Kendimiz Olabilmek By: reyyan Date: 14 Eylül 2011, 20:23:18
Kendimiz Olabilmek
Þubat 2007 - 98.sayý
Halil AKGÜN kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Ýslâm, insana kendi aslýna dönmesi için yapýlmýþ bir çaðrýdýr. Ýlâhi emir ve yasaklar, bize sahte kimlik ve maskeleri bir kenara býrakmamýzý söyler. Amaç, “Ben kimim?” sorusuna doðru cevap vermek ve bu cevaba göre yaþamaktýr.
Uzun bir süredir kendi benliðimizden uzakta yaþýyoruz. Kendimiz olma vasfýný yitirdiðimiz için kendimize ait bir hayat alanýndan yoksunuz. Etrafýmýzdaki çizgiler, renkler, sýnýrlar, tonlamalar baþkalarýna ait. Bunun yol açtýðý yabancýlaþma duygusu hepimizde bir rahatsýzlýða, bir oturmamýþlýða neden oluyor. Adýný koymaktan kaçýyoruz ama Türkiye ve Ýslâm dünyasý “kendisi olamama” hastalýðýnýn pençesinde yaþýyor.
Oysa Ýslâm’ýn tarih sahnesine çýkýþý, Allah’ýn yeryüzündeki halifesi ve adaletin muhafýzý olan insanýn kendi aslýný, özünü bulmasý hareketidir. Tevhid inancýnýn insana bakan yüzü budur: Eþref-i mahlukat olarak insan, her tür puttan, sahte otoriteden, kendi nefsinden uzak duracak, onlara baþkaldýracak ve asýl mabuduna yönelecek...
Cenab-ý Hak insanýn bu asýl vasfýný vurgulamak için, bizim ibadet ediþ þeklimizi bile farklý kýlmýþ. Ýnsan, yaratanýna bilinçsiz bir þekilde ve herhangi bir biçimde deðil, belli bir þuur ile ve sünnet-i seniyyeyi takip ederek ibadet edebilir. Çünkü insanýn özü, yaratýcýsýna olan borcunu ödemektir. Nitekim din kelimesi, d-y-n kökünden türetilmiþtir ve “borcunu ödemek” manasýna gelir. Rabbine borcunu ödemeyen, insan olma vasfýnýn en önemli rüknünü yitirmiþ demektir. Bu manada insanýn Allah’a inanmasý ve O’nun rýzasýna uygun bir hayat yaþamasý, “kendini bulma” mücadelesinin nihai amacýdýr.
Ýslâm, insana kendi aslýna dönmesi için yapýlmýþ bir çaðrýdýr. Ýlâhi emir ve yasaklar, bize sahte kimlik ve maskeleri bir kenara býrakmamýzý söyler. Amaç, “Ben kimim?” sorusuna doðru cevap vermek ve bu cevaba göre yaþamaktýr. Sanýlanýn aksine bu sorunun cevabý soyut felsefi bir önerme deðildir. Metafizik, psikolojik ve sosyal manada doðru cevaplandýðýnda bu soru, hayatýmýza yön verir. Aldýðýmýz kararlarý, tercihlerimizi, iliþkilerimizi belirler. “Kendini bil!” demek, “nasýl yaþayacaðýný bil” demektir. Bu yüzden Ýslâm düþüncesi kendini bilmekle Rabbini bilmek arasýnda yakýn bir iliþki kurmuþtur. Kendini bilen Rabbini bilir, çünkü Rab olmadan insanýn tanýmý eksik kalýr. Ýnsaný yoktan yaratan Rabbimiz olduðu gibi, hepimizin döneceði nihai son da O’dur. Hadis olarak da nakledilen “Kendini bilen þüphesiz Rabbini bilmiþtir.” sözü, bu hakikati iþaret eder.
Orta ümmet olabilmek
Kendini bilmekle sahih ve sahici bir yaþam biçimi arasýnda doðrudan bir irtibat vardýr. Modern yaþam düzeninin bize ihanet ettiði yer tam da burasýdýr. Modern tüketim kültürü, bizi sürekli baþka, dýþýmýzda, sahte ve gölge kimliklere sahip olmaya zorlar. Okulda, devlet dairesinde, televizyonda, resmi törenlerde gerçek duygu ve düþüncelerimizi deðil, kalýp haline gelmiþ ezber cümleleri söylememiz beklenir. Alýþveriþ, tüketim ve eðlence sarmalýndaki hayatýmýz “daha fazlasý daha iyidir” sloganýna baðlý olarak ilerliyor. Oysa her þeyin ortasý, itidali doðru olanýdýr. Ýnsanýn fýtratýna, psikolojisine, madde ve ruh dünyasýna uygun olan da budur. O yüzden Kur’an insanlarý her iþlerinde itidal sahibi olmaya davet eder ve müslümanlara “orta ümmet” ismini verir.
Sosyal norm adý altýnda hayatýmýza sokulan kurallar da bizi kendimiz olmaktan alýkoyuyor. Özellikle son yýllarda öne çýkan davranýþ biçimleri, bizi kendimize, tarihimize ve kültürümüze her gün biraz daha yabancýlaþtýrýyor. Artýk nerede ‘merhaba’, nerede ‘iyi günler’ nerede ‘Selamün aleyküm’ diyeceðimiz bizim için kararlaþtýrýlmýþ durumda. Nerede ‘teþekkür ederim’ nerede ‘Allah razý olsun’ diyeceðimiz de belirlenmiþ. Hangi semtlerde ezan okunup okunmayacaðýna da ‘toplumsal mutabakat’ ile karar veriyoruz artýk. Fakat ayný þeyi mesela TV programlarýnýn denetlenmesi yahut gazete manþetleri için yapmýyoruz, yapamýyoruz.
Bu yüzden kendi kültür ögelerimize karþý ya yüzeysel bir hamaset tavrý içindeyiz ya da samimiyetsiz bir ilgi edasýna sahibiz. Sýra geceleri, eski Ramazanlar, geniþ aile modeli, vs. hakkýnda popüler kültür alanýnda karþýmýza çýkan þeyler, bu deðerlerin içlerinin nasýl boþaltýldýðýný çarpýcý bir þekilde gözler önüne seriyor. Son dönemde yaygýnlaþan ve artýk gýna getiren sözümona ‘yerli diziler’in aþýladýðý deðerler, özendirdiði insan iliþkileri nasýl bir köksüzleþmeye doðru gittiðimizi gösteriyor. Týpký modern tüketim ürünleri gibi, yüzeyselleþtikçe, sýðlaþtýkça baþarýlý ve mutlu olacaðýmýzý zannediyoruz.
Modern düþüncedeki insan tabiatýna iliþkin tartýþmalar bu eðilimleri destekliyor. Çaðdaþ sosyal bilimlere göre en yaygýn insan tabiatý tanýmý, ‘beyaz sayfa’ denen yaklaþýmdýr. Filozoflarýn “tabula rasa” yani “temiz, boþ sayfa” dediði bu teoriye göre insanlar bembeyaz bir sayfa ile doðarlar. Onlarýn “tabiatý” diyebileceðimiz bir özelliði yoktur. Sayfanýn üzerine yazýlacak þeyleri, yani insanlarýn karakterini, alýþkanlýklarýný, iyi-kötü kavramlarýný dýþarýdan gelen etkiler, kültür ve toplum belirler. Buna göre insanlarýn tabiatýný belirleyen, çevre þartlarýdýr.
Bu manada insanlar hem özgürdür, hem de baðýmlý. Özgürdürler, çünkü onlarýn nasýl bir yaþam sürmesi gerektiðini belirleyen birtakým ön-koþullar, kalýplar yoktur. Baðýmlýdýrlar, çünkü tabiatlarýný belirleyecek olan, çevre þartlarý, içinde büyüdükleri kültür, anne-babalarý ve en geniþ manada toplumdur. Bu yaklaþýmda kýsmi doðruluk payý olmakla beraber, en temel hatasý insanýn doðuþtan birtakým asli özelliklerinin var olduðunu reddetmesidir. Týpký modern tüketim ve eðlence kültürünün istediði gibi, insan her tür dýþ etkiye, reklam stratejisine, görsel etkilere göre þekillendirilen, eðilip-bükülen bir varlýk haline gelir. “Bu, insanýn Allah vergisi tabiatýna aykýrýdýr” diye bir þeye itiraz ettiðinizde beklenen cevap aynýdýr: Alýþýrsýn.
Bugün bu görüþü savunanlar iþi daha da ileri götürüyor ve “trans-humanizm” denen bir akýmýn öncülüðünü yapýyorlar. Buna göre insanýn biyolojik evrimi, modern teknolojinin sunduðu imkanlarla birleþtirilmeli ve yeni bir insan tipi geliþtirilmelidir. Genetik mühendisliðin bu ürperti verici senaryolarýnýn bizi nasýl bir çöküþe mahkûm edeceðini görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Kendini bulamayan Türkiye
Türkiye’de demokrasi, laiklik, kalkýnma, ilerleme, vs. adýna bize dayatýlan düþünce ve davranýþ biçimleri, içine yuvarlandýðýmýz toplumsal yabancýlaþmayý derinleþtiriyor. Çok partili siyasi hayata geçtiðimiz 1946 yýlýndan bu yana demokrasi ile daha fazla tüketim kültürünü ve lumpen bir yaþam biçimini anlýyoruz. Batýdan devþirdiðimiz demokratik deðerler bizi kendimize yakýnlaþtýrmýyor, Avrupa’nýn deðerler tarihine mahkûm ediyor. Batý her seferinde kendi koyduðu ilkeleri ihlal ettiðinde, bizdeki en rafine Batýcýlar bile hayretler içinde “Efendim, nasýl olur!” diye haykýrýyor. Sanki Batý demokrasileri gökten zembille inmiþ, þu andaki düzenlerin kurulmasý için onlarca ülke iþgal edilmemiþ, milyonlarca insan öldürülmemiþ, nice milyonlar kendi öz kimliklerinden, ben duygularýndan kopartýlmamýþ gibi.
Hepimizin bildiði bir hadis-i þerifte Peygamber Efendimiz s.a.v. þöyle buyuruyor: “Bir kavme benzeyen ondandýr.” Batý toplumlarý ve modern kültürle olan iliþkimiz uzun bir süredir bu hadisin tasvir ettiði “öteki olmaya çalýþma” paranoyasýna dayanýyor. Batý kültür ve medeniyetiyle eleþtirel, mesafeli ve onurlu bir iliþki geliþtirmek yerine, oradaki her þeyi aynýyla taklit etmeye çalýþýyoruz.
Bunun ne kadar derinlere gittiðini görmek için etrafýnýza þöyle bir bakýn. Okullarýmýz, alýþveriþ merkezlerimiz, sokak ve caddelerimiz, mesire ve tatil yerlerimiz, televizyonlarýmýz, reklam panolarýmýz ve bize günlük hayatýmýzda çarpmasý gereken bunun gibi onlarca gösterge, giderek Amerikanvâri bir kimliðe bürünüyor. Çaðdaþlýk adýna Türkiye’de yaptýðýmýz, gerçekten çaðýn ihtiyaçlarýna cevap veren bir sosyal-siyasi yapý inþa etmek deðil, denenmiþ modelleri alýp uygulamaktan ibaret. Bu modeller bazen tutuyor, bazen ýskalýyor. Süreç içinde Türkiye toplumu farklý sosyal mühendislik projelerinde bir kobay olarak kullanýlýyor. Ýþin acýsý, çoðu zaman bunun farkýnda bile deðiliz. Çünkü etrafýmýzdaki günlük þeyleri kanýksýyoruz; artýk onlarýn “detay” olduðunu düþünüyoruz.
Küresel ekonomik sistem ekonomik kalkýnmanýn ve sosyal dayanýþmanýn taklitle mümkün olmadýðýný gösteriyor. Geliþmiþ Batýlý ülkelerle geliþmekte olan fakir ülkeler arasýndaki uçurum, zaman olarak elli yýlý aþmýþ durumda. Yani dünyada küresel bir adaletin tesis edilebilmesi için geliþmiþ ülkelerin elli yýl boyunca hiçbir ilerleme ve büyüme kaydetmemesi, buna karþýn az geliþmiþ ya da geliþmekte olan ülkelerin büyümesine izin vermesi gerekiyor. Mevcut ekonomik sistem içinde bunun mümkün olmadýðýný biliyoruz. Çünkü kapitalizm ucuz iþ gücü üzerine kuruludur. Sermaye sahipleri de serbest piyasa deðil, tekel peþindedirler. Bizim ekonomik liberallerimiz bu noktayý anlamamakta ýsrar etseler de, Türkiye ve dünya gerçeði bunu dikte ediyor.
Kendimize giden yol
Taklit ile ittiba farklý þeylerdir. Taklit bir baþkasýnýn yaptýðýný manasýna vakýf olmadan aynen yapmak, tekrar etmektir. Oysa ittiba etmek, yani tabi olmak bir bilinç gerektirir. Bu yüzden biz baþta Hz. Peygamber s.a.v. olmak üzere bütün peygamberlere ittiba etmiþizdir. Hz. Peygamber’in sünnetine uymak, yabancý bir kültür-medeniyet kalýbýna girmek deðil, Ýslâm’ýn ortaya koyduðu asýl ve öz(-ü-)gür insan tanýmýna yakýnlaþmaktýr.
Þüphesiz taklit bireysel ve sosyal öðrenme sürecinin önemli bir parçasýdýr. Örneðin konuþtuðumuz dili taklit yoluyla öðreniriz. Sanat ve zenaatlar, teorik kitaplar okuyarak deðil, ustayý, üstadý taklit ederek öðrenilir. Fakat bunlarýn hiçbiri yabancýsý olduðumuz bir geleneðin unsurlarýný þuursuz bir þekilde taklit etmek, kendimizi onlara benzetmeye çalýþmak demek deðildir. Burada aslolan bilinçli bir þekilde ittiba etmek, ondan sonra yapýlmasý gerekeni yapmaktýr. Kýsacasý bizim burada karþý çýktýðýmýz, sosyal bir hastalýk haline gelen taklit alýþkanlýðýdýr.
Bunun bireysel ve toplumsal maliyetlerini görmek zor deðil. Her þeyden önce baþka toplum ve kültürleri taklit ederek kendilerini bulacaðýný zannedenler, kendilerine ait bir doðru ve hakikat tasavvurunun olmadýðýný zýmnen itiraf etmektedirler. Eðer taklit edilmeye deðer þeyler hep baþka yerlerde ise, o zaman bizim kendimize ait bir düþünce dünyamýz, hayal iklimimiz yok demektir. Bunun oluþturduðu güven krizi, bugün Türkiye gibi pek çok toplumun yer yer travma yaþamasýna dahi neden oluyor. Müslüman toplumlar kendilerinin her þeyin daha iyisine layýk olduðuna inanýyor. Ama bunu gerçekleþtiremediði zaman nasýl bir ruh hezimeti içinde yaþýyor acaba? Bu tür durumlarda çareyi Avrupa yahut dünya kupasý futbol maçlarýnda yahut Eurovizyon yarýþlarýnda arýyoruz.
Bugün kendimiz olabilmek ve kendimize ait bir hayat alaný inþa etmek için köklü bir muhasebe yapmamýz gerekiyor. Kendimizi bulmak için kendi köklerimize dönmek zorundayýz. Kendi inanç ve düþünce iklimimizin duyarlýlýklarýný, inceliklerini, letafetlerini tekrar gün yüzüne çýkarmalýyýz. Kendisiyle barýþýk insan, ayný zamanda Rabbiyle ve dolayýsýyla bütün âlemle barýþýk insan demektir. Bu kadar kan, gözyaþý ve kirin olduðu dünyada bu barýþa, selamete sadece müslümanlarýn deðil, bütün insanlýðýn ihtiyacý var.