> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Azimet Ve Ruhsat
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Azimet Ve Ruhsat  (Okunma Sayısı 1612 defa)
27 Eylül 2010, 01:22:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 27 Eylül 2010, 01:22:57 »



Azimet Ve Ruhsat

Vaz´î Hükümlerin Beşinci Nevi: Azimet Ve Ruhsat

Vaz´î hükümlerden beşinci nevi azimet ve ruhsat bahsi olmak­tadır.

Birinci Mesele:Azimet


"Azîmet´[1] baştan konan genel mahiyetti (küllî) hüküm-lerdir. "Genel mâhiyetli (küllî)"olmasından maksat, belli mükelkf-lere ve belli hallere mahsûs olmaması demektir. Mesela namaz gi-bi. Çünkü namaz bütün hallerde ve bütün mükellefler için mutlak ve genel bir şekilde meşru kılınmıştır. Oruç, .zekat, hac, cihııd vt İslâm´ın esaslarından olan diğer küllî yükümlülükler de aynı ^«kil. de azîmet türünden olan hükümlerdendir. Azîmet kapsamı ic´Uİ» ne aslında maslahatın teminine yönelik olarak meşru kılımın ,< za işlenilen cinayetlerle ilgili hükümler, kısas ve tazminat hüküm» leri gibi şeylerdir. Kısaca şer´î küllî hükümlerin tamamı bu kısım­dandır.

Tarifte geçen "baştan konan" ifâdesinden kasıt ise, onunla Sâri´ Teâlâ´nın ilk baştan teklifi hüküm inşaallahâsında bulunmak İHtâ-miş olması[2] ve ondan önce şer´î bir hükmün bulunmuş olmamalı­dır. Eğer daha önce bir hüküm bulunur, fakat önceki hüküm bu 80-nuncusuyla neshedilmiş olursa, bu neshedici olan sonuncusu da küllî ve genel maslahatlara bir giriş ve hazırlık olmak üzere baştan konan hüküm gibi kabul edilir. Bir sebeb üzerine vârid olarak gelen küllî hükümler de azimet kapsamı dışına çıkmazlar. Çünkü hükmü gerektiren sebebler daha önce yok olabilirler. Ortaya çıktıklarında da kendilerine uygun hü­kümleri gerektirirler. Bu tür hükümler de azîmet kapsamı dahilin-de olurlar. Örnekler: "Ey inananlar! (Peygamberi çağırırken yanlış mânâya çekilebilen ve bizi gözet anlamına gelen) ´râınâ´ demeyiniz.

(ünün ytrine yina aynı mânâda olan) ´unzurnâ´ deyiniz.[3] "Al­lah´tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar´da bilmeyerek, aşırı gidip ALLAH´a sövmesinler.[4]"Rabbinizden refah istemeniz­de bir engel (günah) yoktur[5] "ALLAH nefsinize güvenemeyeceğini-zi biliyordu. Bu sebeble tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık eşleri­nize yaklaşabilirsiniz.[6] "ALLAH´ı sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan kimseye acele edip, Mina´daki ibâdeti iki günde bitirse gü­nah yoktur, geri kalsa da günah yoktur.[7] Bu ve benzeri âyetlerde getirilen hükümler böyledir. Çünkü sebeb, duyulan ihtiyaca binâen peyderpey gelen hükümlerin yerleştirilmesi için birer hazırlık mâhiyetindedirler. Bütün bunları ´azîmet´ terimi kapsamaktadır. Çünkü bunlar baştan konulmuş küllî hükümlerdir. Keza genel ifftdelerden yapılan istisnalar ve diğer tahsis görmüş hükümler de buttan konulmuş küllî hükümlerden sayılmaktadır. Mesela: "İkisi ALLAH´ın yasalarını koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara ver­diklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer ALLAH´ın ya-mlarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız, o zaman kadı­nın fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.[8] "Apaçık hayasız­lık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın.[9] âyetleri gibi. Keza âyette "Müşrikleri öl­dürünüz.[10] buyrulmuşken hadisle kadın ve çocukların öldürülme­leri yasaklanmıştır.[11] Bütün bu tür istisna ya da tahsis yoluyla ge­tirilen hükümler de azimet kapsamı içerisinde bulunmaktadır.

Ruhsat: Haramlığı gerektiren küllî bir asıldan istisna olmak ve sadece ihtiyaç mahallerine has kılınmak üzere me­şakkat veren bir özür sebebiyle meşru kılınan hükümlerdir.

"Bir özre mebnî meşru kılınmış olması", usûlcülerin ruhsat için zik-[302] retmiş oldukları özelliği teşkil etmektedir.[12]Ruhsat tarifinde "meşakkat veren" kaydını getiriyoruz. Çünkü özür sırf bir ihtiyaç neticesi olabilir ve ortada meşakkat bulunma­yabilir. Bu durumda o şey ruhsat diye isimlendirilmez. Mesela kiraz (mudârabe) akdinin meşru kılınması gibi. Kırâz akdi aslında bir özürden dolayı meşru kılınmıştır. Bu özürde´ sermâye sahibinin ticâret için koşturmaktan âciz olmasıdır. Bununla birlikte kırâz ak­di özür ve acziyetin bulunmaması burumunda-da caizdir. Müsâkât, karz, selem akitleri de aynı şekildedir. Bütün bunlar her ne kadar haram olan bir asıldan istisna edilmiş tasarruflarsa da, onları ´ruh­sat´ kapsamı içerisine koymak mümkün değildir. Bunlar ancak "küllî olan hâciyyât" ada .altına giren tasarruflardır. Hâciyyâttnn olan şeylere ise âlimlerce ´ruhsat´ adı verilmez.

Bazan da özür tekmîlî (tamamlayıcı) bir asıla yönelik olabilir ve ona yine de ´ruhsat´ adı verilmez. Mesela namazı ayakta kılama-yan ya da meşakkatle kılabilen bir kimsenin oturma haline intikal etmesi meşrudur. Her ne kadar bu şekilde namaz kılması namazın rükünlerinden birini ihlal ediyorsa da meşakkat sebebiyle istisna­ya tabi tutulmuş ve o kişi hakkında kıyam (ayakta durma) farzı ke­sinlik kazanmamıştır. Bu kesin olarak bir ruhsat olmaktadır. Eğer bu ruhsata sahip olan kimse imam ise o takdirde ne olacaktır. Hz. Peygamber [ "kJSSto1 ] hadislerinde: "İmâm ancak kendisine uyul­ması içindir. Bu itibarla eğer o oturarak kılarsa siz de hep beraber oturarak kılınız.[13] buyurmuşlardır. Şimdi bu durumda cemâatin oturarak namaz kılmaları bir özür nedeniyle olmaktadır. Ancak cemâat hakkında söz konusu olan özür meşakkat değil, imâma mu­vafakat etme[14], muhalefet etmeme talebiyle ilgilidir. Böyle bir şey küllî asıldan özür sebebiyle müstesna edilmiş olsa bile ruhsat diye isimlendirilemez.

Ruhsatların bir özre dayanılarak küllî bir asıldan istisna yo­luyla meşru kılınmış olması, onların baştan konulmuş hükümler olmadıklarını göstermekteddir. Bu yüzden de ruhsatlar ´küllî (ge­nel)´ özellik arzetmezler. Öyle gözükseler bile bu arızî olarak olur. Yolcu için namazı kısaltma ve oruç tutmama hükümlerinin caiz görülıti(»ni namaz v« oruç hükümlerinin istikrar kazanmasından son­ra olmuş kabul «dilmektedir. Her ne kadar oruç âyetleri bir defada aynı anda nazil olmug olsa da, istisna bir nevi kendisinden istisna **** İn n şeyin (müstesna minh) hükmünün istikrarından neş´et eden ikinci bir hüküm olmaktadır, "...fakat, darda kalana günah sayıl­maz.[15] âyetinde söz konusu edilen naçar durumda kalan kimse için lâşe yeme hükmünde de durum aynıdır.

"Sâdece ihtiyaç alanına has olması" da ruhsatların özel­li İtlerinden biri olmaktadır. Küllî hâciyyâttan olmak üzere mcşrû kılınan hükümlerle ruhsatlar arasındaki ayırıcı özellik de işte bu nokta olmaktadır. Çünkü ruhsatların meşru kılınması cüz´îİlik taşımakta ve sadece ihtiyaç anma hasredilmektedir. Yolcun bitmesi durumunda kişinin namazları kısaltma ve oruç tut­uluma ruhsat hükmünden asıl olan namazların tam olarak kılın­man ve oruçların tutulması esâsına dönmesi vâcib olacaktır. Otu­rarak namaz kılma durumunda olan kimse ayakta kılmaya kadir olduğu zaman artık oturarak kılamayacaktır. Teyemmümle namaz kılan suyu bulduğu zaman abdest ile namazını kılmak zorunda ola­caktır. Diğer ruhsatlarda da durum aynıdır. Karz (ödünç), kırâz (mudârabe) ve müsâkât akidlerinde ise durum böyle değildir. Bun­lar ruhsatlara benzeseler de bu arzettiğimiz ıstılâhî mânâda ruh­sat değillerdir. Çünkü bunlar özür ortadan kalksa da meşrûdurlar. Mesela bir insanın ihtiyacı olmasa da borç alabilir; bizzat kendisi ya da ücretle bakabilme imkânına sahip olsa bile bahçesini ortak­lığa (müsâkât) verebilir; keza bizzat kendisi çalıştırmak ya da üc­retle birini istihdam etmek suretiyle sermayesini işletebilme imka­nı olmasına rağmen mudârabe akdinde bulunabilir. Benzer diğer tasarruflarda da durum aynıdır. Kısaca azîmet baştan konul­muş küllî bir asıla yönelik iken ruhsat, o küllî asıldan istis­na edilen cüz´î bir hususa yönelik olmaktadır.

Fasıl:

Bazan ´ruhsat´ tabiri, mutlak surette haramlığı (meni) gerek­tiren küllî bir asıldan istisna edilen şeyler hakkında ve meşakkat veren bir özür sebebiyle olmasına aldırış edilmeksizin de kullanılır. 1304] Bu mânâda ruhsat tabiri içerisine karz (ödünç), mudârabe (kırâz) ve müsâkât akitleri, musarrât hadisinde sözü edilen sağılan süt karşılığında bir sâ´ yiyecek verilmesi meselesi, ariyye yani hurma ağacı üzerindeki taze yaş hurmaları tahminî olarak kuru hurma karşılığında satma meselesi, diyetin âkile üzerine yüklonmosi vb. gibi meseleler de girecektir. "Hz. Peygamber, yanında ol­mayan şeyi satmayı yasakladı"; "Selem hakkında ruhsat (izin) ver­di." hadisi[16] buna delâlet etmektedir. Bu mânâda ruhsatlar hâ-ciyyât esasına dayanmaktadır. Hâcî asıla dayanması açısından bi­rinci mânâsında ruhsat ile müştereklik göstermekte ve isimlendir­me konusunda onun hükmüne tabi olmaktadır. Nitekim haram olan asıldan istisna durumunda da üzerine birinci mânâsında ruh­sat hükmü cereyan etmektedir. Mazur imâma uymak için oturarak namaz kılan cemâatin durumları ile imâmla kılınan korku namazı da bu mânâda ruhsat altına girer. Ancak bu iki mesele hâciyyâttan değil de, tekmîlî[17] asıldatı«alınmış olurlar. Her ne kadar bir asıldan alınmış olmasalar da haklarında ´ruhsat´ tabiri kullanılır. Nitekim bazan zarûriyyâttan olan asıldan alınan bir durum için de ruhsat tabiri kullanılmaktadır.[18] Mesela ayakta durmaya güç yetireme-yen kimsenin namaz kılması gibi. Böyle bir kimse hakkında ruhsat zarurî olup hâcî bir özellik taşımamaktadır. Hâcî olması ancak kıyama kadir olması fakat namazda ya da bu yüzden kendisine bir meşakkat dokunması durumunda olmaktadır. Bütün bunlar açık­tır.

Fasıl:

Bazan ´ruhsat´ tabiri bu ümmettten kaldırılmış olan ağır yükümlülükler ve zor işler anlamında kullanılmaktadır. Bu tür işler ve yükümlülüklere şu âyetlerde delâlet bulunmaktadır: "Rab-bimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükle­me.[19] "O peygamber, onlara uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar olan şeyleri haram kılar; on­ların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.[20] Çünkü

ruhsa...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 01:23:38 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Azimet Ve Ruhsat
« Posted on: 16 Nisan 2024, 07:58:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Azimet Ve Ruhsat rüya tabiri,Azimet Ve Ruhsat mekke canlı, Azimet Ve Ruhsat kabe canlı yayın, Azimet Ve Ruhsat Üç boyutlu kuran oku Azimet Ve Ruhsat kuran ı kerim, Azimet Ve Ruhsat peygamber kıssaları,Azimet Ve Ruhsat ilitam ders soruları, Azimet Ve Ruhsatönlisans arapça,
Logged
27 Eylül 2010, 01:26:01
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 27 Eylül 2010, 01:26:01 »

VI.

Şer´î düzenlemeler her açıdan arzu ve hevâya zıdlık gösterir. Nitekim bu konu "Mekâsıd" bölümünde açıklanacaktır. Çoğu zaman mtşıkkalltr ortay» çıkar ve bunlar arzu ve hevâya (uyma ya da) muhftltflltto bulunmııya göre artar (veya eksilir). Arzu ve hava­ya uymak, şeriata uymanın zıddı olmaktadır. Arzularına uyan bir kimseye her şey zor gelir. İster o şey aslında zor olsun ister kolay olsun, farketmez. Çünkü o kendi maksadına ulaşmasını engeller vi kendisiyle arzusu arasına girer. Mükellef arzu ve heveslerini bir ta­rafa atar ve nefsini onun peşine düşmekten alıkoyarsa ve yükümlü tutulduğu ameli işlemeye yönelirse, o iş kendisine kolay gelir. Ona devam neticesinde itiyad halini alır ve onu sevmeye başlar, artık onun acısı kendisine tatlı gelmeye başlar. Öyle ki, artık dalın kendisine ağır gelen o amelin zıddı ağır gelmeye başlar. Dolajnııy-la şu netice çıkıyor: MeşaWkatin bulunup bulunmaması konunu mÜs kellefin garazına uygun olarak tamamen izafîlik arzeder. Nici t,Qî şeyler vardır ki, kişinin garazına uygun geldiği için kolay, nice ko­lay şey de vardır ki, garazlarına uymadığı için zor olmaktadır.

Netice olarak diyoruz ki, bu konuda mutlak surette ´güçlük´ denildiği zaman, kişinin mükellef olması açısından takat gntirem*-yeceği şeyler kasdedilmektedir. O şeyin bir insan açısından güç yt* tirilebilir olup olmaması arasında fark yoktur. Bu konu üzerinde di bir anlaşmazlık yoktur; üzerinde durulacak değildir. Söz sadece bu­nun dışında kalan ve izafî olup haklarında mutlak anlamda ne |uiç-.aktür ne de güçlük değildir demlemeyen meşakkatler hakkında edilmektedir. Bu tür meşakkatler her iki taraf arasında dönüp do­laştığına göre, hakîkî ve sabit esas olan azîmet tarafına dönmek ve onu esas almak daha uygun olacaktır. Ruhsatların alınmasımlı ise her şahsa ve her arızî duruma göre değerlendirme yapmak n«rok-mektedir. Bu konuda kesin bir beyan bulunmamaktadır. Olsu olsa en üst seviyede zan bulunabilir. Zan da muarızdan uzak bulunmaz. Bu durumda uygun olan bu kişi hakkında söz konusu edilen me­şakkatin gerçekten meşakkat (güçlük) olduğu sabit oluncaya kadar esas olana (azîmete) dönmekten başka bir şey değildir. Takatini aşar olmadıkça da mutlak anlamda sabit olmaz ki, o takdirde hak­kında herhangi bir anlaşmazlık olmayan birinci kısma dâhil edil­sin. Bu anlattıklarımız, ruhsat ve hafifletme hükmünün istenildi­ğine dâir haricî bir delîl bulunmaması durumunda söz konusudur. Delîlin bulunması durumunda ise tabiî delîl gereğince ruhsat hü­kümle amel etmek daha uygun olur. Mesela Hz. Peygamber sefer esnasında insanların oruçlarım bozmaya yanaşma­dıklarını ve bu yüzden de sıkıntıya düştüklerini görünce bizzat ken­di oruçlarını bozmaları gibi. Bu ve benzeri durumlar ayrı bir konu­dur ve daha önce geçen kısımlar içerisine girer. Burada üzerinde durulan husus, hakkında böyle haricî bir delîl olmayan ruhsatlarla ilgilidir. Netice olarak diyebiliriz ki, ruhsat mahallerinde azîmet hükümleri almak ve onlarla amel etmek daha uygun ve üstündür.

Soru: Bu durumlarda uzSmet hükmü almak mutlnk ıtûrette vâcib ya da mendûb mudur Yoksa bir bölümleme var mıdır

Cevap: Bu sorunun cevabı meşakkatlerin halleriyle ilgili tâf-sîlatla ortaya çıkacaktır. Bu da aşağıdaki meselede ele alınacaktır: [119]

Yedinci Mesele


Üzerinde durulduğu zaman hafifletme sebebi olarak düşünüle­bilecek meşakkatlerin iki kısım olduğu görülecektir:

a) Hakîkî meşakkatler: Ruhsatların söz konusu olduğu hu­suslardaki mevcut meşakkatlarin büyük çoğunluğu bu kısımdan­dır. Hastalık, sefer ve benzeri mevcut muayyen sebebi olan meşak­katler gibi.

b) Vehme dayanan (hayalî) meşakkatlar: Bunlar, ruhsat hükmünü gerektiren sebebin ya da sebebin hikmetinin bulunmadı­ğı meşakkatlerdir. Bunlar mutad olan meşakkatlerin üzerinde olmayan meşakkatlerdir.

a) Hakîkî meşakkatler:

Bu tür meşakkatlerin bulunması durumunda mükellefin azî-met hüküm üzerinde ısrar etmesi, ya onu şer´an veya bedenen al­tından kalkılamayacak bir sıkıntıya sokacaktır ve bu durumda me­şakkat kesin olacak; zan ya da vehim dahilinde bulunmayacaktır; ya da böyle (kesin) olmayacaktır. Eğer birinci neviden ise, o takdir­de ruhsat hükümle amel edilmesi matlûp olacaktır ve bu nevi, üze­rinde herhangi bir anlaşmazlık bulunmayan ruhsatın birinci kısmı­na dâhil bulunacaktır. Çünkü bu durumda ruhsat Allah hakkı için olmaktadır.

Eğer ikinci neviden yani meşakkatin bulunmasının zan dahi­linde olması halinde ise, zanlar farklılık arzedeceğinden asıl olan, azimet hükmü üzerinde kalmak olacaktır. Bu durumda azîmet hükmün gereği, zan tarafı güçlendikçe zayıflayacak, zayıfladıkça da güçlenecektir. Mesela Ramazan´da oruç tutmamayı mubah kıla­bilecek bir hastalığa yakalanan kimsenin, bu hastalıkla birlikte kendisinin oruç tutamayacağını zannetmesi gibi. Ancak bu zan:

1. Ya belli bir sebebe müstemden olur: Mesela oruca baylar fnkat t»mninİHvnmıty»cağını anlar ve bozar veya namaza Bynkt.H iknn bn^lıır l´akal. devamına güç yetiremez ve otura­rak tamamlar. Mu birinci kısımdan olur ve onun hükmünü alır; zira mükellef üzerine götüreme,yeceği yük yüklenme-inektedir.

2. Ya da pek çok tecrübeden alınmış olan bir sebebe müsteni­den olur ve sebeb de fiilen mevcut bulunur. Yani hastalık mevcuttur ve böyle bir hastalıkla oruç tutmaya ve ayaktn namaz kılmaya veya abdest için su kullanmaya âdeten tfüç yetirilemez. Buuları bizzat kendisinin tecrübe etmiş olmalı da gerekmez. Bu da bazan bir önceki kısma katılır. Bunun bir önceki kısma katılması sebebin fiilen bulunması açısın­dan olur. Ondan ayrı mütâlâa edilmesi ise şu açıdandır: Mükellefin kadir olmadığı bizzat kendisince sabit olmamış­tır; çünkü gerçekten kudretinin olmadığı, ancak ibâdete başlaması ve kendisini denemesi halinde ortaya çıkar. Bu ise azîmet üzere istenildiği şekilde ibâdeti yapmaya girişmemiştir ki, onu tamamlamaya kadir olup olmadığı ortaya çıksın. Dolayısıyla bu durumda daha uygun olanı, üzerine hüküm bina edilecek şey ortaya çıkıncaya kadar azîmet hükümle amel etmektir.

b) Vehme dayanan (hayalî) meşakkatlar:

Bunlar vehme dayanan hayalî meşakkatlerdir. Ortada meşak­katin ne sebebi ne de hikmeti vardır. Bu kısımdan olan meşakkat­lerin sebeblerinin daha sonra olacağına dair değişmez (muttarid) bir âdet vardır veya yoktur: Eğer birinci kısımdan ise bu takdirde sebeb ya bulunacaktır ya da bulunmayacaktır. Eğer sebeb mevcut ise ve ruhsat da yerinde vâki olmuşsa, işte bu durumda ihtilaf bu­lunmaktadır. İhtilaf; baştan mükellefin ruhsat hükme yeltenmesi konusunda olmayıp, ruhsatla amel etmesi durumunda, bunun mü­kellef için yeterli olup olmayacağı konusundadır. Zira bir hükmün henüz ortaya çıkmamış sebeb üzerine bina edilmesi sahîh değildir. Hatta kendisi bulunsa bile şartı bulunmayan bir sebeb üzerine dahi hüküm binasına gidilmesi sahîh değildir. Hükmü gerektiren sebeb-tir. Sebebin şartı bulunmadığı zaman bile hüküm binasına gidile-mediğine göre, ya bizzat sebebin kendisinin bulunmaması duru­munda vaziyet nasıl olacaktır Burada üzerinde durulan şey, âdet olan nöbetlerine göre yarın kendisini sıtma tutacağını bilen ve he­nüz nöbeti gelmeden önce orucunu bozan kimse gibileri hakkında­dır. Keza bugün hayız görmeye başlayacağı zannıyla orucunu bozan bir kadının durumu da böyludir. Bütün bunlar gerçekten zayıf mesnedlerdir. B»i» âlimlir bu mesnedleri keffâretlerin düşürülmesi ko-nuHunda itibâra almanın sahîh olacağına dâir şu âyetle istidlalde bulunmuşlardır: "Daha önceden Allah´tan verilmiş bir hüküm ol­madaydı, aldıklarınızdan (ganimet) ötürü size büyük bir azab eri­şirdi.[120] Bu âyet, müslümanlardan cezanın düşürüldüğünü belirt­mekte ve gerekçe olarak da onlara ganimetin ilm-i ilâhîde helal kı­lınmış olduğunu göstermektedir.[121]Bu bizim burada üzerinde dur­duğumuz konu ile ilgili değildir. Çünkü konumuz mükellef üzerine terettüp eden şer´î hükümlerle ilgilidir. Burada azabın terettübü şer´î bir düzenlemeye yönelik değildir; aksine o insana günahları sebebiyle ulaşan diğer cezalar (ukubet) gibi ilâhî bir durum olmak­tadır. "Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediğiniz­den ötürüdür.[122]âyetinde de böyle bir durum vardır.

Eğer sebebin bulunacağına dair değişmez bir âdet yoksa, o takdirde bir problem de yok demektir.

Bu taksimin özeti şudur: Kesin olmayan zan ve varsayımlar, vehme dayalı ve hayalî meşakkatler kısmına dâhil bulunmaktadır. 18M1 Bunlar ise çeşitlidir. Nefislerin arzu ve hevesleri de aynı şekildedir. Çünkü nefisler aslı olmayan şeyleri var sayarlar. Bu durumda doğ­ru olan hareket tarzı, ihlal edici bir meşakkatin bulunmaması ha­linde aslî azîmet hükmü ile amel etmek olacaktır. Çünkü insanın akıl ve dînine etki etmediği sürece meşakkate metanet ve sabır gös­termek daha hayırlı bir şeydir. Hakîkî meşakkatin bulunması de­mek, mükellefin ona sabredememesi demektir. Sabırla emredilmiş olanlar ancak ona takat getirebilecek kimselerdir. İstikra neticesin­de görülmektedir ki, meşakkatlerin mevcudiyetine dâir vehimler, bizzat o meşakkatlerin hükmünü almamakta, daha hafif bir hükme tabi tutulmaktadır. Çünkü vehimler bir çok hallerde isabetli değil­dir. Şu halde vehim durumunda gerçek anlamda bir meşakkat bu­lunmamaktadır. Gerçek meşakkat, ruhsat için konulmuş olan illet olmaktadır. O da olmadığına göre, hüküm bağlayıcı olmayacaktır. Ancak mazinne —ki sebeb olmaktadır— hikmet makamına geçerse, o takdirde sebeb bağlayıcılık için değil de câizlik için dikkate alına­bilecektir. Çünkü mazinne (illetin muhtemelen bulunduğu yer) illet demek olan hikmeti kemâli üzere gerektirmez. Dolayısıyla daha uy­gun olan davranış şekli asıl olanla amel etmek olacaktır. Sonra vehme dayalı olan meşakkatlerin dikkate alınması hakîkî meşak­katlerden olabilir şeklindeki bir ihtiyata yöneliktir. Hakîkî olan ise vuku bakımından aynı düzeyde bulunmamaktadır. Dolayısıyla vehme dayalı mi|tkkıibr ttitrin» hük...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 01:26:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 27 Eylül 2010, 01:26:55 »

[1] Tahkîk erbabı "azîmet" tabirini ancak karşılığında "ruhsat" bulunmanı durumunda kullanırlar. Bir konuda herhangi bir şekilde ruhsat bulun­muyorsa onun hakkında azîmet tabirini kullanmazlar. İsterse o şey genol mâhiyetli ve baştan konan hükümlerden olsun, netice değişmez. Yukarı­da yapılan tarif içerisine ise, bu türden olan hükümler de girmektedir. Bu itibarla müellifin tarifi tahkîk erbabının tarifine uygun düşmemektedir.

[2] Bu ve ikinci meselede de geleceği üzere ruhsatın hükmünün ibâha olması şeklindeki ifâdeler, azimet ve ruhsatın vaz´î hüküm olmalarına engel de­ğildir. Çünkü mesela namaz, oruç ... gibi şeylere hem teklif hitabı taalluk eder hem de vaz hitabı taalluk eder. Mesela onların vâcib olmaları teklîf hitabının neticesi; mukim iken şöyle, sefer halinde iken böyle îfâ edilme­leri ise vaz hitabının bir neticesi olmaktadır. Tahrîr adlı eserde şöyle de­nilir: "Şâri´in ruhsutlıırlıı ilgili olmak üzere iki hükmü vardır: Birincisi onun vâcib, mendûb y« dit tnübAh olması hakkındaki hükmü ki, bu teklîfî hükümler içerİHİnu giror. Mükellef hakkında ortaya çıkan bir özüre mebnî olmak üzere onun haline milııAHİb bir şekilde hükmün hafîfletil-mesine yönelik olmak üzeru konulmuş olması açısından da vaz´î hükümler içerisi­ne girer..."

[3] Bakara, 2/104.

[4] En´âm, 6/106.

[5] Bakara, 2/198.

[6] Bakara, 2/187.

[7] Bakara, 2/203.

[8] Bakara, 2/229.

[9] Nisa, 4/19.

[10] Tevbe, 9/5.

[11] Hz. Peygamber (as) gazvelerden birisinde öldürülmüş bir kadın gördü. Bunun üzerine kadın ve çocukların öldürülmelerini yasakladı, (bkz. Ebû Dâvûd, Cihâdl 11; İbn Mâce, Cihâd 30; Ahmed, 2/22 ...)

[12] Müellif, bu sözleriyle usûlcülerin tariflerindeki eksikliği tamamlamak is­tediğini ve kendi tarifinde getirdiği meşakkat verici ifadesi olmadığı tak­dirde tarifin tam olmayacağını ve o takdirde ruhsat kapsamına kırâz (mudârabe) ve benzeri tasarrufların da gireceğini belirtmek istemektedir. Vakıa usûlcüler ruhsatı sadece bu özelliği ile tarifle yetinmişler ve ruhsatı "Haram kılıcı delîlin bekasıyla birlikte bir özür sebebiyle meşru olan şeydir. Şayet özür olmasaydı haram kılıcı delîl etkisini sürdürecek­ti." şeklinde tarif etmişlerdir. Gizli değildir ki, usûlcülerin bu zikrettikleri özellik sayesinde kiraz (mudârabe) ve benzeri tasarruflar ruhsat kapsa­mına girmeyecektir. Çünkü haram kılıcı delîlin bekâsının anlamı, özrün bulunmaması durumunda men delîlinin mamulün bih (kendisiyle amel edilen) olarak duvum etmiş olmasıdır. Kırâz ve benzeri tasarruflarda ise böyle bir durum yoktur.

[13] Buhârî, Salât İH; Müdlim, Salât 77; Ebû Dâvûd, Salât 68 ...

[14] Cemâatin imânın muvafakati tekmîlî bir esas olmaktadır. İmâmın otura­rak namaz kılması ruhanttır, uma cemâatin ona uyarak oturmaları ruh­sat değildir.

[15] Bakara, 2/173.

[16] bkz. İbn Mâce, Ticfirat 20; Huhârî, Büyü 55.

[17] Yani tahsîniyyât için olan tukmîlî esaslardan. Çünkü cemâat genel an­lamda tahsîniyyâttıın olmakladır. Cemâatin imâma uyması ise onun ta­mamlayıcısı duruınundııdır. Nitekim orduyu iki kısma ayırarak imamla birlikte namaz kılmalıırınııı temini de tahsînîyyâttan olmaktadır. Her iki meselede meşakkut Imlıınmııdıftı için birinci mânâsında ruhsat kapsamı­na girmesi mümkün değildir.

[18] Yani birinci mAnAmnın ılımında bir mânâda. Çünkü böyle bir duruma "azîmet" adında bınjkıı bir hükmün taalluk etmesi söz konusu değildir. Aksine böyle bir kilimimin olıırurak namaz kılması bizzat azîmet hükmü olmaktadır. Birinci kıılİMiulııj peklinde ruhsat ancak hâcî olan hususlarda olabilir; başka durııınltu´rin olmaz. Tahsînî ya da zarurî olan hususlarda birinci anlamında ruhun! tabiri kullanılmaz. Eğer kullanılmışsa o ruhsat­tan maksat bu lanı Ulu utlusu «dilun mânâ olacaktır.

[19] Bakara, 2/286.

[20] A´râf, 7/157.

[21] Hadisin tamamı şöyle: "Hz. Peygamber (as) bir iş yaptı da o işe ruhsat verdi. Az sonra bu ashabından bazı kimselerin kulağına vardı. Galiba on­lar bundan hoşlanmadılar ve ondan çekindiler. Derken Rasulullah (as) bunu duydu. Ve hutbe okumak üzere ayağa kalkarak:

"Birtakım adamlara ne oluyor ki, benim ruhsat verdiğim bir iş kulak­larına varıyor da ondan hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar ! Vallahi ben on­ların Allah´ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım!" buyurdular, (bkz. Müslim, Fedâil 127; Buhârî, İtisâm 5).

[22] Ahmed, 2/108.

[23] Yani daha önce geçen kullanılış şekillerinde göz önünde bulundurulan kayıtlardan uzak olarak. Bu, dört kullanılış şekli içerisinde en genişi ol­maktadır.

[24] Zâriyât, 51/56

[25] Tâhâ, 20/132.

[26] Yani bazan mendûbu mübâhdan (inde tutar (takdim) ve âhiretteki hazzı­nı dünyadaki hazzı üzerine tercih otmiş olur, Bu durumda şöyle demek de doğru olur: Kişi bu mendûbu iylıımuk Küreliyle Kabbinin hakkını kendi hazzına tercihte bulunmuştur. Hazmı du mülıAhı rnendûbdan önde tutar. Ancak bunu yaparken kasdı, Allah´ın kendi üzerindeki haklarından biri­nin de ruhsatlarından yü/. çoviııiHimıık v« o mubahla kendisine getirdiği genişliği çevirmemek olduğu nııkUmı olur. Hu takdirde mübâhı kendi hazzı dolayısıyla işlumiy olmnx; »kilim unun Kabbinin kendi üzerinde bir hakkı olduğu noktasından haroktıUn l|l«ıııiş olur. Gerçi bu durumda nef­sinin hazzı da gerçekloılyonıa du bu »sil <ıl«rnk değil, tâbiiyet yoluyla ol­maktadır. Birinci takdire (Jrtre mUbAhı doğrudan ortadan kaldırmış ve kendisinden uzakluytırnıif olur. lklıu

[27] Şatibi, El-Muvafakat İslami İlimler Metodolojisi, İz Yayıncılık. 1/301-308

[28] Bakara, 2/173.

[29] Mâide, 5/3.

[30] Nisa, 4/101.

[31] Nahl, 16/106. Bu âyette zor altında küfür kelimesi söylemek durumunda olan kimsenin kalbi imanla dolu olmak kaydıyla Allah´ın gazabına ve çe­tin azabına uğramayacağı istisna yoluyla belirtilmiştir. Bu durumda mü­minin küfür sözünü söylemesine ruhsat verilmesi sadece kendisinden gü­nah ve sorumluluğun kaldırmış olması demektir. Daha önce geçtiği üzere mübâhm iki anlamından birisi de işte bu mânâ olmaktadır

[32] Bakara, 2/236. Talakın aşırı şekilde yerilmesi onun caiz olmadığı zannını doğurabilirdi. Bu yüzden onun mübâh olduğunu belirtmek üzere bu âyette onda bir günah olmadığı belirtildi

[33] Bakara, 2/198. Müslümanlar hac mevsiminde ticârette bulunmaktan bir sıkıntı duymuşlardı. Çünkü ticâret cedelleşmeye sebebiyet verebilirdi. Cedelleşmeden, çekişmeden de yasaklanmışlardı. Bunun üzerine durumu Hz. Peygamber´e (as) iletmişler ve bu âyet gelmişti.

[34] Bakara, 2/235

[35] Bakara, 2/185. Ayetin bu kısmında şayet tutmazsa onu kaza etmesi gere­ği belirtilmekte; tutup tutmamasının mübahlığı belirtilmemektedir. An­cak âyetin ilerisinde golün "Allah. Kİzin için kolaylık diler." buyrulması ayetle istidlali güçlendirir. Yıtni "Allah sizin sıkıntıya girmenizi istemez ve hastalık ve yolculuk Kininimin oruç tutmamanız durumunda sizden gü­nahı kaldırır." domuk olur

[36] bkz. Buhârî, Savm 37; Müslim, Sıyâm 95-100; Ahmed, 3/12... Bu durum­da iken hiçbir kimsenin birbirini kınamaması sefer sırasında iken oruç tutup tutmamanın mübâh olduğunu gösterir.

[37] Bakara, 2/29.

[38] A´râf, 7/32.

[39] Nâziât, 79/ 33.

[40] Bizzat Şâri´in ifâdesinde du "ruhsat" kelimesi kolaylık anlamında kul­lanılmıştır. Mesela "Allah azimetlerin işlenmesini sevdiği gibi, ruhsat­ların (kolaylıkların) işlenmesini de görmek ister." hadisinde olduğu gibi. Usûlcüler genelde ıstılâhî mânâ ile kök mânâ arasında bir irtibat kurar­lar. Burada müellif de aynı şeyi yapmaktadır. Onun maksadı bunu temel bir delîl olarak ortaya koymadan ziyâde yaklaştırıcı bir unsur olarak ar-zetmektir.

[41] Bakara, 2/158.

[42] Bakara, 2/203.

[43] bkz. Buhârî, Hac 76.

[44] Bakara, 2/198. Müslümanlar hac mevsiminde ticârette bulunmaktan bir sıkıntı duymuşlardı. Çünkü ticâret cedelleşmeye sebebiyet verebilirdi. Cedelleşmeleri, çekişmeleri de, yasaklanmıştı. Bunun üzerine durumu Hz. Peygamber´e (as) iletmişler ve bu âyet gelmişti.

[45] Nur, 24/61. Zengin olanlar kendi ailelerinden olan kimseleri yemeğe da­vet ediyorlar; fakat onlar "Buna yoksullar bizden daha çok hak sahibidir." diyorlar ve onlar dururken kendilerinin yemelerinden sıkıntı (günah) hissettiklerini söylüyorlardı. Bunun üzerine bu âyet gelmişti.

[46] Feth, 48/17.

[47] Bakara, 2/235

[48] Arafat´ta öğle ve ikindi namazlarını cem-i takdimle öğle vaktinde; Müz­delife´de akşam ve yatsı namazlarını cem-i tehirle yatsı vaktinde kılmak şeklinde.

[49] Ahmed, 2/108.

[50] Bakara, 2/185. Allah´ın ruhsatları sevmiş olması keza bizim hakkımızda kolaylığı murâd etmesi, ruhsatların Allah´a hoş geldiğinin bir delili ol­maktadır. Bu da en azından mendûb düzeyinde ruhsatlara yönelik bir ta­lebin bulunmasını gerektirir.

[51] A´râf, 7/32.

[52] Bakara, 2/158.

[53] . Bir misal vermek gerekirse: Mesela öğle namazını geçiren bir kimse gU-rûb vaktinde kazasının caiz olmadığı zanmnda bulunur. Bu durumda ona mesela "Eğer namazını bu vakitte kılarsan sana bir günah yoktur." denil­diğinde, bu sözden kasıd o kişinin şüphesinin izâlesi miktarınca cevap vermek olur. Yoksa bu ifâdeden amaç öğle namazının kendisine vâcib ol­duğunu bildirmek değildir.

[54] Yani: Bu durumda ondan murad taleb ve vücûb olacaktır ve bu tabirde sebeb göz önünde bulundurulmuş olacaktır. Sebeb şudur: Müslümanlar Safa ile Merve arasında sa´y etmeyi hoş görmemektedirler. Çünkü daha önceleri bu iki tepecikte İsaf ve Naile denilen iki put bulunmakta ve in­sanlar bunlara ellerini sürerek tazimde bulunmakta idiler. Bunun üzeri­ne âyet inmiş ve ifâdede müslümanların duydukları sıkıntı ve hoşnudsuz-luk göz önünde bulundurulm...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes