Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Son nefes 2 By: sumeyye Date: 31 Ekim 2010, 15:27:19
Son Nefes 2


Güzel bir kul olarak bu fânî âleme vedâ edebilmek için sayýlý olan nefesleri son nefese hazýrlamak zarûrîdir. Yâni mes’ud bir âhiret hayâtý için amel-i sâlihlerle müzeyyen, güzel, feyizli, huzurlu ve istikâmet üzere bir dünya hayatý elzemdir. Zîrâ hadîs-i þerîfte buyurulduðu üzere:

“Kiþi yaþadýðý hâl üzere ölür ve öldüðü hâl üzere haþrolunur.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Þerhu’l-Câmii’s-Saðîr, V, 663)

Bunun sayýsýz misâlleri vardýr. Ýbret ve hikmet dolu bu misâllerden bir tanesi þöyledir:

Adapazarý’nda bir müezzin efendi, muhterem pederim Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-’un bir ziyaret sohbetine, öðle namazýndaki vazifesini ikmâl ettikten sonra gelmekte iken, bindiði bisikletle kendisine yanan yeþil ýþýkta yolun diðer tarafýna geçmektedir. Bu esnada çok hýzlý gelen ve ona yanmakta olan kýrmýzý ýþýkta duramayan bir baþka araç, çok sür’atli olarak müezzin efendiye çarpar. Çarpmanýn þiddetinden ötürü müezzin efendi havalanýp yere düþerken son nefesinde bu dünyaya âid son ifade olarak hem çarpan þoför hem de yol kenarýndakiler tarafýndan da duyulmuþ olan sesli ve iþtiyaklý bir edâ ile þu cümleyi haykýrýr:

“Sana geliyorum Rabbim!..”

Ýþte bütün mesele, ömrü, son deminde sürûr ve huzurla Allâh’a götürebilmek, yâni herkesin korkulu rü’yâsý olan o demde sevinç duyarak: «Rabbim, sana geliyorum!..» diyebilmektir... Cenâb-ý Hak, cümlemize bu bahtiyarlýðý nasîb eylesin! Âmîn!..

Eskilerin ifâdesiyle bu hâl:

«Su testisi su yolunda kýrýlýr...» darb-ý meselinin pek mânidar bir tezâhürüdür. Yâni gönüller, yaþarken en çok ne ile meþgul olmuþlar ise, ölürken de onunla meþgul olmaktadýrlar.

Elbette bunun istisnâlarý da vardýr. Yâni bir kul, son nefesini îmân ile verebilmek için her ne kadar sâlih amellerle dolu bir hayat sürmeliyse de buna güvenerek Allâh’ýn rahmetine nâil

olacaðýna kesin gözüyle bakmamalýdýr. Bunun zýddýna bir kul da düþtüðü günahlara ve süflî hayata bakarak Allâh’ýn rahmetinden ümîdini kesmemelidir. Zîrâ son nefesin ne þekilde olacaðý, ilâhî bir sýrdýr.

Yüce kitâbýmýz Kur’ân-ý Kerîm’de, son nefesinde îmânlarýný kurtarma mücâdelesi veren sâlih kullar birer örnek þahsiyet olarak sergilendiði gibi, bunun zýddýna sâlih bir ömür sürerken nefsâniyetlerine râm olarak sonradan küfre dûçâr bir þekilde ölenlerin hazîn âkýbetleri de, birer ibret levhasý hâlinde sergilenmektedir.

Nitekim, sâhip olduklarý ilmi irfân ile tezyîn edemeyip nefsini arýndýramayan Ýblis, Kârun, Bel’am bin Baura ve sahâbî iken dünyâ tamâlarýna aldanan Sâlebe, bunlarýn en bâriz misâlleridir.

