el Ýtisam
Pages: 1
Birinci problem By: sidretül münteha Date: 03 Haziran 2011, 15:20:18
Fasýl
 
(Birinci Problem)

 
Devamýnda meþakkat olan fiilleri sürekli yapmaya karar verme­nin mekruhluðuna dair daha önceden geçen deliller, bunun aksine delâlet, eden delillerle çeliþmektedir. Raaulullah (s.a) ayaklarý þiþinceye kadar namaz kýlardý. Kendisine denilirdi ki:
Allah Teala senin geçmiþ ve gelecek günahlarýný affetmedi mi? Bu soruya karþýlýk o þöyle derdi:
"Çokça þükreden bir kul olmayayým mý?" Þiddetli sýcak­larda uzunca bir gün oruç tutar, iftar etmeden orucunu gece de devam ettirirdi. Onu yediren ve içiren Rabbinin katýnda geceler ve Rabbine ibadet ederken nefsini buna benzer zorluklara sokardý. Rasulullah'da (s.a) güzel bir örnek vardýr ve biz de onu örnek almak­la emrolunduk.
Bu hükmün sadece ona mahsus olduðu, Rabbinin bu sebeple onu yedirip içirdiði ve ümmetinin güç yetiremeyeceði amelleri onun yapabilecek güçte olduðu gerekçesiyle bu delili reddederseniz, sahabeden, tabiinden ve böyle þeylerin mekruhluðuna dair getirdi­ðiniz bu delilleri bilen Ýslam müctehidlerinden sabit olan böyle þeylere ne diyeceksiniz? Hatta onlardan bazýlarý kendilerini ibadete verdiler ki bu yüzden ayaklarý tutmaz oldu, çok secde yapmaktan dolayý bazýlarýnýn alýnlarý deve dizi gibi nasýr baðladý.
Osman ibn Affan'dan gelen bir habere göre o, yatsý namazýný kýldýðý zaman bir rekatta Kur'an'ýn tamamýný okuyuncaya kadar vitir yapardý. Senelerce yatsý abdestiyle sabah namazýný kýlan, senelerce devamlý oruç tutan nice kiþiler vardýr! Onlar sünneti bilen ve bir an bile sünetten sapmayan kimselerdi.
Ýbn Ömer'in ve Ýbn Zübeyr'in (r.a) iftar etmeden yirmidört saat oruç tuttuklarý rivayet edildi.
Ýmam Mâlik -ki o kendisine uyulan bir imamdýr- yýl boyu devamlý oruç tutulmasýna cevaz verdi. Yani bayram günleri hariç senenin her günü devamlý oruç tutulabilir, dedi,
Veysel Karaný ile ilgili olarak anlatýlan þeylerden birisi de onun sabaha kadar bütün geceyi ibadetle geçirdiðidir.
O, "Allah'ýn devamlý secde eden kullarýnýn olduðunu öðrendim." der ve çokça nafile namaz kýlmak isterdi. Namazda bazan kýyamý uzatýr, bazan rukûu, bazan da secdeyi uzatýrdý.
Rivayet edildiðine göre el-Esved ibn Yezid, nefsini oruç ve ibadete o kadar zorlardý ki vücudu morarýr ve sararýrdý. Alkame ona þöyle derdi:
Yazýklar olsun sana, niçin bu vücuda iþkence ediyorsun? O þöyle derdi:
Ýþ, ciddidir, iþ ciddidir.
Enes ibn Mâlik'ten rivayet edildiðine göre Mesruk'un hanýmý þöyle dedi:
Mesruk, ayaklarý þiþinceye kadar namaz kýlardý. Bazan arkasýna oturur ve onun kendisine yaptýðýný görünce aðlardým.
Sa'bi þöyle nakleder: (Sýcak) bir günde Mesruk (oruçlu iken) bayýldý. (Kýzý kendisine acýdýðý için orucunu bozmasýný isteyince ona) þöyle dedi:
Yavrucuðum! Ben de, süresi elli bin yýl olan bir gün için nefsime acýdýðýmdan doyalý bunu yapýyorum.[37]
er-Rabi' ibn Heysený'den:
Veysel Karanî'nin yanma gelmiþtim. Onu sabah namazýný kýlarken gördüm. Oturmuþtu. Onu teþbihinden alýkoymayayým, dedim. Namaz vakti olunca kalktý, öðleye kadar namaz kýldý. Öðleyi kýlýnca ikindiye kadar namaz kýldý, ikindiyi kýlýnca oturdu, akþama kadar Allah'ý zikretti. Akþam namaz kýlýnca yatsýya kadar namaz kýldý. Yatsýyý kýlýnca sabaha kadar namaz kýldý. Sabah namazýný kýlýnca oturdu ve (uykusuzluktan) gözlerini tutamadý. Sonra uyandý. Onun bu esnada þöyle dediðini iþittim:
Allahým! Uykucu bir gözden ve doymayan bir karýndan sana sýðýnýrým.
Öncekilerden bu manada pek çok rivayet vardýr. Bunlar sürekliliðinde meþakkat olan amellerin de iþlenebileceðine delâlet ederler. Hiç kimse onlarý bu davranýþlarýndan dolayý sünnet karþýtý olarak görmemiþtir. Bilakis onlar sünnet karþýtlarýnýn en öndeki düþmanlarýdýrlar. Allah bizleri de onlardan eylesin.[38]
Ve yine yasak, matlup olan bir ibadete deðil, bilakis onda gösterilecek olan aþýrýlýða yani o ibadeti yapaný meþakkate sokacak bir aþýrýlýða yöneliktir. Onun hakkýnda hu illet yoksa yasak onun hakkýnda geçerli deðildir. Nitekim Þâri: "Bir hâkim öfkeliyken hüküm vermesin" deyince, bunun da illeti delilleri deðerlendirme­sinde fikrin karýþmasý olduðuna göre bu yasak, fikri karýþan herkes için geçerlidir. Ýllet ortadan kalktýðý zaman yasak hükmü de kalkar. Hatta delillerin deðerlendirilmesine mani olmayan az miktardaki bir öfkenin varlýðý halinde de bu yasak geçerli deðildir. Usûlden yürürlükte olan sahih uygulama budur.
Hakkýnda illet bulunmayan kimsenin hali, korku veya ümidin veya muhabbetin kendisine galip gelmesi hükmüyle amel eden kimsenin hâlidir; Çünkü korku, itici bir kýrbaçtýr, ümit, sürükleyici bir liderdir; muhabbet ise alýp götürücü bir seldir. Korkan bir kiþi þayet meþakkatle karþýlaþýrsa, yaptýðý iþ zor bile olsa, daha zor olana karþý duyduðu korku onu daha az meþakkatli olana sabretmeye sevk eder. Ümitvar olan, meþakkatle karþýlaþsa da o iþi yapar. Çünkü tam manasýyle rahata kavuþma ümidi onu bazý sýkýntýlara sabretmeye sevk eder. Seven ise bütün gücünü aþkla sevgilisinin yolunda sarf eder. Bu sebeple zorluklar ona kolay gelir. Uzaklar ona yakýn olur. Böylece o kuvvetlidir. Sevgisinin hakkýný tam olarak ödeyemediðini nimetin þükrünü tam olarak eda edemediðini düþünür. Ömrünü bu uðurda tüketir fakat arzusunu tam olarak gerçekleþtiremediðini düþünür. Hal böyle olunca da delillerin arasýný birleþtirmesi sahihtir. Bir ameli ya mutlak olarak veya yasaklayýcý delilin mevcut olmadýðýný zannederek ona kendisini vermesi ve sürekli yapmaya giriþmesi daha sonra meþakkat ona dâhil olsa bile caizdir. O amelin devamlýlýðý sahih olunca bu, delillerin gereðine ve selefi salihin uygulamasýna da uygun olur.
Birinci problemin cevabý þudur: Yukarýda geçen ve yasaklamayý ifade eden deliller sahihtir ve açýktýr. (Ýlk Müslümanlardan bu yasaða aykýrýymýþ gibi görülen davranýþlarla ilgili) nakledilen þeyler de üç þekilde yorumlanabilir:
Birincisi: Muhtemeldir ki onlar devam ettirebileceklerini zannet­tikleri orta bir yolu izlediler ve ileride daha evla olaný veya bizzat o ameli terke sebep olacak ya da zorluðu ve aðýrlýðýndan dolayý o amelden soðumalarýna sebep olarak ölçüde kendilerine meþakkat vermesi muhtemel þeylere nefislerini zorlamadýlar. Bilakis kendileri hakkýnda nefislere kolay gelen þeylere sarýldýlar. Zoru deðil, sadece kolay olaný talep ettiler. Rasulullah'ýn (s.a) ve yukarýda kendilerin­den birtakým haberler nakledilen öncekilerin durumu budur. Çünkü onlar sadece sünnet ile amel ettiler ve bütün mükellefler için gösteri­len genel yoldan gittiler. Problemin cevabý konusunda Taberi'nin tuttuðu yol budur. Soruda buna aykýrý olarak ortaya atýlan þeyler ise, bunlarý yapanlar kendileri örnek alman ve peþlerinden gidilen kiþiler olunca hepsinin makul bir izahýný yapmak mümkündür.
Ýkincisi: Muhtemeldir ki onlar güçleri dahilinde olan þeyleri yapmakta biraz mübalaða gösterdiler. Fakat bunu devamlý yapmak kararlýðý ile veya adak sebebiyle ya da baþka bir maksatla yapmamýþlardýr. Ýnsan bazan, o anda kendisine meþakkat vermediði halde devamlýlýðý halinde meþakkat verebilecek iþlere giriþebilir, ileride ortaya çýkabilecek þeyleri dikkate almaksýzýn özel bir durum­da o amele karþý duyduðu iþtiyakýný fýrsat olarak deðerlendirebilir. Baþlangýçta meþakkatsiz bir þekilde o ameli edâ eder, nihayet güç yetiremeyecek duruma gelince onu býrakýr. Bunda bir sakýnca yoktur. Çünkü genel olarak mendubun terkinde bir sakýnca yoktur.
Hz. Aiþe'den rivayet edilen þu hadisteki ifade edilen þeyler de bu manaya gelmektedir: Söz konusu rivayette Hz. Aiþe (r.a) þöyle demektedir:
Rasulullah (s.a) bazý zamanlarda o kadar çok oruç tutardý ki, biz o hiç orucuna ara vermiyor derdik. Bazý zamanlarda da oruca o kadar ara verirdi ki, biz o hiç oruç tutmuyor derdik. Ben onun Ramazanýn dýþýnda bir ayýn tamamýný oruçlu geçirdiðini görmedim.
Edâ edilecek amele karþý duyulan istek ve arzunun, ilgili hak­larýn ödenmesinin ve amellerdeki kuvvetin nasýl gözönünde bulun­durulduðunu dikkatlice inceleyiniz. "Bir gün oruç tutmak, iki gün tutmamak" hakkýnda Rasulullah'ýn "Keþke buna gücüm yetseydi" demesi de bu manayadýr. O bu sözüyle böyle bir oruca devamý kastetmiþtir. Çünkü o, bazý zamanlar o kadar sürekli oruç tutardý ki, o biç oruçsuz gün geçirmiyor, derlerdi. Bu tutum, Rasulullah'ýn (s.a): "Allah'ýn en sevdiði amel, az da olsa, sahibinin sürekli yaptýðý ameldir" sözüyle de çeliþmez. Þayet onun ameli devamlý olursa, azlýðýnýn bir sakýncasý yoktur. Bu söz de devamlýlýðýn meþakkat verdiði amel olarak yorumlanýr.
Onlardan yani sahabe tabiin ve müctehit imamlardan nakle­dilen, yatsýnýn abdesti ile sabah namazý kýlmak, gecenin tamamýný ibadetle geçirmek ve senenin tamamýný oruç tutmak gibi delillere gelince onlarýn da söz konusu þarta uygun olmalarý muhtemeldir. Yani bu ameller onlar tarafýndan kendileri için bir zorunluluk olarak görülmemiþtir. Ancak kiþi o andaki duyduðu istek ve arzuyu ganimet bilmiþ ve o ameli yapmaya giriþmiþtir. Baþka bir zaman gelmiþ ayný iþtiyaký yine yakalamýþtýr. Bu amel, daha önemli olan baþka þeyleri yapmasýna engel olmadýðý sürece de ona devam etmiþtir. Bu iþtiyaký uzun bir zaman da devam edebilir. Her halükârda onu býrakma imkanýna da sahiptir. Fakat o her zaman o ameli devam ettirmek için fýrsatlarý deðerlendirir. Bu iþtiyakýn ömrünün sonuna kadar devam etmesi de imkansýz deðildir. Bu bir zorunluluk/mecburiyet olmadýðý halde (baþka) birisi bunu bir mecburiyet zannedebilir. Bu doðrudur. Özellikle korkunun itmesi, ümidin sürüklemesi ve sevgi­nin alýp götürmesiyle birlikte onu yapmaya devam eder. Hz. Peygamberin (s.a): "Namaz benim gözümün nuru oldu" sözünün anlamý da budur. Bu sebeple ayaklarý þiþinceye kadar namaz kýldý ve Rabbi'nin "Birazý hariç, geceleri kalk namaz kýl." emrini yerine getirdi.
Üçüncüsü: Amelin devamý halinde mükellefin meþakkat veya baþka bir þeyle karþýlaþýp karþýlaþmamasý kurallara baðlý bir durum deðildir. Bilakis izafidir/görecelidir, vücut kuvveti, kararlýlýk kuvveti ve inanç kuvveti gibi insanlarýn fizyolojik ve psikolojik durumlarýna ( göre farklýlýk gösteren bir durumdur. Ýki kiþiye nisbetle tek bir amel' bile farklý farklý görünümler ortaya koyar. Çünkü bunlardan birisi vücutça daha kuvvetli veya daha kararlý veya vaad edilen þeye inancý daha güçlü olabilir. Meþakkat de bu ve benzeri þeylerin gücüne nisbetle zayýf/az olabilir ve bunlarýn zayýflamasýyle birlikte de meþakkat kuvvetlenebilir/çoðalabilir.
O halde biz deriz ki: Hangi amel olursa olsun devamlý oluþu mesela Zeyd'e nisbetle meþakkat veriyorsa ona yasaklanmýþtýr, Amr'a nisbetle meþakkat vermiyorsa ona da yasak deðildir. Bu sebeple biz öncekilerin devamlý yaptýklarý amelleri kendilerime meþakkat vermediði þeklinde yorumlarýz. O amellerin az miktarda olaný dahi (devamlýlýðý halinde) bize meþakkatli olsa bile onlara meþakkatli olmayabilir. Bu sebeple onlar gibi olanlarýn ameli, onlarýn yaptýklarý sekliyle, bizim de onlarýn giriþtikleri þeylere giriþmemiz için delil olamaz. Ancak meselenin illetinin onlarla bizim aramýzda müþterek olmasý þartýyle bizim için delil olabilir. O da bu amelin bir benzerinin devamlý yapýlmasý halinde (bize de) meþakkat, vermemesi þartýdýr.
Biz bu konudaki sözlerimizi bunlarýn hepsini müþahede ettiðimiz için söylemedik. Her þeyde orta yolu ve yumuþaklýðý/kolaylýðý tercih etmek daha hayýrlýdýr ve daha uygundur. Delillerin iþaret ettiði de budur. Delillerin tavsiye ettiði þey derinleþmek ve zorluklara talip olmak deðildir- Halkýn tamamý ve çoðunluðu için bu kolay bir iþ deðildir. Ancak az bir kýsmý bunu baþarabilir.
Visal orucu ile ilgili olarak Hz.Peygamber'in (s.a) söylediði þu söz bu mananýn doðruluðunun delilidir:
"Ben sizin gibi deðilim. Ben Rabbimin katýnda gecelerim, o beni yedirir ve içirir."
Hz. Peygamber (s.a) bu sözüyle visal orucunun kendisine meþakkat vermediðini, Allah'ýn hakkýný ve insanlarýn haklarýný ödemesine engel olmadýðýný kastetmiþtir. Buna göre kim ki Rasulullah'a (s.a) verilen imkanlarýn bir örneði kendisine verilir de gücüyle, iþtiyakýyle ve amelin ken­disine yüklediði yükün hafifliðiyle birlikte o ameli sürekli yapabi­lecek hale gelirse o ameli sürekli yapmaya giriþmesinde bir sakýnca yoktur.
Hz. Peygamber'in (s.a), Abdullah ibn Amr'm hareketini tasvip etmeyiþine gelince, onun bunu devam ettirmeye gücü yetmeyeceðini müþahade etmiþ olabilir. Ýbn Amri keþke Rasulullah'ýn (s.a) ruhsa­týný kabul etseydim, dedi. Ýbn ez-Zübeyr, Ýbn Ömer ve diðerlerinin visal orucu konusundaki davranýþlarý da Raaulullah'ýn (s.a) davraný­þýna uygundur. Yani bu konuda Rasulullah'a (s.a) verilen hisse (güç ve kuvvet), onlara da verilmiþtir. Allah'a hamdolsun, bu cevap el-Muvafakat kitabýnda zikredilen esasýn üzerine bina edilmiþtir. Hal böyle olunca seleften nakledilen amellerin önceden söylediðimiz þeylere aykýrý bir durumu yoktur.[39]




[37] * Bu rivayet el-Ý’tisam'm metnine eksik girdiði için biz daha iyi anlaþýlsýn diye el-Muvafakat'tan aldýk. (Çeviren)
[38] Bu konudaki haberlerin ve rivayetlerin ayrýntýlarý için büyük âlim Muhammed Abdülhay el-Lekn evinin "ikâmetü’l-Hucce alâ enne'l-Ýksara fi't-Teabbüdi Leyse bi bid'a" isimli eserine bakýnýz. Bu eser, kendi konusunda tektir. Sahabe, tabiin ve selef-i sâlihinden gelen sahih rivayetleri toplamýþtýr. Ebû Ðudde tahkik etmiþtir.
[39] Ýmam Þatýbi, el-Ý’tisam Kitap Dünyasý Yayýnlarý: 1/342-346.


radyobeyan