Bertaraf Edici Gayret By: meryem Date: 21 Aralýk 2010, 10:35:30
A . Bertaraf Edici Gayret
Bertaraf edici gayret ile þu ameliyeyi kastediyoruz: Bizi þerre teþvik eden kötü-eðilimlere karþý mukabele ettiðimiz, bu eðilimlerin tesirlerini uzaklaþtýrmaya yetenekli bir mukavemet gücüdür.Ne zaman üstünlüðü ele geçirmeye doðru yönelen düþman bir kuvvetin karþýsýnda bulunursak, böyle bir ameliyenin gerekliliðine hiç kimse itiraz edemez. Gerçekten o anda insanýn birinci ödevi, en acil iþi, ihtiraslarýný susturmasýdýr. Gördük ki, Kur'ân-ý Kerim bizden bu mukavemeti bir çok defalar ýsrarla istemektedir. Ona göre, þerefli akibetler, þehvetlerini yenmesini bilenlere tahsis edilmiþtir. Bu hususta Cenab-ý Hak þöyle buyurur: "Büyük, müthiþ felâket ortalýðý sardýðý zaman, o gün insan ne için çalýþtý ise onu hatýrlar. Cehennem de her görene apaçýk görünür. Taþkýnlýk eden, dünya hayatýný tercih eden için, þüphe yok ki, varýlacak yurt cehennemdir. Rab-binin huzurunda suçlu durmaktan korkarak nefsini süflî heveslerden nehyeden için de þüphe yok ki, varýlacak yurt cennettir."[18] Ve burada, amelî hükümler olarak diðerleri arasýnda senenin on ikide bir kýsmýnda ve bu mecburî devrenin dýþýnda birçok þartlarda imsaktan iftara kadar olan esnada Kur'ân'm farz kýldýðý mutlak orucu zikretmeliyiz. Bu, hiç þüphesiz nefsine körü körüne itaati kýrmak için mükemmel bir temrindir.Fakat bu baþarý, her yerde ve daima bizden zahmetli bir fedâkârlýk isteyecek kadar meþakkatli midir? Ahlâkî hayatý simsiyah gören ve ona göre þer tabiatýn acýmasýz bir kanunu olan aþýrý kötümserliðe raðmen, biz bu soruya, durumun daima böyle olmadýðý þeklinde cevap veriyoruz.Pek tabiî biz, þer meselesinin hiç ortaya çýkmadýðý meleklere yaraþýr bir fýtrattan bahsetmek istemiyoruz; çünkü böyle bir fýtrat için hayýrdan baþka bir þey iþlemek imkânsýzdýr. Biz, falan þer için bedenî gücü veya filan haz için normal zevki tamamen eksik olan bir hastadan da bahsetmiyoruz. Ahlâk-üstü veya ahlâk-dýþý, bu iki durum ayný þekilde söz konusu olmamaktadýr. Fakat biz, içgüdüler ve akýlla donanmýþ tam beþerî bir fýtrat alanmda kalarak, birçok kiþilerde aþaðý veya yukarý doðru giden sayýsýzderecelerle hayýrlý kararlar içinde bir kendüiðindenlik tesbit ederiz. Þu anlamda ki; bu kararlar, birbirine zýt kötü eðilimlerle gözle görülebilir bir þekilde birbirlerine ters bulunmazlar. Yalnýz adî veya anlamsýz bir karar sözkonusu olduðu zaman deðil, ayný zamanda çok önemli karar alýndýðý durumda dahi, halk için ancak büyük bir gayret karþýlýðýnda elde edilen bu azim, bu þahýslarda daha yumuþak ve daha kolay bir tarzda gerç ekleþtirilmektedir.Bu aþaðý yukarý kendüiðindenlik iki tarzda meydana gelebilir: Ya fýtrî bir istidat ile lütfedilir, ya da az çok uzun ve güç bir müddet sonunda bir gayretin baþarýsý ile hasýl olur.Birinci durumda, nefsanî arzular henüz þuurlu bir seviyeye itildiklerinden ve hayýr fikri ruhta mümtaz bir yer iþgal ettiðinden salih amel, bir sevgi ve sevinç mevzuu olarak kendini gösterir. Ahlâkîliðin kendine doðru yöneldiði bu yüce durum, aynen Allah'ýn yarattýðý üzere büyük velilerin durumu olacaktýr. Bilhassa baþýndan beri ilâhî bir görevi teblið için seçilmiþ olan Peygamberler. "Hak Teâlâ, Peygamberliði kime vereceðini daha Ýyi bilir."