Sonumuz Nereye Varacak? By: reyyan Date: 16 Ekim 2011, 15:49:55
Sonumuz Nereye Varacak?
Kasým 2006 95.SAYI
Ali YURTGEZEN kaleme aldý, AYIN KONUSU bölümünde yayýnlandý.
Akýbet, bu dünyanýn ve insanýn dünya hayatýnýn sonu.
Ama bir bitiþ deðil.
Yeni ve hiç bitmeyecek olan bir hayatýn baþlangýcý.
Dünya hayatýnda yaptýklarýmýzýn karþýlýðý.
Ýyiliklere karþýlýk iyi, kötülüklere karþýlýk kötü..
Bu yüzden ‘akýbetimiz hayrola’ diye dua ederiz.
Ve bu yüzden sonsuz olandan önce hayra sarýlýr, güzel bir son isteriz.
Ramazan sebebiyle türbe ve yatýrlara yine yoðun bir ziyaretçi akýný oldu. Buralara koþan insanlarýmýz yine hacetlerini arz ettiler kendilerince. Kimi iþ istedi, kimi ev, araba.. Çocuðu olmayan hanýmlar, derdine deva arayan hastalar, sýnav kazanmak isteyen gençler, Ramazan ikliminden de istifade için el açtýlar, dua ettiler.
Televizyon haberlerinden birinde ekrana geldi: Biraz da dua adabýný ihlal etmesi sebebiyle olacak, yüksek sesle bir þeyler isteyen kadýna öfkelenen sakallý bir adamcaðýz, “Haným, haným!” dedi, “Allah’tan hayýrlýsýný iste!” Kadýn celallendi, adamýn teklifini kendisi hakkýnda kötü bir talepmiþ gibi anladýðýný belirten birtakým sözler söyledi.
Çocuðunun üniversite kazanmasý için dua isteyen bir yakýnýmýn, “Hakkýnda hayýrlýsý ne ise o olsun.” dediðim zaman yüzünün gölgelendiðini görmüþ, üzülmüþtüm. Müslümanlar olarak dünyaya talebimiz biraz fazlaca arttý galiba. Üstelik bu öyle “cahil müslümanlar”ýn üzerine yýkýp kendimizi temize çýkaracaðýmýz cinsten basit bir temayül gibi de görünmüyor.
Müslüman olmak müslümanca davranmayý gerektirir. Bizim Allah’a, insana, dünyaya, hayata dair temel kavrayýþ biçimlerimiz var ve yapýp ettiklerimizin bunlarla çeliþmemesi icap ediyor. Ýman esaslarýný ikrar ve ifadede bir problemimiz yok. Ama bu esaslarýn günlük hayata yön vermede, sorgulamadan kullandýðýmýz kavramlarýn içini doldurmada, düþünce ve tutumlarýmýzý belirlemede rol oynadýðýný söylemek çok zor.
Mesela kendimizin veya çoluk çocuðumuzun mutluluðu, rahatý, geleceði için çalýþýyoruz. Fakat sanki meselenin “çaba” kýsmýný çoðu zaman “deðer”lerden kopuk bir eylem gibi sürdürmeyi ön plana çýkarýyoruz, “mutluluk, rahat, gelecek” kavramlarýný sorgulamýyoruz. Kazanmayý amaçlýyor, kaybetmemek için gayret gösteriyor, bir badireden kurtulmayý deniyoruz; var olmak, netice almak, baþarýlý bir sonuç elde etmek için uðraþýyoruz. Lakin bu arada Ýslâm’ýn belirlediði kuþatýcý bir bakýþ açýsýyla kâr nedir, zarar nedir, baþarý nedir, kurtulmak veya yok olmak ne demektir, nasýl bir son yahut sonuç kavrayýþýmýz var.. suallerini sormuyoruz, bunlarýn cevaplarýný da doðrusu pek merak etmiyoruz.
Varlýða sevinmek, yokluða yerinmek
Adýna “modernizm” denilen ve insanýn beþer yanýný, nefsini, sadece bu dünyadaki hayatýný esas alan bâtýl ve Batýlý bir anlayýþ karþýsýnda epeydir kendimizden geçmiþ bir haldeyiz. Ahireti inkâr veya ihmal eden tutumuna “kâl” ile yani lâfla karþý çýksak da “hal”imiz bu anlayýþýn dünyayý kavrayýþ biçimini büyük ölçüde benimsediðimizi gösteriyor. Þüphesiz bu kabulde müslümanlarýn dünyayý ihmal ettikleri için geri kaldýklarýna dair propagandalarýn oluþturduðu kompleks rol oynuyor. Buna bir de Batý’nýn bilim ve teknolojiyle dünyadan alabildiðine faydalanma mahareti karþýsýnda duyduðumuz hayranlýðý ilave etmek gerek. Ama yine de asýl sebep bizim müslümanlar olarak “akletme” melekemizi, kabiliyetimizi kaybetmemiz.
Zira modernizmin dünya ve hayat anlayýþý, bizim tasavvurlarýmýza denk düþmediði gibi kendi içinde de apaçýk bir tutarsýzlýk arz ediyor. Görmezlikten gelse bile “ölüm”ü yok sayamýyor ama sanki hiç ölmeyecekmiþ gibi dünyaya baðlanmayý teþvik ediyor bu anlayýþ. Tekâsür Suresi’nin ilk ayetinde belirtildiði gibi “çoðaltarak”, yýðýp biriktirerek, hep bir þeylere sahip olarak “oyalanmayý” yaþamanýn gayesi haline getiriyor. Ahirete inanmasa dahi, bunlarýn ölümle bütün anlam ve deðerini yitireceðini, dolayýsýyla boþuna bir çaba olduðunu sorgulayamýyor. Sorgulayamýyor, çünkü zaten bu anlayýþýn insan tipinin kendini kaybedecek, asla kendine gelemeyecek ölçüde bir sarhoþlukla malül olmasý gerekiyor.
Sebeple sonucun sürekli yer deðiþtirerek kýsýr bir döngüye, çözümsüzlüðe yol açtýðý bu hayat tarzýnda insan, oyalanarak kendini unutmak suretiyle “Ben kimim, niçin bu dünyadayým, ne yapýyorum, sonum ne olacak?” sorularýný soramýyor. Bu sorularý soramadýðý için þuursuzca biriktiriyor, koþturuyor, kendinden uzaklaþýyor. Ve modernizm bu “unutma” ya da “uyuþma” halini “mutluluk” olarak tanýmlýyor. Onun için bu anlayýþ “varlýða” seviniyor, “yokluða” yeriniyor.
Himmete mi buðdaya mý talibiz?
Dünyadaki geçici bir tokluða mý, yoksa ahiretteki ebedi bir mutluluða mý talibiz? Bu, bizim imtihanýmýzýn özeti aslýnda ve tercihimiz konusunda da ikaz edilmiþiz. Cenab-ý Hak Münâfikûn Suresi’nin 9. ayetinde kâfirleri veya münafýklarý deðil “iman edenleri” uyarýyor: “Mallarýnýz ve çocuklarýnýz Allah’ý anmaktan sizi alýkoymasýn. Böyle yapanlar hüsrana uðrayacaktýr!” Efendimiz s.a.v. de “Baki olaný fani olana (yani ahireti dünyaya) tercih ediniz.” buyuruyor.
Ebedi alemi tercih, dünyanýn yok sayýlmasý, beþerî ihtiyaçlarýn ihmal edilmesi anlamýna gelmiyor þüphesiz. Dünya ahiretin tarlasý. Burada bir þeyler ekeceðiz ki yarýn orada devþirebilelim. Himmet talep etmek, buðdaydan büsbütün vazgeçmek deðil. Buðday uðruna himmetten mahrumiyete razý olmaktan sakýndýrýlýyoruz.
Çok bilinen bir örneði tekrarlayalým: Ýnsan bir gemi misali; hakikate, ebedi aleme, asýl vatanýna doðru yol alýyor. Üzerinde yüzerek yol aldýðý deniz de dünya. Deniz olacak ki gemi yol alabilsin. Ama denizi hep dýþarýda tutmak kaydýyla. Eðer gemi deniz suyunu içine alýrsa, ne yol kalýr, ne hedef, ne de gemi.
