Hz Peygamberin fetih hutbesi By: hafiza aise Date: 03 Temmuz 2011, 11:21:34
D) HZ. PEYGAMBERDÝN (S.A.) FETÝH HUTBESÝ
Hz. Peygamber'in (s.a.) Feth'in ikinci gününde yaptýðý konuþmasýnda þu ilmî gerçekler bulunmaktadýr:
1— "Mekke'yi insanlar deðil Allah haram kýlmýþtýr."[941] Dolayýsýyla bu, takdiri bu dünyanýn yaratýldýðý gün gerçekleþmiþ bir þer'î kaderi haram kýlmadýr. Sonra, Sahih-i Buharî'dç, Hz. Peygamber'den rivayet olunduðu gibi bu durum, dostu ibrahim'in ve Muhammed'in ^salavâtullahi ve selâmuhû aleyhimâ- lisanlarýnda kendisini göstermiþtir.Rasûlullah (s.a.) bir duasýnda þöyle demiþtir: "Allah'ým; dostun Ýbrahim Mekke'yi harem kýldý, ben de Medine'yi harem kýlýyorum!.."[942] îþte bu, göklerin ve yeryüzünün yaratýldýðý günkü, önceki bir harem kýlýnýþýný Hz. Ýbrahim'in lisaný üzere haber vermektir, bu nedenle Medine'nin harem kýlmýþýný tartýþtýklarý halde ehl-i Ýslâm'dan hiç kimse Mekke'nin harem kýlýnýþýný tartýþmamýþtýr. Bu konuda kesin doðru Medine'nin de harem kýlýndýðýdýr. Çünkü bu konuda RasûÝullah'tan (s.a.) hiçbir yönden kusur bulunamayacak yirmi küsur sahih hadis gelmiþtir.[943]
2— "Mekke'de hiç kimsenin kan dökmesi helâl olmaz." Bu haram kýl- ma, Mekke'ye has olup da orasý dýþýndaki yerlerde mubah, harem bölge ol- masýndan dolayý orada haram olan kan dökümüne aittir. Nitekim, oradaki aðacý kesme, yaþ otu koparma ve kaybolan eþyayý kaldýrmanýn (almanýn) haram oluþu oraya mahsustur, baþka yerlerde bunlar mubahtýr. Çünkü hepsi bir sözde ve bir nizamdadýr; aksi takdirde tahsisin faydasý yok olur. Bu da birkaç türlü olur:
a) Ebu Þurayh el-Adevî'nin kendisi dolayýsýyla ifade ettiði husus: Ha-rem'de bulunup da imama biat etmekten kaçýnan taife ile orada savaþýlmaz; özellikle kendilerince (biat etmemelerine dair) bir te'villeri (gerekçeleri) varsa. Mekkelilerin Yezid'e biattan kaçýnýp Ýbn Zübeyr'e biat etmelerinde olduðu gibi... Onlarla savaþmak, üzerlerine (taþ atmak için) mancýnýk kurmak ve Allah'ýn haremini helâl kýlmak, nas ve icmâ ile caiz deðildi. Bu konuda yalnýzca fâsýk Amr b. Saîd
[944] ve avanesi muhalefet etmiþ, kendi re'yi ve hevâsý ile Rasûlullah'ýn (s.a.) hadisine ters düþmüþ ve: "Harem, bir âsiyi korumaz." demiþtir. Kendisine denilir ki: O, asiyi Allah'ýn azabýndan korumaz. Þayet kanýnýn dökülmesinden korumayacaksa o zaman insanlar açýsmdan harem olamaz; kuþlar ve hayvanlar için harem olur. Oysa Hz. Ýbrahim -salâvâtullahi aleyhi ve selâmuhu- döneminden beri asileri korumaya devam etmiþ ve Ýslâm da bunu kabul etmiþtir. Sadece Mekîs b. Subâbe, Ýbn Hatal ve bu ikisiyle birlikte adlarý sýralananlarý korumamýþtýr. Çünkü o saatta "harem" deðildi, aksine "helâl bölge = hiU" idi. Savaþ vakti geçince Allah Teâlâ'nýn gökleri ve yeryüzünü yarattýðý günde takdir ettiði (haremlik) konumuna döndü. Kaldý ki cahiliyye dönemindeki araplarda bile adam, babasýnýn yahut oðlunun katilini harem'de görür fakat ona sataþmazdý. Bu durum onlar arasýnda haremi harem yapan özelliði idi. Sonra Ýslâm geldi, bu durumu pekiþtirip güçlendirdi ve Hz. Peygamber (s.a.) ümmetten bazýlarýnýn savaþmak ve öldürmek suretiyle haremi helal kýlmasý hususunda kendisini örnek alacaðýný anlayarak kendi fiiline baþkasýnýn iþtirak etmesini kesmiþ ve ashabýna: "Bir kimse Rasûlullah'ýn (s.a.) Mekke'de savaþmasýndan kendisine ruhsat çýkarmaya kalkýþýrsa ona: AýÝah, Rasûlü'ne izin vermiþ, ama sana izin vermemiþtir'deyiniz." buyurdu.[945] Buna göre, harem dýþýnda öldürülmesini gerektiren bir had veya kýsas (suçu) iþleyip, sonra oraya sýðýnan kimseye sözkonusu cezanýn haremde verilmesi caiz olmaz. Ýmam Ahmed (b. Hanbel), Ömer b. Hattâb'ýn (r.a.) þöyle dediðini nakleder: "Orada (babam) Hattâb'ýn katilini bulsam, oradan çýkýncaya kadar ona dokunmam."[946] Abdullah b. Ömer'in þöyle dediði rivayet olundu: "Babam Ömer'in katiliyle harem'de karþýlaþsam, onu azarlayýp kovmazdim." Ýbn Abbas'ýn ise: "Babamýn katiliyle harem'de karþýlaþsam, ona oradan çýkýncaya kadar sataþmam." dediði naklolunur, ki bu, tabiîn ile onlardan sonra gelenlerin çoðunluðunun görüþüdür. Hatta ne bir tabiîden ne de bir sahabîden aksi bir görüþ kaydedilmiþtir. Ebu Hanîfe ve Irak ekolünden kendisine uyanlarla, Ýmam Ahmed (b. Hanbel) ve hadis ekolünden kendisine uyanlar da bu görüþtedirler.
b) Ýmam Mâlik ve Þafiî ise, o þahýstan hak hill'de (harem dýþýnda) tamamen alýndýðý gibi harem'de de alýnýr görüþüne varmýþlardýr ki, Ýbn Münzir'in tercihi de böyledir. Bu görüþün delilleri: 1) Hadlerin ve kýsasýn her zaman ve mekânda uygulanacaðýna delâlet eden nasslarýn umumî ifadeleri. 2) Hz. Peygamber'in (s.a.), Ýbn Hatal'ý Kabe'nin örtüsüne tutunmuþ olduðu halde öldürtmesi. 3) Hz. Peygamber (s.a.): "Harem bir asiyi, bir idam kaçaðýný ve bir bozguncuyu korumaz (barýndýrmaz)" buyurmuþtur[947] 4) Had ve kýsas cezalarý, idam suretiyle infaz olunmayan cezalardan olmasý halinde harem o kimseyi korumaz ve cezanýn uygulanmasýný engellemezdi. 5) Harem'de haddi veya kýsasý gerektiren bir suç iþleseydi harem onu korumaz ve suçun cezasýnýn tatbikini engellemezdi. Ayný þekilde haricinde iþleyip, sonra harem'e sýðýndýðýnda da durum aynýdýr. Çünkü dokunulmazlýðýna nisbetle haremdir. Ýki durum arasýnda farkh bir pozisyon aizetmez. 6) Zararý sebebiyle öldürülmesi mubah sayýlan hayvanýn Harem'e sýðýnmýþ olarak öldürülmesi ile orada öldürülmesini icabettiren bir þey yapmýþ oluþu arasýnda bir fark yoktur; yýlan, çaylak, saldýrgan (kuduz) köpek., v.s. gibi. Zira Hz. Peygamber (s.a.): "Þu fasik (zararlý) beþ yaratýk hill'de de, harem'de de öldürülür... "[948] buyurmuþ ve fýsk illetinden ötürü hilî'de ve harem'-de öldürülmelerini tenbih etmiþ; harem'e sýðýnmalarýný öldürülmelerine bir engel saymamýþtýr. Öldürülmeyi hak etmiþ olan fasýk insanlar da böyledir.
Ýlk görüþte olanlar þöyle savundular: Bunda bizim saydýðýmýz delillere ve özellikle Allah Teâlâ'nýn "Kim oraya girerse güvenlik içinde olur."[949] âyetine ters düþen bir husus yoktur. Bu âyet, ya Allah Teâlâ'nýn haberinde yanlýþ bildirimin imkânsýz olmasý nedeniyle emir anlamýnda bir haberdir, ya haremi hakkýnda kanunlaþtýrdýðý dininden ve þeriatýndan verdiði bir haberdir, ya da gerek cahiliyye, gerek Ýslâm dönemlerinde haremi hakkýnda daimî bilinen durumdan haber vermedir. Allah'ýn þu âyetlerinde olduðu gibi: "Görmediler mi, çevrelerinde insanlar kapýlýp götürülürken Biz, Mekke'yi güven içinde ve kutsal bir yer kýldýk?..."[950] ve "Biz seninle beraber doðru yola gelirsek yurdumuzdan atýlýrýz, dediler. Biz onlarý kendi katýmýzdan bir nzik olarak, her þeyin ürünlerinin toplanýp getirildiði, güvenli ve kutlu bir yere yerleþtirmedik mj?"[951] Bunun dýþýndaki yanlýþ görüþlere iltifat edilmez. Meselâ, bazýlarýnýn: "Harem'e giren kimse cehennemden emîn olur." ve bazýlarýnýn: "Gayri müslim olarak Ölmekten emîn olur." demeleri gibi. Oysa oraya girenlerden niceleri cehennemin dibindedir!
Had cezalarýnýn ve kýsasýn her zaman ve mekânda infaz edilebileceðini gösteren umumi kaidelere gelince, evvela denir ki: O genel kurallarda, infaz þartlarýna ve engellerinin yokluðu hallerine iliþkin bir ifade bulunmadýðý gibi, hadlerin ve kýsaslarýn infaz zamanýna ve mekânýna iliþkin bir ifade de yoktur. Zira ibare, konulduðu asýl anlamý ve gerekse muhtevasý itibariyle buna delâlet etmemektedir; onlara nisbetle mutlaktýr (þartlarla ve kayýtlarla sýnýrlandýrýlmýþ deðildir). Bu nedenle hüküm için herhangi bir þart ya da engel (mani) bulunsaydý: "Hükmün ona baðlý olmasý o genel kural için bir tahsistir." demezdi. O zaman muhakkik (âlim araþtýrmacý), þöyle diyemez: Allah Teâlâ'-mn "...Size bunlardan gayrisi helâl kýlýndý..."[952] âyeti, iddeti içinde veya velisinin izni olmaksýzýn yahut þahitsiz nikahlanmýþ kadýna mahsustur. Ýþte ayný þekilde hadlerin ve kýsaslarýn infazý hususundaki genel naslarda, infazýn zamanýna, mekânýna, þartýna, engeline iliþkin herhangi bir ifade de yoktur. Ýbarenin bunu içerdiði düþünülse o zaman gereðinin iptal olmamasý için menetmeye delâlet eden delillerle tahsisi gerekirdi ve ayrýca genel ifadenin sair benzerleri gibi kendi dýþýndakilere hamledilmesi de gerekirdi. O genel hükümleri hamile kadýn, emzikli, iyileþmesi umulan hasta ve aðýr hastalýk, aþýrý soðuk, þiddetli sýcak gibi haddin veya kýsasýn infazýný haram kýlan ortam ve þartlar ile tahsis ettiðinize göre o genel hükümlerin bu delililerle tahsisini engelleyen þey nedir? Þayet; o tahsis deðildir mutlakýný takyîddir, derseniz, biz de bu ölçekle dengi dengine sizi ölçeriz.
Ibn Hatal'm öldürülmesine gelince, daha önce de geçtiði üzere bu iþ haremde savaþmanýn helâl olduðu vakitte olmuþtu; üstelik Hz. Peygamber (s.a.) baþkasýnýn bu hususta daha kendisi gibi hareket etmesinin önünü kesmiþ ve bunun kendi (s.a.) hususiyetlerinden olduðunu açýkça belirtmiþti: "Gündüzün bir vaktinde sadece bana helâl kýlýndý." hadisi açýkça ifade etmektedir ki, harem dýþýnda helâl olan kan dökme (haremde) özellikle o vakitte sadece O'na (s.a.) helâl kýlýnmýþtýr. Çünkü her zaman helâl olsaydý o saate tahsis etmezdi. Bu da açýkça gösterir ki o saatte helâl olan kan dökme, o saat dýþýnda haramdýr. "Harem bir âsiyi korumaz." sözüne gelince fasýk Amr b. Said el-Eþdak'ýn sözüdür. Ebu Þurayh el-Kâ'bî, yukarýdaki hadisi kendisine rivayet ettiðinde o, bu sözü söyleyerek Allah Rasülü'nün (s.a.) hadisini reddetmektedir. Nitekim Sahih'de bu durum açýk bir þekilde gelmiþtir. Þu halde Allah Rasülü'nün (s.a.) sözüne nasýl tercih edilebilir?
"Cezasý idam olmayan had ve kýsas gerektiren bir suç iþlemesi halirjde harem, cezanýn infazýndan onu korumaz." sözünüze gelince; bu meselede âlimlerin iki görüþü vardýr ki bunlarýn her ikisi de Ýmam Ahmed'den rivayet olunan hükümlerdir: Hadlerin ve kýsaslarýn uygulanmamasý görüþünde olan kimse idam ve idam dýþýndaki haddler ve kýsaslar hakkýndaki engelleyici delillerin genel ifadesine bakmýþtýr. Ýdamla idam dýþýndaki had ve kýsaslarý ayýran kimse de, þöyle demiþtir: Kan dökmek ifadesi öldürmeye hamledilir. Harem'de idamýn haram kýlýnmasýndan dolayý orada idam dýþýndaki had ve kýsaslarýn infazýnýn da haram kýlýnmasý gerekmez. Çünkü insan (hayatýn)ýn hürmeti, dokunulmazlýðý en büyüktür ve öldürmek suretiyle bu hürmeti ihlâl ise en þiddetli ihlâldir. Diyorlar ki: Zira, (idam dýþýndaki) celde vurmak veya (el, ayak, kulak, burun... v.s.) kesmek terbiye etme yerindedir. Dolayýsýyla efendisinin kölesini terbiye etmesi gibi bu durum da engellenmez. Bu görüþten anlaþýldýðýna göre bu hususta idamla idam dýþýndaki had ve kýsaslar arasýnda bir fark yoktur. Ebu Bekr: Bu meseleyi Hanbel'in amcasýndan rivayetinde buldum; idam dýþýnda cezalarýn hepsi harem'de infaz olunabilir. Dedi ki: Uygulama, hareme giren her caniye (suçlu) oradan çýkýncaya kadar had uygulanmamasý þeklindedir. Diyorlar ki: O zaman size birleþik cevap veririz: Bu hususta idamla idam dýþýndakiler arasýnda müessir bir fark varsa, ilzam (ileri sürdüðünüz gerekçe) bâtýl olur; eðer aralarýnda müessir bir fark yoksa, aralarýnda eþit hüküm veririz, bu sefer de itiraz bâtýl olur. Böylece her iki takdire göre de bâtýllýðý tahakkuk etmiþ oldu.
Diyorlar ki: "Harem, orada hürmeti ihlâl eden kimseyi korumaz; çünkü orada haddi gerektirecek suçu iþlemiþtir. Dolayýsýyla hareme sýðman da böyledir." demenize gelince bu hüküm Allah'ýn, Rasülü'nün ve sahabenin aralarýný ayýrdýklarý iki þeyi bir tutmak demektir. Ýmam Ahmed, Abdürrezzak-Ma'mer-Ýbn Tâvûs-babasý Tavus kanalýyla Ýbn Abbas'tan þöyle rivayet etmiþtir: "Hiirde (harem dýþýnda) hýrsýzlýk yapýp veya adam öldürüp de hareme giren kimseyle oturulmaz, konuþulmaz ve o kimse korunma altýna alýnmaz. Ama çýkmasý için yemin verilerek talepte bulunulur; çýkýnca yakalanýr ve had cezasý uygulanýr. Haremde hýrsýzlýk yapmýþ veya adam öldürmüþse cezasý da
haremde infaz edilir."[953] Esrem de yine Ýbn Abbas'tan: "Haremde bir suç iþleyen kimseye ne iþlemiþse onun cezasý orada uygulanýr." dediðini rivayet eder. Allah Teâiâ, haremde savaþan þahsýn öldürülmesini emretmiþ ve: "Onlar orada size savaþ açýncaya kadar Mescid'i Haram'da onlarla savaþmayýn; size savaþ açarlarsa onlarý öldürün..."[954] buyurmuþtur.
Oraya sýðýnan ile kudsiyetini (hürmetini) ihlâl eden arasýnda bazý yönlerden fark vardýr:
1) Orada suç iþleyen harem'de suç iþlemeye kalkýþmakla oranýn kudsiyetini ihlâl etmiþtir. Ama harem dýþýnda suç iþleyip de oraya sýðýnan için durum böyle deðildir. Çünkü o, haremin kudsiyetine saygýlýdýr ve oraya sýðýnmakla haremin kudsiyetinin þuurundadir. Öyleyse ikisinden birinin diðerine kýyaslanmasý bâtýldýr.
2) Harem'de suç iþleyen kimse hükümdarýn sarayýnda ve hareminde onun minderi (tahtý) üzerinde cinayet iþleyen müfsid cani yerindedir. Harem dýþýnda cinayet iþleyip sonra oraya sýðman kimse ise, sultanýn tahtý ve haremi dýþýnda cinayet iþleyip de sýðýnma talebiyle haremine giren kimse mevkiindedir.
3) Harem'de cinayet iþleyen, Allah Teâlâ'nýn hürmetini (saygýnlýðým) Beytinin (Kabe'nin) ve hareminin hürmetini ihlal etmiþtir. Bu yüzden o, baþkasýnýn aksine iki hürmeti ihlâl etmiþ demektir.
4) Þayet haremde cinayet iþleyenlere had uygulanmasaydý, Allah'ýn Ha-remi'nde fesad yaygýnlaþýr ve kötülük artardý. Mekkeliler de diðerleri gibi canlarýný, mallarýný ve ýrzlarým koruma ihtiyacýndadýrlar. Haremde suç iþleyenler hakkýnda had uygulanmasý meþru olmasaydý, Allah'ýn hadleri geçersiz (iflas etmiþ), haremi ve orada oturanlarý zarar kuþatmýþ olurdu.
5) Hareme sýðman kimse, günahtan sýyrýlýp çýkmýþ, Rabbin evine sýðýn-mýþj Kabe'nin örtüsüne yapýþmýþ tevbekâr kimse durumundadýr. Oranýn hürmetini ihlâle kalkýþmýþ olanýn aksine ne kendisinin ne de Beytullah'ýn durumu ona sataþýlmaya uygundur. Böylece (aradaki) farkýn sýrrý açýða çýkmýþ ve Ýbn Abbas'm söylediði sözün fýkhýn ta kendisi olduðu anlaþýlmýþ oldu.
"O, müfsid (zararlý) bir hayvan gibidir; yýrtýcý, kuduz köpek gibi hill'de ve haremde öldürülmesi caizdir." sözünüze gelince; bu kýyas doðru deðildir. Zira yýrtýcý köpeðin huyu zarar vermektir. Dolayýsýyla harem, zararýný orada bulunanlardan uzaklaþtýrmak için o köpeðin öldürülmesini haram kýlmaz. Fakat insan hakkýnda asloîan hürmettir ve hürmeti de büyüktür. Sadece sorira-dan ortaya çýkan bir durum sebebiyle mubah olur. Bu durumda insan, yenilmesi mubah olan hayvanlardan insana saldýran azgýn deveye benzer ve harem bu (tür) deveyi korur'
Hem ehl-i harem (Mekkelilerin) saldýrgan köpeðin, yýlanýn ve çaylaðýn öldürülmesine harem dýþýnda oturanlarla eþit ihtiyaç duyar. Eðer harem bunlarý korumuþ olsaydý, haremde oturanlar bunlardan büyük zarar görürdü.
3— Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbesinde söylediði: "Orada bir aðaç bile kesilmez!", hadisin diðer lafzýnda: "Dikeni kesilmez! "[955] ve Sahih-i Müslim'deki bir metinde ise: "Dikeni koparýlmaz!"[956] sözünün ifade ettiði hüküm. Âlimler arasýnda þu hususta görüþ ayrýlýðý yoktur: Bu ifade ile insanlarýn yetiþtirmediði, çeþitli türdeki yabani aðaçlar kastedilmektedir. Fakat insanlarýn haremde (Mekke'de) yetiþtirdiði aðaçlar hususunda âlimler üç ayrý görüþ ileri sürmüþlerdir. Hepsi de Ahmed (b. Hanbel)'in mezhebinde mevcuttur:
1) Koparabilir, bundan dolayý tazmin etmesi de gerekmez. Bu görüþ îbn Akîl'in, Ebu'l-Hattâb'ýn ve daha baþka âlimlerin tercihidir.
2) Koparamaz. Koparýrsa her halükârda cezasý vardýr. Bu da Þafiî'nin görüþüdür; îbn Bennâ da Hýsâl adlý eserinde iþte bunu kaydetmiþtir.
3) Hillde yetiþtirilip de sonra (hiUden sökülerek) hareme dikilenle, baþta harem'de yetiþtirilenler arasýnda fark vardýr. Birincisinde ceza yoktur, ikincisinde jse kopanlamaz, (koparýlýrsa) her halükârda cezasý vardýr. Bu da||el-Kâdî'nin görüþüdür.
4) Bu konuda dördüncü bir görüþ daha vardýr: Badem, ceviz, hurma gibi insanlar tarafýndan yetiþtirilenlerle çmar ve palamut gibi insanlar tarafýndan yetiþtirilmeyenler arasýnda fark vardýr. Birinci kýsmýn koparýlmasý caiz olup cezasý da yoktur. Ýkincisinin ise (koparýlmasý) caiz olmayýp (koparmanýn) cezasý vardýr.
el-Muðnî adlý eserin müellifi þöyle diyor: Evlâ olan bütün aðaçlarýn (koparýlmasýnýn) haram olduðu hususunda hadisin genel oluþunu kabul etmektir. Ancak zirai mahsullerden yetiþtirdiklerine, evcil hayvanlardan kestiklerine kýyasla insanlarýn yetiþtirdiði aðaç türleri bu hükmün dýþýndadýr. Zira biz, vahþi olup da evcilleþtirilenleri deðil, aslen evcil olanlarý av hayvaný hükmünden çýkardýk. Burada da böyledir. Bu ifadeler, el-Muðnî yazarýnýn þu dördüncü görüþü seçtiðini açýkça göstermektedir. Netice itibariyle Ahmed (b. Hanbel)'in mezhebinde dört görüþ vardýr.
Hadis, dikenin ve cehri çalýsýnýn koparýlmasýnýn haram kýlýndýðý hususunda gerçekten de açýktýr. Ama Þafiî: Koparýlmasý haram deðildir, zira tabiatý gereði insanlara eziyet verir; bu yüzden hüküm itibariyle yýrtýcý/pençeli hayvanlara benzemiþtir, demektedir. Bu da, Ebu'l-Hattâb ve Ýbn Akîl'in tercihi olup Atâ, Mücâhid ve daha baþka âlimlerden de rivayet olunmuþtur.
Hz. Peygamber'ký (s.a.) "dikeni kesilmez", diðer lâfýzda "dikeni biçilmez" hadisi yasaklýk hususunda açýktýr. Dolayýsýyla sýradan yýrtýcý/pençeli hayvanlara kýyasý sahih deðildir. Zira, yýrtýcý/pençeli hayvanlar yaratýlýþ itibariyle saldýrgandýr, halbuki diken kendisine yaklaþmayana zarar vermez.
Hadis, yeþille kuru arasýnda ayýrým yapmamaktadýr. Fakat âlimler kurunun kesilmesine, "O ölü gibidir, bu konuda aksi bir görüþ de bilinmemektedir." diyerek cevaz vermiþlerdir. Buna göre hadisin geliþi, (Hz. Peygamber'in) sadece yeþil otu kasdettiðini gösterir. Zira bunu, avý ürkütmek gibi saymýþtýr. Kurunun kesilmesinde, Rabbini hamdetmek (övmek) suretiyle teþbih eden yeþil aðacýn hürmetini ihlâl etme sözkonusu deðildir. Bundan dolayý H2. Peygamber (s.a.), iki kabir üzerine iki yeþil dal dikerek: "Umulur ki, kurumadýklarý sürece bunlardan dolayý kabirdekilerin azaplarý hafifletilir."[957] buyurmuþtur. *
Hadiste, aðaç kendi kendine kökünden söküldüðünde veya dal kýnldý-jÝ! ðýnda ondan yararlanmanýn caiz olduðuna delil vardýr. Çünkü onu o kiþi kes-* memiþtir. Bu hususta ihtilaf yoktur.
Soru: Ne dersiniz, aðacý birisi kesip (veya söküp) sonra terkettiðinde, kendisinin veya baþkasýnýn ondan yararlanmasý caiz olur mu?
Cevap: Ýmam Ahmed (b. Hanbel)'e bu mesele soruldu da: "Ava benzetilmesi yönünden, odunundan yararlanamaz." dedi. Ve yine þöyle söyledi: Kestiðinde ondan yararlanýp yararlanamayacaðý konusunda bir þey iþitmedim. Bu konuda bir bakýþ açýsý daha vardýr: Kesen dýþýndakilerin ondan yararlanmasý caiz olur. Zira aðaç, kendisinin fiili bulunmaksýzýn kesilmiþtir. Öyleyse, rüzgârýn söktüðünde olduðu gibi bu durumda da ondan yararlanmasý mubah olur. Bu, avýn aksinedir. Zira avý ihramlý bir kimse öldürdüðü vakit onu yemek baþkalarý için de haramdýr. Zira ihramhmn avý öldürmesi, onu murdar kýlmasý demektir. Hadisin diðer lafzmdaki: "Dikeni koparýlmaz" sözü, yapraðýn koparýlmasýnýn da haram olduðu hususunda açýktýr veya açýk gibidir. Bu, Ahmed (b.Hanbel)'in ,-rahimehuUah- görüþüdür. Þafiî ise: "Yapraðý koparabilir" demiþtir. Bu görüþ Atâ'dan da rivayet olunmuþtur. Birincisi (Ýbn Hanbel'inki) nassýn zahir ifadesi ve kýyastan dolayý daha sahihtir. Zira yapraðýn aðaçtaki konumu tüyün kuþtaki konumu gibidir. Hem yapraðýn koparýlmasý dallarýn kurumasýna bir sebeptir. Çünkü yapraklar aðacýn elbisesi ve koruyucusu dur.
4— Hz. Peygamber'in (s.a.) "Yaþ otu koparýlmaz." sözüdür. Bundan kasdolunanýn insanlarýn yetiþtirdiði deðil, kendi kendine biten (yabani otlar) olduðunda görüþ ayrýlýðý yoktur. Kuru ot hadisin hükmüne dahil deðildir, hadis özellikle yaþ ot hakkýndadýr. (Hadiste geçen) halâ (ot) sözü, yaþlýðý devam ettiði sürece yaþ ot demektir. Kuruduðunda "haþiþ" denir. Ahleü'i-ardu" demek, o arazinin yaþ otu arttý, çoðaldý demektir. (Hadiste geçen) 'Ýhîiiâu'I-halâ" ifadesi, halâ = yaþ ot koparma anlamýndadýr. Bir hadisde geçen: "Ýbn Ömer, atý için ihtilâ ederdi." ifadesi atý için yeþil ot koparýrdý anlamýndadýr. Bu kelimeden, yem torbasý anlamýna "mýhlat" kelimesi türetilmiþtir ki yeþii ot kabý demektir. Ýzhýr otunun (Mekke ayrýðý, Mekke samaný) koparýlmasý ise nass (hadis) ile istisna edilmiþtir. Ýstisna suretiyle tahsis edilmesi, ondan gayrýsmda umum kastedildiðine bir delildir.
Soru: Hadis, otlatmayý kapsamakta mýdýr, kapsamamakta mýdýr?
Cevap: Bu konuda iki görüþ vardýr. Ýlki: Kapsamaz, dolayýsýyla otlatmak caiz olur. Bu Þafiî'nin görüþüdür. Ýkincisi: Her ne kadar lâfýz yönüyle kapsamasa da mâna itibariyle kapsar; dolayýsýyla otlatmak caiz olmaz. Bu da, Ebu Hanîfe'nin mezhebidir. Ahmed (b. Hanbel)'in arkadaþlarýndan her iki görüþten birini benimseyenler vardýr.
Haramdýr diyenler, koparýp hayvana verme ile hayvaný otlamasý yeþil ota sürme arasýnda ne fark vardýr? demiþlerdir.
Mubahtýr diyenler de, hac kurbanlarýnýn hareme girmesi ve orada çokça bulunmalarý âdet olduðuna ve hayvanlarýn aðýzlarýnýn kapatýldýðýna dair asla bir þey aktarýlmadýðýna göre bu durum otlatmanýn caizliðine delâlet eder, demiþlerdir.
Haramdýr diyenler þöyle dediler: Hayvaným otlamaya göndermesi ve hayvaný yeþil otun üzerine sürmesi ile sahibi kendisini sürmeksizin hayvanýn kendi kendine otlamasý arasýnda fark vardýr. Hayvan sahibinin hayvanlarýn aðýzlarýný kapatmasý gerekmez. Nitekim (ihramhmn) kasden güzel koku koklamasý caiz olmasa da ihramda iken güzel koku koklamamak için burnunu örtmesi de gerekmemektedir. Ayný þekilde yolu üstündeki bir avý ezmekten korkarak yürüyüþten vazgeçmesi de gerekmemektedir, her ne kadar bunu kasdetmesi (avý çiðneyeyim demesi) kendisine caiz deðilse de... Benzerleri de böyledir.
Soru: Yer elmasý, mantar (tornalan) ve toprakta gömülü þeylerin koparýlmasý/sökülmesi hadise dahil midir? Cevap: Dahil deðildir. Çünkü o, meyve konumundadýr. Ahmed (b. Hanbel) de: "Harem'in aðaçlarýndan acur ve ýþrýk[958] yenilir." demiþtir.
5— Hz. Peygamberdin (s.a.) "Avý ürkütülmez!" sözü, avýn öldürülmesine ve avlanmasýna hangi sebeple olursa olsun neden olmanýn haramhðý hususunda açýktýr, hatta yerinden ürkütülmese bile... Çünkü o, bu mekânda muhterem bir hayvandýr. Oraya önce gelmiþtir ve orasý hakkýnda daha çok hak sahibidir. Bu da gösterir ki, muhterem hayvan bir mekâna önce geldiðinde rahatsýz edilmez.
6— "Yitiðini, ilân edenden (ilân etmek için alandan) baþkasý alamaz."; bir lâfýzda: "Yitiði, ilân etmek için alandan baþkasýna helâl olmaz." hadisi, haremde kaybedilen eþyanýn hiçbir durumda mülk edinîlemiyeceðine ve mülk edinmek için deðil, sadece ilân etmek için alýnabileceðine delildir. AJtsi takdirde Mekke'nin bununla tahsisinde asla bir fayda bulunmaz.
Bu hususta ihtilâf edilmiþtir. Mâlik ve Ebu Hanîfe: Hill ve haremin yitiði birdir, demiþlerdir ki Ahmed (b. Hanbel)'den gelen iki rivayetten ve Þafiî'nin ikûgörüþünden biri budur; Ýbn Ömer, Ýbn Abbas ve Âiþe'den -Allah onlardan razý olsun- rivayet olunmuþtur. Ahmed (b. Hanbel) diðer rivayetinde, Þafiî de diðer görüþünde þöyle demiþlerdir: Haremdeki yitiðin mülk edinmek için alýnmasý caiz olmaz, ancak sahibi adýna korumak için almak caizdir. Almýþ olsa sahibi gelinceye kadar ebediyen ilân eder. Bu Abdurrahman b. Mehdî'nin, Ebu Ubeyd'in görüþü olup, doðru olaný da budur. Bu hususta hadis açýktýr. (Hadiste geçen) "münþid", bulduðu yitiði sahibi var mý diye ilân eden; "naþid" ise, kaybettiði malý arayan demektir. "Kayýp arayanýn, kayýp bulduðunu ilân edene kulak veriþi gibi" deyiminde bu anlam açýkça görülmektedir. Ebu Davud'un Söneninde rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.) hacýmr yitirdiði kayýp malý almayý yasakladý. Ýbn Vehb, hadisi; "Yani sahibi bulsun diye býrakýr." þeklinde açýklamýþtýr.[959]
Üstadýmýz (Ýbn Teymiye) demiþtir ki: Bu, Mekke'nin özelliklerindendir. Bu konuda Mekke ite diðer beldeler arasýndaki fark þudur: Ýnsanlar oradan çeþitli ülkelere daðýlýrlar. Dolayýsýyla eþyasýný kaybeden onu aramaya ve soruþturmaya imkân bulamaz. Ama diðer þehirler için böyle bir durum sözko-nusu deðildir.
7— Hutbedeki, "Bir kimsenin bir yakýný öldürülürse, o kimse þu ikisinden birini tercih etmede muhayyerdir: Öldürmek (katilin öldürülmesini istemek), diyet (kan bedeli) almak" ifadesi, kasden öldürme durumunda katilin ille de kýsas edilmesinin gerekmediðine delildir. Bilâkis bu durumda þu iki þeyden birisi tercih edilir: Ya kýsas, ya da diyet.
Bu konuda üç görüþ vardýr, hepsi de Ýmam Ahmed (b. Hanbel'den rivayet edilmiþtir:
Birinci görüþ: Vacip olan iki þeyden birisidir; ya kýsas, ya da diyet. Bu hususta veli þu dörtten birini tercih etmede muhayyerdir:
a— Karþýlýksýz affetme,
b— Diyet karþýlýðýnda affetmek.
c— Kýsas.
Bu üçü arasýndaki muhayyerliðinde görüþ ayrýlýðý yoktur.
d— Diyetten daha çok bir meblað üzerinde sulh olma, anlaþma. Bunda da iki görüþ vardýr. Mezhep itibariyle en meþhuru: Caiz olmasýdýr. Ýkincisi ise, bir mal karþýlýðýnda affedecekse, ancak ya diyet, ya da diyetten daha aþaðý bir miktar üzere anlaþma yapabilir. Delil bakýmýndan daha tercihe þayan olan da budur. Zira diyeti tercih ederse, kýsas düþer. Sonra artýk kýsas istemeye hakký kalmaz. Bu Þafiî'nin mezhebi olup Ýmam Mâlik'den gelen iki rivayetin birisidir.
Ýkinci görüþ: Ýcabeden aynen kýsastýr. Öldürülenin yakýný, diyet karþýlýðýnda ancak katilin rýzasýyla affedebilir. Diyete dönse de katil razý olmasa, derhal katile kýsas uygulanýr. Bu da kendisinden gelen rivayete göre Mâlik'in ve Ebu Hanîfe'nin mezhebidir.
Üçüncü görüþ: Kýsasla diyet arasýnda muhayyer olmakla birlikte icabeden aynen misli misline kýsastýr; isterse katil razý olmasýn... Veli diyet karþýlýðýnda baðýþladýðýnda, katil de razý olduðunda problem yoktur. Ancak razý olmadýðý takdirde, velinin aynen kýsasa dönme hakký vardýr. Ama kýsasý mutlak (kayýtsýz, þartsýz) surette baðýþlamýþsa; "Vacip olan iki þeyden biridir." dediðimizde diyet onun hakkýdýr, "Vacip olan aynen kýsastýr." dediðimizde de diyet olma hakký düþer.
Soru: Katil ölmüþ olsaydý ne derdiniz? Cevap: Bunda iki görüþ vardýr:
1) Diyet düþer. Ebu Hanîfe'nin mezhebi budur. Zira Hanefîlere göre vâcib olan aynen kýsastýr ve Allah Teâlâ'mn katilin canýný almasýyla kýsasýn infazý imkâný yok olmuþtur. Ebu Hanîfe, bunu cani kölenin ölmüþ olmasý durumunda iþlediði cinayetin diyetinin, efendinin zimmetine intikal etmezdi kaidesine benzetmiþtir. Bu hüküm, rehinin telefi ve kefilin ölümü durumunun aksinedir. Zira hak, rehin verenin ve kendisine kefil olunan þahsýn zimmetinde sabit olduðundan dolayý düþmediði gibi, vesikanýn telef olmasýyla da düþmez.
2) Þafiî ve Ahmed ise þöyle demiþlerdir: Diyetin terekesinden ödenmesi gerekir. Çünkü veliler kýsasý düþürmeksizin kýsasýn infazý imkâný kalmamýþtýr. Bundan dolayý mirasçýlarýn hem idamdan hem de diyetden karþýlýksýz yoksun birakilmamalarý için diyet vacip olur.
Soru: Ne dersiniz, kýsasý seçmiþ olsaydý ondan sonra da diyet karþýlýðýnda baðýþlamayý tercih etse, buna hakký var mýdýr?
Cevap: Bu hususta iki görüþ vardýr: a) Buna hakký vardýr. Çünkü kýsas en üst düzeydir, öyleyse onun en alt düzeye intikal hakký vardýr, b) Buna hakký yoktur. Çünkü kýsasý tercih ettiðinde kendi isteðiyle diyet hakkýný düþürmüþtür. Dolayýsýyla düþürdükten sonra diyete dönme hakký yoktur.
Soru: Peki bu hadisle Hz. Peygamber'in (s.a.): "Kasden öldüren kimse kisaslýktýr."[960] hadisinin arasým nasýl bulursunuz?
Cevap: Aralarýnda hiçbir yönden çeliþki yoktur. Bu hadis kasden öldürme hususunda kýsasýn farz olduðuna; "O iki görüþte muhayyerdir" sözü ise, ölenin yakýnýnýn bu farzýn yerine getirilmesi ile bedelini yani diyeti almasý arasýnda muhayyer oluþuna delâlet eder. O halde hangi çeliþkidir sözkonusu olan? Bu hadis Allah Teâlâ'nm þu âyeti gibidir: "Öldürülenler hakkýnda size kýsas farz kýlýndý."[961] Bu da, hak sahibinin kendisine farz kýlýnaný (kýsasý) talep etmekle bedelini alma arasýnda muhayyer kýlýnýþýný ortadan kaldýrmaz. En iyi bilen Allah'dir.
8— Hz. Abbas'ýn, kendisine: "Ýzhýr müstesna" demesinden sonra hutbedeki, 'Ýzhir müstesna" sözü iki meseleye delildir:
a) Ýzhýr'ýn kesilmesinin mubah oluþu.
b) Konuþma sýrasýnda istisna yapýlacaðý vakit istisnaya sözün baþýnda veya bitirmeden önce niyet etme þart deðildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) þayet izhýn istisnaya sözün baþýndan veya tamamlanmasýndan önce niyet etmiþ olsaydý, yaptýðý istisna Hz. Abbas'ýn kendisine sormasýna, demircileri ve evleri| için izhýrýn gerekli olduðunu bildirmesine baðlý kalmazdý. Bunun benzeri Hz.Peygamber'in (s.a.) Ýbn Mes'ud'un hatýrlatmasýndan sonra Bedir esirlerinden Süheyl b. Beydâ'yi istisna ediþidir. Þöyle buyurmuþtu: "Onlardan hiçbiri ya fidye vermek ya da boynu vurulmak dýþýnda kurtulamayacaktýr..." Ýbn Mes'ud'da: "Süheyl b. Beydâ müstesna... Zira ben onun müslüman olduðunu söylediðini duydum." dedi. Bunun üzerine: "Süheyl b. Beydâ müstesna..." buyurdu.[962] Onun her iki durumda da istisnaya sözünün daha baþýndan niyet etmiþ olmadýðý malumdur.
Yine bir benzeri, meleðin Hz. Süleyman'a söylediði sözdür. Hz. Süleyman: "Bu gece yüz kadýný (haným ve cariye olarak yüz kadýnla iliþki kurmak için) dolaþacaðým, her kadýn da Allah yolunda savaþacak bir erkek çocuk doðuracak." dediðinde melek ona: "Ýnþaâllahu teâlâ, de!" demiþ; fakat Hz. Süleyman söylememiþtir. Hz. Peygamber (s.a.): "Eðer inþaâllahu teâlâ deseydi, onlar Allah yolunda topluca savaþýrlardý."; bir baþka lâfýzda ise: "isteðine nail olurdu" buyurmuþ[963]' ve böylece Hz. Süleyman bu istisnada bulunsaydý istisnanýn ona fayda vereceðini de haber vermiþtir. Niyeti þart koþan kimse, ona fayda vermez der.
Bunun bir baþka benzeri, Hz. Peygamber'in (s.a.): "Vallahi, Kureyþ'le savaþacaðým, vallahi Kureyþ'le savaþacaðým" diye üç defa söyleyip sonra sükut etmesi, daha sonra da: "Ýnþâallah" demesidir.[964] Ýþte bu da sükuttan sonraki istisnadýr ki konuþmayý kestikten ve sükut ettikten sonra istisna etmeyi muhtevidir. Ahmed (b. Hanbel) cevazýna hükmetmiþtir ki bu, þüphesiz doðrudur. Ve bu açýk sahih hadislerin gereðine uymak evlâdýr. Baþarý Allah'tandýr.
9— Kýssada geçmektedir ki, Ebu Þâh adýnda sahabeden bir þahsýn ayaða kalkýp: "Bana yazýnýz" demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.), hutbesini kas-dederek: "Ebu Þâh için yazýnýz!" buyurmuþtur.[965] Bu da ilmin yazýlmasýna ve hadis yazma yasaðýnýn kaldýrýldýðýna bir delildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.) "Benden Kur'an dýþýnda birþey yazan kimse onu yok etsin!" buyurmuþtu[966] Bu yasak, Ýslâm'ýn ilk dönemlerinde vahy-i metlûv (okunan vahiy, Kur'an) ile vahy-i gayr-i metlûvvün (namazda okunmayan vahiy, hadis) karþýtýrýîma-sý korkusundandý. Sonra hadislerinin yazýmýna izin verdi.
Sahih bir rivayete göre Abdullah b. Amr, Hz. Peygamber'in (s.a.) hadisini yazardý.[967] Yazdýklarýndan es-Sâdýka diye adlandýrýlan bir sahife oluþmuþtu ki bunu, torunu Amr b. Þu'ayb babasýndan, o da Abdullah'tan rivayet etmiþtir. Adý geçen sahifedeki Hadisler, hadislerin en sahihlerindendir. Bazý hadis imamlarý, onu Eyyûb -Nâfi- Ýbn Ömer senediyle rivayet edilen hadisler derecesinde sayýyorlardý. Dört mezhep imamý ile daha baþkalarý bu sahifeyi delil olarak kullanmýþlardýr.
10— Kýssada geçtiðine göre Hz. Peygamber (s.a.) Kabe'ye girdi, orada namaz kýldý; fakat suretler (resimler) imha edilinceye kadar oraya girmemiþtir. Bu da resimli yerde namaz kýlmanýn mekruh olduðuna bir delildir. Hatta bu, mekruh olmaya hamamda namaz kýlmaktan daha müstehaktýr. Çünkü hamamda namaz kýlmanýn mekruh oluþu, oranýn çoðunlukla pislik bulunan bir yer, ya da þeytan evi oluþundan dolayýdýr ki doðru olan da budur. Resimlerin bulunduðu yer ise çoðunlukla þirk ihtimali taþýyan yerdir ve milletlerin þirklerinin çoðu, resimler ve kabirler yönündendir.
11— Kýssada geçer: Hz. Peygamber (s.a.) Mekke'ye, baþýnda siyah bir sarýk olduðu halde girmiþtir. Bu da zaman zaman siyah giymenin caiz oluþuna bir delildir. Bundan dolayý Abbasi halifeleri kendilerine, valilerine, kadýlarýna ve hatiplerine siyah giymeyi þiar kýlmýþlardýr. Hz. Peygamber (s.a.), siyahý daimi bir elbise olarak giymemiþ ve siyah giymek bayramlarda, cumalarda ve büyük cemiyetlerde elbette O'nun þiarý olmamýþtýr. Fetih günü baþýna siyah sarýk sarmýþ olmasý bir rastlantýdýr, öyle denk gelmiþtir. Diðer sahabîler için böyle bir durum sözkonusu olmamýþtý. Hatta o gün Hz. Peygamber'in (s.a.) diðer elbiseleri siyah deðildi, üstelik sancaðý beyazdý.
12— Kadýnlarla müt'a nikâhýnýn mubah kýlýnmasý da bu gazvede vâki olan þeylerdendir. Sonra müt'a nikâhýný Mekke'den çýkýþýndan önce, haram kýlmýþtýr. Müt'anýn haram kýlýndýðý vakit hususunda dört görüþ ileri sürülmüþtür:
a) Hayber savaþmdaydý. Bu içlerinde Þafiî ve daha baþkalarýnýn bulunduðu bir grup âlimin görüþüdür.
b) Mekke fethi senesindedir. Bu da Ýbn Uyeyne ve bir grubun görüþüdür.
c) Huneyn gazasý senesindeydi. Bu görüþ, gerçekte Huneyn gazasýnýn Mekke fethiyle peþpeþe olmasýndan dolayý ikinci görüþün aynýdýr.
d) Veda haccý senesindeydi. Bu, ravilerden birinin yanýlgýsýdýr. Zihni Mekke fethinden Veda haccýna kaymýþtýr. Nitekim Muaviye'nin zihni de Ci'râne umresinden Veda haccýna kaymýþtý da: "Veda haccýnda, Merve'de Rasûlul-lah'ýn (s.a.) saçým enli bir okla (yahut býçakla) kýsalttým." demiþti. Bu konu hac bahsinde geçmiþtir. Zihnin zamandan zamana, mekândan mekâna ve olaydan olaya intikali hadis hafýzlarýna ve onlardan alt mertebedeki þahýslara çok vakit arýz olan bir hâdisedir.
Doðrusu: Müt'a nikâhý, kesinlikle Mekke fethedildiði yýl haram kýlýnmýþtýr. Çünkü Sahih-i Müslim'de sabit olmuþtur ki; sahabe, Hz. Peygamber (s.a.) yanlannda olmakla beraber O'nun izni ile müt'a nikâhý yapmýþlardýr.[968] Þayet haram kýlýnmasý Hayber fethi sýrasýnda olsaydý, neshin iki defa vaki olmasý gerekirdi ve bunun, þeriatýn hiçbir döneminde asla bir benzeri yoktur; benzeri bir durum þeriatta vuku bulmaz. Hem Hayber'de müslüman hanýmlar yoktu. Sadece yahudi kadýnlar vardý. Ehl-i kitabýn kadýnlarýyla nikahlanmak henüz mubah kýlýnmamýþtý. Bu olaydan daha sonra Mâide süresindeki þu âyetle mubah kýlýndýlar: "Bugün size iyi ve temiz þeyler helâl kýlýndý. Kenr dilerine kitab verilenlerin yemeði size helâl, sizin yemeðiniz de onlara helâldir. Ýnananlardan hür ve iffetli kadýnlar ve sizden önce kendilerine kitab verilenlerin hür ve iffetli kadýnlarý size helâldir."[969] Bu âyet: "Bugün size dininizi tamamladým."[970] âyeti ile "Bugün artýk kâfirler sizi dininizden etmekten umutlarým kesmiþlerdir."[971] âyetine muttasýldýr. Bu, Veda haccýn-dan sonra veya Veda haccý sýrasýnda gerçekleþen son durumdu. Dolayýsýyla ehl-i kitabýn kadýnlarýnýn nikâhlanmasý Hayber gazasý sýrasýnda sabit deðildi ve Fetih'ten önce müslümanlann, düþmanlarýnýn kadýnlarý ile müt'a nikâhý yapmaya bir raðbetleri yoktu'. Fetih'ten sonra ehl-i kitap kadýnlarýndan köle-leþtirilenler oldu ve onlar müslümanlann cariyesi oldular.
Soru: Peki, Sahihayn'dz Ali b. Ebi Tâlib'den rivayet edilen: "Rasûlul-lah (s.a.) Hayber gazasýnda kadýnlarla müt'a nikâhý yapmayý ve evcil eþeklerin etini yemeyi yasakladý." hadisini[972]' ne yapacaksýnýz? Hadis, sahih ve açýktýr.
Cevap: Bu hadis iki metinle sahih olarak rivayet edilmiþtir. Birisi budur. Ýkincisinde ise; Hz. Peygamberin (s.a.) yalnýzca müt'a nikâhýný ve Hayber savaþýnda evcil eþek eti yemeyi yasakladýðý ifade edilmektedir. Bu, Ýbn Uyey-ne'nin Zührî'den rivayetidir. Kasým b. Asbað'ýn rivayetine göre Süfyan b. Uyeyne þöyle demiþtir: "Hz. Peygamber'in (s.a.) Hayber gazasýnda müt'a nikâhýný deðil, evcil eþeklerin etini (yemeyi) yasakladýðýný kasdediyor." Bunu Ebu Ömer (Ýbn Abdüber) zikretmiþtir. Temhîd'dc; "Sonra âlimlerin çoðunluðu bunu kabul etmiþlerdir." þeklinde bir ifade geçmektedir. Ravilerden biri Hayber gazasýnýn ehl-i kitap kadýnlarla müt'a nikâhý yapýlmasýnýn haram kýlmýþ vakti olduðu yanýlgýsýna kapýlarak: "Rasûlullah (s.a.) Hayber gazasý sýrasýnda müt'a nikâhýný ve ehli eþeklerin etinin yenmesini haram kýldý." þeklinde rivayet etmiþtir. Birisi de hadisin bir bölümünü rivayetle yetinip: "Ra-sûlullah (s.a.) müt'ayý Hayber gazasý sýrasýnda haram kýldý." diyerek açýk bir hata iþlemiþtir.
Soru: Ýkisinin haram kýlmýþý ayný anda vuku bulmuþ deðilse, ikisinin haram kýlýnýþým bir arada zikretmekteki fayda nedir? Müt'a nikâhý ile eþek etinin haram kýlmýþý arasýnda ne iliþki vardýr?
Cevap: Bu hadisi, Ali b. Ebî Tâlib -radýyalahu anh- iki meselede amca-oðlu Abdullah b. Abbas'a karþý bir delil olmak üzere rivayet etmiþtir. Zira Ýbn Abbas, gerek müt'ayý, gerek eþek etini (yemeyi) mubah görüyordu. Bu yüzden Ali b. Ebî Tâlib bu iki meselede kendisiyle tartýþtý ve ona bu iki haram kýlmayý rivayet ederek eþeðin (etinin yenmesinin) haram kýlýnýþým Hayber gazasý sýrasýnda olmakla kayýtladý ve müt'anýn haram kýlýnýþýný mutlak býrakarak: "Sen yolunu þaþýrmýþ bir adamsýn. Þüphesiz Rasûluüah (s.a.) müt'ayý ve ehli eþeklerin etini (yemeyi) Hayber gazasýnda haram kýlmýþtýr." dedi. Nitekim Süfyan b. Uyeyne'nin söylediði ve âlimlerin çoðunluðunun kabul ettiði budur. Böylece Hz. Ali, Ýbn Abbas'a karþý ikisinin de Hayber gazasýnda olduðunu kayýtlama suretiyle deðil, bunlarla delil getirmek için bu iki durumu rivayet etmiþtir. Baþarýya ulaþtýran Allah'dir.
Fakat iþte tam burada bir baþka bakýþ açýsý vardýr: Hz. Peygamber (s.a.) müt'ayý hiçbir halde mubah olmayan kötü þeylerin haram kýlýndýðý gibi mi haram kýlýnmýþtýr, yoksa ihtiyaç olmadýðý zamanda haram kýlýp mecbur (zorunlu) kalana mubah mý kýlmýþtý? Ýþte Ýbn Abbas'ýn hakkýnda tartýþtýðý ve: "Ben müt'ayý mecbur kalan (muztar olan) için leþ ve kan (m helâl olduðu) gibi mubah gördüm." dediði bu ikincisidir. Müt'a hususunda iþi rayýndan çýkaranlar olunca (yani muztar oluþ haline aldýrmaksýzýn müt'a ruhsatýndan istifade ederek nefsî davranýþlar sergileyince) ve zaruret noktasýnda durmayýnca (zaruret hali dýþýnda da müt'a yapýnca) Ýbn Abbas müt'anýn helâl olduðuna dair fetva vermeyi kesti ve görüþünden döndü. îbn Mes'ûd müt'a nikâhýný mubah görür ve bu konuda: "Ey iman edenler; Allah'ýn size helâl kýldýðý güzel,ve temiz þeyleri kendinize haram etmeyin."[973] âyetini okurdu. Sahihayn'-da onun þöyle dediði geçer: "Rasûlullah (s.a.) ile birlikte cihad ediyorduk. Yanlanmýzda kadýnlarýmýz da yoktu. Bunun üzerine: Hadým olalým mý? diye sorduk. Fakat Rasûlullah (s.a.) bize bunu yasakladý. Sonra bize elbise karþi-
lýðýnda belli bir zamana kadar kadýnlarla nikâhlanmamýza izin verdi. Sonra Abdullah b. Mes'ûd: 'Ey iman edenler! Allah'ýn size helâl kýldýðý þeylerin iyi ve hoþ olanlarýný kendinize haram kýlmayýn. Haddi aþmayýn. Doðrusu Allah haddi aþanlarý sevmez.' âyetini okudu."[974]
Abdullah b. Mesûd'un bu âyeti, bu hadisin hemen peþinden okumasý iki þeye muhtemeldir: 1) Müt'ayý haram kýlaný reddetmek ve müt'a þayet iyi ve hoþ þeylerden olmasaydý Rasûlullah (s.a.) onu mubah kýlmazdý, demektir. 2) Bu âyetin son tarafýný kasdetmiþ olmasýdýr ki bu, müt'ayý mutlak surette mubah göreni reddetmek ve böyle gören kimsenin haddi aþan bir kimse olduðunu bildirmektir. Zira Rasûlullah (s.a.) müt'a konusunda sadece zaruret sebebiyle, gazve sýrasýnda duyulan ihtiyaç zamanýnda, kadýnlarýn bulunmadýðý ve kadýna þiddetli ihtiyaç duyulduðu vakitte izin vermiþtir. Kadýnlar çok iken ve normal nikâhýn kýyýlmasýna imkân varken, yolcu olmayýp memlekette ikâmet halinde iken müt'aya ruhsat veren kimse haddi aþmýþtýr ve Allah haddi aþanlarý sevmez.
Soru: Peki, Müslim'in Sahih'indt Câbir ve Seleme b. Ekva'dan rivayet ettiði: "Rasûlullah'in (s.a.) tellâlý yanýmýza gelerek: Rasûlullah (s.a.) sizin is-timtâ', yani kadýnlarla müt'a yapmanýza izin vermiþtir, dedi." hadisini[975] ne yapacaksýnýz?
Cevap: Bu, haram kýlýnmadan önce Fetih sýrasýndaydý. Daha sonra Müslim'in Sahih'indç Seleme b. Ekva'dan rivayet ettiði þu delille müt'ayý (Hz. Peygamber) haram kýldý: "Rasûlullah (s.a.) Evtâs (Huneyn) yýlýnda bize müt'a için üç (gece) ruhsat verdi, sonra bunu yasakladý."[976] Evtâs yýlý, fetih yýlý demektir. Çünkü Evtâs gazasý Mekke fethiyîe peþpeþedir.
Soru: Peki Müslim'in Sahih'indc Câbir b. Abdillah'tan rivayet ettiði: "Biz Rasûlullah (s.a.) ve Ebu Bekir döneminde bir avuç hurma ve un karþýlýðýnda birkaç günlüðüne müt'a yapardýk. Tâ ki Amr b. Hureys hâdisesinde Hz. Ömer bunu yasaklayýncaya kadar bu böyle devam etti." ifadesini[977]' ve Hz. Ömer'den sabit olan: "Rasûlullah (s.a.) döneminde iki müt'a vardý ki ben ikisini de yasaklýyorum: Kadýnlarýn müt'asý ve haccýn müt'asý (hacc-ý temettü)" [978] ifadesine ne diyeceksiniz?
""Cevap: Ulemâ bu konuda iki gruba ayrýlmýþtýr. Bit grup: "Müt'ayý haram sayan ve bize yasaklayan Hz. Ömer'dir. Rasûlullah (s.a.), Hulefâ-i Râ-þidîn'in sünnet edindiði þeylere uymayý emretmiþtir." demektedir. Bu grup, müt'anýn Fetih yýlýnda haram kýlmýþýna dair Sebre b. Ma'bed'den rivayet edilen hadisi sahih kabul etmemiþlerdir. Zira hadisi, Abdülmelik b. er-Rebî' b. Sebre, babasý aracýlýðýyla dedesinden rivayet etmiþ olup Ýbn Maîn onun hakkýnda olumsuz þeyler söylemiþ, Buharî de kendisine olan ihtiyaca ve Ýslâm'ýn asýllarýndan bir asýl oluþuna raðmen Sahih Ýne (Sebre) hadisini almayý uygun görmemiþtir. Þayet, Buharî'ye göre (sözkonusu hadis) sahih olsaydý, rivayet edip onu delil göstermekten geri durmazdý. Demiþlerdir ki: Þayet Sebre hadisi sahih olsaydý, (bu durum) Ýbn Mes'ûd'a gizli kalmaz ve kendilerinin müt'a yaptýklarýný rivayet edip âyeti delil göstermezdi. Hem þayet sahih olsaydý, Hz. Ömer: "O, Rasûlullah (s.a.) zamanýndaydý; ben onu yasaklýyorum ve ona (müt'a yapmaya) ceza veriyorum." demez aksine; "Hz. Peygamber (s.a.) onu haram kýlmýþ ve yasaklamýþtýr." derdi. Diyorlar ki: Sahih olsaydý, hakikaten peygamberlik hilâfeti dönemi olan<Hz. Ebu Bekir) es-Siddîk döneminde yapýlmazdý.
Ýkinci grup ise, Sebre hadisinin sahih olduðu görüþündedirler. Bu hadis sahih olmasa bile, Hz. Ali'nin (r.a.); Rasûlullah'm (s.a.) kadýnlarýn müt'asý-ný haram kýldýðýna dair rivayet ettiði hadis sahihtir. O halde Câbir hadisinin þöyle anlaþýlmasý gerekir: Câbir'in müt'a nikâhýnýn yapýldýðý yolundaki rivayeti haber vermesi sýrasýnda kendisine haram kýlýndýðý haberi ulaþmamýþtý. Hz. Ömer (r.a.) zamanýna kadar bu iþ þöhret bulmamýþtý. Müt'a hususunda tartýþma (ayrýlýk) çýkýnca haram kýlýnýþý meydana çýktý ve þöhret buldu. Böylece müt'a hakkýnda gelen hadisler uzlaþmýþ olur. Baþarý Allah'tandýr.
13— Mekke fethi kýssasýndaki fýkhý kurallardan biri de þudur: Kadýnýn bir-iki erkeði korumasý altýna almasý ve himaye etmesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Ümmü Hânî'nin kocasýnýn iki yakýnýna verdiði emaný geçerli saymýþtýr.
14— Tevbe etmesi istenilmeden, irtidadý (dinden dönmesi) çok amansýz olan mürtedin öldürülmesi caizdir. Çünkü Abdullah b. Sa'd b. Ebî Þerh, müs-lüman olup hicret etmiþti ve RasûluIIah'a gelen (s.a.) vahyi yazýyordu, (vahiy kâtiplerindendi). Sonra irtidat etti ve Mekke'ye sýðýndý. Fetih günü olunca, Hz. Osman b. Affân onu bîat etsin diye RasûluIIah'a (s.a.) getirdi. Rasûlullah (s.a.) Abdullah'tan uzun müddet geri durdu, sonra bîat aldý ve: "OnakarþLsadece biriniz kalkar da boynunu vurur diye sustum." buyurdu. Bunun Ýl üzerine bir sahâbî: "Ey Allah'ýn Rasûlü! Bana iþaret etseydin ya!" dedi. O zaman da: "Bir peygamberin hain gözleri olmasý yakýþmaz." buyurdu.[979] Zira iman edip hicret ettikten ve vahiy kâtipliði yaptýktan sonra dinden çýkmakla küfrü çok amansýz ve katý olmuþtu. Sonra irtidat etmiþ ve müþriklere katýlmýþtý; Ýslâm'a dil uzatýr, onu ayýplardý. Rasûlullah (s.a.) da öldürülmesini istiyordu. Bu nedenle, Osman b. Affân onu getirdiðinde -ki Osman'ýn süt kardeþiydi- Hz. Peygamber (s.a.), Osman'dan haya ettiði için öldürülmesini emretmedi ve ashabýndan biri (kendiliðinden) kalkýp öldürsün diye bîat almadý. Onlarsa, RasûluIIah'a (s.a.) karþý izni olmaksýzýn onu öldürmeye kalkýþmaktan sakýndýlar. Rasûlullah (s.a.) da Osman'dan haya etti (kýrmak istemedi), ve Allah Teâlâ, Abdullah hakkýnda bundan sonra onun eliyle gerçekleþecek fetihler irade buyurduðu için ezelî takdir yardým etti de (Hz. Peygamber) ondan bîat aldý. Ve Allah Teâlâ'mn þu âyetiyle istisna ettiklerinden oldu: "Ýman ettikten, peygamberin hak olduðuna þehadet ettikten, kendilerine apaçýk deliller geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasýl doðru yola eriþtirir? Allah, zâlim kavmi doðru yola iletmez. Ýþte onlarýn cezasý: Allah'ýn, meleklerin ve bütün insanlarýn laneti onlarýn üzerinedir! Onlar bunun içinde ebedi kalýcýdýrlar. Kendilerinden azap hafifletilmeyecek ve onlara asîâ fýrsat verilmeyecektir. Ancak bundan sonra tevbe edenler ve kendilerini düzeltenler müstesnadýr. Çünkü Allah, gerçekten kusurlarý örten ve çok esirgeyendir."[980]Hz. Peygamber'in (s.a.): "Bir peygamberin hâin gözleri olmasý yakýþmaz." sözü, Peygamberin (s.a.) dýþý içine, gizlisi açýðýna ters düþmez; Allah'ýn hükmü ve emri geldiðinde onu iþaretle anlatmaz, aksine açýkça belirtir, ilân eder ve ortaya kor demektir. [981]
[941] Buharý, 3/37; Müslim, 1354.
[942] Müslim, 1374.
[943] Buharý, 5/98; Müslim, 1360-1363, 1365, 1366, 1372; Ebu Davud, 2034-2039; Tirmizî, 3917, 3918; Ýbn Mâce, 3113, Muvatta', 2/889; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/119, 169, 181, 185, 3/149, 159, 240, 243, 336, 393, 404, 77, 141, 5/309, 318, 329.
[944] Amr b. Saîd b. el-Âsî b. Ümeyye el-Kuraþî el-Emevî. Eþdak diye bilinir, tbn Hacer, Fethu'l-Bârî'dç (1/76) der ki: Sahabî deðildir. Hayýrla onlarý takýp edenlerden de deðildir. Yezîd b. Muâviye'nin Medine valisi idi. Yezîd'e bîat etmeyip Kabe'ye sýðýndýðýnda Abdullah b. Zübeyr'in üzerine, Mekke'ye savaþ için ordu gönderen þahýs budur. Abdullah b. Zübeyr ise Beytullah'a (Kabe'ye) sýðýnmýþ ve bundan dolayý "Âizü'1-Beyt" diye isimlendirilmiþtir.
[945] Yukarýda geçti.
[946] Abdürrezzak, Musannef, 9228, 9229.
[947] Bu, Amr b. Saîd el-Eþdak'ýn sözü olup, Hz. Peygamber'in (s.a.) hadisi deðildir. Bk: Buharý, 64/51; Müslim, 1354.
[948] Muttefekun aleyhtir. Yukarýda geçti.
[949] Âl-i Ýmrân, 3/97.
[950] Ankebût, 29/67
[951] Kasas, 28/57.
[952] Nisa..4/43.
[953] Ýsnadý sahihtir, Musannef (9226)'da mevcuttur.
[954] Bakara, 2/191.
[955] Buharî, 25/43; Müslim, 1304.
[956] Müslim, 1355.
[957] Buharý, 23/82; Müslim, 292.
[958] Irþýk: Yere yayýlan, geniþ yapraklý dikensiz bir aðaçtýr. Hemen hemen hiçbir þey bu aðacý yemez, ancak keçi ondan az bir miktar yer.
[959] Ebu Davud, 1719; Müslim, 1724
[960] Ebu Davýýd, 4539; Nesâî, 8/39; Ýbn Mâce, 2635.
[961] Bakara, 2/178.
[962] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/383.
[963] Buharî, 84/9; Müslim, 1654.
[964] Ebu Davud, 3285. Senedi zayýftýr.
[965] Buharý, 45/6.
[966] Müslim 3004.
[967] Buharî, 31/39.
[968] Daha önce geçti.
[969] Maide ,5/5.
[970] Maide 5/3.
[971] Maide 5/3.
[972] Daha önce ðeçti.
[973] Mâide, 5/87.
[974] Buharî 67/8; Müslim, 1404.
[975] Müslim, 1405.
[976] Müslim, 1405 (18).
[977] Müslim, 1405 (16).
[978] Ahmed b. Hanbel, 3/325; senedi hasendir. Müslim (1217) Sahihinde Hz. Cabýr in þöyle dediðini rivayet eder: Biz Rasûlullah'ýn {s.a.) yanýnda müt'a yaptýk. Hz. Ömer hilafete geçince: "Þüphesiz ki Allah, Rasülü'ne dilediðini, dilediði þekilde helâl kýlar. Yine þüphesiz ki Kur'an yerli yerine inmiþtir. Artýk Allah'ýn size emrettiði gibi hac ve umreyi tamamlayýn! Þu kadýnlarla müt'a yapmayý kesin! Þayet bana bir süre için bir kadýný nikâh eden bir adam getirirlerse, onu mutlaka taþlarla recmederim." dedi. ;
[979] Ebu Davud, 2683, 4359; Nesâî, 7/105, 106. Hâkim (3/45), sahih kabul etmiþ Zehebi de kendisine muvafakat etmiþtir.
[980] Âl-i Ýmran, 3/86-89.
[981] Ýbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, Ýklim Yayýnlarý: 3/493-511.
radyobeyan