Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Ruhumuzun heykelini ikame ederken By: sumeyye Date: 21 Eylül 2010, 18:02:23
RUHUMUZUN HEYKELÝNÝ ÝKAME EDERKEN


Daha önce, icmâlen yeryüzü mirasçýlarýnýn vasýflarýna iþaret etmiþtik. Þimdi o hususlarý biraz daha açarak netleþtirmek istiyoruz. Mirasçýnýn birinci vasfý, kâmil îmandýr. Kur'ân; insanýn yaratýlýþ gayesini marifet ufku, muhabbet rûhu, aþk u þevk buudu ve rûhânî hazlar televvünleriyle "îman-ý billah" olarak tesbit eder. Ýnsan, yerinde kendi özünden varlýðýn derinliklerine yollar vurarak, yerinde varlýktan deðiþik kesitler alýp özünde deðerlendirerek îman ve düþünce dünyasýný inþâ etmekle sorumlu tutulmuþtur. Bu, ayný zamanda onun rûhunda meknî bulunan insanlýk gerçeðinin ortaya çýkmasý demektir. Evet insan, ancak îmanýn aydýnlýðýnda, özünü, özündeki derinlikleri, varlýðýn hedef ve gayelerini sezip kâinât ve hâdiselerin iç yüzüne, eþyanýn perde arkasýna muttali olabilir; muttali olup varlýðý kendi buudlarýyla kavrayabilir. Ýnançsýzlýk týkalý ve boðucu bir sistemdir. Ýnançsýzýn nazarýnda varlýk bir kaosla baþlamýþ, rastlantýlarýn ürperten belirsizlikleri içinde geliþmiþ ve sür'atle de dehþet veren bir sona doðru kaymaktadýr. Bu sallana ve yuvarlana gidiþ içinde, ne ruha inþirah veren Rahmânî bir nefha, ne de bizi insânî emellerimizle kucaklayacak emniyet esintili küçük bir yer hatta ayaðýmýzý basacak kadar bir zemin vardýr.

Menþeini, hareket çizgisini, nereye ve neye yönlendirildiðini, vazife ve sorumluluklarýný sezebilen îman insaný ise, her þeyi apaydýn görür; ayaðýný basacaðý yere endiþesiz basar, tevcih edildiði hedefe korkusuzca ve güvenle yürür.. yürürken de varlýðý ve varlýðýn perde arkasýný elli bin defa kurcalar; elli bin defa eþya ve hâdiseleri imbikten geçirir; her kapýyý zorlar, her nesneyle münasebet yollarýný araþtýrýr.. bildiklerinin, bulduklarýnýn yetmediði yerlerde, o güne kadar kendisinin veya baþkalarýnýn gerçekleþtirdiði tesbitlerin çehresinde görüp-duyduðu hakikatlerle yetinir ve yoluna devam eder.

Bu ölçüler içinde bir îman seyyahý, çok önemli bir güç kaynaðý keþfetmiþ sayýlýr. Evet "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" ile remzedilen ötelere ait bu cephane ve hazine öylesine önemli bir kuvvet kaynaðýdýr ki, bu kuvvet kaynaðý ve bu ýþýðý elde eden insanýn artýk baþka güç kaynaðýna ihtiyaç hissetmesi söz konusu deðildir. O, hep O'nu görür, O'nu bilir; O'nun maiyyetine koþar, hayatýný O'na yönelik yaþar; marifet ve itimadýnýn derinliði ölçüsünde bütün dünyevî güçlere meydan okuyabilir ve her þeyin üstesinden gelebileceði ümidiyle en olumsuz durumlarda bile þevkle yaþar bedbinlik ve karamsarlýða düþmez.

Bu husus, baþta Risâle-i Nur Külliyâtý olmak üzere dünya kadar esere mevzu teþkil ettiðinden þimdilik onlara havale edip geçiyorum.

Mirasçýnýn ikinci vasfý, yeniden diriliþin en önemli iksiri sayýlan aþktýr. Gönlünü Allah'a îman ve O'nun marifetiyle onarmýþ, donatmýþ bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlýða karþý derin bir muhabbet ve engin bir aþk duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekün varlýðý kucaklayan aþklarýn, vecdlerin, cezbelerin, incizaplarýn ve rûhânî zevklerin gelgitleri arasýnda yaþar. Her dönemde olduðu gibi, günümüzde de bir ulu diriliþi gerçekleþtirmek için, yepyeni bir anlayýþla, gönüllerin aþkla coþup, þevkle köpürmesine ihtiyaç var. Zira aþk olmadan, neticesi itibarýyla kalýcý hiçbir hamle ve hareketi gerçekleþtirmek mümkün deðildir. Hele bu hamle ve bu hareket ukbâ ve öteler buudlu ise.. Allah karþýsýnda var eden ve var olan münasebetler içinde yerimizi belirlemek.. varlýðýmýz, O'nun varlýðýnýn, ziyasýnýn gölgesi olmasý itibarýyla yaratýlmýþ olmanýn hazlarýný duymak.. O'nun hoþnutluðunu yaratýlýþýn gayesi kabul edip, hep onu avlamaya çalýþmak çerçevesiyle sunacaðýmýz ilâhî aþk, sýnýrsýz ve sýrlý bir güç kaynaðýdýr. Yeryüzü mirasçýlarý bu kaynaðý ihmal etmemeli, onu köpürte köpürte yaþamalýdýrlar. Batý, aþký, madde televvünlü buudlarýyla filozoflarýn arkasýnda felsefenin sisli-dumanlý ikliminde tanýdý; tattý ve yol boyu þüphe ve tereddütler yaþadý. Biz varlýða, varlýðýn kaynaðýna, kitap ve sünnet adesesiyle bakacak, Yaratan'a karþý gönüllerimizde tutuþturduðumuz sevgiyi, aþk u hummayý, ondan ötürü, bütün varlýða karþý duyduðumuz alâkayý bu iki kaynaðýn dengeleyici prensiplerine ve metafiziðe açýk enginliklerine sýðýnarak gerçekleþtireceðiz. Zira insanýn menþei, kâinattaki yeri, var olmasýnýn hedefi, takip edeceði yol ve bu yolun sonu, bu iki kaynakta, insan düþüncesi, insan hissi, insan þuuru ve insan beklentileriyle o denli uyum içindedir ki onu hissedip de hayret etmemek ve hayranlýk duymamak mümkün deðildir. Bu iki ak kaynak, gönül erleri için birer aþk u þevk fevvâresi, birer cezb u incizap madenidir. Onlara duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle mürâcaat edenler boþ dönmez, onlara sýðýnanlar da ebedî ölmez. Elverir ki, sýðýnanlar, bir Gazâlî, bir Ýmam Rabbânî, bir Þah Veli, bir Bediüzzaman derinlik ve samimiyetiyle sýðýnsýn; bir Mevlânâ, bir Þeyh Gâlip, bir Mehmed Âkif heyecanýyla yaklaþsýn; bir Hâlid, bir Ukbe, bir Salahaddin, bir Fatih ve bir Yavuz îman ve aksiyonuyla yönelsin.. evet, bunlarýn o köpük köpük bütün zamanlarý ve mekanlarý saran aþk u þevkini, çaðýmýzýn usûl, üslûp ve metodlarýyla harman yaparak, Kur'ân'ýn devirleri aþan ve eskimeyen rûhuna, dolayýsýyla da evrensel bir metafiziðe ulaþmak bizim ikinci adýmýmýzý teþkil edecektir.

Mirasçýnýn üçüncü vasfý; akýl, mantýk ve þuur üçlüsüyle ilme yönelmek olacaktýr. Ýnsanlýðýn, bir kýsým karanlýk faraziyeler arkasýnda sürüklendiði bir dönemde insanlardaki genel temayüle de bir cevap teþkil edecek olan bu yöneliþ, topyekûn beþerin kurtuluþu adýna ehemmiyetli bir adým olacaktýr. Evet, Bediüzzaman'ýn da iþaret ettikleri gibi: Ýnsanlýk âhir zamanda her þeyiyle ilme ve fenne yönelecek.. o bütün kuvvetini ilimden alacak.. hüküm ve kuvvet bir kere daha ilmin eline geçecek.. ve ilimlerin geniþ kitlelere kabul ettirilmesinde fesâhat, belâgat ve ifade üstünlüðü de herkesin alâka duyduðu bir mevzu haline gelecek.. yani yeniden bir ilim ve beyan devri yaþanacak. Zaten, çevremizi saran vehimlerin sisli-dumanlý atmosferinden sýyrýlýp gerçeklere ve Gerçekler Gerçeði'ne ulaþabilmemiz için de baþka yol yok. Evet, son birkaç asýrlýk boþluðu aþmamýz, marifette doygunluða ulaþmamýz; yýllar ve yýllar boyu yaþadýðýmýz ezikliðin þuuraltý tahribini onararak bir kere daha kendi kendimizi isbat etmemiz, ilmin, Ýslâmî düþünce menþûrundan geçirilerek temsil ve ifade edilmesine baðlýdýr. Yakýn tarihimiz itibarýyla bizde bazen yönü ve hedefi belirlenmediði, bazen de ilim bilime, bilim de felsefeye karýþtýrýldýðý için ilmî düþüncede ciddi kargaþalar yaþandý ve ilim adamlarý da tamiri zor itibar kaybýna uðradýlar. Ülkemizde yaþanan bu boþluk yabancýlarýn iþine yaradý; memleketimizin hemen her köþesinde harýl harýl mektepler açtýlar ve bu eðitim yuvalarý vasýtasýyla nesillerimize yabancýlýk aþýladýlar. Bizden bir kesim de, en istidatlý vatan evlatlarýný, hatta el-ayak öperek bu okullara yerleþtirdi ve bu yabancýlaþmayý biraz daha hýzlandýrdý. Belli bir süre sonra, bu toy ve aldatýlmýþ nesillerde "Ne din kaldý, ne îman; din harap, îman da türâp olup" gitti.. gitti ve milletçe, hem düþüncede, hem tasavvurda, hem sanatta hem de hayatta benlik müptezelliðine maruz kaldýk. Niye olmasýn ki; hiçbir endiþeye kapýlmadan genç dimaðlarý emanet ettiðimiz bu mekteplerde, bilâ istisnâ, Amerikan kültürü, Fransýz ahlâký, Ýngiliz görenek ve gelenekleri her zaman ilmin ve ilmî düþüncenin önünde oldu. Bu itibarla da gençlerimiz içinde bulunduklarý çaðý ilmiyle, tekniðiyle, teknolojisiyle yakalayacaklarýna, deðiþik kamplara ayrýlarak Marksçýlýk, Durkheimcilik, Lenincilik, Maoculuk oyunu oynamaya baþladýlar. Kimi komünizm ve proletarya diktatörlüðü rüyalarýyla avundu.. kimi gidip Freud kompleksine saplandý.. kimi aklýný varoluþçuluða kaptýrarak Sartre'e takýldý.. kimi Marcus deyip salya attý.. kimi de ömrünü Camus'un hezeyanlarý arkasýnda geçirmeye durdu... Evet bu ülkede bunlarýn hemen hepsi yaþandý ve bu iþin dâyeliðini de sözüm ona ilim yuvalarý yüklendi. Bu buhranlar döneminde bir kýsým kara ses ve kara aðýzlar, durmadan dini, dindarý karalýyor ve sürekli batý menþe'li çýlgýnlýklarý nazara veriyorlardý. Elbette ki, bizim o dönemi ve o dönemin ucuz piyonlarýný unutmamýz mümkün deðildir. Ülkemiz ve insanýmýza raðmen bu zemini hazýrlayanlar, ma'þerî vicdanda ilelebed tarihî suçlular olarak yâd edileceklerdir.

Þimdi biz, içlerimizde bulantý, gönüllerimizde sýzý bu karanlýk dönemi ve o günün serkârlarýný kendi mesâvileriyle baþ baþa býrakarak, geleceðimizi inþâ edecek düþünce iþçilerinden bahsetmek istiyoruz.

Evet, gençlerimize aþýlayacaðýmýz ilmî düþünce sayesinde, batýdan asýrlar ve asýrlar önce de gerçekleþtirdiðimiz gibi, onlarýn ilimle, fikirle kaynaþýp bütünleþmesini saðlayýp mutlaka kendi yenilenmemizi (Rönesans) tahakkuk ettirmeliyiz. Ma'þerî vicdanda duyulan ma'kûs mukadderâtýn ýzdýrabý, yýllar ve yýllar boyu maruz kaldýðýmýz vesayet hayatýnýn hâsýl ettiði hafakanlar, birkaç asýrlýk istismarýn insanýmýzda meydana getirdiði reaksiyon, þimdiler itibarýyla bizde yeniden Âdem nebînin feryatlarýna, Yunus peygamberin sýzlanýþlarýna, Eyyub aleyhisselâmýn iniltilerine denk âh u efgâna vesile olmuþtur. Hatta þu anda, bu duygu ve bu düþüncenin iticiliði ve tarihî tecrübelerin kýlavuzluðuyla mesafelerin büzülmeye baþladýðýný ve varýlacak noktaya birkaç adým kaldýðýný hisseder gibiyiz.

Mirasçýnýn dördüncü vasfý; onun, kâinât, insan ve hayat mülâhazalarýný bir kere daha gözden geçirip yanlýþ ve doðrularýný kritik etmesidir. Bu hususta þunlarý zikredebiliriz:

1- Kâinât, sýk sýk mürâcaat edilmek üzere Allah tarafýndan gözler önüne serilmiþ bir kitap; insan, varlýðýn derinliklerini rasat etmeye açýk bir menþûr ve bütün dünyalarýn þeffaf bir fihristi; hayat da bu kitap ve bu fihristten süzülen, süzülüp ilâhî beyanla yankýlanan mânâlarýn temessülüdür. Eðer kâinât, insan ve hayat televvünleri itibarýyla farklý fakat ayný hakikatin deðiþik yüzleri ise -ki öyledir- bunlarý birbirinden ayýrmak, hakikatin ahengini bozacaðýndan varlýða da insana da haksýzlýk ve saygýsýzlýk demektir.

Evet, Cenâb-ý Hakk'ýn kelâm sýfatýndan gelen beyanýný okuyup, anlayýp, itaat ve inkýyadda bulunmak bir vecîbe olduðu gibi, ilmiyle plânlayýp, kudret ve meþîetiyle de var edip ortaya koyduðu topyekûn eþya ve hâdiselerde tanýnýp anlaþýlmasý, anlaþýlýp mutabakat yollarýnýn tesbit edilmesi vazgeçilmesi imkânsýz bir esastýr. Evet, O'nun kelam sýfatýndan gelen Furkan-ý Azîmüþþân, bütün varlýðýn rûhu, dünya ve ukbâ saadetinin biricik kaynaðý; kâinât kitabý da bu gerçeðin cesedi, temsili ve hâvi bulunduðu deðiþik ilim dallarý itibarýyla, dünya hayatýnýn doðrudan doðruya, ukbâ hayatýnýn da dolayýsýyla çok önemli bir dinamiðidir. Bu itibarla, her iki kitabýn da iyi anlaþýlýp pratiðe dönüþtürülmesinin, sonra da bütün bir hayatýn onlarýn üzerinde örgütlenmesinin mükâfâtý; onlarý ihmal etmenin, görmemezlikten gelmenin, hatta uygun þekilde yorumlayamamanýn ve hayata geçirememenin de cezasý söz konusudur.

2- Gerçek insânî derinliklerin, duygu, düþünce ve karakterde aranmasý lazým geldiði gibi onun Hakk'ýn nazarýnda ve halkýn yanýndaki itibarý da yine bu hususlarda aranmalýdýr. Üstün insânî vasýflar, duygu, düþünce derinliði ve karakter saðlamlýðý hemen her yerde geçerli bir kredi kartý mesabesindedir. Îmân ve iz'ânýna kâfirce vasýf ve düþünceler bulaþtýran, karakteriyle de çevresinde her zaman endiþe ve kuþku uyaran insan, hiçbir zaman Hakk'ýn te'yid ve inayetine mazhar olamayacaðý gibi, halk nezdindeki itibar ve güvenilirliðini de korumasý mümkün deðildir. Zira Hak da, halk da insanlarý, insânî vasýflarý, üstün karakterleriyle deðerlendirir ve ona göre mükâfâtlandýrýrlar. Bu itibarla da, insânî deðerler itibarýyla fakir, karakterleriyle de zayýf kimseler, çok iyi birer mü'min görünümünde olsalar da, büyük baþarýlar elde etmeleri ve elde ettikleri baþarýlarý koruyabilmeleri; aksine iyi bir Müslüman görünümünde olmadýðý halde saðlam karakteri ve üstün insânî vasýflarý itibarýyla birkaç kadem ileride olanlarýn da bütün bütün baþarýsýz kalmalarý mümkün deðildir. Evet, Hakk'ýn takdir ve mükâfâtý sýfatlara göre olduðu gibi, insanlarýn hüsn-ü kabulü de bir ölçüde yine buna baðlýdýr.

3- Meþrû ve hak olan bir hedefe ulaþmanýn vasýtalarý da yine hak ve meþrû olmalýdýr. Evet, Ýslâmî çizgide olanlar için her iþte gâye-i hayâlin meþru olmasý bir hak, o hakka ulaþmada baþvurulacak vesilelerin meþrûiyyeti de bir vecibedir. Hakk rýzasý ve Hakk'a vuslat, ihlas ve samimiyet olmadan elde edilemeyeceði gibi, Ýslâm'a hizmet ve Müslümanlarý gerçek hedeflerine yönlendirmek de kat'iyen þeytânî yollarla gerçekleþemez. Hatta bazen bunun aksi mümkün görülse de, bâtýl yollarda itibarýný tüketerek Hakkýn iltifatýný ve halkýn teveccühünü yitirmiþ kimselerin, uzun süre baþarýlý olmalarý kat'iyen düþünülemez.

Mirasçýnýn beþinci vasfý; onun hür düþünebilmesi ve düþünce hürriyetine saygýlý olmasý þeklinde hulâsa edilebilir. Hür olabilme, hürriyeti duyabilme insan iradesinin önemli bir derinliði ve benlik sýrlarýna açýlmanýn da sihirli kapýsýdýr. O derinliðe açýlamayan ve o kapýdan içeriye giremeyene insan demek oldukça zordur. Yýllar ve yýllar var ki bizler, hem içten hem de dýþtan korkunç bir esaret cenderesi içinde kývranýp duruyoruz. Duygu ve düþüncelerimize çeþit çeþit baskýlarýn yapýldýðý esaret cenderesi içinde.. okumanýn, düþünmenin, hissetmenin ve yaþamanýn tahdit edildiði böyle bir ortamda yenileþme ve geliþme bir yana, insanýn insanî melekeleriyle kalabilmesi bile mümkün deðildir. Evet, böyle bir zeminde, tecdid ruhuyla þahlanmýþ gözü sonsuzluklarda büyük insanlarýn yetiþtirilmesi þöyle dursun, saf ve düz insan seviyesinin korunabilmesi bile çok zor olsa gerek. Böyle bir vasatta olsa olsa, þahsiyet kaymasýna uðramýþ zayýf karakterler, sünepe ruhlar ve duygularýyla mefluç insanlar bulunur. Yakýn tarihimiz itibarýyla, hem yuvanýn, hem sokaðýn, hem eðitim müesseselerinin hem de sanat çevrelerinin ruhlarýmýza pompaladýðý çarpýk düþünceler, sakat kriterler, maddeden ruha, fizikten metafiziðe her þeyimizi altüst etti. Bu dönem itibarýyla, düþüneyim derken saplantýlarýmýzý ortaya koyuyor, herþeyi benlik yörüngeli plânlýyor, inanç ve anlayýþlarýmýzýn yanýnda baþka inanç ve anlayýþlarýn da olabileceðini hiç mi hiç hesaba katmýyor; fýrsat buldukça sýk sýk kuvvete baþvuruyor, kuvvete baþvurarak hakkýn da iradenin de, hür düþüncenin de aðzýnýn payýný veriyor ve gelip gelip baþkalarýnýn tepesine biniyorduk. Ne acýdýr ki þu anda bile bunlarýn olmadýðýný ve olamayacaðýný söylemek mümkün deðildir. Oysaki milletçe yenilenmeye doðru yürürken, bir taraftan bin yýllýk tarihî dinamikleri gözden bir kez daha geçirmemiz, diðer taraftan yüz elli senelik çeþitli "deðiþim" ve "dönüþümler"i sorgulamamýz þarttýr. Þarttýr, zira günümüzde hükümler ve kararlar bir kýsým tabulara göre verilmektedir. Böyle belli düþünceler altýnda verilen kararlar ise ma'lûldür.. velûd olamaz.. ve hele beklenilen aydýnlýk bir dönemi hazýrlayamaz. Halihazýrdaki anlayýþa göre hazýrlansa hazýrlansa ihtiraslarýn öldürücü aðýnda yýðýnlar arasý çatýþmalar, partiler arasý boðuþmalar, milletler arasý kavgalar ve kuvvetler arasý müsademeler hazýrlanýr. Bugün bir kesimin diðeriyle vuruþmasý bundan, farklýlýklarýn kavgaya dönüþmesi bundan ve bir türlü aþýlamayan yeryüzü vahþeti de yine bundandýr. Ýnsanlar bu kadar bencil, bu kadar muhteris, bu kadar acýmasýz olmasalardý ihtimal dünya þimdikinden bir hayli farklý bir görünüm arzedecekti.

Öyleyse, bugün farklý dünyalara doðru yürürken hem baþkalarýna karþý olan tavýrlarýmýzda, hem kendi benlik ve hýrslarýmýz açýsýndan biraz daha hür düþünceli ve hür iradeli olmalýyýz.. evet, bugün her þeyden ziyade hür düþünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araþtýrmalara açýk olabilen, kâinâttan hayata uzanan çizgide Kur'ân ve Sünnetullah arasýndaki mutabakatý sezebilen engin sinelere ihtiyaç var. Bunu da þimdilerde ancak dehâ misyonunu yüklenen bir cemaat yapabilir. Vâkýa eskiden bu büyük iþler ferdî dehâlarla temsil ediliyordu.. ne var ki, her þeyin olabildiðince teferruata açýldýðý ve ferd-i ferîdlerin dahi altýndan kalkamayacaðý bir hâl aldýðý günümüzde, artýk dehânýn yerini de þahs-ý mânevî, meþveret ve kolektif þuur almýþtýr ki, bu da yeryüzü mirasçýlarýnýn altýncý adýmýnýn hulâsasýdýr.

Yakýn tarihimiz itibarýyla, böyle bir anlayýþýn Ýslâmî topluma mâl edilemediði bir gerçek.. zaten mektebin bir kýsým dogmalarý heceleyip durduðu, medresenin hayata kenarýndan köþesinden baktýðý, tekyenin bütün bütün gidip metafiziðe gömüldüðü, kýþlanýn sadece kuvvetle gerinip, kuvvetle gürlediði bir dönemde bunlarýn hayata mâl edilmesi de mümkün deðildi.

Evet bu dönemde mektep bütünüyle skolastik düþüncenin tesirinde kaldý ve hep onu solukladý; medrese, ilme ve düþünceye kapalý, inþâ gücünden mahrum âdeta bir mefluç gibi yaþadý.. tekye-zaviye aþk u þevkin yerine menkýbelerle teselli olmaya baþladý.. kuvveti temsil edenler de sýk sýk unutulduklarý mülâhazasýyla kendilerini hatýrlatma ve isbat etme kompleksine kapýldý; derken her þey altüst oldu ve millet aðacý devrilecek þekilde temelinden sarsýldý. Öyle anlaþýlýyor ki kaderin, yollarýna su serptiði bahtiyarlar bu dinamikleri yerli yerinde kullanacaklarý, kalb ve kafa arasýndaki týkanýklýklarý açýp insan enfüsünde ilham ve düþünce koridorlarý meydana getirecekleri güne kadar da bu sarsýntýlar yaþanacak.

Mirasçýnýn yedinci vasfý, riyâzî düþüncedir. Bir dönemde Asya'daki ilkler daha sonra da batý, Rönesansýný riyâzî kanunlarla düþünme sayesinde gerçekleþtirdi. Ýnsanlýk, tarihi boyu pek çok belirsiz ve karanlýk þeyleri sayýlarýn sýrlý dünyasýnda keþfedip ortaya çýkarmýþtýr. Hurûfilerin ifratkâr davranýþlarý bir yana, matematik olmayýnca ne eþyanýn ne de insanýn birbirleriyle münasebetlerini anlamak mümkün deðildir. O, kâinâttan hayata uzanan çizgide bir ýþýk kaynaðý gibi yollarýmýzý aydýnlatýr, bize insan ufkunun ötelerini, hatta düþünülmesi taþýnýlmasý çok zor imkân âleminin derinliklerini gösterir ve bizi ideallerimizle buluþturur.

Ne var ki, riyâzî olmak, matematikle alâkalý þeyleri bilmek deðildir; o, matematiði kanunlarýyla düþünmek, insan düþüncesinden varlýðýn derinliklerine uzayan yolda sürekli onunla beraber olmaktýr. Fizikten metafiziðe, maddeden enerjiye, cesetten ruha, hukuktan tasavvufa hep onunla beraber olmak. Evet, varlýðý tam kavrayabilmek için hem tasavvufî düþünce, hem ilmî araþtýrma çifte usûlunü kabul etme mecburiyetindeyiz. Batý temelde kendinde olmayan bir cevherin yerini doldurmada oldukça zorluk çekmiþ ve bu ihtiyacý bir ölçüde mistisizme sýðýnarak karþýlamaya çalýþmýþtý.. her zaman Ýslâm ruhuyla içli-dýþlý olmuþ bizim dünyamýz için, yabancý herhangi bir þey aramaya veya herhangi bir þeye sýðýnmaya ihtiyaç yoktur. Bizim bütün güç kaynaklarýmýz düþünce ve îman sistemimizin içinde vardýr; elverir ki o kaynaðý ve o rûhu ilk zenginliðiyle kavrayabilelim.. o zaman, varlýk içindeki bir kýsým sýrlý münasebetleri ve bu münasebetlerin ahenkli cereyanýný görecek ve her þeyi daha bir deðiþik temâþâ ve zevk irfânýna ulaþacaðýz.

Þimdilerde muðlak ve isrâf-ý kelâm gibi görünen, fakat gelecekte büyük yankýlarý olacaðýna inandýðým riyâzî düþüncenin de küçük bir hulâsasýný verdikten sonra; sanat düþüncemizi sekizinci vasýf olarak hatýrlatmak îcab ederdi. Ancak þimdilik belli mülâhazalara binaen, Jülvern gibi: "Bir kýsým çevreler bizim kriterlerimiz içinde henüz böyle bir yolculuða hazýr deðiller" deyip böylece bu mütalâamýzý da noktalýyoruz.


ALINTIDIR

radyobeyan