Resul By: seymanur K Date: 24 Temmuz 2011, 17:37:16
Resul: Örnek Þahsiyet
Eðer yeryüzünde yerleþmiþ, gezip dolaþan melekler olsaydý, elbette ki onlara gökten, peygamber olarak melek gönderirdik. [115] Vahiyden size söylediklerimi alýn. Eðer kendi görüþümü bildirirsem bilin ki ben ancak bir insaným; isabet de ederim, hata da. (Hz. Muhammed (s)
Kur'an'ýn bildirdiði üzere, Peygamberlerin reddedilme nedenlerinden en önemlisini 'melek' olmamalarý oluþturmuþtur. Kâfirler/müþrikler, kendilerine gönderilen peygamberin insan oluþunu, inkârlarýnýn gerekçesi kýlmýþlardýr. Fakat onlarýn bu tavýrlarýna raðmen o kutlu elçiler 'Biz de sizin gibi bir insanýz [116] diyerek kendilerine vahyolunan hakikati ilan etmeyi ihmal etmemiþlerdir. Hakikati inkar eden inkarcýlarýn anlamsýz beklentilerini "Eðer yeryüzünde yerleþmiþ, gezip dolaþan melekler olsaydý, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik [117] ayetiyle cevaplayan yüce Allah, kendisi bir melek olmadýðý için eleþtirilen ve reddedilen son elçisinin kalbini yatýþtýrmak için '(Resulüm) Senden önce gönderdiðimiz bütün peygamberler de hiç þüphesiz yemek yerler, çarþýlarda dolaþýrlardý [118] evrensel gerçeði bildirmiþtir. Ayrýca, insanlarýn peygamberin insan olduðunu unutmamalarý, unutarak yanlýþa sapmamalarý için, Müslümanlýðýn anahtarý olan kelime-i tevhidde peygamberin insan oluþu özellikle vurgulanmýþtýr.
Bir hakikat elçisi olmasýnýn yanýsýra dosdoðru hayat tarzýnýn ve mükemmel bir kiþiliðin insanlar için en güzel modeli de olan Hz. Peygamber, kendisinin bir insan olduðunu risâlet süresince her fýrsatta vurguladý. Müslümanlarý, Hz. Ýsa'ya baðlandýklarýný söyleyenlerin hatalarýna düþmemeleri konusunda sýklýkla uyardý: Hýristiyanlarýn Ýsa'yý övdüðü gibi siz de beni övmeyin. Ben Allah'ýn kuluyum. Benim Allah'ýn kulu ve resulü deyin [119] dedi. Düðünlerin birisinde þarký söyleyen bir kadmm 'Muhammed yarýn ne olacaðým bilir' dediðini duyunca 'Yann ne olacaðýný Allah'tan baþka hiç kimse bilmez [120] diyerek müdahale etti. Yüceltme zihniyetinin kolaylýkla kutsamaya dönüþeceðini bildiði için, kendisine yönelik övgülere hep müdahil oldu. Kendisine 'Ey yeryüzünün en hayýrlýsý' diye hitap eden kiþiye 'O dediðin Ýbrahim'dir [121] karþýlýðýný vererek, o övgüyü bir baþka salih þahsiyete yönlendirdi. Çünkü, çok iyi biliyordu ki, bu tür övgülere ses çýkarmasa, övgülerin dozajý gittikçe artacak ve smýr aþýlacaktý. Yine ayný maksatla kendisini Hz. Musa ile karþýlaþtýran ve 'Allah'ýn insanlar arasýndan seçip en üstün kýldýðý kiþi Muham-med'dir' diyene karþý, 'Beni Musa'ya karþý üstün tutmayýn. Ýnsanlar'kýyamet günü bayýlacaklar, ben de onlarla birlikte bayýlacaðým. Ayüdýðýmda Musa'yý arþa sýký sýkýya tutunmuþ bir vaziyette göreceðim. Bilmiyorum; o da bayýlýp benden önce mi ayýlacak, yoksa Allah onu bundan istisna mý tutacak [122] cevabýný verdi. Bir baþka seferinde ise, kendisine insanlarýn en üstününün kim olduðunu soranlara 'En müttakilef dedi. Soruyu soranlar asýl istedikleri cevabý duyamadýklarý için 'Biz bunu sormuyoruz' diyerek sorularýný tekrarladýklarýnda 'Yusuf dedi ve devam etti: 'O, Allah'ýn dostunun oðludur. Allah'ýn peygamberinin oðludur. Allah'ýn peygamberidir'. Ýstedikleri cevabý alamayanlar 'Biz bunu da sormamýþtýk' diyerek sorularýný tekrarladýklarýnda 'Bana Arap kavminden mi soruyorsunuz? Onlarýn cahiliye döneminde hayýrlý olanlarý, eðer gidiþatlarýný saðlam kýlmýþlarsa, Allah'a teslimiyet döneminde de en hayýrlýlardýr [123] dedi ve tüm bu sorulara raðmen kendisini hiç zikretmedi. Böylelikle, kendisiyle ilgili geliþecek olan potansiyel kutsama zihniyetinin önünü kesmeye çalýþtý.
