> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Ruhumuzun heykelini ikame ederken
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ruhumuzun heykelini ikame ederken  (Okunma Sayısı 883 defa)
21 Eylül 2010, 18:02:23
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 21 Eylül 2010, 18:02:23 »



RUHUMUZUN HEYKELİNİ İKAME EDERKEN


Daha önce, icmâlen yeryüzü mirasçılarının vasıflarına işaret etmiştik. Şimdi o hususları biraz daha açarak netleştirmek istiyoruz. Mirasçının birinci vasfı, kâmil îmandır. Kur'ân; insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet rûhu, aşk u şevk buudu ve rûhânî hazlar televvünleriyle "îman-ı billah" olarak tesbit eder. İnsan, yerinde kendi özünden varlığın derinliklerine yollar vurarak, yerinde varlıktan değişik kesitler alıp özünde değerlendirerek îman ve düşünce dünyasını inşâ etmekle sorumlu tutulmuştur. Bu, aynı zamanda onun rûhunda meknî bulunan insanlık gerçeğinin ortaya çıkması demektir. Evet insan, ancak îmanın aydınlığında, özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini sezip kâinât ve hâdiselerin iç yüzüne, eşyanın perde arkasına muttali olabilir; muttali olup varlığı kendi buudlarıyla kavrayabilir. İnançsızlık tıkalı ve boğucu bir sistemdir. İnançsızın nazarında varlık bir kaosla başlamış, rastlantıların ürperten belirsizlikleri içinde gelişmiş ve sür'atle de dehşet veren bir sona doğru kaymaktadır. Bu sallana ve yuvarlana gidiş içinde, ne ruha inşirah veren Rahmânî bir nefha, ne de bizi insânî emellerimizle kucaklayacak emniyet esintili küçük bir yer hatta ayağımızı basacak kadar bir zemin vardır.

Menşeini, hareket çizgisini, nereye ve neye yönlendirildiğini, vazife ve sorumluluklarını sezebilen îman insanı ise, her şeyi apaydın görür; ayağını basacağı yere endişesiz basar, tevcih edildiği hedefe korkusuzca ve güvenle yürür.. yürürken de varlığı ve varlığın perde arkasını elli bin defa kurcalar; elli bin defa eşya ve hâdiseleri imbikten geçirir; her kapıyı zorlar, her nesneyle münasebet yollarını araştırır.. bildiklerinin, bulduklarının yetmediği yerlerde, o güne kadar kendisinin veya başkalarının gerçekleştirdiği tesbitlerin çehresinde görüp-duyduğu hakikatlerle yetinir ve yoluna devam eder.

Bu ölçüler içinde bir îman seyyahı, çok önemli bir güç kaynağı keşfetmiş sayılır. Evet "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" ile remzedilen ötelere ait bu cephane ve hazine öylesine önemli bir kuvvet kaynağıdır ki, bu kuvvet kaynağı ve bu ışığı elde eden insanın artık başka güç kaynağına ihtiyaç hissetmesi söz konusu değildir. O, hep O'nu görür, O'nu bilir; O'nun maiyyetine koşar, hayatını O'na yönelik yaşar; marifet ve itimadının derinliği ölçüsünde bütün dünyevî güçlere meydan okuyabilir ve her şeyin üstesinden gelebileceği ümidiyle en olumsuz durumlarda bile şevkle yaşar bedbinlik ve karamsarlığa düşmez.

Bu husus, başta Risâle-i Nur Külliyâtı olmak üzere dünya kadar esere mevzu teşkil ettiğinden şimdilik onlara havale edip geçiyorum.

Mirasçının ikinci vasfı, yeniden dirilişin en önemli iksiri sayılan aşktır. Gönlünü Allah'a îman ve O'nun marifetiyle onarmış, donatmış bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlığa karşı derin bir muhabbet ve engin bir aşk duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekün varlığı kucaklayan aşkların, vecdlerin, cezbelerin, incizapların ve rûhânî zevklerin gelgitleri arasında yaşar. Her dönemde olduğu gibi, günümüzde de bir ulu dirilişi gerçekleştirmek için, yepyeni bir anlayışla, gönüllerin aşkla coşup, şevkle köpürmesine ihtiyaç var. Zira aşk olmadan, neticesi itibarıyla kalıcı hiçbir hamle ve hareketi gerçekleştirmek mümkün değildir. Hele bu hamle ve bu hareket ukbâ ve öteler buudlu ise.. Allah karşısında var eden ve var olan münasebetler içinde yerimizi belirlemek.. varlığımız, O'nun varlığının, ziyasının gölgesi olması itibarıyla yaratılmış olmanın hazlarını duymak.. O'nun hoşnutluğunu yaratılışın gayesi kabul edip, hep onu avlamaya çalışmak çerçevesiyle sunacağımız ilâhî aşk, sınırsız ve sırlı bir güç kaynağıdır. Yeryüzü mirasçıları bu kaynağı ihmal etmemeli, onu köpürte köpürte yaşamalıdırlar. Batı, aşkı, madde televvünlü buudlarıyla filozofların arkasında felsefenin sisli-dumanlı ikliminde tanıdı; tattı ve yol boyu şüphe ve tereddütler yaşadı. Biz varlığa, varlığın kaynağına, kitap ve sünnet adesesiyle bakacak, Yaratan'a karşı gönüllerimizde tutuşturduğumuz sevgiyi, aşk u hummayı, ondan ötürü, bütün varlığa karşı duyduğumuz alâkayı bu iki kaynağın dengeleyici prensiplerine ve metafiziğe açık enginliklerine sığınarak gerçekleştireceğiz. Zira insanın menşei, kâinattaki yeri, var olmasının hedefi, takip edeceği yol ve bu yolun sonu, bu iki kaynakta, insan düşüncesi, insan hissi, insan şuuru ve insan beklentileriyle o denli uyum içindedir ki onu hissedip de hayret etmemek ve hayranlık duymamak mümkün değildir. Bu iki ak kaynak, gönül erleri için birer aşk u şevk fevvâresi, birer cezb u incizap madenidir. Onlara duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle mürâcaat edenler boş dönmez, onlara sığınanlar da ebedî ölmez. Elverir ki, sığınanlar, bir Gazâlî, bir İmam Rabbânî, bir Şah Veli, bir Bediüzzaman derinlik ve samimiyetiyle sığınsın; bir Mevlânâ, bir Şeyh Gâlip, bir Mehmed Âkif heyecanıyla yaklaşsın; bir Hâlid, bir Ukbe, bir Salahaddin, bir Fatih ve bir Yavuz îman ve aksiyonuyla yönelsin.. evet, bunların o köpük köpük bütün zamanları ve mekanları saran aşk u şevkini, çağımızın usûl, üslûp ve metodlarıyla harman yaparak, Kur'ân'ın devirleri aşan ve eskimeyen rûhuna, dolayısıyla da evrensel bir metafiziğe ulaşmak bizim ikinci adımımızı teşkil edecektir.

Mirasçının üçüncü vasfı; akıl, mantık ve şuur üçlüsüyle ilme yönelmek olacaktır. İnsanlığın, bir kısım karanlık faraziyeler arkasında sürüklendiği bir dönemde insanlardaki genel temayüle de bir cevap teşkil edecek olan bu yöneliş, topyekûn beşerin kurtuluşu adına ehemmiyetli bir adım olacaktır. Evet, Bediüzzaman'ın da işaret ettikleri gibi: İnsanlık âhir zamanda her şeyiyle ilme ve fenne yönelecek.. o bütün kuvvetini ilimden alacak.. hüküm ve kuvvet bir kere daha ilmin eline geçecek.. ve ilimlerin geniş kitlelere kabul ettirilmesinde fesâhat, belâgat ve ifade üstünlüğü de herkesin alâka duyduğu bir mevzu haline gelecek.. yani yeniden bir ilim ve beyan devri yaşanacak. Zaten, çevremizi saran vehimlerin sisli-dumanlı atmosferinden sıyrılıp gerçeklere ve Gerçekler Gerçeği'ne ulaşabilmemiz için de başka yol yok. Evet, son birkaç asırlık boşluğu aşmamız, marifette doygunluğa ulaşmamız; yıllar ve yıllar boyu yaşadığımız ezikliğin şuuraltı tahribini onararak bir kere daha kendi kendimizi isbat etmemiz, ilmin, İslâmî düşünce menşûrundan geçirilerek temsil ve ifade edilmesine bağlıdır. Yakın tarihimiz itibarıyla bizde bazen yönü ve hedefi belirlenmediği, bazen de ilim bilime, bilim de felsefeye karıştırıldığı için ilmî düşüncede ciddi kargaşalar yaşandı ve ilim adamları da tamiri zor itibar kaybına uğradılar. Ülkemizde yaşanan bu boşluk yabancıların işine yaradı; memleketimizin hemen her köşesinde harıl harıl mektepler açtılar ve bu eğitim yuvaları vasıtasıyla nesillerimize yabancılık aşıladılar. Bizden bir kesim de, en istidatlı vatan evlatlarını, hatta el-ayak öperek bu okullara yerleştirdi ve bu yabancılaşmayı biraz daha hızlandırdı. Belli bir süre sonra, bu toy ve aldatılmış nesillerde "Ne din kaldı, ne îman; din harap, îman da türâp olup" gitti.. gitti ve milletçe, hem düşüncede, hem tasavvurda, hem sanatta hem de hayatta benlik müptezelliğine maruz kaldık. Niye olmasın ki; hiçbir endişeye kapılmadan genç dimağları emanet ettiğimiz bu mekteplerde, bilâ istisnâ, Amerikan kültürü, Fransız ahlâkı, İngiliz görenek ve gelenekleri her zaman ilmin ve ilmî düşüncenin önünde oldu. Bu itibarla da gençlerimiz içinde bulundukları çağı ilmiyle, tekniğiyle, teknolojisiyle yakalayacaklarına, değişik kamplara ayrılarak Marksçılık, Durkheimcilik, Lenincilik, Maoculuk oyunu oynamaya başladılar. Kimi komünizm ve proletarya diktatörlüğü rüyalarıyla avundu.. kimi gidip Freud kompleksine saplandı.. kimi aklını varoluşçuluğa kaptırarak Sartre'e takıldı.. kimi Marcus deyip salya attı.. kimi de ömrünü Camus'un hezeyanları arkasında geçirmeye durdu... Evet bu ülkede bunların hemen hepsi yaşandı ve bu işin dâyeliğini de sözüm ona ilim yuvaları yüklendi. Bu buhranlar döneminde bir kısım kara ses ve kara ağızlar, durmadan dini, dindarı karalıyor ve sürekli batı menşe'li çılgınlıkları nazara veriyorlardı. Elbette ki, bizim o dönemi ve o dönemin ucuz piyonlarını unutmamız mümkün değildir. Ülkemiz ve insanımıza rağmen bu zemini hazırlayanlar, ma'şerî vicdanda ilelebed tarihî suçlular olarak yâd edileceklerdir.

Şimdi biz, içlerimizde bulantı, gönüllerimizde sızı bu karanlık dönemi ve o günün serkârlarını kendi mesâvileriyle baş başa bırakarak, geleceğimizi inşâ edecek düşünce işçilerinden bahsetmek istiyoruz.

Evet, gençlerimize aşılayacağımız ilmî düşünce sayesinde, batıdan asırlar ve asırlar önce de gerçekleştirdiğimiz gibi, onların ilimle, fikirle kaynaşıp bütünleşmesini sağlayıp mutlaka kendi yenilenmemizi (Rönesans) tahakkuk ettirmeliyiz. Ma'şerî vicdanda duyulan ma'kûs mukadderâtın ızdırabı, yıllar ve yıllar boyu maruz kaldığımız vesayet hayatının hâsıl ettiği hafakanlar, birkaç asırlık istismarın insanımızda meydana getirdiği reaksiyon, şimdiler itibarıyla bizde yeniden Âdem nebînin feryatlarına, Yunus peygamberin sızlanışlarına, Eyyub aleyhisselâmın iniltilerine denk âh u efgâna vesile olmuştur. Hatta şu anda, bu duygu ve bu düşüncenin iticiliği ve tarihî tecrübelerin kılavuzluğuyla mesafelerin büzülmeye başladığını ve varılacak noktaya birkaç adım kaldığını hisseder gibiyiz.

Mirasçının dördüncü vasfı; onun, kâinât, insan ve hayat mülâhazalarını bir kere daha gözden geçirip yanlış ve doğrularını kritik etmesidir. Bu hususta şunları zikredebiliriz:

1- Kâinât, sık sık mürâcaat edilmek üzere Allah tarafından gözler önüne serilmiş bir kitap; insan, varlığın derinliklerini rasat etmeye açık bir menşûr ve bütün dünyaların şeffaf bir fihristi; hayat da bu kitap ve bu fihristten süzülen, süzülüp i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ruhumuzun heykelini ikame ederken
« Posted on: 25 Nisan 2024, 00:37:09 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ruhumuzun heykelini ikame ederken rüya tabiri,Ruhumuzun heykelini ikame ederken mekke canlı, Ruhumuzun heykelini ikame ederken kabe canlı yayın, Ruhumuzun heykelini ikame ederken Üç boyutlu kuran oku Ruhumuzun heykelini ikame ederken kuran ı kerim, Ruhumuzun heykelini ikame ederken peygamber kıssaları,Ruhumuzun heykelini ikame ederken ilitam ders soruları, Ruhumuzun heykelini ikame ederkenönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes