Bir istikamet testi By: sumeyye Date: 26 Kasým 2010, 12:30:00
Bir Ýstikamet Testi
Ýstikamet, Arapça bir kelime olup doðru yol demektir. Terim olarak müslüman için inançta, davranýþta ve uygulamada Allahýn öðrettiði þekilde hareket etmek anlamýna gelir. Onun için yüce Allah Peygambere ve müminlere seslenerek “Sen ve seninle beraber tevbe edenler emrolunduðun gibi dosdoðru olunuz”(11 Hud/112) der.
Bu yol, her Fatiha okuduðumuzda kendisine yönlendirmesini Allah’tan istediðimiz Sýrat-ý Müstakim’dir. Bütün peygamberler bu yolu insanlara öðretmiþ ve onu izlemeye çaðýrmýþlardýr.
“Allah, Nuh'a teþri ettiklerini size de din olarak teþri etmiþtir. Sana vahyettik; Ýbrahim'e, Musa'ya ve Ýsa'ya da buyurduk ki: "Dine baðlý kalýn, onda ayrýlýða düþmeyin." Putperestleri çaðýrdýðýn þey putperestlere aðýr geldi. Allah dilediðini kendine seçer, kendisine yöneleni de doðru yola eriþtirir.
Kendilerine bilgi geldikten sonra ayrýlýða düþmeleri, ancak birbirini çekememekten dolayýdýr. Eðer Rabbinin “belirli bir süreye kadar” þeklindeki sözü olmasaydý, hemen iþleri bitirilirdi. Onlardan sonra Kitaba varis olanlar da ondan derin bir þüphe içindedirler. Onun için sen bu yola çaðýr ve emrolunduðun gibi doðru ol, onlarýn heveslerine uyma ve þöyle söyle: "Allah'ýn indirdiði kitaba inandým; aranýzda adaletle hükmetmekle emrolundum; Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir; bizim iþlediklerimiz bize, sizin iþledikleriniz kendinizedir. Bizimle sizin aranýzda tartýþýlacak bir þey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüþ onadýr”(42 Þura(13-15, yine bakýnýz, 6 Enam/83-90).
Bu yolu izleyenler kurtulur, izlemeyenler dünyada sefil, ahirette rezil olurlar. "Kendilerine yazýk edenlere gelince; onlar, cehenneme odun olurlar. Doðru yol üzerinde olurlarsa sýnamak için onlara bol bol nimet veririz. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, onu gittikçe yükselen bir azaba uðratýr”(72 Cin/15-17).
Rabbimiz Allahtýr, deyip bu yolu izleyenlerin kurtuluþunu ahirette melekler müjdeleyerek bildirirler.
"Rabbimiz Allah'týr" deyip doðru yol üzerinde olanlarý melekler, "Korkmayýnýz, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatýnda da, ahirette de size dostuz. Burada, canlarýnýzýn çektiði, umduðunuz þeyler, baðýþlayan ve acýyan Allah katýndan bir ziyafet olarak size sunulur" diyerek inerler”(41 Fussilet/30-32; 46 Ahkaf/13). Ana hatlarýyla Kur’an anlayýþýnda istikamet/doðru yol budur.
Bu yol, iþin lafýný veya edebiyatýný yapmak deðil, samimiyet ve dürüstlük ister. Hz.Peygamberin “Din Allah’a, Resulüne, Müslümanlarýn yöneticilerine ve bütün Müslümanlara karþý samimi olmaktýr”1 dediði gibi, inançta ve davranýþta istikameti ve dürüstlüðü gerektirir. Dini Allaha halis kýlarak yaþamak budur.
Bunun aksi, dini oyun ve eðlence yapmak, kendisini ve baþkalarýný aldatmaktýr. Böyle yapanlarý da Allah kýnamakta, Peygamber’in onlara deðer vermemesi gerektiðini belirterek cezalandýracaðýný söylemektedir:
“Dinlerini oyun ve eðlence yapanlarý, dünya hayatýnýn aldattýðý kimseleri býrak. Kur’an ile öðüt ver ki, bir kimse kazandýðýyla helake düþmeye görsün, o takdirde Allah'tan baþka ona ne bir yardýmcý, ne de bir kurtarýcý bulunur; her türlü fidyeyi de verse kabul olunmaz. Kazandýklarýndan ötürü yok olanlar iþte bunlardýr. Ýnkar etmelerinden dolayý kýzgýn içecek ve can yakýcý azap onlaradýr.” (6 Enam/70).
Þüphesiz bunun en güzel örneði bütün peygamberler ve onlarla beraber tevbe etmiþ olan müminlerdir. Bize en yakýn örnek olarak da Hz.Peygamber ve beraberindeki müminlerdir. Bu insanlara baktýðýmýz zaman, ne pahasýna olursa olsun istikamet üzere olmayý ve inandýðý gibi yaþamayý ilke edindiklerini görürüz. Bunu dünya hayatýnýn hiçbir þeyine deðiþmemiþ ve kendilerine en aðýr bedeller ödeten müþriklerle inanç ve istikametleri üzerinde pazarlýða gitmemiþlerdir.
Þüphesiz bunlar birer insan olup Allahýn istediði istikamet üzere olmak yerine Kureyþ’in uzlaþma tekliflerini kabul ederek evlerinde ve yurtlarýnda rahat ve huzur içinde yaþamak için, þahýslarýnýn veya evladu iyalinin maddi çýkarlarýný ve geleceðini düþünmek, korumak ve geliþtirmek için vahiy üzerinden onlarla pazarlýk yaparak uzlaþma yoluna gidebilir ve kitabý iþlerine uydurabilirlerdi. Onlar da “Kureyþ kabileciliðini/ulusçuluðunu/ulusalcýlýðýný benimsiyoruz, Hübel’in yüceliðine inanýyoruz, Kureyþ oligarþisi’nin deðerlerini kabul ediyoruz, herkesin tanrýsý kendisine, din ve inanç olarak, yol ve yaþam olarak atalarýmýz güzel insanlardý” deselerdi veya din üzerinden uzlaþma tekliflerini kabul etselerdi, hiç þüphesiz özel alanlarýnda bir Allah’a inanmalarýna, namaz kýlmalarýna, oruç tutmalarýna, Kabe’yi tavaf etmelerine, evlerinde veya ölülerinin kabirleri baþýnda yahut kandil gecelerinde(!) bol bol Kur’an okumalarýna, müzik eþliðinde solo veya koro halinde ilahiler söyleyip düzenledikleri dinsel âyinlerde coþmalarýna veya dönmelerine, hatta kendilerinden geçmelerine, þu veya bu þekilde giyinmelerine, þurada burada ticaret yapmalarýna, vs. kimse karýþmaz, herkes gibi yaþar giderlerdi. Onlar da muhataplarýný yahut güç ve iktidar sahiplerini hoþnut etmek için dinlerini oyun ve eðlenceye çevirselerdi Ýsa’yý da Musa’yý da hoþnut edip Mekke’de müþriklerle, daha sonra Medine’de Yahudilerle uzlaþarak yaþayabilirlerdi. Bunu yapabilirlerdi ama âlemlerin Rabbinin istediði istikamet üzerinde olmaz ve onu memnun edemezlerdi. Onun için-canlarýný kurtarmak için deðil, çünkü Kureyþlilerle uzlaþýp isteklerini kabul etselerdi zaten kimse onlara iliþmez ve canlarýný tehlikelerden korumuþ olacaklardý-inançlarýný koruyarak istikamet üzere yaþamak için iki kez ver elini Habeþistan, en sonunda da ver elini Medine deyip yeri yurdu, evi barký, akrabayý ve yakýný, eþi ve dostu, iþi ve aþý, ticareti, meslek ve sanatý, nihayet kutsal Kabe’yi býrakýp göç ettiler.
Bir örnek olarak Hz. Ebu Bekir’in davranýþýna bakalým. Bilindiði gibi Hz. Ebu Bekir ilk Müslümanlardan olup Müslüman olduðu için müþriklerden ölesiye dayak yemiþ ve eziyetler görmüþ, ezilen korumasýz Müslümanlarý iþkencelerden ve zulümden kurtarmak için varýný yoðunu feda etmiþtir. Müslümanlýðýndan dolayý müþriklerin artan eziyetleri karþýsýnda artýk dayanamayýp malum hicretten önce bir gün Mekke’den göç etmeðe karar verir, eþyalarýný deveye yükler ve yola düþerek Berku’l-Ðimad denilen yere kadar gider. Halkýn ileri gelenlerinden olan Ýbnu’d-Deðine yolda kendisine rastlar ve nereye gideceðini sorar. Hz. Ebu Bekir, namaz kýlmasýna ve inancýna göre yaþamasýna kavminin tolerans göstermediði için artýk yapýlanlara dayanamadýðýný ve Rabbine ibadet edebileceði baþka bir yere göç edeceðini söyler. Bunu dinleyen Ýbnu’d-Deðine, Ebu Bekir’in iyi komþuluðunu ve erdemlerini anarak böyle bir þeye izin vermeyeceðini, bundan böyle kendisini korumasý altýna alacaðýný ve evine dönüp ibadetlerini güvenlik içinde yapabileceðini söyleyerek geri çevirir. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir geri döner. Ýbnu’d-Deðine o gece Kureyþ’in ileri gelenleriyle görüþür ve Ebu Bekir’in erdemlerini sayarak böyle bir adamýn sürülemeyeceðini söyler. Ýleri gelenler de Ýbnu’d-Deðine’nin söylediklerini kabul ederler ama “Ebu Bekir’e söyle, namazýný evinin içinde kýlsýn, açýða vurmasýn, (kamusal alana taþýmasýn!), istediðini evinde okusun ve bizi rahatsýz etmesin, çoluk çocuðumuzu baþtan çýkarmasýn” derler. Ebu Bekir bu þekilde evinde gizlice namaz kýlmaya ve Kur’an okumaya devam eder. Sonra evinin avlusunda namaz kýlmak ve Kur’an okumak için mescit gibi bir yer yapar. Ýçinde kýldýðý namazdan ve sesli okuduðu Kur’an’dan Kureyþ’in kadýn ve çocuklarý etkilenince, ileri gelenleri Ýbnu’d-Deðine’ye gelirler ve Ebu Bekir’in ancak evi içinde gizlice namaz kýlýp Kur’an okumasýna izin verdiklerini, (kamusal alanda bunlarý yapamayacaðýný), aksi halde (kaydýný silerek veya meslekten yahut kamu görevinden çýkararak) verdiði emaný/güvenceyi geri almasýný isterler. Ýbnu’d-Deðine’nin Ebu Bekir’e “Ya namazýný ve okumaný evinde gizlice yapýp yanýmda kalmayý seçersin veya baþka yere gidersin” demesi üzerine, Ebu Bekir Allah’ýn yanýnda olmayý seçtiðini söyler ve Rasulullahla beraber Medine’ye hicret edinceye kadar bu þartlar altýnda Mekke’de yaþamaya devam eder2.
Bütün peygamberlerin ve onlarla beraber olanlarýn yolu budur. Ýstikametin lafýný veya edebiyatýný yapmak deðil, insanlarýn yaptýklarý önemlidir. Gökteki küçük rahmet bulutlarý gibi istikamet üzere olan insanlar ve kitleler dýþýnda, toplumun geneli açýsýndan yolumuzun istikamet olduðunu söyleyebilir miyiz? Bunu görmek için 28 Þubat sürecinin Ýmam Hatip Liselerine yaptýðý karþýsýndaki tavrýmýzý bir örnek olarak deðerlendirebiliriz.
Bilindiði gibi 28 Þubat sürecinde Ýmam-Hatip Okullarýna ideolojik bir linz giriþimi oldu. Bu süreçteki tavrýmýza baktýðýmýzda gördüðümüz manzara þudur: Bilinen gerekçeleri ve uygulamalarýyla sürecin sahipleri, orta kýsmýný kapatarak, katsayý engeli ile üniversite puanlarýný düþük kurdan hesaplayarak, istihdam alanýný daraltarak ve baþörtüsünü yasaklayarak Ýmam Hatip Liseleri’nin önünü keserken veya uzun vadede iþini bitirmeyi planlarken kendilerince ne kadar haklý (!) ve tutarlý (!) bir iþ yapmýþsa, maddi gelecek endiþesiyle orada okuyan çocuklarýnýn kaydýný baþka okullara aldýran yahut okuyacak çocuklarýný bu okullara yazdýrmayan Müslümanlar da süreç sahiplerinin zýt kutbunda inançlarýyla o kadar çeliþkili, kendilerinin ve halkýn/ülkenin geleceði açýsýndan o kadar isabetsiz ve basiretsiz bir iþ yapmýþlardýr. Çünkü þu veya bu þekilde gelecek endiþesiyle çocuklarýný bu okullardan aldýrmak veya oraya yazdýrmamakla, týpký son Endülüs sultaný Abdurrahman’ýn býrakýp kaçtýðý Gýrnata’yý savunmak yerine, düþman tarafýndan yakýlmasýný uzaktan seyrederek aðlamasý gibi, peþin olarak kaleyi terketmiþ ve “Hayýr, hayýr! Sizler, acil olaný tercih edersiniz ve ahireti býrakýrsýnýz.” (75 Kýyame/20-21) ayetlerinin dediði gibi, niyetleri ne kadar temiz olursa olsun, bu konuda ahireti seçme sýnavýný kaybetmiþlerdir. Ýslam inancýnda samimi olan Müslümanlar ileride okuyacaðý okul, yapacaðý iþ veya iþgal edeceði makam endiþesiyle çocuklarýný oradan almak veya oraya yazdýrmamak yerine, mevcutlarý orada okutmaya devam ederek daha büyük bir þevkle daha çok sayýda öðrenciyi bu okullarda tutsaydý veya yazdýrsaydý, Mehmet Akif’in Ýstiklal Marþý’nda “Kükremiþ sel gibiyim, bendimi çiðner aþarým” dediði gibi, bu sel, eninde sonunda önüne dikilen bentleri yýkar ve gaspedilen haklarýný alýrdý. Dünyacý ve çýkarcý bir anlayýþla deðil de, bütün baský ve engellemelere, maddi bütün kayýplarýna raðmen inançlarýnda direnen ve baþarýya ulaþan ilk Müslümanlar gibi davransalardý, eninde sonunda haksýzlýklarý ortadan kaldýrabilirlerdi. Bu süreç statüko tarafýndan deðil, Müslümanlar tarafýndan kesilmeseydi, topyekun savaþ raporlarýnda belirtildiði gibi, uzak olmayan bir gelecekte toplumda dengeler istikamet üzere olanlarýn lehine deðiþirdi. Ama ne yazýk ki Müslümanlar bu riski göze almak, mücadele etmek ve istikamet yolunu seçmek yerine, Ýsrailoðullarýnýn “... orada zorba bir millet vardýr, onlar oradan çýkmadýkça biz oraya girmeyeceðiz, eðer çýkarlarsa, biz de gireriz” (5 Maide/22) dediði gibi, türlü gerekçeler ve söylemlerle oraya girmemeyi, kaleyi boþaltmayý veya gemiyi terketmeyi tercih ettiler. Bu da çocuðunu Ýmam Hatip Lisesine gönderebilecek olan muhafazakâr, saðcý ve gelenekçi diye tanýmlanan insanlarýn büyük çoðunluðunun din anlayýþýnýn istikamet üzere olmadýðýný gösterdiði gibi, deðerler hanesinde dinin, çocuðu Müslüman olarak yetiþtirmenin, imtihanýn, fedakarlýðýn, ahiretin, inanç için mücadelenin gerektiði gibi anlaþýlmadýðýný yahut “Bir kazanç veya bir eðlence görürlerse, seni ayakta býrakýp oraya koþarlar...” (62 Cuma/11) ayetinin belirttiði gibi, dünya çýkarlarý kadar deðer taþýmadýðýný da göstermektedir. Bu da dünyevileþme/sekülerleþme dedikleri þeyin kendisidir. Herhalde Kur’an’ýn öðrettiði inanca ve bilince, Peygamberin ve ashabýnýn örnekliðini bilen hiçbir müslüman bunun istikamet yolu olduðunu söyleyemez.
Prof.Dr.Hayrettin Karaman, bütün olumsuzluklara ve engellemelere karþýn geçmiþte Ýmam Hatip Okullarý’nýn önünde kapýlarýn nasýl açýldýðýný ve bu iþin bugün de dindar insanlardan nasýl fedakarlýk istediðini belirterek þöyle der:
“Biz Ýmam Hatip Okulu’nu bitirdiðimiz tarihte baþka yüksek öðrenim kurumlarý bir yana, Ankara Ýlahiyat Fakültesi (yalnýz o vardý) bile bizi kabul etmiyordu.”ya babanýzýn çiftini sürersiniz veya köy imamý olur ve orada kalýrsýnýz” deniyordu. Böyle diyorlar diye okullarý býrakmadýk. Velilerimiz de “burada istikbal/gelecek yok, çocuklarýmýzý alalým” demediler. Direndik, dayandýk. Önce Yüksek Ýslam Enstitüleri açýldý, sonra üniversitelerin kapýlarý açýldý. ”sabreden derviþ, muradýna ermiþ” oldu. Yine öyle olacak ama, o zamana kadar okullarý boþaltmamak, fedakar dindarlara düþüyor.”3
Kendim de ilkokulu bitirip þehirde açýlmýþ henüz iki yýllýk olan Ýmam-Hatip Okulunun birinci sýnýfýna yazýlmýþtým. O güne kadar hep Öðretmen Okulu’na yönlendirmiþ olan sýnýf öðretmenim’in ilk karþýlaþtýðýmýzda bana “Ýmam olup cenaze mi yýkayacaksýn?” dediðini hiç unutmuyorum. Ýmam olup bugüne kadar cenaze yýkamadým ama, baþka bir okula gitseydim, kim bilir belki de þimdi sahip olduðum inanç ve yaþantýmýn bir zýt kutbunda olabilirdim! Hiçbir kiþi için bunun garantisi yoktur. Ýstisnalar dýþýnda, ne yazýk ki ülkenin gerçekleri böyledir.
Bu hesaba göre, o gün parlak bir gelecek vadetmediði halde çocuklarýný bu okullara yazdýranlar ya dünya hayatýnýn zevk ve ihtiþamýndan habersiz olup basit bir imamlýk uðruna çocuklarýnýn geleceðini feda eden taþralý saf kiþilerdir ya da bugün çocuklarýný bu okullardan alanlar veya oraya yazdýrmayanlar dünya hayatýnýn zevk ve ihtiþamýndan çokça nasiplenip dünya hesabý yaptýklarý için hem kendilerinin hem çocuklarýnýn geleceðini kurtarmak/garantilemek isteyen çok bilmiþ (!) kiþilerdir. Baþka bir deyiþle, o gün çocuklarýný bu okullara yazdýranlar ile bugün çocuklarýný oradan aldýranlar ve yazdýrmayanlar acaba “bir kazanç veya bir eðlence gördüklerinde, seni ayakta býrakýp giderler. De ki: Allah’ýn vereceði, eðlenceden de kazançtan da hayýrlýdýr. Allah, rýzýk verenlerin en iyisidir” (62 Cuma/11) ayetinin belirttiði “bir kazanç veya bir eðlence gördüklerinde, seni ayakta býrakýp giderler” tarafýnda mý, yoksa “Allah’ýn vereceði, eðlenceden de kazançtan da hayýrlýdýr” diyenler tarafýnda mý?
Sormak lazým; acaba, çocuklarýnýn kaydýný bu okullardan aldýranlarýn veya çocuklarýný buraya yazdýrmayanlarýn yüzde kaçý çocuklarýnýn gittikleri okullarda en azýndan Ýmam Hatip Liselerinde verilen din eðitim ve öðretiminin onda biri kadar din eðitim ve öðretimi alma ve yaþama imkanýna sahip olduðunu düþünüyor veya saðlýyor? Acaba bu þekilde davrananlar, burada verilen din eðitim ve öðretimini yeterli görmedikleri için mi çocuklarýný oraya yönlendirmiyorlar? Yoksa aradaki açýðý kiþisel çabalarýyla bir þekilde karþýlayabileceklerine mi inanýyorlar? Bunu yaptýklarýna/yapacaklarýna inanýyor ve yapýyorlarsa kimsenin bir diyeceði olmaz, ama inanmýyorlarsa veya yapmýyorlarsa, bu çeliþkiyi nasýl açýklýyacaklar? Allah’a ve çocuklarýna karþý sorumluluklarýný nasýl yerine getirecekler? Yoksa öðrenmek ve yaþamak olarak dindarlýk, yani Allah’a kulluk yapmak, bolluk ve rahat zamanlarýnda, baþka bir deyiþle rant saðladýðý veya ranta engel olmadýðý zamanlarda gerekli ve deðerli de, ucunda rant görünmediði yerlerde gereksiz ve deðersiz mi olmaktadýr? Bu ve benzeri sorularýn cevabý olumsuz ise,-istisnalar dýþýnda ne yazýk ki olumsuzdur-o zaman vebali ve hesabý kimin boynunda olacaktýr? “Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuðunuzu öyle bir ateþten koruyun ki onun yakýtý insanlar ve taþlardýr...” (66 Tahrim/6) ayetinin belirttiði ateþe kendimizi ve çoluk çocuðumuzu kendi ellerimizle atmýþ olmuyor muyuz?!
Yüce Allah, iyi olmanýn ve iyilik yapmanýn her zaman gerekli ve deðerli olduðunu þöyle belirtir:
“Ýyilik, yüzlerinizi doðuya ve batýya çevirmeniz deðildir; Fakat iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, onun sevgisiyle yakýnlarýna, yetimlere, düþkünlere, yolda kalmýþlara, yoksullara ve köleler uðrunda mal veren, namaz kýlan, zekat veren ve ahitleþtiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaþta sabredenlerin yaptýðýdýr. Ýþte onlar doðru olanlardýr ve takva sahipleri ancak onlardýr” (2 Bakara/177).
Bu çeliþki, sayýn Özlem Albayrak’ýn Ýmam Hatiplinin tavrýný eleþtirdiði “Ýmam-Hatip Sýnavý” baþlýklý yazýsýnda söylediklerini tamamen haklý çýkarmýþtýr.
“Hakkýný istemeye kalksa, iki lokma ekmeðini de kaybetmekten korkan feodal düzen bekçileri kadar 'dövülmüþ' gibi, suspus bu milletin üyeleri.
Saklanarak, dikkat çekmeden, bir tatsýzlýk çýkmasýna neden olmadan yaþayýp gitmek tek muteber hayat stili sanki. Ýmam Hatip'linin, -ihtimal ki- kendi evindekinden üstün tuttuðu güzel-dekolte kadýnlý, alkollü, yani "öbür" türlü ortamlarda gösterdiði çekingenlik ve kendinde, inancýný ele veren herþeyi görünmez kýlarak ortama eklenme isteði, devlet otoritesi karþýsýndaki duruþla ayný yörüngeyi açýk ediyor aslýnda.
Oysa bu "efendilik" muhatabýn nazarýnda daha iyi yapmadý þimdiye kadar kimseyi. Onurla cilalý bu sükunetler, olsa olsa "sýnýr"a daha çok olduðunun bir niþanesi olarak algýlanacak nehrin "karþý" tarafýnda.
Kendi kalarak kendini dönüþtüren, siyaset ve hayat hakkýnda inanç merkezli bir dil tesis etme becerisi geliþtirenler geçebilecek ancak bu sýnavdan. Sorular çoktan seçmeli çünkü, hepsine -e hepsi denilmek suretiyle, kimselere bulaþmadan ortadan kaybolmaya kalkmak, baþarýya deðil, sýnavdan çakmaya delalet olabilir en fazla. Bunu bütün kazanmaya talip olanlar bilmeli.”4
Bu istikameti yitirenler, heralde Hz.Muhammed ve ashabýnýn hicret ettikleri yerlerde çocuklarýna kolej tahsili yaptýrmak için gittiler demezler. Yahut çocuklarýnýn bir þekilde din eðitimi de veren okullarda okumalarýnýn riskli veya Kureyþ oligarþisinin tutumu karþýsýnda geleceði kuþkulu göründüðünden yahut gelecekte maddi getirisi yüksek olan birtakým meslekleri yapmalarý engellenebileceðinden, din eðitimi olmasa da olur, diyerek çocuklarýný genel veya özel liselerde okutmak için oralara gittiklerini söylemezler. Yahut Habeþistan’da veya Medine’de Ýslam’a uygun giyinmeyenleri kimseler tanýmadýðý, böylece tanýyanlar karþýsýnda anne babalarýnýn veya eþlerinin mahçup olmadýðý ve yüzü kýzarmadýðý için öðrenimlerini yahut iþlerini oralarda sürdürmek üzere gittiklerini söyleyerek vicdanlarýný rahatlatmaya çalýþmazlar. Veya Mekke’de ticaret, ziraat, sanat, yatýrým ve üretim yapamadýklarýndan bu yerlerde yapmak için gittiklerini düþünmezler.
Ayný þekilde, müþriklerin mal, makam, kadýn, can ve mal emniyeti, gibi tekliflerinin hayattaki yerini ve önemini takdir edemedikleri, servet ve bolluðun getireceði refahtan anlamadýklarý, aðýzlarýnýn tadýný ve hayatýn zevkini bilmedikleri için Muhammed’in ve arkadaþlarýnýn bunlarý teptiðini, ölümü göze alarak Mekke’den Medine’ye göç ettiðini söylemezler. Para pul, arsa, bahçe ve tarla, daire ve maðaza, otomobil ve fabrika, gibi mallarýný katlamak ve hayatýn diðer maddi araçlarýný elde edip daha rahat yaþamak, daha güzel maddi bir gelecek hazýrlamak için bu insanlarýn yer ve yurtlarýndan kaçtýklarýný herhalde düþünmezler.
Bu insanlar, ”Yaptýðý iyiliði birinden karþýlýk görmek için deðil, ancak yüce Rabbinin hoþnutluðunu gözeterek yapmýþtýr. Elbette kendisi de hoþnut olacaktýr” (92 Leyl/20-21) ayetlerinin söylediði gibi, yalnýz Rablerinin hoþnutluðunu kazanarak yaþamak için yaptýlar.
Sanýrým bugün Müslüman halklarýn istikametlerinin Hz. Muhammed’in ve arkadaþlarnýn istikameti olmadýðýný, bilgisi, aklý ve vicdaný olanlar görüyordur. Ýki yakasýnýn neden bir araya gelmediðinin sebebini anlýyordur. ”Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatý” kitabýnýn yazarlarý, o insanlarýn “Niçin Hicret Ettiklerini” þöyle anlatýrlar:
“Bu adamlar niçin hicret ediyorladý? Mal, mülk, bark, ne varsa, hepsini geride býrakarak ana baba yurdundan çýkýp gurbet ellerine niye gidiyorlardý? Bu sorularýn cevabýný kavrayabilmek, insanlýðýn anlamýný anlamak demektir. Bu insanlar hürriyet arýyorlardý. Ýnanç, vicdan hürriyeti. Mekke’de yaþama haklarýna sahip deðildiler. Mekkeliler onlarý baský altýnda boðmak istiyorlar, en kutsal varlýklarýna, inançlarýna saldýrýyorlardý. Onlara hayat hakký, vicdan hürriyeti tanýmýyorlardý. Ýman ise her þeyden deðerlidir. Din uðrunda her þeyden, mal, mülk, ne varsa hepsinden vazgeçtiler. Gözleri arkalarýnda kalmýyordu. Hür ufuklara doðru açýlýp giderken, rehberleri iman ýþýðý olduðundan yüzlerinde parlak bir ümidin tatlý ýþýklarý beliriyor ve güle güle gidiyorlardý. Baský altýnda yaþamak canlarýna tak demiþti. Terör ve zulüm altýnda yaþamak insaný ezer, canýndan bezdirir, derin bir kasvet (gam/keder) içinde çürür gider. Ýnsan böyle bir yerde düþünme yeteneðini bile kaybeder. Düþünmekten bile korkar ve çekinir olur. Gerçekte düþünceler zorbalýk ve þiddetle öldürülemez ama sindirilir. Müþrikler iþte Müslümanlara bunu yapýyorlardý. Böyle bir yerde yaþamaktansa, göçetmek daha evladýr. (...) Þüphesiz Mekke onlarýn ana baba ocaðýydý. Orada doðmuþlar, orada büyümüþlerdi. Vücutlarý oranýn topraðýndan yoðrulmuþtu. Yine orada ölüp vatanýn topaðýna karýþmak hoþ bir þeydi. Fakat “Rabbimiz bir Allah’týr” dedikleri için müþrikler onlara her türlü eza ve cefayý reva görüyorlardý. Medine’ye hicretin sebebi budur.”5
“Bunca Eziyete Neden Katlandýlar?” sorusunun cevabýný da þöyle vermeye çalýþýrlar:
“Burada kendi kendimize þu soruyu soralým; Ýlk Müslümanlar bunca eziyete ve sýkýntýya niçin katlanýyorlardý? Bu iþkencelere nasýl dayanýyorlardý? Çünkü içtenlikle Ýslam’ý kabul etmiþlerdi. Bu imana düþüne düþüne kavuþmuþlardý. Körü körüne taklitle baðlý deðillerdi. Önce kendilerini her þeyden sýyýrýp temizlediler. Yani þirkten ayrýldýlar, düþündüler, gördüler, yeni dinin hak olduðuna kanaat getirdiler ve ona içtenlikle sarýldýlar. Böyle olumlu yollardan yürüyerek sonuca ulaþtýktan sonra artýk bu iman sarsýlýr mý? Artýk ne kadar iþkence görseler o imandan ayrýlmalarýna imkan var mý? Bunca iþkencelere raðmen dinlerinden dönmediler. Evrenin yüce yaratýcýsýna iman etmiþlerdi. Aya, güneþe, yýldýzlara, ateþe, putlara, Firavunlara tapmýyorlardý. Onlara tapmanýn ne kadar boþ þey olduðunu anlamýþlardý. Kendilerini o sapýklýklardan kurtarmýþlar, aydýnlýða, hidayete kavuþmuþlardý. Þimdi hangi kuvvet onlarý bu aydýnlýktan ayýrýp tekrar þirk karanlýðýna atabilirdi? Hidayetten sonra sapýklýða dönmek olur muydu?
Bu din insanlýða hürriyet getirmiþti. Bu hürriyet, insanlarý insanlarýn kölesi olmaktan kurtarýyordu. Putlara kulluk yoktu. Yalnýz evrenin ulu yaratýcýsýna kulluk yapýlabilirdi. Arada ne put var, ne aracý, Allah ile kul arasýnda aracýlar ortadan kalkýyordu. Hübel, Lât, Uzza yoktu.
Mecusilerin Ateþi, Mýsýrlýlarýn Güneþi veya Boðasý, Babillilerin Yýldýzlarý, Hýristiyanlarýn Azizleri ve Havarileri vardý. Ýslam’da bunlarýn hiçbiri yoktu. Doðrudan evrenin yaratýcýsý olan Allah’a ibadet ve kuluk vardý. Yalnýz Allah’ýn huzurunda secdeye kapanmak, iþte gerçek ibadet bu idi”6.
1-Buhari, iman, 43; Muslim, iman, 95; Ebu Davud, edeb, 59; Tirmizi, birr, 17; Nesai, bey’at, 31; Ýbni Mace, menasik, 76; Ýbni Hanbel, çok yerde.
2- Buhari, hicratu’n-nebi, 7
3- Hayrettin Karaman, Ýmam Hatip Okullarý, Yeni Þafak, 18 Haziran 2006
4-Yeni Þafak, 28 Mart 2006
5- Ali Himmet Berki-Osman Keskioðlu, Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatý, 178-179. Ankara 1981, Sadeleþtirilerek.
6- Ali Himmet Berki-Osman Keskioðlu, Age, 75-76. Prof.Dr. Ýbrahim Sarmýþ