Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz )
Pages: 1
Nebevi dert By: sidretül münteha Date: 11 Ekim 2010, 15:56:09
Nebevi Dert



Evet, Hayber’i fethetmekten daha büyük bir kazaným… Herkes “Hayber” derken, O “hidayet” diyordu. Hayberlere sahip olmaktan daha büyük bir ticaret.  
 
   Düþünüyorum da; “Ýnsanlýk tarihinin gelmiþ-geçmiþ en dertli insaný Hz. Muhammed’dir” dersem acaba abartýlý bir ifade de bulunmuþ olur muyum?    

Sanki tüm dertlerden bir pay O’nun nasibine düþmüþtü. Hayatý bir dertler mecmuasý, gam yumaðýydý. Zaten O’nun için makbul insan, dert sahibi olan insandý. Dertsiz, gamsýz, duyarsýz insan hayatýn anlam ve amacýndan kopmuþtur. Evet, davasý olanýn, kuþkusuz derdi de olacaktýr.

Ancak söz konusu Hz. Muhammed (Sav) olunca O’nun derdi daha bir farklý ve derin…
Kendisine risalet tevdi edilmeden önce bile, Mekke toplumunun derdi baþka, O’nun ki baþka idi.

Kabile savaþlarýnýn yorgun düþürdüðü kanlý ve kirli Mekke’de O’nun iç dünyasýnda fýrtýnalar kopuyor, ruhu daralýyordu. Ýçini dökecek, derdini yanacak kimse de yoktu. Mekke sýkýyordu.

Çareyi Hira’ya gitmekte buldu. Artýk Hira dert ortaðýydý. Ýçini Hira’ya dökecekti…  Ruh Hira’da demlenecekti… Devran Hira’da deðiþecek, derman orada bulunacaktý…

Gerçekten O’nu Hira yollarýna düþüren dert neydi? Neyin peþindeydi? Acaba O’nun ki dertlerden kaçýþ mýydý, yoksa bir arayýþ mýydý? Hira yollarýný aþýndýrmanýn sebebi ne olabilirdi?

Avcýlýk mý? Çobanlýk mý? Daðcýlýk mý? Ya da piknik yapmak için mi? Tatil olsun diye mi? Sýrf spor olsun gayesi ile mi yollara düþüyordu?

Ýnsanlarla deðil de, daðlar ve taþlarla neyi paylaþýyordu? Ferhat gibi bir aþk macerasýna mý tutulmuþtu? Daðlarý delip Þirin’e mi ulaþacaktý? Yoksa O’nun ki kiþisel bir hobi miydi?

Hayýr hayýr!.. Hiçbiri!.. O’nda olan muzdarip bir vicdanýn anlam arayýþýydý. Yani özetle “öze dönüþ” hareketiydi.

    Hira’ya çýktý ama oraya kapanmadý. Yüzü Mekke ‘ye dönüktü, gözlerini oradan ayýrmýyordu. Kirlenen Mekke, kuþatýlan Kâbe nasýl kurtarýlacaktý? “Özgürlük Evi” özgürlüðe muhtaçtý… “Güvenlik Evi”nin güvenliði yoktu… “Kýyam Evi”nin kýymeti bilinmiyordu…

Diri diri topraða gömülen kýz çocuklarýnýn çýðlýðý yüreðini yakýyordu…

Kan davalarýndan bitap düþmüþ bu toplum nasýl dirilecekti? Ýnsanlýk deðerlerini ters yüz eden bu kokuþmuþ kitle hangi adrese yönelecekti? Belirsizlik, baþýboþluk insanlarýn düþtüðü bataklýðý derinleþtiriyordu.

Ýþte bu fotoðraf üzerinden kafa yoruyordu… Vicdaný sýzlýyordu…

O engin tefekkür ikliminde bir ýþýk, bir iþaret, bir imkân arýyordu. Bireysel bir teselli ve teskin peþinde deðildi. Yüreðindeki sancý toplumsaldý. Ýnsanlýðýn düþtüðü seviye vicdanýný zorluyordu. Zihin durulmasý, ruhun sükûnu, yüreðin inþirahý için yol arýyordu.

Ýþte böyle bir ahvalde Ýlahi Kudret bu mükedder yüreðe müdahale ediyordu. Bu dertli insanýn neyi dava edinmesi gerektiðine karar veriyordu:

“Oku.”

Beklenen, aranan; ses, ýþýk, iþaret tamamdý.

Artýk O Hira’da bir saat bile durmayacak, bir daha da oraya uðramayacaktý…

Tevhid meþalesi ile Mekke zulmünün ve zulmetinin üstüne yürüyecekti. Örtünüp-bürünmek yoktu. Tereddüt, telaþ ve tasa yoktu… Gelen inzal inzarý gerektiriyordu.      

Bu saatten sonra kendisine ait bir hayatý yoktu. Yaþamýný insanlýðýn felahýna adadý. Onlarýn hidayeti için çýrpýndý. Yeryüzünün ýslahý ve imarý için didindi…

Ateþe yürüyenlerin ellerinden tutup çeken müþfik bir eldi.

Tüm derdi bir kiþinin daha iman etmesine vesile olmaktý…  Öyle ki, en azýlý hasmý Ebu Cehli bile, hidayeti için duasýna dâhil etmekte tereddüt etmemiþti.

Amcasý Ebu Talib’in iman etmesi için az mý çýrpýndý? Ebu Talip imandan yoksun can verirken, O’nun da üzüntüden neredeyse caný gidiyordu.

O kendisini taþlayan taþ yüreklilere sadece acýyordu ve onlarýn zürriyetinden hidayet üzere nesiller umuyordu.

Tek derdi vardý; o da insanlýðýn hidayet bulmasýydý.

Hüzün ve ýzdýrap içinde Mekke’ye dönerken, Cebrail devreye giriyor:

“- Yüce ALLAH kavminin senin hakkýndaki sözlerini iþitmiþtir. Seni korumaya yanaþmadýklarýný da bilmiþtir. Ve sana, þu daðlar meleðini göndermiþtir. Kavmin hakkýnda ne dilersen, O’na emredebilirsin” dedi. Bunun üzerine daðlar meleði O’na seslenip selam verdi ve sonra:

“-Ey Muhammed! Cibril’in dediði doðrudur, emrine hazýrým. Eðer þu iki yalçýn daðýn, onlarýn üzerine çökerek birbirine kavuþup onlarý ezmesini istersen, emret” dedi.

Peygamberimiz büyük bir sabýr ve merhametle þöyle cevap verdi:

“-Hayýr, ben bunu istemem. Ben ALLAH’ýn onlarýn soyundan, O’na hiçbir þeyi ortak koþmayan, yalnýz ALLAH’a ibadet eden bir nesil çýkarmasýný diliyorum. (Buhari)

Daðlar meleðinin dileði baþka, Muhammed’in derdi baþkaydý. Yeter ki bir kiþi daha iman etsin. daha fazla çileye katlanmaya hazýrdý... Hemen þimdi olmasa bile, mümkündür ki, bunlardan hidayet bulanlar olabilecekti.

ALLAH bu sevgili kulunun yüce derdini bildiði için önce Addas’ýn, sonra da cinlerin Müslüman olmasý ile yüreðini ferahlatýyordu.

Müþrikler O’nun davetini reddettikçe O’nun hüznü büyüyor. Ýnsanlarýn tepki ve tekzibi O’nu derinden sarsýyordu.

Kur’an-ý Kerim O’nun iç dünyasýndaki ýzdýrabýn boyutlarýný nazarlarýmýza sunuyor:

“Onlar, mümin olmayacaklar diye neredeyse kendine kahredeceksin (öyle mi?)” (Þuara-3)

Bu dertle ayný kapýyý onlarca defa aþýndýrýyordu. Yýlgýnlýk yok. Yorgunluk yok. Ye’s yok. Kendini tüketircesine asýlýyordu. Cehalet ve þirk içinde kaybolan her bir kiþiden kendini sorumlu tutuyordu…

Yüce ALLAH teselli veriyor, tebliðin gerçekleþmesini, sonucundan daha önemli olduðunu hatýrlatýyordu:

“Sana düþen sadece tebliðdir.” (Nahl-35)

Fakat O, bu ulvi amaç için habire çýrpýnýyordu.

Hayber’de herkes hasretle zaferi ve Hayber ganimetlerini beklerken O’nun önceliði farklýydý. Hz. Ali’ye sancaðý teslim ederken ona þu uyarýda bulunuyordu:

“-ALLAH’a yemin ederim ki, ALLAH’ýn senin vasýtanla bir tek kiþiye hidayet verip doðru yola iletmesi, senin için kýrmýzý develere sahip olmaktan daha hayýrlýdýr.” (Buhari)

Evet, Hayber’i fethetmekten daha büyük bir kazaným… Herkes “Hayber” derken, O “hidayet” diyordu. Hayberlere sahip olmaktan daha büyük bir ticaret.

Gün oldu, bir Yahudi çocuðun, evine giderek hasta yataðýnda ziyaret etti, onun Müslüman olmasýný umuyordu, nitekim öylede oldu.

Huneyn savaþý sonrasý Hevazin’lilerden elde ettiði o devasa ganimet mallarýný ve esirleri taksim ederken, O’nun hedefinde yine insanlarýn hidayeti vardý.

Ýhsan, kerem ve sevgi ile insanlarýn kalbini Ýslam’a ýsýndýrmaya çalýþýyordu. Birçoklarý daha fazla pay beklentileri ile gözleri kamaþýrken, O yeni muhataplarýna “Müellefe-i Kulub”a öncelik veriyordu. Ýslam’dan etkilenmeyen kalp, kýlýçtan çekinmeyen kafa, rahatlýkla cömertlikle fethedilebilirdi. Bunun içinde her þeyi elden çýkarmaya hazýrdý.

O’nun derdi, davasý ne saltanat, ne de servetti. Tek amacý sabah-akþam Rabbi’ni tesbih etmek ve insanlarý tevhide davet etmekti.

O, bu dertle iliklerine kadar ürperirken bir kiþiyi daha Ýslam’ýn nurlu halkasýna katmaktan baþka düþüncesi yoktu. O’nun öncelikli yöntemi müþrikleri kýlýçla temizlemek deðil, vahiyle tezkiye etmekti.

ALLAH’ýn hoþnutluðunu bu eylemde buluyordu. Bu sebeple her türlü bedeli ödemeye hazýrdý.

Acaba bu sorumluluðu yüklenen o yüce yüreðin donanýmý neydi?

Ýnsanlýðýn kurtuluþu için tüm benliðini ortaya koyan Hz. Resul(sav) sadakat ve istikametten ödün vermiyordu.

Hicret öncesi Mekke’de müstekbirler tarafýndan Daru’n-Nedve’de Hz. Muhammed’le ilgili gizli bir oturum gerçekleþtirildi. Çýkan karar þuydu: Her kabileden eli silah tutan bir genç görevlendirilip bir suikast timi oluþturulacaktý. Bu tim gizli bir operasyonla Hz. Peygamberi ortadan kaldýracaktý. Haþimoðullarý tüm kabilelerden hesap soramayacaklarý için olay fail-i meçhul kalacaktý. ALLAH (cc) Resulünü bu tuzaktan haberdar kýldý ve korudu. O gece Resulullah (sav) yataðýna Hz. Ali’yi yatýrdý. Ona birde isim listesi sundu. Yarýn yanýmda bulunan emanetleri sahipleri olan bu listedeki isimlere ulaþtýracaksýn, dedi.

Acaba bu listede geçen isimler kimlerdi?

Daru’n-Nedve’de O’nun ölüm fermanýný imzalayan isimlerden de emanetini O’na býrakanlar vardý. Þimdi onlar O’nu ortadan kaldýrmanýn hesabýný yaparken, O’nun derdi baþkaydý. Onlarýn emanetini sað-salim kendilerine nasýl ulaþtýrabilirim, diye düþünüyordu. O an için derdi buydu. Verilen ders þuydu, katillerimiz bile emanetlerini bize býrakabilmeli, bizde de emanet ve sadakat zedelenmemeliydi.

Yýllar sonra Muhammedü’l-Emin Hudeybiye’de ayný “emin”liðini sonuçlarý aleyhine de olsa ahde sadakat göstererek sürdürüyordu. Antlaþma maddelerine göre Mekke’den bir Müslüman Medine’ye Müslümanlara sýðýnacak olsa iade edilecekti.

Hz. Peygamber (sav) ile Suheyl antlaþma yazmakla meþgul olduklarý sýrada Suheyl’in oðlu Ebu Cendel tutuklandýðý yerden canýný kurtararak, zincirleri ile birlikte gelip Müslümanlara sýðýndý. Kureyþ temsilcisi Suheyl:

-Ey Muhammed, o sana gelmeden önce seninle benim aramda antlaþma saðlandý. Dedi. Resulullah (sav):

-Ey Müslümanlar, beni dinimden vazgeçirmek için, müþriklere mi býrakýyorsunuz?

Peygamber karþýsýnda tepki veremeyen Müslümanlar öfke dolu bakýþlarla kendilerini ölü gibi hissediyorlardý. Hz. Peygamber (sav):

-Ey Ebu Cendel, sabret ki ALLAH, sen ve diðer güçsüzler için kurtuluþ yolu gösterecektir. Biz bu kavimle bir ahitleþme yaptýk. Onlara karþý ihanette bulunamayýz, dedi. Ebu Cendel Kureyþli müþriklere teslim edildi.

Ashab Ebu Cendel’in hayatýný ve özgürlüðünü düþünüyordu. Resulullah (sav)ýn derdi baþka idi:  Ahde sadakat… Velev ki bu sadakat bir müminin hayatýna mal olsa bile… Ümmetine bu mesajý veriyordu. Hayatýnýz pahasýna da olsa söze ihanet etmek yok…

O (sav)’nun belini büken, saçýný aðýrtan “istikamet” ayeti deðil miydi?

“Emrolduðun üzere dosdoðru ol” iþte Resulullah ‘ý ihtiyarlatan ayet…

Bu çizgisini sonuna kadar sürdürürken þu dünya hayatýnda baþka neyi dert edinmiþti? Sade bir yaþam, mütevazý bir duruþ…

Dünya metasýna gözlerini dikmedi, fakru zarureti dert edinmedi… Gözlerini ufukta öteler ötesine kilitlemiþti. Günlerce evinde ocak tütmemesine raðmen halinden memnundu. Arpa ekmeðine doymadan dünyadan göçtü ama gözü arkada kalmadý…

Çevre baskýsýna boyun eðmedi… Hane-i saadetlerindeki eþlerinin ýsrarlý taleplerine karþý duruþunu bozmadý, yaþamýný deðiþtirmedi.

Beni Kureyza ve Beni Nadir Yahudilerinden elde edilen ganimet mallarý daðýtýldýðýnda Peygamber (sav)in hanýmlarý onun etrafýnda oturarak:

- Ya Resulullah Kisra’nýn ve Kayser’in hanýmlarý takýlar, süslü elbiseler, cariyeler ve hizmetçilere sahip… Bizde gördüðün gibi fakirlik ve darlýk içindeyiz, dediler. Efendimizden mal zenginliði talebinde bulunmalarý ve kendilerine Kral ve büyüklerin hanýmlarýna muamele ettikleri gibi muamele beklemeleri sebebiyle O (sav)nu üzdüler. Efendimiz zevcelerinin bu isteklerinden rahatsýz olmuþtu. Bir süre onlardan ayrý kaldý, Mescid’e kapandý. Herkes tedirgindi. Acaba Resulullah (sav) eþlerini boþadý mý? Hanýmlarýn derdi baþka, O’nun ki baþkaydý. Ýnen ayetler konuyu netleþtiriyordu:

“Ey Peygamber, eþlerine söyle: ‘Eðer dünya hayatýný ve onun süslü-çekiciliðini istiyorsanýz, gelin sizi yararlandýrayým ve güzel tarzda sizi salývereyim. Eðer siz ALLAH’ý, Resulünü ve Ahiret yurdunu istiyorsanýz artýk hiç þüphesiz ALLAH, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazýrlamýþtýr.” (Ahzab- 28-29)

Evet, ilahi karar netti… Ya Peygamberin derdine, disiplinine baðlý kalýnacaktý ya da evlilik baðlarý kopacaktý… Bu öyle bir dert ki, bunun için yuvayý daðýtmak bile gerekebilirdi…

Resulullah (sav)in yakýn dostu Hz. Ömer (ra) O’nun sýkýntýlý hayatýný gördükçe kendince hafifletmek istiyordu…

Bir defasýnda Hz. Peygamber’in yanýna girdi. Resulullah (sav) bir hasýr üzerine uzanmýþ yatýyordu. Hasýr vücudunda iz býrakmýþtý. Hz. Ömer bunu görünce:

- Ya Resulullah daha yumuþak bir yatak yaptýrsaydýn, dediðinde Efendimiz (sav):

- Dünyadan bana ne! Ben bu dünyada bir yaz günü yola çýkýp ta bir aðaç gölgesinde bir müddet istirahat edip sonra çekip giden bir yolcu gibiyim, buyurdu. (Tirmizi)

“Dünyada garip bir yolcu gibi” olma bilinci ile yaþayan Resulullah’ýn dünyalýk ne gibi dertleri olabilirdi?

O dünyanýn içindeydi ama hiç dünya için olmadý… Hep ALLAH içindi… Bu anlamda bir hesabý beklentisi yoktu…

“Dünyada rahat yoktur” mesajýný müminlerin hafýzasýna nakþediyordu… Dünyayý, bu kadar dert etmeye deðmezdi… Süfli dertleri deðil ulvi dertleri öneriyordu… Seküler olaný deðil müteal olaný önceliyordu… Aþkýn bir dünyanýn aþkýný iþliyordu…

Yaþadýðý dünya hayatýnýn son anlarýnda sýkýntýlý görünüyordu. Çok geçmedi hatýrlamýþtý, evde altý veya yedi dinar kadar paralarý bulunuyordu. Ölüm döþeðindeki Resulullah, Hz. Aiþe’ye hemen bu dinarlarý Medine’nin fakirlerine daðýtmasýný emretti. Bir ara daldý. Hastalýk telaþý içinde ki Hz. Aiþe bunlarý infak etmeyi unuttu. Hz. Peygamber (sav) gözlerini açýnca sordu; Hz. Aiþe:

- VALLAHi senin hastalýðýn beni meþgul etti. Peygamber dinarlarý isteyip avucuna aldý:

- ALLAH’ýn Resulü Muhammed, bunlarý fakirlere infak etmeden Rabbine kavuþacaðýný sanmýyorum, buyurdu. Kendi elleri ile fakirlere ulaþtýrdý ve sonra:

Ýþte þimdi rahatladým, buyurdu ve daldý gitti. (Ýbn-i Sad)

Bu dinarlar O’nun için yüktü… O verme derdindeydi… Biz biriktirme… Dinar ve dirhemin bozucu gücüne hep dikkat çekiyordu…

Kýzý Fatýma nasýr tutmuþ elleri ile hizmetçi ve yardým talebinde bulununca, Fatýma’sýna alabildiðine düþkün olan Resulullah, O’nun isteðine “hayýr” diyor, Ashab-ý Suffe’nin ihtiyaçlarýný öncelediðini bildiriyordu…

O an derdi Ashab-ý Suffe idi… Zaten ümmetini öylesine dert edinmiþ idi ki, diðer tüm dertlerini unutmuþtu adeta…

O’nun ümmetine olan düþkünlüðüdür ki; onu her gece uykusunun en tatlý yerinde yataðýndan kaldýrýr, sabaha kadar ümmeti için yüreðinin derinliklerinden kopup gelen dualarla Rabbine yakarmaya sevk ederdi. Bir gün ellerini kaldýrmýþ:

- ALLAH’ým, ümmetimi koru, ümmetime acý! Diye aðlayarak dua ederken, Yüce ALLAH, Cebrail’e buyurdu ki:

- Ey Cebrail! Gerçi Rabbin her þeyi bilir, ama sen git, Muhammed’e niçin aðladýðýný sor, Cebrail geldiðinde Peygamberimiz ona ümmeti için aðladýðýný söyledi. Cebrail, ALLAH’ýn huzuruna dönüp, durumu anlattý. Yüce ALLAH buyurdu ki:

- Ey Cebrail Muhammed’e git ve þunu söyle: Biz seni ümmetin hakkýnda hoþnut edeceðiz ve asla üzmeyeceðiz. (Müslim)

Biz O’nu ihmal etsek de, O bizden vazgeçmiyor… O sadece kendi cennetini düþünmüyor. O bize olabildiðine düþkün, peki ya biz O’na ne kadar düþkünüz? O’nun derdi derdimiz mi? O’nun yolu yolumuz mu? Muhammedi dert yüreklerimizi daðlýyor mu?

O’nun diðer bir derdi; ibadet hassasiyeti…

Geceleri ayaklarý þiþinceye kadar kendini Rabbine verdiðini görüyoruz. Kendine neden bu kadar eziyet ediyorsun, denildiðinde cevabý:

“Þükreden bir kul olmayayým mý?”

O’nun derdi daha çok secde, daha yoðun dua, daha fazla zikirdi… ALLAH ile beraber olmanýn yolu böyle açýlýyordu… Ýþte bu dertle kýyama duruyor, secdeye kilitleniyordu… Yeter ki, Rabbim bana gücenmesin!

O hep dünyanýn telaþ ve tasasýndan sýyrýlýp tefekkür iklimine taþýnmak istiyordu…

Bir gece Hz. Aiþe (ra) ile beraberken, gecenin ilerlemiþ bir saatinde yataktan ayrýldý. Hz. Aiþe uzaktan onu takip etmeye baþladý. Acaba nereye gidecekti? Yoksa eþlerinden baþka birinin yanýna mý geçecekti?

Ama bakýyoruz ki, Efendimizin vardýðý adres; Cennetü’l Baki kabristaný… Uzun uzun mezardaki dostlarýný ziyaret etti, ölümü tefekkür etti… Gündüz hayatýn yoðunluðundan fýrsat bulamadýðý gecenin sessizliðinde ölümle temas kurmaya çýkmýþtý…

Hz. Aiþe(ra) mahçup:

- Ben neyin peþindeyim, O neyin derdinde?

O’nun son bir derdi vardý ki hiç aklýndan çýkmýyordu… Yüce ALLAH O’nu risaletle taçlandýrmýþken, O þehid olma derdindeydi… Hâlbuki peygamberlik þehidlikten üstün bir mertebeydi… Buna raðmen net ifadelerle bu arzusunu dile getiriyordu:

- “Muhammed’in caný kudret elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki; ben ALLAH yolunda savaþýp öldürülmeyi, sonra yine savaþýp öldürülmeyi, sonra yine savaþýp öldürülmeyi çok arzu ederim.” (Müslim)

Hülasa O’nun derdi; tevhiddi… Özgürlüktü… Adaletti… Kulluktu… Ýzzetti… Ümmetti… Ahiretti… Þehadetti…

Þimdi sormak lazým; dertlerimizle Efendimizin dertleri benzeþiyor mu? Ayný tasa ve kaygýlarla O’nun ile buluþma zeminimiz bulunuyor mu?

Dertsizliðin, gayesizliðin, duyarsýzlýðýn yaþam felsefesine dönüþtüðü bir çaðda bize “dertli insanlar” lazým…

Ýnsanýn deðeri neyi dert edindiðinden anlaþýlýr…

Dertsizlik derdi çaðýn en büyük tehdidi…

Bizi dertsiz býrakma ALLAH’ým!

Ýslam’ý dert edinenlerden kýl bizi!

 
Ramazan Kayan


radyobeyan