Ailemiz Nereden Nereye? By: reyyan Date: 27 Aðustos 2011, 13:14:08
Ailemiz, Nereden Nereye?
Haziran 2008 - 114.sayý
Ayþe ÝZCÝ kaleme aldý, DÝÐER YAZILAR bölümünde yayýnlandý.
Büyük aile kavramýný unuttuk. Çocuklara bunun ne anlama geldiðini bile anlatamadan çekirdek ailemiz de çözülmeye baþladý. Aklýmýzý baþýmýza toplamazsak bu durum bireylerin çözülmesine kadar gidecek. Saðduyusunu yitirmiþ bireylerden oluþan bir toplum... Bu mu bizden beklenen?
Ýslâm düþmanlarýndan biri demiþ ki: “Bir müslüman toplumu bozabilmenin tek yolu o toplumun ailesini daðýtmaktýr.” Topla tüfekle mukaddesatýmýzý yýkamamýþlardý. Soðuk savaþa baþladýlar. Sonuç mu? Her þey ortada.
Aile kurumumuz nereden nereye geldi, artýk saklayacak bir þey yok. Gazetesiyle, televizyonuyla 24 saat çoluk çocuk herkesin gözü önünde.
Bu denli yoðun bir yozlaþma noktasýna nasýl gelindi net bir izahýný yapmak oldukça zor. Hemen her gün bulaþýcý virüsler gibi din, akýl, vicdan ve insanlýk ile baðdaþmayan, þok edici sosyal vakalarla tüylerimiz ürperiyor. Kimi zaman tiksiniyoruz, kimi zaman onlar adýna insan olmaktan hicap duyuyoruz. Þahsi veya kurumsal düzeyde güven ve emniyet hissedemiyoruz.
Bu devirde kadýn olmak da, adam kalmak da zor. Cahiliye devri geri gelmiþ gibi. Akýl var baþta deðil. Akýl var yaþta deðil. Ortalama vatandaþ profilimizin simasý deðiþti. Kadýn yýkýlýrsa toplum yýkýlýr. Kadýný tutan yok; kadýn sokakta, kadýn yatakta, kadýn batakta. Yalnýz deðiller tabii, yanlarýnda “erkek” var! Çocuklar nerede mi? Bilinmiyor!
Çaðlar öncesi deðil, sadece bir iki nesil evvel kadýnýmýz sabrýn, sebatýn, iffetin, sadakatin, çalýþkanlýðýn, tevekkülün sembolü idi. Övgülere mazhar olmuþtu. Seferberlik yýllarýnda arpa ekmeði bulunca þükretmiþler, bir zýbýnla beþ çocuk büyütmüþlerdi. O günlerden bugüne miras kalan anýlar bizlere o denli anlamlý altýn öðütler veriyor ki yad etmemek mümkün deðil.
Baban Gelirse...
Balýkesirli eski ayakkabý tamircisi, kýr pala býyýklý Cevdet (Alkalp) dede vardý. Bir akþamüstü sohbetinde konu Çanakkale’ye gelince aðlamaya baþladý ve o günlere dair þunlarý anlattý:
“Rahmetli babam Hafýz Ali, Çanakkale’de kaldýðýnda anamýn karnýnda yedi aylýkmýþým. Onu hiç tanýmadým. Bir fotoðrafý bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliðin sýkýntýlarý, Kuvay-ý Milliye zamaný, iþgal yýllarý, kurtuluþ, yokluk, sýkýntý... Çocukluðumuz hep ekmek peþinde sýkýntýyla geçti.
Anam, benim çocukluðumdan itibaren her sokaða çýkýþta, her nereye giderse yanýma gelir ve:
– Oðlum, ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çaðýr ha!..
– Ben teyzene gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çaðýr ha!..
– Ben komþulara gidiyorum baban gelirse beni hemen çaðýr ha, derdi.
Anam, babamý her zaman bekledi durdu.
Büyüdüm, dükkan açtým. Anam yine her bir yere gidiþte dükkana gelir; gideceði yeri söyler ve ‘Baban gelirse çaðýr ha!..’ diye eklerdi. Aradan yýllar geçti. Anacýðým ihtiyarladý. Gene hep deðneðini kaparak bana gelir ve ‘Baban gelirse beni çaðýr ha!..’ diye tembihlerdi.
Günü gelip aðýrlaþtýðýnda, ölüm döþeðindeyken bizimle helalleþti. ‘Bana iyi baktýnýz hakkýnýzý helal edin’ dedi. Sonra bana döndü ve yavaþça:
– Baban gelirse annem hep seni bekledi de, dedi. Birden irkilerek doðruldu ve kapýya doðru gülümseyerek ‘Hoþ geldin bey, hoþ geldin’ diyerek ruhunu teslim etti.”
Sabýr ve Vefa
Nur içinde yatsýn. Kadýn gerçekten kadýnmýþ... Bu kýssaya, görünüþe göre sýð bir yorum getirenler, kadýnýn hafiften aklýna zarar geldiðini veya ölüm gerçeðini kabullenemediði için böyle davrandýðýný zannedebilirler. Bilhassa onun zavallý olduðunu düþünmek ne büyük izansýzlýk olur!
Onunla gurur duydum, tarzýna ve tevekkülüne derinden saygý duydum. Çünkü bu kadýn kocasýnýn þehit olduðunu elbette biliyordu. Buna mukabil þehitlerin ölmediðini de biliyordu. Cevdet dedenin hatýralarýnda annesinin sulu gözleri gözyaþlarý yok, metanet var.
Annemiz aslýnda kocasýnýn bir gün çýkýp geleceðine de inanmýyordu. Peki niye bu senaryoyu sürdürmüþ olabilir dersiniz: Biricik yavrusunun kendini babasýz hissetmemesi için yapmýþtýr muhakkak.
Tek baþýna bir aileyi ayakta tutabilmek, bir erkek çocuðu yetiþtirirken baba modelinin ve otoritesinin eksikliðini hissettirmemek için çok erdemli bir yaklaþým izlemiþ. Çocuk psikolojisi kitaplarýnda yer verilmesi gereken örnek bir davranýþ sergilemiþ farkýnda olmadan. Kendi öz deðerlerini korumakta gevþek davranmamak için de þehidini hep yad etmek ona güç vermiþ olmalý.
Evlenmeyi tercih etmemiþ ama yetimim var diyerek de kapý kapý dilenmemiþ. Oðluna erken yaþtan itibaren bir kimlik aþýlamýþ. Onu aile reisi tayin etmiþ ve ona tabi olmuþ. Sýk sýk kullanmýþ olduðu “Baban gelirse beni çaðýrmayý unutma ha!” cümlesiyle aslýnda demek istediði söz “Senin de bir baban vardý unutma ha!” ifadesidir. Bir yetim büyütebilme sorumluluðu böyle pembe hayalleri makul kýlar. Herhalde acýsýný da katlanabilir seviyede tutmuþ, depresyona-psikoza filan düçar olmadan bu annemiz de yaþayýp gitmiþtir.
Ölüm döþeðinde iken þehidinin onu almaya gelmesine ise yorum yapmamýz lüzumsuz olur. Ahde vefanýn, sabrýn, sadakatin mükafatý ömrün son nefeslerinde alýnmaya baþlanýr elbet.
Bir Ailem Var
Gelelim günümüz ailesinin hal-i pür-melâline: Kadýn, erkek veya çocuk... Hangi cihetten bakýlýrsa bakýlsýn, sorunlar çok ciddi ve büyük görünüyor. Aile müessesemiz can çekiþiyor. Kanunlarýn yetersiz kaldýðý, hakimlerin hekimlerin çare bulamadýðý, hatta kendilerinin de maruz kaldýðý, uzmanlarýn teþhiste zorlanýp tedavisinde çok zorlanýlan çaðýn hastalýðý “Manevi Yozlaþma” karþýsýnda þaþkýnýz.
Yuvamýz yýkýlýyor. Boþuna çocuklarý oyuncakla, lafla kandýrmayalým, onlar çok þanssýzlar. Keþke bilgisayarlarý olmasaydý da iyi bir aileleri olsaydý. Onlarýn anne babalarý var ama öksüz gibiler. Onlar ne kusur iþlediler ki bu mahrumiyeti hak ediyorlar? Býrakýp gidiliyor, sokaða atýlýyor, eve kapatýlýyorlar.
Bir halk hikâyemiz vardýr: Evvel zaman içinde iki kadýn bir bebeyi paylaþamazlar. Biri der “O benim çocuðum!”, diðeri der “Hayýr onu ben doðurdum.” Bugünün týbbî imkanlarýna göre genetik test yapamayacaklarýna göre bir çocuk baþýnda kapýþan iki kadýn mahkemelik olur ve zamanýn kadýsýnýn huzuruna çýkarýlýr ve mahkeme edilirler.
Kadý efendi her iki kadýný da dinledikten sonra bilge bir tavýrla “Hýmmm... madem öyle, bu çocuðu ikinize paylaþtýrmak lazým..” der ve adamlarýna bir kasap çaðýrtarak çocuðun satýr ile tam ortadan iki eþit parçaya bölünmesini emreder. Gerçekten bir kasap elinde satýrý ile çýkar gelir. Gerçek anne olduðunu iddia eden her iki kadýn da þaþkýn halde olanlarý izlerken, içlerinden biri ileri atýlarak “Durun,” der. Sonra kadýya dönerek, “Kadý efendi ben davamdan vazgeçtim. Yeter ki çocuðu kesmeyin, varsýn onun elinde büyüsün.”
Diðer kadýn ise zafer kazanmýþ bir eda ile beklerken kadý efendi çocuðun gerçek annesinin kim olduðuna çoktan karar vermiþtir. Çocuðun yaþamasý için annelik davasýndan feragat eden kadýný iþaret ederek; “Çocuðu bu kadýna verin, gerçek annesi budur!” der.
Gerçek anneler þimdi neredeler? Çocuklarýný canlarý gibi sevdiklerini söyleyenler... Çok ucuz sebeplerle güya çocuklarýn da iyiliðini düþünerek yuvayý tarumar etmek, kocalarýnýn bir yanlýþýna karþý intikam peþinde olmak kolaya kaçmak oluyor. Bu devirde asýl marifet, evliliði sürdürebilmek ve her þeye raðmen yuvanýn mutluluðu için kendinden feda edebilmektir.
Hanemize, iffetimize zarar gelmediði sürece çocuklarýmýz niye öksüz kalsýn? Bu cümleler beyefendileri cesaretlendirmesin. Onlar da emanetlerine karþý sorumluluklarýný bilsinler.
Gazete ilanlarýyla kirli sohbet hatlarýnda çalýþtýrýlacak kadýnlar aranýyor! Cep telefonlarý, internet baðlantýlarý uzaklarý yakýn ederken, ayný hanedekileri ayrý dünyalarýn insanlarý haline getiriyor. Diyorum ki sevgili hanýmlar, bu ahlâki çöküþ furyasýnda kocasýz yaþanmayacaðý için deðil, iman adýna yuvayý ayakta tutabilirsek inanýn çok büyük bir iþ baþarmýþ olacaðýz. Çocuk kokusu, cennet kokusu!..