Nefsi mutmainne By: sidretül münteha Date: 19 Kasým 2010, 19:29:38
NEFS-Ý MUTMAÝNNE
Dördüncü nefis mertebesi nefs-i mutmainnedir. Altý güzel sýfatý vardýr:
1.Amel,
2. Tevekkül,
3. Açlýk,
4. Riyazet,
5. Ýbâdet,
6. Tefekkür.
Bunlar, sýfat-ý kâmiledirler, yâni olgunluk alâmetidirler.
Bu altý huy sayesinde insanoðlu orta bir kemâle eriþmiþ olur ki, rahat ve sükûneti ancak bu nefs-i mutmainneye eriþtikten sonra bulabilir.
Bundan evvelki lâflar hep boþadýr; duvara atýlan top gibi geri gelir, aksi tesir yapar. Onun için tasavvuf ilmine ehemmiyet verip gösterdiði yol üzerinde yürümeye çalýþmak ve gayretli olmak elbette her müslümana hem farz, hem sünnet, hem de borçtur.
Cenâb-ý Peygamber’in davet ettiði cihad-ý ekber hangi cihaddýr? Düþmanla muharebeye cihad-ý asgar (küçük harp) buyurdular. Çünkü düþmanla mücadele pek mühim deðil, herkes elbirliði ile düðün bayram yaparak gider. Fakat nefisle mücâhede yalnýz baþýna olduðu için elbette pek kolay deðildir. Bu yüzdendir ki, nefisle cihada cihad-ý ekber diye ad verilmiþtir.
Ýþte bu cihadda muvaffakiyet insaný süflî mertebe olan emmârelikten ulvî mertebe olan mutmainneliðe ulaþtýrýr ki, rahat, huzur ancak bu mertebede bulunur.
Ýnsan maddeten çok zengin olabilir, fakat hakikî rahat ve huzuru kat’iyyen bulamaz, paralarýn hesabý daima onu rahatsýz eder. Amma mutmainnelikte olan zenginlik ise böyle deðildir. Maddî zenginliðin varlýðý ile yokluðu indinde müsavi olur ve o paralarý hemen Hak yolunda harcamaya bakar; gönlünde servetinin zerre kadar tesiri kalmaz. Zira nefs-i mutmainne sahibinin gönlü zikrullah ile dolu olduðundan, oraya baþka bir nesne koymaya imkân olmaz. Bu ise öyle lâflarla ezberlenmiþ tasavvuf sözlerini tekerlemekle kat’iyyen olacak bir iþ deðildir. Bu bir haldir ki, onu Allah Teàlâ Hazretleri ancak sevdiði kullarýna ihsan eder. Öyle günahlarla mülevves kiþilere elbette nasip olmaz. Bugün, bu günahlardan kendini koruyabilen bahtiyarlara doðrusu gýpta olunur.
Fakat nefs-i emmârenin sýfatlarýndan olan þehvet öyle korkunç bir âfettir ki, onu zabtetmek çok zordur. Bu ancak Râbiatü’l-Adeviye gibi meczuplara veya Ýbrahim Edhem gibi tâc ve tahtýný terk edip bir hýrka bir lokmaya tenezzül ve kanaat ederek, bir erbâb-ý kemâle hizmetle kendisini tam mânâsýyla Hakk’a veren bahtiyarlara mahsustur.
Þehvet bir ateþtir, onu ancak evlilik söndürebilir. Ondan dolayý olsa gerektir ki, Cenâb-ý Peygamber Efendimiz sallu týleyhi ve sellem Hazretleri “Eþrârüküm uzzâbüküm” buyurmuþ; yâni “Sizlerin en þerlisi bekârlarýnýzdýr”. Bazý târihler buna ilâveten, “O bekâr her ne kadar sâlih kimse dahi olsa...” demiþlerdir. Tabiî bu þerli bekârlar, þartlar elverdiði takdirde evlenmeyenlerdir. Gerek sýhhat bakýmýndan ve gerekse fakirlik sebebiyle “evlenmeyenler müstesna olsa gerektir. Yine bu þehvetin afatý dolayýsýyla olsa gerektir ki, Cenâb-ý Hak Ýmkân ve ihtiyaç sahiplerine dört kadýnla evlenmeye izin vermiþtir. Çünkü genç, kudretli kimselerin þehvetin âfetinden baþka türlü kurtulmasýna imkân yoktur.
