> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Vakıflar
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Vakıflar  (Okunma Sayısı 6307 defa)
17 Şubat 2010, 23:21:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 17 Şubat 2010, 23:21:45 »



METİN

= Davâ ve şahâdette vakfın beyân edilmesinin şart olması = Sahih olan kavle göre bir vakfın dâvâsında -vakıf kadim (eski) olsa bile bilinmeyeni ispat olmasın diye - vakfedenin beyân edilmesi şarttır.

İmâdiyye´de: "Vakfeden beyân edilmeksizin yapılan şahâdet kabul edilir." diye zikredilmiştir.

Vakıfda şahadet üzerine şahâdet, erkeklerle beraber kadınların şahadeti kabul edildiği gibi, asıl vakfı ispat için şöhretle yani işitme ile - isterse şahitler hakimin huzurunda: Biz işitme ile şahâdet ederiz, diye açıklamış olsunlar- yapılan şahâdet de kabul edilir. Vakıf muayyen kimselere yapılmış olsa bile yine işitme ile yapılan şahâdet kabul edilir. Çünkü bunda eski vakıfları zâyi olmaktan korumak vardır. Muhtar olan kavil budur. Başkaları vakıf gibi değildir.

Sahih olan kavle göre vakfedenin şartlarını ispat için şöhret (işitme) ile yapılan şahâdet kabul edilmez. Dürer ve diğer muteber fıkıh kitaplarında böyle yazılıdır. Fakat Müctebâ´da: "Muhtar olan kavle göre vakfedenin şartlarını ispat için şöhretle yapılan şahadet kabul edilir." diye zikredilmiştir. Mirâç sahibi buna itimat etmiş, Şürunbulâli bunu ikrar etmiş, Fetih sahibi de bunu fukahanın: "Vakfedenin şartları ve vakfın gelirinin sarf edileceği yerleri bilinmeyip şahitle ispat edilemeyen eski vakıflarda hâkimlerin "sicillât" denilen defterlerinde yazılı olanlarla amel olunur." diye beyân ettikleri kavilleriyle takviye etmiştir. Fakat bunlara "hâkimlerin sicillâtı ile amel edilmesi zaruret zamanındadır" diye cevap verilir. Halbuki iddia edilen zaruri olup olmamaktan umûmidir.

Bir vakfın sarf edileceği yerin beyânı mesela: Şâhidlerin "şu vakıf, fülan mescidin vakfıdır" diye şahadet etmeleri asıl vakfa şahadet etmeleri gibidir. Çünkü bir vakfın sahih olması için gelirinin sarf edileceği yerin beyân edilmesine bağlıdır. Bundan dolayı bir vakfın sarf edileceği yerin beyân edilmesi hakkında da işitme ile yapılan şahâdet kabul edilir.

İZAH

"Bilinmeyeni ispat olmasın..." Yani bir yerin vakıf olduğu dâvâ edildiğinde meçhûlü ispat olmasın diye şahitlerin vakfedeni açıklamaları şarttır. Bu İmam-ı Azam´ın kavline göredir. Çünkü İmam-ı Azam´a göre, vakfedilen bir malın aynı mâlikinin mülkü olmak üzere hapsedilip geliri vakfedildiği hayır cihetine sarf edilir. Bundan dolayı dâvâda vakfedenin açıklanması lâzımdır.

İmâdiyye´de: "Vakfeden beyân edilmeksizin yapılan şahâdet kabul edilir." diye ifade edilmiştir. Bu, İmam Ebû Yusuf´un kavline göredir. Ebu Câfer gibi Belh Meşayihi bu kavil üzeredirler. Hassâf da yalnız bu kavli zikretmiştir. Vakıf hususunda fetvanın İmam Ebu Yusuf´un kavil üzere olması bu makamda da onun kavliyle fetva verilmesini gerektirir.

Vakfedeni bilinmediği halde eskiden beri vakıf olduğu meşhur olan bir yeri bir zalim zabtedip o vakfın mütevellisi "o yer fülan cihetin vakfıdır" diye dâvâ edip iki kimse de ona şahitlik yapsalar, muhtar olan kavle göre şahinlikleri câiz olur.

Hâniyye´den naklen İs´afda: "Vakfedeni beyan edilmeksizin bir vakfın dâvâsı ve ona yapılan şahadet sahih olur." diye zikredilmiştir.

T E N B İ H : Bir kimse bir şahsın elinde bulunan bir arazi için "bu araziyi fülan zat bana vakfetmiştir" diye davâ edip, o şahıs da "hayır, bu arazi benim mülkümdür" diyerek vakıf olduğunu inkar etse, vakfiyet dâvası sahih olmaz. İsterse şâhidler; "o arazi vakfedildiği zaman vakfeden zâtın elindeydi" diye şâhidlik yapsınlar, Çünkü bir kimse kira veya ariyet yoluyla elinde bulunup mâlik olmadığı bir malı vakfedebilir. Buna göre, bir yerin vakıf olduğu dava edildiğinde şahidler şahadetlerinde o yeri vakfeden kimsenin ismini beyân etmeleri şart olduğu gibi, vakfederken o kimsenin o yere mâlik olduğunu beyân etmeleri de şarttır.

Şâhidlerin bir yerin vakıf olmasında birleşmeleri kâfidir, kendilerine vakfedilenlerde ihtilâf etmeleri şahadetlerinin kabul edilmesine mani değildir. Bundan dolayı iki şahid bir yerin vakıf olduğunda birleştikleri halde onlardan birisi o yerin fülan kimseye, diğeri de fülan şahsa vakfedilmiş olduğuna şahidlik etseler, bununla yalnız o yerin vakıf olduğu sabit olup geliri fakirlere sarf edilir.

Bir vakfın yerinde yahut zamanında şâhidlerin ihtilâf etmeleri şâhidIiklerinin kabul edilmesine mani değildir. Bundan dolayı şâhidlerden biri fülan yerde fülan günde vakfın yapılmış olduğuna, diğeri de fülan yerde fülan günde vakfın yapılmış olduğuna şahidlik etseler, şâhidlikleri sahih olur. Çünkü vakıf akdi tekrar yapılabilir. Ama şâhidler vakfedilen malın asıl yerinde ihtilâf etseler, şahidlikleri kabul edilmez.

Fetâvây-ı Kâriü´l-Hidâye sahibine "Bir hâkim tarafından bir vakfa veya bir satışa veya bir icareye dair verilmiş olan hükmün sahih olması için vakfeden veya satan veya icareye veren kimsenin o şeyde mülkünün sübutu şart mıdır?" diye sorulmuş, o da: "Vakfedenin vakfettiği şeye malik olması, icareye verenin icareye vermeye velayeti bulunması, satanın sattığı şeye malik olması veya satmaya vekil olması sabit olursa, ancak bu takdirde hakim tarafından verilen hüküm sahih olur." diye cevap vermiştir.

"Asıl vakfı isbât için" "Minah"da: "Vakfın sahih olması kendisine taallûk ettiği ve bağlı olduğu her şey asıl vakıfdandır. Vakfın sahih olması kendisine bağlı olmayan şeyler ise vakfın şartlarındandır." diye beyan edilmiştir.

Vakıf hakkında tesâmu (işitme) ile yapılan şahadet de kabul edilir.

Fetâvây-ı Hayriyye´nin şahâdet bahsinde: "Vakıf hakkında işitme ile şahadette şahid: Ben insanlardan o yerin vakıf olduğunu işittiğime dair şahâdet ederim, der." diye yazılıdır.

Hâşiye-i Nûh Efendi´de de: "İşitme ile şahâdette mütevelli: Şu arazi fûlan cihete vakıfdır ve vakıf olduğu meşhurdur, diye dâvâ eder, şâhidlerde: O yerin vakıf olduğunun meşhur olduğuna şahadet ederiz, derler." diye zikredilmiştir.

Hayriyye ile Nûh Efendi de beyân edilen ifadeler ayrı olsa da mânâları birdir.

"Muhtar olan kavil budur." Kenz´de zikredilmiştir ki; görülmeyen bir şeye şâhidlik edilemez. Ancak neseb, nikâh, ölüm, hâkimin velâyeti ve asıl vakıf gibi şeyleri kendisine itimad edilen kimseler haber verdiklerinde onların haberlerine dayanarak yapılan şahâdet câiz olur. Köle olmayan bir kimsenin elinde bulunan bir şeyin onun mülkü olduğuna şahadet edilmesi de caiz olur.

Vakfedenin şartlarını -meselâ vakfın gelirinden şu kadar meblağ fülan yere, şu kadar meblağ da fülan yere, geri kalan geliri de fülan yere sarf edilecek demek gibi- isbat için işitme ile yapılan şahâdet kabul edilmez. Vakfedenin şartlarından maksad vakıfnamede vakfın gelirinin sarf edilmesi hususunda yapılmış olan şartlardır. Yoksa vakfedilen malın vakfedenin mülkü olması, vakfedilen malın vakfedenin mülkünden ayrılması İmam Muhammed´e göre vakfedilen malın mütevelliye teslim edilmesi gibi vakfın sahih olmasının şartları değildir. Çünkü bu şartlar asıl vakıfdan olduğundan bunlarda işitme ile yapılan şahadet kabul edilir.

Tesâmu ile şahâdet, şâhidlerin gördüklerine değil, işitmiş olduklarına şehadet etmeleridir. Hâkimlerin sicillat denilen defterlerinde yazılı olan ile amel etmek de tesâmu ile amel etmek kabilindendir.

Zahire´de: "Şeyhü´l-İslâm´a: meşhur bir vakfın gelirinin sarf edileceği yerleri ve gelirinde hissesi olanlara ne kadar verileceği bilinmese nasılmuamele olunur? diye sorulmuş, o da: O vakfın mütevellilerinin eski zamandan beri nasıl muamele ettiklerine ve kimlere sarf ettiklerine bakılır ve aynı muameleye devam edilir. Çünkü mütevelliler bu muameleyi vakfedenin şartına uygun olarak yaparlar. Müslümanlar hakkında hüsn-i zanda bulunulur diye cevap vermiştir." diye zikredilmiştir. Bu, tesâmu ile sübûtun ta kendisidir.

Hayriyye´de zikredilmiştir ki; bir vakfın şartları, hâkimlerin ellerinde bulunan, "sicillat" denilen defterlerinde yazılı ise istihsanen ona uyulur. Yazılı değil ise, eski zamanlardan beri mütevellilerin devam ede geldikleri minval üzere devam olunur. Bunlardan biri bulunmayınca vakıf hakkında bir şey iddia eden kimsenin bunu delille isbat etmesi lâzım gelir. Bunu isbat edemediği takdirde geliri fakirlere sarf edilir.

Fukahanın "vakfedenin şartları ve vakfın gelirinin sarf edileceği yerleri meçhul olursa, yani bilinmezse" kavillerinden vakfedenin şartları ve vakfın gelirinin sarf edileceği yerleri meçhûl olmazsa, yani bilinirse, bu takdirde bilinen şartlarla amel edileceği anlaşılır. Bu bilinme bazen vakfedeni görmekle değil, eskiden beri yapıla gelen tasarrufla da olur. Nitekim yukarıda geçmiştir.

T E N B İ H :
Hâniyye ile İs´âfda zikredilmiştir ki; bir mütevelli bir kimsenin elinde bulunan bir arazi için "bu arazi vakıfdır" diye dâvâ edip bu hususta daha önce geçen adâletli hâkimlerin yazısı bulunan bir vesika göstererek hâkimden o vesika ile o arazinin vakıf olduğuna hükmetmesini taleb etse, fukaha: "Hâkim o vesika ile o arazinin vakıf olduğuna hükmedemez. Çünkü hâkim ancak huccetle hükmeder. Hüccet ise şâhiddir veya ikrardır. Vesika hüccet olamaz. Zira hat hatta benzer." demişlerdir.

Kezâ: Bir hanenin kapısında vakıf olduğu yazılı bir levha bulunsa, hâkimin şâhidler o hanenin vakıf olduğuna şahadet etmedikçe o levha ile o hanenin vakıf olduğuna hükmetmesi câiz olmaz.

Ben derim ki: Bu kavlin zâhiri, yukarıda "Hâkimlerin "sicillât" denilen defterlerinde vakfa aid mevcud olan yazı ile amel olunur." diye geçen kavle münâfidir. Fakat buna şöyle cevap verilebilir: Hâkimlerin sicillatında mevcut olan yazı ile amel edilmesi istihsana göredir. Nitekim İs´âf ve diğer muteber kitaplarda böyle beyân edilmiştir.

Bir de vesika ile amel edilmemesi vesikada mevcud olan yazı, hâkimlerin sicillâtında mevcud olmadığına göredir. Eğer vesikada mevcud olan yazı hâkimlerin sicillâtında da mevcud olursa, o vesika ile amel...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 18 Şubat 2010, 08:47:08 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Vakıflar
« Posted on: 16 Nisan 2024, 10:31:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Vakıflar rüya tabiri,Vakıflar mekke canlı, Vakıflar kabe canlı yayın, Vakıflar Üç boyutlu kuran oku Vakıflar kuran ı kerim, Vakıflar peygamber kıssaları,Vakıflar ilitam ders soruları, Vakıflarönlisans arapça,
Logged
18 Şubat 2010, 08:46:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 18 Şubat 2010, 08:46:00 »

T E N B İ H : Bir kimse bir hane satın aldıktan sonra o hanenin vakıf olduğunu dâvâ etse -satan mütevelli ise onun aleyhine- dâvâsı kabul edilir, mütevelli değil ise kadı bir mütevelli tayin eder. Ebû Cafer´in kavline göre, davâda tenâkuz bulunduğundan mütevelliden başkasının aleyhine kabul edilmez ise de dâvâsız şahadet kabul edilir. Bu bahsin tamamı Fetavây-ı Hayriyye´dedir.

Bir kimse mescid veya medrese yapılması için hazırlanmış bir yere vakfetse, vakıf sahih olur. Fakat yapılması düşünülüp henüz yeri hazırlanmamış bir mescide vakfedilirse vakıf sahih olmaz. Dımaşk Müftüsü Abdurrahman Efendi´l-İmâdi bununla fetva vermiştir.

"Geliri Zeyd´in evlâdı oluncaya yahut mescid veya medrese yapılıncaya kadar fakirlere sarf edilir."

Ben derim ki: Bu vakfa, gelirin ilk sarf edileceği mahal, kesilmiş vakıf denir.

Haniyye´de zikredilmiştir ki; bir kimse "şu arazim vakfedilmiş bir sadakadır doğacak evlâdıma" deyip evlâdı doğmadan vakfın mahsûlü yetişmiş olsa fakirlere taksim edilir. Taksim edildikten sonra evladı olsa, bundan sonra hâsıl olacak gelir ona sarf edilir. Çünkü o kimsenin "vakfedilmiş bir sadakadır" sözüyle o arazi fakirlere vakfedilmiştir" Doğacak evlâdıma" ifadesi ise istisna içindir. Sanki o kimse "şu arazim fakirlere vakıftır, ancak evladım doğacak olursa onun geliri evladım hayatta olduğu müddetçe ona sarf edilecektir" demiş olur.

İs´âf´da: "Bir kimse: Şu arazimi evlâdıma vakfettim, deyip evlâdı bulunmayıp oğlunun evlâdı bulunsa, kendi sulbi evlâdı doğuncaya kadar o vakfın geliri oğlunun evlâdına sarf edilir." diye beyân edilmiştir,

Bazen vakfın gelirinin sarf edileceği orta mahal kesilmiş olur. Meselâ: bir kimse: "Şu arazimi iki evlâdıma sonra onların nesillerine vakfettim" dese, İbn-i Fazl´a göre iki evlattan biri ölüp geride evlât bıraksa, o vakfın gelirinin yarısı hayatta kalana, yarısı da fakirlere sarf edilir. Diğer evlâd da ölünce gelirin hepsi vakfedenin evlâdının evlâdına sarf edilir. Çünkü vakfedenin şartına riayet etmek lâzımdır. Vakfeden vakfının gelirinin birinci batından hiç bir kimse kalmadıktan sonra evlâdının evlâdına sarf edilmesini şart kılmıştır. İki evlâddan biri ölünce vakfın gelirinin yarısı fakirlere sarf edilir. Hâniyye.

