Atalar yolu By: hafýz_32 Date: 09 Kasým 2010, 14:03:17
Ynt: Atalar yolu By: hafýz_32 Date: 09 Kasým 2010, 14:06:48
devþirilen, kapýlardan gümrüksüz geçirilen câhiliyye âdetleri yeþilin ve yeþilliðin de düþmanýdýrlar.
Ýslâm ile uzaktan yakýndan iliþkisi olmayan "hýdýrellezde yeþil çiðnemek gerek" düþüncesi ve uygulamasý, yýlbaþý kutlamalarý dolayýsýyla çam kesmeler, vitrin süslemeler, bayramlarda mezarlara yeþil çalý götürmeler, kabirlere çiçek býrakmalar, büyük kentlerde salgýn hale gelen cenâzeleri çelenklerle uðurlamalar gibi bir sürü uygulama, bize yabancý, zararlý ve baþka milletlere benzeme giriþimleri olarak sosyal ve dinî bünyeyi kemirip durmaktadýrlar. Ölüm ve ölüm ötesi ile ilgili hurâfe ve bâtýl inanýþlar, gün geçtikçe artmaktadýr. Oysa çok dikkatli davranýlmasý gerekli hayat olayý, ölüm ve sonrasý ile ilgili muâmelelerdir. Ne ses, ne gürültü, ne bando, ne top arabasý, hatta ne slogan... Sadece acele fakat telaþsýz, üzgün fakat vakur, hayat kadar ölüme de râzý bir havada, duâlarla ve sürekli ölümü düþünerek ölü için duâ makamýnda kýlýnacak cenâze namazý ve yapýlacak mütevâzi bir merâsim, ölene karþý son görevin yerine getirilmesi için kâfidir. Ötesi bir yýðýn hurâfe ve günahtýr, israf ve yorgunluktur, cenâzeyi de rahatsýz, huzursuz etmektir.
Bilinmelidir ki, cenâzeyi çelenklerle uðurlamak hýristiyan âdetidir. Çelenk, aslýnda hýristiyanlarýn kutsal kabul ettiði haç taþýma aracýdýr. Haçý çýplak taþýmamak için onu çiçeklerle süslemekte ve öylece mezara kadar götürmekteler. Peki, bir müslüman, bu çelenk hurâfesiyle mezara ne götürmekte veya göndermektedir? Hýristiyanýn haçýný mý, yoksa çiçek buketleri arasýna sýkýþmýþ, üzüntülerle harmanlanmýþ hurâfeleri mi? Yapmadýðý duâlarý mý? Çelenk için, cenâze için çiçeði koparmak, onu zikirden/ibâdetten ve insanlara güzellikler veren özelliklerden mahrum etmektir. Ayrýca israftýr, bu paralarla fakirlere sadakalar verilse daha iyi olmaz mý?
Dinimiz, kabir üzerine yýðýlmýþ kurumaya mahkûm çelenk ve çalý deðil; büyümeye ve yeþil kalmaya lâyýk fidanlar, çiçekler dikilmesinden yanadýr. Peygamberimiz bizzat buna örnek vermiþler, iki kabrin üzerine hurma fidaný dikerek, "bunlar yeþil kaldýkça, içeridekiler için rahmet vesilesi olmalarý umulur" buyurmuþlardýr. O halde ne yapýlmasý gerektiðine dikkat edilmelidir? Allah'ý râzý etmek, cenâzeye rahmet vesilesi olmak veya hýristiyanlarý körü körüne taklit edip hurâfeyi çaðdaþlýk sanarak çeþitli zararlarý seçmek. Kararý inançlar belirleyecektir.
Bir de kurban olarak horoz adamak veya kesmek var ki, horozdan kurban olsa olsa, böyle sahte tanrýlara olur dedirtiyor insana. Yine, yatýrlarýn yanlarýna konulan tuz ve þekerlerden medet ummak, onlarý þifalý kabul edip almak veya daðýtmak, istismarcýlarýn ekmeðine yað süren hurâfelerdendir. Oralarýn topraðýný kutsal kabul edip beraberinde götürmek, kabirlerin etrafýnda tavaf etmek... Bütün bunlar þirk unsuru olan hurâfelerdir.
b- Günlerle Ýlgili Hurâfeler
Ýki Bayram Arasý Nikâh Kýyýlmaz mý? Anadolunun birçok yöresinde hâlâ yaþatýlmakta olan bir yanlýþ anlayýþ da "iki bayram arasýnda nikâh kýyýlmaz" görüþüdür. Nereden çýktýðý bilinemeyen bu asýlsýz sözün, toplumda giderek etkisini kaybetmesine raðmen, tamamen unutulmamýþ olmasý ve zaman zaman ortaya atýlmasý, hurâfelerin yaygýnlýðý açýsýndan düþündürücüdür.
Bilindiði gibi dinimize göre nikâh, ibâdet ve muâmele sýfatlarýna sahip, þaka götürmeyen bir icraattýr. Dinimizde "ruhbanlýk" olmadýðý için evlenmek teþvik ve evlenmemekten hayýrlý kabul edilmiþtir. Hatta ibâdet edebilmek için evlenmeme düþüncesine kapýlanlar bizzat Peygamber Efendimiz tarafýndan uyarýlmýþ, "Benim sünnetimi terk eden Benden deðildir!"[1048] diye çok ciddî þekilde tehdit edilmiþlerdir. Nikâhýn þartlarý arasýnda "iki bayram arasýnda olmamasý" gibi bir kayýt bulmak mümkün deðildir. Dinimizde herhangi bir hüküm koyabilmek için bunun Kitab'dan veya Sünnet'ten bir delilinin olmasý gerekmektedir. Bu kaynaklardan delil bulunmayan bir görüþ hakkýnda söylenecek sözler mesnetsiz, asýlsýz, uydurma olmaktan öte gidemez ve dinî açýdan en küçük bir deðer taþýmaz. Herhangi bir konunun haram/yasak olduðunu tesbit etmek için bu delillere ihtiyaç vardýr. Kafadan atmakla bir helâl haram olmaz.
"Ýki bayram arasý nikâh kýyýlmaz" uydurmasý; delilsiz bir söz olmanýn ötesinde bizzat Hz. Peygamber'in hareketiyle reddedilmiþ bir görüþtür de. Çünkü Hz. Peygamber'in Hz. Âiþe ile evlenmesi Ramazan ayýný tâkip eden Þevval ayý içinde gerçekleþmiþtir. Yani iki bayram arasýnda meydana gelmiþtir. Hem bir düþünelim: Ýki bayram arasý olmayan gün var mý ki?! Ramazan Bayramý ile Kurban Bayramý arasýnda iki ay on günlük bir zaman varsa, Kurban Bayramý ile gelecek yýlýn Ramazan Bayramý arasýnda da kamerî yýl 354 gün olduðuna göre yaklaþýk dokuz ay on gün vardýr. Biri 2 ay 10 gün olduðu için "iki bayram arasý" kabul edilirken; ötekisi 9 ay 10 gün olduðu için mi "iki bayram arasý" kabul edilmez? Tabii bunun anlaþýlýr ve mantýklý bir tarafý yoktur.
Fýkýh kitaplarýnda nikâhýn ibâdet niteliði dolayýsýyla mescidlerde ve Cuma günü kýyýlmasýnýn güzel görüldüðü yani "müstahap" olduðu kaydedilmiþtir. Bunun ötesinde zaman açýsýndan herhangi bir kayda rastlamak mümkün deðildir. O halde insanýmýz bu tür asýlsýz söylentilere iltifat etmemeli, nikâhýn ne zaman kýyýldýðýna deðil; hangi þartlarla kýyýldýðýna ve kurulan yeni yuvanýn dinî açýdan aranýlan þartlara sahip olup olmadýðýna dikkat etmelidirler. Çünkü "Allah'ýn emri, Hz. Peygamber'in sünneti" üzere sözleriyle baþlatýlan evlilik hayatýna baþlama için uygulama ve törenlerin ve devamýnýn da Allah'ýn emri, Hz. Peygamber'in sünneti üzere olmasý gereklidir.
Salý Yola Çýkýlmaz, Cuma Ýþ Yapýlmaz mý? Özellikle hanýmlar arasýnda çok yaygýn olan iki yanlýþtan biri, "Salý günü bir iþe baþlanmaz, çamaþýr yýkanmaz, yola çýkýlmaz" anlayýþý; ötekisi ise, kadýnlarýn Cuma günü iþ yapmalarýnýn doðru olmadýðý inanýþýdýr. Tabii, her iki yanlýþýn/hurâfenin de dinî ve ma'kul bir gerekçesi yoktur. Bâtýlýn bâtýl/yanlýþ olmaktan baþka gerekçesi olur mu?
Dinimizde haftanýn günleri ile ilgili olarak, "þu yapýlmaz, bu yapýlýr" þeklinde bir ayrým bulunmamaktadýr. Zaman, sahne olduðu eylemlere göre kýymet kazanýr veya tehlike arzeder. Salý günü ile ilgili söylentilerin asýlsýzlýðý müslümanlar açýsýndan Ýstanbul'un 29 Mayýs 1453 Salý günü fethedilmiþ olmasý ile ortaya konmuþ bulunmaktadýr. Bu fetihden fevkalâde üzüntü duyan hýristiyanlar; Ýstanbul'u kaybettikleri gün olduðu için Salý gününü kendileri açýsýndan uðursuz saymýþ, yas günü ilan etmiþ ve bir süre o gün herhangi bir iþ yapmamýþ olabilirler. Zamanla, onlarýn bu -kendileri açýsýndan- bir ölçüde haklý görülebilecek kanaat ve uygulamalarý, iþin farkýnda ve bilincinde olmayan hurâfeye düþkün müslüman halk arasýna girmiþ ve yerleþmiþtir. Sonra da müslümanlýða ait bir görüþ ve esasmýþ gibi yayýlýp gitmiþtir.
Yine, 13 sayýsýnýn hýristiyan Batýlý halka göre uðursuzluðu da, fethin 1453 yýlýnda gerçekleþmesi dolayýsýyla olduðu þeklinde izah edilir. 1453 sayýsýnýn rakamlarý tek tek toplandýðý zaman 13 sayýsý çýkar; tabii bundan da önemlisi Batýlýlar açýsýndan da rahmet olduðu halde, kendi sapýk yollarýnýn yanlýþlýðýnýn isbat edildiði dönemin baþlangýcý olan Peygamberimiz'in doðum yýlý milâdî 571 yýlýnýn rakamlarý da toplandýðý zaman 13 sayýsý ortaya çýkmaktadýr. Bu sebeplerle 13 sayýsý hýristiyan Batýlý halklar tarafýndan eskiden beri uðursuz sayýlmýþtýr. Peki, müslümanlara ne oluyor da bu tür gün ve tarihleri uðursuz sayýyorlar?
Cuma günü kadýnlarýn iþ yapmamasýna gelince, bu da anlaþýlmasý güç bir tutum ve bâtýl inanýþtýr. Zira Cuma günü, iç ezan dediðimiz câmi içinde okunan ezandan, Cuma namazýnýn farzýný kýlýncaya kadar geçecek süre içinde iþi, alýþ veriþi terk etmek bir vecîbedir, Kur'an emridir.[1049] Ama tabii, Cuma namazýyla mükellef olan müslüman erkekler için. Kadýnlarýn Cuma namazý kýlmak gibi bir mükellefiyetleri olmadýðýndan iþi býrakmak zorunluluklarý da yoktur. Zaten erkekler de Cuma namazýnýn farzý bittikten sonra iþlerinin baþýna ve ticarete dönebileceklerdir. Konu ile ilgili âyetlerin mealini görelim: "Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çaðrýldýðý(nýz) zaman, Allah'ý anmaya koþun ve alýþ-veriþi (iþi-gücü) býrakýn. Eðer bilirseniz bu, sizin için daha hayýrlýdýr. Namaz kýlýnýnca artýk yeryüzüne daðýlýn ve Allah'ýn lutfundan (nasibinizi) arayýn. Allah'ý çok zikredin; umulur ki kurtuluþa erersiniz."[1050] Evet, tekrar belirtelim ki, bu âyetlerin muhâtabý, genelde mükelleflik çaðýnda bulunan, özelde Cuma namazýnýn edâ þartlarýna sahip olan müslüman erkeklerdir, kadýnlar deðil. Öte yandan, Cuma günü kadýnlarýn iþ yapmayý doðru bulmamalarý, Cuma gününün hafta tatili olduðu günlerden kalma mânâ ve mâhiyet deðiþtirmiþ bir uzantýsý gibi deðerlendirilebilir. Þöyle ki:
Kur'an o günü tatil günü kabul etmemesine, namaz saati dýþýnda iþ günü olduðunu ilan etmesine raðmen, müslümanlar ibâdetlerini daha rahat icrâ etsin diye, uygulama olarak Cuma günü Osmanlýlarda ve günümüzdeki çokça müslümanlarýn yaþadýðý hemen her yerde tatil kabul edilmiþtir. O yüzden evin erkeði genellikle evdedir. Cuma namazýna gidecektir. Onu rahatsýz etmemek ve özel hizmetlerinde bulunmak için genel temizlik ve çamaþýr gibi iþlerin yapýlmasý belki uygun bulunmamýþtýr. Bu yüzden böyle bir gelenek yerleþmiþ olmalýdýr. Hafta tatilinin deðiþtirilmesinden sonra bu anlayýþ ve uygulamanýn, Cuma gününün, gün olarak kendisine ait bir nitelikten ileri geldiði sanýlmýþ ve böylece de bugünkü yanýlgýya ve yanlýþa düþülmüþ olabilir. Ve bu anlayýþýn, yahûdilerin Cumartesi günü iþ yapma yasaðýnýn müslümanlarýn mübârek kabul ettiði Cuma gününe aktarýlmasý gibi bir yahûdi taklitçiliðinden kaynaklandýðý da düþünülebilir.
Kaynaðý ne olursa olsun, Salý ve Cuma günleri hakkýnda hanýmlar arasýnda dolaþýp duran bu ve benzeri sözlerin Ýslâmî bir ölçüyü ifade etmediði, hurâfe ve bâtýl inanýþ olduðu ortadadýr.
c- Gaybdan Haber Vermeye Baðlý Hurâfeler
Gaybý Bilmek Mümkün mü? Yüce Yaratýcý'nýn biz insanlara verdiði akýl, duyular ve benzeri öðrenme vâsýtalarý ile hakkýnda kesin veya zannî bilgi edinebîldiðimiz þeylerin tümüne "þehâdet âlemi" denir. Ýnsanýn, bu kendine ait vâsýtalarla hakkýnda bilgi edinemeyeceði Allah, cennet, cehennem, yarýn baþýna neyin geleceði, kýyâmetin ne zaman kopacaðý gibi konularýn hepsine de insan açýsýndan “gayb âlemi” denir.
Eskiden beri gayb âlemi, insanoðlunun merakýný çekmiþtir. Bu âlem hakkýnda bilgi edinmek istemiþtir. Tabii bu merak ve istek; gaybdan/gâipten haber verdiðini söyleyen kâhinler, arraflar, falcýlar, müneccimler, cinciler tarafýndan istismar edildiði gibi günümüzde de bunlara ek olarak medyumlar, astrloglar, ruh çaðýranlar tarafýndan kötüye kullanýlmaktadýr. Hurâfelerin, bâtýl inanýþlarýn toplumda yaygýnlaþmasýna ve bazý kiþilerin asla kendilerinde bulunmayan birtakým üstün niteliklere sahip kabul edilmesine ve böylece menfaat saðlamasýna yol açan "gaybý bildiði ve haber verdiði" yalanýna ve çeþitli þekillerine dikkat çekmeden önce, meselenin dinimiz açýsýndan nasýl ele alýndýðýný açýklayalým:
Ýslâm'a göre gayb'ý sadece Allah bilir. "De ki: Göklerde ve yerde gaybý, Allah'tan baþka bilen yoktur."[1051] Allah Teâlâ'nýn emir ve yasaklarýný insanlara duyurmak için içlerinden seçtiði peygamberler bile gaybý bilemezler. Kur'ân-ý Kerim'de Peygamber Efendimize hitâben þöyle buyrulmakta ve durum bize açýklanmaktadýr: "De ki: 'Size Allah'ýn hazineleri yanýmdadýr, demiyorum. Gaybý da bilmem; size ben meleðim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum."[1052] "De ki: 'Ben, Allah'ýn dilediðinden baþka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip deðilim. Eðer ben gaybý bilseydim, elbette daha çok hayýr/iyilik yapardým ve bana hiçbir kötülük dokunmazdý. Ben sadece iman eden bir kavim için bir uyarýcý ve müjdeciyim."[1053]
"O bütün gaybý bilir. Gaybýna/sýrlarýna kimseyi muttalî kýlmaz. Ancak (bildirmeyi) dilediði peygamber bunun dýþýndadýr. Çünkü O, bunun önünden ve ardýndan gözcüler salar."[1054] Bu âyetlerde de Allah Teâlâ'nýn ancak dilediði peygamberleri gaybdan dilediði bilgiye muttalî kýldýðý belirtilmektedir. O halde Allah'tan bir bildirme olmadýðý sürece gaybý kimsenin bilmesi ve haber vermesi mümkün deðildir. Allah da bu bilgiyi sadece peygamberlerine bildirdiðine ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'den sonra da peygamber gelmeyeceðine göre, ortalýkta gaybdan haber verdiðini söyleyip gezenlerin açýk birer yalancý olduklarý anlaþýlmýþ olmaktadýr. Her akýllý kiþi kabul eder ki, hakikat, yalancýdan öðrenilmez. Ve gerçekler hiçbir zaman bu zavallýlarýn hevâ ve heveslerine tâbi olmaz, onlar dedi diye Ýlâhî takdir deðiþmez. "Eðer gerçek, onlarýn heveslerine uysaydý gökler, yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi."[1055]
Hidâyet rehberimiz olan Peygamberimiz, gaybdan haber vermeye kalkýþan kiþilere inanmanýn tehlikesine þöyle iþaret buyurmaktadýr: "Gayb habercisine (kâhin, arraf, falcý...) gidip onun dediðini doðrulayan kiþi, Muhammed'e gönderileni (Kur'an'ý) inkâr etmiþ olur."[1056]
Falcýlýk ve Fala Baktýrmak: Fal ve falcýlýk; gaybdan haber verme, gelecek hakkýnda önceden fikir beyan etme temeline dayanmaktadýr. Tarihin her devrinde, her toplumda istikbali öðrenme teþebbüslerine, bunun çeþitli þekillerine ve deðiþik araçlarýna rastlanmaktadýr. Câhiliyye Araplarýnda "ezlâm" denen fal oklarý, remiller, günümüzde yýldýz, burç, kahve, bakla, iskambil kâðýdý, suya bakma, kitap açma vs. falcýlýðýn þekil ve malzemesinin bir kýsmýdýr. Ayrýca çaðdaþ câhiliyyede falcýlýk, medya aracýlýðýyla modern insanýn günlük hayatýna da girmiþ bulunmaktadýr. Günlük fallar yanýnda, gazetelerin yýlbaþlarýnda, senelik fallar yayýnlamalarý, faldaki yalanýn boyutlarýný oldukça geniþletmiþtir.
Hurâfe ve bâtýl inanýþlarýn hepsine birden savaþ açmýþ bulunan Ýslâm, bütün çeþitleriyle falcýlýðý yasaklamýþtýr. "Ey iman edenler! Þarap, kumar, dikili taþlar (putlar), ezlâm/fal ve þans oklarý birer þeytan iþi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluþa eresiniz."[1057] Bu âyet, fal oklarýnýn þeytanýn pis iþlerinden olduðunu, kötülükte þarap içmeye, kumar oynamaya ve putlara tapmaya denk bir cürüm sayýldýðýný, kurtuluþ için bunlardan uzak durulmasý gerektiðini çok açýk bir þekilde bildirmektedir. Bir baþka âyette de: "... Ve fal oklarýyla kýsmet aramanýz size haram kýlýndý."[1058] buyurulmuþtur. Öte yandan "... Hiçbir kimse yarýn ne kazanacaðýný (baþýna neler geleceðini) bilemez. Yine hiçbir kimse nerede öleceðini de bilemez."[1059] buyurulmakta, gelecekten haber vermeye kalkýþmaktan ibâret olan falcýlýðýn Ýslâm'da yeri olmadýðý belirtilmektedir. Peygamber Efendimiz de falcýlýktan elde edilecek kazançtan mü'minleri nehyetmiþtir.[1060]
O halde fala bakmak, falcýlýk yapmak, fala inanmak, faldan kazanç temin etmek hiçbir sûrette müslümana yakýþmayan hareketlerdir. Özellikle hanýmlarýn bu konuya daha bir dikkat etmeleri, böyle boþ ve haram þeylerle kendilerini aldatmamalarý gerekmektedir. Falcýlar bir þey biliyorlarsa, önce kendilerini kötülüklerden korusunlar. Unutmayalým ki, aldatmak hâinlik, aldanmak da ahmaklýktýr. Bir sürü yalan ve tahmin içinde birkaç tanesinin mevcut duruma, ya da ileride olacaklara uygun düþmesi, falcýlarýn gaybý bilmesi anlamýna gelmediði gibi, onlara inanýp Ýslâm'ýn temiz inanç esaslarýndan vazgeçmeye, âyet ve hadislere ters düþmeye deðmez. Kim böyle bir deðiþmeye rýzâ gösterirse, dünyanýn ve âhiretin büyük zararýna uðramýþ demektir.
Ruh Çaðýrma: Son zamanlarda özellikle sosyete arasýnda yaygýnlaþmýþ olan modern kâhinlik veya çaðdaþ cincilik diyebileceðimiz bir uygulama vardýr: Ruh çaðýrma. Ruh çaðýrma seanslarýnda, eðer sahtekârlýk, teknik hileler yoksa, madde ötesi bir varlýkla ilgi kurulduðu bilinmektedir. Ancak bu madde ötesi varlýðýn ruh olup olmadýðý, söylediklerinin gerçeði yansýtýp yansýtmadýðý ciddi þekilde üzerinde durulmasý gerekli bir konudur.
Beden kafesinden ayrýlan ruhlar, berzah âleminde toplanýrlar. Orada dünyadakine benzer birtakým faâliyetlerde bulunma, bazý noksanlarý telâfi etme imkânlarý yoktur. Artýk amel safhasý bitmiþ, hesaplaþma için bekleme dönemi baþlamýþtýr. Peygamberimiz kabir hayatýný tarif ederken, onun iki durumda olabileceðini, ölenlerin bu iki durumda bulunacaðýný belirtilmiþtir: "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarýndan bir çukurdur."[1061] Þimdi düþünmek gerekir; cennet hayatý lezzeti içindeki bir ruh, dünya ile, dünyadakilerle o güzel hayatý terk ederek niçin meþgul olsun? Yine cehennem azâbý içinde kývranan bir ruh da nasýl dünyadakilerin dâvetlerine icâbet edebilecektir? Ona bu izni kim verecektir?
Dolayýsýyla ruhlarýn, insanlarla ve dünyadakilerle haþir-neþir olduklarý, ölmemiþ gibi birtakým iþler yaptýklarý iddiâsýna dayanan ruh çaðýrma giriþimleri, ruhlarýn durumuyla ilgili bu olaylara ters düþmektedir. Ruh çaðýrma iddiâsýnda bulunanlarýn iddiâlarý geçersiz ve tutarsýzdýr, delilden yoksundur. Eðer ruhlarýn dünyaya dönüp dünyadakiler gibi birtakým faâliyetlere katýlma imkân ve þanslarý olsaydý, herhalde ruh çaðýrma seanslarýyla meþgul olmaktan çok daha önemli iþleri olurdu. Nitekim bir âyet-i kerimeden bir kýsým ruhlarýn ne yapmayý arzu edeceklerine dair bilgi bulmaktayýz: "Onlar (günahkârlar) orada, 'Rabbimiz, bizi çýkar, yaptýðýmýz amelden baþkasýný (daha iyisini) yapalým' diye baðrýþýrlar." Bu arzuya verilen cevap da âyette açýklanmakta, þöyle denilmektedir: "Öðüt alacak insanýn öðüt alabileceði kadar bir zaman sizi yaþatmadýk mý? Size uyarýcý da gelmiþti. Öyle ise tadýn (o azâbý). Zâlimlerin hiçbir yardýmcýsý yoktur."[1062] Ruhlarýn dünyaya dönüp dünyalýlar gibi birtakým faâliyetlerde bulunamayacaklarý bir baþka âyette þu þekilde belirtilmektedir: "Onlardan birine ölüm gelince; 'Rabbim, beni geri çevir, belki yapmayýp (noksan) býraktýðýmý tamamlar, iyi iþler iþlerim' der. Hayýr; bu kendi sözüdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar aralarýnda geriye dönmekten onlarý alýkoyan bir engel vardýr."[1063] Medyumlara cevap verdiði söylenen ruhlar, bu engeli aþmayý beceren birtakým gözü açýklar mý dersiniz? Ýlâhî sýnýrlarý, Allah'ýn beyanýný, beþerî sýnýrlar ve insanýn sözlerine benzetebilen câhiller/kâfirler ancak bunun böyle olabileceðini düþünebilirler ve tabii aldanýrlar.
Denilebilir ki; "iyi ama, ruh çaðýrma seanslarýna gelen, hatta içecek sigara bile isteyen görünmez varlýklar var. Peki, bunlar ne? Verdikleri birtakým geçmiþ olaylara uygun bilgiler var, bunlara ne diyeceðiz?" Ruh çaðýrma seanslarýna mesajlar getiren madde ötesi varlýklarýn, gerçekten çaðrýlan ruhlar olmadýðý, olamayacaðý kesindir. Huddamcýlýk/cincilik/cin çaðýrma faâliyetleri ve bu esnâda edinilen bilgiler ve bunlarýn açýkça cinler yoluyla elde edildiði eskiden beri bilinen ve hâlen de devam eden bir uygulamadýr. Sosyete çevrelerinin buna "ruh çaðýrma" ismini takmasý, hiçbir þeyi deðiþtirmez. Bu, sadece modern cinciliktir o kadar.
Cinlerin varlýðý Kur'an'la sâbittir ve cinler gaybý bilmezler.[1064] Bununla beraber cinlerin insanlardan farklý bazý bilgilere sahip olabileceklerini, özellikle de ruh çaðýrma seanslarýnda kendisiyle görüþülmek istenen kiþinin geçmiþ hayatýna dair birtakým bilgileri bilmelerinin onlar için mümkün olduðunu söyleyebiliriz. Þunun ya da bunun ruhu olarak seanslara gelenlerin, sorulan sorularýn bir kýsmýna doðru cevap vermeleri, kendilerinin her söylediklerinin doðru olmasý için yeter sebep deðildir. Cinlerin ömürlerinin uzun, niteliklerinin bizden çok farklý olmasý, kýsa zamanda uzun mesafeleri dolaþabilmeleri sebebiyle insanlardan farklý bilgileri bulunmaktadýr. Onlarýn bizim bilmediðimiz bazý konularda bazý þeyler söylemeleri gaybý bildiklerini göstermez; onlarýn bilgileri de çoðu kez noksan ve kasýtlý olarak yanlýþla karýþtýrýlmýþtýr. Ýnsanlarý yanýltmaya yöneliktir. Müslümanlar maddeye olduðu kadar melek, þeytan, cin gibi madde üstü varlýklara da inanýrlar. Ancak bu inançlarýn Kitap ve Sünnette yer alan bilgilere uygun olmasý gereklidir. Onlarýn verdiði bilgilere bazý vehimler, zanlar karýþtýrýlmasýna müsaade edilmemelidir. Çünkü zan ve vehim hiçbir zaman ilim deðildir. iman da en kesin ilme dayanmak zorundadýr. O halde asýlsýz birtakým söylentilerin, aldatmacalarýn peþinde imaný süründürmenin anlamý yoktur.
Taþ Yapýþtýrmak: Gaybdan haber almak ve gelecek konusunda bilgi sahibi olmak merakýnýn en garip ve akýl almaz tezâhürlerinden biri de daha çok kadýnlarýn ilgi gösterdikleri taþa taþ yapýþtýrma hurâfesidir. Bu da niceleri gibi türbeler çevresinde uygulanmaktadýr. Genellikle türbe içinde veya yakýnýndaki herhangi bir taþ veya duvar bu iþ için kullanýlmaktadýr.
Taþ yapýþtýrma hurâfesinde dikkat çeken husus; o türbedeki zat aracýlýðý ile tutulan niyetin Allah katýnda kabul görüp görmediðinin öðrenileceði zanný, hatta dileklerin bizzat türbede bulunandan dilendiðine inanýlmasýdýr. Bazen de taþ yapýþtýrýlan taþta/duvarda bir kutsiyet vehmedilmesinin bu eyleme vesile kýlýndýðý görülür. Tabii bütün bunlar, putperestlik, yani kutsiyet izâfe ederek putlara tapýnma sapýklýðýnýn bir uzantýsý olmaktadýr. Ýslâm'ýn en ciddi mücâdele hedeflerinden birincisi olan putperestlik kalýntýlarýnýn, çaðdaþ müslümanýn hayatýnda uygulama imkâný bulmasý ne kadar ters bir durumdur. Hz. Peygamber'in vefâtýndan sonra Ýslâm’dan ayrýlan mürtedlerle en amansýz mücâdeleyi/savaþý Hz. Ebû Bekir vermiþtir. Bu yüzden çaðdaþ irtidat olaylarýna Ýslâm mütefekkirleri "Ebû Bekir'i olmayan irtidat" demektedirler. Hz. Ömer de bid'at, hurâfe ve bâtýl inanýþlara karþý pek büyük bir hassâsiyet içinde olmuþtur. Bu yüzden çaðdaþ hurâfe ve bâtýl inanýþlara da "Ömer'i olmayan hurâfeler" denilebilir.
Taþ yapýþtýrmakla geleceði hakkýnda bilgi edindiðini, dileðinin kabul edilip edilmediðini öðrendiðini sanan câhillere Buhârî ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarýnda, kendisinden nakledilen bir hadiste gördüðümüz Hz. Ömer'in þu tavrýný hatýrlatmakta büyük fayda olabilir: Hz. Ömer, bir haccýnda Haceru'l-Esved'e yaklaþýp öpmüþ ve sonra kulaklara küpe þu sözleri söylemiþtir: "Çok iyi biliyorum ki sen zararý ve faydasý olmayan sade bir taþ parçasýsýn! Eðer Rasûlullah'ýn seni istilâm ettiðini, öptüðünü görmeseydim asla seni öpmezdim!"[1065]
Nerede ve ne þekilde olursa olsun herhangi bir taþa þu ya da bu þekilde taþ yapýþtýrmakla tutulan niyetin gerçekleþeceðine inanmak gibi bir sapýklýktan vazgeçilmesi ve böyle hurâfelerle sevinen veya yerinenlerin ikaz edilmesi, akýl ve Ýslâm çizgisine gelmelerinin öðütlenmesi Tevhide hizmet noktasýndan önem arz etmektedir. "Allah bize kâfidir ve O, ne güzel vekîldir."[1066]
Uðursuzluk Var mýdýr? Hurâfe ve bâtýl inanýþlarýn, yanlýþ kabullerin, doðrudan kaçýþlarýn cirit attýðý tevhid bilincinden mahrum bir toplumda bazý þeylerin uðuruna, birçok þeyin de uðursuzluðuna hükmedileceði ve deðer kargaþasýna düþüleceði gâyet doðaldýr. Ýçinde yaþadýðýmýz toplumda ne uðursuzluk vehimleri yok ki?! Evden çýkýnca kedi ya da köpek görmek, köpek ulumasý, baykuþ ötmesi, 13 rakamý, elden sabun ve makas almanýn ayrýlýk getireceði gibi nice anlayýþlar, uðursuz yerler, zamanlar, kiþiler ve eþyalar... Kuþ uçurup veya ürkütüp gittikleri yöne göre hüküm çýkarmak, bacanýn veya sigaranýn dumanýnýn çýkýþýna ve gidiþ yerine göre yorumlara girmek ve daha neler neler...
Hatýrladýkça, saydýkça insana bunaltý veren bu tevhide ters yanlýþ ve uydurmalarýn günümüzde de hatta tesirini artýrarak yaþamasý, toplumun çoðu kesimini etkisine almasý karþýsýnda, sýðýnýlacak yer Kur'an ve Sünnet olacaktýr. Peygamberimiz bu konuda þöyle buyurmaktadýr: "Uðursuzluk diye bir þey yoktur!"[1067] Kadýn, ev ve binekte uðursuzluk bulunabileceðine dair bir rivâyeti Hz. Âiþe vâlidemiz; "Câhiliyye Araplarý bu üç þeyde uðursuzluk olduðuna inanýrlardý" demektir, diye katýlmadýðýný kesin bir þekilde ortaya koymuþtur. "Uðursuzluk vehmiyle hiçbir niyet edilen iþten geri dönülmemesi gerektiði" Taberânî'nin rivâyet ettiði bir hadiste yer almaktadýr. Halk arasýnda günlük konuþmalarda duyduðumuz "uðurlu geldi", "uðursuz geldi", "aramýzda uðursuz biri var" gibi sözler ve hükümler birer zan ve vehimdir. O þeyin veya olayýn aslýnda uðurlu veya uðursuz olduðunu göstermez. Hiçbir þey doðuþtan uðursuz deðildir. Uðursuzluk varsa, bu, kiþilerin yorumunda ve anlayýþýnda aranmalýdýr.
Uðursuzluk anlayýþý, birçoklarý gibi Ýslâm'a baþka inanç sistemlerinden girmiþtir. Dolayýsýyla müslümanlarýn Ýslâmî hiçbir esasa dayanmayan ve Peygamberimiz tarafýndan "yoktur!" diye beyan buyrulan uðursuzluk hurâfesine iltifat etmemeleri, aydýnlýk ufuklarýný karartmamalarý, hüsn-i zan ve iyimser özelliklerini yitirmemeleri, zihnî ve imanî sâfiyetlerini bozmamalarý gerekir. Hurâfeler ve bâtýl inanýþlarla sýkýntý ve evhamdan baþka bir yere varýlamaz.
d- Bazý Yanlýþ Kabuller
Dünya Kâfirin, Âhiret Mü'minin mi? Dünya Mü'mine Zindan mýdýr?
Bazý saf ya da câhil müslümanlarca, tembelliðe mâzeret olarak ileri sürülen "dünya kâfirin, âhiret mü'minin" veya "dünya Mü'minin zindanýdýr" yargýsý; Ýslâm ve müslümanlar aleylinde konuþulmasýna vesile olan bir yanlýþ yorumdur. Neden yanlýþtýr? Açýklayalým:
Evet, "Dünya mü'minin zindaný, kâfirin cennetidir."[1068] þeklinde bir hadis-i þerif vardýr. Bu hadis-i þerif birkaç çeþit yoruma tâbi tutulabilir. Kur'an ýþýðýnda ve hadislerin bütünlüðü içerisinde ve en aklî açýklamasý þöyledir: Bu hadis, iman ve küfrün öteki dünyada sebep olacaðý neticeye göre dünya hayatýnýn deðerlendirmesini yapmaktadýr. Yani, "âhiretteki durumlarýna göre dünya, mü'minin zindaný, kâfirin cenneti yerindedir" anlamýný ifade etmektedir. Nitekim mü'minin ve kâfirin âhiretteki durumunu belirten âyetlerden de ayný mânâ anlaþýlmaktadýr: "Kitap ehlinden ve müþriklerden inkâr edenler, þüphesiz, içinde temelli kalacaklarý cehennem ateþindedirler. Ýþte bunlar yaratýklarýn en kötüsüdürler. Fakat iman edip sâlih amel iþleyenler, iþte onlar da yaratýklarýn en hayýrlýsýdýrlar. Onlarýn Rableri katýnda mükâfatý, içinde temelli ve sonsuz kalacaklarý, altlarýndan ýrmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan râzý; onlar da Allah'tan râzýdýr. Bu, Rabbinden korkan kimseyedir..."[1069]
Mü'mine vaad olunan cennetin ve kâfirin varacaðý yer olan cehennemin vasýflarýný anlatan öteki Kur'an âyetleri; gerçekten âhiretteki duruma göre dünyanýn, mü'min için nasýl bir zindan hayatý niteliði taþýdýðýný; yine kâfir açýsýndan da ne ölçüde bir cennet hayatý görünümünde olduðunu açýkça ortaya koymaktadýr.
Konuyu þu tarihî hikâye, güzel bir þekilde açýklamaktadýr: Kadý'lardan biri Baðdat'ta, yanýnda hizmetçisi olduðu halde gösteriþli bir biçimde atýyla külhan sokaðýndan geçer. Külhancý yahûdi, üstü baþý simsiyah, cehennemî bir görünümle kadý'nýn önüne çýkar, atýnýn gemine yapýþýr ve: "Allah, kadý'ya kuvvet versin. Peygamberinizin, 'dünya mü'mine zindan, kâfire cennettir' sözünün mânâsý nedir? Görüyorsun ya, dünya -mü'min ve Muhammedî olduðun halde- sana cennet; -kâfir yahûdi olduðum halde- bana zindandýr. Hadisin mânâsý, tam tersiyle ortada?!" der. Kadý þöyle cevap verir: "Þu üzerimde gördüðün dünyanýn süsü ve heybetine raðmen dünya; Allah'ýn cennette hazýrladýklarýna nisbetle benim için zindandýr. Cehennemde seni bekleyen azâba nisbetle dünya (bu haliyle de olsa) senin için cennettir."[1070]
Ýþte din bütünlüðünden farklý ve yanlýþ yorumlanarak bu hadis gerekçe gösterilerek "dünya kâfirin, âhiret mü'minin" yargýsýyla müslümanlarý dünyayý terke ve tembelliðe zorlamak, önce hadisin gerçek mânâsýna, sonra da Ýslâm'ýn özüne aykýrý bir tutum olur. Unutulmamalýdýr ki, temiz ve hoþ rýzýklar, dünya hayatýnda da öncelikle müslümanlar içindir: "De ki: 'Allah'ýn kullarý için çýkardýðý (yarattýðý) ziyneti/süsü ve güzel rýzýklarý kim haram kýlabilir?' De ki: 'Onlar, dünya hayatýnda (inanmayanlarla birlikte) mü'minlerindir. Kýyâmet gününde ise yalnýz iman edenlerindir.' Ýþte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açýklarýz."[1071] "Müjde, dünya hayatýnda da, âhiret hayatýnda da onlarýndýr. Allah'ýn sözleri için bir deðiþiklik yoktur. Ýþte büyük kurtuluþ ve mutluluk budur."[1072]
Bu konudaki sözümüzü Mehmed Âkif'ten mýsrâlarla baðlayalým:
"Bizim muhîti, bizim halký seyredince naza;
Görür ki; beyni bozulmuþ yýðýn yýðýn kafa var.
.............
Ne hükmü var ki, esâsen yalancý dünyânýn?
Ölürse, yan gelecek cennetinde Mevlâ'nýn.
Fena kuruntu deðil! Ben derim, sorulsa bana;
'Kabul ederse cehennem, ne mutlu, amca, sana!'
.............
Dolaþ da yýrtýcý aslan kesil behey miskin!
Niçin yatýp, kötürüm tilki olmak istersi?
Elin kolun tutuyorken çalýþ, kazanmaya bak!
Ki artýðýnla geçinsin senin de bir yatalak.
.............
Bekãyý hak tanýyan sa'yi bir vazîfe bilir;
Çalýþ, çalýþ ki bekã, sa'y olursa hak edilir."
b]Dünya Öküzün Boynuzunda mý? [/b]
Halk arasýnda dolaþmakta olan "dünya sarý öküzün boynuzlarý üzerinde durmaktadýr" sözü, özellikle deprem olduðu yer ve zamanlarda "sarý öküz yine kafasýný salladý" gibi yarý þaka yarý ciddî söylenen sözler, kaba bir cehâletin akýl almaz delilleridir. Hatta "dünyanýn öküz ile balýðýn üzerinde olduðuna dair hadisin mevcûdiyetinden bahsedilmesi iþi iyice ciddîleþtirmektedir. Gerçek durum þudur:
Dünyanýn öküz ya da balýk üzerinde bulunduðuna dâir güvenilir hadis kitaplarýmýzda hiçbir kayda rastlanmamaktadýr. Ýbn Hacer’in el-Metâlibu’l-Âliye’sinde[1073] yeryüzünün yaratýlýþýyla ilgili babta Ýsrâilî hikâyeler nakletmekle meþhur olan Kâ’bu’l-Ahbar’ýn -Hz. Peygamber’e izâfe etmeksizin- balýkla dünya arasýnda iliþki kurduðu görülmektedir. Öte yandan el-Heysemî’nin Mecmûu’z-Zevâid’inde[1074] Ýbn Ömer’den naklen Hz. Peygamber’in dünyanýn yeri ile ilgili bir dizi soruya “Arz su üzerindedir”, “Su, kaya üzerindedir”, “Kaya, iki tarafýndan arz’a temas eden bir balýðýn üzerindedir” þeklinde cevapladýðý belirtilmektedir. Ancak el-Heysemî, bu zýyýf hadisi rivâyet edenler arasýnda bulunan Abdullah bin Ahmed’in “zayýf bir râvi olduðu”nu belirterek, bu haberin doðruluðu konusundaki endiþesini duyurur. Zaten adý geçen kitap, birçok zayýf, hatta uydurma hadisin de bulunduðu, bu rivâyetlerin yer yer kritiklerinin yapýldýðý bir eserdir; sahih hadis kitabý da sayýlmaz. El-Albânî ise, Ýbn Adî’nin el-Kâmil’inde ve Ýbn Mende’nin et-Tevhid’inde de gördüðü bu rivâyetin kesinlikle “uydurma” olduðunu ve böylesi Ýsrâil kýssalarýnýn Rasûlullah’ýn sözü imiþ gibi nakledilmesinin vebâline iþaret etmektedir.[1075]
Abdüllatif Harputî, meþhur eseri Tenkîhu’l-Kelâm fî Akaid-i Ehl-i’l-Ýslâm’da bu öküz-balýk uydurma ve hurâfesinin ehl-i kitaba âit olduðunu hatta bunun yahûdilik ve hýristiyanlýk için bile bir leke olduðunu belirtmektedir. Bazý dikkatsiz veya hurâfelere düþkün müslümanlarýn yazdýðý eserlerde görülen öküz ve balýða dair acâyip ve akýl almaz hikâyeler ya Ýsrâiliyattandýr veya (“bugün dünya kadýnlarýn üstünde duruyor”; “dünya, futbol topunun veya paranýn üstünde durmaktadýr” sözleri gibi) temsil/benzetme çeþidindendir ya da bazý rivâyetçilerin þahsî yorumlarýdýr. Ancak bazý dikkatsizler bunlarý hadis zannederek Peygamber’e isnad etmiþlerdir.[1076]
Müslüman olmayan milletlerin eski hikâyelerinin uzantýsý þeklinde halk arasýnda dolaþan bu dünyanýn öküz veya balýk üzerinde olduðu þeklindeki asýlsýz söz ve görüþler Ýslâm ile uzaktan yakýndan ilgili deðildir. Müslümanlarýn böyle boþ laflara itibar etmemeleri gerekmektedir. Ve tabii hiç kimse de bu sözleri ileri sürerek Ýslâm düþmanlýðý yapmaya yeltenmemelidir. Aksi halde körü körüne bir düþmanlýktan, zulmetmekten baþka bir þey yapmýþ olmaz. Böyle kiþilere Âkif gibi “Suç baþkasýnýndýr da, niçin baþkasý mahkûm?” diye sorma hakký doðar... Þu âyet hakkýnda düþünelim: “Sen daðlara baksan, hareketsiz olduklarýný sanýrsýn. Hâlbuki onlar bulut gibi kayar giderler. Ýþte sana her þeyi hesaplý ve sapasaðlam yapan Allah’ýn sanatý! Þüphesiz O, yaptýklarýnýzdan tamamen haberdardýr.”[1077]
Sorumluluktan Kurtulmak Mümkün mü?
Bazý câhillerin "bizim abdestimiz alýnmýþ, namazýmýz kýlýnmýþtýr. Önemli olan kalp temizliði deðil mi? O da bizde var. Ýbâdete ihtiyacýmýz yok" gibi sözleri, ya da "biz þeriatý aþtýk, hakikate ulaþtýk; artýk mükellefiyet/sorumluluk kalmadý" yollu hezeyanlarý, saçmalýklarý orada burada söyledikleri ve bu görüþleri savunduklarý -az da olsa- görülmektedir. Dâr-ý teklif (mükellefiyet sahnesi) olan dünyada, Allah'ýn verdiði ömrü yaþarken Ýlâhî emir ve yasaklarýn dýþýnda kalmak ya da mükellefiyet sýnýrýný aþmak mümkün deðildir. Her akl-ý selim sahibi bunu böyle kabul eder. O halde mükellefiyet nedir? diyenlere, açýklayalým: Mükellefiyet: Ýlâhî emir ve yasaklardan sorumlu olmak demektir. Bu da müslüman olmak, akýllý olmak ve ergenlik çaðýna ulaþmýþ olmak þartlarýna baðlýdýr. Bunlar genel þartlardýr. Ayrýca her emrin yerine getirilmesi için kendine has bazý özel þartlar da vardýr. Meselâ; orucun farz olmasý için; Ramazan'a eriþmiþ ve mukîm olmak, oruç tutamayacak kadar hasta olmama gibi.
Bu kýsa açýklama göstermektedir ki, mükellefiyetten kurtulabilmek için, ya müslüman olmamak, ya bülûða ermemiþ çocuk olmak veya deli olmak yahut da ölmek lâzýmdýr. Bunun dýþýnda, hiçbir sebeple, hiçbir görevle, hiçbir makamda bulunmakla, tasavvufta zirveye çýkýp zýrvalamakla tekliften, yani Allah'a kulluk görevinden, sorumluluktan kurtulmak hiçbir insan için asla mümkün deðildir. Bir kere, düþünmek gerek; eðer mânevî mertebeler, mükellefiyetten kiþiyi kurtaracak olsaydý, herkesten önce peygamberler bu teklif yükünden kurtulurlardý. Hâlbuki onlar, ümmetlerine neyi teklif etmiþlerse, aynen kendileri de sorumlu olmuþlardýr. "Gönderdiðimiz peygamberlere de, kendilerine peygamber gönderdiklerimize de soracaðýz."[1078] Hatta onlarýn sorumluluklarý ümmetlerinden daha da aðýr olmuþtur. Çünkü bazý hususlar sadece onlardan istenmiþtir. Teheccüd namazýnýn Hz. Peygamber'e emredilip ona vâcip olmasý gibi.[1079] "Onlarýn iþledikleri onlara, sizin yaptýklarýnýzýn hesabý da size!"[1080] "O, hanginizin daha güzel amel iþleyeceðini denemek, imtihan etmek için ölümü ve hayatý yarattý..."[1081] Sonra, yalancý peygamberlerden ve sahtekârlardan baþka hiçbir sahâbi, ve Ýslâm âlimi mükellefiyetinin bittiðini, emir ve yasaklara uyma zorunluluðunun kalmadýðýný söylememiþtir. Tarih böyle bir þeye þâhit deðildir. Hz. Peygamber'e hitâben "Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et."[1082] âyeti Ýslâm'da hiçbir kimse için dokunulmazlýk, þeriat üstülük hakký tanýnmadýðýný bütün açýklýðýyla ilân etmektedir.
Herhangi bir kimseye -peygamber de olsa- yakýn olmak, þu ya da bu ýrka veya cemaate mensup olmak da mükellefiyetten kurtulmaya gerekçe yapýlamaz. Hz. Peygamber, akrabâlarýna ayrý ayrý hitap ettiði bir konuþmasýnda en son kýzý Fâtýma'ya hitabettikten sonra, "Benden bana âit þeyleri isteyin, vereyim. Ama Allah'ýn azâbýna karþý bana güvenmeyin. Allah'ýn azâbýndan kendinizi kendiniz koruyun." buyurmuþtur. Yine dinin hükümlerinin uygulanmasý konusunda hiçbir kimseye ayrýcalýk olamayacaðýný, aksi anlayýþýn kesin bir dalâlet/sapýklýk olduðunu þu hadisiyle net bir þekilde açýklamýþtýr: “Ey insanlar, sizden öncekilerin sapýtmasýnýn nedeni þu idi: Ýçlerinde üstün mevkiden biri hýrsýzlýk yapýnca, hadd (cezâ) uygulamadan onu serbest býrakýyorlar, ama güçsüz (arkasý olmayan, fakir) birisi çalýnca da hemen hadd tatbik ediyorlardý. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kýzý Fâtýma hýrsýzlýk yapsa, Muhammed, onun elini de keser.”[1083]
Sorumluluðun kalktýðýný, sorumlu olmadýðýný iddia etmek büyük bir sorumsuzluk ve büyük bir sorunluluktur; çünkü sorumluluk imtihan dünyasýnda herkes için zorunluluktur. Sorumsuzluk iddiâ etmek, "namazýmýz kýlýnmýþ", "biz þeriatý aþtýk, o kabuktur, avam içindir, biz hakikat(!) ehliyiz" demek, dünya þartlarýnda insan ve müslüman olarak mümkün deðildir. Bu iddiâ, "lâ yüs'el ammâ yef'al -yaptýðýndan sorumlu tutulmayan-" Allah'a ortaklýk iddiâ etmek gibi bir hezeyandýr, saçmalýktýr. Asýl amacý da haram-helâl sýnýrýný yýkarak her þeyin mubahlýðý (ibâhiyye) görüþünü yaymaktýr. Hem dâll, hem mudýll -hem sapýk, hem saptýrýcý- olan bu ve benzeri düþünce sahiplerini, düzeltmek, cezâlandýrmak elimizden gelmiyorsa, kendi düþünceleriyle baþ baþa býrakmak, ama hiç olmazsa onun etkisinde kalanlara hakikati anlatýp uyarmak ve bu sapýklarý toplumdan soyutlamak onlara yapýlacak en büyük iyilik olsa gerektir. Ola ki akýllarýný baþlarýna devþirir ve kendilerine gelir de böyle saçmalýklardan vazgeçerler. "Rabbim, her köle âzâd edildiði gün sevinir; ben ise Sana gerçekten kul-köle olduðum gün sevineceðim."
Kul, Kusursuz Olur mu?
“Kusursuz kul olmaz”, “beþer þaþar”, “düþmez-þaþmaz bir Allah” gibi cümlelerin, günlük konuþmalarýmýz arasýnda bolca yer almasýna ve gerçeðin de bu olmasýna raðmen, bazý câhillerin, saygý duyduklarý kiþileri “kusursuz” ilan ettiklerine -seyrek de olsa- rastlanmaktadýr. Kusursuz kul anlayýþý, Kur’an prensiplerine, tevhid anlayýþýna ters düþmektedir. Peygamberlerden bile “zelle” denen küçük hatalarýn sudûr ettiði gerçeði -ki Kur’an, bunu Hz. Muhammed (s.a.s.) dâhil hemen bütün peygamberler için ýsrarla vurgular- yanýnda, “þeyh efendi”nin veya “üstad”ýn hatasýzlýðýný iddiâ etmek, her þeyi ters yüz etmek, “hatayý sevap görmek” gibi bir sapýklýðý sergilemek ve insaný aþýrý yüceltip tanrýlaþtýrmak demektir.
Herkesi gerçek mevkiinde ve doðal özellikleri ile deðerlendirebilmek ya da buna rýzâ gösterebilmek bir olgunluktur. Bu olgunluk, övgü ve yergi duygularýndaki îtidâle, adâlet, denge ve ölçüye baðlýdýr. Sevdiðini ölçüsüz/sýnýrsýz seven, yerdiðini kararsýz yeren tipler, haddini bilmeyen, aþýrýlýktan yana ve her an gaf yapmaya hazýr kiþilerdir. Kiminin yanlýþ zannettiði gibi, eðer varsa(?) kiþideki keþifler ve kerâmetler, kusursuzluðun belgeleri deðillerdir. Mûcize sahipleri bile insanî/beþerî özellikleri sebebiyle yanýlgýya düþerlerse, kerâmet asla kusursuzluk beratý olarak deðerlendirilemez. Kaldý ki, kerâmet hikâyelerinin, özellikle günümüz fesat ortamýnda tamamýna yakýný yalandan ibarettir. Halkýn güzel ifadesiyle “þeyh uçmaz, onu müridleri uçurur.” “Kerâmeti zâhir” kabul edilen tüm kiþilerin, kerâmetinden önce “hatâsý zâhir”dir. Bunun böyle olmasý da, pek tabii, çok normaldir. Çünkü ne kadar sâlih olursa olsun, bir kiþi kusursuz olamaz. “Âdemoðlunun hepsi hata edici, günah iþleyicidir. Ancak, günahkârlarýn en hayýrlýsý, tevbe edip Allah’tan affýný isteyendir.”[1084] Ýnsan kusurunu kabul edip affettirmesini bildiði ölçüde saygýdeðerdir, kýymetlidir. Zaten hüner, hiç kusur iþlememekte de deðildir. Ýþlenen hatayý affettirebilmektir hüner. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i þeriflerinde: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah iþlememiþ olsanýz, Allah sizi giderir, yok eder de, günah iþleyip tevbe eden bir kavim getirir/yaratýr. Onlar Allah’a istiðfâr ederler, Allah’tan af dilerler. O da kendilerini affederdi.”[1085] buyurarak, hataya müsâmaha etmemenin, onu affettirebilmek için gayret sarf etmenin Ýlâhî irâdeye daha uygun düþtüðünü belirtmiþ, kusursuzluðu deðil; hatadan hemen dönmeyi, yani tevbeyi teþvik etmiþtir.
Öte yandan, kusursuzluðu kabul edilen kiþilerin genellikle, -varsa- eserlerinin de hatasýzlýðý ilan edilmekte, hataya bir hata daha eklenmektedir. Ve tabii bu hatasýz(!) görüþleri ve eserleri tenkit etmek mesele olmakta, böyle bir saygýsýzlýk, cür’et ve cürmü(!) iþleyenler, dinlerinden, imanlarýndan bile uzaklaþmýþ kabul edilmekte, en azýndan sapýk ilan edilmekte, olmadýk hakaret ve karalamalara muhâtap kýlýnmaktadýrlar. Ýlmî tenkit faâliyeti ve dolayýsýyla ilmin geliþmesi de böylece körü körüne kösteklenmektedir. Unutulmamalýdýr ki, kusursuz kitap, sadece Kur’ân-ý Kerim’dir. Çünkü Allah kelâmýdýr. O, Allah’ýn hýfzý ve korumasýndadýr. Onun dýþýnda her kitapta az-çok kusur, eksik, hata bulunmamasý mümkün deðildir. Dolayýsýyla bazý câhillerin sevdikleri kiþileri ve eserlerini kusursuz ilan etmeleri, bizzat bu iddiâ sahiplerinin en büyük kusurlarýndan biri olmaktadýr. Buna göz yuman “kusursuzluðu ilan edilen kiþi”nin, eðer hayatta ise bütün bu anlayýþlarý düzeltmemesi, kusursuzluk isnâdýndan memnun olmasý, affedilemeyecek hatalardan biridir.
Kullara yaptýklarýný güzel göstermek, þeytanýn bir taktiðidir. Kimse hatasýna sevap süsü vermeye ve hatalýlarý hatasýz göstermeye kalkmamalýdýr. Bilmelidir ki, bu tür bir eðilim, açýkça þeytanýn tuzaðýna düþmek ve tam anlamýyla büyük bir hata iþlemektir. Halk deyimiyle “dost için post olmak”týr. “Her günahýn içki gibi sarhoþluðu olsaydý; sen o zaman görürdün, ayýk kalan kimsenin olmadýðýný!”
Nazarlýk Takmak Doðru mu?
“Göz deðmesi” veya “nazar deðmesi” diye bilinen, mikrobik olmayan ve âniden çoðunlukla baþ aðrýsý þeklinde beliren mânevî rahatsýzlýklarýn varlýðýný bilmeyen veya duymayan yoktur. “Nazar deðdi, nazara geldi, nazara uðradý” gibi cümlelerle hep ayný rahatsýzlýk anlatýlmak istenir. Týp da bu tür rahatsýzlýklarý kabullenmekte ve “insan gözünden çýkan þualarýn/manyetik ýþýnlarýn, dikkatle ve belki biraz da kýskançlýkla bakýþ esnâsýnda yoðunluk kazanmasý ve bu yoðun þualarýn karþý organizmanýn atomlarýnýn çalýþma düzenine etki etmesi” þeklinde açýklamaktadýr.
Rasûlullah Efendimiz þöyle buyurmuþtur: “Nazar/göz deðmesi gerçektir (vâkidir).”[1086] Hatta Peygamber Efendimiz, “dokunan her kötü gözden” Allah’a sýðýnmayý, Hz. Ýbrâhim’in bir duâsý olarak ümmetine ta’lim etmiþtir.[1087] "Nazardan Allah'a sýðýnýn; çünkü nazar haktýr."[1088] Hz. Âiþe vâlidemiz de Hz. Peygamber’in göz deðmesine karþý, okumayý emrettiðini haber vermiþtir.[1089]
Nazar deðmesine karþý okuma sûretiyle uygulanan tedâvinin Hz. Peygamber ve ashâbý tarafýndan yapýldýðý ve müsbet neticeler alýndýðý örnekleriyle sâbittir. Bu tedâvide daha çok Fâtiha, Ýhlâs, Felak ve Nâs sûreleri ve Âyetü’l-Kürsî’nin okunduðu da hadislerde yer alan bilgiler arasýndadýr. Yine 68/Kalem sûresinin 51 ve 52. âyetlerinin okunmasý tavsiye edilir. Elmalýlý’nýn belirttiði gibi[1090] bu tedâvi çeþidinde aslolan hastanýn bizzat kendisinin okumasýdýr. Ýnsan, hoþuna gidten bir þeye bakarken nazarý deðmemesi için "Mâþâallah, lâ kuvvete illâ billâh" demelidir. Bu, Peygamber Efendimiz'in okuduðu bir duâdýr.
Bu açýklamalardan sonra, göz deðmesine karþý gûya tedbirmiþ gibi, halk arasýnda dolaþan birtakým hurâfelerin mânâsýzlýðý kendiliðinden ortaya çýkmýþ olmalýdýr. Çocuklarýn elbiselerine mavi boncuklar, nazarlýklar, iðde çekirdekleri, kaplumbaða kabuðu vs. takmak; evlerin, binâlarýn giriþine, arabalara boynuz, at nalý, at kafasý, çeþitli muskalar, cevþenler asmak, kurþun dökmek, tütsü yapmak, ceplere sarýmsak koymak, arabalara ve dükkânlara göz resimleri yapýþtýrmak, acâyip heykeller monte etmek ve benzeri þeylerin hepsi, bu bâtýl inanýþýn zavallý âletleridir. Bunlarýn týb açýsýndan en küçük bir faydasý düþünülemeyeceði gibi, bâtýl inanýþlarý yaygýnlaþtýrmasý ve sürdürmesi noktasýndan büyük sakýncalarý vardýr. Bu yüzden de bunlarý bu niyetle kullanmak kesinlikle haramdýr; bazý Ýslâm âlimleri, Allah’tan baþka þifa veren, zararý def eden mânevî sýðýnak ve çözüm kaynaðý kabul edildiðinden bunlarý nazar giderici olarak kullanmayý þirk kabul etmiþlerdir. Bir tür koruyucu totem izlenimi veren ve hastalýklardan koruduðu yanlýþ kanýsýnýn zihinlere yerleþmesine vesile olan nazarlýklarýn, nazar boncuklarýnýn kullanýlmasýný Peygamber Efendimiz kesin bir þekilde yasaklamýþtýr. Hatta böyle bir nazarlýðý üzerinde taþýyan kiþinin bey’atýný kabul etmemiþ ve onu çýkarýp atmasýný emretmiþtir.[1091] Yine Rasûlullah (s.a.s.)'ýn þöyle buyurduðu rivâyet edilmiþtir: Efsun yapmak, nazar boncuðu takmak, kadýnlarýn kocalarýna kendilerini sevdirmek için sihir yapmak þirktir."[1092]
Müslümana yakýþan, basit birer madde olan nazarlýklarýn koruyuculuðu zannýna kapýlmak deðil; her þeyini borçlu olduðu ve kulluðunu kendisine sunduðu Rabbine sýðýnmaktýr. Þifâyý verecek olanýn ilaç, doktor, okuma, üfürme, hoca deðil; bizzat Allah olduðunu hiç unutmamaktýr. Allah þifâ vermeyecek olduktan sonra, dünya bir araya gelse ne çýkar? Ma’kul ve meþrû yollarla hastalýklara çare aramak nasýl görev ise, þifâyý yalnýz ve yalnýz Allah’tan bilmek ve beklemek de ayný þekilde görevdir. Mânevî hastalýklarýn tedbiri de mânevîdir. Kur’an âyetlerinin ve sünnette geçen duâlarýn okunmasý ve Allah’a sýðýnýlmasý bu tedbirin en üst seviyede alýnmasý demektir. Ötesi avunma, aldanma, gerçeði býrakýp bâtýla dalma, denize düþünce yýlana sarýlma demektir. “Allah’ým, her þeytan (tabiatlýnýn þerrin)den, zehirli haþerâttan ve dokunan her kötü gözden Senin þifâ veren kelimelerine sýðýnýrým.”[1093]
Kurþun Dökmek: Nazar isâbetinden kurtulmak için uygulanan yöntemlerden biri de, kurþun veya mum döktürülmek, nefesi keskin hocalara(!) okutulmaktýr. Bazý yörelerde de "tuz çatýlmak", "un yakýlmak", "üzerlik otu yakýlarak dumaný ile tütsülenilmek" çare olarak görülmektedir. En yaygýn olan uygulama, kurþun veya mum dökme âdetidir. Bu iþ þöyle yapýlmaktadýr: Nazar isâbet eden hasta (genellikle çocuklar), kurþun dökücüsünün önüne oturtulur. Baþý bir örtü ile kapanýr. Çocuðun baþý üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurþun dökülür. Kurþun döküldükten sonra oradakiler hep beraber: "Kem göz çatlasýn, Nazar eden patlasýn" diye bedduâ ederler. Bazý yerlerde de yaygýn olarak nazarlýk otu, üzerlik otu yakýlýr. Dumaný ile hasta tütsülenir. Bu esnâda çabuk çabuk þöyle söylenir: "Üzerliksin havâsýn / Her dertlere devâsýn / Ak göz, kara göz / Mavi göz, elâ göz / Hangisi nazar etmiþse / Onlarýn nazarýný boz." Þu tekerleme de söylenilmektedir: "Elemtere fiþ / Kem gözlere þiþ / Üzerlik çatlasýn / Nazar eden patlasýn!"
Bunlarýn ne kadar gülünç, ama ayný zamanda trajik olduðu, insanýmýzýn ne denli câhiliyye uygulamalarýna kapýlarýný açtýklarýný, kafalarýný ve gönüllerini hurâfeyle kirlettiklerini gösteren uygulamalardýr.
Muska ve Muskacýlýk
Muska ve Týlsýmlarýn Menþei: Muska ve týlsýmlarýn menþei, putperestliðin en ilkel þekli olan "fetiþ"tir. Bu inançta olanlar, bazý nesnelerde uður veya uðursuzluk bulunduðuna inanýrlar. Kiþi, uðurlu saydýðý nesneyi boynuna asar veya yanýnda taþýr. Bu nesne bir bitki, kurt diþi, ayý týrnaðý, leylek kemiði, kartal týrnaðý olduðu gibi, bazen kurumuþ bir böcek hatta bazý taþ parçalarý vb. olabilir.
Bu nesneleri taþýyanlar, çeþitli hastalýklardan, belâ ve kazalardan korunacaklarýna inanýrlar. Hâlâ bazý nesneleri "uður getiriyor" inancýyla boynunda ya da yanýnda taþýyanlar bulunmaktadýr. Ýslâm'ýn fýtrata, akla ve ilme uyan güzel esaslarýna inanmamakta direnen nice insan, böyle safsatalara kolaylýkla inanabiliyor, dolayýsýyla Kur'an'ýn "onlar akýllarýný kullanmayan akýlsýzlardýr"[1094] ifadesini her an farkýnda olmadan doðruluyorlar. Günümüzde üniversite gençliði ve sosyete semtlerinin kültürlü geçinen kesimlerinde gittikçe bu tür "uður taþlarý" vb. yaygýnlaþmakta, Ýslâm'dan uzaklaþan insan ne kadar komik ve aþaðýlýk olmaktadýr!
Daha sonraki dönemlerde kâðýt parçalarý üzerine yazýlmýþ dinî formüller veya tuhaf iþaretlerle çizilmiþ muska ve týlsýmlar, fetiþlerin yerini aldý. Muska ve týlsýmlarýn en eski þeklinin Mýsýr'da bulunduðu belirtilir. Eski Romalýlar da, hastalýklardan ve zehirlenmeden korunmak için acayip iþaretlerle yazýlmýþ veya çizilmiþ muska týlsýmlarý kullanmýþlardýr. Ýsrâiloðullarýna gönderilen peygamberler de, putperest kavimlerden geçen, kendi dönemlerinde yaygýn olarak kullanýlan fetiþ ve týlsýmlarý yasaklamýþlardý. Buna dair eski Ahid'de (Tevrat'ta) rivâyetler vardýr.[1095] Hýristiyanlýkta da muska ve týlsýmlara inanmak çok yaygýndý. Hýristiyan din adamlarý muska taþýma âdetleriyle mücâdele etmiþler, ama pek baþarýlý olamamýþlardýr. Milâdî 366 yýlýnda toplanan "Laodice" dinî kurultayý, muska ve týlsým taþýmaya yasaklayan bir karar çýkartýp ilân etmiþtir. Fakat hýristiyanlarý bunlarý taþýmaktan bir türlü vazgeçirememiþlerdir. 8. Yüzyýlda Papa II. Gregoare bu bâtýl inançlara karþý þiddetle karþý koydu. Ancak halk bildiðinden ve gördüðünden þaþmadý. Sonuçta hýristiyan din adamlarý bu hurâfeye tâviz vermeye mecbur kaldýlar. Muskalarýn yerine "haç" hýristiyanlýk sembolü olan balýk resmi, "Agnus Dei" (Tanrý Kuzusu) yazýlý levhacýklarý taþýmayý tavsiye ettiler, giderek halký buna alýþtýrdýlar.[1096]
Ýslâm'ý kabulden evvel yaþamýþ Türk boylarýnda da muska-týlsým kullanma âdeti vardý. Sekiz ve dokuzuncu yüzyýllarda Budist ve Maniheist Türklerin yaþamýþ olduðu Doðu Türkistan'da yapýlan arkeolojik araþtýrmalarda elde edilen malzemeler arasýnda "týlsým-muskalar", çeþitli dinî formüller yazýlý levhalar, tahtalar vs. eþya bulunmuþtur. Budist Uygurlarýn dinî kitaplarýnda da týlsým þekillerine rastlanmýþtýr. Bunlardan üç þekil Alman Türkologu F. W. K. Müller tarafýndan neþredilen eski Türkçe Uygur metinlerinden birinde açýklamalarýyla gösterilmiþtir. Müslüman olduðunu iddiâ edenlerin de kullandýklarý muskalardaki týlsýmlarýn bir benzeri olan bu þekillerin ifade ettikleri anlamlar olarak, bunlardan biri için, bir kadýn bu muskayý vücudunda taþýsa, kolay doðurur, rahat ve sevinç bulur; diðerinde, Pars yýlý doðmuþ olan (þimdiki burçlarýn bir benzeri olsa gerek) kiþi, bu týlsýmý saklarsa çok mutlu olur; üçüncüsünde de, herhangi bir kiþinin hayvanlarý çok ölüyorsa, bu týlsýmý kapýya yapýþtýrsýn denilmektedir.[1097]
Günümüzde muska, týlsým ve sihir yapma iþleriyle uðraþan bazý inanç sömürücüsü kiþilerin ellerinde bulunan kitaplar, eski Babil, Asur, Mýsýr müþriklerinin, eski Budist ve Þamanist Türklerin kullandýklarý kitaplardan yararlanýlarak yazýlmýþtýr. Bu kitaplara inandýrýcýlýðý kuvvetlendirmek için Kur'ân-ý Kerim'den âyetler, Esmâü'l-Hüsnâ ve bazý duâlar da ilâve edilmiþtir. Muska ve týlsýmla ilgili kitaplarda yazýlan muska ve efsunlar incelendiðinde görülüyor ki, birçoðunda bazý âyet ve duâlarla beraber, hiçbir dile benzemeyen kelimeler de bulunmaktadýr. Týlsýmcýlar, mal ve mülkün týlsým-muska ile her türlü âfet ve kazalardan korunacaðýný da telkin ediyorlar. Bu týlsýmlarda Esmâü'l-Hüsnâ, âyet-i kerime ve duâlar sû-i istimal edilmektedir. Bunlarýn, câhil halký kandýrmak için kullanýlmakta olduðu þüphesizdir. Bu hurâfeler, mü'minlerin inancýna, saðlýðýna, malýna ve canýna zarar verecek zýrvalardýr. Ýmaný tam olan müslümanlar, bunlara inanamaz.
Týlsýmlar, harfler ve rakamlar ile yapýlmaktadýr. Efsun ve týlsým kitaplarýna göre harfler ve onlarýn ifade ettikleri rakamlar tabiatüstü esrârengiz kudrete sahiptir. Harfler; "ebced, hevvez..."deki sýraya göre adet ifade ederler. Yazý tarihi araþtýrmalarýyla ispat edilmiþtirki, "ebced, hevvez..." aslýnda hece harflerinin sýrasýný göstermek ve sýrf harfleri hatýrda tutmak için tertip edilmiþ, mânâsýz sözlerden (mühmelât) ibârettir. Her þeyde esrâr arayan uydurma meraklýlarý bu "ebced"deki mühmelât hakkýnda birçok hurâfe icad etmekte zorlanmamýþlardýr. Aslýnda bu "ebced..." Aramî alfabesindeki harflerin sýrasýný gösteren mânâsýz sözlerdir. Bu alfabe sýrasý Aramîlerden Nabatilere, onlardan da câhiliyye çaðý Araplarýna geçmiþtir. Ayný kaynaktan gelen Ýbrânî, Süryânî, Yunan ve latin alfabelerinde de bu sýra, gelenek olarak muhâfaza edilmiþtir. Araplar, birbirine þekil bakýmýndan benzeyen harfleri yanyana koymak maksadýyla bu "a, b, c..." sýrasýný bozmuþlarsa da, eski sýrayý "abced hevvez" altý mühmelâtýndan muhâfaza etmiþlerdir. Harfleri, rakam gibi kullanýrken de bu "ebced"deki sýraya riâyet etmiþler ve Arapçaya mahsus altý harf için de iki mühmel söz uydurup ilâve etmiþlerdir. Üfürükçülük kitaplarýnda gördüðümüz harflerin büyük bir kýsmý, Esmâü'l-Hüsnâ harfleri ve rakamlarý da, bu harflerin "ebced" hesabýna göre ifade ettikleri sayýyý göstermektedir. Bazý týlsýmlarda ise bu "ebced" hesabý tutmuyor.
Bu arada þu küçük açýklamayý da ifade edelim: Yazý iþaretlerinin (hiyeroglif, harf, rakam) esrârengiz sihrî kuvvet içerdiðine inancýn en eski kaynaðý, tarihin karanlýk devirlerine kadar uzanmaktadýr. Zira yazýnýn mâhiyetini bilmeyen kavimler, yazýyý keþfeden kavimlerin deri, tahta, tablet ve baþka nesnelere çizdikleri çizgilerle konuþup gâipten haber aldýklarýna ve bu acâyip çizgilerde tabiatüstü esrarlý kudret bulunduðuna inanýyorlardý. Bu inanç ve korkunun câhil halk arasýnda bugün bile tesirini sürdürdüðünü görüyoruz. Bazý okuma-yazma bilmeyen câhil kimseler, herhangi bir muskayý alýp atmak, ya da kâðýdýný yýrtmak istediðiniz zaman, "aman çarpýlýrsýn!" diyerek size muskalarýný vermek veya açtýrmak istemezler. Muska ve týlsým kitaplarý incelendiðinde öyle anlamsýz melek, cin, þeytan ve peygamber adlarýna rastlarsýnýz ki anlamlarýný hiçbir dil ve lügatta bulamazsýnýz. Bunlarýn hiçbirisinin Ýslâm'la iliþkisi yoktur. Tümü uydurma ve hayali adlardýr, hurâfedir. Bunlarýn yahûdilerin Kabbalah (Kabala) denilen mistik ve skolastik felsefelerinden geçmiþ olduðu belirtilir. Bu felsefeye göre yahûdi alfabesindeki 22 harfin ve ifade ettikleri rakamlarýn mistik ve sihrî mâhiyetleri vardýr. Bu yahûdi anlayýþýna göre, yahûdi din kitaplarýnda zikredilen Tanrý adlarý ve sýfatlarýný iyi kullanmak þartýyla, her türlü hârikalar yaratmak mümkündür. Bu kabbalah mârifetleri nesilden nesle gözli bilgi olarak, seçkin çömezlere öðretildi. 13. y.y. dan sonra kitap halinde yazýlmaya baþlandý. Ýspanya yahûdilerinden de müslümanlara geçti.
Muskacýlarýn Dayanaðý: Her þeye bir dayanak, bir gerekçe arayan insanoðlu, kendi görüþünü kuvvetlendirmek için bazen kutsal deðerleri bile istismar edebilmiþtir. Nitekim muskacýlardan bazýlarý Ýsrâ sûresindeki Kur'an'ýn þifâ olduðunu belirten âyeti, muska yazmaya delil olarak göstermiþlerdir. Oysa zikredilen âyette muska yazma için hiçbir iþaret yoktur. Bu âyette Allah þöyle buyurmuþtur: "Biz Kur'an'dan mü'minlere rahmet ve þifâ olan þeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece husrânýný/kaybýný arttýrýr."[1098] Kur'an, ruhlarý terbiye ederek mü'minleri psikolojik problemlerden ve rûhî hastalýklardan korur. Mü'minler, o sâyede bâtýl akîdelerden, kötü huylardan kurtularak mânevî sýhhatlerini temin edebilirler. Yine, Fâtiha gibi sûreleri hüsnüniyetle okumak da bazý bedenî hastalýklar için bir þifâ vesilesi olabilir. Kur'an, beþeriyete yücelme sebeplerini, takip edilecek kurtuluþ yolunu göstermiþ, onlarý maddî ve mânevî helâke sebep olacak þeyleri yasaklamýþ, kendilerine dünya ve âhirette huzura götürecek þeyleri emretmiþ rahmet kitabýdýr. Fakat Kur'an, zâlim için, Kur'an'ý inkâr eden, onun hükümlerine karþý gelen kimseler için ise, zarardan baþka bir þey arttýrmaz. Çünkü bu kimseler Kur'an'ýn beyanlarýna karþý düþmanlýkta, hürmetsizlikte bulunur, her türlü ahlâksýzlýðý yaparak, kendileri için mânevî felâketleri çaðýrýrlar. Elbette, tedâviye muhtaç olan insan, kendisine verilen en faydalý bir ilacý terk eder de midesini zehirli þeylerle doldurursa kendi hayatýna kasdetmiþ, kendisini helâke mâruz býrakmýþ olur. Kur'an hükümlerinin, yanlýþ yolda olanlara ve kötü huy sahiplerine gerçeði görme ve doðruyu bulma yolunda þifâ ve rahmet olduðunu, ama kötü niyetli zâlimler için ise, bir helâk sebebi olabileceðini anlýyoruz. Ancak, âyette ne sûretle olursa olsun, muska yazýlacaðýna dair hiçbir iþâret yoktur.
Kur'ân-ý Kerim, muska yazmak, büyü yapmak, fal bakmak için deðil; "insanlara yol gösterici, doðrunun ve doðruyu eðriden ayýrmanýn açýk delilleri olarak"[1099] gönderilmiþtir. Allah'ýn Kitabýnýn âyetlerini rastgele yerlere yazarak çöplüklere gitmesine sebep olmak veya beþerî çýkarlar için istismar etmek, Ýslâm'a ve Ýlâhî Kitaba ihânettir. Bu iþi yapanlara fýrsat vermek gaflettir, hýyânettir. Hatta mü'minlerin itikadýný zedelemeye hizmettir. En üzücü tarafý ise bunu yapanlarýn kendilerini "hoca" olarak lanse etmeleridir. Oysa Ýslâm'da "hoca" dinin hükümlerini bilen, ilmiyle amel eden, Allah'tan korkan, Allah'ýn âyetlerini az bir dünya metâýna satmayan örnek ve önder bir þahsiyettir. Ýslâm'ýn yasak kýldýðý iþleri yapan ve bu tür davranýþlara cevaz veren insan, hoca olamaz. Böyleleri ancak fâsýk ve münâfýk olur; bunlara dense dense cinci, üfürükçü, din tüccarý, hurâfe pazarlamacýsý muskacý denilir.
Muskacýlarýn Sonu: Ömrünü muska yazarak, fal açarak, sihir yaparak geçiren pek çok insanýn sonu hüsran ile noktalanmýþtýr. Bunlardan kimisi hapishane köþelerinde, kimisi de feci hastalýklara yakalanarak fakr u zarûret içerisinde ölmüþlerdir. Vakitlerini muskacýlýkla geçirenler, bu yoldan her ne kadar dünyevî menfaat temin ediyorlarsa da bu iþ, dinen kýnanmýþ olduðu için iflâh olmuyorlar. Daima hayatlarý sýkýntý ve sefâletle, beþ kuruþa muhtaç olarak geçmekte olduðu müþâhede edilmektedir. Hayatlarýnýn sonunda periþan bir vaziyette, miskinlik içinde yaþadýklarý görülmektedir. Bunlarýn hepsi yaptýklarýnýn avans cinsinden dünyadaki küçük cezâsýdýr. Esas cezalarý, ceza gününde verilecektir. Çünkü bakýlmasý haram olan nice göbeklere muskalar yazmýþlardýr. Nice genç kýzlarý veya evli insanlarý muhabbet muskalarýyla aldatmýþlar, ümitleriyle oynamýþlardýr. Allah'ýn men ettiði þeyleri insanlara aþýlamýþlar, imanýn temelini sarsmýþlar, Ýslâm akîdesini bozmuþlardýr. Böylelikle yahûdi ve hýristiyan âdetlerini canlandýrarak ve bunlarý birkýsým insanlara kabul ettirip onlarýn itikadlarýný bozarak imanlarýný sarsmalarý ile Ýslâm âleminde tedâvisi imkânsýz olan yaralar açmýþlardýr.[1100] Her aklý baþýnda mü'min, insanlarý bu tür cinci, muskacý, üfürükçü sahtekârlarýn tahribatýndan korumak için elinden gelen gayreti esirgememelidir.[1101]
Unutmamak lâzým ki, dindarlýk, dinî olaný iþlemektir; dinde olmayaný deðil. Nice insan, hem de din adýna, dini de küçük düþürerek ve sevap yapýyorum zannýyla günaha girerek bu tür hurâfe ve bid'atler, bâtýl inançlar peþinde kendisine sýkýntý vermekte, hayatýný daha da çekilmez hale getirmektedir. Bazý insanlar, Cumartesi ve Salý günleri çamaþýr yýkamýyor, bazýlarý da kýrýlan bir ayna veya evinin yakýnlarýnda öten bir baykuþ nedeniyle kâbuslar görüyor. Bâtýl inanç, hurâfe ve bid'atlerden ancak saðlýklý ve doðru dinî bilgiyle, Kur'an'ýn hayata geçirilmesiyle korunulabilir. Bu tür sapýklýklara yönelmenin nedeni, insandaki inanç ihtiyacýnýn doðru ve gerçek bilgilerle doldurulamamasý, Ýslâm'ýn hâkim deðil mahkûm olmasý, câhiliye düzeni, medya ve çevre þartlarýnýn doðruyu eðri, eðriyi doðru diye göstermesidir. Dini; bazý çýkarcý, istismarcý, cinci, câhil ve baðnazlarýn elinden kurtarmadýkça, bu tür insanlara ilgi gösterilip "hoca" diye iltifat edildikçe bu sorunlar küçülmeyecek, aksine büyüyecektir.
Çeþitli Hurâfe ve Bâtýl Ýnanýþlara Örnekler
Yukarýda açýklananlardan baþka hâlâ yaþayan bazý bâtýl inanç ve hurâfeleri saymaya çalýþalým:
"At, avrat ve silâh uðursuzdur."
"Ayna kýrýlmasý uðursuzluktur, ayna kýrýlan ev yedi sene iflâh olmaz."
"Ateþle oynayan çocuk altýný ýslatýr."
"Ayýn 13'ü uðursuzdur."
"Gece týrnak kesilmez, ev süpürülmez."
"Gece ev süpürülürse fakirlik gelir."
"Geceleri aynaya bakýlmaz."
"Gece vakti, bir evden baþka bir eve kazan, tencere ve tava verilirse mutlaka ölüm olur."
"Gece, vaktinden önce öten horoz uðursuzluk getirir."
"Pazar günü çalýþmak uðursuzluktur."
"Salý günü iþe baþlanýrsa bitmez, sallanýr."
"Salý günü yeni elbise giyilirse yanar."
"Çarþamba gecesi iþe baþlanýrsa, 'Çarþamba karýsý'ný kýzdýrý ve o eve kötülüðü dokunur."
"Çarþamba günü yorgan kaplayan hastalanýr."
"Çarþamba günü süt içmek, ev satýn almak iyi deðildir."
"Perþembe günü çamaþýr yýkanýrsa zengin olunur."
"Cuma akþamý ev süpürülürse meleklerin kanadý kýrýlýr."
"Cuma günü ev süpüren veya çamaþýr yýkamak, fakirlik getirir ve günahtýr."
"Çocuðu ölen kadýn, Cuma günleri hiçbir iþ yapmaz."
"Cuma günleri çocuðun ayaklarý câmi kapýsýna baðlanýr ve namazdan sonra çözülürse, hasta olmaz."
"Henüz konuþamayan çocuðun aðzý, Cuma salâsý verilirken câmi anahtarýyla açýlýrsa, çocuk hemen konuþmaya baþlar."
"Cumartesi günü çamaþýr yýkamak uðursuzluk getirir."
"Arefe günü dikiþ dikmek günahtýr."
"Arefe günü dikiþ diken kadýnýn ölmüþ çocuðu varsa, onun derilerini diker."
"Misafirin ardýndan ev süpürmek iyi deðildir."
"Makasýn aðzý açýk kalýrsa, kefen biçmeye yarar."
"Makasýn açýk kaldýðý evde kavga çýkar."
"Elden ele makas alýnmaz, makas düþman sayýlýr."
"Elden ele sabun alýnmaz, uðursuzluk getirir."
"Hapse giren biri, ölmüþ birisinin yüzüðünü takarsa hapisten çabuk çýkar."
"Ýnsanýn önünden kara kedi geçmesi, uðursuzluk sayýlýr."
"Tavþan, tilki, kara köpek birinin yoluna çýkarsa uðursuzluk getirir."
"Kapý eþiðine basan, iftiraya uðrar."
"Merdiven altýndan geçmek uðursuzluktur."
"Baþa pisleyen kuþ, talih kuþudur; Kuþ pisliði baþýna düþene para gelir."
"Þimþek çakarken kýrmýzý giyilmez."
"Terlik ve ayakkabýnýn ters dönmesi iyi deðildir."
"Evliliðin ilk günü, gerdek gecesinde, erkek veya kadýn, hangisi önce uyursa o daha evvel ölür."
"Gerdek gecesi, karý ile kocadan hangisi daha evvel diðerine tokat vurursa, onun sözü daha çok dinlenir.
"Zifaf gecesi gelin ve dâmat sabunla yýkanýrsa, sabun acý olduðundan, aralarýna acý ve ayrýlýk girer."
"Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalýk bulaþmaz."
"Gece týrnak kesilirse ömür kýsalýr."
"Cenâze yýkanýrken teneþirin altýna dökülen su, bir þiþeye konup habersiz sarhoþa içirilirse içkiyi býrakýr."
"Nazara uðrayan kiþi, kuþkulandýðý insanýn saçýndan, ayakkabýsýndan veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumaný ile tütsülenirse nazarý geçer."
"Kötü bir hastalýktan söz edilirken: 'Deðirmenden geldim unluyum' denilmezse o hastalýk, söyleyene bulaþýr."
"Sarýlýk hastalýðýna tutulan kiþinin 'izinli' denilen biri tarafýndan alný jilet ya da çaký ile çizilir. Akan kan alnýna ve burnuna sürülür. Yaradan kan aktýkça hastalýk da akar gider."
"Diþi aðrýyan bir kiþi mezarlýða gider, mezar taþýný ýsýrýr, a
Ynt: Atalar yolu By: hafýz_32 Date: 09 Kasým 2010, 14:08:05
arkasýna bakmadan geri gelirse aðrýsý kesilir."
"Baþý aðrýyan bir kadýn câmiye gider, yazmasý (baþörtüsü) ile câmiyi süpürür ve yazmayý tekrar baþýna örterse baþýnýn aðrýsý gider."
"Evden çýkan erkek, iþine giderken önünü kadýn keserse (kadýn adamýn önünden karþýya geçerse) adamýn iþi ters gider."
"Kýsa boylu kadýnlar uðursuzdur."
"Bir kýz akþam ezaný okunurken merdiven altýndan geçerse kýsýr kalýr."
"Cuma günü ezan okuyan müezzine kýzýn baþörtüsü veya mendili sallattýrýlýrsa nasibi çýkar."
"Evli birinin yüzüðünü bekâr kýz takarsa kýsmeti kesilir."
"Bekâr kýz, evli birinin gelinliðini giyerse kýsmeti kesilir."
"Gelin olanýn duvaðý evde kalmýþ kýzýn baþýnda çözülürse kýzýn bahtý açýlýr."
"Evde kilitlenen kilit, bayram sabahý veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafýndan câmide açýlýrsa kýzýn bahtý açýlýr."
"Ellerini birbirine baðlayanýn kýsmeti kesilir."
"Ellerini kavuþturanýn kýsmeti kapanýr, anasý ölür."
"Hâmile bir kadýn yumurta yerse çocuðu terbiyesiz olur."
"Hâmileyken anahtar açanýn doðumu kolay olur."
"Bir hâmile kadýn ölü yýkanýrken suyundan atlarsa çocuðu baygýn doðar."
"Aþ yeren bir kadýn, çirkin bir yere bakarsa çocuðu çirkin olur."
"Doðum yapan kadýn, yedi gün çocuðunun yanýndan dýþarý çýkmaz. Çýkarsa cinniler gelir, çocuðu götürür. Baþka bir çocukla deðiþtirir."
"Çocuðu yaþamayan bir kadýn bir yatýra 'Bunu sana sattým' der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eðer kýz ise adýný Satý, oðlan olursa Satýlmýþ koyar. Aksi halde çocuk yaþamaz."
"Çocuðu yaþamayan kadýn, yeniden doðum yaptýðýnda 40 evden topladýðý parçalarla gömlek dikip çocuðuna giydirirse çocuðu yaþar ve ömrü uzun olur."
"Çocuðu ölen bir kadýn Cuma günü iþ yapmaz."
"Lohusa kadýnýn ve çocuðun yastýðý altýna iðne, çuvaldýz, kama, býçak konulursa albasmaz."
"Lohusa kadýnýn bulunduðu yere süpürge, Kur'an, soðan, sarýmsak asýlýrsa 'alkarýsý' loðusa ve çocuða zarar vermez."
"Hayýzlý kadýn, sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur."
"Hayýzlý kadýn akþam ezanýndan sonra küpten turþu çýkarýrsa turþu bozulur."
"Gelin eve ilk geldiðinde kaynanasýnýn iki bacaðý arasýndan içeri girerse saygýlý olur."
"Yeni doðan çocuðun ilk dýþkýsý, yattýðý odanýn eþiðine veya beþiðinin altýna konursa cadý zarar vermez, nazar da deðmez."
"Yeni doðan çocuðun beþiði altýna türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuðu cadý boðmazmýþ." (Buna bazý yerlerde cüher almak denilir.)
"Bebek fýtýk doðarsa, külotu çalý aðacýný bir dalý yarýlarak arasýndan geçirilince fýtýðý iyileþir."
"Bebeðin kýrký çýkmadan týrnaðý kesilirse, ya arsýz ya da hýrsýz olur."
"Yeni doðan çocuk, bayram günü bir diþi eþeðe ters bindirilip köyün etrafýnda dolaþtýrýlýrsa ömrü mutlu geçer."
"Çocuðun doðduðu yerde eliþi yapýlýrsa, göbeði düþmez."
"Cuma günü çocuðun ayaklarý bir câmi kapýsýnda baðlanýr, Cuma namazýndan sonra çözülürse hastalýða tutulmaz."
"Bebek ayaklarý altýndan öpülürse talihsiz olur."
"Çocuk dünyaya geldikten sonra yýkanýp tuzlanýr ve sofraaltý denilen beze sarýlýrsa tokgözlü olur."
"Çocuðun göbeði, câmi duvarýna veya avlusuna gömülürse dindar, medresenin (okulun) bahçesine veya avlusuna gömülürse âlim; ahýra gömülürse malcý olur. Ayrýca suya atýlýrsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dýþarýda olmaz."
"Boyu ölçülen çocuk kýsa kalýr."
"Çocuðun boyu metre ile ölçülürse ömrü kýsa olur."
"Sünnetsiz ölen çocuðun parmaklarýndan birinin kýrýlmasý gerekir."
"Çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acýsýz ve kolay olur."
"Küçük çocuklarýn yüzünde yara çýkarsa, deniz kenarýnda yaþayan ve denize giren biri tarafýndan okunup yüzü meshedilirse yaralarý iyileþir."
"Yürüyen çocuðun emeklemesi, misafir geleceðinin iþaretidir."
"At, öküz, inek, dana gibi büyükbaþ evcil hayvanlar, eðer gece ahýrda huzursuzsa, baðýrýyor, kiþniyor veya böðürüyorsa, o evden biri ölecektir."
"Ölü yýkandýktan sonra kazan ters çevrilmezse bir baþkasý daha ölür."
"Bir evden ölü çýkarsa o evdeki su kaplarý boþaltýlýr. Eðer boþaltýlmazsa Azrâil sularý ellediði için biri yine ölebilir."
"Cenaze çýkan ev ile çevresindeki evlerin sularý dökülmelidir. Çünkü Azrâil kýlýcýný o sularda yýkar. Sular bu kýlýçla pislendiði için içilmez olur."
"Gece vakti bir evden baþka bir eve kazan, tava veya tencere verilirse ölümü celbeder."
"Gece sandýk açmak, kendi mezarýný açmaktýr. Yani ölümü çaðýrmaktýr."
"Bir evdeki eþyalardan herhangi biri kendi kendine düþer veya kýrýlýrsa ölüme iþarettir."
"Ayakkabý çýkarýlýrken ters çevrilirse o evden cenâze çýkar."
"Kefen diken iðne kýrýlmalýdýr. Zira ölümü ve uðursuzluðu celbeder."
"Saçakta baykuþ ötmesi, ölüme iþarettir."
"Bir genç askere giderken evden çýkmadan önce bir dilim ekmeðin yarýsýný yer, yarýsýný da geri býrakýrsa, artýk ekmek onu çaðýracaðý için kazaya belâya uðramadan geri döner."
"Biri yolculuða çýkýp gurbete giderken arkasýndan yola su dökülürse, su gibi yolculuðu olur, kazaya uðramadan sað sâlim yerine ulaþýr, gurbetten çabuk döner."
"Biri yolculuða çýkarken arkasýndan aynaya su serpilirse kazaya uðramaz."
"Bir kiþi sabunu baþka birine elden verirse, sabun acý olduðu için, acý olaylar görülür veya o iki kiþi arasýna düþmanlýk girer."
"Gök gürlerken buðday ambarýna el ile vurulursa hasat çok olur."
"Nar tanelerini yere düþürmeden bir bütün narý yiyip bitirebilen cennete girer."
"Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmýþ ise, tarla sahibinin güneþ doðmadan önce, tarlasýnýn etrafýný koþarak dolaþmasý gerekir."
"Çeltik ekilen arazinin etrafý eþeðe binmiþ bir kimse tarafýnda Kur'an okunarak dolaþýlýrsa, o araziye dolu yaðmaz."
"At nalý asýlan yere nazar isâbet etmez."
"Önünde 'beþ taþ' oyunu oynanan eve fakirlik gelir."
"Cezveden su içilirse zengin olunur."
"Ayakkabýlar ters dönerse þeytan üzerinde namaz kýlar."
Daha neler neler... Saymakla bitmeyecek bir sürü bâtýl inanýþlar...
Dikkat edilirse, hurâfe ve bâtýl inanýþ olarak kabul edilen haftanýn hemen bütün günleri ya belâya, ya da günaha sebep gösterilmiþtir. Sanki müslümanýn temizlik yapmasý, çalýþmasý suç kabul edilmiþtir. Bu inanç, hem ibâdetlere, hem temizliðe, hem çalýþýp kalkýnmaya ihânettir.
"Yýldýzname"ye baktýrmak, "fal" açtýrmak, "sevicilik" yaptýrmak, "sihir" bozdurmak, "muska" yazdýrmak, "týlsým" yaptýrmak, "afsunlanmak" için diyar diyar, semt semt hoca(!) arayanlar, dileðinin yerine gelmesi için türbe ve evliya mezarlarýný/yatýrlarý dolaþanlar, kýzýnýn nasibini açtýrmak için il il üfürükçü arayanlar azýmsanmayacak kadar çoktur. Göðse ve göbeðe muska yazma cür'et ve ahlâksýzlýðýna tevessül edenler ve bunlarýn tuzaðýna düþüp piþmanlýðýný sineye çekenler de az deðildir. Kimi yerde gelin, kocasýnýn evine girerken "kaynanasýnýn iki bacaðý arasýndan geçerse saygýlý olur" diye inanýlmak, dolayýsýyla insan onuru ayaklar altýna alýnmaktadýr. Kimi yerde de "yeni doðan çocuðun ilk dýþkýsý, cin çarpmasýn, nazar deðmesin diye, yattýðý odanýn eþiði altýna konulmakta, bazý yerlerde de bebeðin beþiðine mezarlýktan toprak getirilerek konulmaktadýr.
Kurþun dökmek, muska ve nazar boncuðu takmak gibi eski hurâfe ve bâtýl inanýþlarýn yanýnda; modern hurâfe ve çaðdaþ bâtýl inanýþlarýn da sosyete çevreleri, üniversite öðrencileri ve Batý kültürüyle yetiþmiþ insanlar baþta olmak üzere, toplumda giderek yaygýnlaþtý(rýldý)ðýný belirtmek gerekiyor. Burç taþlarý, þans ve uður getireceðine inanýlan çeþitli taþ, yüzük, kolye veya boncuklar, maskotlar, sinema filmleri veya tv. dizilerindeki kahramanlara ait resim ve aksesuarlar, muska yerine uður ve þifa kolyeleri, taþlarý, nazar deðmesin diye elini kulaðýna tutup tahtaya vurmalar, aksýrýnca "çok yaþa" demeler ilk sayabileceðimiz modern gereçler ve tavýrlardýr.
Tabii, bunlarýn yanýnda cinciliðin modern þekli olan medyumluk, falcýlýðýn bin bir çeþidi, burçlarýn ve gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde etkisi olduðuna/tanrýlýðýna inanmanýn bir yansýmasý olan burç fallarý, müneccimliðin modernize edilmiþ þekli olan astroloji, felekle ve feleðin kadere etkisiyle ilgili inanýþ ve deyimler, ruh çaðýrma ve reenkarnasyon inanýþlarý, insanýn maymun soyundan geldiðine inanmak, imanî hakikatlerin çoðunun bilimsel olmadýðý, bilimin tek doðru ve gerçek mürþit olduðunu kabul, tabiat/doða veya tesadüfe yaratýcýlýk atfetmek gibi bâtýl inanýþlar ve modern hurâfeler...
Türbe ve yatýrlardaki mantýk dýþý hurâfelerin çaðdaþ ve modern þekillerini de televizyon izleyen herkes görmekte, mâtem törenlerini, andiçmeleri... bilmekte. Simokinli resepsiyonlar, tuhaf, saçma ve Ýslâm dýþý kurallarý olan törenler, putlarýn karþýsýnda kýyamda durmalar, seremoniler, âyinler, tapýnmalar... Kolej ve üniversite mezunlarýnýn keplerini havaya fýrlatmalarý, kýyâfet dayatmalarý vb. zorunluluklar da resmî hurâfeler olarak sayýlabilir. Bütün bunlarýn yanýnda kapitalizm, komünizm, kemalizm, laiklik gibi her türlü beþerî ideolojiler, Ýslâm'a ters dünya görüþleri ve felsefî anlayýþlar, tâðutî yaklaþýmlar, Bel'amca yorumlar çaðdaþ bâtýl inançlar ve modern hurâfelerdir.
Bid’at; Anlam ve Mâhiyeti
‘Bid’at’, ‘ibdâ’ kökünden türemiþtir. Ýbdâ, önceden yapýlmýþ bir þeyi örnek almaksýzýn yapma ve icat etme demektir. Buna göre ‘bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneði olmaksýzýn yapýlan, sonradan icat edilen þey (muhdes) demektir.
Kavram olarak ‘bid’at’; Þeriata karþýt olmasý sebebiyle onunla ters düþen ve onda bir fazlalýk ya da noksanlýða neden olan þeydir. Bid’at Sünnetin zýddý olarak kullanýlmaktadýr ki, Þârî’nin (din koyucunun) açýk ya da dolaylý, sözlü ya da fiilî izni olmaksýzýn, dinde sahâbeden sonra ortaya çýkan eksiltme ya da fazlalaþtýrmadýr.
Peygamberimiz (s.a.s.) þöyle buyuruyor: “(Dinde) Sonradan ortaya çýkan her þey bid’at’tir; her bid’at dalâlettir/sapýklýktýr ve sapýklýk insaný ateþe sürükler.”[1102] “Allah (c.c.) bid’at sahibinin, orucunu, namazýný, sadakasýný, haccýný, umresini, cihadýný, (hayýr yoluna) harcamasýný, þâhidliðini kabul etmez. O, kýlýn yaðdan çýktýðý gibi dinden çýkar.”[1103]
Bu kadar tehlikeli ve imandan ayýrýcý olan bid’at konusunda müslümanlarýn doðal olarak duyarlý olmalarý gerekir. Allah (c.c.) kendi dini olan Ýslâm’ý peygamberinin tebliði ile insanlara ulaþtýrmýþ ve onu tamamlamýþtýr.[1104] Hz. Muhammed (s.a.s.) yaþayarak ve uygulayarak Ýslâm'ýn ne olduðunu ortaya koymuþtur. Hiçbir insanýn bu dine müdâhale hakký yoktur; kimse ne dinden eksiltme yapabilir ne de ona bir þey ilâve edebilir. Sonradan ortaya çýkan ve yetkili ilim adamlarý tarafýndan yapýlan ictihâd (fetvâ verme) ise, dine ilâve deðil; dinî hükümleri sistemleþtirme ya da yeni sorunlara Kur’an ve hadislerle cevap bulabilme gayretidir.
Ancak, deðiþen zamana göre, geliþen ilimler doðrultusunda yeni yeni þeyler icat edilir, yeni buluþlar ve teknikler, hatta yeni görüþler ortaya çýkabilir. Bid’at’in sözlük anlamýna takýlarak, yeni ortaya çýkan her þeye bid’at demek mümkün deðildir. Bu hem Din’i anlamamak, hem de Din’in mubah (helâl) alanýný haksýz olarak daraltmak, Din’in uygulanmasýný zorlaþtýrmaktýr.
Bid’at’i bu þekilde anlayanlar günlük hayata biraz da zorunlu olarak giren yenilikleri bid’at kelimesiyle baðdaþtýrmanýn yoluna gittiler ve bid’at’i, ‘hasene-güzel’ ve ‘seyyie-kötü’ diye ikiye ayýrdýlar. Hatta bazý bilginler daha da detaya inerek bid’atleri; vâcip, haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzere beþ kýsma ayýrmýþlardýr.
Bid’at’ý dar kapsamlý olarak, yani kavram anlamýyla alanlar, onu inanç ve amellerde dine yapýlan ekleme ve eksiltme olarak tanýmlamýþlardýr. Böyle düþünenlere göre, dinî bir özelliði olmayan, insanlarýn dünyalýk iþleriyle ilgili, Ýslâm’ýn mubah dediði alana giren þeyler bid’at kapsamýnda deðildir. Ýnsanlarýn örf olarak yaþattýklarý Din’e aykýrý olmayan âdetler, sonradan gerek bir ihtiyacý karþýlamak, gerekse ilmî araþtýrmalar sonucunda geliþtirilen icatlar, üretimler, bazý kurumlar, ya da fikirler bid’at alanýnýn dýþýndadýr.
Kimileri, hasene (güzel) dedikleri bid’at’i, Din’e bir ekleme olarak ele almazlar. Bunu Peygamberimizin haber verdiði ‘güzel bir çýðýr açma’ hadisine dayandýrýrlar. “Kim benden sonra terkedilmiþ bir sünnetimi diriltirse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onlarýn sevabýndan hiçbir þey eksiltmeden. Kim de Allah ve Rasûlünün rýzâsýna uygun düþmeyen bir sapýklýk bid’at’i icat ederse, onunla amel edenlerin günahlarý kadar o kiþiye günah yüklenir, hem de onlarýn günahlarýndan hiçbir þey eksilmeden.”[1105]
Onlar, teravih namazýný cemaatle ve yirmi rek’at kýlýnmasýna bid’at diyenlere Hz. Ömer (r.a.)'in "ne güzel bid’at!" demesini delil olarak alýrlar. Hâlbuki Hz. Ömer (r.a.) bid’ate güzel demedi, tam tersine; "teravihin bu þekilde kýlýnmasý bid’at deðildir. Eðer siz kendi fikrinize göre ona bid’at diyorsanýz, o zaman bu ne güzel bid’at’tir" demek istemiþti.
Onlara göre “Her yeni uydurma bid’at’tir” hadisinden, Dinin esaslarýna, Hz. Peygamber’in ve O’nun ilk dört halifesinin yollarýna uymayan þeyler anlaþýlmalýdýr. Bu bid’atler, Hz. Peygamber’in Sünnetinin ortaya koyduðu ilkelerle uyuþmaz, onlara aykýrýdýr. Hatta bu bid’atler, bir þer’î (dinî) hükmü kaldýrýrlar, yerine kendileri yerleþirler.
Bid’ati, iyi ve kötü diye ikiye ayýrmayan, onu dar kapsamlý yani kavram anlamýyla alanlar bu yorumlara katýlmayarak derler ki; Yukarýda geçen ‘Sünnetin diriltilmesi (ihyâ edilmesi)’ yeni bir þey icat etmek deðildir. Unutulmuþ bir sünneti yeniden hayata kazandýrmaktýr. Hz. Ömer (r.a.)'in terâvih namazýyla ilgili uygulamasý da yeni bir ibâdet çeþidi veya sonradan ortaya çýkmýþ bir uydurma deðil; örneði Peygamber'in hayatýnda görülen ve O’nun tavsiye ettiði bir ibâdetin sürekliliðini saðlama düþüncesidir.
Bid’at Din’de temeli olmayan inançlarý ve ibâdet þekillerini Ýslâmî bir kýlýfla Ýslâm’a yamamaktýr. Ýslâm dýþý görüþ, inanýþ ve tapýnmalarý Ýslâm'a mal etmektir. Bunlarý yapanlar yaptýklarý iþin Din’e aykýrý olduðunu bile kabul etmezler. Bundan dolayý Süfyân-ý Sevrî ve bazý âlimler þöyle demiþlerdir: “Bid’at, Ýblis’e, mâsiyetten (günah iþlemekten) daha sevimlidir. Çünkü bid’atin tevbesi olmaz, Hâlbuki kiþi günahýndan dolayý tevbe edebilir." "Bid’atin tevbesi olmaz" sözünün mânâsý þudur: Allah (c.c.) ve Rasûlünün (s.a.s.) ortaya koymadýklarý bir þeyi din edinen kimseye amelleri süslü gösterilir. O yaptýklarýný doðru zannetmeye baþlar. Kötü amellerini güzel görmeye devam ettiði sürece de tevbe etmiþ olmaz. Her þeyden önce tevbenin baþlangýcý; kiþinin iþlediði fiilin tevbe etmesi gereken kötü bir amel olduðunu kabul etmesi, ya da tevbeyi gerektirecek denli vâcip veya müstehab bir dinî emri terk ettiðini bilmesidir. Bir kiþi, kendi yaptýklarýný güzel görmeye devam ettikçe tevbeye ihtiyaç duymaz.
Bid’at ehlinin tevbe etmesi, Allah’ýn ona hidâyeti göstermesi ile mümkündür. Bu da ancak kiþinin bildiði Hakk’a uymasý ile gerçekleþebilir. “Bildiði ile amel edene Allah (c.c.) bilmediði þeyleri de öðretir.”[1106] Rabbimiz þöyle buyurmaktadýr: “Doðru yolu bulanlarýn Allah hidâyetlerini artýrmýþ ve onlara takvâlarýný (Allah’tan korkup sakýnmalarýný) vermiþtir.”[1107]
Peygamberimiz'in deyiþiyle bütün bid’atler merduttur (reddedilmiþtir). Hiçbirinin Ýslâm'a göre bir deðeri ve hükmü yoktur. Çünkü böyle bir þey, Ýslâm’da eksiklik veya fazlalýk olduðu düþüncesine dayanýr. Hâlbuki Din Allah (c.c.) tarafýndan insanlar için beðenilip gönderilmiþ ve tamamlanmýþtýr. Onda eksik veya fazla bir þey yoktur. Bid’atçilerin bir kýsmý Kur’an’a ve Sünnet’e aykýrý inanç ve amelleri uydurup Ýslâm'a sokarlar, onlarý Din'denmiþ gibi sunarlar. Bazýlarý da Ýslâm'ý daha iyi yaþamak, daha dindar bir müslüman olmak amacýyla yeni ibâdet ve inanýþ türleri uydururlar. Her iki tutum da yanlýþtýr. Ýnsanlara düþen görev, Ýslâm'ýn, olmayan eksikliklerini bulup kendi akýllarýnca o eksiklikleri gidermek deðil; Ýslâm'a hakkýyla teslim olarak ellerinden geldiði kadar onu yaþamaktýr. Unutmamak gerekir ki hiç kimse Ýslâm'ý Hz. Muhammed (s.a.s)’den daha güzel yaþayamaz, O’ndan fazla dindar olamaz.
Güzel bid’at, kötü bid’at’ tanýmlarý net deðildir. Hangi inanýþ, hangi amel ve âdet bid’attir, hangisi güzeldir, hangisi kötüdür? Bu gibi deðerlendirmeler kiþilere ve kültürlere göre deðiþebilir. Bid’atin sýnýrlarýný kim ve nasýl çizecek? Tarihte ve günümüzde hemen hemen her grup (hizip) kendi düþündüðünün ve yaptýðýnýn doðru, diðerlerinin yaptýklarýný yanlýþ görmektedir. Herkes görüþlerini ve eylemlerini Kur’an ve Sünnete dayandýrma iddiasýndadýr. Hiç kimse de yaptýðýnýn bid’at olduðunu kolay kolay kabul etmez.
Onun için bu konuda da dikkatli olmak ve her þeye bilmeden ‘bid’at’ demek, ya da o þey gerçekte bid’at ise onu da Ýslâm'dan sayma yanlýþlýðýna düþmemek gerekir. Kur’an’ý ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in yaþayýp teblið ettiði Din’i iyi bilirsek; bid’atleri daha iyi tanýyabiliriz. Peygamberimiz'den sonra ortaya çýkan bütün fikirlere, icatlara, kurumlara, yani her þeye -kavram anlamýnda- bid’at demek yanlýþ olduðu gibi, din kýlýfý geçirilmiþ sonradan ihdas edilmiþ þeyleri de kabul etmek mümkün deðildir.
Meselâ, mezar ziyareti ibret verici ve sevaptýr; ama, türbeye veya mezarýn yanýndaki bir þeye çaput baðlamayý, mezardaki ölüden bir þey dilemeyi nereye koyacaðýz? Zikir yapmak, Allah’ý her an ve bütün ibâdetlerle anmak, hatýrlamak Kur’an’ýn emridir; ama, kolkola girerek, yatarak-kalkarak, ayýlýp-bayýlarak, kendinden geçerek, feryat ederek zikretme(!) davranýþlarýnýn delilini nerede bulacaðýz? Âlimleri dinlemek, derslerinden, sözlerinden, ahlâklarýndan ve ilimlerinden faydalanmak güzeldir, gereklidir de. Ancak "bir âlime, bir þeyhe baðlanýlmadan, ömür boyu onun peþinden gidilmeden Ýslâm yaþanmaz", "þeyhi olmayanýn mürþidi þeytandýr" gibi iddialarý nereye koyacaðýz? Ölünün arkasýndan duâ etmek, onu hayýrla anmak güzeldir. Ama onun arkasýndan yapýlan kýrkýncý, elli ikinci gece ve mevlid merasimlerini hangi âyete ve hadise dayandýracaðýz? Ýslâm'da biat (seçim), þûrâ, din hürriyeti, hoþgörü ilkelerinden hareketle; þirk ve zulüm düzenlerini, Ýslâm'a aykýrý yapýlanmalarý Ýslâmî sayabilir miyiz? Hoþgörünün sýnýrlarý; sapýklýklarý, isyanlarý, Din’e hakarete varan tavýrlarý kabullenmek midir?
Ýslâmî olmadýðý halde Ýslâm kýlýfýyla sunulan bütün inanç, amel, tavýr ve anlayýþlara karþý duyarlý olmak zorundayýz. Bunlar Din’den olmadýðý halde ona sokulan bid’at ve hurâfelerdir. Her bir bid’at, müslümanýn hayatýndan bir sünneti alýp götürür. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Sünnetini iyi tanýyanlar ve onu bir hayat olarak yaþayanlar bid’atlerin tuzaðýna düþmezler.[1108]
Bid'at, bir nesneyi yeniden peydahlamak mânâsýna gelir. Örneði ve benzeri olmayan bir þeyi ortaya çýkarmak, üretmek demektir. Yeniden vücuda getirmenin olumsuz yönlerini ifade için bid'at sözcüðü kullanýlmaktadýr. Türkçedeki "türedi" kelimesi, bunun tam karþýlýðýdýr. Kur'an'da bid'at kelimesinin kavramsal ve kurumsal mâhiyette ele alýndýðý âyete bakarsak, konu daha iyi anlaþýlacaktýr: "Sonra bunlarýn izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oðlu Ýsa'yý da arkalarýndan gönderdik, ona Ýncil'i verdik; ona uyanlarýn kalplerine þefkat ve merhamet vermiþtik. Uydurduklarý (ibtedeû, bid'at icat ettikleri) ruhbanlýða gelince, onu Biz yazmadýk. Fakat kendileri Allah rýzâsýný kazanmak için yaptýlar. Ama buna da gereði gibi uymadýlar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarýný verdik. Ýçlerinden çoðu da fâsýktýr/yoldan çýkmýþlardýr."[1109] Peygamberler tarihinde bid'ate/türediliðe örnek olarak hýristiyan ruhban sýnýfýnýn icat ettiði ve sonra da ilkelerine saygýlý olmadýklarý ruhbanlýk gösterilmektedir. Bid'atin omurgasýný tanýmamýzý saðlayan bu âyet gösteriyor ki, bid'atler:
1. Ýyi niyetle, Hak rýzâsý kazanmak gâyesiyle icat edilebilirler; bu, onlarýn bid'at olmasýný engellemez.
2. Bid'at olarak ortaya çýkarýlan þeye bir süre sonra bizzat onu icat edenler bile uyamazlar.
Böylece, dikkatler þu iki noktaya çekilmektedir: Bu dinin Peygamber(ler)i de,[1110] kavramlarý ve kurumlarý da bid'at/türedi deðildir. Bu bir dindir ki, Yaratýcý onu ilk insanla baþlatmýþ ve asýrlar boyunca insaný onun deðiþmez, zaman üstü ilkeleriyle eðitmiþtir. Bu ilkeler tüm peygamberlerin mesajlarýnda aynýdýr. Kur'an bu mesajlarý toplayan kitaptýr. Kur'an'ýn din dediðine, Peygamber'in din dediðine eklemeler yapan, bid'atçiik/türedilik yapar ve uydurma bir din icat eder. Tamamlanan, kemâle eren ve adýna Ýslâm denilen bir dinin[1111] bid'at/uydurma/türedi kiþi, kurum ve kavramlara ihtiyacý yoktur. O yüzden bid'ati bazý âlimler þöyle tanýmlar: "Kemâle erdirildikten sonra dinde ortaya çýkan nesneye denen bid'at, dinde Peygamber'den sonra ortaya çýkan tutku ve davranýþlardýr. Dinde ortaya çýkan eksiltme veya artýrmalar için kullanýlýr."
Bid'at, dinin vahye dayanan tespitlerine, buyruklarýna, kabullerine yapýlan ekleme veya bunlarda vücuda getirilen eksiltmedir. Buna göre bid'at, din bünyesinde sözkonusu olur. Hayatýn diðer alanlarýndaki yeniliklerin bid'at kavramýyla irtibatlandýrýlmasý tam bir saptýrmadýr. Hatta, diyânet denen ve dine getirilen beþerî yorumlarý içeren alandaki yenilikler de bid'at kavramý içine girmez. Bid'atin sözkonusu edilebilmesi için "din" bünyesinde yeni icatlarýn olmasý gerekir. Bid'at, dinde olmayan þeyi dine sokmaktýr. Bid'at, Allah'ýn din olarak gönderdiðinde olmayan þeyi var göstermektir. Bid'at, vahyin oluþturduðu tevhid anlayýþýna aykýrý kabuller icat etmektir.
Yine, bid'atin hasenesi/güzeli olduðunu ifade etmek, temelden yanlýþtýr. Güzel bid'at tâbiri, birçok olumsuzluðun gözden kaçmasýna yol açan bir maske tâbirdir. Ortaya getirilen bir yenilik, dinde olmayan bir þeyi icat etmektedir; bunun güzeli olmaz. Dine ekleme yapmanýn güzeli olacaðýný söylemenin kendisi bid'attir. Bir bid'ati ölçüt yaparak baþka bir bid'ati tanýmlayamayýz. Ortaya getirilen yenilik, dinle iligil deðil de hayatýn baþka alanlarýyla ilgili ise onun bid'at kavramýyla hiçbir ilgisi yoktur. Bid'at, eski örf ve âdetlerin yerine yeni örfler koymanýn adý deðildir; dinin tesbitlerinin yerine eski veya yeni herhangi bir âdeti koymanýn adýdýr. Bazýlarý ne hikmetse, eski âdetlere baðlýlýðý bid'at saymazken yeni âdetlere en küçük bir itibarý hemen bid'at ilan eder. Oysa ki âdetin dinleþtirilmesi, her hal ve þartta bid'attir. Bunun birkýsmý günah bid'atý olur, birkýsmý þirk bid'ati. Ama güzel bid'at asla ve asla olmaz. Âdetler dinleþtikçe din de âdetleþir. Bunun sonu, dinin tahribi ve saygýnlýðýnýn yok olmasýdýr.
Yaþadýðýmýz toplumda bid'atlere karþý çýkmak adýna ortaya çýkýp en yýkýcý bid'atleri üreten kiþi ve zümreler hayli çoktur. Bunlara göre bid'at, öncelikle eski kabullere aykýrýlýktýr. Daha net bir çerçeveden bakýlýnca bid'at, bu insanlarýn mensup olduklarý fýrkanýn kabullerine ters her þeydir. Bunlar için olay "biz ve ötekiler" olayýdýr. Din, bunun sadece dokunulmazlýðýný saðlayan bir araçtýr. Bid'at suçlamalarýnda bulunanlarýn çoðu, vahyin verilerini deðil; kendi mezhep, tarikat, cemaat, ýrk veya bölgelerinin âdetlerini esas alarak baþkalarýný bid'atle itham ettiler. Bid'ati Kur'an ve sahih sünnete aykýrýlýk olarak asla tanýtmadýlar. Yani bid'atle mücâdele adý altýnda bir tür yozlaþtýrma yaptýlar.
Allah'ýn dininde eksiltme veya artýrma yoluyla deðiþtirme olarak ortaya çýkan bid'atýn en kötü yaný, genellikle iyi niyetle sergilenmesidir. Bu iyi niyet zemini, bid'atin toplumda revaç bulmasýna sebep olmakta, bunun sonucunda da sapma sessizce yerleþmekte ve dine eklenen âdet ve alýþkanlýklar dinleþmektedir. Ýmam Süyûti bu konuda þunlarý söyler: "Bid'atlerin bir kýsmýný, halkýn ibâdet ve Allah'a yaklaþma zannýyla yaptýklarý oluþturmaktadýr. Oysa ki esâsýnda bunlarýn terk edilmesi ibâdettir. Câhiller bunlarýn görüntüsünün ibâdeti andýrmasýna aldanarak esasýnda yasak olan fiilleri ibâdet yerine koymaktadýr. Burada aldatýcý olan, 'daha çok ibâdet etme' hýrsýdýr. Ýþte bu hýrs, insanlarý, ibâdet görüntüsü veren bu yasaklarý icrâya itmektedir. Bu tür ibâdetlerin haram olaný vardýr, mekruh olaný vardýr. Hz. Ömer, Cuma namazýnýn ardýndan iki rekât ilâve namaz kýlan bir adamý engelleyip mescidden uzaklaþtýrmýþtýr..."[1112]
Bid'at yüzünden saparak beþerî âdetleri din gibi yaþamaya kalkýþanlarýn vücut verdikleri günah yükü, bid'ati icat edenlerin boynuna binecektir. Çünkü Kur'an, ilimsizlik yüzünden insanlarýn sapmasýna sebep olanlarýn, saptýrdýklarý insanlarýn günahlarýna ortak olacaklarýný çok açýk bir biçimde bildirmiþtir: "Onlar, kýyâmet günü, kendi günahlarýný tamamen yüklendikten baþka, ilimsizlik yüzünden saptýrdýklarý kiþilerin günahlarýnýn bir kýsmýný da yükleneceklerdir. Bakýn, ne kötü þey yükleniyorlar."[1113] Þâtýbî'ye göre bid'at, bir þirk kurumudur ve esasý da Allah'a iftira ederek dine haram-helâl, iyi-kötü hükümleri eklemektir. Bu ilâve kabuller onlarý uyduranlar tarafýndan süslenip püslenmekte ve taklit bedavacýlýðýnda rahat arayanlar tarafýndan benimsenip hayata geçirilmektedir.[1114] Þâtýbî'ye göre bid'atçilik, lânetlenmeyi gerektiren istisnâî cürümlerden biridir.[1115]
Taklit ve Taklitçilik
Ýbn Hazm, Ýbn Teymiye, Ýbnu’l-Kayyim ve Þevkânî’nin de bulunduðu bazý Ýslâm bilginleri bid’at olarak niteledikleri taklidin haram olduðunu delillerle savunmuþlardýr.
1. Allah Teâlâ’nýn mukallidleri zemmetmesi,[1116] Kitap ve Sünnet’in hâkim kýlýnmasýný emretmesi ve ihtilâf çýkýnca Kitap ile Sünnet’e baþvurulmasýný istemesi;[1117] hükmün yalnýz Kendisine âit olduðunu bildirmesi,[1118] dinde Allah ve Rasûlünden baþkasýna dayanmayý yasaklamasý,[1119] Kendinden baþkasýnýn helâl ve haram kýlacak rab ve velî ittihaz edilmesini yasaklamasý,[1120] Kitap ve Sünnet’e dâvet edilen bir kimse, hangi nedenle olursa olsun, onu terk ederse, kendisine büyük bir belâ/musîbet isâbet edeceðinin bildirilmesi[1121] taklidin haramlýðýna delâlet eder.
2. “Bilmiyorsanýz zikir ehlinden sorun.”[1122] âyetindeki “zikir” Kur’an ve hadis, onun “ehli” de bunlarý bilen âlimlerdir. Meselesiyle ilgili âyet ve hadisi bilmeyen kimse, elbette bunlarý bilenlerden soracak ve nakledilen âyet ya da hadise uyacaktýr. Selef, hiçbir zaman bunlar yerine bir kimsenin kiþisel rey ve görüþünü sormamýþtýr.
3. Baþý yaralý kiþiye, bu konudaki delili bilmeden fetvâ veren ve onun ölümüne neden olanlara Hz. Peygamber, “... Allah canlarýný alsýn! Mâdem bilmiyorlar, bilenlere sorsalar ya! Cehâletin þifâsý sormaktýr” buyurmuþtur. Bu, ilimsiz fetvâ vermenin haram olduðuna delâlet eder. Taklit, ilim olmadýðýna göre, onunla fetvâ vermek de haramdýr.
4. Hz. Ömer’in kelâle meselesinde Hz. Ebû Bekir’i taklit ediþi, birkaç þekilde açýklanabilir: Hz. Ömer bu konuda ölene kadar kesin bir kanaate varamadýðýna göre, burada sözkonusu olan uyma, Hz. Ebû Bekir’in söylediði “Reyimle hükmediyorum, hata edebilirim” ilkesine âit olacaktýr. Yoksa Hz. Ömer, mürted esirlerin reddi; savaþla fethedilen arazinin vakfý, hilâfette veliaht tâyin edilmesi gibi birçok konuda Hz. Ebû Bekir’e muhâlefet etmiþtir.
5. Sahâbe, cemaatle kýlýnan namazýn bir bölümünü kaçýrýnca, önce bu bölümü kýlýyor, sonra imama uyuyorlardý. Hz. Muaz ise önce imama uydu, imam selâm verince, kalkýp kaçýrdýðý bölümü edâ etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Muaz size yol gösterdi, artýk öyle yapýn” buyurdu. Hz. Peygamber’in Muaz’ýn hareketini tasvip etmesiyle sünnet meydana gelmiþ, sahâbe de bu sünnete uymuþtur. Kitap ve Sünnet’e uymak taklit deðildir.
6. Allah Teâlâ, Kendine, Rasûlüne ve ülü’l-emre itaati emretmiþtir.[1123] Ülü’l-emre itaat, dinin uygulayýcýlarý olmalarý bakýmýndandýr. Yoksa onlarýn kendilerine itaat emredilmemiþtir.
7. Allah Teâlâ, muhâcir ve ensâra iyi bir þekilde ittibâ edenleri övmüþ, onlardan râzý olduðunu bildirmiþtir.[1124] Muhâcirûn ile ensâra uymaktan maksat, dinî hayatta onlarýn yolundan yürümektir. Onlardan hiçbiri Kitap ve Sünnet’in nasslarýný bir kiþinin rey ve ictihadý için terketmemiþlerdir. “Ashâbým yýldýzlar gibidir...” sözü de saðlam yollardan gelmemiþtir. Sahih olduðu kabul edilirse, mukallidlerin, kendi imamlarýndan önce ashâba uymalarý gerekir. Bundan da önce ashâb gibi davranarak Kitap ve Sünnet delillerini öðrenip bunlara tâbi olmalarý gerekirdi.
8. Müctehid imamlarýn taklidi yasaklayan söz ve davranýþlarýný herkes bilir. Onlarýn Kitap ve Sünnet’ten delilini bulamadýklarý birkaç meselede daha âlim kimselerin ictihadlarýna tâbi olmalarý, herkes için vâcip olan taklittir ve zarûret halleriyle sýnýrlýdýr.
9. Allah’ýn insanlarý çeþitli yeteneklerde yarattýðý, öðrenci ve çýraðýn hocalarýný taklit etmelerinin doðal olduðu gerçektir. Ama bununla taklidin bir ilgisi yoktur. Taklit, sözü hüccet olmayan bir kimsenin sözüne delilini sormadan uymaktýr. Oysa Allah, kullarýnýn fýtratýna körü körüne taklidi deðil; iddiâ sahibinden delil ve isbat isteme eðilimini yerleþtirmiþtir. [1125]
Kur’an ve hadisler, taklitçiliði, ötekinin berikinin mukallitliðini, yani delilini bilmeksizin körü körüne herkesin söz ve davranýþlarýna uymayý yasaklýyor. Daima her þeyin vahiy ile, akýl ve mantýk ile, delillere dayanan muhâkemelerle incelenmesi gerektiðini gösteriyor. Bir âyette: “Sözlerinizde doðru iseniz delillerinizi getirin.”[1126] buyuruluyor. Diðer bir âyette de: “Ýlminin ulaþmadýðý þey üzerinde durma!”[1127] buyuruluyor.
Dini, Hurâfeler Yýðýný Haline Getirmek, Yozlaþtýrmak; Tahrif Çabasýdýr
Din ve Kitap üzerinde o kadar oynanýyor ki, hakký hâkim kýlmak ve sadece Allah’a kulluk için gönderilen din, özellikle laik ülkelerde, artýk statükoyu ayakta tutma ve zorluklar esnasýnda zâlim yönetimlere koltuk deðneði olma görevi görüyor. Her caný isteyen, istediði þekilde Allah'ýn âyetlerini amacý dýþýna çýkarýyor, istismar edebiliyor. Yani Allah'ýn vahyi, hevâ ve isteklere göre yorumlanýp þekillendiriliyor.
Ýþte din, böyle garip býrakýlýnca, düþmanlar tarafýndan bid'at, hurâfe, israiliyat ve þirk unsurlarýndan niceleri Hak Dine katýlmaya baþlandý. Ve yýllar sonra da bunlar Ýslâm'dan sayýldý ve câhil halka dinin esasý gibi sunulmaya çalýþýldý. Bunlarýn Kur'an ve sahih sünnete göre yeniden saðlamasýný yapýp bâtýl ve hurâfeleri ayýklamak, ilim sahibi mü'minleri beklemektedir. Bu çok zor görünse de mutlaka yapýlmalýdýr. Bizim Ehl-i Kitap'tan farklý bir yönümüz vardýr ki o da Allah kelâmý olan Kur'an'ýn dokunulmazlýðý, Allah tarafýndan korunmasýdýr.[1128] Ýþte bu konum itibarýyla biz yeniden Kitabýmýz'a sahip çýkabiliriz. Yeter ki bu bilinci kazanalým, yeter ki bu konuda yeterince formasyona sahip olalým.
Mûsâ ümmetinin Tevrat'a yaptýðýnýn benzerini Muhmmed ümmeti de Kur'an'a yaptý. Onu taþýmasý ve iki ayaklý Kur'an olmasý gerekenler Allah'tan deðil de, yöneticilerden korktuklarý için görevlerini ihmal ettiler. Toplum içerisinde hükmedilmek için indirilen âyetler, para karþýlýðý ölülere okunmaya, muskalar yazýlmaya, anma günlerinde "müsekkin" olarak kullanýlmaya baþlandý. Ümmet-i Muhammed, ümmet-i Mûsâ gibi yahûdileþme temâyülüne kapýlsa da, Kur'an'ýn metni, Tevrat gibi tahrif edilemedi. Çünkü bu iki kitap arasýnda bir fark vardý. Allah Tevrat'ýn korunmasýný Ýsrâiloðullarý âlimlerine tevdî etmiþken, Kur'an'ýn korunmasýný bu ümmetin âlimlerine býrakmayýp bizzat kendisi üstlenmiþti: "Elbette Biz, Biz indirdik Zikr'i (Kur'an'ý) ve elbette onu koruyacak olan da Biziz."[1129]
Kur'an, Tevrat'ýn tahrifini ifade ederken, tahrifin hangi þekillerde yapýldýðýný farklý kavram ve terimlerle ifade eder:
a- Tahrif yoluyla [1130]
b- Tebdil yoluyla [1131]
c- Gizleme yoluyla[1132]
d- Unutma yoluyla[1133]
e- Uydurma yoluyla: Uydurduklarý yalanlarý, ya da tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ýn metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuþaklar onu da Kitab'ýn metninden zannediyorlardý. Her tahrif, "tahlit"i (karýþtýrma) beraberinde getiriyordu. Kur'an buna dikkat çeker: "Ey ehl-i kitab, niçin hakka bâtýlý karýþtýrýyor ve bile bile gerçeði gizliyorsunuz?"[1134]
Ayný tip tahrifi müslümanlar da kendi þeriatlarýnda yaptýlar. Hadis uydurmacýlýðý bunun en tipik örneðiydi. Allah'ýn koyduðu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas ettiler. Allah tarafýndan korunmuþ kitaplarýnýn tahrif olduðu sonucunu doðuracak yalan rivâyetleri en güvenilir kitaplarýna (tefsirlerine, hadis kitaplarýna) aldýlar. Selman Rüþti ve Turan Dursun gibi kendi inancýna düþman edilmiþ zavallýlarýn elinde Ýslâm'a karþý kullanacaklarý birer koza dönüþecek "Garanik" türü rivâyetlerle doldurdular kitaplarýný.
Nâsih-mensûh ile ilgili tuhaf ve Kur'an'dan þüphe uyandýracak rivâyetlerle, tefsir ve te'vil adý altýnda nice tahrifat içinde Kur'an'a yaklaþýmlar söz konusudur.
Müslüman Ýsrâiloðullarýnýn yahûdileþme alâmetleri, ümmet-i Muhammed içerisinde de tezahür etmiþtir. Bunlarýn baþýnda din âlimlerinin Kitab'ý birtakým gerekçelerle keyfî yoruma tâbi tutmalarý gelmektedir. Bu eðilimin günümüzdeki temsilcileri, Allah'ýn hükmüyle hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam bir yahûdileþme temayülü sergilemektedirler. Özellikle Bel'am kýlýklý âlim müsveddeleri âyetleri iþine geldiði gibi yorumlayarak tahrif etmeye çalýþmaktadýrlar.
"Yoksa, siz Kitab'ýn bir kýsmýna inanýp bir kýsmýný inkâr mý ediyorsunuz?"[1135] Ümmet-i Muhammed, özellikle nesh konusunda Ýsrâiloðullarýnýn düþtüðü yanlýþa düþtü. Kur'an'ýn iki kapaðý arasýnda yazýlý olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur. Þeriatlerin maksatlarýndan biri olan "tedrîcilik" sünnetini göz önüne almayan bir kýsým ulemâ, bazý âyetler arasýnda çeliþki olduðunu zannedip bir kýsmýný bir kýsmýyla mensuh addetmiþlerdir. Lâkin, Hz. Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan hiçbir âyet için "bu âyet mensuhtur" biçiminde sahih bir rivâyet gelmemiþtir. Ayrýca, mensuh olduðu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek âyet yoktur.
Sünnetin tahrifi ve Ýsrâiliyât (hem yahûdi ve hýristiyan kaynaklarýndan ve hem de modern hurâfeler/çaðdaþ Ýsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanýmýzýn zihinlerini ve gönüllerini allak bullak etmeye yetmiþtir. Çaðdaþ tahrif akýmlarýndan Bahâilik, Kadýyanilik, Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, Ýskender-i Ekber taraftarlarý, devlet âlimi (kapýkulu ulemâsý) olan Bel'amlar, modernist muharrifler (reformcular) ve daha niceleri sayýlabilir.[1136]
Tahrifin ve hurâfeciliðin ikinci bir sebebi de, siyasal sebeplerdir. Bu da, yine bâtýl zihniyetlerin yönetim anlayýþlarýný aynen almak ve Allah’ýn hükmü yerine, bâtýl yönetimin her çeþit kurallarýna mutlak bir þekilde uymak þeklinde olmaktadýr. Bâtýl yönetime ve zâlim tâðutlara itaat için hak din en önemli engel olduðu için din, uydurma te’villerle tahrif edilmeye çalýþýlacak veya hak gizlenecektir. Hakkýn râzý olduðu din, halkýn ve tâðutlarýn râzý olacaðý þekilde çarpýtýlacaktýr ki, bu da dine bid’at ve hurâfelerin, hatta açýkça þirk unsurlarýnýn katýlmasýyla veya bazý hakikatlerin örtbas edilip yok sayýlmasýyla gerçekleþecektir. Ýþte dine bu müdâhele, atma ve katma, tahrif kavramýyla ilgilidir ve hak dine en büyük ihânettir.
"Benden sonra birtakým emîrler (idareciler) olacaktýr. Kim onlarýn yalanlarýný tasdik eder, yaptýklarý zulümde kendilerine yardýmcý olursa benden deðildir. Ben de onlardan deðilim. O kimse benim 'havz'ýmýn etrafýna yaklaþamayacaktýr. Kim onlarýn yalanlarýný tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardým etmezse bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzýmýn kenarýnda bana ulaþacaktýr."[1137]
"Benden sonra, yakýnda birtakým sultanlar peydah olur. Kapýlarýnda fitneler develerin yataklarý gibidir. Kimseye bir hayýr göstermezler (ellerinden kimse hayýr görmez). Bir þey verirlerse, ancak onlarýn dinlerinden bir tâviz kopararak verirler."[1138]
Sünnetin Tahrif Çabalarý
Sünnet, Kur’an’ýn hayata dönüþmüþ þeklidir. Sünnetin kavramsal alaný, kitabî ve teorik olanla deðil; hayatî ve pratik olanla ilgilidir. Zaten “sünnet” sözlükte alýþýlmýþ yol, takip edilen örnek, taklit edilen davranýþ þekli gibi anlamlara gelmektedir. Onun içindir ki Kur’an, kendisini deðil; Rasûlullah’ý örnek gösterir.[1139]
Ýsrâiloðullarýnýn kendi Kitaplarý üzerinde yaptýklarý tahrifatýn aynýsýný bu ümmet de hadiste yapmýþtýr. Önceki ümmetlerin vahyin aydýnlýk yolundan nasýl saptýðýný çok iyi bilen Rasûlullah, onlarýn kötü sünnetlerini takip etmemesi için bu ümmeti tekrar tekrar uyarmýþtýr. Özellikle müslüman Ýsrâiloðullarýnýn nasýl yahûdileþtiklerini bu ümmete ibretâmiz bir örnek olarak gösteren Allah Rasûlü, bu ümmetin de “onlarýn yolunu karýþ karýþ, adým adým izleyeceðini”[1140] bir mûcize olarak daha o günden beyan etmiþtir. Rasûlullah’ýn, bu ümmetin yahûdileþmesi konusunda gösterdiði hassâsiyet, Kur’an’dan kaynaklanmaktadýr. Kur’an’ýn bu konudaki en büyük uyarýsý “Kitabýn arkaya atýlmasý” konusundadýr. Çünkü müslüman Ýsrâiloðullarýný yahûdileþtiren en büyük sebep, Kitaplarýný arkaya atarak onun hükümlerini terk etmeleridir: “Kitap verilenlerden bir grup, Allah’ýn kitabýný sanki bilmiyorlarmýþ gibi arkalarýna attýlar.”[1141] “Allah, kendilerine kitap verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açýklayacaksýnýz, gizlemeyeceksiniz’ diye söz almýþtý. Fakat onlar verdikleri sözü arkalarýna attýlar ve ona karþýlýk bir miktar ücret aldýlar.”[1142]
Vahyin arkaya atýlýp “metrûk” bir tarihî hâtýra haline getirilmesi yalnýz Allah'a karþý deðil; Peygamber’e karþý da bir hakarettir. Ümmetinin bu yâhudileþme alâmetini Rasûlullah’ýn kýyâmette Allah Teâlâ’ya nasýl þikâyet edeceði Kur’an’da þöyle ifade edilir: “Peygamber der ki: ‘Ya Rabbi, halkým, bu Kur’an’ý terkedilmiþ bir halde býraktýlar!”[1143]
Rasûlullah’ýn kesin emirle “Benden bir þey yazmayýn. Benden Kur’an dýþýnda bir þey yazan hemen onu imha etsin!”[1144] buyurmasý, sahâbenin kendi sözlerini yazmak için izin istediklerinde bu isteði defaatle reddedip buna izin vermemesi[1145] hep bu ümmetin Kitab’ý tahrif ederek yahûdileþeceði korkusu yüzündendir.
Sünnetin temiz ýrmaðýný bulandýrmak için, onun bir bölümünü oluþturan hadisleri tahrif etmek, en uygun yoldu. Ýsrâiloðullarý, tahrife daha çok ekonomik çýkarlar yüzünden giriþmiþlerdi. Müslümanlar ise tahrif iþine siyasal çýkarlar yüzünden bulaþtýlar. Ýlk uydurulan rivâyetler, hizip savaþlarýnda kullanýlmak için uyduruldu. Örneðin “Kaderiyye, bu ümmetin mecûsileridir” sözü bunlardan biriydi. Rasûlullah’ýn vefatýndan onlarca yýl sonra ortaya çýkan bir mezhep hakkýnda, Onun aðzýndan yalan uydurmaktan çekinmemiþlerdi Kaderiyye’nin muhâlifleri. Tabii Kaderiyye de karþý taraf için uyduruyordu. Mürcie hakkýnda uydurulan þu mevzû hadis onlardan biri: “Nebî buyurdu ki: ‘Mürcie’ye yetmiþ peygamberin dili lânet okusun!”[1146]
Uydurmacýlýk, sadece kelâmî mezhepler arasýnda kalmýyor, fýkhî mezhepleri de kapsýyordu. Müfrit bir Hanefî mezhebi müntesibinin uydurduðu þu söz bunlardan biri: “Allah Rasûlü buyurdu: ‘Ümmetimden bir adam çýkar; Ona Muhammed bin Ýdris (Ýmam Þâfii) denir. O adam, ümmetime Ýblisten daha zararlýdýr. Yine ümmetimden bir adam çýkar; ona Ebû Hanife (Ýmam Âzam) denilir. O ümmetimin kandilidir.”[1147]
Uydurmacýlýðýn en tehlikeli yanlarýndan biri, Allah’ýn koyduðu haram ve helâl sýnýrlarýný deðiþtirmektir. Ýsrâiloðullarýna mubah olan birçok þeyi hahamlarýn haram kýldýðýný Kur’an’dan öðreniyoruz: “Tevrat indirilmeden önce, Ýsrâil (Yakup Peygamber)’in kendisine haram kýldýðý þeyler dýþýnda Ýsrâiloðullarýna bütün yiyecekler helâldi. De ki: Getirip okuyun Tevrat’ý, eðer doðruysanýz!”[1148] (Gerçekten de Ýsrâiloðullarýnýn kendilerine yasak kýldýklarý inek etinin Tevrat’ta helâl kýlýndýðýný görüyoruz.)[1149]
Allah’ýn koymadýðý yasaklarý koymak, sünnetullaha aykýrý olduðu gibi, fýtrata da aykýrýydý. Çünkü, eðer vahiy bir konuda yasak koymamýþsa elbette bunun bir hikmeti vardý. Bu hikmet dün çýkmamýþsa bugün, bugün deðilse yarýn kendini gösterebilirdi. Çünkü din evrenseldi ve getirdiði kurallar da bütün insanlýðýn ihtiyacýný karþýlayacak çapta olmalýydý.
Arap ýrkýna has hayat tarzýný, giyim stilini, damak zevkini, estetik anlayýþýný din pâyesi altýnda tüm dünyaya dayatmaya kalkmak, öncelikle dinin “deðiþken” ve “sâbitelerini” birbirine karýþtýrmak demekti. Bu, dinde lâubâlileþme sonucunu doðururdu. Çünkü insanlar, hayatî sorunlarýný çözmede hiç gereði yokken yerli-yersiz din ile karþý karþýya getirildiðinde, din, kalabalýklarýn dini olmaktan çýkýp bir seçkinler sýnýfýnýn dini olmaya baþlýyor; kalabalýklar ise artýk dinin deðiþmez deðerlerine karþý lâubâlileþiyordu. Bu, tam Ýsrâiloðullarýnýn Hz. Mûsâ’dan sonra dinlerine karþý lâubâli oluþ serüveninin aynýsýydý.
Dün, tiyatro konusunda konulan sýnýrý belirlenmemiþ yasaklarýn ardýndan, bugün “Ýslâmî tiyatronun farziyyeti” derecesine, dün “erkek çocuklarýný dahi okula göndermeme” ifrâtýnýn ardýndan bugün delikanlý kýzlarýn okumasý hatýrýna “baþlarýný açýversinler caným” tefritine, dün vesikalýk resmin dahi zarûrete binâen ancak tecvîzinden, bugün Altýn Portakala aday “hidâyet filmleri”ne, dün telli çalgýlarýn haramlýðýndan bugün telli çalgýlarýn, yanýnda dut yemiþ bülbüle döndüðü orglar ve orkestralar eþliðinde verilen “Ýslâmî konser”lere, dün dinlenmesi “haram” olan radyodan bugün kurulmasý “farz” olan televizyon istasyonuna kadar bir yýðýn örnek, yukarýda vardýðýmýz yargýyý sadece doðrulamakla kalmýyor, içine düþülen çýkmazý da bir kara mizah halinde gözlerimizin önüne seriyor.[1150]
Ýsrâiliyyât
Tahrif ve hadis uydurmacýlýðý bahsinde önemli bir konu da Ýsrâiliyyât’týr. Ýsrâiliyyât, önceleri Ýsrâiloðullarý kaynaklý tüm rivâyetlere verilen bir isimken, daha sonra Ýslâm kültürüne (daha doðrusu bazý müslümanlarýn kültürüne) girmiþ tüm yabancý kaynaklý bilgilerin ortak ismi haline gelmiþtir. Ýsrâiliyyât kaynaklarýnýn baþýnda Tevrât ve onun þerhleri gelir.
Uydurma olduðu kesin olan Ýsrâiliyyâta karþý Rasûlullah’ýn tavrýna þu rivâyet delildir: Rasûlullah’a elinde Ýsrâiloðullarýna ait kitaplardan -ki bu kitap, bazý hadis þârihlerinin zannettiði gibi Tevrat deðildi, baþtan sona uydurma rivâyetler içeren yahûdi sözlü geleneðinin kaynaðý olan Miþna adlý bir kitaptý- biriyle gelen Hz. Ömer’i Rasûlullah azarlamýþtý.[1151]
Kur’an’ýn ve sünnetin yaklaþýmý esas alýnarak Ýsrâiliyyât, üç kýsýmda deðerlendirilir:
1- Doðruluðu tasdik edilen Ýsrâiliyyât,
2- Yalan olunduðundan emin olunan Ýsrâiliyyât,
3- Doðru ya da yalan olduðu bilinemeyen Ýsrâiliyyât.
Kur’an, Tevrat’ýn mihenk taþýdýr. Kur’an’ýn kabul ettikleri doðru, reddettikleri yalan, sükût ettikleri ise meçhuldür. Meçhul rivâyetler karþýsýnda tavrýmýzýn ne olmasý gerektiðini Rasûlullah açýklamýþtýr: “Kitap ehlini ne yalanlayýn, ne de tasdik edin. Deyin ki: ‘Allah'a ve Allah’ýn bize ve size indirdiði âyetlere iman ettik.”[1152]
Rasûlullah, müslümanlara yaptýðý bu tavsiyeyi (her konuda olduðu gibi) önce kendi tutmuþ, kitap ehlinin Tevrat’tan Ýbrânice okuyup da Arapçaya çevirerek anlattýklarý kimi hikâyeleri sadece dinlemekle yetinmiþtir. Esasen bu hikâyeler, asýrlardýr o bölgede oturmakta olan yahûdiler tarafýndan sürekli anlatýla anlatýla artýk bölge halkýnýn ortak kültürü haline dönüþmüþtü. Bunlar içerisinde Tevrat’ta yer alan bir cümlenin atasözü haline gelmiþi olan “kadýn, kürek/eðe kemiðinden yaratýlmýþtýr” sözü örnek olarak anýlabilir.
Deccâl, mehdî, kýyâmet alâmetleri gibi birçok konuda yýðýnlarca rivâyet nakledilir. Birçoðunun aslý araþtýrýldýðýnda bunlarýn Ýsrâiliyyâttan olduðu ortaya çýkmaktadýr. Ancak kimi râvîler mârifetiyle bu rivâyetler Rasûlullah’ýn aðzýndan çýkmýþ gibi nakledilmektedir. (Bu gibi rivâyetlerin asýl kaynaðý olan Kâ’bu’l-Ahbar, Vehb bin Münebbih gibi kimselerden bazý sahâbiler dahi rivâyet etmiþlerdir. Bir sahâbinin kendisinden sonraki nesle mensup birinden rivâyetine usûlde “tedlis” denir.)
Ýþte buna benzer “senedi sahih, metni illetli” bir rivâyetin aslýný araþtýran bir muhakkikin tesbiti: “Zübeyr bin Avvam, hadis rivâyet eden bir adam duydu. Adam hadisi bitirene dek bekleyen Zübeyr ona þöyle dedi: ‘Sen bunu Rasûlullah’tan mý duydun?’ Adam ‘evet’ dedi. Zübeyr þöyle dedi: ‘Ýþte bu ve benzerleri beni Nebî’den hadis rivâyet etmekten soðutanlardýr. Ömrüme yemin olsun ki, ben bunu Rasûl’den duydum ve bu söylediðinde Rasûlün yanýndaydým. Fakat Rasûl bu hadise baþladýðýnda biz ona kitap ehlinden bir adamýn sözünü aktardýk. Ve sen, ‘evet, duydum’ diyen kiþi, sen hadisin baþý bittikten sonra geldin ve kitap ehlinden bir adamýn anlattýklarýný Rasûlullah’ýn hadisinden zannettin.”[1153]
Ýþte bu rivâyet, bazý sahâbilerin dahi yahûdilere ait birtakým rivâyetleri sözün baþýna yetiþemedikleri için Rasûlullah’ýn söylediðini zannederek rivâyet ettiklerinin en ilginç delili. Bu gibi örnekler, mûteber hadis kaynaklarýndaki senedi sahih, lâkin metninde Ýsrâilî rivâyetler olan hadislere nasýl bakmamýz gerektiðini göstermektedir. Ýþte þu hadis de onlardan biri: “Ölüm meleði Mûsâ’ya gönderildi. Mûsâ ona bir yumruk vurdu ve gözünü çýkardý. Melek Rabbine geri dönüp dedi ki: ‘Beni ölmek istemeyen birine gönderdin’ Allah, gözünü geri iâde etti ve buyurdu ki: ‘Dön, eðer yaþamak istiyorsa elini öküzün sýrtýna koymasýný söyle, avucunun aldýðý her kýla karþýlýk bir yýl yaþar. Mûsâ sordu: ‘Ya Rab, ya sonra?’ Allah cevapladý: ‘Ölüm!’ Mûsâ dedi: ‘O zaman þimdi gelsin...”[1154]
Sözkonusu hadislerden biri de þudur: “Seyhan, Ceyhan, Fýrat ve Nil cennet nehirlerindendir.”[1155] Bu hadis rivâyeti, Tevrat’taki cümlelere çok benzemektedir.[1156] Kur’an’a aykýrý olan Ýsrâiliyyât, tefsirlerde de çokça yer alýr. Ýsrâiliyyât, Kur’an ve sünnet ölçüsüne vurularak süzgeçten geçmeden ulu orta kaynak olarak kullanýlýrsa, geçmiþte olduðu gibi bir yýðýn hurâfe ve yalanýn müslümanlarýn kaynaklarýna karýþmasý sonucunu doðuracaðý gibi, dinin tahrifini de beraberinde getirir.
Çaðdaþ Ýsrâiliyyât
Bugün, Ýslâmî kültürü tehdit eden, eski Ýsrâiliyyât deðil; adý Ýsrâiliyyât olmayan ve çoðu kimsenin dikkatini çekmeyen çaðdaþ Ýsrâiliyyâttýr. Ýsrâiliyyât, bizce “tahrif kültürü”nü sembolize eden bir isimdir. Ýslâm kültürünü tahrife yönelen her kültür, “isrâiliyyât” kapsamýna girer. Bu yüzden orta çaðda Ýslâm kültürünü istilâ eden Yunan felsefesi de döneminin isrâiliyyâtýydý. Her yabancý kültür gibi girdiði kültüre hem katkýda bulundu, hem yozlaþtýrdý. Yüzyýllardýr boþu boþuna tartýþýlan ve “imanýn kelâmlaþmasý” demeye gelen Allah’ýn sýfatlarý meselesi, dünyanýn “kadîm/hâdis”liði meselesi, “haþir” meselesi, “cüz’ü lâ yetecezzâ” meselesi hep bu kültürün Ýslâm kültürüne etkisiyle ortaya çýkan incir çekirdeðini doldurmayan meselelerdi.
Bugünün en tehlikeli isrâiliyyâtý çaðdaþ ideolojiler ve sistemlerdir. Marksizm, sosyalizm, þövenizm, kapitalizm ve Kemalizm birer isrâiliyyât olduðu gibi, pozitivizm, materyalizm, sekülarizm ve laisizm gibi felsefî ve siyasî akýmlar da bugünün Ýslâm kültürünü ve hatta varlýðýný ciddi bir biçimde tehdit eden isrâiliyyâttýr. Türk-Ýslâmcýlýk, Ýslâmî sol, Ýslâm sosyalizmi þimdilerde moda olan laik Ýslâm da “hakkýn bâtýlla karýþtýrýlarak” bir tür “düþünce þirki” elde edilen yahûdileþme ve gâvurlaþma temâyüllerindendir. Bu gibi düþünce þirklerine fetva tedarik etmekle görevlendirilen resmî din adamlarý taifesiyle Kur'an’ýn “hakka bâtýlý karýþtýrýp bile bile hakký gizledikleri” için kýnadýðý yahûdileþmiþ din adamlarý arasýnda garip bir iliþki var.
Laisizm, son moda isrâiliyyât olarak günümüz Türkiye müslümanlarý için çok ciddi bir tehlike olarak hissettirmektedir kendisini. Müslümanca düþünme ve yaþama felsefesini kökten tehdit eden laisizm sadece kültürümüzü deðil; imanýmýzý da tehdit etmekte. Kadim/eski isrâiliyyât, kelimeleri yerlerinden ederek düþünceyi tahrif ve hayatý tahrip ediyordu. Çaðdaþ isrâiliyyât olan laisizm ise eþyayý menþeinden, gayesinden ve illetinden ederek düþünceyi tahrif ve imaný tahrip etmektedir. Bu çaðdaþ ilhad modasý, hayatla imanýn arasýný ayýrarak eþyanýn tabiatýna aykýrý bir konum almakta, bu modaya kapýlanlar ise dini “vicdanîleþtirerek” hýristiyanlaþmaktadýrlar. Laisizm, Kur’an’ýn diliyle “sapýtanlarýn yolu”, yani bir “hýristiyanlaþma”dýr.
Ancak, þu bir gerçektir ki, isrâiliyyâtýn ister eski, ister çaðdaþ olsun tüm çeþitlerinde yahûdilerin parmaðý hep olagelmiþtir. Ýslâmî kaynaklara girmiþ kadim isrâilî rivâyetlerin baþýnda deccal ve mehdi haberleri gelirdi. Çaðýmýz yahûdileri, tekellerinde tuttuklarý basýn-yayýn ve iletiþim araçlarý vasýtasýyla süper güç adý altýnda insanlarýn zihninde “heyûlâ” haline getirilen yeni “deccal” ve “mehdi”ler imal etmektedir. Ýnsanlýðýn bilinçaltýna yerleþtirilen bu güçler, kimi için “korku”, kimi için “umut” haline getirilmektedir.
Bugün iletiþim organlarý sayesinde çaðdaþ teknoloji muazzam bir hurâfe haline getirmektedir. Ýnsanlar makinelerde, onlarda olmayan birtakým güçler vehmeder olmuþlardýr. Çaðdaþ isrâiliyyât, “yazýlý âyetler” dýþýndaki üç âyeti de tahrife yönelmiþtir.
Ýnsanýn tahrifi: Allah’ýn âyetlerinden bir âyet olan insan, hem fiziðiyle hem metafiziðiyle tahrip edilmekte, kitlesel imha silâhlarýyla bedeni tehdit altýndayken, kitle iletiþim araçlarýyla da duygu ve düþüncesi tahrip ile karþý karþýya kalmaktadýr.
Olaylarýn tahrifi: Yine, Allah’ýn âyetlerinden bir âyet olan “âyât-ý hâdisât” da yahûdi kartellerin elinde tuttuðu uluslararasý medya tarafýndan tahrif edilerek insanlarýn haber alma emniyeti katledilmektedir. Olaylar, olduðu gibi deðil; haberi aktaranlarýn istediði gibi, tahrife uðrayarak insanlara sunulmaktadýr.
Tabiatýn tahrifi: Allah’ýn âyetlerinden dördüncüsü olan “âyât-ý kâinât”, yani tabiat, teknoloji adlý canavarýn tahrifine uðramakta, ekolojik ve biyolojik denge tahrip olmaktadýr. Allah’ýn kevnî âyeti olan tabiatýn tahribine yol açan bu “teknolojik tahrif”i de, insanlýðýn istikbalini tehdit eden bir tahrif çeþidi olarak görmek yerinde olacaktýr.
Türkiye gibi pozitivist eðitimin tutmadýðý, bunun sonucunda da genç kitlelerde büyük bir inanç boþluðu meydana gelen taklitçi ülkelerde þimdilerin en moda isrâiliyyâtý, yýldýz falcýlýðý, astroloji ve burç falcýlýðý, medyumluk gibi sapkýnlýklardýr. Bir asra yakýn zamandýr dinî olan her þeyi yok etmek için insafsýzca savaþan resmî ideoloji, dinin yerine koyacak bir þey bulamayýnca, ortalýðý bu sahte dinler, nazar boncuðu, uður totemleri vs. gibi sosyete putlarý kapladý. Bu sahte dinlerin peygamberleri de medyum, astrolog, nümerolog, müneccim adý altýnda ortaya çýkan kimselerdi.
Bazý Hurâfeci Tahrif Akýmlarý
Tahrif konusu iþlenirken, örnek olarak gösterilen tahrifçi akýmlar, hep hicrî ilk üç yüz yýllýk bir dilimden gösterilir. Oysa ki, Ýslâm ümmeti içerisinde daha sonra ortaya çýkan tahrifçi mezhepler, dinde yaptýklarý tahribat açýsýndan öncekilerden hiç de aþaðý deðildirler. Bunlarýn en önemlileri Bahâîlik, Kadýyânîlik, Hurûfilik, Ebced ve Cifircilik, On dokuzculuk, Ýskendercilik gibi bâtýl mezhep ve akýmlardýr.
Ýran ve Hindistan-Pakistan gibi ülkelerde yaygýn olduðunu gördüðümüz Bahâîlik ve Kadýyânîliðin Türkiye topraklarý üzerinde pek etkisi olmadýðýný belirtelim.
Hurâfeci Tahrif Akýmlarýndan Hurûfîlik, Ebcedcilik, Cifircilik: Ýnsanlýk tarihinde tevhid akîdesini bulandýran bir yýðýn hurâfe çeþidi olagelmiþtir. Bunlar bazen aðaç, ýrmak, inek, yýldýz, güneþ, ateþ, yer, gök gibi müþahhas/somut varlýklar olabildiði gibi, bazen de peri, gulyabânî, dev, hortlak vs. gibi mücerret/soyut tasavvurlar da olabilmektedir. Ýnsanýn, olmayan bir þeyi vehmetmesiyle, eþyada olmayan bir gücü onda varmýþ gibi hissetmesi arasýnda temelde bir fark yoktur. Bunlarýn tümü birer “tahrif”tir, imanýn tahrifi...
Somut birer varlýk olan eþyada güç vehmetmekten daha beter bir hurâfe olan soyut birer sembol olan harf ve rakamlarda birtakým sýrlar ve mânâlar vehmetmek, insanoðlunun en eski hurâfelerinden biridir. Bu hurâfeler, kendisine inanan insanlarda gösterdiði etki sayesinde yaygýnlaþmakta, bâtýl da olsa, insanýn duyularý üzerindeki baskýsý sonucunda gerçekleþen birtakým fizikî tezâhürler, “evhamlý” insanlarýn hurâfelere inanmasýna delil olmaktadýr.
Din, her þeye gücü yeten bir varlýða (Allah); sihir ise, tabiattaki somut ya da soyut bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, sihrin ise sadece müþterisi vardýr. Dinde günah ve haram anlayýþý varken, sihirde yoktur. Dinde açýklýk ve anlaþýlýrlýk, sihirde ise kapalýlýk ve gizem esastýr. Dinde erdem, itaat ve baðlanma; sihirde ise menfaat vardýr. Sihir, ilâhî otorite ve ahlâkî kurallarýn dýþýndadýr. Ýddiasý, tanrý(lar)ý zorlayarak bir þey yaptýrmaktýr. Sihirbaz, menfaati için her kutsalý kullanmakta bir beis görmez.
Hurûfîlik, tarihin en eski hurâfe yöntemlerinden biridir. Harfler ve rakamlarla insanlarýn duygularý üzerinde baský kurma, onlarý, tabiat üstü varlýklarý harekete geçiren birer parola olarak kullanma iþinin bir parçasý olan rakam deðerli harf sistemini (ebced, cifir), yahûdileþen Ýsrâiloðullarý sistematik bir biçimde kullanmýþlardýr.
Sihirbazlýk ve yýldýz falcýlýðý Tevrat’ta yasaklanmasýna raðmen[1157] yahûdiler bu iþi yapagelmiþlerdir. Hatta Kabala adý verilen ve ebced hesabýna çok benzeyen bir rakamsal sihir sistemi yahûdilere atfedilir. Kur’ân-ý Kerim, Hz. Süleyman’ýn “peygamber” deðil de; büyücü olduðunu iddia eden yahûdileri reddederek sihrin ilk defa nasýl ortaya çýktýðýný Bakara sûresi, 102. âyette bildirir.
Yahûdiler, eski alýþkanlýklarý gereði hep gizemli þeylerin ardýna düþüyorlar, tabiatta insanla uyum içerisinde yaþayan þeffaf güçleri, hasýmlarýnýn aleyhine kullanmanýn yollarýný arýyorlardý. Ayrýca “Ebû Câd hesabý” diye bilinip Türkçeye “ebced hesabý” olarak geçen rakam deðerli harf sistemiyle, gelecekte vuku bulacak birtakým olaylarý bileceklerini iddia ediyorlardý.
Ýslâm âlimleri, ebced sistemine hurâfe olarak bakarlar. Ýbn Hacer bu sistemle varýlan sonuçlarýn bâtýl olduðunu, ona itimat etmenin câiz olmadýðýný söyler. Ýbn Abbas (r.a.)’ýn da ebced hesabýndan insanlarý sakýndýrdýðý ve onu sihrin bir çeþidi sayarak “bu hesabýn þeriatta yeri yoktur” dediði aktarýlýr.[1158]
Cifr, ebced, cümmel vs. gibi adlar verilen rakam deðerli harf sistemiyle olaylarýn zamanýný, yerini, durumunu, sýrrýný keþfetmek için yapýlan bu hurâfecilik iþlemine “hurûfîlik” adýný verebiliriz. Tarihte bu adla ünlenmiþ bir ekol de bulunmaktadýr. Ýran’lý Fazlullah Hurûfî (ö. 1394) adlý bir þeyhin kurduðu bu tarikatta, görülmeyen güçleri harekete geçirmek ve tabiat üstü kuvvetleri kullanmak için birtakým harf, rakam ve þekillere özel anlamlar yüklenir.
On Dokuzculuk; Hem Çaðdaþ, Hem Hurâfe: Hurûfîliðin çaðdaþ bir tezâhürü de 19’culuk akýmýdýr. Amerika’da yaþamýþ Türk asýllý bir Mýsýr vatandaþý olan biyokimya doktoru Reþat Halife’nin bilgisayar analizlerine dayanarak icad ettiði “on dokuz mûcizesi”, piyasaya ilk sürüldüðünde hayli taraftar buldu kendisine. Reþat Halife iddiasýný, “on dokuz” sayýsýnýn Kur’an’ýn kodu olduðu tezi üzerine kurmuþtu. Tarihte çýkan her fýrka gibi o da delillerini Kur’an’dan getirmeye çalýþýyordu. Ama on dokuz sayýsýnýn mûcizeliðinin ispatý yapýlýrken, Kur’an’da bu rakamla uyuþmayan bazý sayýmlar elde edilince, Kur’an’ýn bazý âyetleri (meselâ Tevbe sûresinin son iki âyeti) inkâr edilmeye, bu âyetlerin -hâþâ- Kur’an’a sonradan ilâve edildiði gibi çok âdice bir iftiraya varýlýyordu. Hurâfenin mantýðý, her yer ve her çaðda ayný. Uydurulan hurâfeye uymadý diye, hurâfeden vazgeçilmek yerine âyetten vazgeçiliyordu. Buna “Kur’an’a iman etmek” deðil; “19’a iman etmek” derler. Hâlbuki sadece bu iki âyetteki kelimeler deðil; nice örnekte görüldüðü þekilde bazý kelimeler yanlýþ sayýlýyor veya uydurma te’villerle zorlanarak sayý tutmuþ gösteriliyordu.
En sonunda bu iddialarý ortaya atan Reþat Halife, aðzýndan baklayý çýkardý. O, beklenen “peygamberliðini” ilân ediyordu. “Reþat Halife-Allah”ýn Rasûlü” imzasýný attýðý “Allah’ýn Dünyaya Bildirisi” baþlýklý bir metin ile peygamberliðini dünyaya duyurur ve herkesi kendisine inanmaya dâvet eder. Bu sapýk mütenebbî ve baðlýlarý, bununla da yetinmeyip bazý âyetleri tahrif etmekten geri durmazlar. Kur’an’ýn Allah’tan baþka kimsenin bilemeyeceðini ýsrarla söylediði Kýyâmetin kopma tarihini, yahûdilerin yaptýðý gibi, hurûf-ý mukattaa’nýn cifr hesabýndaki toplam rakamsal karþýlýðý olarak ilân ederler.
19’cular, çok ilginç bir þeyi daha yaparlar. Týpký, Kadýyânîler’in Ýngilizlerin Hindistan’daki varlýðýný; Bahâîlerin, yine Ýngiliz ve Ruslarýn Ýran’daki sömürüsünü meþrûlaþtýrdýðý gibi, bunlar da Türkiye’de ateizmin taþeronluðunu yapan Kemalizm’in varlýðýný meþrûlaþtýrmaya çalýþýrlar. Bu sapýk dine göre, Kur’ân-ý Kerim’e -hâþâ- Muhammed”in yâveleri diyecek kadar Kur’an’a düþman olan Mustafa Kemal, Kur’an’ýn kodu olan kutsal 19 rakamýyla geleceði haber verilen “mûcizevî” bir müceddiddir. “Þeytanî bir hilâfete son veren Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatýný kuþatmýþ bulunan 19 sistemi Fussýlet, 53 âyetinde belirtilen iþaretlerden biridir” diyerek[1159] yer yer sahtekârlýk derecesine varan bir çarpýklýkla Atatürk”ün hayatýndaki 19 rakamýyla iliþkiyi ortaya atarlar.[1160]
Deðil hadisleri, tüm sünneti “þeytanî öðreti” adý altýnda acýmasýzca süpürüp, ezanda Peygamber Efendimiz’in adýnýn anýlmasýný “putperestlik” olarak niteleyebilecek kadar modernist ve “Kur’an’cý”, bilgisayara dayalý bir öðreti geliþtirecek kadar yenilikçi ve devrimci geçinen 19’cular da pekâlâ tarihin en mistik hurâfe ve hezeyanlarýndan hiç de aþaðý kalmayan bir hurâfenin ve tahrif akýmýnýn mimarý olabilmektedirler. Bu durum, bir kez daha göstermiþtir ki, hurâfecilik ve tahrif, hiçbir zümreye has deðildir; bu bir yahûdileþme mantýðýdýr. Bu mantýða saplanan insan, kimi zaman sünnet, kimi zaman gelenek, kimi zaman da çaðdaþlýk adýna âyetleri tahrif, dini tahrip edebilmektedir.
Ýskender el-Ekber Tâifesi: Kendisini önce mehdî, sonra peygamber ilân edip “Risâlet Nurlarý” isimli bir de -hâþâ- Allah tarafýndan kitap indirildiðini iddia eden mistik Mihr’cilerin tahrifi de rasyonalist 19’cularýn tahrifiyle özde aynýdýr. Ýþte Kur’an’dan sonra dünyaya indirilen “Risâlet Nurlarý”ndan âyetler(!): “Onlara aralarýndaki anlaþmazlýklarý halletmelerini söyle. Hepsi ile ayrý ayrý toplantý tertip et. Sonra Demirel, Erbakan, Türkeþ ve Feyzioðlu kullarýmýzla toplan.” (Anlaþmazlýk sûresi, s. 1) “Bugün öðleden sonra Sanayi Bakanlýðýna git. Soner’in sað tarafýnda sana yardýmcý kýldýklarýmýzdan birini göreceksin. Ona bu satýrlarý göster sana biat edecek.” (Mehdi sûresi, s. 13) “Beni defalarca gördün. Vaktiyle dayý beyin düþtüðü hataya düþme. Beni defalarca gördün. Cibril’i, Muhammed kulumuzu, kendini de gördün.” (Allah Teâlâ sûresi, s. 15-16) “Gördün ki sen uçtuðun zaman kimse senin uçtuðunun farkýna varmýyor.” (s. 26) “Ey Ýskender el-Ekber hazretleri kulumuz. Evet, sen hakiki bir hazretsin. Bozoklu Han bir veli idi ve senin ceddindir, seyyiddir. Sen de seyyidsin, 12. imamsýn, son imamsýn.” (Tayyý Mekân sûresi, s. 44) “Evet, þeytan senin voltajýna dayanamaz. Dalga uzunluðu konusunu sana tekrar yazdýracaðýz.” (s. 62)
Bunlar gibi, baþtan sona abuk-sabuk cümleler ve hezeyanlarla dolu olan bu kitapçýk, bir gerçeði açýk seçik ortaya koymuþtur: Ýnsanlar eðer sâdýk peygamberlerine tâbi olmazlarsa, onlarý arkalarýna takacak sahte peygamberler çýkmaya devam edecektir. Eðer içinde þüphe bulunmayan Allah’ýn vahyi Kur’an’a sarýlmazlarsa, bu ümmetin içinden çýkan ya da çýkacak olan muharriflerin/tahrif edicilerin elleriyle yazýp ‘bu Allah’tandýr’ diyerek piyasaya sürdükleri þeytanî vahiylerin tuzaðýna düþeceklerdir.
Muharrifler ve Müceddidler
Tecdîd, tahrîfin zýddýdýr. Tahrif edileni aslýna döndürmeye, tahrip edileni onarmaya, bozulaný yapmaya, eskiyeni yenilemeye “tecdîd”, bunu yapana da “müceddid” denir. Tecdîd, sonradan uydurmak deðildir. Aksine tecdîd, sonrada
Ynt: Atalar yolu By: hafýz_32 Date: 09 Kasým 2010, 14:09:01
sonradan uydurulmuþ þeyleri “asýl”dan temizlemektir. Bir bid’atten arýndýrma ameliyesidir. Tecdîd, kesinlikle reform deðildir. Reformda, öze baðlýlýk aranmaz. “Deforme” olmakla “tahrif” arasýnda benzerlik varsa da, bunlarýn izâlesi için yapýlan “reform” ile “tecdîd” arasýnda mâhiyet farký vardýr.
Reform, orijinali þart koþmaz. Reformun karþýlýðý “tecdîd” deðil; “ýslah”týr. Reformasyon; düzeltme, iyileþtirme, daha kullanýþlý hale getirme iþidir. Elde deforme olmamýþ bir “asýl” olmadan bir þey reforme edilebilir, ancak elde tahrif olmamýþ bir “asýl” olmadan tecdid gerçekleþtirilemez.
Tarih, müceddidlerle muharrifler arasýndaki bitmez tükenmez mücâdelenin en büyük þâhididir. Muharrifler, tarih boyunca hep müceddidlere düþman olagelmiþlerdir. Ekmeðini tahriften çýkaran her tahrifçi, tecdid yanlýlarýnýn amansýz düþmanýdýr. Bu nedenle de tarihte bir inancýn müceddidlerine en çok düþman olanlar, o inancý inkâr edenler deðil; o inancýn tahrif edilmiþ biçimini kabul edenler olmuþtur.
Benî Ýsrâilin Tahrifi ile Bu Ümmetin Tahrifi Arasýnda Karþýlaþtýrma ve Sonuç: Tahrif, Ýslâm ümmetinin yahûdileþme tehlikesine en çok mâruz kaldýðý bir temayüldür. Ýsrâiloðullarý dinlerini tahrif edince; ahlâkî, sosyal ve siyasal yapýlarý da tahrip olmuþtur. Bu ümmet de dinini tahrif edince ayný âkýbete uðrayarak ahlâkî, sosyal ve siyasal bir çöküþ sürecine girmiþtir. Ýsrâiloðullarýnýn Tevrat’a sarýlarak öze dönmesi artýk mümkün deðildir. Çünkü Tevrat’ýn muhâfazasý benî Ýsrâil bilginlerine býrakýldýðý için aslý kaybolacak bir biçimde tahrif edilmiþtir. Ancak ümmet-i Muhammed’in Kur’an’a sarýlarak dinini tecdid etmesi mümkündür. Çünkü Kur’an, bizzat Allah tarafýndan korunmuþtur.
Ýsrâiloðullarýný tahrife yönelten sebeplerin baþýnda iki þey gelir: Kör taassup ve dünyevîleþme. Bu ümmetin tarihindeki tahrifin sebeplerinin baþýnda da bu iki unsur gelmektedir: Siyaset, mezhep, meþrep, soy, ýrk, ulus asabiyeti ve makam-mevki, mal-mülk, servet-þöhret ihtirasý.
Bu ümmetin muharrifleri Kur’an’ýn metninde tahrifat yapamamýþlarsa da, onun mânâsýnda te’vil, tefsir, nesh, tahsis adý altýnda birçok tahrifat yapmýþlar, bunu müteþâbih âyetler sýnýrýnda da tutmayýp muhkem âyetleri dahi mezhep, meþrep ve politik kavgalarýnda silâhlarýnýn ucuna takmaktan çekinmemiþlerdir. Ýsrâiloðullarýnýn en ünlü tahrif biçimi olan uydurmacýlýðý Kur’an’da gerçekleþtiremeyenler, sünnetin büyük bir bölümünü oluþturan “hadis”te gerçekleþtirmiþlerdir.
Müslüman Ýsrâiloðullarýnýn yahûdileþmesinde nasýl eski Mýsýr, Yunan, Filistin putperest kültürlerinin etkisi olmuþsa, bu ümmetin yahûdileþme temayülüne sapmasýnda da baþta isrâilliyyât olmak üzere Yunan, Roma, Bizans, kadim Türk ve çaðdaþ Batý kültürlerinin tahrip edici etkileri olmuþtur.
Ýsrâiloðullarý içerisinden çýkýp da kendilerine has peygamberler ve kitaplar ihdas eden sapýk gruplarýn benzeri bu ümmetin içerisinden de çýkmýþtýr. Bahâîlik, Kadýyanîlik, Hurûfîlik, 19’culuk ve Ýskender el-Ekber taifesi bunlardan birkaçý. Bu sapkýnlýklardan birçoðunun ortak yaný da bir tür rakam gizemciliðine dayalý "cifr" ve “ebced”e aþýrý düþkünlükleridir.
Hurâfe, tarih boyunca tahrifin sonucu olarak ortaya çýkmýþtýr. Tarihte ve günümüzde din ne kadar tahrif edilirse, hurâfe de o kadar itibar kazanmaktadýr. Þimdilerde toplumumuzda hayli ilgi toplayan medyumlar, tarotçular, burççular, falcýlar, büyücüler, cinciler ve bilumum çaðdaþ üfürükçüler din düþmaný rejimin açtýðý boþluktan istifadeyle ortaya çýkmýþlardýr.
Hurâfecilik, öteden beri sanýldýðý gibi yalnýzca mistik, geleneksel ve gizemci çevrelerin müptelâ olduðu özel bir sapma deðil; 19’culuk sapkýnlýðýnda da görüldüðü gibi akýlcý, modern ve bilimci çevrelerin de pekâlâ sarýlabileceði genel bir sapmadýr.
Bel’am, “din âlimi”ne karþý çýkarýlan “devlet âlimi” tipidir. Her din ve dinî toplum, kendi içerisinden çýkardýðý “Bel’amlarýn” tahrif ve tahribine mâruz kalmýþtýr. Bu konuda ümmet-i Mûsâ ile ümmet-i Muhammed’in kaderleri garip bir biçimde birbirine benzemektedir.
Tahrif ile tecdid arasýndaki savaþ, neredeyse insanlýkla yaþýttýr. Ýlk tahrifçi þeytandýr. Tarih boyunca, bir dinin muharrifleri, ayný dinin müceddidlerinin en büyük hasmý olagelmiþtir. Bu ezelî kural, bu ümmette de bozulmamýþtýr. Günümüzdeki Ýslâmî mücâdelenin içinde olanlar, bu tarihî gerçeðin çaðdaþ tezâhürlerinin acý hâtýralarýyla doludurlar.[1161]
Halk, her þeyden önce kasýtlý olarak câhil býrakýlmýþ, halký gerekli Ýslâmî bilgilerden mahrum býrakanlar, dünya ve âhirette lâzým olacak kültürden mahrum býrakanlar bununla yetinmeyip, nice dayatmalar ve yönlendirmelerle halký saptýrmýþlar, doðruyu eðri ve eðriyi doðru olarak göstermiþlerdir. Halk, kýzýlmaktan daha çok acýnacak bir zavallý, düzen ve çevrenin kurbaný durumundadýr. Onlara tevhid öðretilmeden, tevhidî bilinç ve ibâdet anlayýþý kazandýrýlmadan, sahih bir din öðretilmeden bâtýl inançlarýn ve hurâfelerin önünün alýnamayacaðý bilinmelidir. Bununla birlikte görülen bâtýllara müdâhale edilmeli, halkýn hurâfeci yaklaþýmlarý en güzel üslûpla önlenmeye çalýþýlmalýdýr. Ama, bataklýk kurutulmadan sivrisineklerle mücâdelede ciddî bir mesafe kat edilemeyeceði unutulmamalýdýr. Hurâfe üreten düzen ve çevre þartlarý deðiþtirilmeden eski ve yeni câhiliyye hurâfelerinin, bâtýl inanýþ ve bid’atlerin önünün alýnamayacaðý bir gerçektir.
Gençlerin ve her yaþtan dâvâyý tanýyan mü’minlerin Hakk’a ve hak dine inanmayan insanlarýn kendilerine din biçmelerine, Firavun ve Bel’amlarýn bâtýl dinlerini kendilerine dayatmalarýna, hak dini tahrif etmeye çalýþmalarýna, Allah’a ve Allah’ýn dinine iftira etmelerine þuurlu mü’minler göz yummayacak ve boyun eðmeyecektir. Onlarýn tuzaklarýna düþmemek ve halký etkilemelerini önlemek için görevlerini kuþanacaklardýr.
Allahumme erina’l-hakka hakkan ve’rzuknâ’l-ittibâa ileyh. Ve erinâ’l-bâtýle bâtýlen ve’rzuknâ-l ictinâba anh. Ey Allah’ým, bize hakký hak olarak göster ve hakka ittibâ etmeyi nasip et. Bâtýlý bâtýl olarak görmeyi ve bâtýllardan kaçýnmayý nasip et.
Sorular
1- Atalar yoluna uymakla ilgili olarak seçeneklerdeki deðerlendirmelerden hangisi yanlýþtýr?
a- Geçmiþi tümüyle atmak, onunla baðlarý koparmak gerektiðinden, doðru yaptýklarýný bilmiþ olsak bile atalarýn yolunu tâkip etmek, onlarýn âdet ve geleneklerini benimsemek, Kur’an’da kesin bir þekilde yasaklanmýþtýr.
b- Hakkýn ve iyiliðin ölçüsü, ne eski ne de yenidir; atalarýn yolunun ölçü olarak kabul edilmesi de, onlarýn her þeyiyle reddedilmesi de doðru deðildir.
c- Allah’ýn indirdiði delillere bakmayýp da atalarýn inanç ve yaþayýþýný, onlar bizim atamýz olduðu için taklit etmek; hakký býrakýp kuruntulara ve þeytanýn izine uymak ve Allah’a eþler koþmak demektir.
d- Atalar yoluna körü körüne taassupla uyulmasýný yasaklayan Kur’an, dinin esaslarý ve özellikle akîde hususunda Ýlâhî vahyin dýþýnda baþka kesin ölçüler kabul etmeyi yasaklar; Bâtýl din ve ideolojilerin Kur’an’a ters düþen prensip ve hükümlerinin, atalarýn veya çaðdaþ insanlarýn kabulü, ya da halk çoðunluðunun yolu da olsa, kesin bir þekilde reddedilmesini ister.
2- Müþriklere, 'Allah'ýn indirdiklerine uyun' denildiðinde, ne tür tepkide bulunurlar?
a- Bu konuyu düþünüp deðerlendireceklerini, araþtýrdýktan sonra karar vereceklerini, hangi görüþün delili kuvvetliyse ona uyacaklarýný söylerler.
b- Atalarýnýn üzerinde bulunduklarý yolda devam edeceklerini ifade ederler.
c- Allah'ýn indirdiklerine derhal itaat ederler.
d- Herhangi bir tepki göstermeyip çaðrýyý cevapsýz býrakýrlar.
3- "Atalarýn dini" tâbiri ile, "inançlar" arasýnda ne gibi bir baðlantý kurulabilir? Bu baðlantý konusunda aþaðýdaki deðerlendirmelerden hangisi doðrudur?
a- Ýnsanlarýn inandýklarý deðerler atalarýndan kalan deðerlere uygun düþmek zorundadýr.
b- Atalarýn býraktýklarý deðerlerden doðru-yanlýþ ayrýmý yapýlmaksýzýn hiçbirinin önemi yoktur.
c- Ýnsanlar, genellikle atalarýnýn kendilerine miras olarak býraktýklarý inançlarý mukaddes olarak kabul ettikleri için, Allah'ýn hükmü ile ters düþenler olunca, Allah'ýn hükmüne inanmak istemezler; Bu tavýr, müþriklerin en belirgin özelliklerinden biridir.
d- Ýnsan, ne olursa olsun babasýný sevmek, dedelerinden kalan mirasa sahip çýkmak zorundadýr. Bunun için âdet ve gelenekleri yüceltmek, onlara kutsallýk atfetmek, atalarýn sözünü ve yolunu ölçü olarak görmek gerekir.
4- Kur’an’da câhiliye Araplarýnýn Ýslâmî dâvete karþý çýkma sebepleri arasýnda en önemlilerinden biri olarak “atalarýnýn yolu” gerekçesini gösterdikleri ifade edilir. Bu bahane, sadece o dönemdeki, o coðrafyada yaþayan o insanlara mý aittir?
5- Hurâfe ne demektir, günlük hayattan birkaç örnek vererek açýklayýn.
6- Bâtýl inanýþlara ait beþ tane örnek veriniz.
7- Bid’atin tanýmýný yapýnýz. Hangi konulardaki yeni bir þey bid’at olur? Bid’atle ilgili hadis-i þerifi meal olarak ifade edin. Bid’atin iyisi kötüsü (hasenesi, seyyiesi) olur mu? Niçin?
8- Günümüzde ve bu coðrafyalarda mevcut bazý hurâfeci tahrif akýmlarýný açýklayarak sayýnýz.
9- Ýsrâiliyyât ne demektir? Eski ve yeni isrâiliyyâtla ilgili birer örnek veriniz.
10- Taklit ne demektir? Hangi taklit iyi, hangisi kötüdür?
Ynt: Atalar yolu By: ceren Date: 04 Ocak 2019, 15:45:26
Esselamu aleykum. Rabbim razý olsun paylasimdan kardeþim. ...
Ynt: Atalar yolu By: Bilal2009 Date: 04 Ocak 2019, 17:12:10
Ve aleykümüsselam Rabbim bizlerin ilmini artýrsýn Rabbim paylaþým için razý olsun