Bunlarý yazmakta iken Bangladeþ denilen Ýslâm memleketinden beþ kiþilik bir grup geldi. Birisi âlim bir zat, güzel Arapça biliyor. Selâmdan sonra, ziyaret sebebi olarak “dua talebine geldik” dediler. Biz de memleketlerinin halinden sorduk. “Çok güzeldir, herkes namaz kýlar ve müslümanlýðýn ahkâmýný tatbik eder. Ýçki yasaktýr. Hanýmlar mesturedirler. Senede bir gün, büyük bir sahrada, her taraftan gelen müslümanlar toplanýr, sayýlarý hemen iki milyonu bulur. Bunlar cemiyet tarafýndan idare olunur. O sahraya seyyar havuzlar yapýlýr, yemekler yenir. Büyük bir cemaatle namaz kýlýnýr ve buradan teblið cemaati için binlerce kiþi ayrýlýr” dedi. Dünyadaki Ýslâm ve Hýristiyan memleketlerinde Ýslâm’ý anlatan bu teblið cemaatinin güzel nasihatlerde bulunup pek çok faydalar elde ettiklerini anlattý. Daha sonra, “Kaç seferdir Rusya’ya giderdik. Ýlk devirlerde müslümanlarýn vaziyeti çok müþkül idi. Fakat þimdi, elhamdülillah çok geliþme olmuþ. Yalnýz Taþkent’te yedi adet yeni cami yapýlmýþ, eskileri de tamir olunmuþ” dedi. Bu Ramazan bayramýnda (1979 Aðustos) on bin kiþinin bulunduðu bir mabedde bayram namazý kýldýklarýný, mektep ve medreselerin açýldýðýný, birçok talebenin dinî tedrisat yaptýklarýný söyleyince, doðrusu çok sevindik. Ýnþ sonlarý da hayýrlý olur.
Sonra sözü bize intikal ettirerek, namaz kýlanlarýn maalesef pek az olduðunu, buna mukabil haram ve günahlarýn serbestçe iþlendiðini söyledi. Kadýnlarýn çýplaklýðýndan ve bahusus yalanýn haram olduðu halde bol bol söylendiðinden de ayrýca þikâyette bulundu. Ýdarecilerin iyi kimselerden olabilmesi için, halkýn evvelemirde kendilerinin iyi olmasýnýn þart olduðunu Peygamberimiz sallu aleyhi ve sellemin “Yüvellî aleyküm kemâ tekûnû” hadisiyle söyleyiverdi. Bizim de herhalde evlâtlarýmýzý müslümanca yetiþtiremeyiþimizin cezasýný çektiðimizi açýklayýverdi. Tabiî haklý olduðundan hiçbir þey diyemedik. “Ýçilen içkiler, oynanan kumar vesaire sefahet yerlerinde harcanan paralara yazýk deðil mi? Bu günah, israf deðil mi? Allah Teàlâ da müsrifleri, haddi tecâvüz edenleri sevmez deðil mi? Öyle ise bunlara karþý, sizler ne yapýyorsunuz?” deyince, susakaldýk. Hakikaten Bengladeþ denilen memleketten kalkýp Ýslâm’ý teblið maksadýyla âdeta dünya turuna çýkmýþlar. Bahusus bu vazife Rusya ve Çin gibi memleketlerde ne kadar müþküldür. Fakat bu bahtiyar müslümanlar, bunun da yolunu bulmuþlar. Müslüman kisvesiyle gezip selâmlaþan ve bulunduklarý mahalde ibadetlerini yapan bu teblið cemaati gövde gösterisinde bulunmak suretiyle büyük fâideler kazanýyorlar. Nitekim Rusya’ya eski gittikleri günlerle þimdiki arasýndaki fark, bunu açýkça ispat etmektedir.
Din nasihatle kaim olduðuna göre, herhalde nasihatler faideden hâlî olamaz. Tekrarýnda da ayrýca fâideler vardýr. Onun için iþin peþini býrakmamak lâzýmdýr.
Eðer sen hayatýnda rahat ve huzur istiyorsan, nefs-i emmâre, levvâme ve mülhimenin elinden yakayý kurtarmaya bak. Yalnýz þu kadar var ki, bazý kimselerin görülen rüyalara itibar edip, “Mâþâ, haydi þimdi sen þu nefistesin, zikrin de þu olsun” diye atlatmalarýna kulak asma. Sen kendi nefsinin hâkimi ol, onu bütün kötü yollardan ve kötü iþlerden uzak eyle ve günah iþlere meyi ve muhabbet býrakma, kendini de kat’iyyen beðenme. Evvelin yâni ilk hilkatin neden idi, sonra da neye munkalib olacaksýn? Bakalým ind-i Ýlâhi’deki halimiz nasýl olacak? Akýbet meçhuldür.
Allah Teàlâ’ya yalvarýp yakarmaktan baþka çaremiz yoktur. Ýnsaný kendi kendisi veya etrafýndaki dalkavuklar ve yardakçýlarý uçururlar da uçururlar, kutub yaparlar, kutbu’l-aktab yaparlar. Eðer o zatýn ind-i Ýlâhî’de bir kýymeti yoksa, halkýn uçurmasýndan ona ne fâide olur? Belki dünyasýnda þöhreti artar ve bazý nimetlere nail olabilir. Amma neticede hüsrana duçar olur.
Ey muhterem kardeþim, biz herkese hüsn-i zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayý sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldýðým ders þudur: “Oðlum, ‘herkes iyi, ben yaman; herkes buðday, ben saman’ de ve öylece kabul et” diye bizlere nasihat eder ve böylece kibir, gurur, ucûb ve kendimizi beðenmekten bizleri korumuþ oluyordu.
Ýþte nefs-i emmâre ve levvâme sýfatlarý olan kibir, gurur ve ucûbten, hattâ hased, gazab, þehvet, hýrs ve kinden kendimizi ve etrafýmýzdakileri ve bahusus çoluk ve çocuðumuzu korumak, hýfz ve himaye etmek boynumuza borçtur. Buna da daha çocukluk devresinden baþlanýr.
Hidâyet ve tevfîk daima ve her zaman, her yerde ve her iþte Allah Teàlâ’dandýr. onun tevfiki olmazsa ne kadar uðraþsanýz neticede muvaffak olamazsýnýz. Onun için mü’minin yegâne þiarý, Allah Teàlâ Hazretleri’ne tam mânâsýyla sýðýnmak ve ona ilticadýr. Allah Teàlâ Hazretleri lütf u keremiyle bizleri de kapýsýndan ayýrmasýn. Âmin...
Nefs-i mutmainnenin birinci alâmeti bilgisiyle ameldir. Yâni ilmi de vardýr, ameli de vardýr. Bizim gibi deðillerdir. Nefs-i mülhimede ilim var, fakat amel olmadýðý için makbul sayýlmamýþtýr, bu sebeple de nefse huzur ve rahat gelmemiþtir. Peygamber sallu aleyhi ve sellem Hazretleri de, “Ya Rabbi, fâide vermeyen ilimden sana sýðýnýrým” buyurmamýþ mý idi?
Bugün ilim var, çeneler kuvvetli, edebiyat, fesahat, belagat istediðin kadar bol; lâkin ne yazýk ki, ameller çok az!
Halkýmýzýn birçoðu, din mesleðinde vazifeli olmadýklarý halde sakal býrakmakta, sarýk sarmakta; cübbe, uzun paltolar giymektedirler. Buna karþýlýk din adamlarýmýzýn kýyafeti bugün görüldüðü gibi hiç de müslümanlýða uygun deðildir. Ekserisi sakaldan mahrum, medeniyet kisvesi diyerek giydikleri o hýristiyan adat ve an’anesi olan frenk iþi ceket-pantollar, gömlekler, kolalý yakalýklar... Bir de üstüne caným kýravat (!) yok mu ya; ne kadar dinimizle taban tabana zýd. Aman Allah’ým, sen bizlere hidâyet ihsan buyur. Âmin...
Bu ilmiyle amel mes’elesi o kadar basit bir þey zannedilmesin. Zira çok mühimdir. Ýlmin içerisinde o kadar amel vardýr ki, onlarý tamamiyle yapmaya ancak kâmil insanlar muvaffak olabilir.
Zira farzlar, vâcibler, sünnetler, bir de müstehablar vardýr ki, hepsi birbirinden üstün ve âlâdýr. Farzlar terk olunamadýðý gibi, ehl-i hakikat ne sünnetleri ve ne de müstehablarý terk edebilir. Sünnet ve müstehablar, onlarýn indinde farzlar gibidir. Meselâ, gece namazlarý sünnet olmakla beraber kat’iyyen terk etmedikleri gibi, sabah namazýndan sonra iþrâk vaktine kadar ve ikindi namazýndan sonra da akþam namazý vaktine kadar olan vakitleri kat’iyyen zâyi etmezler. Hele akþamdan sonra evvâbîn namazýný pek çok kýlarlar ve rekâtlarda uzun sûreler okurlar, hem okur, hem de aðlarlar. Biner rekât kýlanlarýn sayýsý çok olmakla beraber, Cüneyd-i Baðdadî rahmetullahi aleyh, erbâb-ý ticaretten olduðu halde, dört yüz ve bazen de altý yüz rekât namaz kýlmadan dükkânýný bile açmazmýþ.
Bu fazla ibâdetler ki, sahibi bundan mes’ul deðildir. Fakat rýzâ-yý Ýlâhiye’yi elde etmenin en güzel yolunun, ibâdetlere son derece ehemmiyet verip durmadan, yorulmadan ve býkmadan devam etmekle olacaðýný iyi bildikleri için böyle yaparlardý. Ýbâdetlere bu kadar haris olmakla beraber yemek ve giyim hususunda ve ev iþlerinde de hemen hemen Cenâb-ý Peygamber’i ve onun ashabýný taklid edip, bid’atlerden son derece sakýnýrlardý. Zira ilmiyle amelin iktizasý böyledir.
Dünyaya ve dünya ziynetlerine meyl-i muhabbetle bu dostluk hem hakikî olmaz, hem de devam etmez. Sakallarýnda ve býyýklarýnda tam sünnet-i seniyye üzere hareket ederler. Süse ve ziynete hiçbir zaman raðbet etmezler. Hanýmlarýna da Efendimiz sallu aleyhi ve sellem gibi yardýmcý olurlar idi. Rasûlüllah Efendimiz’in yapmadýðý bir þeyi yapmak, onlar için mümkün deðildir. Çünkü hedefleri hep Hak Teàlâ’nýn rýzasýný kazanmaktýr. Bunun da tabiî, Rasûlüllah Efendimiz’e tam bir mütabeatla hâsýl olacaðýnda zerre kadar þüphe yoktur. Onun için onlar, amellerinde daima Rasûlüllah’ý hedef tutarlar ve izinden hiç ayrýlmamaya çalýþýrlardý. Zamanýmýzda sakalsýz, hattâ býyýksýz, öðlenlere kadar da leþ gibi uyuyup, sonra da kürsülerde süslü püslü kýlýklarý ile arz-ý endam eyleyenlerin sözleri hiç tesirli olur mu? Bir de parmaklarýndaki parlak yüzükleri, boyunlarýndaki kýravatlarý ile edebiyat taslayanlarýn lâf ebesi misali konuþmalarý ne kadar güzel olursa olsun boþtur, yere atýlan lâstik top gibi hemen geri döner. Sahibi söyleyeceðim diye yorulur, terler, cemaatin de kulaðýna bir þey girmez. Yine herkes bildiðini okumaktadýr. Bak Rasûlüllah’ýn zaman-ý saâdetlerinde içki yasaðý ilân edildiði vakit ashab-ý kiram nasýl emre uymuþ, bütün þaraplarýný dökmekle beraber, kaplarýný da nasýl kýrmýþlardý. Ne polis vardý, ne de jandarma, fakat bir ilân kâfi geliyordu.
Bugün bu kadar bilgiye ve bu kadar kuvvete raðmen hep tavsiyelerin tersi yapýlagelmektedir. Ýçki ile mücadele cemiyeti kitaplar neþreder, resimler basar, broþürler daðýtýr, amma hepsi beyhude.. Emeklere yazýk! Yine her gün sarhoþlarýn sayýsý çoðalmakta, artmakta, içkinin satýþý artmakta, hattâ bu da yetmemektedir. Vukuat dosyalarý da o nisbette kabarmakta ve suçlular bir anlýk zevkleri sebebiyle zindanlara düþmektedirler. Hele aile periþanlýðý ve bunlarýn çocuklarýndaki anormallikler doðrusu yürekler acýsýdýr. Aile reisi tatlý aðzýný içkiyle zehir yapar, bir tarafta sýzar kalýr; aile ise evde babayý bekler. Çocuklar bu halleri göre göre, bir zaman sonra kötü yola sülük ederler. Ondan sonra ne iffet, ne haya, ne de sadakat kalýr ailede. Sonra müslümanlar arasýnda bulunmasý lâzým gelen sehâvet, muavenet ve samimiyeti görmek âdeta muhal oldu. Artýk herkes birbirinden þikâyetçi.
Bu içki ve emsali günahlar en korkunç hastalýklardan daha beterdir. Ve hastalýklar nasýl bulaþýyorsa bu sarhoþluk illeti de öylesine yayýlýyor ki, neticede umumî bir felâketten korkulur. Çünkü vücuddaki kanlarýn daimî zehirlenmesi, giderek vücudun ahengini bozar.
Bir kere evvelemirde, o kalb denilen cevher nurunu kaybedip peyderpey, karara karara artýk simsiyah olur. Sonra da doðru ile eðriyi, hak ile bâtýlý olur. Zaman zaman küfrü mucib sözleri de söyleyerek neûzübülâh dinden de çýkar vesselam. Ondan sonra ayýkla pirincin taþýný!
Binâenaleyh, Ýslâm dini daima tekemmülü emreder. Bu ise ancak Allah Teàlâ Hazretleri’nin emirlerini tutmakla olur. Bir taraftan ibâdât, tâat, hayýr ü hasenat yapma gibi evâmirine yapýþmakla birlikte, diðer taraftan, yine Allah Teàlâ Hazretleri’nin yasak ettiði, yapmayýn dediði þeyleri yapmamak ve bu yasaklardan son derece sakýnmak, kaçmak, hem de arslandan korkup kaçar gibi kaçmak lâzýmdýr. Bundan sonra da iki cihan serveri, baþlarýmýzýn tacý, sevgili Peygamberimiz’in sünnet-i seniyyelerine tam mânâsýyla sarýlýnmalýdýr. Bu arada hem zikrullaha ve hem de salâvat-ý þerîfelere devamla, nefs-i emmârenin, levvâmenin, mülhimenin ellerinden yakayý kurtarýp nefs-i mutmainneye eriþmeye çalýþmak gerektir. Hattâ orada da durmayýp nefs-i Râdiyye’ye geçebilmeye sa’y ü gayret etmelidir. O nefs-i râdiyye ne büyük devlettir, ne büyük. Öteki devletler hep fâni ve daima tehlike içerisindedir.
Bak padiþahlarýn baþýna gelenlere! Yine bak, o kadar kuvvet ve kudreti olan Þah’ýn baþýna gelenlere... Bu dünya nimetlerinin dýþý süslü, tatlý, ballýdýr. Amma içyüzü zehir zemberek; bir de üstelik ebedî âhiret felâketi.
Saçý bitmeyen yetimin, beli bükük ihtiyarýn hak ve hukuklarýna riayet ve adaletle idâre-i hükümet edebilmek ne kadar müþkül ve zordur. Onun için idareciliðe özenmek ve imrenmek, doðrusu hiçbir akl-ý selim sahibine yakýþmaz.
Sen imreneceksen, Hak katýnda, Allah indinde makbul ameller iþleyen kullara imren de onlar gibi olmaya gayret eyle. Böylece dünyan da, âhiretin de mâmur olsun, saâdet-i ebediyyeye nail olasýn.
Bunun için yegâne çare, Allah Teàlâ’nýn bütün emirlerine itaat ve bütün yasaklardan, sýrf Allah1 sevgisi ve Allah korkusundan ve onun rýzâ-yý þerifini kazanabilmek maksat ve gayesiyle, hem de ihlâs ile kaçabilmektir. Bu nimetin üstüne baþka nimet tasavvur olunamaz. Bak bütün peygamberlerin yollarýna ve büyük müctehidlerin ve evliyalarýn yollarýna... Onlarýn izlerinden, yollarýndan gitmeye çalýþ, vesselam.
Aziz ve muhterem kardeþim, bu dünyada en iyi yol, Ýslâm yoludur, peygamberlerin gittikleri yoldur. Fâtiha-i Þerife’yi çok oku; bak orada, peygamberlerin yolu olan Ýslâm yolunu istemekle beraber, Yahûd ve Nasârâ yâni hýristiyanlarýn yollarýndan da uzak olmayý temenni ediyoruz. Fâtiha’yý her gün en aþaðý kýrk kere okuduðumuz halde mânâsýný pek az düþünmekte ve maalesef gittiðimiz yolu hiç de tetkik etmemekte, âdeta körü körüne yürümekteyiz. Halbuki, bu nefs-i mutmainneye nail olabilmeye hevesli olan kardeþlerimizin, evvelâ bu günah yollardan, hýristiyan âdet ve an’anesinden son derece sakýnmalarý gerektir.
Meselâ niþan ve nikâh merasimlerinde yapagelmekte olduðumuz çirkin âdetler, hattâ düðünlerimizdeki günah hareketler ve hele sünnet düðünlerindeki aþýrý merasimler, kadýn-erkek karýþýk sohbetler, hep bizim manevî terakkimize mâni ve süfli bir dereceye düþmemize sebep olan iþlerdir. Nerede kaldý nefs-i mutmainne!
Binâenaleyh, nefs-i mutmainne sahibinin ilk önce dinini iyi bilip ona göre hareket etmesi ve bütün farz, vâcib ve sünnetler üzerinde titizlikle durmasý, sonra da yasaklardan, bid’atlerden, hýristiyan âdât ve an’anesinden de son derece kaçýnmasý gerekir. Hattâ giyim-kuþamda ve yemek yemede sünnet-i seniyyeden kat’iyyen ayrýlmamak þarttýr. Bundan sonra bütün iþlerde Hakk’a tevekkül edip bel baðlamadýr.
Çünkü Hak Teàlâ’ya baðlanan ve ona tevekkül edip dayananlarýn muini, yardýmcýsý, imdatçýsý Allah Teàlâ’dýr. onun yardýmý gibi yardýmý kimse yapamaz. Rýzkýný ummadýðý yerlerden, hem de bolca ihsan eder ve korktuklarýndan da himaye ve muhafaza eder, emin kýlar. Ayrýca düþmanlarýnýn gönlüne de korku verir. Kendine tevekkül eden kulunu her bakýmdan memnun eder. Dualarýný da kabul eder. Kur’ân-ý Kerîm’de tevekküle ait pek çok âyet-i kerîme vardýr. Tevekkülle alâkalý ehâdis-i nebeviyeler dahi mebzûldür.
“Tasavvufî Ahlâk”da bu hususta epeyce malûmat verildiðinden, burada tekrarýna lüzum görülmemiþtir. Sonra büyüklerin yazdýklarý kitaplarý da okumaktan hâli kalmayýnýz. Onlarýn da ruhaniyetlerinden istifade edersiniz. Ýmam Gazâlî Hazretleri’nin Ýhyâ-u Ulûm’unun üçüncü cildindeki tafsilât pek geniþtir. Okumanýzý tekrar tekrar rica edeceðim. Zira tevekkülde pek çok faydalar vardýr. Kur’ân-ý Kerîm’i okudukça “Kim Allah’a dayanýrsa O ona yeter” âyeti gibi nice âyet-i kerîme gözlerimizin önünde bir nur levhasý þeklinde geçmektedir ki, bu her zaman müþahede olunmaktadýr.
Terakki ve tealide gözü olan mü’min-i muvahhidîn, bundan sonraki hizmeti daha aðýrlaþýr, açlýða ve susuzluða sabýr ve tahammülü artar. Çünkü açlýk melekler sýfatýdýr, peygamberler sýfatýdýr, velîlerin þiarýdýr, insandaki kesafetin, aðýrlýðýn, zulmetin gitmesine sebep olur ve onlarýn yerlerine nuraniyet ve hafiflik gelir, göz ve gönül açýlýr. O mü’minler kalb gözü ve kulaklarýyla bizim göremediðimiz ve duyamadýðýmýz þeyleri, esrarlarý hem görür ve hem de duyarlar.
Hazret-i Ömer radýyü anh, Medine-i Münevvere’de, cuma namazý esnasýnda hutbe irad ederken, Acemistan’a yolladýðý Ýslâm ordusunun kumandaný olan Sâriye’nin düþman tarafýndan muhasara edilmek istendiðini kalb gözüyle görmüþ ve ordu kumandanýna, derhal arkasýný daða vererek muhasaradan kendisini kurtarabilmesi için “Yâ Sâriye ile’l-cebel, ile’l-cebel, Yâ Sâriye, daða, daða!” diye emir vermiþti. Sâriye de bunu duymuþ, ordusunu bu suretle hem kurtarmýþ, hem de zafere nail olmuþtur. Bu bizlere yetmez mi?
Bunlarýn emsalini, evliya menkýbelerini yazan Tezkiretü’l-Evliyâ’yý vesair kitaplarý oku da bak, nelere rastgeleceksin. Hele Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’yle Abdülkadir-i Geylânî’nin menkýbelerini okudukça hayretten hayrete düþeceksin. Bu suretle senin de iç âlemin deðiþecek ve tüylerin ürperecek, inþa tevbekâr olup Hak yola düþmeye kendini mecbur hissedeceksin.
Bu büyük zatlara verilen kerametlerin yirmi altý nevi olduðunu ayrýca açýklamýþlardýr. Hele bunlarýn arasýnda öyle muhterem kimseler vardýr ki, bunlar halk tarafýndan kat’iyyen bilinmezler, bazen de tahkire bile uðrarlar. Amma o tahkir edenler az zamanda bir sille yerler, mahv ü periþan olup giderler. Meselâ, Veysel Karânî Hazretleri’ni tanýmayan birisi onu, o periþan kýlýðýnda görse, ona hem hiç kýymet vermez, hem de belki onu incitebilir. Lâkin bunlar meczub-ý ilâhîdirler. Bunlara dokunmaya hiç gelmez.
Evliyalarýn büyükleri ne güzel insan nümûnesidir. Peygamberimiz sallu aleyhi ve sellemin huyunu ve âdet-i seniyyelerini tamamýyla taklid etmiþ olduklarýndan, doðrusu bunlardan ve bunlarýn sohbetlerinden ve hattâ bunlarýn yüzlerini görmekten bile insanlar öyle feyz ve bereket alýrlar ki, bunu senelerce çalýþsalar elde etmelerine imkân olamaz. Öyleyse sen de böyle birisini bulursan, hemen sohbetine devam eyle. Sakýn kendini beðenen þarlatanlara kapýlma, uyanýk ol. Kimseyi de incitme. Herkese hüsn-i zan edip. âdâb-ý muaþerete riâyet eyle. Büyüklere hürmet ve saygýyý, küçüklere de þefkat ve merhameti elden býrakma.
Bahusus anne ve babana, amca ve dayýlarýna karþý son derece saygýlý ol. Hala ve teyzelerin de böyledir. Bunlarýn çocuklarýna karþý da akrabalýk haklarýný yerlerine getir.
Kimsede kusur, kabahat arama. Ýnsanlarýn kendi kusur ve kabahatleri kendisine hem yeter, hem de artar. Baþkalarýnda kusur ve kabahat görmeyi büyükler noksanlýk alâmeti saymýþlardýr. Zira peygamberlerden baþka hemen herkesin hatâsý vardýr. Beþeriyet itibariyle kiþinin bazý çirkin ve günah halleri bulunursa da, bazen pek müstesna güzel huy ve amelleri olur. Binâenaleyh, sen bu güzel huylarý gör de, onu o cihetten takdir eyle. Öteki cephesini de Mevlâ’ya býrak o kardeþine hayýr dualar eyle.
Nefs-i mutmainneye eriþmek kolay olmadýðý gibi, orada tutunabilmek için de, tevekkül ve amelle beraber, bir de açlýða alýþmak ve nefs-i emmârenin on iki huyunu da tamamen terk etmiþ olmak þarttýr.
Öyle hem huysuzluk, yem evliyalýk bir arada cem olmaz; bal ile zehirin bir arada cem olmadýðý gibi. Günahlar ve kötü huylar en zehirli yýlandan ve en korkunç hayvandan daha fena ve daha tehlikelidir. Böyle olunca, taliplerin bu günah ve çirkin huylarýn hepsinden vazgeçmeleri ve bunlarýn yerine en güzel huylan kendilerinde toplamalarý þarttýr.
1. Nefs-i Mutmainne Sahibinin Rüyasý
Kur’ân-ý Kerîm görmek ve okumak tasfiye-i kalbe ve matlûba eriþmeye iþarettir. Lâkin okuduðu sûreyi bildiði takdirde böyle tâbir olunur. Peygamberleri görmek, dinde kuvvet ve bunlara uyma sýfatýdýr. Evliya görmek, korktuðundan emin olmak ve umduðuna nail olmak sýfatýdýr. Þeyhleri görmek, nefsini irþada iþarettir. Padiþah görmek, vücuda tasarruf; doktor görmek, nefsinin isyanýný amel-i sâlihle ilaçlamak; vüzerâ, vükelâ ve ümerâ görmek, akýlda kemâl ve maksada takarrüp; müftü görmek, nefsin hayra delâleti sýfatlandýr.
Kadý görmek, kalb ve azasýna Allah Teàlâ’nýn hükümlerini icra suretidir. Eimme, hutebâ, ulemâ ve þühedâ görmek ve sâlih insanlarý görmek, Allah’ýn emirlerine tâbi olmak; Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüs-ü Þerif, cami ve medreseleri ve bunlara benzer ne kadar mübarek mahal varsa bunlarý görmek, hepsi kalbin temizliði alâmetidir. Sancak, alem, ok, kýlýç, top, tüfek vesaire þeytan vesvesesinin azlýðý sýfatýdýr. Tesbih, matluba eriþmekle; din kitaplarý, mübarek kitaplarý ve güzel kokularý görmek, güzelliklerle tâbir olunur. Yâni nefs-i mutmainneye iþarettir.
Hattatlýk, iþin çokluðuna iþarettir. Yeþil renk görmek, mutmainnenin alâmet sýfatýdýr. Mevsimin gayrinde yeþil ham meyvayý aðaçtan koparmak, ihlâssýzlýðý giderir ve ihlâsa meyle iþarettir. Mevsiminde olmadýk yeþil meyvayý aðaçtan koparmak ihlâssýzlýða iþarettir.
Mutmainne haline dair görülen rüyalarla kiþi az çok kendini bilmiþ olur. Bunlarýn asýl tâbiri tâbir ilmine vâkýf olan kâmiller tarafýndan olur. Bu daire içinde her ne kadar amel ve güzel sýfatlar varsa da ihlâssýzlýk korkusu dahî mevcuttur. Bu nefs-i mutmainne sahipleri, ruhlarýný verdikleri zaman mekândan münezzeh olduðu halde cânib-i mâneviyesine ve yevm-i kýyamette Hakk’ýn cennetine davet buyrulurlar. Nitekim Kur’ân-ý Azîmüþþan’da, esteizübillâh, “Ya eyyetühennefsül-mutmainne...” lâfzý celîli buna iþarettir.
Fakat kula lâyýk olan, korku ile reca arasýnda bulunmaktýr. Cenâb-ý Hak cümlemize hüsn-i hatime ile âhirete göçmeyi nasip eylesin. Âmin...
Bursalý Üftâde Mehmed Muhiddin Hazretleri der ki: “Rüyalar kitaplarda yazýlan tâbirlerle hallolunmaz. O bir gizli ilimdir, ancak o ilim sahiplerinin tâbiri muteberdir”. Bu nefs-i mutmainneyi tamamlayanlar huccâcýn Mina’da hac farizasýný yerine getirmek için kurbanlarýný kestikleri gibi nefislerini kurban edip beþinci mertebe olan nefs-i râdiyyeye yükselmeye müstait olmuþ olurlar. Cenâb-ý Hak cümlemize, bu nefs-i râdiyyeye ulaþabilmek devletini ihsan buyursun. Âmin...
Mehmed Zâhid KOTKU