[19] Ýkinci durumda, hadiseler ancak en sonunda ve ekseriya yenilenmiþ bir mücadele sayesinde bu þekilde cereyan ederler. Bu yalnýzca belli bir manada bir melekenin uygulanmasýnýn icra olunan melekeyi ayný Ölçüde beslediði bir kanun deðil, ayný zamanda ciddî þekilde doðru yolu arayan kimseye hidayet etmek için Allah'ýn da müsbet bir yardýmla müdahale etmesidir. "Bizim yolumuzda (çalýþýp didiþenler) mücâhede edenleri muhakkak ki (doðru) yolumuza iletiriz. Hak Teâlâ iyi iþler iþleyenlerle beraberdir"[20]. Bir hadîs-i kudsîde de þunlarý okuyoruz: "Benim gerçek kulum, bana yaptýðý nafile ibadetlerle de yaklaþýr. Nihayet onu severim. Bir kere de onu sevdim mi, artýk ben o kulumun iþittiði kulaðý, göreceði gözü, kavrayacaðý eli ve yürüyeceði ayaðý olurum. Eðer benden bir þey dilerse onu verir, bana sýðýnýrsa muhakkak onu himaye ederim."[21].Fakat bundan daha aþaðýya, vasat bir insan seviyesine inersek, kýsmen benzer bir durum tesbit etmeyecek miyiz? Ýster makul bir varlýk olmaya lâyýk vasfý üzerimde düþünmek için, ister korkunç neticeleri önceden kestirmek Ýçin belli bir arzu önünde durmaya çalýþtýðýmýz zaman, bu görünümIer veya bu deðerler, tasavvurumuzu istilâ etmeyi ve kalbimizin içine girmeyi baþardýklarý zaman, o zamana kadar görünmemiþ kalan ve bundan sonra serden uzaklaþmamýzý daha kolay kýlan belli canlý bir gücü kendimizde hissetmez miyiz? Halbuki veli aþkla itilmiþ, vasat insan akýl ile desteklenmiþ, alelade insan korku ile zaptedilmiþ veya ümitle cezbedilmiþ olsun —fikirlerle az çok yüce duygular arasýndaki bu özel farklýlýðýn dýþýnda vetire daima aynýdýr. Þu veya bu durumda irade, ilerlemesini destekleyen diðer muharriklerle donatýlmýþ bir surettedir; ve bundan dolayý karar daha çabuk ve daha kolay hale gelmekte ve gayret ayný oranda azalmaktadýr.Bu, orada artýk anlaþmazlýk bulunmadýðý anlamýna gelmez. Hatta had safhada bile onun olduðunu söyleyebiliriz. En azýndan göreceðimiz nass-larm tamamýndan ortaya çýkan budur.Yalnýz burada karþý karþýya bulunan iki güç, ayný ölçüde silahlandýrýlmýþ deðildir. Hiç þüphesiz genel kaide olarak, "insanýn nefsi, ona kötülüðü emredicidir. Ancak Rabbimin rahmetiyle kötülük yapmaktan koruduðu baþka."[22]. Resûlallah (s.a.v.) da þöyle buyurmuþtur: "Sizden hiç bir kimse yoktur ki, kendisine cinlerden bir arkadaþý vekil kýlýnmamýþ olsun!" As-hab: "Ya sana! Rasûlallah! dediler. "Bana da, þu kadar var ki, Allah onun hakkýnda bana yardým etti de o müslüman oldu. Artýk bana hayýrdan baþka bir þey emretmiyor"[23]. Allah'ýn bütün sadýk kullarýnýn durumu da aynýdýr. "Gerçekte (Þeytanýn), iman edip Rablerine güvenen ve dayananlar üzerine hiç bir tesiri yoktur."[24]"Kullanma gelince, gerçekte senin, (öz) kullarým üzerinde hiçbir tesirin yoktur."[25] Onlarýn hassas fýtratlarýnýn bu þeytanî amele maruz kalmasýnýn tesiri, insanlarýn çoðu üzerinde kendini gösteren tesirden sebat ve devamca daha azdýr. Bu geçici bir bulutun gölgesi ile meydana gelmiþ ve çok hýzlý daðýlmýþ olan hafif bir kararma kabilin-dendir[26]. Þer isteðinin ruh üzerinde meydana getirdiði sadme, sarsýlmaz bir yapýya karþý bir toplu iðnenin temasýný çok geçmez[27]Gerçektir ki, en salih kimseler, keza kendilerinin kâmil tabiatlarýndan yararlanan kimselerdir[28]Hakikaten îsîâmýn velîsi, þehvetten tecrid olmuþ bir budist hakimin veya acýlara karþý duyarsýz bir stuacý hakimin modelinde tasavvur edilmemelidir. Çünkü tersine, bazý þeyler bizimkinin hoþuna gider, diðer bazýsý ona tiksinti verir. Ve o, iki durumda da onun fýtrî veya alýþýlmýþ temayülü, bir ödevin tersi olmadýkça, ona