Üçbin Seçme Fetva
Pages: 1
Tasavvuf Tarikat By: meryem Date: 30 Ekim 2010, 09:34:25
Tasavvuf-Tarikat

2309 - Soru: Dindar geçinen birçok kimseler, "Biz falan tarikatýn baðlýlarýyýz. Müntesip bulunduðumuz zat, þöyle büyüktür, böyle büyüktür, baþkaca büyük mürþit tanýmýyoruz. Siz hakikate baðlý deðilsiniz, biz baðlýyýz" diyerek kendilerinin baðlý olmadýklarý bir zat hakkýnda, aðýza alýnmayacak çirkin isnatlarda bulunuyorlar. Pek tabii bu durum, Müslümanlar arasýnda yan bakmalara ve düþmanlýklara yol açmaktadýr. Bu hususta sizin tavsiyeniz nedir?
Cevap:  Hakikati bulmak ve bilmek, cahilane bir iddia ile olmaz. Kiþi bir kimseyi ve baðlý bulunduðu zatý sevebilir. Fakat baþkasýna dil uzatmaktan çekinmeli ve edebini korumalýdýr.
2310 - Soru: Vahdet-i vücut düþüncesi nasýldýr? Mevlâna Celaleddin-i Rumi Hazretleri "ney"e üfürmüþ müdür? Yoksa þimdiki Mevlevilerin yaptýklarý uydurma mýdýr?
Cevap:  Vahdet-i vücut; maneviyat erbabýnýn, seyr-i sülük sýrasýnda, taayyün mertebesine geçiþ anýnda çok nurani bir halin gözleri kamaþtýrmasý üzerine hiçbir þeyi ve hatta kendi nefsini bile göremeyecek duruma gelmesi üzerine söyledikleri ve tashihe muhtaç bir sözdür. Bu söz manevi bir hazzýn tesiri ile söylenmiþ olduðu için sahibi mazur bulunmaktadýr. O manevi hazzý o an tadanlarýn dýþýndakilerin bunu sarfetmesi yanlýþ ve tehlikelidir. Cenab-ý Hak Vacibü'l Vücut'tur. Kâinat ise mümkinü'l vücuttur. Varlýðý vacib olan Allah ile, olmasý ile olmamasý müsavi bulunan kâinat nasýl bir olabilir? Ýmam Rabbani Hazretleri, "Vahdet-i vücut deðil, vahdet-i þühud vardýr" diyor. Allah'ýn (cc) varlýðý kâinatla birleþmiþ olmamakta, görüþ birliði olmaktadýr. Yani o kimse, gözünün kamaþmasý sebebiyle, Allah'ýn (cc) varlýðýndan baþka bir þey kalmamýþ sanmakta ve görüþteki birliði vücutta birlikmiþ gibi his galatýna düþmektedir. Elmalýlý M.Hamdi Yazýr (merhum) Hak Dini Kur'an Dili adlý tefsirinin 8. cildinde ve Sure-i Ýhlas'ýn tefsiri sýrasýnda þöyle demektedir: "Vahdetçilik diye mümkinattan ibaret olan âlemi, vacibü'l-vücut görmek isteyen panteistlerin küfrü ilhadýna düþmekten sakýnmalýdýr. Mümkinat vücuda gelmek için illete muhtaçtýr. Varlýðý kendisinden olmayan þeyler, haddi zatýnda kendine kalýnca yok demektir."
2311 - Soru: Varis-i nebide ve mürþid-i kâmilde bulunmasý gereken vasýflar nelerdir?
Cevap: Allah'ýn (cc) emirlerine ve Peygamber (sav) Efendimiz'in sünnetlerine tam ittiba, yasaklarýn tamamýndan, mekruhlardan ve hatta mubah olan þeylerin fazlasýndan sakýnmak; füyuzât-ý Rabbani'ye mazhariyet ve irþada manen mezun olmaktýr.
2312 - Soru: Büyük bir zatýn türbesine para atmakta bir beis var mýdýr?
Cevap:Hayatta paraya ve dünya malýna deðer vermemiþ bir zatýn vefatýndan sonra türbesine para atmak mânâsýz bir hareket ve Ýslâm'a aykýrý bir iþtir
2313 - Soru:Mektubat-ý Þerifin birinci cildinde Rabbani (ks), 286. mektupta þöyle diyor: "Gerçek tasavvufçu, keþfinde yanýlsa müctehide benzer." Keþfinde yanýlan bu tasavvufçuya uyan müridin hali ne olacaktýr?
Cevap: Ýmam Rabbani Hazretleri, diðer mektuplarýnda buna ýþýk tutacak cevaplar vermiþtir. Mektubat-ý Þerifi bütün olarak inceleme imkânýný bulursanýz, sorunuzun cevabýný bizzat O büyük zatýn ifadelerinden almýþ olursunuz. Bilhassa 23. mektubu dikkatle okuyunuz.
2314 - Soru: On sekiz bin âlemi açýklayýnýz. Bunlarýn hepsi dünyada mý ve hepsinde canlý var mý?
Cevap:  Bu ifade, ekseriyetle tasavvuf alimlerince kullanýlmakta olup, dokuz felek, anasýr-ý erbaa, cemad, hayvan ve insan, melekut âlemi ve bir de insan-ý kâmil olmak üzere sayýlmýþ on sekiz olmaktadýr. Bunlardan her biri, zuhur itibariyle bin kabul edilerek "On sekiz bin âlem" denilmiþtir.
2315 - Soru:  Rabýtayý býrakan kimse, sonra yapmak isterse bu hususta hangi þartlar gerekir?
Cevap: Önce bir tesbih namazý kýlmalý, daha sonra bu iþe salahiyetli bir kimseden tekrar "destur" almalý ve aralýksýz derslerine devam etmelidir.
2316 - Soru: Ýnsanlarýn bazýlarý derler ki, "Bu zaman tarikat zamaný deðildir, hakikat zamanýdýr", siz bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Hakikat yolu tarikattan geçer. Þeriat, tarikat, hakikat ve marifet birbirine baðlýdýr. Bunlarý birbirinden ayýrmak veya ayrý olarak düþünmek, fikri sapkýnlýk içinde bulunanlarýn düþüncesidir.
2317 - Soru:  Tarikatla Þeriat arasýndaki farklýlýk konusunda bir yazý okudum. Bunlar kafama takýldý. Bu hususta bizi aydýnlatýr mýsýnýz?
Cevap: Bizim gayemiz, baþka bir görüþün üzerinde fikir beyan etmekten ziyade, tasavvufun ulvi prensiplerini dile getirmektir. Mektubunuzda belirttiðiniz maddeleri sýrayla ele alýp cevaplandýrmaya çalýþacaðýz.
a) "Tarikatlar, sadece kalbe ehemmiyet verir."
Bu ifadedeki kayd-ý ihtirazi "sadece" deðil, "baþlýca" olacaktýr. Zira, kalp, vücut ikliminin sultanýdýr. Onun ýslahý da vücudun diðer uzuvlarýnýn salahýna medar olur. Kalp, Rahmani feyze nail olunca aklý da akl-ý maaþ olmaktan çýkarak "akl-i meâd" derecesine ulaþýr. Tasavvufun ehemmiyet derecesine göre, ön planda ele aldýðý hususu dikkate alýp diðer cihetleri ihmal etmiþ þekilde göstermek yanlýþ ve ilim ölçülerine aykýrýdýr.
b) "Tarikatlar, geçmiþ insanlara hitap eder."
Bu iddia eksiktir. Çünkü, tasavvuf hem geçmiþ asýr insanlarýna hitap etmiþ hem de içinde yaþadýðýmýz asrýn insanlarýný -ezeli istidadlarý nisbetinde- irþada çalýþmaktadýr. Hedef aldýðý hizmet anlayýþý içinde, gelecek asýrlarýn insanlarýna da hitap edecektir.
c) "Tarikatlar, belli bir þahsa baðlanmayý ve o þahýstan feyz almayý esas alýr."
Tarikat, Aksa'l-ðaye bulunan Hakk'ýn rýzasýný tahsilde mürþid-i kâmilin terbiyesinden istifade için takip edilen bir usuldür. Ýnsan kalbi, küçük watlý ampul gibidir. Þehir ceryanýndan faydalanýp etrafýna ýþýk saçabilmesi için mutlaka bir transformotore ihtiyacý vardýr. Aksi halde, gelecek ceryana ampul tahammül gösteremeyip patlayacaktýr. Mahzen-i feyz-i ilâhi ve maksem-i nûr-i Rabbani olan mürþid, kendisine rabt-ý kalb edenlerin istifadesine yardýmcý olur. Bu usul, bir talebenin üstadýnýn önünde diz çöküp onun ders ve terbiyesinden faydalanmasýna benzer.
d) "Tarikatlar, belirli bir insan grubunu tesiri altýna alýr."
Bu iddia, yuvarlak bir lâftýr. Mesele, yapýlacak hizmetin þer-i þerife uygun biçimde ifa edilmesi ve maþeri vicdanda ma'kes bulup gönüllere maya tutmasý ve halkýn hidayete eriþmesine vesile olmasýdýr. Asr-ý saadetten beri safiyetini korumuþ bulunan tasavvuf yollarý, tarih boyunca, on binlerin, yüz binlerin hak yolu bulmasýna vesile olmuþtur ve olmaktadýr da.
e) "Tarikat; müntesiplerini, dünyayý, hatta her þeyi terk ettirme yolu ile fani alemin gafletlerinden uzaklaþtýrmayý esas alýr."
Bu iddia, boþluklarý bulunan bir izah ve eksik bir tariftir. Tasavvufun feda ettiði dünya, kiþiyi Rabbinden alýkoyan dünyadýr. Yoksa, tarik-i dünya olmayý istemek deðildir.
Hubb-ý nefsi deðil, baþkalarýný kendinden önce sevmeyi emreden tasavvuf, elindeki imkânlarý insanlýðýn hayrýna harcamaya teþvik eder ve fakat tazyikte bulunmaz. Hakiki tasavvuf erbabýnýn elinde çok kere bir þey bulunmayýþý, çalýþmaya karþý olduðundan deðil, elindeki varlýðý beþeriyetin salâhýna ve felahýna feda etme gözü tokluðundan ileri gelmektedir. Tasavvuf erbabý, aþýrý mal heveslisi deðildir. Eline geçeni de "insanlarýn hayýrlýsý, insanlara hayýrlý olandýr" Hadis-i Þerifinde müjdelenen ufka eriþmek için tereddüt göstermeden harcamaya gayret göstermiþtir. Onun için aþk-ý mutlak, rýza-i hakdýr. Ona eriþmek için gönül buhurdanýndaki ateþle tutuþturduðu hayýrhâhlýk, etrafa buram buram hoþ kokular ve insanlýk örnekleri saçar. Balý elde eden kovaný fedada tereddüt gösterir mi?
Seyyid Ahmed er-Rýfai Hazretleri'nin "el-Bürhanü'l-Müeyyed" adlý eserinde ifade buyurduklarý üzere, "Þeriat ayni tarikat, tarikat ayni Þeriattýr" düsturundan hareket eden tasavvuf erbabý, Ýslâm'ýn naslarý ile bu yolun edebini hacimde þekil gibi birbirine baðlý görerek hareket eder.
f) "Tarikatlar, insanda mevcut olan imandan istifade cihetine gider."
