> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Akaid Eserleri > Müslüman Akaidi > Atalar yolu
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Atalar yolu  (Okunma Sayısı 3571 defa)
09 Kasım 2010, 14:03:17
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 09 Kasım 2010, 14:03:17 »




[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 09 Kasım 2010, 14:06:18 Gönderen: Hafıza Aişe »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Atalar yolu
« Posted on: 28 Mart 2024, 18:28:22 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Atalar yolu rüya tabiri,Atalar yolu mekke canlı, Atalar yolu kabe canlı yayın, Atalar yolu Üç boyutlu kuran oku Atalar yolu kuran ı kerim, Atalar yolu peygamber kıssaları,Atalar yolu ilitam ders soruları, Atalar yoluönlisans arapça,
Logged
09 Kasım 2010, 14:06:48
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 09 Kasım 2010, 14:06:48 »

devşirilen, kapılardan gümrüksüz geçirilen câhiliyye âdetleri yeşilin ve yeşilliğin de düşmanıdırlar.

İslâm ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan "hıdırellezde yeşil çiğnemek gerek" düşüncesi ve uygulaması, yılbaşı kutlamaları dolayısıyla çam kesmeler, vitrin süslemeler, bayramlarda mezarlara yeşil çalı götürmeler, kabirlere çiçek bırakmalar, büyük kentlerde salgın hale gelen cenâzeleri çelenklerle uğurlamalar gibi bir sürü uygulama, bize yabancı, zararlı ve başka milletlere benzeme girişimleri olarak sosyal ve dinî bünyeyi kemirip durmaktadırlar. Ölüm ve ölüm ötesi ile ilgili hurâfe ve bâtıl inanışlar, gün geçtikçe artmaktadır. Oysa çok dikkatli davranılması gerekli hayat olayı, ölüm ve sonrası ile ilgili muâmelelerdir. Ne ses, ne gürültü, ne bando, ne top arabası, hatta ne slogan... Sadece acele fakat telaşsız, üzgün fakat vakur, hayat kadar ölüme de râzı bir havada, duâlarla ve sürekli ölümü düşünerek ölü için duâ makamında kılınacak cenâze namazı ve yapılacak mütevâzi bir merâsim, ölene karşı son görevin yerine getirilmesi için kâfidir. Ötesi bir yığın hurâfe ve günahtır, israf ve yorgunluktur, cenâzeyi de rahatsız, huzursuz etmektir.

Bilinmelidir ki, cenâzeyi çelenklerle uğurlamak hıristiyan âdetidir. Çelenk, aslında hıristiyanların kutsal kabul ettiği haç taşıma aracıdır. Haçı çıplak taşımamak için onu çiçeklerle süslemekte ve öylece mezara kadar götürmekteler. Peki, bir müslüman, bu çelenk hurâfesiyle mezara ne götürmekte veya göndermektedir? Hıristiyanın haçını mı, yoksa çiçek buketleri arasına sıkışmış, üzüntülerle harmanlanmış hurâfeleri mi? Yapmadığı duâları mı? Çelenk için, cenâze için çiçeği koparmak, onu zikirden/ibâdetten ve insanlara güzellikler veren özelliklerden mahrum etmektir. Ayrıca israftır, bu paralarla fakirlere sadakalar verilse daha iyi olmaz mı?

Dinimiz, kabir üzerine yığılmış kurumaya mahkûm çelenk ve çalı değil; büyümeye ve yeşil kalmaya lâyık fidanlar, çiçekler dikilmesinden yanadır. Peygamberimiz bizzat buna örnek vermişler, iki kabrin üzerine hurma fidanı dikerek, "bunlar yeşil kaldıkça, içeridekiler için rahmet vesilesi olmaları umulur" buyurmuşlardır. O halde ne yapılması gerektiğine dikkat edilmelidir? Allah'ı râzı etmek, cenâzeye rahmet vesilesi olmak veya hıristiyanları körü körüne taklit edip hurâfeyi çağdaşlık sanarak çeşitli zararları seçmek. Kararı inançlar belirleyecektir.                     

Bir de kurban olarak horoz adamak veya kesmek var ki, horozdan kurban olsa olsa, böyle sahte tanrılara olur dedirtiyor insana. Yine, yatırların yanlarına konulan tuz ve şekerlerden medet ummak, onları şifalı kabul edip almak veya dağıtmak, istismarcıların ekmeğine yağ süren hurâfelerdendir. Oraların toprağını kutsal kabul edip beraberinde götürmek, kabirlerin etrafında tavaf etmek... Bütün bunlar şirk unsuru olan hurâfelerdir.

 
b- Günlerle İlgili Hurâfeler

İki Bayram Arası Nikâh Kıyılmaz mı? Anadolunun birçok yöresinde hâlâ yaşatılmakta olan bir yanlış anlayış da "iki bayram arasında nikâh kıyılmaz" görüşüdür. Nereden çıktığı bilinemeyen bu asılsız sözün, toplumda giderek etkisini kaybetmesine rağmen, tamamen unutulmamış olması ve zaman zaman ortaya atılması, hurâfelerin yaygınlığı açısından düşündürücüdür.

Bilindiği gibi dinimize göre nikâh, ibâdet ve muâmele sıfatlarına sahip, şaka götürmeyen bir icraattır. Dinimizde "ruhbanlık" olmadığı için evlenmek teşvik ve evlenmemekten hayırlı kabul edilmiştir. Hatta ibâdet edebilmek için evlenmeme düşüncesine kapılanlar bizzat Peygamber Efendimiz tarafından uyarılmış, "Benim sünnetimi terk eden Benden değildir!"[1048] diye çok ciddî şekilde tehdit edilmişlerdir. Nikâhın şartları arasında "iki bayram arasında olmaması" gibi bir kayıt bulmak mümkün değildir. Dinimizde herhangi bir hüküm koyabilmek için bunun Kitab'dan veya Sünnet'ten bir delilinin olması gerekmektedir. Bu kaynaklardan delil bulunmayan bir görüş hakkında söylenecek sözler mesnetsiz, asılsız, uydurma olmaktan öte gidemez ve dinî açıdan en küçük bir değer taşımaz. Herhangi bir konunun haram/yasak olduğunu tesbit etmek için bu delillere ihtiyaç vardır. Kafadan atmakla bir helâl haram olmaz.

"İki bayram arası nikâh kıyılmaz" uydurması; delilsiz bir söz olmanın ötesinde bizzat Hz. Peygamber'in hareketiyle reddedilmiş bir görüştür de. Çünkü Hz. Peygamber'in Hz. Âişe ile evlenmesi Ramazan ayını tâkip eden Şevval ayı içinde gerçekleşmiştir. Yani iki bayram arasında meydana gelmiştir. Hem bir düşünelim: İki bayram arası olmayan gün var mı ki?! Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasında iki ay on günlük bir zaman varsa, Kurban Bayramı ile gelecek yılın Ramazan Bayramı arasında da kamerî yıl 354 gün olduğuna göre yaklaşık dokuz ay on gün vardır. Biri 2 ay 10 gün olduğu için "iki bayram arası" kabul edilirken; ötekisi 9 ay 10 gün olduğu için mi "iki bayram arası" kabul edilmez? Tabii bunun anlaşılır ve mantıklı bir tarafı yoktur.

Fıkıh kitaplarında nikâhın ibâdet niteliği dolayısıyla mescidlerde ve Cuma günü kıyılmasının güzel görüldüğü yani "müstahap" olduğu kaydedilmiştir. Bunun ötesinde zaman açısından herhangi bir kayda rastlamak mümkün değildir. O halde insanımız bu tür asılsız söylentilere iltifat etmemeli, nikâhın ne zaman kıyıldığına değil; hangi şartlarla kıyıldığına ve kurulan yeni yuvanın dinî açıdan aranılan şartlara sahip olup olmadığına dikkat etmelidirler. Çünkü "Allah'ın emri, Hz. Peygamber'in sünneti" üzere sözleriyle başlatılan evlilik hayatına başlama için uygulama ve törenlerin ve devamının da Allah'ın emri, Hz. Peygamber'in sünneti üzere olması gereklidir.   

Salı Yola Çıkılmaz, Cuma İş Yapılmaz mı? Özellikle hanımlar arasında çok yaygın olan iki yanlıştan biri, "Salı günü bir işe başlanmaz, çamaşır yıkanmaz, yola çıkılmaz" anlayışı; ötekisi ise, kadınların Cuma günü iş yapmalarının doğru olmadığı inanışıdır. Tabii, her iki yanlışın/hurâfenin de dinî ve ma'kul bir gerekçesi yoktur. Bâtılın bâtıl/yanlış olmaktan başka gerekçesi olur mu?

