> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Kuranı Kerim > Kuran Ahlakı >  Bertaraf Edici Gayret
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bertaraf Edici Gayret  (Okunma Sayısı 831 defa)
21 Aralık 2010, 10:35:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 21 Aralık 2010, 10:35:30 »



A . Bertaraf Edici Gayret


Bertaraf edici gayret ile şu ameliyeyi kastediyoruz: Bizi şerre teşvik eden kötü-eğilimlere karşı mukabele ettiğimiz, bu eğilimlerin tesirlerini uzaklaştırmaya yetenekli bir mukavemet gücüdür.Ne zaman üstünlüğü ele geçirmeye doğru yönelen düşman bir kuvve­tin karşısında bulunursak, böyle bir ameliyenin gerekliliğine hiç kimse itiraz edemez. Gerçekten o anda insanın birinci ödevi, en acil işi, ihtiras­larını susturmasıdır. Gördük ki, Kur'ân-ı Kerim bizden bu mukavemeti bir çok defalar ısrarla istemektedir. Ona göre, şerefli akibetler, şehvetle­rini yenmesini bilenlere tahsis edilmiştir. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Büyük, müthiş felâket ortalığı sardığı zaman, o gün insan ne için ça­lıştı ise onu hatırlar. Cehennem de her görene apaçık görünür. Taşkınlık eden, dünya hayatını tercih eden için, şüphe yok ki, varılacak yurt cehennemdir. Rab-binin huzurunda suçlu durmaktan korkarak nefsini süflî heveslerden nehyeden için de şüphe yok ki, varılacak yurt cennettir."[18] Ve burada, amelî hükümler olarak diğerleri arasında senenin on ikide bir kısmında ve bu mecburî devrenin dışında birçok şartlarda imsaktan iftara kadar olan esnada Kur'ân'm farz kıldığı mutlak orucu zikretmeliyiz. Bu, hiç şüphesiz nefsi­ne körü körüne itaati kırmak için mükemmel bir temrindir.Fakat bu başarı, her yerde ve daima bizden zahmetli bir fedâkârlık is­teyecek kadar meşakkatli midir? Ahlâkî hayatı simsiyah gören ve ona gö­re şer tabiatın acımasız bir kanunu olan aşırı kötümserliğe rağmen, biz bu soruya, durumun daima böyle olmadığı şeklinde cevap veriyoruz.Pek tabiî biz, şer meselesinin hiç ortaya çıkmadığı meleklere yaraşır bir fıtrattan bahsetmek istemiyoruz; çünkü böyle bir fıtrat için hayırdan baş­ka bir şey işlemek imkânsızdır. Biz, falan şer için bedenî gücü veya filan haz için normal zevki tamamen eksik olan bir hastadan da bahsetmiyo­ruz. Ahlâk-üstü veya ahlâk-dışı, bu iki durum aynı şekilde söz konusu ol­mamaktadır. Fakat biz, içgüdüler ve akılla donanmış tam beşerî bir fıtrat alanmda kalarak, birçok kişilerde aşağı veya yukarı doğru giden sayısızderecelerle hayırlı kararlar içinde bir kendüiğindenlik tesbit ederiz. Şu anlamda ki; bu kararlar, birbirine zıt kötü eğilimlerle gözle görülebilir bir şekilde birbirlerine ters bulunmazlar. Yalnız adî veya anlamsız bir ka­rar sözkonusu olduğu zaman değil, aynı zamanda çok önemli karar alın­dığı durumda dahi, halk için ancak büyük bir gayret karşılığında elde edilen bu azim, bu şahıslarda daha yumuşak ve daha kolay bir tarzda gerç ekleştirilmektedir.Bu aşağı yukarı kendüiğindenlik iki tarzda meydana gelebilir: Ya fıt­rî bir istidat ile lütfedilir, ya da az çok uzun ve güç bir müddet sonunda bir gayretin başarısı ile hasıl olur.Birinci durumda, nefsanî arzular henüz şuurlu bir seviyeye itildikle­rinden ve hayır fikri ruhta mümtaz bir yer işgal ettiğinden salih amel, bir sevgi ve sevinç mevzuu olarak kendini gösterir. Ahlâkîliğin kendine doğru yöneldiği bu yüce durum, aynen Allah'ın yarattığı üzere büyük velilerin durumu olacaktır. Bilhassa başından beri ilâhî bir görevi tebliğ için seçilmiş olan Peygamberler. "Hak Teâlâ, Peygamberliği kime vereceğini daha İyi bilir."[19] İkinci durumda, hadiseler ancak en sonunda ve ekseriya yenilenmiş bir mücadele sayesinde bu şekilde cereyan ederler. Bu yalnızca belli bir manada bir melekenin uygulanmasının icra olunan melekeyi aynı Ölçüde beslediği bir kanun değil, aynı zamanda ciddî şekilde doğru yolu arayan kimseye hidayet etmek için Allah'ın da müsbet bir yardımla müdahale etmesidir. "Bizim yolumuzda (çalışıp didişenler) mücâhede edenleri muhakkak ki (doğru) yolumuza iletiriz. Hak Teâlâ iyi işler işleyenlerle beraberdir"[20]. Bir hadîs-i kudsîde de şunları okuyoruz: "Benim gerçek kulum, bana yaptı­ğı nafile ibadetlerle de yaklaşır. Nihayet onu severim. Bir kere de onu sevdim mi, artık ben o kulumun işittiği kulağı, göreceği gözü, kavrayaca­ğı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Eğer benden bir şey dilerse onu verir, bana sığınırsa muhakkak onu himaye ederim."[21].Fakat bundan daha aşağıya, vasat bir insan seviyesine inersek, kısmen benzer bir durum tesbit etmeyecek miyiz? İster makul bir varlık olmaya lâ­yık vasfı üzerimde düşünmek için, ister korkunç neticeleri önceden kestir­mek İçin belli bir arzu önünde durmaya çalıştığımız zaman, bu görünümIer veya bu değerler, tasavvurumuzu istilâ etmeyi ve kalbimizin içine gir­meyi başardıkları zaman, o zamana kadar görünmemiş kalan ve bundan sonra serden uzaklaşmamızı daha kolay kılan belli canlı bir gücü kendimiz­de hissetmez miyiz? Halbuki veli aşkla itilmiş, vasat insan akıl ile desteklen­miş, alelade insan korku ile zaptedilmiş veya ümitle cezbedilmiş olsun —fi­kirlerle az çok yüce duygular arasındaki bu özel farklılığın dışında veti­re daima aynıdır. Şu veya bu durumda irade, ilerlemesini destekleyen di­ğer muharriklerle donatılmış bir surettedir; ve bundan dolayı karar daha çabuk ve daha kolay hale gelmekte ve gayret aynı oranda azalmaktadır.Bu, orada artık anlaşmazlık bulunmadığı anlamına gelmez. Hatta had safhada bile onun olduğunu söyleyebiliriz. En azından göreceğimiz nass-larm tamamından ortaya çıkan budur.Yalnız burada karşı karşıya bulunan iki güç, aynı ölçüde silahlandırıl­mış değildir. Hiç şüphesiz genel kaide olarak, "insanın nefsi, ona kötülüğü emredicidir. Ancak Rabbimin rahmetiyle kötülük yapmaktan koruduğu baş­ka."[22]. Resûlallah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Sizden hiç bir kimse yoktur ki, kendisine cinlerden bir arkadaşı vekil kılınmamış olsun!" As-hab: "Ya sana! Rasûlallah! dediler. "Bana da, şu kadar var ki, Allah onun hakkında bana yardım etti de o müslüman oldu. Artık bana hayırdan başka bir şey emretmiyor"[23]. Allah'ın bütün sadık kullarının durumu da aynıdır. "Gerçekte (Şeytanın), iman edip Rablerine güvenen ve dayananlar üze­rine hiç bir tesiri yoktur."[24]"Kullanma gelince, gerçekte senin, (öz) kullarım üzerinde hiçbir tesirin yoktur."[25] Onların hassas fıtratlarının bu şeytanî amele maruz kalmasının tesiri, insanların çoğu üzerinde kendini göste­ren tesirden sebat ve devamca daha azdır. Bu geçici bir bulutun gölgesi ile meydana gelmiş ve çok hızlı dağılmış olan hafif bir kararma kabilin-dendir[26]. Şer isteğinin ruh üzerinde meydana getirdiği sadme, sarsılmaz bir yapıya karşı bir toplu iğnenin temasını çok geçmez[27]Gerçektir ki, en salih kimseler, keza kendilerinin kâmil tabiatlarından yararlanan kimselerdir[28]Hakikaten îsîâmın velîsi, şehvetten tecrid olmuş bir budist hakimin veya acılara karşı duyarsız bir stuacı hakimin modelinde tasavvur edilmemeli­dir. Çünkü tersine, bazı şeyler bizimkinin hoşuna gider, diğer bazısı ona tiksinti verir. Ve o, iki durumda da onun fıtrî veya alışılmış temayülü, bir ödevin tersi olmadıkça, ona karşı durmaya çalışmaz. îşte bu suretle ha­dis, bize Peygamberin özellikle bal ve şekerli şeyleri sevdiğini[29], kötü ko­ku yayan sebzelerin onun hoşuna gitmediğini[30] anlatmaktadır. Bir gün kendisi için alışılmamış bir yemeğe davet edildiğinde, ona elini sürme­mişti. "Ondan yemek haram mıdır? Yâ Rasûlallah" diye soruldu. "Hayır, fakat memleketimde ona alışılmamıştır, binaenaleyh onun için kendimi isteksiz hissediyorum"[31] şeklinde cevap verdi. O, fırsat düştüğünde ger­çekliğini hiç bir zaman bırakmaksızın güler ve şaka yapardı[32] Can çeki­şen küçük çocuğunu görünce gözyaşlarını tutamadı: Sa'd kendisine "Bu ne yâ Rasûlallah?" dedi. Resûlullah (s.a.v.): "Bu bir rahmettir. Allah onu kullarının kalblerine tevdî buyurmuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eyler"[33] buyurdu. Aynı olay, Ashabından birinin ölü­münde hazır bulunduğu zaman da vuku bulmuştu[34]Bununla birlikte ona göre, en canlı ve en derin heyecanlar, kaynakla­rını bu bayağı olaylar düzeninden almazlar. İnsanların kurtuluşu için kaygıları ve onların yolunu şaşırtmalarını görünce duyduğu acılar, onun ruhu üzerinde başka türlü dokunaklı bir tesire sahiptirler[35]. Aynı şekilde onun sevimli, cana yakın duygulan, daha ziyade bu yüksek değerlere doğru gitmektedir. Keza bizzat o, bize şöyle buyuruyor: "Bana verilen en derin şevk ve safayı namazda duymaktayım."[36]Şu halde tslâmî velayet, fıtrata karşı mutlak bir kayıtsızlıktan değil, fa­kat manevî değerler için özellikle tekid edilmiş bir tercihten ibarettir. Bundan dolayı, Kur'ân-ı Kerim gerçek mü'minleri tavsif ederken, onla­rın ancak Allah'ı sevdiklerini söylemiyor mu? Lâkin onlar: "Allah'ı her şeyden çok severler".[37]Oysa ki gayret ve kendiliğindenlik problemini ortaya çıkarmak için, Ödeve zıt güçlerin tamamen yok olacakları bir durumu farzetmeye hiç ih­tiyaç yoktu. Rakîb güçler arasındaki bu eşitsizlik vakıasından başlamak bize yeter; çünkü lütufkâr duygunun en cüz'i üstünlüğü, orantılı olarak yükümlülüğün ağırlığını ve mukavemetin gerektirdiği fedâkârlığı hafif­letmek zorundadır. Bizzat Kur'ân-ı Kerim, bu işareti yapmıştır. O, sabır ve namaza başvurmayı canlı bir şekilde tavsiye ettikten sonra şöyle der: "Bu da, şüphe yok ki çok ağır gelir, fakat içi saygı ile ürperen kimselere değil!"[38]Gerçekte o kadar nisbetsiz böylesi güçleri, karşı karşıya getiren çatış­ma arasında belirlenen veya ana hatlar içinde daha önceden ortaya çıkan bir başarıyı görmek zor değildir. Yalnız onu ana hatları ile söylüyoruz, çünkü adetâ buharlaşmış bir hale gelmiş ve gerektiğinde insanın doğru­dan doğruya ve gayr-i ihtiyarî bir tarzda kendini ona teslim edeceği Özel bir amel söz konusu değildir. Söz konusu olan, en işlenmiş ve en gelişmiş eğilimle şematik olarak belirtilmiş bir istikâmettir.Şimdi, az önce tavsif ettiğimiz şartlar içinde edâ edilen amelin değeri nedir? Bu, ne sırf kendiliğinden, ne tamamen kazanılmış bir ameldir; o birleşik iki gücün bir semeresidir: fıtrat ve şahıs. Zaten çeşitli miktarlar­da her beşeri amel de böyledir. Fakat, fıtratın bu katkısı arttıkça, şahsî meziyet azalmak zorunda d...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bertaraf Edici Gayret
« Posted on: 28 Mart 2024, 20:08:06 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bertaraf Edici Gayret rüya tabiri, Bertaraf Edici Gayret mekke canlı, Bertaraf Edici Gayret kabe canlı yayın, Bertaraf Edici Gayret Üç boyutlu kuran oku Bertaraf Edici Gayret kuran ı kerim, Bertaraf Edici Gayret peygamber kıssaları, Bertaraf Edici Gayret ilitam ders soruları, Bertaraf Edici Gayretönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes