Kuranda Ýnsan Psikolojisi
Pages: 1
Kavramlar By: meryem Date: 22 Mart 2011, 00:15:08
KAVRAMLAR

 1- Kavim

 Kavim, kiþinin içinde yaþadýðý, aralarýnda din, dil, soy, kültür  birliði olan insan topluluðudur. Kur'an'da üç yüz seksen iki kez kullanýlmýþtýr [1] "Kâme fiilinin mastarýdýr. Erkek ve kadýnlar­dan oluþan topluluk demektir. Ancak daha ziyade erkekler için kulla­nýlýr. Þu ayette de erkekleri gösterdiði görülür:

"Ey inananlar, bir ka­vim baþka bir kavimle alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden iyidirler. Kadýnlar da baþka kadýnlarla alay etmesinler." [2]

Ayette önce erkeklerle ilgili yasak belirtilmiþ, peþinden kadýnlara da ayný yasak koyulmuþtur. [3]

Bazý yazýlarda kavim kelimesinin "Nisa: kadýnlar" kelimesinin zýddý olarak kullanýlmasý, bu mütalaayý haklý gösterir:

"Þimdi bilemiyo­rum, ileride bileceðim.

Kalenin sahipleri erkekler midir, kadýnlar mý? " [4]

Ancak daha sonralarý, insan topluluklarýný ifade etmek için kul­lanýlmýþtýr. [5] "Nuh kavmi, Firavun kavmi" ifadelerinde olduðu gibi, kadýnlarý da içine almasý, dolayýsýyla ve tabi olma yoluyladýr. [6]

"Bir adamýn kavmi" demek, onun þiâsý ve aþireti demektir. Yani onun taraftarlarý ve kabilesi manasýnadýr. Kavim, tekil olmasýna raðmen Reht gibi çoðulluðu içerir. Çoðullarý: Akvam Akâvim, Akâyim dir.[7] Türediði "kâme" fiili "otur­mak"ýn zýttýdýr. Kalkmak, ikâme etmek, durmak, devamlý ve sabit olmak, katýlaþmak, donmak anlamlarýna gelir. [8] Ýþte kavim, bütün bu manalarý alarak, kullanýldýðý insan topluluklarýna taþýmýþtýr.

Kavmi oluþturan fertler arasýnda din, dil, soy ve kültür birliði vardýr. Fertler bu unsurlarý sonra gelenlere aktararak, kavmin ayakta kalmasýný saðlarlar. Kavim, öncekilerden tevarüs edilen unsurlara o kadar baðlýdýr ki, bunlara ters gelen veya uyuþmayan þeyleri hemen reddeder. Kur'an'da peygamberler, gönderildikleri kavimleri yeni bir dine, farklý bir hayat tarzýna çaðýrdýklarýnda, hemen reddedilip yalan­lanmýþlar ve acaib bir þey getirmekle suçlanmýþlardýr. Bunun nedeni elçilerin getirdiklerinin, daha önceki atalarýndan (Âbâu'l evvelin) tevarüs ettiklerine ters düþmesidir. Bu özelliðiyle de kavim, deðerleri­ne sýkýca baðlý (sabit), ayný zamanda bu deðerlerini yaþatan ve aktaran bir yapýdadýr.

Ancak kavim, deðiþime tamamen kapalý deðildir. Bir takým özelliklerini deðiþtirebilir. Hatta tamamen deðiþebilir. Bu deðiþim ken­diliðinden deðil, kavmi meydana getiren fertlerin, kendilerini deðiþtirmesiyle gerçekleþir: "Bir kavim kendi durumlarýný deðiþtirmedikçe, Allah onlarýn durumlarýný deðiþtirmez." [9]

Kavmi oluþturan bireyleri birbirine baðlayan en önemli unsur, ayný soydan gelmeleridir. Bir kandan gelmeleri onlarý birbirine kenet­leyerek, öyle bir katý ve donuk toplum haline getirir ki, fertlerden birine karþý yapýlan kötülüðe karþýlýk vermek, bütün fertler için kutsal bir görev sayýlýr.

Hiçbir þey bireylerin kavimlere baðlýlýðýný Dureyd b. es-Sýmme (ö. 8/630) nin þu mýsralarý kadar güzel anlatamaz:

"Ben Gaziyye'denim. Eðer o yanýlýrsa, ben de yanýlýrým;

Eðer o doðruyu bulursa, ben de doðruyu bulurum. [10]

Bu söz kavmiyetçi dayanýþmanýn putperest Arabýn eylemlerini nasýl dikte ettiðini, onun nasýl doðru da olsa, yanlýþ ta olsa, kavmiyetçiliðin o þaþmaz zorunluluðuna boyun eðdiðini hayreti mucib bir tarzda anlatmaktadýr.[11]

Kur'ân, insanlarý ilâhî mesajlarý kabule çaðýran elçilerin muhatap olduklarý toplumlarý, kavim kelimesiyle karþýlar: Nuh'un kavmi, Ad'ýn kavmi, Semud'un kavmi, v.dðr. gibi. Ancak daha çok toplumun, elçi­nin getirdiðini reddeden kýsmýný ifade eder. Ýlâhî mesajlarý kabul edenler için kavim deðil, ümmet kavramý kullanýlýr. Çünkü ilâhî öðre­tileri benimseyen kavmin en büyük hedefi, öðrendiklerini diðer, toplumlara ulaþtýrmaktýr. Oysa kavmin hedefi sadece kendi deðer­lerinin, diðer kavimlerin deðerlerinden üstün olduðu ile övünmektir. Bu yönüyle o, statik bir yapýya sahiptir.

Kavmin Türkçe karþýlýðý ulus veya halktýr. Bu kavramýn millet þeklinde dilimize çevrilmesi doðru deðildir. Biraz sonra görüleceði gibi millet, din ve þeriatý belirtmek için kullanýlýr. [12]

 2- Millet

 Millet din ve þeriat demektir. Yol ve sünnet manasýnda da kullanýlýr. [13] "Bir sözü yazdýrmak" anlamýna gelen "imlâl" mastarýndan türe­tilmiþtir. [14] Peygamberlerin getirdikleri ilâhî yasalar çoðunlukla yazýya geçirildiði (imlâ edildiði) için þeriate ve dine millet denilmiþtir.[15] Zemahþeri'ye göre ise din ve þeriate, insanlarýn üzerinde gittikleri yol olduðundan ötürü "tutulup gidilen yol" manasýna gelen millet denil­miþtir. [16] "Tarikun melil" de "çok iþlek yol" demektir. [17]

Kur'an'da on beþ kez kullanýlmýþtýr. [18] Toplumsal din anlamýný karþýlar. [19]

“Allah'ý birleyici olarak, Ýbrahim dinine (millete Ýbrahim) uyun." [20]

"Biz bu(nun söylediðini (babalarýmýzýn baðlý olduðu) öteki dinde (milleti'1-âhire) iþitmedik." [21]

"Ey Þuayb! Ya mutlaka seni ve seninle beraber inananlarý kentimizden çýkarýrýz, ya da dinimize (mil­letine) dönersin." [22]

Bu kelime sadece peygamberlere nispet edilir. "Allah'ýn milleti" veya "milletim" denilmez. Fakat "Allah'ýn dini" "Zeyd'in dini" veya "dinim" denilebilir. [23] Ýslam milleti, Hristiyan milleti ve Yahudi milleti þeklinde kullanýlýr [24] "Sen onlarýn kendi dinlerine (milletehum) uyma­dýkça, ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar senden razý olmazlar."[25] Bura­da kastedilen, Yahudi ve Hristiyanlarýn üzerinde bulunduklarý din ve ondan meydana çýkan þeriat, yaþama tarzý, düþünce þeklidir.

Kelimenin anlamýnýn net bir þekilde ortaya çýktýðý ayet þudur:

"(Yusuf) þöyle dedi: Ben Allah'a inanmayan, ahireti de inkâr eden bir kavmin milletini terk ettim" [26]

Bu ayetteki kavim, Firavun ve seçkin çevresinin egemenliði al­týndaki Mýsýr toplumu, millet ise bu toplumun sosyal düzenine yön veren hukuk ve ahlâk anlayýþýnýn genel ifadesi olan din anlamlarýnda kullanýlmýþtýr.

Bütün bunlardan da anlaþýldýðý üzere, millet kelimesinin insan topluluðu (kavim), ulus ve nation karþýlýðýnda kullanýlmasý seman­tik açýdan mümkün deðildir. [27]

 3- Ümmet

 Ümmet, ortak bir inancý, ortak bir amacý paylaþan insanlarýn, ortakamaçlarýna doðru birlikte yürümek niyetiyle, ahenkli bir biçimde bir araya geldikleri toplumdur. Ana olmak, yönelmek, imam (önder) olmak anlamlarýna gelen, "emme-yeummu-ûmûmeten"den türetilmiþtir. Tekil olmasýna raðmen, çokluk ifade eder. Çoðulu "ümem’dir. Sözlükte ana, çeþitli hayýrlarý üzerinde toplayan adam, kalabalýk bir topluluk, din, yol, vakit, kendisine peygamber gönderilen toplum, tâat gibi anlamlarý içerir. [28]

Kur'an'da altmýþ dört kez kullanýlmýþtýr. [29] Ýki yerde "zaman", iki yerde de "din"anlamlarýnda kullanýlmýþtýr: "Onlardan azabý sayýlý bir süreye (ümmete) ertelesek..." [30]

"Kurtulan (adam) uzun bir süre (üm­met) sonra..." [31]

"Biz babalarýmýzý bir din (ümmet) üzerinde bulduk." [32]

Bir yerde de hayvanlar için kullanýlmýþtýr:

"Yeryüzünde yürüyen hiç­bir hayvan ve iki kanadýyla uçan hiçbir kuþ yoktur ki, (onlar da) sizin gibi bir ümmet olmasýnlar." [33]

Diðer yerlerin hepsinde de insan toplu­luklarý için kullanýlmýþtýr. Daha ziyade peygamber gönderilmiþ top­lumlarý gösterir.

Ýbn Manzur (ö. 711/1311) ümmeti þöyle tarif eder:

"Ýnsanlarýn yaþadýðý bir asýr, bir çað, her peygamberin toplumu, elçiye nispet edi­len her kavim (ister mü'min, ister kâfir), bütün canlýlardan bir cins ve bir nesil." [34]

Ýbn Faris (ö. 1005), yukarýdaki bütün manalarý þu tarifte topla­mýþtýr:

"Bir þeye mensup olan, ona izafe edilen, baðlanan her topluluk ümmettir."[35]

Ýsfahani (ö. 1108)'nin tanýmý ise þöyledir:

"Kendi seçimleri veya bir zorunlulukla, ayný yer, ayný zaman veya ayný din gibi bir nedenle bir arada olan topluluktur." [36]

Hamdi Yazýr (ö. 1942) ise, kabul gören tanýmý yapmýþtýr:

"Bir imamýn çevresinde saðlam bir birlik oluþturup, düzenli bir þekilde faaliyet gösteren ve bu þekilde çeþitli insan gruplarý üzerinde hakim olan topluluktur."[37]  ve  bütün bunlardan anlaþýlan þu ki; ümmet, belirli bir zaman ve mekanda, bir imamýn önderliði altýnda belirli bir hedefe doðru hareket eden kavim veya kavimler topluluðudur. [38]

 4- Sûnnetullah

 Sünnetullah bir isim tamlamasýdýr. Allah tamlanan, sünnet tamlayandýr. Allah'ýn sünneti demektir. Bu kavramla neyin kastedildi­ðini anlamamýz, "sünnet" kelimesini bilmeye baðlýdýr.

Sünnet, "Senne" kökünden gelir. Çoðulu Sünen'dir. Dosdoðru yol, uyulan örnek, adet manalarýnda kullanýlýr.[39] Fahruddin Razi (ö. 606/1209) bu kelimenin "suyu peþi peþine dökmek" anlamýnda söyle­nen "suyu döktü" fiilinden türetildiðini söyler. Araplar, dosdoðru olan yolu, dökülen ve devamlý olan suya benzetmiþ­tir. Çünkü su devamlý aktýðý zaman, tek parça gibi olur. [40] Ayný fikri M. Reþid Rýza (ö. 1935) da benimser. [41]

Öyleyse sünnetullah, Allah'ýn dosdoðru yolu, Allah'ýn uyulan örneði, Allah'ýn adetidir. Ancak Türkçe'de bu þekilde deðil de, daha çok Allah'ýn yasasý, Allah'ýn kanunu olarak kullanýlmaktadýr ki, arala­rýnda anlam bakýmýndan bir farklýlýk yoktur.

Kur'an'da beþ ayette sekiz kez kullanýlmýþtýr

1. “Allah'ýn kendisine takdir ettiði her þeyi yerine getirmekte, peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasýn­da da, Allah'ýn yasasý böyle idi.” [42]

2. “Allah'ýn önceden geçen (toplum)lar arasýnda (uygulanan) ya­sasý budur. (Peygamberlere karþý iki yüzlülük edenler öldürülürler.) Allah'ýn yasasýný deðiþtirme(ðe imkan) bulamazsýn.” [43]

3. “Yeryüzünde büyüklük taslama(larýný) ve kötü tuzak(lar) kur­malarýný artýrdý). Kötü tuzak, ancak sahibine dolanýr. Onlar öncekile­rin yasasýndan baþkasýný mý bekliyorlar? (Kötülerin Allah'ýn gazabýna uðrayýp mahvolacaðý eskiden beri Allah'ýn uygulanan yasasýdýr). Al­lah'ýn yasasýnda bir deðiþme bulamazsýn; Allah'ýn yasasýnda bir sap­ma bulamazsýn." [44]

4. “Fakat hýþmýmýzý gördükleri zaman inanmalarý, kendilerine bir fayda saðlamadý. Allah'ýn kullarý hakkýnda eskiden beri yürürlükte olan yasasý budur.” [45]

5. “Bu, Allah'ýn öteden beri süre gelen yasasýdýr: (Allah pey­gamberlerini ve inananlarý üstün getirmeyi takdir buyurmuþtur). Al­lah'ýn yasasýnda bir deðiþiklik bulamazsýn." [46]

Yine altý ayette kullanýlan "sünnet", "sünnetü'l evvelin" ve "sü­nen" kelimeleriyle kastedilen de sünnetullahtýr. [47] 

Allah'ýn sünnetinden kastedilen þeyin ne olduðu çoðu zaman ka­rýþtýrýlmaktadýr. Bu kavramýn Kur'an'da kullanýþ biçimine dikkat edilmeksizin, Allah'ýn sünnetinin Allah tarafýndan koyulan ve evrende geçerli olan "tabiat kanunlarý" olduðu söylenmektedir. [48] Oysa kavra­mýn Kur'an'da kullanýldýðý hiçbir yerden bu anlam çýkmamaktadýr.

Müfessirlerin ekseriyeti, Allah'ýn sünnetinden muradýn, "Yalan­layanlarýn akýbetinin nasýl olmuþ olduðunu görün" [49] ifadesinin delaletiyle; helak etme ve kökünü kurutma kanunlarý olduðunu söyler. [50] Mücahid (ö. 722) ise kavramýn sadece inanmayan­larý deðil inananlarý da içerdiðini vurgulayarak; "Allah'ýn kâfirler ve mü'minler hakkýndaki sünneti" ifadesini kullanýr; [51]

Razi, sünnetullahýn bütün ümmetlerde geçerli olan yasalar oldu­ðunu söylemekle, bunun toplumlar için olan ilâhî kanunlar olduðunu göstermektedir. [52]

Muhammed Hamidullah, Ýslam ansiklopedisinin sünnet madde­sinde, sünnetin geniþ manada Allah'ýn yolunu veyahut da insanýn adet haline getirdiði, iyi veya kötü davranýþ ve hareketini ifade ettiðini yazarak bu kavramýn toplumsal boyutunu vurgular. [53] Ayný yerde, Kur'an'da geçen öncekilerin sünnetinin (Sunnete'l evvelin), evvelki toplumlarýn peygamberlerine karþý, ilâhî cezayý mucib olan küfür ve kötülük manasmdaki davranýþlarý olduðu söylenmektedir.

Muhammed Kutub ise, sünnetullahý Allah'ýn yeryüzünde insan­lýðýn hayatýný idare etmek üzere koyduðu buyruklar þeklinde tarif ede­rek, evrene hükmeden tabiat kanunlarýnýn ayrý bir þey olduðuna dikkat çeker. [54]

Ancak kavramýn Kur'an'da kullanýldýðý þekildeki anlamýný en güzel þekilde ifade eden Roger Graudy'dir: "Allah'ýn sünneti: pey­gamberlerin mesajýnýn devamlýlýðýyla insanlarýn hayatýna yaptýðý mü­dahalelerin tarihi…" "...Ancak, Allah'ýn sünneti, Allah'ýn hareket tarzýný belirtmek için kullanýlýr. " [55]

Graudy, Allah'ýn sünnetinin, peygamberlerin mesajýnýn devamlý­lýðý olduðunu söylemekle, kelimenin Razi tarafýndan yapýlan açýkla­masýna da iþaret etmiþ olmaktadýr. Allah'ýn yasasý da devamlý akan ve tek bir parça gibi görünen su gibidir. Deðiþmez ve bütün toplumlar için geçerlidir.

''Özetle, sünnetullah, Allah'ýn elçileriyle gönderdiði mesajlarý kabul etme veya etmeme durumunda toplumlara (dünyada) karþýlýk verme metodudur. Bu metodun nasýl olduðu yine, Allah'ýn son mesa­jýnda açýk ve seçik bir þekilde açýklanmýþtýr. [56]

 a- Sünnet Kelimesinin Anlam Alaný

 Kur'an metninin oluþmasýndan önce de bölge insanlarý konuþuyorlardý. Doðal olarak onlarýn konuþtuklarý dilde kavramlar da yer almaktaydý. Kur'an'ýn bu kavramlarý kul­landýðý olmuþtur. Bu durumda Kur'an'ýn söz konusu kavra­mý iktibas etmiþ olduðundan söz edilebilir. Zira böyle bir durumda dil içerisinde sabit ve muayyen bir anlam ifade eden bir kelimeyi kullanmakla Kur'an, o kelimenin muhata­býn zihnindeki arka-planýný baz almýþ olmaktadýr. Bunun dýþýnda bir de Kur'an'ýn, muhatabýn tanýmadýðý bir fikre yer verirken dilin içinden bazý kelimeleri seçmesi ile karþý­laþmaktayýz. Birinci durumda Kur'an, kelime ile o kelimenin delalet ettiði olgu arasýndaki anlam baðýný hazýr bulmakta iken, ikinci durumda bu süreci kendisi inþa etmektedir. Ya­ni dilin doðal seyri içerisinde karþýlaþýlan isimlendirme sü­reci bu kez Kur'an tarafýndan gerçekleþtirilmektedir. Hangi kelimenin niçin seçildiðini anlayabilmek, kelime ile onunla anlatýlmak istenen olgu arasýnda Kur'an'ýn nasýl bir anlam il­gisi gördüðünü incelemeyi gerektirmektedir.

Sunnetullah terkibini oluþturan her iki kelime de döne­min Araplarý tarafýndan bilinen ve sýk kullanýlan kelimelerdi. Sünnet kelimesi, aþaðýda da göreceðimiz gibi, cahiliyye dev­ri Arapçasýnda bütün türevleriyle kullanýlmaktaydý.

“Allah' kelimesi de içerik farkýna raðmen, Ýslâm ve cahliyye kültürünün ortak bir kelimesidir. Kur'an bu kelime­yi kullanmaya baþladýðýnda çaðdaþ Araplarýn kullaným­larýna yeni ve yabancý bir isim getirmiyordu. [57]

Her iki kelime de, Kur'an-öncesi dönemde birbirinden müstakil kullaným alanlarýna sahip olduklarý halde, sunnetullah þeklinde bir isim tamlamasýnda biraraya gelmeleri, öyle görünüyor ki, Kur'an'a has bir durumdur. Sünnet keli­mesinin Ýslam-öncesi kullanýmlarýný araþtýran lügat sahipleri­nin böyle bir tamlamadan söz etmemelerinin yanýsýra; ileriki sayfalarda görüleceði gibi [58] cahiliyye kültüründe böyle bir terkibe kullaným imkaný verecek fikrî potansiyelin olmayýþý da bunu göstermektedir.

'Sünnetullah' teriminin ifade ettiði olguyu isimlendirirken Kur'an, içinde sünnet kelimesinin yer aldýðý baþka ifadeler de kullanmýþtýr. Bu bölümde yalnýzca bu ortak kelimenin, Kur'an'ýn kullanýmýna girdiði dönemdeki anlamlarýný incele­meye çalýþacak, sünnetullah'ýn Kur'an'daki anlamdaþlarýnýn tespitini ise bir sonraki alt baþlýða býrakacaðýz.

Yapmak istediðimiz, Kur'an-öncesi Arap edebiyatýnýn mevcut bütün ürünlerini taramak ve sünnet kelimesinin ne anlamlarda kullanýldýðýný ortaya koymak deðildir. Bizim için asýl önemli olan Kur'an'ýn indiði dönemin bizzat kendisidir. Çünkü Kur'an'daki kelimelerin hangi anlamlarda kulla­nýldýðý konusuna ýþýk tutacak olan bu dönemdir. Bununla birlikte herhangi bir kelimenin mevcut anlamý kazanýncaya kadar geçirdiði anlam deðiþiklikleri tamamen önemsiz sa­yýlamaz. [59] Dolayýsýyla söz konusu olguya niçin bu ismin ve­rildiði sorusuna cevap teþkil edecek anlam ilgilerinin tespi­tinde bize yardýmcý olduðu ölçüde bu süreçle de ilgilenme­miz gerekecek.

Canlý bir organizma olarak kabul edilen dil, muhtelif se­beplerin yol açtýðý birtakým dil olaylarý neticesinde anlam deðiþmelerine maruz kalabilmektedir. [60] Bu anlam deðiþme­leri neticesinde bazen bir kelime eski anlamýný tamamen yi­tirirken, bazen temel anlamýný korumakla birlikte yeni kav­ramlarý ifade etmek için de kullanýlýr hale gelebilmektedir. Ýncelememizin konusunu teþkil eden sünnet kelimesinin de bu türden bir anlam deðiþmesine maruz kalmýþ olmasý, bu konu üzerinde durmamýzý gerekli kýlmaktadýr.

Kavramlar ile o kavramý isimlendirmek için seçilen keli­meler arasýnda çok sýký bir bað vardýr ve bu baðýn, somuttan soyut kavramlara doðru gittikçe daha ön plana çýktýðý görü­lür. O kadar ki tamamen soyut kavramlar, ancak kendilerine isim olan kelimeyle var olabilirler. [61]

Ýnceleyecek olduðumuz kelimenin mensup olduðu (s-n-n) kelime grubu (.Wortfamilie), [62] bütün türevleriyle, arala­rýnda somuttan soyuta pek çok olgunun bulunduðu yüze yakýn objeyi isimlendirmek için kullanýlmýþtýr. Kelime gru­bumuzun çerçevesi hakkýnda fikir vermek amacýyla bu tü­revler ve ifade ettikleri anlamlardan sadece birkaçýný ha­týrlatmak istiyoruz; (senn) þekil vermek, dökmek-akýtmak, yemek-otlamak, yüz-vech; (sinn) diþ, yaþ; (sinâni) mýzrak ucu; (sünnet) huy, yol, âdet vb.

Ýlk bakýþta aralarýndaki anlam baðý farkedilmeyen, bu ve buraya almadýðýmýz pek çok olguyu ayný kelime grubu içinde bir araya getiren birtakým faktörler vardýr. Her kelime­nin, ilk medlulü demek olan bir temel anlamý (Hauptbedeutunð) bulunduðu varsayýlýr. Sonradan bu temel anlamla ara­sýndaki yakýnlýk ve ilgiden dolayý yeni kavramlar ayný keli­me veya ayný kelime grubundan baþka bir kelimeyle ifade edilir duruma gelebilmektedir. Hatta daha sonra bu yan anlamla arasýndaki bir ilgiden dolayý gruba katýlan kavramlar da söz konusu olabilir. [63] Ýþte, kavrama isim vermede söz sa­hibi olan bu anlam ilgilerinin tespiti bize kavramýn temel ka­rakterini verir. Çünkü kavrama o ilgiden dolayý bu isim se­çilmiþtir.

Bizim yapmak istediðimiz de sunnetullah tamlamasýndaki, belli bir davranýþ biçimi anlamýnda kullanýldýðý açýk olan sünnet kelimesinin ifade ettiði kavramýn temel karak­terlerini tespit etmektir. Böyle bir kullanýmýn Kur'an'ýn çaðdaþý- olan Araplarýn zihninde ne gibi çaðrýþýmlara yol açtýðýný ancak bu þekilde tespit edebiliriz.

Ýbn Dureyd (ö:h.321) Cemhere’sinde sünnet' in fiil for­mu (senne) için temel anlam olarak (savvara'þ-þey ) "bir þeyi âdet olarak ihdas etmek, örnek olarak ortaya koymak" anla­mýný gösteriyor.[64] Ýbn Dureyd’in bu tespitinin yanýsýra Kur’an-öncesi döneme ait aþaðýdaki beyit de kelimenin temel anlam ilgilerinden orijinallik karakterini yansýtacak nitelik­tedir:

Sanki insanlar atasýnda ilk aþýk olarak sevgiyi ihdas eden (senentu) benmiþim, ya da içlerinde tek ben sevmi­þim.[65]

Kelimenin teknik bir anlam kazanmasýndan önceki dö­nemlere ait Ýslam’î devir kullanýmlarý da orijinallik karakteri­ni belirgin bir þekilde ortaya koymaktadýr. Wensinck'in bir araya getirmiþ olduðu, kelimenin hadîslerdeki kullanýmlarý [66] arasýndan bir kaçýna yer vermemiz bu durumu göstermek için yeterli olacaktýr: "Kim iyi bir âdet (sunnet) ihdas eder­se (senne)...", "Muâz sizin için bu usûlü ihdas etti (senne)", "Sizden öncekilerin kendilerine özgü davranýþlarýný (sünen) mutlaka karýþ-karýþ takip edersiniz".

Kur'an-öncesi dönemde olduðu gibi, ilk Ýslami devirde de kelimenin iyi-kötü ayýrýmý yapýlmaksýzýn her yeni davra­nýþ tarzý için kullanýlmýþ olmasý, bu döneme de atýfta bulun­mayý gerekli ve anlamlý kýlan bir husustur. Gerçekten de daha sonralarý sünnet kelimesinin, Hz. Peygamber'in davra­nýþlarýný ifade eden teknik bir anlam kazanmasýndan sonra, ihdas edilen kötü / olumsuz davranýþlar için benzer bir keli­me olan bid'at'ýn kullanýldýðýný görüyoruz. Oysa ki önceleri bir davranýþýn iyiliðini, ya da kötülüðünü belirtmek için keli­meye hasene-seyyi'e gibi sýfatlar eklenmesi gereði duyul­muþtur. Sanýrýz bu da, kelimenin orijinallik karakterinin yanýsýra bünyesinde barýndýrdýðý nötrlük karakterini yan­sýtmasý bakýmýndan önemli bir noktadýr. [67]

Ýbn Fâris (ö:h.395) Mu'cem'de (s-n-n) kelime grubunun temel kullanýmý olarak (sennentu'l-mâ'e 'ala vechî) "suyu yüzüme döktüm" ifadesini gösterir. [68] Ona göre temel anlam "dökmek-akýtmak"týr. O, sünnet kelimesinin "sîret-gidiþat" anlamýnda kullanýlmasýnda; dökülen suyun damlalarýnýn birbirini izlemesi ile, bir kiþinin bir þeyi âdet edinerek birbi­rinin peþi sýra yinelemesi arasýndaki ceryân [69] illetinin rol oy­namýþ olabileceðini söyle [70].

Ayrýca s-n-n'nin dökmek, yontmak, sivriltmek, sürmek gibi anlamlara gelen türevlerinde de bu süreklilik karakte­rini görmek mümkündür. Sünnet'in "iþlek yol" anlamýnda kullanýlmasýnda da bu karakter baskýn rol oynamýþ olsa ge­rektir.

Kelimenin temel anlamýyla ilgili olarak Fahruddîn er-Râzî (ö:h.606) de tefsirinde üç ayrý teoriye yer vermektedir. Bun­lardan birisi bizim ilk ele almýþ olduðumuz Ýbn Dureyd'in yaklaþýmýdýr. Diðer ikisi ise (senentu's-sinân) "mýzraða uç geçirdim" ve (sennel-ibil) "deve/davar sürdü" [71] kullaným­larýdýr. Râzî bunlarýn ilkinde illet tayininde bulunmazken ikinci örneði açýklama sadedinde, süratli ve sürekli bir þekilde deve sürmekle bir davranýþý (sünnet) düzenli ve sü­rekli yapmak arasýndaki süreklilik ve düzenlilik ilgilerine dikkat çekmektedir. [72]

Râzî'nin bu son deðerlendirmesi sünnetin tekrar edilen ve tekrar edilebilir olan davranýþlarý ifade ettiði yolunda söy­lediklerimizi teyit etmesinin yanýnda, kelimenin bir diðer karakterini de gündeme getirmesi bakýmýndan önemlidir. Sün­net' in bu son karakteri Râzî'nin süreklilik ve düzenlilik ilgi­lerinden söz ederken dile getirdiði standartlýktýr.

Bu karakteri en bariz þekliyle (senenu't-tariq) kullaný­mýnda görüyoruz. Bu ifadenin anlamý genellikle "dümdüz uzanan yol" olarak karþýlanmaktadýr. Sünnet’in de "dümdüz uzanan yol" anlamýnda kullanýlmasý buradan kaynaklan­maktadýr. [73] Rüzgârýn muntazaman estiðini anlatmaya yara­yan (senâ'in) formu da ayný kelime grubunun bu karakteri­ni yansýtan diðer bir örnektir [74].

Sünnet kelimesini bir baþka münasebetle incelemeye tâbi tutan Fazlur Rahman bu konuda bize destek olacak þu yoruma yer veriyor: “... Örnek davranýþ kavramýnýn ardýn­dan, gerekli bir tamamlayýcý olarak standart veya düzeltilmiþ hareket biçimi gelir. Eðer kendim için örnek olarak birinin davranýþlarýný benimsersem, bu örneði baþarýyla izleyebildi­ðim sürece davranýþlarým belli bir standarda ve mükem­melliðe eriþecektir”. [75] Ayný durum fazlasýyla, kiþinin kendisi için benimsediði öz âdetleri ve davranýþ biçimleri için de ge­çerlidir.

Bütün bunlardan sonra, bir olgunun sünnet kelimesiyle ifade edilmesinde, baþka bir deyiþle, dönem Araplarýnýn herhangi bir olguya bu ismi vermesinde rol oynayan anlam ilgileri açýða çýkmýþ olmalýdýr. Elimizdeki bu ilgilerin bize öðretmiþ olduðu nokta, Arab'ýn söz konusu karakterleri ta­þýmayan davranýþlara sünnet demediðidir. [76]

Ulaþýlan sonucu kýsaca formüle edecek olursak, demek ki; sünnet, orijinal, sürekli ve belli bir standarda otur­muþ (Ýyi-kötü) davranýþ biçimidir. Arab'ýn sünnet keli­mesinden anladýðý bu mânâ, ayný zamanda bize kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanýldýðýný gösterir. Kur'an ilk planda o dönem insanýna hitap ettiði ve mesajýný öncelikle onlara yönelttiðine göre, muhatap aldýðý toplumun kelimeye yükledikleri anlamý esas almak durumundaydý. Bu durum, bütün diðer Kur'an kelimeleri için de geçerlidir. Söz konusu gereklilik, muhatabýn önceden bildiði ve kullanageldiði bir kelimeyi kimden duyarsa duysun, kendi zihnindeki kalýplarý çerçevesinde anlayacaðý [77] gerçeðinden kaynaklanmaktadýr.

O halde, elimizdeki verilerden hareketle, dönem Arab'ý­nýn sunnetullah ifadesini duyduðunda yadýrgamamýþ olduðunu söyleyebiliriz. Onlara düþen, yukarýda açýklamaya ça­lýþtýðýmýz çerçevede tanýdýklarý, sünnet kelimesinin çaðrýþ­týrdýðý anlamý Allah'a izafe etmekten baþka bir þey deðildi; "Demek ki, Allah'ýn öteden beri süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, deðiþmeyen bir davranýþ tarzý varmýþ..." Bu ifade hangi baðlamda geçerse geçsin deðiþ­meyecek olan anlamý budur.

Anlaþýlmasý için, içinde bulunduðu münasebet sistemi­nin tahliline gerek duyuran konu ise, sunnetullah ile ifade edilen kanuniyetin alanýnýn tespitidir. [78]

 b- Kur’an’da Sünnetullah Ýfadesi Ve Eþanlamlýlarý

 Sünnet kelimesi Kur'an'da tekil formuyla, çeþitli terkiblerde yer almak suretiyle 14 kere kullanýlmýþ; iki yerde de çoðul formuyla geçmiþtir. Bunlardan sadece sekizi sunnetullah þeklinde iken, diðerleri sunnetunâ, sunnetu men... ve sunnetu'l-evvelîn gibi isim tamlamalarýnda yer almak­tadýr. Bu ifadelerin de sunnetullah ile ayný anlama gelip gel­mediði, birazdan görüleceði gibi, tefsirlerde sýk sýk tartýþýlan bir konu olagelmiþtir.

Ýsrâ: 17/77’de karþýmýza çýkan sunnetu men qad erselnâ qablek kullanýmýnýn, ayný ayet içindeki sunnetunâ ifade­siyle açýklandýðýný düþünerek, sunnetu'l-evvelîn terkipleri­nin ve sünen kelimelerinin ne anlamda kullanýlmýþ olabile­ceði üzerinde durmak istiyoruz.

Fâtýr 35/43'de geçen "öncekilerin sünneti" ifadesinin, ay­ný ayet içinde yer alan sunnetullab ile açýklandýðýný görüyoruz.

...kurulan kötü tuzaða ancak sahibi düþer. Öncekilere uygulanandan (sunnetu'l-evvelîn) baþkasýný mý beklerler? Oysa Allah'ýn sünnetinde (sunnetullah) bir deðiþme bulamazsýn, Allah'ýn sünnetinde bir sapma bulamazsýn.

Burada ayný olguyu Kur'an'ýn hem "öncekilerin sünneti" hem de "Allah'ýn sünneti" olarak isimlendirmiþ olduðu açýk­týr. Ayný durum yukarýda geçen Ýsrâ: 17/77 ayetinde de söz konusudur. Orada da ayný olgu hem "bizim sünnetimiz" hem de "önceki peygamberlerle ilgili sünnet" þeklinde ifade ediliyordu. Bu durumu þöyle açýklamak mümkündür. Bilin­diði gibi fizik alanda carî kanunlara "tabiat kanunu" denir. Ancak bu cümleden olan her bir kanun, ayrýca konusuna izafetle de isimlendirilir. Gök cisimlerinin çekim güçlerini formüle eden kanuna "çekim kanunu" dendiði gibi... Þimdi bu kanun çekim kanunu olduðu gibi, ayný zamanda bir tabi­at kanunudur da... Dilde bunun benzer örnekleri çoktur. Genel bir isim olan sunnetullah'ýn ifade ettiði Ýlâhî uygula­manýn, zaman zaman konusuna izafetle anýlmasý da bu tür bir kullanýmdýr. Durumun dediðimiz gibi olup olmadýðýný anlayabilmek için bir de söz konusu sunnetu'l-evvelîn terki­binin geçtiði diðer yerlerde bu anlama gelip gelmediðini in­celeyelim.

Sunnetu'l-evvelîn ifadesi, yukarýda ele aldýðýmýz Fâtýr 35/43 dýþýnda üç yerde daha geçmektedir. Bunlardan ilkindeki (Enfâl 8/38)  'öncekiler'in kimliði ile ilgili olarak he­men bütün müfessirler "geçmiþ toplumlar" derken, bir kýsmý Bedir'de hezimete uðrayan kâfirleri de özellikle zikretmek­tedir. Bunun sonucu olarak, "öncekilerin sünneti’nin "Allah’ýn öncekiler hakkýndaki sünneti" olarak yorumlanmýþ ol­duðunu görüyoruz [79]. Bu durumda ayete verilecek anlam þöyle olacaktýr.

Ýnkâr edenlere; eðer son verirlerse geçmiþte kalanlarýn baðýþlanacaðýný söyle; yine yapmakta olduklarýna döne­cek olurlarsa, öncekilerle ilgili uygulama biçimimiz geçmiþtir (bilinmektedir).

Hicr 15/13'deki sünnetin âidiyyeti konusunda, bir ön­ceki ayetin yorumundaki ittifaký göremiyoruz. Müfessirlerin çoðunluðu burada da kasdedilenin "Allah'ýn öncekiler hakkýndaki sünneti" olduðunu söylerken [80] diðer bir kýsmý da mefhumun "öncekilerin edindikleri sünnet" olmasý ge­rektiðini savunmaktadýr [81]. Bu iki görüþ arasýnda bir tercihte bulunma noktasýnda metnin gramatik tahlili bile yeterli bir fikir vermektedir. Ayetin ifadesi þu þekildedir; "sunnetu'l-evvelîn geçmiþ olduðu halde yine de ona inanmazlar". Ayeti oluþturan iki cümleden birisinin hâl cümlesi olduðunu göz önünde bulundurarak, her iki görüþe göre anlam verecek olursak, þu ifadelerle karþýlaþýrýz:

1) Allah'ýn öncekilere nasýl davrandýðý ortada olduðu halde, yine de ona inanmazlar.

2) Öncekilerin nasýl davrandýklarý ortada iken, hâlâ ona inanmazlar.

Sanýrýz burada ikinci anlayýþ oldukça kýsýr kalmaktadýr. Çünkü sunnetu'l-evvelîn' e "öncekilerin davranýþ tarzlarý" anlamýný verdiðimiz zaman, hâl cümlesinin fonksiyonu kay­bolmaktadýr, insaný hata yapmaktan alýkoymasý gereken, öncekilerin yaptýklarý hatanýn bilinmesi deðil hatadan dolayý onlarýn baþlarýna gelen felâketin bilinmesi olsa gerek­tir. Dolayýsýyla sunnetu'l-evvelîn ifadesinin burada da "Al­lah'ýn öncekiler hakkýndaki uygulamasý" olarak anlaþýlmasý daha uygun görünmektedir.

Kehf 18/55'deki sunnetu'l-evvelîn'in, sunnetullah anla­mýnda kullanýlmýþ olduðu açýktýr. Kur'an'ýn pek çok ayeti de bu anlamýn daha doðru olduðunu teyit eder mahiyette­dir. [82] Nitekim görebildiðimiz kadarýyla müfessirler de bura­da söz konusu olan þeyin "öncekilerle ilgili sunnetullah" ol­duðu görüþündedirler. [83]

Sünnet kelimesinin çoðul þekli olan sünen iki yerde kul­lanýlmýþtýr. Bunlardan birisinde (Nisa: 4/26) sunnetu'l-evve­lîn'e. benzer bir ifadeyle, "sizden öncekilerin sünnetleri" olarak çevrilebilecek (sünen ellezîne min qablikum) tamla­masýnda yer almýþtýr. Söz konusu tamlamanýn bulunduðu ayet, Aile Hukuku ile ilgili hükümlerin yoðunlaþtýðý bir at­mosferde geçmektedir. Bunun yanýnda "Allah sizleri, sizden öncekilerin sünnetlerine ulaþtýrmak ister..." ifadesi de bura­da mevzubahis olan olgunun diðerlerinden farklý olabilece­ðini düþündürmektedir. Tefsirlere baktýðýmýzda, bu ifadenin birbirine yakýn olmakla birlikte, Râzî'nin de özetlemiþ oldu­ðu üç ayrý tarzda yorumlanmýþ olduðunu görüyoruz. [84]

1) “Bu ayetlerle helâl veya haram olduðu bildirilen hususlar sizden önceki bütün þeriatlarda da ayný idi, Allah size bu hükümleri beyan etmekle, sizleri onlarýn yollarýna ilet­mek istiyor.”[85]

2) “Allah sizden öncekilere olduðu gibi, size de ilâhî hüküm­lerin hedeflerini, güdülen maslahatlarý açýklamak istiyor. Zira þeriatlarda bazý hüküm deðiþiklikleri olsa da, hedef­ler haddizatýnda aynýdýr.” [86]

3) “Allah size, sizden önceki hak ehlinin -ki bunlar peygamberler ve sâlihlerdir- yaþam tarzlarýný gösterir ki, bâtýldan kaçýnýp, hakka sarýlasýnýz.”[87]

Bunlarýn dýþýnda yeni bir yorum getirmek güç görünü­yor. Bu durumda sünen ellezîne min qablikum'un en uy­gun anlamý "sizden öncekilere çizilen yollar" veya "sizden öncekilerin yaþam tarzlarý" olabilir. Daha önceki kullanýmla­rýnda sünnet kelimeleri "Allah'ýn uygulamasý" olarak çevril­meye elveriþliydi. Baþka bir ifade ile daha önceki kulla­nýmlar deskriptif bir yasallýðý anlatýrken, burada ayný keli­meyle normatif bir yasallýk dile getirilmiþtir. Týpký bir önceki bölümde zikredilen bir hadiste olduðu gibi:

"Sizden önce­kilerin sünnetlerine karýþý karýþýna uyarsýnýz...". Kelimenin asýl anlamýný hatýrlayacak olursak, her iki kullanýma da elve­riþli olduðunu görürüz. Bu örnek, Kur'an'ýn sünnet kelime­sini tek bir anlama hasretmediðini, yani kelimeyi kavramsal bir çerçevede deðil, sözlük anlamýyla kullandýðýnýn en yalýn göstergesidir.

Sunnetullah ile anlamdaþ olup olmadýðýný incelememiz gereken son örnek, sünen kullanýmýdýr. Sünnet' in çoðul formu bu kez izafetten âri ve nekre -durumdadýr. Ayrýca içinde bulunduðu baðlam itibarýyla da özel bir anlam zen­ginliði söz konusu edilebilir. Kelimenin geçtiði ayetin sibakýnda Bedr, siyakýnda ise Uhud'tan söz edilmektedir. Ýþle­nen tema, zaferin sürekli olarak bir tarafa -inanan taraf da olsa- verilmeyeceði, galibiyetin belli þartlara baðlandýðý fik­ridir. Daha sonra bu özel alan aþýlarak yalanlayanlarýn ma­ruz kaldýklarý acý sona dikkat çekilir. Dikkat edilirse ayet he­men bütün bu konularý kapsamýna almýþtýr:

Sizden önce nice uygulamalar (sunen) geçti. O halde, yeryüzünde dolaþýn da, yalanlayanlarýn sonunun nasýl olduðuna bir bakýn!... [88]

Burada kelimenin çoðul olmasýnýn yanýnda, özellikle nekre oluþu ve herhangi bir isme izafe edilmemesi, âdeta yu­karýda ele aldýðýmýz farklý terkiplerle ifade edilen olgularýn hepsini içine alan bir mânâyý çaðrýþtýrmaktadýr. Bu durumda bu kullanýmýn sunnetullah anlamýna gelip gelmediðini tar­týþmak yerine, sunnetullah, sunnetu'l-evvelîn, sünnet men..., sunnetunâ kullanýmlarýnýn hepsini kapsayan genel bir ifade olduðunu söylemek sanýrýz daha doðru olacaktýr. Sünnet ke­limesine mesela 'kanun' anlamý verdiðimiz takdirde sunne­tu'l-evvelîn ve sunnetu men qad erselnâ... ifadelerinde ka­nun, konusuna izafetle "öncekilerle ilgili kanun" anlamýnda; sunnetunâ ve sunnetullah ifadelerinde ise kanuniyeti koya­na izafetle "Allah'ýn kanunu" anlamýnda kullanýlmýþtýr. Ama sünen ifadesi bizzat 'kanunlar'dan söz etmektedir.

Sonuç olarak, içinde sünnet kelimesinin yer aldýðý Kur'an ifadelerinin biri (Nisâ 4/26'daki kullaným) dýþýnda hepsi­nin sunnetullah ile anlamdaþ kabul edilebileceði görülmek­tedir. Bütün bu kullanýmlarý kuþatýcý mahiyetteki sünen ifade­si yerine, sunnetullah ifadesinin yaygýnlaþmasýnýn nedeni taðlîb ilkesi olsa gerektir (bu noktada, eldeki çalýþmada da bu ilkeye riayet edildiðini, dolayýsýyla sunnetullah denildiðinde anlamdaþlarýnýn da kastedildiðini belirtmekte yarar var).

Burada iþaret edilmesi gereken bir diðer önemli konu da, sünnet kelimesinin daha önce [89] tespit ettiðimiz karakterleri ile, sunnetullah ve eþanlamlýlarýnýn Kur'an'da kullanýlýþý ara­sýndaki paralelliktir. Sünnet kelimesinin söz konusu temel karakterlerini göz önünde bulundurarak bu ifadelerin Kur'­an'da geçtiði yerlere bakýlacak olursa, bu karakterlerin pekiþtirildiði görülür.

Süreklilik karakteri "olagelmiþtir, daha önce de olmuþ­tur" anlamýndaki (qad halet) [90] ve (qad madaîf) [91] ifadeleriyle âdeta teyit edilmektedir. Bu, bir bakýma sunnetullah''ýn ke­sintisizliði konusunda muhataba yönelik bir uyarý niteli­ðindedir.

Ayný teyit standartlýk ve orijinallik karakterleri için de geçerlidir. Sunnetullah'da tebdil ve tahvil'in bulunmayýþý[92], standartlýðýn teyit ediliþi olarak karþýmýza çýkarken, ifadenin Kur'an'da sözdizîmi içindeki konumu pek çok müfessire ori­jinallik fikrini telkin eden bir unsur görevi yapmýþtýr. Sunne­tullah ifadesinin âmilsiz mansûb olduðu, yani özne konu­munda bulunduðu halde, nesne formunda kullanýldýðý yer­ler vardýr. [93] Bu durumda, genelde olduðu gibi okuyucu metni anlayabilmek için bir âmil takdir etmek zorundadýr. Bu, bir bakýma kelimenin mansûb oluþuna anlam yükleme olarak kabul edilebilir. Müfessirler genellikle benimsedikleri takdir biçimiyle; bu durumun, sunnetullah' ý Allah'ýn vaz ve ihdas ettiði anlamýný içerdiðini söylemek istemiþlerdir [94]. Ni­tekim sunnetullah terkibi bünyesinde sünnet kelimesinin bizzat Allah'a izafe edilmiþ olmasý da, bu olgunun Allah'a özgülüðü fikrini zaten içermektedir.[95]

 
c- Sünnetullah Ýfadesinin Kavramlaþma Süreci: Kuran-Sonrasý Kullanýmlar
 

Kur'an'daki sunnetullah ifadesi Ýslam kültür tarihinde hep deskriptif bir yasallýðýn ifadesi olarak algýlanmýþtýr. Ne var ki, bu yasallýðýn alaný söz konusu edildiðinde, bu görüþ birliðinin, yerini pek çok farklý görüþ ve yorumlara terk et­miþ olduðunu görüyoruz. Bu da, bir kavram olarak 'sünnetullah'ýn alanýný tespit edebilmek için, Kur'an'a dönüp, ön­celikle sorunun cevabýný orada arama zorunluluðunu ortaya çýkarmaktadýr. Ancak buraya geçmeden önce, ulaþabildi­ðimiz kaynaklara yansýdýðý ölçüde, Ýslam düþünce tarihinde 'sunnetullah' ile neyin anlaþýlýp neyin anlatýlmak istendiðini özetlemeye çalýþacaðýz.

Böyle bir çalýþma için ilk akla gelen malzeme, hiç þüp­hesiz ilk dönemlerden itibaren yazýlmýþ eldeki tefsir literatürü olacaktýr. Fakat þu bir gerçek ki, sunnetullah ve eþan­lamlýlarýnýn Kur'an'daki kullanýlýþýyla ilgili yorumlarý içeren bu kaynaklarda, söz konusu çok sesliliði yakalamak müm­kün deðildir. Zira içinde bulunduðu kur'anî baðlam, sunnetullah ifadesine çok farklý anlamlar yüklenmesine elvermemiþ; bu ifade ancak bu doðal baðlamýndan uzaklaþtýrýldýðý ölçüde farklý anlamlar kazanmaya baþlamýþtýr.

'Sünnetullah' terim kavramýnýn[96] Ýslam düþünce tarihin­deki seyrini, farklý disiplinler veya ekoller açýsýndan sistema­tik veya kronolojik olarak ele almak mümkündür. Ancak, gerek herhangi bir disiplinin bütün literatürünü taramadan, 'sünnetullah'ýn o disiplinde hangi anlamda kullanýldýðýný an­layabilmenin zorluðu, gerekse konumuza ilgisi nîsbetinî ol­dukça aþan bir özel incelemeye ihtiyaç duyurmasý, bizi daha genel anlamda ipuçlarý aramak ve bu ipuçlarýndan hareketle bir deðerlendirmeye gitmek yoluna itmiþtir.

Sünnetullah’ýn Kur'an'daki kullanýmý ve buna baðlý ola­rak ilk dönemlerdeki anlaþýlýþý ile, kavram olarak bugün ulaþtýðý anlam zenginliðine bir arada baktýðýmýzda, oldukça bariz bir anlam kaymasýnýn vaki olduðunu görmekte güçlük çekmeyiz. Daha sonralarý yüklenen anlamlardan, özellikle de tabiat kanunlarý olarak belirlenen anlamdan soyutlana­rak kavramý kendi tabiî baðlamýnda ele almaya çalýþacak olursak görürüz ki; her ne kadar kanuniyet fikri yoðun bir þekilde kendisini ele veriyorsa da, bu kanuniyetin konusu olarak fizik alaný akla getirecek en ufak bir ipucu bulmak âdeta ustalýktan da öte bir güce ihtiyaç duyurmaktadýr. Biz­ce açýk olan bu anlam kaymasýyla baðlantýlý diðer bir gerçek de, zaman içinde sünnetullah ile eþanlamlý kullanýlýr hale gelen bir diðer terimin varlýðýdýr. Kasdettiðimiz eþanlamlý 'âdetullah terimidir. Sanýrýz bu eþanlamlýlýðýn nasýl oluþtuðunu tahlil etmek konumuz açýsýndan önemli tespitlere yol açacaktýr.

Hicrî III. yüzyýlda felsefî tartýþmalarýn Müslüman çevreye sirayetiyle birlikte, Müslümanlar ithal ettikleri problematiklere ait yeni birçok kavramý kendi dillerine uyarlama gere­ðini duymuþlardý. Özellikle doðuþ devri felsefî problemleri­nin özelliði gereði, âlemin iþleyiþ tarzýyla ilgili sorularý eksen alan tartýþmalar öncelikli konular arasýnda yer alýyordu. [97] Daha sonralarý da, hatta bugün bile ayný önemi koruyacak olan bu konular, âlemin iþleyiþinde Allah'ýn bir müdahale payý olup olmadýðý, mucizenin imkaný gibi problemleri de içermekteydi. Bütün bu tartýþmalarda olaylar arasýndaki ne­denselliði ifade etmek için, "olagelen, alýþýlmýþ, olaðan, nor­mal [98] anlamlarýna gelen 'âdet kelimesi tercih edilmiþtir. Me­sela Mu'tezilî olarak bilinen er-Rummânî (h.296-386), Kur’an'ýn i'câz'ýný izah ederken, onun mu'ciz oluþunun bir yö­nü olarak, nazým itibarýyla olaðanüstülüðünü (hâriç 'ani'l-'âde) gösterir. [99] Burada 'âdet kelimesinin, alýþýlagelen, þim­diye kadar görülen, olaðan anlamlarýnda kullanýldýðý açýktýr. Ayný eserde Kur'an'ýn i'caz yönlerinden birisinin de diðer mucizelere benzemesi olduðu açýklanýrken 'âdet kelimesi açýkça fiziksel kanunlar anlamýnda kullanýlmaktadýr [100].

Rummânî ile çaðdaþ bir muhaddis olan el-Hattâbî (h.319-382)'nin de ayný kelimeyi ayný iki anlamda kullanmýþ olma­sý [101] o dönemde fizik kanunlarýný ifade etmek için 'âdet kelimesinin tercih edildiðini göstermektedir.

Ancak, yaklaþýk bir asýr sonrasýna ait bir baþka eserde söz konusu kelimenin Allah'a izafetle kullanýldýðýný müþahede etmekteyiz. Meþhur kelamcý el-Cuveynî (ö:h.478), mucizele­rin vukuunu ispatlamaya çalýþýrken, kelimeyi tabiat kanun­larý anlamýnda kullandýðý gibi [102] bir baþka yerde de ayný ke­limeyi Allah'a izafe ederek kullanmakta [103] ve 'âdet'e aykýrý oluþunu gösterdiðini kabul ettiði mucizelerin, Allah'ýn kendi 'âdet'ini bozmasý suretiyle gerçekleþtiðini söylemektedir. Buradan da anlaþýlýyor ki, o 'âdet kelimesini tabiat kanunlarý anlamýnda kullanmaktaydý.

Bu terkibin ilk olarak ne zaman ortaya çýktýðýný kesin ola­rak bilmiyoruz. Ancak yukarýdaki örnek en azýndan yaklaþýk olarak 'âdetullah'ýn kullaným alanýna çýktýðý dönem ve han­gi anlamda kullanýldýðý konusunda fikir vermektedir. [104] Bura­da asýl önemli olan 'âdet kelimesinin önceki örneklerde görülen anlamlarýný olduðu gibi yeni terkibe de taþýmýþ ve alýþýlagelen anlamlarý paralelinde çaðrýþýmlara yol açmýþ ol­masýdýr. Kelimenin bu yeni terkibe girmesinde, günlük konuþma dilindeki anlamlarýnýn ötesinde, "tabiat kanunlarý" olarak belirlenen felsefî anlamýn rol oynamýþ olduðu, açýktýr.

Özellikle Gazzâlî (450-505/1059-1111) ve sonrasý dö­nemde 'âdetullah’ýn tam anlamýyla sunnetullah’ýn eþanlamlýsý durumuna geldiðini biliyoruz. [105] Ancak, açýk olmamakla birlikte; meselâ Cuveynî'nin, 'âdetullah dediði olgunun de­ðiþmezliðini eksen alan tartýþmalara girmiþ olmasý [106] bu ifa­denin daha baþýndan sunnetullah ile eþanlamlý kullanýlmak­ta olduðunu düþündürmektedir.

Ýslam düþünce tarihinde en yoðun tartýþmalardan birine konu olan mu'cize probleminin Müslümanlar’ýn gündemine girmesiyle, sözünü ettiðimiz eþanlamlýlýðýn ortaya çýkmasý­nýn ayný zamana tekabül etmesi, kanaatimizce üzerinde du­rulmasý gereken bir noktadýr. Tabiat kanunlarýnýn 'âdetullah olarak isimlendirilmesi, onlarý Kur'an'ýn sunnetullah’ýn de­ðiþmeyeceðine dair beyanlarýnýn teminatý altýna almýþ olu­yordu. Bunun zorunlu bir sonucu olarak Müslüman düþü­nürler, bir yanda Allah'ýn deðiþmez âdeti (sunnetullah), bir yanda bu âdete (tabiat kanunlarý) aykýrý oluþum gösteren mucizeler arasýnda bîr tercihte bulunma; ya da -bizce asýl itibarýyla uzlaþmaz nitelikteki- bu iki olgu arasýnda bir uzlaþma zemini arama durumuyla karþý karþýya gelmiþ oluyor­lardý.

'Sünnetullah' terimi, XIX. yüzyýlýn sonlarýna doðru, bu kez de Müslümanlar'ýn pozitivizmle tanýþmasýyla yeniden güncellik kazanýyordu. Evrenin birtakým kanunlara göre iþ­lediði fikrinin Kur'an'a aykýrý olmadýðý, aksine Kur'an'ýn ev­reni düzenli bir yapý olarak takdim ettiði gibi söylemlerin ön plana çýkarýldýðý bu dönemde, deðiþmezliði vurgulanan bir kanuniyetten sözeden bu terim, yine tabiat kanunlarý an­lamýnda kavramlaþtýrýlýyordu[107].

Ancak XX. yüzyýl içerisinde ve belki kýsmen de XIX. yüzyýl sonlarýnda, 'sünnetullah' terimine yüklenen anlam, düþünce hayatýndaki deðiþikliklere baðlý olarak deðiþim gösteriyor ve bu kez, terimimizin fizik alandan çok, sosyal alanda geçerli bir kanuniyeti ifade ettiði kanaati kendini gösteriyordu [108]. Bu ani dönüþün temelinde de hiç þüphesiz, daha önceki anlam kaymalarýnda olduðu gibi pek çok etken yatmaktaydý. Bütün bu etkenleri burada etraflýca ele alma imkanýmýz yok. Ancak þu kadar var ki, bu âmiller Ýslam dünyasýndaki -deyim yerindeyse- uyanýþa baðlanabilecek niteliktedir. Bu dahilî farktörün yanýsýra, gerek fizik kanun anlayýþýndaki köklü devrim[109] gerekse sosyolojinin sistem­leþmeye baþlamasýyla birlikte, sosyal olaylarýn da kanuniyeti bulunduðu fikrinin billurlaþmasý da haricî birer faktör olarak düþünülebilir.

Sonuç olarak, son yüzyýlda 'sünnetullah' kavramýnýn kur'anî baðlamýna daha yakýn bir anlam kazanmýþ olmasý, Müslüman düþünürlerin Ýslam dünyasýnýn içinde bulunduðu olumsuz durumun çözümünü biraz da ahlâk alanýnda arama gereði duymuþ olmalarýnýn bir sonucu, deðilse bir göstergesidir.

Bununla birlikte bu son dönemin, kavrama yüklenen an­lamlar bakýmýndan en mozaik dönem olduðunu söylemek, sanýrýz gerçeði saptýrmak olmaz. Zira bu dönemde, en son sözünü ettiðimiz bakýþ açýsýna sahip olanlarýn yanýnda, 'sünnetullah'ýn hâlâ tabiat kanunlarýnýn Kur'an'daki ismi ol­duðunu söyleyenler  [110] hatta terimi geliþigüzel anlamlarda kullananlar  [111] da yok deðildir. Burada üzerinde durulmasý gereken nokta, bu alt bölüm­de vermeye çalýþtýðýmýz bütün kullanýmlarda Kur'an'a -açýk­tan veya zýmnen- atýfta bulunuluyor olmasýdýr. Bu atýflarýn anlamý, kullanýlan kavramlarýn Kur'an'da geçen sunnetullah ile ayný olduðunu ihsas etmektir. Dolayýsýyla Kur'an'dan baðýmsýz bir kavram deðil, bir Kur'an ifadesinin kavramlaþtýrýlmasý söz konusudur. Sunnetullah ifadesi kavramlaþtýktan sonra ise, Kur'an metnindeki baðlamý ne olursa olsun, sabit bir anlam ifade edecektir. Bugün bu anlamýn oldukça yaygýn bir biçimde tabiat kanunlarý olarak belirlendiðini ra­hatlýkla söyleyebiliriz. [112]


[1] Muhammed Fuâd Abdülbâkî, el-Mu 'cemu 'l-Müfehres li Elfâzý'l-Kur'âni 'l-Kerîm, (Ýstanbul, 1986), "kvm" md., s.582-587

[2] el-Hucurât: 49/11

[3] Ýmâduddîn Ebu'1-Fidâ Ýsmail b. Umer b. Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, (Ýstanbul,1985), VII, 356.

[4] Ebu'l-Fazl Muhammed b. Mukerrem b Alî b Manzûr, Lisânu'l-Arabi'l-Muhît, (Beyrut, ts.), "kvm"md., III, 195.

[5] Ýbn Manzur, a.y

[6] M. Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur'ân Dili, Sadeleþtirilmiþ bs., (Ýstanbul, ts.), VII, 205

[7] Ýbn Manzur, a.g.e., "kvm" md., III, 195

[8] Ýbn Manzur,a.e., "kvm" md., III, 191-192

[9] er-Râd: 13/11

[10] Ýbn Manzur, a.g.e., II, 986

[11] Toshihîko Ýzutsu, Kur'ân 'da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Sefahattin Ayaz, (Ýstanbul, ts.), s.84-85. Kavmiyetçi dayanýþma ruhunun güzel bîr anlatýmý ve ilginç örnekler için bkz. Ýzutsu, a.e., s.84-93.

[12] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayýnlarý: 21-23.

[13] Râgýb el- Ýsfahani, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, (Mýsýr, 1970), "mil" md., s.716; Ýbn Manzûr, a.g.e., "mil" md., s.531

[14] el-Ýsfahânî, a.e., "mil" md., s.717

[15] Ateþ, a.g.e., I, 230

[16] Yazýr, a.g.e., I, 400.

[17] Ýbn Manzûr, a.g.e., "mil" md., III, 531

[18] Abdulbâkî, a.g.e.,"mil" md., s.676

[19] Ateþ, a.g.e., I, 230

[20] Al-i Ýmrân: 3/95

[21] Sâd: 38/7

[22] el-A’râf: 7/88

[23] el-Ýsfahânî, a.g.e., "mil" md., s.717.

[24] Ýbn Manzûr, a-g.e., "mil" md., III, 531

[25] el-Bakara: 2/120

[26] Yûsuf: 12/37.

[27] Millet kelimesinin semantik incelenmesi için bkz. Ali Bulaç, Ulus Devletin Suistimal Ettiði Terim: Millet, Nehir, sayý 2, Temmuz-Aðustos, 1993, s.38-43; Ahmet Özalp, "Millet" md., ÞÝA, IV, 192 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayýnlarý: 23-24.

[28] Ýbn Manzur, a. g. e., “umm” md., I 102-103.

[29] Abdulbaki, a.g.e., “umm” md., s.80.

[30] Hud: 11/8.

[31] Yusuf: 12/45.

[32] Ez-Zuhruf: 43/22-23.

[33] El-En’am: 6/38.

[34] Ýbn Manzur, a.g.e., “umm” md., ÝA, X III, 103

[35] Nihad M. Çetin, “Ümmet” md., s.27.

[36] El-Ýsfahani, a.g.e., “Ümmet” md., ÝA, XIII, 103.

[37] Yazýr, a.g.e., I, 420.

[38] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayýnlarý: 24-26.

[39] Ýbn Manzûr, a.g.e., "sün" md., II, 222-223; Pahruddîn er-Râzî, Tefsîru'l-Kebîr, (Tahran, ts), IX. 11; Ateþ, a.g.e., 11,113; Rýzâ,a.g,e., IV, 115.

[40] Razi, a.g.e., IX, 11.

[41] Rýzâ, a,g.e, IV, 115

[42] el-Ahzâb: 33/38.

[43] el-Ahzâb: 33/62

[44] Fâtýr: 35/43

[45] el-Mü’min: 40/85.

[46] el-Feth: 48/23

[47] "Sizden önce de yasalar uygulanmýþtýr. Yeryüzünde dolaþýn da yalanlayýcýlarýn sonu­nun nasýl olduðunu görün." Al-i Ýmrân: 3/137; "Allah size (helal ve haram olaný) açýklamâk ve sîzi, sizden öncekilerin yasalarýna iletmek ve günahlarýnýzý baðýþlamak isti­yor." en-Nisâ: 4/26; "Ýnkâr edenlere söyle: Eðer vazgeçerlerse, geçmiþteki (günahlarý) kendilerine baðýþlanýr, yok yine (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin (baþlarýna gelen Allah) kanunu geçmiþtir (bunlarýn da baþýna gelecektir. Onu beklesinler)." el-Enfal: 8/8; "Kendilerinden öncekilerin adeti (inkarcýlarýn mahvedileceði kuralý) geçtiði halde yine de ona inanmazlar." el-Hicr: 15/13; "Senden önce gönderdiðimiz elçilerimizin de yasasý (budur). (Peygamberlerini aralarýndan çýkaran toplumlar onlarýn ardýndan mah­volmuþlardýr). Bizim yasamýzda bir deðiþiklik bulamazsýn." el-Ýsrâ: 17/77; "Kendile­rine hidayet geldiði zaman insanlarý inanmaktan ve Rablerine istiðfar etmekten alýkoyan þey, ancak evvelkilerin yasasýnýn kendilerine de gelmesi(ni), yahut azabýn açýkça karþý­larýna gelmesi(ni beklemeleridir)." el-Kehf: 18/18.

[48] Örneðin bkz. Bayram Altan, "Sünnetutlah" md., ÝBA, III, 141; Muhiddin Baðçeci, "Sünnetullah" md., ÞÝA, V, 463-465.

[49] Al-i Ýmrân, 3/137

[50] Râzî, a.g.e., IX, 12

[51] Râzî, a.y

[52] Râzî, a.e., XXVII, 92

[53] Muhammed Hamidullah, "Sünnet" md., ÎA, XI, 242.

[54] Muhammed Kutub, Kur 'ân 'ý Nasýl Okuyalým?, s.50.

[55] Roger Graudy, Ýslâm ve Ýnsanlýðýn Geleceði, çev. Cemal Aydýn, (Ýstanbul, 1991), s.5

[56] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayýnlarý: 27-30.

[57] bkz.: Izutsu, Toshihiko, Kur'an'da Allah ve Ýnsan (terc. Süleyman Ateþ), Ankara, t,y., s. 89.

[58] bkz.: "Yerel Arka-plan: Kur'an'ýn ilk Hitap Çevresi", s. 89-96

[59] Bu noktada, Kur'an kelimelerinin Kur'an'ýn indiði dönemden önceki anlamlarýnýn Kur'an'ý anlamada önemli olmadýðý yönündeki kanaate katýlmadýðýmýzý ifade etmek isteriz. Söz konusu kanaate sahip olan­larýn gerekçeleri için msl. bkz.: Izutsu, age., s. 36

[60] bkz: Aksan, Doðan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, An­kara 1982, III. 213 vd.

[61] bkz: Aksan, Doðan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi (Ana Çizgileriyle), Ankara 1978, s. 38

[62] Kullanýlan teknik terimler için. bkz: TDK, Dilbilim ve Dilbilgisi Te­rimleri Sözlüðü (Yönetim: Berke Vardar), Ankara 1980.

[63] Temel anlam ve yan anlamlarla ilgili açýklama ve örnekler için bkz: Aksan, Anlambilimi..., s. 56 vd.

[64] Burada “Savvara’þ-þey”in ihdas etmek þeklinde tercümesi Fazlur Rahman’a aittir. Bkz. Ýslamic Metodology in History, Lahore, 1965, s. 2. “to fashion a think or produce it as a model”; krþ.: ez-Zebidi, Muhammed Murtada (ö.h.1205), Tacu’l-Arus min Cevahiri’l-Qamus, Mýsýr, 1306, V. 243; el-Gevheri Ýsmail b. Hammad (ö.h.393-400?) es-Sýhah (tahk.:A. Abdulðafur ‘Attar), Mýsýr, t.y. III. 2139; ez-Zencani, Mahmud b. Ahmed, Tehzibu’s-Sibab (tahk. A. Harun, A.A. ‘Attar), Mýsýr, t.y.III.847.

[65] bkz: Ýbn Manzûr, Lisânu'l-'Arab, Beyrut 1956, XIII. 225; el-Ezherî, M. b. Ahmed, Tebzîbu'l-Luða (tahk.: A.A. el-Berdûnî), t.y., y.y., ed-Dâru'1-Mýsriyye, XII. 306:

[66] Wensinck, Miftâh Kunûzi's-Sunne (terc: M.F. 'Abdulbâqî), Mýsýr 1934, s. 246

[67] Curcânî (ö:h.8l6) de sünnet kelimesinin tanýmýný yaparken benzer bir mülahazaya yer vermektedir, bkz.: et-Ta'rîfât, Beyrut 1983, s. 122

[68] Ýbn Fâris, Ahmed (ö:h.395), Mu'cem Maqâyîsi'l-Luða (tahk.: A. Hârûn), Kahire 1368, III. 60-6l

[69] Dikkat edilecek olursa anlam ilgisi, olup-biten deðil, süren bir bo­yuta sahip olan koþmak, yürümek, akmak vb. fiilleri ifade eden bir kelimeyle açýklanmaktadýr

[70] Ýbn Fâris, III. 61

[71] krþ: Ýbn Manzûr, II. 222

[72] er-Râzî Fahruddîn, Mefâtihu'l-Ðayb (et-Tefsîru'l-Kebir), Tahran, t.y. IX. 11

[73] bkz: Ezberi, XII. 300

[74] bkz: Ýbn Fâris, III. 61; îbn Manzûr, XIII. 226

[75] Fazlur Rahman, Ýslamic Methodology, s. 3

[76] krþ.; Guraya, Muhammed Yousuf, "The Concept of  Sunnah", Islamic Studies, XI (March, 1972), no: 1, s. 39

[77] Izutsu, kelimelerin bu anlamlarýna esas mânâ diyor: -Her kelime­nin kendine özgü bir mânâsý vardýr ki, biz o kelimeyi bulunduðu münâsebet sistemi dýþýnda da mütâlâa etsek, kelime yine o mânâyý taþýr-, bkz.: Kur'an'da Allah ve Ýnsan, s. 21

[78] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an Ýfadesinin Kavramlaþmasý, Fecr Yayýnlarý: 45-54.

“Muqâtil b. Süleyman (ö: h-150), Tefsir (yazma), Serez-245, v. 167-a; Ebû'l-Leys es-Semerqandî (ö: h. 373-393?), Tefsir (yazma), Hekimoðlu-17, v. 208-a; Mekkî b. Ebî Tâlib (ö: h. 437), Tefsir (yazma), Yozgat-88, v. 149-b; Taberî, IX. 247-248; Ebû'l-Ferec Ýbnu'l-Cevzî (ö; h. 597), Zâdu'l-Mesîr fî Ýlmi't-Tefsîr, 1964, y.y., III. 356-357; Râzî, XV. 162; el-Merâðî, A. Mustafâ, Tefsir, Mýsýr 1974, IX. 207; et-Tabatabâ’i, M. Hüseyn, el-Mîzân fî Tefsîri'l-Qur'ân, Beyrut, 1974, IX, 75; Reþîd Rýdâ, Tefsîru't-Qur'âni'l-Hakîm (el-Menâr), Beyrut, t,y. (II. baský), IX. 665; Seyyid Qutub, Fî Zýlâli'l-Qur'ân, Beyrut, t.y., IX. 265

[80] bkz.: Ebû'l-Leys, 1946; Mekkî, 206-a; Taberî, XIV. 9-10; ez-Zemah-þerî, Mahmûd b. 'Umer (ö;h-538), el-Kesþâf Beyrut, t.y., II. 388; Râzî XIX. 164-166; Merâðî, XIV. 10.

[81] bkz.: Ebû'l-Ferec, IV. 385; Tabatabâ’i, XIV. 134

[82] msl. bkz.: Yûnus 10/51, 90-91, 96-97 vd.

[83] bkz.: Muqâtil, v. 285-a; el-Ferrâ', Yahya b. Ýyâd, Me'ânî'l-Qur'ân, Beyrut 1980, II. 147; Mekkî, v. 238-a; Taberî, XV. 266-267; Râzî XXI. 140-441; Zemahþerî, II. 489; Tabatabâ'î, XV. 332; Merâðî, XV. 167; S. Qutub, XV, 103-104

[84] bkz.: Râzî X. 66

[85] krþ.: el-Hâzin, 'Alî b. Muhammed (ö: h. 725), "Lubâbu't-Te'vîi fi Me'â-nî't-Tenzîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, Beyrut, t.y., II. 56; el-Fîrû-zâbâdî, Muhammed b. Ya'qûb (ö: h. 817), "Tenvîru'l-Miqbâs min Tefsîri Ýbn 'Abbâs", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, a.y.; Merâðî, V, 13-14; Derveze.M. 'Ýzzet, et-Tefsîru't-Hadîs, y.y., 1962, VIII, 266

[86] krþ.: Hazin, II. 56; S. Qutub, II. 631

[87] krþ.: Taberî, V. 26; Zemahþerî, I. 521; Ebû'l-Ferec, II. 59; el-Beydâvî, 'Abdullah b. 'Umer (ö:h.685-692?), "Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'-vîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsýr, il. 56; en-Nesefî, 'Abdullah b. Ahmed (ö:h.701), "Medâriku't-Tenzîl ve Haqâ'iqu't-Te'vîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, a.y.; Ýbn Kesir, Ýsmâ'îl (ö:h.774), Tefstru'l-Qur'âni'l-'Azîm, Ýstanbul 1985, II. 233; eþ-Þevkânî, Muhammed b. 'Alî (ö:h.l250), Fethu'l-Qadîr, Beyrut, t.y., I. 521

[88] Âl-i Ýmrân: 3/137.   

[89] bkz.: "Sünnet Kelimesinin Anlam Alaný", s. 45-53

[90] Âl-i Ýmran: 3/137; Hicr 15/13; Gâfir (Mü'min) 40/85; Feth: 48/23

[91] Enfal: 8/38

[92] Ýsrâ: 17/77; Ahzâb: 33/62; Fâtýr: 35/43; Feth: 48/23

[93] Ýsra: 17/77; Ahzâb: 33/38, 62; Mü'min (Gâfir) 40/85; Feth 48/23

[94] bkz.: Taberî, XXII. 15; Zemahþerî, III. 264: Ayrýca bkz.: Tabatabâ'î, XXVI. 287

[95] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an Ýfadesinin Kavramlaþmasý, Fecr Yayýnlarý: 55-63.

[96] Sünnetullah ifadesinin Kur'an-sonrasý kullanýmlarý hemen hemen is­tisnasýz, kavramsal bir çerçevede gerçekleþmiþtir. Bu bölümde bir terim /kavram olarak sünnetullah'ýn geçirdiði anlam deðiþiklik­lerini inceleyeceðimiz için, ''sünnetullah''dan söz ederken terim ve­ya kavram kelimelerini kullanacaðýz. Yani, "sünnetullah ifadesi" dediðimizde Kur'an'a, "sünnetullah terimi/kavramý" dediðimizde Kur'an-sonrasý kullanýmlara atýfta bulunmaktayýz

[97] bkz.: Bayrakdar, Mehmet,   Ýslâm Felsefesine Giriþ, Ankara 1988, s.88 vd.

[98] Âdet kelimesinin kökeni için bkz.: Ýbn Fâris, IV. 181-183

[99] bkz.: er-Rummâm, 'Alî b. Ýsâ, "en-Nuket fi" I'câzi'l-Qur'ân", Selâs Resâ'îl fî Ý'câzi'l-Qur'ân (tahk.: Halefullâh Muhammed Z. Selâm), Mýsýr, t.y., s. 102

[100] Age s 103

[101] bkz.: el-Hattâbî, "Beyân Î'câzi'l-Qur'ân", Selâs Resâ'il fî Ý'câzi'l-Qur'ân, s. 20

[102] bkz.: el-Cuveynî, 'Abdulmelik b. 'Abdillâh Luma' fî Qavâ’id Ehli's- Sunne (tahk.: Michel Allard), Beyrut 1968, s. 169:1

[103] bkz.: age., s. 171

[104] Esasen âdet kelimesinin daha erken kullanýmlarýnýn tahlili, bizi âdet' in AlIah'a izafesi konusunda daha geri tarihlere götürebilir; msl. bkz.; el-Eþ'ari, Ebû Mûsâ, Kitâbu'l-Luma', Beyrut 1953, s. 57: ayrýca bkz.: Mekkî, v.235-b.

[105] bkz.: Ýbn Ruþd, Muhammed b. Ahmed (ö:h.590, Tehâfutu't-Tehâfut (neþr. M. Bouyges), s. 523; en-Nâblûsî (ö:m.l731), Reddu'l-Câbil ilâ's-Savâb fî Cevaz Ýdâfeti't-Te'sîr ilâ'l-Esbâb (yazma), Esad Ef.-3606-2, v. 4-b; Râzî XXV. 213; Akþemseddin, Mehmed b. Hamza, Hall-i Müþkilât (yazma), MiIlet-260, v. 31-b

[106] Ayrýntýlý bilgi için bkz.: Dað, Mehmet, "Ýmam El-Harameyn El-Cüveynî'de Nedensellik Kuramý", 19 Mayýs ÜÎFD., Sayý: 2, s. 40 vd

[107] Örnek olarak bkz.; Mûsâ Cârullah Bigi (Ö;m.l949), Kitâbu's-Sunne, Phobal 1945, s. 5-6; Ahmed Naim, Ablâk-ý Ýslâmiye Esaslarý, Ýstan­bul 1340-1343, s. 35; Ýzmirli Ýsmail Hakkt (ö:m. 1946), Yeni Ýlm-i Ke­lam (haz.: Sabri Hizmetli), Ankara, 1981, s. 165; Abduh, Muhammed (ö:m.l905),  Tevhid Risalesi (tere:  Sabri Hizmetli), Ankara 1986, s. 207-208

[108] Örnek olarak bkz.: Abduh, age., s. 157, Faztur Rahman, Ýslamiyet ve Ýktisadî Adalet Meselesi (tere. Y. Ziya Kavakçý), Erzurum 1976, s. 15; 'Arcûn, Muhammed es-Sâdýq, Sunenullah fî'l-Muctema' min Hîlâli'l' Qur'ân, 1984, y.y., s. 11

[109] Mekanist âlem anlayýþýnýn gerilemesine yol açan geliþmeler ve do­ðurduðu sonuçlarla ilgili olarak bkz.; Poincare, Henry, Son Düþün­celer (.lete. H.R. Atademir, S. Ölçen), Ýstanbul 1986, s. 20; Bolay, S. Hayri, Felsefî Doktrinler Sözlüðü, Ýstanbul 1984, s. 63; Kuyaþ, Ni­lüfer, "önsöz", Bilimsel Devrimlerin Yapýsý, T.S. Kuhn, (tere: Nilüfer Kuyaþ), Ýstanbul 1982, s. 11-12

[110] Örnek olarak bkz.: Sýddýkî, Muhammed, Bilimin Ýslamî Temelleri (tere: Recep Þentürk), Ýstanbul 1983, s, 74-75; Beheþti, M.H.- Bahonar, C, Ýnsan ve Tarih (tere. Ahmet Erdinç), Ýstanbul 1989, s. 32-33; el-Ðamrâvî, M. Ahmed, FîSunenillâhi'l-Kevniyye, 1936, y.y.; Halil, Muhammed Reþad, el-Menhecu'l-Ýslâmî li Dîrâseti't-Târîh, Riyad 1983, s. 101

[111] Örnek olarak bkz.: Karlýða, Bekir, "Önsöz", Kur'an'ý Anlamak, Mevdudî,(terc. Bekir Karlýða), s.11-12; Öztürk, Y. Nuri, Ýþte Ýslam, Ýstan­bul 1989, s.12,17-18,41-42; Ýktibas, "Kavramlar; Sünnetullah", Ýkti­bas, Nisan 1987, s, 6-7

[112] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an Ýfadesinin Kavramlaþmasý, Fecr Yayýnlarý: 65-72.


radyobeyan