Zenginlik mi Fakirlik mi? By: reyyan Date: 14 Kasým 2010, 18:35:51
Zenginlik mi,Fakirlik mi?
Doç. Dr. Süleyman Derin
Soru:
Sufi olmak için illa da fakir mi olmak gerekiyor, zengin olmak tasavvuf yoluna girmeye bir engel mi?
Tasavvuf kitaplarýnda sýkça zühdden ve fakirlikten bahsedildiði doðrudur, zira sufiler çok kere dünyanýn insanlarý maneviyattan uzaklaþtýrdýðýný görmüþlerdir. Ayrýca maneviyata yönelenlerin daha çok fakirler, zayýflar ve ezilmiþler arasýndan çýktýðý da bir gerçektir. Bununla birlikte tasavvufun amacý ne zenginliði ortadan kaldýrmak, ne de fakirliði terviç etmektir. Sufilere göre önemli olan varlýkta ve darlýkta Rabbimize sâdýk bir kul olabilmektir. Þeyh Zerruk bu durumu fakirlikleri ile meþhur olunan ashab-ý suffe hakkýnda inen þu ayetle ortaya koyar: Allah Teâlâ ashab-ý suffeyi överek Peygamberimize (s.a.v) þöyle buyurmuþtur: “Sabah akþam Rablerine, O’nun rýzasýný dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatýnýn süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme.” (Kehf Suresi, 28) Þeyh Zerruk’a göre Allah Teâlâ bu ayette ashab-ý suffeyi fakirlik özelliði ile deðil de onlarýn baþka iki önemli vasýflarý ile övmüþtür. Bunlar “1- Sabah akþam Allah’ý zikretmek, 2- Daima her iþte Rabbin rýzasýný/veçhini aramak.
Zaten ashab-ý suffe daha sonra içinde bulunduklarý tecrid halinden kurtulmuþ pek çoðu bir þehre vali veya bir orduya komutanlýk gibi yüksek mevkilere getirilmiþtir. Bazýlarý fakirliðini korusa da, bir kýsmý ilerleyen zamanlarda makam ve mal sahibi olmuþtur. Bütün bunlara raðmen onlarýn manevi durumlarý asla deðiþmemiþ, hem yoklukta hem de darlýkta Rablerini zikretmekten ve O’nun rýzasýný aramaktan bir an bile geri durmamýþlardýr. Bu durumda zengin olsun, fakir olsun Rabbinin rýzasýný arayan, varlýkta Rabbini unutmayan herkes ashab-ý suffe için nazil olan ayetin þümulüne girer ve onlar gibi Hakk katýnda makbul olur.1
Peki, bu durumda niçin sufiler zühdü tavsiye ederler. Bu tutumun belli baþlý iki sebebi vardýr. Birinci sebep, manevi terbiye almamýþ kimselerin çoðunlukla dünyevi zenginliði hazmedememesi, onun cazibesi ile nefislerinin kontrollerine girerek ahireti unutmalarýdýr. Pek çok insan kendini zengin ve ihtiyaçsýz gördüðünde Kuranî tabirle azmaktadýr. Yüce kitabýmýz, “Gerçek þu ki, insan azar. Kendini kendine yeterli gördüðü için.” (Alak, 6-7) buyurarak bu durumu bizlere anlatýr. Ýþte insanlarý bu tehlikeden sakýndýrmak için sufiler dünyayý kötülerler. Ýmam Gazali bu hali, dalgýç bir babanýn çocuðunu deniz ile korkutmasýna benzetir: Kendisi denizin derinliklerinden inciler ve kýymetli cevherler çýkarýr, ama çocuðunun yanýnda denize dalmadýðý gibi onu denizden de uzak tutmaya çalýþýr. Zira bilir ki babasýný dalgýçlýk yaparken gören çocuk onu taklid ederek denize dalacak ve boðulacaktýr.
Ýkinci sebep ise süluka giren müridleri ilgilendirmektedir. Özellikle sülukun baþlarýnda salikin dünya ile meþgul olup vaktini zayi etmemesi için dünyadan yüzçevirmek elzemdir. Salik kemale erer de yokluk ve varlýk gözünde eþit hale gelirse, dünya Allah’ýn izni ile ona zarar veremez. Salik bu hali yakalayamazsa zenginlik kadar fakirlik de ona zarar verir. Halini, rýzkýný, kendine verilen imkânlarý beðenmez, hep baþkalarýna özenir, devamlý olarak Rabbinden þikâyet eder.
Ruhanî metodu benimseyen Nakþîliðin varlýk ve yokluk konusundaki yaklaþýmýna gelirsek bu konuda salik þeyhinin iþaretine göre hareket etmeli, mürþidinin tavsiyelerine göre dünya ile meþguliyetini ayarlamalýdýr. Mesela mürþid bir kýsým müridden Hakk yolunda ilimleri ve bedenleri ile hizmet etmelerini ister. Onlarý uzak diyarlara ilimleri, halleri ve bedenleri ile hizmet etsin diye gönderir. Bu tür salikler mürþitlerinin kendilerinden istediði iþi býrakýr da, zengin olmak için sebeplere sarýlýr, ticarete dalarsa çift yönlü -hem manen hem de madden- kaybederler. Zira mürþid bu tür müritlerden vakitlerini yani dünya malýndan çok kýymetli olan hayatlarýný harcamasýný istemiþtir.
Bir kýsým zengin müridandan da, zamanýn gereklerine göre mürþidleri Allah yolunda mallarýný harcamasýný isteyebilir. Bu durumda onlar da helalinden daha çok kazanmalý ve Allah yolunda daima infakta bulunmalýdýr. Gönül gözü açýk olan bir salik mürþidinin tutumundan ve sözlerinden kendinden ne istendiðini anlar ve o þekilde hayatýný düzenler. Anlayýþý eksik veya tarikatta ihlâslý olmayan salikler ise her zaman ters iþler yaparlar, kendilerinden istenmeyen iþlere merak sararlar. Özetle her iki durumda da müridin eli karda, gönlü yarda olmalýdýr.
Soru:
Tevekkül sebeplere sarýlmamak diye mi tarif edilir?
Sözlükte “dayanmak, güvenmek, vekil tutmak” anlamlarýna gelen tevekkül, dini bir terim olarak her hususta Allah’a güvenmek, dayanmak, iþlerini O’na havale etmek demektir. Tevekkül bazýlarýnýn anladýðý gibi çalýþmadan, sebeplere sarýlmadan iþi Allah’a havale etmek deðildir. Ýnsan her ne iþ yapýyorsa yapsýn, o iþini kurallarýna uygun olarak yapacak, çalýþacak, sabredecek, Allah’tan baþarýsý için yardým isteyecek ve Allah’ýn kendisini muvaffak kýlacaðýna itimat edecektir. Buradaki ince nokta, sebeplere sarýlmak fakat onlara deðil de Allah’a güvenmektir. Nebevî tabirle kul eþeði saðlam kazýða baðlayacak ama kazýða deðil Hakk’a tevekkül edecektir. Ýmam Rabbanî’ye göre bütün peygamberler her daim sebepleri gözetmiþlerdir. O bu konuda Bünyamin’i aramalarý için oðullarýný Mýsýr’a gönderen Hz. Yakub’un Kur’an’da bizlere anlatýlan misalini delil getirir. Oðullarýnýn toplu halde görülerek dikkat çekmesinden ve baþlarýna bir bela gelmesinden korkan Hz. Yakub, onlara þu nasihatte bulunur: “Ey oðullarým! Þehre hepiniz ayný kapýdan girmeyin, ayrý ayrý kapýlardan girin.” (Yusuf, 67) Yakup a.s burada sebepleri dikkate alýrken diðer yandan iþini de Allah’a ýsmarlamaktan geri kalmamýþ “Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir þeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan baþkasýnýn deðildir. (Onun için) ben yalnýz O’na dayandým. Tevekkül edenler yalnýz O’na dayansýnlar.” (Yusuf 67) demiþtir. Bu açýklamalardan anlaþmaktadýr ki sebeplere sarýlmak bazý kýt görüþlü kimselerin iddia ettiði gibi tevekküle mani deðildir. Hatta gerçek tevekkül sebeplere sarýldýktan sonra olur. (266. mektup)
Bununla birlikte Allah’a olan sonsuz tevekkülleri sebepleri ile hiç azýksýz uzun yolculuklara çýkan veya hacca giden bazý sufilerin halleri kendilerine teslim edilir. Bu tür cezbeli sufilerin halleri ne inkâr edilir, ne de bu hususta onlara uyulur. Zira tasavvufi terbiyede uyulmasý gereken kimseler, temkin ehli, telvinden kurtulmuþ kemalat sahibi mürþidlerdir. Tasavvuf yolunda cezbesine ve haline maðlup sufiler baþkalarýna örnek olamaz.
Dipnotlar:
1) Þeyh Ahmed Zerruk, Kavâidü’t-tasavvuf, tahkik Osman el-Huveymidi, Beyrut, Derul Vahyul kalem, 2004, s.27.
radyobeyan