karþý durmaya çalýþmaz. îþte bu suretle hadis, bize Peygamberin özellikle bal ve þekerli þeyleri sevdiðini[29], kötü koku yayan sebzelerin onun hoþuna gitmediðini[30] anlatmaktadýr. Bir gün kendisi için alýþýlmamýþ bir yemeðe davet edildiðinde, ona elini sürmemiþti. "Ondan yemek haram mýdýr? Yâ Rasûlallah" diye soruldu. "Hayýr, fakat memleketimde ona alýþýlmamýþtýr, binaenaleyh onun için kendimi isteksiz hissediyorum"[31] þeklinde cevap verdi. O, fýrsat düþtüðünde gerçekliðini hiç bir zaman býrakmaksýzýn güler ve þaka yapardý[32] Can çekiþen küçük çocuðunu görünce gözyaþlarýný tutamadý: Sa'd kendisine "Bu ne yâ Rasûlallah?" dedi. Resûlullah (s.a.v.): "Bu bir rahmettir. Allah onu kullarýnýn kalblerine tevdî buyurmuþtur. Allah ancak merhametli olan kullarýna rahmet eyler"[33] buyurdu. Ayný olay, Ashabýndan birinin ölümünde hazýr bulunduðu zaman da vuku bulmuþtu[34]Bununla birlikte ona göre, en canlý ve en derin heyecanlar, kaynaklarýný bu bayaðý olaylar düzeninden almazlar. Ýnsanlarýn kurtuluþu için kaygýlarý ve onlarýn yolunu þaþýrtmalarýný görünce duyduðu acýlar, onun ruhu üzerinde baþka türlü dokunaklý bir tesire sahiptirler[35]. Ayný þekilde onun sevimli, cana yakýn duygulan, daha ziyade bu yüksek deðerlere doðru gitmektedir. Keza bizzat o, bize þöyle buyuruyor: "Bana verilen en derin þevk ve safayý namazda duymaktayým."[36]Þu halde tslâmî velayet, fýtrata karþý mutlak bir kayýtsýzlýktan deðil, fakat manevî deðerler için özellikle tekid edilmiþ bir tercihten ibarettir. Bundan dolayý, Kur'ân-ý Kerim gerçek mü'minleri tavsif ederken, onlarýn ancak Allah'ý sevdiklerini söylemiyor mu? Lâkin onlar: "Allah'ý her þeyden çok severler".[37]Oysa ki gayret ve kendiliðindenlik problemini ortaya çýkarmak için, Ödeve zýt güçlerin tamamen yok olacaklarý bir durumu farzetmeye hiç ihtiyaç yoktu. Rakîb güçler arasýndaki bu eþitsizlik vakýasýndan baþlamak bize yeter; çünkü lütufkâr duygunun en cüz'i üstünlüðü, orantýlý olarak yükümlülüðün aðýrlýðýný ve mukavemetin gerektirdiði fedâkârlýðý hafifletmek zorundadýr. Bizzat Kur'ân-ý Kerim, bu iþareti yapmýþtýr. O, sabýr ve namaza baþvurmayý canlý bir þekilde tavsiye ettikten sonra þöyle der: "Bu da, þüphe yok ki çok aðýr gelir, fakat içi saygý ile ürperen kimselere deðil!"[38]Gerçekte o kadar nisbetsiz böylesi güçleri, karþý karþýya getiren çatýþma arasýnda belirlenen veya ana hatlar içinde daha önceden ortaya çýkan bir baþarýyý görmek zor deðildir. Yalnýz onu ana hatlarý ile söylüyoruz, çünkü adetâ buharlaþmýþ bir hale gelmiþ ve gerektiðinde insanýn doðrudan doðruya ve gayr-i ihtiyarî bir tarzda kendini ona teslim edeceði Özel bir amel söz konusu deðildir. Söz konusu olan, en iþlenmiþ ve en geliþmiþ eðilimle þematik olarak belirtilmiþ bir istikâmettir.Þimdi, az önce tavsif ettiðimiz þartlar içinde edâ edilen amelin deðeri nedir? Bu, ne sýrf kendiliðinden, ne tamamen kazanýlmýþ bir ameldir; o birleþik iki gücün bir semeresidir: fýtrat ve þahýs. Zaten çeþitli miktarlarda her beþeri amel de böyledir. Fakat, fýtratýn bu katkýsý arttýkça, þahsî meziyet azalmak zorunda deðil midir?Mesele iþte budur.