Hicretten sonra By: Hadice Date: 13 Ocak 2011, 07:18:55
Hicretten Sonra
1244. Medine dönemi hakkýnda söyleyecek daha fazla sözümüz olduðu için, konumuzu alt baþlýklar altýnda ele almak istiyoruz:
Suffe ve Diðer Okullar
1245. Muhammed (AS), Medine’ye gelir gelmez içinde vakit namazlarýnýn kýlýnabileceði ve Ýslâmî eðitim-öðretim faaliyetlerinin yapýlabileceði bir bina inþa etmeyi düþündü. Bu iþ için uygun bir arsa satýn alarak üzerini düzelttirdi ve tuðladan bir bina inþa ettirmeye baþladý. Muhammed (AS) bu inþaatta sýradan bir iþçi gibi çalýþmakla kalmayýp, bir mimar-mühendis olarak yeteneklerini sergiledi. Gerçekten, binanýn kýble yönünü belirleyen de kendisi olmuþtur. Bilindiði gibi Müslümanlar dünyanýn neresinde bulunurlarsa bulunsunlar, namazlarýný kýlarken tek bir noktaya doðru yönelirler. Kýble denilen bu merkezî nokta daha önce Kudüs mabedi olarak belirlenmiþ iken, Resulullah (AS)’ýn Medine’ye hicretinin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra, Kudüs’deki mâbetten çok daha önce Mekke’de Ýbrahim (AS) ve oðlu Ýsmâil (AS) tarafýndan inþaallahâ edilen ve Tek ALLAH inancýna dayalý bir dinin ibâdet ihtiyaçlarýna tahsis olunan Ka’be, kýble olarak seçilmiþtir. Vaktiyle Kudüs istikametine dönüldüðünün izleri, Medine’nin Benû Seleme mahallesinde179 bulunan Ýki Kýbleli Mescit’te (Mescid-i Kýbleteyn) hâlâ muhafaza edilmektedir; Resulullah (AS) yeni kýble düzeni ile ilgili ayet kendisine nazil olduðunda bu mescitte bulunuyordu. Elinde ne bir pusula ne de daha baþka bilimsel alet olmaksýzýn, Resulullah (AS)’ýn Medine’deki mescidinden Mekke yönünü tam bir isabetle belirlemiþ olmasý oldukça dikkat çekicidir. Muhammed (AS)’in gençliðinde Kâ’be’nin yeniden inþaallahâsýnda çalýþmýþ olduðunu da yeri gelmiþken hatýrlatalým. Medine’deki bu cami-okul’un yapýmý sýrasýnda iþçilerin koro halinde söyledikleri þarkýlar da mâlûmumuzdur. Hurma aðaçlarýnýn kütük ve dallarý, bu yapýda sütun ve dam örtüsü olarak kullanýlmýþtýr.
1246. Bugün Mescid-i Nebevî denilen bu camide birbirinden ayrý üç bölüm vardý 1. Namaz kýlmaya tahsis edilen geniþ bir salon, 2. Okul olarak kullanýlan ve Suffe veya Zulle (üstü kapalý yer, gölgelik) denen bölüm ve 3. Resûlullah’ýn hanýmlarýna ayrýlmýþ birkaç küçük oda.
1247. Suffe Ýslâm’daki ilk “üniversite”dir. Resûlullah burada bizzat ders verirdi; ancak henüz iþin baþýnda bulunanlara okuma-yazmayý, Kur’ân’ý vs. öðretmek üzere kendisine yardýmcý olmak üzere baþka öðretmenler de görevlendirmiþtir. Bunlardan biri olan Ubâde ibn es-Sâmit, okuma-yazma ve Kur’ân öðretme iþiyle görevliydi.180 Aslýnda yazý uzmaný olan Abdullah ibn Sa’îd ibn el-Âs, Resûlullah tarafýndan “Hikmet Öðretmeni” olarak atanmýþtý.181 Muhammed (AS)’in okuma ve yazmaya verdiði önem, Bedir savaþýnda esir düþen müþrik düþman askerleri için fidye olarak adam baþýna 4.000 dirhem biçildiði halde, bunlardan okuma-yazmasý olanlarýn Medineli 10’ar Müslüman çocuðuna bu sanatý öðretmek suretiyle serbest býrakýlmasýný emretmesinden anlaþýlmaktadýr.182 Müslüman bir yazar, eserlerinden birine “Müslümanlarýn müþrik öðretmenler edinmesine izin verilmesi” baþlýðýný vermiþtir. Yine kaynaklardan birinde, bu müþrik öðretmenlerden birinin, herhalde Bedir’de uðradýklarý aðýr yenilginin intikamýný almak üzere, küçük öðrencileri fena halde dövdüðünü okumaktayýz.183
1248. Kur’ân dersleri, günlük ibadetler yerine getirilirken okunacak birkaç surenin öðretilmesinden ve ayrýca bunun belirli bir tonda ahenkli seslerle okunup tilâvet edilmesinden ibaretti. Ayrýca Kur’ân, inançlardan ve ilahiyatla ilgili kavramlardan, ayný zamanda birçok hukuk kuralýndan ve ahlâk esaslarýndan bahsettiðine göre, bu buyruklarýn gündelik hayata uygulanabilmesi için ayet metinlerinin açýklanýp yorumlanmasý gerekmekteydi. Bazý kiþiler Kur’ân’ý kendi aralarýnda konuþur gibi, kelimelerin son seslerine ve harekeleme ilkelerine pek dikkat etmeksizin telaffuz edip, ayrýca tecvit kurallarýna uymaksýzýn okuyorlar ve durak yerlerine dikkat etmiyorlardý. Resûlullah bu þekilde okumayý yasakladý. Kimileri ise sanki mekanik bir görevi yerine getirir gibi çok hýzlý bir biçimde tilâvet ediyorlardý. Bunlar da, az ve fakat düzgün bir biçimde, ayetlerin anlamýný düþünüp tefekkür ederek okumalarý konusunda uyarýlmýþlardýr.
1249. Suffe, ayný zamanda Medine’de kalacaklarý bir evi olmayanlar için geceleri bir yurt-yatakhâne olarak da kullanýlmaktaydý. Ýslâm’ýn temel kurallarýný öðrenmek üzere dýþardan gelen yabancýlar da burada kalmaktaydý; bunlar kendi memleketlerine dönmeden önce burada bir süre kalýyorlardý. Bir defasýnda buraya, Temim kabilesinden 80 kadar insan yerleþtirilmiþti.184 Medineli cömert insan Sa’d ibn ‘Ubâde, her gün buradaki 80 öðrenciye yemek temin ederdi.185 Bir dönem Suffe’deki öðrenci sayýsý 400’e kadar çýkmýþtýr. Muhtemelen bu sayýya yerli ve yabancý öðrenciler de dahildir. Resulullah (AS), burada kalan ve çoðu su taþýyýp odun keserek geçimini saðlayan yabancý talebelere yardým etmeleri için Medinelilerin cömertlik ve hayýrseverlik duygularýna hitap ediyordu. Bu hayýrsever insanlar, üzerlerinde hurma salkýmlarý bulunan dallarý getirip, tüketilmesi için yüksekçe bir yere asýyorlardý. Samhûdî’ye göre (I, 458), Resulullah (AS) zamanýnda bu öðrencilerle Mu’âz ibn Cebel ilgilenmekteydi. Kastallânî de Ýrþâd (I, 425) adlý eserinde þu bilgileri nakletmektedir: “Bir gün Resûlullah buraya düþük kaliteli hurma salkýmlarýnýn getirilip býrakýldýðýný görünce þöyle mýrýldandý:
“Bu hayýr sever kimse, buraya daha güzel bir þey býrakabilirdi.”
Resulullah (AS), sahip olduðu þeyleri daima bu öðrencilerle paylaþýrdý.186
1250. Bir gün Resûlullah’ýn eline bir miktar para geçmiþti; kýzý Fâtýma gelip, kocasý kuyudan su çekerken zorlandýðýný ve kendisinin de un yapmak için taneleri öðütecek gücünün olmadýðýný söyleyerek, kendisine yardým etmek etmesi için bir köle satýn almasýný istedi. Resûlullah ona þöyle cevap verdi:
“Suffe’deki insanlarýn midelerini boþ býrakýp da sizin isteklerinizi yerine getiremem; bu paranýn hepsini onlarýn yararýna harcayacaðým.”187
Suffe’deki öðrenciler, Ýslâm’ý teblið eden, bilgi öðreten ve inanç taþýyan kiþiler olarak Arap Yarýmadasý’nýn deðiþik bölgelerinde görev alacak þekilde sürekli kendilerini yetiþtirip hazýrlýyorlardý. Tasavvufla ilgilenen ilk Müslümanlar da onlar arasýndan çýkmýþtýr. Bunlar Ýslâm ideali ile ilgili öyle kuvvetli hatýralar býrakmýþlardýr ki, sonraki kuþaklar arasýndan çýkacak olan bir çok yazar (Müteahhirîn), Suffe’de yetiþen insanlarýn hayatlarýný konu edinen uzun isim listeleri ve biyografiler meydana getirmiþlerdir. Bu eserlerde, büyük Ýslâm hukukçusu Ýbn Mes’ûd ve Halife Ömer’in oðlu Abdullah, Resûlullah’ýn müezzini Bilâl-i Habeþî, keþiþ Ebû Âmir’in oðlu Hanzala, büyük tasavvuf adamý Ebû Zer, Yunanlý Suheyb, Selmân-ý Fârisî, ünlü hadis yazarý Ebû Hureyre, Irak Fâtihi Sa’d ibn Ebî Vakkâs ve diðerlerinin adýna rastlamak mümkündür. Bunlar arasýnda Arabistan’ýn en uzak bölgelerindeki kabilelerden gelmiþ insanlarýn isimlerine de rastlamaktayýz ki, bu hiç de þaþýrtýcý bir durum deðildir.
1251. Resûlullah bu öðrenciler arasýndan bir kiþiyi baþkan olarak tayin ederdi; bir dönem de bu görevi Ebû Hureyre yerine getirmiþtir.
1252. Suffe’deki öðrenciler esas itibariyle Kur’ân’ý okuyup incelemekle meþgul olurlardý. Bu nedenle kendilerine okuyucu kârî denilirdi. Bunlardan bir çoðu kendilerini rûhî-mânevî hayata vermiþlerdi: Bütün gece namaz kýlarlar, bütün günü oruçlu geçirirler ve zühd ü takvaya yönelik iþlerle meþgul olurlardý. Hatta bunlardan bazýsý, dünya hayatý ile hiçbir kelime söylemek istemez, kimilerinin parada pulda gözü olmaz, bir baþka grup ise asla gülmez, bir kýsmý da bütün zamanýný aðlayarak geçirirdi.
1253. Bir süre sonra Suffe artýk ihtiyacý karþýlayamaz hale geldi ve Resûlullah buradaki yýðýlmanýn önüne geçmek için baþkentin deðiþik semtlerinde ilkokul ya da hazýrlýk okulu niteliðinde okullar açtý. Hicretin henüz 2. yýlýnda Medine’de, Makrame ibn Nevfel’in evinde Dâr’ul-Kurrâ adýyla Kur’ân öðretimine yönelik yeni bir okul faaliyete geçirildi.188 Ayný þekilde, Medine’nin güneyinde kurulu, Küba Mescidi’nde de bir okulun bulunduðundan söz edilmektedir ki, Resulullah (AS) buraya sýk sýk gelip öðretime nezaret ederdi.189 Resûlullah’ýn merkez edindiði Mescid-i Nebevî dýþýnda, Belazurî, bizzat onun saðlýðýnda dokuz ayrý küçük mescidin varlýðýndan söz etmektedir.190 Gerçekte bütün bu camiler, ayný zamanda okul olarak da hizmet görmekteydi. Çünkü Resûlullah, Müslümanlarýn dini konularda kendilerini yetiþtirmeleri için en yakýn camiye gitmelerini salýk vermiþti.191
1254. Resulullah (AS) döneminde Ýslâmî hükümet tarafýndan öðretmenlere ödenen maaþlarla ilgili verilere ulaþamadýk. Ancak eðitim-öðretim için öðrencilerden herhangi bir ücret alýnmadýðý kesindir; ve öðrenci minnet ve þükran duygularýyla öðretmenine bir hediye sunmak istese bile, Resûlullah öðretmenlere devamlý olarak bunu kabul etmemelerini tavsiye ediyordu; bu uyarý özellikle Kur’ân ve dinî eðitimle ilgili alanlar için geçerliydi. Bir gün öðrencilerinden biri Ubâde ibn es-Sâmit’e güzel bir yay hediye etmiþti. Bunu öðrenince Resûlullah:
“Bu ateþten bir yaydýr”192
buyurmuþtur. Resulullah (AS)’ýn bir baþka sahabesi olan Ubey ibn Ka’b hakkýnda da benzer bir olay nakledilir. Bununla birlikte belirtmeliyiz ki, sonraki dönemlerde Resûlullah tarafýndan eyâletlere tayin edilen Devlet görevlilerine Hükümet tarafýndan maaþlarý ödenmiþtir. O dönemde memurlarýn, eðitim-öðretim iþi de dahil ayný anda birçok görev almaya yetecek kadar zamanlarý oluyordu. Örneðin Mu’âz ibn Cebel, Yemen’de bir yandan yargýçlýk ve vergi tahsildarlýðýyla, bir yandan da Kur’ânî ve dinî eðitim öðretmenliði ile uðraþýyordu.193
1255. Resûlullah’ýn genç sahâbeleri arasýnda en aydýn kiþilerden biri olan ‘Abdullah ibn ‘Amr’ýn naklettiðine göre, Resûlullah bir gün camiye girdiðinde burada iki ayrý insan kümesi gözüne çarptý: Bunlardan bir kýsmý namaz kýlýyor, bir kýsmý ise eðitim-öðretimle meþgul oluyordu . Topluluða þu uyarýda bulundu:
“Her iki küme de güzel þeyler yapýyorlar; þu kadarý var ki, ALLAH’a dua edip ondan bir þey isteyen kiþilerin bu isteklerini kabul etmek tamamen O’na aittir. Oysa diðerleri bir þeyler öðrenip böylece cehaleti kovuyorlar; ben ise ALLAH tarafýndan bir muallim olarak gönderildim.”
Böyle söyleyerek, eðitim-öðretimle meþgul olanlarýn arasýna gidip oturdu.194 Muhammed (AS), sýk sýk þöyle derdi:
“Bir tek âlim, Þeytana karþý (savaþta) bin zahitten daha çetindir.”195
1256. Dünyevî ve manevî konularý birbirinden ayýrmamaya oldukça özen gösteren Muhammed (AS), imamlýk ile merkezî ya da bölgesel bir yöneticinin görevlerini bir araya getirerek ayný þahýs üzerinde toplamýþtýr. Hiç kuþkusuz idarî görevlerde onun tercihi, daima iyi yetiþmiþ aydýn kimselerden yanaydý. Kabile baþkanlarýnýn atanmasýyla ilgili anlatýmlarda bu durum açýkça göze çarpar. Kur’ân’ý daha iyi bilenler, kendilerinden daha yaþlý durumda kimseler bulunsa bile, onlara karþý tercihan seçilmiþlerdir. Örneðin Cerm ve Sakîf kabilelerine yapýlan atamalar bu þekilde gerçekleþmiþtir.196 Ýmam olmak, mülkî olduðu kadar askerî baþkan için de hep bir ayrýcalýk olmuþtur.
1257. Resulullah (AS), kadýnlarýn eðitilmesi konusuna da özel bir özen göstermiþtir. Buhârî’ye göre,197 haftada bir günü tamamen onlara ayýrmýþ ve o gün sadece onlara hitap edip sorularýna cevap vermeye çalýþmýþtýr. Muhammed (AS)’in hanýmlarý da bu çalýþmalarda görev alýyorlardý. Bilindiði gibi, hanýmý Hafsa okumayý ve yazmayý biliyordu. Ayþe ise hukuk alanýnda uzmanlaþmýþ ve daha sonraki yýllarda, en bilgili erkekler bile, kendisine hukukî konularda sürekli olarak müracaat etmiþlerdir. Ayný þekilde kendisi, þiir, týp, Arabistan tarihi ve Arap kabilelerinin soy aðaçlarý (ensâb) vb. konularýnda da temayüz etmiþti. Kur’ân, Resûlullah’ýn hanýmlarýna eðitim-öðretimle meþgul olmalarý konusunda yükümlülükler getirmiþtir:
“Evlerinizde okunan ALLAH’ýn ayetlerini ve hikmeti hatýrlayýn. Þüphesiz ALLAH, her þeyin iç yüzünü bilendir ve her þeyden haberi olandýr.”198
Buhârî de bize þu ilginç hadisi nakletmektedir:
“Kimin bir cariyesi varsa onu en güzel bir þekilde eðitsin, ona iyi bir eðitim imkâný saðlasýn, ve sonra kendisiyle hür bir kadýn olarak evlenebilmek için onu azât etsin. Böyle yapan bir insan, ALLAH tarafýndan iki katýyla ödüllendirilecektir.”199
Sahâbeler arasýnda 20 kadar kadýn hukukçunun adý geçmektedir (bk. Ýbn Hazm, Cevâmi’us-Sîre, Mýsýr bs. 1956, s. 319 vd.).
Eðitim-Öðretim Faaliyetlerinin Geniþ Halk Kitlelerine Ulaþtýrýlmasý
Muhammed (AS) bir yandan, az da olsa sahabelerinden bir þey bilenlerin bunu asla saklamamalarýný ve bunu yaymalarýný istiyor, bir yandan da, ihtiyaç duyulan yerlere öðretmen göndermek için idâri önlemler alýyordu. Devlet ve bireylerin iþbirliði içinde gösterdiði çabalar böylece ayný anda sergilenmiþ oluyordu.
1259. Kendisi þöyle söylüyordu:
“Erkek ya da kadýn olsun, ilim peþinde koþmak her Müslümanýn görevidir.”
Bazý kaynaklarda bu hadisin önünde þöyle bir cümle de yer almaktadýr:
“Çin’de bile olsa ilmi arayýnýz, zira …”200
Arabistan, Asya’nýn Batý ucunda, Çin ise Doðu ucunda yer almaktadýr. Bunlarýn aralarýndaki uzaklýk ve o dönemde bu iki ülke arasýndaki iletiþim güçlükleri, bu ilginç buyruða özel bir anlam kazandýrmaktadýr. Ýbn Hanbel’de geçen201 ve Ýbn Kelbî’nin eserinde202 de doðrulanan bir rivayete göre, Resûlullah, Çinlilerin çok sýk uðradýklarý liman þehirleri olan Bahreyn ve ‘Uman fuarlarýnda bulunmuþtu. Büyük bir olasýlýkla Muhammed (AS), buralarda Çin’den gelen bazý tüccarlarla tanýþmýþtýr. Bu tüccarlar kendisine, hiç durmaksýzýn kaç ay yolculuk yaptýklarýný anlatýrken, ayný zamanda bu uzak ülkeden getirip ithal ettikleri ürünlerin kalitesiyle onun dikkatini çekmiþ olmalýdýrlar. Yine Muhammed (AS) þöyle buyurmuþtur:
“Herhangi bir bilgiyi araþtýran kimseden bunu saklayan insanýn aðzýna, ceza olarak Hesap Günü ateþten bir gem vurulacaktýr.”203
Eðitimin yaygýnlaþtýrýlmasý için, Muhammed (AS)’in daha bir çok tavsiye ve buyruðu vardýr.
1260. Medine’de insanlara verilen eðitim ve öðretimin seviyesi her geçen gün daha da yükselmiþ olmalýdýr. Aslýnda kendisi de Medine’ye sonradan gelip yerleþmiþ bir Muhacir olan Muhammed (AS), Ýslâm’a yeni giren Müslümanlarýn, özellikle de uzak bölgelerde oturan kabilelere mensup üyelerin kendi yurtlarýný terk edip Ýslâm diyarýna, yani Medine bölgesine hicret etmesini ve buraya yerleþmesini zorunlu tutuyordu. Bunun nedeni, onlara Ýslâmî bir eðitim ve terbiye verme kaygýsýnýn yaný sýra, bu dine düþman akrabalarýn yanýnda oldukça zor görünen Ýslâm’ý yaþamak ve uygulamak için gerekli güvenliðin saðlanmasýydý. Onun bu zorunlu hicret politikasý Mekke’nin Fethi’ne kadar sürüp gitmiþtir.
1261. Ancak, Ýslâm Devleti’nin sýnýrlarýnýn geniþlemesiyle birlikte, eyaletlerde oturan insanlarla da ilgilenmek gerekmiþti. ‘Amr ibn Hazm’ýn Yemen valiliðine atanmasý sýrasýnda kendisine verilen talimatlar arasýnda þöyle bir cümle okuruz:
“Ýnsanlarý haklarý ve görevleri konusunda iyice aydýnlatsýn.. Ýnsanlarýn gönüllerini kazanmanýn yollarýný araþtýrsýn ki böylece bu insanlar, dinlerini iyice tanýyýp kemâle ersinler.”204
Bu resmî belgede, Ýslâm’ýn dinî hayatla ilgili temel kurallarýnýn yaný sýra, temizlik, saðlýðýn korunmasý, yöre halkýnýn ahlâk ve manevî deðerlerine önem verilmesi, zorunlu vergiler, adam öldürme ya da yaralama durumlarýnda ödenecek tazminat (yani medenî hukuk ve ceza hukukunun eðitimi) vs. gibi konular yer almaktaydý. Valinin bütün bu sayýlan iþlerle ilgilenmesi gerekiyordu. Muâz ibn Cebel’in üstlendiði görevlerden daha önce bahsetmiþtik; onunla ilgili olarak þu ilginç anlatýmý da ilâve edelim: Taberî’nin verdiði bilgiye göre205 o, bir bakýma eðitim- öðretim müfettiþi olmuþ ve bir kazadan diðerine, bir eyâletten diðerine yapýlan eðitim faaliyetlerini denetlemek üzere yolculuk eder hale gelmiþti.
Ders Programlarý
1262. Hükümetlerin kendi görevleri arasýnda saymadýklarý için okur-yazar insanlarýn bir avucu geçmediði ve her ferdin ihtiyaçlarýný kendine özgü imkânlarla giderdiði bir devirde, eðitim-öðretim konusunda belli ve tek yapýda bir plân beklenmemesi gerekirdi. El sanatlarý, ticaret ya da ziraatçýlýk gibi meslekleri yapan genç insanlar, bunlarý ebeveynlerinden, arkadaþlarýndan ya da komþularýndan öðreniyorlardý. Özellikle Kur’ân, din, hukuk gibi manevî ilimler için uygulanan belirli bazý programlar vardý. Hatta o sýralarda bu alanda belli bir uzmanlaþma bile göze çarpmaktaydý. Muhammed (AS) sýk sýk þu tavsiyede bulunuyordu:
“Kim herhangi bir ilmi, -mirasýn daðýtýlmasý için matematik, Kur’ân okuma vb.- öðrenmek isterse, filân ya da falanca kimsenin yanýna gitsin (örneðin Zeyd ibn Sabit, ‘Ubeyy ibn Ka’b vs.).206
Resulullah (AS), genellikle ebeveynlerin gençlere, ok atma, yüzme, aritmetik (özellikle bütün ilimlerin yarýsý deðerindeki ferâiz, yani miras taksimi), týp ve saðlýk bilgisi ilkeleri, astronomi, soybilim (Arabistan tarihi – nesep ilimi), Kur’ân tilâvet sanatý (ki güzel bir mûsikî öðrenimi demektir) vs. öðretmelerini emir ve tavsiye ediyordu.207 Ayrýca þöyle demiþtir:
“Mümin bir kadýn için en iyi eðlence onun (yün, kumaþ vs.) dokumasýdýr.”208
1263. Ýlahiyat ve kelâm bilimlerinin bazen kader ve irâde-i cüziye konusun tartýþmalarýna þaþýrmamamýz gerekir. Bir gün Resûlullah mescide girince, insanlarýn bu meseleyi tartýþtýklarýný duydu. Tirmizî’nin rivayetine göre,209 Resûlullah’ýn öfkeden, sanki yanaklarýna nar tanelerinin suyu sýkýlmýþ gibi kýpkýrmýzý kesildiði görüldü. Hemen bu insanlarýn bu konuyu tartýþmalarýný yasaklayarak þöyle ilâve etti:
“Sizden önceki topluluklar bu tür tartýþmalar nedeniyle sapýtýp yoldan çýkmýþlardýr.”
1264. Hiç kuþku yok ki, bir öðrencinin öðretmenine deðer verip ona saygý göstermesi þiddetle tavsiye ediliyordu. Öðrenciye dayak ve azarlama cezasý verilmesi yasaklanmamýþtý: Öðretmenin vurduðu sopa darbesinin, ana-babanýn öpücüklerinden daha deðerli olduðu söyleniyordu; Muhammed (AS), bu konuda:
“Âlimler Peygamberlerin mirasçýlarýdýr.”210
buyuruyordu. Yine o:
“Ýlim peþinde koþan kimsenin yolu üzerine meleklerin kanatlarýný gereceðini”211
söyleyerek bilimsel araþtýrmayý emir ve tavsiye ediyordu. Her ne kadar namaz ergenlik çaðýndan itibaren farz olsa da, çocuða 7 yaþýndan itibaren namaz kýlmanýn öðretilmesini tavsiye ediyordu. Eðer uygun þekilde uyarýldýðý halde bir sonuç alýnamýyorsa, çocuklarýn 10 yaþýndan sonra terbiye amacýyla dövülmesine izin veriyordu.212
1265. Devletin çeþitli iþlerinin görülmesinde görevlendirilecek insanlara duyulan ihtiyaç, hiç kuþku yok ki özel bir eðitimi gerektirdiði için, bu ihtiyacý gidermek üzere bir çok önlem alýnmýþtý. Örneðin Resulullah (AS)’ýn resmî yazýþmalarýný takiple görevli Devlet Kitabeti’nde Ýbrânî yazýsýný okuyabilecek kimselere ihtiyaç duyuluyordu. Nitekim onun talimatlarý doðrultusunda, bu kurumda görevli genç katip Zeyd, bu yazýyý birkaç günde öðrenmiþtir; (Mes’ûdî’nin verdiði bilgiye göre213 Zeyd, Farsça, Yunanca, Mýsýr yerlilerinin dili olan Kýptîce ve Habeþçe’yi de konuþuyordu). Habeþistan, Ýran, Bizans Ýmparatorlarý gibi yabancý Devlet Baþkanlarýna elçi heyetleri göndermek gerektiðinde, daha önce bu ülkeleri ziyaret etmiþ214 ve kuþkusuz bunlarýn dilini konuþabilen kimseler seçiliyordu.
Genel Bilgiler
1266. Kur’ân, çok ilginç bir ayetinde, Devletin askere pek çok ihtiyaç duyduðu zamanlarda bile, halkýn eðitilmesinin önemi üzerinde ýsrarla durmaktadýr:
“Müminlerin hepsinin toptan askere alýnmasý (sefere çýkmasý) doðru deðildir. Onlarýn her kesiminde bir grup dinî ilimlerde geniþ bilgi edinmek ve kavimleri (savaþtan) döndüklerinde onlarý ikaz etmek için geride kalmalýdýr. Umulur ki sakýnýrlar.”215
1267. Muhammed (AS)’in okunaklý bir biçimde yazý yazýlmasýyla ilgili vermiþ olduðu talimatlarý deðerlendirmeden önce, onun yaþadýðý günün koþullarý çerçevesinde þu hususlara da dikkat edilmesi gerekmektedir: örneðin harflerin en ufak bir çizgisini bile ihmal etmemek, o dönemde özel kurutma kâðýtlarý bulunmadýðý için yazýnýn henüz taze olan mürekkebini toprak serperek kurutmak, yazý yazmaya bir süre ara verildiðinde kalemi yere býrakmak yerine kulaðýn üzerine sýkýþtýrmak vs.216
1268. Yazýlý þeylerin okunmasý öðrenmenin tek yolu deðildir; ve gerçekten de Resûlullah, bunun dýþýnda bir öðretim yoluna da baþvurmuþtur: Dinleme yoluyla, kulaktan öðretim. Kendisi ve eyâletlere gönderdiði naipleri, sürekli olarak halkýn arasýna karýþýyorlar ve her þeyi yakýndan takip edip, uygun bulduklarý her fýrsatta halka doðrudan doðruya hitap etme yoluna gidiyorlardý. Resulullah (AS), dinî kurallarý diðer insanlara öðreten kimselerin, bunlarý bizzat kendi nefislerinde yaþayýp yaþamadýklarýna büyük önem veriyordu. Kur’an’ýn bu konu ile ilgili gayet sert ifade ve emirleri bilinmektedir.
“Ey iman edenler! Yapmayacaðýnýz þeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacaðýnýz þeyleri söylemeniz, ALLAH katýnda büyük bir nefretle karþýlanýr.”“217
1269. Mekkelilerin çocuklarýna kendi dillerini en iyi þekilde öðretmeleri için gerekli önlemleri almalarý Ýslâmî dönemde ortaya çýkmýþ bir þey deðildir; ancak Resûlullah dil öðretimini yasaklamamýþtýr. Esasen kendisi bu konuda baþýndan geçenleri övünerek hatýrlardý.218 Biz bu konuda yeni doðan çocuklarýn þehir dýþýndaki Bedevîlerin yanýna, arý bir dil öðrenmek üzere gönderilmesi geleneðini hatýrlatacaðýz. Mekkeliler çýraklýk þeklinde bir baþka öðretim yöntemine de sahiptiler; her yýl, Arabistan’ýn çeþitli bölgelerindeki fuarlara katýlmak ve hatta Irak, Suriye, Mýsýr ve Habeþistan gibi yabancý diyarlara gitmek üzere çok sayýda büyük ticaret kervanlarý Mekke’den yola çýkarlardý. Ýþte bu yolculuklarda görevli yaþlýlarýn yanýna gençler de katýlýrlar, böylece alým-satým, yabancýlarýn ticaret ve gümrük mevzuatý vb. konularý ve deðiþik dilleri öðrenip, bilgi ve becerilerini artýrarak deneyim kazanýrlardý. Muhammed (AS) de gençliðinde bu tür bir eðitimden geçmiþti.
1270. Kur’an, belli bir görüþ sahibi olabilmek için bireysel düþüncenin ne kadar önemli olduðunu sürekli hatýrlatýr ve körü körüne bir muhafazakârlýðýn aksine, sýrf babadan oðula geçen þeyler olduklarý için atalarýmýzdan bize ulaþan inanç ve geleneklerde ýsrar edilmemesini emir ve tavsiye eder. Yine Kur’ân, daha önceden gelip geçmiþ diðer milletlerin çabalarýyla ortaya konulan eserleri bizzat gözlemlemek, tabiat kanunlarýný incelemek ve ALLAH’ýn yarattýðý bütün bu þeylerden yararlanmak için seyahat etmeyi emreder. Zira, Kur’ân’ýn da ifade ettiði gibi, bütün kâinat insanýn faydalanmasý için yaratýlmýþ, hatta denizler ve yýldýzlar insanýn hizmetine verilmiþtir. Öte yandan Kur’ân, insana daima bilinçli ve aklý baþýnda hareket etmesi gerektiðini, zira bir gün gelip Yaratýcýsýna þu dünya hayatýnda yaptýðý þeylerin hesabýný vereceðini sýk sýk hatýrlatmaktadýr. Muhammed (AS) þöyle dua ederdi:
“Yâ Rabbi! Ben Senden faydalý bir ilim, dürüstçe kazanýlmýþ bir ekmek ve Seni hoþnût edecek bir davranýþ ve tutum sahibi olmayý isterim!”219
179 Ýbn Sa’d, I/1, s. 131-132.
180 Ýbn Hanbel, VI, 455, 458.
181 Ýbn Hanbel, 2/176, 6/455, 6/458.
182 Taberî, Tefsir, 26/39
183 Buhârî, 8/12, 56/31, 6/4/18 b No 1; Ýbn Hanbel, 5/184.
184 Ýbn Hanbel, 3/21.
185 Ýbn Hanbel, 6/56.
186 Kýyamet, 75/16.
187 Tâhâ: 20/114.
188 § 192, 1976 (Karaviyyin elyazmasý esas alýnarak Rabat’ta yayýnlanmýþtýr).
189 Örneðin Taberânî (bk. Heysemî, Mecme’uz-Zevâ’id, I, 150, VII, 257, Zeyd bin Sâbit’le ilgili olarak); ayrýca bk. Gulâm Rabbâni, Tedvîn-i Hadîs, s. 228 (Urduca).
190 Öte yandan Ýslam, bunun yerine, Resulullah (AS)’in Buhârî (81/38/2, rukâk/tevâzû), Ýbn Hanbel (VI/256) ve diðer kaynaklarca nakledilen þu Kudsî Hadis’e dayanan bir kavram olan Fenâ (Tanrý’da yok oluþ) kavramýný kullanmýþtýr: “Allahu Teâlâ þöyle buyurmaktadýr: Ben kendisini sevip bir dost edininceye kadar kulum Bana birtakým nâfile ibadetlerle yaklaþýr, yaklaþýr. Sonunda onu sevip kendime velî edindiðim zaman ben onun iþittiði kulaðý, gördüðü gözü, tutup kavradýðý eli, yürüdüðü ayaðý olurum.” El-Kastallânî de þu ifadeyi ekler (IX, 289): .”..ve anlayýp idrâk ettiði gönlü, konuþtuðu dili olurum.” Ýnsan ruhen ve mânen ne denli olgunlaþýrsa olgunlaþsýn, asla (hâþâ) ALLAH olamaz, -ALLAH ALLAH’týr, insan ise ALLAH’ýn çok aþaðýlarýnda olan bir mahluktur-, ama insan, kendi iradesiyle kiþisel istek, arzu ve çýkarlarýndan vazgeçip, ALLAH’ýn emirlerini yerine getiren sýradan bir memur (Halîfe) haline gelir.
191 Belâzurî’den nakledilmiþtir. Bk. Ensâb, I, 193.
192 I, 193; Suheylî, I, 157.
193 Ibn Hiþâm, I, 154, Ibn el-Cevzî, Vefâ.
194 Ibn Hiþâm, s. 156; Suheylî, I, 161.
195 Buhârî, 91: Üç yýllýk bir bekleyiþten sonra, bir defasýnda, Ebû Leheb’in karýsý olan kendi yengesinin (Bk. Tefsîr-i Ýbn Kesîr ), “Þeytanýn artýk seni terk etti” diyerek ona hakaretler yaðdýrmasý üzerine, Resulullah (AS) bir süre bunalýma girmiþ ve intihar etmek istemiþti.
196 Belâzurî, I, 208; Ýbn Hiþâm, s. 156.
197 Duha: 93/1-11.
198 Burada, Kur’an’daki surelerin nüzul sýrasýna göre art arda sýralanmadýðýný hatýrlatmak gerekir, bk. § 1127.
199 Enfâl: 8/48.
200 Tevbe: 9/37.
201 Kur’an’a göre (Bakara: 2/135, Âli Ýmran:3/67, En’âm: 6/161, 16: 123 vs) “Hanif dini”, Ýbrahim (AS)’in dini olan Tek ALLAH inancýna dönüþü ifade eder. “Hanîf” kavramý, bazý Sâmî dillerinde “sapkýn” anlamý taþýrken; Arapça’da “gerçek mümin, yanlýþ olan her þeyi ve putperestliði bir tarafa atan” anlamýna gelmektedir. Ayný aileden doðmuþ diller arasýnda yapýlan bir karþýlaþtýrmalý dilbilim araþtýrmasýnda bu, bilinen bir gerçektir. Ayný durumu þu kelimelerde görmek de mümkündür: dév (Farsça “Þeytan”); déva (Sanskritçe “ALLAH”). Ayrýca þu kelimeleri de hatýrlatalým: “chaud-sýcak” (Fransýzca), “caldo-soðuk” (Ýtalyanca), “kalt-soðuk” (Almanca), “cold-soðuk” (Ýngilizce), “kholod-soðuk” (Rusça), “haben-sahip olmak” (Almanca), “hônâ-olmak” (Urduca), “âpâ-kýzkardeþ” (Urduca), “appâ-erkek kardeþ” (Marasi), “âkâ-erkek kardeþ” (Urduca), “akkâ-kýz kardeþ” (Marasi), “gentil-soylu” (Roman dili), “gentil-putperest” (Yahudi ve Hýristiyanlara göre), “bîvî-kocasý hayatta olan kadýn” (Urduca), “bîveh-dul kadýn” (Farsça), “boudem-olacaðýz” (Rusça), “bûdîm-idik” (Farsça), “lahm-et” (Arapça), “lakhem-ekmek” (Ýbranice), “ongle-týrnak” (Fransýzca), “unglî-parmak” (Urduca), “botané-bitki” (Yunanca), “boutî-küçük çiçek” (Sanskritçe). Ayrýca bk. Moubarac, Abraham dans le Coran, s. 151-161.
202 Ali’nin yaþý ile ilgili farklý görüþler için bk. Sarahsî, Þerhu Siyeru’l-Kebîr, (Mýsýr baskýsý), § 242.
203 Þu’arâ: 26/214.
204 Belâzurî, Ensâb, I, § 235.
205 A.g.e., I, § 236.
206 A.g.e., § 238-239.
207 Taberî, I, 1130.
208 Belâzurî, Ensâb, I, § 245.
209 Tebbet, 111: 1-5.
210 Belâzurî, I, § 245.
211 Hicr: 15/94-99.
212 Muslim, Sahîh, 44: 132-133; Ebû Nu’aym, s. 84-86.
213 Buhârî, 63: 31.
214 Câhiz, Risâletu ‘Osmâniyye, elyazmasý, Varak 131/b, s. 159 (Kahire nüshasý). Bazý kaynaklarda ise dinini deðiþtiren yedinci kiþiydi.
215 Belâzurî, I, § 248-339.
216 A.g.e., I, § 548
217 Ýbn Hiþâm, s. 205-206
218 Belâzurî, I, § 251.
219 A.g.e., I, § 311. Buhârî, 63/29/4.