METİN

F Ü R Û:
Fetva için müracaat edilen yeni ve mühim bir mesele ortaya çıkmıştır.

"Sultan bir araziyi bir sâkıyeye irsad edip haracını onun tamiri gibi külfeti için kıldıktan bir müddet sonra sâkıyenin gittiği belde harap olup sâkıyeye ihtiyaç kalmadığından sultanın vekili o araziyi mülk olan başka bir sâkıyeye nakletse, bu nakil sahih olur mu?" diye sorulmaktadır.

Bazı Şâfii fukahası: "Mülke yapılan irsâd mâlikine irsaddır." diye cevap vermişlerdir. Yani vekilin o araziyi nakli sahih olur. Bu takdirde kendisine irsâd edilen kimseye o araziyi eskiden beri idare edildiği şekilde idare etmesi lâzım gelir. Çünkü Hâvî´de zikredilmiştir ki; bir havuz harap olsa, onun vakıfları başka bir havuza sarf edilir.

İçinde müteaddid odalar bulunan büyük bir hane sahibi odalardan birini âzâdlısı olan fülana, diğer odaları da çocuklarına ve torunlarına, onların nesli kesildikten sonra âzâdlılara vakfedip bir müddet sonra o vakıf odalar âzâdlılara kalsa, daha önce kendisine bir oda vakfedilen âzâdlı, ikinci âzâdlılara dahil olur mu? Zahîre´de zikredilen hilâfdan alınarak bu hususta verilen fetvalar muhteliftir. Fakat Hâniyye´de beyân edildiğine göre, bir kimse malının bir miktarını bir şahsa, diğer mikdarını da fakirlere vasiyyet edip kendisine vasiyyet edilen şahıs muhtaç olsa, fakirlerin hissesinden ona verilir mi? Bu meselede fukahanın ihtilâfı vardır. Esah olan kavle göre verilir.

Bir kimse avlusunda meyveli ağaç bulunan vakıf bir haneyi kiralasa, o ağaçların meyvasından yemesi kendisine helâl olur mu? Zâhir olan, vakfedenin şartı bilinmezse, o ağaçların meyvalarından yiyemez.

Hâvî´de zikredilmiştir ki; bir kimse mescidin bahçesine meyve veren ağaçlar dikse bakılır: Eğer o ağaçları sebil olarak dikmişse her Müslüman´ın ondan yemesi câizdir. Eğer sebil olarak dikmeyip mescid için dikmiş veya niçin dikmiş olduğu bilinmezse, bu ağaçların meyvaları satılıp mescidin ihtiyaçlarına sarf edilir.

Fukahanın "vakfedenin şartı, Şâri´in nassı gibidir" kavillerinin mânâsı, söylenen lâfızdan mânânın anlaşılıp lâfzın ona delâleti ve kendisiyle amel etmenin vâcib olması demektir.

Buna göre, vakıfta ücret karşılığında hizmet eden kimsenin hizmet etmesi veya ücreti hizmet edene terk etmesi vâcib olur. Eğer kendisi hizmet etmez, ücreti de hizmet eden kimseye bırakmazsa ve bilhassa hizmeti terk etmesiyle tamamıyla vazife yapılmayacak olursa günâhkar olur. Nehir.

İZAH

"İrsâd edip ilh..." İrşad: Sultanın beytülmala aid olan bir araziyi beytülmaldan çıkarıp müayyen bir cihete tâyin ve tahsis etmesidir. İrsâd, hakikat de vakıf değildir. Çünkü sultan o araziye mâlik değildir. Vakfedilen şeyin vakıf zamanında vakfedenin malı bulunması şarttır.

"Vekilin o sâkıyeyi nakli sahih olur." Hulasada zikredilmiştir ki; bir mescid veya bir havuz harap olup etrafındaki haneler de dağıldığından onlara ihtiyaç kalmasa mescidin vakıfları başka mescide havuzun vakıfları ise başka havuza sarf edilir.

Sakıye: Su dolabı su arkı ve su kanalı demektir.

Hasılı: Bizim Hanefî mezhebine göre, kendisine vakfedilmiş mahal harap olunca vakfı, aynı cinsden olan mahalle sarf edilir. Meselâ; bir mescid harap olup kendisine ihtiyaç kalmadığında vakıfları başka bir mescide sarf edilir. Bir havuz harap olup kendisine ihtiyaç kalmadığında vakıfları başka bir havuza sarf edilir. irsâd da vakıf gibidir.

Sultan, beytülmala aid olan bir araziyi bir sakiyeye tahsis ettikten bir müddet sonra sâkiyenin gittiği belde bir müddet sonra harap olup sakiyeye ihtiyaç kalmadığından sultanın vekili o sâkiyeye tahsis edilen araziyi mülk olan başka bir sâkiyeye nakletse, nakil sahih olur. O arazi ikinci sakiyenin mâlikine tahsis edilmiş olur. Ama mülk sahibi tahsis edilen arazinin gelirinden istifade edemez. O tahsis edilen arazinin gelirini eskiden olduğu gibi yine su temini için sarf eder. Buna göre o arazinin haracı hem o mülk olan sâkiyeye hem de başka sâkiyelere sarf edilir.

"Zahire´de zikredilen hilafdan alınarak..." Zahire´de zikredilen hilaf şudur: Bir kimse bir arazisini vakfedip gelirinin yarısını kendi akrabasının fakirlere, diğer yarısını da akrabası olmayan yoksullara şart kılıp sonra kendi akrabasının fakirleri muhtaç olsalar, onlara yoksulların hisselerinden bir şey verilir mi? Hilâl "verilmez" demiştir. Bazı fukaha "verilir demişlerdir. Nehir.

Hâniyye´de zikredilmiştir ki; bir kimse bir akarının gelirinin yarısını oğlu Zeyd´e, diğer yarısını da hayatta olduğu müddetçe karısına, o öldükten sonra çocuklarına vakfedip bir müddet sonra karısı ölüp onun hissesi çocuklarına kalsa, o akarın gelirinin yarısı Zeyd´in diğer yarısı da çocukların olur. Zeyd, çocuklara kalan yarı hisseden de pay alır. Çünkü vakfeden kimse, karısının ölümünden sonra onun hissesini çocuklarına vakfetmiştir. Zeyd de çocuklarından birisidir.

Hâvi´de: "Vakıf olan bir hanenin avlusunda meyve veren ağaçlar bulunup bu ağaçlar hakkında vakfedenin şartı bilinmese mütevelli o ağaçlarınmeyvelerini satar, parasını vakfın ihtiyaçlarına sarf eder. O hanede kira ile oturan kimsenin o ağaçların meyvelerinden yemesi câiz olmaz." diye yazılıdır. Mütevelli ağaçların kendilerini satamaz. Çünkü Zahîre´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki: vakıf bir hanenin bahçesinde vakıf ağaçlar bulunsa, o hane harap olduğunda mütevelli ağaçları satıp haneyi tamir edemez. O haneyi kirasına mahsuben tamir etmek üzere bir kimseye kiraya verir. Tamir masrafı kiradan ödenince, o hanenin geliri yine kendilerine vakfedilenlere sarf edilir. O halde vakıf ağaçların harap olan hanenin tamiri için satılması câiz olmayınca, hane mamur iken satılması kesinlikle câiz olmaz.

Bundan anlaşılmıştır ki; bizim meselemizdeki ağaçlar musakat (bir taraftan ağaçlar, diğer taraftan onlara bakmak ve elde edilecek meyveleri aralarında anlaştıkları nisbet dahilinde taksim edilmek üzere yapılan bir çeşit şirkettir) yoluyla kiracıya verilir. İs´âf´da: "Vakıf bir arazideki ağaçların elde edilecek meyveler yarı yarıya taksim edilmek üzere ortağa verilmesi câizdir." diye zikredilmiştir.

Bahır´ın ibâresinden anlaşılmıştır ki; vakıf bir hanede bulunan ağaçlar, hanenin kiraya verilmesinin sahih olmasına mani olmaz. Çünkü hane içinde oturulmak için kiralanır. Ağaçların ise buna bir zararı yoktur. Fakat vakıf bir arazîdeki ağaçların gölgeleri ziraate mâni olur. Bundan dolayı fukaha önce ağaçlar için müsâkat akdinin yapılmasını şart kılmışlardır.

"Vakfedenin şartı şari´in nassı gibidir..." Bahır´da zikredilmiştir ki, vakıf, vakfedenin lisânıyla söylediği şart üzerinedir. Katibin yazmasına itibar yoktur. Yani şartlarda itibar, lisânla söylenenleredir. Yoksa söylenmeksizin vakıfnamede yazılı olanlara değildir.

Vakfedenin meşru şartı amel mefhum (anlam) ve delâlet itibariyle şâri´in nassı gibidir. Meselâ: vakfeden "vakfımın geliri çocuklarımın fakirlerine verilsin" diye şart kılsa, bunun mefhumu (anlamı) gelirin fakir olan çocuklara verilmesinden ibaret olur. Bu şart, fakirliğin korunmaya, gelire hak kazanmaya vesile olduğuna delalet eder.

Vakıflarda mefhum-ı muvafakat (uygunluk mefhumu) mu´teber olduğu gibi, mefhum-ı muhalefet (söylenen sözden onun anlamının tersine istidlâl) de muteberdir. Şöyle ki: Mefhum-ı muvafakatta meskut-ı anhin (söylenilmeyenin) hükmü, mantuk-ı bihin (söylenilenin) hükmüne uygun olur. Mefhum-ı muhalefette ise bilâkis meskut-ı anhin hükmü, manluk-ı bihin hükmüne uygun olmaz. Mesela; vakfeden "vakfımın gelirinden çocuklarına zengin olsalar bile şu kadar meblağ verilsin diye ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Şubat 2010, 08:49:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 18 Şubat 2010, 08:49:18 »

METİN

Bir vakfın sübûtu mümkün olmazsa, hâkimlerin sicillât denilen defterlerinde o vakfın sübûtuna delâlet eden yazıların mefhumlarıyla amel edilir. Hâkimlerin defterlerinde de onun sübûtuna dair kayıd bulunmazsa, o vakfın kendisine aid olduğunu isbat edene hükmedilir, isbat eden de bulunmazsa, şer´i bir yolla o vakfın bâtıl olduğu sabit olmadıkça fakirlere sarf edilir. Bâtıl olduğu sabit olursa vakfeden hayatta ise onun mülküne döner, ölmüşse bakılır: Eğer vârisi varsa onun mülküne, eğer vârisi yoksa beytülmala intikal eder.

Beytülmala intikal eden o vakfı Sultan mescid, mezarlık gibi ammenin menfaati için vakfederse câiz olur. Eğer kendi evladı ve âzâd edilmiş köleleri gibi hass bir cihete vakfederse, fukahanın kelâmlarının zahiri o vakfın sahih olmamasıdır.

Bir mütevelli başka bir kimse ile beraber "fülan yer, mütevellisi bulunduğum fülan mescidin vakfıdır" diye şahadet etse, fukahanın kelamının zahiri şahadetinin kabul edilmesidir.

Bir mütevelli emânetle marûf ve meşhur olursa, hâkim ondan her sene uzun uzadıya hesab talep etmeyip kısa bir hesapla iktifa eder. Hiyânetle müttehem olursa, yaptıklarının teker teker hesabını vermesi için cebreder, onu hasbetmez. Fakat onu iki üç gün tehdit eder, onu suçlu bulursa yemin ettirir. Kınye.

Şârih der ki; şirket bahsinde beyân edildiğine göre, şerik (ortak) muzârib (muzârebe şirketinde sermayeyi kullanan adam), vasi ve mütevelli alıp vermelerinde tafsilâtlı hesap vermeye cebrolunmazlar. Çünkü zamane hâkimlerinin maksatları haram mahsûle ulaşmaktan başka değildir.

Bir mütevelli vakfın gelirini hak sahiplerine verdiğini iddia etse, sözü yeminsiz kabul edilir. Fakat Ebussûud Efendi: "Eğer mütevelli, evlâda ve torunlara yapılmış olan vakfın gelirini sahiplerine verdiğini iddia ederse sözü kabul edilir. Eğer câminin imamı ve kayyımı gibi kimselere vakfın gelirini verdiğini iddia etse, sözü kabul edilmez. Nitekim bir mütevelli, caminin binasını yapması için bir şahsı muayyen bir ücretle tutup sonra onun ücretini kendisine teslim ettiğini iddia etse sözü kabul edilmez." demiştir. Musannıf: "Bu tafsilât gayet güzeldir, artık bununla amel olunur." demiştir. Musannıfın oğlu Eşbâh hâşiyesinde bu tafsilâta itimat etmiştir. Şârih der ki: Bu tafsilât Ahîzâde´ye nisbetle Ariyet bahsinde gelecektir.

Bir mütevelli bir vakfı kiraya verdikten sonra azledilse, esah olan kavle göre o vakfın kirasını yeni tâyin edilen mütevelli alır. Azledilmiş mütevelli kiracının o vakfı tamir etmesi, yapmış olduğu masrafı kiradan kesmesi üzerine onunla anlaşmıştık diyebilir mi? Bazı fukaha: "diyebilir" demişlerdir. Musannıf: "Tercih edilen kavle göre diyemez." demiştir.

Mütevellinin vakfedenin tayin ve takdir ettiği ücretten ziyade bir şey olması asla caiz olmaz. Mütevellinin vakfın iradından elde edilen şer´i ve örfi hasılatı vakfın şer´i masraflarına sarf etmesi vacip olur.

Hakimin şer´i dâvâdan sonra rüşvet alanın almış olduğu rüşveti veren kimseye geri vermesini emretmesi vacip olur. Bu meselelerin hepsi Musannıfın Fetâvâsından nakledilmiştir.

Şârih der ki: Vasâya bahsinde geleceğine ve yukarıda da geçtiğine göre, mütevelli için yapmış olduğu hizmetin ecr-i misli vardır.

İZAH

"Bir vakfın sübûtu mümkün olmazsa..." Yani bir yerin vakıf olduğu meşhur olup fakat eski mütevellilerin o vakfın gelirini ne suretle sarf ettikleri ve kimlere sarf ettikleri bilinmediğinden gelirinin sarf edileceği yerleri ve vakfın şartları da bilinmese, hâkimlerin sicillât denilen defterlerine bakılır: Eğer o defterlerde buna dair bir kayıd bulunmazsa, o vakıfda hak iddia edenlerden hiç bir kimseye isbat etmedikçe bir şey verilmez. O vakıfda hakkı bulunduğunu isbat eden de bulunmazsa, o vakfın geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü vakıf asılda fakirler içindir. O vakıfda hiç bir kimsenin hakkı sabit olmayınca geliri fakirlere sarf edilir.

"Fukahanın kelâmlarının zâhiri şahadetinin kabul edilmesidir." Nitekim bir kimse vazifeli bulunduğu bir medresenin vakıf olduğuna şahadet etse, şahadeti kabul edilir.

Kezâ: Bir mahalle halkı bir vakfın kendilerine vakfedilmiş olduğuna şahadet etseler, şahadetleri kabul edilir. Kezâ: Yolcular bir vakfın kendilerine vakfedilmiş olduğuna şahadet etseler, şahadetleri kabul edilir. Bu şahadetler asıl vakıf hakkındadır, vakfın geliri hakkında değildir. Asıl vakıfhakkında vakıfda hisseleri bulunanların şahâdetleri kabul edilir. Fakat vakfın geliri hakkındaki şahadetleri kabul edilmez.