Mâlum olduðu üzere Ýblis, önceleri Hak katýnda yüksek bir mevkî sâhibi idi. Ancak kibrinin neticesi olarak Cenâb-ý Hakk’ýn emrinin kudret, azamet ve haþmetini göremeyip kendisinin Hazret-i Âdem’den üstün olduðu iddiâsýna kalkýþtý. Kendisinde bir varlýk ve þeref vehmetmesi, onu Rabbinin emrine muhâlefet etmeye kadar sürükledi. Netîcede kibir ve inadýnýn zebûnu olarak ebediyyen periþan oldu.

Kârun da, önceleri fakir ve sâlih bir zât idi. Tevrât’ý Hazret-i Mûsâ’dan sonra en iyi o tefsir ederdi. Hazret-i Mûsâ’nýn duâsý berekâtýyla kendisine simyâ ilmi bahþedilmiþti. Fakat sonralarý nefsinin ve þeytanýn desîselerine kapýlarak kalbi dünyâya meyletti. Hazînelerinin anahtarlarýný güçlü kuvvetli bir topluluk zor taþýyacak derecede idi. Buna aldanarak þýmarýkça bir zenginliðin girdabýnda boðuldu. Fakat Hazret-i Mûsâ, ona zekâtýný vermesini emredince o:

“–Malýma göz mü diktin? Bunlarý ben kendim kazandým.” deme cür’et ve küstahlýðýna düþtü. Malý onu þýmartýp helâkine sebep oldu.

Derken Kârun, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârun’un mânevî derecelerini kýskanmaya baþladý. Hazret-i Mûsâ’ya nâmus iftirâsý atacak kadar hasedinde ileri gitti ve bunun netîcesinde de böbürlendiði hazîneleriyle birlikte yerin dibine geçerek helâk oldu.

Mülkün sâhibi olan Cenâb-ý Hakk’ý unutarak; mal, mülk, mevkî gibi tuzaklarý olan dünyaya gönül vermek, esâretlerin en acýsýdýr.

Bel’am bin Baura da, Al lâh Teâlâ’nýn ken di sine ism-i âza mý öð ret ti ði, ke râ me t sâhibi sâlih bir kuldu. Bu zât, Ýs­râ ilo ðul la rý için de âlim ve ve lî biri ola rak tanýnýyor du. Fa kat son ra dan hevâsýna, nefsî arzularýna meyletmesi ne tî ce sin de o mânevî hâ li ni kay bet ti, hat tâ îmân sýz ola rak öl dü. Bu hâdi se Kur’ân-ý Ke rîm’de þöy le bil di ril miþ­tir:

“On la ra, þey ta nýn pe þi ne tak tý ðý ve kendisine ver di ði miz âyet ler den sýy rý la rak az gýn lar dan olan ki þi nin hâ di se­si ni an lat. Dileseydik, onu âyet le ri miz le üs tün ký lar dýk; fa kat o, dün ya ya mey let ti ve he ve si ne uy du (ahmaklýk ve þaþkýnlýða dûçâr oldu). Onun hâ li, üs tü ne var san da, ken di hâ li ne bý rak san da, di li ni sar ký týp so­lu yan kö pe ðin du ru mu gibidir...” (el-A’râf, 175-176)

Güzel bir kulluk hayatý yaþarken dünyaya aldanarak ebedî saâdetini ebedî bir sefâletle deðiþme bedbahtlýðýna düþenlere dâir, asr-ý saâdetten bir misâl de Sâlebe’nin hâlidir. Sâ le be, ön ce le ri mes cid den ve Pey gam ber Efen­di miz -sallâl lâ hu aley hi ve sel lem-’in soh bet le rin den ayrýlmaz ken, mal-mülk sâ hi bi olup dün yâ sev gisi gön lün­de yer edin ce, za man la ce ma ati ter k et miþ, farz olan ze ka tý ný bi le ver mek ten im ti nâ ede rek ha zîn bir âký be te dû çâr ol muþ tur. Sonradan Allâh Rasûlü’nün sözünü tutmamaktan dolayý piþmân olmuþsa da faydasýz bir çýrpýnýþ içinde can verirken kulaklarýnda Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in:

“– Yâ Sâlebe, þükrünü edâ edebileceðin az mal, þükrünü edâ edemeyeceðin çok maldan hayýrlýdýr.” ifâdeleri çýnlýyordu. (Bkz. Ta be rî, Tef sîr, XIV, 370-372; Ýbn-i Ke sîr, Tef sîr, II, 388)

Tasavvuf târihinin büyük þahsiyetlerinden Süfyân-ý Sevrî Hazretleri’yle ilgili þu hâdise de pek ibretlidir:

Süfyân-ý Sevrî Hazretleri’nin genç yaþta beli bükülmüþtü. Sebebini soranlara þöyle derdi:

“–Kendisinden ilim tahsil ettiðim bir hocam vardý. Vefatý esnâsýnda ona telkînde bulunduðum hâlde kelîme-i tevhîdi getiremedi. Bu hâli görmek, benim belimi büktü.”

***

Görüldüðü üzere, âký bet meç hul dür. Firavun’un si hir baz la rý mi sâ li, da lâ let üze re ya þa yýp âhir ömür le rin de hidâyete eren ler ol du ðu gi bi, Kârun ve Bel‘am bin Ba ura misâli, hi dâ yet üze re yü rü yüp, so nun da def te ri ni hüs ran la ka pat mýþ olan lar da mevcuddur. Do la yý sýy la bir kul, han gi mâ ne vî ma kam, mer te be ve üs tün lükte olursa ol sun, ne fis ve þeytan, dâimâ pu su da bek le mek te ve fýr sa tý ný bu lur bul maz ayaklarý sýrât-ý müstakîm’den kaydýrabilmektedir. Zîrâ þeytan, Cenâb-ý Hak’tan:

“–Sýrât-ý müstakîm üzerinde oturacaðým ve kullarýný azdýracaðým!..” diye mühlet istedi, kendisine de imtihan dolayýsýyla mühlet verildi.

Bu tasalluttan ancak ihlâslý kullarýn istisnâ tutulduðunu da þeytan þöyle îtiraf etti:

“– Ýhlâsýný koruduðun kullarýn müstesnâ!..”

Peygamberlerin dýþýnda hiçbir kul, îmân hususunda ayak kaymasý tehlikesinden kesin olarak selâmette deðildir. Bu sebeple her bir mümin, kendisine lutfedilmiþ olan ömür nîmetini lâyýkýyla deðerlendirmeye gayret etmelidir. Ölümün soðuk ürpertilerinden kurtulmanýn yegâne çâresi, ancak sâlihâne bir ömür yaþamaya gayret etmektir. Çünkü ölüme hazýrlýklý olanlar, ölümden korku duymak yerine onu ebedî bir vuslat vesîlesi olarak telakkî ederler. Bunlar, “ölümü güzelleþtirebilme”nin huzûruna ermiþ mes’ud kullardýr. Fakat gâfilâne bir hayat yaþayarak âhiretini mahvedenler ise, ölümün korkunç karanlýðýnýn girdabý karþýsýnda soðuk ürpertiler duymaktan kurtulamazlar. Hazret-i Mevlânâ ne güzel söyler:

“Oðul, herkesin ölümü kendi rengindedir, insaný Allâh’a kavuþturduðunu düþünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düþman olanlara, ölüm korkunç bir düþman gibi görünür. Ölüme dost olanlarýn karþýsýna da dost gibi çýkar.”

Ýþte bir kul, bu dünyâ hayatýnda benliðini aþar ve rûhunda meknûz olan melekî sýfatlar istikâmetinde merhaleler kat ederse, yâni “ölmeden evvel ölmek” sýrrýna nâil olursa, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve müteâl olan Rabb’e vuslatýn mecbûrî bir ilk adýmý olarak görülür. Böylece ekseri insanlarda þiddetli korkulara sebep olan ölüm, gönüllerde “Refîk-ý A’lâ”ya, yâni “en yüce dosta” kavuþma heyecanýna dönüþür.

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in son anlarý, bu heyecanýn zirvesinde yaþanmýþ bir vuslat demiydi. O, ömrü boyunca her hâlükârda Rabbinin emrine itaat ve muhabbet hâlinde olduðundan, ölmeden evvel ölerek vefâtýný bir þeb-i arûs hâline getirmiþti. Nitekim Peygamber Efendimizin vefatýna üç gün kala Cenâb-ý Hak her gün Cebrâil

-aleyhisselâm-’ý göndererek Rasûlü’nün hatýrýný sormuþtu. Son gün olunca Cebrâil

-aleyhisselâm- bu sefer yanýnda ölüm meleði Azrâil de bulunduðu hâlde geldi.

Cebrâil -aleyhisselâm-:

“– Ey Allâh’ýn Rasûlü! Ölüm meleði senin yanýna girmek için izin istiyor! Halbuki o, senden önce hiçbir Âdemoðlunun yanýna girmek için izin istememiþtir! Senden sonra da hiçbir Âdemoðlunun yanýna girmek için izin istemeyecektir! Kendisine izin veriniz!” dedi.

Ölüm meleði içeri girip Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ýn önünde durdu ve:

“– Yâ Rasûlallâh! Yüce Allâh beni sana gönderdi ve senin her emrine itaat etmemi bana emretti! Sen istersen rûhunu alacaðým! Ýstersen, rûhunu sana býrakacaðým!” dedi.

Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Ey ölüm meleði! Sen (gerçekten) böyle yapacak mýsýn?” diye sordu.

Azrâil -aleyhisselâm-:

“– Ben, emredeceðin her hususta sana itaatla emrolundum!” dedi.

Cebrâil -aleyhisselâm-:

“– Ey Ahmed! Yüce Allâh seni özlüyor!” dedi.

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“– Allâh katýnda olan, daha hayýrlý ve daha devamlýdýr. Ey ölüm meleði! Haydi, emrolunduðun þeyi yerine getir! Rûhumu, canýmý al!” buyurdu.

Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yanýndaki su kabýna iki elini batýrýp ýslak ellerini yüzüne sürdü ve:

“– Lâ ilâhe illallâh! Ölümün, akýllarý baþlardan gideren ýzdýrap ve þiddetleri var!” buyurduktan sonra, elini kaldýrdý, gözlerini evin tavanýna dikti ve:

“– Ey Allâh’ým! Refik-ý A’lâ, Refîk-ý A’lâ (yâni yüce dost, yüce dost)!..” diye diye Rabb’ine duyduðu aþk ve iþtiyâkýn tezâhürü olan nice hâtýralarla dolu bir ömrü ardýnda býrakarak bu fânî âlemden hakîkî âleme hicret etti. (Bkz. Ýbn-i Sâd, Tabakât, II, 229, 259; Belâzûrî, Ensâbu’l-Eþrâf, I, 565; Ahmed b. Hanbel, VI, 89)

Feyizli bir kulluk hayatý yaþadýktan sonra son nefesinde Rabb’e vuslat heyecânýný yaþayan büyük mutasavvýf Mevlânâ Hazretleri’nin dünyâya vedâ ânýný da talebesi Hüsâmeddin Çelebi þöyle nakleder:

Birgün Þeyh Sadreddin, derviþlerin ileri gelenleri ile Mevlânâ’yý hasta yataðýnda ziyârete geldiler. Mevlânâ’nýn hâlini görerek üzüldüler. Þeyh Sadreddin:

“– Allâh âcil þifâlar versin! Tamâmen sýhhate kavuþmanýzý ümîd ediyorum.” dedi.

Bunun üzerine Mevlânâ:

“– Artýk þifâ size mübârek olsun! Âþýk ile mâþuk arasýnda kýl payý kadar mesâfe kaldý. Onun da kalkmasýný ve nûrun nûra katýlmasýný istemiyor musun?” dedi. (Bkz. Ebu’l-Hasan en-Nedevî, Ýslam Önderleri Târihi, c. I, s. 449)

Mevlânâ, insanlar için büyük korku ve endiþe sebebi olan ölümü bir kâbus gibi görmemiþ, bilakis ölümü gurbetten kurtuluþ, Hüsn-i Mutlak’a, yâni sonsuz güzellik sâhibi olan Cenâb-ý Hakk’a kavuþma olarak telakkî etmiþtir. Kendisi, ölüm duygusunu þöyle ifâdelendirir:

“Ben ölünce bana öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, ölümle dirildim. Dost aldý, götürdü beni...” (Rubâîler, 100)

Bu sebeple Hazret-i Mevlânâ, dünyâya vedâ edeceði vakte de “Þeb-i Arûs” (düðün gecesi) demiþtir.

***

Þüphesiz ki Hazret-i Mevlânâ, Yûnus Emre, Aziz Mahmud Hüdâyî gibi nice Hak dostu gönül erbâbýnýn dünyâdaki huzûrlu hayatý, kabir âlemlerinde de devâm etmektedir. Aþaðýdaki þu mýsrâlar, âdetâ böyle bir huzuru terennüm etmektedir:

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde,

Gönlü her yerde buhurdan gibi yýllarca tüter...

Ve serin selviler altýnda yatan kabrinde,

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter...

Yahya Kemâl

Ölümü bu güzellikte karþýlayabilmek için benlik ve ihtiraslardan kurtularak ilâhî emirler doðrultusunda bir hayat yaþamak ve son nefese hazýrlýklý olmak gerekir. Rabbimiz âyet-i kerîmede þöyle buyuruyor:

“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99)

Ýþte bütün Hak dostlarýnýn hayatlarýný hülâsa eden düstur!..

Her ârif ve âþýk gönül, Hakk’ýn kendilerine emanet ettiði hayatý dâimâ sýrât-ý müstakim üzere bir kulluk ve ibadet ile tezyin ederek Rabbine bir kulluk bedeli olan “kalb-i selîm” götürmenin gayreti içinde olmuþlardýr. Yâni Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in son nefeste: “Refîk-ý âlâ, refîk-ý âlâ / en yüce dosta, en yüce dosta...” diye terennüm ettiði kulluk tezâhürünün, onun izinden giden âriflerde de tecellîsi devâm edegelmiþtir.

Nitekim bu Hak dostlarýndan, bütün ömrünü Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in sünneti

üzere yaþamaya gayret etmiþ olan Sâmî Efendi -kuddise sirruh-’un son nefesteki hâli de bizler için ne güzel bir nümûnedir. Sâmî Efendi ki, gönlü Peygamber aþkýyla dolu bir Hak dostu idi. Nasýl bir kimse karda gider de onun ardýnda izler oluþur; sonra gelen de o izler üzerine yolunu bulur; iþte Sâmî Efendi de Peygamber Efendimiz’in izlerini týpký böyle takip ederek ömür sürmüþtü. Bunun tezahürü olarak da son nefesini, hayatý boyunca izini tâkip etme aþk ve heyecânýnda olduðu

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve

sellem-’in civârýnda ve teheccüd ezâný okunduðu esnâda teslîm etmek nasip oldu. O son demde yanýnda bulunanlar lisânýndan çýkan lafýzlarýn sadece:

“Allâh, Allâh, Allâh!..” olduðunu iþitiyorlardý.

Aslýnda yalnýz dili deðil, bütün hücreleriyle beraber cesedi de rûhu da dâimâ “Allâh” diyordu...

Hâsýlý bütün iþ, güzel bir kul olarak yaþamak ve güzel bir kul olarak can verebilmektir. Çünkü Cenâb-ý Hakk’ýn arzu ettiði, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in hayatýndan hisse alan zarîf, derin, ince, rakîk ve hassas bir kul olabilmektir. Rabbin; «Ne güzel kul!» iltifâtýna mazhar olabilmek, ancak Hakk’a gönül verebilmenin sevdâsýna düþebilme netîcesindedir. Bu ilâhî muhabbet ile rûhâniyetin galebe hâlinde olabilmesi; gönlün kirden-pastan temizlenebilmesi iledir ki, o gönülde Hak güneþinin nûru parlasýn... Bu hâlin netîcesinde de -inþâallâh- aldýðýmýz her nefes, son nefese hazýrlýk mâhiyetinde olacaktýr.

Diðer taraftan, bütün mânevî kayýp ve zararlar, Allâh’ý unutmanýn neticesindedir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Allâh’ý unutan ve bu yüzden Allâh’ýn da onlara kendilerini unutturduðu kimseler gibi olmayýn!..” (el-Haþr, 19)

Hakîkaten, bütün günahlar, Allâh’ý unuttuðumuz zaman devreye girmeye baþlar. Zîrâ bir kul, “Allâh” derken ve ölüm gerçeðinin farkýnda iken ibâdet ve davranýþlarýna îtinâ gösterir, bir gönlü incitmemenin hassâsiyeti içinde yaþar. Yâni hiçbir kimseye dili ile de davranýþlarý ile bir diken batýramaz... Bu nezâketi Yûnus Emre Hazretleri ne güzel ifâde eder:

Gönül Çalab’ýn(1) tahtý

Çalab gönüle baktý

Ýki cihan bedbahtý

Kim gönül yýkar ise

Cenâb-ý Hak, hayatýmýzýn hazin bir âkýbete dûçâr olmamasý için nefeslerimizin ve kalb atýþlarýmýzýn ne þekilde olmasý gerektiðine dâir Kur’ân-ý Kerîm’de pek çok îkâzlarda bulunur. Bu bakýmdan bütün mesele:

“Ey Müslümanlar! Allâh’tan O’na yaraþýr þekilde korkun ve Müslüman olarak can verin.” (Âl-i Ýmrân, 102)

âyet-i kerîmesinin muhtevâsýnda yaþayabilmektir. Aksi taktirde þu fânî âlemde ömür uzun olmuþ, kýsa olmuþ, hiçbir þey ifâde etmez. Netîcede bütün ömürler:

“(Ýnsanlar) kýyâmeti gördükleri gün dünyada ancak bir akþam yahut bir kuþluk vakti kadar kalmýþ olduklarýný sanýrlar...”

(en-Nâziât, 46) ilâhî beyânýnýn tecellîsine muhataptýr.

Dolayýsýyla bütün yapacaðýmýz, bir akþam vakti yahut bir kuþluk vakti kadar kulluk, ibâdet ve tâat... Bu hususta Cüneyd-i Baðdâdî Hazretleri’nin þu nasihati ne büyük bir îkâzdýr:

“Dünyanýn bir saati, kýyâmetin bin senesinden daha kýymetlidir. Zîrâ orada kurtuluþa kavuþturacak bir amel yapýlamaz.”

Ýþte önümüzdeki her mevsim, her gün ve saat; bu kulluk, ibâdet ve tâat için büyük bir fýrsattýr. Bilhassa þu günlerde îfâ edilen hac, baþlý baþýna bir son nefes tâlimidir. Hac ki, onun manzarasý, bir mahþer sahnesi... Orada giyilen ihram, kefen iklîmi... Arafat, tevbe ve ilticâ mekâný... Þeytaný taþlama, dünyevî ve nefsânî baðlantýlardan kopma netîcesinde içimizdeki nefsi ne nisbette taþlamamýz gerektiðinin þuuruna varabilmek... Nihâyetinde anadan doðmuþ bir bebek gibi günahsýz hâle gelerek Hakk’a vuslatý hatýrlamak... Kýsaca son nefese nasýl adým atmamýz gerektiðinin küçük bir provasý... Cenâb-ý Hak, böyle bir haccý cümlemize ihsân buyursun! Âmîn!..

Yâ Rabbi! Son nefesimizi Cemâl-i Ýlâhî’ne kavuþma aþk ve iþtiyâkýyla verebilmeye medâr olacak feyizli bir ömür yaþamayý cümlemize nasîb eyle!

Âmîn!..

Dipnot: 1) Çalab: Rab.



Osman Nuri Topbas
 

radyobeyan