Orijinal tesbitler yeni yorumlar By: sumeyye Date: 17 Eylül 2010, 13:09:25
Orijinal Tesbitler Yeni Yorumlar
ÝKÝNCÝ LEM�A (*)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Sabýr kahramaný Hz. Eyyub Aleyhisselâmýn þu münâcatý, hem tecrübe edilmiþtir, hem te'sirlidir. Fakat âyetten iktibas ederek bizler münâcâtýmýzda وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ رَبِ إِنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ demeliyiz.
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm� ýn meþhur kýssasýnýn hülâsasý þudur ki: Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldýðý halde o hastalýðýn büyük mükâfatýný düþünerek, tam bir sabýrla tahammül edip kalmýþ. Sonra yaralarýndan çýkan kurtlar kalbine ve diline iliþtiði zaman, zikir ve mârifet-i ilâhiyenin yerleri olan kalb ve lisânýna iliþtikleri için, o kulluk vazifesine halel gelir düþüncesiyle, kendi istirahati için deðil, belki Allah'a kulluk için: "Yâ Rab! Zarar bana dokundu. Dil ile zikrime ve kalb ile kulluðuma zarar veriyor" diye münâcat etmiþtir. Cenâb-ý Hak da, hâlis, safi, garazsýz ve sýrf rýzay-ý ilahî için yapýlan o münâcatý, gayet harika bir surette kabul etmiþ, kemâl-i afiyetini ihsan edip çeþitli merhamet tecellilerine mazhar eylemiþ, iþte bu lem'-ada beþ nükte var:
BÝRÝNCÝ NÜKTE:
Hz. Eyyub Aleyhisselâmýn zahirî yara ve hastalýklarýna karþýlýk, bizim bâtýný ve ruhî ve kalbi hastalýklarýmýz vardýr, iç dýþa, dýþ içe bir çevril-sek, Hz. Eyyub 'dan daha çok yaralý ve hastalýklý görüneceðiz. Çünkü iþlediðimiz her bir günâh, kafamýza giren her bir þüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.
Hz. Eyyub Aleyhisselâmýn yaralan, kýsacýk dünya hayatýný tehdit ediyordu. Bizim manevî yaralarýmýz, pek uzun olan ebedî hayatýmýzý tehdit ediyor. Hz. Eyyub�un duasýna, O hazretten bin defa daha fazla muhtacýz.
Hususan, nasýl ki o hazretin yaralarýndan çýkan kurtlar(**) kalb ve lisânýna iliþmiþler. Öyle de bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasýl olan vesveseler, þüpheler -Allaha sýðýnýrýz- imanýn yeri olan kalbin içine iliþip imaný zedeliyor ve imânýn tercümaný olan lisânýn ruhanî zevkine iliþip zikirden nefretle uzaklaþtýrmak susturuyorlar.
Evet, günâh kalbe iþleyip, siyahlandým siyahlandým, tâ iman nurunu çýkarýncaya kadar katýlaþtýrýyor. Her bir günâh içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiðfar ile çabuk imha edilmezse, kurt deðil, bel- ki küçük bir manevî y ilan olarak kalbi ýsýrýyor.
Mesela, utanç verici bir günahý gizlice iþleyen bir adam, baþkalarýnýn bilmesinden çok sýkýldýðý zaman, melâike ve ruhanîlerin varlýðý ona çok aðýr geliyor. Küçük bir emare ile onlarý inkâr etmeyi arzu ediyor.
Hem meselâ cehennem azabýný netice veren büyük bir günahý iþleyen bir adam, cehennemin tehditlerini iþittikçe istiðfar ile ona karþý siper almazsa, bütün ruhuyla cehennemin olmamasýný arzu ettiðinden, küçük bir emare ve þüphe ile cehennemin inkârýna cesaret bulur.
Hem meselâ, küçük bir vazifeyi yerine getirmediðinden, küçük bir âmirden ceza gördüðü zaman müteessir olan bir adam, fan namazýný kýlmayýp ve kulluk vazifesini yerine getirmediði zaman, ezel ve ebed Sultanýnýn mükerrer emirlerine karþý yaptýðý bu tembellikten dolayý büyük bir sýkýntý duyar ve o sýkýntýdan arzu eder, manen der ki: "Keþke o kulluk vazifesi olmasaydý." Ve bu arzudan, Cenâb-ý Hakka karþý manevî bir düþmanlýðý hissettiren bir inkâr duygusu uyanýr. Allah'ýn varlýðýna dair kalbine bir süphe gelse, kat'i bir delil gibi ona yapýþmaya meyleder. Büyük bir helaket kapýsý ona açýlýr.
O bedbaht, kulluk vazifesini ifa ederken çektiði cüz'i bir sýkýntýya mukabil, inkârda o sýkýntýdan milyonlarca defa daha fazla manevî sýkýntýlara kendini hedef ettiðini bilmiyor. Sineðin ýsýrmasýndan kaçýp, yýlanýn ýsýrmasýný kabul eder. Ve hakeza... Bu üç misâle kýyas edilsin ki, بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sýrrý anlaþýlsýn. (Hayýr, onlarýn iþleyip kazandýklarý þeyler kalblerinin üzerine pas olmuþtur) (Mutaffifýn 15)
ÝKÝNCÝ NÜKTE
Yirmialtýncý sözde kader sýrrýna dair meselede beyân edildiði gibi, musibet ve hastalýklardý insanlarýn
þikâyete üç vecihle haklarý yoktur.
Birinci Vecih: Cenâb-ý Hak, insana giydirdiði vücut elbisesini, sanatýna mazhar ediyor, insaný bir model yapmýþ; o vücut elbisesini o model üstünde keser, biçer, deðiþtirir, muhtelif isimlerinin cilvesini gösterir. Safý ismi, hastalýðý istediði gibi, Rezzak ismi de açlýðý iktiza ediyor. Ve hakeza �Mülk sahibi mülkünde dilediði gibi tasarruf eder.�
Ýkinci Vecih: Hayat musibetlerle, hastalýklarla saflaþýr, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, mükemmelleþir ve vazifesini yapar. Yeknesak istirahat döþeðindeki hayat, tamamen hayýr olan varlýktan ziyade þerrin ta kendisi olan yokluða yakýndýr ve ona gider.
Üçüncü Vecih: Þu dünya memleketi, imtihan meydanýdýr ve hizmet yeridir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri deðildir. Madem hizmet ve kulluk yeridir. O halde hastalýklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek þartýyla o hizmete ve o kulluða çok muvafýk oluyor ve kuvvet veriyor. Ve her bir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiðinden þekva deðil, þükretmek gerekir.
Evet, ibadet iki kýsýmdýr: Bir kýsmý müsbet, diðeri menfi Müsbet kýsmý malumdur. Menfi kýsmý ise, hastalýklar ve musibetlerle, musibetzede za'fýný ve aczini hissedip, Rabb-i Rahimine sýðýnarak teveccüh edip, Onu düþünüp, Ona yalvarýp hâlis bir kulluk yapar. Bu kulluða riya giremez, hâlistir. Eðer sabretse, musibetin mükafatýný düþünse, þükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Hatta bir ahiret kardeþim, Muhacir Hafýz Ahmet isminde bir zatýn yakalandýðý müthiþ hastalýðýný çok merak ettim Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et. Herbir dakikasý bir gün ibadet hükmüne geçiyor." Zaten o zat sabýr içinde þükrediyordu.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE:
Bir iki sözde beyan ettiðimiz gibi, her insan geçmiþ hayatýný düþünse, kalbine ve lisanýna ya "ah" veya "Oh" gelir. Yani, ya teessüf eder, ya "Elhamdülillah" der.
Teessüfü dedirten, eski zamanýn lezzetlerinin sona erip ayrýlmasýndan ileri gelen manevî elemlerdir. Çünkü lezzetin gitmesi elemdir. Bazen geçici bir lezzet, daimî elem verir. Düþünmek ise o elemi deþiyor, teessüf akýtýyor.
Eski hayatýnda geçirdiði geçici elemlerin yok olmasýndan ileri gelen manevî ve daimî lezzet "Elhamdülillah" dedirtir. Bu fýtri halle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve uhrevi mükafatý ve kýsa ömrünün musibet vasýtasýyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düþünse, sabýrdan ziyade þükreder.
اَلْحَمْدُ للهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوى الْكُفرِ وَالضَّلاَلِ
("Küfür ve dalâlet dýþýnda her hal üzere Allah'a hamdolsun") demesi iktiza eder. Meþhur bir söz var ki, "Musibet zamaný uzundur. " Evet, musibet zamaný uzundur. Fakat insanlarýn örfünde zannedildiði gibi sýkýntýlý olduðundan uzun deðil, belki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiði için uzundur.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE:
Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamýnda beyan edildiði gibi, Cenâb-ý Hakk'ýn insana verdiði sabýr kuvvetini evham yolunda daðýtmazsa, her musibete karþý kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanýn gafletiyle ve yanî hayatý bakî tevehhüm etmesiyle sabýr kuvvetini mazi ve müstakbele daðýtýp hâlihazýrdaki musibete karþý sabrý kâfi gelmez, þikayete baþlar. Adetâ-hâþâ- Cenâb-ý Hakk'ý insanlara þikayet eder. Hem çok haksýz bir surette ve divanecesine þikayet edip sabýrsýzlýk gösterir. Çünkü, musibetle geçmiþ her-bir günün zahmeti gitmiþ, rahatý kalmýþ; elemi gitmiþ zevâündeki lezzet kalmýþ, sýkýntýsý geçmiþ, sevabý kalmýþ. Bundan þikayet deðil, belki lezzet alarak þükretmek lâzým gelir. Onlara küsmek deðil, bilakis muhabbet etmek gerekir. Onun o geçmiþ fani ömrü, musibet vasýtasýyla baki ve mesut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki elemleri vehim ile düþünüp sabrýnýn bir kýsmýný onlara karþý daðýtmak divaneliktir.
Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemiþler, içlerinde çekeceði hastalýk veya musibeti þimdiden düþünüp sabýrsýzlýk göstermek, þikâyet etmek, ahmaklýktýr. "Yarýn, öbür gün aç susuz kalacaðým " diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasýna bir divaneliktir; öyle de, gelecek günlerdeki, þimdi henüz olmayan musibet ve hastalýklarý düþünüp, þimdiden onlardan elem duymak, sabýrsýzlýk göstermek, hiç mecbur olmadýðý halde kendi kendine zulmetmek öyle bir ahmaklýktýr ki, böyle bir ahmak þefkat ve merhamet edilmeye layýk deðildir.
Hülâsa olarak, þükür nimeti ziyadeleþtirdiði gibi þikâyet de musibeti arttýrýr. Hem merhamete liyakatini kaybeder. Birinci Cihan Harbinin ilk senesinde Erzurum'da mübarek bir zât müthiþ bir hastalýða tutulmuþtu. Yanýna gittim. Bana dedi: "Yüz gecedir ben baþýmý yastýða koyup yatamadým " diye acý bir þikayet etti. Ben çok acýdým. Birden hatýrýma geldi ve dedim:
"Kardeþim, geçmiþ sýkýntýlý yüz günün þimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onlarý düþünüp þikayet etme. Onlara bakýp þükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemiþtir, Rab-bin olan Rahmanürrahîm'in rahmetine itimâd edip, dövülmeden aðlama, hiçten korkma, olmayan þeyi var kabul etme. Bu saati düþün. Sendeki sabýr kuvveti bu saate kâfi gelir. Divâne bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düþman kuvveti onun sað cenahýna iltihak edip ona taze bir kuvvet olduðu halde, sol cenahýndaki düþmanýn sað cenahý daha gelmediði vakitte, o tutar, merkez kuvvetini saða sola daðýtýp merkezi zayýf býrakýr. Düþman da az bir kuvvetle merkezi harab eder."Dedim: "Kardeþim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karþý tah-þid et. Allah'ýn rahmetini ve ahiret mükâfatýný vefaný kýsa ömrünün baki ve uzun bir surete çevrileceðini düþün. Bu acý þikâyet yerine ferahla, þükret".
O da tamamen rahatlayarak "Elhamdülillah hastalýðým ondan bire indi" dedi.Bediüzzaman Said Nursi