Sonsuz nur By: sumeyye Date: 20 Eylül 2010, 18:36:11
SONSUZ NUR
Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nýn mümtâz ve muallâ þahsiyetinin anlatýlmasý, anlatýlmakdan da öte O’nun beþeriyetin kurtuluþu için bir çare, insanlýðýn onulmaz dertleri için bir iksîr olarak takdim edilmesi ve hayat-ý seniyelerinin O Yüce Kâmete uygunluk içinde tanýtýlabilmesi, çoklarýnýn olduðu gibi benim de düþünce ve his dünyamý baský altýna alan ve her yönüyle de önü alýnamaz bir arzu ve isteðe dönüþen mühim mevzûlardan biri...
O, insanlýðýn iftihar tablosudur. On dört asýrdan beri dünya çapýndaki en büyük dâhiler, dev filozoflar ve her biri düþünce semâmýzýn yýldýzý nice mütefekkir ve ilim adamlarý, hep O’nun arkasýnda el pençe divan durmuþ ve O’na hitaben: “Sen, sana mensubiyetle övündüðümüz insansýn” demiþlerdir.
O’nun büyüklüðüne þu yeter ki, çaðýmýzda bu kadar tahripten sonra hâlâ biz, minarelerden “Eþhedü enne Muhammede’r-Resûlullah” sadâsýný duyuyor, Ruh-ý Revan-ý Muhammedî’nin her yanda þehbal açtýðýný müþahede ediyor ve rûhanî-lerle beraber günde beþ kez coþuyoruz.. yine O’nun büyüklüðü adýna diyebiliriz ki; nesilleri ifsât ve idlâl uðruna içte ve dýþta bunca din düþmanýnýn çalýþýp gayret göstermesine raðmen, bugün hâlâ çiçeði burnunda ve daha tüyü bitmemiþ pek çok delikanlý hem de “Hakîkat-ý Ahmediye”yi (sav) hakkýyla anlayýp, kavramalarý çok zor olduðu halde, pervanelerin ýþýða koþtuðu gibi, Hz. Muhammed (sav)’e koþmalarý, dünyada benzeri olmayan bir hâdisedir. Zaman, bizim içimizde, sînelerimizde O’na ait hakikatlerden hiçbirini eskitemedi.. evet O hâlâ taptazedir. Çok defa dostlarýma da söylediðim gibi, ne zaman Medîne-i Münevvere’ye gitsem, O’nun kokusu beni o derece sarar ki, neredeyse bir adým ötede bizzat kendisine kavuþacak ve diriltici sesiyle “Merhaben, ehlen ve sehlen” dediðini iþitecek gibi olurum. Ýþte O, bizim içimizde bu kadar tazedir ve gün geçtikçe daha da tazelenmektedir.
Evet, zaman yaþlanýyor, ihtiyarlýyor; bazý düþünceler köhneleþiyor ve deðerden düþüyor; fakat inananlarýn sînelerinde Hz. Muhammed (sav), hergün daha da açan bir tomurcuk gibi daima yenilenip tazeleniyor.
Zannýmca, baþkalarýnýn, baþka þeyleri anlattýðý kadar O’nu anlatabilseydik -ki anlatamadýk- baþkalarýnýn anlatýlmasýna imkân verildiði kadar O’nun anlatýlmasýna imkân verilseydi ve san’ata, hayata ait müesseseler O’nu anlatmak için tam seferber olabilseydi, bugünkü nesillerin gönlünde sadece O taht kuracak ve sînelerde sadece O bulunacaktý.. yine de her þeye raðmen, cihanýn þarkýndan garbýna kadar gûnâ gûn herkes, elinde testisiyle o “Menhelü’l-Azbü’l-Mevrûd” sözüyle anlatacaðým temizlerden temiz, pâklardan pâk kaynaða koþuyor ve o, güneþlere tâç giydiren Sultan’ýn otaðýna varmaya çalýþýyor.
Evet, bugün baþta Amerika, Ýngiltere, Fransa, Almanya olmak üzere, hemen bütün dünyada O’nun hesabýna bir diriliþ müþahede edilmekte ve hemen her yerde müslümanlar mekikleriyle harýl harýl O’nun düþüncelerini iþlemekte ve Ýslâm hesabýna incelerden ince dantelalar, kaneviçeler örmekte ve âdeta Müslümanlýk yeni bir “Devr-i Saadet” ruhu yaþamakta. Ýslâm dünyasýnda da durum daha farklý deðil... Bundan bir-iki asýr evvel muhakemesiz ve safiyane Müslümanlýða ve Müslümanlara alâka duyan insanlarýn yerinde bugün, Ýslâmî mes’elelerin ilmini yapan ve ilmin aydýnlatýcý tayflarý altýnda Hz. Muhammed Mustafa (sav)’ya iktidâ eden, okumuþ insanlar var... Þimdiye kadar sürekli okumuþ kesimi istismar edenler, üniversiteleri, fakülteleri ve diðer okullarý bir kýsým “izm”ler hesabýna kullananlar ve millî müesseseleri küfür hesabýna iþletmeye çalýþanlar, týpký aysberglerin çözülmesi gibi artýk birer birer çözülüyor ve süratle O’na doðru kayýyorlar.
Yýllardan beri binlerce defa yer deðiþtirenler; yer deðiþtirip kendilerine tutunacak bir dal arayanlar; o sistemden bu sisteme; o ekolden öbür ekole koþuþup duranlar; bütün bu çýrpýnýp durmalarýn fiyasko ile neticelendiðini görüyor ve þimdiye kadar hiç fiyasko görmemiþ Hz. Muhammed (sav) mektebine koþuyorlar. Ýþte M. Bucaille, R. Garaudy ve daha nice isimleri duyulmamýþlar...
Ancak, acaba biz, o sultanlara sultanlýðý öðreten Gönüller Sultaný’ný istenilen ölçüde bilebildik mi? Sizi ne diye karýþtýracaðým? Beþ yaþýndan beri baþýný secdeye koyan ve O’nun boynu tasmalý, kapýsýnýn “kýtmir”i olduðunu söyleyen ben, O’nu tam anlatabildim mi? Veya bildiklerimi size tam duyurabildim mi? Bütün anlatma durumunda olanlara da soruyor ve kendimi de onlarýn arasýna katarak diyorum ki; yirminci asýr insanlarýnýn gönüllerini coþturacak kadar o gönüllere fer veren Efendiler Efendisi’ni acaba kendi kýymeti ölçüsünde anlatabildik mi?..
Hayýr! Eðer beþeriyet O’nu tanýsaydý, O’nun için mecnûn olur, yollara düþerdi; ruhlarý O’nun yâd-ý cemîli sarýnca burnunun direði sýzlar ve gözleri yaþlarla dolardý, dolardý da, O’nun pâk semtine, peygamberlik dünyasýna, tertemiz iklimine girebilmek için ürperir, O’nun aþkýnýn ateþiyle yanan kalbinin küllerine hayat gelsin diye rüzgarýn önüne katýlýr ve hep oraya doðru sürüklenirdi...
Ýnsan sevdiðini, bildiði ölçüde severken, bilmediðinin de hep düþmaný olagelmiþtir. Onun içindir ki, düþmanlarýmýzýn hayat boyu kavga verdiði hususlarýn odaklaþtýðý nokta, O’nun nâm-ý celîli’nin unutturulmasý ve yeni yetiþen nesillerin hep Ýki Cihan Serveri’ne düþman olarak yetiþtirilmesidir. Ne lütufkâr tecellidir ki, hasýmlarýmýz, O’nun ismini sînelerden söküp atmak istemelerine raðmen, bugün, O’na varmaya engel bütün mânialar ve setler aþýnmýþ ve bilhassa gençlik, týpký, günlerce çölün kavurucu sýcaðýnda aç ve susuz ölümle pençeleþtiði sýrada, yaný baþýnda âb-ý kevser beliriveren bir insan sevinciyle kendini O’nun kucaðýna salývermiþtir. Elbette ki, o þefkat dolu sîne, kendine bu iþtiyakla koþanlarý baðrýna basacak ve onlarý mahrum býrakmayacaktýr.
Cuma günleri camileri lebâlep dolduran insanlara bilmem hiç dikkatle baktýnýz mý? Eðer dikkatle baktý iseniz, onlarýn büyük ekseriyetinin gençler olduðunu görmüþsünüzdür. Dalâlet ve tuðyânýn, kendi sistematiði içinde, bütün nesilleri o korkunç vakumuyla çekmesine mukabil, acaba bu gençleri karda kýþta, soðuktan tir tir titredikleri halde, abdest aldýrýp en zor þartlarda camilere koþturan nedir? Ýsterseniz ben söyleyeyim: Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ýn kudsî cazibesidir...
Akýl ve havsalamýz alsa da almasa da, sîneler O Þem’aya, O Güneþ’e pervanedir.. çok yakýn bir gelecekte, þimdiye kadar bir türlü O’na koþamayýp da kýþ sinekleri gibi takýlýp yolda kalan derbeder ve periþan akýllar, yolda kalýþlarýna piþman olacak ve ellerini dizlerine vurarak: “Biz niye pervane olup O’na koþmadýk” diyeceklerdir. O zaman belki de birçoðu için her þey bitmiþ olacak...
Cihan O’na koþacak, ilim mahfilleri O’nu araþtýracak, düþünce iklimine açýk sîneler O’nun arkasýna düþecek; hasýmlarýn birçoðu ateþli birer dost olup O’na sýðýnacak ve sýðýnýyorlar da... Artýk bugün karþý cephenin kýstaslarý içinde dahi, Hz. Muhammed Aleyhisselâm aðýr basmakta ve O’nun büyüklüðü hasým dünya tarafýndan da itiraf edilmektedir.. Allah Resulü bir hadîs-i þerîflerinde: “Ümmetimden on kiþi ile tartýldým, aðýr geldim. Sonra yüz, sonra bin kiþi ile tartýldým yine aðýr geldim. O zaman muvazzaf iki melek dedi ki: Býrak, eðer bütün ümmeti ile tartýlsa yine aðýr gelecek” 1. Nitekim bu da gerçekleþmiþti. Efendimiz (sav), gördüðü bir diðer rüyada þöyle anlatýyor: “Terazinin bir kefesine ben, diðerine bütün ümmetim konuldu ve ben aðýr geldim.” 2
Evet, Hz. Muhammed Aleyhisselâm, sahâbe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve onlardan sonra gelen, kýyamete kadar da gelecek olan en büyük insanlar, ruhlara nüfuz eden bütün sofî ve mistikler, evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîn hepsi bir kefeye konulsa, yine O Gönüller Sultaný ve gözlerimizin ziyâsý aðýr basacaktýr. Çünkü varlýk O’nun yüzü suyu hürmetine yaratýlmýþtýr.
O, kâinatýn Ýlle-i Gâiyesidir.. ve hadîs diye meþhur olmuþ bir sözde O þöyle anlatýlmýþtýr: “Eðer sen olmasaydýn varlýðý yaratmayacaktým” 3. Evet, ma’nâsý anlaþýlmayan bir kitabýn yazýlmasý abestir. Allah (cc) ise abesten münezzehtir. Dolayýsýyla, zaman ve mekanýn Efendisi gibi gür sesli bir dellâl ister ki, kâinatýn ma’nâsýný anlatsýn. Yine O’nun gibi bir þârih, bir mübellið bulunmasý lâzýmdýr ki þu uçsuz bucaksýz semâ, içindeki ay-güneþ-yýldýz ve bütün varlýk emrine verilmiþ olan insan, nereden gelir, nereye gider, neye namzettir.. izah ve ilân etsin ve varlýðýn perde arkasýný ruhlara duyursun. Öyle ise O olmasaydý, kâinat da insan da ma’nâsýz olurdu...
Hz. Muhammed Aleyhisselâm, eþyaya ma’nâ kazandýran insandýr. O bizim için sevgililerden daha sevgilidir. Burada, -kendimi mü’minlerin en günahkârý gördüðümü itirafla beraber- bir hissimi anlatmadan geçemeyeceðim. Bunu anlatýrken de niyetim þudur: Ben dahi Allah Resulü’nü bu derece sevebiliyorsam, kimbilir ehliyetli gönüllerde O ne derece sevgiyle tütüyordur... Ýþte; anlatacaðým kendime ait hâlet-i ruhiye de bu açýdan deðerlendirilmelidir. Yoksa, þahsýma ait bir mes’eleyi huzurunuza getirmekten teeddüp ederim. Cenâb-ý Hakk, o mübarek topraklara günahkar yüzümü sürmeyi nasip ettiði zaman, bana Allah Resulü’nün köyü öyle parlak öyle parlak geldi ve orada bulunmaktan öyle ruhânî bir haz aldým ki, eðer o anda, farz-ý muhal cennetin bütün kapýlarýndan davet edilseydim, inanýn hiçbirine gitmez, orada kalmayý tercih ederdim. Aslýnda cennet hepimizin arzusudur, oraya girmeyi istemeyen tek bir müslüman dahi düþünülemez. Her sabah ve akþam duâlarýmýzda, cehennemden korumasýný ve cennetine almasýný Rabbi-mizden isteyip durmuyor muyuz? Bütün bunlarý kabulle beraber diyorum ki; o anda, þayet nasip olacak olan o yüce pâye verilmek üzere çaðrýlsaydým, ihtimal, Rabb’imden müsâde ister ve Allah Resulü’nün Ravza-i Tâhire’sinde kalma arzumu söylerdim. Sakýn bununla o pâyelere liyâkatým olduðunu söylediðim zannedilmesin; sadece Allah Resulü’ne olan muhabbet ve sevgimi dile getirmek istedim. Yoksa, bütün hayatým boyunca Allah Resulü’nün sahâbesinin en küçüðüne, boynu tasmalý bir köle olmak þerefine erebilmek için yalvarýp duâ edenlerdenim. Ve, “Cenâb-ý Hakk, yüzümüzü onlarýn ayaðýnýn tozuna sürme düþüncesinden bizi bir lahza uzak tutmasýn!” (amin) duâsý çok defa vird-i zebânýmýz olmuþtur.
Ayný hâleti, Beytullah’ta da hissetmiþtim. Bu duygular belki de hepimizin ortak duygularýdýr. Kaldý ki, bu hislerle dopdolu yaþayan sadece ben ve benim gibi birkaç kiþi deðildir. Allah Resûlü’nün nice kara sevdalýlarý vardýr ki, onlara benim anlattýðým bu hâlet-i ruhiye çok kaba ve ham gelecektir.
Söz bu noktaya gelmiþken bir hatýramý daha arz edeyim: O günlerde milletvekili olan Arif Hikmet Bey’le Hac’da beraberdik. O, daha önceleri kendi kendine Medine’ye gidersem bir eþek gibi o mübarek topraklarda yatýp yuvarlanacaðým diye söz vermiþ. Medine topraklarýna ayaðýný basar basmaz, sözünü yerine getiriyor ve o büyük ruh, kendini yere atýyor ve Medine topraklarýnda yuvarlanýyor. Orada ve burada ne zaman bu tabloyu hatýrlasam gözlerim yaþlarla dolar.
Allah Resulü bir peygamberdir. Fakat, kendinden önceki bütün nebîlerin peygamberlik minaresinden geleceði müjdelenen bir peygamber. Allah, bütün nebîlerden, iþte bu müjdeledikleri Peygamber’e inanýp yardým edeceklerine dair aldýðý sözü, Kur’ân’da bize þöyle hikâye ediyor:
“Hatýrla ki, Allah peygamberlerden þöyle bir söz almýþtý: And olsun size kitab ve hikmet verdim. Sonra da yanýnýzdakileri tasdik eden bir peygamber geldiðinde ona mutlaka îman edecek ve ona mutlaka yardým edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz ve bu aðýr ahdimi üzerinize aldýnýz mý?” buyurmuþtu. ‘Ýkrar ettik’ dediler. O halde þahid olun, Ben de sizinle beraber þahidlerdenim” (Âl-i Ýmran, 81).
Ýþte, o peygamberler de, Rabb’lerine verdikleri bu söze sadýk kalarak yaþadý ve bütün icraatlarý ile o istikamette olmaya çalýþtýlar. Efendimiz, Mi’rac’a çýktýðýnda da, ruhen, O’nun arkasýnda namaz kýldýlar4. Evet, baþta Hz. Ýbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Ýsa olmak üzere bütün peygamberler âdeta; O’nun müezzini olmak istiyorlardý. Hz. Mesih, Ýncil’de “Ben gidiyorum ki zamanýn efendisi gelsin” (Yuhanna,16/8) diyerek, O Yüce Nebî’yi insanlýðýn nazarýna veriyordu. Evet, O semâya çýktýðý zaman göklerin etekleri mücevherlerle dolmuþ; yýldýzlar, kaldýrým taþlarý gibi ayaklarýnýn altýna serilmiþ ve güneþ, Hz. Muhammed (sav) ufkuna ulaþtýðýnda O’nun tâcýna sorguç olma sevdasýna düþmüþtü. Bütün bunlar pervaneler gibi O’nun peygamberliðinin etrafýnda pervaz ediyordu. Bunlardan ne çýkar;
“Þem’a-yý Nur-i Ahmed’e Cibriller pervane döner;
Nur cemâlli Muhammed’e melekler pervane döner...”
O’nun en zirve noktada temsil ettiði ve bunlarla da bize rehber olduðu beþerî özellikleri de vardý. Meselâ O mükemmel bir aile reisiydi. Hayatýnýn belli bir döneminde tam dokuz hanýmý nikah ve idaresi altýnda bulundurmuþ ama, aralarýnda hiçbir münakaþa ve münazaaya meydan vermemiþti. Nübüvvet iksirinin damla damla damladýðý o evde, yetiþtirdiði evlâdlarý her biri þayet birer asrýn hissesine düþmüþ olsalardý, o asýrlarý aydýnlatacak müçtehitler ve mücedditler olurlardý. Bilmem ki O’nu bu yönüyle kaç kiþi tanýmaya muvaffak olmuþtur..?
Yine O, mükemmel bir erkân-ý harpti. Etrafýnda hâlelenen bir avuç insanla, dünyaya ilân-ý harp etmiþ nice nice dev sultanlarýn tahtlarýný yerle bir etmiþ ve nice hükümdarlarý, kapýsýnýn azat kabul etmez köleleri haline getirmiþti. Hem de harp ilim ve tekniðini zahirî planda hiç kimseden öðrenmemiþ olmasýna raðmen.
Yine O, ilimlerin varýp kendisine dayandýðý kilit insandý. Âdeta, kýyamete kadar olacak hâdiseleri bir ekranda seyrediyor gibi, gaybî bir levhadan okuyup bir bir söylüyordu.5 O’nun irtihal-i dâr-ý bekâ buyurmasýndan bunca asýr sonra, bugün teknik ve teknolojinin mükemmel imkânlarý ile araþtýrmalarý neticesinde varýlan noktada, herkes Hz. Muhammed (sav)’in on dört asýr önce diktiði bayraðý görüyor.. ve Allah (cc)’ýn haklarýnda hidayet murad ettiði kimseler, kelime-i kudsîye-i tayyibeyi söyleyerek Müslümanlýk zincirinin nurlu birer halkasý haline geliyorlar. Ýþte binlerce hâdiseden birisi: Seyrettiðim bir video kasetinde Kanadalý, kendi sahasýnda uzman bir çocuk doktoru olan Toronto Üniversitesi Týp Fakültesi Anatomi Profesörü Keith Moore, bugünkü teknik imkânlarla ancak keþfedilebilen çocuðun anne karnýndaki geçirdiði safahatý Kur’ân âyetlerinden dinleyince diyerek O’na teslimiyetini ifade ediyor. Yine bir Japon fizyoloji âlimi, kendi sahasý ile ilgili Kur’ân âyetlerini görünce zor telaffuz ettiði halde diyor ve Ýslâm’a girmede tereddüt göstermiyor. Evet, görüldüðü gibi ilimlerin týkandýðý yerde Kur’ân menfezler açýyor ve ilimlerin vardýðý son nokta da Allah Resûlü’nün baþlama noktasýyla buluþuyor. Peki ama O’na bunlarý kim öðretmiþti? O dersini “Alîm” ve “Habîr” olan Allah (cc)’dan almýþtý. O’nun rahle-i tedrisinin verâsýnda Muallim-i Ezeli vardý. Onun içindir ki O’na ait marifet, zamanýn geçmesiyle eskimedi, aksine her geçen gün daha da tazelendi.. ve dünya durduðu müddetçe de tazelenmeye devam edecektir.
Yine O, hiçbir beþere nasip olmayacak ölçüde arkadaþlarý tarafýndan sevilen bir insandý. Meselâ “Mâ-u Rec’i” gazvesi sonunda, Hubeyb b. Adiyy (ra), gözü dönmüþ, kin ve intikâmla köpürüp duran azýlý kafirler tarafýndan idam sehpasýna çýkarýldýðýnda, þu soruya muhatap olmuþtu: “Þu anda senin yerine Muhammed’in idam edilmesini arzu eder miydin?” Cevap kesindi, netti, tavizsizdi:
“Hayýr, vallahi, benim kurtuluþum pahasýna dahi, O’nun ayaklarýna bir dikenin batmasýna razý olamam.” Ve Hubeyb, idam sehpasýnda verdiði bu cesaret örneðinden sonra ellerini açar: “Ya Rabbi, buraya gelirken Senin Habibin’e veda edemeden geldim, benim selâmýmý O’na ulaþtýr” der. Tam o esnada Allah Resûlü ashabýyla oturmuþ konuþurken, birdenbire doðrulur ve: “Selâm sana ey Hubeyb” der. Yanýndakiler ne olduðunu sorunca da gözyaþlarý içinde: “Müþrikler Hubeyb’i þehid ettiler. Son anýnda bana selâm gönderdi ve ben de selâmýný aldým” buyururlar.6
Aradan asýrlar geçmesine raðmen, hâlâ inanan her insanýn gönlüne inþirah salan ayrý bir tablo daha: Hz. Sümeyra, Uhud’da Allah Resûlü’nün þehit edildiðini duyunca, soluðu Uhud daðýnýn eteklerinde alýr... Orada kendisine þehit olmuþ “baban”, “kocan”, “çocuklarýn” denilip na’þlarý gösterildiðinde, O bunlarla hiç ilgilenmez ve mütemadiyen her yerde Allah Resûlü’nü arayarak þöyle mýrýldanýr: “Resûlullah’a ne oldu?” Bir ara “iþte Resûlullah þurada” denince, kendini O’nun önünde yere atar ve “artýk Sen (hayatta) olduktan sonra bütün musibetler hafif gelir ya Resûlallah” der.7 Ýþte Allah Resûlü kalb ve gönüllerde böyle yer etmiþti.
Bir baþka misâl: Ufuk Ýnsan, semâlar ötesinden davetiye almýþ ve 23 sene, kader birliði yaptýðý dostlarýndan artýk ayrýlacaktý. Bunun için de son günlerinde ashabýnýn yanýna biraz mahzun ve mükedder olarak çýkýyordu. O’nun bu hüzünlü hali, sahâbeye oldukça dokunuyor olacak ki, Allah Resulü hâne-i saadetine girince her sînede âdeta hazan esintileri duyulmaya baþlýyordu. Muaz b. Cebel, Allah Resulü tarafýndan vazifelendirilip Yemen’e gönderilmiþti.. gidip geliyor; giderken Efendimiz’in mesajlarýný götürüyor ve gelirken de, çözüme arzedilmek üzere mes’eleler ve problemler getiriyordu. Son sefere çýkacaðý zaman Allah Resulü’nün yanýna geldi. Duâsýný alýp ayrýlacaktý. Ýki Cihan Serveri: “Git ya Muaz; fakat dönüþünde ihtimal ancak benim mescidimi ve kabrimi ziyaret edebileceksin” dedi. Muaz beyninden vurulmuþa dönmüþ, kolu kanadý kýrýlmýþ, gözleri yaþlarla dolmuþ ve âdeta orada yýðýlýp kalmýþtý. Deðil Yemen’e gitmek, yerinden kalkmaya dahi mecali kalmamýþtý.8
Yine O, içtimaî hayata ait bütün problemleri tereyaðýndan kýl çekme rahatlýðý içinde halleden bir insandý. O’ndan 13 asýr sonra gelen Bernard Shaw, þu sözleri ile bu gerçeði kabul eden yüzlerce karþý cephedekilerden sadece bir tanesi: “Problemlerin üst üste yýðýldýðý asrýmýzda bütün müþkilleri bir kahve içme rahatlýðý içinde çözen Hz. Muhammed (sav)’e beþer ne kadar muhtaçtýr!” Fazilet odur ki O’nu düþman da itiraf eder.
Evet, beþer O’na döndüðü zaman, huzur ve itmi’nâna kavuþacak, gidip aydýnlýk ufuklara ulaþacak; derbederlikten, eyyâmýn elinde oyuncak olmaktan, dünya ve ukbâ sefaletinden kurtulacak ve insanlýk semâsýna yükselecektir. Aslýnda, bütün hasým güçlerin engellemelerine raðmen, bu ikinci diriliþin esintileri baþladý bile. Ýþte Kur’ân!
“Onlar aðýzlarýyla Allah’ýn nurunu söndürmek istiyorlar. Oysaki Allah nurunu tamamlamaktadýr; kâfirler hoþlanmasalar da. O ki, elçisini hidayet ve hak din ile diðer bütün dinlere üstün kýlmak için gönderdi; müþrikler hoþ karþýlamasalar da” (Sâff, 61/8-9).
Evet, Allah dinini izhar edecek, muhtaç sîne ve gönüller, O’na koþacak, O’nda huzura, itmi’nâna, emniyete kavuþacak ve daha dünyada iken cennetlere girmiþ gibi olacaklardýr. Avrupa’nýn kâfir ve zâlimleri, Asya’nýn insanlýðý istismar eden münafýklarý ve içimizdeki gafiller istemeseler bile, sikkeyi basan, tuðrayý elinde tutan ve peygamberlerce Sultanü’l-Enbiya olarak kabul edilen; O, günde beþ defa nam-ý celîlini dünyaya ilân ettiðimiz Sultanlar Sultaný bir gün mutlaka bütün kalblere girecek ve herkesin sevgilisi, mahbubu, mergubu olacaktýr!
O, ayný zamanda bir huzur insanýydý. Bizler kat’iyyen biliyor ve inanýyoruz ki, O’nun getirdiði mesaj ayný zamanda bir huzur kaynaðýdýr.. ve tarih buna en büyük þahiddir. Ýþte insanlýða yeniden bu huzuru tattýrabilmenin yegane çaresi, insanýmýza O’nu ve O’nun getirdiði nûru tanýtabilmektir. Zira O, tanýndýðý nisbette sevilecek ve o sevgi sayesinde cemiyetin çehresi deðiþecektir.
Eskilerin “Dibâce” daha sonrakilerin “Mukaddime” ve yenilerin “Önsöz” dediði bir çerçeve içinde kýsaca, Cenâb-ý Hakk’ýn ihsan ve keremine istinâd ederek, çeþitli yönleriyle anlatmayý plânladýðým Ýki Cihan Serveri ve Kâinatýn Ýftihar Tablosu hakkýnda; fihristvari birþeyler arzetmeye çalýþtým.
Aslýnda O’ndan bahseden her söz güzeldir; güzel olmayan, ifade ve üsluba verilmelidir; ifade ve üslupta bir kusur varsa o da tamamen bana aittir. Kâinatýn Efendisi’ne ait olanlar ise sadece ve sadece güzelliklerdir.
DÝPNOTLAR
1) Kadý Iyâz, Þifa, el. s. 173.
2) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 76.
3) Ýsmail b. Muhammed el-Aclûnî. Keþfu'l-Hafâ, II, 232, 2/164 hd, no: 2123.
4) Muhammed b. Cerir et-Taberi. Câmiu'l-Beyân an Te'vili Ây'ýl-Kurân, c.XV, s. 5; Ýsmail b. Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, elli, s. 139.
5) Müslim, Fiten, 22-25; Müsned, 1,4.
6) Ýbn Kesir, el-Bidâye, ve'n-Nihaye. c.IV, s. 76.
7) Nureddin Ali b. Ebi Bekr el-Heysemi, Meonau'z-Zevâid ve Menbau'l-Fevâid, c.Vl. s. 115.
8) Müsned, V.235.
Hikmet Iþýk