"Sözü yeminsiz kabul edilir." Bu kavil Bahır´da zikredilen kavle muhâliftir. Bahır´da zikredilmiştir ki; vakfedenin kendisi veya mütevellisi veya vasîsi; "vakfı icâra verdim, gelirini teslim aldıktan sonra elimde zâyi oldu" dese yahut "kendilerine vakfedilmiş kimselere geliri dağıttım" deyip onlar da inkâr etseler, mütevellinin sözü yeminiyle kabul edilir. O geliri ödemesi lâzım gelmez. Fakat bununla hak sahiblerinin kendi haklarını almış oldukları sâbit olmaz. Onlara vakfın malından tekrar verilmesi lâzım gelir.

Bir mütevelli: "Vakfın gelirini hak sahiplerine verdim" dese bakılır: Eğer emniyetli bir kimse ise sözü yeminiyle kabul edilir. Eğer emniyetli bir kimse değil ise sözü yeminiyle kabul edilmez. İddiasını şahidle ispat etmesi lazım gelir. Bu hususta nâzır (vakfın işlerine bakan kimse) de mütevelli hükmündedir.

Ekseri ulemaya göre mütevellinin sözü kendisinin berâeti için hem sıla, hem de ücret kabilinden olan şeylerde kabul edilir. Fakat Ebussûud Efendi´ye göre, mütevellinin sözü vakfedenin çocuklarına ve torunlarına verilmesi şart kılınmış bir gelirin o çocuklara ve torunlara verilmesi gibi sıla kabîlinden bir hususa ait ise yeminiyle kabul edilip kendisinin beraetini gerektirir. Fakat imam, hatip, müderris ücretleri gibi bir şeye ait ise kabul edilmez. Mütevellinin bunu ispat etmesi lâzımdır.

Atâullah Efendi Mecmûa´sında zikretmiştir ki; Şeyhü´l-İslâm Zekeriyya Efendi´ye bu mesele sorulmuş, o da: "Vakıfdan verilen hisse hizmet mukabilinde olursa o hisse ücrettir. Mütevelli bu ücret kabilinden olan hisseyi sahibine verdiğini iddia ederse, iddiasını ispat etmesi lâzım gelir. Vakıfdan verilen hisse hizmet mukabilinde olmazsa, bu hisse sıla ve atiyyedir. Mütevelli bu sıla ve atiyye kabilinden olan hisseyi sahibine verdiğini iddia ederse, sözü yeminiyle kabul edilir." diye cevap vermiştir.

Sıkadan olan nâzırların ve mütevellilerin sözleri nezaret ve mütevellilik zamanında kabul edilen hususlarda azledildikten sonra da nezaret ve mütevellilik zamanına aid olmak üzere kabul edilir. Çünkü bunlar azledilmekle emin (kendisine güvenilir) olmaktan çıkmış olmazlar.

Bir mütevellinin vakıf mallardaki eli bir emânet elidir, yoksa bir ödeme eli değildir. Bundan dolayı mütevellinin elinde bulunan vakıf bir mal, kendisinin kusuru bulunmaksızın zâyi olsa ödemesi lâzım gelmez.

Musannıfa "vakıf olan bir köy ahalisi, vakıf sebebiyle mütevelliye tereyağı, tavuk ve ekinleri bekleyen ve savurmaya hazırlayanlara gelirden topladıkları örfi avâidi verip mütevelli de toplanan gelirden birazını bunlara verdikten sonra geri kalan gelir ile tereyağı ve tavukları kendisine ücretine zâid olarak bırakıyor, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Mütevelli vakıftan ne elde ederse, vakfın tamiri ve müstahikleri gibi şer´i masraflarına sarf eder." diye cevap vermiştir. Fakat Hayriyye´de zikredilmiştir ki; bir vakfın gelirinde mütevellilerin çalışmalarına karşılık olarak eskiden beri aldıkları malûm ve mahud bir avâid bulunsa, bunu alabilirler. Çünkü örfen malûm ve mahud olan bir şey, şart kılınmış gibidir. Bu kavil, mütevellinin örf ve âdet olan bir şeye müstahik olmasında sarihtir.

Ben derim ki: Bunu Bahır´da: "Bir mescide Ramazan-ı Şerîf gecelerinde yakılmak üzere verilen mumun artanını imamın almasının örf ve âdet olduğu yerde, imamın alması câizdir." diye zikredilen de teyîd eder. Bana öyle geliyor ki, bu musannıfın zikrettiğine münâfi değildir. Çünkü vakfın gelirinden mütevellinin alması örf ve âdet olan yerde, sanki vakfeden o örf ve adet olan geliri mütevelliye şart kılmış gibidir.

Vakıf olan köy ahalisi tarafından mütevelliye hediye edilip aldığı tavuk ve tereyağı gibi şeyler rüşvettir, gelirden aldığı şey ise ekinleri bekleyenin hakkıdır. Fakat almış olduğu gelir, vakfın gelirinden ise bu geliri vakfın masraflarına sarf etmesi vâcib olur. Tavuk ve tereyağı gibi almış olduğu şeyleri sahiplerine geri vermesi vacib olur. Nitekim buna metinde: "Hâkimin şer´î dâvâdan sonra rüşvet alanın almış olduğu rüşveti, veren kimseye geri vermesini emretmesi vâcib olur." diye işaret edilmiştir. Eğer mütevellinin vakıf köy ahalisinden almış olduğu şeylerle vakfın ecr-i misli tamamlanıyorsa, onları vakfın masraflarına sarf etmesi vâcib olur. Bu, zamanımızda pek çok vâki olmaktadır. Şöyle ki: Bir kiracının bir dükkânda yahut bir akarda Gedik´i veya Kirdar´ı olduğunda onu ecr-i mislinden noksana kiralıyor. O kiraya razı olsun diye mütevelliye "hizmet" ismi altında para veriyor. Bu verilen para hakikatle vakfın ecr-i mislindendir. Bu para kiracıya geri verilse, vakıf zarar görür. Bu para mütevelliye helâl olmaz. Çünkü mütevelli vakfedenin veya hâkimin kendisine şart kıldığı ücretle vakfa hizmet etmektedir.

Fukaha: "Kiracıdan vakfına ücretini alamayan bir mütevelli o kiracının malını ele geçirse, ondan vakfın ücreti kadar meblağı alabilir." diye tasrih etmişlerdir. Buna göre mütevelli vakfın ecr-i mislini kiracıdan alamadığı takdirde bu hizmet ismi verilen para rüşvet olsa bile bunun rüşvet veren kiracıya geri verilmesi vâcib değildir. Mütevelli bu parayı vakfın masraflarına sarf eder. Bununla zamanımızda Gedik veya Kirdâr sahibi öldüğünde mütevelliler Gedik veya Kirdâr´ın ölen kiracının vârislerine intikal ettiğini tasdik etmeleri için vârislerden "Tasdik" ismi, altında aldıkları paranın hükmü bilinmişt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Şubat 2010, 08:50:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 18 Şubat 2010, 08:50:39 »

METİN

Vakfın câbisi (tahsildarı) "vakfın gelirini ölmüş olan mütevelliye hayatında teslim ettim" diye iddia edip şâhidi de bulunmasa, yeminiyle tasdik edilir. Çünkü ödemeyi inkâr etmektedir.

Tescil edilmiş vakıfdan dönülmesi câiz değildir. Fakat müezzin, İmam, Kur´an muallimi gibi kimselere vakfın geliri şart kılındığında bunlar her ne kadar vazifeye layık kimseler olsalar bile bu şarttan dönülmesi câiz olur. Cevhere.

Cevahirü´l-Fetâvâ´da zikredilmiştir ki; vakfeden bir kimse vakfiyesinde mütevelliliği hayatta oldukça kendi nefsine sonra hayatta oldukça fülan oğluna, sonra onun evlâdından pek afif ve reşid olana şart kılsa bu ibâreden "sümme ba´dehû" kavlindeki zamir oğluna raci olur, vakfedene raci olmaz. Çünkü kinaye olan zamirler vaz´ın muktezasına göre en yakın olan mercide munsarıf ve raci olur.

Yine böyle üç mesele vardır ki, bunların ikincisi ile üçüncüsünde her ne kadar zamir yok ise de bunlarda da en yakın itibar edilir.

Birinci mesele: Bir kimse "vakaftü akari hâzâ alâ Zeyd´in ve Amr´in ve nasilhî: Şu akarımı Zeyd´e, Amr´e ve onun nesline vakfettim" dese, "neslihi" kavlindeki zamir yalnız Amr´e raci olur.

İkinci mesele : Bir kimse "vakaftü akari hâzâ alâ veledi ve veled-i velediye´z-zukûri: Şu akarımı veledime ve veledimin erkek olan veledine vakfettim" dese, ibâredeki "zükûr: Erkeklik" vasfı yalnız veledinin veledine raci olur.

Üçüncü mesele: İkinci meselenin aksi ki; bir kimse "vakaftu akari hâzâ alâ beni Zeyd´in ve Amr´in; şu akarımı Zeyd´in ve Amr´in oğullarına vakfettim" dese, bu vakfa Amr´in oğulları dahil olmaz. Çünkü "beni" lafzı Zeyd´e daha yakın olduğundan ona sarf edilir.

Zamirin en yakın mercine raci olması sahih olan kavildir.

Şârih der ki: Yukarıda beyân edildiği Üzere birbiri üzerine atfedîlen cümlelerden sonra zikredilen vasıf mezhebimizin imamlarına göre son cümleye aid olur. Şâfiî mezhebine göre "sümme" ile atfedilmiş olmazsa cümlelerin hepsine aid olur.

Zeylai´nin "Muharremat" bâbında beyân edildîğine göre, fukaha: "Birbiri üzerine atfedilen cümlelerden sonra zikredilen şart cümlelerin hepsine aid olur. Asıl olan budur. "demişlerdir" denilirse, "bu, tasrih edilen şart ile Allah-ü Teâlâ´nın Meşiyyetine yapılan istisna hakkındadır." diye cevap verilir. Ama bizim bahsettiğimiz sıfat ise kelâmın sonunda zikredilen sıfat olup bu sıfat ancak kendisinden önce gelen kelimeye aid olur. Meselâ: "câe Zeydün ve Amrüni´l-âlimü: Zeyd ve âlim olan Amr geldi" denildiğinde "el-âlimü" sıfatı Amr´e aid olur.

Bir kimse "beninime: Oğullarıma vakfettim" dese, bu vakfakızları da dahil olur. Fakat "benâtıma: Kızlarıma vakfettim" dese, bu vakfa oğulları dahil olmaz.

Bir kimse bir akarını zürriyetine vakfetse, bu vakfa oğlunun ve kızının evlâdı dahil olur.

Bir kimse malını batnen bâde batnin (bir kuşaktan sonraki kuşağa) gibi bir tertible beyan etmeksizin zürriyet ve nesline vakfetse, bu vakfın geliri erkek ve kız evlâdı ile uzak olsun yakın olsun erkek ve kız torunları arasında biri diğeri üzerine tercîh edilmeksizin müsavî olarak taksim edilir. Hersene ölüm ve doğum olmasıyla bu vakıfdaki hissedarlar azalıp çoğalacağından bir önceki senenin taksimi bozulur. Her sene o vakfın geliri mevcud olan hissedarlar arasında taksim edilir.

Bir kimse vakfının gelirini evlâdına, sonra evlâdının evlâdına şart kılsa, fukahadan nakledildiğine göre bu vakıfda kızının evlâdı dahil olmaz.

Bir kimse "evladının çocuklarına" veya "akrabama" veya "kardeşlerime" veya "´babalarıma vakfettim" dese, bu vakıfta erkekler ile kadınlar ortak olur. Vâzıh ve menkûl olan kavil, budur.

Çok vâki olan meselelerdendir: Bir kimse bir akarını zürriyyetine "batnen ba´de batnın" diyerek tertibe vakfedip bunlardan birisi o vakfın gelirine müstahik olmadan önce çocuk bırakarak ölürse, çocuğu onun yerine geçip hissesini alsın diye şart kılmış olsa, ölen babaya verilecek olan hisse çocuğuna verilip çocuğu birinci batna ortak olur mu olmaz mı? Bu soruya Allâme-i Sübkî: "Bir çocuk birinci batna ortak olmaz." diye fetva vermiştir. Suyûtî bu fetvaya muhalefet etmiştir. Eş-bâh´ın dokuzuncu kaidesinde İbn-i Nüceym´in ifadesine göre Şuyûti´nin muhalefet edip: "O çocuk birinci batna ortak olur." diye fetva vermesinin vechini beyân etmesi vâcibdir. Fakat İbn-i Nüceym o yerden iki yaprak sonra zikretmiştir ki; bazı vakfedenler batınların arasında "sümme" atıf edatını bazıları ise "vav" atıf edatını kullanırlar. Vav kullanılan cümIelerde ortak olunur. Sümme kullanılan cümlelerde ortak olunmaz. Geniş malumat istersen Eşbâh´la Vehbâniyye şerhine müracaat et.

Vehbâniyye şarihi İmam Sübkî´den kendisine muhtaç olunan iki vak´a nakletmiştir. Uzun oldukları için burada nakledilmemiştir. Alimler vakfedenlerin şartlarını anlamakta hayrete düştüler. Fakat Allah-ü Teâlâ´nın rahmet ettiği zevat hayrete düşmediler.

Şârih: "Bir kimse evlad-ı zuhurun (öz evlâdın) dan erkek çocuklarına vakfedip kızlarına vakfetmese ve o vakfa müstahik olan bir kadın babaları evlâd-ı zuhurdan olan iki çocuk bırakarak ölse, bu çocuklar babaları itibariyle evlâd-ı zuhurdan olduklarından o kadının hissesi bu iki çocuğa intikal eder diye fetva verdim." demiştir. Nitekim bu mânâ İs´af ve diğer muteber kitaplardan malûm olur.

İs´âf ile Tatarhâniyye´de beyân edildiğine göre; bir kimse akibine vakfetse, bu vakfa evlâdı ve erkek evlâdının evlâdı tenasül ettikçe ebediyyen müstahik olurlar. Fakat kızlarının evlâdı müstahik olmazlar. Ancak kızların kocaları vakfedenin erkek çocuğundan olurlarsa, bu takdirde onların çocukları da o vakfa müstahik olurlar.

Nesebi baba yoluyla vakfedende birleşenler vakfedenin akibidir.

Babası vakfedenin erkek evlâdından olmayan bir kimse vakfedenin akibinden değildir.

Vasiyet bahsinde beyân edileceğine göre; bir kimse âline veya cinsine vasiyet etse, kendisine babası cihetinden nispet edilenler bu vasiyette dahil olur. Kızlarının evlâdı dahil olmaz.

Bir kadın "ehl-i beytine" veya "cinsine" vasiyet etse, kendi çocuğu vasiyette dahil olmaz. Ancak çocuğunun babası kendisinin kavminden olursa dahil olur. Çünkü çocuk babaya nispet edilir, anaya nispet edilmez.

Şârih der ki: Bu izahla bir hadisenin cevabı malûm olmuştur: Bir kimse evlâd-ı zuhuruna (erkek evlâdına) vakfedip evlad-ı butununa (kız evlâdına) vakfetmese, artık o vakfa müstahik olan bir kadın babaları evlâd-ı zuhurdan olan iki çocuk bırakarak ölse, o kadının hissesi bu iki çocuğa intikal eder; diye cevap verdim. Çünkü bu çocuklar babaları itibariyle evlâd-ı zuhurdandır. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

İZAH

"Tescil edilmiş vakıfdan dönülmesi câiz değildir." Bu İmam-ı Azam´ın kavline göredir. Çünkü İmam-ı Azam´a göre, bir vakfın vakıf olduğuna dair salahiyetli bir hâkim tarafından hüküm verilip tescil edilmeden önce, o vakıf bir vakf-ı lâzım olmuş olmaz. Fakat yukarıda geçtiği üzere fetva İmameyn´in kavline göredir.

"Vazifeye lâyık kimseler olsalar bile..." Fetâvây-ı Müeyyedzâde´de: "Müezzin, İmam, Kur´an muallimi gibi kimselere vakfın geliri şart kılındığında bunlar vazifeye lâyık olmazlar veya vazifelerini ihmal ederlerse, vakfedenin bu şarttan dönmesi câiz olur." diye beyân edilmiş olduğunu gördüm.

Hulâsa´da zikredilmiştir ki; tescil edilmiş vakıftan dönülmesi caiz değildir. Fakat müezzin, İmam, Kur´an muallimi gibi kimselere vakfın geliri şart kılındığında bunlar vazifeye lâyık olmazlar veya vazifelerini ihmal ederlerse, vakfeden bu şartına muhalefet edebilir.

Allah´ın yardımıyla derim ki: "Müezzin ve imam gibi kimselere vakfın geliri şart kılınıp bunlar lâyık olmazlar veya vazifelerini ihmal ederlerse, vakfedenin bu şarttan dönmesi câiz olur." diye zikredilen hakikatte şarttan dönmek olmayıp şarta muhalefet etmektir. Çünkü o müezzin ve imamın azledilip yerlerine vazifeye lâyık olan müezzin ve imamın tâyin edilmesi vakıf için daha menfaatlidir. Nitekim vakfeden mütevellilikten çıkarılmamasını şart kılıp da vakfa hıyanetlik etse, şartına riayet edilmeyip mütevellilikten çıkarılır, yerine başkası mütevelli tayin edilir. Nitekim bir sene müddetten ziyade kiraya verilmemesi şart kılınan bir vakıf akarın mütevellisi bu müddetle kiraya talip bulunmayınca bunu hâkimin reyiyle daha uzun bir müddetle kiraya verebilir.

Hâsılı: Vakfeden muayyen bir şahsın imam, müezzîn veya Kur´an muallimi olmasını şart kılıp şart kıldığı şahıs vazifesini ihmal eder veya başkası o vazifeye daha lâyık olursa vakfedenin bu şartından dönmesi sahih olur. Bu dönmek hakikatte şarttan dönmek olmayıp Müslümanlara ait olan bir menfaat için o muayyen şahsı başkasıyla değiştirmektir. Bu mesele musannıfın: "Muhtar olan kavle göre, mescidin bânisinin imam ve müezzinitâyin etmesi daha evlâdır. Ancak cemaatin tâyin ettiği mescidin bânisinin tâyin ettiğinden vazifeye daha lâyık olursa başka" diye geçen meselenin benzeridir. Bununla azledebilir mi? Bunun hükmünü görmedim." diye naklettiğinin cevabı zâhir olmuştur. Yani müderris ile imamın tâyinleri asıl vakıfta şart kılınsa bile azledilmeleri vakfın menfaatine olursa câiz olur. Müderris ile İmamın tâyinleri asıl vakıfta şart kılınmış olmazsa, azledilmeleri evleviyetle câiz olur.

Vakfeden vakfiyesinde hademe-i hayrattan dilediğinin ücretini artıracağını dilediğinin ücretini azaltacağını, dilediğini vakfa sokacağını dilediğini vakıfdan çıkaracağını şart kılsa câiz olur. Bunları bir defaya mahsus olmak üzere yapabilir.

Şeyh Kâsım Fetâvâsında: "Bilhassa bir vakfın vakıf olduğuna dair hüküm verildikten sonra vakfedenin o vakıfda muteber olan bir şartı değiştirmesi, o şart yerleştikten sonra onu tahsis etmesi caiz değildir." diye beyan etmiştir. Artık sabit oldu ki; vakfedenin şartlarından dönmesi sahih değildir. Mütevellilik bu şartlardan müstesnadır. Vakfeden...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Şubat 2010, 08:53:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 18 Şubat 2010, 08:53:01 »

EVLÂDA YAPILAN VAKIF HAKKINDA FASIL



METİN

Mevahib´de beyan edildiğine göre; bir kimse bir akarını kendi nefsine, veledine (çocuğuna), nesline ve akibine vakfetmiş olsa bu vakfın gelirini hayatta oldukça kendi nefsine, sonra veledine, sonra nesline, sonra akibine şart kılmış olur. Bu, İmam Ebû Yusuf´a göre caizdir. Bu kaville fetva verilir. Nitekim bir kimse kendi vakfının gelirini veledi için şart kılsa câiz olur.

Vakıflarda bir defa zikredilen "veled" tabiri yalnız sulbi (öz) velede mahsustur.

Veled tâbiri erkekle kayıdlanmadıkça kıza da şâmil olur.

"Şu akarımı veledime vakfettim" diyen kimsenin bir çocuğu bulunsa, o vakfın gelirinin hepsi ona ait olur. Veledine vakfeden kimsenin sulbi çocukları ölünce o vakıf fakirlere ait olur. Torunlarına ait olmaz. Fakat vakfettiği zaman sulbi çocuğu olmazsa o vakıf oğlunun çocuğuna -isterse kız olsun- ait olur. Sahih olan kavle göre; kızının çocuğuna ait olmaz. İkinci batından aşağıdaki batınlara da ait olmaz. Vakfeden "veled-i veledi: Veledimin veledine" kavlini ziyade etse, bu vakıf birinci batınla ikinci batına ait olur. Eğer üçüncü batını ziyada ederse nesline şâmil olur. Bu vakfın gelirinde uzak ve yakın batınlar müsavî olarak ortak olurlar. Nitekim vakfeden ilk defa cemi lâfzıyla "şu akarımı evladıma" veya "veledime ve evlâd-ı evlâdıma vakfettim" dediğinde bu vakfın gelirinde uzak ve yakın batınlar ortak olur. Ancak tertibe delâlet eden bir şey zikredip mesela: "el´akrebü fel´akreb: En yakına ondan sonra gelen yakına" veya "veledime sonra veledimin veledine" veya "bir batına ondan sonraki batına vakfettim" dese, bu takdirde o vakfın geliri vakfedenîn tâyin ettiği sıraya göre taksim edilir.

Bir kimse "şu malımı evlâdıma vakfettim" deyip isimlerini teker teker söylese onlardan biri ölünce hissesi fakirlere sarf edilir.

Bir kimse vakfının gelirinin önce zevcesine, onun ölümünden sonra evlâdına şart kılıp sonra zevcesi ölse, eğer evlâdından ölenin hissesinin veledine verilmesini şart kılmamışsa ölen zevcenin hissesi vakfedenden doğan kendi oğluna mahsus olmayıp vakfedenin bütün evlâdına ait olur.

Bir kimse, "şu akarımı beninime: Oğullarıma" veya "ihvetime: Kardeşlerime vakfettim" dese, evceh olan kavle göre bu vakıfta kızlar da dahil olur. Fakat "benâtıma: Kızlarıma vakfettim" dese, bu vakıfta oğulları dahil olmaz.

Bir kimse, "şu akarımı benînime: Oğullarıma vakfettim" dediği halde yalnız kızları bulunsa veya "benâtıma: Kızlarıma vakfettim" demiş olduğu halde yalnız oğulları bulunsa, bu vakfın geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü kendilerine vakfedilenler mevcut değildir. Eğer, "oğullarıma vakfettim" diyenin sonradan oğulları, "kızlarıma vakfettim" diyenin sonradan kızları olsa, vakfın geliri onlara ait olur.

Gelirin meydana gelmesinden altı aydan az müddette doğan çocuk gelirin taksiminde dahil olup hisse alır. Eğer altı ayda veya daha ziyade müddette doğarsa hisse alamaz. Ancak çocuğu, vakfedenin cinsî yakınlıkta bulunması helâl olmayan talâk-ı bâinle boşanmış karısı veya âzâd olmuş ümmi veledi, boşanma ve âzâd edilme vaktinden itibaren az müddette doğurmuş olursa, çocuğun nesebi vakfedenden sâbit olacağından o çocuk vakfın taksiminde dahil olup hisse alır. Çünkü iddette cinsî yakınlık haram olduğundan şer´î şerif, gebeliğin talâk ve âzâd-dan önce olduğuna hükmeder de gelirin meydana geldiği vakitte çocuk mevcut olmuş olur. Eğer kadın talâk-ı ric´î iddetinde veya âzâd olmamış ümmi veled olmakla cinsî yakınlığı helâl olursa çocuk, gelirin meydana gelmesinden sonra mevcut olma ihtimalinden dolayı taksimde dahil olmaz. Eğer vakfeden batınlar arasında tertibe delâlet eder bir tâbir kullanmazsa, vakfın geliri yakın ve uzak batınlar arasında müsavî olarak taksim edilir. Eğer "erkek için dişinin iki hissesi vardır" derse, dediği gibi taksim edilir. Eğer "erkek için dişinin iki hissesi vardır" kavli vakıfta olmayıp vasiyette olur, erkek evlâtla kız evlât karışık olmayıp yalnız erkek evlât veya yalnız kız evlât olursa, erkek evlât kız evlâtla beraber, kız evlât erkek evlâtla beraber var kabul edilir, vasiyet aralarında erkek için dişinin iki hissesi vardır kaidesine göre taksim edilir de mevcut olan erkek evlât veya kız evlât hissesini alır. Var kabul edilen evladın hissesi vârislerine aid olur. Mevcut olmayan evlâda vasiyet câiz değildir. Fakat mevcut olan vârislerin alacakları hisseler bilinsin diye mevcut olmayan evlât, erkek veya kız kabul edilmiştir.

Bir kimse "şu malımı veledime, neslime, ebediyyen tenasül ettikçe vakfettim; her ne zaman onlardan biri ölürse hissesi veled ve nesline verilsin" dese o vakfın geliri vakfedenin ölü ve diri veled ve neslinin hepsine müsavî olarak taksim edilir. Vakfedenin şartıyla amel edilerek onlardan ölenin hissesi de miras olarak veledine verilir. Eğer vakfeden "evlâdından çocuksuz ölenin hissesi kendinin üstünde bulunan kimseye verilsin" deyip halbuki kendinin üstünde bir kimse bulunmasa veya bu hususta bir şey söylemese, çocuksuz ölenin hissesi asıl gelire ait olur. Vakfedenin nesil bâki oldukça fakirlere sarf edilmez.

Nesil: Bir kimsenin erkek olsun kız olsun evladına ve torunlarına denilir.

Akib: Bir kimsenin sulbi evlâdına ve sulbî erkek evlâdının evlâdına verilen isimdir. Fakat kız evlâdının evlâdı kendisinin akibi değildir. Ancak kızlarının kocaları kendi kavminden olursa onların evlâdı da akib olur.

Bir kimsenin âlî, cinsi ve ehl-i beyti kendisine babası cihetinden İslâmiyet devrine ilk yetişmiş olan cedd-i âlâsına kadar neseb cihetiyle birleşen insanlardır. Bu cedde-i alânın Müslüman olup olmaması müsavîdir.

Bir kimsenin karabeti, erhâmı ensâbı kendisine babası veya anası tarafından ilk İslâm´a yetişmiş olan büyük dedesine kadar nisbet olunan akrabasıdır. Fukahaya göre ana baba ile sulbî evlada ittifakla karâbet ismi verilmez. Keza İmam A´zam´la İmam Ebû Yusuf´a göre; anneyle babayaher ne kadar yukarı çıkarsa çıksın, evlâda her ne kadar aşağı inerse insin karabet ismi verilmez. İmam Muhammed´e göre; bunlar karabetten sayılırlar.

Vakfeden, "Şu vakfımın geliri, evlâdımın ve torunlarımın fakirlerine verilsin" diye kayıdlasa, o vakfın gelirinin meydana gelme zamanındaki fakirler itibar edilir. Buna göre, gelirin meydana geldiği günde fakir olanlar o vakfın gelirine müstahik olur. Burada fakir ile zekât alması câiz olan fakir murad edilmiştir.

Her hangi bir sebebden dolayı mütevelli vakfın gelirini hisse sahiblerine sarf etmeyi tehir etmekte onların zengin olanı fakir, fakir olan zengin olsa gelirin taksim edildiği zaman fakir olan gelirin meydana geldiği zamanda fakir olana ortak olur. Çünkü sıla kabîlinden olan şeylere ancak teslim alınmakla mâlik olunur. Vakıfda hissesi olanın zengin olması veya ölmesi daha önce müstahik olduğu hakkını iptal etmez. Ama gelir meydana geldikten sonra altı aydan az bir müddette doğan çocuğun o gelirde hakkı yoktur. Çünkü bu çocuk gelirin meydana geldiği zamanda cenin olduğundan zengin gibi oldu da vakfın gelirine ihtiyacı olmadı.

Bazı fukaha ise, "bu çocuk o gelire müstahik: olur. Çünkü fakir; bir şeyi olmayan kimsedir. Ceninin de bir şeyi olmadığından fakir sayılır" demişlerdir.

Vakfeden, "şu akarımın geliri, evlad ve torunlarımın sahih olanlarına" veya "el´ akrebü fel´akrebe" veya "el´ahvecü fel´ahvece" veya "evlâdıma komşu olanlara" veya "şehirde sakin olanlara verilsin" diye şart kılsa şartıyla amel edilerek o vakfın gelirine bu zikredilen şartları haiz olanlar müstahik olur. Bu vakıf meselelerinin tamamı İs´âf isimli kitap dadır. Zamanın hadiseleri kendisini vakıf meselelerinden gizli ve ince olanları bilmeye muhtaç eden kimse Hilâl ile Hassaf´ın kitaplarından kısaltılan vakıf hükümlerine mahsus İs´âf isimli kitabı mütalaaya devam etsin. Yine bu şekilde izah, önce Dımeşk´te, sonra Kahire´de bulunan Hicrî 921 tarihinde vefat eden Hanefî mezhebinden aslen Trabluslu şeyh İbrahim b. Musa b. Ebubekir´in "Mevahibü´r-Rahman şerhi Bürhan" isimli eserinde de mevcuddur. Bu Şeyh İbrahim İs´âf isimli kitabında sahibi ve müellifidir.

İZAH

"Kendi nefsine..." Metinde geçtiği üzere İmam Ebû Yusuf´a göre; bir kimsenin vakfının gelirini kendi nefsi için şart kılması câizdir.

"Vakıflarda bir defa zikredilen "veled" tâbiri yalnız sulbî (öz) velede mahsustur." Yani veledi (çocuğu), bulunursa, birinci batına mahsus olur. Diğer batınlar bu vakıfa dahil olmaz. Çünkü veled lâfzı -mânâ itibarıyla umumî olsa bile - müfreddir.

"Kıza da şâmil olur." Yani veled tâbiri oğula da kıza da şâmildir. Çünkü veled, velâdeten (doğmaktan) alınmıştır. Velâdet ise her ikisinde de mevcuddur. Dürer, İs´af.

"Bir çocuğu bulunsa..." Yani vakfedenin vakfettiği zaman bir çok çocuğu bulunup bunlar ölür, bir tanesi kalırsa veya vakfettiği zaman bir tek çocuğu bulunursa, bu iki surette bu vakfın gelirinin hepsi ona aid olur. Çünkü veled lâfzı muzaf olan müfred olduğundan umum ifade eder. Fakat vakfeden "şu malımı beninime: Oğullarıma vakfettim" dediği halde bir oğlu bulunsa o vakfın gelirinin yarısı ona diğer yarısı ise fakirlere aid olur. Zira cem´i sigası kullanılmıştır. Vakıfta, vasiyette cem´in en azı ikidir. İs´âf´ta da böyledir. Füru bahsinde geçmiştir.

"Torunlarına aid olmaz." Çünkü bu vakfın geliri birinci batına mahsustur. Torunlar şartsız o vakfın gelirine müstahik olmazlar. Birinci batında kimse kalmayınca o vakfın geliri fakirlere sarf edilir. Buna "mun-katıu´l-Vasat: Ortası kesilmiş vakıf" adı verilir. Nitekim yukarıda geçmiştir.

"Oğlunun çocuğuna - İsterse kız olsun - aid olur." Yani o vakfın gelirinde oğlunun çocuğuna daha aşağıdaki batınlar ortak olmaz. Çünkü vakfedenin sulbi (öz) çocuğu bulunmadığında çocuğunun çocuğu Sulbi çocuğu gibidir. Zira çocuğunun çocuğu da kendisine nisbet edilir. Evkâf-ı Hassaf´ta beyân edildiğine göre vakfedenin su...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes