> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Bilim ve Efsane
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bilim ve Efsane  (Okunma Sayısı 823 defa)
29 Eylül 2010, 09:43:13
Eflaki
Gökte oturan melek
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9.997


« : 29 Eylül 2010, 09:43:13 »



Bilim ve Efsane

Efsane: “bütün, parçalardan oluşur”

İnsan vücudunun organlardan, organların dokulardan, dokuların hücrelerden hücrelerin organellerden, organellerin de nihayet moleküllerden ve atomlardan oluştuğunu söylemeye hacet var mı? Atomdan sonrası ise proton, nötron, elektrondan başlayıp, quarklara, leptonlara… enerji bantlarına kadar uzayıp gider. Gerçekten de karşımızda küçükten büyüğe doğru karmaşıklaşan, büyükten küçüğe doğru sadeleşen bir parça-bütün hiyerarşisi vardır. “Bunda ne bityeniği var?” diyeceksiniz. Elbette ki buraya kadar herşey normal; sorun bundan sonra başlıyor.

Sorun, bilimin birşeyi anlamaya ya da ‘tanımlama’ya çalışmasıyla ortaya çıkıyor. İşte burada bir ‘şey’in parçalarını öğrenmekle, parçalarına isim koymakla o şeyi kavradığımızı, anladığımızı, anlamlandırdığımızı, tanımladığımızı sanırız. Modern bilime göre birşeyi anlamanın yolu, onu parçalarına indirgemektir. Bu yüzden bilim çok sıklıkla bir bütünü anlamlandırma yolunda, giderek küçülen parçalara odaklanır. Bu arada parçaları bütünden kopararak yalnızlaştırır, tekilleştirir, güdükleştirir. Böylece bizi hem parçayı bütün içinde anlamlandırmaktan, hem de bütünü bütün olarak görmekten uzaklaştırır. Aslında bir bütünün parçalardan oluştuğu sadece bir tasvirdir, yani olanı resmetmedir; bütünü anlamak ve tanımlamak ise resmini çıkarmaktan başka ve fazla bir iştir. Çünkü, bütün diye algıladığımız şey, parçaların toplamından fazla ve başka bir şeydir. Örneğin, çok zarif kıvrımlarla kıyıya yanaşan bir deniz dalgasının nihayet su taneciklerinden ibaret olduğunu söylemek, teknik olarak doğru olabilir; ama estetik olarak eksiktir, yanlıştır, yanıltıcıdır. Dalga diye isimlendirdiğimiz ‘şey,’ bütün su taneciklerinin toplamından öte birşeydir, yeni ve kasıtlı bir inşadır, bu yeni şey su taneciklerinin özelliklerine indirgenemez, onları toplayarak tanımlanamaz, açıklanamaz. Aynı şekilde, azıcık sanat ve estetik görüşü olan hiç kimse bir gülde saklı güzelliği çözümlemek için gülün yapraklarını yolmayı düşünmez. Binlerce gül yaprağını toplasanız, tek bir tomurcuktaki zerafeti ve estetiği ortaya çıkaramazsınız.

Ne garip ki, bilimsel çalışmalar, her defasında bölerek, parçalara ayırarak, dilimleyerek bütüne dair çıkarımlar yapmaya eğilimlidir. Örneğin suyun iki hidrojen ve bir oksijenden ibaret olduğunu keşfetmek, suyu anlamak ve anlamlandırmak için yeterli görünür. Pekâlâ bilinir ki, su, hidrojen ve oksijenin özelliklerinden (yanıcılık ve yakıcılık) fazla ve başka birşeydir, yeni bir bütündür, kendi parçalarından ötede gerçekleşmiş ayrı bir şeydir.

Bilimin bu indirgemeci yaklaşımı, özellikle tıpta öylesine yaralayıcıdır ki, modern hekimler insan vücudundaki parçalarla ilgilenirken çoğu zaman insanı, yani tek başına parçalarının toplamından fazla ve ayrı bir bütün olan insanı gözden kaçırırlar. “Bütün parçalardan oluşur” sözü kulağımıza ilk duyuşta hoş gelebilir, ama parçaların kendi başlarına bütün edemeyeceği gerçeğini unutturabilir. Siz şimdi okuduğunuz bu yazıyı kelimelere ve harflere bölerek anladığınızı söyleyebilir misiniz? Ümidim o ki, tam da bu satırda bu yazıyı oluşturan kelimelerden ve harflerden öte, başka, ayrı, yeni bir anlam bütününü anlayacaksınız. Öyleyse eşyayı ‘okur’ken de, parçaların yetmediğini düşünmeliyiz.

Efsane: “bazı şeyler çok gelişmiştir, bazı şeyler ilkeldir”

Bütünü parçalara indirgemek, sadece bütüne değil, parçalara da haksızlık yapmayı doğurur. Bütün içindeki parçaya odaklanan bilim adamı, çok geçmeden o parçanın bütün içindeki konumunu farketmez hale gelir. Böylece bütünü parçalarken, parçayı da yalnızlaştırır, yabancılaştırır. Yalnızlaşan parça, daha sonra insafsız bir sınıflamaya konu olur; parça, bütün içindeki önemine ve önceliğine göre değil de, kendi başına ne kadar becerikli olduğuna göre nitelendirilir. Örneğin bir ev için tavan lambası da, kapı da birbirleriyle kıyaslanamaz önem ve önceliğe sahiptir. Kapı, ışık yaymadığı ve elektriksel özellikler göstermediği için ampule göre ‘ilkel’ ya da ‘az gelişmiş’ diye nitelendirilemez. Ampul de, ahşap yerine camdan oluştuğu için, kapıya kıyasla ‘çok gelişmiş’ sayılamaz. Ancak, bu iki şeyin bir bütün olan evin içinde yer ve görev aldıklarını unutur yahut gözardı ederseniz, ahşap bir kapıyı elektronik özelliklere sahip tavan lambasından ‘geri,’ ‘az gelişmiş’ ya da ‘ilkel’ görmeye başlarsınız.

Aynı şekilde modern bilim de toprakta gözenekleriyle nefes alıp veren ve beslenen bir solucanı, her an sayısız bilginin akışını sağlayan bir insan beyni hücresine kıyasla ‘ilkel’ ve ‘az gelişmiş’ diye tanımlamaya eğilimlidir. Bu sıralamaya öylesine alışmışızdır ki, insan beyni hücresinin bir zamanlar solucan gibi ‘ilkel’ olduğu bir uydurma geçmiş ile solucanın bir insan beyni hücresi gibi ‘gelişmiş’ olabileceği bir ısmarlama gelecek arasında gidip geliriz. Sanki şimdiki zamanda mükemmel olan birşey yoktur; şu an herşey bir deneme-yanılma çalkantısı içinde salınmaktadır. Sanki herşey şu an bir eğreti form ve fonksiyon içine rastgele düşüvermiştir. Sanki herşey rastgele bir geçmişten başıboş bir geleceğe doğru sürüklenmektedir. ‘Şimdi ve burada’ tamam olan birşey yoktur; eğreti bir dünyada, serseri ve amaçsız formlar arasında yaşayıp durmaktayız. Biraz derinlemesine düşününce, her an duyageldiğimiz ‘ilkel’-‘gelişmiş’ gibi basit nitelemeler, bizi eşyanın ite kaka biçimlendiği, deneye yanıla kusursuzlaştığı bir zaman-mekânın ortasına yerleştirir. Bu bakış şu an en mükemmel denebilecek niteliklere sahip bir şeyi kusurlu ve rastgele bir geçmişle malul ettiği gibi, içinde bulunduğu bütünde mükemmel bir görevi tamamlayan sade bir şeyi de ilkelliğe yuvarlar.

Baştaki örneğimizi tekrar bütün içinde ele alırsak, bir solucanın toprakta yaşama konusunda ‘mükemmel’ olduğunu, bir beyin hücresinin de insan vücudunda bilgi transferi işinde ‘mükemmel’ olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Solucan da ve beyin hücresi de yer aldıkları bütün içinde mükemmeldirler, eksiksizdirler, kusursuzdurlar. Bir solucanın insan beyni için ‘ilkel’ olduğunu düşünen, bir beyin hücresinin de toprakta yaşama konusunda ‘ilkel’ kalabileceğini düşünmelidir. Öyleyse herşey kendi yerinde kusursuz, tamamladığı bütün içinde mükemmeldir; ilkel olan bir şey yoktur. ‘İlkel,’ parçayı bütün içinde göremeyen beynin etiketidir.

Solucan da, insan beyni hücresi de, kendi parçalarından her defasında ‘yeni’ olarak inşa edilir. İnsan beyninin solucana ‘fark atacak’ daha eski bir geçmişi yoktur, ikisi de ‘şimdi’ ve ‘burada’ gerçekleşmektedirler.

Efsane: “mutlaka bölünmez bir parçacık vardır”

Tam burada Einstein’ın ünlü sözünü hatırlayalım: “Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zor.” Einstein’ın atomu parçalamanın kolaylaştığını ima etmek niyetiyle söylediği bu söz, içinde, belki Einstein’ın da farketmediği bir çelişki saklar. Bir önyargıdan daha kolay parçalandığı söylenen ‘atom’ da aslında binlerce yıllık bir önyargıdır. Latince ‘bölünemez’ (a-tommy) anlamına gelen atom kelimesi, maddenin bölünmez, yok olmaz, değişmez, eskimez bir ‘temel taşı’na dayandığı kabullenmesinin ürünüdür. Bu yüzden, Aristo gibi filozoflar, binlerce yıl öncesinden, bildiğimiz anlamda atomu keşfetmedikleri halde, bir ‘atom’un, yani bölünmez parçacığın olması gerektiği söyleyegelmişlerdir. Sonunda bu ‘bölünmez’ nitelemesini hak eden parça, yani atom tanımlanmış; ama onun da parçalanabilir, değişebilir, bölünebilir olduğu hem teorik olarak, hem de deneylerde bilfiil parçalanması suretiyle görülmüştür. Ne var ki atomun da parçalanabilir olduğu gerçeği, atom sözcüğünün sembolleştirdiği bölünmez temel parçacık arayışını durdurmamış; atomun da altında yine, yeni ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ parçacıklar arayışına devam edilmiştir. “İşte bölünmez parçacık bu!” denecek olduğu her defasında, bölünmez denenin de bölünebilir olduğu anlaşılmış, bu defa yeni bir sabitenin peşine düşülmüştür. Modern fiziğin ‘sabite’ arayışında geldiği nokta, sabite arayıcıları için hüsranla sonuçlanacağa benziyor. Çünkü her defasında ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ olması umulan şey unufak olup parçalanıyor, ‘temel taşı’ olacak kararlılığa sahip olmadığı görülüyor.

Sonu ne olursa olsun ‘sabite’ arama fikri, bölünmez, nihai temel taş arama ihtiyacı ilginçtir. Bu arayış, kâinatın yaratılma ve var edilme gibi kendi dışında bir eyleme konu olması ihtimaline karşı bir tür kapanmanın, yaratılış fikrine karşı bir direncin ifadesidir. Çünkü, ‘bölünmez’ olan zamandan etkilenmez; ‘sabit’ olan bir inşaya konu olmaz; o sadece vardır, bir başlangıcı olması gerekmediği gibi, bir sonu da yoktur! ‘Bölünmez’ olan, açık ifadeyle, bizim ancak kâinatın Yaratıcısına atfedebileceğimiz ilâhî özelliklere sahiptir; ezelîdir, ebedîdir, yok edilemez ve varlığı için başkasına muhtaç değildir! Bölünmez temel parçacık fikri sayesinde bilimsel görüş, evrimci zaman anlayışıyla, rastgeleliklerin yeterince zaman bularak gerçekleştiği çok geniş ve uzun zaman anlayışını ezele ve ebede kadar uzatacak ‘sabit’ bir dayanak da bulmuş olur. Öteden beri zaten varolan temel taşların rastgele ‘oynaşmasıyla,’ kendiliğinden ‘kaynaşmasıyla’ ortaya çıkan bir varoluşla karşı karşıyayızdır artık. Kâinat kendi kendine yetmektedir; herşey çözülse ve dağılsa bile yeterince zaman verildiğinde ‘sabit’ ve ‘bölünmez’ parçacıklar üzerinde her nasılsa yeniden kurulabilir, organize olur. İlla da bir ‘tanrı’ gerekse bile, bu tanrı ‘temel taşları’ hazır bulmuş ve kâinatı bu temel taşların ezelî ve ebedî özelliklerinden yararlanarak kurmuştur. Ya da, en fazlası, bu taşlar üzerinden sürekli ‘zar atıp’ rastgele oluşlara izin vermektedir.

Gerçekte, kâinatın derininde, atomun dibinde zaten varolagelen bir temel parçacık olmadığını kavradığımızda, bir Tanrı’ya sınırlı bir kudret ver...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bilim ve Efsane
« Posted on: 19 Nisan 2024, 23:14:49 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bilim ve Efsane rüya tabiri,Bilim ve Efsane mekke canlı, Bilim ve Efsane kabe canlı yayın, Bilim ve Efsane Üç boyutlu kuran oku Bilim ve Efsane kuran ı kerim, Bilim ve Efsane peygamber kıssaları,Bilim ve Efsane ilitam ders soruları, Bilim ve Efsaneönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes