Ravza By: sumeyye Date: 18 Eylül 2010, 14:26:36
RAVZA
Ravza, bize dünyâda bulunmanýn rûhunu duyuran biricik binâdýr. Bu mübârek binâ ile münasebet ve kalbî alâkalarýmýz, bizde öyle Kudsi heyecanlar hasýl eder ki; onu düþünüp, onun hakkýnda birþeyler söylerken, sanki iffetiyle tanýdýðýmýz bir nâmus âbidesini anlatýyor gibi yanlýþýn en küçüðüne dahi düþmeyelim diye korkar ve tir tir titreriz. Onun aydýnlýk semtine dehâlet eden her ruh, vicdanýnýn derinliklerinde, Nâbi’nin:
“Sakýn terk-i edebten kûy-ý mahbûb-ý Hüdâdýr bu
Nazargâh-ý Ýlâhîdir makâm-ý Mustafâ’dýr bu”
na’týnýn yankýlandýðýný duyar ve irkilir.
Mekke, beþer Tarihi boyunca bir kýsým kýsa aralýklarýn istisnasýyla, hep insanlýðýn mihrabý olmuþtur. Mekke’nin bu hususiyeti Kabe’den ötürüdür. Ve bu yönüyle de Kabe mihrâblar mihrâbýdýr. Bu muhteþem mihrâbýn bir de minberi vardýr ki -Sahibine vücudumuzun zerrâtý adedince salât ü selâm olsun- o da Cennet bahçelerinden daha temiz olan Ravza-i Tâhire’dir.
Bahçe manasýna gelen Ravza; inanmýþ insanlarýn mukaddes þeylere karþý duyduklarý alâka, bu alâkadan kaynaklanan duygu, düþünce ve tasavvurlarýn sürekli deðiþen telakkîlerle, san’at-mabet-metâf-ý kudsiyân (1) mülâhazalarý içinde ötedenberi bir çeper ve bir surla sýnýrlandýrýlmaya çalýþýlmýþ bir “hazîrat’ül-kuds”tür (2).
Bu mübârek mekân, hürmet hissi ve san’at telâkkîsiyle defaatle zarf deðiþtirmiþ.. dýþ nakýþlarýyla tekrar bertekrar oynanmýþ, ama; katiyen gönüller âlemiyle alâkalý rûh ve manasýna iliþilmemiþ ve iliþilememiþtir.
Sahibinin rûhuna doðru parçalanmýþ sîneler gibi aralanan kapýlar veya onun rûhundan insanlýða açýlan menfezlerin çokluðu gibi, Ravza-i Tâhire’nin de pekçok kapýsý vardýr. Bu kapýlar arasýnda en namlýsý da þâir Nâbî merhûmun:
“Felekde mâh-ý nev-bâb üs-selâm’ýn sîne çâkýdýr”
sözüyle anlattýðý “Bâb’üs-selâm:Selâm kapýsý”dýr. Selâm verip bu kutlu kapýdan içeriye girenler, iki adým ötede Gönüllerin Efendisi’yle karþýlaþacakmýþ gibi bir ruh hâleti hissederler. Hisseder ve âdeta kendilerini bir kýsým farklý esintilere salmýþ gibi olurlar.
Peygamber huzurunda bulunmanýn vakar, ciddiyet ve temkîniyle, namaz kýlan, duâ eden, salât ü selâm okuyan Hakk âþýðý gönül erlerinin saflarý arasýnda, týpký nurlu bir koridorda yürüyor gibi, ýþýk alarak, aþk u þevkle dolarak Muvâcehe’ye (3) doðru ilerleyen uyanýk bir insan, her adým baþý, akla-hayâle gelmedik sürprizlerle karþýlaþacaðý hissiyle ilerler. Hele Muvâcehe, hele Muvâcehe... Oraya ulaþan nezîh ruhlar, artýk gözleri hiçbir þey görmüyor gibi, sadece O’nu anar ve inler, sadece O’nun hayal ve misâliyle tesellî olurlar. Hele bir de, daha önceden hazýrlanmýþ ve hayalinde birkaç defa o eþiðe baþ koyup vicdanýnýn derinliði ve gönlünün sýnýrsýzlýðýyla oraya varmýþsa.. doðrusu öyle bir tabloyu tasvîr için sözün nutku tutulur ve beyân, aczini ifâdeden baþka kelime bulamaz...
Ýnsan, daha çok hüzünle gülümseyen bir yüze benzeteceði, mübârek Merkâd’in kýble cihetindeki sütrenin önüne varýnca, ümîd ve emel heyecanýyla çýrpýnýp duran yüzlerce âþýk ruhla karþýlaþýr. Bu alabildiðine yeþil ve sihirli nûr iklîmi, derecesine göre hemen herkese, bir baþka âlemin kapýsýnýn önünde bulunma hissini verir. Öyle ki, muvâceheye ulaþan her âþýk rûh, bir-iki kadem ötede seygilisiyle buluþacakmýþ gibi his ve heyecanla köpürür ve vicdanýnda aþk u þevkin kalem ve mürekkep görmemiþ besteleri duyulmaya baþlar.. derken, o altýn iklimin sesleri, sözleri, görüntüleri binbir tedâî (4) ile onun bütün benliðini sarar ve onu zaman-üstü sýrlý bir kuþaða çeker götürür. Bu kuþaða ulaþan herkes, bugünü dünle, dünü de Dost’un ýþýk çaðýyla bir arada idrâk eder ve onun meclisinden sýzýp gelen en mahrem fýsýltýlarý duyar ve kendinden geçer...
Ravza-i Tâhire karþýsýnda hayat, hep bir hülyâ ve rüyâ gibi yaþanýr. Bütün bütün ona sýrtýný dönmeyen hemen her rûh, onun elinden aþk þarabý içmiþ, mest olup kendinden geçmiþ gibi, bir türlü bu sihirli âleminden ayrýlmak istemez. Burada fikirler durur, ruhlar duygularýn te’sirine girer ve bütün gönülleri bir vuslat arzusu sarar. Burada, insanýn içinde birer çiçek gibi açan mahrem hülyâlar, âdeta insana Cennet bahçelerinin hazlarýný ve cennetliklerin neþe ve huzûrunu tattýrýr gibi olur. Burasý, hassas ruhlarýn hülyâlarýna matkap salmak için, Kudret eliyle tâ ezelden plânlanýp kurulmuþ ve hisleri, istekleri, sevgileri tutuþturan, besteleyip mýrýldanan, dünyâda, gökler ötesinin bir uzantýsý gibidir. Burada, kendini inanç buudlu tasavvurlarýn rengîn ve zengîn iklimine salabilenler, uçsuz-bucaksýz hülyâlara dalar, yaþadýklarý hayatýn içinde bir sýr, bir hafî, bir ahfâ (5) yolcusu gibi çok defa bizim için gizli kalan ve insanoðlunun asýl benliðini teþkîl eden bir baþka “ben”in varolduðunu duyarlar. Âdeta, þehâdet âleminin, ince tenteneli perdesi delinip de, herþeyin Hakikatýyla beraber insanýn özü de meydana çýkmýþ.. dolayýsýyla herkes kendini uhrevîleþmiþ gibi hisseder ve öbür âlemin âhengine uyar ve kendini Firdevsî hazlar içinde bulur.
Bizler, her zaman kendimizi Kâ’be’de ibâdet, Ravza’da da aþk u hasret kuþaðýnda hisseder, birincisinde kulluk sýrrýný idrâkle cevap vermeye çalýþýr, ikincisini de samimiyet ve vefâ ile kucaklarýz. Buralarda duyduðumuz þeylerin aslýný tam tefrik edemesek bile, en duygulandýrýcý þeylerden daha duygulandýrýcý, en vecd verici þeylerden daha coþturucu; hülyâsýyla mest olduðumuz bir âlemi, kendine has âhengi, þiirî büyüsüyle duyar ve ifâdesi imkânsýz hislerle yerlere kapanacak hâle geliriz.
Her zaman, aþk u þevkin gel-gitleri arasýnda yaþanan buradaki hayat, bir vuslat demi, bir “þeb-i arûs” (6) neþvesi içinde yaþanýr. Her çýðlýk, her inilti, dosta açýlan kapýlarýn gýcýrtýlarý gibi yüreklere ürperti salar. Ruh “vuslat” der inler arasýra dost yüzü kendi çaðýyla kapýsýnýn önünde elpençe dîvan duranlarýn, gözlerini yummuþ, saygýyla bir menfez kollayanlarýn hayâllerine kâh açýlýr, kâh kapanýr. Ama sürekli imrendirir, sürekli ümitlendirir ve daima rikkatli geçer...
Burada duvarlar, sütunlar ve aþk matkaplarýyla oyulmuþ gibi görünen kubbeler, hatta döþemeler, sergiler hemen herþey, mâvi, yeþil, sarý her rengin nazlý çiçeklerini andýrýr mâhiyette, güzelliklerin en derinlerine açýlmýþ yaþýyor gibidir...
Zaten her zaman nezîh bir rûha benzetebileceðimiz Merkad ve Yeþil Kubbe, âþýklarýn duygu ve düþünce dünyâlarýndaki, derinliklerle yanyana gelince, öyle muammâlaþýr ki, insan bulunduðu yeri Cennet’ten kopup gelmiþ bir parça sanýr.
Bugüne kadar mânevî havasý ve ledünnî zevkleriyle pekçok feyizli makam gördüm.. bir hayli mübârek mahalleri müþâhede fýrsatýný buldum. Ama bunlar arasýnda, rûhumda en derîn izler býrakan Peygamber (sav) köyü -o köyün izleri ebedlere kadar gönüllerimizde yaþasýn- olmuþtur. Rûhum o beldeyi her zaman bir “dâü’s-sýla” hasretiyle kucaklamýþtýr. Kucaklarken de “iþte bir avuç topraðýný cihanlara deðiþtirmeyeceðim beldeler beldesi” demiþ içimi çekmiþimdir.
Bunlar, bir ham rûhun duyup hissettiði þeyler. Ýrfanla kanatlanýp, aþkla þahlanmýþ büyük sînelerin duyup hissettiklerini onlardan dinlemek ve onlardan öðrenmek îcâb eder. Bu mevzûda benim söylemeye çalýþtýklarým ise; beceriksizliðin ve isti’dâtsýzlýðýmýn çehresinde hamiyet ehlini gayrete getirmeden baþka birþey deðildir... Bu kadarcýk olsun birþey yapabilmiþsem, onu Rûh-u Seyyid-ül-Enâm’ýn teveccühüne vesîle sayar, kapýsýnýn tokmaðýna dokunur “Beni de Yâ Resûlallâh..!” derim.Dipnotlar:
1) Metâf-ý Kudsiyân: Kudsilerin çevresinde dönüp durduðu yer manasýna Þâir Nâbî’ye ait bir söz.
2) Hazîrat’ül Kuds: Tasavvurlar üstü bir cennet bahçesi.
3) Muvâcehe: Kýble tarafýndan Efendimiz’in nur-efþân kabrini çevreleyen mübârek parmaklýklar.
4) Tedâi: Çaðrýþým.
5) Hafî-Ahfâ: Ýnsandaki mahiyeti pek fazla keþfedilemeyen duygular.
6) Þeb-i Arûs: Kutlu kavuþma, âþýkýn maþukuna kavuþmasý aný. ALINTI