O, bir insan olduðunu her fýrsatta ifade etti. Dualarýnda dahi insan oluþunu dile getirdi. Bir seferinde 'Allahým! Ben bir insaným. Herhangi bir kimseye lanet etmiþ, kötü söz söylemiþ, ya da el kaldýrmýþsam, onu o kiþi için bir dua, bir baðýþ, Kýyamet günü kendisiyle sana yaklaþacaðý bir araç kýl [124] diye dua etti. Yine çoðu zaman, deðiþik vesilelerle, insan olmanýn getirdiði eksikliklerin kendisinde de bulunduðunu veya bulunacaðýný belirtti. Sýklýkla 'Vahiyden size söylediklerimi alýn. Eðer ken-. di görüþümü bildirirsem bilin ki ben ancak bir insaným; isabet de ederim, hata da. [125] Veya 'Ben bir insaným. Bazen aralarýndaki problemi çözmem için bana davacýlar geliyor. Ben onlarý dinliyor ve kararýmý dinlediklerime göre veriyorum. Ama birisi derdini iyi anlatýrken diðeri anlatamýyor olabilir. Bu nedenle ben yanlýþ karar vermiþ olabilirim. Böyle bir hata yapar da her kime bir Müslüman kardeþinin hakkýný verirsem, o ancak ateþtir: onu isterse alsýn isterse geri versin [126] gibi söz ve açýklamalarla insan oluþuna ve insan oluþun doðal zaaflarýna dikkat çekti. Sahabeler ise O'nun bir insan oluþunun getirdiði bazý yanlýþlýk veya eksikliklere þahit oldular ve hakikati bilen kimseler olarak bunlara hiç þaþýrmadýlar. Dalgýnlýkla namazý yanlýþ kýlmasý ise bunun Örneklerinden birisini oluþturdu. Buna þahit olanlardan birisi anlatýyor: 'Resulüllah'la birlikte namaz kýlýyorduk. Namazda bir deðiþiklik yaptý. Herhalde vahiyle kendisine bu deðiþiklik bildirildi diye düþündük. Namaz sonrasýnda kendisine durumu sorunca: 'Eðer namazla ilgili herhangi bir yeni hüküm olursa onu size bildiririm. Ben sadece bir insamm. Sizin unuttuðunuz gibi ben de unutur ve yanýlýrým. Eðer unutursam bana hatýrlatýn' dedi. Anladýk ki deðiþiklik unutmasýnýn sonucuymuþ. [127]
O seçilmiþ bir elçiydi, alemlere rahmetti, insanlar için en güzel Örnekti; ama hepsinden önce bir insandý. Ýnsan olduðu için diðer tüm insanlarýn hallerinden ve dillerinden anladý; O'nun hali ve dili de diðer tüm insanlar tarafýndan anlaþýlýr oldu. Bir insan olduðu, bazý kimseler ilâhî hakikati kabul etmiyor, hakikati reddederek azaba gidiyorlar diye 'ütüldü', üzüntüsünden 'neredeyse kendisini mahvedecek oldu.[128] O hiçbir zaman kendi isteðiyle gerçekleþtirdiði ve yönlendirdiði olaðanüstülüklere sahip olmadý. Bu nedenle kâfirlerin Müslümanlara yönelik oyun ve tuzaklarýndan dolayý 'endiþe' etti.[129] Müslümanlarýn sýkýntýlarý, uðradýklarý zahmetler kendisine aðýr geldi; 'incindi' ve 'ütüldü.[130] 'Kitap nedir, iman nedir bilmezken [131] elçi olarak seçilip Kur'an ile eðitildiði ve bu eðitiminin bir parçasý olarak da insanlarý gidecekleri yollarý konusunda uyarmaya baþladýðýnda zorlandý. Risâletin ilk günlerinde kendisine vahyo-lunan ayetleri insanlara bildirme konusunda sýkýntý çekti; 'Naþý! Yaparým? Bunu kavmime nasýl söylerim [132] diyerek korku ve endiþesini dile getirdi. Bu nedenle de 'Ey korku, endiþe Örtüsüne bürünen kalk ve uyar [133] ayetine muhatap oldu. Risâletin sýkýntýlý o ilk günlerinde 'Ya Rabbil Kalbime güven verecek ve benden bu kederi giderecek yolu göster [134] diye dua ederek, kalbinin yatýþtýrýlmasmý, iradesinin güçlendirilmesini, adýmlarýnýn saðlamlaþtýrýlmasmý istedi.
O bir insandý ve pek tabiî olarak bir insan olarak yaþadý. Ýnsan olmanýn getirdiði biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlara sahipti. Bu nedenle herkes gibi o da evlendi; çocuklarý oldu; çocuklarýný büyüttü, evlendirdi. Torunlarý oldu, torunlarýyla ilgilendi. Bir,baba ve bir dede olarak çocuklarý ve torunlarýyla oynaþtý; onlarý sevdi, öptü. Onlarýn baþlarýna gelen kötü þeylerde, iyi ve müþfik her babanýn özelliði olduðu üzere, üzüldü, hatta aðladý.
Resulüllah bir babaydý, ama herhangi bir baba deðil, çok iyi ve çok müþfik bir babaydý. Çocuklarýný çok severdi. Sevgisi kesinlikle yüzeysel deðildi. Sevgisinde samimi ve içtendi. Onlarýn iyi bir insan, iyi birer Müslüman, muttaki birer þahsiyet olmalarýný arzular ve böyle olmalarý için de çabalardý. Hemen her konuda olduðu gibi bu konuda da rehberi Kur'an'dý. Kur'an'm önceki zamanlarda yaþamýþ salih þahsiyetlerin çocuklarýna yaklaþýmlarýyla ilgili anlattýklarý, tüm Müslümanlar için olduðu kadar, Resulüllah için de ilahî bir hatýrlatma ve ihtardý. Bu açýdan nz. Lokman'm sýmsýcak bir tarzda 'yavrucuðum' diye hitap edip, sevgi ve þefkat dolu bir tarzda evladýna yaptýðý tavsiyeler, hem üslubuyla ve hem de niteliðiyle °nemli bir örnekti: 'Lokman, oðluna öðüt vererek: 'Yavrucuðum! Allah'a ortak koþma! Doðrusu þirk, büyük bir zulümdür, demiþti... Yavrucuðum! Yaptýðýn iþ (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi aðýrlýðýnda bile olsa ve bu, bir kayanýn içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karþýna) getirir. Doðrusu Allah, en ince Ýþleri görüp bilmektedir ve her þeyden haberdardýr. Yavrucuðum! Namazý kýl, iyiliði emret, kötülükten vazgeçirmeye çalýþ, baþýna gelenlere sabret. Doðrusu bunlar, azmedilmeye deðer iþlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beðenmiþ övünüp duran kimseleri asla sevmez, yürümüþünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.[135]
Resulüllah, Bedir savaþý için Medine'den ayrýldýðý zaman kýzý Rukayye aðýr hastaydý. Medine'ye döndüðü zaman kýzýnýn vefat ettiðini duydu. Çok üzüldü. Doðruca kýzmm mezanna gitti. Sessizce gözyaþý döküp, dua etti. Mekke'deki diðer kýzý Zeyneb'in Medine'ye hicretiyle çok sevindi. Rukayye'yi kaybetmesinin üzüntüsünü Zeyneb'e kavuþmasýnýn sevinciyle bastýrmaya çalýþtý. Ona sarýlýp kalbindeki acýyý dindirmeye çalýþtý. Sevgisini ve hasretini dile getirdi. Ancak bu sevinci uzun sürmedi. Yolculuk sýrasýnda Mekkeli bazý serserilerinin saldýrýsýna uðradýðý için deveden düþüp yaralanan ve düþük yapýp çocuðunu kaybeden Zeyneb'in saðlýðý bozulmuþtu. Buna çok üzüldü ve faillerine kýzdý. Kýzma bu kötülüðü yapan serserileri aðýr þekilde cezalandýracaðýný söyledi. Ancak O, bir baba olarak ifade ettiði kýzgýnlýðýn gereðini, insanlýðýn en mükemmel örneði olarak yerine getirmedi. Zeyneb'in yaralanmasýna ve düþük yapmasýna neden olan Habbâr b. Esved Müslüman olduðu zaman ona olumsuz bir þey demedi; affettiðini bildirdi.
O, her baba gibi, çocuklarýnýn mutlu olmasýný, mutluluklarýna vesile olacak sevgi dolu, hayýrlý bir evlilik yapmalarým isterdi. Bu nedenle kýzlarý için uygun damat adayý çýkýnca evlenmelerine mani olmadý. Hz. Ali, O'nun için iyi bir damat adayýydý. Zaten ona karþý özel bir sevgisi vardý. O kendi terbiyesinde büyümüþtü. Onun kiþiliðini, ahlâkýný çok yakýndan biliyordu. Bu nedenle Ali, kýzý Fâtýma ile evlenmek istediði zaman, kýzý için iyi bir koca olacak Ali'ye itiraz etmedi. Memnun oldu. Çekinip düþüncesini açýkça söyleyememesi nedeniyle, Fâtýma ile evlenme isteðini dile getirmesinde ona yardýmcý oldu. Mehir olarak verecek herhangi bir parasý veya eþyasý olmadýðý için sýkýldýðým fark ettiðinde de yardýmcý olmaktan geri durmadý. Ali anlatýyor: 'Azat ettiðim bir kölem vardý. Bir gün bana 'Fâtýma'yý Resulüllah'tan isteyenler var. Biliyor musun?' dedi. 'Biliyorum' dedim. Bunun üzerine 'Seni, Resulüllah'a gidip Fâtýma'yý istemekten engelleyen nedir, Fâtýma'yý baþkasýyla evlendirmeden git iste' dedi. Fâtýma ile evlenmeyi istiyordum. Ancak evlenmemi saðlayacak mal ve mülke sahip deðildim. Bu nedenle 'Hiçbir þeye sahip deðilim. Onunla nasýl evlenirim!' dedim. Kölem, 'Git Resulüllah ile konuþ. O muhakkak bir kolaylýk saðlayacaktýr' dedi. Resulüllah'ýn yanýna gittim. Yanýna oturdum ama hiçbir þey diyemedim. Bütün vakar ve heybeliyle karþýmda duruyordu. O durumumdan, kendisiyle konuþmayý istediðim konunun ne olduðunu anladý 'Ali.' Neden geldin? Bir isteðin mi var? Sanýrým benden Fâtýma'yý istemeye geldin' dedi. Çok utandým ve sýkýldým. Zorlukla 'evet' diyebildim7. Resulüllah, kýzý ile konuyu konuþacaðýný söyledi. Kýzýyla konuþtu ve onun da Ali ile evlenmeye istekli olduðunu anlayýnca, sevindirici haberi Ali'ye iletti. Ancak baþýndan beri en önemli çekincelerinden birisi olduðu üzere Ali'nin evlilik için yeterli parasý yoktu. Bu nedenle sýkýntýlýydý. Onun bu durumunu bilen Resulüllah 'Mehir olarak ne vereceksin?' dedi. Amacý hesap sormak deðil, konuyu açmaktý. Ali sýkýntý içerisinde, hiçbir þeye sahip olmadýðýný, Mehir olarak verecek bir þeyi olmadýðýný söylediðinde, 'Sana verdiðim zýrhýn nerede' diye sordu. Ali, zýrhýn evde olduðunu, ayrýca bir de ata sahip olduðunu söyleyince 'Atýn sana lazým, onu satma. Fakat zýrhý sat' dedi.[136] Böylelikle gerçekleþecek evliliðin maddî yönünü de çözüme kavuþturdu. Ali ile Fâtýma evlendiler. Onlarýn bu,evlilikleri her dönemin insanlarý için örnek bir ailenin kurulmasýna; tüm evlilerin ve evleneceklerin örnek alacaðý bir ideal evlilik hayatýnýn doðmasýna vesile oldu.
Resulüllah, her iyi ve hassas baba gibi, çocuklarýnýn mutluluðunu, iyi bir evlilik yapmalarýný isterdi. Bu nedenle ahlâkýný ve kiþiliðini beðendiði Osman'ýn da damadý olmasýný istedi. Önce kýzý Rukayye'yi onunla evlendirdi. Ancak Rukayye ölünce bu sevgili damadýyla olan akrabalýk iliþkisinin devam etmesi için, diðer kýzý Ümm-ü Gülsüm'le evlenmesini memnuniyetle onayladý. Nikahlarýný Bedir'den bir süre sonra, hicretin üçüncü yýlýnda kýyarak, bir baþka güzel ve hayýrlý yuvanýn inþasýna vesile oldu.
Kýzlarýna olan ilgisini, evlenmelerinden sonra da hiç kesmedi. Genç evlilerin beraberliklerini iyi bir þekilde yürütmeleri için iyi ve müþfik bir baba ne yaparsa, O da onu yaptý. Bu konuda Fâtýma ile Ali'nin birbirlerine kýrgýnlýklarýný gidermek için gösterdiði çabanýn özel bir yeri ve ayrýcalýklý bir deðeri vardýr. Fâtýma ve Ali birbirlerini çok seviyorlardý. Ancak hemen her evlilikte olduðu gibi onlarýn da aralarýnda bazen birbirlerine kýrýlmalarýna neden olacak ufak-tefek tartýþmalar çýkýyordu. Resulüllah, kendisine yansýmasý durumunda, kýzý ile damadýnýn kýrgýnlýklarým gidermek için ikisiyle de görüþür ve problemi çözerdi. Bir defasýnda, Fâtýma ile Ali'nin yanýna üzüntülü gidip, sevinçli dönünce, bunun sebebini soranlara 'Çok sevdiðim iki kiþiyi birbirleriyle barýþtýrdým da [137] cevabýný verdi. Yine bir gün Ali, Fâtýma'ya sert davranmýþ, o da kocasýný þikayet etmek için babasýna gelmiþti. Resulüllah, kýzýný dikkatle dinledi. Ortada önemli bir problem yoktu. Böyle olduðu için Ali de hatasýný fark etmiþ ve yaptýðýna piþman olmuþ bir hâlde gelmiþ, bir kenarda sessizce duruyordu. Resulüllah bu durumda kýzýnýn gerçeði görüp, kapris yapmasýný önlemeyi tercih etti. Kýzma, kocasýna karþý iyi bir eþ olmasýný tavsiye etti. Kýzý, O'nun bu tavsiyeleri üzerine þaþýrmca 'Kýzým! Hangi koca, karýsýnýn arkasýndan böyle uysalca gelir. Bunu düþünmelisin [138] dedi. Ali, kayýnpederi ve peygamberi kutlu insanýn bu sözlerinden etkilendi ve eþine o günden sonra daha iyi davrandý. Hiçbir þekilde ne eþini ve ne de kayýnpederini üzdü.
Resulüllah, kendisini yakýndan tanýyanlarýn tanýklýðýyla biliyoruz ki, çocuklara karþý en merhametli olandý. [139] Oðlu ibrahim'in bakýmýný, demircilik iþleriyle uðraþan bir aile üstlenmiþti. O bir baba olarak sýk sýk duman dolu avludan ve odadan geçerek Ýbrahim'in bulunduðu yere gider ve sevgili çocuðunu þefkatle kucaðýna alarak severdi. [140] Ýbrahim öldüðü zaman gözyaþlarýný tutamayýp, aðladý. Onun aðladýðýný görenler hayret ederek 'Ey Allah'ýn resulü sen de mi aðlýyorsun?' dedikleri zaman 'Göz yaþarýr, kalp üzülür. Rabbimizi hoþnut etmeyecek þey söylemeyiniz- Biz sana gerçekten üzülüyoruz ey Ýbrahim! [141] dedi. Ümm-ü Gülsüm'ün ölümcül hastalýðý, ölümü ve kabre konulusu sýrasýnda da aðladý. O, Fâtýnýa hariç, diðer tüm çocuklarýnýn ölümüne tanýk olan bir babaydý. Biri hariç çocuklarýnýn tamamýnýn ölüm acýlarýný yaþamýþ bir baba olarak gönlü hep acý ve ýstýrapla doluydu. Ýlk zamanlar kaybettiði çocuklarýnýn hasretini uzun bir süre kýzlarý Ümm-ü Gülsüm, Rukayye ve Fâtýma ile gidermeye çalýþtý. Ancak kendi vefatýna yakýn tarihlerde Ümm-ü Gülsüm ve Rukayye'yi de kaybedince bütün sevgisini Fâtýma'ya ve torunlarýna yöneltti.
Sevgili kýzý Fâtýma'ya karþý ömrünün sonlarýna doðru daha da müþfik bir baba oldu. Öyle ki, o yanma gelince, eðer oturuyorsa ayaða kalkar, kýzýnm elinden tutar, yanaðýndan veya alnýndan öperdi. Medine'den ayrýlacaðýnda kýzma muhakkak uðrar, gönlünü alýr, torunlarýný severdi. Dýþarýdan Medine'ye döndüðünde önce mescide gidip namaz kýlar, sonra kýzma uðrayýp halini sorar, hatýrým alýr ve ondan sonra kendi evine giderdi. Fâtýma'nýn evine gidiþlerinin birisinde kýzýný deve kýlýndan yapýlmýþ kaim bir elbise ile gördü. O giyilebilecek en kaba, en rahatsýz edici ve en ucuz elbiseydi. Bu duruma üzüldü ve gözleri yaþardý. Ama bir devlet baþkaný, bir toplum lideri olarak kýzma servetler baðýþlamayý düþünmedi. Bunun yerine Tatma! Kýzým! Bugün zorluklara ve yoksulluða sabýrla göðüs ger ki, yarýn kýyamet gününde Cennetin nimetlerine kavuþabilesin [142] dedi. Bir defasýnda da kýzýnýn üzerinde ziynet eþyalarý görünce bundan hoþlanmadýðýný hissettirdi ve babasýnýn bu konulardaki tercihini çok iyi bilen Fâtýma, sahip olduðu ziynet eþyalarýný vakit geçirmeden yoksullara verdi.
Resulüllah ailesine düþkündü. Bir gün bir örtünün altýnda oturup Fâtýma'yý, Ali'yi, Hasan'ý ve Hüseyin'i yanýna aldý ve 'îþte bunlar benim ev halkým. Allahým onlardan kötülüðü gider ve kendilerini tertemiz et [143] dedi. Sözünün ikinci kýsmý ile Ahzab sûresinin 33. ayetini dile getiriyordu. Sadece kendisinin deðil, ailesinin de her türlü inanç ve ahlâk yanlýþlýðýndan uzak kalýp, tertemiz olmalarýný, insanlar için örnek olmalarýný arzuluyordu. Ailesine düþkün olduðu için kýzý, damadý ve torunlarýyla birlikte oturmayý, onlarla birlikte ayný kaptan yemek yemeyi severdi. Böylesi anlardan birisini Ümm-ü Seleme þöyle anlatmýþtýr: 'Fâtýma, bir gün Hasan ve Hüseyin'i sýnma almýþ bir hâlde Resulüllah'ýn yanýna geldi. Elinde de, içerisinde sýcak kavut çorbasý bulunan bir tencere vardý. Tencereyi getirip Resulüllah'ýn önüne koydu. Resulüllah 'Ali nerede?' dedi. Eâtýma: 'Evde' deyince Resulüllah onu çaðýrttý. Böylece Fâtýma, Ali, Hasan ve Hüseyin'le birlikte oturup yemek yedi. [144]
Fâtýma ile Ali'nin ilk çocuklarý doðduðunda (2 Mart 625), yiðit bir savaþçý olan Ali, bu özelliðinin etkisiyle oðluna 'Harb' ismini vermek istedi. Resulüllah isimler konusunda hassastý. Kan, kin, þiddet, kötülük, felaket çaðrýþtýran isimlerden hoþlanmazdý. Bu nedenle Ali'nin seçtiði ismi beðenmedi. Anne ve babanýn iznini alarak doðumuna çok sevindiði torununa kendisi isim verdi. Ünce torununun kulaðýna ezan okudu ve o güne kadar Araplar arasýnda hiç rastlanmayan bir ismi torunu için seçti. Torunu için seçtiði isim Hasan idi. Fâtýma'dan olan ikinci torunu doðduðunda (10 Ocak 626) onun ismini de kendisi vermek istedi ve bu torununa da yine Araplar arasýnda daha önce hiç kullanýlmamýþ bir ismi seçti. Bu torunu için seçtiði isim ise Hüseyin idi. Bu iki torununu çok severdi. Onlarý 'iki reyhan çiçeði [145] olarak nitelerdi. Bazý zamanlar, 'reyhan çiçeklerinden' birisini önüne, diðerini arkasýna alarak, bindiði hayvanýn sýrtýnda Medine'de gezer ve onlarýn eðlenmelerini saðlardý. [146]
Resulüllah, Fâtýma'dan olan torunlarýnýn doðumuna çok sevinmiþti. Diðer kýzý Rukayye'den torunu olan Abdullah vefat ettiði zaman ise çok üzüldü (Ekim 625). Ýki yaþýndaki Abdullah, bir horozun gagalamasý nedeniyle gözünden ve yüzünden yaralanmýþtý. Bir süre sonra hastalandý ve vefat etti. Resulüllah, sevgili torununun cenaze namazýný kýldýrdý. Onun mezara konulmasý sýrasýnda kendisini tutamayýp aðladý. Göz yaþlarý kefenin üzerine döküldü.
Resulüllah bir insandý, dedeydi; torunlarýný çok severdi. Bu sevgisini de her zaman, herkesin yanýnda açýða vururdu. Üstelik bu durum, Arap toplumunun o zamanki geleneði için yadýrganýr bir þey olmasýna raðmen. Böyle olduðu içindir ki, Resulüllah'ýn torununu sevip, öptüðünü gören bir bedevi Siz çocuklarýnýzý böyle sevip, öper misiniz? Halbuki biz çocuklarýmýzý hiç sevip, öpmeyiz' diyerek þaþkýnlýðýný belirtmiþti. O bedevi böyle diyerek, Resulüllah'ý utandýracaðým ve yaptýðý þeyden vazgeçireceðini sanýyordu. Ama Resulüllah'ýn cevabý düþündüðü gibi olmadý. O, þunu dedi: Allah senin kalbinden merhamet ve sevgiyi çekip aldýysa, ben sana ne yapabilirimi [147] Yine ayný þekilde olmak üzere, torunu Hasan'ý öptüðünü gören bir kiþinin 'Benim on çocuðum var. Ama þimdiye kadar bir tanesini bile öpmedim' diyerek þaþkýnlýðýný ifade etmesi üzerine, 'Merhamet etmeyene n.trhamet edilmez' karþýlýðýný verdi. [148]
Müþrik Araplar arasýnda kýz çocuklarýnýn herhangi bir deðeri yoktu. Hatta daha da önemlisi, kýz çocuðuna sahip olmak, babalar, dedeler, aðabeyler için utanýlacak bir þeydi. Kýz çocuðu olduðu bildirilen kimse üzülür, utanýrdý. Kýzý nedeniyle namusunun tehlikeye gireceðini düþünürdü. Bu nedenledir ki, bazýlarý, ileride namusuna zarar getirmesin diye kýzýný küçük bir çocukken öldürmeyi tercih ederdi. Ýslâm ise bunu risâletin daha ilk günlerinde yadýrgayýp, yasakladý. Kýz çocuðunu öldürme iþinin çok aðýr bir suç olduðunu ve bunun hesabýnýn sorulacaðýný bildirdi. Kýz çocuðu nedeniyle sahip olunan utancý ve üzüntüyü yok etmeye çalýþtý. Elbette ki, Allah ve Resulüne mutlak teslimiyet içerisinde olan Müslümanlar, Kur'an'm veya Resulüllah'ýn konuya iliþkin her türlü hatýrlatma, uyarý ve tavsiyelerini anýnda dikkate aldýlar. Ancak buna raðmen, özellikle Medine yýllarýnda, henüz Ýslâm'a yeni girmiþ ve Ýslâm'ý çok iyi bilmeyenler birçok yanlýþlýk yapabiliyorlardý. Zira, kalplerinde ve yaþantýlarýnda hâlâ yanlýþ geleneklerinin izlerini taþýyorlardý. Resulüllah ise uyarýlarýyla yanlýþý gösteriyor ve çocuklara karþý yanlýþ tutumlarý deðiþtirmeye çalýþýyordu. Bu konuda Ebû Hüreyre'den nakledilen þu rivayet önemlidir: 'Peygamber'in yanýna bir adam gelmiþti. Yanýnda da bir çocuk vardý. Adam çocuðu öpmeye baþlayýnca Peygamber, "Ona acýyor musun?' dedi. Adam 'Evet' deyince Rasülullah þöyle buyurdu: 'Çocuða olan þejkatinle sen de Allah'ýn merhametine lâyýksýn. Çünkü Allah, merhametlilerin en merhametlisidif. Enes'in ayný bu konudaki rivayetinde þu ek bilgi vardýr: 'Adam çocuðunu öpüp dizine oturttu. Derken bir de kýzý geldi. Onu da önüne oturtunca Rasülullah 'Aralarýnda eþit muamele yapacak mýsýh?'diye ikazda bulundu. [149] Bir baþka seferinde ise 'Çocuklarýnýzýn arasýnda adaletli olun. Çocuklarýnýzýn arasýnda adaletli olun. Çocuklarýnýzýn arasýnda adaletli olun [150] buyurdu. Uyarýsýný üç kez tekrar etmesi, konunun önemine dikkat çekme isteðinden kaynaklanýyordu. Kýz çocuklarýnýn itilip-kakýldýðý bir toplumda, tüm geleneksel anlayýþ ve uygulamalara raðmen þunu söylüyordu: 'Kim üç kýzý olur da bunlara sabrederse ve varlýðýndan onlara giydirirse, ona ateþten koruyucu bir perde olurlar [151] Ayrýca, bizzat davranýþlarýyla da, yanlýþ anlayýþ ve uygulamalara yönelik uyarýlarýný bir baþka tarzda da olsa devam ettiriyordu. Kýzý Zey-neb'ten olma Ümâme isimli torunuyla olan iliþkileri bunun önemli örneklerinden birisini teþkil etmiþtir. O sadece bir dede olarak deðil, ayný zamanda bir peygamber, bir komutan, bir devlet baþkaný olarak bu kýz torununu sýklýkla omzunda taþýr, beraberinde mescide getirir ve namaz sýrasýnda omzuna, sýrtýna çýkmasýna engel olmazdý. Üstelik, bir -defasýnda Ümâme'yi kucaðýna alarak namazýný kýlmýþ, secdeye giderken yanma býrakmýþ, secdeden kalkarken de tekrar kucaðýna almýþtý. [152] Halbuki o toplum cahiliye döneminde çok deðer verdikleri erkek çocuklarýyla bile bu þekilde bir iliþki içinde deðillerdi.
Resulüllah'ýn, torunu Ümâmý ile ilgili hatýralardan bir diðeri de, bir dede olarak kalbindeki torun sevgisini göstermesi açýsýndan önemlidir. Bir gün elinde akik taþýndan bir kolye olduðu hâlde eþlerinin yanma gitti ve onu en çok sevdiði bir kimseye vereceðini söyledi. Eþlerinin her biri kolyeyi kime vereceðinin, hangi eþini daha çok sevdiðinin meraký ile birbirlerine bakmaya baþladýlar. Her biri, kolyenin kendisine verilmesini istiyordu. Ancak, Resulüllah elindeki kolyeyi torunu Ümâme'nin boynuna taktý. Çünkü onu çok seviyordu. [153]
O bir insandý; bir dedeydi. Torunlarýný çok severdi. Bir gün minberde Müslümanlara hitap ediyor, onlara bir þeyler anlatýyordu. O sýrada torunlarý Hasan ve Hüseyin'in düþe-kalka mescide girdiklerini gördü. Hemen konuþmasýný kesip minberden indi ve gidip torunlarýný kucaðýna alarak yanma oturttu. Olup-biteni þaþkýnlýkla izleyen cemaate ise 'Onlarý görünce dayanamadým' dedi ve konuþmasýna kaldýðý yerden devam etti. [154] Torununu mescide getirdiði bir gün secdeyi fazlasýyla uzatmýþtý. Cemaati oluþturan müminler vahiy geldiðini sandýlar ve secde halinde beklediler. Uzun bir secdenin arkasýndan namazý bitirince merakla sordular: 'Ey Allah'ýn Resulü.' vahiy mi geldi?'. 'Hayýr' dedi: 'Secde sýrasýnda torunum omzuma bindi. Onun inmesini beklediðim için secdeyi uzattým. [155] Ayný olayý bir sahabe ise þöyle anlatýyor: 'Allah'ýn Resulü gündüz namazlarýndan birisinde torunlarýndan birisi kucaðýnda olduðu halde mescide geldi. Öne geçip çocuðu yere indirdi. Sonra namaza durdu. Biz de kendisine uyduk. Namaz sýrasýnda secdelerden birisim o kadar uzattý ki, merak ederek baþýmý kaldýrýp bahtým; ne göreyim çocuk secde eden Resulüllah'ýn sýrtýnda deðil mi? Secdeme geri döndüm. [156] Bizzat þahit olduðu benzer bir durumu ise Ebû Hureyre þöyle anlatmýþtýr: 'Resulüllah ile birlikte yatsý namazý kýlýyorduk. Resulüllah secdeye vardýðý zaman Hasan ve Hüseyin sýrtýna çýkýyorlardý, Resulüllah secdeden kalkarken onlarý gayet nazikçe sýrtýndan indiriyor, tekrar secdeye vardýðýnda onlar tekrar ayný þeyi yapýyorlardý. Namazý bitince birini bir yanýna diðerini öbür yanma oturttu. Ben yanýna vanp 'Ey Allah'ýn Resulü, onlarý annelerine götüreyim mi?' diye sordum. 'Hayýr' dedi. O esnada bir þimþek çaktý. Resulüllah, çocuklara 'Haydi annenize gidin' dedi. Çocuklar da kalkýp gittiler. [157]
O bir insandý; bir dedeydi. Torunlarýyla þakalaþmayý, oynamayý severdi. Torunlarýný omzunda taþýmaktan hoþlanýrdý. Bir defasýnda torunlarýndan birisi sýrtýna binince 'bineðini buldun [158] diyerek sevgisini dile getirdi. Sâ'd b. Ebî Vakkas anlatýyor: 'Bir gün Resulüllah'ýn odasýna girdim, iki torunu üzerinde oturur bir vaziyette yerde yatýyordu. 'Onlan çok mu seviyorsun?' diye sordum. 'Evet. Onlar benim iki güdelim' cevabýný verdi. [159] Sýk sýk torunlarýný sevmeye gider, torunlarýný göremeyince 'ufaklýk nerede? [160] diye sorardý. Torunlarýna 'kucak kucak [161] yaptýðý zaman kendisine gelmelerinden ve sarýlmalarýndan büyük keyif alýrdý. Ya'la b. Murre'nin bir þahitliði dede ile torun arasýndaki iliþkinin yakýnlýðýný ve sýcaklýðýný göstermesi açýsmdan önemlidir: 'Resulüllah ile birlikte davet edildiðimiz bir yemeðe gidiyorduk. Hüseyin önünde oynamaya baþladý. Resulüllah oradakilerin önüne geçerek kollarýný açýp çocuðun kendisine gelmesini istedi. Çocuk oraya buraya kaçmaya baþladý. Resulüllah ise onun bu haline gülüyor ve onunla oynaþýyordu. Sonunda çocuðu tuttu. Bir elini çenesinin altýna, bir elini de ensesine koyarak onu öptü. [162]
Resulüllah sadece kendi çocuklarýna deðil, diðer çocuklara karþý da sevgi ve Þefkat doluydu. Küçük bir çocukken Resulüllah'ýn yanýnda kalmaya baþlayan ve on yýl Resulûllah'la birlikte olan Enes b. Malik'in, Resulüllah'ýn çocuklara karþý sevgi ve þefkatiyle ilgili tanýklýðý þöyledir: 'Çoluk çocuða karþý Resulüllah'tan daha þefkatli birini görmedim [163] 'Kendisine on yýl hizmet ettim, bana bir kez olsun 'öf bile demedi. [164] Çocuklarla oynamaktan, oyunlarýnda onlara eþlik etmekten hoþlanýrdý. Bu özelliðiyle ilgili olarak, Resulüllah'm zamanýnda çocuk yaþta olan Abdullah b. Haris'in bir hatýrasý þöyledir: 'Resulûllah bir defasýnda beni, Ubeydullah'ý ve Âbbas oðullarýndan bir çocuðu sýraya soktu ve 'Kim diðerlerini geçer ve bana herkesten önce ulaþýrsa ona bir ödül vereceðim' dedi. Sonra karþýmýza geçip kendisine doðru koþmamýzý bekledi. Koþmaya baþladýk. Herbirimiz, diðerlerini geçebilmek için olanca gücüyle koþuyordu. Resulüllah'm yanýna vardýðýmýz zaman hýzýmýzý kesemedik, göðsüne ve sýrtýna çarptýk. O ise bizi karþýladý ve her birimize sarýlýp, baðrýna bastý. [165] Çocuklara karþý özel ve derin bir sevgiye sahip olduðu için, bir gün sabah namazýný kýldýrýrken birinci rekatta uzunca bir sûre okumasýna raðmen, aðlayan bir çocuðun sesini duyunca ikinci rekatý çok kýsa tutarak namazý bitirdi. Çocuðun aðlamasýna dayanamadý. Bir defasýnda da Ümm-ü Kays aðlayan çocuðuyla yanýna geldiðinde, çocuðu alýp kucaðýna oturttu ve hem onu sevdi, hem de aðlamasýný kesmeye çalýþtý. Çocuk, Resulüllah'm üzerine çiþini yaptý. Resulüllah bu duruma ne kýzdý ve ne de tiksindi. Bir miktar su istedi ve elbisesinin çiþli yerini elleriyle yýkadý. [166]
[115] Isra, 17:95
[116] ibrahim, 14:11
[117] Isra, 17:95
[118] Furkan, 25:20
[119] Buharý, Enbiya 48; Darimi, RekâÝk 68; Ahnýed, Müsned 1/23, 56.
[120] Ibn Hacer el-Askalanî, Fethü'l Bârî,XIX/243, 244; Kettânî, Et-Teratîbu'l îdâriyye, 11/348, 349.
[121] Müslim, Fedai! 150
[122] Buharý, Enbiya 35, Husûmat 1, Tefsir-Mümin 4, Rikâk 43, Tevhid 22, 31; Müslim, Fedail 160
[123] Buharý, Enbiya 150; Müslim, Eedail 168
[124] Müslim, Birr 90; Darimi, Sünen 2/406; Ahmed, Müsned 6/107
[125] Müslim, Fedail 38
[126] Buharý, Ahkam 20, Müslim, Akdýye 4
[127] Buharý, Salât 31
[128] Kehj, 18:6
[129] Nahl, 16:127
[130] Tevbe, 9:28
[131] Þura, 42:52
[132] Ibn Kesir, El-Bidaye s.III/20
[133] Müddesir, 74:1,2
[134] Ibn Ýshak, Siyer, 336
[135] Lokman, 31:13,16-19
[136] Heysemî, Mecma'ü'z Zevâid, ÎX/209; Ýbnü'l Esir, Üsdû'l Gabe, V/520; Ibn Sâ'd, et-Taba-katü'l-Kübra, VIII/20.
[137] Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi,lV236.
[138] Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, 11/236.
[139] Müslim, Fedail 15
[140] Buharî, Buyu 28; Ibn Abdilber, el-îstiâbfî Esmai'l-Ashâb, 1/42.
[141] Buhârî, Cenâiz 43; Müslim, Fedail 62; Ibn Mace, Cenaiz 53; Ibn Hanbel, Müsned 111/194
[142] Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, 11/236. Medine Dönemi 241
[143] Tirmizî, Menakýb 61, Tefsir 4; Müslim, Fedaili's Sahabe 9; Ahmed, Müsned VI/3Û4;
[144] Haysemi, Mecmau'z Zevaid, IX/166
[145] Buharî, Edeb 18, Fedailu Ashabi'n Nebi 22
[146] Müslim, Fedaifi's Sahabe 8
[147] Buharî, Edeb 18; Müslim, Eezail 64.
[148] Buharî, Edeb 18, Müslim, Fedail 65; Tirmizî, Birr 12; Ebû Davud, Edeb 156
[149] Buharî, Edeb, 12-13
[150] Buhârî, Hibe, 12-13; Müslim, Hibat, 13; Ebû Dâvud, Büyü 83; Ahmed, Müsned, IV, 275, 278).
[151] Ýbn-i Mâce, Edeb, 3
[152] Müslim, Mesacid 42, 43, 44
[153] Ahmed, Müsned VI/101
[154] Tirmizî, Menakýb 31; Ebû Davud, Kitabu's Salât 1/290; Neseî, Kitabu'l Cumu'a 3/108
[155] Ahmed, Müsned 3/493; Neseî, Tatbik 82
[156] Ahmed, Müsned 3/493; Nesei, îftitdh 2/229; Hakim, Müstedrek 3/166
[157] Hakim, Müstedrek, 111/167
[158] Haysemi, Mecma'u'z Zevaid, 9/182
[159] Haysemi, Mecma'u'z Zevaid, 9/181; Bezzar, Keþ/u'l Estar III/225.
[160] Buharî, Libas 60, Büyü 49; Müslim, Fe^aüi's Sahabe 57
[161] Buharî, Büyü 49; Müslim, Fedaili's Sahabe 8
[162] Ibn Mace, Mukaddime 11
[163] Müslim, Fedail 15
[164] Buharî, Diyad 27, Vesaya 25; Müslim, Fezail 13.
[165] Ahned, Müsned, 1/214; Heysemî, Mecmau'î: Zevaid IX/17
[166] Buharî, Vudû 59.