Can ve mal By: sumeyye Date: 31 Ekim 2010, 15:50:59
Can ve Mal
“Allâh mü’minlerden, mallarýný ve canlarýný, kendilerine (verilecek) cennet karþýlýðýnda satýn almýþtýr...” (et-Tevbe, 111)
Ýmtihan için gönderildiðimiz þu fânî âlemde, insanoðluna lutfedilen kýymetlerin baþýnda “can ve mal” gelir. Mü’minler, bu kýymetleri ciddî gâyeler ve ulvî idealler uðrunda kullanmaya mecburdurlar. Zîrâ âyet-i kerîmede:
“Allâh mü’minlerden, mallarýný ve canlarýný, kendilerine (verilecek) cennet karþýlýðýnda satýn almýþtýr...” (et-Tevbe, 111) buyrulmuþtur.
Allâh Teâlâ’nýn insanoðluna lutfettiði can ve mal gibi her türlü imkân birer emânettir. Bütün nîmetler O’ndandýr ve O’na âittir. Bu yüzden ârif gönüllerin Hakk’a karþý duygularý dâimâ:
“Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kýlan Sen!.. Ne verdinse odur. Dahî nemiz var!..” ifâdeleri istikâmetinde olmuþtur. Bunun netîcesinde Allâh dostlarý, bir kul olarak Hak katýndaki hiçliklerini idrâk hâlinde olup, nâil olduklarý nîmetleri, o nîmetlerin gerçek sâhibi olan Allâh’tan esirgemek gafletinden son derece kaçýnmýþlardýr.
Allâh’ýn, kendisine yaklaþmaya vesîle kýldýðý nîmetleri Cenâb-ý Hakk’ýn emrinin hilâfýna yanlýþ yerlerde kullananlar içinse acý bir îkâz-ý ilâhî vardýr. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“De ki: Eðer babalarýnýz, oðullarýnýz, kardeþleriniz, eþleriniz, hýsým-akrabanýz, kazandýðýnýz mallar, kesada uðramasýndan korktuðunuz ticâret, hoþlandýðýnýz meskenler size Allâh’tan, Rasûlünden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artýk Allâh emrini getirinceye kadar bekleyin. Allâh, fâsýklar topluluðunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
Âyet-i kerîme muktezâsýnca dünyâ hayatýnda bizlere bir imtihan vesîlesi olarak emânet edilen can ve mal nîmetlerini rýzâ-yý ilâhî istikâmetinde kullanabilmek, Cenâb-ý Hak ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetimizin en bâriz ölçüsüdür. Zîrâ seven, sevdiði uðruna, sevgisi ölçüsünde fedâkârlýk yapmayý en büyük zevk olarak telakkî eder. Bu hâl, sevginin þiddeti nisbetinde tâ candan yapýlacak fedâkârlýklara kadar ulaþýr.
En aðýr ve meþakkatli bedel, îmân muhabbetinin bedelidir. Zîrâ o sâyede kalbin ufuklarý açýlýr, can da mal da bu bedeli ödemek için Hakk’ýn râzý olacaðý en isâbetli yerlere cömertçe ve seve seve sarf edilir. Îmânýn lezzet, heyecan ve hazzýyla can ve mal gibi her türlü imkânlardan fedâkârlýk yapmak, gönülde bir huzur kaynaðý ve kalbde bir meslek hâline gelir.
Yine bir âyet-i kerîmede Cenâb-ý Hak þöyle buyurur:
“(Yapacaðýnýz hayýrlar,) kendilerini Allâh yoluna adamýþ, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaþamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayý onlarý zengin zanneder. Sen onlarý sîmâlarýndan tanýrsýn. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptýðýnýz her hayrý muhakkak Allâh bilir.” (el-Bakara, 273)
Allâh yolunda fedâkarlýk yapanlarýn kalblerinde, âyet-i kerîmede buyrulan “Sen onlarý sîmâlarýndan tanýrsýn.” beyânýnýn tecellîsiyle bu hususta bir firâset, yâni ince düþünüþ hâsýl olur, infak duygusu bir meslek hâline gelir. Her meslek sâhibi, mesleðiyle ülfet hâlindedir. Yukarýdaki âyet-i kerîmenin þümûlüne girebilmek için kendisini Hakk’a adayanlarýn ve bilhassa Kur’ân-ý Kerîm hizmetinde bulunanlarýn durumlarýna gönül gözüyle nazar edip onlarla ülfet hâlinde olmak gerekir. Zîrâ âyet-i kerîmenin mefhûm-ý muhâlifine dikkat edersek, Allâh yolunda gayret eden mahfiyet sâhibi gönül insanlarýna duyarsýz bir kalb ile onlardan uzak durmanýn en fecî bedbahtlýklardan biri olduðunu kolayca anlayabiliriz.
Bu itibarla îmanlý zenginler servetlerini ilme, ahlâka ve bilhassa kendilerini Kur’ân hizmetine adayanlara seferber etmeli; muhtaç yoksullarla ilgilenip garip yaþayan çilekeþ mü’minlerin civârýndan kaçmamalýdýrlar.
Malý ve caný yanlýþ yere sarfedenler, Allâh’ýn vermiþ olduðu nîmetlerin ziyanlýðý içindedirler. Cenâb-ý Hak, bu gaflete düþenlerin fecî âkýbetini âyet-i kerîmede þöyle beyan buyurur:
“…Altýn ve gümüþü yýðýp da onlarý Allâh yolunda harcamayanlar yok mu, iþte onlara elem verici bir azâbý müjdele! (Bu paralar) cehennem ateþinde kýzdýrýlýp bunlarla onlarýn alýnlarý, yanlarý ve sýrtlarý daðlanacaðý gün (onlara denilir ki): «Ýþte bu, kendiniz için biriktirdiðiniz servettir. Artýk yýðmakta olduðunuz þeylerin (azâbýný) tadýn!»” (et-Tevbe, 34-35)
Bu itibarla; kazançlarýmýzý ve ömür nîmetini, ebedî hayâta elveriþli bir þekilde düzenlemekle mükellef bulunmaktayýz. Þeyh Sâdî’nin dünyâ metâýna aþýrý düþkünlükle cimrilikte bulunanlara yaptýðý þu îkaz ne kadar ibretlidir:
“Para yýðmakla yükseleceðini sanma. Duran su fenâ kokar ve kurur. Baðýþlamaya ve akýtmaya çalýþ. Akan suya gök yardým eder. Yaðmur yaðdýrýr, sel gönderir, onu deryâ eder.”
Dolayýsýyla asýl mârifet, cömertlik ve diðergâmlýkla gönlü deryâ hâline getirip Hakk’ýn lutfettiði nîmetleri ve dünyâ ticâretini âhiret zenginliðine dönüþtürebilmektir. Bu bakýmdan malýn hayýrlýsý, sâhibinden önce âhirete gönderilen; canýn hayýrlýsý da Allâh rýzâsý istikâmetinde kullanýlabilendir.
Nitekim Ebû Zer -radýyallâhu anh-’a âit þu hikmetli sözler, ayný zamanda bir mü’minin dünyâ nîmetlerine bakýþ tarzýnýn nasýl olmasý gerektiðini de hulâsa etmektedir:
“Bir malda üç ortak vardýr. Birincisi mal sâhibi, yâni sen, ikincisi kaderdir. O, hayýr mý, yoksa felâket ve ölüm gibi þer mi getireceðini sana sormaz. Üçüncüsü mîrasçýdýr. O da bir an önce baþýný yere koymaný (yâni ölmeni) bekler, ölünce malýný alýr götürür, sen de hesâbýný verirsin. Eðer gücün yeterse sen bu üç ortaðýn en âcizi olma.
Allâh Teâlâ: «Sevdiðiniz þeylerden infâk etmedikçe birre (hayrýn kemâline) eremezsiniz…» (Âl-i Ýmrân, 92) buyuruyor. Ýþte benim en sevdiðim malým þu devemdir, (âhirette karþýma çýkmasý için) onu kendimden önce gönderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
Bu bakýmdan Allâh’ýn lutfettiði nîmetler, kulu Rabbine yaklaþtýracak bir ebediyet ýþýðý olmalýdýr. Zîrâ can ve mal nîmetleri Allâh yolunda sarf edildiði takdirde Kur’ânî ifâdeyle bir “zînet” olurken, aksi hâlde “fitne”ye dönüþmektedir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin müstakbel fitnesi hakkýnda þöyle buyurur:
“Her ümmetin bir fitnesi vardýr. Benim ümmetimin fitnesi de maldýr.” (Tirmizî, Zühd, 26/2336)
Bizler için birer imtihan sebebi kýlýnan can ve mal nîmetlerini doðru kullanabilmeye dâir pek çok îkâz-ý ilâhî bulunmaktadýr. Nitekim bu husustaki birkaç âyet-i kerîmede þöyle buyrulur:
“Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarýyla ve canlarýyla cihâd ettiler. Ýþte bütün hayýrlar onlarýndýr ve onlar kurtuluþa erenlerin ta kendileridir.” (et-Tevbe, 88)
“Ey îmân edenler! Sizi acý bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allâh’a ve Rasûlüne inanýr, mallarýnýzla ve canlarýnýzla Allâh yolunda cihâd edersiniz. Eðer bilirseniz, bu sizin için daha hayýrlýdýr.” (es-Saff, 10-11)
Birgün bir bedevî Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“–Yâ Rasûlallâh! Hayýrlý insan kimdir?” diye sorar.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“–Caný ve malý ile Allâh yolunda çalýþan mü’mindir.” (Buhârî, Cihâd, 2; Müslim, Ýmâret, 122) buyurur.
Âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i þerîflerde ifâde buyrulan mal ve can ile cihattan maksat, yalnýz kýlýç harbi deðildir. Kýlýç, zulmü kaldýrmak, hakký tevzî etmek gibi zarûret hâllerinde kullanýlan bir demir parçasýdýr. Esas fetih, gönüllerin fethidir.
Nitekim cihad âyetlerinin çokça indiði Mekke döneminde mü’minlerin henüz ciddî bir harp gücü yoktu. Câhiliye insanlarýnýn terörüne karþý Ýslâm’ý, yâni insanlýðý, hakký, adâleti tevzî ve teblið adýna yalnýz bir mü’min yüreði sergileyebiliyorlardý. Târihte hidâyet fütûhâtlarýný seyrettiðimiz zaman bunu daha bâriz bir þekilde görmekteyiz. I. Murad Han’ýn Kosova’yý, Fâtih Sultan Mehmed Han’ýn da Bosna’yý fethinden sonra bu mýntýkalara gönül ehli, temiz Anadolu halký yerleþtirilmiþ, Arnavutlar ve Boþnaklar, onlarýn gönül güzelliklerine meftûn olarak hidâyetle þereflenmiþlerdir.
Çanakkale harbi esnâsýnda Müslüman Türk askerlerine esir düþerek gördüðü þefkat, merhamet, fazîlet ve îmân nezâketi karþýsýnda öldürmeye geldiði mü’min askerlerin gönül iklîminde rûhu dirilerek hidâyetle þereflenen Josef Miller (Anzaklý Ömer) ve daha niceleri, gönül fütûhâtýnýn târihî misâllerinden sadece birer örnektir. Fethettikleri beldelerin halkýný selâmete garkederek muzdarip ruhlara hayat veren ecdâdýmýz, kan dökücü olarak deðil, kalb kurtarýcý olarak savaþmýþlardýr.
Kur’ân-ý Kerîm’de insanlarý hidâyete kavuþturma gâyesiyle “Allâh yolunda cihâd etme”ye dâir pek çok ifâde yer almaktadýr. Ancak bunlarýn mahdud bir kýsmýnda sýcak savaþ demek olan kýtalden bahsedilir. O da zarûret hâlindedir. Ýslâm’da müdâfaa veya îlâ-yý kelimetullâh, yâni Allâh’ýn kelimesini yüceltmek gâyesi dýþýnda yapýlabilecek bir harp yoktur. Sýrf toprak elde etmek için yapýlan savaþlar, insanlýðýn yüz karasý bir zulümdür. Hâlbuki Ýslâm’da savaþ mutlakâ hakký tevzî, hidâyetlere vesîle olmak ve zulmü bertaraf etmek gibi ulvî gerekçelere istinâd eder. Zîrâ Kur’ânî ifâdeyle:
“…Kim, kâtil olmayan ve yeryüzünde fesat çýkarmayan bir kimseyi öldürürse bütün insanlarý öldürmüþ gibi olur. Her kim (de) bir caný kurtarýrsa bütün insanlarý kurtarmýþ gibi olur.” (el-Mâide, 32)
Ýþte bu ölçüler dâhilinde ve Ýslâmî gâyeler uðrunda mü’minlerin mallarýyla ve canlarýyla yapacaklarý her türlü fedâkârlýk, Hak katýnda cenneti satýn almak gibi büyük bir ilâhî lutfa medâr olacak davranýþlardýr.
