Sosyal devlet mefhumu By: hafýz_32 Date: 02 Ekim 2010, 12:44:01
Yedinci Bölüm
SOSYAL DEVLET MEFHUMU VE ÝÇTÝMAÎ GÜVENLÝK HARCAMALARI I. Sosyal Devlet Mefhumu A- Devlet Anlayýþý Devlet, tahsil ettiði vergilerle halka hizmet ve yardým götürmek zorundadýr. Bunun için de devletin kapýsý, ona ihtiyaç duyanlar için her an açýk bulundurulacak ve devlet hiçbir zaman kapalý kapýlar arkasýnda saklanmýþ bir güç olmýyacaktýr. Bu hususta Hz. Peygamber'in devlet baþkanlarýna yaptýðý uyarý þudur;
«Kapýsýný ihtiyacý olan ve yoksul bulunanlara kapatan devlet baþkanlarýna muhakkak Allah da göklerin kapýlarýný kapatýr.»[547]
O, diðer bir sözlerinde de; devlet görevi üstlenenlerin, kapýlarýný, ihtiyaç ve yokluk içinde olanlara, fakirlere açtýklarý takdirde Allah'ýn da, kendilerinin ihtiyaçlarý olduðu zaman onlara göklerin kapýlarýný açacaðým, aksi davrandýklarý takdirde de onlara, böyle zamanlarda Allah'ýn göklerin kapýsýný kapatacaðýný söyler.[548] Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bu sözlerinden anlaþýlan þudur ki; halka hizmet götürmiyen ve milletini toplumsal güvenliðe kavuþturmamýþ olan idareciler, felaketli zamanlarda halkýn desteðini bulamazlar. Gene onun ifadesine göre; mü'minlerden bir sýkýntýyý giderenin kýyamet günü sýkýntýsý giderilecektir.[549]
Hz.Peygamber'e göre; devlet görevi bir emanettir ve bu göreve helal yoldan ve hak ederek gelmiyen ve üstlendikleri idarî görevleri yerine getirmiyenler için bu makam kýyamet günü, ancak bir piþmanlýk olacaktýr.[550] Devlet baþkanlýðý ve diðer devlet görevleri, helal yollardan ve hak ederek elde edilebilir. Hz. Peygamber'in devletinde ve onun þekillendirdiði toplumda herkesin kademe kademe sorumluluðu vardýr. Devlet baþkanlarý helal yoldan ve hak ederek yani meþru þekilde bu göreve gelseler bile gene de mesuliyetten kurtulamazlar. O, bu mevzuda þöyle buyurur:
«Hepiniz çobansýnýz ve idareniz altýndakilerden sorumlusunuz. Ýnsanlarýn idaresini üzerine alan devlet baþkaný, onlarýn çobanýdýr ve idare ettiklerinden sorumludur.»[551]
Devleti idare edenler, halký, Allah'a isyan teþkil eden ve tesbit edilen hukuka aykýrý iþlere zorlýyamazlar. Böyle bir durumda onlara itaat edilemez ve onlar bu haklarýný kaydederler. Hz. Muhammed (s.a.v.) Buharî'nin kaydettiði hadislerinde bu mevzuda þöyle diyorlar:
«Günah (olan iþ) ile emredilmedikçe dinlemek ve itaat etmek bir görevdir. Günah (olan bir iþ) emredilince^ dinlemek ve itaat yoktur.»[552]
Serahsý ise onun þu sözünü nakleder: «Allah'a günah teþkil eden bir mevzuda yaratýlana itaat yoktur.»[553] Allah'a, Peygamberine ve halkýn kendisinden olan emir sahipleri (:ulîl-emr) ne itaat Allah emridir.[554] Devleti yönetenlerin, Allah ve Peygamberine ita-atlarý kalmadýðý zaman artýk halkýn onlara itaat etmemesi gerekir. Devleti idare edenler, hukukun üstünde olamazlar. Onlarýn kanunlar karþýsýnda herhangi alelade bir vatandaþtan farklarý bulunmaz. Kur'an'da herkesin âdil olmasý istenilir. Giriþ bölümünde ele alýndýðý üzere Peygamberler ve devlet baþkaný olanlar da âdil olmak zorundadýrlar. Resûlullah'm ifadesine göre; âdil olan baþkanlar, Öteki hayatta en yüksek makama eriþirlerken zulme sapanlar, Allah'tan çok uzak ve onun en çok kýzdýðý kimseler olacaklar,[555] halký idare ve koruma vazifesini üstlenenler (din ve dünya iþlerinin iyiye kavuþturulmasý hususunda) ona hiyanet ettiklerinde kendilerine cennet haram edilecektir.[556] idare meþruiyetini koruduðu sürece halkýn ona itaat ve yardýmý farzdýr.
Maverdî ve Ferrâ'nm ifade ettikleri gibi; «devlet baþkaný ümmetin hukukunu yerine getirdiði ve Allah'ýn (yaptýklarý iþlere ve iþledikleri suçlara göre) leh ve aleyhlerinde ki kanunlarýný uyguladýðý sürece halkýn ona itaatta bulunmasý ve yardým etmesi vaciptir.»[557] Bu durumda baþkana karþý çýkýlamaz ve onun irade ve rýzasýna muhalefet suç olur. Artýk devlet baþkanýnýn hakkýmýzda uygun görmediklerini talep edemeyiz ki bu mevzuda da Hz. Peygamber þöyle derler: «Kiþi için ancak devlet baþkanýnýn razý olduðu þeyler vardýr»[558] Buna göre sosyal güvenlik tahsisatlarýndan devletin uygun görmediði miktarlarda paylar talep edilemez.
Hz. Peygamber Yemen'deki valilerinden olan Amr b. Hazm'a gönderdiði yazýsýnda ona þöyle diyordu:
«Muhakkakki Allah, idarecileri zayýflar için bir yardýmcý, güçlüler için de bir engelleyici olarak tayin etmiþtir. Onlar, güçlü-yü zulümden alýkoy arlarken güçsüze de hak üzere yardým ederler»[559]
Þu kadar varki Hz. Peygamber'e göre devlet, hiçbir zaman sadece zayýflarýn ve yoksullarýn devleti deðildir. O, Yemen ve bu bölgede yaþýyan Hýmyer halklarýna gönderdiði yazýlarda; kendisinin hem zenginlerin ve hem de fakirlerin mevlâsý yani koruyucusu olduðunu bildirmiþlerdi.[560] Böylece devlet hizmetlerinden toplumun her kesimi faydalanacaktýr. Toplum, barýþ ve güvenliðe hep birden ve bütün kesimleriyle girmelidir. Huzur ve esenlik bir tektir. Kur'an'da bu mevzuda þu emir yer almýþtýr:
«Ey iman edenler! Sulh ve selamete hep birden giriniz.»[561]
Resûlullah'm valisine yazdýðý bir yazýsýnda ifade edildiði üzere; vergi, Allah'ýn koyduðu kanunlara göre alýnýp Onun emrettiði biçimde harcanacaktýr.[562] Bu devlet görüþü içinde, vergiye bakýþ tarzý da tamamiyle deðiþmiþtir ki bu husus az sonra ele alýnacaktýr. [563]
B- Devlet Baþkanlarýnýn Devlet Gelirleri Karþýsýndaki Durumu
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kadar kýrallar, vergiyi halk adýna deðil kendi adlarýna toplamýþlardýr. Hz. Muhammed ise bu alanda ilk defa bir yenilik yaptý ve "halktan vergiyi gene halk için toplama" esasýný getirdi ve hatta müslümanlardan toplanan gelirlerin hem kendisine, aile fertlerine ve hem de akrabalanna haram olduðunu, ilan etti. Gerek mecburî vergilerden ve gerekse fakirlere verilmesi gereken nafile sadakalardan[564] Hz. Peygamber hiçbir þekilde faydalanmýyor ancak hediye kabul ediyordu. Hicret sýrasýnda, daha Medine'ye varmadan Küba köyündeyken Iran asýllý Selman el-Farisî'nin ona sadaka takdim etmesi sýrasýnda biz Resûlullah'm sadaka kabul etmediðini görüyoruz.[565]
Hz. Peygamber'in akrabalarý, zekat gelirlerinden faydalanmak için muhtelif zamanlarda ona müracaat etmiþler ve her defasýnda Resûlullah onlara:
«Muhakkak ki bu zekât, insanlarýn (mallarýnýn) kiridir. O, ne Muhammed'in kendisine ve ne de onun ailesine helaldir»[566] diyordu. Çok sayýda kaynaðýn bildirdiðine göre, torunu Hasan, zekât geliri hurmadan yemek için aðzýna attýðýnda Resûlullah ona; «Býrak, býrak! Bilmiyor musun, biz zekâttan yiyemeyiz» demiþtir.[567] Bir baþka zamanda da zekât geliri hurmayý adý geçen torunu yutmak üzereyken Hz. Peygamber, ayný gerekçeye dayanarak parmaðý ile onu aðzýndan çýkarmýþtý.[568] Bu hususta çok titiz davranan Resûlullah vergilerin kendisi için deðil de yoksullar için toplandýðýný, bir yazýyla vilayetlere de bildiriyordu. Onun Yemen halkýna gönderdiði yazýsý þöyledir:
«Muhakkakki Allah'ýn Resulü, hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin mevlâsý (koruyucusu) dýr. Zekât, ne Muhammed'in kendisine ve ne de onun aile efradýna helaldir. Mallarýnýzýn temizlenmek gayesiyle vereceðiniz zekâtý ancak müslümanlarýn fakirleri içindir.»[569]
Onun akrabalarýndan gerek Hâþim ve gerekse Muttalib oðullarýndan olanlar hiçbir surette zekât gelirlerinden faydalanamazlardý.[570]
Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisinin, toplanan vergilerin sahibi deðil ancak onlarý, devlet ve halk adýna koruyan bir haznedar olduðunu da ilan ediyordu. Haznedarýn nasýlki baktýðý mallarda herhangi bir hakký yoktu, ayný þekilde Hz. Peygamberin de toplanan gelirlerde bir hakký bulunmamaktaydý. Bu durumunu açýklayan Resûlullah, Müslim'in rivayet ettiði sözlerinde þöyle diyordu:
«Ben ancak bir haznedarým. Her kime kendimden gönül hoþluðu ile verirsem o mal bu kimse için bereketlendirilir. Her kime de istemesinden ve harisliðinden dolayý verirsem, o hýrslý kimse daima yiyen ve asla doymýyan bir obur gibidir.»[571]
Devlet gelirleri üzerinde herhangi bir hakký bulunmayýp onlarý dilediði þeklide de harcýyamýyacaðýný ancak Allah'ýn Kur'an'da gösterdiði kanunlarýna uygun harcamada bulunabileceðini açýklarken de Resûlullah þöyle demekteydi:
«Ben (kendiliðimden) size ne birþey veririm ve ne de sizi bir þeyden mahrum býrakýrým. Ben ancak bir haznedarým, sadece em-redildiðim yerlere harcarým.»[572]
Buharý, ganimet gelirlerinin sarf ve taksiminin Hz. Peygambere verilen bir vazife olduðunu ifade ederken onun; «Ben ancak bir taksim edici (:kasim) ve ancak bir haznedar (:hâzin)ým, veren ise Allah'dýr» dediðini nakleder.[573] Hz. Peygamberin kendisi için, bölüþtürüp daðýtan manasýna gelen "kasim" terimini kullandýðý da çok olmuþtur. Resûlullah gerek Allah'tan aldýðý ilmi ve gerekse halktan topladýðý vergileri, hiçbir þey gizlemeden halka aktarmýþ ve sarfta bulunmuþtur. O, her ikisini de halka aktarma zorunluluðunu ortaya koyarken kendisi için "hâzin" ve çok kere de "kasim" terimini veya her ikisini beraber kullanmýþtýr. Hz. Peygamber, yukarda Buharý hadisinde görüldüðü gibi hem bir hâzin ve hem de bir kasim'dir. Pek çok hadis kaynaklarý onun «Ben ancak bir ka-sim (-.bölüþtürüp daðýtan) im» sözlerine yer verirler.[574]
Baþlangýçta Hz. Peygamber, zekat gelirlerini kendi görüþüne göre sarfetmekteydi. Bazý münafýklar onun bu gelirleri harcama ve daðýtým þeklini beðenmiyerek ona dil uzatýyorlardý. Kur'an, münafýklarýn bu durumuna temas etti ve müteakip bir ayetle de bu gelirlerin sarf yerleriyle ilgili esaslar getirdi.[575] Müslümanlardan tahsil edilen gelirleri arzusuna göre harcama selahiyetinin Allah tarafýndan alýnýp bu husustaki hukukun bizzat Allah tarafýndan tesbit edildiðini, biz Hz. Peygamber'in kendisinden de öðreniyoruz.[576] Gelirler bundan böyle Kur'an'dabelirlenen hukuka uygun olarak harcanýp daðýtýlacak ve hiç kimsenin de buna muhalif bir talebi olmýyacaktýr. Bir defasýnda vergi memurlarýndan birinin zekat gelirlerinden bazý þeyler istemesine çok kýzan Hz. Peygamber oradakilere; «Bana ve kendisine uygun olmýyan þeyi benden istiyor» demiþti.[577] Peygamberliðinden ayrý olarak devlet baþkaný olma sýfatiyle Resûlullah, gelen hukuka herkesin uyacaðýný kesin bir dille ifade ediyorlardý.
Hz. Peygamber'in ganimet ve feyJ gelirlerinde de Allah tarafýndan tayin edilen haklarýndan baþka herhangi keyfî bir hakký bulunmamaktaydý. Mekke'nin fethini müteakip yapýlan Huneyn muharebesinde ele geçen ganimetlerin taksimini ýsrarla istiyen-lere karþý Resûlullah eline bir deve tüyü alarak oradakilere þöyle demiþti:
«Allah'ýn size verdiði fey' gelirlerinden bana humus (115) müstesna þu kadarý bile helal deðildir. O humus da yine size (menfaat getirecek iþlere) harcanacaktýr.»[578]
Nitekim biz Hz. Peygamber'in kendisinin ve ailesinin nafakasýndan artaný daima amme menfaatma harcanmak üzere devlet hazinesine aktardýðýný daha önce görmüþtük. Resûlullah'm devlet anlayýþý, malî hukuk ve bütçce mevzuunda getirdiði bu yeni görüþ ve uygulamaya çaðýmýzda bile pek çok devlet daha henüz eriþememiþ bulunuyor. [579]
II. Toplumsal Güvenlik Harcamalarý
A- Toplumsal Güvenlikle Güdülen Gaye Ve Bunun Önemi
1- Toplumsal Güvenliðin Gayesi
Kur'an1 da açýk bir þekilde ifade edildiðine göre; kâinatta her-þey insanýn faydalanmasý için yaratýlmýþtýr.[580] insan, bu yaratýlan nimetlerden âdil Ölçüler içinde kendine düþen payý almalýdýr. Ýnsanlarýn alacaklarý paylar kanunlarla tayin edileceði gibi kiþilerin karþýlýklý rýza ve anlaþmalarýyla da tayin edilir. însan maddî ve manevî ihtiyaçlarý olan bir varlýktýr. Bu ihtiyaçlarýn giderilmesi onun geliþimine ve mutluluðuna yol açar. insanýn etrafýnda, onu rahatsýz eden pek çok tehlikeler vardýr, insanýn huzurlu yaþý-yabilmesi için tehlikelerden uzak olmasý ve onlara karþý güvenli bulunmasý gerekir, insan açlýktan ve her çeþit korkudan emin olmak ister ki Kur'an, bunlara karþý güven içinde olan toplumlarýn bu iyi durumlarýna dikkatimizi çekmektedir.[581]
2- Refahý Yaygýnlaþtýrma Ve Gelirin Azalan Faydasýný Çoðaltma
islâm'da belli miktarlarý aþan servetin, üst birimlerinden, zenginleri ürkütücü olmýyan ve belli bir nisbette vergi alýnarak bunun önemli bir kýsmý muhtaçlara aktarýlmaktadýr. Zenginden alman bu miktara fakirin zarurî ve hayatî ihtiyacý varken, zenginin ona ihtiyacý son derece zayýftýr. Nitekim Kur'an'da, zenginlerden, servetlerinin ihtiyaçlarý kalmadýðý fazla kýsýmlarýný vermeleri istenilerek þöyle denilmektedir; «Sana hangi þeyi vereceklerini sorarlar. De ki; ihtiyacýnýzdan artaný, verin»[582]
Hz. Peygamber de çeþitli il ve kabilelere gönderdiði yazýlarýnda, zenginlerin mallarýndaki fazla kýsýmlarýn alýnýp fakirlere daðýtýlacaðýný, duyurmuþtu. Meselâ, o, Bahreyn'e âmil (:vali-defter-dar) tayin ettiði Abdu'l-Kays'a gönderdiði bir yazýsýnda ona; Allah ve Resulünün bir emri olarak zenginlerin mallarýnýn fazla kýsýmlarýný alýp fakirlere vermesini, söylüyordu.[583] Bunun gibi onun, Benû Bekr'e de bir yazýsýnýn gittiðini ve hatta bu kabilenin, durumu tahkik için Medine'ye birisini yolladýklarýný da görmekteyiz.[584] Gerek Kur'an'da ve gerekse de Resûlullah'm ifadelerinde vergi olarak ödenecek miktara "malýn fazlalýðý" gözüyle bakýldýðý anlaþýlýyor. Hz. Peygamber; «zenginlerden alýnýp fakirlere daðýtýlacaðýný» [585] Allah'ýn bir emri olarak teblið ediyordu. [586]
B- Ferdî Servetlerde Baþkalarýnýn Hakkýnýn Doðuþu Ve Gelirlerden Âdil Pay Almak
Kur'an, mecburi vergiler için "zekat" ve sadaka" terimlerini kullandýðý gibi, "hak" terimim de kullanmýþtýr.[587] Zenginlerin servetindeki bu hak herhangi bir anlaþma (akit) neticesinde meydana gelen bir hak deðildir. Doðrudan var olan ve miktarý belli bir haktýr. Ancak olaðanüstü durumlarda olaðanüstü haklar alýnabilir ki bu tür vergilere "nevâib" denilmektedir. Hz. Peygamber fevkalade zamanlarda herkesin gýda maddesine el konulabileceðinin bir örneðini vermiþlerdir. Biz onun bir gaza sýrasýnda yiyeceklerin çok azalmasý sebebiyle askerlerin bütün erzaklarýna el koyup bir yere topladýðýný ve sonra onu herkese eþit bir þekilde bölüþtürdüðünü Buharî'den öðreniyoruz. O zamanlar askerlerin pek çoðu erzaklarýný kendi imkanlarý ile tedarik ettiðinden her askerin erzaký onun þahsî malý oluyordu. Gene Buharî'den öðrendiðimize göre, onun zamamnda böyle bir uygulamayý komutan Ubeyde b. Cerrah da yapmýþtý.[588] Hz. Peygamber, bu türlü bir uygulamanýn hazar zamanýnda da yapýlabileceðini þu sözleriyle belirtiyorlar: «Muhakkak ki Eþ'arî'ler, gazada mýhlarýný bitirirken yahut þehirde ailelerinin yiyecekleri azaldýðýnda hemen yanlarýndaki erzaký bir örtü içinde toplayýp sonra bir kap ile ölçerek eþit bir þekilde aralarýnda daðýtýrlar. Bu sebeple onlar benden, ben de onlardaným»[589] Þu kadar varki normal zamanlarda bu yola baþvurmak insanlarýn mülkiyet haklarýna tecavüz ve hüi'riyetlerini kýsýtlamak olur.[590]
C- Mecburî Toplumsal Güvence Kurumunun Ortaya Çýkýþý
Birinci bölümde görüldüðü üzere daha Mekke devrinde mü'minler yoksullarý doyurmaya, yetimlere bakmaya, yolda kalmýþlara yardýma ve köleleri hürleþtirmeðe davet edilmiþlerdi. Ancak o zamanlar Hz. Muhammed (s.a.v.) daha henüz bir devlet kurmamýþ bulunuyordu. Bu bakýmdan da mü'minler yardýmlarýný kendiliklerinden yapýyorlardý. Bir devlet olmadýðý için elbetteki o zamanlar mecburî vergilerle beslenen bir güvence kurumundan bahsedilemez.
Güvence kurumu; karþýlýklý yardýmlaþma ve-destek olma esasýna dayanan bir müessesedir. Kur'an'da, müslümanlara, iyilik ve takva üzerinde yardýmlaþma emri verilirken, [591]müslümanlarýn birbirlerinin yardýmcýlarý olduklarý da ifade edilir.[592] Güvence kurumu, bu ayetlerin getirdiði anlayýþa göre kurulan veya kurulmasý gereken bir müesesedir. Bu arada Hz. Peygamber'in; «Sizden hiç biriniz kendisi için istediðini, (din) kardeþi için de istemedikçe gerçekten iman etmiþ olmaz.» [593]) sözlerini de hatýrlatmak yerinde olur.
Mecburî güvenlik müesseselerinden olan toplumsal güvence Hz. Peygamberin Medine'de ilk devleti kurduðu zaman hazýrladýðý kurucu anayasada kendim gösterir. Bu, yeryüzünün ilk yazýlý anayasasýdýr ve burada devleti oluþturan müslim ve gayr-i müs-lim unsurlarýn hepsi yani bütün herkes toplumsal güvenceye kavuþturulmuþtur. Bugün böylesine bir uygulamaya daha henüz dünyanýn pek çok yerinde geçilememiþtir.
Güvenceleme; bir fert için dayanýlmaz aðýr malî yüklerin hafifletilmesi maksadiyle bunu mümkün olduðu kadar çok sayýda insan arasýnda taksim etme manasýna gelir. Temas edildiði gibi bu müessese islâm'da hicretin 1. yýlýnda Medine'de kurulan ilk islâm devletinin kurucu anayasa metninde yerini alacak kadar eski bir geçmiþe sahiptir. Bu ilk anayasada o gün çok önemli olan baþlýca üç hususta içtimaî güvenceye gidildiðini görmekteyiz:
1. Öldürme veya yaralama halinde ölenin ailesine verilecek olan kan diyetinin ödenmesi.
2. Harp esirlerinin kurtarýlmasý için fidye ödenmesi
3. Aðýr malî mesuliyetler altýnda buluna müslümanlarýn müþtereken bundan kurtarýlmasý
Yukardaki güvence mevzularý anayasanýn çeþitli maddelerinde ayrý ayrý geçtiði gibi 11. maddesinde (bazý kaynaklarda 12. madde);
«Mü'minler kendi aralarýnda, aðýr malî sorumluluklar altýnda bulunan hiç kimseyi bu halde býrakmýyacaklar, fidye veya kan diyeti gibi borçlarýný iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir.»
denilerek topluca zikredilmektedir. Hz. Peygamberin hazýrladýðý bu anayasanýn 3'den 12'ye kadar olan maddelerinde muhtelif kabile ve zümrelerin isimleri ayrý ayrý sýrasýyle sayýlarak bunlarýn kendi aralarýnda, adý geçen malî sorumluluklarý, ortaklaþa meydana getirecekleri bir fasýl (fon) ile karþýlýyacaklarý belirtilmektedir. Buna göre, her zümre veya kabile kendi içinde bir toplumsal güvenceye kavuþturulacak ve bunun için her zümrenin ayrý bir sandýðý olacaktýr.[594]
11. maddede diðerlerinden farklý olarak "mufrah" terimi yer almaktadýr. îbn Hiþam bu terimi; «borç veya aile fertlerinin çokluðu sebebiyle aðýr yük altýnda bulunan kimse» olarak tefsir ederken[595] Ebu Ubeyd, onu; «borç yüzünden aðýr yük altýnda bulunan kimse» diye tarif eder ve eðer bir kimse esir düþmek veya hata-en bir insan Öldürmek suretiyle fidye yahut kan diyeti ödeme mecburiyetine düþerse ona, buna göý-e yardým yapýlacaðýný, söyler.[596]
Hz. Peygamber, 9. hicrî yýlýnda Tebuk seferi sýrasýnda Cüzam kabilesi reisi Mâlik b. Ahmer ile yaptýðý antlaþmaya; «borca batmýþlara ait hisseyi Ödiyeceklerine» dair bir þart koymuþtu ki[597] bununla kurucu anayasada yer alan borçlularla ilgili güvencenin çok ileri senelerde de devam ettiðini ve bunun islâm Devletine yeni katýlan kabilelere de teþmil edildiðim öðreniyoruz. Bu antlaþmanýn yapýldýðý günlerde daha henüz zekat gelirlerinin sarf yerlerini düzenliyen ve borca batmýþ kimselere de bu gelirlerden pay ayýran Tevbe sûresi 60. ayet nazil olmamýþ bulunuyordu.
Öldürme ve yaralama hadiselerinde mahkemenin karar verdiði diyet ödemeleri de gene bu kurucu anayasa gereðince kabile veya belli zümrelerin oluþturduklarý fasýllardan ödenmekteydi. Çünki suçlunun, büyük bir yekun teþkil eden diyeti her zaman tek baþýna ödeme imkaný bulunmazdý. Fâil-i meçhul cinayetlerin diyetini ödemek de devlete veya cinayetin iþlendiði yer halkýna düþmekteydi. Eðer diyet, devlet yahut belli bir zümre veya suçlunun akrabalýk baðlarý bulunan aile çevresi (tâkýle) tarafýndan Ödenmezse bu durumda maðdur tarafýn durumu daha da kötüle-þecektir. Bu meseleye sadece suçlu açýsýndan deðil maðdur taraf açýsýndan da bakmak gerekir. Maðdur taraf suçlunun parasý yok diye bütün bütüne bir zarara itilemez. Onun en azýndan maddî maðduriyetinin el birliði ile yapýlan Ödemelerle telafisi gerekmektedir, iþte kurucu anayasa bunun için mecburî ödemeler getirmektedir. Kurucu anayasa gereðince islâm Devletinin Yahudi te-basý da ayný ödemelere iþtirak edecektir. Bu münasebetle biz Resûlullah'ýn zaman zaman onlardan diyet ödemeðe iþtirak etmelerini istediðini görüyoruz. Mesela biz onun Bi'r-i Mauna faciasýnda Amir Oðullarýndan yanlýþlýkla öldürülen iki kiþinin diyetine iþtirak etmeleri için H. 3. yýlda Yahudi kabilesi Nadir Oðullarý'na gittiðini ve orada kendisine bir suikast tertiplendiðini biliyoruz.[598] Hicretin 7. senesinden sonraki bir tarihde de Hayber bölgesinde müslüman bir tüccar fâil-i meçhul bir cinayete kurban
gitmiþti. Resûlulllah bu bölge halkýna bir yazý göndererek kan diyetinin müþtereken ödenmesi gerektiðini bildirdi ise de onlar suçsuz olduklarýna dair yemin ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber devlet bütçesinden bir Ödemede bulundu.[599]
Mekke'nin fethinden sonra H. 8. yýlda Halid b. Velid komutasýndaki bir birlik Mekke yakýnlarýndaki Cezîme kabilesine, onlarý irþad için gönderilmiþti. Yanlýþlýk eseri olarak, daha önce müslü-man olmuþ bulunan bu kabileden bazý kimseler öldürülmüþ ve mallarýna da zarar verilmiþti. Halid'e çok Öfkelenen Resûlullah, Ölenlerin kan diyetlerini ve mal zararlarým Beytülmal'den karþýladý ve bu ödemeyi yapmasý için de yüklü bir para ile Hz. Ali (r.a.)'yi bu kabileye gönderdi.[600]
Hz. Peygamberin, diyet ödeme imkaný olmýyanlar adýna, diyetleri, ilgili kabilenin zekat gelirlerinden ödediði de görülmektedir. Bir defasýnda Resûlullah, ana karnýndaki çocuðun (:cenin) düþmesine sebep olan birisini, diyet cezasýna çarptýrmýþtý. Suçlunun akrabalarý bunu ödemeðe imkanlarý olmadýðýný bildirince, diyet onun kabilesinin zekat gelirlerinden ödendi.[601] Bundan þu netice çýkýyor ki eðer suçlunun âkýlesi diyeti ödiyemiyorsa bu, zekât gelirlerinin borçlulara tahsis edilen faslýndan ödenmekteydi.
Muhammed Hamidullah'm ifadesine göre, Medine anayasasý ayrýca, þayet bir kabile tek baþýna bu mukarrer tazminatý Ödiyemi-yecek olursa bu durumda komþu veya akraba kabilenin yardýma gelmesi gerektiðini ve en sonunda merkezî hükümetin bu ödemenin yapýlmasýnda yardýmcý ve vazifeli olduðu hususunu tanzim ediyordu. Ýslâm'da merkezî hazine yahut vilayet idarelerinin mahallî hazineleri ihtiyaç duyulduðunda bu kurumlara yardým ederdi. Bir nevi güvence kurumlarý birliði olan bu düzene "me'âkýl" adý verilmektedir. [602]
D- Devlet Bütçesinden Yapýlan Toplumsal Güvenlik Harcamalarý
1- Müslümanlarýn Toplumsal Güvenliðe Kavuþturulmasý
Ýçtimaî güvenlik harcamalarý az önce gördüðümüz gibi Hz. Peygamber'in, devletini kurarken hazýrladýðý kurucu anayasa metninde de yerini almýþtý. Daha sonralarý Resûlullah'm zekât memurlarý ülkenin her tarafým dolaþýyorlar ve tahsil ettikleri gelirlerle önce görev bölgelerindeki düþük gelirlilere veya hiç bir gliri bulunmayanlara devlet adýna yardýmda ulunuyorlardý ki bu hususu biz, zekatýn baþka bölgelere naklî ve mahallinde sarfý bahislerinde teferruatlý bir incelemeðe tâbi tutmuþtuk. Merkeze nakledilen gelirlerin önemli bir kýsmýnýn düþük gelirlilere tahsis edildiði bir gerçektir. Devlet gelirlerinden yalnýz hür insanlar deðil köleler de hürriyetlerini satýn almalarý için yardým görmüþlerdir. Zekâtýn sarf yerlerini düzenliyen Tevbe sûresi 60. ayette geçen bu hüküm, getirilen yeni devlet anlayýþý içerisinde bizi þaþýrtmamak-tadýr. Her toplumda tamamiyle devlet himayesi altýna alýnmasý gereken insanlar bulunur. Yetimler, nafakasýný temin edecek kimseleri bulunmýyan yaþlýlar, sakatlar ve müzmin hastalar bunlardandýr. Biz saðlýk hizmetlerinin Resûlullah devrinde baþlatýldýðýný, daha sonralarý bu sahada önemli adýmlar atýldýðým, müzmin hastalara, sakat ve körlere daimî maaþlar baðlandýðýný ilgili bahsinde görmüþtük.[603] Hz. Peygamber'in, bakýma muhtaç azath köleleri de devletin himaye ve bakýmý altýna aldýðý görülür. Kölelere iþkence yapmak Ýslâm dinine göre suç teþkil ettiði için zulme uðnyan köleleri efendilerinin rýzasý dýþýnda devletin hürleþtirme hakký vardýr. Ahmed b. Hanbel'den öðrendiðimize göre; Resûlullah zamanýnda bir köle, efendisi tarafýndan iþkenceye maruz býrakýlýp burnu kesilmiþti. Bu sebeple Hz. Peygamber, kendi selahiyetine dayanarak onu azad ederek himaye altýna aldý ye müslümanlara da bu himayeyi vasiyyet etti. Ebu Bekir halife olunca bu vasiyyet gereði ona ve ailesine Beytülmal'den maaþ ödedi. Hz. Ömer'in halifeliði sýrasýnda bu köle Mýsýr'a yerleþmek istediðini bildirince halife Ömer, ona, geçimini temin edecek bir arazý verilmesi için Mýsýr valisine bir yazý yazdý.[604] Bu hâdise bize Hz. Peygamber devrinden itibaren himayeye muhtaç bazý kimselere düzenli maaþlarýn baðlandýðýný göstermektedir.
Resûlullah'ýn fakir ailelere arazi baðýþýnda bulunduðunu da biliyoruz. Hicrî 3. senede ele geçen ve silah atýlmadan alýndýðý için tamamiyle Resûlullah'ýn emrine tahsis edilen Benû'n-Nadir arazilerinden onun topraksýz muhacirlere ve bu arada iki fakir Ensar ailesine arazi baðýþýnda bulunmasý[605] toplumsal güvenliðin teminine yönelik tasarruflardýr. Fakirlere bir yandan dayanýklý ziraî mahsuller veya nakit olarak para daðýtýlýrken öte yandan onlarý üretime geçirmek için arazi ve zekat geliri hayvanlar daðýtýlýyordu.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bakýma muhtaç kimselerin ve bakýcýsý olmýyan çocuklarýn bakým masraflarýnýn devlete ait olacaðýný bildirirken: «Kim geride bakýma muhtaç kimseler býrakýrsa onlarýn bakýmý bize, geride mal býrakanýn malý da mirasçýlarýna düþer.»[606] diyorlardý. [607]
2- Bir Kiþiye Verilebilecek Zekât Miktarý
Hz. Muhammed (s.a.v.) Medine'de miladî 622 tarihinde ilk devleti kurarken hazýrladýðý yazýlý anayasaya «Müslümanlarýn kendi aralarýnda hiç kimseyi aðýr malî yükler ve sorumluluklar altýnda býrakmýyacaklanna» ait bir madde koymuþtu. îbn Hiþam (Ö. 213 H) bu maddede yer alan "Mufrah" kelimesini; borç yüzünden ve aile fertlerinin çokluðu sebebiyle aðýr yük altýnda bulunan kimsedir, diye tarif etmiþtir.[608] Buna göre bir müslümana yapýlacak yardýmýn onu borçtan ve malî sýkýntýdan kurtaracak bir miktarda olmasý gerekir. Resûlullah devrinde bir müslümana verilebilecek zekât miktarý konusunda kesin bir tayin yapýlmamýþtýr. Çünki bu miktar kiþilerin ve ailelerin ihtiyaç durumlarýna göre deðiþebileceði gibi toplanan zekâtýn yekûnuna göre de deðiþir. Hatta fakirin, aslî ihtiyaçlarýný temin için yapacaðý iþe göre de deðiþir. [609]
F- Hz. Peygamber Devrinde Sosyal Güvenliði Temin Îçýn Alýnan Diðer Tedbirler
1- Ensar ile Muhacirler Arasýnda Yapýlan Kardeþlik Anlaþmasý
Medineli müslümanlar bu þehre göç eden müslümanlara her türlü yardým ellerini uzattýklarýndan onlara, yardýmcýlar manasýna gelen "Ensâr" adý verildi ve bu Kur'an'da da tescil edildi.[610] Kur'an'da, onlarm her türlü bencil duygularýndan sýyrýlarak yaptýklarý yardýmlardan övgüyle bahsedilir.[611] islâm'ýn getirdiði esaslar, bir insanýn ezilip sürünmesine müsaade etmemektedir. Bu dine gerçekten inanmýþ olanlarda olaðanüstü bir dayanýþma ruhu meydana gelmiþtir.
Hicretin ilk yýllarýnda devlet gelirleri, Müslümanlar arasýnda içtimaî güvenliði saðlýyacak bir miktarda deðildi. Bu yýllarda her-þeylerini býrakarak Medine'ye göç eden Muhacirlerin barýnacaklarý evleri olmadýðý gibi geçimlerini temin edecek bir iþleri de yoktu. Devlet gelirlerinin yeterli olmadýðý böyle bir zamanda Resûlullah, Muhacirlerin durumlarýný iyiye klrvuþturmak için onlar ile Ensar arasýnda bir kardeþlik anlaþmasý yapmayý düþündü ve bunu da gerçekleþtirdi. Bu anlaþma tamamiyle gönül rýzasýna dayamyordu.Buna göre anlaþmaya katýlan Ensar'dan herkes anlaþmalý kardeþini evinde barýndýracaktý. Bu anlaþma Hz. Peygamberin Medine'ye varýþýndan yaklaþýk 5 ay kadar sonra oldu ve bunun için her iki tarafýn katýldýðý bir toplantý yapýldý. Varýlan anlamaya göre 186 Muhacir ailesi ayný sayýdaki varlýklý Ensâr ailesinin yanýna yerleþtirildi.[612]
Buharî'nin kaydýna göre, Ensâr, hurma bahçelerinin Muhacirlerle aralarýnda taksim edilmesini istedilerse de Hz. Peygamber buna yanaþmadý. Sonra Ensâr, bahçcelerinde beraber çalýþýp Muhacirlerin mahsule eþit bir þekilde ortak olmalarým teklif ettiler ve bu teklif Muhacirler tarafýndan benimsendi.[613] Bu arada anlaþmalý kardeþinin iþinde çalýþmayýp kendi baþýna ticarete atýlanlar da vardý.[614] Bu anlaþmayla, Medine'ye gelen göçmenler ýem bir güvenliðe kavuþturuldular ve hem de bu yerin içtimaî ve iktisadî yapýsýna alýþtýrýldýlar.
Hicrî 3. senede Benu'n-Nadir topraklarý ele geçirildiði zaman Hz. Peygamber, Muhacirlere Ensar'dan da iki fakir aileye bu yer-ien arazi verdi. O, bu arazilerin herkese deðil de sadece Muhacirlere daðýtýlmasýný ve buna karþýlýk onlarýn da anlaþmalý kardeþlerinin evlerinden ayrýlmalarýný da teklif etmiþti.[615] Buna raðmen anlaþmanýn H. 7. senede Hayber'in fethine kadar devam ettiði görülür. Hayber seferinden dönünce Muhacirler, Ensar'a ait bahçelerden tamamiyle çekildiler. Þüphesizki durumlarým daha önce düzeltenler ve kendilerine bir ev edinenler bu tarihten önce anlaþmalý kardeþlerinden ayrýlmýþlardý. Bu anlaþmanýn, Muhacirler'in sarýnma, beslenme ve diðer güvenlikleri için faydasý çok yüksek DÝmuþtu. [616]
2- Fakirleri Yemeðe Davet
Hz. Peygamberin, açlarýn doyurulmasý için aldýðý tedbirlerden bir diðeri de onlarýn evlere yemeðe davet edilmeleriydi. Kesûlullah (s.a.v.) gýda maddelerinin fazla tüketilmemesi ve bereketli olmalarý için aile fertlerinin ayrý ayrý deðil de topluca yemek yemelerini tavsiye ediyordu.[617] O, bu hususta; «Ýki kiþinin yiyeceði üç kiþiye, üç kiþinin yiyeceði de dört kiþiye yeter» [618]der veya kat-iama yaparak þöyle söylüyordu: «Bir kiþinin yiyeceði iki kiþiye yetiþir, iki kiþinin yiyiceði de dört kiþiye yetiþir. Dört kiþinin yiyeceði ise sekiz kiþiye yeter.»561 Hz. Peygamber, gýda maddelerinin çok az DÝduðu zamanlarda aile fertlerinin eþit bir þekilde beslenmeleri gerektiðini ortaya koyuyor ve bu arada onlarýn, yiyeceklerim hiçbir þeyleri olmýyan fakirlerle bölüþmelerini istiyordu.
Kaynaklarýn anlattýðýna göre Hz. Peygamber, çok fakir olan ve Mescidu'n-Nebî'nin "Suffa" denilen bölmesinde barýnan yersiz yurtsuz kimselerin evlere yemeðe götürülmesini isterken yukarda kaydettiðimiz þekilde hitaplarda bulunuyordu. Meselâ, o bir defasýnda bunlardan 10 kiþiyi, Ebu Bekir de 3 kiþiyi evlerine yemeðe götürmüþlerdi.[619] Resûlullah bunlardan çoðunlukla bir kaçým alýp evine götürür ve bazan da onlarý ashabýna daðýtýrdý. îlk zamanlarda bütün fakirler geçim darlýðý çektikleri için fakirler, evlerdeki nüfusa ve geçim imkanlarýna göre ailelere daðýtýlýyor ve böylece onlarýn yiyeceklerine duruma göre bir iki kiþi ortak ediliyordu. Daha sonralarý devlet gelirleri artýnca tabiatiyle buna gerek duyulmadý.
Bunlardan baþka, mecburî olmýyan ve hüküm itibariyle vacib veya sünnet derecesinde olan toplumsal güvenlik müesseseleri daha vardýr. Onlar da; Fitre, Kurban ve Vakýf gibi müesseselerdir. [620][547] Tirmizî, Ahkâm, 6 (C. 6/73)
[548] San'anî,C. 11/320-321, Ha. No. 20655.
[549] Ebu Yûsuf, s. 121.
[550] EbuUbeyd, s. 4.
[551] Buharý, Cum'a, 11; Ahmed, Müsned, C. 7/161, Ha. No. 5167, (neþr. Ah-med Þakir); Ebu Ubeyd, s. 4, Ha. No. 3.
[552] Buharý, Cihâd-Siyer, 108.
[553] Serahsî, Þerh el-Siyer el-Kebir, C. 1/166.
[554] Nisa, 59.
[555] Bak. Tirmizî, Ahkâm, 4; Ebu Yûsuf, s. 3/168.
[556] Nevevî, Þerh el-Müslim, C.1/516.
[557] Maverdî, s. 16; Ferrâ, s. 12.
[558] Serahsî, Þerh el-Siyer el-Kebir, C.3/1027.
[559] M. Hamidullah, Vesaik, s. 167.
[560] Bak. Belâzurî, s. 81; Yakubî, C. 2/65.
[561] Bakara, 208.
[562] M. Hamidullah, Vesaik, s. 167.
[563] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/371-373.
[564] Nafile sadakalardan Hz. Peygamber ve akrabalarýnýn faydalanýp faydalanamayacaklarý mevzuunda hukukçular ihtilaf etmiþlerdir. Bak. Þafiî, C. 2/69; Ýbn Kudame, C.2/658, 660.
[565] îbn Hiþam, C. 1/233-234; Ýbn Sa'd, C. IV/56.
[566] Nesâî, C. 5/105-106 (Suyutî ve Sindî þerhli); îbn Sa'd, C. IV/40; Zurkanî, C. 4/264; Ýbn Zenceveyh, C.2/219.
[567] Buharý, Zekât, 61; Müslim, Zekât, 50; Ýbn Zenceveyh, C.2/219
[568] Ahmed, Müsned, C. 3/169, Ha. No. 1723 (þerh Ahmed Þakir); Ýbn Sa'd, C. 1/106, C.VI/29.
[569] Belazurî, s. 81; Yakubî, C. 2/65.
[570] Ferrâ, s. 117.
[571] Müslim, Zekât, 33.
[572] Ebu Dâvud, Harac-îmaret, 12; Ebu Yûsuf, s. 52.
[573] Buharý, Cihâd, 206.
[574] Buharý, Ýlim, 13; Müslim, Zekât, 33; Ahmed,Müsned, C. 12/170, Ha. No. 7193 (neþr. Ahmed Þâkir); Bagavî, C. 2/50.
[575] BaTevbe, 58/60.
[576] Bak. Ebu Davud, Zekât, 23; Maverdî, s. 117.
[577] Malik, Muvatto, Sadaka, 3, Ha. No. 14 (C. 2/1000); îbn Zenceveyh,C. 2/212.
[578] Malik, Muvatta, Cihad, 13; Nesaî, C. 7/131-132 (Suyutî ve Sindî þerhli); Þafiî, C. 2/72; Ebu Ubeyd, s. 306-318; îbn Hiþam, C. 4/134-135; Maverdî, s.46.
[579] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/374-377.
[580] Bak. Lokman, 20; Casiye, 13; Hacc, 65.
[581] Bak. Nahl, 112; Kureyþ, 4.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/377.
[582] Bakara, 219; Fazlanýn alýnmasý için bak. A'râf, 199.
[583] M. Hamidullah, Vesaik, s. 127, Ha. No. 72.
[584] Bak. Ebu Ubeyd, s. 233-234, Ha. No. 566; M. Hamidullah, Vesaik, s. 242.
[585] Ýbn Zenceveyh, C.2/228.
[586] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/377-378.
[587] Zâriyat, 19.
[588] Buharý, Mezâlim, 36.
[589] Buharî, Mezâlim, 36.
[590] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/378-379.
[591] Mâide, 5/2.
[592] Tevbe,71.
[593] Buharý, îman, 6.
[594] Bak. Ebu Ubeyd, s. 202-205, Ha. No. 517 vd.; îbn Hiþam, C. 2/147-148; M. Hamidullah, Vesaik, s. 41-42; ayn. mlf. Ýslâm Peygamberi, C.l/220-228, prg. 358.
[595] Ýbn Hiþam, C.2/148.
[596] Ebu Ubeyd, s. 205; ayrýca bak. s. 125, Ha. No. 330.
[597] M. Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, C. 1/579, Ha. No. 897; Ayn. mlf., Vesaik, s. 233.
[598] Bak. Yahya b. Âdem, s. 39, Ha. No. 96; îbn Hiþam, C. 3/199; Vakýdî, Megazî, s. 343.
[599] M. Hamidullah,/sZâm Peygamberi, C. 1/643-644, prg. 977.
[600] M. Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, C. 1/513, prg. 791; Kettanî, C. 1/444.
[601] Bak. Fahru'd-din el-Razî, C.4/476.
[602] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/379-382.
[603] Bak. C. Yeniçeri, Ýslâm'da Devlet Bütçesi, s. 321-325, Ýstanbul 1984.
[604] Ahmed b.Hanbel, Müsned, C. 10/235-236, Ha. No. 6710, C. 12/46-47, Ha. No. 7096 (neþr. Ahmed Þâkir).
[605] Serahsî, Þerh el-Siyer el-Kebir, C. 2/608-609; Makrizî, îmta, C.4, v. 194/a.
[606] EbuUbeyd, s. 236-237, Ha. No. 578-579.
[607] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/383-384.
[608] îbn Hiþam, Siyer, C.2/148.
[609] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/384.
[610] Tevbe,100,117.
[611] Haþr, 9.
[612] Bak. M. Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, C.1/195-196, prg. 327.
[613] Buharý, Vekâle, 21; Ayrýca bak. Makrizî, C.4, V.139/a.
[614] M. Hamidullah,/s/âm Peygamberi, C.l/196-197, prg. 327.
[615] Serahsî, Þerh el-Siyer el-Kebir, C.2/698-609; Nadir Oðullarý topraklarýnýn taksimi için ayrýca bak. Makrizî, C.4, v.l94/a.
[616] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/385-386.
[617] Ýbn Mace, Et'ýme, 17, Ha. No. 3287.
[618] Buharý, Et'ýma, 10; Malik, Muvatta, Sýfat el-Nebî, 10. (561) Müslim, Eþribe, 33; San'anî, C. 10/418, Ha. No. 19557.
[619] Müslim, Eþribe, 176; Ahmed, Müsned, C. 3/154,159,160-161 (neþr. Ah-med Muhammed Þakir).
[620] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ý Saadet’te Ýslam, Beyan Yayýnlarý: 3/386-387.