Fýkhus Sire
Pages: 1
Hz.Alinin hilafeti By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 10:26:10
4- Hz. Ali (r.a.)'nin Hilafeti (35-40 H.)


Yukarýda bahsettiðimiz gibi, Hz. Ali (r.a.)'ye 35. Hicrî yýlýn Zil­hicce ayý sonunda ve Hz. Osman'ýn þehâdetinin ertesi günü bey'at olundu. Ama sahabelerden bir grup bunda gecikmiþti. Sa'd Ýbn-i Ebi Vakkas, Üsâme bin Zeyd, Mugîre bin Þube, Nu'man bin Beþir ve Has­san bin Sabit bunlar arasýndaydý. O'nun halifeliði dönemi, bir sürü fitne, savaþ ve bunalýmlarla geçti. Meselâ Cemel vak'asýyla baþladý, Sýffeyn ile sürdü. Muaviye ile Ýslâm büyükleri arasýnda husumet baþladý ve sürdü. Hâriciler fitnesi de buna eklendi. Öyle ki, ancak Hz. Ali'nin þehid edilmesi ile o mel'aneL sona erdi... Þimdi bunu özetliyelim: [39]

 
Osman (r.a.)'a Karþý Ýhtilâl Ve Cemel Olayý:
 

Hz. Osman'ýn, bir âsi grubu tarafýndan öldürüldüðü kesin. Ama onun ardýnda hâin yahudi parmaðý da ayný kesinlikte... Bu durum-Ja, katillerin bulunmasý ve þeriatýn hükmüne boyun eðdirilmesi en tabiî istek ve vazifeydi. Bu yüzden de bütün müslümanlarla birlikte Hz. Ali de bunun peþinde ve çabasý içindeydi. Kýsasý bekliyordu her­kes. Ancak Hz. Ali, bu iþi aceleye getirmek istemiyor; fitnenin ta­mamen yok edilebilmesi için isabetli karar ve tam suçluya ceza dü­þüncesiyle, daha temkinli gitmeyi ve bazý önlemler almayý uygun gö­rüyordu. Bunun için de aceleden sakýnýyordu. Bütün tarihçilerimiz de, Hz. Ali'nin bu isyaný ve suikastý þiddetle kýnadýðý ve uygun pozis­yonu bulup suçlularý bastýrarak, ilâhi adaletin isabetle tatbikini ta­sarladýðýnda ittifak halindeler. Ama ne var ki; toplum durmuyor, olay­lar da onun tasarladýðý istikamette geliþmiyordu[40].

Hâdisenin özü de þu: Talha, Zübeyr ikilisi ve üçüncü olarak da bir grup sahâLk; bu iþin hýzlandýrýlmasý, katillerin hemen kýsas edil­mesi görüþünde olup, fitnenin bitimini de burada görüyorlardý. Hz. Ali'ye de bu konuda kendilerine düþeni yapacaklarý konusunda yar­dým ve destek sözü veriyorlardý, iddialarýný isbat için de Basra'da bir ordu teþkil etmiþlerdi. Ancak Ali (r.a.) onlardan mühlet istemiþ, du­rumun selâmeti ve infazý yerinde olmasý için plânlý hareket etme­sine fýrsat vermelerini istemiþti[41].

Bütün bunlardan sonra ne oldu? Her iki taraf da Hz. Osman'ýn intikamýnýn alýnmasý konusunda b-rleþiyorlardý. Bu niyetle de; ký­sasta acele taraflýlarý Basra'da buluþtular. Aralarýnda Hz. Aiþe, Tal-ha ve Zübeyr'in bulunduðu büyük bir sahabe grubuydu bu. Ve hiç­birinin de; Hz. Osman'a karþý giriþilen isyan ve sonunda onun katle­dilmesine giden âsilerin yakalanýp cezalandýrýlmasýnýn ötesinde bir niyyet ve emeli yoktu.

Bu meyanda, Hz. Ali tarafýndan da, durumun ýslahý ve bir iç har­bin önlenmesi bakýmýndan, bir ordu o yöne hareket ediyordu.

îki cephe de ayný (sulh) gaye ile yüzyüze geldiler. Hiçbirinde sa­vaþmak, fitneyi körüklemek gibi bir niyet yoktu.

Nitekim de, Ka'ka' bin Amr, Hz. Ali'nin elçisi olarak, Hz. Aiþe'nin huzuruna çýktý:

«Annemiz! Nedir sizi buralara getiren?» diye sordu.

«Ýnsanlarýn arasýný bulup, barýþtýrmak» diye cevab verdi. Sonra da Talha ve Zübeyr'e, ayrý ayrý sordu ayný soruyu. Onlar da:

«Biz de sade ve sade sulh için ve insanlarý barýþtýrmak için gel­dik» dediler... îki taraf konuþup tartýþýp mes'eleyi, Hz. Ali'nin uhde­sine býrakmaya karar verdiler. Çünkü Osman'ýn katillerine Allah'ýn hükmünü uygulamaya fevren imkân olmadýðýný kabullendiler.

Ka'ka', Hz. Ali'nin yanýna dönüp, varýlan ittifaký haber verdi. Barýþtan herkes sevinç duydu. Bu uzlaþma ve barýþ üstüne Hz. Ali de halka hitap etti ve Allah'a hamdini belirtip, ertesi gün geriye dönüþ için emir verdi[42].

Peki ama sonra ne oldu?

Evet Hz. Ali barýþ ve uzlaþmayý halka duyurdu ve ertesi gün yola çýkma emri verdi. Ama fitne elebaþýlarý hemen toplanýp görüþ­tüler. Bunlar; Ester Neh'î, Þüreyh bin Ûfî, Ýbni Sevda diye tanýnan Ýbni Sebe, Sahim bin Sa'lebe ve îbni Haysem'in kölesi idi... Ve Ýbn-i Kesîr'in dediði gibi; «Hamdü lillâh ki aralarýnda bir tek sahabe yok­tu...» Barýþýn kendileri için doðuracaðý tehlikeyi müzakere ettiler. Yâni sahabenin uzlaþmasýnýn kendileri için tehlike olduðunu tesbit ettiler. Bu yüzden bazýsý, «öyleyse Ali'yi de Osman'ýn yanýna gönder­meliyiz» dedi!.. Ama ibni Sebe bu görüþü reddetti ve sakýndýrdý. Asýl çâreyi de þöyle açýkladý: Kurtuluþunuz halký karýþtýrmaktadýr. Ki­minle karþýlaþýrsanýz, harbi teþvik etmeye bakýn. Birleþmek çaðrý­sýndan þiddetle sakýnýn. Böylece ancak, herkes kendi nefsiyle uðrasaçaðýndan sizinle uðraþmalarýný önlemiþ olursunuz... Ve elebaþý­larý bu görüþte anlaþýr anlaþmaz, ordunun ;çine yayýldýlar.   -

Hz. Ali, ertesi gün yola niyetlenirken, Talha ve Zübeyr de ayný niyete varmýþlardý. Artýk barýþ kesinleþmiþ, herkes hayýrlý bir geceye girmiþti. Ama Osman'ýn katilleri þerli bir gecedeydiler.

Abdullah Ýbni Sebe ve arkadaþlarý harbi kýzýþtýrmakta ittifak etr tekten sonra, durumun geliþmesine göre elaltmdan halký kýþkýrtma­ya baþladýlar.

Ve bu düzenbazlar, fecirle uyandýlar. Bine yakýn sayýdaki hain­ler grup grup kendi çevrelerindeki karþýt grubun adamlarýna kýlýçlarla saldýrdýlar. Her grup kçndi çevresini ayaklandýrdý. Halk yerinden fýr­layýp, -baskýna uðradýk» zannýyla silâhýna sarýldý. Herkes haykýrý­yordu :

«Kûfelüer bizi oyuna getirdi. Bize hiyânet ettiler, uykuda bastý­lar!..» Ve bu iþi Hz. Ali'nin plânladýðýný sanmýþlardý. Durum Hz. Ali'­ye bildirilince þaþýrdý ve «Bu halka ne oluyor?» dedi. Ve çevresine hay­kýrýyordu: «Basrahlar bizi oyuna getirdi, uykuda bastýrdýlar.»

Artýk herkes silâhýna davranmýþ, insan ve binekler birbirine gir­miþti. Ve kimse de iþin içyüzünü bilemiyordu. Artýk savaþ tabii sey­rinde yediðini yiyordu. Çünkü Hz. Ali'nin çevresinde 20 bin, Hz. Aiþe'-nin çevresinde ise 30 bin civarýnda insan vardý. Bu koca ordularý, lâ­netli Ýbni Sevda'nm fesat ekibi tutuþturmuþtu. Hz. Ali'nin münadi-leri, «Savaþý býrakýn, çekilin» diye baðýrýp çaðýrsalar da duyacak yoktu[43]..

Savaþýn hây u huylarý arasýnda; Resûlullah'ýn sohbetinde bulun­muþ, iman þemsiyesi altýnda tanýþmýþ yüzler birbirini karþýlýyor, ta­nýr tanýmaz da hangi cepheden olursa olsun hemen savaþtan el çe­kiyorlardý.

Beyhaki þöyle naklediyor: Ebû Bekir Muhammed bin Hasen El-Kaadî, senedi ile birlikte, Harb bin Esvedüddü veli'den þöyle rivayet etti: Hz. Ali ile dostlarý Talha ve Zübeyr, saflarýn yaklaþmasýyla yüz yüze geldiler. Hz. Ali, Resûlullah'ýn katýrýna binmiþ halde ileri çýkýp, seslendi. Zübeyr'i çaðýrýyorum!.. Zübeyr'i çaðýrdýlar. O kadar yaklaþ­týlar ki, atlarýnýn baþlarý birbirinin hzasma geldi. Hz. Ali, «Zübeyr, Allah senden razý olsun; hatýrlýyor musun biz falan yerdeydik, Resû-lullah geçiyordu, sana hitaben: «Zübeyr, Ali'yi sever misin?» dedi. Sen de: «Sevmez miyim, dayýmýn oðlu, amcamýn oðlu ve dinimden...» dedi. O tekrar: «D.kkat et, gün gelir, haksýz olduðun halde onunla savaþýrsýn» buyurduydu... Zübeyr hemen: «Haa, tabii. Resûlullah söy­ledikten sonra onu unutmuþtum. Ama iþte þimdi hatýrladým... Valla­hi ben seninle savaþmam artýk» dedi ve saflarý yara yara geri dö­nüp gitti Zübeyr.

Daha sonra Hz. Aiþe'nin devesi yýkýlýnca, hevdecini alýp savaþ alanýnýn dýþýna taþýdýlar. Hz. Ali onun yanýna geldi. Selâm ver.p hâ­lini hatýrým sordu: «Valide nasýlsýn?» deyince; «iyiyim» diye cevap verdi. O da «Allah seni

affetsin» dedi. Sonra sahabeler gelip onu selâmladýlar. Saðlýðýna sevindiler[44].

 
Muaviye Mes'elesi Ve Sýffiyn Harbi
 

Hz. Ali, payitaht edindiði Kûfe'ye döndü, varýr varmaz da Cerir bin Abdillâh el-Becli'yi Þam'a Muaviye'ye gönderip, onun da hal­kýn bey'atýna katýlmasýný istedi. O da, Muhacir ve Ensâr'ýn toptan Hz. Ali'ye bey'at ettiðini pekâlâ biliyordu. Fakat Muaviye, bu bey'-atta «Ehl-i Hail ve Akt'in» bölündüðü ve dolayýsýyla bu bey'at akti-nin gerçekleþmediði görüþünde ve onlarla tamamlanabileceði iddia-sýndaydý. Bu yüzden de, Ali'nin çaðýrýþýna uymadý. Þart olarak da, Osman'ýn katillerinin bulunmasýný öne sürdü. Ve ancak o zaman «Mü'minlerin enýîri» olabileceðini savundu...

Fakat Hz. Ali, imametinin ve bey'atýn tamlýðýna kesinlikle inaný­yordu. Çünkü Medine'lilerin ittifaký vardý. Burasý Nebevi Hicret evi idi. O yüzden de Medine dýþýnda bulunup da bey'atý gecikenleri zor­luyordu... Hz. Osman'a isyan edip onu öldürenler mes'elesini ise, plânlý þekilde ve kesin tesbitle, saðlýklý sonuç almak için programa baðlamýþtý.  .

Muaviye'nin karþý tavrý anlaþýlýnca, onu âsi saydý, tslâm cema­atý ve imamlarýnýn dýþýnda ilân etti. Netice olarak, otuzaltýncý Hicri'­de Receb ayýnýn onikinci gecesi yola çýktý. Nahile'de ordugâh kurdu, îbn-i Abbas'ý yerine vekil býraktýðýndan o Basra'dan gelip yetiþin­ce, ordu Þam üzerine yürüdü. Maksat âsi valiyi Ýslâm cemaatýna ka­týlmaya ve itâata zorlamaktý[45].

Muaviye bunu öðrenince, o da Þam'dan ordusuyla yürüdü, tki ordu Fýrat nehri boyunda Sýffiyn ovasýnda karþýlaþtý. Ama önce, iki aya yakýn süre karþýlýklý elçi teatisiyle geçti. Hz. Ali, Muaviye ve çevresini bey'ata çaðýrýyor. Osman'ýn katillerinin kýsasýnýn da çok yakýnda gerçekleþeceðine iknaya çalýþýyordu. Muaviye ise, amca oð­lu da bulunan Hz. Osman'ýn kan dâvasýnda en çok hak sahibi olduðu­nu, öyleyse ön þart olarak bunu talep ettiðini belirtiyordu. Esasen bu sýrada, aralarýnda zaman zaman taþlaþmalar da oluyordu.

Nihayet, otuzyedinci yýlýn Muharrem ayý gelip çattý. îki taraf da, bir ay ara vermekte anlaþtýlar. Umulan barýþtý. Fakat, bu bekleme dö­neminde de hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Sonunda Hz. Ali deîlâllar çýkarýp ilân etti: «Emîrü'l-Mü'mininin Þam halkýna çaðrýsý þudur: Si­zi uzun zaman hakka ve itâata çaðýrdýk. Inad ve isyanýnýzdan vaz­geçmediniz ve hakka teslim olmadýnýz. Ben size açýk davranýp öde­vimi yaptým. Allah hâinleri sevmez[46]».

Bunun üzerine Muaviye ve Amr bin As, orduyu tanzime baþla­dýlar. Hz. AH de ordusunu gece boyu tanzim edip; Küfe süvarilerine Ester en-Neh'i, Basra ekibine ise Sehl bin Hanif'i komutan tâyin et­ti. Ve her birine, sýký sýkýya tenbih etti: Þamlýlar savaþý baþlatýnca-ya kadar bekleyeceklerdi. Yine yaralýlara eziyet etmemeyi, kaçanla­rý kov alamamayý, kadýnlara ve yaþlýlara el sürmemeyi ilke olarak bil­dirdi...

ilk gün çok þiddetli çarpýþma oldu. Ýkinci gün de ayný hal sür­dü. Yedinci günde bile hiçbir tarafta galibiyet belirtisi yoktu. En son savaþ Muaviye taraflarým hýrpalamaya ve Hz. Ali tarafýnýn zaferine meyletti... Bu esnada Muaviye ve Amr durum müzakeresi yapýp, bir karara vardýlar. Amr ona, Irak ordusuna Allah'ýn kitabýný hakem edinmeye' çaðýrma tavsiyesinde bulundu. Muaviye askerlere, Kur'an sahifelerini mýzraklarýnýn ucuna takýp; iþte Allah'ýn kitabý. Aramýzda hakem olsun, diye çaðýrmalarýný öðütledi... Hz. Ali'nin ordusundan bunu görenler, tam da zafere ramak kalmýþken, tereddüde düþtü­ler: Bazýsý, evet biz ilâhî kitabý hakem edinelim derken, bir kýsmý da bunun hiyle olduðunu bildiklerinden savaþa devam ediyorlardý. Bu aslýnda Hz. Ali'nin görüþüydü. Ne var ki, karþý tezi tutanlar çoða­lýnca bunaldý. Eþ'as bin Kays'ý göndererek, Muaviye'nin ne istediðini öðrenmeyi denedi. Ýkimiz de Allah'ýn kitabýna baþvuralým diye cevab verdi. Sonra bizden bu kiþi, sizden de bir kiþi seçelim. Yetkiyi onlara verelim. Kitabýn hükmünü onlar ortaya koysunlar. Ne karar verirler ise, birlikte uyalým ..

Þamlýlar Amr Ýbn-i As'ý, Kûfeliler ise Ebü Mûsâ el-Eþ'arî'yi seç­tiler. Bu iki hakem ön anlaþmayý yazýp imzalayýnca iki tarafýn sözü birleþmiþ gözüküyordu.

Anlaþmaya göre Ramazan'a kadar beklenecek ve sonra iki ha­kem Dûmetü'l-CendeVde bir araya gelip sonucu ilân edeceklerdi. Bu­nun üzerine herkes daðýlýp gitti.

Emirü'l-mü'minin Hz. Ali Kûfe'ye döndü. Fakat ordusu içinde de tehlikeli tartýþmalar baðlamýþtý. Nitekim Kûfe'ye varýr varmaz da bir kitle ayrýldý. Onlara göre hakem tâyini sapýklýktý. Ve Harara mev­kiinde toplanan on iki bine yakýn isyancýya Hz. Ali Ýbn-i Abbas'ý, ko­nuþup ikna etmek için gönderdi. Fakat bu çaba hiçbir sonuç verme­yince, Hz. Ali bizzat kendisi gitti. Toplantýda þöyle konuþtu: Ýsyaný­nýza sebeb ne? Dediler ki: Hakem tâyininiz. O da: Ama biz, hakemlere Kur'an hükmünü ortaya koymalarýný þart koþtuk dedi. Kur'an ne d"-yorsa o olacak. Dediler ki: Bize kan dâvasýnda insanýn hakemliðini adalete uygun görüyor musun? O da, biz insaný deðil, Kur'ân'ý ha­kem kýlýyoruz, dedi. Kur'an ise iki kapak arasýnda yazýlýdýr. O an­cak insanýn diliyle konuþur. Onlar: Peki aranýzda neden süre belirt­tiniz? dediler. O da: Cahil bilsin, âlim kaydetsin diye... Ve umdu ki, bu esnada Allah bu ümmetin arasýný düzeltir... diye bitirdi.

O anda hepsi, onun görüþünü benimsediler. O da, hadi mem­leketinize dönün, Allah size acýsýn., dedi ve herkes savuþup gitti.

Nihayet belirlenen vakit geldi. Hicri 37. Ramazan'ý girdi. Hz. Ali, Ebû Mûsâ El-Eþ'arî'yi, bir grup Kûfeli ve sahabe ile birlikte gönder­di. Muaviye de Amr bin As'ý Suriyeli bir grupla gönderdi. îki hey'et Dûmetü'l-Cendel'de toplandý. Allah'a hamd ü senadan ve birbirlerine öðütten sonra, bir kâtip tensibi ve karara baðladýklarý herþeyi yaz­dýrmayý kararlaþtýrdýlar. Fakat, ümmeti kimin idare edeceði konu­sunda ittifak edemediler. Ebû Mûsâ, hem Hz. Ali ve hem de Muavi-ye'yi azletmeye razý olduðu halde yerine sadece Abdullah Ýbn-i Ömer'i namzet gösterdi. Halbuki o da bu iþe girmek istemiyordu.

Bu sýrada iki hakem, Ali ve Muaviye'yi azletmede birleþmiþ gö­ründü. Sonucu müslümanlarýn þûrasýna býraktýlar. Kimi isterlerse se­çeceklerdi. Sonra taraflarýn hey'etleri karþýsýna çýktýlar. Anlaþma ko­nusunu ilân etmek üzere Amr, Ebû Musa'yý ileri sürdü. O da, hamdü sena ve Resûlullah'a saîât u selâmdan sonra dedi ki: Cemaat! Biz bu ümmetin problemini görüþtük. Onun kesin halline ulaþamadýk. An­cak bir mukaddime olarak bir ilkede anlaþtýk. Bu ilke gereði ben Ali'yi de Muaviye'yi de vazifeden alýyorum, dedi ve oturdu. Ardýn­dan Amr kalktý ve hamd ü senadan sonra dedi ki: «Bu zâtýn ne dedi­ðini duydunuz. O kendi efendisini azletti. Evet ben de onu azlettim. Kendi efendim Muaviye'yi ise yerinde býraktým. Çünkü o Osman bin Affân'ýn velisidir. Onun kan dâvasýna olduðu gibi, yerini almaya da herkesten çok çok hak sahibidir.»

Bunun üzerine, halk daðýldý. Herkes kendi memleketine döndü. Amr ve hey'eti, Muaviye'nin yanýna girip Halife olarak selâmlarken, Ebû Mûsâ Hz. Ali'ye karþý mahcubiyetinden doðruca Mekke'ye git­ti... îbn-i Abbas, Þüreyh bin Hani' ise Ali'ye varýp durumu haber verdiler[47].

 
Haricîler Mes'elesi Ve Hz. Ali'nin Öldürülüþü:
 

Hz. Ali, Ebû Mûsâ ve kafilesini, Dûmetü'l-Cendel'e gönderince; Hâricilerin tutumu sertleþti. Hattâ onu küfürle itham etmeye baþ­ladýlar. Halbuki onu en çok sevenlerdi bunlar...

Hz. Ali'nin artýk bunlarla konuþacaðý yoktu. Onlara son uyarýsý þu oldu: «Sizin üzerinizdeki hakkýnýz, isyan etmedikçe, sizi mescid-lerimize kabul etmemizdir. Bizimle iþbirliðiniz olduðu müddetçe de ganimetlerden hissenizi veririz. Ve siz savaþ açmadýkça da size sa­vaþ açmayýz...»

Sonra da Hz. Ali büyük bir ordu ile tekrar Þam üzerine yürüdü ve ayný zamanda «Hakem kararý»ný reddettiðini de ilân etti. Fakat iþ çýðýrýndan çýkmýþ, Hâriciler[48] her tarafta fesat çýkarmaya ve kan dökmeðe baþlamýþlardý. Öyle ki, Resûlullah'in sahabesi Abdullah ibn-1 Hubab'ý ve hâmile karýsýný bile öldürmekten çekinmediler... Bu du­rumda Hz. Ali ve çevresi, Þam'a kadar gidip Muaviye'yi itaat altýna almak için savaþýrken bunlarýn arkadaki herþeyi yakýp yýkmalarýn­dan endiþelendiler. Öyleyse, bu azgýnlarýn ýslahýndan baþlanmasý ge­rektiðine karar verildi.

Hz. Ali, çevresindeki ordusuyla onlar üzerine yürüdü. Medain'e yaklaþýnca, Nehrevan'daki Hâricilere elçi gönderdi: «Bizim adam­larýmýzý öldürenleri teslim edin, kýsas edelim. Bu þartla sizi rahat býrakýrýz. Sonra Þam'a yürüyecek ve inþâallah, sizin hayýr gördüðü­nüz duruma döndüreceðiz» dedi. Fakat onlar Ali'ye þu mealde ce­vap gönderdiler: Sizin adamlarýnýzý hepimiz öldürdük. Biz onlarýn da sizin de kanýnýzý helâl görüyoruz..

Bunun üzerine Hz. Ali yaklaþtý ve onlara nasihat edip uyarýda bulundu. Fakat onlardan müsbet cevap þöyle dursun; haydin sava­þa, haydin Allah'a kavuþma cidaline, diye meydan okumaktan öte bir karþýlýk alamadý.

Bütün bunlara raðmen Hz. Ali, savaþý baþlatmadan önce bir de

Ebû Eyyûb El-Ensârî'ye emir verdi, o da barýþ sancaðýný sallayarak, «Kim bu sancak altýnda toplanýrsa güven altýndadýr. Kim, Küfe ve­ya Medain'e dönerse güven altýndadýr» diye çaðýnda bulundu... Bu­nun üzerine halkýn çoðu daðýldý ve Abdullah îbn-i Vehb er-Rasibl çevresinde bin kadar kiþi kaldý. Ve Hâricilerin baþlattýðý çarpýþmada, hepsi ya da çoðu öldü. Hz. AH tarafýndan ise sadece yedi kiþi öldü...

Ama sýr döndü sanki, mes'ele Hz. Ali çevresinde daraldý. Ordusu bunaldý. Þam'a þans güldü. Iraklýlar da saða-sola çekmeðe baþladýlar. Ýbn-i Kesir'in dediði gibi: Ýki liderden Muaviye hakemlerin kararýný kullandý. Buna baðlý olarak da Suriye güçlenirken Irak sürekli za­yýflayýp gitti. Halbuki hepsi de, o çaðda Mü'minlerin emiri Ali'den daha hayýrlý bir kimsenin yeryüzünde bulunmadýðýnýn þuurundaydý. Allah'a itaatte, zühd ve takvada, bilgide ve titizlikte yegâne... Ama bir kere onu terkedip yenik düþürdüler. Ve Hz. Ali hayattan öyle nef­ret etti ki, âdeta ölümü ister oldu. Hattâ þunu tekrar ediyordu:

«Çekirdeði yarýp hayat veren, rüzgârý estirip nefes aldýran el­bette baþý boyundan ayýrýr ve azgmlaþtýrmaz...»

Abdurrahman îbn-i Mülcem'e gelince, bu herif Hâricilerin lider-lerindendi. Katâme isminde ve fevkalâde güzel bir kadýna tâlib ol­muþtu. Kadýn ise, Nehrevan savaþýnda babasý ve kardeþini kaybet­miþti. Kadýn þöyle bir þart koþtu: Benim beldeme, Ali (r.a.)'yi öldür­meden gelmemelisin. Adam onunla evlendi ve Hz. Ali'yi öldürme plâ­nýný sürdürdü.

Kýrkýncý Hicret yýlýnda, Ramazanýn onyedinc; günü cuma akþa­mý îbn-i Mülcem iki adamýyla pusuya girdi. Hz. Ali'nin mescide gider­ken çýkýp geldiði kapýnýn arkasýna siper aldý. Sabah namazýna çý­karken aniden saldýrdýlar. Ýbn-i Mülcem kýlýcýyla þakaðýna vurdu. Kan sakalýna aktý... Arkadaþlarýna «ben ölürsem onu öldürün. Ölmezsem, kendim karar veririm yapýlacaða dedi. Çünkü, îbn-i Mülcem'in yap­týðýný biliyordu... Fakat son deme geldi. Sadece «Lâ ilahe illallah» diyordu. 63 yaþýnda vefat etti. Hilâfeti de beþ yýldan üç ay eksik sür­müþtü.

îbn-i Kesir'in terâh ettiði görüþe göre, Kûfe'de imarethaneye gö­müldü. Fakat çoðu tarihçiye göre Haricîlerden koruma niyetiyle ya-, kýnlarý, kabri sakladýlar. Baki' mezarlýðý gibi çok deðiþik yerler de söylenir... Ýbn-i Mülcem'i de, Hz. Hasan hak sahibi olarak öldürttü ve cesedini yaktýrdý[49].

 
5- Ýbretler Ve Dersler
 

Birinci olarak: Acaba Hz. Ali ile, Hz. Osman'ýn kan dâvasýnda acele edenler arasýnda ciddi ve esaslý bir ihtilâf var mýydý?

Baþta anlattýklarýmýzdan peþinen anlaþýlmýþ olmalý ki; Hz. Os­man'ýn katillerini kýsas etme mes'elesinde hiçbir anlaþmazlýk yoktu. Çünkü Talha, Zübeyr ve Âiþe (r.a.) ve çevresindekiler, katillerin ký­sas edilmesinde hýrslýydýlar. Bu da Hz. Ali'nin iþe baþlar baþlamaz ilk el attýðý husustu... Ne var ki Ali (r.a.) ise önce nizamý saðlamak, sükûnu saðlamak, ondan sonra da plânlý ve güçlü bir þekilde ola­yýn üzerine gidip katilleri kýskývrak yakalamak niyet ve görüþün­deydi, îþte Hz. Ali'nin özen gösterdiði iþ, önce nizamýn avdetiydi... Ama karþý tarafýn esas aldýðý ve ilk plânda icrasýný istediði; barýþý ve toplum istikrarýný baðladýðý ise kýsastý. Ve sonunda, Aiþe, Zübeyr ve Talha çevresindekiler de mes'eleyi kavrayýp-, iþi Hz. Ali'nin inis-yatifine býraktýlar. Sonuç olarak, katillerin yakalanmasý ve kýsas edil­mesi temel karar oldu.

Ýþte böyle bir anlaþma sonunda, herkes kendi sorumluluðunu bi­lerek, onu yerine getirme azmi içinde, yerlerine ve evlerine dönme­yi kabul ettiler, gittiler.

Ýkinci olarak: Peki, taraflar anlaþýp iþi Hz. Ali'nin iradesine bý­raktýklarý ve ona her hususta destek olmaya söz verdikten sonra, bu kararýn uygulanmasýný köstekleyen neydi?

Görüldü ki bu kararý iptal eden, fitnenin elebaþlarýmn hazýrla­dýðý hiyle idi. Baþýnda ise, îbn-i Sevda yâni Ýbni Sebe vardý. Karar verdiler ama bu karar fitnecileri çýlgýna çevirdi. Sonuçtan korktuk­larý için ordunun içine yayýlýp, gecenin karanlýðýnda baskýn süsü ve­rerek birbirine düþürdüler. Kimse neye uðradýðýný anlamadan, her­kes karþýsýndakine kýlýç salladý. Bunu yaptýrdýlar ki; kimsenin kim­seye güveni kalmasýn. Ve her iki taraf da birbirini; sulh perdesi ar­kasýnda hiyânet ve baskýnla suçlasýn.

Bunu böylece tesbit ettikse; bu kolay ve ucuz bir oyun, ancak insanlýktan sýyrýlmýþ, týyneti bozuk ve câhiliyyeye yönelmiþlerin iþi olabilirdi. Ama o tertemiz mayalý ve yüce ahlâklý sahabeler, böyle bir hiyle karþýsýnda ne tedbir alabilirlerdi?.. Eh, nefis müdafaasýn­dan baþka ne gelirdi elden, bu âni zuhurat karþýsýnda?.. Ve karþý ta­rafýn bir fýrsatý deðerlendirmesi olmanýn ötesinde nasýl bir yorum ve deðerlendirme yapabilirlerdi? Ve bütün bu olumsuzluklara raðmen gördük ki, müslümanlar; karþýsýndakilerini tanýr tanýmaz, he­men kavgadan el çekip ötekinden af diliyor.

Demek ki, bu fitne hiçbir zaman sahâbe-i kiram (r.a.)'ýn gönül­lerinde bir bozukluða ve tahrifata sebeb olamýyor. Hangi tarafta olur­sa olsun, birbirine azýlý düþman olmuyorlar. Aksine, hiylekârlarm gönüllerini kararttýkça karartýyor, hangi taraftan olursa olsun sa­habeye karþý hýyanetten hýyanete geçiriyor onlarý.

Ama iþin þaþýrtýcý yaný, bütün bunlara raðmen, bu fitneyi ya­zanlarýn çoðunun uyanamamasý. Ve olayýn kendi þartlarý içinde ki­min parmaðýyla döndüðünü keþfedememesid.r. Hemen herkes olayý satýhtan alýyor, zahirî sebebleri üzerinde ve görüntülerde dolaþýyor, habire tafsilâtiandýrýyorlar. Hep bu fitnenin kurbanlarýný gündeme getirip, rastgele þuna buna sataþýyor, eleþtirip suçluyorlar. Hemen hiçbiri de; bu fitneyi tezgâhlayan, bu ateþi körükleye körükleye; Ha­life Hz. Osman'dan baþlatýp son Halife Hz. Ali'nin ölümü noktasýna kadar besleyen perde arkasýna eðilmiyorlar.

Yâni bu türlü bir üslûpla yazmak da oyunun ayrýlmaz bir par­çasý; bu üslûp o oyunun mütemmimi midir yoksa?

Üçüncü olarak  Biz kesin olarak tanýyor ve inanýyoruz ki, Hz. Ali efendimiz, (k.v.) yaptýðý iþlerde ihlâslýdýr. Ve asla þahsî ve nefsi bir maslahatýn etkisinde kalmamýþtýr... Onun derin bilgisini de bili­yoruz. Hattâ kendisinden önceki üç halifenin herbirinin müsteþarý ve bilgide tedbirde baþvurduðu hüviyyetti. Hz. Osman'dan sonra hal­kýn kendisine bey'at etmiþ ve bu bey'atý ihmal eden Muaviye'yi de âsi saymýþ olmasýyla, bundan sonra süren tartýþma ve mücadeleleri irdeleyen ulemanýn cumhurunun ve büyük imamlarýn da ittifakýyla-, Muaviye'nin Hz. Ali'ye karþý takýndýðý tavýrla âsi olduðu, Hz. Ali'nin ise, onun karþýsýnda, Osman'dan sonra yegâne, þer'î ölçüde halife olduðunun bilincindeyiz. Ama tabiî, âsi olanýn müçtehid olduðunu da hatýrýmýzda tutuyoruz. Öyleyse müçtehide, karþý içtihada yetkisi olun­ca, onu uyarmaya, onu korkutmaya, onunla savaþmaya da kendisini yetkili sayabilir; bunu da unutmamalýyýz.

O halde, sadece tek yönden bakarak, Muaviye'nin tepkisini par­maðýmýza dolayýp, oradan öteye geçmemek yakýþmaz. Üstelik, tari­hin tozlandýrdýðý bu olaya, ona aþýrý düþmanlýk takýnanlarýn rolünü üslenerek eleþtirmenin ne faydasý var?.

Bize yaraþan ise, özellikle akide yönünden, þeriatýn kuralýný bilip onun gerektirdiðini yapmaktýr. Evet Hz. Osman'dan sonra Halife Hz.. Ali'dir. Muaviye de, ona karþý çýkmýþ âsîlerin mümessilidir. Þimdi ise, olay Allah fecî'm hükmüne kalmýþtýr.

Dördüncü olarak: Hâricilerin konumunu araþtýran, Hz. Ali'nin yardýmýna son gücüyle koþmuþken, aniden deðiþmelerini, bu sefer de onun en keskin düþmaný ve peþini takibeden suikastçýsý oluveriþle-rini gören,  onlarýn aþýrýlýðýn kurbaný  olduklarýný  kabul  edecektir.

Nitekim, islâm'ýn akidede ve metodda hep orta yolu seçtiði ma^ lûmdur. Bunun anlamý, bilerek ve dengeli hareket etmektir. Orta yo­lun sýnýrlarý bunlardýr. Bilgiyi kaynaðýndan süzen, kural ve gereði­ne göre kullanan, buna nüm ve vekarý da ekleyen artýk, ifrat ve tefrit tehlikesinden korunmuþ demektir.

Halbuki Hâriciler, çöllerden gelmiþ, Arabýn en cahil tabakasýydý. Ýncelikten, sevgiden geç de, bilgiden ve ölçüden mahrumdular. Bun­lar, onlarýn akýl ve gönüllerine misafir bile olmamýþtý. Eh, artýk, ka­ba yapýlarýna ve nefsi taþkýnlýklarýna kul olmalarý tabiiydi. Bu da en baþta, hakem usûlünden ötürü Hz. Ali'yi tekfir etmelerinde tipik ha­liyle ortaya vurdu. Öyle bir karakter yansýtýr ki bu; artýk büyük gü­nah - küçük günah, kim ne iþlerse; bunlarýn nazarýnda hemen kâfir olmuþtur.

Bu aþýrýlýðýn iþleri tâ günümüze kadar da uzamýþtýr. Küfürle it­ham basit sebeblere dayanýr, çünkü aklî aþýrýlýktýr.

Hep söylediðimiz gibi, aþýn akýlcýlýk, her zaman ilmi reddeder ve kurallarýný, kanunlarým hiçe sayarlar. [50]

 

6- Hâtimte (Son Söz)
 

Resûlullah (s.a.v)'In Bazý Özellikleri Ve Mescidiyle Kabrini Ziyaret Etmenin Fazileti Hakkýndadýr
 

Resûlullah (s.a.v.), arasýnda gömlek ve sarýk bulunmayan üç par­ça kumaþla kefenlendi. Kefenleme bitince, kabrinin kenarýndaki se­dir üzerine kondu ve halka izin verildi. Grup grup giriyorlar, hücre­ye, imamsýz olarak O'nun namazýný kýlýyorlardý. Namaz kýlanlarýn sýrasý þöyleydi: Önce amcasý Abbas, sonra Hâþim oðullarý, sonra Mu­hacirler ve Ensâr. Daha sonra da öbür halk kitleleri gelip kýldý... Ve Resûlullah (s.a.v.) vefat etmiþ olduðu yere, Hz. Âiþe'nin odasýndaki yerine defnedildi.

Resûlullah (s.a.v.} vefat ettiðinde, dokuz tane hanýmý vardý. Hz, Þevde, Hz. Aiþe, Hz. Hafsa, Hz. Ummü Habibe, Hz. Ümmü Selemer Hz. Zeyneb bin Cahþ, Hz. Cüveyriye, Hz. Safiyye, Hz. Meymûne. Bun­lardan, sadece Hz. Âiþe (r.aJ'yi bakire olarak almýþtý.

Üç tane oðlu olmuþtur: Kasým (ki kendisi onunla künyelenir) ve Peygamberliðinden önce doðmuþ, iki yaþýndayken vefat etmiþti. Ab­dullah ki, Tahir ve Tayyib diye de adlanýrdý. Nübüvvetten sonra dünyaya gelmiþti.

Ýbrahim ise, Medine'de, sekizinci yýlda doðdu, onuncu yýlda ve­fat etti.

Dört de kýzý vardý:

Fâtýma, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsum. Hz. Rukiyye, Bedir günü, yâni ikinci yýl Ramazanýnda vtat etti. Ümmü Külsum ise do­kuzuncu yýlda Þaban ayýnda vefat etti. Bu ikisi de, sýrasýyla, Hz. Osman Ibn Affân (r.a.)'ýn nikâhýna girmiþti. Hz. Zeyneb ise, en bü­yük kýzý olup, Ebü'l-Âs ile evliydi ve Hicretin sekizinci yýlýnda vefat etti. Hz. Fâtýma (r.a.) için söze hacet yok. Hz. Ali (r.a.)'nin zevcesi, Hz. Hasan ve Hüseyin'in anneleriydi. Resûlullah, insanlarýn en yi­ðidi idi. Özellikle de Ramazan günlerinde... Herkesten çok daya­nýklý ve metin idi. Yine insanlarýn en güzeliydi. Hem hulk (huy),, hem de haki (dýþ görünüþ) bakýmýndan. En eliaçýk ve en güzel kokulusuydu insanlýðýn. Muaþerette en üstün, Allah'tan korkmada Ýse en þiddetli... Asla kendi nefsi için kýzmaz, intikam almaz, ancak Al­lah'ýn yasaklarý ciðnenirse kýzar, kýzmasý da ancak Hak yerini bu­lunca geçerdi. O'nun ahlâký Kur'an Ýdi. Ýnsanlarýn tecavüzce en ilerisi olup, ev halkýnýn iþlerine bile yardýmcý olur, zayýflarý son derece himaye ederdi,. Haya bakýmýndan da insanlarýn en üstünüydü, de­sek yerindedir. Asla yemek ayýrmaz; iþtahý varsa yer, yoksa býrakýr­dý. Hiçbir zaman yaslanýp ya da bir masaya oturup yemek yeme­miþtir. Yiyeceklerden tatlýlarý ve özellikle balý çok sever, debbeki (kabak yemeðini) aþýrý severdi. Öyle olurdu ki; bir ay, iki ay evinde ateþ yanmaz, yemek piþmezdv... Hediyye kabul eder, sadaka yemez­di. Ayaðýna sandalet giyer, elbisesini yamalar, hastalarý ziyaret eder. O'nu, ister fakir, ister zengin kim da'vet ederse, da'vete icabet eder­di. Yataðý, iç hurma lifi dolu bir deri minderdi ...Hâsýlý dünya me-tâmdan erzak ve malzemesi son derece tiz idi. Allah O'na yeryü­zünün tüm hazinelerinin anahtarýný vermiþken O, bunlarýn yerine âhirettekini tercih etti... O, sürekli düþünür ve zikirle meþgul olur­du. Gülmesi hep tebessüm halinde görülürdü. Mizah bile yaptýðý ol­sa hep olaný, gerçeði söylerdi (uydurma, asýlsýz deðil). Ashâbýyla ül­fet eder, iyilik yapan herkese iyilikte bulunur ve her birinin iþine yar­dýmcý olurdu.

Sahîh-i Buhâri'de, Enes Ýbn Mâlik'ten nakledildiðine göre O, þöyle demiþtir: «Resûlullah (s.a.v.)'m elinden daha yumuþak ne ipek, ne atlas benim elime deðmedi. O'nun kokusundan daha hoþ bir ko­ku da koklamadým. Ben O'na on yýl hizmet ettim. Ama bana asla: Öff» demedi, yaptýðým hiçbir iþe niçin böyle yaptýn, yapmadýðýma da niçin böyle yapmadýn, diye azarladýðýný duymadým.»

Bilelim ki, O'nun mescidini ve kabrini ziyaret, Allah'a en yakýn olma hallerindendir. Bunun üzerinde ise, bütün devirlerde, bütün Ýslâm ulemasý ittifak etmiþtir, tht.lâf eden olmamýþtýr, tâ günümü­ze kadar, Ýbn Teymiye hariç (Allah onu afvetsin). O'na göre Re-sûlullah (s.a.v.)'ýn kabrini ziyaret meþru deðildir. Halbuki, ona rað­men müslümanlarýn ittifak ettiði bin sürü delil var-.

a) Genel anlamda kabir ziyareti meþru ve hoþlanýlan birþeydir. Nitekim,   hepsi   bir  yana,   yukarýda  naklettiðimiz   gibi  Resûlullah (s.a.v.) âdeta her gece Baki1  kabristanýna gider ve orada yatanlara selâm verip maðfiret dilerdi... Sahihte böylece sabit olmuþtur. Bu­nun tafsilâtýna dair hadisler çoktur. Eh, Resûlullah'ýn kabri de umu­ma dahil olduðuna göre, onun hükmü de kendiliðinden anlaþýlýr.

b) Resûlullah (s.a.v.)'m kabrini ziyaret hususunda Sahabe, Tâbiîn ve onlardan sonraki dönemlerde ulemanýn icma'ý sabit olmuþ­tur. Hattâ, O'nun Ravza-i Þerifinden her geçiþte O'na selâm veril­mesi gerektiðine dair hadîsleri de bütün seçkin Ýslâm ulemasýnýn ara­sýnda bizzat îbn Teymiye de nakletmiþtir.

c) Sahabelerin de, Resûlullah (s.a.v.)'ýn kabrini sýk sýk ziyaret etmekte olduklarý sabittir. Ceyyid isnat ile Îbn Asâkir'in nakline gö­re Bilâl (r.a.) bu ziyaretçilerden biridir. Mâlik'in Muvatta'ýndaki nak­line göre de, îbn Ömer, Ahmed'in nakline göre de Ebû Eyyub sýk ziyaret edenlerden olup, hiçbir kimse de çýkýp onlara mâni olama­mýþ, ya da kötü görüp ayýklamamýþtýr.

d) Ahmed  (r.a)'in sahih senedle, nakline göre Muâz îbn Ce-bel'i Yemen'e gönderirken, vedâlaþýyor ve þöyle diyordu: «Muâz! bel­ki bu yýldan sonra artýk benimle karþýlaþamazsýn. Ama muhtemel ki bu mescidime ve kabrime uðrarsýn.»   Hadîste   «Lâalle»   kelimesi geçiyor   Bu kelimenin haberine «En»  dahil olursa arz ve rica mâ­nâsý ifade eder. Bu cümlenin diziliþi apaçýk bir tavsiye ifade ediyor. O'na selâm vermesi tavsiye ediliyordu[51]. Durum böyle bir açýklýða ulaþýnca, artýk tek baþýna kalan îbn Teymiye  (r.h.)'nin iddia ettiði tarza karþý baþka bir savunmanýn yersiz ve kabri ziyaretin de meþ­ru bir amel olduðu anlaþýlýr...

Zâten Îbn Teymlye'nin bu konudaki dayanaðýnýn hepsi Resûlul-lah (s.a.v.)'ýn þu kavlidir: Ýnsanýn, ziyarete bineðini ancak þu üç mescide gitmek için hazýrlamasý uygun olur: Mescidi Haram, Be­nim Mescidim ve Mescid~i Aksa».

Yine: «Allah Yahudilere lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kab­rini mescid haline getirdiler». Ayrýca: «Kabrimi iyd (bayram) yeri edinmeyin!»

Halbuki bu üç hadis-i þerifte de, o zâtýn tek baþýna iddia etti­ði þeye bir dayanak mevcut deðil. Meselâ: «Hayvan koþturulmaz veya hazýrlanmaz...» diye baþlayan hadis: «Þu üç mescidin ziyare­ti için uzaklardan kalkýp gelmek, bunun için hazýrlanmak, baþka yerlere nazaran daha uygundur» anlamýnda kinayedir. Yâni bura-âaki özelleþtirme izafidir. Zira sahihte sab;t olan hadîse göre Resû-lullah (s.av.) Küba mescidini de her hafta, hattâ bir rivayete göre her Cumartesi günleri ziyaret ederdi. Buna bakýlýnca, O'nun bu mes-cidlerden baþkalarýný da ziyarete tahsis etmiþ olduðu kabul edilir. Ama Resûlullah (s.a.v.) orasý için at koþturmadý denemez. Çünkü böyle bir tefsire giriþilirse; o zaman bir kimsenin, bir yerden bir ye­re gitmesi eðer hayvan hazýrlayýp gidilmedlyse caiz, yok binek ha­zýrlayýp özel gidilirse, bu üç mescidin dýþýndaki yerleri ziyaret ha­ram olmasý gerekirdi. Bu tür bir mantýðý ise en zayýf akýllar bile reddeder... «Allah, yahudilere lanet etsin. Peygamberlerinin kabri­ni mescid yaptýlar», hadisine gelince, genel haliyle ziyarete delâleti yok.

Çünkü, yukarýda izahý geçtiði üzere, burada kabrin veya çevre­sinin namazgah edilmesini ayýplamaktadýr. «Mesâcid» sözü bunu an­latýr. Çünkü mescid, namaz kýlýnan yerin adýdýr. Çünkü kabri sade­ce ziyaret, onu mescid

edinme anlamýna edinmiþ olurdu. Öyle ya, O da Baki' kabristanýný her gun ziyaret ederdi.

«Kabrimi bayram yeri yapmayýn» sözüne gelince: Bu demektir ki, benim kabrimi ziyareti muayyen günlere baðlamak suretiyle; bay­ram günleri gidilen mahallere benzetmeyin. Nitekim Hafýz el-Mün-ziri de, öbür hadîs ulemasý da böyle tefsir etmiþlerdir. Ayrýca; o ma­halde, süslü püslü görünme, yýðýlýp baðýrýp çaðýrma, laubali hare­ket etme; yâni bayram þenliðine gelmiþ gibi davranmanýn nehyedil-mesini anlamak da mümkündür tabii... Ama, Resûlullah'ýn kendi kabrini, sýrf ziyaretten menetme anlamýna yormak, çok uzaktýr. Çün­kü yine «îyd»den kastý, kabri ziyaret olsa; o zamanda Resûlullah, Baki' mezarlýðýný «lyd» yâni bayram yeri kabul etmiþ olurdu. Bu te­zat nasýl anlaþýlsýn?

Þimdi, dikkat etmeliyiz. Resûlullah (s.a.v.)'m kabrini ziyaretin de birtakým usûl ve âdabý vardýr. Ve uyulmasý zaruridir. Allah sa­na, orasýný ziyareti nasibederse, önce ona doðru bir niyetle karar ver. Önce O'nun mescidini ziyarete, sonra da kabrini ziyarete niyet et. Medine'ye girerken boy abdesti al. En temiz elbiselerini giyin. Medine'ye ayak basýp O'nunla þereflendiðinde, Allah'ýn yarattýk­larýnýn en hayýrlýsý ile þereflendirdiði bir beldeye girmekte olduðuna kalben hâzýr ol. Mescide girer girmez de doðruca «Ravza»'ya yönel. Kabirle minber arasýnda iki rek'at Tehýyyetü'l-Mescid kýl. Bundan sonra «Kabr-i Þerif»'e yaklaþtýðýnda; dikkat et, öyle þamata ve teha­cümden sakýn. Bazý cahillerin yaptýðý gibi, þebekeye yapýþýp öpme, elini yüzünü sürme vs. den þiddetle sakýn. Bu, insaný harama kadar götüren b'r bid'attýr .. Aksine, kabirden mümkün mertebe uzakta dur. Önüne gelen duvarýn karþýsýnda heybetle celâl duygusuyla dur.

Ve Resûlullah'a hafif bir sesle selâm ver; «Þehadet ederim ki, Allah'­tan baþka ilâh yoktur. Þehadet ederim ki; sen Peygamberlik ödevini duyurup yerine getirdin. Ümmetine nasihatim yapýp on­larý güzel öðüt ve üstün hikmetle Allanýn nizamýna çaðýrdýn. Son ne­fesine kadar da Allah'a kulluktan geri kalmadýn. Öyleyse, sana, as­habýna, ailene; Rabbimin sevip dilediði ve razý olduðunca salât ve rahmet etsin...» de.

Sonra biraz saða kayarak kýbleye dön. Böylece yöneliþin, sýrf kabre olmamýþ olsun. Ve elini açýp kalbin Aziz ve Celîl olan Allah'­ýn korku ve ürpertisi içinde duâ et. Ama, sakýn bunu Resûlullah (s.a.v.)'a karþý edebsizlik de sanma. Sanma ki, duâ kabre yönelerek yapýlmalýdýr. Hayýr! Duâ Allah (c.c.)'a bir hitaptýr. O'na hitabta ise ikinci birþeyin iþtiraki asla caiz olmaz. Ve Allahü Teâlâ'ya duada dönülecek en hayýrlý yön ise Kýble'dir. Sen sakýn, birtakým câhil ve bid'atçýlardan gördüðün þeylere itibar etme. Ve duana þöyle baþla:

«Ya Rab! Sen buyurdun, buyruðun haktýr: «O nefsine zulmeden­ler sana gelip de Allahtan af dileselerdi, Resul de onlara af dilerdi ve Allah'ýn ne kadar da tevbeleri kabul ettiðini göreceklerdi.»

îþte ben de sana geldim, tevbe ediyorum. Günahlarýmdan istið­far edip, Resulünden de þefaat diliyorum, senin nezdinde!. Ve yâ Rabbi, saðlýðýnda O'nun kendisine maðfiret ettiðin gibi, bana maðfi­ret etmeni bekliyorum...

Bundan sonra da, artýk, din ve dünyan için, din kardeþlerin ve yakýnlarýn için istediðin kadar çok duâ et.

Ey kardeþim! Bu duada bana da bir hisse ayýrmayý unutma sa­kýn. Ve de ki; yâ Rab! Öncekileri ve sonrakileri, o muhakkak ola­cak mahþer gününde topladýðýnda; þu fakir günahkâr kulun, «M. Said Molla Ramazan oðlunun» da günahlarýný en uygun þekilde ört. Ve baðýþladýðýn kullarýnýn arasýnda onu da ni'met ve bereketinin hi­mayesine dahil et. Onu da, Resulün K^uhammed aleyhisselâm'ýn Hav-zý kenarýnda o þerbetten takdim edilenlerden eyle. O, yüzünde neþ'e ve tebessüm, Havzýnýn kenarýnda; hayat daðýtmak için, ashabým, ta­nýmadýðý tüm ümmetini, kendisini iþtiyakla sevenleri beklediði gün­de!.. Onu kovulan ve mahrum býrakýlanlara katma.

Bu senin için bir ahd olsun kardeþim. Hangi halde olursan ol, bu kitabý bitirdiðinde, Allah'tan bu kardeþin için taleb edeceðin bir ahd. Ve bil ki; bir kardeþine gýyabýnda duadan daha hâlis ve samimt-si olamaz. Sakýn beni unutma!..

Ben ise, Allah'a bu kitabý bitirirken tevfik ve hidâyetinden ötü­rü sonsuz þükür ve hamdimi arz ediyorum. Ayný zamanda sevgilisi Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nýn sünnetinden bana en güzel nasibi ihsan etmesini yalvara yakara istiyorum. Gönlümü O'nun sevgisiyle doldurmasýný, bizi de O'nun sancaðý altýnda toplamasýný diliyorum. Ve her müslüman kardeþim için de týpký bunlarý niyaz ediyorum.

Ve nihayet, O yüceler yücesi dergâhtan benim þu kitabý yazar­ken, farkýna varmadan düþtüðüm hatâlarý hoþ görmesini, sâdýr olan yanlýþ ve kusurlarý baðýþlayýp; sarfettiðim gayret ve doðru niyetten ötürü bu kitabý bana þefaat belgesi kýlmasýný temenni ediyorum.

Salât ü selâm, her türlü ihtiram; o Ürarai Nebimize, O'nun âl ü ashâb ü etbâýna olsun.

Dâva ve duamýzýn baþý ve sonu: «ElhamHü Hllâhi RabbÝ'l âlemin'dir. [52]

 
Fýkhu’s-Siyre Ýçin Basýnda Yazýlanlar
 

«Fýkhu’s-Siyre»
 

Çiçek bahçemizde yeni hârika bir gül daha açtý! Her açan yeni gü­le selâm olsun. Rengiyle, kokusuyla gönül ve gözlerimize ziyafet çeken rengârenk güller, siz ne güzelsiniz! Tüm çiçekler güzel ama yediveren gülleri daha bir baþkadýr. Bazý güller vardýr kokusu, rengi ve formuyla di­ðerlerinden daha gözalýcýdýr! Böylesi güllere «Sultanî Gül» derler. Gülü sevenlere, bahçevan hep bu gülü göstererek: «Hârika deðil mi?» diye sorar bazen. Eðer siz gülden anlýyorsanýz, hele hele tutkunsanýz, o gülü övecek kelime bulmakta zorluk çekersiniz! Binbir emek çekilerek yetiþ­tirilen böylesi nadide bir gülü yetiþtiren bahçevana içinizde ancak bir minnet, bir sevgi duyarsýnýz.

Diðer adýyla «Peygamberimiz (s.a.v.)'in uygulamasýyla Ýslâm» eserini ölime alýr almaz; böyle bir duygu »ardý içimi. Eskilerin deyimiyle «Zarf ve Mazruf» bir aradadýr. Yalnýz cildi güzel, baskýsý güzel deðil «Ýçerik» muhteva bakýmýndan güzel! Aslolan da bu deðil mi? Okuyucuya verdiði mesai nisbetinde deðer kazanýr bir kitab! Kitab vardýr uyutur, kitab var­dýr uyandýrýr. Sizi uyandýran bir kitabý okudukça, yazarýn düþünce kapa­sitesi sizi etkilemeye baþlar, okurken O'na saygý ve sevgi duyarak okur­sunuz. Hele bir kitabýn nasýl bir doðum sancýsý Ýçinde meydana geldiðini biraz biliyorsanýz, bu saygýnýz minnete dönüþür!

Tarihimizin içinden süzülüp gelen saygt deðer âlimlerimizin özgün te'liflerini okurken hep bu duyguyla okumuþuzdur. Ondört asýrlýk bir za­man içinde eserleriyle haklý bir üne kavuþan ve müslümanlarýn gönlüne taht kuran kaç âlimimiz var? Her asýrca on veya onbeþ kadar deðil mi? Belki bazýlarýnýn deðerleri öldükten sonra anlaþýlmýþ olur. Yeni gelen âlime bazý kýsýr yetenekliler yer açmak istemezler; dudak bükerler, istihfaf eder­ler. Köþeleri tutanlarýn her devirde âdetleri böyledir! Ama, yeni gelenin bileði güçlüyse, bu yeri kendi bileðinin gücüyle açmasýný bilir. Dr. Said Ramazan el-Bûtî Hocamýz da bu bileði, yâni kalemi güçlü olanlardan... Ne için yazdýðýný bilenlerden! Zamanýn sýrrýný kavrayan, zamaný yaþayan soylu bir âlimimiz! Onu, bize bu eseri tercüme ederek kazandýran Ali NAR Hocamýz daha iyi tarif ediyor.

«Üstad M.S. Ramazan, bütün vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede 'intiþar eden çeþitli gazete ve özellikle ilmî dergilerde, ilmî, fikrî ve edebî yazýlar neþretmekteydi. Yine çeþitli seviyede, halka ve gençliðe hitaben konferanslar vererek, camilerde geniþ çaplý sohbet düzenleyerek -halký irþad ediyor, kültür ve inanç yönünden genç müslümanlan eðiti­yordu... Dersleri, sohbet ve konferanslarý da umumiyetle yazdýðý ilmî eser­lere istinad ediyordu. Yâni þu sunduðumuz «Fýkhu's-Siyre Ýle itikadý ko­nulan ele alan «Kübrâ'l-Yekiniyât» kitablarýndaki konularý izah ve yorum­larý çevresinde, müslüman halkýn din ve dünya ufkunu aydýnlatmaða uð­raþýyordu.»

Öte yandan tabiî, ilmî, fikrî ve edebî olmak üzere yeni eserler ver­meye halen devam etmektedir... Eserlerinde ele aldýðý baþlýca konular, Fýkýh, Usûl-i Fýkýh, Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat... Yirmi beþten faz­la eserinden bazýlarýna birer cümleyle iþaret ediyoruz» diyor.

Üstadýn kýsa biyografisini ve verdiði te'lif eserleri okuyunca geçmiþ­teki âlimlerimizi anýmsýyoruz. Kesintiye uðrayan bir devirden sonra, ye­niden diriliþimizin öncülerini selâmlýyorsunuz. Þimdikilerin birçoðu ancak bir tek ilim dalýnda uzman olabitiyorlar. Bu devirde bu bile kolay deðil iken, üstadýn bu kadar ilim dalýnda mütehassýs olmasý, ilmî ve fikrî kariye­ri hakkýnda, dahasý bir «Dâva adamý» olmasý hakkýnda yeterli bir fikir ve­riyor bize... Onun için: Bir pýnar bulmuþuz, isitifade etmesini bilelim di­yoruz

AH NAR kardeþimizle birlikte bu kýymetli esere emeði gecen Orhan AKTEPE kardeþimizi ve GONCA yayýnevi sahiplerini bize böylesi özgün eserler kazandýrmalarý duâ ve temennisiyle tebrik ediyor, «Esselâmü Aley-küm ve Rahmetullahi ve Berekâtühû» diyoruz.

Mustafa ARAFATOÐLU[53]

 

Fýkhu's-Siyre Ve Ali Nar
 

«Batt'ntn ilimde ilerlediði gibi onlar da ilerlemiþ olacak­lar, kalkýnpýa ve teknolojide onlarýn seviyesine çýkmýþ ola­caklar...»   Dr. M. S. R. el-BÛTÎ

 

Rkhu's-Siyre müellifi muhterem Dr. M. S. Ramazan el-Bûtî'yi þahsen tanýyabilmiþ deðilim. Talih; her zaman ve her konuda gülmüyor insana...

Vesile-i tesellidir ki bu ilim adamýný «Fýkhu's-Styre» isimli eserinin tercümesiyle; gýyaben de olsa tanýma fýrsatýný bulmuþ olduk.

«Beyânü'l-Lisân ayniyle insan» fehvasýnca; «Fýkhu's-Siyre» eserini tet­kik imkâný bize; muhterem müþârün-ileyhi tanýma imkânýný da birlikte ge­tirmiþ oldu.

Gerçekten de Dr. el-Bûti; «Fýkhu's-Siyre» isimli eseriyle hem târihe, hem fýkha ve binnetice de «Ýslâms'a büyük hizmet vermiþ bulunmakta­dýr.. Mütevâzi ifadelen bir yana, bu bâbda «Yeni Bir Ekolsün çýðýrýný aç­mýþtýr. Hiç þübhesiz: «...güzel çýðýr açanlar için ecirler vardýr» sünne-tindeki müjdenin muhatablarýndan da olmuþtur.

Fi'l-vâki; Ýslâm tarihi yazýlmýþ, bu konuda Ýyi veya kötü niyyetll Ýn­sanlar kalem sallayýp mürekkep de harcamýþtýr. Kötü niyyetlerl kendi niy-yetlerinin âkýbetleriyle kendilerini baþbaþa býrakarak, iyi niyyetlerinin hiz­metlerine bakýldýkta görülür ki. Ýslâm âleminin tarihî seyr içerisindeki ge­liþmesi, duraklamasý, gerilemesi birtakým hâdiselerin eseridir. Deðerlen­dirilmesi ve ders alýnmasý gereken sayýsýz olaylar cereyan etmiþ; farklý yapýlar, farklý etkiler, hâdiselere de farklý istikamet vermiþtir.

Esasen genel mânâda «târihî geliþme» hep böyle görünegelmiþtir. Ta­rihçi; «Vaka-nüvis» olmaktan öteye geçememiþtir. Okurlar» da bazý isim­leri ve belli tarihleri hafýzasýnýn gücü nisbetinde öðrenip ezberlemekten öteye gidememiþtir. Genelde «iþte târih budur» denilebilir.

Ýlim erbabýnca «Fýkýh» konusu da Ýhmal edilmiþ deðildir Bu husus­ta da; yine «mahzâ Ýslâm'a hizmetsin dýþýnda hiçbir emeli olmayan kalem erbabý bulunduðu gibi, islâm'ý gerçek hüviyetinden ve amelî yaþantýsýndan saptýrmak isteyenler de olmuþtur. Bilhassa; kendilerini «müceddid» zanneden ukalâlar, «müctehid» vehmeden akl-ý evveller; «nâs» ile «man­týk» arasýnda mukayeseye cesaret gösteren pervasýzlar, «asrîlik» illetine mübtelâ illetliler çýkmýþtýr. Bunlarý niyyetleri ve amellerinin akýbetiyle baþ-baþa býrakalým.

Dr. el-BûtÝ bu eserinde; «Fýkýh» ile «Siyer»'i birlikte, yaþantýlar ve olay­lar halinde takdim etmektedir ki; mutalar (veriler) ve kaynak hükümler birbirini te'yid ve takviye etmektedir.

«Dersler, Ýbretler, tahliller...» bölümleri ile ise; târihe mâl olmuþ, geç­miþ ile yaþanmaya hazýr gelecek arasýnda akýllý ve faydalý, hattâ zarurî bir köprü kurulmak istenmiþtir.

Ýþte çarpýcý bir örnek: «...Bu kafalar, Batý hayranlýðýnýn etkisi altýn­da müslümanlann Avrupalýlar gibi kalkýnmalarýnýn tek yolu, Avrupalýlarýn hristýyanlýðý anladýklarý gibi onlarýn da müslümanlýðý öyle anlamalarý, Ýs­lâm'ýn gaybî hakikatlarýný maddî ilimlerin buluþmalarýyta izah etmeleri, Ýl­min tesbit edemediði gayba inanmamalarý... vehmine kapýldýlar. Bundan dolayý da bu ekolün ileri gelenleri Din'de reform fikrini ortaya attýlar. Hal­buki Ýslâm Dini hiçbir zaman bozulmadý ki, reforma veya reformcuya fhti-yaç duysun.»

Asrýmýzda; «herþeyin madde plânýnda, çok para kazanma hýrsýyle yü­rütüldüðü...» platformlarda, «te'lif-tercüme» eserlerin seçimi gerçekten ko­lay deðildir.

Müellifin «24 ayar» olmasý yetmiyor. Bizim gibi .konuyu asýl kaynak eserden deðil de tercümesinden takib etmek zorunda kalanlar için «MÜ­TERCÝM» belki de birinci derecede önemlidir.

Bu eserin mütercimlerinden Ali Narý' ilk talebelik yýllarýndan ve çok yakýndan tanýdýðým içindir ki her halde; esere olan güvenim daha da art­mýþtýr.

Devir artýk «Ýlm'-i Hâl» devri deðildir. Her müslüman biraz daha Ýle­rilerini, Isla mî konularýn stratejik yanlarýný da öðrenmek zorundadýr. Çün­kü hasýmlar senelerden beri o gayrettedir.

«FIKHU'S-SÝYRE» isimli eseri tavsiye etmek hem hizmet, hem de ma­nevî zevktir. Emeði geçenlere «TEÞEKKÜR» ise borcumuzdur.

Yasin HATÝBOÐLU[54]


[39] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 514.

[40] Bidâye ve Nihâye; 7/234.

[41] Bidâye ve Nihâye: 7/235 ve Fethül-Bâri - Ýbn-i Hâcer: 13/46.

[42] Bidâye ve Nihâye: 7/239.

[43] Taberi Tarihi: 4/506 - Bidâye ve Nlhâye: 7/240.

[44] Bidâye ve Nlhâye: 7/241.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 514-517.

[45] Bldâye ve Nihâne: 7/254.

[46] Bldâye ve Nihâye; 7/260.

[47] BÝdâye ve Nihâye'den özetlendi: 7/282-284.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 517-520.

[48] Yâni, ta baþta Hakem olayýna Ýtiraz etmekle, ne Ali, ne Muaviye tarafý olma. yanlar.  (Müt.)

[49] Taberi Tarihi: 5/133; Bidâye ve Nihâye: 7/285 ve devamý.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 520-521.

[50] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 522-524.

[51] Burada, ayrýca Resûlullah'tan vârid olmuþ bir grup hadîsi var, kabrini ziya­retin fazileti hakkýnda. Ancak çoðu zaaftan hâli deðil. Ama her birinin kuv­vet derecesi var. Ancak biz, bunca delilin, Ýbn Teymiye'nin görüþünü þâz bir duruma getirmeye yeteceðini gördüðümüzden artýk, onlarýn tahlil, tenkid ve Ýsbatýyla uðraþmayý yersiz bulduk.

[52] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 525-530.

[53] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 531-532.

[54] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 533-534.


radyobeyan