Hz. Peygamber e muhabbetle itaat By: sumeyye Date: 03 Kasým 2010, 12:47:33
Hak Dostlarýnýn Örnek Ahlâkýndan –19- Hz. Peygamber’e Muhabbetle Ýtaat
Dînin; aþk, vecd, huzur ve lezzet ile yaþanabilmesi için, Kur’ân ve Sünnet’in hayatýn her safhasýna yaygýnlaþtýrýlmasý zarûrîdir. Böyle bir rûhânî tekâmül için en mühim vesîle de, kalbin “muhabbet” ile donanmasýdýr. Zira muhabbet; itaati ve fedakârlýðý beraberinde getirir. Gönüller arasýndaki mânevî cereyan hattý da, ancak muhabbet sâyesinde tesis edilebilir.
Sahâbe-i kiramdan Enes bin Mâlik d anlatýyor:
Rasûlullah J Efendimiz’e bir adam geldi ve:
“–Yâ Rasûlâllah! Kýyamet ne zamandýr?” diye sordu. Efendimiz J :
“–Kýyamet için ne hazýrladýn?” buyurunca o da:
“–Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabýný verdi.
Bunun üzerine Rasûlullah J Efendimiz:
“–Öyleyse sen sevdiðinle beraber olacaksýn.” buyurdular.
Enes d bu rivâyetin devamýnda der ki:
“Ýslâm’a girmekten baþka hiçbir þey, bizi Allâh’ýn Nebîsi’nin; “Öyleyse sen, sevdiðinle beraber olacaksýn.” sözü kadar sevindirmemiþtir. Ýþte ben de Allâh’ý ve Rasûlü’nü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i seviyorum. Her ne kadar onlarýn yaptýklarýný yapamadýysam da, onlarla beraber olmayý ümîd ediyorum.” (Müslim, Birr, 163)
Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’i, O’na duyduðumuz aþk nisbetinde ve O’na yakýnlaþabildiðimiz ölçüde tanýyabiliriz. Çünkü aþkýn seviyesi kadar, âþýk ile mâþuk arasýnda bir hissiyat benzerliði yaþanýr. “Kiþi sevdiði ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) hadîsi de bu kalbî beraberliði ifâde eder. Yani seven, sevgisi nisbetinde sevdiðine benzemeye, onun þahsiyetinden hisse almaya baþlar. Rasûlullah J Efendimiz’den elde etmemiz gereken en mühim mânevî tahsil de, iç dünyamýzý O’nun gönül dokusundaki hissiyât ile müþterek hâle getirebilmektir.
HZ. EBÛ BEKÝR’ÝN GÖNÜL GÖZÜYLE…
Muhabbetin zirveleþmesi neticesinde gerçek dostluk meydana gelir. Ýnsanlýk içinde Efendimiz J ile gerçek dostluðun zirvesinde, hiç þüphesiz ki Ebû Bekir d yer almaktadýr. Hazret-i Sýddîk, Peygamber Efendimiz’le kalbî beraberliði zirve seviyede yaþadýðý için, malýný, canýný, her þeyini O’na fedâ etmiþtir. O’nun uðrunda cân u gönülden fedakârlýk yapabilmek, kendisi için en büyük saâdet vesîlesi olmuþtur. Nitekim bu muhabbet ufku sebebiyle, þöyle buyurmuþtur:
“Bana dünyadan üç þey sevdirildi:
–Rasûlullah J Efendimiz’in yüzüne bakmak,
–Kýzýmýn O’na zevce olmasý ve
–Malýmý O’nun yolunda harcamak.”
Yani Hazret-i Ebû Bekir’in her þeyini Allah ve Rasûlü uðruna bezletmesi, onun îman lezzetini zirveleþtirdi. Yine Ebû Bekir d Peygamber Efendimiz J ile öyle bir râbýta hâlindeydi ki, O’nu vefâtýndan sonra bile her an gönlünde yaþatýyor, âdeta O’nun nefesini hissedip hissettiriyordu. Bu hâlin bir misâlini Ebû Hüreyre d þöyle nakleder:
“Bir gün Ebû Bekir d minbere çýktý ve:
«–Biliyorsunuz ki Rasûlullah J geçen sene aranýzda þu benim durduðum gibi durmuþtu...» dedi. Sonra gözlerine yaþlar hücûm etti. Sonra bu sözünü tekrarladý, fakat yine hýçkýrýklar boðazýnda düðümlendi. Üçüncü kez tekrarladýðýnda, yine kendini tutamayarak aðladý.” (Bkz. Tirmizî, Deavât, 105)
Ýþte bu âþýk sahâbînin, Efendimiz J ile kalbî beraberlik hâlini bilen ârif gönüller de her fýrsatta ondan istifâdeye çalýþýyor, Efendimiz’in hâtýralarýyla, O’na olan hasretlerini bir nebze olsun teskîn etmeye çalýþýyorlardý:
Ashâb-ý kiramdan Berâ bin Âzib d babasýnýn her fýrsatta, Allah Rasûlü’ne âit bir hâtýrayý dinleyebilme iþtiyâkýný þöyle anlatýr:
“Ebû Bekir d babamdan bir semer satýn aldý ve onu evlerine kadar götürüvermemi ricâ etti. Babam ise:
«–Hayýr! Müþrikler peþinizde sizi ararken Rasûlullah J ile Mekke’den Medîne’ye nasýl hicret ettiðinizi anlatmadan olmaz.» dedi. Ebû Bekir d da hicret yolculuðunu anlattý.” (Bkz. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 2; Ahmed, I, 2)
Yine Hazret-i Ebû Bekir’in þu sözleri, Peygamber Efendimiz J ile kalbî beraberlik ufkunu ne güzel aksettirir:
“Rasûlullah J Efendimiz’i sevmek, riyâzat ve mücâhededen, Allah yolunda kýlýç sallamaktan daha üstündür.” (Baðdadî, Târihu Baðdâd, VII, 161)
Nitekim bunun sayýsýz misâli, Bedir, Uhud ve Hendek’te görülmüþtür.
CANDAN AZÝZ MUHABBET…
Ashâb-ý kirâm, Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’e muhabbette öyle zirveleþti ki, bütün varlýðýný O’nun yolunda fedâ etmeyi canýna minnet bildi. Bunun en müþahhas misallerinden birkaçý, Uhud günü Ýslâm ordusunda meydana gelen kýsa süreli çözülme esnâsýnda yaþanmýþtý. Meydana gelen kargaþayý fýrsat bilen bir grup bedbaht müþrik, sýrf Allah Rasûlü’nü hedef alarak þiddetli bir saldýrýya geçti. Muhâcir ve Ensar’dan bir kýsým sahâbîler, Allah Rasûlü’nü korumak için etrâfýný sardýlar; bu uðurda gerekirse þehîd olmak üzere sözleþtiler ve Efendimiz’e:
“–Yüzüm, yüzünün önünde siper; vücûdum, Sen’in vücûduna fedâdýr! Allâh’ýn selâmý her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanýndan ayrýlmayýz.” diyerek akitte bulundular. Var güçleriyle son nefeslerine kadar savaþtýlar.
(Ýbn-i Sa’d, II, 46; Vâkýdî, I, 240)
Ebû Talha d yayýný çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü îman heyecaný içinde harb ederken elinde iki-üç yay kýrýlmýþtý. Allah Rasûlü J yanýndan ok torbasý ile geçen herkese:
“–Ok torbaný Ebû Talha’nýn yanýna boþalt!” emrini veriyordu. Efendimiz J onun arkasýndan müþriklere bakmak için baþýný kaldýrdýkça Ebû Talha:
“–Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Baþýný kaldýrma! Belki müþrik oklarýndan biri isâbet eder. Benim göðsüm Sen’in göðsüne siper olsun. Sana dokunacak olan, bana dokunsun!” derdi. (Buhârî, Meðâzî, 18)
Sa’d bin Ebî Vakkas d da, Fahr-i Kâinât J Efendimiz’in yanýnda müþriklere durmadan ok yaðdýrýyor, Varlýk Nûru Efendimiz de Sa’d’ýn bu candan fedakârlýðý karþýsýnda:
“–At yâ Sa’d! Babam ve anam sana fedâ olsun!” buyuruyordu. Bu büyük iltifâta þâhid olan Hazret-i Ali d gýpta içinde þöyle demiþtir:
“Ben, Nebî J Efendimiz’in Sa’d hâricinde hiç kimseye; «Babam ve anam sana fedâ olsun!» dediðini duymadým.” (Tirmizî, Edeb 61, Menâkýb 26; Ahmed, I, 92)
Peygamber Efendimiz J Uhud Gazvesi’nin sonunda, çok sevdiði sahâbîlerinden Sa’d bin Rebî’nin durumunu özellikle merak etmiþti. Ashâbýndan birini harp meydanýna gönderip onu aramasýný emretti. Sahâbî, Hazret-i Sa’d’ý ne kadar aradýysa da bulamadý. Artýk geri dönecekti ki son bir ümitle:
“–Ey Sa’d! Beni Rasûlullah J gönderdi. O, senin sað mý, yoksa þehîd mi olduðunu haber vermemi emretti!” diye seslendi.
O sýrada son anlarýný yaþayan ve cevap verecek mecâli kalmamýþ olan Sa’d d kendisini Allah Rasûlü’nün merak ettiðini duyunca bütün gücünü topladý ve:
“–Ben, artýk ölüler arasýndayým!” diyebildi. Derhal Hazret-i Sa’d’ýn yanýna koþan sahâbî, onu, vücûdu kýlýç darbeleriyle delik-deþik olmuþ bir vaziyette buldu. Ve ondan ancak fýsýltý hâlinde þu son sözlerini dinledi:
“–Vallâhi gözleriniz kýmýldadýðý müddetçe, Rasûlullah J Efendimiz’i düþmanlarýndan korumaz da baþýna bir musîbet gelmesine mahal verirseniz, sizin için Allah katýnda ileri sürülebilecek hiçbir mâzeret yoktur!” (Muvatta, Cihâd, 41; Hâkim, III, 221/4906; Ýbn-i Hiþâm, III, 47)
Peygamberler Sultaný J Efendimiz’e hayatýnda iken yapýlmýþ olan saldýrýlar, farklý þekil ve kisvelere bürünerek küfrün kirli eli ve zehir kusan diliyle günümüzde de zaman zaman görülmektedir. Vaktiyle sahâbe neslinin canlarý pahasýna Allah Rasûlü’ne siper olmalarý, bugün bizler için, Efendimiz’in kudsî mîrâsýna sahip çýkma husûsunda göstermemiz gereken hassâsiyeti ifâde etmektedir. Bu hassâsiyet, ümmet-i Muhammed olarak boynumuzun borcudur.
Unutmayalým ki peygamberler, dünyevî bir miras býrakmazlar. Rasûlullah J Efendimiz’den ümmetine kalan asýl mîras, O’nun þahsiyet, kimlik ve takvâsýdýr. O’nun en büyük emâneti de, Kur’ân-ý Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’dir. Bu mîrâs ve emânete sahip çýkmak; O’nun ahlâkýyla ahlâklanarak takvâ hayatý yaþamak ve O’nu her zaman ve mekanda O’na yakýþan bir vakar ile temsil etmekle mümkündür. Bu hâlin bizler için bir takvâ imtihaný olduðunu unutmamak gerekir.
Rasûlullah J Efendimiz’in rûhunda, ümmetinin derdiyle âdeta bir mahþer kaynamýþtýr. O’nun, hayatý boyunca insanlýðýn kurtuluþu için çýrpýnmasý, vefâtýndan sonra da kabrinde ilk Sûr üfleninceye kadar ümmeti için Rabbine yalvarmasý karþýsýnda O’na þükran hisleriyle dolmayacak bir vicdan düþünülemez.
O, ümmetine daima muhabbet tevzî etti. Dertlilerin dert ortaðý oldu. Mâtemlerin civârýnda, muhtaçlarýn yanýbaþýnda bulundu. Böylece -Allâh’ýn lutfuyla- kendisini canýndan çok seven bir sahâbe toplumu yetiþtirdi.
Bizlere O’nun bu nezih hâlinden gelen mesaj þudur: “Problemini çözdüðümüz insan ve muhabbet tevzî ettiðimiz toplum bizimdir.”
Ýþte böyle bir muhabbet ikliminde yetiþen ashâbýn Peygamber Efendimiz’e; “Anam-babam, caným Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah” diyerek fedâ-yý cân etmeleri, onlar için en büyük lezzet hâline geldi. Bu hâlin sayýsýz misallerinden biri, Recî Vak’asý’nda yaþanmýþtýr.
Allah Rasûlü J Ýslâm’ý öðretmek üzere civar kabîlelere muallimler gönderirdi. Adal ve Kare kabîleleri de muallim istemiþ ve on kiþilik bir heyet yola çýkmýþtý. Fakat kâfile tuzaða düþürüldü, muallimlerin sekizi þehîd, ikisi de esir edildi. Esir düþen Hazret-i Zeyd ve Hazret-i Hubeyb, teslim edildikleri Mekkeli müþrikler tarafýndan þehîd edildi. Þehîd edilmeden evvel Hazret-i Hubeyb’e:
“–Hayatýnýn kurtulmasýna karþýlýk, senin yerinde Peygamber’inin olmasýný ister miydin?” denildi. Hubeyb J suâli soran Ebû Süfyân’a acýyarak baktý ve:
“–Benim, çoluk-çocuðumun arasýnda olup Peygamber’imin burada olmasýný istemek þöyle dursun, benim ölümden kurtulmama karþýlýk O’nun þu an bulunduðu yerde ayaðýna diken batmasýna bile aslâ gönlüm râzý olmaz.” dedi.
Bu eþsiz muhabbet manzarasý karþýsýnda âdeta donakalan Ebû Süfyan:
“–Hayret doðrusu! Ben, dünyada Muhammed’in ashâbýnýn O’nu sevdiði kadar, birbirini seven iki kimse daha görmedim.” dedi. (Vâkýdî, I, 360; Ýbn-i Sa’d, II, 56)
Rasûlullah J Efendimiz’in hayatýný insaf nazarýyla tedkik ve tahlil eden birçok gayr-i müslim bile, duyduðu hayranlýðý gizleyememiþtir. Batýlý yazar Thomas Carlyle, bu hakîkati þöyle îtiraf etmiþtir:
“Baþýnda taç bulunan hiçbir imparator, kendi eliyle yamadýðý hýrkayý giyen Hazret-i Muhammed kadar sevgi ve saygý görmemiþtir.”
Zira Efendimiz’i gerçek mânâda tanýyýp O’ndan lâyýkýyla istifadenin yegâne þartý, O’na muhabbet ve hürmet göstermektir. Bu bakýmdan ashâbýn gönlünde de hiçbir sevgi, Allah ve Rasûlullah sevgisinin önüne geçmedi. Ne mal-mülk, ne çoluk-çocuk, ne de can sevgisi… Zira bunlarýn hepsi dünyada kalacak, Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ise, ebedî saâdetin gönül sermâyesi olacaktýr.
ALLÂH’I SEVÝYORSANIZ…
Hasan-ý Basrî Hazretleri nakleder ki:
“Sahâbe-i kirâm, Rasûlullah J Efendimiz’e:
«–Ey Allâh’ýn Rasûlü! Bizler Allah Teâlâ’yý çok seviyoruz. Lâkin bize, Allâh’ýn Zât’ýný gerçekten sevmenin alâmetini bildirseniz.» dediler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ; «(Rasûlüm!) De ki: Eðer Allâh’ý seviyorsanýz bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarýnýzý baðýþlasýn. Allah son derece baðýþlayýcý ve esirgeyicidir.» (Âl-i Ýmrân, 31) âyet-i kerîmesini indirdi.” (Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, nr. 6845, 6846)
Yani kulu Allâh’ýn muhabbetine erdirecek olan, Hazret-i Peygamber J Efendimiz’dir. Zira Hazret-i Peygamber’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itaat, Allâh’a itaat; O’na isyan da Allâh’a isyan mâhiyetindedir.
Alâeddîn-i Konevî Hazretleri, Rasûlullah J Efendimiz’e uymak ve O’na hürmette kusur etmemek için þu hususlarý talebelerine þart koþmuþtur:
1. Rasûlullâh’ýn mübârek isimleri geçtikçe salât ü selâm getirmek.
2. Kabr-i þerîfleri ziyâret edildiðinde, huzûrunda sesi yükseltmemek ve edebi muhâfaza etmek.
3. Rasûlullâh’ýn haremi olan Medîne-i Münevvere’ye tâzim ve hürmet göstermek ve Medîne-i Münevvere ehline ikramda bulunmak.
4. Rasûlullah J Efendimiz’in mübârek sözlerinden ve iþlerinden bildirilen bir þeye, O’nun þânýný hafife alacak bir þeyle mukâbele etmekten sakýnmak. Meselâ, Rasûlullah J falanca þeyi severdi, denildiðinde, bizim kalbimizde de hemen onu sevmeye karþý bir güzellik ve hoþluk hissi uyanmasý.
5. Kur’ân-ý Kerîm ve hadîs-i þerîf kitaplarýnýn üzerine, herhangi bir kitap veya eþya koymamak.
6. Allah Teâlâ’nýn veya Rasûlullah J Efendimiz’in isimlerinin bulunduðu bir kâðýdý atmamak ve yýrtmamak. Hattâ bütün Ýslâmî kitaplara hürmet göstermek gerekir. Bunlar artýk kullanýlmayacak ise, ya çiðnenmeyecek bir yerde topraða gömmek ya da yakmak lâzýmdýr.
SALEVÂT-I ÞERÎFE
Seven, sevdiðini sevgisi nisbetinde taklid eder, O’nu gönlünden çýkarmaz, dilinden düþürmez. Efendimiz ile böyle bir kalbî irtibâtýn en mühim alâmeti, O’nu salevât-ý þerîfelerle yâd etmektir. Zira bunun zýddý, mânevî bir hüsran sebebidir. Nitekim Rasûlullah Efendimiz þöyle buyurmuþtur:
“Yanýmda anýldýðým kiþi bana tam bir salât ü selâm getirmezse o benden deðildir, ben de ondan deðilim. Allâh’ým! Benimle alâkasýný devam ettirenle Sen de alâkaný devam ettir. Benimle alâkasýný kesenle Sen de alâkaný kes.” (Deylemî, el-Firdevs, III, 634)
Diðer hadîs-i þerîflerinde de Efendimiz J þöyle buyurmuþlardýr.
“Cimri, yanýnda adým anýldýðý hâlde bana salât ü selâm getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Deavât, 100)
“Kim bana salât ü selâm getirmeyi unutursa cennetin yolunu þaþýrýr.” (Ýbni Mâce, Ýkâmet, 25)
Ýþte salevât-ý þerîfe bu kadar mühimdir. Hattâ namaz kýlarken her Tahiyyât’ta Rasûlullah J Efendimiz’e: «•» diyerek selâm vermemiz emredilmiþtir. Namazda iken bir beþere selâm vermek, namazý bozacak bir durum olduðu hâlde, Allah Teâlâ, Rasûlü’ne selâm vermeyi namazýn vâcip bir rüknü kýlmýþtýr.
Ýmam Gazâlî Hazretleri der ki:
“Namazýn teþehhüdünde Peygamber Efendimiz’in sûretini ve kerîm þahsýný kalbinde hazýr eyle! «•» de! Emîn ol ki, senin selâmýn Allah Rasûlü’ne ulaþýr ve O, sana daha güzel bir cevap ile karþýlýk verir.” (Ýhyâu Ulûmi’d-Dîn, I, 224)
Hâlid-i Baðdâdî Hazretleri, Þihâb bin Hacer el-Mekkî’den þunlarý nakleder:
“Namazda okunan Tahiyyât’ýn «•» cümlesinde Peygamber Efendimiz’e hitâb edilmektedir. Sanki bu, Allah Teâlâ’nýn namaz kýlan ümmetinden Efendimiz’i haberdar kýlmasýna iþâret etmektedir. Bu þekilde Efendimiz J namaz kýlanlarýn yanýnda hazýr bulunup kýyâmet gününde onlarýn lehine en fazîletli amelleri ile þâhitlik edecektir. Ayrýca O’nun mânen hazýr olduðunun hatýrlanmasý, gönülde huþû ve hudûun artmasýna vesîle olur.”1
PEYGAMBER MUHABBETÝNDE
OSMANLI ZARÂFETÝ
Kur’ân ve sünnete derin bir muhabbet ve itaatle temâyüz ederek altý yüz yýl Ýslâm’ýn sancaktarlýðýný îfâ eden ve dünyaya Ýslâm’ýn güler yüzünü göstererek hak ve hukuk tevzî etme þerefine nâil olan mübârek ecdâdýmýz Osmanlý’nýn, Peygamber Efendimiz’e karþý sahip olduðu gönül hassâsiyetleri, meydana getirdikleri yüksek medeniyetten daha muhteþemdir.
Her Peygamber âþýðýnýn yakýndan görmek için can attýðý Peygamber Efendimiz’in kabr-i þerîfinin üzerine ilk kubbeyi Memlük Sultâný Kayýtbay inþâ ettirmiþtir. Mescidin yýpranan yerlerinin tamiri ve bugünkü yeþil kubbeyi inþâ ettirme þerefi ise Osmanlý Sultanlarýndan II. Mahmud’a nasîb olmuþtur.
II. Mahmud, kubbenin yenilenmesi söz konusu olunca Ýstanbul’dan iþinin ehli mimar ve ustalar gönderir. Bu mimar ve ustalar, Peygamber J Efendimiz’in makâmýnýn üzerindeki kubbenin tamirâtýný nasýl yapmalarý gerektiði husûsunda önce derin derin düþünürler. Çünkü mevcut kubbenin üzerine çýkýlacak ve tuðlalar sökülerek yeniden inþâ edilecektir. Peygamberler Sultaný J Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsýz edecek en ufak bir kabalýða veya edebe mugâyir bir harekete mahal vermeden bu nâzik vazîfe yerine getirilecektir. Yaptýklarý istiþârenin sonunda þu karara varýrlar:
“Biz bu inþaat esnâsýnda hiç dünya kelâmý konuþmayalým. Meselâ tuðla istediðimizde «•/ Allah!», su ibriðini istediðimizde «• / Bismillah!», çekiç istediðimizde «• / Lâ ilâhe illâllah!» diyelim…
Ýþte Kubbe-i Hadrâ / Yeþil Kubbe, böyle bir zikir meclisi rûhâniyeti içinde, büyük bir tâzîm ve hürmetle inþâ edildi. Ayrýca Mescid-i Nebevî’nin tamirinde vazîfe alan ustalar, her taþý abdestli olarak ve besmele ile yerine koydular. Hattâ bir çivi çakmak îcâb ettiðinde, gürültü çýkarmasýn diye çekiçlerine keçe baðladýlar.
18. asrýn sonlarýnda Derviþ Ahmed Peþkârîzâde tarafýndan kaleme alýnan “Tayyibetü’l-Ezkâr” isimli hâtýratta, Ravza-i Mutahhara’da gözetilen edep, hürmet ve nezâket þöyle nakledilmektedir:
“Yatsý namazý kýlýnýp cemaat gittikten sonra, Ravza vazîfelileri olan aðalar ellerine birer fener alýp Harem-i Þerîf’i köþe köþe gezer ve Bâbü’s-Selâm’a gelip kapýyý kapatýrlar. Eðer içeride bir kimse görürlerse; « • / Bismillah!» diyerek dýþarý çýkmasýný iþâret ederler. Zira Harem-i Þerîf’te dünya kelâmý olmaz. Eðer Hücre-i Þerîf’te bir kimse olursa, ona da; «•/ Lâ ilâhe illâllah! » diye seslenirler.
Güneþin doðmasýna üç saat kala, (yani teheccüd vakti girince) müezzinlerin reisi kapýnýn dýþýnda bir kere; «• / Lâ ilâhe illâllah!» diye nidâ eder. Ýçerideki nöbetçiler bunu duyunca; «• / Muhammedü’r-Rasûlullah…» diye seslenirler ve sonra kapýyý açarlar.”
Þüphesiz ki ecdâdýmýzýn bütün bu zarâfet ve nezâketinden almamýz gereken dersler bulunmaktadýr. Bunlardan biri de, bilhassa Hac veya Umre’ye gidip Peygamber Efendimiz’i ziyâret edenlerin, orada dünya kelâmý etmeyip boþ sözleri terk etmeleri, dillerini ve gönüllerini zikrullâh ile yýkamalarý, sükûnet ve edep içerisinde, salevât-ý þerîfelerle huzûr-i Rasûlullâh’a yüz sürmeleri gerektiðidir.
Yakýn dönem Kâdirî þeyhlerinden, Medîne-i Münevvere ehli Ziyâeddin Efendi, o mübârek makâma gelenlere þu nasihatte bulunurlardý:
“Buraya gelen kimse, ayak ucuna bakarak Ravza’ya girmeli ve ayak ucuna bakarak evine, istirahatine dönmelidir.”
Yani çarþý-pazarýn dünya telâþýyla meþgul olarak gönlündeki rûhâniyeti bozmamalý, orada hangi makamda bulunduðunu hatýrýndan çýkarmamalýdýr.
Ecdâdýmýzýn Hazret-i Peygamber J Efendimiz’e olan hürmet ve tâzîminin diðer bir misâli de þudur:
II. Abdülhamid Han, Ýstanbul’dan Medîne-i Münevvere’ye uzanan bir tren yolu yaptýrmýþ ve istasyonlarýný da Peygamber Efendimiz’in seferlerinde konakladýðý yerlere inþâ ettirmiþtir. Ayrýca Medîne tren istasyonunu Nebiyy-i Muhterem J Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsýz etmemek için Ravza’dan yaklaþýk 2 km. uzaða yaptýrmýþ ve Medîne içerisinde bulunan bütün raylar, -üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çýkarmasýnlar diye- keçe ile kaplanmýþtýr.
Osmanlý’nýn bu mukaddes beldelere yaptýðý her hizmet, Þâir Nâbî’nin;
“Sakýn terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hüdâ’dýr bu…” na’tinde dâvet ettiði edep, hürmet, muhabbet ve hassâsiyetin müþahhas birer ifâdesi mâhiyetinde idi.
Mukaddes beldelerde Allah Rasûlü’ne hürmet ve muhabbetin en müstesnâ numûnelerini sergileyen ecdâdýmýz, kendi memleketlerinde de Harameyn’in rûhâniyetini taþýyan bir bâd-ý sabâ misâli, pek çok güzelliði örf hâline getirmiþlerdir.
Allah Rasûlü’ne muhabbeti ve dolayýsýyla îman heyecanýný zinde tutmak gâyesiyle, câmilerde icâzetli kimseler tarafýndan cemaate üç kitabý okumak bir örf hâline getirilmiþti. Bu üç kitaba -hürmeten- “þerîf” sýfatý verildi. Bunlar; Buhârî-i Þerîf, Þifâ-i Þerîf ve Mesnevî-i Þerîf idi.
Temelinde Kur’ân’a hürmet ve tâzîmin bulunduðu Osmanlý’nýn, “mukaddes emanetler”i âdeta baþ tâcý etmesi de eþsiz bir muhabbet numûnesidir. Yine Osmanlý, Allah için savaþan her askerine “Mehmetçik” adýný vererek onlarýn her birine kendi imkân ve istîdatlarý dâhilinde bir “Muhammed” olabilme idealini telkin etmiþtir.
Ayrýca Osmanlý’da Mevlid kandilleri de apayrý bir ihtiþam içinde kutlanmýþtýr. Efendimiz’e âit bir sakal-ý þerîf, Medîne-i Münevvere’den hurma, Mekke-i Mükerreme’den Zemzem getirilir, Efendimiz’in hâtýralarýndan teberrük coþkusu içinde o kandiller ihyâ edilirdi. Mevlid-i þerîfin, kutlu doðumu tasvîr eden velâdet bahrinde, bütün cemaat hürmeten ayaða kalkar, âdeta Efendimiz J o an teþrîf ediyormuþçasýna bir vecd içinde hep birlikte salât ü selâmlar okunurdu…
Ne ibretlidir ki Osmanlý, selâtîn câmilerde daima bir “âmâ müezzin” bulundurmaya da itinâ göstermiþtir. Nitekim yakýn zamana kadar Süleymaniye, Fâtih gibi câmilerde bunlarýn örneklerine rastlanmakta idi. Bu husus, ekseriyetle sýradan bir tesâdüf zannedilip pek de üzerinde durulmaz. Hâlbuki bunun temelleri tâ asr-ý saâdete dayanýyordu. Zira Mescid-i Nebevî’de Bilâl-i Habeþî’nin yaný sýra Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’in diðer bir müezzini de, âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm d idi.
Ýþte Allah Rasûlü’nün bu azîz hâtýrasýný yaþatmak ve sünnetini ihyâ etmek gâyesiyle ecdâdýmýz da yakýn zamana kadar büyük selâtîn câmîlerde, âmâ bir müezzin bulundurma nezâketi göstermiþlerdir.
Þüphesiz ki bütün bu edep ve incelikler, Osmanlý’nýn hiçbir millete nasîb olmamýþ bir ihtiþamla altý asýr pâyidâr olmasýnýn mânevî istinadlarýndandýr.
Cenâb-ý Hak, ecdâdýmýzýn gönül inceliklerini bizlere de nasîb eylesin! Efendimiz J ile kalbî irtibâtýmýzý dâim kýlsýn! O’nun sünnetini, hayatýmýzýn mihveri eylesin! Habîbi hürmetine bizleri af ve merhametine nâil kýlsýn…
Âmîn!Dipnot: 1) Mektûbât-ý Mevlânâ Hâlid, s. 118; Risâletü’r-Râbýta, (Mevlânâ Safiyyüddîn, Reþahat hâmiþinde) s. 225-226.
Osman Nuri Topbas
Ynt: Hz. Peygamber e muhabbetle itaat By: ceren Date: 02 Kasým 2015, 20:02:27
Esselamu aleyküm.Peygamber efendimize itaat eden ,samimi muhabbet besleyen ,güzel ahlaklý olan ve onun sunnetlerine tabi yaþayan kullardan olalým inþallah...