Metodlar By: hafýz_32 Date: 09 Ekim 2010, 20:12:35
METODLAR
Metod muayyen bir neticeye varmak ve hakikate ulaþmak için fikrimizi idare eden kaideler mecmuasýdýr. Kelâmcýlar bunun Ýçin «tarîk» kelimesini kullanýrlar ve þöyle tarif ederler : «Doðru bîr tefekkür vâsýtasiyle neticeye ulaþtýran þeydir.»» [48] Ýslâmî eserlerde metod (methode) karþýlýðý olarak «Nahv», Usûl, Minhâc Men-hec kelimeleri de kullanýlmýþtýr [49].
Çeþitli ilimlerde kullanýlan metodlar (usûl bahsi, metodoloji) mantýkta incelenir. Biz burada kelâm ilmini alâkadar eden metodlar üzerinde duracaðýz. Bu suretle incelememiz, nakli esas alan dînî metodta aklý esas alan felsefî metod kýsýmlarýna ayrýlacaktýr. [50]
A. Dinî Metod
Din, Allah teâlâ tarafýndan vaz' olunmuþ bir düstûr olduðuna göre din sahasýnda hakikati ve hayrý, bizzat Allah'ýn murad ve maksûdu temsil eder. O halde bu sahada hakîkate ulaþmak için yapýlacak þey murad-i ilâhîyi anlamaktan ibarettir. Ne var ki islâm mün-tesibleri, bu noktada müttefik olmakla beraber, murad-i ilâhînin, baþka bir ifade ile hakkýn insanlar tarafýndan ne ile keþfolunabilece-ði mevzuunda ihtilâfa düþmüþlerdir. Selefiyyeye göre hak mutlak mânâda nakil (Kur'an ve sahih hadis) ile bilinir. Nakil, olduðu gibi kabul edilir ve hiç bir suretle te'vîle tâbi' tutulmaz. Sofiyyeye göre hak ancak kesf ile ma'lûm olur, zevk-i sofîye uymayan nakil te'vîl olunur. Kelâmcýlar hakîkatin naklin yanýnda nazar ve tefekkür ile bilinebileceðini, binaenaleyh akla uymaz gibi görünen naklin te'vîi olunacaðýný kabul etmiþlerdir. Ýslâm filozoflarýna gelince, onlar da felsefî kýyasý esas almýþlardýr. Felsefî gerçeklere uymayan nakil te'vîl edilmelidir.
Bu dört metoddan sofiyyeye ait. olan keþf ve ilham, kelâm âlimlerinin çoðunluðu tarafýndan hakîkate ulaþtýrýcý bir vâsýta olarak kabul edilmemiþtir. Çürckü ilham, herkes tarafýndan kullanýlmasý ve kontrol edilmesi mümkün olan bir metod olmadýðý gibi ona mazhar olacak kimse peygamber olmadýðýna göre hatâdan korunmuþ (ma'sûm) bir insan deðildir [51]
Ýslâm dinine intisab iddiasýnda bulunmalarýna raðmen ehl-î sünnet tarafýndan islâm dýþý kabul edilen ve Ýsmâiliyye, BâtýnÝyye, Ta'-iîmiyye gibi çeþitli lâkablarla anýlan fýrkanýn metod hakkýndaki görüþleri âlimler tarafýndan kaale alýnmamýþtýr. Zira bunlara göre ilimler ancak, peygamber gibi ma'sûm olan Ýmamýn Ta'lîmi ile öðrenilebilir [52][53]
1. Selef metodu :
Rasulüllah (s.a.} efendimiz, bir hadisi þeriflerinde, ümmetinin 70.küsur fýrkaya ayrýlacaðýný, bunlardan ancak bir tanesinin necatta olacaðýný, onlarýn da kendisinin ve ashabýnýn yolunu ta'kîb edenlerden ibaret olduðunu beyan buyurmuþtur [54]Diðer sahalarda olduðu gibi akaidde de Rasulüllah ve ashabýnýn yolunu teslimiyet ve ihlâs ile ta'kîb edenler selefiyye olmuþtur. Tabiîn, mezheb imamlarý, büyük fukahâ ve muhaddisîn ile her asýrda az da olsa seçkin bir zümrenin benimsediði selef metodu nakle mutlak baðlýlýðý þiar edinmiþtir. Âyette ve sahih sünnette vârid olan her þeye sý-fat-ý haberiyyesi ve müteþâbihâtý dahil teslîmiyetle iman edilir. Ne teþbihe düþülür, ne de red ve te'vîle gidilir.
Selefiyye sadece kendi ta'kîb ettiði yolun Kur'an yolu olduðunu kabul eder. Kur'an-ý kerim'de Allah yoluna ve islâm dinine da'-vet etmenin metodu gösterilmiþtir:
«Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öðütle da'vet et; onlarla en güzel þekil hangisi ise onunla mücadele et» [55]
Âyet-i kerîmede görüldüðü üzere Kur'an-ý kerîmin Ýrþad için tesbit ettiði metodun üç derecesi vardýr: hikmet, güzel öðüt ve ce-del. 1) Hakký arayan hüsn-i niyet sahibi kimseler için hikmet derecesi. Hikmet, fikirde ve fiilde hakikate isabet demektir. [56] O halde hikmetle da'vet: hakký arayana doðru itikadý ve hayýr ameli beyan etmekten ibaret olacaktýr. Bu da Kur'an-ý kerimde mevcud-dur. Nitekim Kur'anýn bir çok yerinde «hikmet», hem Kur'anýn kendisine, hem de onun âyetlerine nisbet edilmiþtir ([57] 2) Hakký kabul ettiði halde nefis arzularýna uyan kimselere güzel öðüt derecesi tatbik edilir. 3) Bunlarýn hiç birine sahip olmayanlara ise seviyelerine göre cedel metodu tatbik edilecektir [58] Cedelde aslolan hasmýn kabul edeceði mukaddimeleri bulup kullanmaktýr. Hakikati kabul etmeðe uðraþmayan kimseleri irþad etmeðe çalýþmak fuzûlî-dir. Kabule müsait olanlarýn Ýrþadý için gerekli hüccetler ise Kur'an-da ve sünnette mevcuddur.
Selefiyyenin rnütekaddimîni akaid bahislerinde akla ve felsefî mânâda serbest bir tefekküre asla yer vermiyorlardý. Onlara göre nazar, tefekkür ve istidlal ancak nassýn zahirî mânâsý çerçevesi dahilinde olabilirdi. Hicrî VII. asýrda vefat eden Hanbelî Ýbn Kudâme (v. 620/1223) bile bir selefî olarak þöyle der: «Peygamber (s.a.)in haber verdiði ve ondan sahîh olarak nakledilen her þeye iman etmemiz gerekir. Haber verilen þeyi duyularýmýzla idrâk etsek de etmesek de onun hak ve gerçek olduðunu kabul ederiz. Mevzuun, aklýmýzýn erdiði veya eremeyip içyüzüne vâkýf olamadýðý bir þey olmasý durumu deðiþtirmez» [59]
Ýbn Teymiyye (v. 728/1328) gibi itikadda selefî olan müteahhi-rîn, aký! karþýsýndaki tutumlarýný deðiþtirmiþler ve akaid bahislerinde de akla önem vermiþlerdir. Ona göre sarih akýl ile sahîh nakil hiç bir zaman taâruz etmez [60]. Etmediðine göre te'vîle de lüzum yoktur. Þayet akýl ile nakil arasýnda taâruz göze çarpýyorsa ya akýl sarih veya nakil sahîh deðildir. Bu duruma göre Ýbn Teymiyye selef akîdesinin —ta'bir caiz ise— felsefesini yapmaktadýr. Yalnýz bu, Yunan akýlcýlýðý deðil Kur'an akýlcýlýðýdýr [61] Kur'an-ý kerimde kâinata, mahlûkata, masnûâta, hülâsa hâdise ve eþyaya bakýlmasý, bunlarýn tedkîk edilmesi, müþahede ve tecrübe altýna alýnmasý emre-dilmektedir. «Nazar, akýl, fikir, zikir, re'y. hikmet, lübb, ilim...» kelimelerinin delaletiyle bu nevi* âyetleri tesbit etmek mümkündür. Öyle anlaþýlýyor ki bu tefekkür ve nazar daha çok bugünkü müsbet ilmin kullandýðý müþahede ve tecrübe metoduna yakýndýr. Halbuki dedüktiv (ta'lîlî) bir yol ta'kibeden Ýslâm filozoflarý ve kelâmcýlarý bu metoddan ayrýlmýþlardý. Þahsan Allah'ýn varlýðý konusunda yaptýðým bir araþtýrma sonucu gördüm ki, asýrlar boyu sürdürülen mantýkî ve felsefî izah ve münakaþalardan sonra, çaðýmýzda Allah'ýn varlýðý konusunda yapýlan modern isbatlar Kur'an metodunun ayardýr [62].[63]
2. Kelâm Metodu:
Ýslâm tefekkür tarihinde kelâm metodunu, Ýlk defa, ikinci hicrî asýr ortalarýnda Mu'tezilenin kullandýðýný biliyoruz. Ýki asýr sonra Eþ'arî (v. 324/936) ve Mâtürîdî (v. 333/944} ile ehl-i sünnet ilm-j kelâmý doðmuþtur. Gazzâlî'ye kadar geçen mütekaddimîn devrinde kelâm ilmi felsefe ile az ilgilenmiþtir. Müteahhirînin baþlangýcý olan Gazzâlî (v. 505/1111) ile kelâm-felsefe münasebetleri sýklaþmýþ, giderek bu münasebetler daha da artmýþtýr. Buna paralel olarak aklýn kelâm sahasýndaki te'siri gittikçe artmýþtýr. Umumî bir ifade ile söylemek icabediyorsa kelâm metodunda nakil esas olmakla beraber gittikçe artmak suretiyle akla da büyük önem verilmiþtir.
Kelâm ilminde insan için bilgi edinme yollarý üç olarak kabul edilmiþtir: Duyular, doðru haber ve akýl. Doðrudan doðruya dinî akîdelerin kendisini teþkîl eden «mesâil»Ýn tesbitinde haber-i sâdýk yani doðru nakil kullanýlýr. Bu akidelere mebde' teþkil eden vesîle-lere (vesâil) gelince, bunlardan mahsûsâta (duyulur âleme) ait olanlar için his, ma'kulât (duyulur âlemin ötesi) için de akýl kullanýlýr.
Böylece kelâm Ýlmi hem nakil, hem akýl ve hem de his metodunu benimsemiþ oluyor [64]Ne var ki kelâm, külliden cüz'iye intikal metodunu (dedüksiyon) kullanan felsefenin gittikçe te'siri altýnda kalmýþ ve adýna «nazar» denilen tefekkür sistemini kabul etmiþtir. Halbuki Kur'an'ýn aklî delilleri enduktiv bir karakter taþýr.
Yukarýda da belirtildiði üzere bilinmeyeni elde etmek için bilinenleri münasip bir þekilde iþlemekten ibaret olan nazar, kelâm ilminde bir çok bilgilerin mesnedini teþkil etmiþtir. Nazar yoluyla elde edilen bilgi acaba kesinlik ifade eder mi? Nazarýn «galip zan» ifade ettiði mevzuunda ihtilâf yoksa da islâm filozoflarý nazarýn, daha doðrusu her nazarýn kesinlik Ýfade edemiyeceðini ileri sürmüþlerdir [65]
Nakli hareket n»ktasý kabul etmekle beraber akla da önem veren kelâm metodu, aklý Ýlahiyat sahasýnda hataya düþmekten korur. Akýl aslýnda ilâhî tekliflerin vâki" olmasý Ýçin kaçýnýlmaz bir þarttýr. Akýl ni'metinden mahrum olanlarý ne ilâhî ve ne de beþerî kanunlar mes'ûl tutmamýþtýr. Akýl hayr ile þerri, güzel ile çirkini idrâk ve temyîz eder. Yalnýz dinin esaslarým (usûlü'd-din) teþkîl eden ve kelâmda mesâi! diye isimlendirdiðimiz ana prensipleri vaz' edemiyeceði gibi haram, halâl ve farz kabilinden ancak nassýn tayin edeceði hususlarý da ibtidâen ve müstakýllen tayin edemez [66]
Kelâmcýlarýn kanaatine göre dinî metodda aklýn ve mantýkin ib-tal edebileceði hiç bir þey yoktur. Yalnýz aklýn bulamadýðý þeyler olabilir. Din bunlarý teblîð eder, akýl da benimser [67] Bu durumda akýl nakli te'yid eden, naklin getirdiði esas ve hükümlerin hikmetlerini anlayan bir vâsýtadýr. Böylece akýl vahyin irþadýyla hatadan da korunmuþ olur. [68]
B. Felsefî Metod
Ýslâm tarihinde aklî ve felsefî tefekküre ilkin zemin hazýrlayanlarýn Mu'tezile olduðunu söylemek mümkündür. Ý'tizal hareketinin hemen akabinde, Emevîler devrinin sonlarýnda, «ulûm-i kadîme» tercüme edilmeðe baþlandý. Eski Yunan'ýn bu ilim mirasý içinde metafizik sahaya ait mevzu'lar da yer almaktaydý. Tercüme hareketinden bir asýr sonra ilk islâm filozofu el-Kindî'yi görüyoruz (v. 252/ 866). el-Kindî'yi birer asýr ara ile Fârâbî (v. 339/950) ve Ýbn Sînâ (v. 428/1037) ta'kîbetmiþtir. Bu üç þahsiyetle islâm felsefesi teessüs etmiþ oldu. Ayný asýrlarýn isiâm dünyasýnda, Mu'tezileden sonra, ehl-i sünnet ilm-i kelâmý da zuhur etmiþ ve hatta kemal derecesine yaklaþmýþ bulunuyordu.
Ýbn Sînâ'dan itibaren takriben birer asýr ara ile islâm tefekkür tarihinin iki büyük simasýný daha görüyoruz: Gazzâlî (v. 505/1111) ve Ýbn Rüþd (v. 595/1198). Bir mütekellim ve hatta bir folozof olarak Gazzâlî, islâm filozoflarýnýn, islâm akaidini alâkadar eden i!â-hiyat ve tabîîyat sahasýndaki görüþlerini ele almýþ, bunlarýn akýl ve din karþýsýndaki tutarsýzlýklarýný ortaya koymaða çalýþmýþtýr. Gazzâ-lî'nin þahsýnda göze çarpan bu felsefe-kelâm münasebeti müteakip kelâm âlimleri tarafýndan da devam ettirilmiþtir. Gazzâlî'nin tenkid-leri karþýsýnda Endülüslü Ýbn Rüþd, felsefeyi müdafaa etmiþ, buna mukabil kelâmcýlarýn, onun kanaatine göre, hem akla hem de dine aykýrý düþen görüþlerini tenkide tâbi1 tutmuþtur. Ýbn Rüþd bu maksatla kaleme aldýðý iki risalesinde [69]ayrýca felsefî metod ile kelâm metodu arasýnda dikkati çeken mukayeseler yapmýþtýr.
Ýslâm filozoflarýnýn görüþlerine göre akaid sahasýnda ta'kîbedi-len felsefî metod aslýnda dinî metoddan (þer'î metoddan) ayrý bir þey deðildir. Kur'an-ý Kerimde Allah yoluna da'vetin þekilleri gösterilmiþtir : hikmet, güzel öðüt ve cedel [70] Bunlardan hikmet bürhâna, güzel öðüt hitabete, cedel de kelâmcýlarýn nazar tarikýna tekabül eder [71]
Ýnsanlar isti"dad bakýmýndan ayný seviyede deðildir. Kimi burhandan anlar; kimi güzel öðüt ve hitabet ile irþad edilir; kimi de cedel ve münazara ile susturulur. Buna göre Kur'an-ý kerim bütün metodlarý Ýhtiva etmiþ oluyor ([72]. Ýbn Rüþd'ün kanaatine göre Kur'-an, hakikatlarý muhatabÝarýn seviyesiyle mütenasip olarak ya burhan, ya cedel veya hitabet ile sunmuþtur. Bunlarýn içinden burhan metodunu ta'kîbeden filozoflar olmuþtur. Selefiyye hitabetle iktifa etmiþ, kelâmcýlar ise cedeli benimsemiþtir.
Ýlahiyat sahasýnda burhanýn taallûk edeceði bir mesele olunca bakacaðýz : Dinde ya vardýr, ya yoktur. Varsa mesele kalmaz. Yoksa felsefi kýyas yoluyla onu ortaya koyarýz; týpký fakihin, nassda zikredilmemiþ (meskûtun anh) bir hususu ftkhî kýyas ile ortaya koyusu gibi. Nassda mevcud olan bir akaid meselesi þayet zahiriyle burhana, yani felsefî kýyasa muhalif düþüyorsa te'vîl ederiz. Zira tevîl fýkýhta da mevcuddur ve mutlak mânâda jcabut edilmiþtir [73]
Felsefe-din münasebetleri ile felsefî ve kelâmý metod hakkýnda dikkati çeken görüþler serdeden Ýbn Rüþd'e göre nasslarda öyle hakîkatler vardýr ki burhan ehli bunlarý te'vîl etmeðe mecburdur. Þayet te'vîle gitmez de zahiri üzere kabul ederse küfre düþür. Aksine, bu hakikatler burhan seviyesine eriþmemiþ zahir ehline arze-dilecek olursa, bu sefer de te'vîle gidilmesi ya küfür veya bid'ate müncer olur. Meselâ Allah'ýn Arþ"a istiva ettiðini belirten âyet-i kerîme [74] ile her gece dünya semasýna indiðini haber veren ha-dîs-i þerif [75] bu kabildendir. Yine çobanlýkla iþtigal eden, kültürsüz bîr cariyenin : «Allah göktedir» tarzýndaki ifadesini Peygamber efendimizin kâfî derecede bir iman alâmeti kabul ediþinin sebebi de budur [76] Zira bu seviyedeki insanlar tahayyül edemedikleri bir þeyin mevcudiyetini tasdîk edemezler. Böyleleri «müteþâbihâtýn te'-vîlini ancak Allah bilir» [77] hükmüyle iktifa etmelidir [78].
Tefekkür dereceleri burhan seviyesine vâsýl olmamýþ kimselerin yanýnda nassýn zahiri te'vîl edildiði takdirde þöyle bir mahzur ortaya çýkmaktadýr; Onun idrâk edebildiði zahir, te'vîl edilmek suretiyle nazarýnda ibtal edilmiþ ve hakîkat olmaktan çýkarýlmýþ olur. Te'vîli kavramaktan âciz bulunduðundan ona göre müevvel hakîkat de sabit olmamýþtýr. Bu sûretÝe hakîkat her veçhile gerçek olmaktan çýkmýþtýr. Þayet konu dinin asýllarýndan birini ilgilendiriyorsa huzurunda te'vîlin yapýldýðý zahir ehlinin küfre düþmesine sebep olabileceði gibi böyle yersiz bir te'vîli yapan burhan ehlinin durumunu da tehlikeye sevkedebilir [79]
Görüldüðü üzere Ýbn Rüþd'ün benimsediði felsefî metod, nassý ba'zan zahiri üzere býrakmayý, ba'zan da te'vîl etmeyi lüzumlu gö: i yor. Bunun için elimizde bulunan mi'yeti" nassýn taþýdýðý karakter ile muhatabýn sahip olacaðý kültürdür. Te'vîi, felsefî kýyas ölçüsüyle, yani burhana baðlý olarak yapýlacaktýr. Buna göre nassýn bir zahiri, bir de te'vîl neticesi meydana çýkan bâtýný vardýr. Nassý anlamakta felsefî kýyasýn rolü büyüktür. Kur'an-ý kerîmin bir çok yerinde «i'tt-bar, nazar, tefekkür» emredilmiþtir [80] Burada bahis konusu edilen nazar ve tefekkür «ma'lûmdan meçhulü istihraç» tarîkidir. Bu ise aklî ve felsefî kýyastan ibarettir. O halde burhan dediðimiz felsefî kýyasýn mukaddimeleri ve sâiresi hakkýnda bilgi edinmek dinen gereklidir [81] «Hikmet, þeriatýn arkadaþýdýr, âdeta sütkardeþidir [82][83]
C. Tenkîd Ve Netice
«Metodlar» baþlýðý altýnda açtýðýmýz bu son bahiste, «selef metodu», «kelâm metodu», ve «felsefî metod» olmak üzere, Akaid sahasýnda kullanýlan üç ana usûlün özelliklerini belirtmeðe çalýþtýk. Bu metodlar, islâm ilahiyatýný anlamanýn, itikad sahasýnda vârid olmuþ)
ilâhî beyanlarýn mânâ ve maksûdunun ne olabileceðini tesbit etmenin vsýtalartdýr. Selefiyye, mütekellimîn ve felâsifeden her biri kendi benimsediði metodun Kur'an metodu olduðunu, diðer metodlarm zayýf, hatalý, saptýrýcý, hatta belki küfre sevkedici bir mahiyet arzetti-ðini ileri sürmüþlerdir.
Yukarýda da belirttiðimiz üzere (bk. s. 81), Peygamber efendimiz (s.a.), ümmetinden kurtuluþa eriþecek fýrkanýn, onun ve ashabýnýn yolunu ta'kîbeden fýrka olduðunu beyan etmiþlerdir. Rasûlüllah ve ashabýnýn itikadiyyâtta ta'kîbettiði yol, zahirî mânâda ve ilk bakýþta, irdelemeden, niçin ve nasýl diye sormadan, teslimiyet ve ihlâs ile iman etmekten ibaret göründüðüne göre bu yolu en yakýndan izleyenlerin Selefiyye olduðunu söylememiz gerekir. Bu sebeple olacaktýr kî selef tarîki için eþlem yol (en tehlikesiz tutum) denilmiþtir. Ne var ki Selefiyye ile ilk kelâmcýlar (Mu'tezile) arasýndaki mücadelenin pek hararetlendiði bir devirde zuhur eden ve ömrünün kýrk yýlýný mu'tezi-Iî olarak geçirdikten sonra selef mezhebini tercih eden Ýmam Ebu'l-Ha-san ei-Eþ'arî (v. 324/936) Rasûlüllah ile ashabýnýn ta'kîbettiðî yolu baþka türlü anlamýþtýr. Onun kanaatine göre inþan aklýnýn itikad sahasýnda vazife alýþý, hareket, sükûn, cisim, araz... gibi bazý kelimelerin ortaya çýkýþý bid'at ve dalâlet deðildir. Aslýnda ne Kur'an-ý kerîm, ne de Rasûlüllah (s.a.) dine «nazar» etmeyi terketmiþ deðillerdir. Binaenaleyh ince bir nazarla tedkîk edildiði takdirde yeni (bid'at) gibi görünen bu fikrî hareketlerin unsurlarým hem Kur'anda hem de sünnette bulmak zor deðildir [84] Böylece görüyoruz ki, kelâm metodu, ehl-i sünnet ilm-i kelâmýnýn kurucusu tarafýndan Kur'an metoduyla birleþtirilmektedir. Yine yukarýda geçtiði üzere felsefe metodu, Ýbn Rüþd tarafýndan Kur'an metoduyla birleþtirilmeðe çalýþýlmýþtýr.
Tasvîr edilen bu manzara karþýsýnda verebileceðimiz hüküm ne olmalýdýr? Metodlarm hepsini doðru kabul etmek ve dolayýsiyle bu metodlarý benimseyen çeþitli akaid fýrkalarýnýn necat çerçevesi içinde bulunduðunu söylemek bir bakýma mümkündür [85]. Zaten ehl-i sünnet Çoðunluðunun anlayýþýna göre ehl-i kýble (Kâ'beye doðru na-
rnaz kýlmanýn Ýslâmýn þiarýndan olduðunu kabul edenler) tekfir edilemez. Ne var ki adý geçen metodlarm benimsediði Ýzahlar Ýçinde birbirini nakzeden unsurlar rrtevcuddur. Mütenâkýz þeylerin hepsini doðru kabul etmek imkân dahilinde deðildir. Bu sebeple mezkûr üç metod hakkýnda ayrý ayrý deðerlendirme yapma mecburiyeti doðmuþtur.
a) Selef metodu : Kur'an-ý kerîmin ikna' usûlüne uygun düþen ve daha çok mütekaddînrýîn tarafýndan kullanýlan bu metod hiç bir zaman ihmal edilemez. Ýslâm tarihi boyunca olduðu gibi bugün de, müteakip asýrlarda da va'z ve hitabetin müessir üslubuyla hidayete gelecek insanlar vardýr ve olacaktýr. Kabul etmeliyiz ki din sadece akla ve kuru mantýða hitabeden bir müessese deðildir. Hatta son devirlerin din psikolojisi sahasýndaki araþtýrmalarý göstermiþtir ki dinî hayatý kuvvetlendirmenin yolu akýldan deðil kalbden geçer. Fakat, filozof Ýbn Rüþd'ün isabetli teþhisinden de anlaþýlacaðý üzere, insanlarýn hepsi iknâî (hatâbî) metodla irþad edilemez. Nitekim Kur'an-ý kerîmin ihtiva ettiði deliller de hatâbî deðildir. Kanaatime göre akaid sahasýnda da akla vazife tevcîh etmek mecburiyetindeyiz. Yalnýz bu, her halde, islâm filozoflarýna büyük çapta te'sir eden Eski Yunan akýlcýlýðý olmayacaktýr. Madem ki islâm akaidinden bahsediyoruz ve madem ki bu akaidin yegâne kaynaðýný Kur'an ve sünnet tarzýndaki vahiy (metlüvv ve gayr-ý metlüvv vahiy) teþkil ediyor, o halde tefsîr, Ýzah ve isbat için baþvuracaðýmýz tefekkür tarzý Kur'an tefekkürü, yani Kur'an akýlcýlýðý olacaktýr. Selefiyyenin müteahhirîni bunu yapmaða çalýþmýþtýr. Müteahhfrîn-i Selefiyyeden günümüze kadar 6 asýrdan fazla bir zaman geçmiþtir. Bu müddet zarfýnda insanlýðýn ilim, felsefe ve mantýk telâkkisinde bir hayli deðiþiklikler olmuþ, geliþmeler kaydedilmiþtir. Binaenaleyh günümüzün ilim ve felsefe cereyanlarýný müsbet ve menfî yönleriyle dikkate alarak Kur'aný yine de kendi akýlcýlýðý ve tefekkür sistemi içinde anlamaða ve açýklamaða çalýþmak þâyân-ý tercih bir hareket tarzýdýr, sanýrým. Nitekim yu-karýki bölümlerde yeni ilm-i kelâmdan bahsederken bu görüþü müdâfaa etmiþtik. Asrýmýzýn pek muhtaç olduðu bu nevî' çalýþmalarda kelâm ve felsefe tarihinden de elbette istifade edilecektir.
b) Kelâm metodu : Akaid ilminin geçirdiði merhaleler arasýnda kelâm hareketi olarak vasýflandýrdýðýmýz metodun ilk defa Mu'tezile tarafýndan kullanýldýðýný biliyoruz. Eþ'arî ve Mâtürîdî ekollerinin temsîl ettiði ehl-i sünnet kelâm hareketi de ayný metodu kullanmýþtýr. Þu farkla ki ehl-i sünnet kelâmý nakle daha çok sâdýk kalmýþtýr.
Mu'tezÝle, sem'iyyât sahasý olduðu halde âhiret ahvâli mevzuunda biie aklý hâkim kýlmaya ve nakli te'vîl etmeye çalýþmýþtýr.
Mu'tezile, müstakil bir mezhep olarak varlýðýný 4. asýrdan sonra kaybetmiþtir. Bu sebeple kelâm metodu tenkîd edilirken daha çok ehl-i sünnetin görüþleri göz önünde bulundurulmuþtur. Ehl-î sünnet kelâmcilarý hem Selefiyye, hem de islâm filozoflarý tarafýndan ten-kîdlere ma'ruz kalmýþtýr. Doðrusu ehl-i sünnet kelâmcýlan, selefin aþýrý muhafazakârlýðý ile filozoflarýn, nakli, kendi felsefî temayüllerine baðlý olarak istedikleri gibi te'vîl ediþleri arasýnda mu'tedil bir yol ta'kîbetmiþtir.
Ýbn Teymiyye (v. 728/1328) gibi müteahhirîn-i Selefiyye, kelâm âlimlerinin Kur'an metodundan ayrýldýðýný iddia etmiþtir. Bunlara göre kelâmcýlar kendilerine has nazar yoluyla bir sürü izahlara, çapraþýk istidlallere giriþmiþlerdir. Bunu yaparken de ileriye sürdükleri ma'zeret islâm filozoflarýnýn sakat görüþlerini cevaplandýrmak ve bertaraf etmekten ibaretti. Bunun yanýnda Kur'an metodundan, o, herkesin anlayacaðý, benimseyeceði apaçýk yoldan ayrýlmýþlardýr. Hakikatte kelâmcýlar «Ne Ýslâmiyete hizmet edebilmiþler, ne de filozoflarýn belini kýrabilmiþlerdir.
Daha çok Gazzâlî'nin (v. 505/1111) þahsýnda kelâmcýlara hücum eden filozof Ýbn Rüþd (v. 595/1198), onlarýn bir takým isabetsiz te-vîllere düþtüklerini, neticede ne havass (burhan ehli) ile, ne de cumhur ile beraber olabildiklerini kaydeder. Ona göre gerek Mu'tezile, gerek ehl-î sünnet bütün kelâmcýlarýn kullandýklarý yollarýn az bir temmül ile bürhânî olmadýðý hemen anlaþýlabilir. Hatta Eþ'riyyenin (ehl-i sünnetin) kullandýðý asýllarýn çoðu mugalâtaya dayanýr... Ýbn Rüþd bu Ýddialarýný isbat etmek için bir çok misaller de zikreder [86] Kelâm ile felsefeyi mezcetmek suretiyle bilhassa kelâm sahasýnda ince tahkikleri bulunan müteahhirîn-i mütekellimîn, bir taraftan filozoflarý tenkîd ederken diðer yönden mütekaddimîn-i mütekeîl-limînin de görüþlerini, izah ve delillerini tahkîka tâbi' tutmuþlardýr. Adudüddin el-îcî'nin (v. 456/1355) kaleme aldýðý el-Mevâkýf ile Cur-cânî'nin (v. 816/1413) buna dair þerhi bu konuda büyük bir deðere sahiptir. Adý geçen eserde Bâkýllânî (v. 403/1013), Cuveynî (v. 478/ 1085) ye hatta Gazzâlî gibi kelâm âlimlerinin kullandýklarý bazý delillerin zayýf yönleri ortaya konulmuþtur [87]
Kelâm eserleri, Gazzâlî'den itibaren felsefî mevzu'larý ve bu mevzu'larla birlikte felsefe ýstýlahlarýný bünyelerine almak suretiyle hakikaten veçhelerini deðiþtirmiþlerdir. Bu tarihlerden itibaren kelâm eserleri, felsefe kitabý manzarasý arzetmeye baþlamýþtýr. Bu durum, kelâm ilminin müslümanlar tarafýndan az okunmasýna ve raðbetten düþmesine sebep olmuþtur. Zira anlaþýlmayan veya anlaþýlmasý pek güc olan bir ilim elbette raðbet görmeyecektir. Denebilir ki bilhassa felsefe ile kelâmýn birbiriyle sýký münasebet kurduðu uzun asýrlar boyu müslümanlar akaid sahasýndaki ihtiyaçlarýný kelam eserleriyle deðil, ilm-i hâl tarzýnda muhtasar kitaplarla gidermiþlerdir.
c) Felsefî Metod : Ýslâm dünyasýnda el-Kindî, Fârâbî, Ýbn Sînâ ve Ýbn Rüþd gibi filozoflar tarafýndan temsîl edilen ve akaidin ana mes'eleleri hakkýnda da görüþ beyan eden felsefe, bilindiði üzere, büyük çapta Eski Yunan düþüncesinin te'sirj altýnda kalmýþtýr. Kelâmý tefekkürden felsefi tefekküre intikal devresinin mümessili salabileceðimiz el-Kindî (v. 252/866) hâriç diðer Ýslâm filozoflarý üstad kabul ettikleri Aristo'ya (m.ö. 384-322) mutlak baðlýlýk göstermiþlerdir. «Feylesûfu'l-Ýslâm» diye anýlan ve söz konusu felsefenin asýl kurucusu sayýlan Fârâbî (v. 339/950), o kadar baðlýlýk göstermiþtir ki iki Yunan iflozofu : Eflâtun (m.ö, 427-347) ile Aristo arasýnda haddi zatýnda mevcûd olan tenakuzlarýn var olabileceðini bile kabul etmemiþ ve bu filozoflarýn mütenakýz görüþlerini te'lîf etmek için müstakil bir eser meydana getirmiþtir [88]
Din Allah Taâlânýn vaz'ettiði bir kanundur. Kaynaðý vahydir. Dinî araþtýrmalarda hareket noktasý daima nakil (metlüvv ve gayr-î met-lüvv vahy) olmalýdýr. Halbuki felsefede hareket noktasý akýldýr. Felsefî sistemlere, o sistemleri kuran filozoflarýn akýlcýlýðý hâkimdir. Binaenaleyh Eski Yunan akýlcýhðýyla islâm akaidinin temel mes'ele-lerini anlamaya, yorumlamaya, hatta yeniden tesbit etmeye imkân yoktur. Bunun içindir ki selef yolunu tutanlar Kur'an üslubunu benimserken onu Yunan üslûbuna tercih ettiklerini ifade ediyorlardý.
Yukarýda da belirtildiði üzere Ýbn Rüþd, filozoflarýn temsîl ettiði tefekkür tarzýnýn kat'î hüccetlere dayanan burhan yolu olduðunu, ve binaenaleyh hikmetle þeriatýn (dinin) birbirini nakzetmiyeceðini söylemiþtir. Bu iddianýn son kaziyesi doðrudur: Hikmetle din hiçbir zaman birbirini nakzetmez. Zaten Kur'an-ý Kerimde Allah yoluna da'vet metodiarýndan biri olarak hikmet zikredilmiþtir [89]
Ne var ki Ýbn Rüþd'ün iddia ettiði gibi kendilerinin temsil ettiði Yunânî düþünüþ acaba hakikat ve hikmetin ta kendisi midir? Bir defa bunun, mutlak akýldan hareket eden felsefî bîr cereyan bulunmasý hasebiyle her yönüyle din ile barýþacak bir hikmet olmadýðýný söylememiz gerekir. Sonra tefekkür tarihi boyunca gerek þark islâm âlimleri, gerek Batý bilginleri tarafýndan bu Yunânî düþünüþ aðýr ten-kidlere ma'rûz býrakýlmýþtýr. Eski Yunan tefekkürü ve bunun devamý mahiyetinde olan islâm filozoflarýnýn felsefesi, zamanlarýnýn kültürü ölçüsünde, tabiî ilimler sahasýnda deðerli sayýlacak fikirler ihtiva etmekle beraber ilahiyat mesailinde zan ve tahminin ötesine geçememiþlerdir.
Esasen sýrf akla dayanan felsefî düþünüþ dinî deðerler sahasýnda tatminkâr olmaktan uzaktýr. Felsefî yollarla neticeler umûmî olmaktan ziyade þahsîdir, mütenakýzdtr, eksiktir. Büyük kitlelere müessir olmaktan uzaktýr [90]
îbn Rüþd, kelâmcýlarýn benimsediði nazar yolunun kat'î olmadýðýný ve burhan metodunu kullanan felâsife karþýsýnda eninde sonunda yýkýlmaða mahkûm olduðunu söylemiþti. Fakat Ýslâm âleminde tefekkür tarihi onun zannettiði gibi inkiþaf etmemiþ, aksine, kelâmcý-lar, felâslfenin ilahiyat sahasýndaki görüþlerini ciddî tenkîdlere tâbi' tutmuþlar ve felsefeyi inkýraza uðratmýþlardýr. Bunun yanýnda Batýnýn ilim ve felsefe dünyasýnda da eski tefekkür tarzýnýn bir çok yönleri eleþtirilmiþ, yerine yeni görüþler ikame edilmiþ, böylece yeni düþünüþ ufuklarý açýlmýþtýr.
d) Netice :Buraya kadar Selefiyye, mütekellimîn ve felâsife-nin hakikate vasýl olmak için kullandýklarý metodlan, özelliklen ve haklarýnda yapýlan tenkýdlerle birlikte zikretmiþ olduk. Bu izah ve tenkidlerden bir neticeye vâsýl olmak ve bir tercih yapmak aslýnda kolay deðildir. Þu kadarýný hemen söyliyelim ki Ýslâm dininin akaide dair hakikatlerine vâsýl olmak ve vahy ile gelmiþ beyanlarýn asýl mak-sadlarýný keþfetmek için ne Selefiyyenin (bilhassa mütekaddimîn-i SelefiyyenÝn), ne kelâmcýlarýn ve ne de islâm filozoflarýnýn benimsediði metod münferid ve müstakil olarak bugün kâfî deðildir. Ýslâmýn akaidini doðru olarak tesbit ve tefsir etmek Ýçin, her halde nassý hâkim kýlmak vazgeçilmez bir þart olmalýdýr. Akýl ancak vahy ile ten-vîr edildikten sonra rol alacaktýr. Akaid sahasýnda rol alacak olan akýl Kur'an akýlcýlýðý olmalýdýr. Bunun kaideleri Kur'anýn kendi sistemi içinden çýkarýlabilir. Bununla beraber yukarýda zikri geçen her üç cereyanýn bize saðlayacaðý faydalar da az olmayacak, bu cereyanlarýn mahsûlü olan eserler bizim için ihmali gayr-ý mümkün deðerli kaynaklar teþktl edecektir.
Memnuniyet verici bir neticedir ki Kur'an-ý kerîm'in kendi dahilî sistemi içinde ihtiva ettiði akýlcýlýk, onun taþýdýðý hakîkatler ve kullandýðý metod bugünün ilim anlayýþýna uygun düþmektedir. Bundan, Kur'an-ý kerîm'in bütün mevzu'larý ile pozitif Ýlmin konularý aynýdýr, manâsý çýkarýlmamalýdýr. Þunu demek istiyorum ki Kur'an-ý kerîm'-de Allah yoluna da'vet edilirken bugünün pozitif ilimlerinin sahasýna giren konulara zaman zaman temas edilir. Bu temas ediliþte kullanýlan metod ve bazý âyetlerde yer alan ilâhî beyanlar ile pozitif ilimler ve bunlarýn isbat ettiði gerçekler arasýnda hiç bir tezad göze çarpmamaktadýr. Binaenaleyh Kur'an'ýn hem akla, hem de kalbe hitab edici, müessir beyanlarý ve kat'î burhanlarý muhatabýn durumuna göre kullanýlmalýdýr. Aklî izahlar gerektiði yerde yapýlmalý ve fakat bu izahlarda Kur'an akýlcýlýðý hâkim olmalý, verilecek örneklerde pozitif ilimden istifade edilmelidir.
Þimdiye kadar «kelâm ilmine giriþ» mahiyetinde ele aldýðýmýz konular Ýçinde halli en müþkil görünen «metod» bahsine son vermeden, asrýmýzýn muhakkik kelâmcýlarýndan, yeni ilm-i kelâm hareketinin en mümtaz simasý, merhum Ýzmirli Ýsmail Hakký'dan (1869-1946) mevzûumuzla ilgili bir örnek verelim. Ýzmirli, birinci cildi -Tedkîkat ve te'lîfat-ý Ýslâmiyye Hey'eti», ikinci cildi de «Dârul'Fûnûn Ýlahiyat Fakültesi» tarafýndan neþredilen Ýki cildlik eserinin dibacesinde, eserin te'lîfinde ta'kîbettiði metodu þöyle hülâsa etmektedir:
«Yeni Ýlm-i Kelâm, en yüksek hedefimizi teþkîl eden Allah'ýn bir ligi mevzuunda muhatabýn anlayabileceði yeni bir tarz ile istidlallerde bulunmayý esas kabul etmiþtir. Tevhîd esasýnýn en mükemmel ve-sîlesi olan nübüvvet-i Muhammediyye konuþunda ise basîret erbabýnýn kabul ettiði yolu, siyer-i nebeviyye ve ahlâk-ý Muhammediyye ile istidlal yolunu benimsemiþtir. Kitabýmýz, peygamber aleyhisselâm efendimizi iþiyle, haliyle ve sözüyle sevdirmeði, Rasûl-i ekrem sevgisini kalblere yerleþtirmeyi en büyük gaye bilmiþtir. Ekseri kelâm âlimlerinin nübüvvet bahsinde tercih ettikleri hissî mu'cizelerin (taþýn konuþmasý, ay'ýn yarýlmasý gibi duyularla idrak olunan mu'cize-ler) mümkün olduðunu çaðdaþ felsefe ile isbat etmiþ, hissî mu'cize-Ýerden ziyade Kur'an gibi ma'nevi mu'cizelere ehemmiyet vermiþtir. Fen ile, tecrübe ile isbatý kabit görülmeyen hususlarýn mümkün olduðunu (imkânýný, olabilir olduðunu) akýl ve yeni mantýk ile isbat ettikten sonra bizzat ve realitede var olabileceðini (vukuunu) MuhbÝr-i Sâdýk (s.a.) efendimiz hazretlerinin kat'î haberlerine baðlý kýlmýþtýr. Yine kitabýmýz, insan aklýnýn, Yüce Allah'ýn san'ât sýrlarýný tamamiy-le idrak edemiyeceðini ve bu sebeple de aklî nazariyeler arasýnda pek çok ayrýlýklarýn bulunacaðýný tabiî saymasý hasebiyle, bu gibi hususlarda kalbi tatmin için mutlaka vahye ihtiyaç hasýl olduðunu da Ýzah etmiþtir.
«Kitabýmýz, mütefekkirlerin görüþ ve tenkidleriný nazar-t itibara almýþ, bunlarýn islâmî esaslara uygun olanlarýný delile dayanarak kabul etmiþ, uygun olmayanlarýný da yine delile dayanarak reddetmiþ ve böylece bu konuda da yeni bir yol ta'kîbetrniþtir. Eserimiz, günümüzün bütün ilimlerine hâkim olan «Metodoloji» kaideleriyle yürüyerek iskolastik müdafaa yerine metodik müdafaayý getirmiþtir. Böylece klasik mantýðf da elde tutarak «imkân» þartlarý içinde klâsik mantýk kaidelerine, «vuku1» þartlarý için de yeni mantýk kaidelerine istinad etmiþtir. Yeni Ýlm-i Kelâm, müteahhirînin kelâmý gibi Yunan felsefesi ile karýþmamýþ, buna mukabil duruma göre Garp felsefesi ile gerektiði kadar beraber gitmiþ; tabiî ilimlerle astronomiyi, yine mütehhirîn ilm-i kelâmýnda olduðu gibi kendi sahasýna almamýþtýr. Din muarýzlarý tarafýndan Ýleriye sürülen itirazlar, muhatabýn durumuna göre faydalý olacak bir metodla bertaraf edilmiþtir.» [91][92][48] TaVifler için bk. Ýsmail Fennî, ag.e., -methode» maddesi; el-Curcânî, ag.e., I, 180-181; et-Ta'rifât, -et-tarîk. maddesi; etTehânevî, ag.e., ayný madde.
[49] bk. Nevzad Ayasbeyoðlu, Ýbn Rüþd'ün felsefesi s. 5, dn. 9.
[50] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:80.
[51] bk. el-Mâtürîdî, Kitabu't-Tevhîd, s. 6; et-Teftâzânî, Þerhu'l-Akaid, s. 45-46. Ýmam Gazzâlî Ýhyâ'sýnýn «þerhu acâib-il-kalb» bölümünde ve ayrýca el-Mun-kýz risalesinde hakîkate vâsýl olmanýn doðru metodunun keþf ve ilham olduðu tezini kuvvetle müdâfaa eder.
[52] Ta'lîmiyyenin görüþleri ve reddi hk. bk. el-Gazzâlî, Fedâihu'l-bâtmiyye, Kahire, 1964; AbdülkahÝr el-Baðdâdî, el-Fark beyne'l-fýrak, muhtelif yerler; eþ-Þehriatânî, el-Milel, I, 195 v.dd.; el-Curcânî, Þerhu'l-mevâkjf, I, 149, 160; Ali Kuþçu, Þerhu't-Tecrîd, III, 147 v.dd. (Þerhu'l-Mevâkýf kenarýnda).
[53] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:80-81.
[54] Hadisin metni ve muhtelif rivayetleri için bk. el-Baðdâdi, ag.e., s. 4 v.dd.
[55] en-Nahl (16), 125.
[56] Hikmetin mânâsý içi» bk. el-Buhârî, Fedâilu's-sahâbe, 24; ÝVensînck, el-Mu'cemu'I-müfehres, -hikmet» maddesi; el-Isfahânî, «hkm» maddesi.
[57] Meselâ bk. Yûnus (10), 1; el-Ahzâfc (33), 34; el-Kamer (54), 4-5.
[58] Ýzmirli, Muhassal, s. 39-40.
[59] Ýbn Kudâme, Lum'atu'l-Ý'tikad (Mýsýr, 1351 h.), 6. Fasýl.
[60] Ýbn Teymiyye bu konuda müstakil bir eser te'lîf etmiþtir. Muvâfakatu sarîhi'l-ma'kul li sabîhi'l-menkul J^Jl 2 cild, Bulak, 1321-1322 h. (Minhâc kenarýnda).
[61] Selef akidesine mensûb olan Ýbnu'l-Vezîr'in (v. 840/1436) konu ile ilgili müstakil bir eseri vardýr: «Tercîhu esâlîbi'l-Kur'an alâ esâlîbi'l-Yûnân'Mýsýr, 1349 h.
[62] bk. Bekir Topaloðlu, Allah'ýn Varlýðý, netice bölümü.
[63] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi81-83.:
[64] Ýzmirli, Yeni Ýlm-i Kelâm, I, 59; Ali Arslan Aydýn, Ýslâm Ýnançlarý ve Felsefesi, a. 96-97.
[65] et-Tehânevî, ag.e., «nazar» maddesi; Ýzmirli, Muhassal, s. 34 v.dd., Yeni îlm-i Kelâm, I, 138 v.dd.
[66] el-Cuveynî, eg-Þâmil, s. 115.
[67] Ýzmirli, Yeni Ýlm-i Kelâm, I, 51-53.
[68] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:83-84.
[69]«Faslu'l-makaal fî mâ beyne'l-hikmeti ve'þ-þerîati mine'l-ittisal Jl_*j;'Jlý>;Jo_riJI jiJ^JI ^ UJ JliJI J*u' (Felsefe ile din arasýndaki münasebet hakkýnda kesin söz), ve «el-Keþf an menâhicÝ'l-edille fî akaÝdi'l-mille ve ta'rîfi mâ vakaa fîhâ bi hasebi't-te'vîl mine'þ-þubeni'l-muziða ve'1-akaidi'l-mudüle =
(Dîni akîdelere dair delillerin metodlarýný açýklayan ve bu akidelere te'vîl yoluyla arýz olan haktan ayýrýcý þüpheler ile saptýrýcý inançlarý bildiren kitap)». Bu iki risale «Felsefetu Ýbni Rüþd. adýyla neþredilmiþ (Mýsýr, 1319/1901) ve merhum Nevzad Ayasbeyoðlu tarafýndan «Ýbn Rüþd'Ün felsefesi» ismi altýnda dilimize tercüme edilerek yayýnlanmýþtýr. (Ýlahiyat Fakültesi yayýnlarýndan, Ankara, 1955)
[70] bk. en-Nahl (16), 125.
[71] Burhan: Kat'î mukaddimelerden teþekkül eden kýyastýr. Bu mukaddimeler, daha önce anlatýlan zarûriyâttan olabileceði gibi nazariyyâttan da olur.
Hitabet veya hatâbe: Doðruluklarýna inanýlmýþ (aslýnda kesin olmayabilen) mukaddimelerden müteþekkil kýyastýr.
Cedel: Meþhur olmuþ veya hasým tarafýndan kabul edilmiþ mukaddimelerden meydana gelen kýyastýr. Bu kýyas yakîn ifade etmeyebilir, (bk. el-Curcanî, et-Ta'rîfât ve et-Tehânevî, ag.e., «el-cedel. maddesi).
[72] Ýbn Rüþd, Faslu'l-makal (Ýbn Rüþd'ün felsefesi), s. 8-9.
[73] ag.e., s. 9-10.
[74] Tâhâ (20), 5.
[75] bk. el-Buhâri, et-Teheccüd, 14; Müslim, Salâtu'l-musâfirin, 42.
[76] bk. Müslim, el-Mesâcid, 7; Ebû Dâvûd, et-Týbb, 19.
[77] Âl-i Ýmrân (3), 7.
[78] Ýbn Rüþd, ag.e., s. 19-20.
[79] a.e., s. 24-25.
[80] bk. mal. Âl-i Ýmrân (3), 191; el-En'âm (6)f 75; el-A'râf (7), 185; el-Ha§r (59), 2; el-Ðâþiye (88), 8-17.
[81] Ýbn Rüþd, ag.e., s. 1-4.
[82] a.e,, s. 30.
[83] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:84-87.
[84] bk. el-Eþ'arî, Risâletu istihsâni'1-havd fî ilmi'l-kelâm, s. 88 v.dd.
[85] Nitekim müsteþrik Ignaz Goldziher (1850-1921), Peygamber efendimizin, ümmetinin 73 fýrkaya ayrýlacaðým haber veren hadisini, Ýslâm âlimlerinin çoðu yanlýþ anladýðýný, aslýnda Ýslâmýn ruhuna göre, zýndýklar müstesna, bütün Ýslâm müntesiplerinin cennete gireceðini iddia vo Ý3bata çalýþýr, (bk, Goldziher, el-Akîde ve'þ-þerîa fi'I-Ýslâm, s. 187 vd.).
[86] Ýbn Rüþd, Faslü'l-makal, s. 28; el-Keþf, s. 38, 40, 44.
[87] bk. el-Curcâni, Þerhu'l-Mevâkýf, I, 199-200, 205-207.
[88] el-Fârâbî, Kitabu'I-Cem' beyne ra'yeyi'l-Hakimeyn Eflâtun ve Aýistâ-talis, Mýsýr, 1325/1907,
[89] en-Nahl (16), 125.
[90] Felsefî metodun eksiklikleri hakkýnda bk. Ýzmirli, Yeni Ýlm-i Kelâm, 47-51, 54-56; A. Aydýn, Ýslâm Ýnançlarý ve Felsefesi, s. 94-96, 146.
[91] Ýzmirli, Yeni Ýlm-Ý Kelâm, I, 17-19, (sadeleþtirilerek).
[92] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:87-94.
Ynt: Metodlar By: Bilal2009 Date: 23 Aðustos 2019, 14:16:19
Esselamu aleyküm Rabbim paylaþým için razý olsun
Ynt: Metodlar By: ceren Date: 23 Aðustos 2019, 20:44:31
Esselamu aleykum. Rabbim razý olsun bilgilerden kardeþim. ..
Ynt: Metodlar By: gulsahkilicaslan Date: 28 Aðustos 2019, 11:58:49
Allah razý olsun hocam insallah selam ve dua ile