bunların hiçbirisi Mu­hammed b. Abdullah için söz konusu olmadı. Kendisini tanıyanlardan bir kısmı, en ufak bir kuşkuya kapılmadan, sorup-sorgulamadan O'nun durumunu kabul edip, bildirdiklerini tasdik ettiler. Çünkü güvensizlik ifade eden bir durumun Re-sulüllah'la hiçbir şekilde bağdaşmayacağını çok iyi biliyorlardı. Zaten O'nu tasdik etmeyenler ve bildirdiklerini reddedenler, O'na güvenmediklerinden veya O'nu yalancı bulduklarından değil, bizzat kendileriyle ilgili nedenlerden dolayı bunu yaptılar. Kendi kişisel veya toplumsal bazı durum ve özellikleri daveti reddetme­lerinde etkili oldu.

Risâlet sürecinin her aşamasında o kutlu elçinin ahlaken mükemmel, kusur­suz, güzel, doğru bir kişi olduğunu sadece O'nu gönderen yüce Allah veya seven­leri değil, O'nun en katı, en acımasız düşmanları bile gerektiğinde ifade etmekten kaçınamadı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İnancın ve Hayatın Referansı
« Posted on: 29 Mart 2024, 02:30:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İnancın ve Hayatın Referansı rüya tabiri,İnancın ve Hayatın Referansı mekke canlı, İnancın ve Hayatın Referansı kabe canlı yayın, İnancın ve Hayatın Referansı Üç boyutlu kuran oku İnancın ve Hayatın Referansı kuran ı kerim, İnancın ve Hayatın Referansı peygamber kıssaları,İnancın ve Hayatın Referansı ilitam ders soruları, İnancın ve Hayatın Referansıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes