Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Bilim ve Efsane By: ezelinur Date: 29 Eylül 2010, 09:43:13
Bilim ve Efsane

Efsane: “bütün, parçalardan oluþur”

Ýnsan vücudunun organlardan, organlarýn dokulardan, dokularýn hücrelerden hücrelerin organellerden, organellerin de nihayet moleküllerden ve atomlardan oluþtuðunu söylemeye hacet var mý? Atomdan sonrasý ise proton, nötron, elektrondan baþlayýp, quarklara, leptonlara… enerji bantlarýna kadar uzayýp gider. Gerçekten de karþýmýzda küçükten büyüðe doðru karmaþýklaþan, büyükten küçüðe doðru sadeleþen bir parça-bütün hiyerarþisi vardýr. “Bunda ne bityeniði var?” diyeceksiniz. Elbette ki buraya kadar herþey normal; sorun bundan sonra baþlýyor.

Sorun, bilimin birþeyi anlamaya ya da ‘tanýmlama’ya çalýþmasýyla ortaya çýkýyor. Ýþte burada bir ‘þey’in parçalarýný öðrenmekle, parçalarýna isim koymakla o þeyi kavradýðýmýzý, anladýðýmýzý, anlamlandýrdýðýmýzý, tanýmladýðýmýzý sanýrýz. Modern bilime göre birþeyi anlamanýn yolu, onu parçalarýna indirgemektir. Bu yüzden bilim çok sýklýkla bir bütünü anlamlandýrma yolunda, giderek küçülen parçalara odaklanýr. Bu arada parçalarý bütünden kopararak yalnýzlaþtýrýr, tekilleþtirir, güdükleþtirir. Böylece bizi hem parçayý bütün içinde anlamlandýrmaktan, hem de bütünü bütün olarak görmekten uzaklaþtýrýr. Aslýnda bir bütünün parçalardan oluþtuðu sadece bir tasvirdir, yani olaný resmetmedir; bütünü anlamak ve tanýmlamak ise resmini çýkarmaktan baþka ve fazla bir iþtir. Çünkü, bütün diye algýladýðýmýz þey, parçalarýn toplamýndan fazla ve baþka bir þeydir. Örneðin, çok zarif kývrýmlarla kýyýya yanaþan bir deniz dalgasýnýn nihayet su taneciklerinden ibaret olduðunu söylemek, teknik olarak doðru olabilir; ama estetik olarak eksiktir, yanlýþtýr, yanýltýcýdýr. Dalga diye isimlendirdiðimiz ‘þey,’ bütün su taneciklerinin toplamýndan öte birþeydir, yeni ve kasýtlý bir inþadýr, bu yeni þey su taneciklerinin özelliklerine indirgenemez, onlarý toplayarak tanýmlanamaz, açýklanamaz. Ayný þekilde, azýcýk sanat ve estetik görüþü olan hiç kimse bir gülde saklý güzelliði çözümlemek için gülün yapraklarýný yolmayý düþünmez. Binlerce gül yapraðýný toplasanýz, tek bir tomurcuktaki zerafeti ve estetiði ortaya çýkaramazsýnýz.

Ne garip ki, bilimsel çalýþmalar, her defasýnda bölerek, parçalara ayýrarak, dilimleyerek bütüne dair çýkarýmlar yapmaya eðilimlidir. Örneðin suyun iki hidrojen ve bir oksijenden ibaret olduðunu keþfetmek, suyu anlamak ve anlamlandýrmak için yeterli görünür. Pekâlâ bilinir ki, su, hidrojen ve oksijenin özelliklerinden (yanýcýlýk ve yakýcýlýk) fazla ve baþka birþeydir, yeni bir bütündür, kendi parçalarýndan ötede gerçekleþmiþ ayrý bir þeydir.

Bilimin bu indirgemeci yaklaþýmý, özellikle týpta öylesine yaralayýcýdýr ki, modern hekimler insan vücudundaki parçalarla ilgilenirken çoðu zaman insaný, yani tek baþýna parçalarýnýn toplamýndan fazla ve ayrý bir bütün olan insaný gözden kaçýrýrlar. “Bütün parçalardan oluþur” sözü kulaðýmýza ilk duyuþta hoþ gelebilir, ama parçalarýn kendi baþlarýna bütün edemeyeceði gerçeðini unutturabilir. Siz þimdi okuduðunuz bu yazýyý kelimelere ve harflere bölerek anladýðýnýzý söyleyebilir misiniz? Ümidim o ki, tam da bu satýrda bu yazýyý oluþturan kelimelerden ve harflerden öte, baþka, ayrý, yeni bir anlam bütününü anlayacaksýnýz. Öyleyse eþyayý ‘okur’ken de, parçalarýn yetmediðini düþünmeliyiz.

Efsane: “bazý þeyler çok geliþmiþtir, bazý þeyler ilkeldir”

Bütünü parçalara indirgemek, sadece bütüne deðil, parçalara da haksýzlýk yapmayý doðurur. Bütün içindeki parçaya odaklanan bilim adamý, çok geçmeden o parçanýn bütün içindeki konumunu farketmez hale gelir. Böylece bütünü parçalarken, parçayý da yalnýzlaþtýrýr, yabancýlaþtýrýr. Yalnýzlaþan parça, daha sonra insafsýz bir sýnýflamaya konu olur; parça, bütün içindeki önemine ve önceliðine göre deðil de, kendi baþýna ne kadar becerikli olduðuna göre nitelendirilir. Örneðin bir ev için tavan lambasý da, kapý da birbirleriyle kýyaslanamaz önem ve önceliðe sahiptir. Kapý, ýþýk yaymadýðý ve elektriksel özellikler göstermediði için ampule göre ‘ilkel’ ya da ‘az geliþmiþ’ diye nitelendirilemez. Ampul de, ahþap yerine camdan oluþtuðu için, kapýya kýyasla ‘çok geliþmiþ’ sayýlamaz. Ancak, bu iki þeyin bir bütün olan evin içinde yer ve görev aldýklarýný unutur yahut gözardý ederseniz, ahþap bir kapýyý elektronik özelliklere sahip tavan lambasýndan ‘geri,’ ‘az geliþmiþ’ ya da ‘ilkel’ görmeye baþlarsýnýz.

Ayný þekilde modern bilim de toprakta gözenekleriyle nefes alýp veren ve beslenen bir solucaný, her an sayýsýz bilginin akýþýný saðlayan bir insan beyni hücresine kýyasla ‘ilkel’ ve ‘az geliþmiþ’ diye tanýmlamaya eðilimlidir. Bu sýralamaya öylesine alýþmýþýzdýr ki, insan beyni hücresinin bir zamanlar solucan gibi ‘ilkel’ olduðu bir uydurma geçmiþ ile solucanýn bir insan beyni hücresi gibi ‘geliþmiþ’ olabileceði bir ýsmarlama gelecek arasýnda gidip geliriz. Sanki þimdiki zamanda mükemmel olan birþey yoktur; þu an herþey bir deneme-yanýlma çalkantýsý içinde salýnmaktadýr. Sanki herþey þu an bir eðreti form ve fonksiyon içine rastgele düþüvermiþtir. Sanki herþey rastgele bir geçmiþten baþýboþ bir geleceðe doðru sürüklenmektedir. ‘Þimdi ve burada’ tamam olan birþey yoktur; eðreti bir dünyada, serseri ve amaçsýz formlar arasýnda yaþayýp durmaktayýz. Biraz derinlemesine düþününce, her an duyageldiðimiz ‘ilkel’-‘geliþmiþ’ gibi basit nitelemeler, bizi eþyanýn ite kaka biçimlendiði, deneye yanýla kusursuzlaþtýðý bir zaman-mekânýn ortasýna yerleþtirir. Bu bakýþ þu an en mükemmel denebilecek niteliklere sahip bir þeyi kusurlu ve rastgele bir geçmiþle malul ettiði gibi, içinde bulunduðu bütünde mükemmel bir görevi tamamlayan sade bir þeyi de ilkelliðe yuvarlar.

Baþtaki örneðimizi tekrar bütün içinde ele alýrsak, bir solucanýn toprakta yaþama konusunda ‘mükemmel’ olduðunu, bir beyin hücresinin de insan vücudunda bilgi transferi iþinde ‘mükemmel’ olduðunu anlamakta gecikmeyiz. Solucan da ve beyin hücresi de yer aldýklarý bütün içinde mükemmeldirler, eksiksizdirler, kusursuzdurlar. Bir solucanýn insan beyni için ‘ilkel’ olduðunu düþünen, bir beyin hücresinin de toprakta yaþama konusunda ‘ilkel’ kalabileceðini düþünmelidir. Öyleyse herþey kendi yerinde kusursuz, tamamladýðý bütün içinde mükemmeldir; ilkel olan bir þey yoktur. ‘Ýlkel,’ parçayý bütün içinde göremeyen beynin etiketidir.

Solucan da, insan beyni hücresi de, kendi parçalarýndan her defasýnda ‘yeni’ olarak inþa edilir. Ýnsan beyninin solucana ‘fark atacak’ daha eski bir geçmiþi yoktur, ikisi de ‘þimdi’ ve ‘burada’ gerçekleþmektedirler.

Efsane: “mutlaka bölünmez bir parçacýk vardýr”

Tam burada Einstein’ýn ünlü sözünü hatýrlayalým: “Öyle bir zamanda yaþýyoruz ki, bir önyargýyý parçalamak atomu parçalamaktan daha zor.” Einstein’ýn atomu parçalamanýn kolaylaþtýðýný ima etmek niyetiyle söylediði bu söz, içinde, belki Einstein’ýn da farketmediði bir çeliþki saklar. Bir önyargýdan daha kolay parçalandýðý söylenen ‘atom’ da aslýnda binlerce yýllýk bir önyargýdýr. Latince ‘bölünemez’ (a-tommy) anlamýna gelen atom kelimesi, maddenin bölünmez, yok olmaz, deðiþmez, eskimez bir ‘temel taþý’na dayandýðý kabullenmesinin ürünüdür. Bu yüzden, Aristo gibi filozoflar, binlerce yýl öncesinden, bildiðimiz anlamda atomu keþfetmedikleri halde, bir ‘atom’un, yani bölünmez parçacýðýn olmasý gerektiði söyleyegelmiþlerdir. Sonunda bu ‘bölünmez’ nitelemesini hak eden parça, yani atom tanýmlanmýþ; ama onun da parçalanabilir, deðiþebilir, bölünebilir olduðu hem teorik olarak, hem de deneylerde bilfiil parçalanmasý suretiyle görülmüþtür. Ne var ki atomun da parçalanabilir olduðu gerçeði, atom sözcüðünün sembolleþtirdiði bölünmez temel parçacýk arayýþýný durdurmamýþ; atomun da altýnda yine, yeni ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ parçacýklar arayýþýna devam edilmiþtir. “Ýþte bölünmez parçacýk bu!” denecek olduðu her defasýnda, bölünmez denenin de bölünebilir olduðu anlaþýlmýþ, bu defa yeni bir sabitenin peþine düþülmüþtür. Modern fiziðin ‘sabite’ arayýþýnda geldiði nokta, sabite arayýcýlarý için hüsranla sonuçlanacaða benziyor. Çünkü her defasýnda ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ olmasý umulan þey unufak olup parçalanýyor, ‘temel taþý’ olacak kararlýlýða sahip olmadýðý görülüyor.

Sonu ne olursa olsun ‘sabite’ arama fikri, bölünmez, nihai temel taþ arama ihtiyacý ilginçtir. Bu arayýþ, kâinatýn yaratýlma ve var edilme gibi kendi dýþýnda bir eyleme konu olmasý ihtimaline karþý bir tür kapanmanýn, yaratýlýþ fikrine karþý bir direncin ifadesidir. Çünkü, ‘bölünmez’ olan zamandan etkilenmez; ‘sabit’ olan bir inþaya konu olmaz; o sadece vardýr, bir baþlangýcý olmasý gerekmediði gibi, bir sonu da yoktur! ‘Bölünmez’ olan, açýk ifadeyle, bizim ancak kâinatýn Yaratýcýsýna atfedebileceðimiz ilâhî özelliklere sahiptir; ezelîdir, ebedîdir, yok edilemez ve varlýðý için baþkasýna muhtaç deðildir! Bölünmez temel parçacýk fikri sayesinde bilimsel görüþ, evrimci zaman anlayýþýyla, rastgeleliklerin yeterince zaman bularak gerçekleþtiði çok geniþ ve uzun zaman anlayýþýný ezele ve ebede kadar uzatacak ‘sabit’ bir dayanak da bulmuþ olur. Öteden beri zaten varolan temel taþlarýn rastgele ‘oynaþmasýyla,’ kendiliðinden ‘kaynaþmasýyla’ ortaya çýkan bir varoluþla karþý karþýyayýzdýr artýk. Kâinat kendi kendine yetmektedir; herþey çözülse ve daðýlsa bile yeterince zaman verildiðinde ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ parçacýklar üzerinde her nasýlsa yeniden kurulabilir, organize olur. Ýlla da bir ‘tanrý’ gerekse bile, bu tanrý ‘temel taþlarý’ hazýr bulmuþ ve kâinatý bu temel taþlarýn ezelî ve ebedî özelliklerinden yararlanarak kurmuþtur. Ya da, en fazlasý, bu taþlar üzerinden sürekli ‘zar atýp’ rastgele oluþlara izin vermektedir.

Gerçekte, kâinatýn derininde, atomun dibinde zaten varolagelen bir temel parçacýk olmadýðýný kavradýðýmýzda, bir Tanrý’ya sýnýrlý bir kudret vermekte sakýnca görmeyenler ürpertici bir boþluk içinde kalýrlar. Alýþageldikleri ve hep arayýp durduklarý ‘sabite’ yitiverir, varoluþu maddeye baðlayan ‘temel’leri yýkýlýverir, kâinatý ezelî ve ebedî görmek isteyen hevesleri parçalanýverir, varoluþun kendi kendineliðini ve kendi baþýnalýðýný gösteren dayanaklarý yýkýlýr, eþyanýn kendine yeter olduðu direnci çözülür. Onlara göre temeli olmayan bir kâinat, sabitesi olmayan bir varoluþ sýnýrlý bir zamanda sýnýrlý bir iþ görmesine ihtimal verdikleri muhayyel ‘tanrý’nýn bile üstesinden gelemeyeceði birþeydir.

Tanrýsal özellikler bahþettikleri maddeye olan dayanaklarýný, en fazla sembolik varlýðýna ihtimal verdikleri, sýnýrlý bir iþ buyurduklarý muhayyel ‘tanrý’dan, herþeyi her an yeniden yaratan sýnýrsýzca hükmeden hakikî ‘Yaratýcý’ya devretmeleri hayli ürkütücüdür. Maddenin bir Yaratýcýya atfedilebilecek sýnýrsýz, sonsuz özelliklere sahip olmasýnda sakýnca görmezken, tüm bu özelliklerin tek bir Yaratýcýya verilmesinin aðýr bir sorumluluk duygusu doðuracaðýný bilirler.

Sonuç olarak ‘atom’ önyargýsý ya da ‘sabite’ arayýþý bir ezelî ve ebedî Yaratýcý ihtiyacýndan kaynaklanýr, ama kasden maddeye takýlýp kalýr. Eðer bir ‘bölünmez’ varsa, bir ‘tanrý’nýn varlýðý kabul edilse bile, ‘bölünmez’ olan onun elinden kurtarýlmýþ olur, geriye kalan bu tanrýnýn seyretmekle yetineceði bir rastgelelik oyunu olur. Efsanenin fonksiyonu ise burada baþlar. Kendi baþýna ve boþlukta iþleyen bir kâinat kimseye kendi fonksiyonunu ve yerini tanýmlama ihtiyacý yüklemez; oyunda oynaþta yaþayýp gideriz.


radyobeyan