Ölümden sonrasýna, hesap gününe inandýðýmýzý söylesek de dünyayý gönlümüze almýþ, buðdaya tamah etmiþsek, ne kadar ciddi ve hayatî görünürse görünsün, fani hedefler, geçici hevesler peþinde ömür tüketiyoruz demektir. Dünyalýk taleplerde kulluk edebini aþan bir inat, ýsrar ve hýrs ile neticeye müdahil olma çabasý böyle bir cehaletin iþareti. Tevekkül, sabýr ve rýzayý terk edip ille de dünya diye tutturmak, Allah’ýn bize bahþettiði sayýsýz nimetin kadrinden habersiz, hamd ve þükürde bulunmamak, ikrarýmýza raðmen kalbimizdekinin, yani fikrimizin yahut niyetimizin bozukluðunu gösterir ki, niyet hayýr olmayýnca akibet de hayýr olmaz.
“Vah Sa’lebe’ye!”
Medineli müslümanlardan Sa’lebe b. Hâtýb’ýn hazin, o ölçüde de dehþet verici hikayesini hatýrlayalým. “Benim için faydalý olan budur” deyip küstahlýða varan bir inatla dünyalýk talep etmenin insaný nasýl bir felakete sürükleyebileceðinin ibretlik örneði.
Hz. Peygamber s.a.v.’e gelip gidip ýsrarla:
- Ya Rasulullah, bana mal vermesi için Allah’a dua et, zengin olayým, diyor Sa’lebe. Efendimiz s.a.v. onu bu sevdadan vazgeçirmeye çalýþýyor önce:
- Ey Sa’lebe, þükrünü yerine getirdiðin az, þükrünü ifa edemeyeceðin çoktan hayýrlýdýr, diye nasihatta bulunuyor.
Sa’lebe düþünüp akledenlerden deðil; mal mülk sahibi olmayý kafasýna koymuþ bir kere, gözünün baþka bir þey gördüðü yok.
- Bana dua et zengin olayým, diyor da baþka bir þey demiyor. Alemlerin Efendisi:
- Ben sana güzel bir örnek deðil miyim? buyuruyor.
Dileseydi dünyanýn bütün servetine sahip olabilecek bir peygamberin zühd ve fakrýndaki hayrý görsün istiyor ama nafile. Yeminler ediyor Sa’lebe, mal sahibi olursa Allah için cömertçe daðýtacaðý vaatlerinde bulunuyor. Bakýyor ki ikna olacak gibi deðil, Rasulullah s.a.v. mübarek ellerini açýyor:
- Ey Allahým Sa’lebe’ye mal ver, diyor.
Sa’lebe önce bir koyun sahibi oluyor. Bir koyun iki, üç, beþ.. derken bir sürü oluyor. Sürüler çoðalýyor, Medine’ye sýðmaz hale geliyor artýk. Sa’lebe, sayýsýný bilemediði mallarýyla Medine dýþýnda geniþ bir vadiye konuyor.
Efendimiz s.a.v.’in dünyaya sarýlan, dünya malýna düþkün olanlarýn yakasýný kurtaramayacaðýný daha önceden haber verdiði sýkýntý ve belalar bir bir tahakkuk ediyor Sa’lebe’de. Ýhtiyaçlarý ve tasasý artýyor, meþguliyeti çoðalýyor. Önce cemaati, sonra vakit namazlarýný terk ediyor. Bir müddet sonra Cuma namazlarýna da gelmez oluyor. Nihayet zekât ayeti inince, zekât tahsildarlarý Sa’lebe’nin de yanýna varýyorlar. Sa’lebe’nin kalbi hýrs ve tamahla dolmuþtur. Kýzýyor, söyleniyor, itiraz ediyor önce.
- Bu da ne böyle, müslümandan cizye istemek gibi, diyor; hele þimdi gidin sonra gelin, ben bir düþüneyim, gibi sözlerle oyalýyor zekât memurlarýný.
Tahsildarlar eli boþ Hz. Peygamber s.a.v.’in huzuruna geldiklerinde, daha onlar hiçbir þey söylemeden, Efendimiz s.a.v.’in dudaklarýndan hepimizi titretmesi gereken þu sözler dökülüyor:
- Vah Sa’lebe’ye!
Sa’lebe b. Hâtýb, Tevbe Suresi’nin kendisini tehdit eden ayetlerinin nüzulü üzerine telaþa kapýlýp zekât vermek istiyorsa da zekâtý kabul edilmiyor. Hz. Osman r.a.’ýn halifeliðine kadar ömür süren Sa’lebe’nin zekâtýný, kendisinin teklifine raðmen Hulefa-i Râþidîn de reddediyor.
Ýbret nazarýyla etrafýmýza þöyle bir bakalým: “Vah Sa’lebe!” dedirtecek ne kadar da çok örnek var!
“Dünyanýn sonu deðil ya!”
Günümüzde dünya ile ilgili bir iþin ýsrarla takipçisi olmak, kafamýzdaki neticenin gerçekleþmesi için bütün imkanlarýmýzý sonuna kadar zorlamak, bunu yegane amaç telakki etmek “akýllýlýk” gibi sunuluyor. Dünyevî bir hedef “olmazsa olmaz”ýmýz yahut ölüm kalým meselesi haline getirilince de, ilâhi ölçüler ve kulluk sorumluluðumuzun icaplarý ihmal ediliyor. Ýlâhi kriterleri inkâr etmese bile onlarý ayrý bir kategoriye koyan, “din ayrý, dünya ayrý” diyerek dinin emirlerine raðmen çýlgýnca bir hýrsla dünyaya yönelmemizi salýk veren akýl, modern bir akýldýr. Modern akýl dünyevî, dolayýsýyla maddeci bir temyiz mekanizmasý kurar. Her þeyi rasyonel bir kâr-zarar ekseninde deðerlendirir. Sabrý, kanaati, rýzký, bereketi ve en önemlisi ahireti idrakten acizdir. Modern akýl dünya ve dünya hayatýyla kendini sýnýrlamýþtýr; “son” kavramýndan dehþetle kaçar, insanýn ve dünyanýn sonunu anlamaya ve düþünmeye asla yanaþmaz.
Böyle bir aklýn kýlavuzluðunda yol almaya çalýþanlarý, bazen dünyalýk bir mahrumiyete uðradýklarýnda, “Demek ki hayýrlýsý buymuþ..” diye teselli edemezsiniz. Onlarý avutabilecek tek söz, muhtemelen dublaj Türkçesinin eseri, “Boþ ver, canýný sýkma, dünyanýn sonu deðil ya!” cümlesidir; baþtan ayaða dünya kokar, dünyanýn sonunu felaket gören bir trajediyi yansýtýr.
Halbuki müslüman aklý vahyin inþa ettiði bir akýldýr. Ýnsanýn ve bu dünyanýn “son”unu hesaba katarak tavýr belirlemekle kendini gösterir. Bu yüzden Kur’an-ý Kerim’de onlarca ayette, yeryüzünde dolaþarak yalancýlarýn, günahkârlarýn, bozguncularýn, zalimlerin.. sonlarýnýn nasýl olduðunu görmemiz ve buna göre aklederek davranmamýz istenir. Ra’d Suresi’nin 19. ayetinde, bu dünya yurdunun akýbetini gözettikleri için ebedi saadetle müjdelenen kimseler “ulü’l-elbâb”, yani “üstün akýllýlar” olarak nitelenir.
Rasulullah s.a.v. de bir hadis-i þeriflerinde þöyle buyurur: “Akýllý kiþi kendi nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrasý için amel edendir. Ahmak ise nefsini hevasýnýn peþine takan, Allah’tan birtakým (dünyalýk) temennilerde bulunan kiþidir.”
Zulüm ile abad olanýn ahiri berbad olur
Kur’an-ý Kerim’de “dünya” yeryüzü anlamýna deðil, “hayatü’d-dünya” tamlamasýyla bir hayat çeþidinin sýfatý olarak kullanýlýr. Tek baþýna zikredildiðinde de anlatýlmak istenen yine “dünya hayatý”dýr. Bu tamlama, bir tasnif yaptýðýna göre, öncelikle dünya hayatý dýþýnda da bir “hayat” olduðu bilgisini verir. Ýkinci olarak “dünya” kelimesinin anlamýndan hareketle “dünya hayatý”nýn niteliðini kavramamýzý ister.
Dünya, “deni”, “denaet”, “edna” kelimelerinin de türediði, “aþaðýya doðru yaklaþmak, alçalmak” anlamýna bir kökten gelir. Duyularla, yani insanýn en basit ve beþeri idrak imkanlarýyla algýlanabilen, ebedi hayata nisbetle daha aþaðý bir nitelik taþýyan “geçici hayat”a bu yüzden “dünya hayatý” denilmiþtir.
Oysa insan beþ duyudan, âlem de bu duyularýn idrak ettiðinden ibaret deðildir. Ýslâm’da kalbin bir ameli olan “akýl”, Cenab-ý Hakk’ýn bahþettiði imkanlarý ve vahyin yardýmýyla bunun böyle olmadýðýný kabul eder. Hatta müslümana göre dünyanýn deðersizliðinden ve faniliðinden habersiz bir hayat, hayat bile deðildir.
Nitekim Kur’an’da öldükten sonra dirilmeye “ba’s” denildiði gibi, müþrik kavimlere peygamber gönderilmesine de ba’s denir. Ayný kökten “bi’set” hem bir peygamberin tebliðe baþlamasý, hem de ölülerin diriltilmesi anlamýna gelir. Demek ki Allah’ý ve ahireti bilmeden sürdürülen bir hayat, dünya hayatý bile olsa aslýnda bir “ölüm hali”dir. Ýþte akletmek, dünya hayatýnýn bu niteliðini sürekli hatýrda tutmaktýr. Rasulullah s.a.v., “Ýnsanlarýn en akýllýsý kimdir?” diye sorulduðunda, “Ölümü en çok hatýrlayýp, onun için en fazla hazýrlýklý olan.” buyurmuþtur.
Akletmemek, Allah’ýn apaçýk ayetlerini hýrs, tamah, hayal, vehim ve zan perdeleriyle perdelemek, kendini bir karanlýða, zulmete mahkum etmektir. “Zulüm”ün tam karþýlýðý “bir þeyi yerli yerine koymamak”týr. Ýnsan eðer dünyayý fani ve deðersiz olan mevkiinden alýp baki ve deðerli bir mevkie koyuyorsa zulmediyor, zalimlerden oluyor demektir. Oysa meþhur sözdür: “Zulüm ile âbâd olanýn âhiri berbâd olur.”
Dünyaya layýk olduðundan fazla önem atfederek, bütün mesaisini dünyalýk peþinde koþmakla harcayarak sonunu, geleceðini düþündüðünü söyleyenlere sormak lazým: Bu nasýl bir son yahut sonuç alma anlayýþýdýr ki akibetinizi berbat ediyor?
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler
Sonumuzu düþünmeli, sonuç almak için çaba göstermeli, akýllý insanlar olarak her iþimizin sonunu hesap etmeliyiz ama bunu yaparken modern telakki ile Ýslâm’ýn “son” anlayýþýnýn uyuþmayacaðýný da bilmeliyiz. Dünya sýnýrlarý içindeki bir “son” tasavvuru ile dünyayý aþan, maveraî bir “son” tahayyülü elbette birbirinin ayný olmayacaktýr. Buna raðmen modernizmin hegemonyasý bu farklýlýðý görmemizi engellemekte, engellemekten de öte modern anlayýþý tartýþýlmaz bir doðru gibi dayatmaktadýr.
Modern anlayýþ dünyayý ahiretten kopardýðý gibi, dünya hayatýný da kendi içinde birbirinden kopuk eylemler ve kompartýmanlar bütünü olarak algýlar. Her evre yahut bölmenin neticesini, yani mahsul veya randýmanýný “son-uç” kabul eder; tasarladýðý verimi almýþsa sevinir, alamamýþsa üzülür. Müslüman ise bütün bunlarýn bir bütünlük taþýdýðýný, tedbire raðmen nihayetinde ilâhi bir programýn icabý, bir takdirin kazasý olduðunu bilir; netice aleyhine tahakkuk etmiþ gibi görünse de “olanda hayýr vardýr” diye düþünür. Bu yüzdendir ki modern anlayýþ dünyevî aklýn gerekli gördüðü þeyleri isterken, müslüman “hayýrlýsý”ný talep eder. “Ýnsanlarýn hayýr bildiklerinde þer, þer bildiklerinde hayýr olabileceði” ikazýndan hareketle, vukuunun veya neticesinin faydalý mý zararlý mý olacaðýný bilmediði için, her meseleyi bütünü gören ve bilen Allah’a ýsmarlar.
Modernizmin “sonuç” dediði, müslümanlar için sebepler silsilesidir ve bunlarýn insaný sýrat-ý müstakim üzere tutmasý, onun istikametini bozmamasý önemlidir. Zira asýl sonuç veya netice, bu yolun sonunda ulaþýlacak ebedi saadet yurdudur. Öte yandan yolda olma ve istikamet çabasýna raðmen böyle bir “son”, Cenab-ý Hakk’ýn lütuf ve merhametinin eseri olacaktýr. Ýbadet ve taatin çokluðu, kulluk vazifelerinin ifasý, bir aþk ve ihlâsýn tezahürüyse neticeye tesir edebilecektir. Baþka bir deyiþle cennet, ibadetlerin “karþýlýðý” deðil, Allah tarafýndan sevilmenin “mükafat”ýdýr. Hayýrlýsýný istemek, verilene þükretmek, musibetlere sabýr, istikamet, kýsaca Allah’tan gelene nimet de olsa külfet de olsa rýza, samimi bir “aþk”a alamet olmakla önemli ve deðerlidir.
“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyerek tam bir teslimiyet ve itimat içinde olduklarýný ispatladýklarý, hep “hayr”a niyetlendikleri için böyle müminlerin “akýbet”leri hayr olacaktýr.
Ölüm bir son ama...
Allah Tealâ hem bu dünya için hem de insanlarýn bu dünyadaki hayatý için bir ecel tayin etmiþ, yani belli bir müddet, bir vade belirlemiþtir. Ecelinin dolmasý, vadesinin bitmesi, insanýn bu dünyadaki sonudur. Modern anlayýþla Ýslâm “ölüm”ün bir son olduðu hususunda birleþmekle beraber, bu “son”un muhtevasýnda ve deðerlendirmesinde yine ayrýlmaktadýr.
Modernizm ölümü mutlak anlamda bir yokluk, hiçlik gibi görür ve ondan sakýnmaya, kaçmaya çalýþýr. Düþüncesi bile insaný rahatsýz eden bir felakettir ölüm. Görmezlikten gelinir, yokmuþ gibi davranýlýr, hatýrlamamak için ne gerekiyorsa yapýlýr. Þehirlerin dýþýna, gözlerden uzak “asrî mezarlýk”lar kurar modernizm. Dolayýsýyla ölüme hazýrlýk diye bir çabasý yoktur. Ölüm gelene kadar dünyadan ne koparýrsam kârdýr düþüncesiyle telaþla, hýrsla aceleyle biriktirir; bunu da “akýlcý” bir tavýr sayar.
Müslüman anlayýþýnda ölüm “nihaî bir son” deðildir. Ýmtihan süresinin sona ermesidir sadece. Gayb bilgisi olarak bize sunulan hakikatlerin belirmesi, neticenin ortaya çýkýp yakin ile bilinmesi sebebiyle insanýn ölümüne onun “encâm”ý da denilmiþtir. “Allah encâmýmýzý hayr etsin” duasý, dünya imtihanýný kazanmýþ olma dileðini yansýtýr.
Bir kýsým hakikatlerin ölümle belirginleþtiðini kabul etmek, ölümün korkulacak ve mutlak bir son olmadýðýný kabul etmektir. Kaçýnýlmaz olandan kaçmaya çalýþmanýn ahmaklýk olduðunu bilen müslüman, ölümü sükûnetle karþýlar ve ona göre hazýrlýk yapar. Hazýrlýklarý hem son nefeste iman ile göçmeye, yani hüsn-i hatimeye, hem de ölüm sonrasýndaki hesap gününe yöneliktir. Böyle bakýldýðýnda müslümanýn dünya hayatýnýn aslýnda bütünüyle ölüme ve sonrasýna hazýrlýktan ibaret olduðu görülecektir. Bu, ayný zamanda sürekliliði olan bir hazýrlýktýr ki, imtihanýn tabiatýdýr.
Kul bütün takvasýna raðmen emniyet hissine kapýlýp hazýrlýðýný bitirdiðini düþünmemelidir. Ümitsizlik veya emniyet tehlikesine karþý havf ile reca yahut korku ile ümit arasýnda olmamýz tavsiye edilmiþtir.
Nihayet modern anlayýþta ölüm, beklenmeyen, unutulan, uzakta olduðuna inanýlan hatta geciktirildiði düþünülen bir sondur. Ýslâm’da ise her an tahakkuk edebilecek bir akýbettir. Bu sebeple müslümana büyükler tarafýndan, mesela her namazýný “ehline veda edenin namazý” yahut “son namaz” gibi kýlmasý tembihlenmiþtir. Sonunu düþünen müslüman, her iþinde, her istek ve arzusunda biraz sonra öleceðini farzeden insandýr.
Sonsuz son: Ahiret
Ýslâmî terminolojide ölümden sonrasý için kullanýlan “âhiret, uhrâ, ukbâ” kelimeleri, kök itibariyle bir sürecin nihayetini ifade etse de, yine mutlak bir bitiþi, yokluðu, hiçliði yahut tükeniþi anlatmaz.
Akýbet, bu dünyanýn ve insanýn dünya hayatýnýn sonu. Ancak bu, devamý olmayan bir kesinti deðil. Nitekim biz ayný kökten türeyen “takip” kelimesini kullanýyoruz ki akýbet, “bir aþamayý takip eden itibarî son” demek. Aþamanýn öncesi için bir son, devamý için ise bir baþlangýç. Ölümle baþlýyor ama ahiret hayatýndaki ceza ve mükafat kýsmýna da taalluk ediyor.
Onun için ölümden sonraki bu sürece yine akýbetle ayný kökten “ukbâ”, inanmayanlarýn bu süreçte uðrayacaklarý cezalara “ukûbât” deniliyor. Ölüm de dünyadan ukbaya geçiþi mümkün kýlan bir “akabe” yani “sarp ve zorlu geçit”. Müslümanýn ölüm sonrasý kadar ölüm anýndan da korkmasý, hüsn-i hâtime için endiþelenmesi bu yüzden.
Þu halde sonumuzu düþünmek, sürekli ölümü, ukbayý, ukubatý gözeterek yaþamaktýr. Zira akýbetimiz bu tutumumuza göre hayýr da olabilir þer de. Tâhâ Suresi’nin 132. ayetinde “Ve’l-âkýbeti li’t-takvâ” buyuruluyor. “(Güzel) akýbet takva sahipleri içindir.” demek.
Ahiret de “evvelin mukabili” anlamýndaki “âhir”den türetilmiþ bir kelime. Kastedilen “dârü’l-âhire”, yani son ikamet mahallidir. Ukba gibi ahiret de fani olanýn sonu ama ebedî olanýn baþlangýcýdýr. Cennet ve cehennem, sonu olmayan bir akýbettir.
Akleden bir insan olarak müslümanýn yegane hedefi ebedi bir azaptan kaçýnmak, günün beþ vaktinde en az kýrk defa “hidayet” dileyerek ebedi saadet yurduna ulaþmaktýr. Biten, tükenen, sonu olmayan hiçbir þey onun için gözetilecek bir “son” deðildir. Bilir ki sonunu düþünmek, sonsuzluðu düþünmektir. Bilir ki sonlu olaný sonsuz olana tercih akýlsýzlýktýr. “Alçak dünyanýn malýna” meyledenlere A’raf Suresi’nin 169. ayetinde yapýlan ikazý kulaðýna küpe etmiþtir: “Ahiret yurdu Allah’tan korkanlar için daha hayýrlýdýr. Hâlâ aklýnýzý baþýnýza almayacak mýsýnýz?”
Arada bir de olsa aklýmýzý baþýmýza alýp ne yaptýðýmýzý, neyin peþinde koþtuðumuzu, sonumuzun nereye varacaðýný düþünmeye ne dersiniz?
Ynt: Sonumuz Nereye Varacak? By: SevD@_GüLü Date: 16 Ekim 2011, 16:08:49
Allah sonumuz hayýrlý etsin Allah imanla kuranla gitmeyi cümlemize nasip etsin inþAllah bu da bizim elimizde...Allahýn emir ve yasaklarýný tutup hayýrlý amel iþlersek inþAllah sonumuz hayýrlý olur... Allah razý olsun...