El- Muvafakat - Þatibi
Pages: 1
Azimet Ve Ruhsat By: ayten Date: 27 Eylül 2010, 01:22:57
Azimet Ve Ruhsat

Vaz´î Hükümlerin Beþinci Nevi: Azimet Ve Ruhsat

Vaz´î hükümlerden beþinci nevi azimet ve ruhsat bahsi olmak­tadýr.

Birinci Mesele:Azimet


"Azîmet´[1] baþtan konan genel mahiyetti (küllî) hüküm-lerdir. "Genel mâhiyetli (küllî)"olmasýndan maksat, belli mükelkf-lere ve belli hallere mahsûs olmamasý demektir. Mesela namaz gi-bi. Çünkü namaz bütün hallerde ve bütün mükellefler için mutlak ve genel bir þekilde meþru kýlýnmýþtýr. Oruç, .zekat, hac, cihýýd vt Ýslâm´ýn esaslarýndan olan diðer küllî yükümlülükler de ayný ^«kil. de azîmet türünden olan hükümlerdendir. Azîmet kapsamý ic´UÝ» ne aslýnda maslahatýn teminine yönelik olarak meþru kýlýmýn ,< za iþlenilen cinayetlerle ilgili hükümler, kýsas ve tazminat hüküm» leri gibi þeylerdir. Kýsaca þer´î küllî hükümlerin tamamý bu kýsým­dandýr.

Tarifte geçen "baþtan konan" ifâdesinden kasýt ise, onunla Sâri´ Teâlâ´nýn ilk baþtan teklifi hüküm inþaallahâsýnda bulunmak ÝHtâ-miþ olmasý[2] ve ondan önce þer´î bir hükmün bulunmuþ olmamalý­dýr. Eðer daha önce bir hüküm bulunur, fakat önceki hüküm bu 80-nuncusuyla neshedilmiþ olursa, bu neshedici olan sonuncusu da küllî ve genel maslahatlara bir giriþ ve hazýrlýk olmak üzere baþtan konan hüküm gibi kabul edilir. Bir sebeb üzerine vârid olarak gelen küllî hükümler de azimet kapsamý dýþýna çýkmazlar. Çünkü hükmü gerektiren sebebler daha önce yok olabilirler. Ortaya çýktýklarýnda da kendilerine uygun hü­kümleri gerektirirler. Bu tür hükümler de azîmet kapsamý dahilin-de olurlar. Örnekler: "Ey inananlar! (Peygamberi çaðýrýrken yanlýþ mânâya çekilebilen ve bizi gözet anlamýna gelen) ´râýnâ´ demeyiniz.

(ünün ytrine yina ayný mânâda olan) ´unzurnâ´ deyiniz.[3] "Al­lah´tan baþka yalvardýklarýna sövmeyin ki, onlar´da bilmeyerek, aþýrý gidip ALLAH´a sövmesinler.[4]"Rabbinizden refah istemeniz­de bir engel (günah) yoktur[5] "ALLAH nefsinize güvenemeyeceðini-zi biliyordu. Bu sebeble tevbenizi kabul edip sizi affetti; artýk eþleri­nize yaklaþabilirsiniz.[6] "ALLAH´ý sayýlý günlerde anýn. Günahtan sakýnan kimseye acele edip, Mina´daki ibâdeti iki günde bitirse gü­nah yoktur, geri kalsa da günah yoktur.[7] Bu ve benzeri âyetlerde getirilen hükümler böyledir. Çünkü sebeb, duyulan ihtiyaca binâen peyderpey gelen hükümlerin yerleþtirilmesi için birer hazýrlýk mâhiyetindedirler. Bütün bunlarý ´azîmet´ terimi kapsamaktadýr. Çünkü bunlar baþtan konulmuþ küllî hükümlerdir. Keza genel ifftdelerden yapýlan istisnalar ve diðer tahsis görmüþ hükümler de buttan konulmuþ küllî hükümlerden sayýlmaktadýr. Mesela: "Ýkisi ALLAH´ýn yasalarýný koruyamamaktan korkmadýkça kadýnlara ver­diklerinizden bir þey almanýz size helal deðildir. Eðer ALLAH´ýn ya-mlarýný ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanýz, o zaman kadý­nýn fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.[8] "Apaçýk hayasýz­lýk etmedikçe onlara verdiðinizin bir kýsmýný alýp götürmeniz için onlarý sýkýþtýrmayýn.[9] âyetleri gibi. Keza âyette "Müþrikleri öl­dürünüz.[10] buyrulmuþken hadisle kadýn ve çocuklarýn öldürülme­leri yasaklanmýþtýr.[11] Bütün bu tür istisna ya da tahsis yoluyla ge­tirilen hükümler de azimet kapsamý içerisinde bulunmaktadýr.

Ruhsat: Haramlýðý gerektiren küllî bir asýldan istisna olmak ve sadece ihtiyaç mahallerine has kýlýnmak üzere me­þakkat veren bir özür sebebiyle meþru kýlýnan hükümlerdir.

"Bir özre mebnî meþru kýlýnmýþ olmasý", usûlcülerin ruhsat için zik-[302] retmiþ olduklarý özelliði teþkil etmektedir.[12]Ruhsat tarifinde "meþakkat veren" kaydýný getiriyoruz. Çünkü özür sýrf bir ihtiyaç neticesi olabilir ve ortada meþakkat bulunma­yabilir. Bu durumda o þey ruhsat diye isimlendirilmez. Mesela kiraz (mudârabe) akdinin meþru kýlýnmasý gibi. Kýrâz akdi aslýnda bir özürden dolayý meþru kýlýnmýþtýr. Bu özürde´ sermâye sahibinin ticâret için koþturmaktan âciz olmasýdýr. Bununla birlikte kýrâz ak­di özür ve acziyetin bulunmamasý burumunda-da caizdir. Müsâkât, karz, selem akitleri de ayný þekildedir. Bütün bunlar her ne kadar haram olan bir asýldan istisna edilmiþ tasarruflarsa da, onlarý ´ruh­sat´ kapsamý içerisine koymak mümkün deðildir. Bunlar ancak "küllî olan hâciyyât" ada .altýna giren tasarruflardýr. Hâciyyâttnn olan þeylere ise âlimlerce ´ruhsat´ adý verilmez.

Bazan da özür tekmîlî (tamamlayýcý) bir asýla yönelik olabilir ve ona yine de ´ruhsat´ adý verilmez. Mesela namazý ayakta kýlama-yan ya da meþakkatle kýlabilen bir kimsenin oturma haline intikal etmesi meþrudur. Her ne kadar bu þekilde namaz kýlmasý namazýn rükünlerinden birini ihlal ediyorsa da meþakkat sebebiyle istisna­ya tabi tutulmuþ ve o kiþi hakkýnda kýyam (ayakta durma) farzý ke­sinlik kazanmamýþtýr. Bu kesin olarak bir ruhsat olmaktadýr. Eðer bu ruhsata sahip olan kimse imam ise o takdirde ne olacaktýr. Hz. Peygamber [ "kJSSto1 ] hadislerinde: "Ýmâm ancak kendisine uyul­masý içindir. Bu itibarla eðer o oturarak kýlarsa siz de hep beraber oturarak kýlýnýz.[13] buyurmuþlardýr. Þimdi bu durumda cemâatin oturarak namaz kýlmalarý bir özür nedeniyle olmaktadýr. Ancak cemâat hakkýnda söz konusu olan özür meþakkat deðil, imâma mu­vafakat etme[14], muhalefet etmeme talebiyle ilgilidir. Böyle bir þey küllî asýldan özür sebebiyle müstesna edilmiþ olsa bile ruhsat diye isimlendirilemez.

Ruhsatlarýn bir özre dayanýlarak küllî bir asýldan istisna yo­luyla meþru kýlýnmýþ olmasý, onlarýn baþtan konulmuþ hükümler olmadýklarýný göstermekteddir. Bu yüzden de ruhsatlar ´küllî (ge­nel)´ özellik arzetmezler. Öyle gözükseler bile bu arýzî olarak olur. Yolcu için namazý kýsaltma ve oruç tutmama hükümlerinin caiz görülýti(»ni namaz v« oruç hükümlerinin istikrar kazanmasýndan son­ra olmuþ kabul «dilmektedir. Her ne kadar oruç âyetleri bir defada ayný anda nazil olmug olsa da, istisna bir nevi kendisinden istisna **** Ýn n þeyin (müstesna minh) hükmünün istikrarýndan neþ´et eden ikinci bir hüküm olmaktadýr, "...fakat, darda kalana günah sayýl­maz.[15] âyetinde söz konusu edilen naçar durumda kalan kimse için lâþe yeme hükmünde de durum aynýdýr.

"Sâdece ihtiyaç alanýna has olmasý" da ruhsatlarýn özel­li Ýtlerinden biri olmaktadýr. Küllî hâciyyâttan olmak üzere mcþrû kýlýnan hükümlerle ruhsatlar arasýndaki ayýrýcý özellik de iþte bu nokta olmaktadýr. Çünkü ruhsatlarýn meþru kýlýnmasý cüz´îÝlik taþýmakta ve sadece ihtiyaç anma hasredilmektedir. Yolcun bitmesi durumunda kiþinin namazlarý kýsaltma ve oruç tut­uluma ruhsat hükmünden asýl olan namazlarýn tam olarak kýlýn­man ve oruçlarýn tutulmasý esâsýna dönmesi vâcib olacaktýr. Otu­rarak namaz kýlma durumunda olan kimse ayakta kýlmaya kadir olduðu zaman artýk oturarak kýlamayacaktýr. Teyemmümle namaz kýlan suyu bulduðu zaman abdest ile namazýný kýlmak zorunda ola­caktýr. Diðer ruhsatlarda da durum aynýdýr. Karz (ödünç), kýrâz (mudârabe) ve müsâkât akidlerinde ise durum böyle deðildir. Bun­lar ruhsatlara benzeseler de bu arzettiðimiz ýstýlâhî mânâda ruh­sat deðillerdir. Çünkü bunlar özür ortadan kalksa da meþrûdurlar. Mesela bir insanýn ihtiyacý olmasa da borç alabilir; bizzat kendisi ya da ücretle bakabilme imkânýna sahip olsa bile bahçesini ortak­lýða (müsâkât) verebilir; keza bizzat kendisi çalýþtýrmak ya da üc­retle birini istihdam etmek suretiyle sermayesini iþletebilme imka­ný olmasýna raðmen mudârabe akdinde bulunabilir. Benzer diðer tasarruflarda da durum aynýdýr. Kýsaca azîmet baþtan konul­muþ küllî bir asýla yönelik iken ruhsat, o küllî asýldan istis­na edilen cüz´î bir hususa yönelik olmaktadýr.

Fasýl:

Bazan ´ruhsat´ tabiri, mutlak surette haramlýðý (meni) gerek­tiren küllî bir asýldan istisna edilen þeyler hakkýnda ve meþakkat veren bir özür sebebiyle olmasýna aldýrýþ edilmeksizin de kullanýlýr. 1304] Bu mânâda ruhsat tabiri içerisine karz (ödünç), mudârabe (kýrâz) ve müsâkât akitleri, musarrât hadisinde sözü edilen saðýlan süt karþýlýðýnda bir sâ´ yiyecek verilmesi meselesi, ariyye yani hurma aðacý üzerindeki taze yaþ hurmalarý tahminî olarak kuru hurma karþýlýðýnda satma meselesi, diyetin âkile üzerine yüklonmosi vb. gibi meseleler de girecektir. "Hz. Peygamber, yanýnda ol­mayan þeyi satmayý yasakladý"; "Selem hakkýnda ruhsat (izin) ver­di." hadisi[16] buna delâlet etmektedir. Bu mânâda ruhsatlar hâ-ciyyât esasýna dayanmaktadýr. Hâcî asýla dayanmasý açýsýndan bi­rinci mânâsýnda ruhsat ile müþtereklik göstermekte ve isimlendir­me konusunda onun hükmüne tabi olmaktadýr. Nitekim haram olan asýldan istisna durumunda da üzerine birinci mânâsýnda ruh­sat hükmü cereyan etmektedir. Mazur imâma uymak için oturarak namaz kýlan cemâatin durumlarý ile imâmla kýlýnan korku namazý da bu mânâda ruhsat altýna girer. Ancak bu iki mesele hâciyyâttan deðil de, tekmîlî[17] asýldatý«alýnmýþ olurlar. Her ne kadar bir asýldan alýnmýþ olmasalar da haklarýnda ´ruhsat´ tabiri kullanýlýr. Nitekim bazan zarûriyyâttan olan asýldan alýnan bir durum için de ruhsat tabiri kullanýlmaktadýr.[18] Mesela ayakta durmaya güç yetireme-yen kimsenin namaz kýlmasý gibi. Böyle bir kimse hakkýnda ruhsat zarurî olup hâcî bir özellik taþýmamaktadýr. Hâcî olmasý ancak kýyama kadir olmasý fakat namazda ya da bu yüzden kendisine bir meþakkat dokunmasý durumunda olmaktadýr. Bütün bunlar açýk­týr.

Fasýl:

Bazan ´ruhsat´ tabiri bu ümmettten kaldýrýlmýþ olan aðýr yükümlülükler ve zor iþler anlamýnda kullanýlmaktadýr. Bu tür iþler ve yükümlülüklere þu âyetlerde delâlet bulunmaktadýr: "Rab-bimiz! Bizden öncekilere yüklediðin gibi, bize de aðýr yük yükle­me.[19] "O peygamber, onlara uygun olaný emreder ve fenalýktan meneder, temiz þeyleri helal, murdar olan þeyleri haram kýlar; on­larýn aðýr yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.[20] Çünkü

ruhsat kelimesi sözlükte ´yumuþaklýk´ mânâsýna gülmektedir. Bazý hadislerde vârid olan ´ruhsat´ ifâdeleri iþte bu mânâya (yani kaldý­rýlmýþ olan aðýr iþler ve zor yükümlülükler mânâsýna) yorulur. Me­sela bir hadiste þöyle denilir: "Hz. Peygamber bir iþ yaptý da o iþe ruhsat verdi.[21] "ALLAH azimetlerinin yapýlmasýný sevdiði gibi ruhsatlarýnýn yapýlmasýný da sever.[22] hadisindeki ruhsat ta­birinin de bu mânâya yorulmasý mümkündür. Bu konunun izahý ileride inþALLAH gelecektir. Kolaylýk ve hoþgörü esasý üzere gelen þeriatýmýzda mevcut bulunan müsamaha ve yumuþaklýk, daha önce geçen milletlerin yüklenmiþ olduklarý aðýr azimetlere (yükümlülük­lere) nisbetle ´ruhsat´ olmaktadýr.

Fasýl:

Ruhsat tabirinin kullanýldýðý bir diðer mânâ da mutlak[23] su­rette kullara bir geniþlik olmak üzere onlarýn hazlarýna ulaþmalarý­ný, arzularýný gidermeyi temine yönelik olmak üzere meþru kýlýnan hükümler olmaktadýr. "Ben cinleri ve insanlarý ancak bana kulluk etsinler diye yarattým.[24] "Ehline namaz kýlmalarýný emret ve sen de ona dâim ol. Biz senden rýzýk istemiyoruz.[25] âyetleri ve benzer­lerinde Yüce ALLAH ilk azimet hükmünü açýklamýþ olmaktadýr. Bu ayetler genel ve tafsili olarak kullarýn ALLAH´ýn mülkü olduðunu ifâde etmektedir. Bu itibarla kullarýn O´na teveccüh edip yönelme­leri, ona ibâdet uðrunda bütün çabalarýný sarfetmeleri bir görevleri olmaktadýr. Çünkü onlar ALLAH´ýn kullarýdýrlar ve ALLAH katýnda herhangi bir haklarý olmadýðý gibi, ona karþý bir hüccetleri de bu­lunmamaktadýr. Buna göre, ALLAH´ýn kullarýn nazlarým elde etme ve arzularýný tatmin yönünde bir teþride bulunmasý durumunda bu onlar için bir nevi ruhsat olacaktýr. Çünkü bu tür hazlann eldedilmesine yönelik davi´nýu^lar, ALLAH´tan baþkasýna yönelmek ve kulluðun gereði dýþýnda baþka þeylerle uðraþmak mânâsýna gel­mektedir.

Bu yaklaþýmda azimet, mutlak ve genel olarak emirlere yapýþ­mak, yasaklardan da kaçýnmak ve bunlardan «alýkoyacak her türlü mubahlarla meþgul olmayý terketmek olacaktýr. Emirlerin vâcib ve­ya mendûb; yasaklarýn mekruh ya da haram olmasý arasýnda bir fark gözetilmemektedir. Çünkü emreden kimsenin emrinden mak- [ao«ý þadý genel anlamda ona uyulmuþ olmasýdýr. Kul tarafýndan göz önünde bulundurulan hazlann elde edilmesi konusunda verilen izin ruhsat olmaktadýr. IJu itibarla mükellef için hafifletici ve ge­niþlik getirici her hüküm bu mânâda ruhsat kapsamýna girmekte­dir. Azimetler, ALLAH´ýn kullar üzerindeki hakký; ruhsatlar ise ALLAH´ýn bir lutfu neticesinde kullarýn elde ettikleri haz-larý olmaktadýr. Bu tertib üzere mubahlarla ruhsatlar, her ikisi de kullar üzerine getirilen geniþlik olmalarý, ondan güçlüðü kaldýr­malarý ve hazzýný temine yönelik olmalarý hasebiyle müþtereklik göstermektedirler ve mubahlar —bu bakýþ açýsýna göre— bazý kere­ler mendûblarla tearuz haline girmekte ve kul bazan âhiretteki hazzýný dünyadaki hazzý üzerine tercih etmekte, bazan da Rabbinin hakkýný kendi hakkýna tercih etmektedir.[26] Bu durumda birinci þýkka göre mubahý iþlememek suretiyle onu doðrudan ortadan kal­dýrmýþ veya ikinci þýkka göre Rabbinin hakkýný alarak kendi hazzý­ný terketmiþ olur. Bu durumda kendi hazzý ALLAH´ýn hakkýna tâbi olarak bulunmuþ olur. Maksûd olan ve öncelik verilen bizzat Al­lah´ýn hakký olmuþ olur. Kula düþen gücü yettiðince çaba ve gayre­tini ortaya koymaktýr; ALLAH ise dilediði gibi hükmedecektir.

Bu, sonuncu yaklaþým tarzý hâl erbabýndan bulunan ALLAH´ýn velî kullarýna has olmaktadýr. Keza hallerden yükselmiþ kimseler de bu mânâya itibarda bulunmakta ve þâkirdlerini (talebelerini) bu yaklaþým üzere terbiyeye tabi tutmaktadýrlar. Dikkat edilecek olur­sa bunlarýn görüþlerinin, ilmin azimetlerini almak ve ruhsatlardan tümden kaçýnmak þeklinde olduðu görülecektir. Hatta öyle bir neticeye varnýiþiardýr ki, hûcî olan bütün asýllarý veya büyük bir kýsmý­ný hep ruhsatlardan telakkî etmiþlerdir. Bu ise ruhsatýn son mânâsýndan da anlaþýlacaðý üzere, kulun hazzýna yönelik þeyler ol-[307] maktadýr. Bu mânâ ileride açýklanacaktýr.

Fasýl:


Ruhsat tabirinin bu dört mânâsý ortaya konulunca görülmüþ­tür ki, bunlardan bir kýsmý sadece belli insanlara, bir kýsmý da bü­tün insanlara hastýr. Bütün insanlara has olan ruhsatlar birinci anlamda olan ruhsatlardýr. Ruhsat bahsine getirilecek ayrýntýlar (teferruat) da bu kullanýlýþ þekli üzerine bina edilecektir. Ruhsat tabirinin ikinci kullanýlýþ þekli hakkýnda ise burada söz edilmeye­cektir. Çünkü bu mânâda ruhsat üzerine düzenlenecek herhangi bir netice (furû) yoktur. Sadece þer´î bir kullanýlýþ þekli olduðunun belirtilmesi için yer verilmiþtir. Üçüncü kullanýlýþ þekli de aynýdýr. Dördüncüsüne gelince bu kullanýlýþ þekli sadece belli bir kesime has olduðu için, onun üzerinde de özel olarak durulmayacaktýr. Þu kadar var ki, birinci mânâsý üzerine düzenlenecek neticelerden (furû), dördüncü mânâsýnda ruhsatlar üzerine yapýlacak düzenle­meler anlaþýlmýþ olacaktýr. Bu sebebten dolayý da özel olarak onun üzerinde durmaya ihtiyaç bulunmamaktadýr. [27]

Ýkinci Mesele

Ruhsatýn Hükmü:

Ruhsatýn sadece ruhsat olmasý açýsýndan hükmü mübâhlýktýr.

Delilleri:

1.

Bu konuda mevcut bulunan nasslar: Bu konuda þu âyetleri zikredebiliriz: "Fakat darda kalana, baþkasýnýn payýna el uzatma­mak ve zaruret miktarýný aþmamak üzere günah sayýlmaz.[28] "Açlýktan darda halan, günaha haymakýuzýn yiyebilir.ALLAH baðýþlayandýr, mtrhametli olandýr.[29]"Yolculuk ettinmý na­mazý kýsaltmanýzda size bir sorumluluk yoktur.[30] "Gonlýý ununla dolu olduðu halde, zor altýnda olan kimse müstesna...[31] Hu vi benzeri diðer âyetler mücerred "ona bir günah yok" ; "ALLAH baðýþ­layandýr ve merhametli olandýr." gibi ifâdelerle güçlüðün (haraç), günahýn ve sorumluluðun kaldýrýldýðýna delâlet etmekte vo ruhsa­týn hükmünün mübahlýk olduðunu*göstermektedir. Bu âyetlorin tü­münde ruhsatlarýn iþlenmesini gerektirecek bir emir bulunmýýmjtk-tadýr. Aksine bu âyetlerde azîmet hükmün terki neticesinde boktan-ti hâlinde olunan günah ve sorguya çekilme neticelerinin kaldýrýl­dýðý, aslî ibâha hükmünü* getiren pek çok nasslarda mevcut bulu­nan üslûp içerisinde belirlenmiþtir. Aslî ibâha hükmü getiren nnm-larýn üslûbu ile ilgili olmak üzere þu âyetleri hatýrlayabiliriz: "Ka­dýnlara el sürmeden ve mehirlerini biçmeden onlarý basarsanýz sim sorumluluk yoktur.[32] "Rabbinizin kereminden ´istemenizde s iz t bir günah yoktur.[33]"Böyle bir kadýnla kapalý bir þekilde evlenmt teklif etmenizde ve içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde s iz t bir sorumluluk yoktur.[34] Ve buna benzer sadece günahýn kaldýrýl* mýþ ve istenilmesinin caiz görülmüþ olduðunu belirten diðer âyutler gibi. Keza ruhsatýn mübâhlýðýný belirtmek üzere þu âyette dt delâlet bulabiliriz: "Sizden bu ayý idrak eden oruç tutsun; hasta vt yolculukta olan, tutamadýðý günlerin sayýsýnca diðer günlerde tut­sun.[35] Hadiste de þöyle vârid olmuþtur: "Sahabe Rasûlullahla birlikte yolculuk yaparlardý. Ýçlerinden kimisi namazý tam kýlar, kimisi de kýsaltýrdý; kimisi oruç tutar, kimisi de tutmazdý.Hiçbiri diðerini kýnamatdý.[36] Bu konuya delalet edecek deliller ti»! çoktur,

2.

´Ruhsat´ kelimesinin aslý mükellefin yükümlülüðünü hafiflet­mek ve ondan güçlüðü kaldýrmak demektir. Böylece mükellefin uzîmet hükümle ruhsat hüküm arasýnda bir tercihte bulunabilmesi ve bunun neticesinde yükümlülüðün getirdiði yükün kulun tercih ve vüs´ati dahilinde olmasý demektir. Bunun da aslý mübahlýk olu­yor. ALLAH þöyle buyurur: "Yerde olanlarýn hepsini sizin için yara­tan O´dur[37]"Ey Muhammedi De ki: "ALLAH´ýn kullarý için yarattý­ðý ziynet ve temiz rýzýklarý haram kýlan kimdir [38]Pek çok nime­tin /.ikrinden sonra da þöyle buyrulur: "Sizin ve hayvanlarýnýzýn faydalanmasý için.[39] Ruhsatýn asýl anlamý kolaylýk ve yumuþaklýk demektir. R-H-S kökü kolaylýk ve yumuþaklýk bildirmek için konul­muþtur. Mesela Araplar iyice yumuþak olan þey hakkýnda "þeyun ruhsun"; pahalýlýðýn zýddý olan bolluk, ucuzluk için "ruhs" tabir ederler; "Ruhhýse lehu fil-emri fe terahhase hüve fîhi"denilir ve bu ifâdeyle kendisinden iþi sonuna kadar götürmesi istenilmemesi ve onun da buna meyilde bulunmasý mânâsý kasdedilir. Bu ve benzeri diðer kullanýlýþ þekilleri bu kökün kolaylýk ve yumuþaklýk mânâ­sýna geldiðini göstermektedir.[40]

3.

Eðer ruhsatlar mendûb ya da vâcib olmak üzere iþlenmeleri emredilen bir þey olsalardý, o takdirde ruhsat deðil azimet olurlar­dý. Oysa ki durum tersidir. Vâcib kendisinde tercih hakký bulunma­yan kesin ve baðlayýcý talep olmaktadýr. Mendûbda da bir talep bu­lunmasý açýsýndan durum aynýdýr. Talep bulunduðu içindir ki, mendûblar hakkýnda "Hafifletme ve kolaylaþtýrma için meþru kýlýn­mýþ hükümlerdir." dememiz mümkün olmamaktadýr. Durum böyle olunca ruhsat üt tnýri bir artýda dU|Unm«k iki zýt þeyi bir ur oyu ft> tirmek kabilinden aksaktýr. Bütün bunlar gösteriyor ki, ruhsatlar, ruhsat olmalarý açýtýndan yapýlmalarý emredilen þeyler deðillerdir.

Îtlraz: Bu konuya iki açýdan itiraz mümkündür:

1) Arzedilen deliller meseleden gözetilen maksada delâlet ede­cek durumda deðildir. Zira bir þeyi iþleyen kimseden günahýn kaldý­rýlmýþ olduðunun, bir sorumluluk terettüp etmeyeceðinin belirtil­mesi o þeyin mübâh olmasýna delâlet etmez. Çünkü o þey bazan vâ­cib ya da mendûb da olabilir,. Mesela birincisine "Þüphesiz Safa v$ Merve ALLAH´ýn niþânelerindendir. Kim Kabe´yi hacceder veya umr$ yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir günah yoktur.[41] âyetini örnek olarak gösterebiliriz. Bilindiði üzere bu âyette "bir günah yoktur" ifadesiyle belirtilen Safa ve Merve arasýnda tavaf vâcib ol­maktadýr. "Günahtan sakýnan kimse acele edip, Mina´daki ib&dtti iki günde bitirse günah yoktur.[42] âyetinde ise beklemek mendûb olmak üzere talep edilmekte; orada bekleyen kimsenin acele eder«k iki gün sonra ayrýlandan daha üstün bir davranýþta bulunmuþ ola* caðý belirtilmektedir. Buna benzer daha baþka örnekler de bulun­maktadýr.

Burada itirazýmýzý çürütmek için "Bu âyetlerin sebebleri var­dýr. Þöyle ki; Hz. Âiþe hadisinde[43] de belirtildiði üzere, müslüman-lar bunlarda günah olacaðýný düþünüyorlardý. Onlarýn bu düþünce­lerini izâle için bu âyetler inmiþtir." denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Mübâh olan þeyler hakkýnda da bazan hükümler sebeblerden dolayý inmiþtir. Bu sebebler de o þeylerin günah olabileceði düþün­cesidir. Mesela: "Rabbinizin kereminden istemenizde size bir günah yoktur.[44]"Evlerinizde veya babalarýnýzýn evlerinde... izinsiz ye­mek yemenizde de bir sorumluluk yoktur.[45]"Ancak, gözleri gör­meyen kimse savaþa gelmezse ona bir sorumluluk yoktur: topala ve hastaya da sorumluluk yoktur.[46] "Böyle bir kadýnla kapalý bir þekildi tvltnmt teklif ttýnenizde ve onlarla evlenmeyi içinizden ge­çirmenizde HÝze bir sorumluluk yoktur.[47]

Bütün bu âyetlerde ifâde edilen hususlarda ve benzeri durum­larda bir günah ve sorumluluðun bulunacaðý zannedilmekte ve bu zannýn ortadan kaldýrýlmasý için de âyetler inmektedir. Her iki ko­nu da bu açýdan birbirine eþit olduðuna göre, günahýn ve sorumlu­luðun kaldýrýlmasýna temas eden nasslarda, özellikle ibâha (mü-bâhlýk) hükmüne bir delâletin bulunacaðýný söylemek mümkün ol­mayacaktýr. Bu durumda da ruhsatýn hükmü bu nasslardan deðil, baþka yerlerden, baþka delillerden çýkarýlmak zorunda olacaktýr.

2.

Alimler ruhsatlar içerisinde yapýlmasý emredilen þeylerin bu­lunduðunu beyan etmiþlerdir. Mesela açlýktan ölmek durumunda olan bir kimsenin lâþe vb. haram olan þeyleri yemesi kendisine vâcib olmaktadýr. Keza Arafat´ta ve Müzdelife´de namazlarýn cem´ edilerek[48] kýlýnmasýnýn sünnet olduðunu belirtmiþlerdir. Yolcunun namazýnýn kýsaltýlmasý konusunda da farzdýr veya sünnettir veya [3ii] müstahaptýr denilmiþtir. Hadiste de: "ALLAH ruhsatlarýnýn iþlenil-mesini sever.[49] buyrulmuþtur. Ayette de: "ALLAH sizin için kolay­lýk diler, zorluk dilemez.[50] buyrulur. Buna benzer daha pek çok nass bulunmaktadýr. Dolayýsýyla bir tafsile gitmeden ruhsatýn hük­mü mutlak olarak mübâhhktýr demek mümkün gözükmemektedir.

Cevap: Dilin konulusu açýsýndan baktýðýmýzda bir þey hakkýn­da "güçlük ve günahýn kaldýrýlmýþ olmasý" ifâdesinin kullanýlmýþ ol­masýnýn, o þeyin alýnmasýnýn ya da kullanýlmasýnýn mübâh olmasý mânâsýný gerektireceðinde bir þüphe bulunmamaktadýr. Lafýzla baþbaþa býrakýldýðýmýzda görüyoruz ki, lafýz genel anlamda fiilin iþlenmesi konusunda izin mânâsýnýn bulunduðunu bildirmektedir. Günahýn ve güçlüðün kaldýrýlmasý konusunda gerçi özel bir sebeb varsa da, bizim özel sebebi göz önünde bulundurmaksýzýn lafzýn ge­reði doðrultusunda hareket etme hakkýmýz bulunmaktadýr. Bazan daha önceden mevcut olan bir âdete ya da sonradan ortaya çýkan bir düþünceye müýtonld (duruk þmt´mn mubah olan bir «eyin iliþil­mesinde de bir gunntt bulunduðu yanlýþ anlayýþý mevcut olabilir, Nitekim bazýlarý tavafý elbise ile yapmada, bazý yiyecekleri yamada günah olacaðýný zannetmiþlerdir. Bu yüzden de "ALLAH´ýn kullan için yarattýðý ziynet ve temiz rýzýklan haram kýlan kimdirt[51] Ayati nazil olmuþtur. Babalarýn, annelerin ve âyette zikri geçen diðar |t-hýslarýn evlerinden yemek yemek; iddet içerisindeki kadýna, kendi´ siyle evlenmek arzusunda olduðunu çýtlatmak ve be-nzeri diðer ko­nularda da durum aynýdýr. "Bu ikisini tavaf etmesinde bir günah yoktur.[52] ifâdesi de ayný þekilde izin mânâsý vermektedir. Sa´yin vâcib olmasý hükmü isej "Safa ve Merve ALLAH´ýn niþanelerindin» dir." kýsmýndan ya da daha baþka bir delilden alýnmýþ olmakta­dýr.[53] Bu durumda burada tenbih , terkin caiz olmasý ya da olma­masý noktasýndan sarfý nazarla mücerred izin üzerine olmaktadýr. Sonra bizim âyeti özel sebebi[54] üzerine yormamýz da mümkündür ve bu durumda "niþânelerindendir" ifâdesi lafzý aslî konuluþ mânâ- tilil sýndan çeviren bir karine olmuþ olur. Haddi zâtýnda mübâh olup da bir sebebi bulunanlara gelince, bunlar izin mânâsýnda kendisi için bir sebeb bulunmayanlarla ayný olmaktadýrlar ve burada bir prob­lem de yoktur. Diðer âyet[55] ve bu mânâda vârid olan diðer do H Ýler hakkýnda edilecek söz de bu tertîb üzere câri olacaktýr.

Ýkinci noktanýn cevabýna gelince, daha önce de geçtiði gibi emirle ruhsat arasýný bulmak (cem), birbirine zýt olan iki þeyi bir araya getirmek demektir. Dolayýsýyla vücûb ya da mendûbluðun bizzat ruhsatýn kendisine deðil de mutlaka aslî bir azimete dönük(râci) olmasý gerekmektedir. Þöyle ki; naçar durumda kalýp da, helâl yoldan nefsini kurtarma imkaný bulamayan bir kimseye, lâþe yemesi konusunda kendisine ulaþacak sýkýntýyý kaldýrmak ve açlýk elemini bertaraf etmek için kendisine ruhsat verilmiþtir. Eðer telef olmaktan korkuyor ve lâþe yemek suretiyle de nefsini helakten ko­rumak imkaný buluyorsa, "Nefislerinizi öldürmeyiniz" [56]âyeti gere­ðince nefsini helâktan kurtarmakla memurdur. Nitekim bu durum­daki kiþi sâdece lâþe yemek suretiyle deðil, imkan bulduðu baþka yollarla da nefsini helakten kurtarmakla memur olmaktadýr. Hatta böyle bir kimsenin hali bir uçuruma rastlayan kimsenin durumu gi­bidir. Hiç þüphesiz o kimsenin uçurumdan uzaklaþmasý matlûptur ve kendisini oraya düþürmesi yasaktýr. Þimdi böyle bir durum için ruhsat tabiri kullanýlamaz. Çünkü burada söz konusu olan talep baþtan mevcut bulunan küllî bir asýldan kaynaklanmaktadýr. Lâþe [313] yemediði zaman helak olmaktan korkan kimsenin durumu da ayný­dýr ve o da nefsini kurtarmakla memurdur. Dolayýsýyla —her ne kadar kendisinden güçlüðü kaldýrmýþ olmasý açýsýndan ruhsat de­mek mümkünse de— nefsini helâktan korumasý açýsýndan bakýldý­ðýnda ona ruhsat denilmesi mümkün deðildir.

Netice olarak diyebiliriz ki, genel anlamda nefsin muhafazasý (ihyâsý) azimet olmak üzere matlûp bulunmaktadýr. Burada söz ko­nusu olan durum da o azimet hükmün dahiline giren kýsýmlarýndan birisidir. Ruhsat fiillere güçlüðün kaldýrýlmasý için izin verilmiþ ol­duðunda da þüphe yoktur. Keza burada söz konusu olan durum da onun dairesine giren bir bölümüdür. Dolayýsýyla cihetler ayný deðil farklýdýr. Cihetler farklý olunca zýtlýk (münâfîyet) ortadan kalkacak ve ikisi arasýný bulma (cem) imkaný doðmuþ olacaktýr.

Arafat ve Müzdelife´de namazlarýn birleþtirilmesi (cem) ve ben­zeri meselelere gelince, bunlarýn matlûp olduðu görüþünde olanlara göre ruhsat olduklarýný kabul etmiyoruz. Aksine bunlar bu görüþ sahiplerine göre bir azîmet hüküm olmakta ve o þekilde ibâdet edil­mek durumundadýrlar. Namazlarýn yolculuk sebebiyle kýsaltýlmasý hakkýndaki "Namaz ilk önce ikiþer rekat olmak üzere farz kýlýn­mýþtý. Sonra mukim halinde iken dörde tamamlandý. Sefer halinde iken ilk farziyeti üzere baki býrakýldý.[57] þeklindeki Hz. Âiþe hadisi de buna delâlet etmektedir. Sefer esnasýnda namazýn kýsaltýlmasý hükmünün güçlük ve meþakkate dayandýrýlmasý (talîli) onun ruh­sat olduðuna delâlet etmez. Çünkü güçlüðün kaldýrýlmasýna yöne­lik her hükme ruhsat adý verilmemektedir.[58] Eðer öyle olsaydý otakdirde geriþtin piifdlfi bütün hükümlerin, daha Önceki prîatla-ra nisbetle daha haftf olmasý bakýmýndan ruhsat olmam gerekirdi. Veyahut namazýn dört rekat olarak meþru kýlýnmasý ruhsat olurdu, Çünkü semâda elli rekat olarak meþru kýlýnmýþtý. Keza karz, mülâ-kât, kýrâz (müdârabe), diyetin âkile üzerine konulmasý bütün bun» lar ruhsat olacaktý. Halbuki daha önce de geçtiði gibi öyle deðildir. Mücerred ibâha hükmü dýþarýsýna çýkan her. þey ruhsat deðildir, "ALLAH ruhsatlarýnýn iþlenmesini sever." hadisinin açýklanman il» ileride gelecektir.[59]Yine mubahlar da hep ayný düzeyde doðildir, Bazý mubahlar vardýr ki ALLAH´a sevimli gelir [60]bazýlarý da vardýr ki ona ALLAH buðz eder. Nitekim bu konu "Teklifi Hükümler" bah­sinde geçmiþ bulunmaktadýr. "ALLAH sizin için kolaylýk diler, zorluk dilemez.[61] ve benzeri âyetlere gelince burada da durum aynýdýr, Çünkü mübâh olan ruhsatlarýn meþru kýlýnmasý bir kolaylaþtýrma ve güçlüðün kaldýrýlmasý demektir. (Dolayýsýyla ruhsatlarýn matlûp olduðu ve hükmünün mübâhlýk olmadýðý neticesi bu delillerden çýkmaz.) Tevfîk ancak ALLAH´tandýr. [62]


Üçüncü Mesele



Ruhsatlar aslî deðil izafîdir; yani ruhsatý iþlemek konu­sunda herkes kendi vicdanýyla haþhaþadýr ve herkes kendi fetvasýný vermek durumundadýr. Ancak mutlaka riâyet edilme­si gereken þer´î bir sýnýr varsa o zaman durum farklý olabilir. Mese­lenin açýklanmasý çeþitli açýlardan olacaktýr:

1.

Ruhsatýn sebebi meþakkattir. Meþakkat ise güçlülük, zaaf ve ortamýn farklýlýðýna, keza azimli olup olmamaya, zamandan zamana, iþten iþe göre deðiþiklik arzeder. Mesela bir gün bir gecelik bir yolu emniyetli bir þekilde, güven duyduðu arkadaþlarý içerisinde, binerek, yavaþ yavaþ ve günlerin kýsa olduðu kýþ günlerinde almak­la, bunun zýddý olan þartlar altýnda almak farklýdýr. Dolayýsýyla bu farklýlýða göre namazlarýn kýsaltýlmasý ve orucun tutulmamasý ko­nularý da farklýlýk arzedeceklerdir. Ayný þekilde bizzat insanlarýn farklý karakterlerinin bir neticesi olmak üzere sefer meþakkatleri ve zorluklarý karþýsýnda gösterilecek sabýr ve tahammül de farklý olacaktýr. Nice güçlü, dayanýklý insanlar vardýr ki çölleri aþmak on­lar için âdet halini almýþtýr ve böyle bir yolculuk durumunda en kü­çük bir sýkýntý ve tasa duymazlar; dolayýsýyla yolculuk sýrasýnda ibâdetlerini yapmak için yeterince güçlü olur, tam olarak ve vakit­lerinde edâ kudretine sahip olurlar. Nice insanlar da vardýr ki tam bunlarýn aksine dayanýksýz ve tahammülsüzdürler. Açlýk ve susuz­luk karþýsýnda gösterilecek metanet ve sabýr da ayný þekildedir. Keza durum korkaklýk, cesaret ve zabt altýna alýnmasý mümkün ol­mayan daha baþka durumlara göre de farklýlýk arzedecektir. Na­maz, oruç ve cihâd gibi yükümlülüklere nisbetle hastanýn durumu da ayný þekildedir. Durum böyle olunca, þer´î hafifletmede göz önünde bulundurulan meþakkatin ne özel bir kriteri ne de herkes için geçerli ve bidüziyelik arzedecek bir tarifi/ belirlenmiþ bir sýnýrý bulunmamaktadýr. Bu yüzdendir ki, Sâri´ Teâlâ bu gibi konularda sebebi illet yerine ikâme etmiþ ve hükümlerde meþakkati deðil de [315] seferi göz önünde bulundurmuþtur. Çünkü sefer, meþakkatin muh­temelen bulunacaðý en makul bir durum (meþakkatin mazinnesi) olmaktadýr. Öbür taraftan yolculuk sýrasýnda namazý kýsaltma ve orucu tutmama konusunda da her bir mükellefi kendi vicdanýyla baþbaþa býrakmýþtýr. Meþakkatlerle ilgili birçok konuyu içtihada bý­rakmýþtýr. Mesela hastalýk gibi. Birçok insan hastalýðý sýrasýnda ay­ný hastalýða yakalanan baþka kimselerin yapamayacaklarýný kolaylýkla yapabilirler. Dolayýsýyla ruhsat bu iki kiþiden biri için meþru olurken diðeri için olmaz. Bunda herhangi bir þüpheye ma­hal bulunmamaktadýr. Þu halde ruhsatlarýn sebebleri genel ve te­mel bir kural altýna girmemekte ve elde onlarý ölçebilecek bir kýstas bulunmamaktadýr. Aksine bu sebebler her mükellefe göre tamamen izafî bir durum arzetmektedir. Þiddetli açlýða maruz kalan bir kim­se, eðer açlýða metanet ve sabýr gösterebilecek bir kimse ise, açlýk sebebiyle kendisine bir noksanlýk arýz olmayacaksa —Araplarýn da­yanýklýlýðý ve bazý velî kullardan nakledildiði gibi— o takdirde böyle bir kimsenin lâþe yemesinin hükmüyle, böyle olmayan meta­netsiz birisinin yemesinin hükmü ayný olmayacaktýr.[63]

321.

2.

Bazan müknlkfln yaptýðý Ýþe kendisini sovkeden motifler (saik) bulunabilir ve bunun neticesinde baþkalarýna çok aðýr gelen o iþ kendisine çok hafif gelebilir. Buna misal olmak üzere âþýklarýn kat­lanmýþ olduklarý sýkýntý ve zorluklarý hatýrlamak yeterlidir. Bunlar kendiliklerinden pek çok sýkýntýlarý göðüslemekte, bu uðurda ener­jilerini tüketmekte, aradan uzun zanjan geçmesine raðmen ilk iþle­rinde hâlâ tahammül ve sabýr göstermekte ve bütün bunlarý sevgili­lerinin hoþnudluðunu elde etmek için yapmaktadýrlar. Bunlar ta­hammül ettikleri bunca sýkýntý ve meþakkatlarin kendilerine çok hafif geldiðini hatta onlarý» kendileri için bir haz ve nimet oldukla­rýný belirtmektedirler. Halbuki ayný þeyler baþkalarý için büyük bir iþkence ve acýklý bir azâb kabul edilmektedir. Âþýklarýn bu tavrý meþakkatlerin sebeblere ve nisbet edildikleri þeylere göre farklýlýk arzedeceðinin en güzel bir delîli olmaktadýr.

3.

Meþakkatlerin izafî olduðuna delâlet eden nasslar bulunmak­tadýr. Mesela visal orucu[64] ve bütün zamanlan ibâdet içerisinde ge­çirme hakkýnda gelen hadisleri bu doðrultuda deðerlendirebiliriz. Sâri´ Teâlâ kullarýna olan rahmet ve merhametinin bir neticesi ola­rak rýfk ve yumuþaklýkla emirde bulunmuþtur. Hz. Peygamber´i vefatýndan sonra gelen bazý kimseler, nehyin sebebinin —ki güçlük ve meþakkat olmaktadýr— kendi haklarýnda mevcut ol­madýðýný bildiklerinden dolayý visal orucunu tutmuþlardýr. Bunlar visal orucu tutmalarýna raðmen, bu durumun kendilerini ihtiyaçla-; nný yerine getirmekten alýkoymadýðýný, yollarýna suluktan kendile-) rini engellemediðini, kendileri için herhangi bir güçlük ve sýkýntý Ý meydana getirmediðini belirtmiþlerdir. Güçlük ve sýkýntýnýn ancak | zorlanan ve bunun neticesinde de zarurî ve hâcî ihtiyaçlarýný yerine I getirmekten kendilerini alýkoyan kimseler hakkýnda söz konusu olacaðýný ifâde etmiþlerdir. Ruhsatýn sebebinin izafî oluþunun mâ­nâsý iþte budur. Sebebinin izafî oluþundan ruhsatýn da ayný þekilde olmasý gerekecektir. Ancak bu yaklaþým, meþakkatin cinsi ile nev´i-lerinden biri üzerine istidlal olmaktadýr[65] Bu haliyle delîl olacak durumda deðildir. Ancak daha önceki istidlal þekli üzerine eklene­rek bir delîl þeklinde mütâlâasý mümkündür. Deliller bahsinin "umûm" faslýnda da zikredileceði gibi, mürekkep delille istidlal sa­hihtir.

Îtîraz: Ruhsatlarýn meþru kýlýnmasýnda muteber olan güçlük (haraç) iki kýsýmdýr:

a) Ya mükellefin üzerinde bir iþe ya da ibâdete kendisini vermeye muktedir kýlmayacak kadar ya da onu emredildiði þekilde yaptýrmayacak kadar etkisi olan güçlüktür.

b) Ya da bu ölçüde müessir olmayan, aksine mükellefin sabrý ve azmi karþýsýnda yenik düþen güçlük.

Eðer birinci nev´iden ise, o güçlüðün ruhsat mahalli olduðu açýktýr. Ancak ruhsatýn iþlenmesi, güçlüðün derecesine göre kendi­sinden ya vâcib ya da mendûb olmak üzere istenilecektir. Eðer ruh­satýn iþlenmesi emredilmiþ oluyorsa, o takdirde daha önce de geçti­ði gibi o ruhsat olmayacak; azimet olacaktýr.

Eðer ikinci nev´den ise, bu takdirde de amelde ne bir güçlük ne de meþakkat bulunmayacak, sadece mutâd amellerde bulunan güç­lük ve meþakkatler olacaktýr. Bu tür güçlük ve meþakkatler ise, [iii7] ruhsat için illet olabilecek durum ve güçte deðillerdir. Her iki ký­sýmda da ruhsat mahalli bulunmadýðý ortaya çýkýnca —üçüncü bir þýk da yoktur— ruhsat kökünden ortadan kalkmýþ olacaktýr. Oysaki ruhsatýn mevcudiyeti hakkýnda icmâ vardýr. Bu bir tutarsýzlýktýr. Böyle tutarsýz bir temel üzerine binen þey de tutarsýzdýr.

Cevap: Bu itiraza iki açýdan cevap verilecektir: BÝRÝNCÝSÝ:

1. Bu sorunun (itiraz) baþka bir açýdan tersine çevrilmesi mümkündür. Çünkü bu soru bütün ruhsatlarýn ya vâcib ya da men­dûb olmak üzere emredilmiþ þeyler olmasýný gerektirir. Zira farzedilen hiçbir ruhmt yoktur ki, bu b»hi» onda câri olmasýn. Soru htr iki taraflý da mü|tf*rek bir ilsAmý (baðlayýcýlýðý, teslimiyeti) gerek-tirdiðine göre, delîl olamaz ve dikkate alýnmaz.[66]

2. Kabul edilse bile iki durumdan dolayý soru yine lâzým gel­mez: Birincisi: Ruhsatlarýn iki kýþýma inhisar ettiði konusunda bir delîl yoktur; bu ikisi arasýnda pekâlâ bir üçüncü kýsým da bulunabi­lir. Bu üçüncü kýsým da, güçlüðün amele etki etmemesi, mükellefin de o güçlük karþýsýnda sabýr ve metanetini yitirmiþ olmamasý hâ­lidir. Herkes hastalýk ya da yolculuk sýrasýnda oruç tutarken bir güçlük ve sýkýntý duyar. Bununla birlikte bu güçlük onu seferden alýkoymaz. Hastalýk amellerini ihlal etme ölçüsüne varmaz. Diðer ruhsat konularýnda da ayný þekilde bu taksim carîdir ve üçüncü ký­sým iþte bizzat mübâhlýk mahalli olmaktadýr. Zira bu kýsýmda olan ruhsatý iki taraftan birine doðru çekecek bir unsur bulunmamakta­dýr.

Ýkincisi:[67]

Þâri´in hafifletme talebi, o þeyin ruhsat olmasý açýsýndan deðil; aksine mükellefin azimete güç yetirememiþ olmasý veya dünya ya da âhiret iþlerinden bir iþin ihlâline sebebiyet verecek olmasý açýsýndan olmaktadýr. Dolayýsýyla buradaki talep ihlâle sebebiyet ve­rilmemesi açýsýndandýr; yoksa bizzat ruhsatýn iþlenilmesi açýsýndan deðildir. Bu yüzdendir ki, ortada yemek var iken[68], sýkýþýk vaziyet­teyken vb. durumlarda[69] namaz kýlmaktan yasaklanýlmýþtýr. Ne­tice[70] olarak diyoruz ki, ruhsat, ruhsat olmasý açýsýndan aslî ibâha üzere bakî kalmaktadýr. Kesin olarak þerîatten kalkmýþ olmasý söz konusu deðildir. Daha önce talep ve ibâha yönlerinin açýklanmasý ise geçmiþti. Burada tekrar ona dönmek istemiyoruz.

Allahu a´lem! [71]

Dördüncü Mesele

Ruhsata nisbet edilen mübâhlýk kavramý; acaba güçlüðün kal­dýrýlmasý mânâsýnda mübâhlýk kabilinden midir Yoksa yapmak ve yapmamak arasýnda muhayyerlik mânâsýnda mübâhlýk türünden midir

Ruhsatlarla ilgili nasslarýn zahirinden anlaþýlan odur ki, ruh­sat için kullanýlan mübâh tabiri muhayyerlik mânâsýnda deðil de güçlüðün kaldýrýlmasý anlamýnda mübâhlýk olmaktadýr. Mesela þu nasslara bakabiliriz: "Fakat darda kalana, baþkasýnýn payýna el uzatmamak ve zaruret mikdarýný aþmamak üzere günah sayýlmaz. Çünkü ALLAH baðýþlayandýr, merhamet edendir.[72] Bu âyette Yüce ALLAH, darda kalan kiþinin haram olan þeyleri yeme ya da terketme yetkisinin bulunduðundan söz etmemiþ, sadece darda kalýnmasý durumunda bunlarýn alýnmasý hâlinde günahýn kaldýrýlmýþ olduðunu belirtmiþtir, "îçMtdtn htmta olan veya yolculukta bulunan, tu­tamadýðý günkrin sayýmncn diðer günlerde tutar.[73] âyetindi d« ayný þekilde Yüce ALLAH "Bu durumda oruç tutmama yetkisi vardýr" veya "Bu durumda oruç tutmasýn![74] Oruç tutmasý kendisine elin HIM deðildir." gibi bir ifâde kullanmamýþ; aksine bizzat özrü zikrettik­ten sonra þayet orucunu tutmayacak olursa tutmadýðý günler ýayý-sýnca diðer günlerde oruç tutmasý gerektiðine iþarette bulunmuþ­tur. "Namazý kýsaltmanýzda size´ bir günah yoktur.[75] âyetindi di, kýsaltmadan maksadýn namazýn rekat adetlerini kýsaltma olduðu görüþüne [76]göre kullanýlan üslûp aynýdýr. Yüce ALLAH "Kýsaltabilir­siniz" veya "Eðer isterseniz kýsaltýnýz." dememiþtir. "Gönlü imanla dolu olduðu halde, zor altýnda kalan kimse müstesna, inandýktan sonra ALLAH´ý inkar edip gönlünü kâfirliðe açanlara ALLAH katýndan bir gazab vardýr.[77] Bu âyette küfür kelimesi söylemeye ZOIÝa> nan kimsenin kalbi imanla dolu olduðu halde sçylemesi durumun­da kendisine bir azabýn dokunmayacaðý belirtilmektedir. Bu âyetU de Yüce ALLAH "Küfür kelimesi söyleyebilir" veya "Eðer dilene löy-leþin" gibi bir tabir kullanmamýþtýr. Hadiste de: Bir adam gelerek Hz. Peygamber´e:

"—Yâ Rasûlallah! Karýma yalan söyleyeyim mi diye sormuþ. Hz. Peygamber

"Yalanda hiçbir hayýr yoktur.´ buyurmuþlar. Adam: "—Ona vaadde bulunayým mý demiþ. Efendimiz de: "´Böyle yapmanda sana bir günah yoktur.´ diye cevapta bulun­muþlardýr.[78]

Bu hadislerinde de Hz. Peygamber "Evet!" veya "E-ðer dilersen yap." gibi bir ifâde kullanmamýþlardýr.

Bu zikri geçen þeylerde muhayyer kýlmanýn murâd olmadýðý­nýn delili þudur: Çoðunluk hatta bütün âlimler "Zor altýnda küfür kelimesini söylemeyip metanet gösteren ve bu uðurda ölen kimse mecûrdur ve en yüce derecelerdedir." demektedirler. Durum böyle iken zor altýnda küfür kelimesi söylemenin hükmünün muhayyer­lik olduðunu söylemek mümkün deðildir. Zira muhayyer kýlma (tehyîr) iki taraftan birinin diðerine tercihine ters düþer. Bu mese­lede durum böyle olduðuna göre diðer meselelerde de ayný þekilde [320] olacaktýr.[79]

Muhayyer kýlma (tahyîr) anlamýnda mübâhlýk ise "Kadýnlarý­nýz sizin tarlanýzdýr. Tarlanýza istediðiniz gibi geliniz.[80] âyetinde ifâde edilmiþtir. Burada nasýl isterseniz; ön tarafýndan, arka tara­fýndan, yan üstü olmak üzere kadýnlarýnýza yaklaþabilirsiniz denil­mektedir. Bu açýkça muhayyerlik ifâde etmektedir. "Ondan istedi­ðiniz þekilde yiyiniz.[81]âyetiyle benzeri âyetlerde de durum ayný­dýr. Teklîfî hükümler bahsinde bu iki anlamýnda mübâh arasýnda­ki fark geçmiþti.

Aralarýndaki fark üzerine ne gibi bir netice terettüp eder diye bir soru gelebilir.

Buna cevap olaraka þöyle denilebilir: Bu fark üzerine pek çok netice terettüp eder. Ancak burada meselemizle ilgili olaný þudur: Eðer ruhsat gerçekten muhayyer kýlma anlamýndadýr dediðimiz za­man, o takdirde azimetin gereði ile birlikte tercihli vâcib kýsmýndan olmasý lâzým gelir. "Günahýn kaldýrýlmasý anlamýndadýr" dediðimiz zaman ise böyle bir netice terettüp etmez. Çünkü günahýn kaldýrýl­masý muhayyerlik gerektirmez. Dikkat edilirse günahýn kaldýrýlma­sý vâcib ile birlikte bulunmaktadýr. Durum böyle olunca, þu netice anlaþýlmýþ olmaktadýr ki, azimet þer´an maksûd olmak üzere aslen belirlenmiþ olan vücûb hali üzere dâim bulunmaktadýr. Eðer mü­kellef özrü bulunmasýna raðmen onu yapacak olursa, onun bu fiiliyle özürlü olmayan diðer mükelleflerin fiilleri bir fark bu­lunmayacaktýr, Anetýk öaür, azimet hükümden intikal etmeyi ter-cîh etmesi durumunda mükelleften günahý kaldýrmýþ olmaktadýr. Bu konuyla ilgili olarak, ileride inþALLAH etraflý açýklamalar gelecek­tir. [82]

Beþinci Mesele


Meþru olarak ruhsattan istifâde etme iki kýsýmdýr:

a) Tahammül ve sabrý mümkün olmayan tabiî veya þor´î bir meþakkat karþýsýnda ruhsat: Tabiî meþakkate örnek olmak üzere hastalýðý verebiliriz. Kiþi hastalýk sebebiyle meþru kýlýndýðý üzere namazý rükünlerini tam olarak yerli yerinde îfâ etmekten ya da nefsin helakine sebebiyet vereceðinden orucu tutmadan âciz kalýr. Þer´î meþakkate örnek olarak da orucu verebiliriz: Mesela oruç mükellefin namaza dura­cak veya onun rükünlerini tamamlayacak vb. bir kudrete sahip olamamasý neticesine götürmüþ olabilir.

b) Mükellefin sabýr ve metanet gösterebileceði bir meþakkat karþýsýnda olur. Bunun örnekleri de açýktýr.

Birinci kýsýmdan olan ruhsat, ALLAH hakkýndan kaynaklan­maktadýr ve bu gibi yerlerde ruhsattan istifâde istenilmektedir. Ýþ­te bu noktadan hareketledir ki hadiste "Yolculukta oruç. tutmak iyilik ve takvadan deðildir.[83] buyrulmuþtur. Ortada yemek hazýr iken, keza sýkýþýk vaziyette iken namaz kýlnfayý yasaklayan hadis­ler de bu mânâya iþarette bulunmaktadýr. Hadiste "Akþam yemeði ortaya konulur ve namaza da çaðýrýlýrsanýz, önce yemekle baþlayý­nýz.[84] buyrulmaktadýr. Buna benzer daha baþka hadisler vardýr. Bu gibi durumlarda ruhsat ALLAH hakkýndan kaynaklanmaktadýr.[85] Bunlarda ruhsatýn azîmet gibi mütâlâa edildiðinde de bir anlaþ­mazlýk yoktur. Bu yüzdendir ki âlimler, telef korkusu bulunduðun­da kiþinin lâþe yemesinin vâcib olduðunu, eðer yemez de bu yüzden ölürse cehenneme gireceðini söylemiþlerdir.

Ýkinci kýsýmdan olan ruhsatlar ise ALLAH´ýn rýfk ve kolaylaþtýrtatlýndan nasiblerini almak üzere kullarýn nazlarýna ulaþmalarýný temin noktasýndan kaynaklanmaktadýr. Ancak bu kýsým da iki nuv´idir:

a) Ruhsatýn iþlenmesine dâir talebin bulunmasý ve meþakka­tin bulunup bulunmadýðýna itibar edilmemesi. Arafat ve Müzdelife´de namazlarýn birleþtirilerek (cem) kýlýnmasý gi­bi. Bu nev´in de azimetler gibi mütâlâa edildiðinde anlaþ­mazlýk yoktur. Çünkü bunlar da azimetlerin istenildiði gi­bi mutlak surette istenilir olmaktadýrlar. Hatta bazýlarý bunlarý mübâh deðil de sünnet olarak kabul etmiþlerdir. Buna raðmen bunlar ruhsat kapsamýndan dýþarý çýkmaz­lar. Zira ruhsatlar hakkýnda iþlenmelerine yönelik þer´î bir talebin bulunmasý, o þeyin ruhsat olmasýna mâni olma-´ maktadýr. Nitekim naçar durumda kalan kimse için lâþe vb. yeme konusunda âlimler böyle söylemektedirler. Þu halde bunlar ruhsat tarifine girmeleri açýsýndan ruhsat, azimetlerin istenilmiþ olmasý gibi yapýlmalarýnýn talep edilmesi açýsýndan da azimet hükmünde olmaktadýrlar.

b) Bir talebin bulunmamasý ve sadece aslî hafifletme ve gü­nahýn kaldýrýlmýþ olduðu esâsý üzerinde bakî kalmasý. Bu kýsým mübâhlýk esasý üzerinde bulunmaktadýr. Mükellef eðer dilerse söz konusu meþakkate tahammül eder ve azîmet hükmü alýr; veya dilerse ruhsat hükümle amel eder.

Bu taksimin sýhhatine delâlet edecek deliller açýktýr; o yüzden [322] de burada zikrine ihtiyaç yoktur. Ama birileri çýkar ve ille de iþarette bulunmamýzý isterse, onun için þöyle deriz:

Birincisini ele alalým: Eðer meþakkat külli bir esasýn ihlâline sebebiyet veriyorsa, o takdirde o konuda azimete itibar etmemek gerekmektedir. Çünkü burada ibâdetin tamamlanmasý ve meþru þekli üzere tamamlanmasý, onu aslýndan ortadan kaldýrma,[86] yani ortaya konulmamasý neticesini doðurmaktadýr. Bu durumda þef´an istenilen þey ibâdetlerin gücün yettiði ölçüde ortaya konulmasýdýr ki, bu da ruhsatýn gereði olmaktadýr. Bu delilin izah ve ortaya ko-nuluþ þekli bu kitabýn "Mekâsýd" bölümünde gelecektir.

Ýkinci kýsým ise; belirli bir ruhsat hakkýnda o þeyin iþlenmesini isteyen özel bir delilin bulunmasý durumunda, o ruhsat bu açýdan ruhsat hükümleri haricine çýkmýþ olacaktýr. Nitekim Ýmâm Mâlik´e göre Arafat ve Müzdelife´de namazlarýn cem´edilmesi bir talep halinde sabit bulunmaktadýr. Bu ve benzeri meseleler, ruhsatýn genel hükümleri içerisinde tahsis görmüþ, özel bir durum almýþ olmakta­dýrlar. Burada da edilecek herhangi bir söz bulunmamaktadýr.

Üçüncüsüne gelince, daha önce geçen deliller, ruhsatýn iþlen­mesi konusunda mükellefin mezun bulunduðunda ya da iþleyen kimseden günahýn kaldýrýlmýþ olduðu hususunda açýktýr.[87] [88]

Altýncý Mesele

Ruhsatýn günahýn kaldýrýlmasý anlamýnda[89] deðil de azimetle ruhsat hükmün iþlenmesi arasýnda ´muhayyerlik´[90] anlamýnda alýnmasý durumunda, bu ikisi arasýnda bir tercihe gitmek gereke-caktir. îçte bu tercih iþi geniþ bir konu olmakta ve üzerinde durul­man gerekmektedir. Þimdi burada her iki tarafýn da delilleri hakkýnda «öz etmek istiyoruz:

Azimet hükmü ile amel etmenin daha üstün olduðu hususun­da þu deliller getirilmiþtir:

Azimet; sabit, kesin ve üzerinde ittifak edilen esas olmaktadýr. Azimet üzerine gelen ruhsat ise, her ne kadar o da kesin ise de, ruhsatýn sebebinin de ayný þekilde vukuu açýsýndan kesin olmasý gerekmektedir. Bu ise bütün ruhsat çeþitleri için kesin tahakkuk «tmiþ bir þey deðildir. Ancak azimet kabilinden sayýlanlarda bu ke­sinlik kazanýr. Diðerlerinde ise böyle bir tahakkuk yoktur. Bu konu ictihad mahallidir. Çünkü ruhsata sebeb olan meþakkatin ölçüsüyle ilgili elimizde kesin bir mikyas yoktur; meþakkatler munzabýt de­ðildir. Mesela dikkat edilecek olursa görülecektir ki, yolculuk konu­sunda üç mil mesafe ya da daha fazlasýna itibar edilmiþtir. Keza üç gün üç geceye de itibarda bulunulmuþtur. Namazý kýsaltmanýn ille­ti meþakkattir. Ýllette ise meþakkat olarak kabul edilebilecek en az kýsmýna itibar edilmiþtir. Hastalýkta da ayný þekilde, meþakkat ta­bir olunabilecek en az kýsmýna itibarda bulunulmuþtur. Bazýlarý parmaðmdaki bir aðrýdan dolayý oruç tutmamýþ; bir kýsmý da üç mil (veya daha az) mesafede namazý kýsaltmýþtýr. Baþkalarý ise daha fazlasýna itibarda bulunmuþtur. Bütün bunlar zan mahalleridir ve bu gibi konularda kat´iyet bulunmamaktadýr. Bu durumda zanlann tearuzu söz konusu olmaktadýr. Konu tercih ve ihtiyat mahallidir. Bütün bunlarýn gereði olmak üzere, sebebde ihtimâlin mevcûd olmasý sebebiyle ruhsata yeltenilmemesi uygun olacaktýr.Azimet, teklif konusunda külli bir esasa dönmektedir. Çünkü

bu külli esas bütün mükellefler hakkýnda asaleten genel ve mutlak olmak üzere meþru kýlýnmýþ bulunmaktadýr. Ruhsat ise özür sahibi bazý mükelleflere yönelik, onlarýn bazý halleri ve bazý vakitlerine has olmak üýtrt fttýl bir önhmm dönmektedir. Her hal ve vakitle il­gili olmadýðý ftbi, bütün mükelleflerle de ilgili deðildir. Bunlar, küllî üzerine sonrndan ânz olup ortaya çýkan þey gibidir. Yerinde de geleceði üzere kabul edilen bir kaide vardýr: "Küllî bir durumla cüz´î bir durum tearuz halinde bulunursa, küllî olan takdim edilir." Çünkü cüz´î olan cüz´î (kýsmî) bir maslahat gerektirir; küllî olan ise küllî (genel) bir maslahatla ilgilidir. Kýsmî maslahatlarýn ihlale uð­ramasýyla âlemdeki nizam bozulma´z. Cüz´î maslahatýn küllî masla­hattan öne alýnmasý durumu ise bunun aksinedir. Çünkü küllî mas­lahatlarýn ihlal ve dumura uðramasýyla âlemdeki nizam bozulur. Burada söz konusu ettiðimiz meselede de durum aynýdýr. Zira bilin­diði üzere azîmet, bütün mükelleflere nisbetle, küllî ve sabit bir du­rum olmaktadýr. Ruhsatýn meþru kýlýnmasý ise, sadece cüz´îlik üze­re ve gerekçesinin bulunmasýna baðlýdýr. Burada üzerinde söz etti­ðimiz konu ise (yani ruhsatýn üçüncü kýsmý), farzedpen her bir þek­linde mutlaka ona ters düþen küllî bir muarýzý olmadan tahakkuk etmesi mümkün deðildir. Bu durumda sorumluluktan tam olarak kurtulabilmek için küllî olana yönelmekten baþka çare bulunmaya­caktýr; küllî olan da azimettir.

Þerîatta ruhsatý gerektiren þeyler bulunsa bile, mücerred emir ve yasaklarýn gereðini yerine getirmeyi, onlarýn acýsýna ve tatlýsýna sabretmeyi emreden nasslar vardýr. Bununla ilgili deliller neredey­se sayýlamayacak kadar çoktur. Bunlardan olmak üzere þu âyetlere bakabiliriz: Ýnsanlar onlara: "Düþmanýnýz olan insanlar size karþý bir ordu topladýlar. ´Onlardan korkun´ dediler. Bu onlarýn imanla­rýný artýrdý da: ´ALLAH bize yeter, O ne güzel Vekîl´dir!´ dediler [91]Burada bahis konusu olan þey bir hafifletme yeridir. Bununla bir­likte onlar sabretmiþler ve ALLAH´a sýðýnmýþlar; sonuç da ALLAH´ýn haber verdiði gibi olmuþ, yani kendilerine bir fenalýk dokunmadan nimet ve bollukla geri dönmüþlerdir. Yine ALLAH Teâlâ : "Onlar size yukarýnýzdan ve aþaðýnýzdan gelmiþlerdi; gözler de dönmüþtü; yü­rekler aðýzlara gelmiþti; ALLAH için çeþitli tahminlerde bulunuyor­dunuz.[92]diye Ahzâb (Hendek) günüyle ilgili tavsifte bulunduktan sonra "Ýnananlardan ALLAH´a verdiði ahdi yerine getiren adamlar vardýr. Kimi bu uðurda caným vermiþ, kimi de beklemektedir.[93] buyurarak þiddetli bir þekilde larýýlmulonna, yürekleri aðýzlara ge­tiren çok güç durumlarýn mevcudiyeti ne raðmen onlarý sadâkat göstermiþ olmakla övgüde bulunmuþtur. Hz. Peygamber

Ahzâb gününde ashabýna Medine hurmalarýnýn bir kýsmýný düþma­na vermeyi ve böylece çekip gitmelerini saðlamayý teklif etmiþti. Böylece durumlarý hafifleyecekti. Ancak onlar böyle bir teklife ya­naþmadýlar; ALLAH ve Ýslamla izzet bulduklarýný, böyle bir zillet du­rumuna düþmeyeceklerini belirttiler.[94]Onlarýn bu davranýþý, hak­larýnda övgü ve senada bulunulmasýna sebeb olmuþtu. Hz. Peygam-ber´in vefatýndan sonra Araplar irtidat etmiþlerdi. Hz. Ebû Bekir [radý«Sahu] dýþýndaki bazýlarýnýn ya da çoðu sahabenin görüþleri, bunlarý zekattan belli bir süre muaf tutmak suretiyle gönüllerini almaya ve iþi idare etmeye çalýþmak, ümmetin durumu istikrar ka­zanýnca da ne gerekiyorsa onu yapmak þeklinde idi. Hz. Ebû Bekir padiya£,huj yanaþma(lý Ve ALLAH´a yeminle tek baþýna da kalsa on­larla savaþacaðýný ýsrarla ifâde etti. Olay meþhurdur.[95] Keza zor (tehdîd) altýnda küfür kelimesi söylenmesi de âyette[96] ruhsat hü­küm olarak belirtilmiþtir. Bununla birlikte bu ruhsatý terkederek metanet göstermek bütün ümmet nazarýnda ya da en azýndan çogunluk âlimler» |öf« d»h« üstün olmaktadýr. Bu iyiliði emretmek, kötülükten de yamktemýik konusunda da geçerlidir. Burada da ay­ný þekilde kaide iþlemekte ve bu vazife malýn ve nefsin ziyanýna ne­den olsa bile müstahap olmaktadýr. Ancak kesinlik kazanmasý orta.-dan kalkar ve sevap bu konuda gösterilecek sabýr ve metanet ölçü­sünde olur.

Bir diðer delîl de Hz. Peygamber´in "Sizden birin, için daha hayýrlý olaný, hiçbir kimseden bir þey istememesidir [97] buyruðudur. Ashâb bu sözü genelliði üzere almýþtýr. Böyle mý nâda bu hadisle amel etmeyi üstlenmenin pek çok meþakkatlen i" tireceðinde þüphe yoktur. Sununla birlikte onlar genelliði iý/.eýr nl mýþlar ve evliyadan pek çoðu da onlara uymuþlardýr. Bunlardým Ýn risi de Ebû Hamza el-Horasânî´dir. Kuþeyrî ve daha baþknlannm zikrettiðine göre bu zat kuyuya düþmüþ (fakat hiç kimseden yýýnlmý istememiþtir). Halbuki böyle bir noktanýn hiçbir þey istememe ,ýn-lýndan istisna edilmesi uygundu.[98]Tebûk seferinden geri kalan üç kiþinin durumu hakkýndaki haberi de burada hatýrlamak mumkün-dür. Bunlar sonunda Hz. Peygamber´e gelmiþler ve, özür beyan et­me durumlarý bulunmasýna raðmen bu yola gitmemiþlerdir.[99] Bun­lara yeryüzü dar gelmiþ, içleri içlerine sýðmaz olmuþlardý. Ancak bunlar ALLAH´tan baþka sýðýnýlacak bir kapý olmadýðýný görmüþler ve sýdk ile tevbe etmiþlerdi. Sonunda da tevbeleri kabul edilmiþti. Al­lah onlar için kabul kapýsýný açmýþ ve onlarý doðrulardan saymýþ-ti.[100]Çünkü bunlar kendilerine bir özür bulmak gibi bir ruhsatla amel etmek yerine azimetle amel yolunu tutmuþlardý. Keza Ýslamýn ilk dönemlerinde Osman b. Mazûn ve emsali Mekke´ye birisinin hi­mâyesi olmadan giremeyen kimselerin durumlarý da bu kabilden­dir. Sonra bunlar ALLAH´ýn himayesine itimatla kâfirlerin himaye­sine girmeyi terk etmiþler ve bu uðurda baþlarýna bir çok da sýkýntý gelmiþti. Bununla birlikte bütün bunlar onlar için önemsiz gelmiþ "Þüphesiz ki sabredenlerin mükâfaatlan hesapsýz olarak verilecek-[328] tir.[101] "And olsun ki, mallarýnýz ve canlarýnýzla sýnanacaksýnýz; hiç þüphesiz, sizden önce kitap verilenlerden ve ALLAH´a eþ koþanlar­dan çok üzücü sözler iþiteceksiniz. Sabreder ve ALLAH´a karþý gel­mekten sakýnýrsanýz bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek iþlerden­dir.[102] âyetine olan îmanlarý sayesinde sabýr ve metanet göster­miþlerdir. Bu meyanda Peygamberine de "Ey Muhammedi Pey­gamberlerden azim sahibi olanlarýn sabrettiði gibi sen de sabret; inkarcýlar için acele etme [103]buyurmuþtur. Sonra da "Ama sab­redip baðýþlayanýn iþi, iþte bu, azmedilmeye deðer iþlerdendir.[104] buyrulmuþtur. "Ýçinizde olanlarý açýða vursanýz da, gizleseniz de, onlar sebebiyle ALLAH sizi hesaba çekecektir.[105] âyeti inince, bu sahabeye çok aðýr gelmiþti. Kendilerine ´"Ýþittik ve itaat ettik!´ de­yin." denilince hemen öyle dediler. ALLAH onlarýn kalplerine îmâný yerleþtirdi. Bunun üzerine Bakara sûresinin son iki âyeti geldi ve kullarýn takatlari üstünde yükle teklif altýnda tutulmayacaklarý, unutarak veya hatayla yaptýklarý þeylerden mes´ûl tutulmayacakla­rý... bildirildi.[106] Hz. Peygamber ölümünden hemen önce Üsâme´yi Suriye bölgesine gönderilen bir ordunun baþýna getirmiþ­ti. Ordunun çýkýþý Efendimizin hastalýðýnýn aðýrlaþmasý üzerine ge­ciktirilmiþti. Sonunda da vefat ettiler. Ýnsanlar Ebû Bekir´e:

—Üsâme´yi ordusuyla birlikte yanýnda tut. Onu sana karþý harb ilan edenlere karþý kullanýrsýn; demiþlerdi.[107] Fakat Hz. EbûBekir: "(Hiç kâma* kalmaia da) köpekler Medineli kadýnlarýn hal-hallarýný yalayacak hain çiseler bile, ALLAH Rasûlü´nün s«vk ettiði bir orduyu geri çaviremem." demiþ, ancak Üsâme´den ricA ederek Hz. Ömer´i kendisine yardýmcý olmak üzere býrakmasýný istemiþti. O da öyle yaptý ve ordusuyla birlikte yola çýktý Suriye bölgesine (Þam´a) ulaþtý, orada düþmanla karþýlaþtý ve onlarý yendi. Bunun üzerine Bizanslýlar: "Müslümanlar peygamberlerinin ölümü ile za­yýflamamýþlar." dediler. Bu durum onlarýn kalplerine bir korku sal­dý ve netice hayýrla tamamlandý. Buna benzer ruhsatlarýn terki ve azimetlere yapýþýlmasýyla ilgili daha pek çok örnek vardýr. Çünkü bu insanlar kendilerinin sýnanmakta olduklarýný anlamýþlardýr.

IV.

Mükellefler için söz konusu olan ve sonradan ortaya çýkan bu arýzî meþakkat nevileri, Sâri Teâlâ´ca teklifin konulmasý sýrasýnda göz önünde bulundurulmuþ ve teklife mâni görülmemiþ þeylerden­dir. Yani teþrîden maksat, hükümleri mutad olan bir düzeyde koy­maktýr. Bir hükmün bazý insanlara veya bazý hallerde mutâd olma­yan þekilde güç gelmesi, o hükmün Þâri´ce maksûd olmadýðý netice­sini gerektirmez. Çünkü cüz´î durumlar, küllî olan esaslarý ihlâl et­mez; sadece bu cüz´î durumlar ictihâd neticesinde ve hâciyyât pren­sibine nazaran küllî olan esaslardan istisna edilirler. Bu ietihad sý­rasýnda da müetehidin ilk yapmasý gereken þey aslî azimet hükmü üzerinde kalmaya çalýþmasýdýr. Azîmet hükmünden ayrýlmasý an­cak güçlü bir delîl neticesinde olabilecektir. Bu yüzdendir ki, âlimler sefere has olan ruhsatýn (illetinin) gereðini diðer konularda uygulamaya koymamýþlardýr. Mesela normal hallerde iken icra edi­len sanatlarda sefer ruhsatýnýn meþru kýlýnmasýnýn illeti olan meþakkat bulunmasýna raðmen, bu gibi hususlarda ruhsattan söz etmemiþlerdir. Þu halde sürekli ve bidüziyelik arzetmeyen arýzî meþakkatlar sebebiyle azîmet hükmünden ayrýlmak uygun deðil­dir. Çünkü bu gibi meþakkatler mutad dünyevî iþlerde de mevcut­tur. Bununla birlikte bu durum onlarýn mutâd (âdî) olmalarýný en­gellememektedir. Dolayýsýyla meþakkatin olmamasý esasý yanýnda, arýzî olan meþakkat —çok ve sürekli olmamasý durumunda— mutâd bir durum gibi kabul edilecektir. Arýzî olan meþakkat sebe­biyle asýldan (azimetten) ayrýlýnmayacaktýr.

Ýtiraz:Bu konu na«l olur da ictihâdî olabilir Hakkýnda pek çok naaþ bulunmaktadýr. Mesela: "Kim darda kalýrsa, baþkanýnýn payýna el uzatmamak ve zaruret miktarýný aþmamak üzere haram olan þeylerden yemesi günah sayýlmaz.[108]"Sizden kim hasta ya da yolcu olursa.[109]"ALLAH ruhsatlarýnýn iþlenmesini sever.[110] nasslarýný hatýrlatabiliriz. Bunlara benzer daha birçok delîl bulun­maktadýr.

Cevap: Darda kalma (ýztýrar) hâli, nefsin (ya da bir organýn) telef olmasýndan korkulan haldir. Böyle bir durum ise, ancak ibâdet ve normal mutad iþleri yapabilmekten âciz kalmadan sonra [««01 olur. Bu (acziyet) da haddizatýnda bir özürdür. Bunun dýþýnda ka­lým diðer durumlar ise, bulunmasý durumunda dînî ve dünyevî yü­kümlülükleri yerine getirmekten âciz kalmaya sebebiyet verecek bir meþekkatin tahakkukuna yorulur. Öyle ki bu durumda azîmet bir nevi teklifi mâ lâ yutâka (takat üstü yükümlülüðe) dönüþür. Takat üstü yükümlülük ise, naklen bilindiði üzere, yoktur. Böyle olmayan diðer meþakkatler ise, bu nasslann altýna girdiklerine de­lâlet edecek delîllere muhtaçtýrlar. Bu konuda ise —daha önce de geçtiði gibi— görüþ açýlarý çok farklýdýr. Dolayýsýyla zikredilen nass-larla, üzerinde bulunduðumuz konu arasýnda bir çeliþki bulunma­maktadýr. Bunun sebebi —ki bu delîlin esasýný teþkil etmektedir— þudur: Bu sonradan ortaya çýkan arýzî güçlükler, inananlarýn îmanlarýný, mütereddidlerin tereddüdünü denemek ve onlarý imti­han etmek için vuku bulur. Bunun neticesinde de yakînî olarak Rabbine îmân edenle, þek ve þüphe içerisinde bulunanlar ortaya çý­kar. Eðer bütün yükümlülüklerle ilgili küllî esaslar, ortaya çýkan her güçlükle bozulacak ve iþlemez hale gelecek olsaydý, daha önce de geçtiði gibi bütün küllî esaslar ihlâle uðrar ve imtihan unsuru ortadan kalkar; bunun neticesinde de iyi ile kötü birbirinden ayrýla­mazdý. Yükümlülüklerde imtihan unsuru mevcuttur ve bu da ancak asýl olan azimetin bekasýyla olur. Kiþi dîni ölçüsünde imtihana çe­kilir.

Yüce ALLAH þöyle buyurur: "Hanginizin daha güzel iþ iþlediðini belirtmek için ölümü ve dirimi yaratan O´dur.[111] "Elif, Lam, Mim. And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemiþken, in­sanlar ´inandýk´ deyince, denenmeden býrakýlacaklarýný mý sanýr­lar[112] "And olsun ki, mallarýnýz ve canlarýnýzla sýnanacaksýnýz.Sabreder ve ALLAH´a harþt gelmekten sakýnýrsanýz bilin ki, bu ÜM-rinde sebat idüacih iþlerdendir.[113] "And olsun ki sizi, içinizden CÝ-hada çýkanlarý ve sabredenleri meydana çýkarana ve haberlerinizi açýklayana kadar deneyeceðiz.[114]"ALLAH´ýn inananlarý arýtmasý ve inkar edenleri yok etmesi için, insanlar arasýnda bu günleri bazan lehe, bazan aleyhe döndürür dururuz.[115] "Muhakkak ki sizi biraz korku, biraz açlýk ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz ek­siltmekle deneriz, sabredenlere müjdele.[116] Yüce ALLAH onlarýn sabretmeleri, aslî yükümlülüklerini yerine getirmeleri ve ondan bir çýkýþ yolu aramaya çalýþmamalarý sebebiyle övgüde bulunmuþ­tur. "Muhakkak ki bir þeyle sizi deneriz" ifâdesi, bu sýkýntýlar Vt ona baðlý olarak deneme hallerinin çoðunluk olan diðer normal hal­lere nisbetle vukuu az olan durumlar olduðuna delâlet etmektedir. Nitekim teklif ile ilgili hallerde geçmiþti. Bu gibi durumlarda, þerîatýn yükümlülüklerin aslî mecrasýnda seyrini teinin için sabýrlý davranýlmasýný, metin olunmasýný istediði bilinmektedir. Bu du­rumda ruhsatlarla amel etmek, mutlak surette Þâri´in, sevabýn tam olmasý için amelin tamamlanmasýný istemesi þeklindeki kasdýna ters düþmüþ olacaktýr.

Ruhsatlarla amel etme mutlak surette esas alýndýðý zaman, bu durum mükelleflerin kulluk gösterisi (taabbud) sýrasýnda kendile­rinde bulunmasý gereken azim ve sebatlarýnda bir çözülmeye yol açar. Azîmet hükümle amel edilmesi halinde kullukta sebat ve ka­rarlýlýk gösterilmiþ olur ve bu yol ruhsatla amel etmeden daha uy­gun düþer.

Birinci hususun açýklanmasý þöyle: Hayýr alýþkanlýk doðurur, þerre de bulaþýldýðý zaman ondan ayrýlmasý zor bir þeydir. Bunu müþâhadelerimizle biliyoruz. O yüzden de delîl ikâmesine gerek duymuyoruz. Bir þeye alýþkanlýk kesbeden kimseye, o þey baþka­larýna zor gelse dahi kolay gelir. O þeyin haddizatýnda kolay ya da zor bir þey olmasý arasýnda da fark yoktur. Kiþi ruhsatlarla amel et­meyi kendisine itiyad haline getirdi mi, artýk her azîmet kendisine zor ve güç gibi gelir. Durum böyle olunca da, o azîmet hükmü ge­reði gibi yerine getiremez ve ondan kurtulmanýn bir yolunu bulma­ya çalýþýr. Bu açýktýr. Bu beklenti halinde olunan þey küllî esaslar­da da olur, cüz´î fer´î meselelerde de olur. Mesela âlimlerin ihtilaflý olduklarý konularda triu ve hevâya uymak meselesi, bir þeyin ha­nýmlýðý ve câizliði aralýnda ihtilafýn bulunmasý durumunda hemen cevaz tarafýný alma meselesi ve benzeri dikkat çekilen veya çekil­meyen meselelerde olduðu gibi.

ikinci hususun açýklanmasý da arzedilen bu bilgi neticesinde açýklýk kazanmaktadýr. Çünkü bu birincinin zýddý olmaktadýr.

Bütün bunlarýn sebebi þudur: Ruhsatlarýn sebebleri çoðu kez gerçekten mevcut deðildir; varlýklarý takdir ve tahayyül edilmekte­dir. Mükellefin þiddetli olarak kabul ettiði þey, belki de aslýnda hafif bir meþakkattir. Tabiî bu da kulluðun icrasýnýn sahîh olma­masýna sebebiyet verecektir ve böylece yaptýðý iþ boþuna gitmiþ, bir temel üzerine oturtulmamýþ olacaktýr. Ýnsan bunu çoðu kez müþâ-hade etmektedir. Bazan insan bazý iþleri zor sanýr. Oysaki durum hiç de öyle deðildir. Mesela hýrsýz veya yýrtýcý hayvan korkusuyla teyemmüm alan kimse, eðer vakit içerisinde su bulacak olursa, Ýmam Mâlik´e göre tekrar abdestle namazý iade eder. Bu görüþüyle imam teyemmüm alan kiþiyi kusurlu davranmýþ bulmaktadýr. Zira bu ve emsali durumlara hakikatla hiç ilgisi bulunmayan vehmin karýþmasý mümkündür. Ama kiþi hýrsýzý veya yýrtýcý hayvaný bizzat görür ve bu yüzden teyemmüm eder ve namazýný kýlarsa, bu du­rumda namazýný iade etmez. Çünkü bu durumda taksir göstermiþ sayýlmaz. Eðer insan hak ve hakikate deðil de, aslý olmayan vehim­lere kendisini kaptýracak olursa, o takdirde kendisini derin uçu-[332] rumlarda bulacaktýr ve vehim onun pek çok amelini iptal edecektir. Bu netice hem ibâdetlerde, hem muamelâtta, hem de þâir tasarruf­larda deðiþmez bir özellik arzetmektedir.

Ruhsat sebebleri bazan da þiddetli olabilir. Ancak insanoðlun-dan, ALLAH için sabýr göstermesi ve onun rýzasý için amel etmesi is­tenilmektedir. Sahîh hadiste "Kim sabrederse, ALLAH onu sabýrlý ký­lar, (sabrý ona sevdirir).[117] buyrulmuþtur. Enfâl sûresinde, bir müslümanýn savaþ esnasýnda on kâfire karþý sebat göstermesi hük­mü neshedilerek iki kâfire karþý sebat göstermesi hükmü getirildik­ten sonra "ALLAH sabredenlerle beraberdir.[118] buyrulmaktadýr. Bu âyet indiði zaman, bazý sahabe "Sayýdan azaldýðý oranda sabýrdan da azalmýþtýr." demiþtir. Bu söz haber (hadîs) mânâsýndadýr ve ha­disle âyete uygun düþmektedir.

Ynt: Azimet Ve Ruhsat By: ayten Date: 27 Eylül 2010, 01:26:01
VI.

Þer´î düzenlemeler her açýdan arzu ve hevâya zýdlýk gösterir. Nitekim bu konu "Mekâsýd" bölümünde açýklanacaktýr. Çoðu zaman mtþýkkalltr ortay» çýkar ve bunlar arzu ve hevâya (uyma ya da) muhftltflltto bulunmýýya göre artar (veya eksilir). Arzu ve hava­ya uymak, þeriata uymanýn zýddý olmaktadýr. Arzularýna uyan bir kimseye her þey zor gelir. Ýster o þey aslýnda zor olsun ister kolay olsun, farketmez. Çünkü o kendi maksadýna ulaþmasýný engeller vi kendisiyle arzusu arasýna girer. Mükellef arzu ve heveslerini bir ta­rafa atar ve nefsini onun peþine düþmekten alýkoyarsa ve yükümlü tutulduðu ameli iþlemeye yönelirse, o iþ kendisine kolay gelir. Ona devam neticesinde itiyad halini alýr ve onu sevmeye baþlar, artýk onun acýsý kendisine tatlý gelmeye baþlar. Öyle ki, artýk dalýn kendisine aðýr gelen o amelin zýddý aðýr gelmeye baþlar. Dolajnýýy-la þu netice çýkýyor: MeþaWkatin bulunup bulunmamasý konunu mÜs kellefin garazýna uygun olarak tamamen izafîlik arzeder. Nici t,Qî þeyler vardýr ki, kiþinin garazýna uygun geldiði için kolay, nice ko­lay þey de vardýr ki, garazlarýna uymadýðý için zor olmaktadýr.

Netice olarak diyoruz ki, bu konuda mutlak surette ´güçlük´ denildiði zaman, kiþinin mükellef olmasý açýsýndan takat gntirem*-yeceði þeyler kasdedilmektedir. O þeyin bir insan açýsýndan güç yt* tirilebilir olup olmamasý arasýnda fark yoktur. Bu konu üzerinde di bir anlaþmazlýk yoktur; üzerinde durulacak deðildir. Söz sadece bu­nun dýþýnda kalan ve izafî olup haklarýnda mutlak anlamda ne |uiç-.aktür ne de güçlük deðildir demlemeyen meþakkatler hakkýnda edilmektedir. Bu tür meþakkatler her iki taraf arasýnda dönüp do­laþtýðýna göre, hakîkî ve sabit esas olan azîmet tarafýna dönmek ve onu esas almak daha uygun olacaktýr. Ruhsatlarýn alýnmasýmlý ise her þahsa ve her arýzî duruma göre deðerlendirme yapmak n«rok-mektedir. Bu konuda kesin bir beyan bulunmamaktadýr. Olsu olsa en üst seviyede zan bulunabilir. Zan da muarýzdan uzak bulunmaz. Bu durumda uygun olan bu kiþi hakkýnda söz konusu edilen me­þakkatin gerçekten meþakkat (güçlük) olduðu sabit oluncaya kadar esas olana (azîmete) dönmekten baþka bir þey deðildir. Takatini aþar olmadýkça da mutlak anlamda sabit olmaz ki, o takdirde hak­kýnda herhangi bir anlaþmazlýk olmayan birinci kýsma dâhil edil­sin. Bu anlattýklarýmýz, ruhsat ve hafifletme hükmünün istenildi­ðine dâir haricî bir delîl bulunmamasý durumunda söz konusudur. Delîlin bulunmasý durumunda ise tabiî delîl gereðince ruhsat hü­kümle amel etmek daha uygun olur. Mesela Hz. Peygamber sefer esnasýnda insanlarýn oruçlarým bozmaya yanaþma­dýklarýný ve bu yüzden de sýkýntýya düþtüklerini görünce bizzat ken­di oruçlarýný bozmalarý gibi. Bu ve benzeri durumlar ayrý bir konu­dur ve daha önce geçen kýsýmlar içerisine girer. Burada üzerinde durulan husus, hakkýnda böyle haricî bir delîl olmayan ruhsatlarla ilgilidir. Netice olarak diyebiliriz ki, ruhsat mahallerinde azîmet hükümleri almak ve onlarla amel etmek daha uygun ve üstündür.

Soru: Bu durumlarda uzSmet hükmü almak mutlnk ýtûrette vâcib ya da mendûb mudur Yoksa bir bölümleme var mýdýr

Cevap: Bu sorunun cevabý meþakkatlerin halleriyle ilgili tâf-sîlatla ortaya çýkacaktýr. Bu da aþaðýdaki meselede ele alýnacaktýr: [119]

Yedinci Mesele


Üzerinde durulduðu zaman hafifletme sebebi olarak düþünüle­bilecek meþakkatlerin iki kýsým olduðu görülecektir:

a) Hakîkî meþakkatler: Ruhsatlarýn söz konusu olduðu hu­suslardaki mevcut meþakkatlarin büyük çoðunluðu bu kýsýmdan­dýr. Hastalýk, sefer ve benzeri mevcut muayyen sebebi olan meþak­katler gibi.

b) Vehme dayanan (hayalî) meþakkatlar: Bunlar, ruhsat hükmünü gerektiren sebebin ya da sebebin hikmetinin bulunmadý­ðý meþakkatlerdir. Bunlar mutad olan meþakkatlerin üzerinde olmayan meþakkatlerdir.

a) Hakîkî meþakkatler:

Bu tür meþakkatlerin bulunmasý durumunda mükellefin azî-met hüküm üzerinde ýsrar etmesi, ya onu þer´an veya bedenen al­týndan kalkýlamayacak bir sýkýntýya sokacaktýr ve bu durumda me­þakkat kesin olacak; zan ya da vehim dahilinde bulunmayacaktýr; ya da böyle (kesin) olmayacaktýr. Eðer birinci neviden ise, o takdir­de ruhsat hükümle amel edilmesi matlûp olacaktýr ve bu nevi, üze­rinde herhangi bir anlaþmazlýk bulunmayan ruhsatýn birinci kýsmý­na dâhil bulunacaktýr. Çünkü bu durumda ruhsat Allah hakký için olmaktadýr.

Eðer ikinci neviden yani meþakkatin bulunmasýnýn zan dahi­linde olmasý halinde ise, zanlar farklýlýk arzedeceðinden asýl olan, azimet hükmü üzerinde kalmak olacaktýr. Bu durumda azîmet hükmün gereði, zan tarafý güçlendikçe zayýflayacak, zayýfladýkça da güçlenecektir. Mesela Ramazan´da oruç tutmamayý mubah kýla­bilecek bir hastalýða yakalanan kimsenin, bu hastalýkla birlikte kendisinin oruç tutamayacaðýný zannetmesi gibi. Ancak bu zan:

1. Ya belli bir sebebe müstemden olur: Mesela oruca baylar fnkat t»mninÝHvnmýty»caðýný anlar ve bozar veya namaza Bynkt.H iknn bn^lýýr l´akal. devamýna güç yetiremez ve otura­rak tamamlar. Mu birinci kýsýmdan olur ve onun hükmünü alýr; zira mükellef üzerine götüreme,yeceði yük yüklenme-inektedir.

2. Ya da pek çok tecrübeden alýnmýþ olan bir sebebe müsteni­den olur ve sebeb de fiilen mevcut bulunur. Yani hastalýk mevcuttur ve böyle bir hastalýkla oruç tutmaya ve ayaktn namaz kýlmaya veya abdest için su kullanmaya âdeten tfüç yetirilemez. Buularý bizzat kendisinin tecrübe etmiþ olmalý da gerekmez. Bu da bazan bir önceki kýsma katýlýr. Bunun bir önceki kýsma katýlmasý sebebin fiilen bulunmasý açýsýn­dan olur. Ondan ayrý mütâlâa edilmesi ise þu açýdandýr: Mükellefin kadir olmadýðý bizzat kendisince sabit olmamýþ­týr; çünkü gerçekten kudretinin olmadýðý, ancak ibâdete baþlamasý ve kendisini denemesi halinde ortaya çýkar. Bu ise azîmet üzere istenildiði þekilde ibâdeti yapmaya giriþmemiþtir ki, onu tamamlamaya kadir olup olmadýðý ortaya çýksýn. Dolayýsýyla bu durumda daha uygun olaný, üzerine hüküm bina edilecek þey ortaya çýkýncaya kadar azîmet hükümle amel etmektir.

b) Vehme dayanan (hayalî) meþakkatlar:

Bunlar vehme dayanan hayalî meþakkatlerdir. Ortada meþak­katin ne sebebi ne de hikmeti vardýr. Bu kýsýmdan olan meþakkat­lerin sebeblerinin daha sonra olacaðýna dair deðiþmez (muttarid) bir âdet vardýr veya yoktur: Eðer birinci kýsýmdan ise bu takdirde sebeb ya bulunacaktýr ya da bulunmayacaktýr. Eðer sebeb mevcut ise ve ruhsat da yerinde vâki olmuþsa, iþte bu durumda ihtilaf bu­lunmaktadýr. Ýhtilaf; baþtan mükellefin ruhsat hükme yeltenmesi konusunda olmayýp, ruhsatla amel etmesi durumunda, bunun mü­kellef için yeterli olup olmayacaðý konusundadýr. Zira bir hükmün henüz ortaya çýkmamýþ sebeb üzerine bina edilmesi sahîh deðildir. Hatta kendisi bulunsa bile þartý bulunmayan bir sebeb üzerine dahi hüküm binasýna gidilmesi sahîh deðildir. Hükmü gerektiren sebeb-tir. Sebebin þartý bulunmadýðý zaman bile hüküm binasýna gidile-mediðine göre, ya bizzat sebebin kendisinin bulunmamasý duru­munda vaziyet nasýl olacaktýr Burada üzerinde durulan þey, âdet olan nöbetlerine göre yarýn kendisini sýtma tutacaðýný bilen ve he­nüz nöbeti gelmeden önce orucunu bozan kimse gibileri hakkýnda­dýr. Keza bugün hayýz görmeye baþlayacaðý zannýyla orucunu bozan bir kadýnýn durumu da böyludir. Bütün bunlar gerçekten zayýf mesnedlerdir. B»i» âlimlir bu mesnedleri keffâretlerin düþürülmesi ko-nuHunda itibâra almanýn sahîh olacaðýna dâir þu âyetle istidlalde bulunmuþlardýr: "Daha önceden Allah´tan verilmiþ bir hüküm ol­madaydý, aldýklarýnýzdan (ganimet) ötürü size büyük bir azab eri­þirdi.[120] Bu âyet, müslümanlardan cezanýn düþürüldüðünü belirt­mekte ve gerekçe olarak da onlara ganimetin ilm-i ilâhîde helal ký­lýnmýþ olduðunu göstermektedir.[121]Bu bizim burada üzerinde dur­duðumuz konu ile ilgili deðildir. Çünkü konumuz mükellef üzerine terettüp eden þer´î hükümlerle ilgilidir. Burada azabýn terettübü þer´î bir düzenlemeye yönelik deðildir; aksine o insana günahlarý sebebiyle ulaþan diðer cezalar (ukubet) gibi ilâhî bir durum olmak­tadýr. "Baþýnýza gelen herhangi bir musibet ellerinizle iþlediðiniz­den ötürüdür.[122]âyetinde de böyle bir durum vardýr.

Eðer sebebin bulunacaðýna dair deðiþmez bir âdet yoksa, o takdirde bir problem de yok demektir.

Bu taksimin özeti þudur: Kesin olmayan zan ve varsayýmlar, vehme dayalý ve hayalî meþakkatler kýsmýna dâhil bulunmaktadýr. 18M1 Bunlar ise çeþitlidir. Nefislerin arzu ve hevesleri de ayný þekildedir. Çünkü nefisler aslý olmayan þeyleri var sayarlar. Bu durumda doð­ru olan hareket tarzý, ihlal edici bir meþakkatin bulunmamasý ha­linde aslî azîmet hükmü ile amel etmek olacaktýr. Çünkü insanýn akýl ve dînine etki etmediði sürece meþakkate metanet ve sabýr gös­termek daha hayýrlý bir þeydir. Hakîkî meþakkatin bulunmasý de­mek, mükellefin ona sabredememesi demektir. Sabýrla emredilmiþ olanlar ancak ona takat getirebilecek kimselerdir. Ýstikra neticesin­de görülmektedir ki, meþakkatlerin mevcudiyetine dâir vehimler, bizzat o meþakkatlerin hükmünü almamakta, daha hafif bir hükme tabi tutulmaktadýr. Çünkü vehimler bir çok hallerde isabetli deðil­dir. Þu halde vehim durumunda gerçek anlamda bir meþakkat bu­lunmamaktadýr. Gerçek meþakkat, ruhsat için konulmuþ olan illet olmaktadýr. O da olmadýðýna göre, hüküm baðlayýcý olmayacaktýr. Ancak mazinne —ki sebeb olmaktadýr— hikmet makamýna geçerse, o takdirde sebeb baðlayýcýlýk için deðil de câizlik için dikkate alýna­bilecektir. Çünkü mazinne (illetin muhtemelen bulunduðu yer) illet demek olan hikmeti kemâli üzere gerektirmez. Dolayýsýyla daha uy­gun olan davranýþ þekli asýl olanla amel etmek olacaktýr. Sonra vehme dayalý olan meþakkatlerin dikkate alýnmasý hakîkî meþak­katlerden olabilir þeklindeki bir ihtiyata yöneliktir. Hakîkî olan ise vuku bakýmýndan ayný düzeyde bulunmamaktadýr. Dolayýsýyla vehme dayalý mi|tkkýibr ttitrin» hüküm bina edilmeli mümkün de­ðildir.

Nefislerin arzu ve heveslerinden kaynaklanan meþakkatlor ise, birincinin zýddý olmaktadýr. Zira bilindiði gibi þer´î hükümlerin konulmasýnda Þâri´in maksadý, nefisleri arzu ve heveslerinden kur­tarmak, alýþkanlýklarýndan çýkarmaktýr. Dolayýsýyla ruhsatlarýn meþruiyetinde nefislerin arzu ve istekte bulunduðu þeylere nisbetle söz konusu olacak meþakkatlere itibarda bulunulmayacaktýr. Dik­kat edilirse görülecektir ki, Yüce Allah kendisine ruhsat verilmesi için nefislerin arzularýyla ilgili bir konuyu ileri süren ve sefere ka­týlmamasýna bunu mazeret, olarak gösteren kimse hakkýnda zemde bulunmuþ ve þöyle buyurmuþtur: "Onlardan ´Bana izin ver, beni fitneye düþürme´ diyen vardýr. Bilin ki onlar zaten fitneye düþmüþ­lerdi. Cehennem inkar edenleri þüphesiz kuþatacaktýr.[123] Bu âyet, el-Ced b. Kays´ýn Hz. Peygamber´e Tebük seferi için "Bana sefere katýlmamam için izin ver; beni sarýþýn kýzlarla fitneye düþür­me; çünkü ben onlara karþý sabýr gösteremem." sözü ile ilgilidir. Keza Allah þöyle buyurmuþtur: ´"Sýcakta savaþa çýkmayýn´ dediler. De ki: ´Cehennem ateþi daha sýcaktýr.´ Keski buseydiler![124] Allah daha sonra gerçek özrü belirtmiþ ve þöyle buyurmuþtur: "Güçsüzle­re, hastalara ve sarfedecek bir þeyi bulunmayanlara, Allah ve pey­gamberine baðlý kaldýklarý müddetçe sorumluluk yoktur.[125] Al­lah burada gerçek özür sahiplerini açýklamýþtýr. Bunlar cihada ta­kat yetiremeyen kötürümler, çocuklar, yaþlýlar, deliler, körler vb. gibi kimselerdir. Keza asla yol tedâriki için gerekli hiçbir þeyi bu­lunmayan, bir baþkasýnca da masraflarý karþýlanamayan kimseler de mazurdurlar. Âyette "Allah ve peygamberine baðlý kaldýklarý müddetçe" kaydý getirilmiþtir. Bunun bir gereði de, Allah´a taat ko­nusunda nefislerine herhangi bir pay býrakmamalarýdýr. Þu âyete dikkatle bakmak gerekecektir: "Ýsteyen, istemeyen hepiniz savaþa çýkýn.[126] "Çýkmazsanýz Allah size can yakýcý azâbla azâb eder ve yerinize baþka bir millet getirir.[127] Hal böyle iken, özrü sadece nef­sinin arzu ve hevesleri olan kimsenin durumu nasýl dikkate alýna­rak, onun hakkýnda ruhsat verilecektir.

Evet! Þer´î hükümlerin, nefsî arzularýn Þâri´in maksadýna tabi olmasý üzere konulduðu doðrudur. Yüce Allah bir mefsedete sebebi­yet vermeyecek biçimde kullarýn þehvetlerini giderebilmeleri, ni­metlerden istifâde etmeleri konusunda geniþlik göstermiþtir. Getirilen yükümlülüklerle, mükellefe bir meþakkat binmemesi ve belir­lendiði üzere yapýldýðýnda onun nimetlerden istifâde etmesini en­gelleyecek bir neticeye müncer olmamasý istenilmiþtir. Bu yüzden de daha baþtan selem, kýrâz (mudârabe), müsâkât ve benzeri geniþ­lik getiren ruhsatlar —her ne kadar bir baþka kaidede bunlarý en­gelleyen unsurlar bulunsa da— meþru kýlýnmýþ; dünya menfaatle­rinden pek çok þey helal kýlýnmýþtýr. Bu durumda her ne zaman nefsi taþkýnlýk gösterir ve Þâri´in kendisi için helal yoldan giderme­sini helal kýldýðý bir þehvet ve arzunun peþine düþer; onu helal yol­dan gidermeyerek gayrý meþru yollara baþvurursa, bu þeytanî ve mutlaka uzaklaþýlmasý vâcib olan bir arzu ve heves olmuþ olur. Me­sela bir günaha düþkünlük gösteren kimsenin durumu gibi. Böyle bir kimseye düþkün olduðu o konuda asla ruhsat yoktur. Çünkü bu­rada ona verilecek ruhsat, bizzat þeriatýn kendisine muhalefet ol­maktadýr. Daha önce geçen ruhsatlar ise böyle deðildir. Çünkü on­lar tam kýstasa vurulduklarý zaman þeriata bir uygunluklarýnýn bu­lunduðu görülmektedir.

Bu açýklamalardan da anlaþýlmýþtýr ki, arzu ve hevaya muha­lefetten doðacak meþakkatten dolayý asla ruhsat verilmeyecektir. Hakîkî meþakkatin bulunmasý durumunda ise þartlarý ile birlikte ruhsat vardýr. Þartý bulunmadýðý zaman ise, zimmetini mesuliyet­ten tam olarak temize çýkarmak isteyen kimse için lâyýk olan azî-met hükme yönelmesi ve onunla amel etmesidir. Ancak bu durum yani azîmet hükümle amel, bazan mendûb kabilinden bazan da vâcib kabilinden olur.

Allahu a´lem!

Fasýl:


Bu yolda ortaya çýkacak faydalardan birisi de, hakkýnda tartýþ­ma bulunan kýsýmla ilgili olmak üzere, ruhsatlardan kaçýnma ve bu konuda ihtiyatlý davranma, onlarýn içerisine girmekten sakýnma olmaktadýr. Çünkü bu konu net deðildir ve karýþtmlabilen bir ko­nudur; þeytanýn her türlü desiseleri, nefsin uðraþýlarý, arzu ve he­ves peþinde körükörüne koþturma buradan neþet etmektedir. Bu yüzdendir ki, sûfi þeyhleri mürîdlerine ruhsatlarla amel etmeyi ta­mamen terketmeyi tavsiye etmiþler ve azîmetlerle amel etmeyi kendilerine bir usûl kabul etmiþlerdir. Allah onlara rahmet etsin! Elde ettikleri faydalý neticelerden de belli ki, bu sahîh ve güzel bir yoldur. Ruhsatlardan, ancak durumu kesin olanlarýn veya ibâdetlerde olduðu gibi yapýlmasý istenilen þer´i bir vaýýf ulmitilin duru­munda ya dn hâel olduðu için müsâkât ve karz gibi dank baftan ruhsat olarak meþru kýlýnan þeylerin iþlenmesi uygun olur. Bualt« rýn dýþýnda kalan konularda ise azîmet hükme yönelinilir ve onunla amel edilir.

Bir diðer fayda da, güçlüðün kaldýrýlmasý hakkýnda vârid olan delillerin mertebelerine göre mânâlarýnýn anlaþýlmýþ olmasýdýr. Mo sela "Allah ruhsatlarýnýn iþlenmesini sever.[128] hadîsinde söz konu­su olan ´ruhsat´ hakkýnda talep bulunduðu sabit olan ruhsat olmak­tadýr. Çünkü biz burada sözü edilen meþakkati, benzeri hakkýnda Hz. Peygamber´in Yolculukta oruç tutmak iyilik ve tak­vadan deðildir.[129] buyurduðu meþakkate yoracak olursak, bu du­rum Yüce Allah´ýn þu buyruklarýna uygun düþecektir: "Allah sizin hakkýnýzda kolaylýk diler, zorluk dilemez.[130]"Allah sizden yükü­nüzü hafifletmek ister.[131] Allah bu buyruklarýný, birincisi hakkýn­da "Oruç tutmanýz sizin için daha hayýrlýdýr" , ikincisi hakkýnda da "Sabretmeniz sizin için daha hayýrlýdýr" buyurduktan sonra söyle­miþtir. Þu halde þer´î meseleler üzerinde duracak kimselerin, þer´î hükümlerin nasýl cereyan ettiðini yakînen anlayabilmesi için bu in­celikler üzerine eðilmeleri gerekmektedir. Bu konuda vârid olan þer´î delilleri araþtýran kimse için, bu zikredilen husus en güzel bi­çimde aydýnlanmýþ olacaktýr.

Tevfîk ancak Allah´tandýr.

Buraya kadar arzettiklerimiz, azîmet ve ruhsat konusunda azîmet hükümle amel etmenin daha uygun olacaðý görüþünün iza­hýna yönelik idi.

Fasýl:


Arzedilen görüþün aksine, azimetle amel etmenin daha uygun olmayacaðý görüþü de ileri sürülebilir. Bu görüþ þu þekilde destekle-

nir:[132]

1.

Azimet hüküm kat´î olduðu gibi, ruhsatýn aslýný oluþturan hü­küm de kat´î olmaktadýr. Dolayýsýyla biz ´mazinne´yi (hikmetin muhtemel bulunduðu yer, sebeb) bulduðumuz zaman ona itibar ederiz. Ýster kat´î olsun ister zannî olsun. Çünkü Sâri Teâlâ, hü­kümlerin düzenlenmesi konusunda zanný kat´iyet mertebesinde tutmuþtur. Dolayýsýyla her ne zaman hükmün sebebinin mevcu­diyeti zan ile bilinecek olsa, o sebeb itibara alýnmaya hak kazanmýþ olacaktýr. Zan-nî delillerin furûda (fýkhýn konusu olan fer´î mesele­lerde), kat´î delîller yerine geçtiðine ve o ayarda sayýldýðýna dair ke­sin delîller bulunmaktadýr.

Kat´î olan zannî olanla tearuz halinde olursa, zannî olan itibar­dan düþer, þeklinde bir itiraza da yer yoktur.

Çünkü bu durum ancak delîllerin birinin diðerinin hükmünü tamamen ortadan kaldýracak þekilde tearuzlara durumunda olur. Ancak delîllerin durumu, hâss delîlle birlikte âmm ya da mukayyed delille birlikte mutlakm durumu ne ise, burada da ayný olacaksa o takdirde bir tearuzdan bahsedilmeyecektir. Bizim meselemiz iþte bu sonuncu kýsýmdan olup, birinci kýsýmdan deðildir. Çünkü azimetler, mükellefler üzerine güçlük olmamak kaydýyla yüklenil-miþlerdir. Eðer güçlük varsa, o takdirde güçlüðe itibarda bulunula­rak, onun gereði olan ruhsatla amel etmek sahîh olacaktýr.

Keza, zann-ý gâlib bazan daha önceden bulunan kesin delîlin hükmünü ortadan kaldýrabilir. Mesela bir þeyde asilliðin haram ol­masý ve sonra onu helal kýlacak zannî bir sebebin ortaya çýkmasý gi­bi. Avcý, av hayvanýnýn ölümünün sebebinin kendisinin vurmasý ol­duðunu zann-ý gâlibiyle bilse bu zannýnýn gereði ile amel etmesi sahîhtir. Oysa ki, baþka bir sebebten dolayý ölmüþ olmasý veya ölümüne baþkasýnýn yardýmcý olmasý pekâlâ mümkündür. Buna raðmen bu ihtimaller dikkate alýnmaz ve zann-ý gâlible amel edilir. Burada asýl olan haramlýktýr ve bu kesindir. Ancak bu aslýn bu zannî olan karþý delîlle birlikte hâlâ bulunmasý mümkün deðildir. Çünkü burada zann ile hatta þüphe ile birlikte hâlâ kesin haramlý-ðýn bulunacaðýný söylemek mümkün deðildir. Dolayýsýyla bizim ko­numuzda da durum ayný olacaktýr. Ýþin gerçeði þudur ki, zann-ý gâlib daha önceden bulunan kat´î aslýn hükmünü býrakmamakta­dýr. Gâlib olan zanlar muteberdir. Ruhsatlar bahsinde de ayný þe­kilde olmalýdýrlar.

2. Ruhsat esasý her ne kadar azîmet hükme nisbetle cüz´î ise de,bu durum onda etkin deðildir. Aksi takdirde, ruhsat hükmün iþle-nilmesi istenilen konularda durumun izahý zor olurdu. Aksine küllî bir asýldan müstesna edilen cüz´î de, bizzat kendisi hakkýnda itiba­ra alýnýr. Çünkü böyle bir istisna, bir nevi umûmun tahsîsi ya da mutlakýn takyidi kabilinden olmaktadýr. Usûl-ý fýkýhta ise, kat´î ola­nýn zannî ile tahsis edilebileceði kabul edilmiþtir. Durum böyle olunca bu da öncelikli olarak sahîh olacaktýr.[133] Keza; nasýl ki, hü­küm zannî olan tahsîse olup, kati olan umumîliðe deðilse, burada da ayný olacaktýr. Yine nasýl ki, bazý cüzlerinin düzenlilik gösterme­mesi yüzünden küllî, küllîliðini yitirmiyorsa —nitekim bu konu bu kitapta ilgili yerinde ortaya konulmuþtur— burada da ayný olacak­týr. Aksi takdirde yapýlmasý emredilen ruhsatlarýn da ortadan kalk­masý gerekecektir. Böyle bir netice ise fâsiddir. Fâsid bir neticeye götüren þey de fâsiddir.

3.

Bu ümmetten güçlüðün kaldýrýldýðýna dâir olan delîller katiyet mertebesine ulaþmýþtýr: "Allah dinde size bir güçlük kýlmamýþ-týr.[134] âyetiyle bu mânâya gelen "Allah sizin hakkýnýzda kolaylýk diler, zorluk dilemez.[135]"Allah sizden yükünüzü hafifletmek ister. Ve insan zayýf yaratýlmýþtýr.[136] "Allah´ýn peygambere farz kýldýðý þeylerde ona bir güçlük yoktur.[137] "...onlarýn aðýr yüklerini indi­rir, zor tekliflerini hafifletir.[138]gibi âyetler bu hususu ortaya kor. Bu dîn, ihtiva etmiþ olduðu kolaylaþtýrma ve hoþgörüden dolayý "müsamaha dîni olan Haniflik" diye isimlendirilmiþtir. Ruhsatlarýn mübâh olduklarýna dâir delîller daha önceden geçmiþti. O delîllerin tamamý ve benzerleri aynen burada da geçerlidir. (Bunlarý) ruhsat­larýn tamamýna deðil de sadece bir kýsmýna tahsiste bulunmak, delilsiz tahakkümde bulunmaktan baþka bir þey deðildir.

Meþakkatler eðer kat´î iseler muteberdirler; zannî olanlar ise dikkate alýnmaz, þeklinde bir itiraz ileri sürülemez.

Çünkü, kat´iyetle zan hükümde eþittirler Fark ancak tearuz durumunda ortaya çýkar. Burada ise, her ikisinin de ayný anda iti­bara alýnmalarý durumunda bir toûruz durumu bulunmamaktadýr. Bu durumda týzîmet hükmü almak, ruhsat hükmünü almakten daha ültün olacak deðildir. Hatta bunun aksini yani ruhsatla amal etmenin daha üstün olacaðýný söylemek mümkün olabilecek­tir. Çünkü ruhsatlar hem Allah hem de kul haklarýný birlikte içer-moktodirler. Ruhsatla emredilmiþ bulunan ibâdetler (icra edildikle­rinde) yerini bulmaktadýrlar; þu kadar ki ruhsat üzere icra edilmiþ olmaktadýrlar; hiçbir zaman baþtan düþmüþ olmamaktadýrlar. Azimet hükümler ise farklý olarak sadece Allah hakký içerirler. Yü-c« Allah âlemlerden müstaðnidir, hiçbir þeye muhtaç deðildir. Ýbâ­detler, nihâî olarak hem dünyada hem de âhirette kulun hazzýna yöneliktir. Dolayýsýyla her iki hakký da içermesi bakýmýndan ruh­satla amel edilmiþ olmasý daha uygun olacaktýr.

4.

Þâri´in ruhsatlarý meþru kýlmasýndan maksadý, meþakkatler karþýsýnda mükellefe nfk ve kolaylýk göstermektir. Bu itibarla ruh­satlarýn mutlak surette alýnmalarý Þâri´in kasdýna muvafýk olacak­týr. Diðer taraf ise böyle deðildir. Çünkü hep azimet hükümlerin a-lýnmasý, dinde aþýrýlýk, tekellüf ve lüzumundan fazla düþkünlük gi­bi istenilmeyen tavýrlar için bir mazinne (muhtemelen onlara götü­rebilecek bir davranýþ) olabilir. Nitekim bazý âyetlerde bu tür dav­ranýþlar yasaklanmýþtýr: "Ey Muhammedi De ki: "Buna karþýlýk sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliðinden bir þey iddia eden kim­selerden (tekellüfte bulunanlardan) de deðilim.[139] "Allah sizin hakkýnýzda kolaylýk diler, zorluk dilemez.[140] Meþakkatlerin üstle-nilmesinde ise tekellüfe girme ve zorluk vardýr. Ýsrail oðullarýna bir sýðýr boðazlamalarý emredildiðinde hemen emre uymayýp iþi zorlaþtýrmýþlardý. Onlarýn hakkýnda Ýbn Abbas´ýn: "Eðer herhangi bir sýðýr boðazlasalardý, kendileri için yeterli olacaktý. Ancak onlar aþýrý gittiler, tekellüfe girdiler; Allah da zorlaþtýrdýkça zorlaþtýr­dý.[141] dediði rivayet edilmiþtir. Hadiste de Hz. Peygamber "Aþýrýlýk gösterenler helak oldu.[142] buyurmuþlar; ruhbanlýðý (ev­lenmemeyi) yasaklamýþlar ve "Kim benim sünnetimden yüz çevirir­se benden deðildir.[143]demiþlerdir. Hz. Peygamber bu hadiþlerini, duvamlý h«r nün oruç tutmak, geceleri devamlý nam M lttl> inak, kadýnlara yaklaþmamak ve benzeri daha önctkl ümmetlif için geçerli olan fakat Yüce Allah´ýn "...onlarýn aðýr yüklerini indi» rir, zor tekliflerini hafifletir."[144] buyruðu ile bu ümmetten kaldýrdý­ðýný bildirdiði aðýr iþlere yeltenen ve böyle bir hayat Hürmoyn az­meden kimseler hakkýnda söylemiþlerdir. Hz. Peygamberin ™mSm bizzat kendileri de, hem insanlar içerisinde iken hem d« tonhýýda bulunduklarýnda[145] ruhsatlardan istifâde etmiþlerdir.-Mesela yolcu-luk esnasýnda namazýný kýsaltmasý ve orucunu tutmamasý, (atlým düþüp[146] yaný soyulduðu zaman namazý oturarak kýlmasý, þiþman­layýnca gece namazlarýný ^oturarak kýlmasý, rükû etmek istediði za­man ayaða kalkýp biraz okuyup sonra rükûya gitmesi gibi. Hz.lVy-gamber´in ashabý da ayný yola girmiþler ve hiçbir zaman bu sebebten dolayý birbirlerini kýnamamýþ ve azarlamamýþlardýr, Nitekim hadiste bu yüzden asla birbirlerini ayýplamadýklarýný H´Ade etmiþlerdir.[147] Bu mânâya delâlet edecek deliller çoktur.

5.

Sebebinin zan ölçüsünde bulunmasýna raðmen ruhsatlarýn ter-kedilmesi, hayýrda yarýþmadan kopmaya, usangaçlýða ve sýkýlmaya, ibâdetlere kendini vermekten kaçmaya, amel iþlemekten hoþlajýma-maya ve devamlýlýðý terketmeye sebebiyet verebilir. Bu iddianýn doðruluðu üzerine þeriatta getirilmiþ birçok delîl bulunmaktadýr. Çünkü insan bir zorluðun bulunduðunu düþündüðü zaman veya kendisinden zor bir þey istendiði zaman bundan hoþlanmaz ve usa­nýr. Belki de bu usanç duymasý yüzünden bazý zamanlarda o þeyi yapmaktan acziyet hisseder. Zira bazan sabreder bazan da sabýr ve tahammül gösteremez. Teklif ise daimîdir. Takat üstü yükümlülük haddine ulaþmadýðý sürece kiþi önüne ruhsat kapýlarý açýlmadýðý zaman, þeriatý kendisine zor geliyor sayabilir. Bunun neticesinde de güçlüðün kaldýrýldýðýna delâlet eden delîller ve onlarýn medlulleri hakkýnda yanlýþ anlamalara gidebilir, veya (kulluktan) kapabilir ya da, þer´an hoþ görülmeyen bazý þeylerle karþý karþýya gelebilir. Nite­kim Yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: "Bilin ki, içinizde Allah´ýn peygamberi bulunmaktadýr. Eðer o, bir çok iþlerde size uymuþ olsaydý þüphesiz kötü duruma (sýkýntýya) düþerdiniz.[148] "Ey ina­nanlar! Allah´ýn siza helal ettiði temiz þeyleri haram kýlmayýn, hu­dudu da aþmayýn, doðrusu Allah aþýrý gidenleri sevmez.[149] Riva­yete göre bu âyet, nefis aleyhine bir aþýrýlýk olmak üzere Allah´ýn helal kýldýðý þeyleri haram kýlma sebebiyle inmiþtir ve böyle bir davranýþ "haddi aþmak" olarak nitelendirilmiþtir. Hadislerde de "Amellerden güç yetirebileceðiniz þeyleri yapmaya çalýþýnýz. Çünkü siz usanmadýkça Yüce Allah asla (sevap vermekten) usanmayacak-týr.[150] "Hz. Peygamber iki þey arasýnda muhayyer býra­kýldýðýnda, —günah olmadýðý sürece— hep en kolay olaný seçer­di.[151] buyrulmuþtur. Hz. Peygamber visal orucunu[152] ya­saklamýþtý. Fakat onlar bundan vaz geçmeyince onlarla birlikte vi­sal orucu tuttu, bir gün sonra bir gün daha ekledi sonra hilâli gör­düler. Peygamber efendimiz yasaða uymayýp da visal orucuna yel­tenen kimselere bir ders (taciz) mahiyetinde: "Eðer ay gecikseydi ben mutlaka visal orucuna gün ekleyerek devam ederdim. (Tabiî siz de buna güç yetiremezdiniz.) " buyurmuþlardýr.[153] Keza baþka bir hadiste "Eðer ay uzasaydý ben mutlaka visal orucuna devam eder­dim ve o zaman aþýrýlýk gösterenler aþýrýlýklarýný terkederlerdi.[154]buyurmuþlardýr. Abdullah b. Amr b. el-Âs, yaþlandýðý zaman "Keþ­ke Hz.Peygamber´in ruhsatýný kabul etseydim.[155] demiþ­tir. Hadiste þöyle anlatýlýr:

"Hz. Peygamber´e:

´"—Þu el-Havlâ bt. Tuveyt! Dediklerine göre gece hiç uyumaz-mýþ;´ dediler. Hz. Peygamber:

"´—Gece uyumaz mý ! Gücünüzün yettiði kadar ibâdet edin.[156] buyurdular ve onun bu davranýþýný tasvip etmediler. Muâz´ýn imamlýðý ile ilgili hadislerinde ´Muâz! Sen fitneci misin ´ diye çok aðýr söz söylemiþlerdir. Bir adam gelerek Hz. Peygamber´e:

´"—Ya Rasûlallah! Ben Falan yüzünden sabah namazýndan ge­ri kalýyorum. (Yatsý namazýný) çok uzatýyor´ demiþti. Ravi, Hz. Pey-gamber´in bunun üzerine sinirlendiði gibi hiçbir zaman sinirlenme-diðini belirtir, donra da H*. Peygamber: ´tçinÝMdt dindtn n«frtt et­tirenler var...´ buyurmu|lnrdýr.[157]

´"Ýki direðin artýsýnda baðlý bir ip vardý. Efendimiz onun nt ol­duðunu sordu.

´"—Zeyneb´in. Namaz kýlar, yorulduðu zaman ya da gnvftldik geldiðinde ondan tutar,´ dediler. Efendimiz: 1844]

´"Çözün onu. Sizden her biriniz zinde oldukça kýlsýn; yoruldu´ ðu veya gevþeklik hissettiði zaman otursun.[158] buyurmuþlardýr,"

Benzeri delîller pek çoktur. Ruhsatýn terki de bu kabildim ol­maktadýr. Bu yüzdendir 4d Efendimiz ´Yolculukta oruç tutmak iyilik ve takvadan deðildir.[159] buyurmuþlardýr. Durum böyle olduðuna göre, ruhsatla amel etmenin daha uygu» olacaðý it-bit olmuþtur demektir. Eðer ruhsatla amel etmenin dahn uygun OÝ* madiði kabul edilse bile, azimetle amel etmenin daha uygun OÝIBt* dýðý da öncelikli olarak sabit olacaktýr.

6.

´ Þer´î düzenlemeler, her ne kadar arzu ve heveslere muhâltffct içinse de —nitekim bu kitabýn ilgili yerinde açýklanmýþtýr— onlarýn dünya ve âhiret maslahatlarýný temin için konulmuþ olduðunda di þüphe yoktur. Arzu, ancak þer´î düzenlemelere muhalif olduðu li­man yerilmiþtir. Bizim konumuz ise böyle bir arzu ve heves deðil­dir. Eðer arzu þer´î düzenlemelere uygunluk arzederse, o takdirdi yerilmemektedir. Konumuz da iþte bu kabilden olan arzu ve hevtl-lerle ilgilidir. Zira Sâri´ Teâlâ ruhsat için bir sebeb tayin eder Vf zanný gâlib üzere bu sebeb de bulunursa ve bu durumda biz onun gereðini yerine getirerek ruhsatla amel ettiðimizde bunun nerelin­de arzu ve hevâya uymak söz konusu olacaktýr. Ruhsatlara tabi ol­mak yüzünden emir ve nehyin gereðinden çýkmak neticesi doðabile-cekse, ayný netice aþýrýlýklara gitmek, ruhsatlan terketmek, her-þeyin zoruna sarýlmak durumunda da doðabilir. Bu durumda bun­lardan biri diðerinden daha öncelikli deðildir. Ruhsatlar ve azimet­ler konusunda meþru bulunan sebeblere tabi olmak arasýnda bir fark yoktur. Zann-ý gâlib eðer azimetler tarafýnda ise, onlar itibara alýnýr; keza ruhsatlarda da durum ayný olur. Birinin diðerinden da­ha üstünlüðü yoktur. Kim bu ikisi arasýný ayýrýr ve farklý mütâlâa ederse, icmâa muhalefet etmiþ olur.Bu arzedilenler de bu tarafýn delîl ve yaklaþýmlarýný teþkil et- mektedir.

Fasýl:

Buraya kadar verilen bilgiler ýþýðýnda, sebebinin gâlib zanla ya da kat´iyetle sabit olmasý durumunda[160] ruhsatýn terkedilmesi tara­fýnýn daha uygun olduðu, bazý hallerde de ruhsatla amel etmenin daha üstün olduðu, bazan da her iki tarafla da amel etmenin eþit olduðu ortaya çýkýyor. Ancak ruhsatýn sebebinin bulunduðuna dair gâlib zan yoksa, o takdirde ruhsatla amel etmenin engelleneceðinde herhangi bir problem bulunmamaktadýr.

Keza hafifletme doðrultusunda amel etmeye delâlet eden deliller âmm ve mutlak oluþlarýna yorulur ve bunlardan bir kýsmý belli yerlere tahsis edilme cihetine gidilmez. Ýki grup arasýndaki ih­tilaf noktasý kendisini þurada göstermektedir: Birinci gruba göre dikkate alýnacak olan þey, illetten ibaret olan bizzat meþakkatin kendisidir. Ýlletin (meþakkatin) mazinnesi olan sebebe ise itibar edilmez. Ýkinci gruba göre ise, dikkate alýnacak þey bizzat yolculuk ve hastalýk gibi meþakkatin mazinnesi yani sebebtir. Bu duruma göre, eðer illet munzabýt (açýk, istikrarlý) olmazsa,[161] illet için keza munzabýt bir mazinne de mevcut deðilse, o takdirde konu net olma­yacak, karýþýklýklara sebebiyet verebilecektir. Ýþte böylesi durum­larda çoðu kez "ihtiyatlý davranma" esasýna baþvurulacaktýr. Çün­kü bu, yerinde de belirtildiði üzere sabit ve muteber bir esas olmak­ta*] tadýr.

Fasýl:


Ýtiraz: Arzedilenler tamamen birbirine karþý durumda olan delillerin arzýndan ibarettir. Bu ise konu ile ilgili problem getir­mekten baþka bir þey deðildir. Bundan bir çýkýþ yolu yok mudur

Cevap:evet vardýr ve iki açýdan problemden çýkmak mümkün­dür:

1.Konuyu müctehidin görüþ ve deðerlendirmesin» hýývAlo öt­mek. Burada her iki tarafýn da delîl ve yaklaþýmlarý herhangi hýr tercihe gidilmeksizin arzedilmiþ ve konu müctehidin deðerlendir­mesine baðlý býrakýlmýþtýr. O deðerlendirmesini yapacak ve bu mm neticesinde bu iki taraftan biri öbür, tarafa ya mutlak sûretlo gnltt-be çalacaktýr; yahut da onlardan biri bazý haller ve durumlar iyin, diðeri de baþka hal ve durumlar için aðýrlýk kazanacaktýr.

2.Burada arzedilenlerle, "Makâsýd" bölümünde arzod ilecek olan "Meþakkatlerin neviteri ve hükümleri" bahisleri birlikte deðer­lendirilecektir. Eðer bu iþ yapýlýr ve her iki konu birlikte ele alýnýr­sa, bu iki yoldan hangisinin doðru olduðu inþallah ortaya çýkacak­týr.

Tevfîk ancak Allah´tandýr. [162]


Sekizinci Mesele



Eðer Sâri´ her bir zor iþte mükellef için bir çýkýþ yolu kýlmýþ-sa, bundan Þâri´in gözettiði maksadý, mükellefin eðer dilerse o çýkýþ yolunu araþtýrmasý ve kullanmasý olmaktadýr. Ruhsatlar bahsinde, güçlüklerden kurtulma yollarýnýn meþru kýlýnmasý gibi. Eðer bu gi­bi durumlarda mükellef bu güçlüklerden kendisi için meþru kýlýnan þekil üzere çýkýþ yolu ararsa, bu durumda Allah´ýn emrine uymuþ ve kulluðunu ciddiyetle yerine getirmiþ sayýlýr. Eðer böyle yapmaz, farklý davranýrsa o takdirde iki mahzurlu duruma düþmüþ olur:[163]

a) Þâri´in kasdýna muhalefet etmiþ olur. Bu muhalefet vâcib, mendûb ya da mübâh konusunda olabilir.

b) Kimdi üzerine kolaylaþtýrma kapýsýný kapatmýþ vo bu çýk­mak istodiði zor iþten çýkýþ yolunu meþru olmayan yollarla týkamýþ [UT] olur. Bu mânânýn izahý çeþitli açýlardan mümkündür:

1.

Sâri´ Teâlâ, þerîatý kullarýn maslahatlarý için koymuþ olduðu­nu belirtmiþtir. Baþtan konulan þer´î hükümler önüne bazan hasta­lýk, ve normalin üstünde olan güçlükler gibi engeller çýkabilir. Ýþte bunun için Sâri ayrýca tâbi hükümler, tamamlayýcý unsurlar ve çý­kýþ yollan da meþru kýlmýþtýr ki, mükelleflerin bu tür güçlük ve sý­kýntýlardan kurtulmalarý ancak bu yollarla olacaktýr. Bunun netice-HÝnde de teklif kul için artýk normal, tahammül edilebilir ve kolay bir hal alacaktýr. Eðer böyle olmasaydý, o takdirde bunlarýn meþru kýlýnmalarýnda ilk baþtan meþru kýlýnmýþ olan durumlar üzerine bir ziyâdelik bulunmazdý. Teklîfî hükümler üzerinde düþünenler, basit bir nazardan sonra bunu hemen anlayacaklardýr. Durum böy­le olduðuna göre, hafifletme ve kolaylýk talebi hususunda mükellef, bu isteðini meþru kýlýnmýþ þekil üzere yapmakla memurdur. Bu du­rumda hafifletme talebinde bulunduðu þey, kýsmen de olsa kat´î olarak derhal ya da zaman içerisinde husule gelecektir. Eðer bu hafifletmeyi baþka bir yolla isteyecek olursa, o takdirde istemiþ ol­duðu hafifletme ne derhal ne de zaman içerisinde kat´î olmadýðý gi­bi zan ölçüsünde de olmayacaktýr; genel anlamda olmadýðý gibi, tafsil durumunda da bulunmayacaktýr. Zira eðer öyle olacak olsay­dý, o takdirde onun da meþru olmasý gerekirdi. Halbuki o þeyin meþru olmadýðý kabul edilmektedir. Netice olarak þu ortaya çýkýyor ki, þer´î olmayan yoldan hafifletme ve kolaylaþtýrma talebinde bulu­nan kimse için bir çýkýþ yolu bulunmamaktadýr. ,

2.

Hafifletme talebinde bulunan bu kimse, bu isteðini meþru bir yol üzere yapmýþsa, bu durumda hafifletmenin meydana gelmesi için onun meþruiyet üzere yaptýðý bu talebi yeterli olmaktadýr. Böy­le bir kasýdda bulunmak bir hayýrdýr ve berekettir. Gayrý meþru yoldan istenilmesi durumunda ise, maksadýnýn meydana gelmeme­si için yapmýþ olduðu bu hayýrsýz ve uðursuz giriþimi yeterli olacak­týr. Buna Yüce Kitabýmýzdan þu âyet de delâlette bulunmaktadýr: "Allah kendisine karþý gelmekten sakýnan kimseye çýkýþ yolu saðlar, ona ummadýðý yerden rýzýk verir.[164]Bu âyette þartýn mefhûmunu aldýðýmýzda þöyle bir mânâ çýkacaktýr: "Kim de Allah´a karþý gel­mekten sakýnmazsa, Allah onun için bir çýkýþ yolu saðlamayacak-

týr." el-KAdl limiti, Bâlim b. Ebî Ca´d´den þöyle rivayet etmiþtir: Eþca kabüaýlndan bir adam Hz. Peygamber´e geldi ve için­de bulunduðu sýkýntýdan söz etti. Hz. Peygamberkendisi­ne:

"Git ve sabret!" buyurdu. Adamýn oðlu müþrikler elinde esirdi, ellerinden kurtuldu ve babasýna ganimetle birlikte döndü. Adam Hz. Peygamber´e geldi ve# durumu ona haber verdi. Hz. Peygamber de o ganimetin kendisi için helal olduðunu be­lirtti. Bunun üzerine "Allah kendisine karþý gelmekten sakýnan kimseye çýkýþ yolu saðlar, ona ummadýðý yerden rýzýk verir.[165] âyeti indi. Ýbn Abbas´tan rivayet edilir: Kendisine bir adam gelir ve amcam karýsýný üç talakla boþadý der. Ýbn Abbâs: "Amcan Allah´a is­yan etmiþ, Allah da onu piþman etmiþtir. O þeytana uymuþ ve ken­disine çýkýþ yolu býrakmamýþtýr." diye cevap vermiþtir. Adam: "Bir adam karýsýný onun için helal kýlsa ne dersin " diye- sormuþ. O da: "Kim hileye baþ vurursa, Allah onu aldatýr." diye karþýlýk vermiþtir. "Allah kendisine karþý gelmekten sakýnan kimseye çýkýþ yolu saðlar, ona ummadýðý yerden rýzýk verir.[166] âyeti hakkýnda er-Rabî´ b. Hu-seym´den "Ýnsanlara zor gelen her þeyden." dediði rivayet edilmiþ­tir. Ýbn Abbâs: "Kim Allah´a karþý gelmekten sakýnýrsa, Allah onu dünyada ve âhirette her türlü belâ ve sýkýntýdan kurtarýr." demiþ­tir. Bir baþkasý da "Kim Allah´tan ve günahtan sakýnýrsa, Allah ona helalden bir çýkýþ yolu nasib eder." demiþtir. Tahâvî þöyle´ bir rivayete yer vermiþtir: Ebû Mûsâ, Hz. Peygamber´den þöyle rivayette bulunmuþtur: "Üç kimse vardýr ki, bunlar Allah´a duâ ederler, fakat dualarý kabul edilmez: 1. Malýný bir beyinsize (sefihe) veren adam. Halbuki Yüce Allah ´Beyinsizlere mallarýnýzý vermeyi­niz.[167]buyurmuþtur. 2. Borç iliþkisine giren fakat þâhid tutmayan kimse. 3. Kötü huylu bir zevceye sahip bulunan fakat onu boþama-yýp tutan kimse." Bunun mânâsý þudur: Yüce Allah borç iliþkilerin­de þâhid tutmayý emretmiþ,[168] mallarýmýzý beyinsizlere vermememi­zi emretmiþ, ve ihtiyaç halinde de talakýn meþru bulunduðunu bil­dirmiþtir. Buna raðmen kiþi bunlarýn doðrultusunda hareket etmez ve baþýna hoþlanmadýðý þeyler gelir ve duâ ederse, Allah onun dua­sýna icabette bulunmaz. Zira yerli yerinde ve kendisine gösterildiði yol üzere davranmamýþtýr. Bu konuya delâlet edecek haberler pek çoktur ve bunlar gerek zâhirleriyle ve gerekse muhtevâlanyla bu mânâya açýkça delâlet etmoktedirler. Rivayete göre Ýbn Abbas´a, bir adamýn karýsýný üç talaklu boþadýðý sorulunca o "Kadýnlarýnýzý bo-þadýðýnýz zaman iddetlerm» riâyetle boþayýnýz... Allah kendisine harp gelmekten nahnan kimseye çýkýþ yolu mðlar, ona ummadýðý yerden mýh verir.[169] Aynilerini okuyarak cevap vermiþ ve ona: "S«n Allah´a karþý gelmekUm sakýnmadýn; senin için bir çýkýþ yolu yok!" diye cevap vermiþtir. Ýmâm Mâlik de bu mânâda ´belâð* BÎgasýyla bir haber naklinde bulunmuþtur. Bu habere göre bir adam Abdullah b. Mesûd´a gelmiþ ve: "Karýmý sekiz talakla boþadým." de­miþ. Ýbn Mesûd: "Sana ne dediler diye sormuþ. O da: "Benden ayrý düþmüþ olduðunu söylediler." diye karþýlýk vermiþ. Ýbn Mesûd: "Doðru söylemiþler; kim Allah´ýn emrettiði gibi boþarsa, Allah ona durumu (ve çýkýþ yolunu) göstermiþtir. Kim iþi kendi eliyle kendi aleyhine karýþtýrýr ve iþin içinden çýkýlmaz hale getirirse, biz de onu kendi yaptýðý iþle baþbaþa býrakýrýz. Durumlarý kendi aleyhinize ka­rýþtýrmayýnýz. Biz de bir çaresini bulalým. Durum sizin dediðiniz gi­bi." demiþtir. Ebû Yezîd el-Bistâmî´nin þu hikâyesi üzerinde düþü­nünüz: Bu zat kendisinden kadýnlara yönelik þehvet duygusunun kaldýrýlmasý için Allah´a duâ etmek istemiþ; sonra Hz. Peygam-ber´in Lböyle bir davranýþta bulunmadýðýný hatýrlayarak bundan vazgeçmiþ ve kendisini tutmuþtu. Bunun neticesinde Allah Teâlâ bu duyguyu kendisinden tamamen kaldýrmýþtý. Öyle ki, ka­dýnla taþ arasýnda hiçbir fark görmüyordu.

3.

Çýkýþ yolunu meþruiyeti üzere talepte bulunan kimse, aslýnda Sâri´ Teâlâ´nýn o þeyin içerisine yerleþtirmiþ olduðu baþarýyý talepte bulunmuþ olmaktadýr. Gayrý meþru çýkýþ yollarý arayan ise, çýkýþ yolunu tecâvüz etme kasdmý göstermiþ olmaktadýr. Bu durumda ki­þi, talep ettiði þeyin zýddýný istemiþ olmaktadýr. Çünkü o yoldan çevrilmiþ olmaktadýr. Maksadýn zýddý cihetinden de ancak, maksa­dýn zýddý ortaya çýkabilir. Þu halde böyle birisi, çýkýþ yolundan baþ­ka bir þey talep etmiþ olmaktadýr. Bu netice ´istihza´, ´mekr´, ´aldat­ma´ tabirleri içeren âyetlerin delâlet etmiþ olduklarý mânânýn gere­ði olmaktadýr. Bu âyetlerden bir kýsmýný hatýrlayalým: "Fakat hile yaptýlar (mekr), Allah da onlarýn hilelerini baþlarýna geçirdi.[170] "Onlarla Allah alay eder ve taþkýnlýklarý içinde bocalar durumda býrakýr.[171]"Bunlar Allah´ý ve inananlarý aldatmaya çalýþýrlar, oy­sa sadece kendilerini aldatýrlar ve farkýnda deðillerdir.[172] "Kim Allah´ýn sýnýrlarýný aþarsa, o kendisine zulmetmiþ olur.[173]"Verdi­ði bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüþ olur. Allah´a vediði sözü yerine getirene Allahbüyük ecir verecektir.[174] "Kim ya­rarlý iþ iþlerse kendi lehinedir; kim de kötülük iþlerse kendi aleyhi­nedir.[175]Ve bu mânâda daha bir çok âyetler. Hepsi de kesin ola­rak ifâdede bulunmaktadýr. Netice olarak bunlar göstermektedir ki meþru yol üzere maslahat aramayýp bunun dýgýna çýkan kimse, o maslahatýn zýddý yolda koþmuþ olmaktadýr. Varýlmak istenilen neti­ce de budur.

4.

Kullarýn maslahatlarýný gerçek anlamda ancak onlarýn yaratý­cýsý ve koyucusu bilebilir. Kulun bu maslahatlarý bilmesi ancak bel­li açýlardan mümkündür ve bilmedikleri yönleri bildikleri yönlerin­den daha fazladýr. Bu durumda kul kendi maslahatýna ulaþabilmek için, kendisini amacýna ulaþtýrmayacak olan bir yoldan yürüyebilir. Veya peþin bir zevk aldýrabilir ama zaman içerisinde ortadan kay­bolur ya da kâmil olarak deðil de ancak noksan bir halde ulaþtýra­bilir. Veya girdiði bu yolda ortaya çýkacak olan mefsedet söz konusu olacak maslahattan daha aðýr gelebilir ve bu durumda tuttuðu yo­lun hayrý þerrini karþýlamaz. Nice tedbirde bulunan vardýr ki, asla amacýna kâmil anlamda ulaþamamaktadýr, tedbirde bulunduðu iþin bir türlü neticelerini devþirememektedir. Bu akýl sahiplerince göz­lenen ve bilinen bir gerçektir. Ýþte bu yüzdendir ki Yüce Allah müj-deleyici ve uyarýcý olmak üzere peygamberlerini göndermiþtir. Du­rum böyle olunca, Sâri´ Teâlâ´nýn koymuþ olduðu hafifletme yollarý­na baþ vurmak, maslahatýn tam anlamda ve hafifletmenin de nok­sansýz olarak meydana gelmesi yoluna baþ vurmak demek olacak­týr. Þâri´in koymuþ olduðu yollarýn aksine giriþimler ise bunun aksi­nedir. Bu mesele genel anlamda ele alýndýðýnda, Þâri´in kasdýna [380] muvafakat ya da muhalefet konusunun bir fer´i olmaktadýr. Ancak ruhsatýn izin verilmeyen þekilde istenilmesi veya yerinde kullanýl­mamasý konusunda vaz´ hitâbýyla ilgili bulunduðu için burada zik­redilmiþtir. Zira sabit hükümlerden bir kýsmý vardýr ki bunlar azi­mettir; bunlarda ne hafifletme vardýr ne de ruhsat bulunmaktadýr. Kitap içerisinde buraya kadar bu neviden bulunan pek çok mesele geçmiþ bulunmaktadýr. Hükümlerden bazýlarý da vardýr ki, hakla­rýnda ruhsat bulunur. Hakkýnda ruhsat bulunan her konunun ruh­sat hükmü sadece o konuya ait olur ve baþka yerlere sirayet etmez. Keza kulun baþýna gelen bazý haller vardýr ki, kendisi bu halleri meþakkat diye niteler; halbuki þeriatta durum hiç de öyle deðildir. Dolayýsýyla muhtemeldir ki, þer´î bir sebeb olmadan ruhsattan isti­fâde cihetine gitmiþ olur. Bu yüzden bu esasýn fýkhî konularda pekçok faydalan bulunmaktadýr; maksadýn zýddý ile muâmtl* kaideli gibi, hiyel meseleleri gibi... [176]

Dokuzuncu Mesele


Ruhsat sebebleri, Þâri´ce ortaya konulmalarý maksûd þeyler deðillerdir. Keza bunlarýn ortadan kaldýrýlmalarý da Þâri´ce maksûd bulunmamaktadýr. Çünkü bu sebebler, haram kýlan ya da vâcib ký­lan azimet hükümlerin kesinlik kazanmasýnýn engellenmesine yö­nelik olmaktadýrlar. Bu haliyle bunlar ya haramlýk ve günaha gir­me hükmüne mâni olmakta; ya da günâhýn kaldýrýlmasý ve mübâh olmayan þeyin mübâh kýlýnmasý için birer sebeb olmaktadýrlar. Her iki takdire göre de, bunlar azimet hükümlerin terettübünü engelle­yen mânilerdir. Ýlgili bahisde de geçtiði üzere, mânilerin Þâri´ce ne husule gelmeleri ne de ortadan kalkmalarý maksûd deðildir ve her kim ki haram kýlýcý ya da vâcib kýlýcý sebebin hükmünü ortadan kaldýrmak için mâni îcâd edecek olsa, onun bu fiili sahîh deðildir. Þartlar bahsinde geçerli olan tafsilat aynýsýyla onlarda (mânilerde) da geçerlidir. Ruhsatlarýn sebebleri ile ilgili hüküm de aynýdýr ve aralarýnda hiçbir fark yoktur. [177]

Onuncu Mesele

Eðer biz ruhsatýn, "ruhsatla azimet arasýnda muhayyerlik" mânâsýnda mübâh olduðunu esas alýrsak, o takdirde azimet hükümle ruhsat tercihli vâciblerden olmuþ olacaklardýr. Zira bu du­rumda ruhsatla karþý karþýya olan kimseye: "Eðer dilersen azimeti iþle; dilersen de ruhsatýn gereði doðrultusunda hareket eyle." denil­miþ olacaktýr. Bu durumda kiþi bunlardan hangisiyle amel etmiþ ol­sa, o þey kendisi hakkýnda vâcib olarak vuku bulacaktýr. Aynen ye­min keffâretindeki tercihler arasýnda olduðu gibi. Bu durumda ar­týk azimet hüküm o kiþi hakkýnda azimet olmaktan çýkacaktýr.

Ama biz böyle deðil de, ruhsatýn mübâhlýðýný "günahýn kaldý­rýlmasý" mânâsýnda alýrsak, o takdirde azimet hükümle ruhsatýn durumu tercihli vâciblerdeki gibi olmayacaktýr. Çünkü günâhýn kaldýrýlmýþ olmasý zorunlu olarak bir muhayyerlik mânâsý gerektir­memektedir. Dikkat edilecek olursa görülecektir ki, günahýn kaldý­rýlmýþ olmasý vâcible birlikte bulunabilmektedir. Durum böyle olun­ca; azimetin, bizzat Þâri´ce maksûd ve belirlenmiþ bulunan aslî vâciblik hükmü üzere kalmasý ortaya çýkmýþ olacaktýr. Bu durumda kiþi azîmet hükümle amel ettiði takdirde, kendisiyle hiçbir özrü bu­lunmayan kimselerin o hükmü yapmalarý arasýnda "bir fark bulun­mayacaktýr. Þu kadar var ki; özür, sahibinin azimet hükmü terke-derek ruhsat hükme intikal etmesi durumunda ondan günahý (ha­raç) kaldýrmýþ olacaktýr. Daha önce her ne kadar Þâri´in ruhsat hü­kümlere yönelik bir kasdý varsa da, bunun ikinci kasýdla (kasd-ý sânî) olduðu ortaya konulmuþtu. Aslî kasýdla maksûd olan þey ise, bizzat azimetin vuku bulmasý idi.

Bu meselenin benzeri þudur: Bir hâkim hükmünü verme sýra­sýnda iki beyyine (þahit vb.) ile karþýlaþýyor. Aslýnda bu iki beyyine-den birisi adalet vasfýný taþýyor, diðeri ise taþýmýyor. Hakimin yap-masý gereken þey yani azîmet hüküm âdâlet vasfýný taþýyan beyyi-nenin gereði ile hükmetmektir. Çünkü Yüce Allah "Sizden âdil olan iki þâhid tutun.[178]"Þâhidlerden razý olduklarýnýzdan.[179] buyurarak þâhidlerin âdil olmasý gerektiðini beyan etmiþtir. Bu du­rumda olan bir hâkim, eðer adalet sahibi olan þâhidlerin þehâdeti gereðiyle hükümde bulunacak olursa, aslî azimete isabet etmiþ ola­cak ve iki ecir alacaktýr. Aslýnda âdil olmayan þâhidlerin þehâ-detlerine dayanarak hükümde bulunduðu zaman ise kendisine bir günah gerekmeyecektir. Çünkü iþin içyüzünü bilemediði için mazur olacaktýr; ayrýca ictihadda bulunduðu için de (isabet edemediði hal­de) bir sevap alacaktýr. Verdiði bu hüküm her iki tarafý da baðla­yacaktýr. Aynen ruhsat hüküm, ruhsattan istifâde durumunda olanlar için nasýl geçerli ve yeterli ise burada da durum ayný olmak­tadýr. Nasýl ki, bu durumda olan bir hâkim için "O âdil olan þâ­hidlerin þehâdetiyle âdil olmayan þâhidlerin þehâdetine dayanarak hüküm verme arasýnda muhayyerdir." demlemezse, ayný þekilde burada da "Kiþi azimetle ruhsat arasýnda mutlak surette muhay­yerdir." denilemez.

Ýtiraz: "Ruhsatlarýn meþru kýlýnmasý ikinci derece kasýdladýr." diye nasýl iddiada bulunulabilir Oysa ki, güçlüðün kaldýrýlmasý kaidesi kesin olarak aslî kasýdla sabit olmuþtur. Mesela: "Allah si­ze dînde bir güçlük kýlmamýþtýr.[180] buyrulmuþ ve ruhsat hükmü-

nün ifâdesinden sonra da: "Allah sizin için kolaylýk diltr; torluk di-itmez.[181]diye beyanda bulunulmuþtur.

Cevap: Nikahtan maksat "tenasül" yani insan neslinin bekâ­sýný temin olmaktadýr. Bunun dýþýnda: "Ýçinizden, kendileriyle hu­zura kavuþacaðýnýz eþler yaratýp; aranýzda muhabbet ve rahmet var etmesi, O´nun varlýðýnýn belgelerindendir.[182] "Sizi bir nefis­ten yaratan ve gönlünün huzura kavuþacaðý eþini de ondan var eden Allah´týr.[183]gibi âyetlerde ifâde edilen eþlerin birbirlerine ünsiyet peyda etmeleri vb. gibi diðer maksatlar ise ikinci kasýdla sabit olmuþlardýr. Dolayýsýyla ruhsat bahsinde de durum aynýdýr.

Hem sonra ruhsatla amel edecek olan kimseden bizzat güna­hýn/güçlüðün kaldýrýlmýþ olmasý, onun için bir kolaylaþtýrma olmak­tadýr (ve bu durum onun ikinci kasýdla meþru kýlýnmýþ olmasýný ge­rektirmez. Çünkü) oruç daha baþlangýçtan konulurken fazla olma­yan sayýlý günler olarak konulmuþ (aylar olarak konulmamýþtýr.) Bu durumda bizzat azîmet hükmün kendisinde de kolaylýk ve güç­lüðün kaldýrýlmýþ olmasý mânâsý bulunmaktadýr. (Hal böyle iken oruç için aslî kasýdla deðil de ikinci kasýdla meþru kýlýnmýþtýr deni­lebilir mi ) Keza güçlüðün kaldýrýlmasý külliyyâtta (genel hüküm­lerde) da Þâri´ce maksûd bulunmaktadýr. Yükümlülük getiren þer"î küllî esaslarýn hiçbirinde, asla küllî ya da ekseri bir güçlüðün bu­lunmasý mümkün deðildir. "Allah size dînde bir güçlük kýlmamýþ-týr.[184]âyetinin gereði de bu olmaktadýr. Biz bazý nâdir cüz´îlerde güçlük ve meþakkat bulabiliriz ve bununla birlikte haklarýnda da bir ruhsat meþru kýlýnmamýþ olabilirler. Bu Þâri´in önem verdiði hususun sadece külliyyâta yönelik olduðunu göstermek içindir. Ruhsat mahalleri hakkýnda da ayný þekilde söyleriz: Bunlar külliyyâttan deðillerdir; sadece cüz´iyyâttýrlar. Nitekim bu konu üzerine "azimetle mi yoksa ruhsatla mý amel" konusunda dikkat çe-[853] kilmiþti.

Þu halde azimetler küllî olmalarý açýsýndan Þâri´ce aslî kasýdla meþru kýlýnmýþ hükümlerdir. Güçlük (haraç) ise, cüz"î olmasý açýsýn­dan bu külliler üzerine sonradan arýz olan þeylerdir. Eðer Sâri´ ruh­satlarla bunlarýn kaldýrýlmasýný kasdetmiþse, bu ikinci kasýdla ol­maktadýr.

Allahu a´lem! [185]

On Birinci Mesele


Azimetlerle ruhsatlan bir arada incelediðimizde, azimetlerin câri olan âdet-i Ýlâhiye ile bidüziyelik (muttaridlik) arzettiðini, ruh­satlarýn ise câri olan âdet-i Ýlâhiyenin normal .seyrini yitirdiði an­larda geçerli olduklarýný görürüz.

Birincisi açýktýr. Çünkü biz namazlarýn tam. ve vakitlerinde ký­lýnmasý, orucun belirlenmiþ vaktinde tutulmasý, taharetin su ile ya­pýlmasý gibi emirlerin cereyan eden âdet-i ilâhîye uygun olarak vârid olduklarýný görüyoruz. Bu gibi emirler sýhhat, akýllý olmak,[186] ikâmet halinde bulunmak» su bulunmak vb. gibi normal haller üze­re olmaktadýr. Diðer muamele ve ibâdetlerde de durum aynýdýr. Mesela normal durumlarda ya da namaz için örtünme emri, lâþe, kan, domuz eti vb. yemeyi yasaklama gibi. Bütün bunlar emredilir-ken ya da yasaklanýrken, hep emir ya da nehye uymanýn mümkün olacaðý haller dikkate alýnmýþtýr. Bu haller ise tam ve genel anlam­da ya da ekseriyetle mutâd olan ve alýþýlagelmiþ bulunan hallerdir. Bunun böyle olduðunda herhangi bir problem gözükmemektedir.

Ýkincisine gelince, bu da birincinin bilindiði cihetten malûm bulunmaktadýr. Hastalýk ve yolculuk halleri, suyun, elbisenin ya da yiyecek bir þeyin bulunmamasý durumu, emredilen þeyin terkedil-mesi ya da nehyedilen þeyin yapýlmasý konusunda ruhsat getirici bir özellik olmaktadýr. Yeterli tafsîlat daha önce seçmiþ bulunmak­tadýr. "Makâsýd" bölümünde bir baþka açýdan inþallah tekrar ele alýnacaktýr.

Ancak âdet-i Ýlâhiyyenin normal þekil üzere seyretmemesi iki kýsýmdýr: a) Genel olur. b) Özel olur.

Genel olan (hastalýk, sefer vb. gibi haller) geçmiþ bulunuyor. Özel olan kýsým ise, gereði ile amel etmeleri durumunda, Allah´ýn velî kullarýnýn göstermiþ olduklarý fevkalâdeliklerdir. Bunlar ekse- [354] • riyetle ancak ruhsat hükmünde olmaktadýrlar. Mesela suyun süte, kumun kavuta, taþýn altýna dönüþmesi, gökten yiyecek indirilmesi yahut yerden çýkarýlmasý gibi. Bu gibi fevkalâdelikler kimin için ya-ratýlmýþsa, o kimse (velî kul) bunlarý alabilmekte ve kullanabilmek­tedir. Onun bunlarý kullanmasý azîmet deðil ruhsat olmaktadýr.

Daha önce de geçtiði gibi, ruhsatla amel edebilmek için, onun kolaylýðýndan istifâde için onu kasdetmiþ olmamasý ve ona sebebi­yet vermemesi þart oluyordu. Zira bu þarta muhalefet Þâri´in kasdýna muhalefet oluyordu. Çünkü Þâri´in daha baþtan ruhHat hüküm­leri koymasý mümkün deðildi. Þâri´in bu konudaki kasdý, normal teþrîde bulunulan hükümlerin icrasý sýrasýnda ortaya bazý ruhsatý gerektirecek sebebler ortaya çýkarsa, o sebebin müsebbebine yöne­lik iznin bulunabileceði þeklindedir. Nitekim daha önce geçmiþti. Hal böyle olunca burada da öncelikli olarak durum ayný olacaktýr. Çünkü bu tür harikuladelikler kulluk hükümlerini ortadan kaldýr­mak için deðil; sadece baþka bir durum için konulmuþlardýr. Dola­yýsýyla bunlar yönünden hafifletmeye yönelik kasýdda bulunmak, bunlarýn Rabbine deðil, bunlarýn bizzat kendilerine yönelik bir ka-sýd olur. Bu ise Allah´a kulluk konusunda gözetilen maksatlarýn ko­numuna aykýrýdýr.

Keza "Makâsýd" bahsinde þer´î hükümlerin özel deðil genel ol­duklarý belirtilmiþtir. Bundan maksat þer´î hükümlerin sadece bâzý mükelleflere has deðil, bütün mükellefler hakkýnda genel olduklarý­dýr.

Bu þarta, Hz. Peygamber´in keramet ve mucize olarak harikuladelikler göstermeyi kasdetmiþ olmasý ileri sürülerek itiraz edilemez. Çünkü Hz. Peygamber bununla, nefsî nazlarýn­dan tamamen arýnmýþ olarak þer´î bir mânâyý kasdetmiþ olmakta­dýr. Ayný þekilde velî kul da kerameti kendi nefsî hazzý için deðil de þer´î bir garaz dolayýsýyla göstermeyi kasdetmiþ olabilir dememiz mümkündür ve bu durumda bu kýsým, kasdýna göre hüküm almak suretiyle ruhsat hükmü dýþýna çýkar. Hal mertebelerini aþan evli­yadan sâdýr olan kerametleri, istikra neticesinde iþte bu mânâ üze­re yormamýz gerekmektedir. Ancak bu dediðimiz þekilde olmazsa, o takdirde kesin ve problemsiz þart muteberdir. Þart sadece genel olan fevkalâdeliklere has deðildir; özel olanlarda da öncelikli olarak itibara alýnacaktýr.

Ýtiraz: Velî için âdet-i ilâhîyenin üzerine çýkýldýðý zaman; bu durumda onunla âdet-i Ýlâhî doðrultusunda hareket eden kimse arasýnda genel anlamda bir fark bulunmamaktadýr. Çünkü kendisi için normal bir sebeb olmaksýzýn yiyecek, içecek vb. hazýr edilen kimse ile, bu gibi þeyleri normal yoldan çalýþmak suretiyle elde eden arasýnda netice itibarýyla bir fark bulunmamaktadýr. Nasýl ki, çalýþmak suretiyle bunlarý elde eden kimseye onlarý yemesi, içmesi veya kullanmasý durumunda ruhsatla amel etmiþtir denilmiyorsa, keramet gösteren velî için de ayný þekilde ruhsatla amel etmiþtir denilemez; zira aralarýnda hiçbir fark yoktur. Bu türden olan diðer [355] hususlarda da durum aynýdýr.

Cevap: Bu itiraza iki açýdan cevap verilecektir.

I. Nakil ýtehller bu tur boylerin baðlayýn olmnmnk kaydýyla tnrk«dilmHMÝ gerakUgimý dnlAlnt, etmektedir. Çünku peygamber efendimiz kulluk arasýnda muhayyer hýnýkýlýnýþ ve kul­luðu tercih etmiþtir.[187] Tihâme daðlarýnýn eðer istem* altýn vm un müþ olarak emrine verilmesi teklif edilmiþ, fakat o bunu inUMnenýýþ tir.[188] Hz. Peygamber´in dualarý kabul edilirdi. Kðer dile þeydi istediði þeyin vücûda gelmesi için duâ eder ve o da moydnnn gelirdi. Fakat o bunu yapmadý. Aksine âdet-i Ýlâhi doðrultusunda hareket etmeyi yeðledi. Bir gün aç kalýr, Rabbine yakarýþta bulu nur; bir baþka gün doyar, Rabbine hamd ve övgüler ederdi. Böyleco o, beþerî dünyevî hükümler konusunda, diðer insanlardan biri gibi oluyordu. Bazý kereler kshâbma bu türden harikuladelikler (muci­zeler) gösterdiði oluyordu. Bunlar onlarýn yakinî imanlarýný artýr­ma, kalplerine þifâ verme ve sýkýntý anlarýndan kurtulmalarýný te­min amacýný taþýyordu.[189] Hz. Peygamber geceliyor ve Rab-bi onu yedirip içiriyordu; buna raðmen o kendisinin ve ailesinin ge­çimini temin için esbaba tevessülden geri durmuyordu. Harikula­delikler onun hakkýnda mümkündü, istekleri olma durumundaydý. Hatta öyle ki, bu hususu teyid mahiyetinde Hz. Âiþe kendisine "Öy­le görüyorum ki, Rabbin senin her arzunu yerine getirmeye koþu­yor.[190] demiþti. Allah´ýn kendisine vermiþ olduðu mertebe ve mev­kiinin bir neticesi olarak istediði her türlü harikuladelikleri ortaya koyma imkaný vardý. Bütün bunlara raðmen, o asla bu yolu.tutma-dý ve âdet-i Ýlâhiye doðrultusunda hareket etmeyi tercihte bulundu. Onun bu tutumu âdet-i Ýlâhiye doðrultusunda hareket etme konu­sunda keramet ve harikuladelikler sahibi kimseler için büyük bir esas oluyordu. Ancak bu peygamberler için baðlayýcýlýk arzetmediði için, velîler için de ayný þekilde kesin olarak uyulmasý gereken bir tavýr olmamýþtýr. Çünkü bu konuda peygamberlerin vârisleri veliler olmaktadýr.

2. Velîlere göre harikuladeliklerin faydasý yakînî olan imaný güçlendirmektir. Beraberinde ise bütün yükümlülükler ve kulluk mertebelerine göre bütün mükellefler için ayrýlmaz bulunan dene­me (imtihan, ibtilâ) unsuru bulunur. Bu durumda bunlar, üzerinde bulunduklarý haller için bir destek ve kuvvet verici unsur gibi ol­muþ olurlar. Çünkü bunlar carî olan âdet-i Ýlâhiyenin üzerine çýk­mýþ ve tebarüz etmiþ Allah´ýn âyetlerinden olmaktadýrlar. Neticede bunlarýn kalbî huzur ve sükûna ulaþýlmasýnda özel bir yerleri bulu­nur. Nitekim Ýbrahim Kur´ân´da: "Rabbim! Ölüleri nasýl di­riltiyorsun Bana göster." demiþ ve bu isteðindeki amacýnýn da "kalbî sükûn ve huzura (mutmain olma) erme" olduðunu belirtmiþ­tir.[191] Nitekim Hz. Peygamber de Kur´ân´da geçen Musa´­nýn Hýzýr´dan ayrýlmasý olayý hakkýnda: "Allah kardeþim Musa´ya rahmet etsin! Keþke sabretseydi de, aralarýnda geçecek olan haber­leri bize anlatýlsaydý. Bunu ne kadar arzu ederdik.[192]buyurmuþ­tur. Keramet ve benzeri harikuladeliklerin faydasý nefsî doyum ol­duðuna göre, bunlardan neþ´et eden þeyler nefsin duyduðu hazlara yönelik olmaktadýrlar; muhtaç olan kimselere verilen sadakalarda olduðu gibi. Böyle birisi kendisine verilen sadakayý kabul etmek ve kullanmak konusunda muhayyer bulunmaktadýr: Eðer kabul etmez ve kazanmaya çalýþýr ve ihtiyacýný mutad yoldan karþýlamaya gay­ret ederse bu takdirde genel olan azîmet hükümle amel etmiþ olur. Yok böyle yapmaz da sadakayý kabul ederse, bunun da kendisine bir zararý olmaz; çünkü sadaka yerini bulmuþ olur.

Sonra þu da var: Ýnsanlar Allah Teâlâ´nýn sebebleri ve müseb-bebleri koyduðunu ve bunlarda yükümlü tutmak ve insanlarý de­nemek için âdet-i Ýlâhiyeyi yürürlü kýldýðýný, mükellefi ihtiyacýn ta­hakkümü altýna soktuðunu bilmektedirler. Nitekim ibâdetleri 4© ayný þekilde bir yükümlülük ve imtihan unsuru olmak için koymuþ­tur. Gerçi harikuladelikler ortaya konuluþ amaçlarý olan faydalarý ortaya çýkarýyorlarsa da, öbür taraftan da içlerinde zýmnen kesb se­bebiyle doðacak yükümlülük meþakkatinin kaldýrýlmasý ve yükün hafifletilmesi mânâsýný da içermektedirler. Ýþte bu sebeble bunlarýn kabul edilmesi, ruhsatlarýn kabulü kabilinden olmaktadýr. Çünkü yükümlülüðün doðuracaðý kesb meþakkatini o kiþiden kaldýrmakta ve hafifletmektedir. Ýþte bu noktadan hareketle de harikuladelikler, ruhsatlarýn hükmünü almaktadýrlar. Harikuladeliklerin imtihan mânâsý da içermeleri açýsýndan bir baþka þey daha var: O da þudur:

■bu tür þeylerin gereðiyle amel etmekte onlarýn tarafýna bir nevi meyil bulunmaktadýr, Halbuki seyrusulûkta azimet sahihi kimselerin özelliði, Allah tan baþka herþeyden nefislerini arýndýrmak ve uzaklaþmak olmaktadýr. Nitekim normal yoldan kazanýlan nimet ler de ayný þekilde bir imtihan ve deneme unsuru olmaktadýr. Da ha önce mutlak surette geniþletme yönüne gitmenin ruhsat þeklinde telakki edildiði geçmiþti. Burada söz konutu edilen de ayný kabilden olmaktadýr. Bu durumda harikuladeliklerin gereðinin kabülünün her iki açýdan da nasýl ruhsat olduðu üzerinde düþünülmelidir. Bunun içindir ki evliya kerametlere dayanmamýþlar, bu cihat ten onlar üzerinde durmamýþlardýr. Aksine onlar bunlarý üzerinde bulunduklarý durumlarda kendilerine yardýmcý olacak fnydalar içermeleri sebebiyle kabul ve kesb cihetine gitmiþlerdir. Bunun oto sinde onlarý terketmiþlerdir. Zira bunlar her ne kadar keramet ve Allah´ýn kendilerine bir lutfu iseler de, öbür taraftan da bir yükümlülükVe deneme unsuru´içermektedirler.

Kuþeyrî bu mânâdan olmak üzere þöyle anlatýr:

"Ebu´1-Hayr el-Basrî´den nakledilir: Evimin avlusunda harabe­lere sýðýnan siyah fakir bir adam bulunuyordu. Beraberime bir s«y ler aldým ve onu görmek istedim. Gözü elimdekilere deðince, adam tebessüm etti ve eliyle yere iþaret etti. O anda yerin tamamen altýn haline döndüðünü ve ýþýl ýþýl parladýðýný gördüm. Sonra bana -yanýn dakini getir bakalým dedi. Hemen elimdekini ona verdim. Durumu beni ürpertmiþti ve derhal oradan kaçtým. en-Nûrî´den nakledilir: Bu zat bir gece Dicle kenarýna çýkar ve nehrin iki yakasýnýn birleþ­miþ olduðunu görür. Ordan ayrýlýr ve ´Ýzzetin hakký için, ben onu kayýksýz geçmeyeceðim.´ der. Saîd b. Yahya el-Basrî þöyle anlatýr: Abdurrahman b. Zeyd´in yanýna vardým. Bir gölgede oturuyordu. Ona:

"*—Eðer sen Allah´tan rýzkýný artýrmasýný istesen, umarým ki senin bu isteðini yerine getirir,´ dedim. O:

"—Rabbin kullarýnýn maslahatlarýný en iyi bilendir´ dedi ve sonra yerden bir çakýl taþý aldý ve: ´Allah´ým! Eðer bunu altýn yap­mayý dilersen yaparsýn!´ dedi. Bir de baktým, vallahi elinde altýn vardý. Onu bana attý ve:

*"—Onu sen harca; âhiret için olmadýkça dünyada hiçbir hayýr yoktur" dedi."

Hatta sûfiyyeden öyleleri vardý ki keramet göstermek ve keramet talebinde bulunmaktan ya da beklenti halinde olmaktan Allah´a sýðýnýrlardý. Nitekim bu durum Ebû Yezîd el-Bistâmf den nakledilmiþtir. Bazýlarýna göre de bu tür harikuladelikler âdet-i Ýlâhîden olan normal durumlardan farksýz idi. Çünkü bunlarýn tamamý yaratýcýnýn minnet eli altýndan çýkmakta ve kesbe dayansýn dayanmasýn mücerred inam yönünden gelmiþ olmaktadýr, bunlarýn nazarýnda normalhallerde fevkaladeliklerdir, bu durum­da nasýl olur da harikuladeliklere tamah gösterebilir Önünde, ar­kasýnda, üstünde ve altýnda onlann bun/eri bulunmaktadýr. Oyaa ki, Unndisinde bulunan þeyler kulluðun ortaya konulmadý için daha kamil olmaktadýr. Nitekim Þevâhid´de geçmiþtir. Bu ilmin erbAbý, hâý ýkulâdeliklere meyilde bulunan kimselerin "istidrâc"[193] içerisin­de olduklarýný kabul etmiþlerdir. Çünkü bunlar bu tür harikulade­likleri bir âyet ve nimet oluþu þekliyle ele almaktan ziyade onlann bir imtihan unsuru (ibtilâ için) olduklarýný göz Önünde bulundur­muþlardýr.

Yine Kuþeyrî[194] Ebu´l-Abbas eþ-Þarkî´den nakleder:

"Ebû Turâb en-Nehþubî ile Mekke yolunda idik; Bir ara yolun konarýna çekildi. Arkadaþlardan biri ´Ben susadým´ dedi. Nehþubî nyagýný yere vurdu. Suyu berrak bir pýnar fýþkýrdý. Ayný genç ´Bir bardakla içmek istiyorum´ dedi. Þeyh elini yere vurup beyaz cam­dan, gördüklerimin en güzeli bir bardak alýp ona verdi. O da, biz de içtik. Mekke´ye varýncaya kadar bardak beraberimizde kaldý. Bir gün Ebû Turâb, benden Allah´ýn kullarýna ikram ettiði bu iþler için arkadaþlarýmýn ne düþündüklerini sordu. Ben1 ona:

´"—Bunlara inanmayan hiçbir kiniþe görmedim´ dedim. Ebû Turâb:

´"—Bunlara (kerametlere) inanmayan kimse kâfir olur. Ben sa­na haller yolundan sordum´dedi. Ben:

´"—Onlarýn bu konudaki düþüncelerini bilmiyorum´ dedim. Ebû Turâb:

—Evet arkadaþlarýnýn zannýna göre, bunlar Hak katýndan ge­len kulun kandýrýlmasý için birer tuzaktýr. Halbuki durum hiç de onlarýn dedikleri gibi deðildir. Bunlarýn tuzak olmasý durumu an­cak her þeyi bu kerametlere baðlayan kul için söz konusu olur. Kerameti istemeyen ve onunla sükûnet bulup þevînmeyene gelince, bu mertebe Rabbânî olanlarýn mertebesidir´ dedi." .

Bütün bunlar gösterir ki, kerametler (harikuladelikler) azîmet deðil ruhsat hükümlerine dahil bulunmaktadýr. Bu mânâ iyi anla­þýlmalýdýr. Çünkü üzerine bazý meselelerin bineceði bir esas olmak­tadýr. Bu meselelerden bir kýsmý þunlardýr: Kerametler insanlara arýz olan haller cümlesindendir. Haller ise —hal olmalarý açýsýndan— kasden talepte bulunulmayacak þeylerdirdir ve makamdanda sayýlmazlar.Bunlar seyrusülukun son mertebelerinden deðildir. Keza bu tür harikuladelikler sahihlerinin terbiye ve hidâyet (yani irþAd) mortebesino ulaþmýþ olduklarým, onlann A, þidliðe ehil olduklarýný da göstermez. Nitekim cihâdda ganimat ele geçirilir. Bu ganimetler hiçbir zaman cihâdýn aslî amaçlarýndan deðillerdir. [195]


Ynt: Azimet Ve Ruhsat By: ayten Date: 27 Eylül 2010, 01:26:55
[1] Tahkîk erbabý "azîmet" tabirini ancak karþýlýðýnda "ruhsat" bulunmaný durumunda kullanýrlar. Bir konuda herhangi bir þekilde ruhsat bulun­muyorsa onun hakkýnda azîmet tabirini kullanmazlar. Ýsterse o þey genol mâhiyetli ve baþtan konan hükümlerden olsun, netice deðiþmez. Yukarý­da yapýlan tarif içerisine ise, bu türden olan hükümler de girmektedir. Bu itibarla müellifin tarifi tahkîk erbabýnýn tarifine uygun düþmemektedir.

[2] Bu ve ikinci meselede de geleceði üzere ruhsatýn hükmünün ibâha olmasý þeklindeki ifâdeler, azimet ve ruhsatýn vaz´î hüküm olmalarýna engel de­ðildir. Çünkü mesela namaz, oruç ... gibi þeylere hem teklif hitabý taalluk eder hem de vaz hitabý taalluk eder. Mesela onlarýn vâcib olmalarý teklîf hitabýnýn neticesi; mukim iken þöyle, sefer halinde iken böyle îfâ edilme­leri ise vaz hitabýnýn bir neticesi olmaktadýr. Tahrîr adlý eserde þöyle de­nilir: "Þâri´in ruhsutlýýrlýý ilgili olmak üzere iki hükmü vardýr: Birincisi onun vâcib, mendûb y« dit tnübAh olmasý hakkýndaki hükmü ki, bu teklîfî hükümler içerÝHÝnu giror. Mükellef hakkýnda ortaya çýkan bir özüre mebnî olmak üzere onun haline milýýAHÝb bir þekilde hükmün hafîfletil-mesine yönelik olmak üzeru konulmuþ olmasý açýsýndan da vaz´î hükümler içerisi­ne girer..."

[3] Bakara, 2/104.

[4] En´âm, 6/106.

[5] Bakara, 2/198.

[6] Bakara, 2/187.

[7] Bakara, 2/203.

[8] Bakara, 2/229.

[9] Nisa, 4/19.

[10] Tevbe, 9/5.

[11] Hz. Peygamber (as) gazvelerden birisinde öldürülmüþ bir kadýn gördü. Bunun üzerine kadýn ve çocuklarýn öldürülmelerini yasakladý, (bkz. Ebû Dâvûd, Cihâdl 11; Ýbn Mâce, Cihâd 30; Ahmed, 2/22 ...)

[12] Müellif, bu sözleriyle usûlcülerin tariflerindeki eksikliði tamamlamak is­tediðini ve kendi tarifinde getirdiði meþakkat verici ifadesi olmadýðý tak­dirde tarifin tam olmayacaðýný ve o takdirde ruhsat kapsamýna kýrâz (mudârabe) ve benzeri tasarruflarýn da gireceðini belirtmek istemektedir. Vakýa usûlcüler ruhsatý sadece bu özelliði ile tarifle yetinmiþler ve ruhsatý "Haram kýlýcý delîlin bekasýyla birlikte bir özür sebebiyle meþru olan þeydir. Þayet özür olmasaydý haram kýlýcý delîl etkisini sürdürecek­ti." þeklinde tarif etmiþlerdir. Gizli deðildir ki, usûlcülerin bu zikrettikleri özellik sayesinde kiraz (mudârabe) ve benzeri tasarruflar ruhsat kapsa­mýna girmeyecektir. Çünkü haram kýlýcý delîlin bekâsýnýn anlamý, özrün bulunmamasý durumunda men delîlinin mamulün bih (kendisiyle amel edilen) olarak duvum etmiþ olmasýdýr. Kýrâz ve benzeri tasarruflarda ise böyle bir durum yoktur.

[13] Buhârî, Salât ÝH; Müdlim, Salât 77; Ebû Dâvûd, Salât 68 ...

[14] Cemâatin imânýn muvafakati tekmîlî bir esas olmaktadýr. Ýmâmýn otura­rak namaz kýlmasý ruhanttýr, uma cemâatin ona uyarak oturmalarý ruh­sat deðildir.

[15] Bakara, 2/173.

[16] bkz. Ýbn Mâce, Ticfirat 20; Huhârî, Büyü 55.

[17] Yani tahsîniyyât için olan tukmîlî esaslardan. Çünkü cemâat genel an­lamda tahsîniyyâttýýn olmakladýr. Cemâatin imâma uymasý ise onun ta­mamlayýcýsý duruýnundýýdýr. Nitekim orduyu iki kýsma ayýrarak imamla birlikte namaz kýlmalýýrýnýýý temini de tahsînîyyâttan olmaktadýr. Her iki meselede meþakkut Imlýýnmýýdýftý için birinci mânâsýnda ruhsat kapsamý­na girmesi mümkün deðildir.

[18] Yani birinci mAnAmnýn ýlýmýnda bir mânâda. Çünkü böyle bir duruma "azîmet" adýnda býnjkýý bir hükmün taalluk etmesi söz konusu deðildir. Aksine böyle bir kilimimin olýýrurak namaz kýlmasý bizzat azîmet hükmü olmaktadýr. Birinci kýýlÝMiulýýj peklinde ruhsat ancak hâcî olan hususlarda olabilir; baþka durýýýnltu´rin olmaz. Tahsînî ya da zarurî olan hususlarda birinci anlamýnda ruhun! tabiri kullanýlmaz. Eðer kullanýlmýþsa o ruhsat­tan maksat bu laný Ulu utlusu «dilun mânâ olacaktýr.

[19] Bakara, 2/286.

[20] A´râf, 7/157.

[21] Hadisin tamamý þöyle: "Hz. Peygamber (as) bir iþ yaptý da o iþe ruhsat verdi. Az sonra bu ashabýndan bazý kimselerin kulaðýna vardý. Galiba on­lar bundan hoþlanmadýlar ve ondan çekindiler. Derken Rasulullah (as) bunu duydu. Ve hutbe okumak üzere ayaða kalkarak:

"Birtakým adamlara ne oluyor ki, benim ruhsat verdiðim bir iþ kulak­larýna varýyor da ondan hoþlanmýyorlar ve çekiniyorlar ! Vallahi ben on­larýn Allah´ý en iyi bileni ve ondan en çok korkanýyým!" buyurdular, (bkz. Müslim, Fedâil 127; Buhârî, Ýtisâm 5).

[22] Ahmed, 2/108.

[23] Yani daha önce geçen kullanýlýþ þekillerinde göz önünde bulundurulan kayýtlardan uzak olarak. Bu, dört kullanýlýþ þekli içerisinde en geniþi ol­maktadýr.

[24] Zâriyât, 51/56

[25] Tâhâ, 20/132.

[26] Yani bazan mendûbu mübâhdan (inde tutar (takdim) ve âhiretteki hazzý­ný dünyadaki hazzý üzerine tercih otmiþ olur, Bu durumda þöyle demek de doðru olur: Kiþi bu mendûbu iylýýmuk Küreliyle Kabbinin hakkýný kendi hazzýna tercihte bulunmuþtur. Hazmý du mülýAhý rnendûbdan önde tutar. Ancak bunu yaparken kasdý, Allah´ýn kendi üzerindeki haklarýndan biri­nin de ruhsatlarýndan yü/. çoviýýiHimýýk v« o mubahla kendisine getirdiði geniþliði çevirmemek olduðu nýýkUmý olur. Hu takdirde mübâhý kendi hazzý dolayýsýyla iþlumiy olmnx; »kilim unun Kabbinin kendi üzerinde bir hakký olduðu noktasýndan haroktýUn l|l«ýýýiþ olur. Gerçi bu durumda nef­sinin hazzý da gerçekloýlyonýa du bu »sil <ýl«rnk deðil, tâbiiyet yoluyla ol­maktadýr. Birinci takdire (Jrtre mUbAhý doðrudan ortadan kaldýrmýþ ve kendisinden uzakluytýrnýif olur. lklýu

[27] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/301-308

[28] Bakara, 2/173.

[29] Mâide, 5/3.

[30] Nisa, 4/101.

[31] Nahl, 16/106. Bu âyette zor altýnda küfür kelimesi söylemek durumunda olan kimsenin kalbi imanla dolu olmak kaydýyla Allah´ýn gazabýna ve çe­tin azabýna uðramayacaðý istisna yoluyla belirtilmiþtir. Bu durumda mü­minin küfür sözünü söylemesine ruhsat verilmesi sadece kendisinden gü­nah ve sorumluluðun kaldýrmýþ olmasý demektir. Daha önce geçtiði üzere mübâhm iki anlamýndan birisi de iþte bu mânâ olmaktadýr

[32] Bakara, 2/236. Talakýn aþýrý þekilde yerilmesi onun caiz olmadýðý zannýný doðurabilirdi. Bu yüzden onun mübâh olduðunu belirtmek üzere bu âyette onda bir günah olmadýðý belirtildi

[33] Bakara, 2/198. Müslümanlar hac mevsiminde ticârette bulunmaktan bir sýkýntý duymuþlardý. Çünkü ticâret cedelleþmeye sebebiyet verebilirdi. Cedelleþmeden, çekiþmeden de yasaklanmýþlardý. Bunun üzerine durumu Hz. Peygamber´e (as) iletmiþler ve bu âyet gelmiþti.

[34] Bakara, 2/235

[35] Bakara, 2/185. Ayetin bu kýsmýnda þayet tutmazsa onu kaza etmesi gere­ði belirtilmekte; tutup tutmamasýnýn mübahlýðý belirtilmemektedir. An­cak âyetin ilerisinde golün "Allah. KÝzin için kolaylýk diler." buyrulmasý ayetle istidlali güçlendirir. Yýtni "Allah sizin sýkýntýya girmenizi istemez ve hastalýk ve yolculuk Kininimin oruç tutmamanýz durumunda sizden gü­nahý kaldýrýr." domuk olur

[36] bkz. Buhârî, Savm 37; Müslim, Sýyâm 95-100; Ahmed, 3/12... Bu durum­da iken hiçbir kimsenin birbirini kýnamamasý sefer sýrasýnda iken oruç tutup tutmamanýn mübâh olduðunu gösterir.

[37] Bakara, 2/29.

[38] A´râf, 7/32.

[39] Nâziât, 79/ 33.

[40] Bizzat Þâri´in ifâdesinde du "ruhsat" kelimesi kolaylýk anlamýnda kul­lanýlmýþtýr. Mesela "Allah azimetlerin iþlenmesini sevdiði gibi, ruhsat­larýn (kolaylýklarýn) iþlenmesini de görmek ister." hadisinde olduðu gibi. Usûlcüler genelde ýstýlâhî mânâ ile kök mânâ arasýnda bir irtibat kurar­lar. Burada müellif de ayný þeyi yapmaktadýr. Onun maksadý bunu temel bir delîl olarak ortaya koymadan ziyâde yaklaþtýrýcý bir unsur olarak ar-zetmektir.

[41] Bakara, 2/158.

[42] Bakara, 2/203.

[43] bkz. Buhârî, Hac 76.

[44] Bakara, 2/198. Müslümanlar hac mevsiminde ticârette bulunmaktan bir sýkýntý duymuþlardý. Çünkü ticâret cedelleþmeye sebebiyet verebilirdi. Cedelleþmeleri, çekiþmeleri de, yasaklanmýþtý. Bunun üzerine durumu Hz. Peygamber´e (as) iletmiþler ve bu âyet gelmiþti.

[45] Nur, 24/61. Zengin olanlar kendi ailelerinden olan kimseleri yemeðe da­vet ediyorlar; fakat onlar "Buna yoksullar bizden daha çok hak sahibidir." diyorlar ve onlar dururken kendilerinin yemelerinden sýkýntý (günah) hissettiklerini söylüyorlardý. Bunun üzerine bu âyet gelmiþti.

[46] Feth, 48/17.

[47] Bakara, 2/235

[48] Arafat´ta öðle ve ikindi namazlarýný cem-i takdimle öðle vaktinde; Müz­delife´de akþam ve yatsý namazlarýný cem-i tehirle yatsý vaktinde kýlmak þeklinde.

[49] Ahmed, 2/108.

[50] Bakara, 2/185. Allah´ýn ruhsatlarý sevmiþ olmasý keza bizim hakkýmýzda kolaylýðý murâd etmesi, ruhsatlarýn Allah´a hoþ geldiðinin bir delili ol­maktadýr. Bu da en azýndan mendûb düzeyinde ruhsatlara yönelik bir ta­lebin bulunmasýný gerektirir.

[51] A´râf, 7/32.

[52] Bakara, 2/158.

[53] . Bir misal vermek gerekirse: Mesela öðle namazýný geçiren bir kimse gU-rûb vaktinde kazasýnýn caiz olmadýðý zanmnda bulunur. Bu durumda ona mesela "Eðer namazýný bu vakitte kýlarsan sana bir günah yoktur." denil­diðinde, bu sözden kasýd o kiþinin þüphesinin izâlesi miktarýnca cevap vermek olur. Yoksa bu ifâdeden amaç öðle namazýnýn kendisine vâcib ol­duðunu bildirmek deðildir.

[54] Yani: Bu durumda ondan murad taleb ve vücûb olacaktýr ve bu tabirde sebeb göz önünde bulundurulmuþ olacaktýr. Sebeb þudur: Müslümanlar Safa ile Merve arasýnda sa´y etmeyi hoþ görmemektedirler. Çünkü daha önceleri bu iki tepecikte Ýsaf ve Naile denilen iki put bulunmakta ve in­sanlar bunlara ellerini sürerek tazimde bulunmakta idiler. Bunun üzeri­ne âyet inmiþ ve ifâdede müslümanlarýn duyduklarý sýkýntý ve hoþnudsuz-luk göz önünde bulundurulmuþtur. Âyetteki "Allah´ýn niþanelerinden" ifâdesi "günah yoktur" lafzýný asýl konulmuþ olduðu sâdece günahýn kaldý­rýlmýþ olmasý mânâsýndan çýkarmýþ olmaktadýr.

[55] Mina´dan iki gün sonrasýnda ayrýlmakla ilgili âyet. Ancak bu âyette sebe­be itibarda bulunup talep için olduðunu kabul ettiðimizde lafzý zahir mânâsýndan çeviren bir karine bulunmamaktadýr. Bununla birlikte hâl karinesi vardýr. Bu da bizzat Hübebin kendisi olmaktadýr. Sebebse bazýla­rýnýn acele ederek ayrýlanlarý, bazýlarýnýn da iki günden daha fazla bekle­yenleri günahkar saymalarýdýr.

[56] Nisa, 4/29.

[57] Buhârî, Menâkýbu´l-ensâr 48; Müslim, Müsâfîrîn 1; Ebû Dâvûd, Sefer 1.

[58] Ruhsat adý verilebilmesi için daha önce de geçtiði gibi "haramlýðý (meni) gerektiren küllî bir asýldan istisna edilmiþ olmasý" kaydýnýn bulunmasý gerekmektedir. Ýlk kez meþru olan iki rekat olduðuna göre asýl namazm iki rekat þeklinde meþru olduðu olacaktýr ve yolculuk sýrasýnda namazýn kýsaltýlmasý bu asýldan istisna edilmiþ olmayacak; dolayýsýyla da ona ruhsat denemeyecektir

[59] Yedinci Meselenin sonundaki fasýl içerisinde.

[60] Bir mubahýn Allah´a karþý sevimli gelmesi onun mübâh olmamasýný, aksi­ne matlûp olmasýný gerektirmez.

[61] Bakara, 2/185. Allah´ýn ruhsatlan sevmiþ olmasý keza bizim hakkýmýzda kolaylýðý murâd etmesi, ruhsatlarýn Allah´a hoþ geldiðinin bir delîli ol­maktadýr. Bu dn en azýndan ýnondûb düzeyinde ruhsatlara yönelik bir ta­lebin bulunmasýný gerektirir.

[62] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/308-315

[63] Kendisine bir noksanlýk arýz olacaðýndan korkulan metanetsiz kimse için Ýaþeyi yemesi ve böylece ruhsattan istifâdesi vâcib olacaktýr. Metanetli ve kendisine bir noksanlýk arýz olmayacak kimse için ise sadece muhayyer­lik hükmü sabit olacaktýr.

[64] Visal orucu, akþam iftar etmeksizin ertesi günün orucuna niyet etmek su­retiyle tutulan oruç olmaktadýr. (Ç)

[65] Çünkü burada söz konusu edilen meþakkat, daha öncekinden farklý baþka bir neVidir. Daha önce geçen meþakkat ruhsat hükmünü gerektiren nev´indendi. Burada sözü udilnn meþakkat ise aslî hükümden yani visal orucunu yasaklayan hükünýdon ýýyrýlmayý engelleyen meþakkattir. Bu zevatýn visal orucundun tncgukkul duymamalarý, onlarý yasak olan þeyi iþleme durumuna götürmüþtür, Sonra bu zor bir hükümden kolay bir hükme intikal demek do deðildir. Doluyýsýyla ruhsat kapsamýna girecek durumda deðildir. Ancak her halükarda burada onlarýn ictihadlarý-ný üzerine dayandýrdýklarý bir meþakkat nevi bulunmaktadýr. Bu durum­da, birinci nev´ide meþakkatin, hallerin ve þahýslarýn farklý olmasýna göre farklýlýk arzedeceðine dâir bununla istidlalde bulunmak, meþakkatin ayný nev´i ile deðil de cinsi ile istidlalde bulunmak olur. Tabiî bu da kayýtlý olan bir þey üzerine kayýtsýz, yahut da hâs olan bir þey üzerine âmm olan bir þeyle istidlalde bulunmak kabilinden olur. Böyle bir istidlal ise, ileride de geleceði gibi sahîh deðildir. Ancak bir öncesine eklenerek mürekkep bir istidlal tarzý olarak düþünmek mümkündür ve bu istidlal, her ne ka­dar ruhsat bahsinde olup olmadýðýný ifâde etmese bile, mücerred meþak­katin durum ve þahýslarýn farklýlýðýna göre farklýlýk arzedeceðini ifâde eder

[66] Çünkü soruyu yöneltene þöyle denilecektir: Ýtiraz müþterektir. Sizin ceva­býnýz neyse aymsýyla bizim de cevabýmýz olacaktýr. Dolayýsýyla böylesi iti­razlar baðlayýcý olmak üzere ileri sürülemez.

[67] Bu cevap "Ruhsatlarýn iþlenmesi emredilmiþ olduðuna göre, ortada ruh­sat yoktur." sözüne karþý getirilmektedir. Birinci cevap söz konusu olan ruhsat için bir mubah mahallin bulunduðu, çünkü soruda zikredilmeyen üçüncü bir kýsmýn daha mevcut olduðu þeklinde verilmiþti. Bu cevapta ise þöyle denilmektedir: Ruhsat emredilmiþ olanlarda dahi mevcuttur; ancak söz konusu talep cihetiyle ruhsat oluþu ciheti farklýdýr. Azimet oluþu cihe­ti bizzat talebin kendisinden açýkça bellidir. Ruhsat ciheti ise, delîlin kýs­men de olsa mamulün bih (kendisiyle amel olunan) olmasýyla birlikte zor hükümden daha hafif olan hükme intikal edilmesi açýsýndan olmaktadýr. Burada zor hükmün delilinin kýsmen mamulün bih olmasý diye kayýtla­dýk; çünkü ruhsatý iþlemesi istenilen kimseye göre mamulün bih olma­maktadýr. Bilindiði üzere usûlcüler ruhsat için, ayný þahýs hakkýnda özür sýrasýnda o þeyle amel etme yükümlülüðünün bekâsýný þart koþmaktadýr­lar. Aksi takdirde ruhsat olmaktan çýkarak azimet halini alýr. el-Ebherî þöyle der: Özrün ortaya çýkmasý sýrasýnda kiþi mükellef olmadýðý zaman, o kiþi hakkýnda ruhsattan söz etmek mümkün deðildir. Çünkü ruhsat an­cak teklîfî hükümler hakkýnda söz konusu olur ve ruhsat için yükümlülü­ðün mevcudiyeti þarttýr. Küfür kelimesinin söylenmesinin haram olma­masý durumunda ruhsattan söz edilmez. Çünkü ikrah (tehdîd, zorlama) yükümlülüðü ortadan kaldýrýr. Ayný þey Ramazan´da oruç bozma, baþka­sýnýn malýný telef etme için yapýlýný zorlamalar için de söylenebilir. Bunla­rýn zorlama sonucunda huruýn olmamasý, onlarýn ruhsat olmadýklarýný gösterir. Çünkü o þahsu nÝNbetlo haným kýlýcý delîl bakî deðildir. Þu halde ruhsatýn olabilmesi için, bi/.zýýl o þjýiIihu ýýisbetle zor olan hükmün delîlinin mamulün bih olarak geçerli ve devamlý olmasý gerekmektedir. Bu izahtan sonra müellifin delîli daha iyi anlaþýlacaktýr..

[68] Abdullah b. Muhammed b. Ebî Bekr anlatýr: Hz. Âiþe´nin yanýnda idik. Ortaya yemek geldi. Kasým b. Muhammed namaz kýlmak için kalktý. Bu­nun üzerine Hz. Âiþe: "Rasûlullah´dan (as) iþittim, þöyle buyuruyordu: "Ortada yemek varken, keza sýkýþýk vaziyette iken namaz yoktur." (bkz. Müslim, Mesâcid 67; Ahmed, 6/43; Beyhakî, 3/73...)

[69] Gasbedilen arazîde namaz kýlmak gibi. Burada iki yön bulunmaktadýr ve bunlardan biri üzerine azîmet ve talep, diðer yönüne de ruhsat hükmü taalluk etmektedir. Nitekim zikredilen bu meselelerde hem namazýn ký­lýnmasý talebi hem de bu hal ve yerlerde kýhnmamasý isteði olmak üzere farklý açýlardan birbirine zýt iki talep bulunmaktadýr. Cihetler farklý ol­duðu için bu bir tenakuz teþkil etmemektedir. Bu misallerden amaç ko­nunun zihne yaklaþtýrýlmasýdýr.

[70] Bu netice birinci cevaba göre açýktýr. Ýkincisine göre ise, burada açýkla­nan þey sadece ruhsat verme cihetinin talep cihetinden farklý olduðudur. Ama bu durumda ruhsatýn mübâh olmasý hususu ise daha önce verilen bilgilere itimad edilerek burada tekrar açýklanmamýþtýr.

[71] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/315-320

[72] Bakara, 2/173.

[73] Bakara, 2/184.

[74] Müellifin bu sözü de açýk deðildir. Çünkü konu Allah´ýn yapmak vb da terketmek suretiyle muhayyerliðe delâlet edecek bir lafýz zikretmediftiyle ilgilidir. Dolayýsýyla böyle bir yerde emir ya da nehiy lafýzlarýnýn getiril­mesinin bir mânâsý yoktur.

[75] Nisa, 4/101.

[76] Tâvûs ve Dahhâk´e nisbet edilen görüþe göre kýsaltmaktan maksat nama­zýn halleri ile ilgilidir: îmâ, teþbihlerin hafifletilmesi, hangi yönde ise o tarafa doðru kýlmasý gibi. Bu takdirde âyetteki "kâfirlerin size bir fena­lýk yapmasýndan korkarsanýz" þartý zahiri üzere kalacaktýr. Ancak bu takdirde dahi bir ruhsat söz konusudur. Bu haliyle müellifin bu görüþe göre diye kayýtlamasýnýn sebebi anlaþýlamamýþtýr.

[77] Nahl, 16/106.

[78] Muvatta, Kelâm 15. Kiþinin kuriHinu nisbetle vaadini yerine getiremeye­ceðini bile bile söz vermesi bir ruhsat olmaktadýr.

[79] Mubahla ilgili bahisler sýrasýnda küfür kelimesinin söylenmeyip metanet gösterilmesinin mendûb olduðu geçmiþti. Müellifin "diðerlerinin durumu da aynýdýr" sözü üzerinde durmak gerekmektedir. Çünkü çoðunluk hatta bütün âlimlere göre diðer ruhsatlarýn da iþlenmeyerek azîmet hükmün­de ýsrar edilmesinin daha üstün olmasýný gerektirecek bir netice ne kadar doðru olabilir Mesela Ebû Hanife yolculuk sýrasýnda namazýn kýsaltýl­masýnýn vâcib olduðu görüþündedir ve buna ýskat ruhsatý (düþürücü ruh­sat) adý vermekte ve sefer halinde iken namazlarýn tam olarak kýlýnmasý­nýn sahîh olmayacaðýný ifâde etmektedir. Ýmam Þafiî, yol iki merhaleden daha uzaksa, oruç tutmamak ve namazý kýsaltmak tutmak ve tamamla­maktan daha üstündür görüþündedir. Kadý Iyâz da þöyle der: Namazý yolculuk sebebiyle kýsaltmanýn sünnet olduðu meþhurdur. Ýmâm Mâlik´in mezhebinde ve çoðu tâbilerine, keza selef ve haleften pek çok âlime göre bu böyledir. Mâlikîler yolcu için öðle ve ikindiyle, akþam ve yatsýyý cem´ etmesi ruhsatýnýn muhayyer kýlma mânâsýnda caiz olduðunu beyan et­miþlerdir. Bunlarla birlikte müellifin sözünü mukayese ediniz.

[80] Bakara, 2/223.

[81] Bakara, 2/35.

[82] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/320-323

[83] Buhârî, Savm 32; Müslim, Sýyâm 92; Ahmed, 4/299 ...

[84] Buhârî, Ezan 42; Müslim, Mesâcid 64-66.

[85] Çünkü bu haliyle namaza durduðunda namazýn hakkýný veremeyecek, zihni meþgul bulunacaktýr. Dolayýnylu namazý lâyýk-ý veçhile îfâ edeme­yecektir.

[86] Acziyetin kiþinin tabiatýndan kaynaklanmasý durumunda bu böyledir. Ancak acziyet, verdiði örneklerde olduðu gibi þer´î olmasý durumunda ise, ibâdetin aslýný deðil de kemâl vasfýný ortadan kaldýracaktýr.

[87] Daha önce geçen deliller izin konusunda deðil günahýn kaldýrýlmýþ olduðu konusunda açýktýr, bkz. Dördüncü meselenin sonu.

[88] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/323-325

[89] Ruhsatýn günahýn kaldýrýlmasý anlamýnda alýndýðýnda, zahir odur ki aðýr basan taraf azîmet hükmün iþlenmesi olacaktýr. Daha önce "Mübâh" bah­sinin dördüncü meselesinin sonunda þöyle denilmiþti: "Hakkýnda "Bir gü­nah yoktur.´ tabiri kullanýlan mubah ise, hemen hemen yerilen arzu ve hevese uyma kabilinden olmaktadýr. Dikkat edilirse, bunlar küllî nehiy talebi konusundaki Þâri´in kasdma genelde zýtlýk göstermektedir." Bu ifâdeden de azîmet tarafýnýn aðýr basacaðý anlaþýlmaktadýr. Ancak bu du­rumda ruhsat —namazlarýn cem edilerek kýlýnmasý örneðinde olduðu gi­bi— hükmün iþlenmesine yönelik özel bir talebin bulunmamasý gerek­mektedir.

[90] Müellif, ruhsatýn "günahýn kaldýrýlmýþ olmasý" anlamýna yorulmasý taraf­tarý olup, muhayyerlik anlamý verilmesine taraf deðildir ve ruhsatýn mü-bahhðýndan maksadýn "günahýn kaldýrýlmýþ olduðu" demek olduðuna dair deliller getirir ve "muhayyerlik" anlamý da kasdedilmiþ olabileceðine dair delîl getirmez. Bununla birlikte altýncý ve yedinci meselelerde zikredeceði teferruatý muhayyerlik anlamý üzerine bina eder. Geriye ruhsattan mak­sadýn muhayyerlik olduðu varsayýmýndan sonra, acaba tercihten maksat nedir noktasý kalmaktadýr. Acaba tercihten maksat Sâri´ nazarýnda daha sevimli ve iþlenmesi durumunda sevap görüleceði anlamý mýdýr Buna azîmet hükmü alýntýnýn tercihi ilü ilgili delilleri sýrasýnda "Azimetle amel edilmesi durumundu Allah´ýn ýnedhi söz konusudur ve emri bil maruf

mâlî zarara maruz býrtýksýý bili! müstahab olmaktadýr__" gibi ifâdelerinde

delâlet bulunmaktadýr. Durum böyle olunca, burada muhayyerliðin bu­lunmasý nasýl söz komutu olabilir Mübâh bahsinin birinci meselesinde, Sâri´ nazarýnda mübAlým yýýpýlýnuBi ile terki arasýnda bir fark bulunmadý­ðýnýn yedi delili geçmiþti Müellif orada delillere itiraz edilen noktalarý reddetmiþ ve mübAhýn fiili vo terki arasýnda bir farkýn olmadýðýný ortaya koymuþtu. O takdirdi1 býýrnýlýýký "torcîhten" Þâri´ce sevimli, onun tarafýn­dan istenilen ve huvmi) vurilmý þý«y mânâsý dýþýnda baþka bir þeyi kasdet-miþ olmasý gerekmnktodlr TtnvSlýiýý bundan baþka Þâri´ce anlamý ne ola­bilir ki, o anlamý üaerlýitt hnmltJ

[91] Âl-i Ýmrân, 3/173.

[92] Ahzâb, 33/10.

[93] Ahzâb, 33/23.

[94] Olay özetle þöyle cereyan eder: Hz. Peygamber (as) Uyeyne b. Hms ve be-raberindekilere, Medine´yi terketmeleri ve Kureyþ ordusundan ayrýlmala­rý karþýlýðýnda Medine hurmalarýnýn üçte birini vermeyi teklif etmiþti. Ýki Sa´d (Sa´d b. Ubâde ve Sa´d b. Muâz) Hz. Peygamber´i bundan alýkoydular ve: "Biz ve onlar müþrik iken, onlar böyle bir þeye tamah edememiþlerdi. Ancak satýn alýr ya da misafirlik neticesinde bizim hurmalarýmýzdan yi­yebilirlerdi. Þimdi Allah bize Ýslâmla ikram ettikten, bizi seninle ve Is-lâmla aziz kýldýktan sonra mý, mallarýmýzý onlara verecekmiþiz Bizim böyle bir tedbire ihtiyacýmýz yoktur. Vallahi onlara biz birþey vermeyiz. Aramýzda Allah hükmünü verinceye kadar kýlýçtan baþka birþey olamaz." dediler. Hz. Peygamber de (as) bunu olumlu karþýladý, (bkz. Ýbn Hiþâm, Siyer, 3/234).

[95] Hz. Peygamber´in vefatýndan sonra Arap yarýmadasýnda, Kureyþ, Sakîf ve Ensâr hariç, Ýslam ahkâmýna boyun eðen hiçbir kabile kalmamýþtý. Fitne baþtan baþa her yeri tutmuþtu. Kabileler Medine´ye yakýn bir yerde toplanmýþlar ve elçilerini Hz. Ebû Bekir´e göndererek namaz kýlacaklarý­ný, fakat zekat vermeyeceklerini belirtmiþlerdi. Zekatý bir nevi angarya telakki ediyorlar ve izzetleriyle baðdaþtýramýyorlardý. Erkek ve kadýn ol­mak üzere birçok türedi peygamber çýkmýþtý. Onlarla birlikte îmânýn letafetini kalbinde duymayan pek çok kimse de irtidat etmiþlerdi. O sýra­da Ýslam ordusu Üsâme komutasýnda Suriye bölgesinde bulunuyordu. Ýþ­te böyle bir ortamda, ashâb bütün Arap yarýmadasý sakinleriyle savaþa girmenin hiç bir fayda getirmeyeceðinde hemen hemen ayný fikirdeydiler. Zekat vermek istemeyenlere þimdilik ses çýkarýlmamasýnda zaruret görü­yorlardý. Ýslamm henüz beþiðinde iken ortadan kaldýrýlmasý gibi bir tehli­keyi sezdikleri için böyle bir ortamda, bütün Araplarla savaþa girmeyi terk ruhsatýný almak ve ruhsat hükümle amel etmek görüþünde idiler. Ancak Hz. EbûBekir bu ruhsat görüþe asla yanaþmadý, onlarla mücâdele etti, onlarý ikna etti ve neticede ashab onun görüþüne (azîmet hükme, ci­hada) döndüler. Sonra olan oldu ve bütün Arap yarýmadasý tekrar Ýs­lam´a döndü. Yalancý peygamberler ortadan kaldýrýldý. Böylece bu misal­de de, ruhsatý gerektiren sebebin bulunmasýna raðmen azîmet hükmü tercihte bulunmanýn üstünlüðü de ortaya çýkmaktadýr.

[96] bkz. Nahl, 16/106.

[97] Benzeri bir rivayet için bkz. Ebû Dâvûd, Zekat 27 (2/1217). H/,. Ömer (Peygamberimizin kendisine birþey vermesi sýrasýnda) ´Ya Rasülallahl ´Sizden biriniz için daha hayýrlý olaný, hiçbir kimseden bir þey istememe­sidir.´ buyurmuþtunuz," demiþti. Efendimiz de: "O senin istemen halinde­dir. Allah´ýn istemeden sana vermiþ olduðu þey ise, Allah´ýn verdiði bir rý-zýhtýr." buyurmuþlardýr. Taberî ve Ebû Yala rivayet etmiþlerdi. Senedin­de bir beis yoktur.

[98] Yani bu bir ruhsat olacaktý. Ancak onlar ruhsatla amel etmemiþlerdir. Bu da ancak azimetle amel etmenin daha üstün ve evlâ oluþundan dolayý ol­maktadýr.

[99] Üçünün de genel özür beyan etme imkanlarý vardý. Zira sefer sýcak bir dö­nemde yapýlmýþtý, yol çok uzundu, mevsim hasat mevsimiydi. Ayrýca husûsî özürlerinin bulunmasýna ihtiyaç yoktu. Ka´b, kendisine son derece münazara yeteneðinin verildiðini söylerdi. Ayný zamanda doðru da söyle­yerek gayet güzel bir þekilde mazeret belirtebilirdi. Hilâl b. Umeyye yaþlý birisiydi. Onun husýÝHÎ özrü de ayný þekilde makbuldü. Nitekim seksen küsur kadar kiþi ma/.orol belirtmiþ ve Hz. Peygamber hepsinin de özürle­rini kabul etmiþ ve hýýklýýmýdu Allah´tan maðfiret dilemiþti. Bütün bunla­rýn münafýk olduklýýrý hhI>ÝI dýýftildir. Bununla birlikte bu üç sahabî maze­ret bulma (ruhsat) yolunu |{itýnoycrck doðru sözlülüðün meþakkat ve sý­kýntýlarýna (azimdin) K<>ðüN gtýrdilnr. Kendilerine yeryüzünün dar geldiði bu büyük sýkýntý vo bolny» tam nlli gün dayandýlar; aðladýlar, münâcâtta bulundular. Sonundu Allah onlarýn tövbelerini kabul etti ve onlarý doðru­lardan diye niteledi.

[100] bkz. Tevbe, 9/118. Buhârt, Tuftîr B/18; Müslim, Eymân 24.

[101] Zümer, 39/10.

[102] Âl-i Ýmrân, 3/186.

[103] Ahkâf, 46/34.

[104] Þûra, 42/43.

[105] Bakara, 2/284.

[106] Bu âyetlerin nâsih olmasý durumunda ruhsattan bahsetmek mümkün de­ðildir. Ayný þekilde bir önceki âyetin mensûh deðil de muhkem olduðu ve mânâsýnýn "Kibir, hased, hakký saklamak... gibi kötü hasletleri açýða vursanýz da ..." þeklinde düþünülmesi durumunda da ruhsattan söz et­mek mümkün deðildir. Ruhsatýn söz konusu olabilmesi için zor hükmün ruhsat halinde dahi mamulün bih olmasý ve meþakkat bulunmasý duru­munda iþlenmesi halinde günahýn kaldýrýlmýþ olmasý gerekmektedir. Bu þartlar da burada mevcut deðildir. Dolayýsýyla bu örneðin burada zikri uygun gözükmemektedir.

[107] Bilindiði gibi vefat haberiyle birlikte etraftaki kabileler irtidat etmiþler ve Medine´nin etrafýnda toplanmýþlardý. Durumlarý gerçekten ciddî idi. Böyle bir vakitte en iyi savaþçýlarýn, en iyi görüþ sahiplerinin içerisinde bulunduðu bu orduyu Hz. Ebû Bekir tutmamýþ ve Hz.Peyga ber´in amacýnýn gerçekleþmesi için emir vermiþti. Gerçi böyle bir ortamda orduyu tutmasý bir ruh anttý, l´ukýýl o azimetle amel etmeyi yeðlemiþti. Ne­tice de hayýrlý oldu. Nitekim bilindiði gibi sahabeler, Hz. Peygamberin vefatý sonrasýnda eðer ebu bekir gibi biriyle Allah kendilerine lutfetme-miþ olsaydý, nerdoyMs holýýk olucuklarýný belirtmiþlerdir

[108] Bakara, 2/173.

[109] Bakara, 2/185.

[110] Ahmed, 2/108.

[111] Mülk, 67/2.

[112] Ankebût, 29/1-3.

[113] Âl-i Ýmrân, 3/186.

[114] Muhammed, 47/32.

[115] Âl-i Ýmrân, 3/141.

[116] Bakara, 2/155.

[117] Buhârî, Zekât 5; Müslim, Zekât 124.

[118] Enfâl, 8/66.

[119] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/325-336

[120] Enfâl.8/68.

[121] Bu bir yoruma göre böyledir ve Rûhul-meânTde bu mânânýn bir te-kellüf (zorlama) olduðu söylenmiþtir.

[122] Þûra, 42/30.

[123] Tevbe, 9/49.

[124] Tevbe, 9/81.

[125] Tevbe, 9/91 vd.

[126] Tevbe, 9/41.

[127] Tevbe, 9/39.

[128] Ahmed, 2/108.

[129] Buhârî, Savm 32; Müslim, Sýyâm 92; Ahmed, 4/299.

[130] Bakara, 2/185.

[131] Nisa, 4/28.

[132] Burada daha (Ýnce göçen nztmetlt) amel etmenin daha uygun olacaðýný desteklemek için getirilen altý iîîah þekline karþý olmak üzere burada da altý izah þekli gutirilücektir,

[133] Çünkü bu katinin kat’i Ýla Unutul olmaktadýr. Çünkü ruhsatýn geliþi de ayný þekilde kesin bulunmaktadýr.

[134] Hac, 22/78.

[135] Bakara, 2/185

[136] Nisa, 4/28.

[137] Ahzâb, 33/38.

[138] A´râf, 7/157.

[139] Sâd, 38/86.

[140] Bakara, 2/185

[141] Âlûsî, 1/238.

[142] Müslim, Ýlim 7; Ebû Dâvûd, Sünne 5; Ahmed, 3/316.

[143] Buhârî, Nikâh, 1. Hz. Peygamber kendisinin yaptýðý ibâdetleri azýmsayýp, kendilerinin þöyle þöyle yapacaklarýný ifâde eden bu kimselere þöyle de­miþti: "Dikkat ediniz! Allah´a and olsun ki, içinizde Allah´tan en çok kor­kanýnýz ve ona en çok saygý duyanýnýz benim. Fakat ben bazen oruç tuta­rým bazen de tutmam. Geceyi kýsmen namazla kýsmen de uyuyarak geçiri­rim ve kadýnlarla evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden de­ðildir."

[144] A´râf7/157.

[145] . Tenhada bulunduðu /.uman diye ayrýca zikretmiþtir. Çünkü eðer Hz. Pey-gamber´in (as) ruhaýýltan istifâdeleri hep insanlar içerisinde olsaydý, o takdirde Hz. Peygamber bunlun teþrî için böyle yapmýþtýr; dolayýsýyla bunda azimetin ruhsattan duha üstün olmadýðýna bir delîl yoktur denile­bilirdi.

[146] Nihâye, 1/241.

[147] Buhârî, Savm 37; Müýýlim, Sýyâm 95-100; Ahmed, 3/12.

[148] Hucurât, 49/7.

[149] Mâide, 5/87.

[150] Müslim, Sýyâm, 177.

[151] Buhârî, Menâkýb 23; Müslim, Pedâil 77 , 78; Ebû Dâvûd, Edeb 4 ...

[152] iftar edilmeksizin ertesi günün orucuna niyet etmek suretiyle tutulan oruç. (Ç)

[153] Buhârî, Savm 49; Müslim, Sýyâm 67.

[154] Buhârî, Temennî 9; Müslim, Sýyâm 59, 60; Ahmed, 3/124.

[155] Buhârî, Savm 55; Müslim, Sýyâm 182.

[156] Müslim, Sýyâm 177.

[157] Buhârî, Edeb 74; MüNÝÝm, Halat 178; Ebû Dâvûd, Salât 124.

[158] Buhârî, Teheecüd ÝH; Müilim, Müsâfýrîn 219; Neseî, Kýyâmu´1-leyl 17; tbn Mâce, Ýkâme 184.

[159] Buhârî, Savm 32; Müilim, Sýyftm 92; Ahmed, 4/299.

[160] Yani hikmet mevcut deðilse.

[161] Yani eðer mazinne sefer gibi munzabýt ise, durum açýktýr. Eðer munzabýt deðilse, meþakkatten ibaret olan illet de munzabýt olmayacaktýr. Mesela hastalýk gibi. Bu durumda her iki yola göre de vâcib olan ihtiyatlý dav­ranmaktýr.

[162] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/336-349

[163] Misal: Sâri´ koca için, zevcenin tahammül edilemez olmasý durumunda onu bir talakla boþamak suretiyle kendisinden kurtulabilme ve böylece kadýný terbiye etme yolunu açmýþtýr. Bunun neticesinde eðer koca kadý­nýn tevbe ettiðini, piþman olduðunu, halini düzelttiðini görürse kendi çý­karlarýný da korumak üzere kadýna müracaatta bulunur. Eðer kocanýn kadýn yüzünden sýkýntýlarý ikinci defa kendisini gösterirse koca ikinci de­fa boþamak suretiyle çýkýþ yolu arayabilir. ... Ama böyle yapmaz da üç ta­lak hakkýný birden kullanýr ve baþtan kadýný üç talakla boþarsa, þeriatýn kendisi için çizmiþ olduðu þekle muhalefet etmiþ ve çýkýþ yolunu kendi eliyle týkamýþ olur. DolnyiHiylýý piþman olmasý durumunda tekrar birleþ­me gibi bir imkaný ortýýdýýn kaldýrmýþ ve kendi durumunu kendi eliyle zor­laþtýrmýþ olur. ileride pük çok misal gelecektir

[164] Talâk, 65/2.

[165] Talâk, 65/2.

[166] . Talâk, 65/2.

[167] Nisa, 4/5.

[168] Bakara, 2/282.

[169] Talâk, 65/2.

[170] Âl-i Ýmrân, 3/54.

[171] Bakara, 2/15.

[172] Bakara, 2/9.

[173] Talak, 65/1.

[174] Feth, 48/10.

[175] Fussýlet, 41/46.

[176] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/349-354

[177] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/354

[178] Bakara, 2/282.

[179] Talak, 65/2.

[180] Hac, 22/78.

[181] Bakara, 2/185.

[182] Rûm, 30/21.

[183] A´râf ,7/189.

[184] Hac, 22/78.

[185] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/354-356

[186] Akýllý olma þartýnýn burada zikredilmesi pek yerinde gözükmemektedir. Çünkü bizim buradaki konumuz, bulunduklarý zaman azîmet, bulunma­dýklarý zaman ise ruhsat hükümlerin söz konusu olduklarý durumlardýr. Akü ise bunlardan deðildir. Çünkü akýl mutlak yükümlülüðün þartý ol­maktadýr. Bu yüzdendir ki, müellif daha sonra diðerlerinin mukabilini sayarken aklýn mukabili olacak þeyi zikretmemiþtir

[187] Terðîb ve Terhib´de rivayet edilen uzunca bir hadiste þöyle denilmekte­dir: Isrâfîl Hz. Peygamber´e (as): "Allah senin sözlerini iþitti ve beni yer­yüzünün hazinelerinin anahtarlarýyla sana gönderdi. Keza benim sana Tihâme daðlarýný zümrüd , yakut , altýn ve gümüþ haline çevirip seninle birlikte yürütmemi arzetmemi de emretti. Dilersen melik peygamber, di­lersen kul peygamber olmayý tercih edebilirsin." dedi. Cibril tevazu gös­termesini iþaret etti. O da üç defa: "Bilakis kul peygamber olmayý tercih ederim." dedi. Hadisi Taberânî hasen bir isnadla rivayet etmiþtir. Ayrýca Beyhakî Ztthd´de rivayette bulunmuþtur.

[188] Hadiste: "(Bana Rabbim tarafýndan) Mekke vadisi doluþunca altýn kýlýn­masý arzedildi. Ben: Yo Rabbi! Bir gün doyar, bir gün aç kalýrým. Aç kal­dýðým zaman sana yakarýþta bulunurum, seni zikrederim; doyduðum za­man ise sana þükür ve hamd ederim.´ dedim. (Kabul etmedim.)" denilmiþ­tir. Tirmizî, Zühd 35; Ahmed, 5/254.

[189] Mesela Hudeybiye´de çok sýkýntý duyduklarý bir anda parmaklarýndan su kaynamasý gibi. Bunlardan amaç asla nefsin bir haz duymasý deðildi; bi­lakis sahabenin içerisinde bulunduklarý sýkýntýlarý azaltmak, onlarýn imanlarýný takviye etmek oluyordu.

[190] bkz. Buhârî, Tefsîr 33/7; Müslim, Radâ 49-50; Ahmed, 6/134

[191] bkz. Bakara, 2/260.

[192] bkz. Buhârî, Tefsir 18/2, 4; Tirmizî, Tefsir 18/1.

[193] îstidrâc: Allah´ýn kiþiyi azab ve helake yaklaþtýrmasý için kendisine hari­kuladelikler vermesi.(Ç)

[194] Risâle´sinin "Evliyanýn kerametleri" bahsinde.

[195] Þatibi, El-Muvafakat Ýslami Ýlimler Metodolojisi, Ýz Yayýncýlýk. 1/357-363

   

radyobeyan