Kuran Ahlaký
Pages: 1
Kant By: meryem Date: 28 Aralýk 2010, 10:45:58
Kant

Dünyevî hayatýn mecburiyetlerine boyun eðdirmek suretiyle ahlâký fazlasýyla yumuþatmýþ bulunan bazý doktrinlere karþý tepki göstermek için, Alman filozofunun ahlâklýlýkla duyarlýlýk arasýnda bir sýnýr çizgisi çizmekle yetinmediði bilinmektedir. O daha da ileriye, çok ileriye gitmiþ­tir. O'na göre, ödev kavramý, sadece her çeþit hissî tecrübeden, uygulana­bileceði her çeþit somut gerçekten tecrid edilmiþ olunmamakta, fakat kendine has özelliðinden ancak formel karekterini tüm iradeler için ge­çerli evrensel bir kanun olmak özelliðini muhafaza etmek üzere falan ya da filan kuralýn inþa edici maddesinden de temizlenmiþ bulunmaktadýr. Ödevin þu tarifini o, buradan çýkarmaktadýr: düsturu saçmalýk olmaksýzýn evrenselieþtirilebilen bir eylem. Ve son derece mücerred olan bu kuraldan hareketle Kant, Bentham'm dediði gibi bir ahlâkî "deontoloji" yani sade­ce evrenselleþtirilebilir olup olmamasýna bakarak her pratik kavramýn ah­lâkî mi yoksa ahlâk dýþý mý olduðunu özel surette belirleyen somut bir ödevler bilimi ortaya koyduðunu sanmýþtýr.Bu tür bir teþebbüs, hakikaten gerçekleþtirilebilir mi? Bizzat bu yapý­nýn temeli, onu ayakta tutmak için, yeterli ölçüde saðlam mýdýr?Ýþte, bizi meþgul eden görüþ noktasýndan, Kant düþüncesinin þemasý. Genel hatlarý ile onun üç zamanda oluþtuðu söylenebilir:

a) Temel bir olayýn tesisi,

b) En genel prensibe kadar çýkmaya izin veren analiz,

c) Beþerî ahlâkýn temel kaidelerini koymak için yeniden inmek.

a) Kant doktirinin temel noktasý, dolaysýz vicdan tarafýndan saðlanan þu müþahhas olaydan, yani fiilleri hoþa giden veya gitmeyen neticelerine göre deðil, fakat herkese uygulanabilen ve bütün neticelerden baðýmsýz olan genel bir kaide gereðince deðerlendirdiðimiz ahlâkî hükümlerimiz­den ibarefe. Bu olay tartýþma götürmez. Zevki arayýþ ve acýdan kaçýþý, ahlâkî takdir prensibine göre tesis etmek þöyle dursun, bize mal oldukla­rý ölçüde faziletli eylemleri kabul ve tasdik etmekteyiz. Her çeþit baþtan çýkarmalara dayanabilen ve bütün engelleri aþabilen mizaçlarýn gücüne, en yüksek derecede hayranlýk duymaktayýz. Kendimize kendi öz davra­nýþýmýzý sübjektif durumlarýmýza tabi kýlmak hakkýný atfetmek bir yana, biz onu baþkalarýný mecburi ettiðimiz þeyle ölçmek gerektiðini kabul ediyoruz. "Ýnsanlarýn size yapmasýný istediðiniz her þeyle aynýyla onlara ya­pýnýz". Mukaddes kitaplar bize böyle tavsiye ediyorlar[164] Kur'ân-ý Ke-rim'de "Kendinizin gözlerinizi yummadýkça kabul edemiyeceðiniz adî þeyleri, baþkalarýna vermeye kalkýþmayýn"[165] diye vurgulanmaktadýr. Ýslâm pey­gamberi, bu eþitlikçi sevgiyi imanýn bile þartý kýlmaya kadar gitmiþtir. O, "Hiçbiriniz, kendisi için sevmediðini kardeþi için de sevmedikçe iman etmiþ sa­yýlmaz"[166] diye buyurmaktadýr. Bütün þekilleri altmda egoizmin bu genel tatbikinden, müþterek vicdan, daha önce ödevin karþýlýklý olma ve evren­selliði prensibini çýkarmýþtýr.Þu halde Kant, baþlangýçta sadece bu kanunu tesbit ve kaydetmiþ, onu vicdanýn bir olayý olarak müþahede etmiþtir. Her ne kadar O, bu eski ve­cizelerin kâmil ahlâkî kanunu saðlamaktaki yetersizliðini gösterdiyse de[167]bununla birlikte biz onun onlar tarafýndan ilham olunan düþünce­den hareketle bütün sistemini kurduðunu görüyoruz. Gerçekten de o, sýrf pratik aklýn kanunlarýna tabi hükmün temel kaidesini koymak için "en olaðan saðduyuya" baþvurmuþtur. Kuralý þöyle formüle etmektedir: "Biz­zat kendin iþtirak edeceðin, tabiatýn bir kanununa göre vukubulmak zo­runda olduðunu düþünerek tasarladýðýn fiili kendi kendine sor, sen ona yine de iraden için mümkün olarak bakabilirsin". Meselâ diye devam edi­yor o, "herkes, gayet iyi bilmektedir ki eðer o, kendi kendinin gizlice al­danmasýna izin verirse bu, herkesin ayný þekilde yapmasý için bir sebep teþkil etmez; þayet o baþkalarýnýn sefaletine tam bir ilgisizlikle bakarsa, buradan onun için herkesin ayný eðilimde olduðu sonucu çýkmaz"[168]

b) Fakat, tecrübeler içerisinde modeli bulunmayan, ideal bir eylemin bu amansýz zarureti nereden gelmektedir? Bu —pratik formalizmin ku­rucusu açýklýyor— ahlâkî kanunun bizi tecrübî kanununkinden tamamen baþka bir alan içerisine ideal bir tarzda götürmesidir. O, bizi orada irâde­nin baðýmsýzlýðýnýn sadece hissî tabiatýn kanunu karþýsýndaki bir baðým­sýzlýk deðil —ki bu hürriyetin yalnýzca olumsuz bir görünümüdür— ay­ný zamanda bizzat kendi kendisinin kanununu koyduðu olgusundan iba­ret olduðu katýksýz akýlla idrak edilebilen bir âleme iþtirak ettirir. Bu kanun, saf bir aklýn kanunu olmaktadýr, yani, o her çeþit tecrübî þarttan, her sevgiden ve her muameleden sýyrýlmýþ deðil, ayný zamanda iradeyi apri­ori (tecrübe öncesi) belirlemeye muktedir de olmak zorundadýr; zira saf akýl, pratik kullanýmýnda olduðu gibi teorik kullanýmýnda da "apriori prensiplerine göre hüküm veren bir ve ayný akýl"[169] þeklinde yaratýlmýþ­týr. Oysa ki, iradeyi apriori olarak belirlemeye muktedir olan evrensel bir yasamanýn ancak saf Þekli mevcuttur. Bundan dolayý her davranýþ kura­lý, ahlaken imkânsýz olma tehdidi altýnda bu þekle kendini uydurmak zo­rundadýr.Böylece, sadece tabiatýn bir kanunununkine benzer ve onun üzerinde alelade bir hükmün saf akim tipik bir þekli gibi kendini yönetmesi gere­ken evrensellik deðil, fakat sonlu ve sonsuz tüm aklî varlýklara uygulana­bilir olan ve temelini saf aklýnýn apodiktik yani zorunlu ve apriori bir yar­gýsýnda bulan mutlak evrensellik (mevcuttur). Pratik saf akim bu temel kanununu Kant þöyle anlatmaktadýr: "Ýradenin düsturu ayný zamanda evrensel bir yasamanýn prensibi olarak kýymet taþýyacak þekilde hareket et"[170]Orada da yine, Kant'ýn aþmak istediði alelade aklýn iþleyiþi teþhis olunmaktadýr.

c) îdrak olunabilecek en genel formülle birlikte, böylece bir kere so­yutlamanýn tepesine eri sildiðinde, bu genel kanunun insan tabiatýna uy­gulanýþlarýný bulmak için, aradan inilmesi gereken meyle iþaret etmekten kendimizi muaf tutabiliriz.Þimdi doðruluðunu incelemek üzere, üç devresi içerisinde bu gidiþi yeniden ele alalým.

a) Önce, evrensellik ve ahlâklýlýk arasýnda zorunlu bir baðýn gerçekten bulunup bulunmadýðýný kendi kendimize soralým. Bir davranýþ kuralý için evrensel kanuna dönüþmek imkânýný, ona ahlâkî özellik atfetmede zorun­lu ve yeterli þartý meydana getirdiði doðru mudur? Ayný þekilde "eðer davranýþ kuralý umumiyetle tabiî bir kanunun þeklinin denemesini destek­lemiyorsa, onun ahlâkî bakýmdan imkânsýz olduðu" doðru mudur?[171] Ya­zarýmýza inanmak gerekirse, bu çift yönlü kriter içerisinde "genel olarak bizim eylemimizin deðerlendirilmesine izin veren kural[172]"tamamen yamlmaz olmak üzere, en çabuk þekilde[173] bilgi edinme aracý mevcuttur. Keza o, "elde bu pusula oldukça, arýz olan bütün durumlarda, kötüyü ve iyiyi, ödeve uygun olaný ve aykýrý olaný ayýrdetmek için gerekli tam yetki­ye sahibiz" demektedir[174].Bu kriteryumun ilk bölümünün hangi ölçüde, ayný kavram altýnda, ödevden itibaren, ilgisiz ve þüpheli fiillerden geçerek, ona tamamen zýd olana kadar, son derecede çeþitli deðerleri gruplandýrdýðmý görmek için, gayet keskin zekâlý olmak gerekmemektedir. Gerçekten de, eðer insanýn onlarýn kendi bakýmýndan karþýlýðýný kabul etmeyeceði davranýþ biçimle­ri bir yana konulursa, geri kalan hepsi onun gözünde, düsturlarý evren­sel bir kanuri þekline dönüþtürülebilecek olan, kusursuz bir davranýþý meydana getirmek zorundadýr. Namuslu insanýn günlük hayatýnýn bir bölümünde bizzat kendisi için edindiði þu genel kuraldan baþlýyalým: masum, yani tatminine açýkça izin verilmiþ olan eðilimlerini izlemekten. Böylece ahlâkî bakýmdan iyi fiil ve çýkarsýz fiil, yalnýzca bu "mümkün ev­rensel yasama" kavramý içerisinde birbirinden ayýrt edilmez hale sokulma-makta, fakat ödev basit caiz derecesine düþürülmektedir; zira, bu yasama evrenselleþtirilmek zorundadýr demek baþka þeydir, o öyle olabilir demek baþka þeydir. Oysa ki, zorunlu eylem ve yanlýzca yasaklanmamýþ olan eyle­min onun vasýtasý ile ayýrdedildikleri bu farklýlýðý onun takip ettiði "halk" formülü gibi Kant formülü de temin etmekten tamamen acizdir. Öte yandan  Kant'ýn konusu bir ödev olan davranýþ kurallarý içerisinde hangi itina ile iki kategori ayýrdettiði bilinmektedir (meselâ: baþkasýna iyilik etmek): ödeve uygunluðu tam olarak emreden kategori (hangi ne­denle olursa olsun: iyiliksever, kendini beðenmiþ veya menfaatperest mi­zaç...) ve ayný zamanda ödev düþüncesi tarafýndan belirlenmeyi gerekti­ren kategori. Halbuki aþikârdýr ki, "mümkün" ve hatta "zorunlu" evren­sellik kriteri, bu son derece önemli nüansý hiçbir þekilde hesaba katma­maktadýr. Bir ikinci karýþýklýk oradan kaynaklanmaktadýr: ahlâklýlýk ve meþruluhýk arasýnda. Fakat en üzücü karýþýklýk, sözde "mihenk taþýnýn" müþterek vicdan tarafýndan deðilse bile hiç olmazsa bizzat Kantçý hikmet tarafýndan en çok takbih edilenlerden de asla, gönüllü olarak evrenselliðe götüreceði her eylemi ahlâkî iyi diye adlandýrma hakkýný bahþetmek suretiyle ferdî vicdan içerisine sokabileceði karýþýklýktýr. Gerçekten de, ahlâkî kanuna az veya çok aðýr bir þekilde aykýrý davrananlarýn duygusuna daný­þalým, (tedavisi hususunda hastasýný aldatan doktor, bir hayatý kurtar­mak için zarurete binaen iyi niyetle yalan söyleyen insan sever, bir þeref­sizliðe katlanmaktansa intihar etmeyi tercih eden duygulu insan...): dav­ranýþlarýnýn kurallarýna kendileri ile ayný þartlar içerisinde bulunan bütün insanlara uygulanmasý gereken evrensel bir kanun deðeri vermiyorlar mý? Ve þu da ne? En kaba sefihliðe kendini veren hayasýz insan, herkesin kendi örneðini izlemesinde herhangi bir mahzur bulmakta mýdýr? Bazýla­rý çýplaklýðý ve onun ahlâk dýþý bütün sonuçlarýný evrensel kanun halinde yükseltmek istemiyorlar mý?Fakat tersine olarak, kendi kendini nakzetmeksizin veya insan tabiatýný teh­likeye almaksýzýn ve bu arada ahlâksýzlýk þeklinde itham edemiyeceðimiz, evren­selliðe yükseltilmeyecek olan davranýþ kurallarý mevcuttur. Baþka hiç kimse­nin yerine getirmeyeceði, ahlâkî bir mükemmellik derecesine eriþmeyi kendine düstur edinmiþ bir insan farzedelim. Madem ki artýk üstünlük olmayacaktýr, sadece genelleþtirme deðil, bu tür bir düþüncenin en küçük bir geniþletilmesi onu tamamen yýkacaktýr. Bu kuralý ahlâkî bakýmdan kötü olarak vasýflandýrmak için o bir sebep midir? îþte bir baþka örnek: bekârlýk. Bir tek insan neslinin evlenmemek mecburuyetini kendine em­poze ermesine müsaade edelim, bu neslin hayatta olan son kiþisi kaçýnýl­maz þekilde insanlýðýn sonuna iþaret edecektir. Hýristiyanlýkta bu denli övülen bekârlýk düsturu caniyane olarak adlandýrýlabilir mi? Bizzat Kant, o hususta ne düþünmüþtür?Çift yönlü olumlu ve olumsuz görünümü altýnda, böylece evrensel ola­nýn ve ahlâkî olanýn paralelizmi bozulmaktadýr. Hiç þüphe yoktur ki, ödev ve evrensel arasýnda belli bir iliþki, anlamý ve þumûlü üzerinde az sonra açýklama yapmak zorunda olduðumuz tek yanlý bir iliþki mevcuttur.

b) Ancak Kant, somut, tecrübî ve mümkün bir olay alarak ödevlerimi­zin evrenselliði müþahedesiyle iktifa etmemektedir. O insan aklýný evren­selin bir hassasý kýlan bir yarý soyutlama ile de yetinmiyor. Bizatihi pra­tik aklý bizzat özünde yakalamak için o, daha da yukarýya çýkmakta ve bi­ze, "bazý eylemler için belirlenmiþ"[175] falan veya filan kuralýn deðil fakat genel olarak evrensel bir yasamanýn sarsýlmaz gereði olarak bu saf aklýn temel kanununu sunmaktadýr. O bize, eðer ödev "hayali bir kavram" de­ðilse ahlâkî kanunun genel olarak bu þekil altýnda, þu en mücerred evrensellik içerisinde ve hiçbir þekilde baþka özelliklerde olmamak üzere var­lýðýný sürdürmesi gerekir diye tasdik ediyor. Kant bize, felsefî bir soyut-laþtýrma ihtiyacýndan veya Aristo'nun mantýkî formalizmini bir taklitten deðil, fakat en yüksek önemi haiz ahlâkî düþünceler ve bizzat ahlâklýlýðýn mantýðý nedeniyle kendisinin formalizmine götürüldüðünü ifade etmek­tedir. Zira, diyor ki o, eðer eylemin ahlâkî deðeri ne kendisinden bekle­nen sonuçlarda ne de onun eðilimlerimizle uyumunda deðil, fakat ka­nunla olan iliþkisinde yatýyorsa; öte yandan eðer bu kanun aklýn, hisset­me duygusunun karþýsýnda muhtar ve müstakil olan bu hassanýn apriori bir olgusu ise, ayný zamanda hem iyiyi faydalý sonuçlardan ibaret kýlan ampirizmi hem de meteal içerisinde yolunu þaþýran mistisizmi ekarte et­mek ve tek ahlâkî kanunlarla uyuþmuþ rasyonalizmle iktifa etmek gere­kir[176]. Buraya kadar biz hem fikir olabiliriz. Oysa ki o, madem ki ben bü­tün itici güçlerin ve tüm sonuçlarýn iradesine malik oldum, artýk sadece ona yegane prensip olarak hizmet etmesi gereken, genel hatlarýyla kanu­na evrensel uygunluk kalmaktadýr, diye ilave etmektedir[177]. Baþka bir de­yiþle, iradenin konusu olan madde belirleyici bir prensip ise, irade tecrü­bî bir þarta tabi kýlýnmýþ olacaktýr; "halbuki, her çeþit madde soyutlama suretiyle kaldýrýldýðýnda, geriye sadece þekil kalmaktadýr.[178]. Kanaatý-mýzca, bu akýl yürütmenin onlar aracýlýðý ile öncüller ve sonuç arasýnda bir boþluk býraktýðý müphemlik ve kesinliðin bulunmamasý iþte orada yatmaktadýr. Zira, duyarlýlýðýn itici güçleri ve pragmatik hesaplar berta­raf edildiðinde, saf þekle eriþmek için mümkün bütün hal tarzlarý tüketil­miþ olmaz. Gerçekten de, çürütülmüþ madde ve ittihaz olunmuþ þekil arasýn­da bir vasat görülmemekte midir? Ne herkes için deðiþen, tecrübeye tabi, "arzu konusu" madde, ne de tamamen boþ ve muhtevasýz þekil deðil, fa­kat apriori olarak bilinen ve aslî deðerinin temsili suretiyle bütün irâde­lere kendini empoze eden, idrakin konusu olan, düþünebilir kavram. Böylece, formalizmin içerisinde kaybolmaktan kendini tam anlamýyla koruyarak, ampirizmin kötülüklerinden sakýnmýþ olunmayacak mýdýr?Bir tür mantýkî ihtiyaç vasýtasýyla, ahlâkî kanunlar þeklinde addettir­mek maksadýyla davranýþ kurallarýmýza zorunlu olarak evrensel bir þekil empoze ettiðimiz doðrudur. Bir eylemin, ayný þartlar içerisinde bulunan bazýlarý için zorunlu olmasýný ötekiler için de olmamasýný kabul etmiyoruz. Bu aklý isyan ettiriyor. Fakat, madde ile þeklin bir irtibatý ancak bir taraftandýr: Her ödev evrenseldir, fakat tersi gerçek deðildir. Bu demektir ki, bu iliþkiyi tesis etmek için ahlâkî hüküm, dahilî mantýðý vasýtasýyla yayýl­mak eðiliminde olan aynî bir deðerin ayný zamanda bütün fertlere empo­ze edilebilen ve açýlabilen, tamamen özel bir karakteri haiz deðer eylemin içerisinde farkederek iþe baþlar. Bu çift yönlü þartý doldurmayan bir ha­reket tarzý bir ahlâk kanunu olamaz. O, bir ödev olmanýn dýþýnda, ne ise odur. Fakat o zorunlu olarak bir suç deðildir; çünkü o gerçekten de ihti­yarî bir fiil (örnek: bekârlýk) veya en yüksek bir þekilde deðerli fiil (üstün insanýn yüce kahramanlýðý) olabilir. En yüksek ahlâkî deðer olan ilâhî fa­zilet, öyle olmakla bütün aklî varlýklar için evrensel bir kanun deðildir.Eðer böyle ise, —demek istiyorum ki, þayet bütün deðerlerin evrensel bir kanunun þeklini doldurmadaki bu istidatlarý mevcut deðilse ve onla­rýn arasýndan bizzat tabiatý bu evrenselliði talep edeni seçmek gerekiyor­sa— en haklý nedenle herhangi bir davranýþ kuralý için bu somut þekli ka­bul etmenin yegane mantýkî imkâný bize ahlâkî iyinin ölçüsünü saðla­maktan uzaktýr. Bir kanunun evrenselliðini düþünmek onun meþruluðunu . mülâhazayý pek muaf tutmaz. Halbuki biz iddia ediyoruz ki, bir davra­nýþ kuralýnýn meþruluðunu takdir etmek için onun muhtevasý ve manasý­ný tecrit ederek, genel olarak ondaki saf kanun düþüncesini mütalaa et­mekle yetinilseydi, bizim için tek baþýna ahlâka filan baþkasýný deðil de falan uygulamayý, fazileti olduðu gibi kusuru da koymak imkânsýz hale gelecekti. Kant kabul etmektedir ki, bir iyi ve bir kötü kullanýma tabi tu­tulamayacak olan birþey, mutlak surette iyi deðildir. Gerçekten forma­lizmle ilgili bir keyfiyet deðil midir? Evrensel þekil yalnýzca, arada bir ay­rým gözetmeksizin bir pastanýn veya bir tuðlanýn döküldüðü bir kalýptýr.Kant doktrininin büyük paradoksu, sadece türemiþ bir özellikten baþ­ka birþey olmayaný, baþlýca özellik saymaktan ileri gelmektedir. Hakika­ten, Kant için, iyiyi tesis eden formel kanundur, yoksa ona temel vazifesi­ni gören if i deðil. Kur'ân'mkine zýd olan bu tutum —biz onu görmüþ bu­lunuyoruz— Kant'ýn düþüncesinde bizim az önce beyan ettiðimiz ayný fa-sid kýyas tarafýndan belirlenmiþ bulunmaktadýr. "Eðer iyi kavramý diyor o bize, önceki bir kanundan türemiþ deðil, fakat ona temel vazifesi görüyor­sa, artýk o sadece arzu edilir birþeyin kavramý olabilir[179]. Tersine biz sa­nýyoruz ki, bir kanun evrensel olduðu için ahlâkî olarak hükmolunmamýþtýr. Çünkü ilkin o doðru olarak vaz olunduðu için genelleþtirmek zo­rundadýr. Þayet insanlýðýn mes'ut geliþimi, hatta mevcudiyeti tehlikede ol­masa, niçin biz evrensel bir barýþ arýyoruz? Tersine, en zayýflarýn hayatta en yeteneklilere yer býrakmak üzere ortadan kaybolmak zorunda olmala­rýnýn yerleþmiþ olduðunu farz edelim: bizim düsturumuz ayný anda deði­þecek ve evrensel kavga, ahlâkçýnýn bize vermek zorunda olduðu yegâne öðüt olacaktýr. Evrensellik baþlangýçta þumûlü bir cevherin þekli altýnda verilmiþ olaný geniþleyici terimlerle ifade etmekten baþka birþey yapma­maktadýr. Mantýkî düzen içerisinde olduðu gibi ahlâkî düzen içerisinde de evrenselliðin var oluþ sebebi zarurettir ve sonuç olarak kanun koyucu­nun düþüncesinde, ona tekaddüm etmesi gerekir; oysa ki ahlâkî zorunlu­luk, haricî bir þekilden deðil de dahilî bir deðerden sadýr olmaktadýr.Faziletin ve kanun iliþkisinin bu dönüþlü idraki, Allah'ýn falan þeyi as­len doðru olduðu için emretmediði fakat, sadece O emretmiþ olduðu için emrettiði þeyin doðru olduðu þeklindeki teolojik volontarizmi, yalnýzca metafizik bir alana aktarýp yerleþtirmektedir. Sadece bir ýstýlah deðiþikli­ði mevcuttur. Ýlâhiyatçýlarýn Allah'ýn yüce emri dedikleri yerde Kant, saf aklýn kategorik buyruðu demektedir. Bununla birlikte, þu farkla ki, bu kanaati destekleyen ilâhiyatçýlar, haksýz emirlere karþý, ilâhî mükemme­liyet içerisinde fiilî bir garantiye sahiptirler. Ýlâhî akýlla özdeþleþtirmedik-çe, bu saf akýl soyut kavramý ile hangi garantiye sahip bulunuyoruz?Bizim düþüncemiz üzerinde yanýlmmasm. Kant formalizmi içerisinde birçok veçheleri ayýr d ediyoruz; madem ki saf aklýn kanunu ona birçok kullanýmlarda hizmet etmektedir: ayný zamanda o, eylemi ve onun konu­larýný (iyi ve kötü) belirleyen objektif bir prensip ve itaat edilecek iradeyi belirleyen sübjektif bir prensip (bir deðiþkenidir[180]. Halbuki, bu son nok­ta üzerine biz hiçbir meþakkat çýkarmýyoruz. Tamamen tersine, kanunun saf þekli, ahlâkî vicdan üzerinde etkide bulunmaya büsbütün kadirdir. Amaçladýðý ahlâkî iyiye aldýrmaksýzýn, bir ödev olduðu için ödevini yerine getir­mek, mutlak surette halis iradenin tanýmý böyledir. Kur'ânî ahlâkýn idealinin orada olduðunu göstereceðiz[181]. Kendisine itimad beslenen doktoruna re­çetelerinin sebebi sorulmaz. Burada tartýþmak, kuþkulanmaktýr. Hareket et­mek deðil fakat hüküm vermek, deðerlendirmek, emretmek söz konusu ol­duðu zaman da ayný mýdýr? Genel olarak bir kanun, dýþ þekli iyi ve kötü üzerinde bir yasama prensibi rolü oynayabilir mi? En mükemmel tavýr ve hareket tarzlarýmýz hususunda müsbet þekilde bilgi edinmemiz için sade­ce bir tek evrensel yükümlülük düþüncesinin bizim için yeterli olduðunu söylemek, iþte bizi aþýyor. Eðer, adaletin ideali ile bu kanunun mükemmel ahengini önceden farz etmemiþse, bir kanuna itaati emreden sebeb keyfî ve gaddarca olacak, o, bizzat kendisi olmayacaktýr. Þu halde Kant, ahlâkî vicdanýn birbirinden gayet farklý olan iki safhasýný karýþtýrmýþ ve onlarý ayný tarzda ele almýþtýr. 1. Orada henüz kanunu tesis etmenin bahis konusu ol­duðu an. 2. Daha önce tesis olunmuþ bir kanunu icra etmenin söz konusu oldu­ðu an. Kýsacasý, mükellefiyet ve niyet, ahlâk ve ahlâklýlýktýr.

c) Evrensel ödev! Kabul edelim. Fakat yine de birçok evrensellik dere­celeri ayýrdetmek gerekir. Ne kadar þümüllenme mevcutsa o kadar kav­ram vardýr. Babalýk, analýk, eþlik, evlatlýk Ödevi; baþkanlýk, arkadaþlýk, yurttaþlýk, insanlýk ödevi; davranmak zorunda olmak, düþünmek zorun­da olmak, sevmek zorunda olmak. Herbirine ait engelleri düþürecek ve onlardan bazýlarýný ötekilerin üzerine binecek þekilde, bütün bu kiþiler ve kanýlar hususunda bütün bu terimlere ayný þumûlü meþru olarak atfet­mek mümkün müdür? Bir baþkana üstlerine astlarý gibi davranmasýný, bir kocaya dünyanýn bütün kadýnlarýna kendisininki gibi muamelesini ve karþýlýk olarak ötekilere de onlara öyle davranmalarýný söylemek yetki­miz bulunmakta mýdýr? Sýnýrlarýn ötesinde her ödev bir ödev olmaktan çýkar ve hatta bir suça dönüþebilir. Þu halde daima þumûlü ancak yapýcý unsurlarýnýn tabiatýnýn ve uygunlaþtýrýlmýþ bütün bir þartlar birliðinin fonksiyonuna göre tanýmlanabilen izafî bir evrensel söz konusudur. Ödevleri bölümlemek ve onlarý tanýmlamak, iþte öz anlamý ile ahlâkçýnýn baþhca iþi böyledir. Onu nasýl baþarmalýdýr? Hiçbir yabancý iktibas olma­dan, mutlaktan hareketle izafîye eriþilebilir mi? Bir resmin þekli ile, sanat­kârýn oraya koyduðu renkler ve bütün ayrýntýlar nasýl belirlenebilir? Saf bir gramerci bu sýfatla, konuþmanýn temel düþüncesini ve üslup incelik­lerini hacýyla nasýl açýklayabilir? Ahlâký bir matematik ve hatta mate­me tikten de fazla birþey yapmak, ne büyük paradoks!-Gerçekten de, bü­tün geometrik terimleri bir tek prensipten çýkarmak imkânsýzdýr. Davra­nýþ biliminde, bu hususta nasýl daha iyi baþarý gösterilebilir?O halde, bu þartlar altýnda imkânsýz olan kesin bir istidlalin yokluðu karþýsýnda, Kant'ta biz daha ziyade, þekil ve madde arasýnda az çok kur­naz bir yaklaþtýrmaya þahit oluyoruz. Bir yandan, dinî ve metafizik bað­larýndan kopardýktan sonra müþterek ahlâkýn ayný kaidelerini ve diðer yandan, filozofun tercih ettiði faziletli hayat türü üzerine bazý þahsî gö­rüþleri, kanýtlamak amacýnda olan bir çeþit adaptasyon. Samimi vicdan­lar, ahlâkî ideali görmede Kantcý tarzda iltihak edebilirler, biz onu tartýþ­mýyoruz. Fakat ilk prensibi ile iliþkileri içerisinde, onun türemiþ formül­lerinden bazýlarýný inclediðimizde, onlar bize kendilerini ya zorunlu irti­bat olmaksýzýn ya da onunla kötü bir ahenk içerisinde sunmaktadýr.Zorunlu irtibat olmaksýzýn, iþte beþerî þahsiyete bizatihi bir amaç þeklin­de bakarak, bizzat kendimizde olduðu gibi baþkasýnýn þahsýnda da insan­lýða saygýyý emreden formül böyledir. Gerçekten, baðýmsýz ve mutlak ha­kim olan saf akim niçin, baþka bir þeye deðil de bizzat kendisine saygý duymak ihtiyacýný hissettiði sorulabilir. Daha derinlemesine olarak aklî olmaktan çok hissî olan, madde ve ruhtan müteþekkil bu karýþýk tabiatý, sadece kýsmen öyle olduðu halde, bir amaç olarak mülahaza etmek akla uygun mudur? Bu iþaret, Kant'in zihninden tamamen kaçmýþ gibi görün­müyor. Ve iþte muhtemelen bu nedenle o, insan þahsýna münhasýran de­ðil fakat "ayný zamanda" amaç olarak davranýlmasýný istemek suretiyle, formülünü sýnýrlamýþtýr. Maalesef, bu istidlal sertliði bu saygýdan sonuç­lanan pratik ödevin tarifine eriþildiði andan itibaren gevþemekte gecik­medi, însan tabiatýnýn bu ikiliðinin mantýðýný, sadece þahýs ve fert arasýn­da, müþtereken sahip bulunan þeyle, tek basma her insana bizzat ait olan þey arasýnda deðil, fakat ayný zamanda hem akim haklarý ve hem de be­denin ihtiyaçlarý arasýnda bir ayýrým tesis etmesi gerekirdi. Oysa ki Kant, herkesle birlikte insanlarýn emniyete olan hakkýný ve onlarýn bedenleri ve mallarýna hiçbir þekilde kasdetmemek ödevini muhafaza etmektedir; O, köleliði ve bütün þekilleri altýnda tahakkümü yasaklamaktadýr. Þu halde, prensipte içerilmek üzere, ziyadesiyle geniþ alelade þeyler söylemeye eriþmek için, bu kadar ince eleyip sýk dokumak zahmete deðmezdi. Bu­rada, öncüllerden ziyade hükümde fazladan birþey görülmemekte midir? Eðer saygý, insanda hissî olan unsura kadar uzanabiliyorsa ve öyle olmak zorunda ise, neden o baþka bakýmlardan ona reddolunsun? Niçin ehlileþ­tirmek ve vicdaný sýzlamadan öldürmek suretiyle hayvanlara eþya gibi davranmaya izin verilmiþtir? Bazan geniþletmek bazan da daraltmak üzere, hükümlerine bu gayrý muntazam gidiþi nakþetmek için, kanun ko­yucunun düþüncesi içerisinde þüphesiz, saf mantýða yabancý olan tjaþka düþüncelerin sokulmasý gerekmiþtir.Her kim olursa olsun haklarýmýza el uzatmaya müsadeyi bize yasak­ladýðý durumda olduðu gibi, prensiple kötü uyum içerisindedir. Ya kelimeler manalarýný kaybettiler veya bir hak bu haliyle, ona malik olan kar­þýsýnda deðil fakat baþkasý karþýsýnda bir ödevi oluþturmamaktadýr. Eðer gerçekten o benim hakkýmsa, ben onu tutmak veya istediðime býrakmak­ta serbestim. Kabul edelim ki, ben'in bir çeþit ikiye bölünmesi suretiyle, ferdî suje olarak ben, insan olarak, insanlýðýn bu kutsal prensibinin mute­medi olarak hakký savunmak zorundayým. Fakat, adalet ödevinin dýþýn­da, iyilikseverlik ödevi vardýr. O da, evrensel olarak uygulanmak hakký­ný talep etmemekte midir? Oysa ki iyilikseverlik zorunlu olarak baðýþla­ma ve müsamahayý içerir. Bu bakýmdan hýristiyan ahlâký, düþmanlarýmý­zý bile sevmemizi bize emretmek suretiyle, Kant ahlâkýndan çok daha fazla evrensel ödev prensibine sadýktý.Burada biz, evrenselliðin sadece, karþýt bir ödevinkine zarar vermek suretiyle bir ödeve atfedilebileceðine þahit oluyoruz. Gerçeði söylemek gerekirse, þartsýz kesin emir, terimin sert kalýplan içerisinde yani ne tec­rübe ve ne de saðduyu tarafýndan sýnýrlanmamýþ olarak, mutlak bir þekil­de emsalsiz bir ödevi kabul ederek idrak olunabilir. Madem ki ödevlerin bir çokluðu vardýr ve öyle olmak zurundadýr, iki durum mümkündür: ya birbirinden rahatsýz olmaksýzýn iki emir âdeta paralel olarak gitmektedir­ler veya onlardan her biri diðerini sadece etkisiz kýlmayý deðil fakat en­gellemeye temayül gösterebilir.Birinci durumda pratik hiçbir güçlük yoktur. Meselâ biz yalan söyle­memek ve öldürmemek zorundayýz; iki ödev mükemmelen uyuþabilir ve her zaman baþbaþa gidebilir. Þüphesiz, biri konuþmakla diðeri yapmakla il­gili olmak üzere, onlarýn ayný anda birbirlerini zorlamalarý gerekmez. Ancak onlardan her birine ayrýlan sýnýrlar, ona dýþardan deðil fakat biz­zat onun ifadesi ve özel kavramýnýn analizi tarafýndan empoze edilmiþtir. Her tecrübî elemandan baðýmýz olarak, beþerî idrakin icrasý ile te'lif edil­miþ bulunan iþ.En önemli güçlükler, ödevlerin çatýþmasý halinde ortaya çýkacaklardýr. Ýþte birkaç* örnek: Gerçeði söylemek ve baþkalarýna karþý nazik olmak zo­rundayýz. Katý gerçek, yaralanmaksýzm beyan olunamadýðý zaman ne yapmak gerekir? Ben sözümü tutmalýyým. Fakat, eðer vadettiðim yardý­mýn açýk bir adaletsizliðin lehinde olduðumu keþfedersem? Yalan söyle­mem yasaktýr; ve ayný þekilde kurtarabileceðim bir ruhu çürümeye terk etmek de bana yasaktýr. Gerçek, masum bir üçüncü þahsý teþhir ettiði za­man ne yapmalýdýr? Bu durumda baþkasýnýn hayatý pahasýna gerçeði söylemek, övülecek haysiyetli bir fiil mi yoksa kýnanacak bencillik fiili mi iþlemektedir. Bir insan hayatýný kurtarmak için bir yalan söylemeyi ken­dine müsaade etmek, esas itibariyle bir hakir görme mi yoksa bizatihi bir feragat ve fedakârlýk mýdýr? Anlamý karýþýk bir deyim kullanmak suretiy­le bir uzlaþmayý denemek gerçekten fazileti desteklemek mi ya da tersi­ne onun itibarýný kýrmak mýdýr? Çünkü saldýrgana karþý, zihnen onu ha­talý yönlendirmeye iknaya çalýþacak ve böylece yalanýn zahirinden kaçý­nýrken onun ruhu alýnmýþ olacaktýr.O, pekâlâ görülüyor. Burada, iki emrin, mefhum bakýmýndan da olsa, genelleþtirilmesi kaçýnýlmaz bir þekilde onlann birbirine karþýlýklý teca­vüzlerini, çeliþmelerini ve yok olmalarýný sürüklemektedir. Diðerine ge­çiþ saðlamak için, onlardan birinin uygulama alanýný mutlak surette da­raltma lüzumu oradan kaynaklanmaktadýr. Fakat hangisini? Keyfî olarak onlardan herhangi birini tercihe müsaade edilmiþ midir? Eþit bir deðer atfetmek suretiyle baþlamaksýzm onlara eþit bir geçit hakký nasýl verilebi­lir? Oysa ki, kaçýnýlmazý, gerekli olaný ve ziyade olaný, en acili ve daha az acil olaný, varlýðý ve kemâli ayný seviyeye koymak kabul edilir mi? Ahlâk-çýiun görevi, ödevlerin bir listesini çýkardýðýnda tamamlanmamýþtýr; on­lar arasýnda onun bir deðerler hiyerarþisi tesis etmesi de gerekecektir. Bu düzen tesis edilmiþ farz olunsa bile, madem ki o temelinde izafîdir, aslý mutlak olmayacaktýr; zira bir vakada kaçýnýlmaz olan, bir baþkasýnda ta­lî ve bir üçüncüsünde de ziyade duruma gelebilir. Ýþte bu þekildedir ki, tehdit eden tehlike karþýsýnda, hayatý kurtarmak için en kýymetli iyiler fe­da edilir; þerefi kurtarmak için hayat tehlikeye konur.Seçimimizin en liyakatli deðeri, günlük gerçekle temas sayesinde ta­nýmlanýr; farklý ödevler arasýnda, esasen istikrarsýz ve daima deðiþmeye tabi olan bir iþaret çizgisi doðru olarak ancak tabiat üzerine çizilebilir. O þe­kildeki, belli bir anda bir ödevi belirlemek için son söz herkesin kendi yargýsýna ve belki de onun altýncý duygusu denilen þeye ayrýlmýþ olacaktýr.Ýþte iki katlý olarak aþýlmýþ olan Kantcýlýk; ve iþte biz, bizzat bu þekilde yolun öteki ucuna götürülmüþ bulunmaktayýz.

 
[164] Sermon, Bak. Matta, VII, 12.

[165] el-Bakara 2/267.

[166] Buharî, Sahih, Kitâbü'Uman, Bab 6. en-Neseî, üâve ediyor.

[167] Krþ. Kant, Fondements de la Metaph. des Moeýýrs, s. 153. en-Neseî, ilâve ediyor.

[168] Kant, Crit. de la R. prat., s.71-2.

[169] A.e., s.3O.

[170] A.e., s.130.

[171] Kant, a.g.e., s.27.

[172] Ayný þekilde, Fondements de la Met. des Moeurs, s.142.

[173] a.g.e., s. 104.

[174] a.g.e., s. 106.

[175] Kant, Fondements... s.103.

[176] Kant, Crit., s.73.

[177] Ayný þekilde, Fondements..., s.103.

[178] Ayný þekilde, Crit., s.26.

[179] Kant, Crit. s.60.

[180] Kant, Crit, s.79.                                                                                       

[181] Bk. daha ileride, böl. IV, alt böl. II, A.   
 


radyobeyan