Ýlk önce, müsbetin imkânsýzlýðýnýn bedâheten zuhur ettiði bir jdurum vardýr. Bu, geliþme halinde olan ve onun için tabiatýn bu esnekliðinin, bizzat iradenin bir kesbi olduðu vasat insanýn durumudur. Þimdilik bu durumla yetinelim.Böylece, nisbeten kolay bir hal olan ahlâkî ameli küçümsemek, neticelerinin en iyisi içerisinde bizzat gayreti tanýmamak deðil midir? Çoðu zaman bu zikredilmiþtir: Mücadelenin varlýk nedeni, bizzat mücadele içinde deðil, fakat ondan sonuç olarak çýkan baþarýda yatmaktadýr.Bununla beraber bu baþarý tesadüfi veya arýzî bir anlamda anlaþýlmamalýdýr. Ýlk olarak belli bir iðvâya karþý mücadele ettiðim ve ondan uzaklaþmayý baþardýðým zaman, bu þan þeref içinde, bana galibiyet unvanýný vermek için yeter bir sebep deðildir. Orada tesadüfün küçük veya büyük bir ölçüde katkýsýnýn olup olmadýðýný kim bilir? Bir atasözünün dediði gi-
bi, Dit gülle bahar olmaz. Ve iþte þüphesiz bu bakýmdan Aristo, fazileti alýþkanlýk kategorisi içerisinde tasnif etmiþtir. Þu halde þartlarý deðiþmeye ve fýrsatýn çeþitli þekiller altýnda kendini göstermesini býrakalým, eðer ayný baþarýlý sonucu elde ediyorsam, o takdirde ona sevinebileceðim, fakat henüz tam olarak deðil.Çünkü ben, eðer her fýrsatta ayný kaynaklara baþvurmak ve davranýþýmda ahlâkî bir uygunluk saðlamak için ayný güçlüklere maruz kalmak zorunda olursam, buradan fýtratýmdaki asi karakterin geliþmeye elveriþsiz olduðunun ortaya çýktýðýný söyleyemesem bile, onun deðiþmeden kaldýðým müþahede ederim. Balonunu suya batýrmak için boþuna çabalayýp duran çocuðun klâsik misali, hiç bir ilerleme kay d etmeksizin daima birbirlerine benzer bu teþebbüslerin tam bir tablosunu bize vermektedir. Zavallý, balonunu sulara batýrmaya boþuna çalýþacak, delmedikçe veya içine aðýrlýk koymadýkça onu, býrakýr býrakmaz balon zýplayacak ve suyun yüzüne çýkacaktýr. Açýkça mukavemet içinde bu þiddetli hýrsýn zaruretini durdurmak, belli bir dahilî denge saðlamak veya mümkün olduðu kadar ona yakýnlýk kurmak amacýný hâvî olan bütün ahlâkî ihtimamý doðrularken müslüman mutasavvýflarýn bize tavsif ettiði gibi mübalaða etmiyoruz. Bu gerçeði açýklayan binlercesi arasýndan, Ebû Muhammed el-Murta'ýþ'ýn içebakýþla ilgili olarak kendini incelediði aþaðýdaki kýssada bize bir misâl verilmiþtir. Bu mutasavvýfýn, her yýl edâ ettiði haclar esnasýnda kendini her çeþit sýkýntýlara sokma alýþkanlýðý vardý. O, nefsinde hiç bir itiraz duymaksýzýn açlýða ve yorgunluða tahammül ediyordu. Bu bakýmdan o, önemsiz bir hadise onu uyandýrdýðý zaman, tabiî eðilimlerini tam bir disiplin altýna almaya karar veriyordu. Bir gün annesi ondan bir testi su getirmesini istediði zaman, bu onun nefsine çok aðýr geldi. Bunun üzerine bizim sûfî maziye dönerek, geçmiþe ait bütün amellerini, zahiri ve ahlâka aykýrý bir itaatle icra olunmuþ sayarak, mahkûm etti[39] Onun ödevi henüz gayesine eriþmemiþti.Þu halde gayretin amacý gayreti azaltmaktýr. Ondan elde ettiðimiz en büyük faide, yavaþ yavaþ ondan kendimizi baðýmsýz kýlmaktýr; bu da gayretin uygulandýðý amelle bizi daha içli dýþlý kýldýðý ölçüdedir. Elbette bu, statik ve her teþebbüsü dýþarýda býrakan þekil altýnda anlaþýlan bir alýþkanlýkla deðil, fakat uygulanýrken geliþen, mevzuyu deðiþtirirken kendisi deðiþikliðe uðrayan ve en deðiþik ve en umulmadýk þartlarda bile duruma hakim olmayý saðlayan dinamik bir kaynak gibidir. Mücadelenin içe nüfuz etmesi, kökleþmesi, asýl bir huy haline gelmesi ve sanki ikinci bir fýtratmýþ gibi olmasý gerekir. Yalnýz bu surette, istenilen bir ahlâktan deðil, sahip olunmuþ olan bir ahlâktan söz edilebilir.Mücadele ve zaferin veya daha genel olarak haricî katký ve kendiliðinden atýlýmýn bu iki merhalesinin, Arapça'da huluk ve tehalluk olarak ayný kökten, farklý ve gayet manidar, iki þekilde ifade edilmiþ olduðunu kaydetmeliyiz. Huluk kelimesi veya gerçek anlamiyle ahlâkîlik, davranýþýn kendiliðinden ondan neþ'et ettiði bu fýtrî veya kesbî kuvveye delâlet etmektedir. Baþka bir ifadeyle, huluk Allah tarafýndan her yaratýða verilen zahirî þekil olan halk'm tersine iç varlýðýmýzýn sabit þeklidir. Sayesinde amellerin, cömert ve kendiliðinden bir hamle ile fýþkýrdýðý, bu istikrar elde edilmedikçe, þu veya bu tarzda davranmak için tehalluk halinde, yani teþebbüs ve deneme halinde bulunur. Bu þekil altýnda terim, çoðu kez yapmacýk ve gösteriþe yaklaþan pejoratif anlamda kullanýlmaktadýr. Sadece kelimelerin tariflerini düþünmek suretiyle üstün deðerlerin hangi yönden yerleþtirildiði anlaþýlýr.Amelin realitesi bilgininki gibidir. Hükmetmek için olduðu gibi, amel etmek için de, kendisinden alýnacak bir sermaye gerekir. Hakikat araþtýrýcýsý eðer birinci prensiplerin ve genel kanunlarýn bir sistemini elinde bu-lundurmazsa ve araþtýrmalarým nereden yöneteceðini keþfetmediði sürece, onun iþi en uzun ve en zor amellerden olur. Biz, insanýn gerçeðe ulaþmakta ne kadar aheste olursa, o nisbette âlim olduðunu söylemek hakkýna sahip miyiz? Ben hiç kimsenin bu hususta anlaþmak isteyeceðini sanmýyorum. Fakat buradan bize, ayný þekilde en faziletli insaný, ihtirasýn sesini anmda susturmaya ve iyi kararý daha çabuk ve daha emin bir þekilde vermeye kabiliyetli, bir iç vasýtalar bütününü elinin altýnda bulunduran kimse olarak tarif etmek zorunda deðil miyiz?En büyük mukavemetle edâ edilen en ahlâkî ameli tarif eden aksi tezi savunmak, ilkel merhalede kalmakta son derece inat etmek olacaktýr. Orada insan, bir ilkel ve yabanî duygular yýðýný ile karþý karþýya bulunacak ve bunlara karþý o, kendini ancak en umutsuz mücadeleci bir gayrete baþvurarak savunabilecektir. En titiz ahlâkçý filozoflarýmýzýn[40], orada sadece geçici, aþýlmaya ve zýttiyle yerini deðiþtirmeye elveriþli bir durumu gördükleri bu ilkel merhale, þüphesiz cihanþümul deðeri haiz bir kanun ve bir ölçü þeklinde alýnamaz. Çünkü böyle düþünüldüðünde en üstün ahlâkî hayat, yalnýz yeni baþlayanlarýn ve çýraklarýnki deðil, fakat daha ziyade kötülerin ve eðri yolda olanlarýn ahlâkî hayatý olacaktýr. Bizim modelimiz dürüstçe davranmaya, ancak fýtratýna bir nevi bükülmeyi kabul ettirecek ve zor bir hareketi istemiye istemiye yaparak karar verebilen insan olacaktýr. Oysa Kur'ân-ý Kerim, bize bunun tamamen zýddýna bir nokta-i nazarý kabul ediyor gibi görünmektedir. Biz, Kur'ân-ý Ke-rim'in, ödevlerini zevkle ve içtenlikle edâ edemeyen, namaza ancak üþe-ne üþene gelen ve fakirlere yalnýz isteksiz olarak mallarýný veren kimseleri nasýl açýkça ayýpladýðýný ve mahkûm ettiðini gördük[41]. Þu halde Aristo, güzel amelleri edâ etmekten hoþlanmayan kimsenin gerçekten hayýrlý insan olmadýðýný söylemekte haklýydý.Biz buraya kadar, bu kerim ve hayýrlý huyun, tabiatýn baðýþý olmadýðý, bilâkis gayretin bir zaferi olduðu durumunu inceledik. Halen büyük mukavemetle karþýlaþmaksýzm bile olsa, bu hidâyetten sonra edâ edilen amel, az çok geçmiþte birikmiþ bir mukavemetin karþýlýðýdýr. Bu þartlar içinde tamamlanan amelin, þahsî liyâkate verilmiþ olmasý gerektiðini savunmaktayýz. Gayretten ileri gelmiþ olan kendiliðindenlik ona karþý çýkmaz, bilâkis onun aslmdan olarak hissedilir. O, onu devam ettirir, gaye ve vasýta suretinde yüceltir.
Bu þekilde akýl yürütürken bize, hatta insanýn ilâhî lütuftan baðýmsýz olarak biçim deðiþmesine elveriþli diðer bütün unsurlarý bir yana býrakmak suretiyle, beþerî iradeyi sanki ahlâkî varlýðýn bu þekil deðiþtirici gücüne sahip olarak takdim ediyormuþuz gibi itiraz edilecektir.Hiç bir þekilde, diye cevap vereceðiz. Çünkü Kur'ânî ahlâkýn açýklamasýnda böylesine bir karýþýklýðý irtikâb etmek, fahiþ bir hataya düþmek olacaktýr. Faraziyemizde örtülü olarak býraktýðýmýz þeyden açýkça bahsetmek zamaný gelmiþtir. Þu halde bir kelimeyle, Kur'ân'da ve hadiste bize göründüðü gibi bu yüce unsurun müdahalesinin neden ibaret olduðunu söyleyelim. Çoðu kez, o kendini bize ahlâkî tabiatýn teþekkülünde çok iyi belirlenen, bir rolü oynar þekilde gösteriyor. O, baþlanmýþ veya daha önceden tamamlanmýþ beþerî bir gayrete cevap olarak verilmiþtir, ister ona yardým ve onu desteklemek için, ister daha verimli kýlmak ve sonuçlandýrmak için olsun, o, bu gayretin arkasýndan gelir. Nitekim Cenab-ý Hak, bu konuda bize þöyle buyurmaktadýr: "Bizim yolumuzda (çalýþýp aidiþenler), mücadele edenleri muhakkak ki (doðru) yollarýmýza iletiriz."[42] "Doðru yola iletilenlere gelince, Hak Teâlâ onlarýn hidâyetini artýrýr, onlara (fenalýktan) sakýnmanýn (mükâfatýný) verir.,"[43] "îman edip iyi iþler iþleyenleri Rableri, iman-lariyle hidâyete iletir."[44]Þu halde daima önce bizim tarafýmýzdan gelen bir þey vardýr. Iþýðý almak için insanýn onu istemeye baþlamasý ve ona açýlmasý gerekir; o, ihtiyacýný ona açýklamak, ellerini ona uzatmak ve ona doðru bazý adýmlar atmak zorundadýr. Peygamberimiz (s.a.v.) bize þöyle buyurur: "Yanýmda mal olsaydý sizden esirgemezdim. Dilenmekten sakýnmak isteyenleri Allah, iffetli ve temiz kýlar. Halktan müstaðni olmak isteyenleri de Allah zengin eder. Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabýr verir. Hiçbir kimseye sabýrdan daha hayýrlý ve daha geniþ bir þey verilmemiþtir."[45]Ýlâhî yardým, böylece beþerî bir gayretle þartlandýrýlmýþ olduðundan, bu gayret deðerini tamamen muhafaza eder; ve zaferi takip eden sulh ve sükun onun ecrinden hiçbir þey eksiltmez.Elbette Kur'ân-ý Kerim, bazý âyetlerinde þart ile þartlandýrýlmýþ olan þey arasýndaki bu ilgiden söz etmez. Hatta bazen o, beþerî teþebbüse hiç bir telmihte bulunmaz ve seçkinlerin kâmil hidâyetinden bahsederken, onu doðrudan doðruya ilâhî lütuftan gelen karþýlýksýz bir ihsana baðlý olarak takdim etmektedir. Kur'ân'da bunu þöyle okumaktayýz: "Hak Teâlâ her kimi doðru yola iletmek isterse onun gönlüne îslâmiyeti (kabul için) açar; her kimi sapýklýkta býrakmayý dilerse, onun gönlünü darlaþtýnr, kasvetleþ-tirir, sýkýþtýrýr ve bu adam zorla göðe çýkýyormuþ gibi olur."[46]. Gerçek mü'minler "o kimselerdir ki, Allah imaný onlarýn kalblerine yerleþtirdi, onlarý kendi tarafýndan bir ruh ile (vahy ile) destekledi."[47], "imanlarýný bir kat daha iman ile teyid için müminlerin kalbine itminan veren O idi" [48], "Hak Te-âla imaný size sevdirdi. Kalblerinizde onu süsledi (size hoþ gösterdi), küfrü, fýþký, isyaný (hakikati tanýmamayý, haddi aþýp taþmayý, karþý gelip itaatsiz olmayý) çirkin gösterdi" [49]Fakat bir þeyin zikrinin ihmâli, zarurî olarak onu inkâr etmek deðildir. Söz konusu ayný âyetlerin bazüarýyle bu tutum hakkýnda hüküm vermek istersek, bu ilâhî lütuf, bu insanlarýn daha önce ortaya koyduklarý1 güzel bir davranýþý mükâfatlandýrmaya yönelmiþ gibi kabul ve itiraf olunur. "Hak Tealâ onlarýn kalblerindekini bildi de onlara huzur ve itminan verdi."[50], "îmanlarým bir kat daha Ýman ile teyid için mü'minlerin kalbine itminan veren O idi."[51]. Þu halde burada takviyeye muhtaç bir iman, mükâfatlandýrmaya elveriþli duygular vardý.Tabiî biz, insanî amelin mutlak olarak birinci olduðunu iddia etmeye dek gitmeyiz. Çok açýktýr ki bizim bedenî, psikolojik, sosyal varlýðýmýz, tam anlamiyle ahlâkî varlýðýmýzýn önünde yer almaktadýr. Ve bu ahlâkî varlýðýmýzýn içinde kuvve halinde mevcut imkânlar ondan daha önce gelmekte ve þuurlu faaliyeti hazýrlamaktadýrlar. Hatta biz, gayet istidatlý ruhlar için bir nevi ilâhî müsbet yardýmýn ve kötü eðilimlere karþý onlarý mukavemet konusunda büyük bir gayretten muaf tutan bir ilave gücün bulunduðunu söyleyeceðiz.Karþý nazariyenin delilini kesin olarak reddetmek için, biz bu son durum üzerinde duracaðýz.Þu halde nasslarýn bu imtiyazý kasdettiðini, kendileri vasýtasýyla kazanýlan bu gücün bir ölçüde onlarýn iradî ve mücahedeci müdahalelerine baðlý olmadýðýný farzedelim. Ve Kur'ân'la beraber onlarýn takva hususunda güzel istidâtlariyle "buna hakkiyle lâyýk ve takva ehli olduklarýný"[52] tamamen kabul ederek kesin olarak onlarýn "Allah'ýn inayet ve nimetine"[53] karþý borçlu olduklarý hususunda da mutabakata varalým. O zaman bir soru ortaya çýkmaktadýr: Öyleyse onlarýn liyâkati için geriye ne kalýyor? Kur'ân-ý Kerim'in hiç bir övgü vasfýný onlara yöneltmeyi esirgemediði hiç bir güzel va'din tahsisini onlar için ihmal etmediði vakýasýný nasýl açýklarýz?Gayretin ve kendiliðindenliðin tenakuzu iþte burada gayet açýk bir þekilde görülmektedir.Gayretin aslî ve kayýtsýz þartsýz deðerinin taraftarlarý, belki görüþlerinin sertliðini yumuþatmak ve bize bir anlaþma teklif etmek isteyeceklerdir. Geri kalan öteki ihtiraslarla mücadele için bu gayretin kullanýlabilir ve hareket halinde mevcut olmasý þartýyle, onlar bize uzaklaþtýrýlmýþ bir arzu karþýsýnda, gayretin yokluðunun ahlâküiði geçersiz kýlmadýðýný, ancak son hadde, bütün kötü temayüller maðlup edilince, ahlâkîliðin vuku' bulmayacaðýný ve bu durumda yerini veliliðe býrakacaðým söyleyeceklerdir.
Bu çözüm yolu bize pek tatmin edici görünmemektedir.Önce, naslar yalnýzca bu mücadeleden tamamen veya kýsmen muaf tutulmuþ ruh arasýnda bir ayýrým yapmamakta, bilâkis onlar en yüksek deðeri, kendisi için bütün kötülüklerin bir iðrenme ve tiksinme mevzuu olduðu ruha izafe ediyormuþ gibi görünmektedirler[54].Diðer taraftan yumuþatýlmýþ olmasýna raðmen yeni formül, eski formülü kurmuþ olan ayný paradoksal prensipten ilham almaktan geri kalmamaktadýr. Daima ruhun iþlenmemiþ tarafýna bakýlmaktadýr: Ahlâkîlik ancak mücadele edilmesi gerekli þu veya bu kötülük var olduðu ölçüde bulunacaktýr. Ahlâkîlik ve müdafaa gayreti ayný þey olmasa bile, birbirine sýký sýkýya baðlý olacaklardýr.Bizim çözümümüz tamamen baþkadýr.Bir taraftan biz nasslann küllî muhtevasýný nasslara býrakýyoruz. Zaferin vüs'ati ne kadar geniþ olursa olsun ve sebebi ne olursa olsun, onun Çok üstün bir mükâfatý, musallat olan kötülük isteklerine maruz bulunan ruha göre, kötülük eðilimlerinden kurtulmuþ ruha verdiðini sanýyoruz.Mukavemetin güçlüðüne paralel olarak yürümek þöyle dursun, bu güçlük azaldýkça takdirimiz artmak zorundadýr. Bizim için gerçek formül, deðer ile mücadeleci gayretin zarureti arasýnda ters orantýlý bir alâka kuran formül olacaktýr; deðer, bir ilerlemeye deðil, fakat bu zaruretin bir azalmasýna baðlý olacaktýr.Fakat buna karþýlýk biz, bu baþarýnýn arkasý sýra ahlâkîlik halkasýný kapatmayýz. Faaliyetlerimizin bir tek cephesiyle çakýþtýrmak yerine ona, ikincisi daha az deðerli olmayan iki yönlü bir alan tahsis ediyoruz. Karanlýða karþý mücadeleden sonra, aydýnlýk için de mücâdele vardýr. Bastýrýlmýþ olan her hýrs, aþýlmýþ bir engel, kaldýrýlmýþ bir boyunduruk, hürriyet ve verimliliðin daha yüksek bir derecesidir. Ýyi irade, kendini düþmaný tarafýndan gözle görülür bir biçimde engellenmiþ bulmadýðý ve mücâde-
Feci gayret mecbur edici olmayý býraktýðý andan itibaren, baþka bir gayret kendim gösterir ve kabul ettirir. Yýkma ve düzeltme çalýþmalarýna tahsis edilmesi gerekli zaman ve güç, bundan böyle, daha kâmil bir þekilde fazla daðýtýlmadan verimli ve yapýcý iþlere tahsis edilmek üzere tasarruf edilmiþ olacaktýr. Bazen ahlâkîlik "insanýn ihtiraslarýna hakim olma sanatý" þeklinde tarif edilmiþtir. Bu tarif eksiktir. Çünkü o, sadece menfî tarafý ve amelin en az deðerli yönünü ifade etmektedir. Hatta biz, hazýrlayýcý bir safhayý da ifade edeceðiz. Ahlâk, kelimenin tam anlamiyle, ayný zamanda ve bilhassa müsbet deðerleri aktüelleþtirmek için bir teþebbüstür. Onun ilk parolasý "Kendini kötülükten sakýn" deðil, fakat "Ýyilik yap" parolasýdýr. Nazarlarýmýzý gayemizden baþka yana çevirmek isteyen düþmana karþý hücumumuzu yöneltmek zorunda kalýþýmýz sadece arýzîdir ve talihsizlik eseridir. Buna kâný olmak için, îslâmî emirlerin þu silsi-lei merâtibini okumak yeterlidir.Hz. Peygamber: "Her müslüman üzerine sadaka vermek vaciptir" buyurduðunda, Ashab "Eðer bulamazsa?" diye sordular. O, "Kendisi için ve baþkasýna yardýmda bulunmak için çalýþsýn[55] buyurdu. O zaman Ashab: "Gücü yetmezse?" dediler. Peygamber: "Acil ihtiyacý olana yardýmda bulunsun" diye cevap verdi. Ashab: "Bunu da yapmazsa?" diye sordular. O: "Hayrý (veya iyiliði) emretsin" diye cevap verdi. Ashab: "Bunu da yapmazsa" diye sordu. Peygamber bunun üzerine: "Öyleyse o, kendini serden korusun; çünkü bu onun için bir sadakadýr" buyurdu.Zaten ahlâký, bir yönü beden için olan, diðer yönü ruh için olan týbba benzetmek beylik bir düþüncedir. Oysa hekimlik sanatýnýn amacý sadece yeniden sýhhate kavuþturmak için vücudun marazý durumunu tedavi etmek deðildir; o, ayný zamanda ve en iyi nitelikte sýhhati korumak ve geliþtirmek için normal durumla da meþgul olur. Benzer bir görev, ruhlarýn hekimliðine de tahsis edilmiþ olmalýdýr: Bu, asýl varlýðýmýza beslenme düzenini ve onun geliþmesine en uygun takip tarzýný göstermelidir.Böylece, bertaraf edici gayretin üstünde yaratýcý gayret gelmektedir. Birinci karþýsýnda Kur'ân'ýn tavrýný tayin ettikten sonra, þimdi ikinciyle olan durumu görmemiz gerekir.
[18] en-Naziât 79/34-41.
[19] el-En'âm 6/124.
[20] . el-Ankebût 29/69.
[21] Krþ. Buhâri, Kitâbü'r-Rikâk, Bab 37.
[22] Yûsuf 12/53.
[23] Müslim, Kitâb-ý Sýfat el-Kýyâme.
[24] en-Nahl 16/99.
[25] el-lsrâ 17/65..
[26] el-A'râf 7/201.
[27] el-A'râf 7/200.
[28] Krþ. Müslim, Kitâbü'1-Birr, Bab 25.
[29] Krþ. Buharý, Kitâbü'1-Ef ime, Bab 32.
[30] Ayný yer, Kitâbü'l-I'tisâm, Bab 24.
[31] Krþ. Mâtik, Kitâb-ý Cami', Eklü'd-Dabb.
[32] . Krþ. Tirmizî, Kitâbü'I-Birr, Bab Mizah.
[33] Krþ. Müslim, Kitâbü'l-Cenâiz, Bab 6.
[34] Ayný eser.
[35] eþ-Þu'arâ 26/3.
[36] Krþ. Neseî, KÝtâb-ý 'Iþratu'n-Nisâ, Bab 1.
[37] el-Bakara 2/165.
[38] . eÝ-Bakara 2/45.
[39] Krþ. Kuþeyrf, Risale, c.IÝ, s.131.
[40] Bak, meselâ Muhasibi, Ri'âyc, vrk. 50.
[41] et-tevbe 9/53-54.
[42] el-Ankebût 29/69.
[43] Muhammcd 47/17.
[44] YûnÛs 10/9.
[45] Krþ. Buhârî, Kitâbü'r-Rikâk, Bab 19.
[46] el-En'âm 6/125.
[47] el-Mücâdele 58/22.
[48] el-Fetih 48/4.
[49] el-Hucurât 49/7.
[50] el-Fetih 48/18.
[51] Ayný sûre, 4.
[52] Ayný sûre, 26.
[53] el-Hucurât 49/8.
[54] el-Hucurât 49/7.
[55] Krþ. Buharý, Kitâbü'1-Edeb, Bab 33.