Bu iddia tasavvufun kucakladýðý hizmet anlayýþýnýn ancak bir yönünü dile getirmek ve fakat diðer cihetlerini görmezlikten gelmek olur. Bu iddia ilmi olmaktan uzaktýr.
Tasavvuf daire-i feyzine girmiþ bulunan mü'minlerden, taklidi inançlardan kurtulup iman-ý hakiki'ye ulaþmasýný ister. Fakat tasavvufun hedef edindiði hizmet, bu kadarla son bulmuþ deðildir. Din kardeþlerimize tavsiyemiz þu olacaktýr: "Semaya perde germekle ay karartýlamaz. Güneþin balçýkla sývanmasý hiç kabil deðildir" diyerek, tasavvuf sevgisi içinde hak bildiðiniz yolda devam ediniz. Þair ne hoþ demiþ:
"Bir acep sevdaya düþmüþ, çalýþýr emsi müdam,
Hakka makbul olmak ister, halka makhur olmadan"
2318 - Soru: Bazý kimseler konuþurlarken, "Ýslâm felsefesine göre þöyledir" gibi lâflar etmektedirler. Ýslâm felsefesi tabiri doðru mudur?
Cevap:  Bu ifade doðru deðildir. Çünkü Ýslâm'ýn hüküm vermedeki ölçüleri ile, felsefenin ölçüleri tamamen farklýdýr. Felsefe, kendi sahasýna giren meselelerde kanun-ý akle göre hüküm verir. Velev ki o mesele dinle ilgili bir husus olsun. Ýslâm kanun-ý nakle göre meseleleri hükme baðlamaktadýr. Ýslâm felsefesi tabirini býrakýn, Müslüman felsefesi sözü bile tarizden ve tenkitten uzak kalabilecek bir ifade deðildir. Ancak "Müslüman filozof" sözü bir dereceye kadar doðru görülebilir.
2319 - Soru: Gerçek ihlâsý elde edebilmenin yollarý nelerdir? Ýhlâs baþlý baþýna bir mevzu ise bunun þubeleri nelerdir? Var mýdýr?
Cevap: Allah'a (cc) karþý dini vazifelerini yaparken, Cenab-ý Hakk'ý görür gibi kulluk vazifesi yapmaya "ihlâs" adý verilmektedir. Yapýlan her ibadeti yalnýz O'nun rýzasý için yapmak ve katkýsýz bir kulluk anlayýþý ile hareket etmektir. Ýhyâu'l-Ulûm'dan bu bahsi tetkik etmenizi tavsiye ederiz.
2320 - Soru: Kaç çeþit tarikat var, bunlardan bahseden bir kitap tavsiye eder misiniz?
Cevap:  Zikr-i cehri ve zikr-i hafi olmak üzere iki manevi yol (tarikat) vardýr. Bu iki yolda yürüyüp, bunlarýn usulüne göre hareket eden bazý büyük zatlara izafeten anýlan ve bu iki yolun þubeleri durumunda olan yollar ve manevi kollar bulunmaktadýr. Hatýrýmýzda tavsiye edebileceðimiz bir isim yoktur.
2321 - Soru:Müctehid adý verilen bir kimse, her meselede ictihad edebilir mi?
Cevap: Müctehid; Ayet-i Kerime ile veya Hadis-i Þerif ile hükme baðlanmýþ bir meseleye kýyasla ictihad edebilir. Mevrid-i nasda içtihada müsaade yoktur. Ayet-i Kerime ile hükme baðlanmýþ veya Hadis-i Þerifte ifadesini bulmuþ bir meselede asla ictihad yapýlamaz.
2322 - Soru: Mutasavvýflardan bazýlarý tarafýndan söylenen "Allah'ýn (cc) huzuruna girdik, Allah'ýn (cc) huzurundan çýktýk" sözünün tevili nasýl olacaktýr  Cevap: Cenab-ý Hak, mekândan münezzehtir. Buradaki huzur tabirinin mekânla asla bir iliþiði yoktur. Onlarýn huzuru ile muradý, Aziz ve Celil olan Allah'ýn (cc) huzurunda idrak ettiði þühud halidir. Þühud perdelendiði zaman kendini o huzurdan çýkmýþ saymaktadýr.
2323 - Soru: Vahdet-i vücud fikri doðru sayýlabilecek þekilde tevil edilebilir mi? Böyle bir sözü Muhyiddin bin Arabi söylemiþ midir?
Cevap: Vahdet-i vücud inancý kabul edilemez. Cenab-ý Hak (cc), hiçbir þeye hulul etmez. Hulul ancak ayný cinsten olan þeylerde olur. Allah (cc) cins deðildir ki eþya ile ittihad etmiþ eþyaya hulul etmiþ bulunsun. Allah Teala, Vacibü'l-vücut, kâinat, bütün eczasý ile mümkinü'l-vücuttur. Bunlarýn ittihadý nasýl mümkün olur. Allah'ýn (cc) eþyaya hululünü iddia etmek, eþyanýn ilâhlaþmasýný kabul mânâsýna geleceðinden küfürdür.
Buradaki hululü bir arazýn cevhere hululü olarak kabul etsek, Allah (cc) araz deðildir. Bir cevherin diðer cevhere hululü þeklinde düþünsek, Allah Teala cevher de deðildir. Yaratýlmýþlarýn arasýnda bile hululü mümkün deðildir. Ýki adamýn birbirine hulul ederek tek adam haline gelmesi mümkün deðildir. Çünkü zatlarý birbirine zýt bulunmaktadýr.
Muhyiddin bin Arabi Hazretleri büyük bir Ýslâm alimi ve Allah (cc) dostu bulunmaktadýr. Bu noktada, kalbinde yarasý bulunandan gayri, her ilim adamý ittifak etmiþ bulunmaktadýr. Vahdetçilerin ona nisbetle söyledikleri söz, onun tarafýndan söylenmiþ olamaz. Çünkü Muhyiddin bin Arabi'nin diðer eserlerinde bunu reddeden sarih ifadeler vardýr. Þöyle ki:
a) "Akidetü's-Suðra" adlý eserinde, "Sonradan olmuþ varlýklarýn ona hulul etmesinden veya onun eþyaya hulul etmesinden Hak Teala Yüce (ve münezzeh)dir"
b) Akidetü'l-Vüsta" adlý eserinde de þöyle ifade etmektedir: "Þunu kesin olarak bil: Allah Teala, icma ile birdir. Tek olanýn makamý yücedir. Ona bir þeyin hululü veya onun bir þeye hululü, yahut onun bir þeyle birleþmesi (ittihadý) mümkün deðildir."
c) "Babü'l-Esrâr" adlý kitabýnda ise hululü þu ifadeler ile reddetmektedir: "Kim hulul iddiasýnda bulunursa o hastadýr. Çünkü hulul ile hüküm, sahibinden ayrýlmayan (devamlý) bir hastalýktýr. Ýttihadý (Allah'ýn (cc) eþya ile ittihad ettiðini) ilhad (ve küfür) ehlinden baþkasý söyleyemez."
Kâinat Hakk'ýn ayný deðildir. Cenab-ý Hak eþyaya hulul etmiþ de deðildir. Muhalfarz, kâinat Hakk'ýn ayný olsaydý Allah Teala kadim olmazdý.
Þeyh Ýzzüddin bin Abdisselâm, "Kavaidü'l-Kübra" adlý eserinde þöyle demektedir: "Kim batýl bir inanca kapýlarak Allah'ýn (cc) insanlarýn veya baþka bir þeyin cismine hulul ettiðine inanýrsa o kâfirdir."
Allah Teala'nýn eþyaya hulul veya eþya ile birleþtiðini iddia etmek, sufilerin yolu olamaz. Bu lâfý ancak gulat (adý verilen dinin hudutlarý dýþýna çýkmýþ kimseler) söylemektedir.
Ebu Yezid Bistami'nin "Sübhani mâ âzame þâni" sözü, hulul inancý ile söylenmiþ olmayýp, Allah Teala'dan hikâye yolu ile söylenmiþ bulunmaktadýr. Yani "Allah Teala Sübhani mâ Âzeme þani buyurdu" takdirindedir.
Bazý muhakkiklerin ibarelerinde vaki olan ittihad kelimesi, onlar tarafýndan tevhidin hakýykatine bir iþarettir. Onlar katýndaki ittihad, tevhitte mübalaðadýr. Tevhid, bir olan ile tek olan Allah'ý (cc) bilmektir. Anlayýþý kýt olan kimseler, onlarýn iþaretlerini anlayamamýþ, bu sözü mahallinden baþka yere haml etmiþ ve hata edip helak olmuþlardýr.
2324 - Soru: Tasavvuf nedir?
Cevap: Tasavvuf bir ilimdir ki, kalbleri ýslah ve Allah Teala'ya tahsis edebilmek için masivadan ayýrmaktýr.
Tasavvuf, her yüce ahlâký kullanmak ve alçak huylarý terk etmektir.
Tasavvufun tamamý ahlâktýr. Kim senin üzerinde ahlâký artýrýrsa senin üzerine tasavvufu arttýrmýþtýr.
Tasavvuf, nefsi ibadete dadandýrmak ve onu rububiyyet hükümlerine (itaate) çevirmektir.
Batýný rezaletlerden tasfiye edip, çeþitli faziletlerle bezemeye tasavvuf denilmektedir. Evveli ilim, ortasý amel ve sonu ilâhi bir mevhibeye eriþme yoludur. Ýnsan nevinden bulunan kemâl ehlinin, saadet merdiveninde nasýl yüceldiðini bildiren ilme tasavvuf denilmektedir.
2325 - Soru: Tasavvuf ile tarikat ayrý ayrý þeyler midir?
Cevap: Bunlarýn tarif ve izahlarý bakýmýndan aralarýnda fark varsa da gaye ve metod bakýmýndan aralarýnda büyük bir fark yoktur. Hele uyuþmazlýk hiç mevcut deðildir. Seyyid Þerif Cürcani, Tarifât adlý eserinde tarikatý þöyle tarif etmektedir: "Menzilleri kat etmek ve makamlara yücelmekten ibaret bulunan Allah Teala'nýn yoluna sâlik olanlara mahsus bir sirettir."
2326 - Soru: Kâmil mürþid kimdir?
Cevap: Mekteb-i nûr-i Nübüvvetin feyizli tariki ile yücelip, kemâle ermiþ ve taraf-ý ilâhiden halký ýslah ve irþada memur olmuþ kâmil insandýr. Tarih boyunca yetiþen tasavvuf büyüklerinin hep bu yolda kemâle erdikleri bilinen bir gerçektir.
2327 - Soru: Bazý mutasavvýflara nispet edilen ve dini hükümlerle baðdaþtýrýlmasý zor bulunan sözleri nasýl izah edersiniz?
Cevap: Önce o sözün sâdýr olduðu kimsenin Ýslâmiyet'in umdelerine sadýk bir kimse olup olmadýðý tetkik edilir. Þayet dinimizin icaplarýna hakkýyla baðlý bir kimse olduðu anlaþýlýr ise sözünün sahih bir noktaya yüklenmesi ve tevili cihetine gidilmesi uygun olur. Eðer o kimsenin dinimizin haram kýldýðý þeylerden kaçmasý ve emrettiði þeylere koþmasý görülemezse aðzýndan çýkan söz onu ya itaat dairesinden dýþa çýkararak fasýk kýlar veya Ýslâm dininin tamamen dýþýna çýkarýp "kâfir" olarak damgalanmasýna sebep olur.
2328 - Soru: Hallâc Mansur'un sarf ettiði "Enel-hak" sözünü nasýl tevil edersiniz?
Cevap: Hallâc Mansur Hazretleri büyük bir veli ve ehl-i sünnet alimi, mütteki bir zattýr. Ondan sadýr olan bu sözün zahiri mânâsý, Ýslâm dininin esaslarýna uymamaktýr. Hallâc Mansur'un kendisi Ýslam dinine baðlý bulunduðu dikkate alýnýnca sözünün tevili yoluna gitmek gerekir. "Ene alelhak" þeklinde tevil edilir ve "Ben, hak olan yol üzereyim" mânâsýna gelir. Hallâc'ýn aðzýndan çýkan söz, hâþâ, "Enellah" þeklinde olsaydý tevile müsait görülmeyebilir idi. Fakat ondan sadýr olan sözün tevili mümkün ve caizdir.
2329 - Soru: Tasavvuf terimlerinden bulunan "Bakaa billâh" ne demektir?
Cevap: Bakaa billâh, kulun Allah Teala'nýn bütün varlýklarý üzerine kýyamýný görmesi demektir. Bakaa billâh makamý, kulun Hakkýn varlýðý ile var olmasý ve Hakkýn bakaasý ile baki olmasý mânâsýna gelmektedir.
2330 - Soru: Sahih bir nisbeti bulunan bir mürþidden ruhsat ve icazet almaksýzýn, bir þahsýn kendi kendine (þeyhlik iddiasýnda bulunarak topladýðý) müridlerini irþâd ve terbiye etmeye muktedir olabilir mi?
Cevap: Olamaz.
Bu fetva ile alâkalý olarak Ýmam Þar'ani'den nakil: Bir kimse için (tasavvufta) nisbet-i saliha bulunmazsa, o kimsenin, babasý meçhul olup da sokaða býrakýlan çocuk gibi olduðunda ittifak olunmuþtur. O þahsýn baþa geçip, irþad mevkiine oturup da müridlerini irþada kalkmasý caiz deðildir. Ancak, bu yolun kâmil bir mürþidinden tarikin edeblerine dair bilgi (ve feyz) aldýktan sonra, kendisinin irþada mezun olduðuna dair sarih bir izin verilmesini takiben irþad edebilir.
2331 - Soru: Ýrþada salâhiyeti bulunan mürþidin þartý ve alâmeti nedir?
Cevap: Doðruluk, hayýrhâhlýk, þefkat ve merhamet gibi güzel huylar ile ahlâklanmýþ olmasý, kötü huylardan uzaklaþmýþ bulunmasý þarttýr.
Fetva ile ilgili nakil:
Kendisi için irþad sahih olan mürþidin þartý, tertemiz dinimizin gerekli gördüðü iþleri yapan, haktan meyl ve inhiraf etmeksizin doðruluk üzere bulunan; halký, dinin hükümlerine tabi olmalarý ve huzur içinde Allah'ý (cc) zikretmeleri hususunda irþad eden ve insanlardan mümkün olanlara nasihatta bulunan kimse olmasý gerekir.
2332 - Soru: Ýrþada salâhiyeti olan mürþidin keramet ehli olmasý þart mýdýr?
Cevap: Þart deðildir.
Bu fetva ile ilgili Ruhu'l-Beyan'dan nakil:
"Mürþidler için keramet þart deðildir. (Onlarda kerametin görülmemesi, kendileri için bir eksiklik ve salâhiyetsizlik delili kabul edilmemelidir). Zira, kerametin ashabýn ve tabiinin hepsinden (sadýr olduðu) nakl olunmuþ deðildir. Ancak bazýlarýndan zuhur ettiði bilinmektedir.
2333 Soru: Kiþinin bir þeyh edinmeksizin zikir ve fikirde bulunmasý, evrad-i þerife okumasý caiz deðil midir?
Cevap: Caiz ise de hiç mesafe almýþ olamaz ve (manevi yolda) yükselme kaydedemez. Bu fetva ile ilgili nakil:
Evet, o kimse zikrin ve vird okumanýn adabýný bilirse mümkün (ve caiz)dir. Fakat ruhani mesafeleri kat'edemez. Bunun izahý, dolaba koþulmuþ canlýnýn benzeridir. O canlý, yürümesi ile mesafeleri katediyorum sanmýþ olsa da, gözleri baðlý olduðu için hakikati göremez. O, dolabýn etrafýnda dolanýp durmaktadýr. (Ru. Beyan)
2334 - Soru: Meþayih-i kiramýn âdeti olduðu üzere, müridlerine zikir yapmalarýný telkin edip (usulünü) öðretmek dinen sabit midir?
Cevap: Sabittir.
Bu fetva ile ilgili nakil:
Peygamber (sav) Efendimiz sahabelerine gerek toplu olduklarý halde, gerekse tek baþýna bulunduklarý sýrada zikri telkin etmiþ ve öðretmiþtir. Hazret-i Ali (ra) Efendimiz'e cehri zikri, Hazret-i Ebu Bekir (ra) Efendimiz'e kalbi zikri tek baþýna bulunduklarý sýrada telkin etmiþtir.
Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde tahric ettiði Hadis-i Þerifte þöyle ifade edilmektedir: Resulullah (sav) cemaat halinde veya tek baþýna bulunan sahabelerine zikri telkin etmiþtir. Yusuf Kurani'nin ve baþkalarýna sahih senedi ile rivayet ettikleri Hadis-i Þerifte þöyle açýklanmýþtýr:
Ali bin Ebi Talip (kv), "Allah Teala'ya en yakýn olan, Allah'ýn kullarý üzerine en kolay bulunan ve Allah katýnda faziletçe en ileride bulunan yola (ulaþmam için) bana yol gösteriniz" diye istekte bulundu. Bunun üzerine Peygamber (sav) þöyle buyurdu: "Açýkta ve tenha yerlerde Allah'ý zikretmen lâzýmdýr." Bunun üzerine Hazret-i Ali, "Nasýl zikredeyim?" dedi. Peygamber (sav), "Ýki gözlerini yum ve benden üç kere dinle sonra, sen söyle ben dinleyeyim" buyurdu da Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz, gözlerini yumarak ve sesini yükselterek üç defa "Lâ ilahe illallah" dedi. Hazret-i Ali (ra) de onu dinliyordu. Sonra Ali (ra) gözlerini yumup sesini yükselterek üç defa "Lâ ilahe illallah" dedi. Peygamber (sav) Efendimiz de onu dinlemiþti. Nebi (sav) buyurdu ki: "Benim ve benden evvelki peygamberlerin söylediklerinin faziletçe en üstünü "Lâ ilahe illallah" (cümlesi)dir. Yeryüzünde Allah Allah denilmeyesiye kadar kýyamet kopmaz."
Ýþte bu (beyan), Hazret-i Ali'ye zikr-i cehrinin telkin edildiðine dair bir nisbettir. Kalbi ve batini zikirlerin telkinine dair nisbete gelince, bu, Sýddýk-ý Azam'a mahsus olup, baþka bir sahabeye tahsis olunmamýþtýr. Resulullah (sav)'a teveccüh ederek batýnan (bu dersi) almýþ bulunmaktadýr. Zira Resulullah (sav) þöyle buyurmaktadýr: "Allah benim göðsüme hiçbir þey koymamýþtýr ki, ille onu Ebu Bekr'in göðsüne dökmüþ bulunuyorum."
2335 - Soru: Camilerde açýktan ve yüksek sesle Allah'ý (cc) zikretmek caiz midir?
Cevap: Kerahatsiz olarak caizdir.
2336 - Soru: Nakþi tariki sâdâtýnýn mutadý olduðu üzere, dil kýpýrdamadan, harf ve savt olmaksýzýn, sadece kalp ile Allah'ý (cc) zikretmek meþru mudur?
Cevap: (Kalb ile zikir) meþrudur ve zikirlerin faziletçe en ileride olanýdýr.
2337 - Soru: Nakþi sâdâtýnýn mutadý olduðu üzere, (þeyhin) müridlerine teveccüh etmesi caiz midir?
Cevap: Caizdir ve hata müstahsendir.
Hadis-i Þerifte "Mü'min, mü'minin aynasýdýr" buyrulmuþtur. Teveccüh sýrasýnda birbirinin kalbinde bulunan (envar) diðerinin kalbine akseder. Çok kere zikrin nuru kalp aynasýndan hizasýnda bulunan hayvan veya diðer eþyaya akseder de onu da zikirle dile getirir. Nitekim Davud Aleyhisselâm'da da böyle olmuþtu. Bu Peygamber zikre baþladýðý zaman, daðlar, taþlar ve kuþlar kendisi ile birlikte zikre koyuluyorlardý.
2338 - Soru: Evliyanýn kerameti hak ve sabit midir? Ehlullah'ýn kerametini inkâr etmek caiz midir?
Cevap: Evliyanýn kerameti hak ve sabittir. Bunu inkâr etmek doðru deðildir.
2339 - Soru: Zikr-i cehri ile meþgul bulunan bazý tasavvuf erbabý, ayakta zikir yaparken sallanmaktadýr. Bu hareketleri doðru mudur?
Cevap: Erbab-ý zikrin sallanmasý, zikrin tesiri ile vücudun neþat ve ferah duymasýndan ileri gelmektedir. Bu, kasti yapýlmamaktadýr. Bu itibarla hoþ görülmüþ bulunmaktadýr. Peygamber (sav) Efendimiz'in asrýnda Habeþistan'dan birtakým kimseler gelmiþ ve Mescid-i Nebevi'de, kýlýç-kalkan oyununu andýran birtakým hareketler yapmaya baþlamýþlar ve bu sýrada Arapça karþýlýðý "Muhammed salih bir kuldur" mânâsýna gelen Habeþ lisaný ile ve yüksek sesle tempo tutuyorlardý. Peygamber (sav) Efendimiz bunlarýn hareketlerini gördü ve ne dediklerini sordu. Durumu öðrendiðinde onlarý ne hareketlerinden men etti ne de söylediklerini engelledi. Hadis-i Þerifi Ahmed bin Hanbel "Müsned"inde Enes (ra)'den rivayet etmiþtir. Hadisin senedi sahihdir. Efendimiz (sav)'in bunlarý engellemeyiþi, takrir hükmü ifade etmektedir. Niyet sahih olunca iþlerin de iyiliðe hamli gerekir. Zira amellerin hükmü niyetlere baðlýdýr.
Ebu Erâke, Hazret-i Ali ile birlikte sabah namazý kýldýðýný ifade eden ve daha sonra Hazret-i Ali'nin þöyle konuþtuðunu rivayet etmiþtir: "Ben, Muhammed (sav)'in ashabýný gördüm. Allah'a andolsun ki, bugün onlara benzeyen bir þey göremiyorum. Onlar secdede ve kýyamda gecelerler, Allah'ýn kitabýný okurlar, kâh bir ayaðýnýn kâh diðer ayaðýnýn üzerine aðýrlýk verirlerdi (namazlarýný böyle kýlarlardý) Sabaha erdiklerinde Allah'ý zikrederler, rüzgârlý bir günde aðaçlarýn sallandýðý gibi sarsýlýrlardý. Gözlerinden akan yaþlar elbiselerini ýslatýrdý."
Þeyh Abdü'l-Gani en-Nablusi, bir risalesinde bu Hadis-i Þerif ile istidlal ederek zikirde sallanmanýn mendup olduðunun delilini çýkarmýþ ve "Bu Hadis, Ashab-ý Kiramýn zikir sýrasýnda þiddetli sarsýntýya uðradýklarýnýn sarih ifadesidir. Bu þekilde zikir sýrasýnda ihtizaz'ýn mubah olduðu sabit bulunmaktadýr. Hazret-i Ali (ra) Efendimiz'in (sav) beyanýndaki "Ashab, fýrtýnalý günde aðaçlarýn sarsýldýðý gibi sarsýlýrlardý" sözü, zikir esnasýnda sallanmanýn bid'at olduðunu iddiaya kalkýþan kimsenin sözünü iptal etmektedir.
Þu ciheti bilhassa belirtmek isteriz ki, dinimizin müsaade etmediði çalgýlý toplantýlar tertip edip, onlarýn tesiri ile sallanmalar, zikrin tesiri ile ve irade dýþý sallanmalara kýyasla, asla meþru kabul edilemez. Onlar haramdýr. Çünkü, irade ile ve nefse dayalý olarak iþlenmektedir.
Hadis-i Þerifte, Peygamber (sav), amcasýnýn oðlu Cafer bin Ebi Talib (ra)'e hitaben: "Sen benim yaratýlýþýma ve huyuma benzemektesin" demiþ. Bu sözden son derece büyük bir hazz-ý manevi duyan Hazret-i Cafer (ra), Peygamber (sav) Efendimiz'in önünde raks etmeye baþlamýþtý. Sûfiyye'nin zikir esnasýndaki vecd haliyle raks etmelerine bu Hadis-i Þerif bir asýl ve kaynak teþkil etmektedir.
2340 - Soru: Bir cemaatin ayakta iken zikir yapmalarý caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olduðunda bir tereddüt yoktur. Hazret-i Aiþe (ra), "Peygamber (sav) her halinde Allah'ý zikrederdi" demiþtir. Cenab-ý Hak, göklerde ve yerde, gece ile gündüzün ihtilâfýnda akýl sahipleri için deliller olduðunu haber verdikten sonra, bu kimseleri, "Onlar; ayakta oturarak ve yanlarý üzerinde (uzanmýþ iken) Allah'ý zikrederler" diye medih buyurmaktadýr.
2341 - Soru: Mürid ile mürþid arasýnda yapýlan ahdin dini bir dayanaðý var mýdýr?
Cevap: Tasavvuf yolunda kemâl sahibi olmak dileyen bir mürid, mürþid-i kâmilden kendisine ders vermesini istediðinde, þeyhinin ondan ahid almasýnýn sarahat veya iþaret yolu ile dini dayanaðý vardýr, þöyle ki, Peygamber (sav) Hudeybiye'de Ashab-ý Kiram ile Bey'atü'r-rýdvân"da onlardan ahid almýþtý. Cenab-ý Hak buna iþaret buyurarak, "Gerçek, sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiþ olurlar. Allah'ýn eli onlarýn elleri üstündedir." "Karþýlýklý muahede yaptýðýnýz vakit Allah'ýn ahdini yerine getirin. Sapasaðlam yaptýðýnýz yeminleri bozmayýn" buyurmaktadýr.
Peygamberimiz'in (sav) Buhari'deki bir Hadislerinde, erkek sahabelerle olan bey'ati þöyle açýklamakta: "Hiçbir þey'i Allah'a ortak tutmamak, hýrsýzlýk yapmamak, zina etmemek, çocuklarýnýzý öldürmemek, kendinizden uyduracaðýnýz hiçbir yalanla (kimseye) iftira etmemek, maruf olan hiçbir iþte isyan etmemek üzere bana bey'at ediniz."
Kadýnlarla olan bey'ati de hemen hemen bu ifadeleri taþýmaktadýr. Bir de kocalarýnýzýn malýný (sormadan) almayýnýz" ziyadesi vardýr.
Utbe bin Abd (ra), "Ben, Resulullah (sav) ile yedi bey'atte bulundum. Beþi taat, ikisi ise mahabbet üzerine olmuþtur" demektedir.
Bu beyanlar, tasavvuf yolunda mürid ile mürþid arasýndaki ahidleþmenin dayanaðýný teþkil etmektedir.
2342 - Soru: Sohbet ne demektir ve va'z ile sohbet arasýndaki fark nedir?
Cevap: Sohbet, dost ve arkadaþça olan, samimi konuþma tarzýna denilmektedir. Arapça'da sahip, arkadaþ mânâsýna gelmektedir. Bu kelime cemilendiði zaman sahb ve ashab denilmektedir. Va'z ile sohbet arasýndaki farka gelince, va'zda bir kiþi konuþur, diðerleri dinler. Arada bir sormak, izahat talebinde bulunmak, va'zda rastlanmaz. Sohbette sormak ve karþýlýklý fikir teatisinde bulunmak mümkündür. Va'zý yapan konuþurken hakimane konuþmakla birlikte hakimce bir eda tarzý takip eder. Sohbette ise daha mülayim bir üslup, daha candan bir konuþma yolu takip edilir. Bundan dolayý sohbetin yapýcý tesiri daha fazladýr.
2343 - Soru: O halde neden hep sohbet yapýlmýyor da va'z yapýlma ihtiyacý duyuluyor?
Cevap: Va'z geniþ kitlelere hitap tarzýdýr. Sohbet ise daha dar bir zümreye mahsus kalmaktadýr. Görüþ, inanç ve harekette asgari müþterekte birleþen insanlara karþý sohbet edilmesi daha uygun olmaktadýr. Bundan dolayý Þah-ý Nakþibend Hazretleri, "Bizim yolumuz sohbet yoludur" buyurmuþtur.
2344 - Soru: Bu sohbette iyi arkadaþlarý seçme lüzumu var mýdýr? Varsa, bu, ayýrým ve bölücülük olmakta deðil midir?
Cevap: Peygamber (sav) Efendimiz, iyi kimse ile oturup sohbet etmeyi koku taþýyan kimseyle oturmaya, kötü arkadaþla oturmayý ise körük çekenin yanýnda bulunmaya benzetmiþtir. Þu farkla ki, kötü kimsenin yanýnda zarara uðrayan elbise deðil, inanç ve faziletlerdir. Çiçeði bulunan dikeni, dikeni bulunan çiçek (yani gül) ile denk tutmak mümkün ise, iyi kimse ile kötü þahsýn sohbetini de birbirine eþit tutmak kaabil olur. Aksi halde, kiþi iyi arkadaþlarýn sohbetini aramak ve tercih etmek durumundadýr. Þair ne hoþ ifade etmiþtir:
"Koyamam kargayý bülbül yerine,
Çiçek açmýþ dikeni gül yerine!"
Ýyi kimselerin meclisini tercih bölünmek deðil, bölücülük yapmak hiç deðildir. Ahlâksýz insanlarýn muhitinde imanýný ve Kur'an'ný, ahlâkýný ve faziletini çaldýrmamak için iyi kimselerin etrafýnda perçinleþmektir. Bölücülük yapýldýðý iddiasý, bunlarý parçalamaya muvaffak olamayan kurtlarýn iftiralarýdýr. Peygamber (sav) Efendimiz bir Hadis-i Þeriflerinde: "Kiþi arkadaþýnýn dini üzerine (hareket edecek)tir. O halde kimi dost edineceðine iyi baksýn" buyurmaktadýr. Allah Resulü'ne (sav) bir gün þöyle denildi: "Bizimle otur(up kalk)anýn hayýrlýsý hangisidir?" Efendimiz (sav) þu hikmetli cevabý lütfetti: "Onu görmek, size Allah'ý hatýrlatýr, konuþmasý (hayýrlý) iþinizi arttýrýr ve onun iþi size ahireti hatýrlatýr?"
2345 - Soru: Tasavvuf yolunda takip edilecek sohbetin edeplerinden biraz bahseder misiniz?
Cevap: Kiþi bu yolun marifetlerine kemaliyle vasýl olmadan önce, üstadýnýn emriyle hareket etmeye devam etmelidir. Çünkü o büyük bir tabibi andýrmakta ve kendisini tedavi için tavsiyelerde bulunmaktadýr. Her vücudun marifet-i zevkýyyesi ve Rabbani hüküm neyi gerektiriyor ise onu verir. Onun þifa bulmasý için lâyýk olan ve gýdasý için elveriþli bulunan hangisi ise onu tevdi eder.
Bir erin ve ermiþin bin kiþinin arasýndaki hali, bir kiþiye bin tane adamýn va'zýndan faydalýdýr. Kiþi araþtýrmasýný mürþidinden ders almadan önce yapar. Bu onun hakký ve vazifesidir. Onu kitap ve sünnet üzerine hareket eden bir kimse olarak bulmuþ ise ona sýký yapýþýr ve onunla birlikte edeplenmeye çalýþýr ve onun halinden iktisap suretiyle derununu arýtmaya ve aðartmaya çalýþýr.
Hareketlerinde, hayýrlý iþler arasýndan hangisini öne almak gerektiðini mürþidine sorar: Zira ashab da böyle yapmýþlardýr. Abdullah bin Ömer (ra)'den rivayet olunan bir Hadis-i Þeriften öðreniyoruz ki, bir adam gelip harbe gitmek için Peygamber (sav)'den izin istemiþti. Resul-i Ekrem (sav): "Annen ve baban hayatta mý?" buyurdu. O da "Evet" deyince, "Git de onlarýn arasýnda (yapacaðýn hizmetle) cihad vazifesini gör" buyurmuþtur. Bu cihad, cihad-ý asgar'dýr. Nefisle olan cihad-ý ekberde ise bu hususa daha fazla dikkat göstermelidir. Ashab bile kendi iþinde re'sen karar vermemiþ ve cihad gibi hayýrlý bir iþte Allah Resulü'ne (sav) sormadan yola çýkmamýþtýr. Bu yolun yolcularýna lâyýk olan da Ashab-ý Kiramýn takip ettiði yoldan gitmektir.
Mürþid-i kâmilin müride olan baþlýca faydasý, müridi Allah Teala'dan uzaklaþtýran ayýbý açýða koymak, o kusuru teþhis edip müride göstermek ve tedavisinin ilacýný haber vermektir. Bu da nefsinin dizginlerini þeyhine teslim edip onun dediði yoldan ayrýlmayan sadýk mürid için mümkün olur. Bunun için de mürid, nefsindeki hastalýðý gizlemeyip mürþidine haber vermelidir. Velev ki onlardan bir tanesini olsun, gizler de haber vermezse, elbette þeyhinden kemâliyle faydalanamaz.

Ynt: Tasavvuf Tarikat By: manas Date: 30 Ekim 2010, 13:29:39
ALLAH razý olsun bu güzel paylaþýmýnýz için..tabii emek verip hazýrlayandan da Allah razý olsun..Rabbim okuduklarýmýzdan istifade ettirsin inþaallah..

radyobeyan