> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Vakıflar
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Vakıflar  (Okunma Sayısı 6297 defa)
17 Şubat 2010, 22:31:08
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 17 Şubat 2010, 22:31:08 »




Reddü´l Muhtar / Vakıflar



VAKIF BAHSİ



METİN


Vakfın şirkete olan münasebeti, bir kimsenin başkasını kendi malında kendisiyle beraber menfaatlandırmasıdır. Şu kadar var ki; şirkette mâlikin mülkü bâkidir. Vakıfta ise bâki değildir.

Vakıf : Lügatta hapsetmek mânâsınadır.

Şeriatta vakıf; bir aynın (vakfedilen şeyin) vakfedenin mülkü hükmü üzere hapsedilmesi ve menfaatının -her ne kadar sonunda olursa da- tesadduk edilmesidir. Bu tarif İmam-ı Azam´a göredir. İmam-ı Azam´dan esah olan kavle göre vakıf âriyet gibi câizdir, lâzım değildir.

İmameyn´e göre vakıf; bir aynın Allah Teâlâ´nın mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ve menfaatının -her ne kadar zengin olsa bile- vakfedenin sevdiği kimselere sarf edilmesidir. İmameyn´e göre; vakıf lâzım ve sâbittir, vakfedenin onu iptal etmesi câiz değildir. Vakfeden öldükten sonra vakfettiği mülk mirâs kalmaz. Fetva İmameyn´in kavilleri üzerinedir. İbn-i Kemâl, İbn-i şihne.

İZAH

"Vakıf bahsi ilh..." Vakıf hapsetmek mânâsına olan "vakafe" fiilinin masdarıdır. Bundan dolayı mahşerde insanların hesab vermeleri için hapsedildikleri yere "mevkıf" denilmiştir. "Vakıf" kelimesinin mevkuf mânâsında kullanılması meşhurdur. "Bu hane vakıftır" denilir. Cem´i "evkaf" dır.

İmam şâfiî: "Allah Teâlâ´nın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan vakıf cahiliyyet ehlinden sadır olmamış, Müslümanlar tarafından vâki olmuştur." demiştir.

Münye´nin vakıf bahsinde : "Ribat (tekke, kervansaray gibi gelip geçenlerin konaklanmasına mahsus vakfedilmiş bina köle azad etmekten efdaldir." diye zikredilmiştir.

"Kendisiyle beraber menfaatlandırmasıdır ilh..." Nehir´de: "Vakfın şirkete olan münasebeti her birinden maksud, asıl malın üzerine ziyada olan şeyle menfaatlanılması itibarıyladır. Ancak şirkette asıl mal sahibinin mülkü üzerine bakidir. Vakıfda ise ekseri fukahaya göre, sahibinin mülkünden çıkmıştır." diye zikredilmiştir.

"Vakfedenin mülkü hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih İs´âf ile Şürunbulâlî´ye tabi olarak vakfın tarifinde "hükmü" lâfzını ziyade etmiştir. Fakat ziyade etmesi sahih değildir. Çünkü İmam Azam´a göre, vakfedilen şey, hakikaten vakfedenin mülkü üzere bakîdir. Bundan dolayı Kuhistanî´de zikredilmiştir ki; "Şeriatta İmam-ı Azam´a göre vakıf: Bir aynın sözle başkasının tasarrufundan menedilmesi ve vakfedenin mülkü üzere hapsedilmesidir. Buna göre vakfedilmiş bir mülk hayatında vakfedenin ya öldükten sonra vârislerinin mülkü üzere bakî olup satılması ve hibe etmesi câiz olur. Fakat bu tarif vakıf bir mescid ile müşkil olur. Çünkü vakıf bir mescid icma ile Allah Teâlâ´nın mülküdür. Buna şöyle cevap verilebilir: Bu tarif vakfedilmesinde ihtilâf olan vakıf hakkındadır. Mescidin vakfedilmesi ise ittifakîdir.

Velhasıl: Musannıf, vakfedilmesinde ihtilâf bulunan şeyi tarif etmiştir. Şârih ise, vakfedilmesinde ittifak bulunan şeyin tarifini seçtiği için "hükmü" lafzını ziyade etmiştir. Herkesin yöneldiği bir cihet vardır.

"Her ne kadar sonunda olursa da tesadduk edilmesidir ilh..."

= Yalnız zenginlere yapılan vakıf câiz değildir =

Bir kimse vakfettiği bir mülkünün gelirini hayatta bulunduğu müddetçe kendisine öldükten sonra da fakirlere vakfetse sahih olur.

Kezâ: bir kimse vakfettiği mülkünün gelirini önce sevdiği zenginlere, onların ölümünden sonra da fakirlere vakfetse, yine sahih olur.

Muhit´ten naklen Nehir´de zikredilmiştir ki; bir kimse yalnız zenginlere vakfetse sahih olmaz, Çünkü bunda kurbet yani manevî yakınlık ve rızayı ilâhîyi kazanmak yoktur. Ama bu zenginler muayyen olup bunlar öldükten sonra vakfın gelirinîn fakirlere verilmesini şart koşsa, sonunda kurbet bulunduğundan câiz olur.

"İmam-ı Azam´dan esah olan kavle göre, vakıf âriyet gibi câizdir, lazım değildir ilh.." İs´âf´da: "Vakıf, İmam-ı Azam´a ve diğer imamlarımıza göre, câizdir." diye zikredilmiştir. Asıl´da: "İmam-ı Azam, vakfa cevaz vermiyordu." diye zikredilmiştir. Bazı âlimler, bu ifadenin zâhirini alıp: "İmam-ı Azam´a göre vakıf caiz değildir." demişlerdir. Halbuki vakıf, esasen imamlarımızın hepsine göre câiz, usûlü dairesinde sahih olmakla beraber aralarındaki ihtilâf, ancak vakfın bir akd-i lâzım olup olmamasındadır. Şöyle ki: Vakıf, bir akd-i lazım mıdır? Yani vakfın hükmüne riayet edilmesi, vakfedilmiş mülkün vakfedeni veya vakfedenin vârisleri tarafından mülkiyete ircâ edilmemesi mutlaka icab eder mi? İşte bu hususta imamlarımız arasında ihtilâf vardır.

İmam-ı Azam´a göre vakıf, âriyet gibi câiz olup vakfedilmiş mülkün aynı, vakfedenin mülkü hükmünde kalmak üzere menfaatının vakfedildiği cihete sarf edilmesidir. Vakfeden hayatında vakfından dönerse, kerahetle câiz olur ve ona vâris olunur.

İmam-ı Azam´a göre, iki yoldan biriyle yapılan vakıf lâzım olur.

Birinci yol: Bir kimse bir mülkünü usûlü dairesinde bir cihete vakfedip, bunun lüzumuna salâhiyetli bir hâkim tarafından hükmedilirse, bu bir vakf-ı lâzım olmuş olur. Artık bundan dönülmez.

İkinci yol: Bir kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu mülküm fülan cihete vakfolsun" deyip, bundan dönmeden ölürse, terikesinin üçte birinden mu´teber olmak üzere lâzım olur. Çünkü böyle bir vakıf vasiyet hükmündedir. Vasiyetin cevazı lüzumu ise şer´an sâbittir.

İmam Ebû Yusuf´a göre, vakfeden kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle vakıf lâzım olur. Çünkü köle âzâd etmeye benzer, âzâd edilen bir köle üzerinde efendisinin mâlikiyet hakkı kalmadığı gibi, vakfedilen bir mülkte de sahibinin hakkı kalmaz. Fetva İmam Ebû Yusuf´un kavline göredir.

İmam Muhammed´e göre, dört şart ile vakıf lâzım olur. Nitekim ileride gelecektir.

Ben derim ki: İs´âf´da : "Bir kimse "şu arazim vakfedilmiş ebedi bir sadakadır" dese, İmam-ı Azam´a göre, arazinin gelirini sadaka olarak nezretmiş olur ve gelirini tesadduk etmesi vâcib olur. Arazi hali üzerine o kimsenin mülkü olarak kalır, öldüğü zaman vârislerine intikal eder. İmam Muhammed´e göre, o arazi bir mütevelliye teslim edilir, teslim edilince bir vakf-ı lâzım olmuş olur. İmam Ebû Yusuf´a göre, teslim bulunmasa da söz ile vakfetme gerçekleşmiş olur." diye zikredilmiştir.

"Allah Teâlâ´nın mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih "Vakfedilen bir mal, vakfedenin mülkünde baki kalmayıp, başkasının mülküne de girmeyip, Allah Teâlâ´nın mülkü hükmünde hapsedilmiş" olduğunu bildirmek için tarifde "hükmü" lâfzını ziyade etmiştir.

Fetih´de: "İmam Mâlik´in vakfı tarifi güzel görülmüştür." diye zikredilmiştir. İmam Mâlik´e göre; vakfedilen bir mal, vakfedenin mülkü üzere hapsedilip onun mülkünden çıkmaz fakat satılmaz vâris olunmaz ve hibe edilmez.

Ben derim ki: Şemsü´l-Eimme-i Serahsî´nin: "Vakıf: Vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak verilmekten hapsedilmesidir." diye yapmış olduğu tarif ile de İmam Mâlik´in tarifi murad edilmiştir. Çünkü "vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak verilmekten hapsedilmesi" o malın eskiden olduğu gibi mâlikin mülkü üzere bakî kalıp satılamayacağını ve hibe edilemeyeceğini ifade eder.

"İmameyn´e göre, vakıf lâzım ilh..." Yani vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar, satılmaz, bağışlanmaz,vâris olunmaz.

"Fetva, İmameyn´in kavilleri üzerinedir ilh..." Yani fetva İmameyn´in vakfın lüzumuna dair olan kavilleri üzerinedir. Fetih´de: "Bütün âlimler vakfın lüzumunu tercih etmişlerdir. Çünkü hadis-i şerifler ve eserler bunu teyid etmektedir. Sahabenin, tabiînin ve bunlardan sonra gelenlerin amelleri de bunun üzerinedir." diye zikredilmiştir.

METİN

Vakfın sebebi: Dünyada insanlara ihsan ve ikramı, âhirette sevâbı irade ve kasdetmektir.

Kâfirin vakfı da sahih olduğu için vakıf asılda mübahdır. Bundan dolayı kurbet ve taat ehlinden olan Müslüman ve akıllı bir kimse kurbet niyetiyle vakıfda bulunursa sevâba nâil olur.

Vakıf, nezir ile vâcib olur. Nezredilen şeyin kendisi veya parası tesadduk edilir. Bir şahıs vakfetmeyi nezrettiği şeyi kendilerine zekât vermesi câiz olmayan kimselere vakfetse hükümde câiz olur. Fakat nezri bakî kalır. Bu zikredilen ile vakfın sıfatı bilinmiş olur. Vakfın hükmü -tarifte geçtiği üzere- vakfedilen mülkün menfaatının tesadduk edilmesidir.

Vakfın mahalli, vakfedenin vakfettiği vakitte mülkü olan mal-ı mütekavvim (kendisinden menfaatlanılması mubah olan mal) dır.

Vakfın rüknü: "Şu arazim fakirlere sadaka olarak ebedî bir vakıfdır", "şu malım AIIah için vakıfdır", "Şu mülküm hayır cihetine vakıfdır" gibi vakfa mahsus lâfızlardır. İmam Ebû Yusuf yalnız "vakıf" lâfzı ile iktifa etmiştir. Sadru´ş-Şehid: "Bu örf ve âdet olduğundan biz bu kaville fetva veririz." demiştir.

İZAH


"Kurbet ve taat ehlinden olan Müslüman ve akıllı bir kimse ilh..." Vakıf yapan kimsenin sevâba nâil olması için Müslüman ve akıllı olup kurbete niyet etmesi lâzımdır. Çünkü niyetsiz sevâb yoktur. Vakfedenin bâliğ olmasına gelince: Niyetin sahih olması ve sevâba nâil olması için şart olmayıp teberru´nun sahih olması için şarttır. Bundan dolayı çocukların vakıfları sahih olmaz.

"Vakıf asılda mübahdır ilh..." Yani vakıf, namaz ve hacc gibi kâfirden asla câiz olmayacak şekilde ibâdet için vazedilmemiştir. Vakıf ile sevâba nail olmak, kurbet ve taata niyet edilmeye bağlıdır. Niyetsiz yapılan vakıf mübahdır. Hatta vakıf, köle âzâd etme ve evlenme gibi kâfirden bile sahihdir. Kâfirin köle âzâd etmesi daha geçerlidir. Bundan dolayı kâfir put için âzâd etme gibi haram olarak köle âzâd etse sahih olur. Vakıf böyle değildir. Vakfın kurbet suretinde olması lâzımdır. İşte "vakfın haddi zatında kurbet olması şarttır" ifadesinin mânâsı budur. Çünkü vakfın hakikaten kurbet olma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Vakıflar
« Posted on: 29 Mart 2024, 02:40:51 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Vakıflar rüya tabiri,Vakıflar mekke canlı, Vakıflar kabe canlı yayın, Vakıflar Üç boyutlu kuran oku Vakıflar kuran ı kerim, Vakıflar peygamber kıssaları,Vakıflar ilitam ders soruları, Vakıflarönlisans arapça,
Logged
17 Şubat 2010, 22:40:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 17 Şubat 2010, 22:40:00 »

METİN

Dört yoldan biriyle vakfedilen şey vakfedenin mülkünden çıkar, vakıf olması lâzım ve sâbit olur. Meselâ; vakfedilen şey mescid olursa yolu ile beraber ayrıldığında vakfı lâzım ve sâbit olur. Nitekim yakında izah edilecektir.

Birinci yol: Sultan tarafından tâyin edilmiş salâhiyetli bir hâkimin hükmüyle vakıf lâzım ve sabit olur. Artık bu vakıfdan dönülmez. Çünkü bu hüküm ictihada mahal olan bir meseleye tesadüf etmiş olduğundan muteberdir. Hâkimin hüküm vermesinin sureti şöyle olur: Bir kimse bir mülkünü vakfedince, onu vakıf olarak tescil için bir mütevelliye teslim eder, sonra bu vakfından döneceğini söyler. Mütevelli razı olmaz, aralarında anlaşmazlık çıkınca vaziyeti salâhiyetli bir hakime arz ederler. Hâkim vakfın lüzumuna hükmeder. Bu takdirde vakıf lâzım (geçerli) olur ve vakfedilen şeyden de vakfedenin mülkü kesilmiş olur. İleride gelecektir ki; vakıfda, dâvâsız şahid kabul edilir. Hakem tarafından verilen hüküm ile vakıf lazım ve sabit olmaz.

Bir mülkün vakıf olduğuna verilen hüküm, âmmeye hüküm olup başka bir kimse "o mülk benim mülküm veya benim vakfımdır" diye dâvâ etse, dâvâsı dinlenmez mi? Yoksa verilen hüküm âmmeye hüküm olmayıp başka bir kimse "o mülk benim mülküm veya vakfımdır" diye dâvâ etse dâvâsı dinlenir mi?

Şeyhü´l-İslâm Ebussûud Efendi verilen hükmün âmmeye hüküm olmasıyla fetva vermiştir. Manzûme-i Muhibiyye sahibi de bununla hükmetmiştir.

Musannıf da vakfı, iptal etme hilelerinden korumak için bunu tercih etmiştir. Fakat musannıf bundan sonra Bahır´dan naklederek: "Hâkim tarafından bir mülkün vakıf olduğuna dair verilen hükmün âmmeye hüküm olmamasıdır." demiş ve bununla fetva vermiştir. Fevâkih-i Bedriyye sahibi de bunu sahih görmüştür.

İkinci yol: Ölüme ta´lik edilmiş olan vakıf, vakfedenin ölmesiyle lâzım ve sâbit olur. Meselâ; bir kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu hanem fülan cihete vakıf olsun" der de bundan dönmeden ölürse, sahih olan kavle göre vasiyet gibi olup terikesinin üçte birinden mu´teber sayılmak üzere lâzım olur, ölmeden önce vakıf olmaz.

Şârih der ki; her ne kadar ölümüne ta´lik ettiği vakfı, varislerine yapmış olup onlar da reddetmiş olsalar bile yine terikesinin üçte birinden câiz olur. Fakat bu vakfın geliri, kendilerine vakfedilen vârisler arasında terikenin üçte ikisinin taksim edildiği gibi taksim edilir. Bezzâziye sahibi "vakfı sahih olan üçte bir mirastır" kavliyle "vakıf olan üçte birin geliri hükmen mirâs gibi taksim edilir" mânâsını murad etmiştir. Buna göre Bezzâziye´nin ibâresinde her hangi bir noksanlık yoktur. Artık fukaha, vakıf olan üçte birin gelirine nazaran vârisi itibar etmişler, her ne kadar vasiyetin hepsini diğer vârisler reddetmişler ise de başkalarına (vâris olmayanlara) nazaran vasiyeti itibar etmişlerdir. Vasiyet vârise câiz değil ise de burada vasiyet yalnız vârise olmayıp vâris öldükten sonra başkasına da olduğu için câizdir.

İZAH

"Dört yoldan biriyle ilh..." Bu dört yoldan biriyle vakfın lâzım ve sâbit olması İmam Azam´ın kavlidir. Dört yoldan ikinci ve üçüncü yolda İmam-ı Azam´a göre vakfeden kimse hayatta olduğu müddetçe vakfından dönebilir.

"Yolu ile beraber ilh..." Yani vakfedilen bir mescid, yolu ile beraber ayrılmış olursa vakfı lâzım ve sâbit olur. Hâkim tarafından mescidin vakfedilmiş olduğuna hüküm vermesi lâzım değildir. Eğer mescid yoluyla beraber ayrılmış olmazsa vakfı sahih olmaz.

"Bir hâkimin hükmüyle ilh..." Yani salâhiyetli bir hâkim, bir şeyin vakıf olduğuna hüküm verince o şey, sahibinin mülkünden çıkar ve vakf-ı lâzım olmuş olur.

T E N B İ H: Fevâkih-i Bedriyye sahibi İbnü´l-Gars zikretmiştir ki; fukaha: "Vakfın sahih olduğuna dair verilen hüküm vakfın lâzım olduğuna verilmiş hüküm değildir." demişlerdir. Bunun tevcihi: İmam-ı Azam´a göre; vakıf câizdir, lâzım olan bir akid değildir. İmameyn´e göre; vakıf lâzım olan bir akiddir. Buna göre, hâkim bir vakfın sahih olduğuna hüküm verince, İmam-ı Azam´ın mezhebine göre o vakfın caiz olduğuna hüküm vermiş olur. Cevazın burada sahih olmaktan başka mânası yoktur. Bir hükmün sahih olması lâzım olmasını gerektirmez. Bundan dolayı bir vakfın lâzım olması için hüküm verilirken lüzumun açık olarak söylenmesi icap eder. Bu izah söz götürür. Çünkü İmam-ı Azam "Vakıf câizdir. Mutlak surette lâzım değildir." dememiştir. İmam-ı Azam´a göre de bir vakıf ölüme ta´lik edildiğinde veya vakıf olduğuna dair hâkim tarafından hüküm verildiğinde o vakıf lâzım ve sâbit olur. Şüphe yok ki, vakfın sahih olduğuna verilen hüküm vakfın lâzım olduğunu gerektireceğinden hüküm verilirken "vakıf lâzımdır" diye açık olarak söylenmesine lüzum yoktur. "İbnü´l-Gars´ın sözü burada bitmiştir.

Velhâsıl: Vakfın sahih olduğuna hüküm, vakfın lâzım olduğuna veya vakıf sahibinin mülkünden çıkmış olduğuna hükümdür. Bu izah da söz götürür. Çünkü fukaha: "Vakfeden kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle vakıf sahih olur." diye ittifak etmişlerdir. İhtilâf ancak vakfın lâzım olup olmamasındadır. İmam-ı Azam´a göre vakıf lâzım değildir. Yani vakfeden kimse, bundan dönebilir ve bu mülk vakfeden kimsenin ölmesiyle varislerine intikal eder. Ancak hâkim vakıf olduğuna hüküm verirse yahut vakıf ölüme nisbet edilip, vakfeden sözünden dönmeden ölürse yahut vakfedilen şey, mescid olup yolu ile beraber ayrılmış olursa, bu hallerde vakıf İmam-ı Azam´a göre de lazım olmuş olur. Artık bundan dönülemez.

Usûl-i Fıkıh´da beyân edilmiştir ki; müctehidler arasında ihtilâflı olan ve kendisine içtihat câiz olan bir mesele hakkında onun lüzumuna inanan salâhiyetli bir hâkim tarafından hüküm verilirse, hüküm geçerli olup müttefekûnaleyh olur. Artık o hüküm başka bir hâkim tarafından bozulamaz. Vakıf da bu kabîldendir. Bundan dolayı bir hâkim tarafından vakfın lüzumuna hükmedilse, ittifakla vakıf lâzım olmuş ve ihtilâf da ortadan kalkmış olur. Ama vakfın sahih olduğuna hükmedilse, vakıf lâzım olmuş ve ihtilaf da ortadan kalkmış olmaz.

"Hakem tarafından ilh" Yani vakfeden ile mütevelli aralarında bir hakem tâyin edip hakem vakfın lâzım olduğuna hükmetse, sahih olan kavle göre onun hükmü ile vakıf lâzım olmaz. Hâkim onun hükmünü iptâl edebilir.

T E N B İ H : İs´âf´da zikredilmiştir ki; vakfeden kimse, vakfın lüzumuna inanan bir müctehid olup bu hususta kendi görüşüne göre hükmederek vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış olduğuna karar verse veya vakfeden kimse mukallid olup bir müctehidden sorup o da vakfın lâzım olduğuna fetva verse, mukallid de fetvayı kabul ederek vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış olduğuna karar verse -müctehid fikrini değiştirse bile- vakıf lâzım ve sâbit olmuş olur. Artık bu vakıfdan dönülemez.

"Vakıfda dâvâsız şâhid kabul edilir ilh..." Çünkü vakfın hükmü gelirini tasadduk olduğundan Allah Teâlâ´nın hakkıdır. Allah Teâla´nın haklarında ise dâvâsız, şâhidlerin şehâdeti ile hüküm verilmesi sahihdir.

Hayrüddin-i Remli: "Söz, müctehidler arasındaki ihtilâfı kaldıran hüküm hakkındadır. Yoksa asıl vakfın sâbit olmasına dair verilen hüküm hakkında değildir. Çünkü bazı fukahaya göre asıl vakfın sâbit olması için dâvaya ihtiyaç yoktur. İhtilâfı kaldıran ve vakfın lüzumuna verilen hüküm için dâvâya ihtiyaç vardır." demiştir.

"Ammeye hüküm olup ilh..." Yani bir mülkün vakıf olduğuna verilen hüküm âmmeye (bütün însanlara) verilmiş olur. Yoksa mülk dâvâlarında olduğu gibi hüküm yalnız vakfedenin aleyhinde verilmiş olmaz. Bundan dolayı bir mülkün vakıf olduğuna hüküm verildikten sonra hiç bir kimse "o mülk benimdir" diye dâvâ edemez. Fakat bir kimse "fülan şahsın elinde bulunan hane benimdir" diye dâvâ edip hâkim de onun olduğuna dair hüküm verdikten sonra başka bir kimse "o hane benimdir" diye dâvâ eder, şâhid getirirse dâvâsı kabul edilir. Ama bir kimsenin hür olduğuna - isterse sonradan olsun - yahut bir kadının nikâhlı olduğuna yahut velâ-yi alâka ile yahut bir çocuğun nesebine dair hüküm verildikten sonra bir şahıs kalkıp "o kimse benim kölem" yahut "o kadın benim zevcem" yahut "o çocuk benim çocuğum" yahut "velâ-yi atâka bana aiddir" diye dâvâ edemez. Çünkü bu dört hususta verilen hüküm âmmeye verilmiş olur. Nitekim gelecektir. Bahır.

"Musannıf da ilh..." Yani musannıf da bir mülkün vakıf olduğuna verilen hükmün âmmeye verilmiş olmasını tercih etmiş ve sebebini şöyle açıklamıştır: Bunda vakfı iptal etmek için girişilecek hilelerden, desiselerden ve uydurma dâvâlardan korumak olduğu gibi vakfın menfaatı da vardır. Hâvî Kudsî sahibi: "Bir vakıf hakkında ulema arasında ihtilâf bulunursa vakıf için hangisi daha menfaatli ise o kavil ile fetva verilir. Hatta bir vakfın kira bedeli ziyade olsa, vakfı gözetmek, Allah Teâlâ´nın hakkını korumak ve hayrâtı devam ettirmek için kira akdi bozulur. T.

"Varislerine yapmış olup ilh..."

= Hastanın vakfı beyânında =

Zahiriyye´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; bir kadın ölüm hastalığında hanesini önce kızlarına sonra bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına bunların nesilleri kesildikten sonra da fakirlere vakfedip geride iki kızı ile baba bir kız kardeşini ve terike olarak da yalnız bu hanesini bırakarak ölse, kız kardeşi bu vakfa razı olmazsa, vakfı bu hanenin üçte biri hakkında câiz olur, üçte ikisi hakkında câiz olmaz. Artık hanenin üçte ikisi bu vârisler arasında sehimlerine göre taksim edilir. Vakıf olan üçte birin geliri kızlar yaşadıkça vârisler arasında yine sehimlerine göre taksim edilir. Bu kızlar ölünce vakfın geliri vakfedenin şartı üzere bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına sarf edilir. Artık bunda vârislerin hakkı kalmaz.

Kezâ : Bir kimse ölüm hastalığında hanesini vârisi bulunan üç kızına vakfetse, bu hanenin üçte biri kesin olarak vakıf olmuş olur, üçte ikisi de bu kızların arzusuna bağl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:42:43
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 17 Şubat 2010, 22:42:43 »

METİN

= Mescidin veya başka bir vakfın harap olması beyânında =

Bir mescidin etrafı harab olup kendisine muhtaç olunmasa İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf´a göre, o mescid kıyamete kadar mescid olarak bâki kalır. İmam Muhammed´e göre, bânisi hayatta ise bânisinin, hayatta değil ise vârislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf´dan diğer bir rivâyete göre, hakimin izniyle o mescidin enkazı başka bir mescide nakil olunur. Kendisine muhtaç olunmayan bir mescidin otları ile hasırlarında da aynı ihtilâf vardır. Kezâ kendisine muhtaç olunmayan kervansarayla kuyuda da aynı ihtilâf mevcuddur.

= Bir mescidin veya her hangi bir vakfın enkazının nakli beyanındaki=

Kendisine muhtaç olunmayan mescidin, kervansarayın, kuyunun ve havuzun vakıfları kendilerine en yakın olan mescide, kervansaraya, kuyuya ve havuza sarf olunur. Bu İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf´un kavline göredir. Dürer.

Yine Dürer´de zikredilmiştir ki; bir kimse bir mülkünü fakirlere vakfedip mütevelliye teslim ettikten sonra "filan ve filan kimselere o mülkün gelirinden şu kadar meblağ verilsin" diye emretse, bu emri sahih olmaz. Çünkü mütevelliye teslim edip vakıf olarak tescil edilmiş olduğundan mülkünden çıkmıştır. Eğer o mülk vakıf olarak tescil edilmeden önce emrederse, emri sahih olur. Fakat Müeyyid Zâde Fetavasında zikredilmiştir ki; vakıf tescil edilmiş olsa bile vakfeden kimsenin vakıf şartlarından dönmesi câizdir.

İki vakfın, vakfeden ile vakfedilen cihetleri bir olup, vakıflardan birinin harab olması sebebiyle kendilerine vakfedilenlerden bazılarının hisseleri azalsa, hakimin harab olmayan vakfın fazla olan gelirinden hissesi azalmış olanlara sarf etmesi câiz olur. Çünkü o iki vakıf bir vakıf gibidir. Eğer iki vakfın vakfeden ile vakfedilen cihetten birisi değişik olup meselâ; iki kimse iki mescid veya bir kimse bir mescid ile bir medrese yaptırıp bunlara mülkünü vakfetse, hâkim bu vakıflardan birinin gelirini diğerine sarf edemez.

= Gayr-i menkul mallara tebaan menkul malların vakfının caiz olması beyanında =

Bir kimse çiftliğini öküzleriyle, çiftlikte çalışan köleleriyle ve ekim âletleriyle beraber vakfetse, çiftliğe tebaan menkul (taşınılabilen) malların da vakfedilmesi istihsânen sahih olur. Kervansaraya misafir olanlara hizmet etmesi için köle vakfedilmesi câizdir. O kölenin nafakası ve cinayeti vakfın malından verilir. O vakıf köle kasden öldürülürse katili kısas edilmeyip kölenin kıymetini vermesi vâcib olur. Alınan kıymet ile öldürülen kölenin yerine başka bir köle satın alınır.

= Vakfedilmiş olarak bir malın vakfının sahih olduğuna hüküm verilmesi beyânında =

Taksim edilmesi mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının câiz olduğuna dair hüküm verilirse, o ortak maldaki hissenin vakfı sahih olmuş olur. Çünkü bu mesele, ihtilâf edilen meselelerdendir. Bundan dolayı Hanefî mezhebine bağlı bir hâkimin taksimi mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının sahih veya batıl olmasıyla hüküm vermesi câizdir.

Bir meselede sahih iki kavli bulunduğu takdirde bu iki kavilden hangisiyle fetva veya hüküm verilse caiz olur. Bahır.

İZAH

"Bir mescidin etrafı harab olup ilh..." Yani mescid sağlam olduğu halde etrafında olan haneler ve dükkanlar harab olup kendisine ihtiyaç kalmasa yahut bir mescid harap olup tamir edilmesi için geliri bulunmaz da başka mescid yapılmış olduğundan insanların o harap mescide ihtiyacı kalmazsa, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf´a göre o mescid, mescid olarak kıyamete kadar bâki kalır. O mescide mîrasçı olunmaz. O mescid yıkılıp enkazı ve eşyası başka mescide taşınamaz. Fetih.

"İmam Muhammed´e göre ilh..." Yani İmam Muhammed´e göre bir mescide ihtiyaç kalmadığı takdirde o mescid bânisinin veya varislerinin mülküne intikal eder.

Bir vakıf yıkılıp tamir etmek için geliri bulunmadığı takdirde İmam Muhammed´e göre o vakıf vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebu Yusuf´a göre intikal etmez. Fakat İmam Muhammed´e göre o vakfın vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal edebilmesi için o vakıfdan hiç bir suretle faydalanmak mümkün olmadığına göredir. Mesela vakıf olan bir dükkan yanıp hiç bir surette kiraya verilemez bir hale gelse yahut bir kervansaray veya bir mahalle havuzu harap olup tamir edilecek gelirleri bulunmasa vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. Ama gelir getirmesi için vakfedilmiş bir vakıf yıkıldığında o vakıfın kendisi vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal etmeyip enkazı intikal eder. Yeri vakıf olarak kalıp az bir ücretle de olsa kiraya verilir. Kervansaray ve benzeri vakıflar böyle değildir. Çünkü onlar içinde kalınması için vakfedilmiştir. Yıkıldığı zaman içinde kalınması mümkün olamayacağından vakfedenin mülküne intikal eder. Ama gelir getirmek için vakfedilmiş olan bir hane harap olduğunda enkazı temizlenip arsası bina yapacak veya ağaç dikecek bir kimseye az bir ücret karşılığında olsa bile kiraya verilebilir.

"İmam Ebû Yusuf´tan diğer bir rivayete göre ilh..." İs´afda zikredilmiştir ki; bir mescid ve etrafındaki haneler harap olup insanlar oradan dağılsalar, İmam Ebû Yusuf´a göre o mescid vakfedenin mülküne intikal etmez; hakimin izniyle enkazı satılıp parası başka bir mescide sarfolunur.

"Bir mescidin otları ilh..." Yani bir mescidin hasırlarına, kandillerine ve hasır yerine serilen otlarına ihtiyaç kalmadığında İmam Muhammed´e göre bunlar vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf´a göre başka bir mescide naklolunur.

Bahır´da zikredilmiştir ki; fetva mescidin hasırı, kandili, süpürgesi gibi aletleri hususunda İmam Muhammed´in kavline göre, mescidin ebedi olması hususunda ise İmam Ebû Yusuf´un kavline göredir.

"Kervansaray ilh..." Bundan murad fakirler için yapılmış imarethaneler, tekkeler, yolcular için yapılmış kervansaraylardır. Bir kervansaray veya bir kuyu kendisinden hiç bir suretle istifade edilemeyecek şekilde harab olsa, İmam Muhammed´e göre vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf´a göre intikal etmez.

"Kendilerine en yakın olan mescide, kervansaraya ilh..." Yani harap olup kendisine muhtaç olunmayan bir mescidin vakıfları kendisine en yakın olan mescide sarf olunur. Kervansaraya, havuza, kuyuya sarf olunmaz. Buna göre kendisine muhtaç olunmayan kervansaray, havuz, kuyu gibi şeylerin vâkıfları da kendilerinin cinsinden olanlara sarf olunur. Başka cinsten olanlara sarf olunmaz.

Hâniyye´de zikredilmiştir ki; İmam Ebû Şücâ: "Yolun değişmesiyle yolcuların muhtaç olmadığı bir kervansarayın vakfının geliri kendisine en yakın olan kervansaraya sarf olunur. Nitekim bir mescid harap olup kendisine ihtiyaç kalmadığında hâkime bildirilir. Hâkim de o mescidin kerestesini satıp parasını başka bir mescide sarf eder." demiştir.

Bazı fukahaya göre kendisine ihtiyaç kalmayan kervansaray, vakfedenin veya vârislerinin mülküne intikal eder. Keza, ammeye aid olan havuz harap olduğunda o da vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder.

Zahîre´de zikredilmiştir ki; Şemsü´l-eimmeti´l-Hulvânî´ye "Bir mescid veya bir havuz harap olup etrafındaki insanlar dağıldığı için kendisine ihtiyaç kalmasa, hâkimîn onların vakıflarını başka bir mescid veya başka bir havuza sarf etmesi câiz olur mu?" diye sorulmuş, o da "câiz olur" diye cevap vermiştir. Kınye´den naklen Bahır´da da böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: İmam Ebu Şüca ile İmam Hulvânî´nin fetva verdikleri gibi bilhassa zamanımızda mescid, ribat veya havuz gibi bir vâkıfa ihtiyaçkalmadığında bunların malzemesi ve bunlara aid olan vakıflar başka bir mescide, ribata, havuza nakledilmelidir. Nakledilmediği takdirde bunların enkazını hırsızlar ve zorbalar alır, vakıflarını da mütevellileri veya başkaları yer. Bir de nakledilmediği takdirde bunun enkazına muhtaç olan diğer mescidin de harap olması lâzım gelir. Benden "Emevî Camiinin sahnını döşemek için Dımışk´da harap olmuş bir mescidin taşlarının nakledilmesi hususunda fetva istediler. "Ben de Şürunbulâli´ye tâbi olarak "nakledilmesi caiz değildir" diye fetva verdim. Sonra zorbaların o mescidin taşlarını kendi nefisleri için almış olduklarını duydum, vermiş olduğum fetvaya pişman oldum.

Fetavây-ı Nesefi´de zikredilmiştir ki; köy halkı göçüp mescitlerini harap olmaya bıraktıklarında bir kimse hâkimin emriyle o mescidin malzemesini satıp parasını başka bir mescide sarf edebilir.

"İki vakfın vakfeden ile vakfedilen ciheti bir olup ilh..." Bir mescidin, birisi tamiri diğeri imam ile müezzin için olmak üzere iki vakfı bulunup, imam ile müezzin için olan vakfın geliri az olduğundan durmasalar, eğer bu iki vakfı bir kimse vakfetmiş ise hâkim, mahalle halkının tasvipleri ile o mescidin tamiri için olan vakfının fazla gelirini imam ile müezzine sarf eder. Çünkü vakfedenin maksadı vakfını ihya etmektir. Bahır.

"Bu iki vakıftan birinin gelirini diğerine sarf edemez ilh..." Valvalciyye´de zikredilmiştir ki; bir mescidin çeşitli vakıfları bulunsa, mütevellinin o vakıfların gelirlerini birbirine katmasında, vakıflardan birisi harap olduğunda diğer vakıfların geliri ile onu tamir etmesinde bir beis yoktur. Çünkü vakıfların cihetleri her ne kadar ayrı olsa bile hepsi mescid için vakfedilmiş olduğundan manen birdir. Bezzâziye´de de böylece zikredilmiştir.

Remli Hayrüddin: "Vakıf olan iki haneden birisi, içinde oturulması için; diğeri de gelir getirmesi için vakfedilmiş olsa cihetleri ayrı olmuş olduğundan birisinin geliri diğerine sarf edilemez." demiştir.

"İstihsanen sahih olur ilh..." İs´âf´da zikredilmiştir ki; bir arazi vakfedilince üzerinde ağaçlar, binalar söylenmeden vakfa dahil olur. Fakat vakıf zamanında arazide bulunan ekinler, ağaçlar üzerinde bulunan meyveler vakfa dahil olmaz, vakfedenin mülkü olarak kalır. İstihsana göre, bu eki...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:48:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 17 Şubat 2010, 22:48:45 »

METİN

Hakim veya mütevelli bir vakfın enkazını veya aynını iade mümkün olmazsa, parasını -tamire muhtaç ise- tamirine sarf eder, tamire muhtaç değil ise ihtiyaç zamanına kadar muhafaza eder. Eğer enkazın zayi olmasından korkarsa onu satıp parasını ihtiyaç zamanına kadar saklar. Hâvî.

Bir vakfın enkazı veya enkazının parası vakıfda hakkı olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü onların hakkı vakfın menfaatındadır, aynında değildir.

Bir mescid dar olup geçenlere zararı olmazsa yoldan bir mikdar yeri mescidi yapanın mescide katması câiz olur. Çünkü mescid de, yol da Müslümanlarındır. Bunun aksi, yani mescidde geçilecek yol bırakmak da câizdir. Çünkü o yer halkı bunu camilerde örf ve âdet etmişlerdir. Herkes o yoldan geçer, hatta kâfir de geçer. Fakat cünüp ile hayızlı kadınların ve hayvanların o yoldan geçmesine ruhsat yoktur. Zeylai. Nitekim hükümdarın yolu mescid yapması câizdir; fakat bunun aksi yani mescidi yol yapması caiz değildir. Çünkü yolda namaz kılmak câizdir, ama mescidden cünüp ile hayızlı kadınların geçmeleri caiz değildir.

İnsanlara dar gelen bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Dürer. İmâdiyye.

=Vakfedenin vakfında velayeti kendi nefsi için şart kılması beyânında=

Vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Kezâ vakfeden kimse vakfında mütevelli olmayı bir kimseye şart kılmasa, İmam Ebû Yusuf´a göre mütevelli olmak yine ait olur. Zahir-i mezhep de budur. Bu musannıfın Sırâciyye´den İmam Muhammed´e göre bir vakfın sahih olabilmesi için bir mütevelliye teslim edilmesi lazımdır." diye naklettiği kavle muhâliftir. Vakfedenden sonra mütevelli tayin etme, vâsisi varsa vâsinin, yoksa hâkimin hakkıdır Fetâvay-ı ibn-i Nüceym. Kâriü´l-Hidaye.

Vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılan kimse kendisine emniyet edilmeyen veya aciz olan veya şarap içme gibi fasıklığı açık olan veya malını kimyaya sarf eden fena bir şahıs olursa, her ne kadar kendisini mütevellilikten hâkimin veya sultanın çıkaramayacağını şart kılsa bile mütevellilikten çıkarılması vacip olur. Çünkü bunlar şeriatın hükmüne muhâlif olduğundan şartı bâtıl olur. Nitekim vasî tâyin eden kimse vasînin vasîlikten çıkarılmamasını şart kılsa bile vasîsinin hain olduğu ortaya çıktığında vasîlikten çıkarılır. Eğer mütevelli vakfedenden başkası olup yukarıda zikredilen fena vasıflardan birisi kendisinde bulunursa mütevellilikten evleviyetle çıkarılır. Eğer mütevelli kendisine emniyet edilen iyi bir kimse olursa onu mütevellilikten çıkarıp yerine başkasını tayin etmek sahih değildir. Eşbâh.

İZAH


"Aynında değildir ilh..." Bir vakfın enkazı veya enkazının parası vakıfta hakkı olanlar arasında taksim edilemez. Çünkü bunlar, gelir kabilinden değildir. Bunlar vakfın kendisindendir. Vakfın kendisi ise bir kavle göre vakfedenin diğer bir kavle göre Allah Teâlâ´nın hakkıdır. Bundan dolayı bir mescide kimin tarafından serilmiş olduğu bilinmeyen bir sergi eskidiğinde muhtar olan kavle göre, hâkimin rey´i olmadıkça fakirlere verilemez veya satılıp parasıyla mescid için başka bir sergi alınamaz.

Bir kimse kendi malından bir mescide hasır, kilim gibi bir şey alıp serse, mescid harap olduğunda bu sergi İmam Muhammed´e göre hayatta ise o kimseye değilse varislerine verilir. Fetva bunun üzerinedir.

Bir mescidde Ramazan-ı şerif gecelerinde yakılmak üzere verilen mumun, yağın bir miktarı artsa, bunu verenin açık izni bulunmadıkça o mescidin imam, kayyım gibi hademesi aralarında taksim edemezler; ancak o mescidin bulunduğu beldede bunların bu şekilde taksimi hakkında örf ve âdet bulunursa, bu takdirde taksim edebilirler.

Ben derim ki: Vakıf ağaçlar gayr-i menkûl olan mülk hükmünde değildir. Çünkü Fetih´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; Ebû Kasım-ı Saffar´a "Vakıf ağaçlardan bir kısmı kuruyup bir kısmı kurumasa, bunların hükümleri nedir?" diye sorulmuş o da "Kuruyanlar satılıp parası gelirinin sarf edildiği cihete sarf edilir. Kurumayanlar hali üzerine bırakılır." diye cevap vermiştir

Bezzâziye´de zikredilmiştir ki; meyvesiz olan vakıf ağaçların sökülmeden satılması câiz olur. Çünkü meyvesiz ağaçların geliri paralarıdır. Meyveli olan vakıf ağaçlar ise vakıf bina gibi olup ancak söküldükten sonra satılabilir.

Câmiü´l-Fûsuleyn´de zikredilmiştir ki; bir kimse bir vakfı gasbedip vakfa noksanlık verse, bu noksanlığın kıymeti kendisinden alınıp vakfın tamirinesarf edilir, vakıfta hisseleri olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü bu gelir kabilinden olmayıp vakfın kendisindendir. Vakıfta hisseleri olanların hakkı ise vakfın gelirindendir. Vakfın kendisinde değildir.

"Çünkü o yer halkı bunu camilerde örf ve adet etmişler ilh..." Yani o yer halkı iki kapılı olan mescidlerde kapısının birinden girip diğerinden çıkmayı örf ve âdet edinmişlerdir.

Bahır´da zikredilmiştir ki; mescidleri yol edinmek ve abdestsiz mesicede girmek mekrûhtur.

"Hatta kâfir de geçer ilh..." Şârinin "mesciddeki yoldan kâfir bile geçer" diye kâfiri ayrı olarak zikretmesine itiraz edilmiştîr. Çünkü kâfir mescidlere hatta Mesid-i Haram´a girmekten men edilmez. Bu yüzden kâfiri ayrı olarak zikretmek için bir sebep yoktur.

Ben derim ki: Hâvî´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; kâfirlerin ve zimmîlerin mescidlerin ihtiyacı için Mescid-i Haram´a, Mescid-i Aksa´ya ve diğer mescidlere girmelerinde bir beis yoktur.

"Bunun aksi ilh..." Yani yolu mescid yapması câiz değildir.

Ben derim ki: Musannıf bu meselede Dürer sahîbine tabi olmuştur.

Câmiü´l-Fûsuleyn sahibi: "Evvela mescidden bir miktar yeri yol yapmak ve yoldan bir mikdar yeri mescid yapmak câizdir." dedikten sonra başka bir kitaptan şunu nakletmiştir: "Yolda namaz kılmak câiz olmadığından yolun mescid yapılması câizdir. Fakat mescidden geçilmesi caiz olmadığından mescidin yol yapılması câiz değildir. Bu zikredilen sebepten dolayı bir mescidin yol yapılması hususunda iki kavil vardır." Bunu Fetavay-ı Ebu´l-Leys´den naklen Tatarhaniyye´de zikredilen kavil te´yid eder: Bir mahalle halkı mescidden bir mikdar yeri yol yapmak isteseler sahih olan kavle göre buna ruhsat verilmez.

Attabiyye´de: "Dar bir yolun yanında bir kısmına muhtaç olunmayan büyük bir mescid bulunsa, bu mescidden bir miktar yeri yola katmak caiz olur. Çünkü her ikisi de âmmeye aittir." diye yazılıdır. Fıkıh metinlerinde: "Lüzum görüldüğü takdirde bir mescidin bir miktarını yol yapmak caizdir. Ama bir mescidin tamamını yol yapmak câiz değildir." diye zikredilmiştir. Mutemet olan budur.

Tatarhâniyye´de zikredilmiştir ki; Ebu´l-Kâsım´a "Bir mescid ehlinin bir kısmı mescidin avlusunu mescid, mescidin sahasını avlu yapmak veya mescid için başka bir kapı yapmak veya mescidin kapısının yerini değiştirmek isteyip diğer bir kısmı bunu kabul etmese, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Bunu mescid ehlinin çoğu istiyorsa az olanların buna mani olmaya hakkı yoktur." diye cevap verilmiştir.

Tatarhâniyye´de İmam Muhammed´den naklen zikredilmiştir ki; bir mescid dar olup yanında âmmeye aid geniş bir yol bulunsa, bu yoldan bir miktar yerin mescide katılmasında bir beis yoktur. Bazı fukahaya göre bu katılmanın hakimin emriyle olması vâcibdir. Bazı fukahaya göre ise, bu mescidin bulunduğu belde harp yoluyla alınmışsa katılma caizdir. Sulh yoluyla alınmışsa câiz değildir.

Fetih´de zikredilmiştir ki; Cemaate dar gelen bir mescidin yanında mescide ait vakıf bir arazi veya dükkan bulunsa, o arazi veya dükkanın mescide katılması câiz olur. Vakıf arazi veya dükkan mescide ait olmayıp başka cihete vakfedilmiş olsa bile yine mescide katılması câiz olur. Çünkü mescid de, vakıf da hükmen Allah Teâlâ´nındır.

Cemaate dar gelen bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Çünkü Ashab-ı kiram Mescid-i Haram dar geldiğinde etrafındaki araziyi sahiplerinden kıymetiyle zorla alıp Mescid-i Haram´a katmışlardır.

"İcmâ ile caiz olur ilh..." Zeylai´de zikredilmiştir ki; vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Çünkü vakfedenin şartı şeriata muhâlif olmazsa, muteber olup riayet edilir. Fakat bu, İmam Ebû Yusuf´un kavline göre caizdir. Bu da Hilal´in kavlidir. Hidaye´de: "Bu, zâhir rivâyettir" diye zikredilmiştir. Allame Kâsım: "İmam Muhammed´e göre vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, bu vakıf sahih olmaz." diyerek Zeylai´nin icmâ dâvâsını reddetmiştir.

Hilal-i Râiy-i Basri´nin tercüme-i hâli: Hilâl İmam-ı Azam´ın talebelerine yetişmiştir. Hicri 245 tarihinde vefat etmiştir. "Meşâyıh" lâfzı bundan sonra gelen âlimlere söylenir.

Fetih´de zikredilmiştir ki; Hilâl-ı Râi Basralı olup Hilâl b. Yahya b. Müslim´dir. Ehlü´r-rey´den olduğu için kendisine "Hilâl-i Rai" denilmiştir. Çünkü Hilâl Hanefi mezhebindendir. Basralı Yusuf b. Halid´den okumuştur. Bu Yusuf da İmam-ı Azam´ın talebelerindendir. Bazılarına göre Hilâl İmam Ebû Yusuf ile İmam Züfer´den okumuştur. Bazıları Hilâl´in "rey" şehrinden olduğunu ileri sürmüşlerdir. fakat bu doğru değildir.

"Mütevellilikten çıkarılması vâcib olur ilh..." Hıyanetî sabit her mütevellinin çıkarılması vâcibdir. Hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi çıkarmayan hâkim günâhkar olur.

Bahır´da zikredilmiştir ki; hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi hakim ya çıkarır veya onun yanına başka birini daha tâyin eder ve bu suretle onun vakfa zararını önlemiş olur. Bir mütevellinin tamire muhtaç olan bir vakfı tamir etmemesi hıyanettir.

Kezâ: Bir mütevellinin vakfın hepsini veya bir kısmını satması veya tasarrufu câiz olmayan vakıf bir şeyde bile bile tasarrufta bulunması hıyanettir.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Şubat 2010, 22:56:57
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 17 Şubat 2010, 22:56:57 »

METİN

= Binanın vakfedilip arsasının vakfedilmemesi beyânında =

Bir kimse arsası üzerine bina yaptıktan sonra arsayı mülkü olarak bırakıp da üzerindeki binayı vakfetse, vakfı sahih olmaz. Ekseri ulema bunun üzerinedir. Bazıları "sahih olur" demişlerdir. Fetva bu kavil üzerinedir. Kâriü´l Hidâye´ye "Arsanın değil de onun üzerindeki binanın veya ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da: "Fetva vakfın sahih olması üzerinedir." diye cevap vermiştir. Vehbâniyye şârihi bunu tercih etmiş, musannıf: "Bu, menkûl (taşınılabilen) kabilinden olup bunda insanların muameleleri caridir." diye sebebini beyân ederek bunu ikrar etmiştir. O halde bu kavil ile fetva vermek taayyün eder. Eğer vakfedilen binanın arsası da binanın vakfedildiği cihete vakfedilmiş olursa, arsaya tebaan binanın vakfı da ittifakla câiz olur. Eğer arsası binanın vakfedilmiş olduğu cihetten başka bir cihete vakfedilmiş olursa, bunda ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre, vakfın câiz olmasıdır.

İbn-i Nüceym´e "arsasının değil de üzerindeki ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da: "Arsası vakıf ise - her ne kadar ağaçları vakfeden arsayı vakfedenden başkası olsa bile- sahih olur." diye cevap vermiştir

Yine İbn-i Nüceym´e "arazi-i muhtekeredeki binanın veya ağaçların satılması veya vakfedilmesi câiz olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Evet câiz olur." diye cevap vermiştir.

Yine İbn-i Nüceym´e "bir kimsenin rehin veya kiraya vermiş olduğu bir arazisini vakfetmesi câiz olur mu?" diye sormuş o da: "Evet câiz olur." diye cevap vermiştir.

Bezzâziye´de zikredilmiştir ki; bir kimsenin âriyet olarak aldığı veya kiraladığı bir arsa üzerine yapmış olduğu binayı vakfetmesi câiz değildir.

= Arazi-i muhtekerenin kirasının artması beyânında =

Arazi-i muhtekerenin kirasının artmasının hükmüne gelince: Münye´de zîkredilmiştir ki; vakıf bir arazi üzerine dükkân yapmış olan kimse o vakıf araziyi ecr-i misille kiralamayı kabul etmese bakılır: Eğer o araziden dükkân kaldırıldığı takdirde arazi dükkan sahibinin vermiş olduğu kiradan daha fazla kira getirecek olursa, hâkim dükkân sahibîne dükkânını kaldırmasını emreder ve başkasına o araziyi kiraya verir. Eğer dükkân kaldırıldığı takdirde dükkân sahibinin vermiş olduğu kiradan daha fazla kira getirmeyecek olursa, arazi onun elinde eski kirasıyla bırakılır. Bahır´da da böylece yazılıdır.

Yine Bahır´da zikredilmiştir ki; bir kimse vakıf bir araziyi ecr-i misille kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra arazinin kirası pek ziyade artsa, kiracının bu artan mikdarı vermesi lâzım gelir. Bu artan mikdarı vermezse, eğer kira mukavelesi her ay kirayı vermek üzere yapılmışsa aybaşında kira mukavelesi fesholunur. Bundan sonra bakılır: Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar verecek olursa, bina kaldırılmaz. Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar vermeyecek olursa bina kaldırılır veya kiracı razı olursa, mütevelli o binaya mâlik olur. Eğer kiracı razı olmazsa, binanın yıkılacağı zamana kadar bekler. Burada şu meselenin beyânı bâkî kalmıştır. Bir kimse vakıf bir araziyi senelik veya uzun bir müddet için ecr-i misille kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra bina sebebiyle arazinin kirası artmış olsa, kiracıdan zararı def için artan mikdarın alınmamasıdır. Çünkü kiranın artması bina sebebiyle olup araziden dolayı değildir.

= İktaatın vakfedilmesi beyânında =

İktaatın vakfedilmesi Nehir´in beyânına göre câiz değildir. Ancak mevat arazi olur veya hükümdarın kendi mülkü olur da bir kimseye ikta etmiş olursa, o arazinin vakfı câiz olur. Nehir sahibi: "Mısır´da emîrlerin çocuğunun vakıfları iktâat olup suretâ yani beytülmala aid bir arazinin satılmasını meşrû kılacak şartlar bulunmaksızın beytülmal vekilinden satın alınmış. Çünkü Osmanlı Devletinde beytülmale ait bir arazinin satılmasına ihtiyaç olmamıştır." demiştir.

Vehbâniyye´de zikredilmiştir ki; sultan, beytülmala aid bir araziyi âmmenin menfaati için meselâ: Bir mescidin ihtiyacı için vakfetse, tahsisat kabilinden olarak caiz olur ve sevaba nail olur.

Şarih der ki; Şürunbulali´nin Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki; sultan, sulh yoluyla değil harp yoluyla alınmış bir arazinin vakfına izin vermiş olsa yine vakıf sahih olur. Çünkü arazide fethedilmeden önceki malikinin mülkü bakidir.

İZAH

"Binayı vakfetse ilh..." Yani bir arsayı mülk olarak bırakıp da üzerindeki binayı veya ağaçları vakfetmek sahih olmaz. Bazı fukahaya göre sahih olur.

Musannıf bu meseleyi vakfı örf ve âdet olan menkûl bahsinde zikretmeliydi. Çünkü binanın veya ağaçların vakfı menkûl kısmındandır. Bundan dolayı bunlarda şuf´a câri değildir. Nitekim şuf´a bâbında beyân edilecektir. Musannıf: "Bir arsayı mülk olarak bırakıp da üzerindeki binayı vakfetmek sahih olmaz." diye kayıtlamıştır. Çünkü bir arsa vakfedilince üzerindeki binalar ve ağaçlar da arsaya tebaan vakfedilmiş olur.

Bilmiş ol ki; Allame Kasım: "Bir arsanın kendisi vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi sahih değildir." diye fetva vermiş, bunu İmam Muhammed´in Asıl isimli eserine, Hilâl b. Yahya´i-Basri´ye, Hassaf´a, Vakıat´a ve Muzmarat´a nisbet ettikten sonra: "Bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesinin sahih olmaması, örf ve adet olmadığından dolayı değildir. Çünkü gayr-i menkûl malların kendileri uzun müddet kalırlar da müebbet olurlar. Fakat bina böyle değildir. Zira arsasız bina bâki değildir. Artık sâbit oldu ki, bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi ittifakla bâtıldır. Bundan dolayı bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi sahih olur diye hükmetmek de bâtıldır." demiştir.

Ben derim ki: Zahire´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; bir arsa vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfedilmesi câiz değildir, sahih olan kavil de budur. Çünkü bu, vakfedilmesi örf ve âdet olmayan menkûl bir malın vakfıdır. Ama bir kurbet cihetine vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp başka bir kurbet cihetine vakfedilmiş olsa, bunun câiz olmasında ihtilâf vardır. Buna göre arsası mülk olarak bırakılıp da onun üzerindeki binanın vakfedilmesinin câiz olmamasının sebebi, sadece binanın vakfının örf ve âdet olmamasındandır. Yoksa Allâme Kasım´ın zikrettiği sebebden dolayı değildir. O halde arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi örf ve adet olan yerde binanın vakfı câiz olur. Bundan dolayı 872 tarihinde Sultan Melik Zâhir´in meclisinde Allâme Kâsım ile talebesi Allâme Abdü´l-Berr b. Şahne arasında geçen konuşmada Abdü´l-Berr hocası Allame Kâsım´a muhalefet ederek: "insanların takriben iki yüz senesinden itibaren zamanımıza kadar bir arsayı vakfetmeksizin onun üzerindeki binayı vakfetmeleri, hakimlerin de bunun câiz olduğuna hükmetmeleri mütevatirdir, örf de böyle câridir. Artık bunun câiz olmasında tevakkuf etmek lâyık değildir." demiştir.

Allâme Muhammed b. Zahîretü´l-Kureşî, Allâme Abdü´l-Berr b. Şahne´nin kavlini reddetmiştir. Fetâvây-ı Kârezûnî´de beyân edildiğine göre reddin özeti şöyledir: Muhammed b. Zahîretü´l-Kureşî: "Abdü´l-Berr b. Şahne, bir arsa vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair mezhebin delillerine muhalefet etmiş asrında dört mezhep alimlerinin ilminde ve kavlinin kabul edilmesinde ittifak ettikleri hocası Allâme Kâsım´a karşı çıkmış, zayıf kavle itimat etmiş örf ve hâkimlerin hükümlerini delil getirmiştir. Halbuki örf, nakil varken delil olamaz, zayıf kavil ile hâkimlerin hükümleri de geçerli değildir," demiştir.

Ben derim ki: Fıkıh metinlerinde müftâbih olan kavil, örf ve âdet olan yerlerde menkûl malların vakfının câiz olmasıdır. Buna göre arsası vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfedilmesi örf ve âdet olan yerlerde binanın vakfının câiz olması nakle muvafık olup mezhebin câiz olmayacağına dair delillerine muhâlif değildir. Çünkü arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair mezhebin delilleri, sadece binanın vakfı örf ve âdet olmayan yerlere göredir. Nitekim Zahîre´den naklen Bahır´da zikredilen kavil de buna delâlet eder.

Bir kurbet cihetine vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp aynı cihete vakfedilse, arasına tebaan binanın vakfı da ittifakla câiz olur.

Fukaha: "Âmmeye aid ırmakların üzerine yapılan köprülerin vakfına cevaz verip, bunlar yaptıranların vârislerine mirâs olarak kalmaz." demişlerdir.

Hâniyye´de: "Köprünün vakfının câiz olması, sadece binanın vakfının câiz olacağının delilidir." diye zikredilmiştir. Nitekim biz de böyle beyân ettik. Bununla hal vazih olur, müşkül zail olur, bu husustaki kavillerin arası bulunmuş olur.

Yine Hâniyye´de zikredilmiştir ki: bir kimse âriyet almış veya kiralamış olduğu bir arsa üzerine yapmış olduğu bir binayı vakfetse bu vakıf sahih olmaz. Buna göre Kâriü´l-Hidâye´de: "Arsası değil de onun üzerindeki binanın vakfı sahihdir." diye zikredilen binayı, mülk olan arsa üzerine değil de vakıf olan arsa üzerine yapılan binaya hamletmek vâcib olur.

Arazi-i muhtekere: Kiracı tarafından üzerine bina yapılmak ve ağaç dikilmek veya bunlardan yalnız birisi yapılmak üzere senelik muayyen bir ücret mukabilinde kiraya verilmiş bir arazidir ki, kiracısı muayyen ücreti her sene arazi sahibine vererek o araziyi elinde bulundurur.

Bir kimsenin kiraladığı bir arsa üzerine yapmış olduğu bir binayı vakfetmesi caiz değildir. Fakat arazi-i muhtekere üzerine yapılmış binanın vakfı câizdir. Bahır.

Evkaf-ı Hassaf´da zikredilmiştir ki; çarşıdaki dükkânların vakfı - her ne kadar arsaları bu dükkanları yapanların elinde kira ile bulunuyor ise de- câiz olur. Çünkü sultan, dükkânlardan sahiblerini çıkarmaz, onlardan kira alır. Bu dükkânlar babadan oğula miras olarak kalırlar, satılırlar, kiraya verilirler, yıkılıp yenileri yapılır veya yerlerine başka binalar yapılır. Bundan dolayı bun...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes