Hazf ve zikir By: sumeyye Date: 23 Eylül 2010, 18:37:06
HAZF ve ZÝKÝR
KUR'ÂN KÜLTÜRÜ
Sahabeden bu yana, büyük ölçüde usûl-i tefsir çerçevesi dahilinde, Kur'ân, yorum ve tefsire tâbi tutulmuþtur. Tabii, tefsir derken onun da bir sürü þartý ve usûlü vardýr. Bu arada re'y ile tefsiri küfür sayanlar olmuþtur.
Tefsirde ilk misal Efendimiz (sav)'dir. Bu itibarla, önce O'nun hayatýna bakýlýp, model çýkarýlmalý, sonra da sahabeye müracaat edilmeli.. daha sonra da, insan aklý, insan düþüncesi ve insan muhakemesinin bir hikmet-i vücûdu olabileceði mülâhazasýyla Kitap ve Sünnet atkýlarý arasýnda re'y örgülerine gidilmelidir.
Ancak, her ne olursa olsun mutlaka Kur'ân dili ortaya çýkarýlmalý ve Ýslâm dünyasýndaki bütün eserler mutlaka yeniden gözden geçirilmelidir. Kur'ân beþer için nazil olmuþ ve Efendimiz (sav) tarafýndan da namazda okunmasý tâlim edilmiþtir. Ne var ki böylesine hayatýmýzý þekillendirmek için nazil olan Kur'ân'ý, bugün insanýmýz gerektiði gibi bilemiyor, hatta bilme gayreti de göstermiyor. Onu, sadece namazda ve namaz sûreleri olarak okunan kadarýyla biliyor. Halbuki Kur'ân okunurken o insanýn içine sinmeli, okuyan onu düþünmeli ve ondan bir kýsým esintiler duymaya çalýþmalýdýr. Aksi halde onu anlamýþ sayýlmayýz. Kur'ân-ý Kerîm, Efendimiz (sav)'in ifadesiyle en az ayda bir defa hatim edilmelidir. Evet hatim, üç-beþ güne sýkýþtýrýlmamalýdýr. Zira o zaman, düþünmeden okunmuþ olur. Kur'ân baþtan sona mülâhaza edilmeli ve bir bütün olarak ele alýnmalýdýr. O, bir âyet oradan bir âyet buradan bölük-pörçük anlaþýlamaz. Kur'ân'ý anlamak için bir o kadar da sünnetin bilinmesi lazýmdýr. Yoksa M. Ýkbal'in ifadesiyle, çok defa "Kalpler mü'min, kafalar da kâfir" olur. Sünnet, Kur'ân'ýn tertibi ve hayata geçiriliþini ifade eder. Bu yüzden o bilinmezse, Kur'ân kültürü anlaþýlmaz. Anlaþýlmadýðý için de tabiî olarak hayata geçirilemez.
Efendimiz, "Onlar bir vadide, Kur'ân ayrý bir vadidedir" buyurarak, ümmetine âit negatif görüntülerden birini dile getirir. Bu hadisten bizim anladýðýmýz ve aldýðýmýz, ümmetin Kur'ân kültüründen uzaklaþacaðý þeklindedir ki; en az beþ asýrdýr Müslümanlar böyle bir mahrumiyetin cenderesi içinde olduklarý söylense hata yapýlmýþ olmaz.
Son iki asýr itibariyle ise, Kur'ân kültürüne vâkýf insan sayýsý yok denecek kadar azdýr. Daha önceki üç asýrda bu nisbet, mevcudun üçte birine ulaþýyor olduðu söylenebilir.
Bununla beraber günümüzde Kur'ân'a ciddi bir yöneliþ var. Daha önceleri yaþanmýþ mahrumiyet, sanki içlerde sadece hasret mayalamýþ da, þimdilerde insanýmýz, önü alýnmaz bir hasretin þevkiyle ve olabildiðince bir coþku ve heyecanla Kur'ân rûhuna ve Kur'ân kültürüne yönelmektedir.
Gerçek Kur'ân kültürü; Kur'ân'ýn dünya ve ukbayý kucaklayan derinliðiyle alýnýp hayata maledilmesiyle mümkündür. Eþya ve hâdiseleri Kur'ân perspektifinde yorumlama, Kur'ân kültürüne âit ayrý bir televvündür. Þimdilerde dünyamýz pek çok yaný itibariyle, bu kültür televvünüyle âdetâ renk renk açmýþ çiçeklerle dolu bir bahçeye benziyor...
Ondaki güzellik ve râyiha, her isti'dât sahibini kendinden geçirecek kadar büyüleyicidir. Evet sanki þimdiler, büyük isti'dâtlarýn Kur'ân dünyasýna dehalet mevsimi gibi. Gelecekte, bu anlayýþ daha bir geliþecek ve -inþaallah- hayatý bütün üniteleriyle tesir sahasýna çekecektir.
Kimbilir belki de o, yarýnki dünya hayatýnýn bizzat kendisi olacaktýr! (Fasýldan Fasýla-2, 169-171)
Kur'ân-ý Mu'cizu'l-Beyan'ýn i'cazýnýn þaheserliðine ve icazýnýn güzelliðine misâllerden biri de Kur'ân'daki hazf(*) ve zikr mevzuûdur. Sözü daha fazla uzatmadan Kur'ân-ý Kerim'deki bazý âyetlere göz atarak bu hususu aydýnlatmaða çalýþalým.
Birinci Misal: Allahu Teâla Nisa sûresinde þöyle buyurmaktadýr; "(Nikah ettiðiniz kadýnlarýn mehirlerini seve seve verin) Þayet ondan bir kýsmýný gönül hoþluðu ile kendileri size baðýþlarsa, onu afiyetle, rahatça yiyin" (Nisa, 4/4).
Ayette geçen "Henien" kelimesinin aslý el-Henîe olup, manasý; sevinmek, lezzet almak ve afiyeti olmaktýr. "Merîen" kelimesi ise el-Merî'den gelip, manasý; yemeðin rahatça boðazdan geçmesi, hoþ olmasý ve sonucunun iyi olmasýdýr. 1
Görüldüðü gibi âyet-i kerimede her iki sýfat birlikte zikrolunmuþtur. Malum olduðu üzere bir þeyin lezzetli olmasý neticesinin iyi olmasýný ve sonucundan da memnun kalýnmasýný gerektirmez. Zira Allahu Teâla birçok âyette cennet ehline hitab ederken; "Ýþlediðiniz amellere karþýlýk afiyetle yiyin, için" (Mürselât, 77/43).
"Yiyin için, afiyet olsun, (dünyada) geçmiþ günlerde takdim ettiðiniz salih amellere karþýlýk olarak" (Hakka, 69/24). buyurmaktadýr. Bilindiði gibi cennet ehlinin lezzet aldýðý nimetlerin neticeleri de güzeldir ve memnun kalýnýr. Binaenaleyh cennet ehlinden bahseden son iki âyette "Merîen" tabirinin zikri gerekmez. Ýhtiyaç da yoktur. Ýþte Kur'ân-ý Kerim ihtiyaç hasýl olmadýkça ve makam gerektirmedikçe bir kelime dahi israf etmemektedir.
Ýkinci misal: Allahu Teâla: "Kadýnlara zorla varis olmanýz size helal olmaz" (Nisâ, 4/19) buyurmaktadýr. Oysa Kur'ân-ý Kerim'de yasaklanan þeylerin çoðunluðu nehiy edatý ile birlikte gelmektedir.
"Çocuklarýnýzý öldürmeyin" (Ýsra, 17/31).
"Zinaya yaklaþmayýn!" (Ýsra, 17/32).
"Yetimin malýna da yaklaþmayýn!" (Ýsra, n/34).
".. Bir kavim diðer bir kavimle alay etmesin!" (Hucurat, 49/11).
"Birileriniz diðerlerini (arkasýndan) çekiþtirmesin!" (Hucurat, 49/12) gibi. Fakat Nisa sûresinde bahsolunan âyet-i kerime nehiy edatý ile gelmemiþtir. Bir baþka ifadeyle "Kadýnlara zorla vâris olmayýn denmemiþtir". Bu âyet üzerinde durup farklýlýðýnýn sebebini araþtýrdým. Ve bu âyete benzeyen; "Kadýnlarýnýza verdiðiniz mehirleri geri almanýz size helal olmaz" (Bakara, 2/229) misalinde olduðu gibi diðer âyetleri de yan yana getirdiðimde Rabbime sonsuz hamd ve senâ olsun þu neticeye vardým: Bu kelime (Lâ yehýllü) insanlarýn uzun müddettir yapageldiði, alýþkanlýk kazandýðý ve o iþi yapmalarýnda herhangi bir beis görmedikleri durumlarda gelmektedir. Fakat dikkat edilecek olursa Kur'ân-ý Kerim'de bu kelimenin zikrolunmadýðý, yasaklama konulan aslen insan tabiatýnýn nefretle karþýlayýp, örfün de kabul etmediði durumlardýr.
Üçüncü misal: Kur'ân-ý Kerim'de iki âyet zaferin ancak Cenâb-ý Hakk'a ait olduðunu ve kimsenin ona bir dahli olmayacaðýný vurgular. Bunlardan biri; "Zafer ancak aziz ve hakim olan Allah'tandýr" (Âl-i Ýmran, 3/ 126). Diðeri ise: "Zafer ancak Allah'tandýr. Allah her þeye mutlak gâlip, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" (Enfal, 8/10).
Malum olduðu üzere, Enfal süresindeki âyet nüzul açýsýndan daha öncedir ve Müslümanlarýn düþmanlarý ile giriþtikleri ilk savaþ olan Bedir'den bahseder. Bu durumda onlar, nefislerinin itmi'nana ve kalplerinin sebata en çok ihtiyacý olan kimselerdir. Belâgatýn psikolojik yönünün aðýr bastýðý ve insan nefsine etkisinin tartýþýlmazlýðý gerçeði ile Enfal sûresine muhatab olan Müslümanlarýn, Allah'ýn mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmete sahip olduðu hakikatlerini ( ) tekid edatý ile perçinleþtirmesi Kur'an'ýn i'cazýna daha uygun olmalýdýr. Görüldüðü gibi bu edat Âl-i Ýmran sûresinde zikrolunmamýþtýr. Zira bu âyetler kelimâtullahtýr.
"Biz bu Kur'ân'ý hakký tesbit için indirdik ve o hikmet ile indi" (Ýsra, 17/105).
Dördüncü misal: Kur'ân-ý Kerim'de "Kim Allah'a ve Resulüne karþý gelirse ona Allah'ýn azabý çok þiddetlidir" (Enfâl, 8/13). Ve "Kim Allah'a karþý gelirse þüphe yok ki Allah çok þiddetli azab edicidir" (Haþr, 59/4) âyetlerine dikkat edildiðinde mezkur olan son âyette Lafz-ý Celâlin yanýnda Rasulullah zikri yoktur. Zira bu âyet Beni Nadîr'den bahsetmektedir. Enfal süresindeki âyet ise Rasulullahý kasdetmektedir. Zira bu sûre Bedir'den bahisle Mekke ehlini, anlatmaktadýr. Malumdur ki Mekke ehli yeni bir din olma hasebiyle Ýslâm'a, þahsî hased ve kin besleme yönüyle de Rasulullah'ýn þahsýna düþmanlardý. Bu makamda O'nun (sav) zikri gerekmekteydi. Hatta Zuhruf sûresindeki diðer bir âyette "Yine þöyle dediler: Þu Kur'ân, iki memleketten (Mekke ve Tâif) bir büyük adama (mal ve mevkisi büyük birine) indirilseydi ya!.." (Zuhruf, 43/31) buyrulmaktadýr.
Beþinci misal: Cihad Kur'ân-ý Kerim'de bazan mü'minlere emir makamýnda bazen de övgü makamýnda zikrolunmaktadýr. Birinci kýsma misal: "Ey müminler, gerek hafif (suvari) gerek aðýrlýklý (piyade) olarak seferber olun ve mallarýnýzla, canlarýnýzla Allah yolunda cihad edin. Eðer bilirseniz bu sizin için pek hayýrlýdýr" (Tevbe, 9/41).
Ýkinci kýsma misal de; "Ýman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarýyla ve canlarýyla savaþanlar Allah katýnda daha büyük derecelere sahiptirler. Ýþte bunlar dünya ve ahiret saadetine kavuþanlardýr. Rableri onlara kendinden bir rahmet ve rýza ile içinde tükenmez nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar cennetlerde ebedî olarak kalýcýdýrlar. Muhakkak ki en büyük mükafat Allah katýndadýr" (Tevbe, 9/20-22).
Dikkat edilirse âyetlerde zikri geçen "cihad" bir yönden mal ve can ile diðer yandan da bu cihadýn Allah yolunda olmasý ile irtibatlanmýþtýr. Bunlardan 1. âyette olduðu gibi bazen mal ve can takdim olunmuþ, bazen de 2. âyette olduðu gibi "Allah yolunda" ibaresi takdim olunmuþtur. Bizi doðrudan ilgilendiren þimdi gelecek olan âyet-i kerîmedir. Bu âyet; "Fakat Peygamber ve O'nun beraberindeki müminler, mallarýyla ve canlarýyla cihad ettiler. Ýþte bütün hayýrlar bunlarýn. Ve asýl kurtuluþa erenler de iþte bunlardýr. Allah onlara altlarýndan nehirler akan cennetler hazýrladý. Ýçlerinde ebedî olarak kalacaklar. Ýþte bu en büyük saadettir" (Tevbe, 9/88-89). Âyette görüldüðü gibi "Fî sebîlillah" ibaresi zikredilmemiþtir. Zira âyet Rasûlullah (sav) ve O'nunla þerefyâb olmuþ ashabýndan bahsetmektedir. Onlarýn cihadý tabiatýyla "Fî sebîlillah" Allah yolunda ve O'nun rýzasý dahilindedir. Dolayýsýyla bu ibare zikredilmemiþtir. Fakat diðer âyetler mü'minlere amellerinde ihlaslý olmalarý yönünde irþad makamýndadýr. Ve mezkur ibare gerekmektedir.
Altýncý misâl: Hûd sûresine geçiyoruz. Allahu Teâla; "Ýþte onlar, yeryüzünde (bizi) âciz býrakmazlar, (Allah'ýn azabýndan kaçýp kurtulamazlar). Onlarýn Allah'tan baþka dostlarý da yoktur. Azaplarý kat kat artýrýlýr. Çünkü onlar (hakký) iþitemiyor (kadir olamýyor) ve gerçeði görmüyorlardý" (Hûd, 11/20). Bu âyetin üzerinde durmak ve tedebbür etmek gerekmektedir. Zira oldukça deðiþik bir üslupta gelmiþtir. Bu âyetin de içinde yer aldýðý Hud sûresi; "Elif, Lam, Ra. Bu bir kitabtýr ki âyetleri en saðlam bir nazýmla kuvvetlendirilmiþtir. Sonra hikmet sahibi, her þeyi bilen Allah tarafýndan, bu âyetler, hüküm ve öðütlerle açýklanmýþtýr"(Hûd, 11/1) ifadeleriyle baþlamaktadýr.
Yukarýdaki ilk âyette Cenâb-ý Hak müþriklerden duyma ve görme objelerini nefyetmektedir. Bunu yaparken de "duyma" hususunu "istitâa" yani kâdir olabilme ile beraber getirmiþtir. Bu durum "görme" hususunda böyle olmamýþtýr. Daha açýk bir ifadeyle âyet, "Onlar iþitemiyorlar ve (gerçeði) göremiyorlar", veya "Onlar iþitmiyorlar ve görmüyorlar" þeklinde deðil "Onlar iþitemezlerdi ve görmüyorlardý" ifadesiyle gelmiþtir.
Bazý müfessirler bu konu ile ilgili çok þey söylemiþlerdir.2 Bazýlarý bu sýfatlarýn, kendilerini Allah'tan kurtaracak evliya (yardýmcýlarý) olan putlarýn sýfatlarýdýr demiþtir.
Ayette geçen "Onlar (hakký) iþitmeðe kadir olamazlardý" cümlesi "Kendilerini Allahtan kurtaracak yardýmcýlarý, hamileri yoktur" cümlesine bitiþiktir. Aradaki "Onlarýn azabý kat kat olacaktýr" cümlesi ise cümle-i mu'terizadýr.
Kanaatime göre (Allahu alem) "Onlar (hakký) iþitmeðe kadir olamazlardý" sözü insanlarý Allah'ýn hak olan yolundan çeviren müþriklerden bahsetmektedir. Ve "kadir olabilme sözünün iþitme ile mukarin olmasý da onlar hakkýndadýr. Zira Ýslam tarihine göz atýldýðýnda Mekke devrinde müþriklerin Kur'ân-ý Kerim'i dinlemekten âdetâ kaçýndýklarýna þahid olmaktayýz. Bu hususta birbirlerine de tavsiyede bulunmaktadýrlar. Hatta bir keresinde Rasulullah Efendimiz (sav), Utbe b. Rebia'nin önünde Fussilet sûresini okumaktadýr. "Yüz çevirecek olurlarsa de ki: Sizi Ad ve Semud'un þiddetli azabý gibi bir azabla korkutuyorum"(Fussilet, 41/13) âyeti gelince Utbe O'na (sav) "Ey kardeþimin oðlu yeter" diyerek eliyle Efendimiz'in mübarek aðzýný kapatmýþtýr.
Bunun gibi hâdiseler âyet-i kerimenin sýrrýný ortaya koymaktadýr. Zira onlar Kur'an'ýn nefislerinde býrakmýþ olduðu sihirli etkiden korkarak onu dinlemekten kaçýyorlardý. Dinleyemiyorlardý. Bu durum "görme" hâdisesine mevzuubahis olamaz. Öyleyse âyette geçen "kadir olma" lafzýnýn bir görevi, iþaret etmek istediði bir husus vardýr. Ona binaen gelmiþtir.
Yedinci misal: Son olarak Mülk sûresine geçiyoruz. Allahu Teâla: "O kafirler, üstlerinde kanatlarýný açarak ve kanat çýrpýp kapayarak uçan kuþlara bakmazlar mý? Rahmandýr ancak onlarý tutan. Muhakkak ki o her þeyi görendir" (Mülk, 67/19} buyurmaktadýr. Öle yandan Nahl sûresinde: "Gök boþluðunda musahhar edilen kuþlara bakmadýlar mý? Onlarý (kanatlarýný açarken ve kapatýrken) ancak Allah (kudreti) ile tutuyor. Elbette bunda iman edecek bir topluluk için (ibret alacak) çok alâmetler vardýr" (Nahl, 16/79) buyrulmaktadýr.
Her iki âyet içindeki i'cazýn sýrrýný düþündüm. "fevka" kelimesi Mülk sûresinde zikrolunurken Nahl sûresinde geçmemektedir. Ayrýca "musahhar" kelimesi de ilave edilmiþtir.
Dikkat edilecek olursa Mülk sûresi Hak'tan yüz çevirenlere tehdit makamýnda, korkutmak ve inzar için gelmiþtir. Zira mezkur âyetten önce "O zaman anlarsýnýz korkutmam nasýlmýþ? Doðrusu onlardan öncekiler de yalanlamýþlardý; fakat Beni inkâr etmeleri nasýlmýþ (azabýmý bir hakikat olarak bulmadýlar mý)?" (Mülk, 67/17-18) âyetleri zikredilmiþtir. O halde Mülk sûresinde geçen "fevkahum" (onlarýn üstünde) kelimesi belli bir gaye ve vazife için gelmiþtir. O da küçük olan bu zayýf yaratýk bile, sizlerin üzerinizde bulunmaktadýr. Peki bu ulüvv ve tekebbür niye?
Nahl sûresi ise nimetlerden bahsetmektedir. Mezkur olan 79. âyetin öncesi ve sonrasýnda gelen âyetlere bakýldýðýnda bu gerçek ortaya çýkacaktýr. Bu makamda "Fevka" (üst, ulüvv) kelimesine ve onun taþýdýðý manaya ihtiyaç yoktur. Ayrýca bu kuþlarýn musahhar edildiði nimeti ta'dât makamýnda zikrolunmuþtur.
Ayrýca Mülk sûresinde mezkur âyet-i kerime (evelem) diyerek atýf vavý ilave edilmiþtir. Atýf da bir matuf gerektirir. O matuf da mahzuf bir fiil olup (yüz çevirenler) "gafil mi oldular ki, kör mü oldular ki, görmüyorlar" manasýndadýr. Ve buradaki istifham inkârý ve tevbîhî makamýndadýr. Bu durum Nahl sûresinde gerek duyulmadýðýndan mezkur harf zikredilmemiþtir.
Bu þekil misaller Kur'ân-ý Mûcizu'l-Beyân'da çok olup, burada zikrettiklerimizle iktifa ediyoruz.Çev: Dr. Cüneyd ErenDÝPNOTLAR
x Hazf lügatta silmek kaldýrmak demektir. Zikr ise hazfin zýt manasýna gelir, Burada kastedilen mana âyet içinde geçen kelimelerin bazen zikri bazen de zikredilmemesidir.(çev)
1. Bu hususta Fahruddin er-Râzî þöyle der: El-Henîu ve El-Merîu kelimeleri "Yemek hoþuna gitti ve afiyetle yendi" tabirinden alýnmýþ iki sýfattýr. Bu yemek boðazdan yað gibi akýp, külfetsiz yendiðinde denilir. El-Henîu yiyenin hoþuna giden þey. el-Merîu da neticesinden memnun kalýnan mânâsýna olduðu söylenmiþtir. Bkn: 7.344. er-Râzi, Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr. Terc: Prof. Dr. Suat Yýldýrým baþkanlýðýnda heyet.(çev).
2. Âyetteki; "Onlar (hakký) iþitmeye kâdir olamazlardý (onu) göremezlerdi de.. " cümlesinin anlattýðý sýfattýr. Bu ifâde ile, onlarýn dünyada iken, kalplerinin saðýr, ruhlarýnýn kör oluþu kastedilmiþtir. Alimlerimiz, bu âyete dayanarak, Allah Teâla'nýn kesblerinden dolayý mükellefte, onu imandan alýkoyacak þeyi yaratabileceðini söylemiþlerdir (Teklîf-i mâ lâ yutâk konusu, Ehl-i Sünnetle Mutezile arasýndaki ihtilaflý konulardan biridir). Ýbn Abbas (ra)'m þöyle dediði rivâyet edilmiþtir: "Allah Teâla kâfiri, hem dünyada hem de ahirette iman etmekten alýkoymuþtur. Dünyada alýkoyuþu, "Onlar hakký iþitmeye kâdir olamazlardý (onu) göremezlerdi de..." buyruðu ile; ahirette alýkoyuþu da, "O gün onlar secdeye davet edilecekler fakat buna güç yetiremiyecekler"(Kalem, 68/42) âyetiyle anlatýlmaktadýr. Bu istidlâlde sözün özü þudur: Allah Teala, onlarýn iþitmeye muktedir olmayacaklarýný haber vermiþtir. Bununla onlarýn ya sesleri ve harfleri duymaya muktedir olamayacaklarý ya da Allah'ýn delillerini anlamaktan aciz olacaklarý manasý kastedilmiþtir. Birinci ihtimal söz konusu olamaz. Çünkü ortada olan açýk durum onlarýn sesleri ve harfleri duyduklarýný göstermektedir. Dolayýsýyla, âyeti ikinci manaya hamletmek gerekir. Cübbâî buna cevap olarak þöyle demiþtir: Sem' lafzý, ya belli iþitme organý manasýnadýr, yahut da Cenâb-ý Hakk'ýn kulak boþluðunda yarattýðý þey (iþitmenin kendisi) manasýnadýr. O kul bu ikisine de muktedir olamaz. Çünkü o, bunu yapmaya veye yapmamaya gayret etse bile, bunlarý yapamaz. Bunun böyle olduðu sâbit olunca o kulda "istita'a"nýn (güç yetirmenin) olduðunu söylemek imkânsýzdýr. Ýstita'a imkânsýz olunca, kulda istita'anýn olmadýðýný söylemek doðru olur. Böylece âyetin zâhirinin biz (Mu'tezile'nin) görüþüne zarar vermediði sâbit olur. Hem sonra, âyetteki "Onlar iþitmeye kâdir olamazlardý.." ifadesi ile, onlarýn (hakký) iþitmeyi ihmâl etmeleri ve onu iþitmekten hoþlanmamalarý manasý kastedilmiþtir. Bu, týpký bir kimsenin, "þu dinlemeye muktedir olmadýðým (tahammül edemediðim) ama ister istemez kulaðýma gelen bir sözdür" demesi gibidir". (Er-Râzî, Fahruddin, age. XII, 536-537). (çev)Prof. Dr. Fadýl Hasan Abbas