Tearuz ve Tercih By: ayten Date: 30 Eylül 2010, 00:04:42
Tearuz ve Tercih
EK:1 TEARUZ VE TERCÝH
Haddizatýnda þeriatta herhangi bir tearuz yoktur; tearuz ancak müctehidin nazarýnda bulunur.
Burada, mutlaka zikretmemiz gereken bir mukaddime vardýr. O da þudur: Þeriatýn esaslarýna vakýf olan kimse, þer´î delillerin kendi nazarýnda hemen hemen tearuz etmediðim görür. Nitekim þer´î mesâilin arka plânýna vakýf olan kimseler de hemen hemen hiç müteþâbihle karþýlaþmaz. Çünkü þeriat, kendi içerisinde bir bütün dür ve cüzleri arasýnda asla tearuz yoktur. Bu gerçeðe ulaþan kim se, vakýada olaný yakalamýþ olur; dolayýsýyla da onun nazarýnda bir tearuz bulunmaz. Bunun içindir ki, müslümanlarýn üzerinde tevak kufu gerektirecek þekilde tearuz ettiðine dair icmâ ettikleri iki delil bulunmamaktadýr. Ancak müctehidler, teker teker ele alýndýklarýn da hatadan masum deðillerdir. Bu itibarla onlarýn nazarlarýnda de liller arasýnda tearuzun bulunmasý mümkün olmaktadýr. Bu nokta anlaþýldý ise diyoruz ki: [1]
BÝRÝNCÝ MESELE:
Tearuz ya haddizatýnda da öyle olduðu, ya da müctehidin kendi nazarýnda öyle bulunduðu noktasýndan ele alýnýr.
Haddizatýnda da öyle olduðu noktasýndan ele alýndýðýnda tearuz, kesinlikle mümkün deðildir. Daha önce Ýctihâd bölümünde (þeriat tek hüküm üzere bulunur meselesinde) bu konu üzerinde ye terince durulmuþtur.
Müctehidin nazarý itibarýyla tearuzun bulunmasýna gelince, bu ihtilafsýz mümkündür. Þu kadar var ki müctehidler, iki delil ara sýnda cemi mümkün olmayan her bir yere nisbetle tearuzun olabile ceðini belirtmiþlerdir. Doðrusu da budur. Çünkü iki delil arasýný ce-metmek eðer mümkünse orada bir tearuzdan bahsetmek mümkün deðildir.[2] Hâss ile âmm[3], mutlak ile mukayyed vb. gibi.[4]
Ancak biz burada Allah´ýn izniyle aralarýný cem mümkün olmayan kýsým hakkýnda usûlcülerin söz etmedikleri þeyler üzerinde duracaðýz, aralarýný cem mümkün olan kýsýmdan da önemli tür ler ortaya koyacaðýz. Her iki kýsma birlikte bakýlmasý sayesinde Allah´ýn izniyle bu konuda ictihâdla uðraþanlarýn pek çoðuna zor gelen þeyler müctehide kolay hale gelecektir. Tevfîk Allah´tan dýr.
Önce aralarýnda cem mümkün olmayan kýsmý ele alalým: [5]
ÝKÝNCÝ MESELE:
Ýctihâd bölümünde geçtiði üzere ihtilâfin esasýný, Sâri´ Teâlâ´-nýn kasdýmn açýk bulunduðu müsbet ve menfi iki uç tarafýn arasýn da kalan kýsýmlar oluþturmaktaydý. Çünkü bu iki uç arasýnda ka lan ve ortada yer alan kýsým, þer´î delilin ilgili bulunduðu bir sebep ten dolayý her iki tarafýn da hükmünü alabilmekteydi. Bunun sonu cunda ortada yer alan þeye uç taraflarla ilgili olan deliller (isbat delili ile nefy delili) ayný anda taalluk etmekte ve onu kendi hükmüne katmaya çalýþmaktadýr. Böylece de o þey hakkýnda iki delil tearuz etmektedir. Bunun tabiî sonucu olarak da tercihe ihtiyaç doðmak tadýr. Tercihe imkân yoksa tevakkuf etmek gerekmekte ve konu müteþâbihâttan sayýlmaktadýr. Orada bu mânâ açýklanmýþ olduðu için, burada sözü uzatmaya gerek bulunmamaktadýr.
Sözü edildiði þekil üzere, nasýl ki deliller arasýnda tearuz[6] ger-çekleþebiliyorsa, ayný þekilde delil mertebesinde bulunan þeyler arasýnda da tearuz gerçekleþebilir; mukallide nisbetle müctehidle-rin görüþlerinin tearuz etmesi gibi. Çünkü ictihâdî görüþlerin mu kallide olan nisbeti, delillerin müctehide olan nisbeti gibidir.
Farklý hükümlere delâlet eden alâmetlerin tearuzu da böyledir. Meselâ bir tür eþya yaðmalansa ve yaðma olmaksýzýn o tür þeyin el de edilmesi de nadirattan olsa, ona benzer bir eþya takva sahibi sa-lih bir zatýn elinde görülse, elinde bulunduran kiþinin iyi hal sahibi olmasý, o þeyin helâl; öyle birþeyin yaðmasýz elde edilmesinin nadirattan olmasý ise onun haram olduðuna delâlet eder. Dolayýsýy la bu iki alâmet arasýnda tearuz söz konusu olur.
Keza farklý hükümlere götüren benzerliklerin tearuzu da böyle dir. Meselâ köleyi ele alalým: O bir insandýr; dolayýsýyla bu onu mülk edinme konusunda hürler mesabesinde kýlmayý gerektirir. Öbür taraftan da o mal gibidir; bu da onun mülkiyet hakkýnýn elin den alýnmasý konusunda sair mallar menzilesinde olmasýný gerekli kýlar.Sebeplerin tearuzu da bu kabildendir; murdar hayvanýn, usû lüne göre boðazlanmýþ hayvanla, zevcenin yabancý kadýnla karýþ masý hali gibi. Zira bunlardan her birinde, o þeyi helâl ya da haram kýlan sebebin varlýðý ihtimali bulunmaktadýr.
Þartlarýn tearuzu da böyledir: Ýki beyyinenin[7] tearuzu gibi. Zi ra biz hükmün infazý için þehâdetin þart olduðunu söylemekteyiz. Beyyineden biri birþeyin isbatým, öbürü ise reddini gerektirmekte dir. Ayný þekilde, bir iþ mesabesinde olan þeyler de, o þeyin hük münde dahil olmaktadýr.
Bu kýsýmla ilgili olarak tercihin yönü, belli bir þekil üzere has redilmiþ deðildir.[8] Zira cüz´î nev´î ya da þahsî olaylar belirli bir sa yýyla sýnýrlandýrýlamaz. Olaylarýn cereyan tarzý, cüziyyât arasýnda, her cüz´î hakkýnda tek bir cüz´înin hükmünü verecek þekilde birli ðin bulunmayacaðýna hükmeder. Aksine onlar, konulmuþ olan hük me etkisi mümkün olan kuþatýcý ilavelere, bitiþik karinelere sahip tir. Dolayýsýyla bu halleriyle onlarý, tek bir cüz´înin hükmüne tâbi kýlmak mümkün deðildir. Bu gözlemlenen ve bilinen bir husustur. Durum böyle olunca, tercih þekli tearuz mahallinde varid bulunan delillere itibarla olacaktýr. Bu takdirde de, onu müctehidin nazarý na havale etmek mümkün deðildir. Ýctihâd bölümünün baþýnda bu mânâ üzerinde durulmuþtu.[9] Konuyla ilgili deðerlendirmenin esasim þu teþkil etmektedir: Söz konusu ortada yer alan þeye nisbetle, hükmü belli olan iki uç taraftan hangisi daha güçlü ve uygun, han gisi daha galip ve daha yakýn bunu iyi tespit etmek ve bu tespit üzerine, onu uçlardan hangisine katýlacaksa ona katmak ve böylece diðer taran ihmal etmek ya da onu da dikkate almak[10] olmaktadýr, imam Mâlik´in mezhebiyle ona muhalif olanlarýn görüþüne göre kö le meselesinde[11] vb. olduðu gibi.
Fasýl:
Bu, usûlcülerin sözlerinin zahirine göre[12] birinci kýsýmla ilgili bakýþ açýsý olmaktadýr. Biz, bu tercihte mevcut bulunan mânâ üze rinde düþündüðümüz zaman, onun da ikinci kýsma raci olduðunu ve tercihin bir tür cem ve(ya) tearuz halinde bulunanlardan birinin iptali mânâsýna geldiðini görürüz. Nitekim inþâallah birazdan zikredilecektir.Aralarýný cemetmek imkâný bulunan kýsma gelince: [13]
ÜÇÜNCÜ MESELE:
Bu konuda diyoruz ki: Bu kýsýmda delillerin tearuzunun çeþitli þekilleri vardýr:
(1)
Birinci Þekil: Bir küllî esasýn, kapsamýna giren bir cüz´î ile tearuz halinde olmasý: Meselâ, haram olan yalan ile, iki eþ arasýný düzeltmek için yalan söylemek gibi. Müslümanýn öldürülmesinin haram olmasý ile, kýsas ya da zina sebebiyle öldürmek gibi. Burada cüz´î ya o küllî içerisinde bir ruhsatý teþkil eder, ya da öyle deðildir. Her halükârda da, bu kitapta tearuz ve tercih þeklinde kendisinden hüküm iktibas edilecek olan açýklamalar geçmiþ[14]konu Hükümler bölümüyle Deliller bölümünde ele alýnmýþtý. Burada onlarý tekrar lamanýn bir yaran yoktur.
(2)
Ýkinci Þekil: Her ikisi de tek bir küllî esas altýna giren iki cüz´î arasýnda olmasý: Ýki hadisin[15] iki kýyasýn ya da iki alâmetin[16] tek bir cüz´î üzerinde tearuz etmeleri gibi. Çoðu zaman usûlcüler bunlarý, aralarýný cem etme imkâný bulunmayan kýsým dan zikretmiþlerdir.[17] Ancak konu üzerinde durulduðunda þu hu sus görülecektir: Tearuz ortaya çýktýðý zaman, mutlaka þu iki du rumdan biri söz konusu olacaktýr:
a) Ya iki delilden birinin ihmaline hükmetmek: Bu durumda sadece diðeri i´mal olunur. Bu, ancak mensûh olduðu veya eðer haber-i vahidse senedinde ya da metninde galat ya da vehim bulunduðu, yahut zannî bulunduðu ve bu haliyle kat´îye karþý koyacak güçte olmadýðý... gibi o delili dikkate almamayý gerektiren çeþitli yollarla iptali takdirinde ancak sahih olabilir. Bu sayýlanlardan birinin varlýðý farzedildiði zaman, iki delilin karþý karþýya gelmeleri söz konusu olmaz ki, birbirleriyle tearuz etmiþ olsunlar. Ýki delilden birisinin mensûh olmasý halinde, tearuzdan söz edilemeyeceðini ka bul etmiþlerdir. Mensûh mânâsýnda bulunan diðer þeyler için de durum ayný olacaktýr. Þu halde hüküm, müctehid nazarýnda sabit olan delile aynen hiç muarýzý olmamasý [30i] halinde olduðu gibi aittir.
b) Ya da her iki delilin birden i´maline hükmetmek.[18] Bu tak dirde tearuz halinde olan iki delilin, tearuz ettikleri mahal le ayný yönden taalluk etmemiþ olmalarý, yönlerinin farklý olmasý gerekmektedir. Aksi takdirde ayný anda ikisinin de i´mal edilecek þekilde gelmeleri muhaldir. Bu durumda de liller konuya iki ayrý yönden taalluk edecektir; dolayýsýyla da tearuz kesin olarak kalkmýþ olacaktýr. Ancak bu i´mâl iþi, bazen tearuz mahallinde olur; Ýmam Mâlik´in görüsüne göre köle meselesinde olduðu gibi. Çünkü o, kölenin mülki yet hakký olmasý yönünün bir açýdan i´maline hükmetmiþ (ve ona sýnýrlý bir mülkiyet hakký tanýmýþtýr), diðer açýdan da bunu ihmal etmiþtir. Bazen de iki delilden birine mah sus olur[19] ve bu takdirde deliller, tearuz mahalline birlikte taalluk etmezler; aksine bir baþkasý hakkýnda i´mal olunur ve ona nisbetle gerektirici bir sebepten dolayý da ihmal olu nur. Ýctihâd bölümünün baþýnda ele alman hususî tahkî-ku´1-menât konusu hakkýnda, keza Hükümler bölümünde geçen farz-ý kifâye[20] bahsinde nazarda bulunan müctehidin istisna ettiði herþey bu þeklin altýna girer.
(3)
Üçüncü Þekil: Tearuzun biri diðeri altýna girmeyen, ayný külli ye de çýkmayan iki cüz´î arasýnda olmasý. Su bulamayan, teyem müm de etmemiþ olan mükellefin hali gibi. Bu, "Namazý kýlýn" de lilinin gereðini, "Namaza kalktýðýnýzda yüzlerinizi... yýkayýn´[21] de lilinin gereði için terketme ya da tersi arasýnda bir durumda dýr. Çünkü namaz, zarurî küllî bir esasa racidir. Taharet ise bazýlarina göre tahsînî küllî bir esasa müsteniddir.[22] Ya da kýblenin han gi taraf olduðunu bilmeyen kimseye nisbetle, "Her nerede bulunur sanýz, yüzünüzü o tarafa (kýbleye) çevirin´[23] buyruðu için, "Namazý kýlýn" deliline muarýz olunmasý gibi. Burada asýl olan þudur: Cüz´î, tercih konusunda küllî olan aslýna racidir. Eðer küllî tercih olunur sa, ayný þekilde cüz´îsi de tercih olunur. Küllî tercih olunmazsa, cüz´îsi de ayný þekildedir. Çünkü cüz´î, küllisine tâbidir. Küllisinin tercihi sabit olmuþtur; öyleyse cüz´îsi de ayný þekilde tercih oluna caktýr.
Sonra, daha önce de geçtiði üzere cüz´î, küllîsine hadim olmak ta, küllî ise hariçte[24] mevcut bulunmamakta, sadece (özellik olarak)cüz´îde bulunmaktadýr. Küllinin kendisinde tahakkuk ettiði þey odur. Bunun sonucu olarak da, cüz´î zedelendiði zaman, küllî de ze delenmektedir. Þu halde bu (yani cüz´î), onu içermiþ olmaktadýr. Eðer cüz´iyyâttan, kendisiyle birlikte küllisi içerisinde dahil bulun mayan bir baþkasý tercih edilecek olsa, bundan o gayrýn küllî üzeri ne tercihi gerekirdi. Halbuki biz, varlýðý kabul edilen bir küllinin, kendisi gibi küllî olmayan diðerleri üzerine mukaddem olduðunu farz etmekteyiz. Bu durumda mutlaka ayný þekilde cüz´isinin de takdim edilmesi gerekmektedir. Bu þekilde söz, her ne kadar farze-dilen þey, iki cüz´î arasýndaki tearuz ise de, ayný türden olmayan iki küllinin tearuzu mecrasýna kaymýþ ve onlar cüz´îlerin hükümlerini içine alan küllî esaslarýn hükmünü almýþtýr. Bu konu üzerinde bu rada durmaya ihtiyaç bulunmamaktadýr. Çünkü Makâsýd bölümün de konunun hükmünü bulmak mümkündür.[25]Bu vesileyla Allah´a hamdederiz.
(4)
Dördüncü Þekil: Tearuzun ayný türden olan iki küllî arasýnda vuku bulmasý: Bu dýþ görünüþü itibarýyla þenaattir; ancak husulü bakýmýndan sahihtir.
Þenaatliði þöyle: Þerl küllî esaslar, daha önce de geçtiði gibi kat´îdir ve bunlarda zanna yer yoktur. Kat´î esaslarýn tearuzu ise muhaldir.
Sahihliði ise, aralarýný cemetme imkâný olacak þekil üzere ol masýdýr. Bu þekil, konunun iki yönü olmasý halinde olabilir ve söz konusu olan gerçek bir tearuz deðildir. Ayný þekilde iki cüz*înin tek bir küllî altýna girmesi ve konularýnýn bir olmasý þeklinde söz konu su olan tearuz da, ancak meselenin iki yönünün olmasý durumunda olabilir.
Cüz´îlerle ilgili örnekler çoktur. Onlardan bir kýsmý geçmiþtir. Örneklerden biri de, taharet için su aramak üzere mesafenin bir mil ya da benzeri bir þekilde belirlenmesidir. Bazen bir þahsa nis-betle bunda bir meþakkat olur ve o kiþiye teyemmüm caiz olur. Bir baþka þahsa nisbetle ise meþakkat bulunmaz ve onun hakkýnda te yemmüme cevaz verilmez. Bu durumda mil konusunda iki delil tearuz etmekte ancak bu, iki ayrý þahsa nisbetle olmaktadýr. Denize açýlmak da böyledir; zaman ayný olduðu halde bu bazýlarý için mu bah kýlýnabilirken, diðer bazýlarý için mubah kýlýnmayabilir. Bu farklý hüküm, selâmet ve boðulma zannýna nisbetle böyle olmaktadýr.
Sözü edilen þekilde iki küllî esasýn tearuzuna gelince, bunun hakkýnda da genel mahiyette bir örnek zikredelim ve diðerleri inþâallah buna kýyas olunsun:
Þöyle ki: Allah Teâlâ, dünyayý birbirine zýt iki sýfatla nitelemiþ tir: Biri onun yerilmesini, ona iltifat edilmemesini ve terkini gerek tiren niteleme; diðeri de övülmesini, ona iltifatý, onda bulunan ni metleri Ulu Melik´ten gelen büyük hediye olmasý hasebiyle elde etmenin matlup olduðunu gerektiren niteleme.
Birinci nitelemenin iki yönü bulunmaktadýr:
(1)
Dünyanýn hayrý yoktur, onda elde etmeye deðer birþey de bu lunmamaktadýr. Bu meyanda olmak üzere þu nasslarý hatýrlayabili riz: "Bilin ki dünya hayatý ancak bir oyun, eðlence, bir süs, aranýz da bir öðünmeden ibarettir[26]Âyet, dünya hayatýnýn bir eðlence, hiçbir deðeri olmayan bir oyun, hiçbir fayda içermeyen, bir deðer ifade etmeyen hareket ve davranýþlardan ibaret olduðunu bildir mektedir. "Dünya hayatý aldatýcý bir geçinmeden baþka birþey de ðildir"[27] kavli, dünyanýn faydasýný sadece sonuç itibarýyla yerile cek aldatýcý bir faydalanmaya hasretmektedir. "Bu dünya hayatý sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, iþte asýl hayat odur[28]"Servet ve oðullar, dünya hayatýnýn süsüdür..[29] Ve benzeri daha baþka âyetler. Bu mânâda hadisler de Çoktur. Meselâ: "Eðer dünya, Allah katýnda bir sivrisinek kanadý kadar deðerli olsaydý, kafire ondan bir yudum su vermezdi"[30]ha disi gibi. Bu konuda gelen hadisler gerçekten çoktur. Zâhidlerden nakledilegelen dünyanýn zemmine yönelik sözler de, iþte bu minval üzere söylenmiþtir.[31]
(2)
Dünya yok olucu bir gölge, aldatýcý bir düþtür. Bu meyanda Al lah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr: "Dünya hayatýnýn durumu, gökten indirdiðimiz bir su gibidir ki, insanlarýn ve hayvanlarýn yiyecekle rinden olan yeryüzü bitkileri o su sebebiyle (að gibi birbirine örü lüp) karýþýrlar. Nihayet yeryüzü ziynetini takýnýp, (rengârenk) süs lendiði ve sahipleri de ona (ürünleri biçmeye, yemiþleri toplamaya) kadir olduklarýný sandýklarý bir sýrada, gece veya gündüz emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün (öyle süslü) deðilmiþ gibi kökün den koparýlarak biçilmiþ bir hale getiririz[32]"Þüphesiz bu dünya hayatý, geçici bir eðlencedir[33]"Ýnkarcýlarýn refah içinde diyar di yar dolaþmasý, sakýn seni aldatmasýn. Azýcýk bir menfaattir o[34]"Dünya hayatý, gökten indirdiðimiz bir su gibidir ki, bu su sayesin de yeryüzünün bitkisi (önce gürleþip) birbirine karýþmýþ, arkasýndan rüzgarýn savurduðu çerçöp haline gelmiþtir"[35] Ve benzeri, dünya hayatýnýn son bulacaðý ve yok olacaðý mânâsý anlaþýlan daha pek çok âyet vardýr. Böylece dünya, sanki hiç yokmuþ gibi bir deðer ifade eder. Bu meyanda varid olan hadisler de çoktur. Meselâ Rasûlullah´ þu hadisi bunlardandýr: "Benim dünya ile ne iþim varl Benim dünya ile beraberliðim bir aðacýn altýnda gölgele nip sonra yola çýkan ve onu terkeden bir yolcunun beraberliði gibi dir"[36]
Bu sözlerin sahibi, zâhidleri ebedî karar yurdu olan âhirete yönlendiren Rasûlullah olmaktadýr.
iki vasýftan ikincisine gelince, onun da ayný þekilde iki yönü bulunmaktadýr:
(1)
Yaratýcýnýn varlýðýna, birliðine ve yüce sýfatlarýnýn mevcudiyetine, âhiret hayatýnýn bulunduðuna delâlet içermesi yönü: Þu âyetlerde olduðu gibi: "Üstlerindeki göðe bakmazlar mý ki, onu na sýl bina etmiþ ve nasýl donatmýþýz. Onda hiçbir çatlak da yok[37]"(Onlar mý hayýrlý) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su in diren mi[38]"Ey insanlar! Eðer yeniden dirilmekten þüphede iseniz, þunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pýhtý-laþmýþ kandan... yarattýk[39]"(De ki: Eðer biliyorsanýz (söyleyin bakalým), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir. ´Allah´a aittir´ diyecekler. Öyle ise ´Hiç düþünüp taþýnmaz mýsýnýz ´ de[40]Ve bun lara benzer daha nice akaide ve tevhide delâlet eden âyetler gibi.
(2)
Dünya, Allah Teâlâ´nýn kullarýna in´âra ve ihsanda bulunduðu nimetleridir, onlarý bize lütufta bulunmuþ ve kendisini bize tanýt mada bunlarý araç olarak kullanmýþtýr. Onlarý yeryüzüne koymak ve her tarafa yaymak suretiyle kullarýnýn emrine âmâde kýlmýþtýr. Bu meyanda þu âyetleri hatýrlayabiliriz: "Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rýzýk olarak size türlü meyveler çýkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehir leri de size akýtan ancak Allah´týr. O size istediðiniz herþeyden verdi. Eðer Allah´ýn nimetini sayacak olsanýz sayamazsýnýz![41] "O Rab ki, yeri sizin için bir döþek, göðü de bir tavan yaptý. Gökten bir su indirdi[42]"Gökten suyu indiren O´dur. O sudan size hem içe cekler vardýr, hem de ondan aðaç (ve ot) meydana gelir ve orada hayvanlarýnýzý otlatýrsýnýz. Eðer Allah´ýn nimetini sayacak ol sanýz sayamazsýnýz[43]"Allah, yarattýklarýndan sizin için gölge ler yaptý. Daðlarda da sizin için barýnaklar yarattý ve sizi sýcaktan koruyacak elbiseler ve savaþta sizi koruyacak zýrhlar yarattý...[44] Ayný sûrenin baþ tarafýnda: "Hayvanlarý da O yarattý. Onlarda si zin için ýsýtýcý (þeyler) ve birçok faydalar vardýr. Onlardan bir kýs mýný da yersiniz. Sizin için onlarda ayrýca akþamleyin getirirken, sabahleyin salýverirken bir güzellik (zevk) vardýr. Atlarý, katýr larý ve eþekleri binmeniz ve süslenmeniz için yarattý. Allah þu anda bilmeyeceðiniz daha nice (nakil vasýtalarý) yaratýr"[45]Burada Yüce Allah lütuflanný saymýþ ve bazý nimetlerinden söz etmiþtir ki güzellik ve süslenme (ziynet) de bunlardandýr. Hal buki dünyayý zemmetmek için kullanýlan kelime yine bu ziynet ke limesidir: "Bilin ki dünya hayatý ancak bir oyun, eðlence, bir süs (ziynet)den ibarettir"[46] Hatta Allah Teâlâ âhiret nimetlerini tarif ederken, onlarýn benzerleriyle dünyada da in´âmda bulunduðunu belirtmiþtir: "Dikensiz kirazlar, meyvalarý týklým týklým dizili muz aðaçlarý, yayýlmýþ gölgeler[47]Bu: "Allah, yarattýklarýndan sizin için gölgeler yaptý"[48] âyetinde bahsettiði nimettir. "Onlar için cen nette tertemiz eþler vardýr[49]âyetine mukabil dünya hayatý hak kýnda da "Allah, size kendi nefislerinizden eþler yarattý[50]buyur maktadýr. Bu mânâda âyetler çoktur. Hatta O cennet hakkýnda: "Müttakîlere vaad olunan cennetin durumu þöyledir: Ýçinde bozul mayan sudan ýrmaklar, tadý deðiþmeyen sütten ýrmaklar, içenlere lezzet veren þaraptan ýrmaklar ve süzme baldan ýrmaklar vardýr"[51] buyururken dünya hayatý hakkýnda da þöyle buyurur: "Al lah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra di riltti. Þüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardýr. Rabbin balansýna vahyetti: Daðlardan, aðaçlardan ve insanlarýn yaptýklarý çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra mey velerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaþtýrdýðý yaylým yol larýna git. Onlarýn karýnlarýndan renkleri çeþitli bir þerbet (bal) çý kar. Onda insanlar için bir þifa vardýr"[52] Bu kabilden âyetler de çoktur. Allah Teâlâ, ahkâmý indirmiþ, helâl ve haramý koymuþtur. Bunu yaparken de bizim için yaratmýþ olduðu nimetleri dünyevî ve uhrevî bulanýklýk þaibelerinden arýndýrmayý amaçlamýþtýr. Þöyle buyurmuþtur: "Erkek veya kadýn, kim mü´min olarak iyi amel iþler se, onu mutlaka güzel bir hayat ile (yani dünyada[53]) yaþatýrýz. Ve onlarýn mükafatlarýný yapmakta olduklarýnýn en güzeli ile(âhirette) veririz[54]Nimetlerini hatýrlatma sadedinde þöyle buyur muþtur: "Her biri meyve verdiðinde meyvesinden yiyin[55]"Rabbi-nizin rýzkýndan yiyin ve O´na þükredin. Güzel bir memleket ve çok ça baðýþlayan bir Rab"[56]Bazý âyetlerde de "O´nun fazlýndan iste meniz için...[57] buyurmuþ ve dünyanýn talep edilmesini aynen imanýn sevilmesini, küfürden nefret edilmesini fazilet saydýðý gibi Allah´ýn bir fazlý (lütfü) saymýþtýr.
Bu konuda deliller sayýlmayacak kadar çoktur.
Bu durumda dünya hakkýnda gelen birinci niteleme, ikinci ni telemeye ters düþmektedir. Birinci nitelemede mevcut bulunan bi rinci yön, ikinci nitelemenin bu ikinci yönüyle tearuz halinde bu lunmaktadýr. Bu nokta açýktýr. Çünkü onun dikkate alýnmamasý ve hiçbir yaran bulunmayan sade bir eðlence ve oyun kabul edilmesi, onun ayný zamanda nimet ve fazilet oluþu ile çeliþir. Birinci nitele menin ikinci yönü de ayný þekilde ikinci nitelemenin ikinci yönüyle tearuz eder. Çünkü dünyanýn geçici ve kýsa zamanda yok olacak olan bir gölgeden ibaret oluþu, Allah Teâlâ´nýn varlýðýna, birliðine, kemâl sýfatlarýyla muttasýf olduðuna, âhiretin hak olduðuna delil olmasý ile çeliþir. O bir aynadýr ve onda hak olan þey gözükür. Ve bu konuda dünya âhiretten ayrýlmaz. Dahasý bu özellik, dünyada fena bulmaz. Çünkü dünya madem ki bir iþ için ki o dünyanýn vermiþ olduðu ilimdir konulmuþtur, þu halde o þey, onda mevcut tur ve o, her ne kadar duyular için zahir olan þey fani olsa bile yok olmaz; bu mânâ âhirete intikal eder ve orada nimetler halini alýr. Kýsaca dünyada ilme adres olmak üzere konulmuþ bulunan ni metler, adres fani olsa bile bakidir. Bu da dünyanýn mutlak anlam da son bulacaðý nitelemesiyle çeliþir. Þu halde iki özellik birbirine zýt haldedir. Þeriat ise, kendi içerisinde çeliþkiden münezzeh, ihti lâftan uzaktýr. Dolayýsýyla bundan, dünya hakkýnda varid olan bu iki nitelemenin, farklý farklý cihetlerden gelmiþ ya da birbirine zýt olan iki ayrý hal üzere varid olmuþ olmasý lâzým gelir. Bunu þöyle açýklayabiliriz:
Dünya hakkýnda iki bakýþ açýsý vardýr:
a) Dünyanýn, Hakk´ý tanýmak için konulmuþ olduðu hikmetten sarnnazarla ele alýnmasý. Buna göre dünyanýn yaratýcýnýn varlýðýna delâlet etmesi, onun koyucusuna þükretmenin ge reðini ifade etmesi için konulmuþ olmasýna bakýlmaz; aksine onun sadece bir geçim yeri, lezzetlerin giderildiði, þehvetlerin görüldüðü bir yer ve canlýlar dizisinde bulunulan bir âlem olarak görülmesi ve sadece bu noktadan ele alýnmasý. Dünyanýn sýrf bu açýdan ele alýndýðýnda, özü olmayan bir ka buk, ciddiye alýnmayacak bir oyun, hakka yer olmayan bir bâtýl... olduðu açýktýr. Çünkü bu bakýþa sahip olan kiþinin, yeme içme, giyme, cinsî iliþki, binme... gibi þeylerden baþka düþüncesi yoktur ve dünyadan elde edeceði þey sadece bun lardan ibarettir. Kýsa zamanda bunlar da zail olur ve ondan hiçbirþey kalmaz. Bu sanki saçma sapan bir düþ, bir hayal dir. Þeriatýn dünya hakkýnda bu doðrultuda vasfettiði her-þey doðru ve yerindedir. Bu bakýþ açýsý, dünyada Allah Teâlâ´nýn "sadece bir oyun, eðlence ve ziynet" diye nitelediði þeylerden baþka hiçbirþey görmeyen inkarcýlara aittir. Bu yüzdendir ki onlarýn amelleri, "Issýz göllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder; nihayet ona vardýðýnda orada herhangi birþey bulamamýþtýr"[58] Diðer bir âyette de: "On larýn yaptýklarý her bir iþi dikkate alýrýz, fakat onu saçýlmýþ zerreler haline getiririz"[59] buyurulur.
b) Dünyaya, yaratýlýþ hikmetini dikkate alarak bakma. Böyle bir bakýþ neticesinde onun marifet ve hikmetlerle dolu oldu ðu, her türlü nimetten kýsmen dahi olsa þükrüne kadir olu namayacak þekilde yayýldýðý görülecektir. Saðduyu sahibi ona baktýðý zaman, onda bulunan her bir nimetin þükrü ge rektiðini görecek; gücü ve kudreti ölçüsünde bunu ifaya çalý þacaktýr. Böylece kabuk, özle dolmuþ olacak, hatta bizzat ka buðun kendisi bile öz haline gelecektir. Çünkü hepsi kulun elde etmesi için hazýrlanmýþ ve bu yüzden de Allah´a þükret mesini gerekli kýlan nimetlerdir. Burhan (delil), neticeyi bü-kuvve ya da bilfiil tazammun eder. Bu nazarla bakýldýðý za man büyük ya da küçük ne varsa, onlarýn içermiþ olduðu hikmet ve nimetleri kavramak akim aciz kalacaðý birþeydir. Ýþte bu noktadan hareketledir ki, Allah Teâlâ dünyanýn cid diye alýnmasý gereken birþey olduðunu, onun bir gerçek ol duðunu bildirmiþtir: "Sizi boþ yere yarattýðýmýzý mý sandý nýz [60] "Gökleri, yeri ve arasýnda olanlarý boþ yere yarat madýk[61]"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasýnda olanlarý, oyun ve eðlence olsun diye yaratmadýk. Onlarý sadece gerçek bir sebeple (hak ile) yarattýk[62]"Kendi kendilerine, Allah´ýn gökleri, yeri ve ikisinin arasýndakileri, ancak kak ola rak... yarattýðýný hiç düþünmediler mi "[63] Ve benzeri âyet ler. Bunun içindir ki, bu bakýþ açýsýna sahip olan insanlarýn amelleri müsbet ve muteber olmuþ, hatta onlar hakkýnda: "Onlar için hiç kesintisiz bir ecir vardýr[64]"Erkek veya ka dýn, kim mü´min olarak iyi amel iþlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile (yani dünyada) yaþatýrýz. Ve onlarýn mükafaat-larýný yapmakta olduklarýnýn en güzeli ile (âhirette) veri-r[65]buyurulmuþtur.
Dünya, birinci yaklaþýmla ele alýndýðýnda yergi konusudur; ikinci yaklaþýmla ele alýndýðýnda ise yergi konusu olmasý bir tarafa, Övgüye mahal olmaktadýr. Þu halde dünyanýn mutlak anlamda ye rilmesi uygun deðildir. Nitekim mutlak surette övülmesi de doðru deðildir. Onun birinci cihetten alýnmasý yerilmiþtir. Onun bu yakla þýmla alýnmasý dünyaya raðbet, peþin olana düþkünlük diye isim lendirilir. Bunun zýddý ise zühddür ve bu, onun bu cihetten terki anlamýna gelmektedir. Þüphesiz dünyanýn bu yaklaþýmla terki, is tenilen birþeydir. Ýkinci yaklaþýmla onun elde edilmesi ise yerilmiþ deðildir ve bu þekilde dünyaya deðer verilmesi, ondan istifadede bulunulmasý, dünyaya raðbet etme diye isimlendirilmez. Bu nazar la bakýldýðýnda dünyaya karþý zâhidlikte bulunmak iyi birþey deðil dir. Aksine o, sefâhet, tembellik ve israf (tebzîr) olarak isimlendiri lir. Bu noktadan hareketledir ki, böyle bir tavýr içerisinde bulunan kimseler, yani dünya nimetleri karþýsýnda savurganlýk yapanlar þer´an kýsýtlýlýk altýna alýnmaktadýrlar. Sahâbîler bunun içindir ki, dünyaya karþý talepte bulunmuþlar, onunla meþgul olmuþlar, onun için çalýþmýþlardýr. Çünkü bu yaklaþýmla ele alýndýðýnda dünya, Al lah´a þükretmede, âhiret için azýk ve binek edinmede yardýmcý ol maktadýr. Kaldý ki ashap, insanlarýn dünyaya karþý en zahidi, onu kazanma konusunda en takva sahibi olan kimselerdi; buna raðmen dünyadan el-etek çekme gibi bir tutum içerisine girmemiþlerdi. Bel ki de, bu bakýþ açýsýndan habersiz olan bazý kimseler, onlarýn dün yaya yönelik taleplerinin birinci nazarla olduðu yanlýþ anlayýþýna kapýlabilir. Hâþâ onlar hakkýnda böyle birþey düþünülemez. Onlar dünyayý, sadece bu ikinci yaklaþýmla istemiþler ve böylece ona yö nelik talepleri, ibadetleri cümlesinden bir hal almýþtýr. Nitekim on lar, birinci cihetten dünyaya yönelik talebi terketmiþlerdir ve onla rýn bu halleri de yine ibadetleri cümlesinden olmuþtur. Allah, on lardan razý olsun, bizi de onlara katsýn, bizleri onlarla hasretsin, bizi de lütuf ve ihsaný ile onlarý muvaffak kýldýðý þeylere muvaffak kýlsýn!
Bu fasýl üzerinde iyi durmak gerekir. Çünkü bu, þeriat ve onun müntesiplerinin halleri hakkýnda hatýra gelebilecek pek çok þüphe leri izale eder. Keza bu noktanýn iyi kavranmasý, âhiret yoluna sülük etmiþ kimselerin önlerine çýkabilecek engelleri aþmalarýna yardýmcý olur. Bu engeller sebebiyle onlar, zühdü ve dünyanýn ter kini yanlýþ anlarlar, keza dünyanýn istenmesini de olmasý gereken þekilde kavrayamazlar. Bunun sonucunda onlar, þeriatýn övmediði þeyi övme, þeriatýn yermediði þeyi de yerme gibi bir tavýr içerisine girebilirler. Ama mesele iyi kavranýrsa bunlar olmaz. Bunun yanýn da fakirlik ve zenginlik meselesinde farklý düþünenler arasýnda ha kem rolü de yapar ve ne fakirliðin mutlak surette zenginlikten, ne de zenginliðin mutlak olarak fakirlikten üstün olmadýðýný, aksine meselenin tafsilata tâbi bulunduðunu ortaya koyar. Çünkü zengin lik, eðer peþin zevklerin tercihine meylettiriyorsa, sahibine nisbetle yerilmiþ ve fakirlik onun hakkýnda daha üstün olur. Eðer uhrevî nazlarýn, tercihine sürükler ve onu âhiret hayatý için harcar, orasý na azýk hazýrlamada yardýmcý olarak kullanýrsa, o takdirde o kiþi için zenginlik fakirlikten daha üstün olur.
Lütfü ile muvaffak kýlan Allah´týr.
Fasýl:
Bil ki, bu bakýþ açýsýna ait hükümlerin çoðu, bu kitabýn çeþitli yerlerinde geçmiþ bulunmaktadýr.[66] Bu yüzden konuyu kýsa kes miþ bulunuyoruz. Sonra ilgili daha baþka hükümler de vardýr ki, usûlcüler nadiren onlarý zikrederler. Ancak onlar, bu kitabýn esas larýna nisbetle, furû´ (dallar) mertebesinde bulunmaktadýr; o yüz den onlara da temas etmedik. Çünkü onlara muttali olan kimse, basit bir düþünce sonrasýnda ilgili hükmü kavrayabilir. Yardým an cak Allah´tandýr. Burada zikrolunan þey, tearuz ve tercih konusuy la ilgili kurallarý elde etmek isteyenlere yönelik olarak sadece genel çerçeve mahiyetinde olan kýstaslar ve köklü esaslardýr. [67]
[1] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/296-299
[2] Dolayýsýyla da tercihe bir mahal bulunmamaktadýr. Usûlcüler þöyle de miþlerdir: Dikkate alýnmasý gereken tercihin þartlarýndan biri de, iki delil arasýnda kabul edilebilir bir cemin mümkün olmamasýdýr. Eðer aralarýný cemetmek kabilse, o zaman yapýlacak olan cem ve böylece her iki delilin de gereðiyle amel etmektir. el-Mahsül´de þöyle denmektedir: "Cem yoluy la delillerden ikisiyle birlikte amel etmek, birini ihmal etmekten daha uy gundur" Bütün fukahâ ayný görüþtedir, bkz. Þevkânî, Ýrþâdu´l-fuhûl.
[3] Yani muarýz gibi gözüken delillerden birinin âmm, diðerinin de hâss ol masý halinde, meselâ hâss olan âmmý tahsis eder. Böylece de her iki delil le de amel edilmiþ olur. (Ç)
[4] Meselâ þu iki hadisi örnek vermiþlerdir: Rasûlullah (s.a.): "Size þahitlerin en hayýrlýsýný haber vereyim mi " buyurdu. "Evet" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.): "Kiþinin, çaðrýlmadan þahitlik etmesidir"buyurdu.
Bir baþka defasýnda da: "...Sonra yalan yayýlýr, hatta öyle olur ki kiþi çaðrýlmadan þahitlik eder" buyurmuþ tur.
Bu iki hadisten birincisini, içerisinde Allah hakký bulunan þeylere, ikincisini de kul hakký bulunan þeylere hamletmiþlerdir. Böylece her iki hadisle de bir yönden amel edilmiþ olmaktadýr ve aralarýnda tearuz dola yýsýyla da birini diðerine tercih bulunmamaktadýr. Ýkinci meselede benzeri Örnekler çokça gelecektir.
[5] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/299-300
[6] Tearuzu þöyle tarif etmiþlerdir: Ýki delilin, birbirine mani olacak þekilde yani birinin isbat ettiði þeyi diðerinin reddeceði þekilde karþýlaþmasýdýr. Usûlcülerin üzerinde durduðu tearuz, bizzat deliller arasýnda söz konusu olandýr. Bu tür tearuz halinde olan iki delil arasýnda metin, senet, mânâ ya da haricî bir durum sebebiyle tercihte bulunulur. Müellifin bu mesele de zikretmiþ olduðu tearuz türlerine gelince mukallide nisbetle mücte-hidierin görüþlerinin tearuzu türünü istisna edecek olursak bunlar, usûlcülerin uzun uzadýya üzerinde durduklarý delillerin tearuzu türünden deðildir. Zira bu sayýlan türlerde delillerin tearuzu söz konusu deðildir. Bunlarda tearuz, uygulama, hükmün mahallinde menâtýn (illetin) tahkiki i.ibarýyla olmaktadýr Müellif, müteþâbih konusunda ikinci meselede delil ler hakkýnda özetle þöyle demiþtir: "Menâta (hükmün dayanaðýna) raci olan müteþabihlik, delillere yönelik deðildir. Meselâ murdar hayvanýn ye nilmesinin haramliðý açýktýr. Keza usulü dairesinde boðazlanmýþ olan hayvanýn yenilmesinin helalliði de açýktýr. Bunlarýn birbirine karýþmasý halinde, þüphe mahalli deliller deðil, yenilecek hayvandýr..." Müellif yine Ýctihâd bölümünün Dördüncü Mesele´sinde burada zikrettiði türlerin ço ðunu orada koymuþ olduðu kaideye yani hükmü açýk olan iki uç tarafýn ortasýnda hükmü açýk olmayan ve her iki uç kýsma da girebilme ihtimali içeren konulara örnek olarak zikretmiþ ve bunlarla ilgili ihtilâfýn esasý nýn, ortada yer «lan þeyin hükmüne dayanak olacak þeyin tespiti konu sundaki deðerlendirme olduðunu belirtmiþti. Hükmün dayanaðýnda söz konusu olan ihtilâf, delillerde meydana geîen tearuz deðildir. Bu itibarla onlarý, delillerde meydana gelen gerçek tearuzun türlerinden saymak doð ru deðildir.
[7] Bir hükmün ispatýný saðlayan, iki þahit, belge... vb. (Ç)
[8] Bizzat delillerin kendilerinde vaki olan tearuz hakkýnda yapýlacak terci hin yönleri ise böyle deðildir. Usûlcüler onlarý, iþaret ettiðimiz dört þekle münhasýr kýlmýþlardýr. Onlara kýyas ve beraberinde olan þeylerin tercihini de eklemiþler ve böylece tamamý altý neVi olmuþtur.
[9] Birinci Mesele´de. Orada hükmün menâtý (illeti, dayanaðý) hakkýnda ictihâd üzerinde uzun uzadýya durmuþtu. Bu da bizim az önce dipnottaki görüþümüzü destekler. Oradaki söz, tamamen menâtýn tahkiki konusun da sevkedilmiþtir; usûlcülerin açýkladýðý tearuz ya da onun türünden biri deðildir, aksine o, ona benzer baþka bir türdür.
[10] Her iki taraf da dikkate almacaksa, o zaman bu, aralarýný cem etme imkâný bulunmayan birinci kýsýmdan nasýl olacaktýr ! Bu durumda o, tearuz halindeki iki tarafý, her biri hakkýnda cüz´î olacak þekilde amel et tirmiþ olur; birini ilga edip, diðerini tam olarak amel ettirmiþ olmaz. Mü ellifin, bu meseleyi aralarým cem etme imkâný bulunmayan kýsýmdan saymasý, sadece galip itibarýyla olmalýdýr. Konu, Üçüncü Mesele´de tekrar ele alýnacaktýr.
[11] Ýmam Mâlik´e göre köle nakýs bir mülkiyet hakkýna sahiptir. Baþkalarýna göre ise köle esasen hiçbirþeye mâlik olamaz. Tabiî, her iki görüþe göre de sonuçta farklý hükümler doðar.
[12] Müellifin sözünün zahiri þudur: Usûlcülerin haklarýnda eemetme imkâný bulunmadýðýna hükmettikleri þeylerin tamamý, ikinci kýsma yani ya cem ya da ikisinden birini iptal mânâsý içeren türe raci olur; dolayýsýyla mut lak anlamda tearuz kalmaz.Eðer müellifin maksadý hakikaten bu ve bununla tearuz ve tercih ko nusunu ortadan kaldýrmayý murad ediyorsa, bu maksadýna ulaþamaz. Çünkü Üçüncü Mesele´de zikrettiði þekiller, tearuz konusundaki akla ge lebilen þekilleri kuþattýðý takdirine binaendir.
[13] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/300-303
[14] Özeti iki delilin de i´mâli þeklindeydi. Nitekim Deliller bölümünde geçen safra mizaçlý kiþinin bal içmesi meselesinde olduðu gibi.
[15] Ýki âyetin tearuzunu zikretmedi. Belki de âyetlerin tearuz etmeyeceði çünkü onlarýn kat´î olduklarý görüþündedir. Ancak, zannî delâlet açýsýn dan tearuz vakidir. Mütevatir hadîslerde hükümde aynen âyetler gibidir. Müellif hadisleri mutlak olarak ifade etmiþtir. Dikkat edileceði üzere söz konusu olan, sureta tearuz hakkýndadýr; gerçek tearuz bahis ko nusu deðildir. Çünkü gerçek tearuz þeriatta bulunmaz. Dolayýsýyla kafi olan ile olmayan arasýnda bir fark yoktur.
[16] Müellif burada alâmet konusunu geniþ ele almýþ ve onu sebep ve benzer leri de kapsar mahiyette kullanmýþtýr.
[17] Oysa ki bunlardan bir kýsmýnýn, aralarýný cemetme imkâný bulunan ký sýmdan olmasý mümkündür. Nitekim müellif birazdan zikredecektir.
[18] Bu konuda usûl kitaplarýna bkz. Konuyla ilgili orada pek çok örnek bula caksýnýz.
[19] Yani her iki delilde amel ettirilir; ancak her biri bir baþka cüz´î hakkýnda bazý kayýtlar ekleyerek ya da çýkararak tahsis edilmiþ olur. Tahkîkul-menât bahsinde geçtiði gibi. Kezâ"Þâhitlerin en hayýrlýsý. hadislerinde geçtiði gibi. Bilindiði gibi orada hadislerden her biri (Allah hakký içeren, kul hakký içeren konular gibi) bir baþka yöne hamledilmiþti. Ýleride teyemmüm konusunda mil örneði gelecektir.
[20] Orada þöyle demiþti: Cihâd çaðrýsý, farz-ý kifâye olmasý durumunda bu iþ için gerekli olan cesaret ve kahramanlýk vb. gibi vasýflan haiz olan kimse lere yönelik olacaktýr Ümmetin bu görevi gerçekleþtirmemiþ olmasý halin de, bu vasýflara sahip olmayan kimselere bir günah terettüp etmez. Orada velâyet-i âmme yani devlet baþkanlýðý görevini de örnek olarak vermiþti. Bu, iki delilden birinin dikkate alýnan bir kayýtla tahsis edilmesi olmakta ve bunun sonucunda kifâî olarak cihâdýn yapýlmasýný talepte bulunan de lil, "Allah hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük yuklemez" delili ile iki delilin de ayný mahalle taalluku durumunda tearuz etmemektedir.
[21] Mâide 5/6.
[22] Zarurî karþýsýnda tahsînînin tearuzundan söz edilemez. Ama biz tahare tin bizzat namazýn mükemmil unsurlarýndan olduðunu kabul edersek, o zaman onun hakkýnda birazdan gelecek olan kýble hakkýndaki söz söyle necektir. Göründüðü kadarýyla kýble ile taharet arasýnda bir fark yoktur; her biri namaza girmeden önce gerçekleþtirilmesi ve namaz boyunca da bulunmasý gereken bir þart olmaktadýr.
[23] Bakara 2/144.
[24] Yani zihin dýþýnda, varlýk âleminde. (Ç)
[25] Yani zarurî olan esaslar, hâcî olanlar üzerine... tercih olunur.
[26] Hadîd 57/20.
[27] Ayný âyetin sonu.
[28] Ankebût 29/64.
[29] Kehf 18/46.
[30] Tirmizi, Zühd, 13.
[31] Ýmam Gazzâlî dünya hayatýyla ilgili iþleri üç kýsma ayýrýr:
1) Âhiret yolculuðunda sana eþlik eden ve semereleri Ölümünden son ra da devam eden þeyler. Bunlar Allah´ý bilmek ve salih amelde bulun maktýr. Övgüye deðer olan dünya ümûru iþte bunlardýr.
2) Birinci kýsmýn tam karþý tarafýný oluþturan ve zemmedilmiþ bulu nan dünya ümûru. Bunlar, peþin zevkler içeren, âhiret için bir semeresi bulunmayan günahlara dalmak, mubahlarla ihtiyaçtan fazla olarak sefa hat hayatý denilecek ölçüde yararlanmak, altýn ve gümüþleri istif etmek, allar edinmek, ekinler, nesiller, her türlü oðlan-cariye hizmetçiler edin mek, hayvanlar beslemek, saraylar yaptýrmak, lüks elbiseler giymek... gi bi þeylerdir. Kiþinin bütün bunlardan nasibi, zemmedilmiþ olan dünya umurundan olmaktadýr. 3) Bu iki uç arasýnda ortada kalan þeyler. Bunlar peþin fakat âhiret iþlerine yardýmcý olan hazlar içerir. Meselâ insanýn yaþamak ve yaþantýsý ný sürdürmek, ilim öðrenmek ve amelde bulunabilmek için gerekli olan yemesi, içmesi, giyinmesi vb. ihtiyaç duyduðu, sýhhatini korumak için ge rek hissettiði herþey bu kýsma giren iþlerdendir.
[32] Yûnus 10/24.
[33] Mü´min40/39.
[34] Âl-i Ýmrân 3/196.
[35] Kehf 18/45.
[36] Hadisin baþ tarafý þöyle: îbn Mesûd anlatmaktadýr: Birinde Rasûlullah´m (s.a.) huzuruna girdim. Bir hasýrýn kumlan üzerinde uyumuþ ve hasýr böð ründe iz yapmýþtý. Ona: "Yâ Rasûlallah! Keþke sana bir yaygý edinsek de, onu hasýrýn üzerine, altýna yaysan" dedim. Bunun üzerine... (yukarýdaki hadisi) buyurdu, bkz. îbn Mâce, Zühd, 3 ; Tirmizî, Zühd, 44 ; Ebû Dâvûd, Libâs, 42 ; Ahmed, 2/21.
[37] Kâf 50/6-11.
[38] Neml 27/61.
[39] Hacc 22/5.
[40] Mü´minûn 23/85.
[41] Ýbrahim 14/32-34.
[42] Bakara 2/22.
[43] Nahl 16/10-18.
[44] Nahl 16/81.
[45] Nahl 16/5-8.
[46] Muhammed 47/36; Hadîd 57/20.
[47] Vakýa 56/28-30.
[48] Nahl 16/81.
[49] Bakara 2/25.
[50] Nahl 16/72.
[51] Muhammed 47/15.
[52] Nahl 16/68-69.
[53] Bu, bazý müfessirlerin görüþü olmaktadýr. Bu tefsire binaen söylenilenle rin en uygunu, güzel hayattan maksat kanaat ile birlikte sürülen hayat týr. Çünkü kanaat sahibi olmayan bir kimse için huzurlu ve güzel bir ha yat sürmek mümkün deðildir. Bu her zaman için þahit olunan ve bilinen bir gerçektir.
Güzel hayattan maksadýn âhirette olduðunu da söylemiþlerdir. Çün kü orada sürülecek olan hayatta ölüm yoktur, zenginlik var, yoksulluk yoktur; sýhhat var, hastalýk yoktur; mülk var, helak yoktur; seâdet var, bahtsýzlýk yoktur.
[54] Nahl 16/97
[55] En´âm 6/141.
[56] Sebe´ 34/15.
[57] Rûm 30/46.
[58] Nûr 24/39.
[59] Furkân 25/23.
[60] Mü´minûn 23/115.
[61] Sâd 38/27.
[62] Duhân 44/38-39.
[63] Rûm 30/8.
[64] Tîn 95/6.
[65] Nahl 16/97.
[66] Bu yüzden de müellif konuyu iþlerken sýk sýk (beþ defa) yollama yapmýþ týr. Her defasýnda yollama yapýlan konu, buradaki meseleye ýþýk tutacak mahiyettedir.
[67] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/303-315