Diðer taraftan, caný ve malý Hak yolunda kullanabilmek, güzel ahlâka bürünmek ve amel-i sâlihlerle rûhumuzu arýndýrmak; onlarý Allâh ve Rasûlü’nün buyurduðu istikâmette sarf etmek sûretiyle olur. Bir mü’min; fakir, orta hâlli veya zengin, hayatýn her ne kademesinden olursa olsun, Allâh Rasûlü’nün nezih hayatýný kendisine örnek almalýdýr. Zîrâ Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- varlýkta da yoklukta da cömertliðin zirvesinde idi. O, ashâbýný zengin-fakir ayýrt etmeksizin cömertlik ve infâka teþvîk ederdi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashâbýna dînî bir gâye için yardým teklifinde bulununca kadýnlar ve hattâ küçük kýz çocuklarý bile zînetlerini huzûr-ý saâdete döker; küpelerini, bileziklerini, gerdanlýklarýný kopararak gönülden fedâkârlýkta bulunurlardý.
Sahâbe-i kirâmýn, infaktan muaf olacak derecede imkâný bulunmayanlarý dahî infak ecrine nâil olabilmek için kimisi daðdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su çekerek tasaddukta bulunur, velhâsýl infak heyecâný içinde elinden gelen gayreti gösterirdi.
Bu infak heyecanýný yaþayanlardan biri de Ebû Akîl el-Ensârî -radýyal lâhu anh-’týr ki, o da iki ölçek hurma karþýlýðýnda bütün gece sýrtýnda su taþýmýþ, kazancýnýn yarýsýný âilesinin ihtiyâcý için alýkoyup diðer yarýsýný Allâh’ýn rýzâsýný kazanmak ümîdiyle Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e getirmiþtir.
Dolayýsýyla sadakalarýn miktârý husûsunda herkesin tâkati kendisi için bir kýyas ölçüsü olmakla birlikte onun asýl Hak katýndaki kýymetini belirleyen, infaktaki fedâkarlýðýn derecesi ve kalbdeki cömertliðin ölçüsüdür.
Mal ve canýn Hak yolunda kullanýlmasýnýn en güzel örneðini Ashâb-ý Güzîn Efendilerimiz sergilemiþlerdir. Onlar, hakkýn, hayrýn ve ebedî kurtuluþ dâvetinin, imkânlarýnýn varabileceði son noktaya kadar ulaþabilmesi gayretiyle canlarýný ve mallarýný bu uðurda cömertçe seferber etmiþlerdir.
Hazret-i Ömer -radýyallâhu anh-’ýn þu hâli de bunun sayýsýz misâllerinden biridir. Kendisine Hayber ganîmetlerinden kýymetli bir arazî düþen Hazret-i Ömer -radýyallâhu anh-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Hayber’de bir yer edindim ki bugüne kadar onun gibi kýymetli bir yer elde edememiþtim. Onu ne yapmamý emredersiniz?” dedi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz de þöyle buyurdu:
“–Ýstersen onun aslýný (Allâh için) hapset ve onu(n gelirini) vakfet!”
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radýyallâhu anh-, arâzîsini þu þartlarla vakfetti: Onun aslý satýlamaz, hibe edilemez ve ona vâris olunamaz. O, fakirler, yakýn akrabâlar, köle âzâd etmek, Allâh yolunda harcamak ve yolda kalmýþ kimseler içindir.” (Buhârî, Þurût, 19; Müslim, Vasiyet, 15)
Bugün bizler de, ashâb-ý kirâmdaki îmân aþk ve vecdiyle kendi hâlimizi mukâyese edip bir vicdan muhâsebesine girmek mecbûriyetindeyiz. Ashâb-ý kirâm, dünyâ hayatýný âhiret saâdetine sermâye kýlmak için fakirlikten korkmaksýzýn bir infâk seferberliðine girmiþlerdi. Bizler de âhiretimizi tefekkür ederek, onlarýn bu yüce fazîletinden nasîb alabilme heyecâný içinde olmalýyýz.
Hadîs-i þerîfte buyrulur:
“Kimin endiþesi âhiret olursa, Allâh, zenginliði onun kalbine koyar, iþlerini daðýnýklýktan kurtarýr ve dünyâ ona boyun eðerek gelir. Her kimin endiþesi de dünyâ olursa Allâh fakirliði onun gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyâdan kendisine ancak takdîr edildiði kadar gelir.” (Tirmizî, Sýfâtü’l-Kýyâme, 30)
Dolayýsýyla mü’mine yakýþan, Allâh rýzâsý için mâlî ve bedenî fedâkârlýkta bulunmak sûretiyle cömertliðin vicdan huzûrunu, cimriliðin fânî ve nefsânî vesveselerine tercih etmektir.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, cömertlik hasletini ve cimrilik iptilâsýný ne güzel ifâde eder:
“Cömertlik cennet selvisinin dalýdýr. Bu dalý elinden býrakana eyvahlar olsun. Ekin eken, önce ambarý boþaltýr, ama sonra hâsýlâtý pek çok olur. Fakat tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem eder.
Unutmamak gerekir ki mülk, hakîkatte Allâh’a âittir. Kul ancak muayyen bir zaman için onun tasarrufçusu veya veznedârý durumundadýr. Aksi hâlde malýnýn kendisini bâkî kýlacaðýný zannederek, yeryüzünde yerli edâsý içinde ve gâfilâne yaþayarak ziyân edilen can ve mal, sâhibine yüz karasý olmak ve rûha zehir saçmaktan baþka ne iþe yarar?
Bu husustaki îkâz-ý ilâhî ne müthiþtir:
“Allâh’ýn, kereminden kendilerine verdiklerini (infâk etmekte) cimrilik gösterenler sanmasýnlar ki o, kendileri için hayýrlýdýr; tersine bu onlar için pek fenâdýr. Cimrilik ettikleri þey de kýyâmet gününde boyunlarýna dolanacaktýr. Göklerin ve yerin mîrâsý Allâh’ýndýr. Allâh bütün yaptýklarýnýzdan haberdardýr.” (Âl-i Ýmran, 180)
Allâh’ýn verdiði nîmetleri ziyân edenler için Cenâb-ý Hak îkaz mâhiyetindeki diðer bir âyet-i kerîmede de þöyle buyurur:
“(Rasûlüm!) Onlarýn mallarý ve çocuklarý Sen’i imrendirmesin. Çünkü Allâh, bunlarla ancak dünyada onlarýn azaplarýný çoðaltmayý ve onlarýn kâfir olarak canlarýnýn güçlükle çýkmasýný istiyor.” (et-Tevbe, 85)
Gönlüne mânevî âlemin nurlu parýltýlarýný düþürmeyen dünyâ sermâyeleri; ancak þeytanlarýn paylaþacaklarý nasiplerdir. Yalnýz cüzdan ve kasalar üzerinde ziyân edilen bir ömrün, iki mezar taþý arasýnda bir fâciâ ifâdesi olacaðýný kavramak zor deðildir.
Rivâyet edilir ki; kýyâmet gününde zengin bir kul getirilir:
“–Seni bana kulluktan alýkoyan ne idi?” denilir. O zengin:
“–Yâ Rabbî! Malýmýn çokluðu beni meþgûl etti.” der.
Cenâb-ý Hak, Süleymân -aleyhisselâm-’ý misâl getirerek:
“–Sen Süleyman kulumdan da mý zengin idin? Onu niye o kadar mülkü meþgul etmedi?” buyurur. (Bkz. Rûhu’l-Beyân, IV, 258; Beyhakî, Þuabu’l-Îmân, V, 202-203)
Cenâb-ý Hak, mal ve dünyâ sevgisine gönül kaptýrmanýn fecî âkýbetini âyet-i kerîmede de þöyle ifâde buyurur:
“(O), malýnýn kendisini ebedî kýlacaðýný zanneder. (Nereden gelip nereye gideceðini düþünmez. Ýþi gücü saymak ve ona güvenmektir.) Hayýr! Andolsun ki o, Hutame’ye atýlacaktýr. Hutame’nin ne olduðunu bilir misin? Allâh’ýn, tutuþturulmuþ, (yandýkça) týrmanýp kalblerin ta üstüne çýkan ateþidir.” (el-Hümeze, 3-7)
Dünyâ günlerini þuursuzca bir mal toplama ihtirâsý içinde geçirenlerin mezar yolculuðuna çýkarken avuçlarýnda topraktan baþka bir þey bulamamalarý ne hazindir. Hayat, beþik ile tabut arasýndaki dar bir koridorda yolculuktur. Dünya ve âhiret saâdeti, kundak ile tabut arasýna sýkýþan insan idrâkinin ölüm bilmecesini çözmesiyle baþlar. Bu muammâyý çözebilen fazîletli ve gönül zengini mü’minler, servetlerini kalblerinin içine sokmazlar, bu sâyede ömür þeridi üzerinde ahlâkî fazîletler, hayýrlý ameller ve unutulmaz güzellikte hâtýralar býrakýr, ardýndan rahmetle anýlýrlar.
Nefsânî arzularý bertaraf edip mal sevgisini kalbe sokmamanýn ehemmiyetini Hazret-i Mevlânâ þu misâllerle ne güzel ifâde eder:
“Su, geminin içine girerse gemiyi batýrýr; geminin altýndaki su ise gemiye istinâd olur, onu istediði menzile kavuþturur.”
“Temiz bir gönül gözü ve akl-ý selîm istiyorsan, tamah perdelerini yýrt.”
Mal ve canýn ilim ve güzel ahlâkýn refâkatinde kullanýldýðý bir memlekette cennet manzaralarý seyredilir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbýna sorarlardý:
“Bugün bir yetim baþý okþadýnýz mý?”
“Bir hasta ziyâret ettiniz mi?”
“Bir cenâze teþyîinde bulundunuz mu?..”
Bu yüzden mü’minler olarak biz de etrâfýmýzdan kendimizi mes’ûl hissedip ictimâî ibâdetleri ihmâl etmemeye çalýþmak zorundayýz.
Malý ve caný gereði gibi kullanmayý bilenler, güneþ sýfatlýdýrlar; hayýr hasenât ile her karanlýk kuytuyu aydýnlatýr, muhtaç, garip ve yorgun gönüllere fazîlet ve sehâvet ýþýklarý saçarlar. Gü neþ için aydýnlatmamak veya ýsýt ma mak na sýl im kân sýz ise, yük sek rûh lar için de in san la ra acý ma mak, ýz tý rap ve çi le ler kar þý sýn da duy gu suz kal mak, öy le im kân sýz dýr.
Müjdeler olsun o mü’minlere ki, kalblerine îmâný, sînelerine Kur’âný, vicdanlarýna güzel ahlâký yerleþtirip ebedî saâdetin baharý içinde yaþarlar. Helâlinden kazanýp servetlerini Allâh yolunda sarf ederler. Sâlihlerle berâber olup onlarýn hasbihâllerinden feyz alýr, hikmetlerden nasibdâr olurlar. Kendisini insanlarýn hidâyeti için Hakk’a adayanlarý, ehl-i iffet fakirleri sever ve onlarý mihnet altýnda býrakmadan Hak rýzâsý için ihtiyaçlarýný görür, onlarýn hizmetlerinde bulunurlar. Nefislerini temizleme gayreti içinde olduklarýndan, huylarýný ýslâh edip güzelleþtirirken gönüllerini ilâhî neþ’e ve feyizlerle doldururlar. “Servetinin fazlasýný ver.” (el-Bakara, 219) emr-i celîlinin muktezâsýnca imkânlarýný Hak yolunda harcarlar. Emânete dikkat eder, ahitlerine riâyet ederler. Allâh’ýn rahmet ve himâyesi, rýzâsý yolunda çalýþan mü’minleredir. Güzellikler, takvâ sâhiplerine âittir.
Cenâb-ý Hak bizleri de hayýrlarýn anahtarý, þerlerin kilidi olan o bahtiyar kullar zümresine dâhil eylesin. Ömrün kýsa günlerini âhiretin sonsuz hayâtý için sarf ederek ebediyet ülkesine yüz aký ile gidebilmeyi cümlemize nasîb eylesin!..
Âmin!..Osman Nuri Topbas