Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Yap kanun olur kanun! By: sumeyye Date: 23 Kasým 2010, 18:32:09
Yap Kanun,  Olur Kanun !..


  Hep kavga, dövüþ, savaþ iþin gücün.

                                                                             En iðrendiðim  sensin Zeus’un beslediði krallar içinde .

                                                                                                                  Agamemnon

 “O size istediðiniz her þeyden verdi. Allah'ýn nimetini sayacak olsanýz sayamazsýnýz. Doðrusu insan çok zalim, çok nankördür! “ (Ýbrahim – 34)

Hem toplumsal, hem de bireysel planda çok eskilere uzanan, buruk maceralarla dolu ve kolay kaybettiðimiz hülyalarýn içinde doðruluðumuza deliller ararken, bizi hayatýn gerçekliðiyle bütünleþtirecek, þevk, heyecan ve yaþama zevkini verecek en ciddi ve en ayýrdedici güzelliklerimizi  kaybediyoruz... Kaybediyoruz, çünkü, kendimizi þekilden þekile soktuðumuz nice tecrübelerden sonra hayatýmýzýn, hem ruh ve hem de estetik yapýdaki bütün üstünlüklerinin yerini gülünç kaçan sahte büyüklükler almýþtýr.  “Kendilerine yapýlan uyarýlarý unuttuklarýnda, (indirmiþ olduðumuz sýkýntý ve musibetleri kaldýrýp) üzerlerine her þeyin kapýlarýný açtýk. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden þýmardýklari zaman onlari ansýzýn yakaladýk, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’am – 44)  Kendimize karþý acýmadan yapacaðýmýz kaçamaksýz bir tahlille, bugün içinde bulunduðumuz karmakarýþýk ve tanýmsýz haller alan dünyamýzýn, bir eksen kaymasýndan ziyade, gerçeklerin dünyasýnda oldukça zayýf düþen ve önemli bulunmaya asla lâyýk olmayan Ýslam algýlamalarýmýzdan, kültürel geçmiþimizi ve dünyayý doðru anlayacak bir zekâyý ortaya koyamayýþýmýzdan beslenmekte olduðunu görebiliriz. Dahasý, gerçek bilgi kodlarýndan beslenemeyiþimiz, ama öyle olduðunu reddetmeye yönelik soðuk gayretlerimiz sebebiyle de, en ciddi hayati meselelerimizden, en kritik siyasal deðerlendirmelere kadar bütün vak’alar bizim için kolayca ciddi sorunlar haline gelmektedir. Bu durumun, yakýn tarihimiz ile ya da Tanzimat’ta baþlayan süreçle deðil, fikir köklerinin çok daha eskilere uzandýðý dönemlerde baþladýðýný görmekteyiz. Tanzimat ve benzeri deðiþimler, kendilerine özgü naðmeleri ile bu durumun daha da aðýrlaþmasýný saðlamýþlardýr yalnýzca. Eðer müslümanlarýn uykularýný kaçýracak, onlarý sürekli fikir ve ruh diriliðinde tutacak kaygýlarý kolayca unutuluyor ve hayatýn en güzel manzarasýnýn nereden görüleceði kestirilememeye baþlanýyorsa, artýk Müslümanlar hayatý acil bir durum olarak algýlamýyorlar demektir ki; bu durumda Resûl terbiyesinden ziyade kendinize benzeyen kimselere yaklaþmayý daha rahatlatýcý bulmanýzdan ve aslýna uymayan imanlara yaslanmanýzdan daha tabii ne olabilir? Devlet ricali’nin daha asýrlar öncesinden kapýsýný araladýðý ve bugün de bütün kitlelerin madde ve mânâlarýna sindirerek benimsediði  þirazesinden çýkmýþ lâubâli toplum anlayýþý, çýðrýndan çýkmýþ bireylerin kendisini bulma ve îman kaynaklarýna güven duyma gücünü elinden alarak, içinde asalet taþýmayan yabancý dünyalara ilan-ý aþk etmesini saðlamýþ ve hayatýný bir emel olmaktan çýkarmýþtýr. Nesiller boyu nice çalkantýlarla süren bu  toplumsal macera, bir mânâda geleceðimizin bütün alanlarýný örterek câmi irfânýnýn yerini kadetrallerin doyumsuz ihtirasýna býrakmýþtýr. Bugün gerçekten þu andaki  oluþumumuzu, karekterimizi, heveslerimizi, zihniyetlerimizi, hulâsa bütün uzuvlarýmýzla tanýnmamýzý saðlayacak enstrumanlarýmýza baktýðýmýzda hayal gücümüzle örtüþen, ama kitapla uyumsuz figürler görürüz. Evet, toplumsal hayatýmýzý renklendiren duygular  bakýmýndan  gücümüzü yitirdiðimiz her gün, alýþýk olmadýðýmýz türlü türlü yabancý mevzular tarafýndan sarýlýyoruz.

Ýlerleyen yýllarda bu  hazîn öykümüzün, yâni bütün unsurlarýyla  toplumsal  tükeniþimizin  asýl can alýcý hikâyesi, Rical-i devlet’in keyfiliðinin yanýnda, Türk  aydýnýnýn  fikir namusunu, iffetini, cesaretini ve hikmetin hazinelerini kaybetmeye  baþladýðý  yýllarda daha da acý verici olmaya baþlar.. Dahasý, o yýllardan bu  yana çözülerek gelen ve en sonunda da yeni  bir  toplum  yaratma  adýna  gösterilen  bütün alafranga çabalar; sadece  kibirli, ard niyetli, boyutsuz, renksiz, derinliksiz, kiþiliksiz, iki yüzlü ve tehlikeli bir aydýn tipini  doðurmuþtur.

Türk  toplumu, kendi  bünyesinden  çýkardýðý aydýnlarýn saplandýklarý sahte ütopyalarýyla kendi irfanýna ve daha da ötesinde, varlýk sebebi sayýlabilecek en aslî îmânî deðerlerine, bazen inkâra dayalý öfkelerle, bazen de hafifmeþrep alafranga duygularla bakmasý yüzünden buhranlar içinde kývranan ve iç çeliþkileri giderek artan þekilsiz ve ifadesiz bir  toplumun yazgýsýný  yaþamaktadýr. Zira gerçek bir aydýn’ý temsil ediþi daima þüpheli olmuþ  bizdeki bu aydýn(!) zümre,  asýrlardýr  kendi  insanýna  musallat  olarak, kendisine en ihtiyaç duyulan anlarda, alelade hevesleriyle, onun bütün devâ  kapýlarýný  kapatmýþ ve hastalýklý paranoralarýyla devamlý yeni  acýlar  vermiþtir. Esasen kader, hem bu cehaletiyle teslimiyetçiliðini kolaylaþtýran kalabalýklara, hem de ikiyüzlü aldatýcýlýðýyla aydýnlara kendi çirkinlikleri içinde kaçýnýlmaz bir þekilde ve oldukça aðýr kaçacak tarihsel bedeller hazýrlamakta gecikmez. Daha tazeliði solmamýþ ve çok yakýn sayýlabilecek bir geçmiþte, benzerlerini bugün ayný tekrarýyla gördüðümüz, bilgeliðin ýþýðýný hiçbir zaman yakalayamamýþ, hiçbir çaðýn güzelliðini ve hikmetini yaþayamamýþ, bu yüzden de hiçbir olayý gerçek büyüklüðüyle anlayamamýþ ama nemalanmayý umduðu bir iktidardan bir diðerine kur yapan aydýnlardan Orhan Seyfi Orhon 27 Temmuz 1939’da “Akbaba” dergisinde Milli þef Ýsmet Ýnönü için; ” Vakýa bu kolay olmadý. Milli Þef’in saçlarýndaki ýþýklar, ta oradan geliyor.Bunlar onaltýncý yýlýný kutladýðýmýz beyazlar… Biz onlara aðaran bir fecr gibi bakýyoruz. Onu hiçbir zaman kaybetmedik. Þimdi bütün vuzuhu ile önümüzde görüyoruz. Bu yepyeni devletin baþýnda. Milli bir þef olarak.”  der. Bu dönemde þairimiz CHP Milletvekilidir. Ancak ayný þair Demokrat parti’nin iktidarýndan sonra bir zamanlar halkýna efsaneler yaratan bir kurtarýcý gibi anlattýðý Ýsmet Paþa için þu mýsralarý yazacaktýr:

 

“Bir duman oldu parti savruldu

Ne tavan kaldý bak, ne dam kaldý,

Koca bir þef denen heyuladan,

Bir koca ihtiyar adam kaldý.”  (Þ.S.Aydemir – Ýkinci Adam clt.2 shf. 493)

Bunlar, toplumun yýllarca güven duyduðu ve benzerlerine de hala güven duymakta olduðu, ancak halkýna hiçbir zaman tatmin edici hayat sunamayan, her fýrsatta halkýyla alay etmiþ ve hiçbir zaman sadýk davalarý olmamýþ aydýnlarýmýzdýr.

”Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir ögütçüyüm.“ (A’raf – 68)

 Aslýna bakarsanýz, kendisini ciddiye almayan malum aydýn zümre karþýsýndaki halk’ýn zihinsel zayýflýðý ve hurafeye yatkýnlýðý, onu Allah’ýn kitabýndaki gerçek haz kaynaklarýndan ayrýþtýrarak kendisini koruyacak mücadeleden hep uzak kalmasýný saðlamýþtýr. Dolayýsý ile toplum  bireylerinin, aydýnlar ve kendisini yalnýzca deðersiz bir teba olarak görenler hakkýnda hüküm verirken, hep yanýlmaz üstün insanlar olarak gördüðü bu zümrenin önünde kendisini küçük görmeye alýþmasý zor olmamýþtýr. Zira, bu ülkenin insaný, gittikçe sesini daha gür duyurmayý baþaran aydýnlarýn gözünde Nazým Hikmet’in ifadesiyle; her türlü geliþmede ayak baðý ve bir çeþit orta çað artýðýdýr(*). Yönetimin ve entelektüel elitin kendi kültürlerini ve toplumlarýný hor görme ve aþaðýlama çabalarý,  öylesine  yüksek bir  paranoya  haline  gelmiþtir ki; kendi ikballeri adýna giriþtikleri her eylemde ve iþledikleri her cinayette; bütün bunlarý, geri kalmýþ, cahil ve terbiyeye muhtaç saydýklarý toplumun korunmasý adýna yaptýklarýný iddia ederek ihtiraslý kalplerini rahatlatýrlar. Evet, kendileri için ayrýcalýklý sayarak karanlýk yanlarýný daima görmezden geldikleri dünyalarýnda,  tahtlarýný  iþledikleri cürümlerin gölgesi üzerine  kuranlarýn bütün yorucu çabalarý, sonuç olarak tarihsel planda kýstýrýlmýþ, sýkýntýlý, problemli ve bakýþ açýsý son derece daraltýlmýþ bir toplum doðurmuþtur. Bu kötü yazgýdan toplumun bütün kesimleri nasiplenirken, ne yazýk ki Müslümanlar en ziyadesiyle pay sahibi olanlardýr. Zira Müslümanlarýn, ahmakça ve insan onurunu rencide edici bir lâubalilikle birbirlerine meydan okuyacak hale gelmeleri, ama seçkinlerin karþýsýndaki sessizlikleri, þaþkýnlýklarý, elpençe divan duruþlarý, ürkeklikleri ve olgunlaþamadan çürüyen yüreklerinin hem zayýflýðý,  hem de dönekliði bir bakýma bunlarýn da bir sonucudur. Haksýzlýk mý ediyorum? Dikkat edin göreceksiniz, bugün Müslümanlarýn büyük bir duyarlýlýkla korumaya çalýþtýklarý tek deðer, yalnýzca kendi nefisleridir. Hayranlýk uyandýracak heyecanlarla ve kendilerini Kaf daðýnda gösteren abartýlý zanlarýyla yaþarlar fakat, ilham kaynaklarý Muhammed’in kutup yýldýzý deðil, ancak birgün kendilerini mutlaka rencide  edecek ve zayýf taraflarýyla utandýracak baþka duraklardýr. Bu kadar muradsýzlýk olur mu? Müslümanlar bu baþýboþluðu kendi dünyalarýnda sessizce ve maharetle yaþarlarken, kökleri ellerinden alýnmýþ yoksul kitleleri yönetmede yalnýzca kendilerini hak sahibi görenler de kendilerini hep medeniyetin yanýbaþýnda gördükleri için, ikna yollarýnýn bittiði anlarda çirkin ve cesaret kýrmaya yönelik gösterilerini denerler. Vaktiyle bunlarýn en ciddilerinden birisi, Bâb-ý Âli’ye ciddi ve ibretli bir ders verip onu hizaya getirmenin düþünüldüðü günlerde, gazeteci Ahmet  Samim’in  baþýna  gelir. “Sadayý Millet” gazetesinde  yazarlýk  yapan  Ahmet  Samim; düþünceleri, fikir namusu  ve  yýlgýnlýk  göstermeyen  azmiyle  toplumu  aydýnlatmaya çalýþan aydýnlýk bir vicdanýn sesiydi. Bu tarafýyla, ittihatçýlarýn kendisinden sýkýntý duyduklarý ve susmasýný istedikleri mücadeleci bir gazeteciydi. Birgün, söz  söyleme  imtiyazýnýn, yaþama ve yaþatma  yetkisinin  yalnýzca  kendilerine  âit  olduðuna  inanmýþ  ittihatçý  bir  katil’ in namlusundan çýkan tek  kurþunla Samim’in zavallý  vücudu ay  ýþýðýnda  kayan  bir  hayalet  gibi kayýverir sokaðýn  orta yerine..

         Yere  serilen  sadece  Ahmet  Samim miydi ? Elbette  hayýr. Aslýnda  yere  serilen, Ahmet  Samim’lerde  yankýsýný  bulmuþ  haysiyetin, izzet’in  ve  hiçbir zaman adam yerine konulmamýþ olan kalabalýklarýn yüreðiydi ...

         Ahmet  Samim, yaþadýðý dönemde, mert duruþuyla ve ittihatçýlarý korkutan isyanlarýyla   kendi  semasýný  aydýnlatan  bir  yýldýzdýr. Sanýrým  onun  bir yerlerde  hâlâ  bize  kadar  uzanan  ýþýltýsý  vardýr  ve  bizler eðer özgür bir iradeyi murad edersek onu gerçekten görebiliriz.

         Hüseyin  Cahit(**), ittihatçýlarýn susturamadýklarý için öldürdükleri Ahmet Samim  olayýný  hatýralarýnda  þöyle  anlatýr : ” Samim’in  bu hazîn  akýbeti  beni çifte  teessür  içinde  býrakýyordu .. Bir  kere  kendisini  çok  sever  ve  þahsen  çok  takdir  ederdim. Sonra  memleketteki  bu  müsaadesizlik  ruhu beslediðim  hürriyet  idealini de  rencide  ediyordu . Bir  insan  düþündüðünü  söyleyemeyecek  olduktan  sonra  Fîzan’a  sürülmekle  bir  gece  sokak  ortasýnda  vurulmak  arasýnda  ne  fark  vardý ? Demek  ortada  deðiþmiþ  bir  þey  yoktur . Deðiþen yalnýzca  yönetimin  adýndan  ibaretti. Ahlâk  ve  âdetler, keyif  ve  istibdat, haksýzlýk  gene  hüküm sürüyordu .                                                                                                                                                                                       

          Ben  sokakta  bir  gazeteciyi  vursunlar, fikir  hürriyetini  ezsinler  diye mi  cidal  edecektim ve  kendimi  feda  edecektim? Hatta  Talât  Paþa  bir  gün  benim  silâhsýz  olduðumu iþitince , bu  kadar  gafleti  benden  hiç  beklememiþ  gibi  hayret  ve  muahaza  ile  yüzüme  baktý  . Ertesi  gün  bir  revolver hediye  etti . “ yanýnda bulunsun  caným ! “  diyordu .                                                 

            Yanýmda  bulunsun  diye  ben  de  revolveri  pantolonumun  arka  cebine yerleþtirdim. O  demir  parçasý  sanki  zihnime  saplanmýþ  bir  iðne  gibiydi. Aklým hep  onda  idi. Mademki  âletti, mademki  elimde  bulunuyordu, o’nu  kullanmak vesîlesi  bulmak  istiyordum. Sokaklarda  gezdim. Bana  suikast  yapacak  bir  adam arýyordum.  (Hüseyin Cahit / Yakýn Tarihimiz / c.1 s.108)

            Þeytanlarýn bazen îmâlarla hicvederek, bazen ezerek, bazen de bedenini ortadan kaldýrarak ama hep maharetle yaptýklarý kötülükler daima iþe yaramýþtýr. Ýtiraz edebilir miyiz? Ýþe yaramadýðýný söyleyebilir misiniz? Bilirsiniz, Sabahattin Âli’yi susturabilmek için ikinci kez askere almýþlardý. Susmadý. Demek ki yetmedi dediler, üçüncü kez askere aldýlar. Yine olmadý. Sonra bir dergi çýkardý “Marko Paþa”, kapatýldý. Bunun ardýndan bir dergi daha çýkardý “Malum Paþa” o da kapatýldý.. Sabahattin Âli bir dergi daha çýkardý “ Merhum Paþa” yine kapatýldý. Mücadelesini býrakmadý ve bir dergi daha çýkardý “Ali Baba“. Bunu da kapattýlar. Eðer bir davanýz, ciddiye aldýðýnýz bir meseleniz varsa size susmanýzý kimse öðretemez. Bu kadar uyarýlara, bunca çabaya raðmen demek ki özgür düþünce dünyasýnýn bu kibar çocuðuna susmayý hala öðretememiþlerdi! Ama, bir süre sonra Bulgaristan’a giderken ”Kürklü Mantolu Madonna’nýn” bu romantik yazarýný, Sabahattin Ali’yi, kendilerine mahsus metotlarýyla gerçekten susturdular.

          Hakikaten  bilginin  ve  hikmetin  cevherine  kapýlarýmýz  kapandýkça  bedenimize olan  yakýnlýðýmýz ürküntü verecek þekilde  artýyor. Ýnsan zihninin hikmete dayalý düþünme kabiliyetinden uzaklaþarak kendi fýtratýyla çatýþmaya girmesi, onu insanî  muhtevadan tamamen kopararak acýmasýz vahþiler hâline getirir. Toplumun  topyekûn  hayatýný  bireysel  herhangi  bir  hayattan  farklý  düþünebilir miyiz?   Elbette  hayýr.. Bu  yüzden  herhangi  bir  toplumun  rûhî  iflâsý ve  müesseseleri  bakýmýndan  çöküþü , kendi  öz  cevheri  olan  bireyin  dejenere  ediliþi  ile  baþlar, sahip  olabileceði  en  büyük  merhaleyi  kaybetmesiyle  biter. Kaybettiði  idealidir... Yani hayalleri, umutlarý, þerefi ve yaþamak adýna sahibi olduðu her þey.. Ýdealler  kayboldukça  meydanlar  þeytan’ýn  oyun  alanýna  döner ve  istikbal  bir  yerlere  sýmsýký  kapatýlýp  gizlenir  âdeta .

          Asýrlar var ki, bu toplumun  insaný(***),  ideallerinin  kaybedildiði  bir  hayatý, iç nakýþlarý silinmiþ; yalnýzca  kaba ve hantal yükleri  ile  yaþamaya  alýþtýrýlmýþtýr . Zira  aydýn  aristokrasisi  yalnýzca  kendisine has  kýldýðý  ve yalnýzca  kendisine  âit  telâkki  ettiði  bu hayatta  kendisine  ayak  baðý  gürdüðü  insanýn, idrake ve meseleleri anlamaya  götüren  bütün  yollarýný  týkamýþtýr. Zira modern aydýn, karþýsýnda kendisinden iltifatlar dilenecek yoksullar istemektedir. “Bu, sana indirdiðimiz mübarek bir kitaptýr ki, insanlar onun âyetlerini düþünsünler ve temiz akýl sahipleri ibret alsýnlar.” (Sad – 29)

Zaten hem birey olarak hem de toplum olarak hayatýmýzýn geçmiþ ve geleceðine dair derinliði olan bütün endiþeleri býrakmýþsak, bu ayný zamanda bizimdir diyerek arzulayacak herhangi bir temayülümüzün de kalmadýðýný gösterir ki, burasý oldukça ürkütücüdür.

        Ziyad  Ebuzziya  anlatýyor : “ Bir  ara  bizim  gazeteyi kapattýlar!  Ben  o  sýrada Ankara ya  gitmiþtim ... Basýn  Yayýn Genel  Müdürü  Selim  Sarper’ di. Ayný yazý CHP  yayýn  organý  AKÞAM  gazetesinde de  var,  o  kapanmýyor, aynýsý  bende, benim  gazete  kapanýyor!  Gösterdim  ve  neden  böyle? dedim ...  Bana  - “ Gayet  tabii  dedi , ben  senin gazeteni( Tasvîr-i Efkâr ) kimlerin okuduðunu  tespit  ediyorum.. Senin  gazeteyi  sakallýlar  okuyor , ötekini (Akþam’ý ) sakalsýzlar okuyor . Sakallýlara  senin  yazý  baþka  türlü  tesir  eder, onun  için  kapatýlýyor “  dedi  (M. Emin Gerger / Ýnönü - Menderes Mücadelesi / s. 44) Evet, bu manzaranýn bize uzanan çaðrýþýmlarýný görebilmemiz için, bizi daima uyanýk tutacak kaygýlarýmýz olmalý.

        20. yüzyýla  ait  perdeyi  daha  önceki  yüzyýllara  doðru  aralarsak,  göreceðimiz manzaranýn hiç de iç açýcý olmadýðýný, nasýl bir anlayýþý devraldýðýmýzý, hangi karakter ve basiretten mahrum algýlamalara varis olduðumuzu görürüz. Bu durum bir bakýma bugünkü daðýnýk halimizin köklerinin daha kolay anlaþýlmasýný saðlayabilir. Avusturyalýlarla  aramýzda  geçen bir  savaþta  Petervaradin de  þehit  düþen  Damat  Ali Paþa’nýn yalnýzca  katalogu  dört  cilt  tutan  kitaplarýnýn  müsaderesi  için çýkan  irade  üzerine  bunlar arasýnda bulunan Felsefe, Tarih ve Astronomi kitaplarýnýn  kütüphanelere  vakfýnýn  caiz  olamayacaðýna dair  Þeyhülislam  Ebu  Ýshak  Ýsmail  Efendinin  fetvalar  düzdüðünü  görüyoruz(Adnan Adývar-Osmanlý Türklerinde Ýlim- shf.142). Bu bize  gösteriyor ki; bazý  eserleri  makbul  ve  muteber  tutmak  þöyle  dursun onlarýn genel  bir  kütüphaneye  vakfýna  bile  razý  olmayan  bir  zihniyet  18.yüzyýlda  hayâtiyetini  sürdürerek  bu  gayri meþrû  yasakçý  emanetini  kendisinden  sonra  gelen aristokrasinin  baronlarýna  devreder.  Esasen bu tahakküm duygusu bütün insanlýðýn tarihinde vardýr ve varlýðýný sürdürmeye de elbette devam edecektir. Ancak Müslümanlarýn dünyasýnda bu vak’alar’ýn zuhuru oldukça aðýr yaralar açarak geçmektedir ki, sorgulamanýn yapýlmasý gereken yer de burasýdýr. Hem yönetici elitin hemde onlarla uzlaþmayý seçen muhteris aydýnlarýn bu tahakkümcülüðü karþýsýnda Volter  hangisi  iyidir  diye  soruyor : “Krallýk mý Cumhuriyet mi ? ” ve cevabýný  yine  kendisi  verir : “ Dört bin  yýldýr  bu  soruyu  sormayan  kalmadý. Zenginlere  bakacak  olursanýz  hepsi  aristokrasi  yanlýsý; halk’a  bakacak  olursanýz  demokrasi  yanlýsý. Ancak  krallar  krallýk  istiyor “ der.

         Goebels de  kitleleri  aþaðý  yukarý  ayný  þekilde  açýklar. “ Michael “ adlý  romanýnda , insanlar  iyi  bir  þekilde  yönetilmekten baþka  bir  þey  istemezler”  diye  yazýyor. Goebels’e  göre “ insanlar; heykeltraþ’ýn  elindeki  bir  taþ  parçasý  gibidirler. Lider  ve  kitleler  arasýndaki münasebet  bir  ressam  ve  bir  tablo  arasýndaki  münasebet  gibidir (Erich Fromm / Hürriyetten Kaçýþ / s.287)  Kalabalýklara hükmetmede Goebels’den daha farklý olmayan Ýttihatçý lider Enver Paþa da(****) benzer bir mütealâyý ortaya koyar. Enver  Paþa, Meclis-i Mebbusan’ý  lüzumsuz  bir  müessese  olarak  bulur  ve anlamsýz  yere  dönen  bir  çark  olarak  müteala  ederdi. Bazý  düþüncelerinin  kanunlara uymadýðý  söylendiði  zaman, böyle  bir  þeyi  havsalasýna  sýðdýramadýðýný  belirten  alaylý  bir  ifade  ile  güler  þöyle  söylerdi :” Yap kanun , olur kanun “ (Yakýn Tarihimiz / c.1 s.42)

          Ýnsanlýðýn, ama özellikle müslüman’ýn, günün getirdiði her türlü yýpratýcý ve küçük düþürücü  korkulardan kurtulabilmesi için, o heykeltýraþýn  elinde yontularak biçimlendirilmeye  hazýrlanmýþ  taþ  parçasý olmaktan  kurtulmak  mecburiyeti  vardýr . Bunun da  ilk  þartý bedenlerin  sýnýrlarýný  aþabilmek maharetidir. Ýnsanoðlu  böyle  bir  serüvenden  yara  alarak çýksa da  en  azýndan  istikbali  için  ciddi ve asil bir  kefaleti  ortaya  koymak zorundadýr. Enver Paþa’nýn  Sezar dan daha farklý olduðunu  nasýl  söyleriz? Arada  bir nefs-i  müdafaa yaparak  insânî  onurunu  ve inancýnýn  gücünü  gösterenler de  çýkmýyor  deðildi  ortaya,  ama Petrus  Borel’in  dediði  gibi  güçlerini  gördükleri  anda  zincirleri de  görüyorlardý . Keçeci  Fuat  Paþanýn da  söylediði  gibi,  bizde  direktifler, her türlü buyurganlýklar  ve  muhtelif  toplum normlarý  dâima yükseklerden  geldiði  ve  halkýn da  bunda hiçbir  katkýsý  bulunmadýðý içindir ki, sosyal  hayat  hiçbir  cephesiyle  deðerlendirilmez  ama itaate mecbur kýlar.

       Nadir  Nadi de, bir  gazeteci  olarak  kendi  döneminde  basýn’ýn  durumunu  þöyle anlatýr: “Milli  Þefe  ve  CHP’ ye   dil  uzatmak  yasaktý. Hükümetin  genel  tutumu tenkit  edilemezdi. Her  gün ( oh, ne  iyi  ediyorsunuz, bundan  iyisi  can  saðlýðý!) diye  yukarýya  alkýþ  tutacaksýn. Baþtaki  sen  bir  adým  arkadan  saða, sola  saptýysa  sen  yine  bir  adým  arkasýndan sola. O  yerinde  durursa  sen de  olduðun  yere mýhlanacaksýn. Yürürse  yürü  sende yürüyeceksin , hep  arkadan ...”  Ýþte  bir  çok yazarýmýz  belli  çizgide  yazmadýklarý  için   çeþitli  cezalara  çarptýrýlmýþlardý. (Doç. Dr. Çetin Yetkin / Türkiyede Tek Parti Yönetimi / s.218 )                                                                                               

      Böylece  prangalarýn  kelebekler  gibi  uçuþtuðu bir dünyada,  insanýn  kendisi  ile  haysiyeti  arasýna  setler  kurulmaya  çalýþýlýrken, gerçeklerden ayrýþtýrýlan, bilgi kaynaklarýndan  mahrum  býrakýlan ve seçkinlerin övdüðü dünyaya yaklaþtýrýlan bireyin hem kendisini küçük görme alýþkanlýðý, hem de pasifleþtirilerek olaylar karþýsýndaki kaygýsýzlýk  duygusu derinleþtirilir. Bu elbette kolay bir vakýa deðildir ama, koca bir tarihi, nesilerin zayýf omuzlarýna dert diye yükleyip gidenler maalesef arkalarýnda yeterince varisler  býrakmayý da ihmal etmediler.

        Eskiler :” Bârika-i  hakikat  müsademe-i  efkârdan  doðar “  demiþler. Ýyi  ama nasýl? Bilgiden  ve  her  türlü  realiteden  ustaca  uzaklaþtýrýlan  kitleler  kapýlarýný karanlýða  kapatmayý  nasýl  baþaracaklar? Hele hele  aydýnlarýn büyük  bir  kýsmý ellerine  tutuþturulmuþ  kementlerle militanlaþýp, fikrin ve irfanýn kanatlanacaðý bir dünyada, ele avuca sýðmaz çýlgýnlýklarýyla  Dante’nin  cehennemini  andýran bu  þölenden pay  toplamaya  çalýþýrlarken  nasýl?

              Artýk  ne  dualarda  esenlik  kalmýþtýr  ne de  rüyalarda.. Aydýnlar, garez  ve  þirretin en merhametsiz hýncýný  kuþanýnca þiirler bile o  nahif  romantizmini kaybederek militanlarýn elinde müfrezelere döner ve ölümlü  insanýn  diðerleri  üzerinde  açtýðý  yaralarý  alabildiðine  derinleþtirir. Zorla  bilinci  kaybettirilen  toplumlarda  hâkim  güç  unsurlarýnýn tek dayanaðý; dünyasý kuþatýlmýþ, fikretme hüneri kaybolmuþ, Rabbinin armaðanlarý elinden alýnmýþ, daha iyi görmesi engellenmiþ bireyin itaat kabiliyetidir. Ancak hiçbir toplum geçmiþinden taþýdýðý korkular ve geleceðinden duyduðu endîþelerle yaþayamaz. Hayatýnýzdaki hüznün payý ne olursa olsun, eðer mü’minseniz, eðer gerçekten öyle hissediyorsanýz Goebels’in elinde yontulan ve þekil verilen taþ parçasý olamazsýnýz. Çünkü bizi mutlu kýlacak bir hayata ait malzemelerin ilham kaynaðý olabilecek tüm öðeler elimizdedir. “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öðüt, gönüller derdine bir þifa, müminlere bir hidayet ve rahmet geldi.” (Yunus – 57 )

Vahyin bu sözleri þimdiye kadar yaþama fýrsatýný kaçýrmýþ insanlara hayata dair sonsuz kurtuluþ imkânlarý sunmaktadýr. Hayatýn bizim için daha yakýcý hâle gelmesinden önce bizler, aldatýcý bütün imgelerin, sloganlarýn ve basma kalýp kanaatlarýmýzýn masallarýný yýkan ve bizleri asla yanýltmayacak olan müjdeyi ve ölümsüzlüðün rengini Muhammedî sesleniþte bulacaðýz. Kendimizi gerçekten büyük ve adý anýlmaya deðer mücadelelere adamadan evvel, Ebu Zerr’i ve Ammar B.Yâsir’i hatýrlýyalým. Nâdir zamanlarda da olsa kirpiklerimizden bir hýrsýz gibi süzülen göz yaþlarý hep ayný îman’ýn göz yaþlarý mýdýr? Ancak böyle bir mücadeleden zaferle çýkabilmek için, kendimizle yüzleþmemiz gerekecek ve nefsimize aðýr gelse de, dersler çýkaracaðýmýz îtiraflarýmýz olacaktýr. Allah’ýn ihtiþamýný hatýrlamaktan ziyade, kendinden geçmiþ kimseler olarak dünya’nýn debdebesine daha yakýn durduðumuzu ve bunun da Rabbimiz önünde bize utanç duyuracak ayýplar olduðunu fark etmeliyiz. Mü’min þunu asla unutmayacaktýr; eðer kitabýnýzdan ayrý düþmüþseniz ve Allah Resulünü bir örnek olarak hayatýnýza ancak nadir zamanlarda dahil ediyorsanýz, yersiz yurtsuz kalýþýnýz artýk sizin yazgýnýzdýr.  Ama eðer Rabbimizi tanýmayý ve O’nu gerçekten sevmeyi, ama gerçekten sevmeyi öðrendiðimizde ve derinlerden açýða doðru çýktýkça duygularýmýz kirlenmemeye baþladýðýnda; iþte o zaman bu soðuk, bu donuk, ruhsuz, aþksýz ve güvensiz insanlarýn dünyasýnda söyleyecek haklý bir sözünüz olduðunu daima hatýrlayýn..

 

     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

………………………………………………………………

 

 

(*) Meraklýlarý, Nazým Hikmet’in Türk kadýný ve daha geniþ mânâda bu ülke insaný için yazdýðý övgü dolu þiirlerinin yanýnda, Anadolu halký için gerçekte neler düþündüðünü ve onlarý neye benzettiðini Þevket Süreyya’nýn anýlarýnda bulabilirler.

 

(**) Aslýnda kendisi de ileri bir ittihatçýdýr ve Ýslam dinine karþý çok ciddi bir husumeti vardýr. Matlada sürgünde bulunduklarý bir sýrada, Ziya Gökalp’in “Dergâh” adýný verdiði ve toplantý yaptýklarý yere, sýrf bu “Dergâh” adý’nýn islâmi bir renk taþýmasý yüzünden katýlmadýðýný kendisi söyler.

 

(***) Ne yazýk ki, hadiselerin hep bireyi maðlup edecek þekilde tezahür etmesi’nin arka plânýnda, insanýmýzýn þark zihniyetini aþamayýþý ve bilgi toplumu olmada hep geri kalmasý yatmaktadýr. Yakýn komþularýnýzdan baþlayarak Afganistan’a ve Pakistan’a kadar bakýn. Ne görüyorsunuz?

 

(****) Zaten Enver Paþa kendi döneminde bir ittihatçý lider olarak ülkeye o kadar hakim olmuþtu ki, Avrupalýlar artýk Devlet-i Aliye’ye “Enverland” diyorlardý. Siyaseten halletmekte güçlük çekecekleri bütün meselelerini teþkilatýn tetikçilerine çok kolay hallettiriyorlardý.

 


Nurettin Özcan


                                   
 

 

radyobeyan