Adalet ve fazilet dini By: sumeyye Date: 27 Ekim 2010, 17:45:05
Adalet ve Fazilet Dini
Ýslâm dini, bir yandan adalet, diðer yandan iyilik ve fazilet dinidir. Adalet, sana kötülük edene dengi olan cezayý vermen, fazilet ise, gücün yettiði halde onu affetmendir.
Kur’ân, bu prensibi þöyle açýklýyor:
“Haksýzlýðýn karþýlýðý, yapýlan haksýzlýk kadar olabilir. Bununla beraber kim affeder, haksýzlýk edenle arasýný düzeltirse onun da mükâfatý artýk Allah’a yaraþan tarzda olur. Þu kesindir ki Allah zalimleri sevmez” (Þura: 40). Demek ki isteðimize ve þartlara göre, zalimden hakkýmýzý alabildiðimiz gibi, onu af da edebiliriz. Bu kiþinin tercihine kalmýþ bir þeydir. Baþka bir âyet “Cezalandýrýr- sanýz size yapýlan kötülük kadar cezalandýrýn” (16/26), yani ne fazla yapýn ne de haddi aþýn, buyurur. Devamýnda ise, “Ama sabrederseniz bu sabreden için daha hayýrlýdýr” diye de ekler.
Hz. Peygamber de durum ve þartlara göre, çoðu zaman düþmanlarýný affetmiþ, bazen da âdil bir þekilde cezalandýrmýþtýr. Meselâ, Mekke’nin fethi sýrasýnda, bütün Mekke halkýný affetmiþtir. Fakat Benu Kurayza savaþýnda, daha önce bir defa affetmiþ olduðu karþý tarafý bir daha affetmemiþtir. Çünkü, harici düþmana karþý koymak konusunda bir antlaþmaya imza attýklarý halde, Hendek savaþýnda müþrik ordularýyla iþbirliði yaparak hýyanette bulunmuþ ve müslümanlarýn kökünün kazýnmasýný hedeflemiþlerdi. Yine affedilselerdi, bu bir acizlik olarak görülecek ve hýyanetlerini belki de tekrar edeceklerdi.
Ýslâm, adaleti tatbik ederken de fazileti ihmal etmez. Adaletin de bir fazilet ciheti vardýr. Meselâ, düþmanýn yaptýklarýna aynen karþýlýk vermek adalettir. Fakat Ýslâm buna da sýnýrlama getirmiþ ve fazilet payýný yerine getirmeyi zorunlu tutmuþtur. Diyelim ki düþman, müslümanlarýn çoluk çocuðunu katletti. Ekinlerini ve hayvanlarýný telef etti. Müslümanlar düþmana aynýsýný yapa- maz. Bilindiði gibi savaþlarda, intikam duygularý alabildiðine kabarýr, akýl susar, merhamet ve acýma hissi geri plana itilir. Ýþte bu can pazarýnda dahi Hz. Peygamber, adalet ve merhametin elden býrakýlma masýný ümmetine tavsiye eder. “Hiçbir çocuðu öldürmeyin, verdiðiniz sözden dönmeyin, düþ- man tarafýn ölülerinin organlarýný kesmeyin” buyurur.
Hz. Muhammed’in kana susamýþ ve savaþ düþkünü olduðunu iddia eden, ya Câhildir, ya da gerçeði bile bile ters yüz etmektedir. Çünkü, tarihe baktýðýmýzda gerçeðin bu iddianýn tamamen tersine olduðunu görüyoruz. Hz. Peygamber’in Mekke’de kaldýðý 13 sene boyunca, kendisine ve tabilerine her türlü zulüm ve iþkenceyi reva gören muhalifleriyle silahlý mücâdele yoluna gitmediði- ni daha önce belirtmiþtik. Ondan sonra da her vesileyle sulhu tercih etmiþtir. Meselâ, Hudeybiye antlaþmasýnýn hemen bütün maddeleri görünüþte müslümanlarýn aleyhineydi. Hz. Peygamber, baþta Hz. Ömer olmak üzere birçok sahabenin arzusu hilafýna, sýrf barýþ içinde Ýslâm’ýn tebliði yapýlabilsin, Kur’ân sulh içinde dinlenebilsin, güzel hakikatleri sakin ve açýk bir atmosferde net olarak görülebilsin diye bu antlaþmaya imza atmýþtýr. Hatta bu antlaþmanýn üzerine “Biz sana apaçýk bir fetih nasip ettik” diye baþlayan Fetih sûresi inmiþtir. Hz. Ömer, savaþsýz, zafersiz bir fethin olabileceðini anlayamayarak “Bu mu fetih ey Allah’ýn Resûlü!” Demiþtir.
Bu antlaþmaya göre mü’minler ile müþrikler arasýnda on yýl savaþ olmayacaktý. Hz. Peygamber, yemin ederek bunun zafer olduðunu belirtmiþtir. Gerçekten çok kýsa bir zaman sonra bu konuda kimsenin tereddüdü kalmadý. Büyük alim Zührî der ki: “Ýslâm tarihinde Hudeybiye antlaþmasýn- dan önceki hiçbir fetih onun kadar büyük deðildir. Bundan sonraki iki yýl içinde Ýslâm’a girenlerin sayýsý, o zamana kadar (19 yýl boyunca) müslüman olanlarýnkine ulaþtý, hatta onu da geçti. Müslüman olanlar da Kureyþ’in büyükleriydi (Kütûb-i Sitte, 11/549-550).
Konuyla ilgili Fetih sûresinin 24-25. âyetleri de, müþriklerin bazý yaptýklarýný belirterek aslýnda savaþý hak ettikleri ve müslümanlar da muzaffer durumda iken savaþýn Yüce Allah tarafýndan engellendiðini ifade ederek bunun sebebini, Ýslâm’a inandýðý halde Mekke’den Medine’ye hicret etme imkâný bulamayan ve imânlarýný gizledikleri için de müslümanlarca bilinmeyen çok sayýda insan bulunmasý ve savaþ halinde bunlarýn zarar görme riski olarak belirtir. Bu da Ýslâm’ýn masumlarýn zarar görmemesi konusunda ne kadar titiz olduðunun delilidir.
Þu halde, Ýslâm adýna makam-mevki kapma yarýþýna girmek, hele hele dini teblið bahanesiyle þiddete baþvurmak, özellikle de bunu masum insanlarýn da zarar göreceði þekilde yapmak asla Peygamberî metod deðildir. Her zaman, özellikle de günümüzde gerekli olan, Ýslâm’ý aslî ve güvenilir kaynaklarýndan iyice öðrenmek, onun güzelliklerini özümseyip yaþamak, sözden ziyade örnek bir yaþantýyla ve maddî manevî hiçbir çýkar gözetmeden baþkalarýna iletmek ve gerektiðinde çok iyi bildiði hususlarý izah etmekle olur. Ýþte bu gerçek Muhammedî metodla görülecektir ki, insanlýk ve fazilet dini Ýslâm, önündeki sis ve bulutlar süpürülmüþ okþayýcý bahar güneþi gibi insanlýk alemine yeniden doðacak, þu þirin gezegenimizin dað ve ovalarý güzelliklerle donanacak, güller ve çiçekler açýp dallar meyveye duracaktýr. Bundan þeytandan baþka hiç kimsenin gocunup tedirginlik duymasýna da gerek yoktur. Hz. Peygamber, en kötü isimlerin Harb (savaþ) ve Murre (acý) olduðunu belirtmiþtir. “Allah yumuþak lýðý sever, þiddeti ise sevmez. Sertlikten dolayý vermediði mükâfatý yumuþaklýktan dolayý verir” özdeyiþi ona aittir.
Hz. Muhammed, en hayýrlý bir dini teblið ve tesis etmiþ, hak, adalet ve meþveret temellerine dayalý bir devlet kurmuþtur. Bu sistemde ideal ile gerçek, haklar ile görevler, ruh ile beden, akýl ile kalb, madde ile mana, dünya ile âhiret arasýnda tam bir denge vardýr. Ýþte böylesine bir din getirip aleme hediye eden bir þahsiyete dil uzatanlarýn ne derece insaftan uzak olduklarý apaçýk ortadadýr.
Prof. Dr. Abdûlaziz HATÝP