Peygamber Takdiri By: saniyenur Date: 14 Temmuz 2011, 15:34:22
25.PEYGAMBER TAKDÝRÝ
Peygamber, kafirlerle savaþmak, abes þeyleri gidermek için bir ordu gönderiyordu. Huzeyl kabilesinden bir genci seçti, orduya emir etti. Askerin aslý kumandandýr... kumandansýz kavim, baþsýz bedene benzer! Þu ölüþün, solup gidiþin, hep baþbuðu terk etmendendir. Usançtan, nekeslikten, benlikten baþ çekmede, kendini baþbuð saymadasýn!
Týpký yükten kaçan katýr gibi... o da baþýný alýr, daðlarý boylar! Sahibi, a sersem... her tarafta eþek avlamak üzere sinmiþ bir kurt var... þimdi gözümden kayboldun mu her yandan kuvvetli bir kurt çýkagelir. Kemiklerini þeker gibi ezer, ufalar... artýk bir daha diriliði göremezsin bile!
Hadi kurdu bir tarafa býrak... odsuz kalýrsýn ya! Ateþ, odun olmadý mý söner gider. Kendine gel de sahipliðimden kaçma, yükün aðýrlýðýndan çekinme... senin canýn benim diye ardýna düþer, koþar durur! Sen de bir katýrsýn... çünkü nefsin üstün. A kendisine tapan, hüküm üstünündür.
Fakat ululuk ýssý Tanrý, sana eþek demedi at dedi... Arap, arap atýna “Taal” der. Cefakar nefis katýrlarýný bakmak, yola getirmek için Mustafa, Hakk’ýn imrahorudur. Kerem ve ihsan çekiþiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim dedi, azgýn ve serkeþ atlarý alýþtýrýr, yola getiririm ben.
Nefisleri azgýnlýktan geçinceye dek bu katýrlardan ne tekmeler yedim. Nerede azgýnlarý yumuþatan bir er varsa onlarýn tekmelerinden kurtulmasýna bir çare yoktur! Hasýlý belalarýn çoðu peygamberlere gelir. Çünkü ham kiþileri yola getirmek, zaten bir beladýr. Siz, kaidesiz, nizamsýz gitmektesiniz; sözüme uyun da rahvan gidin... bu suretle de uysal bir hale gelin,padiþahýn bineceði bir at olun!
Tanrý dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alýþkýn olmayan katýrlar, gelin de! Fakat gelmezlerse gamlanma... o iki temkinsiz için kinlenme! Bazýlarýnýn kulaklarý bu, gelin sözüne karþý saðýrdýr... her hayvanýn ayrý ahýrý vardýr. Bazýlarý bu sesten ürker, kaçarlar...her atýn ahýrý ayrýdýr.
Bazýlarýnýn de bu hikayelerden caný sýkýlýr...çünkü her kuþun kafesi baþkadýr. Melekler bile bir cinsten deðildirler; bu yüzden göklerde saf saf dururlar. Çocuklar, gerçi bir mektebe giderler, giderler ama ders bakýmýndan her biri, öbüründen üstündür.
Doðuya mensup olanýn da duygularý var, batýya mensup olanýn da... fakat görmek göze kýsmet olmuþtur, mesnet ona verilmiþtir. Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine de hepsi aydýn bir göze muhtaçtýr. Sonra kulaklarýn da can sesini, Tanrý haberlerini, Peygamber buyruklarýný duymada bir mesnedi var
Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiþtir; hiçbir gözün ses duymadan haberi yoktur. Böylece her duyguyu birer birer say... her biri, öbürünün iþini göremez! Beþ tane dýþ, beþ tane de iç duygusu... hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuþtur. Din safýndan baþ çeken giden, gider, en son safa katýlýr!
Sen, gülün sözünü terk etme... söyleye dur! Bu söz pek büyük bir kimyadýr. Bir bakýr senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkýþýrsa yine sen kimyayý ondan esirgeme! Büyücü nefesi þimdi, bu söze uymadýysa sözün, belki sonunda ona tesir eder, bir fayda verir.
Oðul, gelin de gelin... sizi Tanrý esenlik yurduna çaðýrmada! Hocam, benliði býrak, baþbuð olma sevdasýndan vazgeç! Bir baþbuð ara, ona uy... baþbuð olmaya pek özenme!
Peygamber, Tanrý yardýmýna nail olan askerine Huzeyl kabilesinden olan o genci baþbuð yapýnca, bir herzevekil, hasedinden dayanamadý... itiraza bunu kabul edemeyiz bayraðýný kaldýrmaya kalkýþtý. Halka bak hele... bunlar karanlýk alemindendir...geçici bir matah için nasýl geçici bir hale düþer, nasýl itiraza kalkýþýrlar! Ululuk yüzünden hepsi daðýnýklýða düþmüþler, canlarýný vermiþler, ölü bir hale gelmiþlerdir. Fakat savaþta, diridir onlar!
Þaþýlacak þey þu: Zindanýn anahtarý, bu çeþit adamýn elindedir de yine kendisi zindanda mahpustur! O genç tepeden týrnaða kadar pisliðe batmýþtýr... fakat akarsu, eteðine dokunup akmaktadýr!Dilediði ile daima yan yanadýr da yine de bir dayanacak, huzur bulacak kiþinin yanýna varabilsem diye ne sabrý vardýr, ne kararý!
Nur gizlidir... arayýp sormak, gizliliðine þahit. Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluþ dilemez ki! Fakat dünya zindanýnda bir kurtuluþ yeri olmasaydý gönül ne sýkýlýrdý, ne de halas olmayý araþtýrýr, isterdi! Sýkýlýp üzülmen, seni bir memur gibi “ Hadi ey sapýk, ey yolsuz... bir doðru yol ara” diye çekip çekiþtirmededir...
Doðru yol vardýr... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur! Daðýnýklýk, pusuda topluluðu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör! Baðdaki cansýz mahsulat, köklerinden sürmüþ, yetiþmiþtir... onlara diriliði vereni anla!
Hiç müjde verecek biri olmasaydý bu zindandakilerin gözleri, hep kapýya dikilir, kalýr mýydý?
Irmak olmasaydý yüz binlerce ýrmaða batýp ýslanan olur muydu? Yanýný yere koyup yatamýyor, rahatsýz oluyorsun... bil ki evde bir yataðýn, yorganýn var! Karar edilecek bir yer olmadýkça karasýz kiþi olmaz...sersemliði gideren bir þey bulunmasa sersemlik bulunmaz!
O adam dedi ki: “Hayýr hayýr ey Tanrý elçisi. Askere ihtiyar birisini baþbuð yap!
Ey tanrý elçisi, genç, aslan oðlu aslan bile olsa askere , ihtiyardan baþkasý kumandan olmasýn! Zaten sen söyledin...þahidim senin sözün: Kendisine uyulacak kiþi pir olmalýdýr, pir! Ey tanrý elçisi, þu askere bak! Ondan daha yaþlý daha ileri bunca kiþi var! Bu aðaçtaki þu sarý yapraða bakma da onun olgun elmalarýný devþir!
Onun sarý yapraklarý nasýl olur da bomboþ olur... zaten yapraðýnýn sararmasý, olgunluk ve kemal alametidir. Yüzün sararmasý, saçýn sakalýn aðarmasý, olgun aklý müjdeler! Yeni sürmüþ, yeni yeþermiþ yapraklarsa meyvenin hamlýðýna delalet eder. Azýksýzlýk azýðý her þeyden vazgeçiþ, ariflik niþanesidir.
Altýnýn sarýlýðý, sarrafýn yüzünü kýzartýr,benzine kan getirir. Gül yüzlü, sakallý, býyýðý yeni terlemiþ genç, henüz mektepte okuma, yazma öðrenmededir. Yazýsý, yazýsýnýn harfleri eðri büðrüdür... gürbüz olsa bile delikanlýdýr, aklý azdýr onun! Ýhtiyarýn ayaðý, hýzlý adým atmasa da aklýnýn iki kanadý vardýr, yücelerde uçar!
Örnek istiyorsan Cafer’e bak! Tanrý, ona elinin, ayaðýnýn yerine iki kanat verdi! Altýný býrak... bu söz örtülüdür, gönlüm civa gibi ýstýraplara düþtü! Ýçimizden güzel sözlü, güzel sesli yüzlerce sükut, elini aðzýna komada, yeter artýk demede!
Sükut denizdir, söylemek ýrmaða benzer... deniz seni aramada, sen ýrmaðý arama! Denizin iþaretlerinden baþ çevirme... sözü bitir doðrusunu Tanrý daha iyi bilir! O edepsiz, Peygamberin huzurunda o soðuk dudaklarýndan sözler çýkarmada, böylece söylenip durmadaydý.
O bihaber, söz fýrsatýný bulmuþtu, boyuna söylenip duruyordu...zaten haber de görüþe göre saçma sapan bir þeydir! Bu haberler, hep görüþ yerine geçer, görüþ olmayýnca habere ehemmiyet verilir...göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde olmayandan haber verilir!
Birisi görüþ makamýna vardý mý artýk bu haberlerin onca hiçbir deðeri yoktur. Sevgiliye ulaþtýn, onunla düþüp kalkmaya baþladýn mý kýlavuzlarý affet artýk! Çocukluktan geçip adam olan kiþiye mektup da soðuk gelir, kýlavuzluk eden kadýn da! Mektubu okusa bile bilmeyenlere öðretmek için okur...söz söylerse bile anlatmak için söyler!
Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadýr...çünkü bu bahis bizim gafil olduðumuza noksanlýðýmýza delalet eder. Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir. “Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiþtir. Can gözü açýk olan kamil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma! Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak söyle!
Nitekim þimdi ben de bu güzelim Mesnevi’yi yazarken öyle yapýyorum ey Hak Ziyasý Hüsamettin! Akýllý davranýp kýsa kesmeye kalkýþtým mý,o, beni yüz çeþit vesileyle söyletmeye kalkýþýr. A ululuk ýssý Tanrý’nýn ýþýðý Hüsamettin, görüyorsun mademki; sözden ne istersin ki? Bu herhalde fazla iþtahtan olacak... hani þair de “Bana hep þarap sun, hem de iþte bu, þaraptýr”da demiþtir ya!
Þu anda onun kadehi, senin aðzýnda... fakat kulak da kulaðýn nasibini ver, diyor! Ey kulak, senin nasibin hararetlenip kýzarmaktýr... iþte hararet, iþte sarhoþluk! Fakat kulak, ben bundan daha fazlasýný istiyorum, harisim ben demekte!
Þeker huylu Mustafa’nýn huzurunda o Arap, sözü haddinden aþýrýnca, O “Vecnecmi” padiþahý, “Abese” sultaný, o soðuk nefesiyle “ Sözün kafi artýk” diye dudaðýný ýsýrdý. Söylemesin diye elini aðzýna koydu... gizlileri bilen kiþinin yanýnda nice bir söyleyip duracaksýn?
Kuru fýþkýyý gözü açýk erin önüne götürmüþ, bunu misk yerine satýn al diyorsun! Deve pisliðini burnunun altýna koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuþ kiþi! A akýlsýz þaþý! Kötü kumaþýn revaç bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuþsun!Bu suretle bu tertemiz burnu aldatmak, o göklerin gül bahçelerinde yayýlan eri kandýrmak istiyorsun!
Onun yumuþaklýðý, kendisini ahmak göstermede ama senin de kendini bir parçacýk bilmen lazým! Bu gece de tencerenin aðzý açýk kaldýysa kedinin de utanmasý icap eder! O ýþýðý güzel arif kendisini uyuyor göstermede ama adamakýllý uyanýktýr... sakýn sarýðýný aþýrmaya kalkýþma!
A pis inatçý, bu Þeytan masalýný Mustafa’nýn huzurunda nice bir söyleyeceksin? Bunlarýn yüz binlerce hilmi vardýr...bir tek hilmleri bile yüzlerce daða bedeldir! Hilmleri, uyanýk adamý bile aptal eder... yüz binlerce gözü olan zeka sahibini þaþýrtýr, yolunu kaybettirir, sapýða döndürür! Hilmleri, güzel ve latif bir þarap gibi tatlý ta beynin üst yanýna gider, bütün bedene yayýlýr!
O sert þaraptan sarhoþ olana bak! Sarhoþ Ferzin gibi eðri büðrü gitmeye baþladý!o adamýn çabuk alan þarabýn tesiriyle genç, bir ihtiyar gibi yol üstünde düþüp kalmada!
Hele þu “Bela” küpünün þarabý yok mu... öyle sarhoþluðu bir gecelik þarap deðil bu! Ashabý kehf, o þarabý içtiler de tam üç yüz dokuz yýl akýllarýný kaybettiler, ne mezeye el sundular, ne bir yere kýpýrdadýlar! Mýsýr kadýnlarý bu þaraptan bir kadehçik içtiler de ellerini þahrem kesip doðradýlar! Büyücüler de Musa’nýn sarhoþluðuna düþtüler...daraðacýný sevgili sandýlar! Cafer-i Tayyar, o þaraptan sarhoþ oldu da elini, ayaðýný feda etti!
Peygamber hadsiz sarhoþluðundan o aptala bir ýþýk vurmuþ, onu neþelendirmiþ, sarhoþ etmiþti. Neþesinden çok konuþmaya baþladý. Sarhoþ, ebedi býrakýr, baþ aþaðý düþer! Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez... þarap zaten edepsiz olaný edepsiz eder. Þarap içen akýllýysa daha ziyade akýllý olur... kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir. Fakat insanlarýn çoðu kötü ve ahlaksýz olduðundan þarabý herkese haram ettiler.
Hüküm üstündür halkýn çoðu da kötüdür; bu yüzden kýlýcý yol kesicilerin elinden aldýlar. Peygamber dedi ki: Ey iþin dýþ yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme. Nice kara sakallý ihtiyarlar vardýr... nice de gönülleri, zift gibi kapkara ak sakallýlar. Onun aklýný defalarca denedim... o genç iþlerde ihtiyarlýk etti.
Ýhtiyar, akýl ihtiyarýdýr oðlum... saçýn, sakalýn aðarmasýyla adam, adam olmaz. Ýblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat deðil mi ki aklý yok, hiçbir þeye yaramaz. Birisi çocuktur ama Ýsa nefesli, gururdan, nefesten arýnmýþ olursa ona nasýl çocuk diyebilirsin?
Saç aðarmasý, ancak gözü baðlý ne kýsa görüþlü kiþiye göre piþkinlik alametidir. O mukallit, alamet olarak delilden baþka bir þey bilmediði için daima buna yol arar. Onun için bir iþe giriþeceksen o pire danýþ dedi. Çünkü o, taklit perdesinden çýkmýþ kurtulmuþtur da ne varsa her þeyi Tanrý nuru ile görür. Onun pak nuru delilsiz, beyansýz deriyi yýrtar, içi meydana çýkarýr.
Yalnýz dýþý görene göre kalp nedir, geçer altýn ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir. Nice altýnlarý, hasetçi hýrsýzlarýn elinden kurtulsun diye dumanla karartmýþlardýr. Nice bakýrlar vardýr ki aklý kýt olanlara satsýnlar diye onlarý altýn suyuna batýrmýþlar, altýn yaldýzla yaldýzlamýþlardýr.
Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... gönlü görürüz, dýþ yüzüne bakmayýz biz! Zahirin etrafýnda dönüp dolaþan kadýlar, zahiri görünüþe göre hükmederler.
Birisi þahadet getirdi, imanýný gösteren bir þey yaptý mý bunlar, derhal o adamýn mümin olduðuna hükmederler. Bu suretle de nice münafýklar, zahire sýðýnmýþlar... böylece de yüzlerce iman sahibinin kanýný gizlice dökmüþlerdir.
Çalýþ çabala da akýl ve din piri ol... bu suretle aklý kül gibi iç alemini gör. O güzelim akýl, yokluktan yüz gösterince Tanrý ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktý. Bu güzel adlarýn en aþaðýsý iþte þu: O, hiç kimseye muhtaç deðildir. Akýl bir kere yüz gösterse, suretini þu aleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karþý kapkaranlýk kalýrdý. Ahmaklýk da mesela, meydana çýkýverse gecenin karanlýðý, onun yanýnda apaydýn kalýr. Çünkü o, geceden daha karanlýktýr, daha karadýr. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlýlarýn satýn alýr.
Yavaþ, yavaþ gündüzün ýþýðýna alýþ... yoksa yarasa gibi nura kavuþmaz, kalakalýrsýn! Yarasa nerede bir güçlük, bir müþkül varsa orasýný sever... nerede bir devletlinin ýþýðý yanýyorsa oraya düþman kesilir. Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müþküller arar. O her müþkülle seni oyalar... kendi kötü tabiatýna karþý gaflete daldýrýr.
Akýllý ona derler ki elinde meþalesi vardýr... kafilenin önünde gider, onlara kýlavuzluk eder. o önde giden kendi nuruna uymuþ, onun ardýna düþmüþtür... o kendinden geçmiþ bir halde yola düþüp giden, kendisine tabidir.
O kendisine inanmýþtýr... sizde onun canýnýn yayýldýðý nura. O nur alemince inanýn. Yarým akýllýda kendisine bir akýllýyý göz etmiþ, göz diye bu akýllýyý bilmiþ tanýmýþtýr.
Körün kendisini yedene sarýlmasý gibi ona el atmýþtýr... bu suretle onunla göz sahibi olmuþ,çevikleþmiþ ululaþmýþtýr.
Bir arpa aðýrlýðýnca bile aklý olmayan eþeðe gelince: Hem aklý yoktur, hem akýllýyý terk etmiþtir. Az,çok... bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kýlavuzun ardýna düþmekten sýkýlýr, arlanýp utanýr. Upuzun, uçsuz bucaksýz çöllerde gah topallayýp meyus olarak, gah koþup yortarak gider durur.
Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... hatta yarým bir ýþýk bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin. Aklý yoktur ki dirilikten dem vursun, yarým aklý bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin. O akýllýya karþý tam bir ölü hale gelsin de kendisini aþaðýlýk yerden dama yüceltsin!
Tam aklýn yoksa kendini ölü hale getir... sözü diri bir akýllýya sýðýn. Böyle olmayan adam diri deðildir ki Ýsa’ya hemdem olsun... ölü deðildir ki Ýsa’nýn ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun. Kör caný her yana adým atar, sýçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
A inatçý, bu, içinde üç büyük balýk bulunan gölcüðün hikayesine benzer. “Kelile” de okumuþsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatýþýmýzsa canýn ta içidir.
Birkaç balýkçý, o gölcüðün yanýndan geçtiler, o balýklarý gördüler. Derhal koþup að getirmeye gittiler. Balýlar bunu anladýlar... içlerinden akýllý olan yola düþtü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü. Bunlarla danýþmayayým dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevþetirler. Yurtlarýnýn sevgisine kapýlýrlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
Danýþmak için bir iyi ve diri kiþi lazým ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
Ey yolcu yolcuyla danýþ, kadýnla deðil... çünkü kadýnýn reyi seni topal eder. Vatan sevgisinden dem vurma; durma,yürü... vatan oradadýr, burada deðil caným efendim! Vatan istiyorsan ýrmaðýn o tarafýna geç... bu doðru hadisi eðri ve yanlýþ okuma!
Hadiste aptes alýnýrken yýkanan her uzuv için ayrý dua rivayet edilmiþtir. Burnunu yýkar, burnuna su çekerken gani Tanrýdan cennet kokusu iste. Ýste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... gül kokusu gül bahçesinin delilidir.
Aptes bozduktan sonra yýkanýrken de okunacak virt edilecek dua þudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arýt. Benim elin buraya yetiþti, burasýný yýkadý... elim canýmý yýkamada gevþek.
Adam olmayanlarýn canlarý, ihsanýnla adam olmuþtur... canlara eriþen, senin lütuf ve kerem elindir. Ben aþaðýlýk bir kiþiyim... buna kudretim yetiþti. Ey kerem sahibi Tanrý, arýtmaya kudretim olmayan iç pisliðimi de sen temizle! Rabbim ben pislikten derimi yýkadým, arýttým... içimi de hadiselerden sen yýka, arýt!
Birisi aptes bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eþ et” diye dua etti. Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliði kaybetmiþsin! Bu dua, apteste burna su verilirken okunacak dua... sen burun duasýný oturak yerini yýkarken okuyordun!”
Hür kiþi cennet kokusunu burnundan duyar... hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
Ey aptal kiþilere karþý alçaklýk gösterip de padiþahlara karþý ululanan, o ululuk, aþaðýlýk adamlara karþý olursa güzeldir, iyidir... fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu baðlar!
Gül, burun için bitti,yetiþti... a hoyrat adam koku almak burnun iþidir. Ey yiðit, gül kokusu burun içindir... bu aþaðýdaki delik, o kokunun yeri deðildir. hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazýmsa yerinden ara!
Bunun gibi “Vataný sevmek imandandýr” hadisi de doðru ama hocam, önce iyice vataný taný!
O akýllý balýk dedi ki: Bir yol bulayým da gönlümü þunlarla danýþmadan, þunlarýn reyine uymadan çekip çevireyim. kendine gel þimdi danýþma zamaný deðil; yola düþ... Ali gibi kuyuya ah et. O ahýn mahremi pek azdýr... geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü. Bu gölcükten denize doðru git... denizi ara, þu girdabý býrak.
Göðsünü ayak yaptý da yola düþtü... çekingen balýk, o tehlikeli yerden ta nur denizini kadar yürüdü, denize ulaþtý. Ardýna köpek düþen ceylan, hayatýndan bir damar bile kalsa koþar ya... iþte o da onun gibi koþmaktaydý. Artýk köpek varken tavþan uykusuna dalmak hatadýr... zaten korkan adamýn gözüne uyku girer mi?
O balýk gitti deniz yolunu tuttu... pek uzun olan o yola düþtü. Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamýna yetiþti. Kendisini uçsuz bucaksýz, hiçbir yandan kýyýsý görünmez denize attý.
Derken balýkçýlar að getirdiler... yarý akýllýnýn neþesi bozuldu, aðzýnýn tadý kaçtý. Dedi ki: Fýrsatý teptim, nasýl oldu da o yol gösterene arkadaþ olmadým? O ansýzýn gitti... gitti ama benim de hararetle ardýna düþmem gerekti. Fakat geçene acýnmak hatadýr... gitti mi gitti gider! Gayrý onu anmanýn hiçbir faydasý yoktur.
Birisi hileyle tuzaðýna bir kuþ düþürdü. Kuþ, ona dedi ki: Ey ulu hoca. Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... birçok develer kurban ettin. Dünyada onlarla bile doymadýn... benimle de doymazsýn sen! Beni býrak da sana üç öðüt vereyim... bak bakalým aptal mýyým, akýllý mýyým? Birinci öðüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karýþýk balçýktan yapýlma damýnýn üstünde. Üçüncüsünü de aðacýn üstünde veririm... bu üç öðütle bahtýn iyileþir.
Elindeyken vereceðim öðüt þu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma. Bu ulu öðüdü elindeyken verip azat oldu, duvarýn üstüne konup, dedi ki: Geçmiþ gitmiþ þeye gam yeme... fýrsatýný kaybettin mi üzülme artýk! Sonra “Þu küçücük bedenimde on dirhem aðýrlýðýnda paha biçilmez bir inci var. Seni de oðullarýný da devlete eriþtirdi... o inci senin hakkýndý... fakat kýsmetin deðilmiþ, kaçýrdýn... öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
Adam gebe kadýn doðururken nasýl feryat ederse öyle baðýrmaya baþladý. Kuþ dedi ki: Sana geçmiþ þeye gam etme diye nasihat etmedim mi, mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öðüdümü anlamadýn, yahut da saðýrsýn sen. Sonra bir de sana sapýklýða düþme olmayacak söze sakýn inanma demedim mi? Bu ikinci öðüdüm deðil miydi? Ben, kendim üç dirhem gelmem aslaným... içinde on dirhemlik inci nasýl bulunur?
Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öðüdü de ver bakalým.
Kuþ dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceðim ha! Uykuya dalmýþ bilgisiz kiþiye öðüt vermek, çorak yere tohum saçmaktýr. Aptallýk ve bilgisizlik yýrtýðý yama kabul etmez... ey öðütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.
Öbür balýk, o bela çaðýnda aklýnýn gölgesinden ayrý düþtü de dedi ki: O, denize vardý, gamdan azat oldu... ben öyle bir iyi arkadaþtan ayrýldým.
Fakat artýk onu düþünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayým... þimdi kendimi ölü göstereyim ben... suyun üstüne çýkýp karnýmý yukarýya, sýrtý mý aþaðýya verip kendimi Salý vereyim... su, nereye götürürse gideyim. Yüzen kiþi gibi deðil de adeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim. Kendimi ölüye benzetip suya býrakayým... ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluþtur.
Ey yiðit ölümden önce ölmek emniyettir... bize Mustafa böyle buyurdu. Dedi ki: Size ölüm, sýnamalarla gelmeden hepiniz ölün. Balýk, güya öldü, karnýný yukarýya çevirdi... su, onu gah yukarýya çýkarýyor, gah aþaðýya alýyordu.
Balýkçýlarýn her biri eyvah dediler... en iyi balýk öldü... hepsi de pek kederlendi. Balýk onlarýn eyvah demelerinden sevindi... bu oyunla kýlýçtan kurtuldum galibi dedi. Balýkçýnýn biri onu yakaladý... tuh yazýklar olsun deyip fýrlattý, toraða attý. Balýk çýrpýna çýrpýna gizlice suya fýrladý gitti. Öbür ahmak, ýstýraplar içinde kalakaldý. O ahmak sýçrayýp kilimini kurtarmak için saða sola çýrpýndý durdu.
Fakat avcýlar aðý attýlar... aðýn içinde kaldý; ahmaklýk onu ateþe attý. Ateþ üstünde tava içinde ahmaklýkla eþ oldu. Ateþin hararetiyle kýzýp kaynadýkça akýl ona “sana hiç korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
O da, o iþkencenin, o belanýn içinde kafirlerin canlarý gibi “Evet, geldi” demekteydi. Sonra da eðer bu sefer, þu boynumu kýran mihnetten kurtulursam, denizden baþka yerde yurt tutmam... bir gölcükte oturmam artýk.
Uçsuz bucaksýz bir su ararým da emin olayým... ebediyen emniyet ve sýhhat içinde ömür süreyim diyordu.
Akýl, ona diyordu k: Ahmaklýk, seninle deðil mi? Ahmaklýkla ahde vefa edilmez. Ahitlerde vefa etmek, akýlla olur... sense aklýn yok a eþek deðerli. Akýl, ahdini hatýrlar... akýl, unutkanlýk perdesini yýrtar. Aklýn olmadý mý unutkanlýk, sana hakim olur... sana düþmanlýk eder, tedbirini bozar.
Aþaðýlýk pervane, aklýnýn azlýðýndan kendini ateþe vurur... ateþ, ateþin yakýcýlýðý, ateþin sesi, aklýna bile gelmez. Fakat kanadý yandý mý tövbe eder ama hýrsý ve unutkanlýðý yine onu ateþe atar. Bir þeyi kavramak, anlamak, hýfzetmek ve hatýrlamak, aklýn iþidir... akýl bunlarýn derecesini yüceltir.
Ýnci olmayýnca parlaklýðý nasýl olur da bulunur? Hatýrlatan olmayýnca adam, o iþten nasýl kaçýnýr? Bu vakitsiz istek de sahibinin akýlsýzlýðýndandýr. Çünkü ahmaklýðýn nasýl bir huyu vardýr? Göremez ki!
O, nedamet zahmetinin sonucudur... define gibi aydýn olan aklýdan gelmez. Zahmet geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak deðerinde bile deðildir. o nedamet, gam ve elem karanlýðý yüzünden yükünü baðladý... fakat gündüz geldi mi gecenin sözünü mahveder.
O gam karanlýðý gitti de hoþluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin doðurduðu nedamet geçip gider.
O adam, tövbe eder ama akýl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma denen þeylere bulaþýrlar. Onlarý yaparlar” diye baðýrýp durur.
Ey yiðit, akýl, þehvetin zýddýdýr... þehveti dokuyan akla akýl deme. Þehvete maðlup olana vehim de... vehim, halis akýllar altýnýnýn kalpýdýr. Vehimle akýl, mihenk olmadýkça meydana çýkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur. Bu mihenk de KURANDIR. Peygamberlerin halidir... mihenk kalpa gel der. Gel de benim yüzümden ne hale girdiðini gör... çünkü sen benim ne iniþimin ehlisin ne çýkýþýmýn.
Aklý bir testere ikiye biçse o ateþteki altýn gibi yine gülümser. Vehim, alemleri yakan Firavundur; akýl, canlarý parlatan aydýnlatan Musa’nýndýr. Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin? Musa, ben akýlým... ululuk ýssý Tanrýnýn elçisiyim... Tanrýnýn ulu burhanýyým, azgýnlýktan insana emniyet veren kiþiyim ben.
Firavun dedi ki: Sus, huyluyu býrak da sen bana eski adýný söyle. Musa dedi ki: Benim nispetim, Tanrýnýn þu toprak yurdunadýr... asýl adým da onun kullarýnýn en aþaðýsý. Ben o Tanrýnýn kulunun oðluyum... onun cariyesiyle kulundan doðmuþum. Asýl mensup olduðum topraktýr; su ve balçýktýr... Tanrý suya topraða canla gönül vermiþtir.
Bu toprak bedeninim dönüp gideceði yer de yine toraktýr... senin gideceðin yer de topraktýr a maðrur. Bizim de bütün serkeþlerin de aslý topraktýr. Hepimiz topraktanýz... buna da yüz türlü niþane var. Bedenine toraktan yardým gelmededir... boynun toraktan biten gýdalarla düzelip kalýnlaþmadadýr.
Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider. Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... senin mevkiin rütben de kalmaz.
Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan baþka bir adýn daha var senin... sana ne ad daha ala yaraþýr. Firavunun kulu kullarýnýn kulu... bedeni, caný, önce onun nimetleriyle beslenip yetiþen kul. Asi, azgýn ve pek zalim kul... kötü iþi yüzünden yurttan kaçan kul. Kanlý katil, gaddar,hak bilmez kul... artýk sen bu sýfatlara bak da var kýyas et nesin?
Gariplikte hor, yoksul, çýplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkýmýzý tanýr,ne bize þükreder.
Musa þöyle cevap verdi: Haþa... o padiþaha, padiþahlýkta kimse þerik olamaz. Mülk ve devlette tektir, eþi yok. Kullarýna ondan baþka baþbuð yoktur.
Halkýna ondan baþka kimse sahip deðildir. helake düþmüþ kiþiden baþka kimse ona þeriklik davasýna kalkýþamaz. Beni nakþeden, bana bu sureti veren odur; nakkaþým odur benim... baþkasý bu davaya kalkýþýrsa zalimdir. Sen benim kaþýmý bile yaratmaya kadir deðilsin... böyleyken Nasýl olur da beni yarattýðýný söyleyebilirsin?
Asýl o gaddar, o azgýn sensin ki Tanrýya þerik olmak davasýna düþmüþsün. Ben bir kötü kiþiyi öldürdüysem ne nefsime uyduðumdan öldürdüm, ne de eðlence için. Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... zaten caný yoktu can verdi geberdi gitti.
Ben bir köpek öldürdüm... fakat sen peygamber oðullarýný, yüz binlerce suçsuz, ziyansýz çocuklarý öldürdün ya! Onlarý öldürdün; hepsinin kaný senin boynundadýr... bakalým hele, bu kan içmeden baþýna neler gelecek?
Yakup soyunu öldürdün... maksadýn da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen! Tanrý, seni kör etti de beni seçti... nefsinin piþirip kotardýðý hile, baþ aþaðý geldi.
Firavun dedi ki: Bunlarý býrak hele... þüphesiz benim hakkým, tuz ekmek hakký buydu ha. Beni halkýn önünde rezil rüsvay edesin... aydýn günü gönlüme karartasýn... sen de olan hakkýma karþýlýk yapacaðýn bumu senin?
Musa, kýyamet gününün horluðu daha güçtür... hayýrda, þerde bana riayet etmezsen kýyamette halin bundan beter olur. Bir pirenin acýsýna tahammülün yok; yýlanýn acýsýna nasýl tahammül edeceksin? Görünüþte senin iþini yýkýyorum ama bir dikeni gül bahçesi haline getiriyorum dedi.
Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye baþladý. Aptalýn biri dayanamayýp feryat etti. Dedi ki: Bu yeri neden yýkýyorsun... neden yarýyor daðýtýyorsun?
Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... benimle uðraþma! Sen, yapýlmayý yýkýlmada bil. Bu yer, böyle çirkin ve yýkýk bir hale gelmedikçe nasýl olur da gül bahçesi, buðday tarlasý haline gelir. Düzeni alt üst olmadýkça nasýl olur da bostanlýk, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiþtirir? Yarayý neþterle deþmedikçe iyileþir onulur mu hiç? Ahlatýn, ilaçla yýkanmadýkça hastalýðýn nasýl geçer, nasýl þifa bulursun?
Terzi kumaþý paramparça eder... bir kimse çýkýp da o sanatýný bilen terziye, bu caným atlasý neden bu hale getirdin... neden kestin; ben kesik kumaþý ne yapayým der mi?
Her eski yapýyý yaparlar, yenilerlerken eski yapýyý yýkmazlar mý? Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi yýkýp yakýp harap etmezler mi? O halileyi, belileyi dövmek, onlarý adeta telef etmek, bedenin yapýlmasýdýr. Buðdayý deðirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi?
A balýk, yediðim tuz ekmek, seni aðýndan kurtarmak için beni böyle uðraþtýrýyorsun ya! Musa’nýn öðüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun! Kendini hayli zamandýr heva ve hevese kul, köle ettin... yeter artýk! Küçücük bir kurdu ejderha haline getirdin. Ben de senin ejderhana karþý ejderha getirttim... onunla anbean seni ýslah etmek niyetindeyim. Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... ejderham, o ejderhayý mahvetsin!
Eðer razý olursan iki yýlandan da kurtulursun... yok, razý olmazsan o ejderha, canýný kökünden siler süpürür, seni mahveder!
Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... bu ülkeye bir ikiliktir saldýn. Gönlü bir olan halký iki bölüðe ayýrdýn... öyledir; büyücülük, daða, taþa bile tesir eder... onlarý bile yarar, yýkar.
Musa þöyle cevap verdi: Ben, Tanrý emirlerine gark olmuþum... hiç Tanrý adý ile büyücülük görülmüþ þey midir?
Büyücülüðün temeli gaflettir, kafirliktir... halbuki Musa’nýn caný, din meþalesidir. A çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canýmda nurlanýr, ýþýklanýr. Fakat sen heva ve heves kanadý ile uçtuðun için benim hakkýmda þüpheye düþüyorsun. Kim hilebazlarla canavarlarýn iþini iþlerse elbette kerem sahipleri hakkýnda þüphelenir.
Sen, bir alemin cüzüsün... ne olursan ol, mutlaka o alemin külünü kendi sýfatlarýnda görürsün sen, azgýn herif!döndün de baþýn döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür. Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kýyýsýný yürüyor görürsün! Bir savaþtan, bir çekiþten canýn daralýrsa bütün dünyayý dar görürüsün!
Dostlarýn dilediði gibi hoþluða erersen, gönlün hoþ olursa bu alem, sana gül bahçesi görünür.
Nice kiþiler, ta Hint ülkesine, Herat þehrine dek vardýlar da oralarda alýþ veriþten baþka bir þey bulamadýlar! Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardýlar da oralarda hileden, tuzaktan baþka bir þey görmediler!
Sefere giden renkten, kokudan baþka bir þey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaþsýn; hep bunu görür. Öküz Baðdat’a geliverir... bir ucundan öbür ucuna kadar þehri dolaþýr... bütün o yaþayýþtan, o güzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak sokaklardaki karpuz kabuðunu görür! Öküzün yahut eþeðin seyrine layýk olan þey, sokaklara atýlan samanlarla yolarda biten otlardýr!
Tabiat mýhýna kurumuþ et gibi asýlý kalan kiþinin caný, sebeplere baðlanmýþtý... bundan ötesini göremez. Ey baþ köþede oturan ulu kiþi, sebeplerin kalktýðý ova, Tanrýnýn geniþ yeryüzüdür. Orada can, her an suret deðiþtirir... her an yeniden yeniye ve apaçýk bir alem görür.
Fakat bir sýfata kapýlmýþ, o sýfatla donup kalmýþ kiþiye, cennette, cennet ýrmaklarýnýn kýyýsýnda, olsa orasý yine kötü ve çirkin görünür!
Cihaný görme çerçeven anlayýþýncadýr... pak kiþilerin sence perde ardýnda olmasý, onlarý görmemen, pis duygundandýr. Bir zaman duygunu görüþ suyuyla yýka... sofilerin çamaþýr yýkamalarý budur, böyledir... bunu böyle bil. Sen temizlendin mi perde yýrtýlýr... pak kiþilerin canlarý sana görünmeye baþlar.
Bütün alem nurla, suretlerle dolsa o güzellikten ancak göz haberdar olur. Gözünü yumar da bir güzelin zülfünü, yüzünü görmek için kulaðýný açarsan, kulak der ki: Ben sureti göremem... ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarým. Bilirim, bilirim ama kendime ait olan þeyleri bilirim... bana ait þey de harften, sesten baþka bir þey deðildir. kendine gel, hadi ey burun... þu güzeli gör, desen imkaný yoktur.
Sana der ki: Mis, yahut gülsuyu olursa koklarým... benim iþim budur, bilgim bu kadardýr. Ben o baldýrý gümüþe benzeyen güzeli nasýl görürüm? Aklýný baþýný devþir de yapamayacaðým þeyi teklif etme bana! Eðri duyguda eðriden baþka bir þey göremez... onun önüne ister eðri getir, ister doðru. Hocam þaþý göz bil ki tek göremez.
Sen de Firavunsun... tepeden týrnaða kadar hile ve riyadan ibaretsin... onun beni kendinden farklý görmemektesin. A eðri görüþlü, sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri, iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlýktan öte bir meydan gör. Darlýktan da kurtul, addan, þöhretten de... aþk içinden aþk gör vesselam. Bil ki beden çerçevesinden kurtuldun mu kulaðýn da göz olur, burnun da.
O tatlý dilli padiþah doðru söylemiþtir: Ariflerin her kýlý göz kesilir. Göz evvelce göz deðildi... o, rahimde bir et parçasýndan ibaretti. Yað parçasý görmeye sebep olmaz oðlum... öyle olsaydý hiç kimse rüyada görülen þeyleri göremezdi. Mesela þeytan ve peri de görür... fakat ikisinin gözünde yað parçasýna benzer bir þey yoktur.
Nurun yaðla ne münasebeti var? Fakat yaratýcý sevgi ihsan edici Tanrý bu münasebeti baðýþlamýþtýr iþte! Ýnsan topraktan yaratýlmýþtýr fakat topraða benzemez ki... cinlerin ateþle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateþten yaratýlmýþlardýr. Perinin aslý ateþtir; fakat dikkat edersen ateþe hiç benzemez.
Kuþ, havadan yaratýlmýþ olmakla beraber havaya nereden benzer? Tanrý, münasebeti olmayan þeylere münasebet verdi.
Bu fer’lerin asýllarýyla münasebeti vardýr... Tanrý onlara bu münasebeti vermiþtir; fakat bu münasebete akýl ermez, keyfiyeti bilinmez! Ýnsan hiçbir deðeri olmayan topraktan meydana gelmiþtir... fakat bu oðlun,babasý ile ne münasebeti var?
Bir münasebeti varsa bile akýldan gizlidir, keyfiyetine akýl ermez; akýl nereden bu münasebeti izleyecek bulacak? Yele göz vermemiþ olsaydý Ad kavmini nasýl fark ederdi? Mümini nasýl olur da düþmandan ayýrt eder... þarabý, nasýl olur da testiden fark ederdi?
Nemrut’un yaktýðý ateþe göz olmasaydý Halil’e nasýl olur da, kendisini zahmetlere sokup saygý gösterirdi? Nil’in gözü olmasaydý, görmeseydi, Kýpti ile Ýsrail oðullarýný nasýl ayýrt edebilirdi? Daðda taþta görüþ yoktu da nasýl Davut’a yar oldu? Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu? Hannane direðinin gönül gözü olmasaydý o tek kiþinin, o eþsiz erin ayrýlýðýný görür müydü? Kýrýk taþlar, görmeselerdi avuç içinde nasýl þahadet ederlerdi?
A akýl, sen kanatlarýný aç da “Ýza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku! Kýyamet günü bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasýl þahadet ederdi ki? Halbuki halini, kendisinde olan haberleri söyleyecek... yeryüzü bize sýrlarýný açacak. Beni senin gibi bir padiþaha göndermesi de bir delildir... gönderen bilir ki. Böyle bir illete böyle bir ilaç lazým bu ilaç, o umulmaz yarayý kolayca iyileþtirecek elbet. Bundan önce rüyalar görmüþtüm... Tanrýnýn beni seçip göndereceðini anlamýþtým. Ben elime asayý ve nuru alacak, senin gibi bir küstahýn boynuzunu kýracaktým. Bunun için kýyamet gününün sahibi olan Tanrý sana çeþit çeþit rüyalar gösteriyordu.
Bunlar senin kötü içine, azgýnlýðýna layýk rüyalardý. Bunlarýn sana, senin haline tam uygun olduðunu bildirmek diliyordu. Tanrý, sana bunlarý gösteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her þeyden haberdar, ayný zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanýný ihsan eder bir Tanrý olduðunu bilesin.
Fakat sen bu rüyalarý tevile kalkýþtýn... kör ve saðýr kesildin, bunlar; aðýr uykudan meydana gelen hayaller dedin. Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur pýrýltýsý ile tabirini gördüler, fakat tamahlarýndan hakikati söylemediler. Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padiþahlýðýndan uzaktýr. Ya çeþitli gýdalardan, yahut yemekten insan, hep böyle rüyalar görür dediler. Çünkü gördüler ki sen öðüt istemiyorsun, kaba ve hoyratsýn, kan içicisin... yok, yoksul huylu deðilsin!
Padiþahlar, bir iþ için kan dökerler ama merhametleri kýzgýnlýlarýndan üstündür. Padiþahýn Tanrý huyuyla huylanmasý gerektir. Tanrýnýn gazabýn arýktýr. Þeytan gibi gazabýnýn üstün olmasý gerekmez, öyle olursa hile yüzünden lüzum yokken kan döker!
Namussuzlarýn hilmi gibi halim olmasý da doðru deðildir... çünkü karýsý da orospu olur cariyesi de! Halbuki sen, gönlünü þeytan evi haline getirdin... kinini, kendine kýble yaptýn. Keskin boynuzlarýn nice ciðerleri deldi... iþte þu asam, senin küstah boynuzunu kýrdý!
Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldýrýrlar. O taraftan tertemiz birisi gelmesin diye gayb derbendine hücum ederler. Gaziler, savaþa pek gitmediler mi kafirler, yürür saldýrýlar. Gayb gazileri, hilimlerinden sana saldýrmazlar kötü gidiþli. Gayb derbentlerine saldýrdýn... gayb erlerinin bu tarafa gelmemesini diledin!
Ata bellerine, ana rahimlerine pençe attýn... kötülükle yolu kesmek istedin! Ululuk ýssý Tanrýnýn soy sop yetiþmesi için açtýðý ana yolu sen nasýl kapatabilirsin? A inatçý, sen derbentleri tuttun ama körlüðüne raðmen, yine bir er çýktý iþte.
Ýþte o çýkan er benim... senin maksadýný yýkýp yakarým; tanrýnýn adý ile senin adýný sanýný yok ederim! Sen var, derbentleri iyice tuta dur... ne vakte dek sakalýna býyýðýna gülüp duracaksýn? Kader býyýðýný sakalýný birer birer yolar... nihayet kadere karþý çekinmenin fayda vermediðini anlarsýn. Senin býyýðýn sakalýn mý daha kuvvetlidir, Ad’ýn býyýðý sakalý mý? Onlarýn nefesinden þehirler titrer dururdu.
Sen mi daha inatçýsýn Semud mu? Varlýk alemine onlar gibisi gelmedi gitti. Bunlardan yüz tanesini daha söylesem fayda yok; sen saðýrsýn... duyarýn da duymazlýktan gelirsin!
Söylediðim sözden tövbe ettim; tam senin ilacýný yaptým. Bu ilacý senin ham sakalýna korum da piþer, yahut da yanar... sen de ebedi olarak yaralý kalýrsýn. Bu suretle de bilirsin ki Tanrý, her þeyi bilir... her þeye, ona layýk olan ilacý verir ey düþman. Ne vakit bir eðrilik ettin, ne zaman bir kötülükte bulundun da onun ardýndan derhal layýðýný görmedin?
Ne zaman gökyüzüne bir nefes bir dua gönderdin de ardýnca ona benzer bir iyilik gelmedi? Dikkat etsen, uyanýk olsan her an, yaptýðýn iþin cevabýný görürsün!
Dikkat ederde ipe sarýlýrsan senin için kýyametin gelmesine hacet yok. Remiz ve iþareti gören kiþiye açýk söz söylemeye ihtiyaç var mý? Bu bela sana aptallýðýndan gelir... nükteleri remizleri anlamazsýn!
Gönül kötülük yüzünden karardý da kapkara oldu mu artýk anla... burada sersemleþmenin lüzumu yok! Yoksa o karalýk, sana bir ok olur... sersemliðinin cezasý sana eriþir! Ok gelmezse lütuf ve kerem yüzünden gelmez; o kötülük görülmediðinden deðil.
Kendine gel de eðer sana gönül gerekse dikkat et... çünkü her iþin ardýndan senin için bir þey meydana gelir. Himmetin bundan fazla olursa dikkatle iþin, daha yücelir.
Sen de görünüþte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala! Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüþ bedenli bir güzel aksetsin! Demir gerçi karadýr nursuzdur... fakat cilalamak ondaki karalýðý giderir. Demir cilalanýr, yüzünü güzelleþtirir... bu suretle suretler onda görünebilir. Topraktan yaratýlan beden kabadýr, karadýr ama cila kabul eder, onu cilala. Cilala da onda gayb þekilleri yüz göstersin... huri ve melek akisleri görünsün!
Tanrý bil ki sana bir akýl cilasý vermiþtir... onunla gönül yapraðý arýnýr, aydýnlanýr. A binamaz, cilalanmayý býrakmýþsýn da heva ve hevesinin iki elini de açmýþsýn. Heva ve heves kapandý mý eli açýlýr. Gayb aynasý olan demirde bütün suretler görünür. Ýçini kararttýn, paslattýn, iþte “Yeryüzünde fesada çalýþýrlar” ayetinin manasý budur.
Þimdiye kadar böyle hareket ettin durdun artýk böyle harekette bulunma... suyu kararttýn, daha ziyade karartma. Bulandýrma da bu su durulsun... o suyun içinde ay ve yýldýzlarý tavaf eder gör. Çünkü insan ýrmak suyuna benzer... bulandý mý artýk onun dibini göremezsin. Irmaðýn dibi incilerle, mercanlarla dopdolu... sakýn bulandýrma o saf ve durudur.
Ýnsanlarýn caný havaya benzer... tozla karýþtý mý gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez. Güneþin görünmesine mani olur... fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir. Canýn kapkara olmakla beraber Tanrý, kurtuluþ yolunu bulasýn diye sana rüyalar göstermiþtir.
Tanrý, sonunda olacak þeyleri kudretiyle kapkara demirde gösterdi. Bu suretle senin daha az kötülük etmeni diledi... fakat sen, hep bunlarý gördüðün halde daha beter oluyordun! Sana rüyada kötü þeyler gösterdi... onlardan ürktün, halbuki o kötü þeyler senin suretindi. Hani aynaya bakýnca yüzünü çirkin görüp aynayý pisleyen Zenci gibi!
Tükürmüþ de sen çirkinsin, layýðýn ancak bu demiþ, aynada çirkinliðim, senin çirkinliðin a kör ve aþaðýlýk adam! Bu pisliði de kendi çirkin yüzüne bulaþtýrdýn, bana deðil... çünkü ben apaydýným demiþ!
Sen gah elbiseni yanmýþ gördün; gah aðzýn tutulmuþ, gözün kör olmuþ gördün. Gah bir canavar kanýna kastetti... gah yýrtýcý bir hayvan, baþýný ýsýrdý! Kendini gah laðýma baþ aþaðý düþürüyorsun gördün... gah kanlý sellerde gark olmuþsun gördün. Bazen rüyada bu tertemiz gökyüzünde sana “kötüsün, kötüsün, kötü” diye ses geldi... bazen daðlardan apaçýk “hadi git be sen de ashabý þimaldensin” sesini duydun! Bazen her cansýz þeyden “Firavun, ebediyen cehenneme düþtü gitti” sedasýný iþittin!
Bundan beter rüyalar da gördün... fakat utancýndan söyleyemiyorsun ki ters tabiatýn büsbütün tersleþmesin, kýzmayasýn.
Ey öðüt kabul etmeyen azýcýðýný söylüyorum sana... bu azýcýðý duy da bil ki ben biliyorum. Gördüðün rüyalarý ve baþýna gelecek iþleri düþünmemek için kendini ölü ve kör ettin. Ne vakte dek kaçacaksýn? Ýþte hileler düzen anlayýþýn körlüðü, önüne geldi çattý.
Kendine gel, bundan böyle çekin artýk... çünkü Tanrý keremiyle tövbe kapýsý açýktýr. Tövbenin batý tarafýnda bir kapýsý vardýr, kýyamete kadar açýktýr, o kapýdan yüz çevirme! Cennetin Tanrý rahmetiyle sekiz tane kapýsý var... oðul, o sekiz kapýdan birisi de tövbe kapýsýdýr.
Öbürlerinin hepsi de bazen açýlýr, bazen kapanýr... fakat tövbe kapýsý hep açýktýr. Bunu ganimet bil... kapý açýk, hasetçinin körlüðüne raðmen derhal pýlýný pýrtýný oraya çek.
Kendine gel de benden bir öðüt kabul et, karþýlýk olarak dört þey al! Firavun, o bir öðüt, hangi öðüt? O tek öðüdü bana birazcýk anlat dedi.
Musa dedi ki: O tek öðüt þu: Apaçýk þöyle deki Tanrý tektir, ondan baþka tapacak yoktur. Göklerin yýldýzlarýn... insanlarla þeytanlarýn cin ve perilerin, kuþlarýn yüce yaratýcýsýdýr. Denizin, ovanýn, daðýn, çölün yaratýcýsý o dur... ülkesinin sýnýrý yoktur, kendisinin benzeri yoktur. Firavun ey Musa dedi... buna karþýlýk bana vereceðin o dört þey nedir? onlarý da söyle. O güzel vaadin lutfiyle kafirliðin çarmýhý gevþesin. Belki bir ganimet olarak elde edeceðim o hoþ vaatler yüzünden yüz batmanlýk küfür kilidim açýlýr... belki bal ýrmaðýnýn tesiri ile bedenimdeki kin zehri ballaþýr.
Yahut o tertemiz süt ýrmaðýnýn aksiyle esir aklým bir an olsun beslenir. Yahut o þarap ýrmaklarýnýn aksiyle sarhoþ olur da Tanrý emrinin zevkinden bir koku alýrým. Yahut ýrmaklarýn letafetinden çorak ve yýkýk bedenim tazelenir. Çorak bedenimden bir yeþillik meydana gelir... dikenliklerim cennet-i Me’va kesilir. Belki cennetin ve dört ýrmaðýn aksiyle can, Tanrý, yardýmýna mazhar olur da sevgiliyi aramaya koyulur. Nitekim cehennemin aksiyle de ateþ kesilmiþim. Hak kahrý ile karýþmýþým.
Cehennem yýlanýnýn aksiyle yýlana dönmüþüm... cennet ehline zehirler yaðdýrma da, onlarý dalayýp durmadayým. Gah cehennemdeki kaynar suyun kaynamasýnýn, köpürmesinin tesiri ile zulüm suyum, halký çürütür eritir.
Ben zemherinin aksiyle zemheri olmuþum... yahut da cehennemin aksiyle cehenneme benzemiþim. Þimdi yoksul ve mazlumlara cehennemim... vay onu zebun bulursam.
Musa dedi ki: O dördün birincisi, bedenin ebedi olarak sýhhatte kalýr. Týp bilgisinde söylenen illetler, ey akýllý er, bedeninden uzaklaþýr. Ýkincisi, ömrün uzun olur... ecel, ömründen çekinir! Ýyi bir ömür sürdükten sonra alemden, muradýna eriþmeden gitmezsin. Hatta süt emer çocuðun süt istemesi gibi eceli istesin... fakat seni esir eden bir zahmet, bir dert yüzünden deðil.
Ölümü arasýn ama bir eziyete uðrayýp aciz kaldýðýndan deðil de evin harabesinde defineyi gördüðünden. Bunun üzerine kazmayý eline alýr da hiç düþünmeksizin evi yýkmaya baþlarsýn. Çünkü evi, definenin perdesi görürsün... bilir anlarsýn ki bu bir tek tane, yüzlerce harmana mani olmaktadýr. Artýk bir taneyi ateþe atarsýn, erlik sýfatý ile sýfatlanýr, er olursun.
Ey bir yaprak uðruna baðdan olan... sen yapraða kapýlýp kalan ve bu yüzden üzümden olan kurda benziyorsun. Fakat Tanrýnýn lütfu ve keremi, bu kurdu uyandýrýrsa bilgisizlik ejderhasý seni yer, siler süpürür.
Kurt meyvelerle, aðaçlarla dolu bir bað kesilir... iþte bahtý, talihi iyi olanlar, böyle bir deðiþikliðe nail olurlar.
Evi yýk... bu Yemen akiði ile yüz binlerce ev yapýlýr. Hazine ev altýndadýr, ev yýkýlmadýkça ele geçmesine çare yok... evi yýkmaktan ürkme, durma! Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasý ile zahmetsiz, meþakkatsiz binlerce ev yapýlabilir.
Nihayet bu ev zaten viran olacak... altýndaki hazine de apaçýk ortaya çýkacak. Fakat o vakit hazine senin olmaz... çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yýkma ücretidir. “Ýnsan ancak çalýþtýðýný kazanýr.” O iþten hiçbir ücrete sahip olamayýnca, artýk, eyvahlar olsun... böyle bir ay bulut altýndaymýþ da görmedim.
Ýyilik edip bana söylenen sözleri tutmadým... artýk hazine gitti, elim bomboþ diye elini ýsýrýr, hayýflanýr durursun. Mesela; sen ücretle bir ev kiralarsýn... fakat o evi satýn alsan bile senin deðildir ki! Bu evde iþ iþleyesin diye kira müddeti, eceline kadardýr. Dükkanda eskicilik yamacýlýk edersin... fakat bu dükkanýnýn altýnda iki maden gömülüdür. Bu dükkan kiralýktýr çabuk ol, kazmayý al da dibini kaz! Birdenbire kazma madene rastlasýn da dükkandan da kurtul, yamacýlýktan da. Yamacýlýk dediðin nedir? su içmek yemek yemek... bu yamalarla köhne hýrkaný yamar durursun!
Bu beden hýrkasý daima yýrtýlýr... sen de bu yemekle içmekle onu yamarsýn. Ey talihi yaver padiþah soyundan gelen, kendine gel de yamacýlýktan utan. Bu dükkanýn dibini bir parçacýk kaz da o iki maden baþýný yüceltsin.
Bu kiralýk evin müddeti bitmeden kendine gel... yoksa bu müddet biter, sende ondan bir fayda elde edemezsin! Sonra dükkan sahibi seni dükkandan çýkarýr; bu dükkaný da hazineyi elde etmek için yýkar. Sen gah hasretle baþýna vurursun; gah ham sakalýný yolar durursun.
Yazýklar olsun; bu dükkan benimdi... kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim. Yazýlar olsun, bu bizimdi... yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düþüp eyvahlar olsun demek kaldý dersin!
Ben evde bir süs, bir nakýþ gördüm de o evin sevgisiyle kararsýz bir hale geldim. Gizli hazineden haberim bile olmadý... yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi. Ah, o zaman kazmanýn hakkýný verseydim þimdi gamdan kurtulmuþ olurdum! Gözümü nakþa, takmýþ, çocuklar gibi aþk oyunlarýna dalýp kalmýþtým.
O muradýna eriþmiþ hakim, sen bir çocuksun... ev de nakýþlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doðru, ne de güzel söylemiþtir.
“Ýlahimane” de vasiyetlerde bulunmuþ, tozu dumana ver, varlýðýnýn kökünü kazý demiþtir. Firavun ey Musa dedi; kafi... gönlüm, ýstýraptan eridi gitti... artýk üçüncü vaadini söyle!
Musa dedi ki; üçüncüsü þu: Devletin iki kat artar, iki alemin de düþmanýndan arýnmýþ devlet ve saltanatýna nail olursun. Þimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun... þimdiki devletin savaþ içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde.
Savaþ aleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak... sulhta ülkene nasýl bir sofra kurar. Keremiyle cefa zamanýnda onlarý veren, vefa zamanýnda seni nasýl görüp gözetir, arayýp yoklar... bir bak da gör.
Firavun ey Musa, dördüncüsü nedir? çabuk söyle... çünkü sabrým yetti, hýrsým arttý dedi.
Musa dedi ki: Daima genç kalýrsýn... daima saçýn, sakalýn katran gibi siyah, yüzün erguvan gibi kýrmýzý olur.
Bizce rengin, kokunun deðeri yoktur... fakat sen aþaðýlýksýn, onun için aþaðý alemden konuþuyorum. Renkle, kokuyla, mevki ile öðünmek, çocuklarý sevindirir, aldatýr. Ýþim çocuða düþtü... gayrý çocuklarýn aðzýný kullanmam lazým!
Mektebe git de sana kuþ alayým, yahut kuru üzüm, ceviz ve fýstýk getireyim diyeyim! Sen beden gençliðinden baþka bir þey bilmiyorsun ya, al iþte bu gençliði... a eþek, nah sana arpa. Yüzün hiç buruþmaz pörsümez... kutlu gençliðin hep bu halde kalýr. Ona ne ihtiyarlýk buruþmasý gelir... ne de selviye benzeyen boyun iki kat olur. Ne sendeki gençliðin kuvveti azalýr, ne diþlerin aðýrýr, sallanýr.
Kadýnlarýn erkeklerden nefretine sebep olan gevþekliði kadýna yaklaþmamak derdini görmezsin. Gençlik çaðýnýn parlaklýðý seni öyle bir açar, neþelendirir ki Ukaþe’nin müjdesi de Peygamberi öyle açmýþ, öyle neþelendirmiþti iþte.
Ahýr zaman Peygamberi Ahmet Rebüyülevvel ayýnda göçtü... bunda hiç itilaf yoktur. Gönlü, bu göç zamanýný haber alýnca can ve gönülden o vakte aþýk oldu. Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceðim diye neþelendi. Her gece bu buluþmanýn iþtiyaki ile sabahlara kadar “Ey yücelerden yüce arkadaþ” der dururdu. “Bana kim safer ayý çýktý diye müjde verirse... kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muþtularsa ben de onu cennetle muþtular, ona þefaatçi olurum” dedi.
Ukaþe gelip müjde dedi... safer çýktý gitti. Peygamber de “Ey ulu aslan, cennet senindir” buyurdu. Baþka biri de gelip safer çýktý dedi... Peygamber dedi ki: O müjdeyi Ukaþe aldý. Erler, görüyorsun ya, alemden göçmeden neþeleniyorlar... þu çocuklarsa alemde kalmalarýna seviniyorlar. Ýyi suyun tadýný tatmayan kör kuþa, acý su, kevser görünür.
Musa da senin saf ikbaline bir dert eriþmez diye bu tarzda kerametler sayýp dökmekteydi. Firavun, pek güzel... iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüþeyim, danýþayým dedi.
Firavun, bu sözü Asiye’ye açtý. Asiye dedi ki: A gönlü kararmýþ, bu vaatlere can ver. Bu sözlerde ne büyük inayetler var. Ey iyi huylu padiþah, durma hemen bunlarý elde et. Ekim zamaný geldi... hem de ne faydalý ekim ya! Bu sözleri söyledi ve iþtiyakinden aðlamaya baþladý. Yerinden sýçradý, ne mutlu sana dedi... a kelceðiz, güneþ baþýna taç oldu. Kelin ayýbýný külah örter... hele o külah güneþ ve ay olursa ne mutlu!
Daha o mecliste bunu duyunca neden evet... yüzlerce hamt olsun demedin? Bu söz, güneþin kulaðýna deðseydi buna nail olmak ümidiyle baþ aþaðý yere inerdi. Hiç bildin mi, ne vaattir bu, ne lutüftur? Hak Ýblisi arayýp soruyor adeta. O kerem sahibi, seni böyle bir lutfa, böyle bir ihsana çaðýrdý da nasýl tahammül ettin? Þaþýlacak þey. Nasýl yüreðini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alýrdýn. Adamýn yüreði tanrý için erirse þehitler gibi iki alemde de lütfa, ihsana mazhar olur.
Gafillik de hikmettir, bu kör oluþun da bir hikmeti var... var ama neden bu dereceye kadar olsun? Sermayenin çabucak elden uçmamasý için gafillik, hem hikmettir, hem nimet. Fakat umulmaz bir yara haline gelmemeli... aklýn ve canýn zehri olmamalý, adama eziyet vermemeli. Kim böyle bir alýþveriþi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satýn alýyorsun! Bir taneye karþýlýk yüzlerce aðaçlýk... bir habbeye karþýlýk yüzlerce maden.
Kim her þeyi Tanrý için yapar, Tanrýya karþý ihlas sahibi olursa” demek, o taneyi vermektir. Bu suretle de “Tanrý da onun olur, her dilediðini verir” sözünün hakikati elde edilir. Çünkü bu arýk ve kararsýz varlýk, o ebedi Tanrýnýn zevalsiz varlýðýndan var olmuþtur. Fani varlýk, kendisini ona verdi mi baki olur, asla ölmez. Yelden, topraktan korkan ve bu ikisi yüzünden helak olan katra gibi.
Katra, aslý olan denize kavuþtu mu güneþin hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da. Zahiri, denizde yok olur ama zatý yok olmaz, ebedileþir,iyileþir. Kendine gel ey katra da piþman olmaksýzýn varlýðýný ver... ver de bir katraya karþýlýk uçsuz bucaksýz denizi bul. Kendine gel ey katra da bu þerefi bul, denizin avucuna düþ, o avuçta telef olmaktan emin ol. Böyle bir devlet, kimin eline düþmüþtür; bir deniz bir katrayý dilemekte istemekte!
Tanrý hakký için, Tanrý hakký için çabuk sat ve satýn al... bir katrayý ver, incilerle dolu denizi elde et. Tanrý hakký için, Tanrý hakký için hiç geciktirme... bu söz, lütuf denizinden gelmede! Lütuf bile bu lütuf içinde kaybolur... aþaðýlýk bir adam, yedinci kat göðe çýkýyor.
Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz... nasýlsa bir acayip oyuna rastladýn. Firavun, bunu bir de Haman’a söyleyin; padiþaha vezirin reyini almak lazýmdýr, dedi.
Asiye dedi ki: Bu sýrrý Haman’a söyleme. Kör kocakarý, doðanýn kýymetini ne bilir. Bir ak doðaný kocakarýnýn birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki týrnaklarý keser. Halbuki asýl iþ gördüðü, avlandýðý uzvu, týrnaklarýdýr... kör kocakarýcaðýz körcesine o týrnaklarý kesiverir. Anan neredeymiþ ki der... a ulu yavrum, týrnaklarýn böyle uzamýþ senin? Kötü kocakarý, doðanýn týrnaðýný, gagasýný kanatlarýný keser... sevgi çaðýnda iþte bunlarý yapar. Doðanýn önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kýzar... sevgiyi yýrtar atar!
Senin için böyle bir tutmaç piþirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha! Sen o eziyetlere, belalara layýksýn... devletin ikbalini kadrini nereden bileceksin sen? Der. Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doðana tutmaç suyu verir. Halbuki doðan, tutmaç suyundan hoþlanmaz, içmez... kocakarý büsbütün kýzar; kýzgýnlýkla o sýcak çorbayý doðanýn baþýndan aþaðý döker, hayvanýn baþýný yakar, kel eder!
Caný yanar teessürle gönülleri parlatan padiþahýn lütfunu anarak aðlamaya baþlar; padiþahýn çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o iþveli gözlerinden yaþlar döker.
“Mazagal basar” sýrrýna nail olan gözleri o karganýn açtýðý yaralarla dolar... güzel ve güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uðrar! Halbuki o öyle engin bir gözdür ki iki alem bile ona bir kýl kadar görünmektedir.
Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynaðýn denizin yanýnda kayboluþu gibi kaybolur! O göz, bu duygu alemine ait þeylerden geçti mi gayb alemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur. Zaten bir kulak bulamýyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim.
O gözden ulu ve kutlu yaþlar süzülse Cebrail, katrasýný kapardý... O güzel gidiþli dilber, müsaade ederse bu kaptýðý katrayý kanadýna, gagasýna sürerdi.
Doðan der ki: Kocakarýnýn kýzgýnlýðý alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrýmý ve ilmimi yakmadý ya. Can doðaným yüzlerce suret dokur, durur... deveyi, yaralar Salih’i deðil! Salih, ululukla bir nefes aldý, bir dua etti mi daðdan, o çeþit yüzlerce deve doðar!
Gönül der ki: Sus, aklýný baþýna al... yoksa gayret, varlýk nescini çeker yýrtar! Fakat ne çare... padiþahlýk gururu, öðüt dinletmiyordu; nihayet öðüdü gönlünden koparýp attý. Tanrý gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardýr... yoksa bir anda yüzlerce cihaný yakardý.
Mutlaka Haman’la görüþüp danýþmam lazým... ülke ona dayanmaktadýr, ben onunla kuvvet, kudret bulmaktayým, dedi. Mustafa’nýn meþveret ettiði zat, Tanrý Sýddýký idi... Ebucehel’e fikir veren Ebuleheb’di. Cinsiyet onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulaðýna bile giremedi. Her þey kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider... ona ulaþma hayali ile baðlarýný yýrtýp yürür!
Muratza’nýn yanýna bir kadýn gelip dedi ki: Çocuðum oluðun üstüne kaydý. Çaðýrsam ele geçmez... býraksam düþüp helak olacaðýndan korkuyorum. Akýllý deðil ki tehlikelerden kurtul, yanýma gel deyeyim de anlasýn.
Elle iþaret etsem anlamaz... anlasa bile kötülük þu ki dinlemez. Mememi, sütümü gösterdim ama benden gözünü, yüzünü çevirip duruyor. Tanrý hakký için ey ulular, siz, bu alemde de acizlerin ellerinden tutan, onlara yardým eden erlersiniz, o alemde de! Benim derdime tez bir derman bul ki gönlümün meyvesini kaybedeceðim diye yüreðim titremede.
Ali dedi ki: Dama bir çocuk çýkar... çocuðun kendi cinsini görünce, derhal oluktan dama gelir... cins, cinsine ebedi olarak aþýktýr. Kadýn öyle yaptý... çocuðu o çocuðu görünce ona yüz tuttu; oluktan dama geldi. Her cins, kendi cinsinden olanlarý çeker, bunu böyle bil.
Çocuk sürtüne, sürtüne öbür çocuðun olduðu tarafa geldi ve aþaðýya düþme tehlikesinden kurtuldu.
Peygamberler de kullarý oluktan kurtarmak için insan olarak gönderilmiþlerdir. Peygamber, ben de sizin gibi insaným... kendi cinsinize gelin kaybolmayýn buyurdu. Çünkü cinsiyetin acayip bir çekiciliði vardýr... nerede birisini veya bir þeyi arayan varsa onu aratan, bir yana çeken cinsiyettir.
Ýsa ve Ýdris, meleklere ayný cinstendiler; onun için gökyüzüne çýktýlar. Harun’la Marut’sa ten cinsindendiler; yücelerden aþaðýya indiler. Kafirler þeytanlarla ayný cinstendir... canlarý þeytanlarýn þakirdi olmuþtur. Þeytanlarda yüz binlerce kötü huylar öðrenmiþler, akýl ve gönül gözünü kapamýþlardýr. Onlarýn kötü huylarýndan en ehemmiyetsizi hasettir. Hani Ýblisin boynuna vuran haset.
O köpekler bunlara ululuk ve haset öðretmiþlerdir... onlar, halkýn ebedi bir mülke, bir devlete nail olmasýný istemezler. Kimde saðdan, soldan bir yücelik görürlerse hasetten adeta kulunçlarý kabarýr, dertlenirler. Çünkü harmaný yanmýþ talihsiz, kimsenin mumunun yanmasýný istemez.
Kendine gel de sen de bir yücelik elde et baþkalarýnýn yüceliðinden dertlenme. Tanrýdan bu hasedin defini dile de Tanrý, seni cesetten kurtarsýn! Tanrý bir yudumcuk þaraba öyle bir hassa vermiþtir ki adamý sarhoþ eder, iki alemden de kurtarýr.
Bir avuç yeþil ota, esrara öyle bir hassa vermiþtir ki bir zaman olsun insaný kendisinden alýr. Tanrý uykuya öyle bir hal vermiþtir ki düþünceyi iki alemden de keser. Mecnun’u bir deri aþkýndan öyle bir hale getirmiþtir ki dostu düþmandan fark etmez olmuþtur. Senin anlayýþýna havale edilecek bunun gibi yüz binlerce þarabý vardýr onun.
Nefsin kötülük þaraplarý var ki o kötü kiþiyi bunlarla yoldan çýkarýr! Aklýn kutluluk þaraplarý var ki insan onlarýn neþesi ile zevalsiz bir konak bulur. Sarhoþlukla gök kubbe çadýrýný o yandan söker, yola düþer.
Kendine gel ey gönül de maðrur olma... Ýsa, Tanrý sarhoþudur, eþek arpa sarhoþu! Þu küplerden o çeþit þaraplar ara ki sarhoþluðunun sonu gelmesin. Çünkü her sevgili, dolu bir küpe benzer... o tortuludur bu inci gibi saf.
Ey þarabý anlayan, tanýtan er, ihtiyatla tat da karýþýksýz, katýksýz arý duru bir þarap bulasýn! Her iki þarap da sarhoþluk verir ama bunun sarhoþluðu, adamý da Tanrýya kadar çeker götürür. Bunu iç de düþünceden, vesveselerden, hile ve düzenlerden kurtul; akýl baðý olmaksýzýn deve gibi coþ, raksa giriþ.
Peygamberler ruh ve melek cinsindendirler o yüzden gökteki meleði çekerler. Yel, ateþ cinsindendir onun dostudur... her ikisi de yücelir, yücelere çýkar. Boþ testinin aðzýný kapadýn da havuza, yahut ýrmaða attýn mý? Kýyamete kadar batmaz... çünkü içerisi boþtur o boþlukta hava vardýr; yelin meyli yüceleredir... içinde bulunduðu kabý da yücelere kaldýrýr.
Peygamberlerin cinsinden olan canlar da çekiþe, çekiþe onlarýn yanlarýna giderler. Çünkü bu kýsýmdan olan kiþinin aklý üstündür... þüphe yok ki akýl da yaradýlýþ bakýmýndan melekle ayný cinstendir. Nefis havasý da düþmana üstündür... fakat nefis, aþaðýlýk cinstendir, aþaðýlýk alemine gider!
Kýpti kötü Firavunun cinsindendi... Ýsrail oðullarý kabilelerine mensup olanlar da Tanrý kelimi Musa’nýn cinsinden. Haman, tan Firavunun cinsindendi... Firavun o yüzden onu seçmiþ, baþ köþeye geçirmiþ, kendisine vezir etmiþti. Hasýlý sonunda da Haman onu baþ köþeden ta cehennemin dibin e kadar çekti... çünkü o iki pis adam cehennem cinsindendi. Ýkisi de cehennem gibi yakýcýydý... ikisi de nurun zýddý idi... ikisi de cehennem gibi gönül nurundan çekinen ve nefret eden kiþiydi! Çünkü cehennem, ey mümin, sýrattan çabuk geç, nurun ateþimi söndürecek. Ey mümin nurun eteðimi sürüdü mü ateþimi mahvedecek; hemen geç der.
Cehennemlik de nurdan ürker, kaçar... çünkü güzelin cehennem tabiatlýdýr o. Mümin canla baþla nasýl cehennemden kaçarsa cehennem de müminden öyle kaçar. Çünkü müminin nuru ateþ cinsinden deðildir... nuru arayan, hakikatte ateþin zýddýdýr.
Hadiste gelmiþtir: Mümin duada Tanrýya yalvarýr, cehennemden aman diler ya; cehennemde canla baþla ondan aman diler... Yarabbi, beni falandan uzak et der.
Cinsiyet cazibesini þimdi bir gör hele... bakalým sen hangi cinstensin; küfür cinsinden mi, iman cinsinden mi?
Haman’a meylin varsa Haman’dansýn... Musa’ya meylin varsa Subhan’dan! Ýkisine de meyilsen, iki cinsten de katýþýðýn var... nefisle akýl, ikisi de sende karýþýk! Ýkisi de savaþta... kendine gel, kendine! Çalýþ da manalar suretlere üstün olsun.
Düþmanýný her an bozguna uðramýþ, maðlup olmuþ göresin... savaþ aleminde bu sevinç kafirdir doðrusu! O inatçý suratlý Firavun, nihayet Haman’a kabalýkla bu sözleri söyledi, Tanrý Kelim’inin vaatlerini anlattý... o sapýðý kendine mahrem etti.
Firavun Haman’ý tenha bulunca bunlarý anlattý. Haman sýçrayýp yakasýný yýrttý. O melun naralar attý, aðladý... kavuðunu, sarýðýný yere attý.
Dedi ki: Böyle küstahça ve abes sözleri nasýl oldu da padiþahýn yüzüne karþý söyledi? Sen, bütün alemi hükmüne almýþ, iþini bahtýn yardýmý ile altýn haline getirmiþsin. Padiþahlar, inatsýz, ýsrarsýz doðudan da sana vergi getirmedeler, batýdan da!
Ey ulu padiþah, bütün padiþahlar, sevinçle senin kapýnýn eþiðini öpüyorlar! Düþmanýn atý atýmýzý gördü mü, sopa görmeden yüz çevirmede! Þimdiye dek alemin tapýndýðý secde ettiði sendin... þimdi kullarýn en aþaðýsý mý olacaksýn? Bir efendinin kula tapmasýndansa binlerce defa ateþe atýlmasý daha hoþ!
Hayýr buna imkan yok! Ey Çin ülkesini bile hükmü altýna alan padiþahým, önce beni öldür de seni bu halde görmeyeyim! Padiþahým önce benim boynumu vur da bu alçalmayý gözlerim görmesin! Böyle bir þey olmamýþtýr ya... fakat olmasýn da! Yer, gök olacak, gökyüzü yer ha!
Kullarýmýz, bizimle kapý yoldaþý olacaklar... esirlerimiz, gönüllerimizi yaralayacak, öyle mi?
Düþmanlarýn gözleri aydýn olacak da dost körleþecek... sonra da bize mezarýn dibi, gül bahçesi kesilecek ha!
Haman, dostla düþmaný tanýmýyor, tavlayý körcesine ters oynuyordu. A melun senin düþmanýn senden baþkasý deðil... kinine uyup da suçsuzlara düþman deme!
Sence bu kötü hal devlettir... yani evveli “Devkoþ”, sonu da “Let-dayak ye!”bu devletten sürüne, sürüne kaçmazsan þu baharýn daima güz olur gider! Doðu ve batý, senin gibi niceleri görmüþtür... sonunda hepsinin de baþý, bedeninden kesilmiþ gitmiþtir.
Doðuyla batýnýn bile kararý yokken nasýl olur da bir adamý ebedi edebilirler? Korkuda,zindana
Girmekten ürkme yüzünden halk, sana birkaç günceðiz yaltaklandý... onunla öðünüyorsun Ha!
Fakat halk kime secde ederse onun canýný zehirliyor demektir.
Bir kere devlet, yüz çevirdi, bir kere bahtý döndü mü kendisine secde edenin kendisini zehirlediðini de analar, bilgi sahibi olan adam da. Ne mutlu ona ki nefsini aþaðýlatmýþtýr... vay o kiþiye ki serkeþlikle dað gibi baþ kaldýrmýþtýr.
Bu ululuk bil ki zehirli bir þaraptýr... o þarapla aptal kiþi sarhoþ olur. Bir devletsiz, zehirli þarabý içti mi bir zamancaðýz neþeden baþýný sallar ama, bir an sonra zehir, canýna tesir eder; can verip can almaya baþlar. Onun zehirli olduðuna inanmýyorsan bak da gör; Ad kavmine o zehir neler etti?
Bir padiþah, baþka bir padiþahý tuttu mu ya öldürür, ya bir zindana hapseder! Fakat bir düþkün dertliyi görse derdine merhem bulur; ona ihsanlarda bulunur! O ululanma zehir deðilse neden padiþah, onu suçsuz, hatasýz öldürüyor?
Öbürüne de kendisine bir kullukta bulunmadýðý halde neden iltifat ediyor? Bu iki harekete bakýp zehri anlamak mümkündür! Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp vurmaz... Kurt ölü kurdu katiyen ýsýrmaz.
Hýzýr gemiyi kötü kiþilerin ellerinden kurtarabilmek için deldi, kýrdý. Mademki kýrýk gemi kurtuluyor, sen de kýrýl! Emniyet yoksulluktadýr, yürü yoksul ol. Madeni olan ve madenden birkaç parasý bulunan dað, külünk, kazma yaralarý ile paramparça oldu.
Kýlýç boynu olanýn boynunu keser... gölge yerlere döþenmiþtir o hiç yaralanmaz. Ululuk fazla ateþtir a kýzgýn... kardeþ, kendini ateþe nasýl atýyorsun ki? Yerle bir olan, bak hele oklara hedef olur mu hiç? Fakat yerden baþ kaldýrdý mý o zaman hedefler gibi çaresiz yaralanýr. Bu bizlik, benlik, halkýn merdivenidir... halk nihayet bu merdivenden düþer!