Tekfir Meselesi
Pages: 1
Et-Tekfir Vel-Hicre grubu By: hafýz_32 Date: 27 Ekim 2010, 11:49:31
ET-TEKFÝR VE'L HÝCRE GRUBU


Tekfir konusunda ýsrarlý bir cemaat olarak bili­nen Et-tekfir ve-l-Hicre grubunun özellikleri ve belli baþlý konulardaki fikirlerinden bahsetmek sanýrým bu kitabýn konusu dýþýnda sayýlmayacaktýr. Doðuþ yeri Mýsýr olarak bilinen bu grubu anlatmadan önce Yusuf El-Kardavî'den onlarla ve aþýrýlýk meselesiyle ilgili alýntýlar aktarmak istiyoruz: [146]

 

Ýslami Sahada Aþýrýlýk ve Çalýþma:
 

Aþýrý gitme noktalarýndan birisi de "tekrir" konu­sudur. Ýnsanlarýn ismeti ortadan kalkýnca bu aþýrýlýk hedefine ulaþýyor. Ýnsanlarýn mal ve kanlarýný mübahlaþtýrýyorlar, onlara ne zimmet (zýmmîler) ne de hürmet tanýnýyor. Ýnsanlarýn tümünü Ýslamdan çý­karýyorlar. Yahut "bu insanlar Allah'a iman etme­miþlerdir." Bu da aþýrýlýðýn deðeri olan, kendisini bir vadi de diðerlerini baþka bir vadide görmektir.

Bu düþüncenin ilk oluþumu Ýslam sahasýnda Ha­ricilerin ortaya çýkmasýydý ki bu insanlar Ýslamdaki ibadet deðerlerine çok baðlýydýlar. Namaz, oruç, Kur'an okuma v.s. Yalnýz bunlar "uzuv" fesadýyla gel­meyip "küfür" fesadýyla ortaya çýktýlar. Onlara kötü amelleri süslendirildi ve onu (yaptýklarýný) güzel gör­düler. Resûlullah onlarý þu sözüyle vasýflandýrdý; "Birinizin namazý onlarýn namazýna karþý hakir olur, bi­rinizin kýyamý onlarýn kýyamýna göre hakir olur ve okumasý onlarýn okumasýna göre hakir olur." Bu va­sýflandýrmayla birlikte onlar hakkýnda yine þöyle bu­yurmaktadýr: "Okun yaydan çýktýðý gibi onlar dinden çýkarlar."

Geçmiþ olan Haricilerde olanlarýn aynýsý þimdi onlarýn halefleri (takipçileri) olanlarýnda da aynen vardýr.

Yani bunlarý takip eden, asrýmýzdaki "El-Tekfir ve'l- Hicre" cemaati diye bilinen cemaattir.

Bu muasýr olan cemaat günah iþleyip o günahýn­da ýsrar eden herkesi tekfir ediyor. Hakimleri Al­lah'ýn hükümleriyle hükmetmediklerinden dolayý tekfir ediyorlar. Hüküm olunanlarý da bu hükme razý olduðundan dolayý tekfir ediyorlar. Bu cemaat din alimlerini ve baþkalarýný da tekfir ediyorlar. Çünkü bu din alimleri hakim ve mahkumu (yöneten ve yöne­tileni) tekfir etmedikleri için kafirdirler. Çünkü bun­lara göre kafiri tekfir etmeyen de kafirdir. Onlar yine onlarýn düþüncelerine zýt olan herkesi tekfir ediyor­lar. Yine onlarýn fikrini kabul edip de onlarýn cema­atine girmeyen ve onlarýn imamlarýna biat etmeyen herkesi tekfir ediyorlar. Kim onlarýn cemaatine girer­se fakat herhangi bir sebeple çýkarsa o kimse mürteddir ve kaný helaldir. Tebliðleri eriþmiþ olan tüm cema­atler onlara katýlmadýkça onlar kafirdirler. Kim bir imamýn sözünü alýrsa ama kýyas ile hareket ederse o kimse müþriktir, kafirdir. Onlara göre Hicri 4. Asýr­dan sonraki asýrlar küfür ve cahiliye asrýdýr. (Abdurrahman El Hayr Tekfir Cemaat eserinden alýntý).

Peygamberimiz (s.a.v.) bizi tekfirden korumuþ ve ondan þiddetle kaçýnmamýzý emretmiþtir. Ve sa­hih olan bir hadisinde; “Kim kardeþine kafir derse ikisinden birisi kafir olur..." buyurmuþtur. Ayný za­manda Usame Bin Zayd hadisinde ise: "Kim La ila­he illallah" derse o kimse Ýslam'a girmiþtir. Kaný ve malý kurtulmuþtur." Þayet bu kimse korku, yahut ký­lýçtan kurtulmak için söylese bile bu kimse müslümandýr. Biz zahire göre hükmederiz. Bu kimsenin hesabý ise Allah katýndadýr. Ki bundan dolayý Resûlullah (s.a.v) savaþta Usame bir adamý þehadet getirmesine raðmen öldürünce onu kýna­mýþ ve;

“Sen onu tevhid kelimesini getirmesine rað­men mi öldürdün?" demiþ, Usame de;

"O kýlýç korku­suyla söyledi" diye cevaplamýþtý. Resûlullah da;

"Sen onun kalbini yardýn mý?" deyince, bu olay üzerine üzülen Usame;

"Resûlullah bunu o kadar tekrarladý ki keþke ben o gün iman etmiþ olsaydým diye temen­ni ettim." demiþti.

Kim yakin ile Ýslama girmiþse onun Ýslamdan çýkmasý da yakin ile olmalýdýr. Yakin ise þek ile yok olmaz (yani þüphe ile dinden kimse çýkarýlmaz.) Hat­ta bu günahlar büyük günah olsa bile: örneðin, ölüm, zina, içki içmek vs. Yalnýz bu hükümleri inkar, karþý çýkma olursa bu ayrý bir þeydir.

Bundan dolayý Allah'u Teala bir kiþiyi kasten öl­düren ile öldürülenden velisi arasýnda dini kardeþli­ðini þu ayeti kerimede ispat etmiþtir; "Kim (yani ka­til) kardeþi tarafýndan affedilirse o zaman (affede­nin örfüne göre) uygun olaný yapmak güzelce onu ödeme (si) gerekir." Ve Resûlullah içki içen bir kimþeyi birisinin lanetlediðini duyunca defalarca ona; "Ona lanet etme, çünkü o Allah ve Resulünü seviyor." buyurmuþtur.

Tekfýrcilerin aþýrý gidenlerinin dayanmýþ oldukla­rý bütün düþünceler Kitap ve sünnetle merdut olup (reddedilip) bu düþünceyi Ýslam ümmeti asýrlar önce terk etmiþtir. Buna raðmen insanlar kalkýp bunu ye­nilemek istiyorlar. Heyhat!..

Tekfir düþüncesine sahip olmanýn birçok sebebi vardýr. Tek bir sebebi yoktur. Sebeplerin bazýlarý di­nidir. Bazýlarý siyasý, bazýlarý toplumsal, sosyal se­beplerdir. Ekonomik ve nefsi ve fikri sebepleri de vardýr.

Bu sebeplerden bazýlarý, ailevidir de. Kiþilerin se­bepleri de vakidir. Yani kiþinin þahsýndan da kay­naklanan sebepler de vardýr. Bu sebepler toplumla ilgili de olabilir. Toplumda oluþan zýdlýklar... Diyelim ki itikad ile mu'amele arasýnda, vacip olan þeyler arasýnda, din ile siyaset arasýnda, söz ile amel arasýn­daki zýtlýklardan oluþabilir.

Bu gibi zýtlýklara büyükler ne kadar tahammül etse bile gençler bu gibi þeylere tahammül edemi­yorlar.

Bazýlarý tahammül etse bile tümü tahammül et­miyor. Bazen tahammül etse bile çoðu zaman taham­mül etmiyor.

Sebeplerin bazýlarý da (ortadaki) hükümlerin fe­sat oluþundan, hakimin taðiliðinden (tuðyanýna) kendi halklarýnýn haklarýna riayet etmemekten, kö­tü hevalara sahip olmalarýndan ileri geliyor.

Bu sebeplerden (diðer) bazýlarýný (da) sayalým:

1- Dinin hakikatini görme zayýflýðý; Bu aþýrýlýkta en esas olan sebeplerdendir. Fakih olmamak, dinde­ki sýrlarý bilmemek... Bundan maksat mutlak mahi­yette dinde cehalet deðildir. Bu sebepten maksat il­min yarýsýna sahip olmaktýr. Kendisini alimlerin zümresinden saymak ve buna raðmen çok çok þey­den cahil olmak... Ýlimden bildiði þey de oradan bu­radan aldýðý þeyler olmasý...

Resûlullahýn Buhari ve Müslim'den gelen þu ha­disi bu hakikati açýklamaktadýr; "Allah, ilmi insanla­rýn içine düþmüþ olduklarý ihtilaftan dolayý onlardan almaz fakat onlardan alimleri alarak (yani vefat et­tirerek) onlardan ilmi alýr, ta ki kimse kalmayýp da­ha sonra cahil insanlarý kendilerine reis edinirler ve insanlar onlara sorarlar, onlar da ilimsiz cevap vere­rek hem kendilerini ve hemde onlarý dalalete götü­rürler." Malik Bin Enes rivayet eder ki; bir gün Rabia çok aðlar ve ona;

"Sana bir musibet mi indi?" der­ler. O da;

"Hayýr fakat, ilmi olmayanlar fetva veriyor­lar." der.

2- Zahiri olarak naslarý anlamaya yönelmek. Bun­lar, gerçekten Ýslam ümmetinin kurtulmuþ olduðu "zahiriye medresesini" bir daha yapmak istiyorlar. Öyle bir medrese ki hükümlerin illetini (sebebini) ka­bul etmiyorlar ve ayný zaman da kýyasý inkar ediyor­lar. Ýbadet konusunda kesinlik kazanan þeylerde de­ðiþtirmeye gitmek mümkün deðildir, örneðin Rama­zanýn baþka aya alýnmasý gibi. Fakat baþka hüküm­lerde illet aranmalýdýr. O illet (sebep) ortadan kal­karsa deðiþik hükümler verilebilir.

Örneðin: Malik, Buhari ve Müslimin rivayet et­tikleri þu hadiste, Resulullah düþman ve kafir diya­rýna Kur'an'la sefere gidilmesini men'etti. Fakat bu hadisin illetine bakýldýðýnda kafirlerin Kur'an'a kö­tülük yapma endiþesi var. Bu illet ortadan kalkarsa bu nehiy de (yani yasak da) kalkar.

3- Haramlarýn sýnýrlarýný daraltmalarý.

4-Terimlerdeki (kavramlardaki) anlayýþ yetersiz­liði. Bir kelime deðiþik anlama gelebilir. Yani deðiþik anlamlarý olabilir. Onlar mutlak imanla, iman-ý mutlak arasýný ayýrmýyorlar. Kamil Ýslamla soyut Ýs­lam'ýn arasýný ayýrmýyor ve günah küfrü ile þirk küf­rünün arasýný büyük þirk ile küçük arasýný, itikadý nifak ile ameli hal ve tavýrdan dolayý cahili bir hare­kette bulunaný itikadî cehaletle isimlendiriyorlar. Hadiste; "Zina eden mümin olarak zina etmez, içki içen mümin olarak içki içmez." ve diðer nice hadisler var ki "imaný" nefyediyor. Fakat bundan murad asýl iman olmayýp kamil imandýr. Asýl iman ise Cibril ha­disinde geldiði gibidir...

Baþka bir hadiste ise; "Ýslam açýktýr, iman ise kalptedir." Hucurat süresindeki Araplarýn Ýslamýysa bu çeþit bir Ýslamdýr. Küfür, þeri dilde Allah ve Resu­lünü inkar ve yalanlama anlamýna geliyor. Delili ise Nisa 136'dýr.

Bazen de Ýslamdan dönme anlamýna geliyor (irtidat).

Bazen küfür kelimesi ameli günahlar için de kul­lanýlýr, ki bunlar ne inkar ne de yalanlama ile ilgili­dir.

Büyük alim Ýbn-i Kayyým "Medaricu's-Salikîn" isimli eserinde küfrün iki çeþit olduðunu söyler:

1- Büyük küfür: Ateþe girmesi ebedi olarak haktýr.

2- Küçük küfür: Ateþe hak kazanýr. Fakat ebedi deðildir.

"Allah'ýn indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirle­rin ta kendileridirler. Zalimlerin ta kendileridirler... Fasýklarýn ta kendileridirler.” ibn-i Abbas'ýn bu ayet hakkýndaki tefsiri þöyledir:

"Buradaki küfür insaný Ýslam dairesinden çýka­ran küfür deðildir. Yani bunu yaptýðýnda onunla ka­fir oluyor, yalnýz bu küfür Allah'ý ve ahiret gününü inkar edenin küfrü gibi deðildir. Tavus ve Ata (adlý alimler de) "küfrün dýþýnda baþka bir küfür, zulmün, faskýn dýþýnda baþka bir zulüm, fýsk" olarak görmüþ­lerdir. Daha önce de bundan bahsedilmiþti. Bazýlarý da "inkar etme" anlamýnda ele almýþlardýr. Bu tercih edilen bir görüþ deðildir. Tavus ve Ata (adlý alimler de) "küfrün dýþýnda baþka bir küfür, zulmün, fýskýn dýþýnda baþka bir zulüm, fýsk" olarak görmüþlerdir. Daha önce de bundan bahsedilmiþti. Bazýlarý da "in­kar etme" anlamýnda ele almýþlardýr. Bu tercih edi­len bir görüþ deðildir. [147]

Yusuf El-Kardavî'nin de belirttiði gibi özellikle günümüzde, tekfirde aþýrý gitme düþüncesine kay­naklýk eden birçok sebep vardýr. Kardavî'nin söyle­diklerine ek olarak bizim yaþadýðýmýz topraklarda ise tekfire aþýrý yönelmenin daha baþka sebepleri de vardýr.

Bu sebeplerin en önemlilerinden birisi Ýslam id­diasýyla ve Ýslam'a hizmet iddiasýyla ortaya atýlanla­rýn birbirlerini çekememeleridir. Aslýnda bunu doðu­ran asýl etken daha baþkadýr ki o da þahsiyetlerin saðlam olmamasýdýr. Yoksa ilmi eksik olan herkes tekfire yönelmiyor, ailesiyle sorunu olan herkes tek­fire yönelmiyor. Bunlarla birlikte tekfire yönelmenin altýnda daha deðiþik faktörler de mevcuttur. Ayrýca Siyonistlerin, laiklerin, emperyalistlerin "düþünce bozukluðu" oluþturmak amacýyla günümüzde çok gayretler içinde olduðunu anlamak için o kadar da ileri görüþlü olmaya bile gerek kalmamýþtýr. Buna misal olarak, doðrusuyla yanlýþýyla Vehhabî ekolü­nün baþýna gelenleri hatýrlayabiliriz. Gelelim Et-tekfir ve'l-hicre grubunun özelliklerine. Bu konuyla ilgi­li olarak da yazar Salih Verdanî'nin "Mýsýr'da Ýslamî Akýmlar" adlý eserine baþvurmak istiyoruz:

"Tekfir düþüncesinin esaslarýný belirleme konu­suna eðilen Þükri Mustafa (tekfir cemaati lideri); Dil, Tefsir, Hadîs ve Fýkýh kitaplarýný tarayarak, kendi görüþ ve fikirlerini destekleyen hükümleri çý­karmaya baþladý. Bu arada, hapishanede yaþadýðý olaylarý, fikir ve sýkýntýlarýný dile getiren þiirler yazý­yordu.

Þükri Mustafa'nýn þahsiyeti, Tekfir çizgisindeki ýsrarý ve görüþlerindeki sertlik, hapishanede Kutubçu ve Ýhvan akýmý mensuplarý ile kendisi arasýnda bir çok problemin doðmasýna sebep olmuþ, bu yüz­den diðer tutuklulardan ayrý bir bölüme yerleþtiril­miþti. Ancak gittiði her yerde, aþaðý yukarý ayný problemlere sebep olmaktan kurtulamamýþtýr.

Ýhvan'ýn, et-Tekfîr akýmýný abluka altýna almada kullandýðý makale ve reddiyeler, daha sonra "Duat la Kudat" (Kadý Deðil Davetçi) ismi altýnda yayýnlan­mýþtýr.

Þükri Mustafa'nýn 1965 ile 1971 yýllarý arasýnda­ki tutukluluk dönemi kendisine, akýmýn düþünce ya­pýsýný oluþturma temel ve stratejisini geliþtirme fýr­satý vermiþ; ileriye dönük programlarýn hazýrlanma­sý da bu dönemde gerçekleþmiþtir.

Tutukluluðu sýrasýnda Þükri Mustafa ile diðerle­ri arasýnda meydana gelen fikrî mücadelelere rað­men, 1960'lý yýllarýn sonuna kadar Þükri'nin fikirle­ri; serbest kaldýðý zaman hangi esasa göre eylemlere kalkýþacaðý konusundaki görüþleri, tam olarak net­leþmemiþti. [148]

 

Geçmiþe ve Geleneðe Karþý Tutumlarý
 

Et-Tekfir akýmý geçmiþin fikrî ve fýkhî birikimle­rinin hiç birini tanýmamakta, buna karþýn kendisi­nin ortaya koyduðu içtihatlarý ve görüþleri, þüphe edilemeyecek tek gerçek olarak kabul etmektedir. Bu esastan hareketle Tekfir akýmý, fakihlere uymayý reddetmektedir. Kur'ân'ýn; "Gerçekten biz Kur’ân-ý anlaþýlmasý için kolaylaþtýrdýk." mealindeki ayetini delil kabul ederek, herhangi bir ilim ehlinin yardýmý olmaksýzýn kitap ve Sünneti anlamanýn mümkün olabileceðini ileri sürmektedir. Ayrýca Þüferî Musta­fa; "Allah'ý býrakarak bilginlerini ve din adamlarýný Rabler edindiler." ayetine dayanarak, "taklid eden kafir olur" anlamýnda bir kural ihdas etmiþ ve fakihlerden herhangi birine uyan kimsenin, Ýslam dinin­den çýkacaðýna hükmetmiþtir.

Þükri'nin düþüncesindeki bir baþka önemli unsur ise kavramlar konusudur. Bu konuda þunlarý söyle­mektedir: Doðru yolun esasý ve sahih Ýslamî anla­yýþ; kavramlarý dinî (Kur'anî) kullanýmlara dayan­dýrmakla mümkündür. Bu kavramlar bozulup ger­çek anlamlarýnýn dýþýnda kullanýldýðýnda ise, denge ve ölçü bütünüyle bozulmuþ olur. Böyle bir bozulma ortamýnda, 'þerri', ‘hayr' ve 'çirkin'i 'güzel' diye isim­lendirmek mümkün olur.

... Nitekim dinî kavramlarla çatýþan garip birta­kým terimlere Ýslam Fýkhý adý verilmiþtir. Örnekler­sek; Fýkýh Terminolojisi'ndeki fasýk müslüman tabi­ri, dinî isimlendirmenin dýþýnda bir kavramlaþtýrmadýr. Gerçekte fasýk ve fýsk kelimeleri kafir ve küfre delalet etmektedir. Yine zalim kelimesi de böyledir. Fakihler "zalim müslüman" demektedirler. Oysa Kur'anî kullanýmda zalim sýfatý, kafir için kullanýl­maktadýr. Nitekim Allah; "Kafirler zalimlerin ta ken­dileridir." buyurmaktadýr.

Bu durumda bize düþen, kavramlarý dinî kayýtla­ra baðlý kalarak kullanmak; dinî kavramlarý ancak dinî kullanýmlarla belirlemektir. Bu konuyla ilgili olarak, bu uygulama dýþýnda yapýlabilecek hiçbir þey yoktur. Kur'anî kullanýmýn dýþýnda bir kavramlaþtýrmayý kabul edenlere biz; "Bu, sizin ve babalarýnýzýn isimlendirdiði kavramlardan baþkasý deðildir. Ger­çekte Allah, onlara bir yetki de vermiþ deðildir." aye­tini hatýrlatýrýz.

Bu konuda bir örnek olmak üzere; Mesâcidullâh (Allah'ýn mescidleri) kavramýnýn anlamýný doðru ola­rak belirlemek istediðimizde, dikkatlerimiz mescid kelimesi üzerinde yoðunlaþýr. Gerçekte günümüzde­ki mescidler, dinin mescidler için belirlediði nitelik­leri taþýmamasýna raðmen, bunlara Mesâcidullâh is­mi verilebilmektedir. Beni küçük düþürmek için "Sen niçin mescidlerde namaz kýlmýyorsun" þeklinde bir soru yöneltilse; soruyu soran kiþiden, öncelikle, sözünü ettiði mescidlerin, Allah'ýn kitabý'nda dinî ni­teliklerini açýkladýðý, hakiki mescidler olduðunu is­patlamasýný beklerim. Zira Kur'an'da mescidlerin þu özellikleri belirtilmektedir:

Mescidler Allah'a aittir. Oralarda Allah ile bera­ber bir baþkasýný anmayýnýz.

Allah'ýn, yüceltilmesine, içlerinde adýnýn anýlma­sýna izin verdiði evlerde..

Müþrikler Allah'ýn mescidlerini onaramazlar.

Þükri Mustafa'nýn yukarýda kendi ifadeleriyle, sunduðumuz kavram anlayýþý, fikir sisteminin temel prensiplerinden biri olarak kabul edilir. Bu konu, kendisi ile geçmiþi ve diðer Ýslamî akýmlar arasýnda­ki ayrýlýk noktasýdýr. Þükri'ye göre, þirk, ma'siyet, cemaat, cihad ve mescid... v.s gibi kavramlarýn taþý­dýðý gerçek anlam ve delaletleri, geleneðin ortaya koyduðu anlam ve delaletlerden tamamýyle farklýdýr, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Medine'deki Mescid-i Küba hariç olmak üzere, dün­ya üzerindeki bütün mescidler, takva kastýyla tesis edilmediði için, içlerinde namazýn sahih olamayaca­ðý "Dýrar Mescidleri"dir. Ayrýca bu dört mescidde cemaatle namazýn sahih olabilmesi için, et-Tekfir cema­atinden birinin imamlýk yapmasý gereklidir. Yoksa orada ancak, ferdi namaz caiz olur.

Þükri Mustafa Fýkýh, Usul ve Hadis kitaplarýn­dan bir çoðunu okumuþtur. Þatýbi'nin el-Muvafakat'ý; Amidi'nin el-ihkam'ý; îbn-i Hazm'ýn el-Ýhkam'ý; Ebû Zehra'nýn Usûl'i-Fýkh'ý; Ýbn Kesir’in Tefsiri; Buhari'nin Sahihi ve Ýbn Hiþam'ýn Sire'si bunlardan ba­zýlarýdýr. Çaðdaþlardan, Seyyid Rutub'un kitaplarý­nýn dýþýnda hiç bir kitap okumamýþtýr. Þükri, bu ki­taplarda yer alan bilgilerin doðruluðuna inanma­makta, büyük yanlýþlýklar içerdiðini ileri sürmekte­dir:

(Ben prensip olarak kitaplarý incelerim. Birinin, fikrini bir baþkasýna, yazýlý veya sözlü olarak anlat­masýna ya da ictihad etmesine karþý deðilim; hatta içtihadýn görev olduðuna inanýyorum. Ancak karþý olduðum husus, yazarýn kitabýna yanlýþlarý akratmasý, mubah olmayan veya peygamberin sustuðu konularda; bilerek, kendisine göre konuþmasý ve yazmasýdýr).

Þükri Mustafa'nýn bu ifadeleri ilk bakýþta onun geçmiþ birikim karþýsýnda yumuþak bir tavra sahip olduðu ve bazý fýkýh ürünleri ile fakihleri kabullene­ceði izlenimi uyandýrýr. Ancak Þükri, Fýkýh ve fakihlerin aleyhinde oldukça kesin bir tutuma sahiptir. Ýbadet ve þirk konusundaki hükümleri nedeniyle fa­kihleri eleþtirmekte ve þeyle demektedir:

(Ýslam'da ibadetten kasýt, yalnýz Allah'a ibadet etmek, yani itaatýna bir baþkasýný katmamaktýr. Baþkasýna itaat etmekle yani Allah'a ortak etmekle ibadet yapýlmýþ olmaz. Bu husus hem aklýn verileri hem de dinin deðiþmez prensipleri ile sabittir. "Al­lah'tan baþkasýna itaat, hem aklen hem de naklen þirktir" prensibi buna dayanýr. Fakihler Allah'ýn; “Al­lah kendisine þirk koþulmasýný baðýþlamaz; bunun dýþýndakileri, dilediði kimse için affedebilir.” mealin­deki ayetini yanlýþ anlamýþ ve yanlýþ yorumlamýþlar­dýr. Bunlar þirki; putlara secde etmek, oklarla fal aç­mak v.b þeylerle tefsir etmiþlerdir. Görüþlerine göre þirkten aþaðý olan günahlar; hýrsýzlýk, zina, içki iç­mek ve benzeri diðer günahlardýr. Oysa fakihler, bu söyledikleriyle ilgili olarak nakli bir delile sahip de­ðillerdir.

Günahlarýn da þirk olduðunu, þirk ve küfür kav­ramlarýný kullanarak ifade eden, bir çok kesin nasslar mevcuttur. Nitekim peygamber (s.a.v)'in: "Al­lah'tan baþkasýný adýna yemin eden þirk koþmuþtur.” ve; “Kiþi ile küfür, þirk arasýnda namazý terk vardýr." sözleri bu konudaki nasslardan bir kaçýdýr.)

Yukarýdaki prensiplerden hareket eden et-Tekfir akýmý içtihad meselesini kabul etmemekte ve onu bi­linenden farklý bir þekilde yorumlamaktadýr. Þükri'ye göre içtihad, nass bulunduðu zaman yapýlýr. Nass bulunmadýðý zaman ise içtihad caiz deðildir. Bu durumdaki içtihad re'y ile kýyas yapmak veya ko­nuyu ümmete götürmektir ki; böyle bir içtihad, iti­bar olunamayacak derecede temelinde batýl bir gö­rüþtür.

Et-Tekfir akýmý Ýcma, Kýyas veya Mesalih-i Mürsele gibi, müçtehidin hüküm çýkarýrken kullandýðý prensip ve metodlardan, hiçbirini kabullenmemektedir. Akýmýn ileri gelenlerinden biri, bu konuda þunla­rý söylemektedir: "Delil ancak Kitap ve Sünnet'tir. Bunlarýn dýþýnda delil yoktur. Bu nedenle biz icmayý, kýyasý, Medine ehlinin amelini, sahabenin reyini, fukahanýn görüþlerini duvardan duvara çarparýz. Biz ancak kitap ve sünnetle delil getiririz."

Et-Tekfir Akýmý'nýn genel olarak geçmiþ birikime, özel olarak da içtihada karþý takýndýðý bu þiddetli olumsuz tavra raðmen, akým elemanlarýnýn savun­duklarý et-Tebeyyün, et-Tevakkuf, günahýn þirk ol­duðu, þirk ile günah arasýnda bir farkýn bulunmadý­ðý ve günah üzerinde ýsrar eden kiþinin kafir olduðu yolundaki hükümlerin çýkarýlmasýnda, bu tezlerin sahibi Þükri Mustafa'nýn bir takým içtihad kurallarý­ný benimsemiþ bulunmasý, iþin, belirtilmesi gereken ilginç bir yönüdür. [149]



[146] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayýnevi: 209.

[147] Yusuf El-Kardavi, Ýslamî Sahada Aþýrýlýk ve Çalýþma.

[148] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayýnevi: 210-218.

[149] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayýnevi: 218-223.





radyobeyan