Dinimizde haftanın günleri ile ilgili olarak, "şu yapılmaz, bu yapılır" şeklinde bir ayrım bulunmamaktadır. Zaman, sahne olduğu eylemlere göre kıymet kazanır veya tehlike arzeder. Salı günü ile ilgili söylentilerin asılsızlığı müslümanlar açısından İstanbul'un 29 Mayıs 1453 Salı günü fethedilmiş olması ile ortaya konmuş bulunmaktadır. Bu fetihden fevkalâde üzüntü duyan hıristiyanlar; İstanbul'u kaybettikleri gün olduğu için Salı gününü kendileri açısından uğursuz saymış, yas günü ilan etmiş ve bir süre o gün herhangi bir iş yapmamış olabilirler. Zamanla, onların bu -kendileri açısından- bir ölçüde haklı görülebilecek kanaat ve uygulamaları, işin farkında ve bilincinde olmayan hurâfeye düşkün müslüman halk arasına girmiş ve yerleşmiştir. Sonra da müslümanlığa ait bir görüş ve esasmış gibi yayılıp gitmiştir.

Yine, 13 sayısının hıristiyan Batılı halka göre uğursuzluğu da, fethin 1453 yılında gerçekleşmesi dolayısıyla olduğu şeklinde izah edilir. 1453 sayısının rakamları tek tek toplandığı zaman 13 sayısı çıkar; tabii bundan da önemlisi Batılılar açısından da rahmet olduğu halde, kendi sapık yollarının yanlışlığının isbat edildiği dönemin başlangıcı olan Peygamberimiz'in doğum yılı milâdî 571 yılının rakamları da toplandığı zaman 13 sayısı ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerle 13 sayısı hıristiyan Batılı halklar tarafından eskiden beri uğursuz sayılmıştır. Peki, müslümanlara ne oluyor da bu tür gün ve tarihleri uğursuz sayıyorlar?

Cuma günü kadınların iş yapmamasına gelince, bu da anlaşılması güç bir tutum ve bâtıl inanıştır. Zira Cuma günü, iç ezan dediğimiz câmi içinde okunan ezandan, Cuma namazının farzını kılıncaya kadar geçecek süre içinde işi, alış verişi terk etmek bir vecîbedir, Kur'an emridir.[1049] Ama tabii, Cuma namazıyla mükellef olan müslüman erkekler için. Kadınların Cuma namazı kılmak gibi bir mükellefiyetleri olmadığından işi bırakmak zorunlulukları da yoktur. Zaten erkekler de Cuma namazının farzı bittikten sonra işlerinin başına ve ticarete dönebileceklerdir. Konu ile ilgili âyetlerin mealini görelim: "Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi (işi-gücü) bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz."[1050] Evet, tekrar belirtelim ki, bu âyetlerin muhâtabı, genelde mükelleflik çağında bulunan, özelde Cuma namazının edâ şartlarına sahip olan müslüman erkeklerdir, kadınlar değil. Öte yandan, Cuma günü kadınların iş yapmayı doğru bulmamaları, Cuma gününün hafta tatili olduğu günlerden kalma mânâ ve mâhiyet değiştirmiş bir uzantısı gibi değerlendirilebilir. Şöyle ki:

Kur'an o günü tatil günü kabul etmemesine, namaz saati dışında iş günü olduğunu ilan etmesine rağmen, müslümanlar ibâdetlerini daha rahat icrâ etsin diye, uygulama olarak Cuma günü Osmanlılarda ve günümüzdeki çokça müslümanların yaşadığı hemen her yerde tatil kabul edilmiştir. O yüzden evin erkeği genellikle evdedir. Cuma namazına gidecektir. Onu rahatsız etmemek ve özel hizmetlerinde bulunmak için genel temizlik ve çamaşır gibi işlerin yapılması belki uygun bulunmamıştır. Bu yüzden böyle bir gelenek yerleşmiş olmalıdır. Hafta tatilinin değiştirilmesinden sonra bu anlayış ve uygulamanın, Cuma gününün, gün olarak kendisine ait bir nitelikten ileri geldiği sanılmış ve böylece de bugünkü yanılgıya ve yanlışa düşülmüş olabilir. Ve bu anlayışın, yahûdilerin Cumartesi günü iş yapma yasağının müslümanların mübârek kabul ettiği Cuma gününe aktarılması gibi bir yahûdi taklitçiliğinden kaynaklandığı da düşünülebilir.

Kaynağı ne olursa olsun, Salı ve Cuma günleri hakkında hanımlar arasında dolaşıp duran bu ve benzeri sözlerin İslâmî bir ölçüyü ifade etmediği, hurâfe ve bâtıl inanış olduğu ortadadır.

c- Gaybdan Haber Vermeye Bağlı Hurâfeler<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Kasım 2010, 14:08:05
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #2 : 09 Kasım 2010, 14:08:05 »

arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir." 

"Başı ağrıyan bir kadın câmiye gider, yazması (başörtüsü) ile câmiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse başının ağrısı gider."

"Evden çıkan erkek, işine giderken önünü kadın keserse (kadın adamın önünden karşıya geçerse) adamın işi ters gider."

"Kısa boylu kadınlar uğursuzdur."

"Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır."

"Cuma günü ezan okuyan müezzine kızın başörtüsü veya mendili sallattırılırsa nasibi çıkar."

"Evli birinin yüzüğünü bekâr kız takarsa kısmeti kesilir."

"Bekâr kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir."

"Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse kızın bahtı açılır."

"Evde kilitlenen kilit, bayram sabahı veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafından câmide açılırsa kızın bahtı açılır."

"Ellerini birbirine bağlayanın kısmeti kesilir."

"Ellerini kavuşturanın kısmeti kapanır, anası ölür."

"Hâmile bir kadın yumurta yerse çocuğu terbiyesiz olur." 

"Hâmileyken anahtar açanın doğumu kolay olur."

"Bir hâmile kadın ölü yıkanırken suyundan atlarsa çocuğu baygın doğar."

"Aş yeren bir kadın, çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur."

"Doğum yapan kadın, yedi gün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir, çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir."

"Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra 'Bunu sana sattım' der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını Satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuk yaşamaz."

"Çocuğu yaşamayan kadın, yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur."

"Çocuğu ölen bir kadın Cuma günü iş yapmaz."

"Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konulursa albasmaz."

"Lohusa kadının bulunduğu yere süpürge, Kur'an, soğan, sarımsak asılırsa 'alkarısı' loğusa ve çocuğa zarar vermez."

"Hayızlı kadın, sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur."

"Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur."

"Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur."

"Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı, yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez."

"Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış." (Buna bazı yerlerde cüher almak denilir.)

"Bebek fıtık doğarsa, külotu çalı ağacını bir dalı yarılarak arasından geçirilince fıtığı iyileşir."

"Bebeğin kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse, ya arsız ya da hırsız olur."

"Yeni doğan çocuk, bayram günü bir dişi eşeğe ters bindirilip köyün etrafında dolaştırılırsa ömrü mutlu geçer."

"Çocuğun doğduğu yerde elişi yapılırsa, göbeği düşmez."

"Cuma günü çocuğun ayakları bir câmi kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmaz."

"Bebek ayakları altından öpülürse talihsiz olur."

"Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze sarılırsa tokgözlü olur."

"Çocuğun göbeği, câmi duvarına veya avlusuna gömülürse dindar, medresenin (okulun) bahçesine veya avlusuna gömülürse âlim; ahıra gömülürse malcı olur. Ayrıca suya atılırsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dışarıda olmaz."

"Boyu ölçülen çocuk kısa kalır."

"Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olur."

"Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekir."

"Çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olur."

"Küçük çocukların yüzünde yara çıkarsa, deniz kenarında yaşayan ve denize giren biri tarafından okunup yüzü meshedilirse yaraları iyileşir." 

"Yürüyen çocuğun emeklemesi, misafir geleceğinin işaretidir."

"At, öküz, inek, dana gibi büyükbaş evcil hayvanlar, eğer gece ahırda huzursuzsa, bağırıyor, kişniyor veya böğürüyorsa, o evden biri ölecektir."

"Ölü yıkandıktan sonra kazan ters çevrilmezse bir başkası daha ölür."

"Bir evden ölü çıkarsa o evdeki su kapları boşaltılır. Eğer boşaltılmazsa Azrâil suları ellediği için biri yine ölebilir."

"Cenaze çıkan ev ile çevresindeki evlerin suları dökülmelidir. Çünkü Azrâil kılıcını o sularda yıkar. Sular bu kılıçla pislendiği için içilmez olur."

"Gece vakti bir evden başka bir eve kazan, tava veya tencere verilirse ölümü celbeder."

"Gece sandık açmak, kendi mezarını açmaktır. Yani ölümü çağırmaktır."

"Bir evdeki eşyalardan herhangi biri kendi kendine düşer veya kırılırsa ölüme işarettir."

"Ayakkabı çıkarılırken ters çevrilirse o evden cenâze çıkar."

"Kefen diken iğne kırılmalıdır. Zira ölümü ve uğursuzluğu celbeder."

"Saçakta baykuş ötmesi, ölüme işarettir."

"Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu çağıracağı için kazaya belâya uğramadan geri döner."

"Biri yolculuğa çıkıp gurbete giderken arkasından yola su dökülürse, su gibi yolculuğu olur, kazaya uğramadan sağ sâlim yerine ulaşır, gurbetten çabuk döner."

"Biri yolculuğa çıkarken arkasından aynaya su serpilirse kazaya uğramaz."

"Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için, acı olaylar görülür veya o iki kişi arasına düşmanlık girer."

"Gök gürlerken buğday ambarına el ile vurulursa hasat çok olur."

"Nar tanelerini yere düşürmeden bir bütün narı yiyip bitirebilen cennete girer."

"Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekir."

"Çeltik ekilen arazinin etrafı eşeğe binmiş bir kimse tarafında Kur'an okunarak dolaşılırsa, o araziye dolu yağmaz."

"At nalı asılan yere nazar isâbet etmez."

"Önünde 'beş taş' oyunu oynanan eve fakirlik gelir."

"Cezveden su içilirse zengin olunur."

"Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılar."

Daha neler neler... Saymakla bitmeyecek bir sürü bâtıl inanışlar...

Dikkat edilirse, hurâfe ve bâtıl inanış olarak kabul edilen haftanın hemen bütün günleri ya belâya, ya da günaha sebep gösterilmiştir. Sanki müslümanın temizlik yapması, çalışması suç kabul edilmiştir. Bu inanç, hem ibâdetlere, hem temizliğe, hem çalışıp kalkınmaya ihânettir.

"Yıldızname"ye baktırmak, "fal" açtırmak, "sevicilik" yaptırmak, "sihir" bozdurmak, "muska" yazdırmak, "tılsım" yaptırmak, "afsunlanmak" için diyar diyar, semt semt hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için türbe ve evliya mezarlarını/yatırları dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için il il üfürükçü arayanlar azımsanmayacak kadar çoktur. Göğse ve göbeğe muska yazma cür'et ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de az değildir. Kimi yerde gelin, kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur" diye inanılmak, dolayısıyla insan onuru ayaklar altına alınmaktadır. Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı, cin çarpmasın, nazar değmesin diye, yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.

Kurşun dökmek, muska ve nazar boncuğu takmak gibi eski hurâfe ve bâtıl inanışların yanında; modern hurâfe ve çağdaş bâtıl inanışların da sosyete çevreleri, üniversite öğrencileri ve Batı kültürüyle yetişmiş insanlar başta olmak üzere, toplumda giderek yaygınlaştı(rıldı)ğını belirtmek gerekiyor. Burç taşları, şans ve uğur getireceğine inanılan çeşitli taş, yüzük, kolye veya boncuklar, maskotlar, sinema filmleri veya tv. dizilerindeki kahramanlara ait resim ve aksesuarlar, muska yerine uğur ve şifa kolyeleri, taşları, nazar değmesin diye elini kulağına tutup tahtaya vurmalar, aksırınca "çok yaşa" demeler ilk sayabileceğimiz modern gereçler ve tavırlardır.

Tabii, bunların yanında cinciliğin modern şekli olan medyumluk, falcılığın bin bir çeşidi, burçların ve gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde etkisi olduğuna/tanrılığına inanmanın bir yansıması olan burç falları, müneccimliğin modernize edilmiş şekli olan astroloji, felekle ve feleğin kadere etkisiyle ilgili inanış ve deyimler, ruh çağırma ve reenkarnasyon inanışları, insanın maymun soyundan geldiğine inanmak, imanî hakikatlerin çoğunun bilimsel olmadığı, bilimin tek doğru ve gerçek mürşit olduğunu kabul, tabiat/doğa veya tesadüfe yaratıcılık atfetmek gibi bâtıl inanışlar ve modern hurâfeler...

Türbe ve yatırlardaki mantık dışı hurâfelerin çağdaş ve modern şekillerini de televizyon izleyen herkes görmekte, mâtem törenlerini, andiçmeleri... bilmekte. Simokinli resepsiyonlar, tuhaf, saçma ve İslâm dışı kuralları olan törenler, putların karşısında kıyamda durmalar, seremoniler, âyinler, tapınmalar... Kolej ve üniversite mezunlarının keplerini havaya fırlatmaları, kıyâfet dayatmaları vb. zorunluluklar da resmî hurâfeler olarak sayılabilir. Bütün bunların yanında kapitalizm, komünizm, kemalizm, laiklik gibi her türlü beşerî ideolojiler, İslâm'a ters dünya görüşleri ve felsefî anlayışlar, tâğutî yaklaşımlar, Bel'amca yorumlar çağdaş bâtıl inançlar ve modern hurâfelerdir. 

Bid’at; Anlam ve Mâhiyeti

 

‘Bid’at’, ‘ibdâ’ kökünden türemiştir. İbdâ, önceden yapılmış bir şeyi örnek almaksızın yapma ve icat etme demektir. Buna göre ‘bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey (muhdes) demektir.

Kavram olarak ‘bid’at’; Şeriata karşıt olması sebebiyle onunla ters ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Kasım 2010, 14:09:01
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #3 : 09 Kasım 2010, 14:09:01 »

sonradan uydurulmuş şeyleri “asıl”dan temizlemektir. Bir bid’atten arındırma ameliyesidir. Tecdîd, kesinlikle reform değildir. Reformda, öze bağlılık aranmaz.  “Deforme”  olmakla  “tahrif”  arasında benzerlik varsa da, bunların izâlesi için yapılan  “reform”  ile  “tecdîd”  arasında mâhiyet farkı vardır.

Reform, orijinali şart koşmaz. Reformun karşılığı “tecdîd”  değil; “ıslah”tır. Reformasyon; düzeltme, iyileştirme, daha kullanışlı hale getirme işidir. Elde deforme olmamış bir  “asıl”  olmadan bir şey reforme edilebilir, ancak elde tahrif olmamış bir  “asıl”  olmadan tecdid gerçekleştirilemez.

Tarih, müceddidlerle muharrifler arasındaki bitmez tükenmez mücâdelenin en büyük şâhididir. Muharrifler, tarih boyunca hep müceddidlere düşman olagelmişlerdir. Ekmeğini tahriften çıkaran her tahrifçi, tecdid yanlılarının amansız düşmanıdır. Bu nedenle de tarihte bir inancın müceddidlerine en çok düşman olanlar, o inancı inkâr edenler değil; o inancın tahrif edilmiş biçimini kabul edenler olmuştur.

Benî İsrâilin Tahrifi ile Bu Ümmetin Tahrifi Arasında Karşılaştırma ve Sonuç:  Tahrif, İslâm ümmetinin yahûdileşme tehlikesine en çok mâruz kaldığı bir temayüldür. İsrâiloğulları dinlerini tahrif edince; ahlâkî, sosyal ve siyasal yapıları da tahrip olmuştur. Bu ümmet de dinini tahrif edince aynı âkıbete uğrayarak ahlâkî, sosyal ve siyasal bir çöküş sürecine girmiştir. İsrâiloğullarının Tevrat’a sarılarak öze dönmesi artık mümkün değildir. Çünkü Tevrat’ın muhâfazası benî İsrâil bilginlerine bırakıldığı için aslı kaybolacak bir biçimde tahrif edilmiştir. Ancak ümmet-i Muhammed’in Kur’an’a sarılarak dinini tecdid etmesi mümkündür. Çünkü Kur’an, bizzat Allah tarafından korunmuştur.

İsrâiloğullarını tahrife yönelten sebeplerin başında iki şey gelir: Kör taassup ve dünyevîleşme. Bu ümmetin tarihindeki tahrifin sebeplerinin başında da bu iki unsur gelmektedir: Siyaset, mezhep, meşrep, soy, ırk, ulus asabiyeti ve makam-mevki, mal-mülk, servet-şöhret ihtirası.

Bu ümmetin muharrifleri Kur’an’ın metninde tahrifat yapamamışlarsa da, onun mânâsında te’vil, tefsir, nesh, tahsis adı altında birçok tahrifat yapmışlar, bunu müteşâbih âyetler sınırında da tutmayıp muhkem âyetleri dahi mezhep, meşrep ve politik kavgalarında silâhlarının ucuna takmaktan çekinmemişlerdir. İsrâiloğullarının en ünlü tahrif biçimi olan uydurmacılığı Kur’an’da gerçekleştiremeyenler, sünnetin büyük bir bölümünü oluşturan “hadis”te gerçekleştirmişlerdir.

Müslüman İsrâiloğullarının yahûdileşmesinde nasıl eski Mısır, Yunan, Filistin putperest kültürlerinin etkisi olmuşsa, bu ümmetin yahûdileşme temayülüne sapmasında da başta isrâilliyyât olmak üzere Yunan, Roma, Bizans, kadim Türk ve çağdaş Batı kültürlerinin tahrip edici etkileri olmuştur.

İsrâiloğulları içerisinden çıkıp da kendilerine has peygamberler ve kitaplar ihdas eden sapık grupların benzeri bu ümmetin içerisinden de çıkmıştır. Bahâîlik, Kadıyanîlik, Hurûfîlik, 19’culuk ve İskender el-Ekber taifesi bunlardan birkaçı. Bu sapkınlıklardan birçoğunun ortak yanı da bir tür rakam gizemciliğine dayalı "cifr" ve “ebced”e aşırı düşkünlükleridir.

Hurâfe, tarih boyunca tahrifin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihte ve günümüzde din ne kadar tahrif edilirse, hurâfe de o kadar itibar kazanmaktadır. Şimdilerde toplumumuzda hayli ilgi toplayan medyumlar, tarotçular, burççular, falcılar, büyücüler, cinciler ve bilumum çağdaş üfürükçüler din düşmanı rejimin açtığı boşluktan istifadeyle ortaya çıkmışlardır.

Hurâfecilik, öteden beri sanıldığı gibi yalnızca mistik, geleneksel ve gizemci çevrelerin müptelâ olduğu özel bir sapma değil; 19’culuk sapkınlığında da görüldüğü gibi akılcı, modern ve bilimci çevrelerin de pekâlâ sarılabileceği genel bir sapmadır.

Bel’am,  “din âlimi”ne karşı çıkarılan  “devlet âlimi”  tipidir. Her din ve dinî toplum, kendi içerisinden çıkardığı  “Bel’amların”  tahrif ve tahribine mâruz kalmıştır. Bu konuda ümmet-i Mûsâ ile ümmet-i Muhammed’in kaderleri garip bir biçimde birbirine benzemektedir.

Tahrif ile tecdid arasındaki savaş, neredeyse insanlıkla yaşıttır. İlk tahrifçi şeytandır. Tarih boyunca, bir dinin muharrifleri, aynı dinin müceddidlerinin en büyük hasmı olagelmiştir. Bu ezelî kural, bu ümmette de bozulmamıştır. Günümüzdeki İslâmî mücâdelenin içinde olanlar, bu tarihî gerçeğin çağdaş tezâhürlerinin acı hâtıralarıyla doludurlar.[1161]

Halk, her şeyden önce kasıtlı olarak câhil bırakılmış, halkı gerekli İslâmî bilgilerden mahrum bırakanlar, dünya ve âhirette lâzım olacak kültürden mahrum bırakanlar bununla yetinmeyip, nice dayatmalar ve yönlendirmelerle halkı saptırmışlar, doğruyu eğri ve eğriyi doğru olarak göstermişlerdir. Halk, kızılmaktan daha çok acınacak bir zavallı, düzen ve çevrenin kurbanı durumundadır. Onlara tevhid öğretilmeden, tevhidî bilinç ve ibâdet anlayışı kazandırılmadan, sahih bir din öğretilmeden bâtıl inançların ve hurâfelerin önünün alınamayacağı bilinmelidir. Bununla birlikte görülen bâtıllara müdâhale edilmeli, halkın hurâfeci yaklaşımları en güzel üslûpla önlenmeye çalışılmalıdır. Ama, bataklık kurutulmadan sivrisineklerle mücâdelede ciddî bir mesafe kat edilemeyeceği unutulmamalıdır. Hurâfe üreten düzen ve çevre şartları değiştirilmeden eski ve yeni câhiliyye hurâfelerinin, bâtıl inanış ve bid’atlerin önünün alınamayacağı bir gerçektir.

Gençlerin ve her yaştan dâvâyı tanıyan mü’minlerin Hakk’a ve hak dine inanmayan insanların kendilerine din biçmelerine, Firavun ve Bel’amların bâtıl dinlerini kendilerine dayatmalarına, hak dini tahrif etmeye çalışmalarına, Allah’a ve Allah’ın dinine iftira etmelerine şuurlu mü’minler göz yummayacak ve boyun eğmeyecektir. Onların tuzaklarına düşmemek ve halkı etkilemelerini önlemek için görevlerini kuşanacaklardır.

Allahumme erina’l-hakka hakkan ve’rzuknâ’l-ittibâa ileyh. Ve erinâ’l-bâtıle bâtılen ve’rzuknâ-l ictinâba anh. Ey Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve hakka ittibâ etmeyi nasip et. Bâtılı bâtıl olarak görmeyi ve bâtıllardan kaçınmayı nasip et.

Sorular

 

1-  Atalar yoluna uymakla ilgili olarak seçeneklerdeki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?

a-  Geçmişi tümüyle atmak, onunla bağları koparmak gerektiğinden, doğru yaptıklarını bilmiş olsak bile ataların yolunu tâkip etmek, onların âdet ve geleneklerini benimsemek, Kur’an’da kesin bir şekilde yasaklanmıştır.

b-   Hakkın ve iyiliğin ölçüsü, ne eski ne de yenidir; ataların yolunun ölçü olarak kabul edilmesi de, onların her şeyiyle reddedilmesi de doğru değildir.

c-  Allah’ın indirdiği delillere bakmayıp da ataların inanç ve yaşayışını, onlar bizim atamız olduğu için taklit etmek; hakkı bırakıp kuruntulara ve şeytanın izine uymak ve Allah’a eşler  koşmak demektir.

d- Atalar yoluna körü körüne taassupla uyulmasını yasaklayan Kur’an, dinin esasları ve özellikle akîde hususunda İlâhî vahyin dışında başka kesin ölçüler kabul etmeyi yasaklar; Bâtıl din ve ideolojilerin Kur’an’a ters düşen prensip ve hükümlerinin, ataların veya çağdaş insanların kabulü, ya da halk çoğunluğunun yolu da olsa, kesin bir şekilde reddedilmesini ister.     

2- Müşriklere, 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denildiğinde, ne tür tepkide bulunurlar?

a- Bu konuyu düşünüp değerlendireceklerini, araştırdıktan sonra karar vereceklerini, hangi  görüşün delili kuvvetliyse ona uyacaklarını söylerler.

b-  Atalarının üzerinde bulundukları yolda devam edeceklerini ifade ederler.

c- Allah'ın indirdiklerine derhal itaat ederler.

d-  Herhangi bir tepki göstermeyip çağrıyı cevapsız bırakırlar.

3- "Ataların dini" tâbiri ile, "inançlar" arasında ne gibi bir bağlantı kurulabilir? Bu bağlantı konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi doğrudur? 

a-  İnsanların inandıkları değerler atalarından kalan değerlere uygun düşmek zorundadır.

b- Ataların bıraktıkları değerlerden doğru-yanlış ayrımı yapılmaksızın hiçbirinin önemi    yoktur.

c- İnsanlar, genellikle atalarının kendilerine miras olarak bıraktıkları inançları mukaddes  olarak kabul ettikleri için, Allah'ın hükmü ile ters düşenler olunca, Allah'ın hükmüne inanmak  istemezler; Bu tavır, müşriklerin en belirgin özelliklerinden biridir.

d- İnsan, ne olursa olsun babasını sevmek, dedelerinden kalan mirasa sahip çıkmak zorundadır. Bunun için âdet ve gelenekleri yüceltmek, onlara kutsallık atfetmek, ataların sözünü ve yolunu ölçü olarak görmek gerekir.   

4-  Kur’an’da câhiliye Araplarının İslâmî dâvete karşı çıkma sebepleri arasında en önemlilerinden biri olarak “atalarının yolu” gerekçesini gösterdikleri ifade edilir. Bu bahane, sadece o dönemdeki, o coğrafyada yaşayan o insanlara mı aittir?   

5- Hurâfe ne demektir, günlük hayattan birkaç örnek vererek açıklayın.

6- Bâtıl inanışlara ait beş tane örnek veriniz.

7- Bid’atin tanımını yapınız. Hangi konulardaki yeni bir şey bid’at olur? Bid’atle ilgili hadis-i şerifi meal olarak ifade edin. Bid’atin iyisi kötüsü (hasenesi, seyyiesi) olur mu? Niçin?

8- Günümüzde ve bu coğrafyalarda mevcut bazı hurâfeci tahrif akımlarını açıklayarak sayınız.

9- İsrâiliyyât ne demektir? Eski ve yeni isrâiliyyâtla ilgili birer örnek veriniz.

10- Taklit ne demektir? Hangi taklit iyi, hangisi kötüdür?


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Ocak 2019, 15:45:26
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #4 : 04 Ocak 2019, 15:45:26 »

Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes